Academia.eduAcademia.edu
iii Kitab›n Bas›m›na Sosyal Sorumluluk Anlay›fl› Çerçevesinde ki Katk›lar›ndan Dolay›; Say›n Turan ÇAKIRO⁄LU ’na ve Say›n Selçuk BÖREKÇ‹ ’ye teflekkür ederiz... iv Kitab› Bask›ya Haz›rlayanlar Levent ÖZMEN - M. Akif SÖZER - ‹smail fiAH‹N Sempozyum Sekreteryas› Akif SÖZER - Demet S. ÖZERBAfi - ‹smail fiAH‹N - Hanifi Ç‹N‹C‹ Sempozyum Amblem Tasar›m› fiükrü KOÇ - C. Sencer ‹MER - Levent ÖZMEN Kapak Tasar›m› Vedat B‹LG‹N - Tamer ÇAKMAK - Levent ÖZMEN Bask› Baflkent Ofset Bay›nd›r Sk. 30/E K›z›lay - ANKARA • 0.312 431 54 90 ISBN 975-00-888-0-8 Akademisyenler Birli¤i De Gol Caddesi 49/4 Beflevler/ANKARA Tel.: 0.312.222 56 83 www.akademisyenler.org.tr Makale sahibi, Sempozyum Ad› Kaynak gösterilerek ve düzenleyen kurulufl belirtilerek al›nt› yap›labilir. Copyright Mart 2006 v AKADEM‹SYENLER B‹RL‹⁄‹ GENEL BAfiKANI PROF.DR. fiÜKRÜ KOÇ’ UN SEMPOZYUM AÇILIfi KONUfiMASI Say›n Misafirlerimiz, Akademisyenler Birli¤i olarak tertipledi¤imiz “ 21. yy. da Türkiye’ de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu” na kat›larak bizleri güçlendirdiniz, mutlu ettiniz ve gelece¤e yönelik çal›flmalar›m›z için yüreklendirdiniz. Sizlere hofl geldiniz diyor, teflekkürlerimi ve sayg›lar›m› sunuyorum. ‹flgal etti¤i co¤rafya, üstlendi¤i tarihsel misyon, bunlara dayal› olarak yaflad›¤› ve yaflamakta oldu¤u olaylar yüzünden büyük milletimizin dünyan›n di¤er milletlerine göre daha fazla sorunu bulunmaktad›r. Yak›n tarihimizde koskoca imparatorlu¤umuz yok edildi. Her dinden, her dilden insanlar› mutlu edebilen bir yönetim anlay›fl›yla askeri, siyasi ve sosyal alanda zirvelerde dolaflt›¤›m›z günlerimiz uçtu gitti. Avrupal› sanayi devrimini yaflarken biz seyirci kald›k, dünyay› yeterince do¤ru okuyamad›k. Geri kal›fl sebeplerimizi tam kavrayamad›¤›m›z için, çözüm yollar› üretmede de baflar›l› olamad›k. Bir zihniyet de¤iflimi gerçeklefltirebilmek için Kuzey Afrika’ dan fes getirttik. Avrupal›lar’›n h›zl› yükselifli gözlerimizi kamaflt›rd›. Her fleyi onlardan bekler olduk. Beynimizde yenildik. Düfltü¤ümüz ruhsal kompleksin karanl›¤›nda yolumuzu bulmam›z güçleflti. Yap›lan her anlaflmada “Ah bizi bir Avrupal› Devlet saysalar” diye iç geçirdik. Avrupal› Devlet sayd›klar›nda bunun bir ifle yaramad›¤›n› da gördük. Avrupal› olmak yeni bir medeniyete dahil olmak demekse e¤er, bu birdenbire olacak bir ifl de¤ildi. Yaflanacak çok fley vard›. Yaflayacakt›k, üretecektik, sorunlar› görüflecektik ve gelece¤e dönük planlar ve haz›rl›klar yapacakt›k. Bunlar›n hiçbiri sihirli de¤ne¤in dokunmas›yla olacak ifller de¤ildi. Kendimiz olmadan, kendi kültür de¤erlerimizi ayaklar alt›na alarak, baflkalar›n›n bilgileriyle, baflkalar›n›n yönlendirmeleriyle sorunlar›m›z› çözebilece¤imizi zannettik. Farkl› toplum çevrelerinin ürünü, farkl› tarih sürecine ait iliflkilerin birikimi ve sonucu olan bilgilerle yola ç›kt›k. Bu bilgileri kimli¤imizi, iliflkilerimizi, bu dünyadaki koordinatlar›m›z› tan›mlamak için ve kendi sorunlar›m›z› çözmek için kulland›k. Oysa toplumlar›n sorunlar› ayn› olamazd›. Hepsinin ayr› ayr› kaynaklar› ve tarihsel süreçleri vard›. Biz bunu anlayamad›k. vi Bize ikiyüz y›ld›r yeni bir dünya sunuluyor. Baflkalar› taraf›ndan tan›mlanan ve kurulan… Bu dünya baflar›lar›na ve geliflmelerine hayranl›k duydu¤umuz ve k›y›s›ndan köflesinden kat›lmak için elimizden ne geliyorsa esirgemedi¤imiz bir dünya. Bu dünya uygulanan siyasetlerle giderek tüm toplumlar›n içinde eritildikleri tek bir dünya haline geliyor. Bu dünya onlar›n türküsünü ça¤›r›rsak, içine kat›labilece¤imiz, içinde yer alabilece¤imiz bir dünya olarak karfl›m›za ç›k›yor. Bunun için zorunlu baz› de¤ifliklikleri gerçeklefltirerek gerekli koflullar› haz›rlamak ve sonra haz›r olan, sunulan fleyleri almak yeterli görülüyor. Böyle bir sürece “mahkum olmak” sorunlar›m›z›n ne kadar uza¤›nda oldu¤umuzu göstermektedir. Bat›l› toplumlar aras›nda Türk Milleti’ ne biçilen elbisenin yak›flmad›¤›n› göremeyiflimiz, evrensellik ad›na kendimize ait olan›, bizi biz yapacak de¤erleri heder ediflimizdendir. Bat›l› toplumlarda var oldu¤u düflünülen evrensel de¤erleri hayat›m›za katmay›, ayr›ca bilim ve teknolojide tasarlanan at›l›m› gerçeklefltirmemiz, kendi ayaklar›m›z üzerinde durabiliyor olmam›zla iliflkilidir. Buraya kadarki ifadelerimden Bat›ya karfl› kuvvetli bir muhalefet hissi uyand›rm›fl olabilirim. Asl›nda söylemek istedi¤im fludur: Bat›y› taklit etmek, kendimize yabanc›laflarak Bat›n›n kopyas› olmak, iflte yanl›fl olan budur. Bunun fark›na varmal›y›z. Sorunlar›m›z afl›lamaz de¤ildir. Ancak kolay da de¤ildir. Yeni bir medeniyete talip olmal›y›z. Ancak böyle bir medeniyet kurma düflüncesi sa¤lam temeller üzerinde yeflerebilir. Kendi tarihsel birikimimiz ancak yeni bir medeniyet projesine dönüflebilir. Yeni bir medeniyet projesi yapal›m denildi¤inde yap›lacak olan sloganlarla, yüzeysel yaklafl›mlarla ortaya konulabilecek bir fley de¤ildir. Kendi de¤erlerimize dönmek gibi iddialar›n karfl›s›nda çözülmesi gereken problemler bulunmaktad›r. Yeniden kendimize ait bir medeniyeti infla etmenin çok zor ve karmafl›k bir mesele oldu¤u bilinmelidir. Bu karmafl›k ve zor infla hareketinin bafllamas›, geliflmesi ve sonuca ulaflmas› için flüphesiz bugüne kadar oldu¤u gibi çok yaz›lacak, çok söylenecek, çok tart›fl›lacak. Bugün bunun için buraday›z. Türkiye’ nin de¤erli ayd›nlar› bunun için yurdun 4 köflesinden, yurtd›fl›ndan buraya gelmifllerdir. “21. yy.da Türkiye’ de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu” nda - Toplum ve De¤iflme - Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya - Türkiye’ de Kültür ve Sanat Sorunlar› - Toplum ve Hukuk - Türkiye’ de Ça¤dafl Yönetim Sorunlar› - Türkiye’ de Siyaset ve Demokrasi - Kalk›nma, ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi - Tarih ve Kimlik - Türkiye ve Dünya bafll›kl› oturumlarda “neredeyiz?”, “nereye gidiyoruz?”, “nereye gitmeliyiz?” i konuflacak ve tart›flaca¤›z. Bu üç gün zarf›nda hep birlikte nitelikli zamanlar geçirmek ümidiyle hepinizi sevgi ve sayg›lar›mla selaml›yorum. Tekrar hofl geldiniz diyorum. 18.03.2005 Prof. Dr. fiükrü KOÇ 21.yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu vii ‹Ç‹NDEK‹LER Aç›l›fl Konuflmas› Prof. Dr. fiükrü KOÇ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .V 1. OTURUM: Toplum ve De¤iflme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .1 Vedat B‹LG‹N, Türkiye’nin Toplumsal Yap›s›nda De¤iflme E¤ilimleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .2 Ferhat AKBEY, Küreselleflme ve Türkiye’de Kamu Ekonomisi, Devlet - Piyasa - Toplum ‹liflkilerinde Dönüflüm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .21 Kadir CANGIZBAY, Siyaset, Toplum ve Düflünce . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .44 2. OTURUM: Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .47 fienol DURGUN, Türk Müzi¤inde Modernleflme Sorunlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .48 Ali GÜLER, Türk Kültür ve Sanat›n› Evrensellefltirme Çabalar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .68 Göktan AY, Müzikte Kabul ve Sayg› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .74 3. OTURUM: Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .87 Durmufl HOCAO⁄LU, 21. yy Felsefesi ‹çin Temel Bir Felsefi Problem Alan›: ‹nsan ve Tabiat . . . . . . . . . . . .88 Kaz›m SARIKAVAK, Türkiye’de Felsefenin Alg›lan›fl› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .128 Ayfle CANATAN, Disiplinleraras› ‹flbirli¤ini Güçlendirecek Giriflimler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .134 4. OTURUM: Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .141 Faz›l YOZGAT - Halis BAfiEL, Türkiye’nin Toplumsal Yap›s› ve ‹stihdam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .142 R›fat ORTAÇ, Kamu Mallar›n›n Global Boyutu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .165 Fetullah AKIN, Krizler ve Ekonomi Politikas› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .169 5. OTURUM: Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .203 Mustafa ÇALIK, Kimlik Tart›flmalar›: Siyaset, Kültür ve Sosyolojinin Dil Fark› . . . . . . . . . . . . . . . . . .204 Tu¤rul ISMAYIL, Rusya’da Kafkas Fobisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .209 Ali ULUSOY, Kamusal Alan’a Hukuksal Bak›fl . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .215 6. OTURUM: Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .221 Tevfik ERDEM, Mükemmel Bir Toplum Tasar›m› Olarak Sivil Toplum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .222 Aydan ÖZSOY, Yerli Televizyon Komedilerinde Sunulan Çal›flan Kad›n ‹mgesi . . . . . . . . . . . . . . . . . .232 Osman fi‹MfiEK, Türk Kalk›nmas›; Bat› Toplumu Kalk›nma Zihniyeti Kavramlar› ile Aç›klanabilir mi? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .243 7. OTURUM: Tarih ve Kimlik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .257 Mehmet ÖZDEN, Kemalizm Üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .258 Adem KARA, ‹ttihat ve Terakki Gerçe¤i . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .263 Yücel ÖZTÜRK, Tarih ve Zihniyet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .284 8. OTURUM: Toplum ve Hukuk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .309 Ayd›n BAfiBU⁄, Sosyal Güvenlik Reformunun Sosyoekonomik fiartlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .310 Resul ASLANKÖYLÜ, Sosyal Güvenlik Reform Tasar›lar›n›n Genel De¤erlendirilmesi Ali Cengiz KÖSEO⁄LU, Tamamlay›c› Bir Sosyal Güvenlik Reformu Olarak Bireysel Emeklilik . . . . . . .338 9. OTURUM: Türkiye’de Ça¤dafl Yönetim Sorunlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .359 Hikmet KAVRUK, Yerel Yönetim Reformu ve Yönetiflim Üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .360 Ramazan ERDEM, Örgüt ve Yönetim Araflt›rmalar›nda Kültür Problemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .376 Ahmet MUTLU, Yönetiflim Sanc›l› Bir Do¤um mu Olacak? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .383 SEMPOZYUM PROGRAMI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .402 SEMPOZYUMDAN GÖRÜNTÜLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .404 viii 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 1 1 18 Mart 2005 Cuma 1. OTURUM Toplum ve De¤iflme Oturum Baflkan›: Prof. Dr. M. Cihat ÖZÖNDER KONUfiMACILAR Vedat B‹LG‹N : Türkiye’nin Toplumsal Yap›s›nda De¤iflme E¤ilimleri Ferhat AKBEY : Küreselleflme ve Türkiye’de Kamu Ekonomisi, Devlet - Piyasa - Toplum ‹liflkilerinde Dönüflüm Kadir CANGIZBAY : Siyaset, Toplum ve Düflünce 2 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” TÜRK‹YE’DE TOPLUMSAL YAPIDA DE⁄‹fiME E⁄‹L‹MLER‹ Vedat Bilgin* 1- Girifl Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik bak›mdan 1950’lerde içine girdi¤i süreç, yüzlerce y›lda oluflan geleneksel-tar›m toplumundan modern topluma do¤ru bir de¤iflimi içermekteydi. Bu de¤iflim sürecinin muhtelif aflamalardan geçerek ilerledi¤i ve her bir aflaman›n kendine has sorunlar› beraberinde getirdi¤i bilinmektedir. 1970’li y›llarda Türkiye toplumsal yap›s›nda köylülü¤ün hakim konumunu kaybetmeye bafllad›¤›, buna karfl›l›k yo¤un olarak sanayileflme sürecinin kendine has problemlerinden, flehirleflmenin belirleyici oldu¤u yeni bir döneme girmifltir. Baflka bir ifadeyle Türkiye kabu¤unu de¤ifltirmeye bafllam›flt›r. Ancak bu toplumsal de¤iflimi egemen siyasi kadrolar tafl›yamam›flt›r. 1980’lerde de toplum ile siyasal kurum yani resmi siyasal seçkinler aras›ndaki uyumsuzluk devam etmifl ve giderek kaotik bir hal alm›flt›r. 1990’lar›n sonlar›na do¤ru toplumla siyaset aras›ndaki uyumsuzluklar yeniden derinleflmifl, toplumsal de¤iflimi tafl›yacak bir siyasal dönüflüme olan ihtiyaç iyice belirginlik kazanm›flt›r. Türkiye’deki mevcut toplumsal farkl›laflma ve siyasal krizin at›fta bulundu¤u ‘de¤iflme’ neye tekabül etmektedir. De¤iflimin ifade etti¤i en önemli husus, toplum merkezli olmas›, toplumdan kaynaklanmas›d›r. Türk tarihi hakim toplumsal form olarak ‘köy merkezli’dir. 1950’lerden bafllayarak giderek h›zlanan de¤iflim süreci köylülerin sadece toprakla kurdu¤u iliflkileri de¤ifltirmekle kalmam›fl ayn› zamanda sosyal organizasyondan kültürel alana kadar toplumsal yap›n›n bütün katmanlar›n› etkilemifltir. fiehir yap›lar›nda meydana gelen farkl›laflma bu de¤iflimin en temsil edici yönü olmufltur. 1970’li y›llar Ankara, ‹stanbul, ‹zmir, Bursa gibi büyük flehirlerde gece kondular da oturan insanlar›n say›s›, flehrin di¤er bölgelerinde oturanlar›n say›s›n› aflm›flt›r. Büyükflehirler ‘flehirleflme’ sorunuyla birlikte hem morfolojik hem de toplumsal ve ekonomik bak›mdan yeni bir toplumsal yap›ya do¤ru evrilmeye bafllam›fllard›r. 1970’li y›llar ayn› zamanda siyasal ve kültürel bak›mdan da çalkant›l› y›llard›r. Bir parantez açarak diyebiliriz ki, her toplumsal yap› bir denge durumunu ifade eder. Yap›n›n de¤iflti¤i, büyük yap›sal de¤iflmelerin meydana geldi¤i dönemler dengenin bozuldu¤u y›llard›r. Bu al›fl›lm›fl dengelerin bozulmas›yla, toplumsal yap›da yeni dengeler oluflana kadar yeni olaylara, hiç beklenmedik geliflmelere maruz kal›nmas› muhtemeldir. ‹flte Türkiye’nin 1970’li y›llar›n bafl›ndan itibaren içine girdi¤i toplumsal-siyasal geliflmelerin ülkede siyasal istikrars›zl›k yaratmas›n›n arka plan›nda bu türden sosyolojik süreçler vard›r. Türkiye, özellikle 1970’li y›llarda yo¤unlaflan toplumsal de¤iflim sorunlar›n› siyaseten karfl›layacak politikalar üretememifltir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, hakim ‘resmi elitin’ söz konusu toplumsal dönüflümü kavrayacak zihni donan›mdan mahrum olmas›d›r. Di¤er bir sebep ise, * Doç.Dr., Gazi Üniversitesi, ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 3 toplumsal de¤iflimi kendi egemen konumlar›n› tehdit edecek bir süreç olarak alg›lamalar› ve hatta de¤iflim sorunlar›n› kendi geleneksel iktidar yap›lar›n› sürdürebilmek için istismar etmeleridir. Baflka bir ifadeyle, 1930’lar›n hakim iktidar eliti, 1950’lerden bafllayan ve 1970’lerden sonra ivme kazanan toplumsal de¤iflim sürecini ve o sürecin aktörlerini mahkum etmek yolunu tutmufltur. Siyasi kültür ve davran›fllar› ‘tek parti-tek flef’ anlay›fl›yla yo¤rulmufl egemen siyasi kadrolar›n, toplumsal de¤iflim taleplerini toplumsal bir diyalo¤a dönüfltürmek yerine, militarist çözümlere, darbelere tevessül etmeleri, bu aç›dan yorumlanabilir. Özetlemek gerekirse, Türkiye’de esas mesele, birincisi toplumla siyaset kurumu aras›ndaki uyumsuzluk, ikincisi ise, toplumsal de¤iflme e¤ilimlerinin ortaya ç›kard›¤› yenilik ve refah art›fl› taleplerine cevap veremeyen ekonomik politikalarda toplanmaktad›r. Türkiye’nin kronikleflen siyasal krizlerinde ayd›n zümreninde pay› vard›r. Türk ayd›nlar› tarihsel olarak egemen ‘bürokratik elitle’ bütünleflip, devletin savunulmas›n› ideolojik bir misyon olarak benimsemifllerdir. Dolay›s›yla resmi görevleri, Türkiye’deki hakim ideolojik çizginin üretilmesi olan ayd›nlar, toplumsal geliflmenin gerisinde kalm›fllar, do¤al olarak da toplumun de¤iflen ihtiyaçlar›na cevap verecek entelektüel yenilemeyi gerçeklefltirememifllerdir. Söz konusu ayd›nlar›n konumu politik-ideolojik kutuplaflmay› besleyerek mevcut siyasal istikrars›zl›¤a katk›da bulunmakta ve hatta fliddeti meflru gören siyasal ve ideolojik kültürün oluflmas›nda temel bir rol oynamaktad›r. Bütün bu istikrars›zl›k unsurlar›n›n Türk toplum ve siyaset hayat›nda birbirini besleyen üç mühim neticesi olmufltur: Bunlardan en çarp›c›s› ve büyük sars›nt› yaratm›fl olan› Türkiye’nin yaflad›¤› üç askeri darbedir. Türkiye’nin toplumsal dokusu, demokratik kurum ve gelenekleri bu üç darbeden dramatik bir flekilde zarar görmüfltür. Üstelik hakim statükocu zihniyet bu darbelerle birlikte militarist bir zemine kaym›fl ve ayr›ca bu zemini meflrulaflt›racak bir siyasal kültürün oluflmas›nda Türk ayd›nlar› önemli bir görev üstlenmifllerdir. ‹kinci olarak, Türkiye’nin sanayileflmesini-kalk›nmas›n› tamamlayamam›fl olmas›d›r. Türkiye’nin yaflad›¤› de¤iflmenin yaratt›¤› sorunlar politik alanda istikrars›zl›¤a dönüfltükçe, Türkiye politik ideolojik kargaflayla önünü göremez hale gelmifl, kalk›nma ve sanayileflme mücadelesi kesintiye u¤ram›fl ve ülke ekonomik bak›mdan ça¤›n hakim ekonomik iliflkilerinin gerisinde kalm›flt›r. Üçüncü olarak ise, Türkiye’nin her türlü istikrara kavuflmas›n›n temel flart› olan ‘demokratikleflme sürecinin’ sürekli olarak kesintiye u¤ramas›, ask›ya al›nmas› ve demokratik mekanizman›n kurum ve iliflkiler düzeyinde geliflmemesidir. Türkiye’nin bu sorunlar› aflacak toplumsal dinamiklere sahip oldu¤unu ve günümüzde yaflanan toplumsal de¤iflme e¤ilimlerinin de bunun göstergesi oldu¤unu düflünüyoruz. Bu çal›flmada öncelikle Türkiye’nin yaflad›¤› yap› de¤iflmelerinin yaratt›¤› krizi analiz edip, yaflad›¤› bu köklü de¤iflim sürecinde e¤ilimini ele al›p, bu e¤ilimlerin nas›l bir imkan tafl›d›¤›n› ortaya koymaya çal›flaca¤›z. Çal›flmam›z›n birinci bölümünde inceledi¤imiz toplumsal yap› de¤iflmelerini meydana getirdi¤i toplumsal yorumlar›n oluflturdu¤u çözülememesinden meydana gelen bunal›mlar›n üzerinde durduktan sonra, ikinci bölümünde bu bunal›mlar› aflacak dinamiklerinde bizatihi toplumsal de¤iflmelerle nas›l olufltu¤unu göstermeye çal›flaca¤›z. Çal›flmam›z›n sonunda ise, toplumsal de¤iflme e¤ilimlerinin tafl›d›¤› yeni imkanlar›n neler oldu¤u tart›fl›lacakt›r. 1 4 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Vedat B‹LG‹N 2- Toplumsal Yap› De¤iflmeleri : De¤iflim, Kriz ve Uzlaflma Her toplum de¤iflir. Toplumun sabit özelli¤i de¤iflmesidir. Yaln›z burada toplumsal de¤iflmeden kastedilen her toplumun her an yaflad›¤› gündelik-rutin de¤iflmeler de¤il, tar›m toplumundan sanayi toplumuna geçifl gibi yap›sal de¤iflmelerdir. Toplumun de¤iflme yoluyla kendisini sürdürdü¤ü, varl›¤›n› devam ettirdi¤ini söylemek ne kadar do¤ruysa, toplumsal sorunlar›n önemli bir k›sm›n›n bu de¤iflmelerden kaynakland›¤›n› söylemek de o kadar önemli ve do¤rudur. Çünkü de¤iflim, toplumsal unsurlar aras›ndaki iliflkileri tayin eden, o iliflkilere anlam veren temel toplumsal dokuyu etkilemekte ve sonuçta bu de¤iflmeler toplumsal sorunlar›n oluflmas›na yol açmaktad›r. Burada yap›sal de¤iflmelerin yafland›¤› dönemlerde de, her toplumda çeflitli sorunlar›n ortaya ç›kmas›n›n mümkün, ola¤an ve normal bir fley oldu¤unu, sorunsuz bir toplumun yeryüzünde bulunamayaca¤›n› ifade etmek gerekir. Esas meselenin, sorunsuz bir toplum olmak de¤il, sorun çözme kabiliyetine sahip istikrarl› bir toplumsal yap›ya sahip olmaktan geçti¤ini düflünürsek, teorik bazda de¤iflme, kriz ve uzlaflma sorunlar›na bir aç›klama getirilmesi gerekmektedir. Toplum denilen tarihi antitenin muhtelif boyutlar›-elemanlar› vard›r. Bunlar›n genel bir adland›rmas›n› yaparsak, toplum dedi¤imiz zaman bir insan grubunu ve bu insan grubunun kimli¤ini, yaflama tarz›n› veya davran›fl çerçevesini belirleyen kültürü kastederiz. Ayr›ca toplum kavram›n› kullanmakla, bu insan grubunun maddi hayat tarz›n›n ifadesi olan ekonomiyi, iktidar iliflkilerini ve devletle olan münasebetlerini belirleyen siyasal süreçleri ve bütün bu unsurlar›n bir sosyal kurumlar ve teflkilat yap›s›yla birlikte iflleyiflini sa¤layan mekanizmalar›, sosyal statüler, roller sistemi gibi muhtelif boyutlara sahip bir varl›k alan›ndan bahsediyoruz demektir1. Daha aç›klay›c› flematik bir izaha müracaat edersek, toplum denilen varl›k kültürel, siyasi, ekonomik ve bir sosyal organizasyon halindeki insanlar›n davran›fllar›n› düzenleyen bir sistemdir. Toplumsal yap›, toplumun söz konusu unsurlar aras›ndaki iliflki biçimidir. Yani kültürel kurumlar, siyasi iliflki formlar› vb. kendi aralar›nda bir düzenlilik içerisinde ifllemektedirler. Bunlar›n aras›nda birbirini karfl›l›kl› besleyen ve belirleyen bir iliflki biçimi veya mekanizmas› oluflmufltur. Bu mekanizma içerisinde, mikro düzeyde de¤iflmeler yani yap›ya süreklilik kazand›ran küçük ölçekli de¤iflmeler de söz konusudur. Bu de¤iflmeler, hem toplumun sürekli yenilenmesi karfl›s›nda o toplum üyelerinin kal›c› olarak varl›klar›n› sürdürmesini sa¤layan flartlar›, hem de toplumsal pratikte ö¤renilen tecrübenin yaratt›¤› birikimle toplumun kendisini tedricen yenilemesi anlam›na gelir. Y›llar 1927 1950 1960 1970 1980 1990 2000 fiehir Nüfusu (1000) 3.305 5.244 8.859 13.691 19.645 33.326 44.109 Tablo1- Nüfus % 24.2 25.0 31.9 38.5 43.9 59.0 65.0 Tar›msal Nüfus (1000) 10.342 15.702 18.895 21.914 25.029 23.146 23.736 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 5 Toplumsal tarih, bizlere toplumun bu tedrici de¤iflmelerinin d›fl›nda büyük sars›nt›larla gerçekleflen yap›sal de¤iflmelerin yafland›¤› zengin örnekler sunmaktad›r. Yap›sal de¤iflmelerden bahsedilirken kültürle ekonomi aras›nda, sosyal organizasyonla kültür aras›nda veya kültürel kurumlarla siyaset aras›ndaki iliflkilerin farkl›laflmalar› ya da bu kurumlar›n herhangi birinde bafllayan de¤iflmenin, yap›y› teflkil eden di¤er unsunlar aras›ndaki dengenin bozulmas›yla ortaya ç›kan de¤iflimler kastedilmektedir. Her bir toplumsal unsurun (mesela kültürel de¤erler, inançlar ve normatif ö¤eler gibi) içinde ortaya ç›kan bir de¤iflme giderek di¤er toplumsal unsurlara yay›labilir ve onlar›n bütünle kurdu¤u iliflkilerde de¤iflme yaratabilir. Toplumlar yap›sal de¤iflmeleri yaflad›klar› zaman, toplumsal bütünü oluflturan unsurlar aras›ndaki mevcut iliflkiler düzeni bozulmaya ve yeniden kurulmaya bafllar. Tarihsel olarak bu dönemler toplumsal krizlere aç›k dönemlerdir. Bu dönemlerde toplumsal sorunlar nitelik ve nicelik olarak artar. Yeni durumu kurumsallaflt›racak, yeni bir toplumsal yap› tesis edilemez ise, yeni sorunlar› eski tarzda çözme imkan› da ortadan kalkm›fl oldu¤undan sorunlar ço¤al›r. Yeni durumda sorun çözme yöntem ve teknikleri yeteri derecede belirlenmedi¤i için, toplumda sorunlar artt›kça, geniflleyip derinlefltikçe çözüm üretme seviyesi giderek geriler. Bu durum, yap›sal de¤iflme dönemlerinin kriz yaratan temel çerçevesinin teorik izah›n› ortaya koymaktad›r. Toplumsal yap› unsurlar› aras›ndaki iliflki formlar› bozulur, yeniden kurulamazsa veya h›zl› yap›sal de¤iflimler yüzünden yeni dengelerin oluflmas› zaman alaca¤›ndan, toplumsal yap› elemanlar›n›n birbirini besleyicili¤i, karfl›l›kl› iliflkileri zay›flar ve toplum iflleyiflinde yeni problemler has›l olur. Bu problemlerin bir k›s›m› toplumun cevap vermek zorunda oldu¤u mutat ifllemlere cevap vermemesinden, bir k›sm› ise de¤iflmenin yaratt›¤› yeni olaylardan kaynaklan›r. Toplumsal farkl›laflmalar ve de¤iflmelerden kaynaklanan yeni sorunlar›n çözülemeyip, ihtilaf ve çat›flmaya dönüflmesi krizin belirtileri olarak görülebilir. Bu teorik-soyut analiz flüphesiz tarihsel ve sosyal iliflkiler düzeyinde somut bir flekilde ele al›nabilir2. Söz gelimi, kültürel yap›da bafllayan de¤iflim, kültürün unsurlar› aras›ndaki entegrasyonu zay›flatt›kça toplumun sosyalizasyon gücü azal›r. Toplumda kültürel parçalanma, farkl› amaçlara yönelmifl meflruiyet d›fl› davran›fllar ve kutuplaflmalar artabilir. Bu kültürel bölünmüfllük ve sapma, ekonomik modernleflmeye yönelmifl birey ve gruplar› etkileyerek rüflvet, haks›z kazanç ve suistimaller gibi anomik davran›fllar› yayg›n hale getirebilir. Söz konusu kültürel anominin siyaseti de etkilemesi de kaç›n›lmaz olur. Kamusal-siyasal alan›n devletle özdeflleflti¤i Türkiye gibi ülkelerde siyaset hakim iktidar blokunun her türlü hukuk d›fl› tasarruflar›n› rasyonellefltirme çabas›n›n arac› olarak alg›lanabilir. Krizin siyaseti de kuflatmas›, totaliter otoriter aray›fllar› güçlendirir. Yap›sal de¤iflmenin yaratt›¤› sars›nt›ya karfl›, çözüm üretme kapasitesinin etkisiz kald›¤› toplumlarda sorunlar çözülemedi¤i gibi artar ve üstelik toplum çözüm üretilebilece¤ine olan inanc›n› da kaybetmeye bafllar. ‹flte bu nokta sorunlar›n krize dönüfltü¤ü, bunal›m yarat›¤› noktaya tekabül eder. K›saca vurgulamak gerekirse, toplumsal yap› de¤iflmeleri, her bak›mdan toplumsal krizlere yol açan, toplumun sorun çözme yetene¤ini ortadan kald›rma e¤iliminin güçlendi¤i dönemlerdir. Bu dö- 1 6 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Vedat B‹LG‹N nemleri sorunsuz yaflamak ve atlatmak mümkün de¤ildir. Fakat bu dönemleri büyük krizlere ve bunal›mlara sürüklenmeden, toplumun de¤iflim içinde kendisini yenileyerek aflmas› da mümkündür. Bir aç›dan krizler, toplumsal yap›y› sarsan istikrars›zl›k kaynaklar› olarak görülebilir ve de¤iflim döneminin sorunlar›na çözüm üretici yaklafl›mlar ise ‘istikrar’ yarat›c› ve ayr›ca toplumun yeniden kendi içinde dengeler infla etme çabas› olarak kabul edilebilir. Di¤er taraftan, de¤iflme dönemlerinin artan sorunlar› somut tarihsel ve toplumsal aktörler düzeyinde çeflitli biçimlerde ortaya ç›kabilir. De¤iflmenin toplumsal kültürel de¤erler üzerindeki etkisi, toplumun, yeni üyelerinin sosyallefltirilmesinde etkisiz kalmas›na yol açaca¤› gibi, daha da önemlisi yap›sal de¤iflmelerin ortaya ç›kard›¤› yeni toplumsal aktörler, yeni roller, yeni tabaka ve toplumsal hareketler üzerindeki bütünlefltirici gücünü de etkisiz hale getirebilir. Bu süreç özellikle ‘bat›l›’ olmayan toplumlarda, ‘bat›l›laflma’ ad› alt›nda yabanc› kültürlere, transfer edilecek ‘nesneler’ gibi bak›lmas› fleklindeki bir ayd›n yan›lmas› ve kültürel yabanc›laflmay› h›zland›racak bir ortam yarat›r. Toplumsal sistem düzeyindeki kültürel farkl›l›klar›n ‘bir aradal›¤›n›’ sa¤layan ba¤lar zay›flayarak, krizi, kültürel-toplumsal alana yayan ve besleyen bir dizi bunal›m›n ortaya ç›kmas› kolaylafl›r. Bütün bu bunal›m siyasete, bütün olarak siyaset kurumunun çözüm üretme yetene¤inin kaybolmas› ve siyasal güce dayal› bir ya¤ma mekanizmas›n›n belirginlik kazanmas› biçiminde yans›r. Toplumsal yap›y› oluflturan unsurlar aras›ndaki iliflki ve etkileflimin zay›flad›¤› ve toplumsal istemin da¤›lma ve çözülme e¤ilimine girdi¤i dönemlerde siyasette iki ana e¤ilim güç kazanmaya bafllar. Özellikle demokratik gelene¤i zay›f toplumlarda, son kertede siyaset kurumunun topluma yabanc›laflmas› olarak sonuçlanan ve somutlaflan siyasetin meflruiyet kayna¤›n›n toplum d›fl›nda aranmas› olgusu belirginlik kazan›r. Özellikle kalk›nma-modernleflme sürecini tamamlayamam›fl geleneksel tar›m toplumundan ç›k›fl çabas› içerisinde olan toplumlarda, siyasal yap›lar modernleflemedi¤inden, devletle toplum aras›ndaki iliflkiler kopuktur3. Siyasal yap›daki konumlar›n tarihsel geleneksel rollerinden elde eden ‘siyasi elitler’ hakimiyetlerini geniflletirler. Bunu yaparken meflruiyet kayna¤› olarak ‘devlet’i esas al›p toplumu siyaset d›fl›na itme ve ‘siyaseten yok sayma’ e¤ilimine girerler. Siyasi elitler ve siyasi bürokrasinin kendisini yegane güç olarak gördü¤ü, dolay›s›yla, toplumu talepleri olan ve bizatihi siyasetin meflru üretim alan› olarak kabul etmeyen bu yaklafl›m, demokratikleflmenin önünde ciddi bir engel oluflturur. Tablo2- fiehirleflme Oran› Y›llar 1965-1970 1970-1975 1975-1980 1980-1985 1985-1990 1990-2000 fiehirleflme Oran› (%) 5,31 5,38 3,89 7,66 4,53 3,26 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 7 Tar›msal toplumdan modern topluma do¤ru de¤iflme sürecinde ortaya ç›kan bu iki e¤ilim bürokratik ‘siyasi elitler’ için bir ideolojik söylem üretir. Ülkeden ülkeye, toplumdan topluma baz› farkl›l›klar tafl›sa da, bu ideolojik söylemin demokratikleflmeyi engellemeye yönelik belli bafll› argümanlar› flu flekilde özetlenebilir. 1- Toplum ve devlet iliflkileri tek yönlü olarak kurulmas› gereken iliflkilerdir. Devletin öngörüleri toplum için yegane rehber olarak benimsenmelidir. 2- Toplum tek bafl›na bir de¤er ifade etmez ve de¤er üretemez. Hatta toplum ilerlemenin karfl›s›ndad›r. ‹lerlemenin ne oldu¤una, toplum de¤il devlet karar verir. Çünkü bütün de¤erleri devlet üretir. 3- Devlet organizasyonu toplum taraf›ndan de¤il, bir az›nl›k ‘zümre’ taraf›ndan kurulur ve sürdürülür. Bu kurucu iradeyi temsil edenler, bunun bilincine varanlar siyasi ak›l sahipleri, ‘siyasi elitler’dir. 4- Toplum ve ülke için neyin iyi ve neyin kötü oldu¤u ancak devlet bilincine sahip olan, siyasi ak›l sahipleri yani siyasi elitler karar verebilir. Çünkü ancak ayd›nlanm›fl ‘siyasi ak›l’ sahipleridir ki, bu ‘ayd›nlanm›fl’ ça¤›n nereye do¤ru ilerledi¤ini kavrar ve topluma benimsemesi gereken bir ilerleme projesi sunabilirler. 5- Devletin yani ‘siyasi elitler’in toplumsal mühendislik yapma, toplumu belli bir tarzda de¤ifltirme projeleri karfl›s›nda, ne toplumsal gruplar olarak ne de bireyler olarak kimsenin bunlara direnme, karfl› ç›kma ve alternatif üretme hakk› vard›r. Çünkü toplum bir de¤er kayna¤› olmad›¤› gibi, bireylerin de ilerleme fikri karfl›s›nda hiçbir düflüncesi veya hakk› olamaz. Yukar›da basitlefltirerek belirtmeye çal›flt›¤›m›z bütün bu özellikler, modernleflme sürecinde olan fakat henüz modernleflmeyi infla edememifl, özellikle siyasi konumu, ideolojik ve fonksiyonel yap›s›yla modern öncesi (pre modern) temellere dayal› siyasal elitlerin anti-demokratik hakimiyet yap›lar›n›n rasyonalizasyon araçlar› olarak görülebilir. Üstelik bu gerekçeleri savunan ‘siyasal elitler’ kendi konumlar›n› hakl›laflt›rmak için, modernleflme taraftar›, ilerleme yanl›s› hatta ‘demokrasinin’ kendileri taraf›ndan savunuldu¤unu bile ifade eden sloganlar› tekrarlamaktan geri kalmazlar. Onlar›n anti-demokratik, ço¤u kere otoriteryen bask›c› tav›rlar›n› ortaya koyan tutumlar›, siyasette halk›n konumu, devlet karfl›s›nda sivil toplumun ve bireyin yeri gibi konularla ilgili tart›flmalar›ndan kendisini sergilemektedir4. Modernleflme sürecindeki toplumlarda, ekonomik, kültürel toplumsal organizasyon düzeyinde ortaya ç›kan de¤iflmeler, bu yap›sal unsurlar aras›nda yeni dengeler kurulana kadar sars›c› etkiler üretmeye devam edecektir. Buna mukabil toplumun kendisine yeniden yap›sal bir bütünlük kazand›racak mekanizmalar, ancak toplumsal yap›n›n unsurlar› aras›nda, onlarla irtibatl› olarak iflleyen mekanizmalar fleklinde karfl›n›za ç›karlar. Bir baflka ifadeyle, toplumda yaflanan büyük de¤iflmelere uyum sa¤lay›c› mekanizmalar›n ifllemeye bafllamas›yla, sorunlar y›k›c› boyutlara ulaflmadan, belli bir denge noktas›nda çözüm temin edilebilir. Genel olarak toplumsal de¤iflme sorunlar›n›n afl›lmas›n› kolaylaflt›racak mekanizmalar, ayn› zamanda de¤iflen toplumlarda ortaya ç›kan toplumsal farkl›laflmalar›n yaratt›¤› kutuplaflma e¤ilimlerini azaltan bir ortak payda olarak istikrar sa¤lay›c› mekanizmalard›r. ‹stikrar, de¤iflmenin durdurul- 1 8 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Vedat B‹LG‹N mas› pahas›na, de¤iflmelere karfl› ç›k›larak sa¤lan›lacak bir durum de¤ildir. ‹stikrar› bu flekilde anlamak, bizatihi de¤iflme, özellikle yap›sal de¤iflmeler engel tan›mayaca¤›, durdurulamayaca¤› için sorunu daha da içinden ç›k›lmaz hale getirmekle efl anlaml›d›r. Bu durum de¤iflmenin yeni dengeler üretme fonksiyonlar›n›n da zay›flamas›na yol açarak ve bunal›m›n yayg›nlaflarak toplumsal yap›n›n bütün katlar›na ulaflacak boyutlara ç›kmas›na sebep olabilir. ‹stikrar aray›fl›, ancak flu çerçevede mümkün ve rasyonel bir çare olabilir. 1- Toplumsal de¤iflmelerin ortaya ç›kard›¤› toplumsal farkl›laflmalar ço¤ulculu¤u besleyen kaynaklard›r. 2- Toplumsal ço¤ulculuk, siyasi, ekonomik ve kültürel düzeyde toplumun yeniden üretimine ve kat›l›m›na katk› yaparak sosyal fayda üretebilir. 3- ‹stikrar, toplumsal aktörlerin kendilerini gerçeklefltirmelerine imkan sa¤lar. ‹stikrar, totaliter ideolojilerle de¤il ancak k›smi, rasyonel ve göreli, ço¤ulcu veri kabul eden düflünce, ideoloji ve yaklafl›mlarla mümkündür. Bu unsurlar›n hepsinin birleflti¤i uzlaflma zemininin özellikleri ya da kaynaklar› iki alanda toplanabilir. Bunlardan birincisi, bütün toplumsal unsurlar›n, bütün toplumsal ve siyasal aktörlerin mevcudiyeti, onlar›n tarihsel ve kültürel birikimine dayal›d›r. Bu anlamda de¤iflen toplumlarda toplumu yeniden üretecek alan, ‘toplumun kimli¤i’ni belirleyecek alan, ona yeryüzündeki anlam koordinatlar›n› tayin edecek olan manevi, tarihsel, kültürel aland›r. Bu tarihsel-kültürel birikimin yani milli kimli¤i oluflturan ortak paydalar›n, modernleflme sürecinde toplumun kendi varl›¤›n› devam ettiren bir kaynak oldu¤u kadar, bu süreçte yaflanan yap›sal de¤iflim krizlerinin afl›lmas›nda bir entegrasyon ve toplumsal bütünü infla edici motivasyon kayna¤› oldu¤u söylenebilir. Çünkü toplumsal, kültürel ve manevi miras toplumun ve bireylerin referans çerçevesi olacak ilkeleri sürekli üretme e¤ilimindedir. Bu e¤ilimin yok olmas› demek, toplumun veya kültürün, ölü birer kültür veya uygarl›¤a dönüflmesi demektir. Milli kimli¤i oluflturan tarih bilincinin ve kültürün manevi ö¤elerinin, toplumsal de¤iflme dönemlerinde, yeni yap›ya geçifl sürecinde önemli ifllevleri vard›r. Bu ifllevlerde k›saca flöyle tan›mlanabilir: 1- De¤iflen toplumsal unsurlar›n, kendi kimlik renklerini koruyarak yeniden yap›laflmas› için unsurlararas› iliflkilerin devaml›l›¤›n› sa¤layarak; toplumsal bunal›ma karfl› entegre edici bir rol oynar. 2- Toplumsal yap› unsurlar› aras›ndaki de¤iflmenin, sosyal iliflkileri sars›c›, toplumsal çerçeveleri çözücü etkisine, karfl› birey ve gruplar›n toplumsal iliflkiler sisteminde referans çerçevesi olmak ve kimlik bunal›m›na karfl› sosyalizasyon rolü oynamak. 3- Toplumun modernleflme ve kalk›nma gibi büyük de¤iflim süreçlerinde baflar›l› iletiflimi sa¤layacak motivasyonlar üretmek. K›saca ifade etmek gerekirse, de¤iflim dönemlerinde milli kültür, bireyden aileye, toplumsal gruplardan toplumsal kurumlara kadar uzanan çeflitli toplumsal aktör ve unsurlar›n, de¤iflimin getir- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 9 di¤i belirsizliklere karfl›, ortak bir toplumsal birikimden, gelece¤e yönelme bilincini alarak toplumsal unsurlara kolektif bir aidiyet kazand›r›r5. Milli kültürün befleri ilkelerini, yeni toplumsal yap›lar›n kuruluflu esnas›nda yeniden yorumlayarak, toplumsal yenilenmenin çözülme, yozlaflma ve bunal›ma dönüflmesini engelleyen bir anlamda milli kimli¤in yeniden üretilmesini sa¤layan ideolojik bir ifllevi gerçeklefltirdi¤i ifade edilebilir. Teorik olarak yerli kültürün, hem de¤iflim programlar›n› baflar›ya götüren besleyici güç ve motivasyon kayna¤› olarak kalk›nma-modernleflmeyi teflvik eden psikolojisi ve heyecan›, hem de de¤iflmenin yaratt›¤› sorunlara muhtelif düzeyde birlefltirci, yabanc› kültürlerin yay›lma ve istilas›na karfl› kültürü infla edici ortak payda sa¤lamas› önemlidir. Demek ki toplumun büyük de¤iflim dönemlerinde yaflad›¤› olaylar›n krize dönüflmesini engelleyecek alanlardan birisi olan toplumsal kurumlar›n üretebilece¤i entegrasyon imkan›n›n en önemli ö¤elerinden birisi, itici gücü ideolojik düzeyde de yerli kültürden gelmektedir. Uzlaflma zemininin ikinci alan› ise siyaset kurumudur. Fakat siyasetin çat›flma ve bunal›m üretme e¤ilimine karfl›, uzlaflma üretmesi ancak devlet ve toplum aras›ndaki iliflkilerin biçimine ba¤l› olarak ortaya ç›kabilir. E¤er siyaset kurumu, aç›k toplumsal talepleri siyasetin meflru girdileri olarak alg›lay›p prosesin ak›fl›n› bireyden topluma, oradan devlete do¤ru yürütecek flekilde düzenleyebiliyorsa, kat›lma ve temsile aç›k bir niteli¤e sahipse, yani demokratikleflmifl ise siyaset kurumu de¤iflmenin sars›c› bir flekilde yafland›¤› dönemlerde dahi çözüm üretici ifllevlere sahip olabilir. Siyaset kurumunun, toplumsal talepleri karfl›lamak, ekonomik ve sosyal sorunlar›n üstesinden gelmek, çözüm üretmek gibi hayati bir görevi vard›r. Siyaset en basit toplumlarda bile, toplumsal sorunlar›n düzenleyici siyasal mekanizmalarla çözümüne katk›da bulunur. Fakat modern toplumlarda siyaset kurumu, ancak demokratik bir nitelik kazanarak toplumun her türlü problemi için çözüm üreten ve bizatihi toplumsal kat›l›mla iflleyen bir yap› haline gelmifltir. Buradan da aç›kça ortaya ç›kmaktad›r ki, siyaset kurumunun sosyal yap› de¤iflmeleri döneminde sorun çözmesine daha çok ihtiyaç bulunmaktad›r. Bu ise siyasetin demokratikleflmesi seviyesi ile ilgilidir. De¤iflme dönemlerinde ‘demokratik olmayan devlet yap›lar›’nda sorun çözmek bir yana bizatihi siyasetin kendisi de sorun haline gelmektedir. Bu durumda sorunlar›n birikmesi siyasi, ekonomik, kültürel ve topyekün toplumsal krizlere dönüflme e¤ilimi güç kazanmaktad›r. Toplumsal yap› de¤iflmelerinin ortaya ç›kard›¤› bunal›mlar toplumdaki kurumsal yap›n›n yeniden oluflmas›, yeni dengelerin kurulmas› ile birlikte çözülmeye bafllayabilir. Bir baflka ifadeyle bunal›mlar yeni toplumsal denge mekanizmalar›yla afl›larak toplum yeni yap›s›nda normal seyrine devam etme f›rsat› bulur. Toplumsal de¤iflmenin yap›sal de¤iflmeler fleklinde kendisini gösterdi¤i dönemde önce farkl›laflma, çat›flma, kriz gibi aflamalardan geçerek entegrasyona ulaflmas› toplumsal yap› de¤iflmesi sürecinin tamamlanmas›na iflaret etti¤i gibi, ayn› zamanda yeni bir yap›n›n kurulmas›n›n da gerçekleflti¤ini gösterir. Türkiye’nin yaflad›¤› h›zl› yap› de¤iflmelerini henüz tamamlanmad›¤› devam etti¤i düflünülürse, çat›flma ve krizlerin yan› s›ra yeni yap› unsurlar›n›n da infla edildi¤ini ifade edebiliriz. Bir anlamda 1 10 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Vedat B‹LG‹N çat›flma ve bunal›mlar yeni yap› unsurlar›n›n ortaya ç›k›fl›yla ki bu onlar›n eski yap›yla kurdu¤u yeni iliflkilerin bir sonucu olarak gerçekleflmektedir, bu sürecin uzlaflmaya kadar uzayaca¤›n› tahmin etmek mümkündür. Toplumsal iliflkilerin büyük de¤iflim aflamas›ndan sonra yeniden yap›laflaca¤› süreçleri üç de¤iflim dalgas›n› veya de¤iflimin üç boyutunu inceledikten sonra daha iyi görebilece¤imizi ifade etmek istiyoruz. 3-De¤iflme Göstergeleri Olarak Üç E¤ilimin Analizi 1- Dinsel Yap›n›n Dönüflümü: Dinsel Kültür ve Dinin Toplumsal ‹liflkilerde Yaratt›¤› Yeni Tu tumlar Bilindi¤i gibi Türkiye’de ‹slam dini yaklafl›k bin y›ll›k bir gelene¤e sahiptir. Türklerin ‹slamiyeti Arap ve Fars kaynaklar›ndan ald›¤› bilinen bir gerçektir. Arap ve Fars kaynaklar›ndan alm›fl olmalar›na ra¤men Türklerin hem ‹slam öncesi inançlar›n›n, hem de di¤er toplumsal kurumlar›n›n etkisi ile Arap ve Fars toplumlar›ndan farkl› bir flekilde ‹slamiyeti benimsediklerini çeflitli çal›flmalarda ortaya konmufl gerçeklerdir. Osmanl› ‹mparatorlu¤u döneminde dinin bir imparatorlu¤un kültürel ihtiyaçlar›n› karfl›layacak davran›fl kodlar›n› düzenleyecek bir kaynak olmaktan, hukuktan ahlaka kadar çeflitli toplumsal kurumlar›n biçimlenmesinde etkisi olan bir kaynak oldu¤u hususunda da bir çok çal›flma bulunmaktad›r. Bu özelliklerinden dolay›, Osmanl› ‹mparatorlu¤u gelene¤in ve gelene¤e dayal› hukuk sistemlerinin çok a¤›rl›kl› bir yer tuttu¤u toplumsal sisteme sahip olmas›na ra¤men, bir dinsel devlet olarak da yorumlanm›flt›r. Klasik Osmanl› toplumsal tarihi ile ilgilenen ‹nalc›k bu konuyu özellikle belirtir6. Cumhuriyet Türkiye’si bir çok yönüyle Osmanl› toplumsal gelene¤inde reformlar yoluyla kendisini farkl›laflt›rmaya çal›flan bir toplumdur. Özellikle dinsel hayat›n ‹mparatorluk yap›s›nda oynad›¤› role karfl› Cumhuriyet döneminde Türkiye’de bir teokratik zümre olmamas›na ra¤men laiklik ilkesinin uygulanmas› nerede ise bir teokratik yönetimin varl›¤›na karfl›, onu tasfiye etmeye yönelik nitelikler tafl›yacak flekilde tasarlanm›fl ve uygulanm›flt›r. Laiklik uygulamalar›n›n, laikli¤in kavramsal yap›s› ile çeliflen çeflitli boyutlar›n›n da oldu¤u ifade edilse de, bu uygulamalar›n sonucunda dinsel kurumlar›n kamusal alanda etkisiz hale getirildi¤i görülmektedir. Türkiye’deki tart›fl›lan sorun dinsel inançlar›n ve çeflitli dinsel unsurlar›n devlet hayat›ndan tasfiye edilmesi veya kamusal alanda etkisiz hale getirilmesinden çok sivil toplumdaki kal›c› ve giderek baflka yap›lar halinde ortaya ç›kan etkilerine karfl› duyulan kuflkularla ilgilidir. Özellikle resmi ideoloji çerçevesinde din olay›na bak›fl tarz› ve dinsel hayatla ilgili düzenlemelerin devlet taraf›ndan yap›lmas› gerekti¤i fikrinden hareket ederek baz› uygulamalar yapmaya yönelen ‘laiklefltirici politikalar’ sivil toplum düzeyinde uzun tart›flmalara yol açm›flt›r. Burada tabi ki bütün bu tart›flmalar› ve itiraflar› ele almaya çal›flacak de¤iliz. Bununla beraber baz› tespitlerde bulunmam›z gerekti¤ini de gözard› edemeyiz. Bunlar› flöyle s›ralayabiliriz: 1- Dinsel örgütlenmenin sivil topluma b›rak›l›p b›rak›lmayaca¤› sorunu. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 11 2- Dinsel inançlar›n kamusal hayattaki etkilerine devletin müdahale edip etmeyece¤i sorunu. 3- Çeflitli dinsel gruplar›n tarikat, cemaat v.b. yap›lar› varl›¤›n›n laikli¤e karfl› oldu¤u fleklindeki tart›flmalar. 4- Dinsel e¤itimin nitelik ve niceliksel olarak geliflmesinin laikli¤i tehdit edece¤i hususundaki tart›flmalar. 5- Çeflitli e¤itim kurumlar›nda dini bilgilerin verilmesinin veya hangi düzeyde verilmesini ‘laiklik bak›m›ndan’ yol açaca¤› sorunlar tart›flmas›. 6- ‹nsanlar›n giyim ve kuflamlar›n›n dinsel ça¤r›fl›mlar› veya kaynaklar› konusunda ortaya ç›kan tereddütler ve bunlarla ilgili özellikle üniversitelerde bafllayan baflörtüsü takan k›z ö¤rencilerin varl›¤›n›n laik siyasal düzeni tehdit etmesi endiflesi7. Yukar›da s›ralamaya çal›flt›¤›m›z konular›n her birisi Türkiye’nin modernleflme sürecinde devletle sivil toplum aras›nda din kaynakl› çeflitli ihtilaf veya en az›ndan tereddütlerin yafland›¤› ve tart›flmalara sebep oldu¤u konular› göstermektedir. Toplumsal yap› de¤iflmelerinin dini hayatla iliflkileri çeflitli flekillerde kurulabilir. Türkiye’de yaflanan pratikten bakt›¤›m›z zaman bunun çeflitli boyutlar› oldu¤unu görürüz. Bunlar› analiz etmeye çal›fl›rsak, bunlardan ilki, toplumsal de¤iflmeler sürecinde dini hayat›n giderek bireyselleflen, insanlar›n özel inanç alanlar›na ait bir de¤iflme e¤ilimi gösterdi¤i gözlenmektedir. Burada dini hayat›n insanlar›n bireysel hayat›n› düzenleyen bir anlam dünyas› olarak alg›lanmas› dinin politik bir proje olmaktan uzaklaflmas›, daha do¤rusu politik bir toplum projesini tafl›mayacak flekilde alg›lanmas›n› da içermektedir. ‹kinci husus, dini hayat modernleflme süreci karfl›s›nda h›zl› bir flekilde yeniden sivil alanda örgütlenmeye bafllam›flt›r. Türkiye’de bu örgütlenme tarz›n› ifade eden bir kavram olarak literatürdeki cemaat kavram›ndan al›narak, bir çok yönüyle farkl› olmas›na ra¤men ‘cemaat’ denmektedir. Buradaki cemaat ço¤u kere vak›flar etraf›nda örgütlenmifl veya dini yorumlar yapan bir otorite etraf›nda dayan›flma grubu fleklinde ortaya ç›kan iliflkileri ifade etmektedir. Demek ki, modernleflme sürecinde ortaya ç›kan ikinci dinsel iliflki boyutu bu ‘yeni cemaatleflmeler’le ilgilidir. De¤iflen toplum yap›lar›nda, insanlar›n al›flt›¤› kurumlar›n çözülmesi toplumsal iliflkileri organize edecek yeni yap›lara duyulan ihtiyaç, bireylerde de¤iflen toplumun içerisinde ‘yaln›zlaflma korkusu’ yaratarak onlar›n geleneksel olarak zaten kulland›klar› dinsel kavramlar etraf›nda yeniden cemaatleflme fleklinde örgütlenmesini motive eden bir kaynak haline gelmektedir. Bunun en önemli göstergelerinden birisi, bu ‘yeniden cemaatleflme’ diye ifade etti¤imiz sürecin ayn› zamanda bir ekonomik iliflkiler düzeni yaratmas› ile ilgilidir. Türkiye’nin 1980’lerden sonra h›zlanan de¤iflmelerle oluflturmaya bafllad›¤› modernleflen toplum kimli¤i dini gruplar› da etkilemifltir. Bu durum modernleflme yönünde toplumun geleneksel kesimlerini de¤iflime katacak bir motivasyon yaratm›flt›r. Burada örnek olay olarak söz konusu cemaat yap›lar› ile iliflkileri bilinen çeflitli ekonomik faaliyetleri ve örgütlenmeleri göstermek mümkündür. Alman sosyolo¤u Weber’in Protestan ahlak›n› hat›rlatan bir olay bir anlamda Türkiye’nin modernleflme sürecinde dinin toplumsal etkilerinde ortaya ç›kmaktad›r. Yeniden cemaatleflen topluluklar aras›nda yaflanan çok güçlü dayan›flma iliflkileri onlar›n kolayca flirketleflmelerine, sermaye biri- 1 12 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Vedat B‹LG‹N kimine ve çeflitli ekonomik giriflimlerde bulunmalar›na imkan vermektedir. Bu büyük iktisadi organizasyonlar› incelerken iki noktay› tespit edebiliriz. Bunlardan birinci nokta, bu büyük ekonomik giriflimleri gerçeklefltirenler aras›nda nerede ise hiçbir güçlü sermayedar›n bulunmas›d›r. Yani birikim küçük sermayelerin bir araya gelmesiyle ortaya ç›kmaktad›r. ‹kincisi ise, giriflimi gerçeklefltiren müteflebbisler yine bu cemaat önderleri içerisinden ç›kan kimseler olmaktad›r. K›saca burada flunu görmekteyiz ki, Türkiye’de yaflanan toplumsal de¤iflmeler dinin veya dini hayat›n etkilerini modern ekonomik iliflkiler içerisine çekmekte geleneksel yap›da dinsel inançlar› kuvvetli olan dindar gruplar› ekonomik hayata katacak modern kurumlar›n oluflturacak tarzda ifllemektedir. Bu aflamada 1960’l› y›llar›n bafl›nda Avrupa’ya göç eden iflçilerin 1980’lerden sonra bu tarzda ortaya ç›kan çeflitli cemaat yap›lar›yla ve onlarla iliflkili flirketlerle Türkiye’de yat›r›m yapmaya yöneldiklerini hat›rlamak gerekir. Bunlar›n bir k›sm›n›n bu iflçilerin birikimlerini istismara yönelik faaliyetler oldu¤unu bilsek de temel ak›m olarak benzeri bir sürecin Avrupa’da yaflayan Türkler aras›nda da iflledi¤ini söyleyebiliriz8. Toplumsal de¤iflme sürecini dinsel hayat›n de¤iflme etkilerini çeflitli davran›fllarda tespit etmek mümkündür. Bunlar›n ayr›nt›s›na girmeden hangi noktalarda yo¤unlaflt›¤›n› flöyle tespit edebiliriz: 1- ‹ktisadi hayat›n pazar ekonomisine uygun bir flekilde örgütlenmesi geleneksel hayat tarz›nda tarikat ve benzeri yap›lar içerisinde yaflayan unsurlar›n, de¤iflme sürecinde yeni iliflkilere dönüflecek örgüt yap›lar›n› kurmalar› ve bu yap›lar›n onlar› pazar iliflkilerine tafl›yacak flekilde düzenleyici etkilerde bulunmas›. 2- Özellikle modernleflme ile birlikte h›zla geliflen e¤itim imkanlar› yeni meslekleri edinme konusunda, yani e¤itim sistemine kat›lma konusunda geleneksel dinsel gruplar›n büyük bir kat›lma arzusunu ortaya koymalar›, böylece dini gruplarla alakas› veya ba¤lar› devam eden modern meslekli insanlar›n ortaya ç›k›fl›. 3- Dinsel gruplar aras›nda yaflanan dayan›flman›n yaratt›¤› yeni sermaye birikimi imkanlar›n›n oluflmas›. Kalk›nma modernleflme ekseninde ele al›nd›¤›nda toplumun büyük ölçüde düflük ve orta gelir gruplar› aras›ndan gelen muhafazakar insanlar›n›n böyle bir dayan›flma zemininden, modern ekonomiye kat›lmalar›n› sa¤layacak giriflimci ruhun ortaya ç›kmas› geleneksel toplumsal yap›lar›n modernleflme sürecine kat›l›m›n› h›zland›racak etkiler yaratacakt›r. 4- De¤iflen toplum yap›s›, toplumun var olan geleneksel ba¤lar›n› zay›flat›p eski yap›lar› çözdü¤ü için, dinsel hayat etraf›nda örgütlenen veya bu örgütlerle iliflkiye giren muhafazakar genifl kitlelerin din merkezli yeni bir dayan›flma zemini, dinin etkiledi¤i yeni dayan›flma iliflkilerini gelifltirdi¤i için modernleflmeye geçifl sürecinde, toplum de¤iflmelerinin yaratt›¤› krizlere karfl› bir çeflit tampon kurumlar oluflturmaktad›r. 5- Toplumsal yap› de¤iflmeleri aflamas›nda dinsel gruplar›n modern hayata yukar›da ifade etmeye çal›flt›¤›m›z çeflitli flekillerde kat›l›m›, toplumun bütününde yeniden din merkezli bir toplum projesine de¤il fakat dini de¤erlere karfl› olumlu bir tavr›n geliflmesine yol açmaktad›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 13 2- Sanayileflme ve Orta Tabakalaflma: Küçük Sanayinin Yükselifli 1 Türkiye’nin 1950’lerde bafllayan k›rsal yap›s›n›n dönüflümü süreci, 1950’li y›llara kadar sürdürülen devletçi ekonomik politikalar›n niteli¤ini de ortaya koyacak mahiyettedir. Yüzy›l›n bafl›ndan 1950’ye kadar süren sanayileflme politikalar› k›rsal yap›da bir de¤iflim yaratacak seviyeye hiçbir zaman ç›kmam›flt›r. 1950’lerde bafllayan uygulamalar etkisini birincisi kentleflme h›z›nda, ikincisi kentleflme oran›nda, üçüncüsü flehir mekanlar›nda ortaya ç›kan yeni yaflama alanlar›nda kendisini ifade etmifltir. 1970’li y›llara gelindi¤inde art›k Türkiye sanayileflme sürecinde önemli bir aflamaya gelmifltir. Türkiye’nin kentleflme oran› h›zla yükselmekte, flehirleflme h›z› artarak devam etmektedir ve kent hayat›nda iflçi s›n›f› diye kendisini ifade eden yeni bir toplumsal tabakayla karfl›lafl›lmaktad›r. 1970’li y›llar Türkiye’de iflçi ve sendikal hareketlerinin de bu anlamda Türkiye’nin tarihinde ilk defa önemli hale geldi¤i y›llard›r9. Türkiye’de takip edilen sanayileflme politikalar›n›n genellikle üç dönemde ele al›nd›¤› görülmektedir. Bunlardan birincisi, 1950’li y›llara kadar süren devletçilik uygulamas›d›r ki, bu politikalar devletin organize etti¤i bir tak›m kamu mülkiyetindeki giriflimlerin etraf›nda oluflmaktad›r. Bu kamu giriflimcili¤inin yan›nda bu politikalar Türkiye’nin toplumsal tarihinde bir tecrübesi olmayan ‘yeni bir s›n›f’ olarak kapitalist giriflimci¤in kurulmas› amaçlanm›flt›r. 1950’li y›llardan itibaren takip edilen sanayileflme politikalar› ise sanayileflmede ikinci dönemi oluflturmaktad›r. Burada öncelik oluflturulmaya çal›fl›lan kapitalist giriflimcilere verilmifl fakat, onlar› ortaya ç›karacak ve gelifltirecek devlet giriflimcili¤i artarak sürdürülmüfltür. Bu politikalar 1970’li y›llar boyunca da devam etmifl, 1980’lerin ortas›na kadar etkili olmufltur. Türk sanayileflmesinde üçüncü dönem ise, 1980’lerin ortas›ndan bafllayarak günümüze kadar devam eden politikalar› kapsamaktad›r. Bu politikalar bugün yukar›da iki dönem içerisinde olufltu¤unu gördü¤ümüz kapitalist giriflimcili¤in, art›k tekel aflamas›na ulaflan yap›s› taraf›ndan belirlemektedir. Y›llar GSMH 1923-1930 770.3 1931-1940 1.154,4 1941-1950 3.973,1 1951-1960 8.333,0 1961-1970 9.782,7 1971-1980 48.472,1 1981-1990 81.828,5 1991-2000 176.437 1923-2000 Ort./Avr. Tablo3-Ekonomik Göstergeler Fert Bafl›na Düflen MG ($) 57.75 64 219,1 334,9 387,0 1.172,9 1.616,6 2.850,3 Büyüme Oran› (%) 9,7 5,3 1,1 6,4 6,3 5,1 5,3 3,6 4,3 1970’li y›llarda kamu kaynaklar›n› ve fonlar›n› kullanarak Türk ekonomisinin kendi çap›nda ortaya ç›kard›¤› bu tekelci yap›, say›lar› iki elin parmaklar›n› geçmeyecek miktarda olan aileler tara- 14 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Vedat B‹LG‹N f›ndan sürdürülmektedir. Bu yap›n›n 1980’lerden itibaren Türkiye’yi yeni bir sermaye birikim modeline, dolay›s› ile yeni bir politika de¤iflimine sürükledi¤ini görürüz. Burada ayr›nt›lar üzerinde durmam›z›n gereksiz oldu¤unu düflündü¤ümüz bu ekonomik politikalar›n temelinde enflasyonist büyüme yaklafl›m› vard›r. Bunun birkaç önemli sonucu olmufltur. Bunlardan birincisi, enflasyonun gelir da¤›l›m› zaten bozuk olan toplumu daha fazla kutuplaflt›racak gelir eflitsizliklerine yol açmas›, ikincisi ise, d›fl borçlanma oran›n›n yükselmesine ra¤men sanayileflme h›z›ndaki art›fl›n s›n›rl› olmas›d›r. Üçüncüsü ise, ekonomide tekelleflmenin h›zlanmas›d›r. 1980’li y›llarda ekonomik politikalarda ortaya ç›kan bu tekelci yap› karfl›s›nda özellikle Türkiye’nin orta büyüklükteki flehirlerinde önemli bir ekonomik hareketlilik söz konusu olmufltur.10 Bu hareketlili¤in Türkiye’deki tekelci yap›ya ra¤men ortaya ç›kabilmesi çeflitli sebeplere ba¤l› olarak aç›klanabilir. Bunda Türkiye’nin 1980’li y›llardan sonra d›fla aç›lm›fl olmas›n›n önemli bir rol oldu¤unu düflünüyoruz. Di¤er bir rol ise, endüstriyel üretim teknolojilerindeki de¤iflim h›z›n›n yükselmesi, Türkiye gibi sanayileflen ülkelerin yeni teknolojileri takip etme imkan›n› yaratm›flt›r. Bu sebeplerden dolay› tekelci yap›ya ra¤men Türkiye’nin orta derecede flehirleflmifl baz› bölgelerinde küçük giriflimcilik, küçük ve orta ölçekli sanayiler etraf›nda önemli bir varl›k göstermifltir. Bunda tekelci sanayinin kamu kaynaklar›n› ve fonlar›n› kullanmas›, yüksek karlarla çal›flmas› ve hantall›¤› karfl›s›nda küçük endüstrinin öz kaynaklara dayal›, dolay›s›yla toplumsal tasarruflar› harekete geçiren niteli¤i ve dinamik yap›s› etkili olmufltur. Türkiye’nin tekelci kapitalist giriflimcilerinin, devletle olan iliflkileri, Türkiye’nin demokratikleflme yönünde ortaya ç›kan talepler karfl›s›nda ciddi bir engel teflkil etmifltir. Türkiye tekelci kapitalizmi, devletçi elitlerin deste¤iyle geliflti¤i için, onlar›n takip ede geldi¤i bat›l›laflma politikalar›n› ve kendi halk›na ait olan ‘yerli kültürü tasfiye edici’ tutumlar› da aynen benimseye gelmifltir. Bu bak›mdan Türkiye’de halk›n ekonomiye ve siyasete kat›lmas› yönündeki talepleri rahats›z edici olarak gören müdahaleci yaklafl›mlar, Türkiye’de demokratikleflmenin önündeki en büyük engellerdir ve bu unsurlarca desteklenmektedir. Türkiye’de yaflanan üç askeri darbe, bir anlamda Türkiye’nin politik elitleri ile ekonomik elitlerini oluflturan tekelci kapitalistlerinin ittifak› ile gerçekleflen müdahalelerdir. Bu bak›mdan Türkiye’deki küçük sanayinin kurulmas› ve küçük giriflimcili¤in ekonomik rolünün genifllemesi baflta tekelci kapitalistler olmak üzere, siyasi elitler nazar›nda da hofl karfl›lanmasa da, ekonomik geliflmenin yaratt›¤› bir sonuç oldu¤u için her halükarda katlan›lmas› gereken bir sonuç olarak da görülmüfltür. Burada ekonomik politikalar›n kontrolünü elinde tutan politik ve ekonomik elitlerin, küçük ve orta ölçekli endüstrilerin üzerinde de tekelci yap› ve devletçi ekonomik politikalarla denetim kurduklar›n› tahmin edebiliriz. Yukar›da dinsel yap›n›n dönüflümünü analiz ederken ifade etmeye çal›flt›¤›m›z gibi, küçük ve orta ölçekli endüstrilerin geliflmesinin önemli bir boyutunu da dinsel yaklafl›mlarda meydana gelen de¤iflimler yaratm›flt›r. Özellikle modernleflme sürecinde dini gruplar›n aralar›ndaki dayan›flmay›, ekonomik giriflimlerde kullanmaya bafllamalar›, toplumsal dayan›flmadan hareket ederek gelifltirdikleri ortakl›klar›n baflar›l› olmas› önemli bir motivasyon kayna¤› olmufltur. Tekelci yap›ya ra¤men, küçük ve orta ölçekli endüstrilerin geliflmesi bir anlamda ekonomide tekelci unsurlarla küçük ve orta ölçekli unsurlar aras›nda tamamlay›c›l›k yönünde duyulan ihtiyaçla 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 15 aç›klanabilir. Bu gün Türkiye’nin toplumsal yap›s›nda bu e¤ilim hala dinamik bir flekilde devam etmektedir. Özellikle modern üretim teknolojilerinin transferini büyük kurulufllara göre daha h›zl› bir flekilde takip eden küçük endüstriler, bugün toplumsal yap› de¤iflmelerinin en önemli motivasyonlar›ndan birisi durumundad›r. Devam eden bu de¤iflme dalgas›n›n muhtelif sonuçlar›n› flöyle tespit edebiliriz. 1- Türkiye’nin orta büyüklükteki kentlerinde küçük ve orta ölçekli sanayilerin geliflmesiyle bafllayan bu de¤iflim Türkiye’nin köylük yap›s›n› tasfiye edecek bir güç kayna¤›d›r. 2- Türkiye nüfusu art›k Ankara, ‹stanbul, ‹zmir gibi büyük flehirlerden çok bu yeni sanayileflen flehirlerin etraf›nda yeni bir hareketlilik göstermeye bafllam›flt›r. 3- Küçük üretimin gerçeklefltirdi¤i yeni ürün çeflitlenmesi Türkiye’de farkl› gelir gruplar›na mensup tüketicilere, yeni tüketim imkanlar› yaratmaktad›r. 4- Küçük ve orta ölçekli endüstrilerin kulland›¤› toplumsal tasarruflar Türkiye’nin üretim yap›s›n› de¤ifltirdi¤i gibi, toplumsal tabakalaflma yap›s›nda da yeni bir orta tabakalaflma imkan› olarak ortaya ç›kmaktad›r. 5- Bütün bu de¤iflmeler tekelci kapitalistler ve devletçi elitler aras›ndaki, ‘egemen blok’ diye ifade edilen bu ittifaka karfl› bir orta tabakalaflma hareketi oldu¤u kadar, bir demokratikleflme hareketinin de dayanaca¤› zemin niteli¤ini tafl›maktad›r. 3- Bürokratik Yap›da De¤iflim Türkiye’nin toplumsal yap›s›nda ‹mparatorlu¤un kurulufl aflamas›ndan bu güne önemli bir konum elde etmifl olan bürokrasinin yap›s›nda bütün zorluklar›na ra¤men baz› de¤iflmeler sözkonusudur. Bilindi¤i gibi, bürokratik imparatorluklar aras›nda Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun önemli bir yeri vard›r. Osmanl› ‹mparatorlu¤u merkez kaç unsurlar› tasfiye etmek, orta ça¤ flartlar›na göre ileri derecede ticaret ve kentsel üretimin yap›ld›¤› bir co¤rafyada kuruldu¤u için, bu ekonomik hayat› örgütlemek üzere çok erken bir dönemde özerk bir bürokratik zümreye sahip olmufltur. Orta Ça¤ flartlar›nda dünya ticaret yollar›n›n sa¤lad›¤› avantajlar› kullanan bu yolla ekonomik ve toplumsal dinamizmi elinde tutan ve bunu fetihlerle üç k›taya tafl›yan Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun bu faaliyetlerinde bürokrasinin önemli bir etkisi bulunmaktad›r. Osmanl› toplum yap›s›n›n bürokratik merkeziyetçilikle kazand›¤› dinamizm ve bunun tar›msal toplum flartlar›nda yaratt›¤› denge, bat›da meydana gelen endüstri devrimi, ticaret yollar›n›n de¤iflmesi, d›fl ticaretin Akdeniz’den Okyanuslara kaymas› gibi tarihsel sebeplerle bozulunca dinamizme dayal› denge bozulmufltur. Osmanl› ‹mparatorlu¤unun dayand›¤› dinamikleri kaybetmeye bafllamas›yla birlikte, bürokrasi önce tutucu bir rol üstlenmifl her türlü de¤iflime karfl› eski statükoyu muhafaza etmek istemifltir. De¤iflme talepleri do¤rudan do¤ruya sultandan yani imparatorlu¤un merkezinden gelmeye bafllay›nca da bürokrasi mecburen de¤iflimci rolünü üstlenmifltir. Bu rolü bürokratik elit 1 16 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Vedat B‹LG‹N o kadar benimsemifltir ki, giderek buradan yani reformlar›n yaratt›¤› yeniliklerden kendi konumunu güçlendirecek düzenlemeleri gerçeklefltirme f›rsat› bulmufltur11. Türk toplumsal tarihinde Tanzimat denilen yeni düzen kurmak üzere gerçeklefltirilen reformlar›n ilk ve neticeleri bak›m›ndan en kal›c› olan›, klasik dönemde ‘kul bürokrat’ olan Osmanl› bürokrasisini güçlendirecek bir düzenleme olmufltur. Tanzimat uygulamas›yla birlikte bürokratlar ‘kul’ statüsünden ç›karak özgür insanlar haline gelmifllerdir. Özgür hale gelmifl olan bürokratlar at›k devlet içerisinde örgütlenmifl, bir baflka ifadeyle devleti kendileri için bir araç haline getirecek konuma yükselmifllerdir. Bu yap› ‹mparatorluktan Cumhuriyete geçerken de büyük ölçüde gücünü korumufltur. Cumhuriyet döneminde baflta askeri bürokrasi olmak üzere, devletin bütün kurumlar› bürokratlar›n önceliklerine göre yeniden düzenlenmifltir. Bir anlamda flöyle söylenebilir ki, ‹mparatorluktan Cumhuriyete geçifl bürokrasinin bir projesidir. Tanzimat’tan bu tarafa ‘bat›l›laflma’ ad› alt›nda bat› taklitçili¤i fleklinde ortaya ç›kan yaklafl›m, Kurtulufl Savafl›’n›n ve Cumhuriyetin kurulmas› aflamas›ndan sonra yeniden canlanmaya bafllam›fl, özellikle ‹stanbul bürokrasisinin Ankara’ya tafl›nmas› ile birlikte bu anlay›fl daha da belirgin hale gelmifltir. Bir yönüyle Kurtulufl ve Ba¤›ms›zl›k mücadelesinin kadrolar› tasfiye edildikçe, bat›c› bürokrasi Cumhuriyetin 1950’ye kadar ki döneminde de egemen ‘siyasi elitleri’ oluflturmufltur12. Bürokrasinin bu tarihsel ve siyasal kimli¤i konjonktürel olarak Türkiye’nin 2. Dünya Savafl› sonras› demokrasiye geçmesiyle birlikte sars›lmaya bafllam›fl, bürokratik elitler buna karfl› muhtelif tepkiler ortaya koymufllard›r. Türk toplumunun kendi toplumsal ve kültürel de¤erlerine dayal› bir kültürel hayat› istemesi, ekonomide devlet müdahalecili¤ine karfl› piyasa mekanizmas›n›n canlanmas›na yönelik arzusu, daha genifl bir ifadeyle bürokrasinin devlet merkezli toplumsal hayat projesine karfl› sivil taleplere dayal› yeni bir toplum projesi bürokrasinin sert tepkisiyle karfl›laflm›flt›r13. 1950’de gerçekleflen demokratik de¤iflim rüzgar›, ilki 1960’da olmak üzere askeri darbeyle kesintiye u¤ram›flt›r. 27 May›s 1960’da gerçeklefltirilen askeri darbe bir anlamda bürokrasinin Tanzimat’tan bu tarafa sürdürdü¤ü egemenli¤i kimseyle paylaflmama arzusunun bir göstergesi olarak da yorumlanabilir. 1970’li y›llarda geliflmeye bafllayan Türk sanayisi, sanayileflme ve kentleflmenin yaratt›¤› toplumsal de¤iflmelerin ortaya ç›kard›¤› yeni toplumsal hareketler ve bunlar›n talepleri 1971’de yeniden siyasete askeri bir müdahaleyi ortaya ç›karm›flt›r. Bu ikinci müdahale Türkiye’nin en h›zl› de¤iflti¤i dönemde meydana gelmifltir. Askeri ve sivil bürokrasi de¤iflimi kontrol edecek, denetim alt›na alacak imkanlar› kaybetmenin tedirginli¤ini yaflamaktad›r14. Bu müdahaleler Türkiye’nin genç demokrasisinin geliflmesine imkan vermedi¤i gibi Türkiye’nin siyasal yap›s› çözüm üretme gücünü kaybetmifltir. Demokrasinin sa¤layaca¤› zenginliklerden mahrum olan devlet yap›s›, yaflanan 1970’li y›llardan sonra da devam eden büyük de¤iflimlerin yaratt›¤› sorunlar› çözecek politikalar› üretememifltir14. Devletin sorun çözme bir tarafa, bürokratik elitlerin tutuculu¤u ile eski anlay›fl ve yaklafl›mlar› sürdürmek istemesi toplumla devlet aras›ndaki gerilimleri art›rm›flt›r. Toplumda meydana gelene yeni hareketleri düzenleyici mekanizmalar oluflmad›¤› için toplumsal hareketler giderek fliddete yönelmifl, siyaset bir kaosa bürünmüfltür. Yukar›da yapt›¤›m›z de¤iflme ve kriz iliflkisi bu aflamada ortaya ç›kmaktad›r. Siyasal elitler 1980’de üçüncü bir müdaha- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 17 le yaparak zaten az geliflmifl olan demokratik kurumlar› iyice ifllemez hale getirmifllerdir15. Buraya kadar söylediklerimizden flunlar ortaya ç›kmaktad›r: 1- Türkiye’de bürokratik yap› hakim konumunu sürdürecek flartlar› oluflturmaya çal›flt›kça Türkiye’nin demokratikleflmesinin önünde bir engel haline gelmektedir. 2- Demokrasi ve demokratik kurumlar geliflmedikçe, ifllerlik kazanamad›kça, devletin toplumsal sorunlar karfl›s›nda çözüm üretme gücü zay›flamaktad›r. 3- Bürokratik elit sorun çözme gücünü kaybeden devleti kendi ideolojik söylemini ayakta tutacak bir araç haline getirmek istedikçe, devletin kendisi bizatihi sorun haline gelmekte, toplumun meflru taleplerine karfl› müdahaleci bir tav›r tak›nmaktad›r. Bu da toplumla devlet aras›nda gerilimlere ve çat›flmalara yol açmaktad›r. Bütün bu özellikler ‘bürokratik elitin’ siyaset üzerindeki egemen konumunu sürdürmek için Türkiye’yi bir bunal›ma sürükledi¤i göstermektedir. Türkiye’nin bu gün karfl› karfl›ya oldu¤u sorun siyasetin bu bunal›m üreten yap›s›n›n de¤iflmesiyle ilgilidir. Bürokratik yap› bu gün Türkiye’nin yaflad›¤› bütün de¤iflmeleri yok sayacak, etkisiz hale getirecek gücünü kaybetmifltir. Dolay›s›yla bürokrasinin önündeki görev kendisinin siyasi bir misyonu oldu¤una, siyasi bir proje tafl›y›c›s› oldu¤una dair ideolojik tutumunu de¤ifltirmesinden geçmektedir. Realiteye bakt›¤›m›z zaman böyle bir tutum yerine, bürokratik unsurlarda flu davran›fllar› tespit edebiliriz: Bu davran›fllardan birincisi, bürokratik elit tekelci kapitalizmle iflbirli¤i yaparak gücünü art›r›p Türkiye’deki hakim konumunu devam ettirmek istemektedir. Bu durum tekelci kapitalistlerin devleti kontrol eden bürokrasiyi kullanarak kamu kaynak ve fonlar›n›n daha fazla istismar etmelerine imkan vermektedir. Bu iflbirli¤i tekelci kapitalizmin ve bürokratik elitin tarihsel bat›l›laflma projesiyle de hakl›laflt›r›lmak istenmektedir. ‹kinci bir durum ise, Türkiye’nin bürokratik yap›s›n›n toplumsal yap›daki de¤iflmelere uygun bir flekilde kendisini yenilemesiyle mümkün olabilir. Bunun ilk flart›n›n bürokrasinin siyasi misyon ve proje üretme iflini sivil topluma b›rakmas›ndan geçti¤ini söyleyebiliriz. Burada hemen flunu tespit etmemiz gerekir ki, Türkiye’nin yaflad›¤› ekonomik ve toplumsal de¤iflmeler bürokrasinin içerisinde modern bir kesimin ortaya ç›kmas›na f›rsat verecek zeminleri yaratm›fl bulunmaktad›r. Eski bürokratik anlay›fl› sürdüren grubu ‘siyasi bürokrasi’ veya ‘siyasi elitler’ olarak adland›rd›¤›m›za göre bu yeni bürokratik unsurlar› ifade etmek üzere ‘teknik bürokrasi’ kavram›n› kullanabiliriz. Bu durumda, Türkiye’deki bürokratik sorun, teknik bürokrasinin politik bürokratlar› tasfiye edecek flekilde geliflmesiyle afl›lacakt›r denebilir. Bürokrasinin bu de¤iflimi ne kadar gerçeklefltirece¤i, tahmin edilece¤i gibi di¤er toplumsal de¤iflme faktörlerine ba¤l› olarak ortaya ç›kacakt›r. E¤er Türkiye’nin orta s›n›flaflmas›, dini hayat›n sekülarizasyonu, demokratikleflme sürecini güçlendirecek bir flekilde geliflmeye devam ederse, bütün Ortado¤u toplumlar› içerisinde Türkiye bu gün sahip oldu¤u farkl› konumu daha ileri bir aflamaya götürerek, modern bir toplumun yap›s›na uygun dönüflümleri gerçeklefltirmifl olur. Bu de¤iflimi gerçeklefltirecek aktörler sivil toplumda ortaya ç›kan yeni hareketlerden, küçük ve 1 18 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Vedat B‹LG‹N orta ölçekli endüstrilerde h›zla yay›lan yeni giriflimcilere, e¤itimin yayg›nlaflmas›yla birlikte geleneksel toplumun içerisinden modern mesleklere tafl›nan yeni ayd›nlara kadar uzamaktad›r. 4- Sonuç Türkiye’nin tar›msal toplum yap›s›ndan endüstriyel toplum yap›s›na geçifl sürecinin yaklafl›k bir yüzy›l› aflacak bir flekilde uzamas› karfl› karfl›ya bulundu¤u sorunlar›n niceli¤ini ve niteli¤ini kaç›n›lmaz olarak etkilemifltir. 1920’lerde yaklafl›k %20 civar›nda olan kentli nüfusun, 2000’li y›llar›n bafl›nda yaklafl›k % 44’e yükselmifl olmas› söz konusu süre içerisinde kentleflme oran›n›n yaklafl›k % 100’den daha fazla artt›¤›n› gösteren önemli bir de¤iflme ifadesi oldu¤u gibi, Türkiye’nin bu süre içerisinde nas›l bir toplumsal dönüflümden geçti¤ini de gösteren bir ipucudur. 1927 y›l›nda 13 milyon civar›nda olan toplam Türkiye nüfusunun, 2000’li y›llar›n bafl›nda yaklafl›k 70 milyona ulaflt›¤›n› düflündü¤ümüzde ve ayn› zamanda yine 2000 y›l›n›n bafl›nda kentleflme h›z›n›n yaklafl›k % 3,5 oldu¤unu dikkate al›rsak, toplumsal de¤iflmenin en genel ifadesi say›labilecek büyük bir nüfus hareketlili¤i ve kentsel fonksiyonlara ba¤l› olarak toplumsal hareketlili¤in devam etti¤ini görürüz. Rakamsal ifadelerinden, afla¤›daki tablolar incelendi¤i zaman daha ayr›nt›l› olarak görebilece¤imiz bu toplumsal de¤iflme e¤ilimlerinin yaratt›¤› sonuçlar› birkaç noktada toparlamaya çal›fl›rsak flu tespitleri yapabiliriz; 1- Türkiye’nin toplumsal yap›s› de¤ifltikçe tar›msal toplumun egemenlik iliflkilerinin üretti¤i yap›lar›n da de¤iflmesi kaç›n›lmaz olacakt›r. Yukar›da gösterilmeye çal›fl›ld›¤› gibi, Türkiye’nin tar›msal toplum döneminden gelen en önemli egemen unsurunu oluflturan ‘siyasi bürokrasi’ diye ifade etti¤imiz zümre bu de¤iflmelerin yaratt›¤› bütün yenilikler karfl›s›nda eski konumunu sürdürecek aray›fllara girmifltir. Türkiye’nin sanayileflme sürecinde ortaya ç›kan kapitalist s›n›flar›n içinde tekelci konuma gelen ‘büyük sermaye’ gruplar›yla bürokrasi aras›nda 1980’lerden sonra güçlü bir ideolojik, politik ittifak oluflmufltur. Bu ittifak Türkiye’nin yaflad›¤› toplumsal de¤iflmelerin karfl›s›nda önemli bir engel oldu¤u kadar, yap›sal de¤iflmelerinin sonucunda de¤iflime u¤ramak zorunda kalacak bir potansiyeldir de. Burada ‘siyasi bürokrasi’ ve ‘tekelci kapitalistler’ aras›ndaki ittifak› de¤iflime zorlayan iki önemli faktörden bahsedebiliriz. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin orta büyüklükteki kentlerinde meydana gelen yeni kalk›nma ve sanayileflme temsilcileridir. Bu zümreler üretim teknolojilerinde meydana gelen de¤iflimlerin sa¤lad›¤› f›rsatlarla ekonomide yeni bir dinamizm kayna¤› olarak geliflmektedirler. Di¤er önemli bir faktör ise, Türkiye’nin toplumsal yap›s›nda yaflanan ço¤ulculu¤un demokratikleflme yönünde bir de¤iflim talebi yaratmas›d›r. 2- Türkiye’nin toplumsal de¤iflme sürecinde yaflad›¤› önemli bir olay da, Türkiye’nin geleneksel toplum yap›s›nda nüfus ve tafl›d›¤› politik a¤›rl›k bak›m›ndan her zaman etkileyici bir güce sahip olan muhafazakar, geleneksel kesimlerin yaflad›¤› de¤iflimdir. Bu kesimler bat›l›laflma politikalar› karfl›s›nda tedirginliklerini 1950’li y›llara kadar muhtelif flekillerde ortaya koymufllard›r. Bu davran›fl›n en belirgin özelli¤i bat›l›laflma karfl›s›nda kendi kültürel de¤erlerini ön plana ç›kara- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 19 cak, geleneklerine ba¤l› hayat tarzlar›n› sürdürme fleklinde olmufltur. 1950’lerden sonra s›k s›k kesintiye u¤rasa da Türkiye’deki demokrasi uygulamalar› bu muhafazakar gruplarda önemli bir davran›fl de¤iflikli¤ine yol açm›flt›r. Bu tutumun en belirgin vasf› demokratik de¤erleri benimsemek, yeniliklere aç›k olman›n yan› s›ra gündelik davran›fllar›n› düzenleyen de¤er sistemi olarak geleneksel inançlara ba¤l›l›k fleklinde ortaya ç›km›flt›r. Bu gruplar özellikle 1980’li y›llardan sonra daha çok dini prensipler etraf›nda çeflitli cemaatleflme ve örgütleflme flekilleri gelifltirmifl ve bu çevrelerde ciddi bir ekonomik giriflimcilik davran›fl› ortaya ç›km›flt›r. Bu gün bu yap›lar›n en önemli ifllevinin, dinsel inançlar›, muhafazakar de¤erleri ön plana ç›karan bu gruplar› sekülarize etti¤ini görmekteyiz. Buradan ortaya ç›kabilecek en önemli sonuç Türkiye’nin devlet eliyle infla etmeye çal›flt›¤› laiklik anlay›fl› karfl›s›nda toplum merkezli bir sekülarizasyon olay›n›n yaflanmas›d›r. Bu dinamizmin Türkiye’nin demokratikleflme sürecine olumlu aç›l›mlar sa¤layaca¤› düflünülmektedir. 3- Toplumsal yap› de¤iflmelerinin Türkiye’yi ça¤dafl›m›z di¤er Orta Do¤u toplumlar›ndan farkl› k›lan neticeler yaratt›¤› görülmektedir. Bunlar›n bafl›nda bu gün Türkiye’de ekonomik ve toplumsal hayata yön verebilecek bir orta s›n›f›n teflekkül etmifl olmas›d›r. Buradaki orta s›n›f, küçük ve orta ölçekli sanayicilerden, esnaf ve modern mesleklerden oluflan genifl bir kesimi ifade etmektedir. Bu arada Türkiye’nin 1970’li y›llardan itibaren sosyal ve sendikal haklar bak›m›ndan önemli bir toplumsal ve politik güç haline gelmifl iflçi s›n›f›na sahip oldu¤una dikkat çekmek gerekmektedir. Bu orta tabakalaflma süreci Türkiye’nin modernleflmesini sürdürecek en önemli toplumsal dinamizm kayna¤›d›r. Türkiye geleneksel egemenlik iliflkilerini kontrol eden ideolojik ve politik yap›y› yani siyasal bürokrasiyi ve onun müttefik haline gelmifl olan ‘tekelci kapitalizmi’ de¤ifltirecek motivasyonlarda bu orta tabakalardan yükselmektedir. O halde diyebiliriz ki, Türkiye bu gün demokratikleflmesini sürdürecek toplumsal temelleri güçlenen bir de¤iflim sürecindedir. Eski ideolojik, politik al›flkanl›klar› devam ettirmenin bir s›n›r›n›n oldu¤u da böylece ortaya ç›km›fl bulunmaktad›r. 1 20 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Vedat B‹LG‹N D‹PNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 Anthony Giddens, The Gonstitution of Society, Polity, London, 1984. Fetullah Ak›n, K‹T'ler ve Türkiye, 90'l› Y›llarda Dünya ve Türkiye, Öz ‹plik ‹fl Yay›n›, Ankara 1992, s.293. Ayd›n Baflbu¤, Devlet Faaliyeti Olarak Hukuk ve ‹nsan Haklar›, Yeni Türkiye Dergisi, Say› 21, May›s-Haziran 1998, s.526-531. Ayd›n Baflbu¤, Darbelerin Hukuk Düzenine ve Siyasal Rejime Olumsuz Etkileri, Yeni Türkiye, Eylül-Aral›k 1998 Ankara, s. 1232. Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, ‹stanbul 1975. Halil ‹nalc›k, The Otoman Empire, Phoenx, London 1988. Elisabeth Özdalga, Modern Türkiye'de Örtünme Sorunu, Resmi Laiklik ve Popüler ‹slam, Sarmal Yay. , ‹stanbul 1998. Ali Gevgilili, Yükselifl ve Düflüfl, Ba¤lam Yay., ‹stanbul 1987. Ahmet Aker, 12 Mart Döneminde D›fla Ba¤›ml› Tekelleflme, Sander Yay›nlar›, ‹stanbul 1975. Akyol, Taha; 1980'lerde Türkiye, Ankara 1980, s. 102-107. fienol Durgun, Türk Kamu Yönetiminde Bürokratik Siyaset, G.Ü.‹.‹.B.F. Dergisi, Özel Say›, Ankara 2002, s. 83-102. Gonca Bayraktar, Populism, Culturalism and Political Representation in the Context of an Authoritarian Politics: Lessons Drawn From the History, G.Ü.‹.‹.B.F. Dergisi, Ankara 2002, s. 25-52. Burhan Aykaç, Yönetimin ‹yilefltirilmesi ve Örgütsel De¤iflim, Türkiye'de Kamu Yönetimi, Yarg› Yay›nevi, Ankara 2003, s.256. fienol Durgun, Türkiye'de Bir Devlet Gelene¤i, Türkiye'de Kamu Yönetimi, Yarg› Yay›nevi, Ankara 2003, s.225. Bkz. Tablo 1-2-3. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 21 KÜRESELLEfiME VE TÜRK‹YE’DE KAMU EKONOM‹S‹, 1 DEVLET–P‹YASA-TOPLUM ‹L‹fiK‹LER‹NDE DÖNÜfiÜM1 Ferhat AKBEY* Girifl Küreselleflme, bir olgu olarak özellikle 20. yy’›n son on y›l›nda sosyal bilimlerin her alan›nda hissedilebilir derecede, merkezi araflt›rma nesnesi haline gelmifltir. Siyaset biliminden iktisada sosyolojiden tarihe, maliyeden co¤rafyaya kadar hemen hemen bütün sosyal ve befleri disiplinler hayat›m›z›n her evresinde etkili olmaya bafllayan küreselleflme olgusuyla ilgilenmek zorunda kalm›fllard›r ve kalmaktad›rlar. Kiflisel düzeyde ise bizler bireyler olarak, 1980’lerden sonra, tüketim al›flkanl›klar›m›zdan politik pozisyonumuza, toplumsal iliflkilerimizden bireysel davran›fllar›m›za kadar küreselleflmenin görünen veya görünmeyen müdahaleleriyle karfl› karfl›ya kald›k ve halen küreselleflmenin baflat belirleme alanlar›nda (ekonomi, devlet, siyaset gibi) bu etkiyi hissetmekteyiz. Bir olgu olarak küreselleflme do¤al bir süreç midir yoksa bir proje midir gibi tart›flmalar› bir yana b›rak›rsak 1980 sonras›nda klasik Keynesyen Refah Devleti uygulamalar›n›n ve politikalar›n›nideolojik ve pratik ba¤lamda bir kenara b›rak›lmaya baflland›¤› ve yerine neo-liberal piyasa ekonomisinin sosyo-ekonomik platformda kendisini hissettirmeye bafllad›¤› bir gerçeklik olarak karfl›m›za ç›kar. ‹flte bu çal›flmada öncelikle bu gerçekli¤in tarihçesi ve özellikleri ile politik, iktisadi, sosyal ve kültürel sonuçlar› üzerinde duruldu. Çal›flman›n ikinci k›sm›nda ise bahsedilen sürecin Türkiye’de gerçeklefltirdi¤i dönüflümler analiz edildi. Son olarak ise sürecin paradoksal etkilerinden korunabilme amac›na yönelik çözüm önerileri ortaya at›ld›. I. Küreselleflmenin Dinamikleri ve Özellikleri Burada öncelikle kürselleflmenin ne oldu¤unu analiz etmemiz ve daha sonra da bu süreci; tan›mlayan ve belirleyen dinamikler üzerinde durmam›z gerekiyor. Bu aç›dan bafllayacak olursak “…küreselleflme olgusunu ulusal ekonomilerin dünya piyasalar›yla eklemlenmesi ve bütün iktisadi karar süreçlerinin giderek dünya kapitalizminin sermaye birikimine yönelik dinamikleriyle belirlenmesi olarak yorumlayabiliriz.”2 Her ne kadar fazla iktisat merkezli oldu¤u ileri sürülerek bu tan›ma itiraz edebilsek de asl›nda küreselleflmenin sosyal ve siyasal alanlara etkilerini de asl›nda onun ekonomik yönünün d›flavurumlar› olarak kabul etti¤imizde (ki buna itiraz edecek çok az say›da insan vard›r) asl›nda bu tan›m›n çok fazla da eksik olmad›¤› sonucuna ulaflmam›z hiç de zor de¤ildir. Çünkü küreselleflme zaten süreç olarak iktisadi iliflkilere dayan›r. Ayr›ca yine bu tan›ma, teknolojik ilerlemenin etkilerini içermedi¤i için, karfl› ç›k›lsa da bize göre teknolojik yenilik ve ilerlemeler iktisadi süreç taraf›ndan içsellefltirilmedikleri sürece tek bafl›na bir küreselleflme dalgas› yaratmaya haiz de¤il* Arfl.Gör., Dokuz Eylül Üniversitesi, ‹ktisadi ‹dari Silimler Fakültesi, Maliye Bölümü 22 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY dirler. Örne¤in büyük dalgalara dayan›kl› dev kalyonlar›n yap›lmas› Amerika k›tas›ndaki alt›nlar› Avrupa’ya tafl›makta kullan›lmayacaksa küreselleflme sürecine olan katk›lar›ndan da söz edilmeyecektir. Sonuç olarak küreselleflme özü itibariyle iktisadidir. Bu aç›dan bak›ld›¤›nda, dünya üzerinde iki küreselleflme dalgas›ndan söz edilebilir: 1870-1914 aras›nda yaflanan küreselleflme ve 1870 sonras› görülen küreselleflme.3 1870 sonras› görülen ilk küreselleflme sürecinin bafllamas›nda önemli etken ‹ngiltere’de görülen Sanayi Devrimidir. Buhar gücünden deniz tafl›mac›l›¤›nda yararlan›lmas› yine buhar gücünün sanayide kullan›lmas› sonucu azalan maliyetlerin getirisi olarak artan üretim sonucu elde edilen ürünlerin yerli pazarda arz fazlas›na yol açmas› ile bunlar›n baflka pazarlar bulunup oralara tafl›nmas› ihtiyac›n›n giderilmesini sa¤lam›flt›r. Böylece ilk küreselleflme süreci bafllam›flt›r. Görüldü¤ü gibi bu sürecin bafllamas›n›n ard›ndaki temel güdü Pazar bulma ihtiyac›d›r. Kimlerine göre bu ilk küreselleflme hareketinin ard›nda yatan neden Pazar ihtiyac›ndan çok ucuz ifl gücü olsa da,4 kan›mca böyle bir yaklafl›m iktisad›n temel mant›¤›yla çeliflmektedir. Çünkü zaten iç pazara yetecek kadar hatta daha fazla üretim yap›lmaktad›r. Ayr›ca örne¤in ‹ngiltere’nin s›rf birim bafl› maliyetleri düflürmek için Britanya’dan Hindistan’a kadar gitmesi pek de ekonomik görünmüyor. Bu süreç 1914 y›l›nda I. Dünya Savafl›’yla kesilmifl, sonraki döneme ise Refah Devleti damgas›n› vurmufltur. Bu aç›dan 1914-1970 aras› küreselleflme süreci kesintiye u¤ram›flt›r diyebiliriz. Bu dönemde görülen d›fl ticaret kontrolleri ve uygulanan sosyal politikalar sonucu hem maliyetler artm›fl hem de ülkelerin geliflme h›zlar› yavafllam›flt›r. Buna 1973 ve 1979 petrol krizleri de eklenince sistem iyice t›kanm›fl ve 1970’in sonlar›na do¤ru refah devleti politikalar› sorgulanmaya bafllanm›fl ve 1980’lerin bafl›nda da dünya kapitalizmi neo-liberal politikalar› uygulamaya bafllam›flt›r. Bu da ikinci küreselleflme dalgas›n› beraberinde getirmifltir. Bu dalgayla beraber d›fl ticaret üzerindeki bask›lar ve engeller kald›r›lmaya bafllanm›fl, böylece sermayenin tam hareketlili¤i sa¤lanm›flt›r. Mal ve hizmetlerin dolafl›m önündeki engeller de neredeyse tamamen kalkm›fl ve bu da kültürlerin ve sosyal yap›lar›n küreselleflmesini beraberinde getirmifltir. Burada küreselleflme sürecini h›zland›ran iki etkenden söz edebiliriz: Teknolojik yenilikler ve uluslararas› finans ve ticaret. Teknolojik yenilik ve ilerlemeler önce buhar gücü ve demir endüstrisini gelifltirmifl bu da yukar›da bahsetti¤imiz Sanayi Devrimi vas›tas›yla ilk küreselleflme dalgas›n› yaratm›flt›r. Bunu hem üretimde verimlilik ve üretkenli¤in artmas› ile hem de geliflen ulaflt›rma (demiryolu) ve haberleflme (telgraf) teknolojisi ile sa¤lam›flt›r. Daha sonra içten yanmal› motorun petrol endüstrisi ve kimya sanayinin geliflmesi bu sürece katk›da bulunmufltur. ‹kinci teknoloji evresi ise elektronik bilgisayar ve internetin gelifltirilmesiyle bafllam›flt›r. Ulaflt›rma kapasite ve h›z›n›n iyice artmas› haberleflme olanaklar›n›n ço¤almas›yla birleflince uluslar aras›ndaki mal, hizmet, kültür ve iflgücü al›fl-verifli için uygun ortam da sa¤lanm›fl olacakt›. ‹flte ikinci küreselleflme dalgas› böyle geliflmifltir. Bu arada teknolojik yenilikler hem ürün miktar ve kalitesini hem de ulaflt›rma ve haberleflme olanaklar›n› gelifltirdi¤i için büyüme h›zlar› da artm›flt›r. Örne¤in dünya kapitalizminin 1580-1820 aras›nda önderi konumunda olan Hollanda’n›n büyüme h›z› %0,2 iken, 1820-1890 aras›nda önder ‹ngiltere’nin yaflad›¤› büyüme h›z› %1,2’dir. 1890’dan bafllayarak dünya kapitalizminin hegamonik gücü haline dönüflen ABD 1890-1990 aras›nda y›ll›k ortalama %2,2 oran›nda büyüme göstermifltir.5 Bunlar›n yan›nda flunu da hemen belirtmeliyiz ki “teknolojik ilerleme her ne kadar ekonomik konularda önemli bir faktör olarak ileri sürülse de; teknolojinin ölçe¤i, er yerde bulunma özelli¤i ve yararlanma oran›n›n 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 23 h›z› bugün sosyal, ekonomik ve siyasal meselelerin her yönünü yeniden flekillendirmektedir.”6 K›sacas› küreselleflme ba¤lam›nda teknolojiyi sadece ekonomik alana olan etkisiyle de¤il, toplumsal ve siyasal yaflamda getirdi¤i de¤iflikliklerle de de¤erlendirmek zorunday›z. Küreselleflme sürecinin di¤er dinami¤i de uluslar aras› finans ve ticaretin geliflmesidir. Asl›nda bu da teknolojiden ba¤›ms›z de¤ildir, ancak kendisi de teknolojinin h›z› ve ölçe¤i üzerinde etkide bulunabildi¤i için, burada do¤rudan teknolojinin do¤al bir sonucu olarak de¤il de teknolojik ilerlemeden do¤an ancak teknolojik geliflme sürecini yönlendirme kapasitesine de sahip olan bir de¤iflken olarak ele ald›k. ‹lginç olan nokta fludur ki; her ne kadar miktar olarak uluslar aras› finans ve ticarette bir art›fl görülse de gayri safi yurtiçi has›laya oranlad›¤›m›zda pek de fazla bir art›fl olmad›¤›n› görürüz. Örne¤in dünya ticaretinde etkili olan 17 ülke üzerinde yap›lan bir araflt›rmaya göre, 1913’te bu ülkelerin ihracat› gayri safi yurtiçi has›lalar›n›n %12,9’u iken bu oran 1993’te 14.5’tir. ayr›ca bu ülkelerin yapt›klar› sermaye transferlerinin yine gayri safi yurtiçi has›lalar›na oran› halen 1890’lardaki seviyesinin gerisindedir. Bunlara ek olarak küreselleflmenin ilk aflamalar›ndaki uluslar aras› nüfus hareketlili¤i bugüne göre daha ileri bir aflamadayd›. Tabi ki günümüzde göç üzerindeki engel ve yasaklar bunda etkili olmufltur.7 Ancak bu haliyle bile uluslar aras› finans hareketleri do¤rudan ya da dolayl› olarak ulus-devletlerin politika yapma kapasitelerini dört yönden etkileyerek küreselleflme sürecine katk›da bulunmaktad›rlar.8 1. Sermaye hareketi ve uluslar aras› piyasa yap›lar›n›n büyümesi, finansal düzenleme sistemlerinden bafllayarak, finans piyasalar› üzerindeki ulusal kontrolü baltalar. Bu da deregülasyon sürecinin bafllamas› demektir. 2. Bu süreç sadece deregülasyon yönünde finansal bask› yaratmakla kalmaz, ancak bu afl›r› deregülasyon karmafl›k ve döngüsel bir biçimde uluslararas›laflmay› h›zland›r›r. 3. Makroekonomik düzlemde bir idari sadelik görülmektedir. ‹ktisadi ve mali ince ayarlar yerini döviz kurlar›n› stabilize etme çabalar›na ve bir yandan da rekabetçi bir biçimde uluslar aras› sermayenin dikkatini cezp etme u¤rafl›na b›rakm›flt›r. 4. Finansal uluslararas›laflma devletin klasik uluslar aras› rolü üzerinde de bask› yapmaktad›r. Devletler, uluslararas› arenada eskisi gibi tek tek aktörler olarak faaliyet gösterememektedirler. Görüldü¤ü gibi uluslar aras› finans ve ticaret do¤rudan veya dolayl› olarak devlet ve devlet politikalar›na etki ederek küreselleflme sürecine önemli ölçüde katk›da bulunmaktad›r. Finansal ve ticari hareketlilik bir yandan teknolojinin olanaklar›n› (elektronik ticaret, internet, kredi kartlar›, EFT gibi araçlarla) kullan›rken di¤er yandan da (teknoloji de kendi içerisinde rekabet edilen bir alan oldu¤u için) bir talep unsuru olarak teknoloji piyasas›ndaki rekabeti k›z›flt›rmak suretiyle teknolojik ilerlemeyi atefllemekte veya h›zland›rmaktad›r. Özetlersek teknoloji ile uluslar aras› finansal ve ticari hareketler, karfl›l›kl› diyalektik bir iliflki içerisinde küreselleflmeyi h›zland›rmakta ve etkilemektedirler. II. Küreselleflmenin Etkileri Yaflad›¤›m›z dünyada ve ça¤da küreselleflen yaln›zca teknoloji, finans ve ticaret de¤ildir. Ayn› 1 24 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY zamanda üretim ve üretim iliflkileriyle üretim sürecinin aktörleri de küreselleflmektedir. Bu ise ulusafl›r› flirketler beraberinde getirmektedir. Gerçekten de teknolojik ve finansal faktörlerle birlikte düflünüldü¤ünde ulusafl›r› flirketlerin karl›¤› ve geliflimi, hem ulusal ekonomiler üzerinde hem de kamusal karar alma süreçleri üzerinde önemli ölçüde etkide bulunmaktad›r. Bu flirketlerin klasik ulusal flirketlerden farkl› özellikleri ve iliflkileri mevcuttur. Hatta kimilerine göre bu flirketlerin kendileri siyasal kurumlard›r ve toplumla siyasal iliflkiler kurarlar. Hatta bu kurumlar›n politik iliflkileri di¤er firmalarla ve spesifik hükümetlerle olan iliflkilerinde daha önemlidir.9 Yine kimilerine göre bu durum devletten piyasaya do¤ru bir otorite koymas›na neden olmaktad›r.10 Bu aç›dan bak›ld›¤›nda teknolojinin, ticaretin ve üretim küreselleflti¤i gibi bir sonuca ulaflabiliriz. Bu süreç ise üç temel alana etkide bulunmaktad›r: ulus-devlet, toplumsal düzey ve ekonomik alan. A. Küreselleflme ve Ulus-Devlet Yukar›da bahsetti¤imiz süreç (küreselleflen alana paralel olarak) refah devletinin hükümet politikalar› üzerinde üç global bask› unsurunu da beraberinde getirmifltir:11 1. Uluslararas› mal ve hizmet piyasalar›ndaki rekabetin getirdi¤i bask›, 2. Üretim rejimlerinin uluslararas›laflmas›, 3. Finansal piyasalar›n entegrasyonu, Bu üç bask› unsuru analize dahil edildi¤inde “[K]üreselleflmenin kapsam ve içeri¤inin ulusal devleti giderek gereksizlefltirece¤i ileri sürülmektedir. Küreselleflme, yani sermayenin ve özellikle mali sermayenin engelsiz ak›flkanl›¤›n›n getirece¤i rasyonelleflmenin önünde en büyük engelin ulusal devletler oldu¤u görüflü kabul edilecek olursa, bunun sonucu ulusal devletin kuruyup gitmesinin gereklili¤i olacakt›r… Ayr›ca, özellikle geliflmifl, ileri dünyada ulusal devleti aflan sosyoekonomik ve politik bütünleflmelerin giderek ivme kazand›¤› apaç›k bir gerçektir.”12 Acaba bu üç bask› unsuruna refah devletinin politik ve ekonomik araçlar›yla cevap verilebilir mi? Bize göre bu sorunun cevab› hay›rd›r. Bizi böyle bir cevaba götüren öncelikli husus da refah devletinin mant›¤› ve yap›sal özellikleridir. Bu sistemin sosyal politikalar› (ücretsiz e¤itim ve sa¤l›k, yard›mlar, iflsizlik ödenekleri, aile yard›mlar›…vb) piyasan›n iflgücü üzerindeki disiplinini bozarak ücret art›fllar›na sebebiyet verir ve bu da maliyetleri artt›rarak sonuçta geliri azalt›r (veya gelirin art›fl h›z›n› yavafllat›r) ve bunun do¤al bir sonucu olarak da vergi gelirlerini azaltaca¤› için devleti büsbütün zay›f b›rak›r. Ulusal refah devleti bahsedilen yap›sal özelliklerinin yan› s›ra, küreselleflme olgusunun getirdi¤i üç temel paradoksu çözemedi¤i için de yine küreselleflmenin getirdi¤i bask›lara dayanamaz. Bu üç paradoks flunlard›r:13 1. Devlet; bir taraftan küçülürken di¤er yandan (devletin küçülmesi gerekti¤ini vazeden ö¤retinin meflrutiyetini sa¤lamak için) insan hayat›n›n her evresi üzerindeki etkilerini artt›rmas› gerekmektedir. 2. Bir yandan ulus-devletler otoritede kayb›na u¤rarken di¤er yandan birçok etnik grup (‹spanya’da bask›lar ve Irak’ta Kürtler gibi) ulus-devlet kurabilmek için mücadele etmektedirler. 3. Bir yandan kürselleflmenin ulus-devlet yap›s›nda bir otorite kayb›na yol açmas› gerekti¤i ileri sürülürken di¤er yandan Singapur, Tayvan, Kore, Japonya gibi Asya ülkelerinin yükselifli bu sav› yanl›fllayabilmektedir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 25 Refah devleti, yukar›da say›lan nedenlerden ötürü 1980’lerden sonra yavafl yavafl yerini “Rekabetçi Devlete” b›rakmak zorunda kalm›flt›r. Ancak rekabetçi devlet anlay›fl›ndaki temel güdü ulusdevleti zay›flatmak veya onu sona erdirmek de¤ildir. Tam aksine bu refah devletinden rekabetçi devlete geçifl sürecini hem ulus-devletin küreselleflmeye karfl› bir reaksiyonu hem de ona entegrasyon çabalar› olarak okuyabiliriz. Ancak bu özellik, refah devletini oldu¤u gibi, rekabetçi devleti de yine üç temel paradoksla karfl› karfl›ya b›rakmaktad›r.14 1) Rekabetçi devletin (competition state) ortaya ç›kmas› basit bir flekilde devletin küçülmesine yol açmaz, fakat rekabet ve piyasalaflma ad›na de facto devlet müdahalesi ve düzenlemesini getirir. 2) Devletin kendi aktör ve kurumlar› küresel gerçekliklerle daha etkili bir flekilde bafla ç›kma ad›na kendileri yeni karmafl›k küreselleflme yap›lar›n›n ortaya ç›kmas›na sebebiyet vermektedirler (Örne¤in Avrupa Birli¤i bir yandan ulus-üstü bir süreci yans›t›rken, di¤er yandan da yerelleflmeyi vurgulamaktad›r). 3) Küreselleflme sonucu toplum ile devlet aras›nda artan gerilim ile birlikte bu durum da devletin devlet etkisi azalmakta ve bu durum da devletin meflrutiyeti ile kurumsal ve sosyal düzenlemelerini tehdit etmektedir. Bu da devletin küreselleflmeyle bafla ç›kma kapasitesini tehlikeye sokmaktad›r. Görüldü¤ü gibi küreselleflme bir taraftan ulus-devleti zay›flat›rken di¤er taraftan da bu zay›fl›¤›n meflru temellerini oluflturabilmesi için onu güçlendirmektedir. Devletin bu gücü ise küreselleflme sürecine yeni boyutlar kazand›rmakta ve süreç giderek karmafl›klaflmaktad›r. ‹flte ulus devletin temel zay›fl›¤› da as›l buradad›r, çünkü karmafl›klaflan ve küreselleflen iliflkiler bütünü üzerindeki devlet kontrolü giderek etkisini yitirmektedir. Bu kontrol kayb› özellikle az geliflmifl ülkelerde kendisini belli etmektedir. Bununla birlikte ‹ngiltere, Brezilya ve ‹talya örneklerinde oldu¤u gibi, sermaye hareketleri yeri geldi¤inde güçlü [ve geliflmifl] ülkeleri de tehdit edebilmekteyse de bu güçlü ülkeler küreselleflmeye entegre olma süreçlerini bir dereceye kadar kontrol edebilirler. Ancak azgeliflme ve zay›f ülkelerin uluslararas› ekonomik iliflkilerde çok fazla seçenekleri yoktur.15 çünkü örne¤in –günümüzde “...[sermaye] yeni iletiflim ve kontrol teknolojileri sayesinde koflullar› daha elveriflli buldu¤u zaman baflka bir... ülkeye gidebiliyor veya mekan› terk etmese dahi sürekli istihdam iliflkileri yerine k›sa dönemli, kontratl›, yar›-zamanl› iflçileri tercih edebiliyor. Bu nedenle sermayenin sömürüsüne mazhar olan flansl› insanlar dahi sürekli sömüreceklerinden emin de¤iller...”16 B. Küreselleflme Toplumsal ve Kültürel Alana Etkisi Küresel sürecin sosyo-kültürel etkileri; Harvey’in ifadesiyle ”zaman-mekan s›k›flmas›”, Giddens’in kavramsallaflt›rmas›yla da “zaman-alansal uzaklaflma”17 olarak betimlenen olgunun yaratt›¤› ve toplumsal ve kültürel süreçlerde “mekan›n” önemini yitirmesi anlam›na gelen “mekans›zlaflma” (deterritorialization) durumunda kendisini gösterir. Harvey’e göre “her özgül üretim tarz› yada sosyal formasyon kendine özgü bir zaman ve mekan pratikleri ve kavramlar› bohças› yaratacakt›r.”18 Ancak kapitalist modernite ilerledikçe sermayenin “afl›r› üretim sorunu”, mevcut teknolojik düzeyin de yard›m›yla, önce zaman› mekandan ba¤›ms›zlaflt›rmakta daha sonra da mekan› zamansal ifadede tek tiplefltirerek farkl› toplumsal süreçleri bir “tüketim toplumu” modelinde homojenize etmektedir. Yani bohçalar ayn›laflmaktad›r. Sonuç bat›n›n “kültürel hegemonyas›” olarak ifade edilmektedir. Fakat kimi bilim adamlar› bat›n›n kulland›¤› tüketim nesne ve modellerinin üçüncü dünya ülkelerince aynen al›nmad›¤›n›, ancak transforme edilerek içsellefltirildi¤ini ileri sürmektedir.19 Mamafih bize 1 26 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY göre bu yaklafl›m meselenin esas›n› kaç›rmaktad›r. Çünkü kültürel hegemonya tart›flmalar›nda temel al›nmas› gereken kriter nesneler veya modeller de¤il “tüketim kültürünün kendisidir.” Yani, tüketimi kültürlefltirmifl bir üçüncü dünyan›n art›k neyi nas›l tüketti¤inin hiçbir önemi yoktur. Burada, Keynesyen refah devleti döneminde görülen ve Lefebvre taraf›ndan “bürokratik ve yönlendirilmifl” olarak tarif edilen tüketim toplumuyla20 1980 sonras› yarat›lan tüketim toplumu aras›ndaki ayr›m› da vurgulamam›z gerekmektedir. Lefebvre’in de vurgulam›fl oldu¤u gibi bürokratik yönlendirilmifl tüketim toplumunda tüketim yönlendirilmekte ve ulusal ekonominin geliflmesine yönelik olarak ithal ikameci politikalara kanalize edilmektedir. Günümüzün küresel tüketim toplumunda ise amaç üretim ile tüketimin dengede durmas›d›r. Bu denge ile u¤raflanlar ise art›k bürokratlar de¤il “teknokratlard›r.” C. Küreselleflmenin Ekonomik Alana Etkisi Refah devletinden rekabetçi devlete geçifl süreci esasen bir “deregülasyon” ve “liberalizasyon” sürecidir. Kavram olarak deregülasyon devletinin piyasa üzerindeki kontrol ve yönlendirme fonksiyonundaki zay›flamay› ifade eder. Liberalizasyon ise bu fonksiyonun serbest piyasa mekanizmas›na devrini iflaret etmektedir. Ancak devletin yukar›da de¤inilen zay›flama-güçlenme paradoksunun do¤al bir sonucu olarak modern devlet baz› alanlarda deregülasyona maruz kal›rken baz› hususlarda da yeniden-düzenleme (re-regulation) yetkileri kazanmaktad›r. Bu durum küreselleflme sonucu refah devletinden rekabetçi devlete geçifl sürecinin ulus-devlette yol açt›¤› dört politika de¤iflikli¤ine göz at›ld›¤›nda daha iyi anlafl›lacakt›r. Bu dört politika de¤iflikli¤ini flu flekilde s›ralayabiliriz:21 1) Makroekonomik müdahalecilik yerini mikroekonomik ve mezo-ekonomik hedef müdahalecili¤ine b›rakt›. Burada makroekonomik alan deregülasyona tabi tutulurken, di¤er iki hususta devlet yeniden düzenleme fonksiyonunu üstlenmifltir. 2) Karfl›laflt›rmal› üstünlük anlay›fl› yerini rekabetçi üstünlü¤e b›rakt›. Zaten uluslararas› flirketlerin ve firmalar›n yükselifli karfl›laflt›rmal› üstünlükler anlay›fl›n› anlams›zlaflt›rm›flt›r. Çünkü art›k bir ülke ne üretece¤ine karar verirken kendi kaynaklar›yla s›n›rl› ve onlara ba¤›ml› de¤ildir. devletin kendisinin üretemedi¤i, uygun koflullar› haz›rland›¤›nda ulusafl›r› bir firma taraf›ndan üretebilir. 3) Enflasyonist olmayan büyüme önem kazand›. Önceden büyüme için bir dereceye kadar enflasyona katlanmak gerekti¤i inanc› yayg›nd›. Ancak rekabetçi devlet sermaye girifl ç›k›fllar›n› serbest b›rakt›¤› için için büyüme u¤runa katlan›lan enflasyon k›sa sürede kontrolden ç›kabilmektedir. 4) ‹ktidar partileri ve hükümetler tüm ulusun refah› için politikalar gelifltirmek yerine; giriflim, yenilik ve karl›l›¤› teflvik etmeye bafllad›lar. Devletin yeniden-düzenleme fonksiyonunu icra etti¤i alanlardan biri de bu teflvik alan›d›r. Acaba bu dört politika de¤iflikli¤inin sonunda ulusal ekonomiler nas›l etkilenmektedirler? Bu de¤ifliklikler öncelikle ulusal gelir formülüne etkide bulundu; çünkü sermayenin serbest dolafl›m› ulusal gelir fonksiyonunun yönünü de¤ifltirmektedir. Bunu flu flekilde formüle edebiliriz:22 I-S = I-s(Y) = (M-X) = A 23 Tahmin edilebilece¤i gibi yukar›daki eflitlik daha çok azgeliflmifl ülkeler için geçerlidir ve bu ülkeleri etkiler, çünkü geliflmifl ülkelerde tasarruf meyli yüksek oldu¤u için genellikle S>I eflitsizli¤i görülür. Bu yüzden (I-S) iflleminin sonucu genelde negatif olaca¤›ndan A’n›n etkisi de azgeliflmifl ülkeler- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 27 deki sürecin tersi yönünde görülmektedir. Net d›fl sermaye girifllerinin azgeliflmifl ülkelerin gelirine etkisini görmek için yukar›daki eflitlikten Y’yi çekti¤imizde: Y=(1/s)(I-A) gibi bir formüle ulafl›r›z ki bu formül durumun vahametini göstermesi aç›s›ndan önemlidir. Çünkü (1/s)’nin çarpan oldu¤u hat›rland›¤›nda, A’daki bir art›fl›n Y’de çarpan etkisiyle bir azal›fla yol açmas› gerekti¤i görülmektedir. Az önce bahsetti¤imiz gibi geliflmifl ülkelerde süreç farkl› sonuçlar do¤urur. Yani A’daki art›fl›n azgeliflmifl ülkelerde gelir azal›fl›na24 yol açarken model gere¤i geliflmifl ülkelerde [(I-S)’nin sonucu genelde negatif oldu¤u için] gelir art›fl›n› getirmesi beklenir. Dolas›yla azgeliflmifl ülkelerden geliflmifl ülkelere bir kaynak y›¤›lmas›ndan sözedebiliriz. Bu sürecin somut sonuçlar›n› ise flu flekilde s›ralayabiliriz:25 1) Konsantrasyon ve y›¤›lma süreci küresel ekonomik alan› geliflmifl ve azgeliflmifl ülkeler olarak ikiye böldü. 2) Y›¤›lma daha çok geliflmifl ülkelere do¤ru kayd›. Örne¤in Hindistan 18. yy’da tekstil imalat›nda lider konumundayken 19. yy. bafllar›nda tekstil ihtiyac›n›n % 70’ini ithal eder konuma geldi. Yine bu y›¤›lman›n bir sonucu olarak günümüzde 15 trilyon ABD dolar›na ulaflan ticaret hacminin üçte ikisi benzer faktör donan›mlar›na sahip geliflmifl ülkeler aras›nda yap›lmaktad›r.26 Ayr›ca günümüzde “do¤rudan yabanc› yat›r›mlar›n ço¤u da ABD Bat› Avrupa ve Çin’e yap›lmaktad›r. Az bir k›sm› da azgeliflmifl ülkelere gitmektedir. 3) ‹ktisadi etkinlik sanayileflmifl ülkelerden (ulusafl›r› firmalar yoluyla) azgeliflmifl ülkelere kayd›kça ekonomik geliflme basamakl› ve eflitsiz bir hal almaktad›r. Örne¤in 1965’te dünya nüfusunun en fakir %20’lik k›sm›n›n y›ll›k ortala geliri 74 ABD $’› ve en zengin %20’lik kesiminin y›ll›k ortalama geliri 2281$ iken bu rakamlar 1990’da en fakir %20 için 283 $ ile en zengin %20’si için 17.056 $ olmufltur. Yani 1/31’lik bir orandan 1/61’lik bir orana ulafl›lm›flt›r. Yine ayn› flekilde eflit gelir da¤›l›m›ndaki sapmalar› gösteren Gini katsay›s› 1965’te 0,66 iken 1980’de 0,68 ve nihayet 1990’da 0,74 olmufltur.27 Bu eflitsiz y›¤›lma sürecine katk›da bulunan bir di¤er faktör de uluslararas› sermaye hareketlerinin bir k›sm›n›n “spekülatif” yönüdür. Günümüz dünyas›nda günlük 1,7 trilyon $’l›k bir sermaye dolafl›m› olmaktad›r ve bu ifllem hacminin %80’i bir hafta içerisinde geldi¤i ülkeyi terketmektedir. Merkez bankalar› da bundan korunmak için elde edilen sermayenin 1/3’ünün rezervlerinde tutmaktad›rlar. Ayr›ca yükselen faizler tasarruflar› yat›r›m yerine faize yönlendirmekte bu da paran›n de¤erini artt›rmaktad›r.28 Böyle olunca da d›fl ticaret aç›k vermeye bafllamakta ve milli gelir azalmaktad›r. ‹flte sermayenin k›sa dönemli ve spekülatif olmas›n›n ard›ndaki mant›k budur. Türkiye’de görülen kas›m 2000 krizinin (her ne kadar A¤ustos 1999 depreminin etkisi göz ard› edilemese de) arkas›ndaki en önemli nedenlerden biri de d›fl ticaret a盤›n›n büyüme¤e bafllamas›ndan rahats›zl›k duyan sermayenin ulusal piyasay› k›sa sürede terk etmesidir. Görüldü¤ü gibi küreselleflme süreci merkezi ulus-devletin karar alma ve hizmet sunma süreçlerini olumsuz etkilemekte ve özellikle azgeliflmifl ülkelerin elindeki iktisadi ve mali politika araçlar›n›n kullan›m›na önemli s›n›rlamalar getirmektedir. Günümüz dünyas›nda d›fl sermaye giriflleri önündeki engeller büyük ölçüde kalkm›fl oldu¤undan bu sermaye hareketlerinin ülke ekonomisine olan negatif etkilerini minimuma indirebilmek için tek yol, talebi daraltmadan ve tasarruf meylini artt›rmadan (ki yukar›daki formül gere¤i tasarruf meyli artt›kça gelir de azalmaktad›r) yat›r›m ve geliri artt›rmakt›r. Bunu yapmak için de ya “özellefltirme” yoluyla elde etti¤imiz de¤eri I’ya aktarmak veya do¤rudan kamu hizmeti yerine “yönetiflim ilkesini” benimseyerek bir yandan kamu hizmeti sunarken di¤er yandan bu hizmet sunum sürecine özel sektörü dahil ederek kamu harcama ve hizmetlerini yat›r›ma endekslemektir. 1 28 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY III. Küresel Sürecin Türkiye’ye Etkileri Bu bölümde özellikle 1980 sonras› Türkiye’sinin iktisadi, sosyal ve siyasal dönüflümlerine tabii ki genelde ulusal ekonomi, özelde ise kamu ekonomisi çerçevesinde de¤inilecektir. Ancak bu dönüflümün sa¤l›kl› bir biçimde tahlil edilebilmesi için 1980 öncesi durumun da objektif bir analizine ihtiyaç vard›r. Bu analiz 1980 sonras› kopuflun marjinallik seviyesinin görülebilmesi aç›s›ndan da zorunludur. A. 1980 Öncesi Dönemde Devlet-Piyasa-Toplum ‹liflkisi Esasen Türkiye’de bu iliflkinin biçim ve içeri¤i kendi özgün modernleflme sürecinde içselleflmifl olan iktidar yap›s›ndan ba¤›ms›z bir flekilde oluflmam›flt›r. Bu bak›mdan ülkemizdeki 1920-1980 (hatta 1990’lar›n sonuna kadar) aras›nda vuku bulan iktisadi, politik ve sosyal dönüflümlerin yukar›dan afla¤›ya ve elitist bir güdü ile gerçeklefltirildi¤ini söylemek yanl›fl olmayacakt›r. Bu durum Türk modernleflmesini model ald›¤› Avrupal› öncüllerinden ay›rmaktad›r. Avrupa da olan, ulus devlet ve uluslaflma sürecinin burjuvazinin öncülü¤ündeki reayan›n devlet elitine isyan ederek özgürleflmesiyle kemale ermesi iken Anadolu ayd›nlanmas› askeri-bürokratik elitin yukar›dan afla¤›ya müdahaleleri ve her türlü özgürlü¤ün mücadele ile kazan›lmak yerine bir lütuf olarak sunulmas›biçiminde ilerlemifltir. Keyder, bu durumu flöyle ifade etmektedir: “Kurumsal reformlar, hiçbir zaman toplumsal bir muhalefetin kazan›mlar› sonucu ortaya ç›kmam›flt›. Örne¤in, halifeli¤in kald›r›lmas› öncesinde antiklerikal bir hareket görülmemiflti; kad›nlara eflit haklar verilmesinden önce bir kad›n hareketi olmam›flt›; örgütlenme ve grev hakk›n› mücadeleci bir iflçi hareketi elde etmemiflti. Asl›nda, bu gibi hareketlerin ortaya ç›kmas›na meydan vermeden ‘yukar›dan yap›lan reformlar’ toplumun dinami¤i üzerinde bo¤ucu bir etki yapm›fl ve mücadele ve kat›l›m gelene¤inin yerleflme flans› kaybolmufltu.”29 Ancak bu akl›n iktisadi yaklafl›m› ilk etapta yukar›dan afla¤›ya bir iktisadi süreç öngörmüyordu. Aksine, Cumhuriyeti kuran kadrolar dönüflümün ilk y›llar›nda dahi, b›rak›n devletçili¤i, müdahaleci devlet görüntüsü verebilecek ima ve ifadelerden bile imtina etmifllerdir. Bunu, henüz devletin dahi resmen kurulmam›fl oldu¤u bir dönemde toplanm›fl olan ‹zmir ‹ktisat Kongresinde al›nan karalar›n niteli¤inden de anlayabilmekteyiz. ‹zmir iktisat kongresi imamlar, toprak a¤alar›, tüccar gruplar› vb gibi o dönem toplumuna hakim gruplardan oluflmakta idi ve kurulacak devletin meflru temellerinin sa¤laml›¤› bu gruplar›n memnuniyetine ba¤l›yd›. Kongre kararlar›, kurulan devletin ekonomisini düzenleyici kararlardan çok, iç ve d›fl bask›c› ç›kar gruplar›na verilen anlaml› mesajlar ve ciddi taviz niteli¤i tafl›maktad›r.30 Bu bak›mdan cumhuriyet kurulduktan sonra “aflar” vergisinin kald›r›lmas› ve ayr›ca yabanc› sermaye girifline yeflil ›fl›k yak›lmas› cumhuriyet kadrolar›n›n nas›l bir iktisadi yap› ve model kurgulad›klar›n›n en aç›k göstergesidir. Fakat dönemin birikmifl sermaye düzeyi ve savafl sonras› durum göz önüne al›nd›¤›nda böyle bir kurgunun olmayan altyap›n›n üstyap›sal tahayyülü olaca¤›n› söylemek yanl›fl olmayacakt›r. Ancak 1929 Bunal›m› bu hayali suya düflürmüfltür. ‹ster afl›r› üretim isterse de talep krizi olarak tan›mlans›n fluras› gerçektir ki Büyük Bunal›m dünyadaki bütün uluslar› kötü etkilemifltir. Türkiye’de de “1929’un hemen ard›ndan gelen y›llarda ticaret sermayesi krize girmiflti. ‹stanbul ve ‹zmir gibi ticaret merkezlerinde flirketler iflas etti, iflçiler ifllerinin kaybettiler. ‹thalat ve ihracat Türkiye’nin dünya ekonomisiyle çok yüksek bir düzeyde bütünleflti¤i 1920’lerin sonlar›ndaki düzeylere göre hem parasal hem de reel olarak geriledi. ...Tar›msal üretim [ise] pazar›n daralmas› ve de kritik giderleri elde etmekteki güçlük nedeniyle azald›…”31 C›l›z Türk burjuvazisinin böyle bir kabusun al- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 29 t›ndan yaln›z bafl›na kalkabilece¤ini düflünmek ve beklemek iktisadi körlük anlam›na gelece¤inden kamu giriflimcili¤i kaç›n›lmaz hale gelmifltir. Bu ve benzeri sebeplerle 1929 sonras› tüm bat›, korumac› Keynezyen politikalara yönelirken Türkiye’de de “devletçilik” adl› yeni bir dönem bafllat›ld›.32 Bundan sonraki dönem 1980’ler kadar, 1950’lerdeki k›r›lma hariç, ithal ikameci politikalar›n egemen oldu¤u bir “iktisadi altyap›” ve “ulusal burjuvazi” yaratma süreci olmufltur. Devlet ekonominin her alan›nda a¤›rl›¤›n› hissettirmifl ve ülke bafltan sona Kamu ‹ktisadi Teflebbüsleri (K‹T) ile donat›lm›flt›r. Ancak bu süreç yerli sanayicilerin aleyhine ifllememifl tam aksine özel sektörün “ara mal›” ihtiyac›n› karfl›layarak bu sektöre ucuz girdi sunmas› vesilesi ile özel sektörü tamamlam›flt›r. Yine K‹T’ler özel sektörle ortak üretim yap›lan alanlarda ise ürün farkl›laflt›rmas›na giderek bu kesimin kar marjlar›n› elden geldi¤ince daraltmamaya özen göstermifltir. K‹T’ler ayr›ca istihdam› ve istihdam etti¤i personelin ücretlerini yüksek tutarak özel sektöre talep yaratma fonksiyonunu da üstlenmifltir. Esasen “bürokrasinin üretim araçlar›n›n kontrolüne dayanan özerkli¤i önlenebildi¤i sürece, K‹T’ler özel sektöre transfer sa¤layan, pek de gizlenmemifl bir mekanizma ifllevini gördü.”33 K›sacas› özel sektör bir bak›ma “devlet vesayeti” alt›ndayd›. Görüldü¤ü gibi Türkiye’de “burjuvazi, iktisadi konumunu askeri bir zafer sonras›nda edinmifl, güdümlü bir kapitalizmin flartlar› alt›nda olgunlaflm›flt›[r]. Pre-kapitalist güçlerle [toprak aristokrasisi] siyasi mücadeleye girmek zorunda olmaks›z›n, s›n›f olma statüsüne ancak devlet vesayet alt›nda eriflmiflti[r]. Feodal bir toprak sahibi s›n›fla çat›flmas›na gerek olmamas› ve gayri-müslim burjuvaziden haz›r devrald›¤› konumlara yerleflmesi Cumhuriyet burjuvazisinin iflini son derece kolaylaflt›rm›flt›[r]. Burjuvazi hantal bir bürokratik gelene¤e karfl› mücadele etme ihtiyac›n› ancak, II. Dünya Savafl›’ndan sonra hissetti; fakat bu mücadele, siyasi demokrasiden çok Pazar özgürlüklerini elde etme amac›n› tafl›yordu…Türk burjuvazisi hiçbir zaman devlet ile ekonomi aras›ndaki s›k› iliflkileri toplumun gözünden saklamay› amaçlayan bir ideoloji gelifltirmedi. Tersine devletçi bir ekonominin ve k›s›tlay›c› bir siyasi sistemin kaç›n›lmazl›¤›n› kabul etti ve benimsedi.”34 ‹flin ilginç yan›, ulusal burjuvaziyle beraber “örgütlü iflçi s›n›f›” da yine devlet vesayeti alt›nda “yarat›lm›flt›r. Ancak bu durum daha çok büyük (daha do¤rusu tekel konumundaki) iflyerleri için geçerliydi. “Öncü sanayiciler, yani en büyük yüz küsur flirketin sahipleri ve menacerleri ile bunlar›n istihdam etti¤i iflçiler…modelin çekirde¤inde yer al›yorlard›. Zaten modelin baflar›s›n› belirleyen, bir sanayi burjuvazisinin ve örgütlü bir iflçi s›n›f›n›n yarat›lmas› olmufltu. En büyük sanayiciler ithal ikameci modelin parlak numuneleriydi. Ya tekelciydiler ya da oligopolist. Rekabet olmad›¤› sürece, himayenin sa¤lad›¤› rantlar› toplamaya devam edebilirler, dolay›s›yla sendikalar›n yüksek ücret taleplerini kabul edebilirlerdi.”35 Tabii ki bu durum yaln›zca bahsedilen büyüklükteki iflyerleri için geçerliydi. Daha küçük çapl› veya “ikincil” kapitalist ve iflçi s›n›f›n›n durumu ise farkl›yd›. Bu s›n›ftaki kapitalistler daha çok devlet taraf›ndan sunulan ve yurtd›fl› kredi ve yard›mlarla finanse edilen sübvansiyon ve kolayl›klarla ayakta dururken bu kesimin istihdam etti¤i iflçiler ise “sanayi proletaryas›n›n çekirde¤ine ait kazançlardan, onlarla ayn› co¤rafi konumda bulunduklar› ve toplu sözleflme hakk›na sahip olduklar› için” devlet vesayetine ilk grup iflçiler kadar göbekten olmasa da en az›ndan “dolayl› olarak”36 ba¤l›yd›. Görüldü¤ü gibi Cumhuriyet Türkiye’sinin yaklafl›k ilk altm›fl y›l› “bürokratik devlet vesayeti alt›nda örgütlenmifl”, ara s›ra kriz zamanlar›na sekteye u¤rasa da askeri müdahaleler ile “rot balans ayar› verilen”, biri hakem say›lmak üzere üç kesimli (burjuvazi, bürokrasi ve hakem devlet) korporatist bir yap›n›n inflas›yla geçmifltir. Ancak “1979 petrol flokunun” da etkisiyle zaten sürekli ertelen- 1 30 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY di¤i için potansiyel enerjisi artan “kriz” iktisadi, siyasi ve sosyal tüm unsurlar ile bir anda patlam›fl ve bürokratik devlet akl› son müdahalesini gerçeklefltirdi¤i 1980 Eylülünden sonra belirleyici konumunu yavaflça terk etmeye bafllam›flt›r. Esasen 1980’ler ve sonras›, bahsedilen akl›n kademe kademe dünya konjonktürüne yenik düfltü¤ü y›llar olmufltur. B. Neo-Liberal Dönüflüm ve Yeniden Yap›lanma 1980 sonras› Türkiye’sine kuflbak›fl› bak›lacak olursa devlet, piyasa, ekonomi, ulus, toplum ve birey gibi temel olgu ve yap›larda; bunlar›n alg›lanmas›nda, analiz ve de¤erlendirilmelerinde ciddi bir dönüflümün yafland›¤› hemen göze çarpacakt›r. Bu dönüflümün h›z› ve fliddeti hakk›ndaki yorum ve düflünceler farkl› olsa da, kendisi varl›¤› inkar edilemeyecek kadar hayat›m›z› etkilemifltir ve etkilemektedir. Bu dönemde; devlet ve bürokrasi, piyasan›n temel belirleyicisi olma konumunu ve devletçi politikalar› terk etmifl ve özellikle bürokrasi, iktisadi ve sosyal süreçler üzerindeki kontrol gücünü yitirmifl ve zamanla konumunu “özel sektörcü” teknokrasiye b›rakm›fl; burjuvazi biraz c›l›z da olsa bir s›n›f bilinci ve kolektif tav›r gelifltirerek politik karar alma süreçlerini etkileyecek hale gelmifl; iflçi kesimi –tersine- mevcut örgütlülük düzeyini bile koruyamadan rekabetçi serbest piyasan›n çetin koflullar›yla bafl bafla kalm›fl ve s›n›f bilincini yitirmifl37; siyasal alan, s›n›fsal ayr›flmaya dayal› politika ekseninden “sivil toplum” söylemiyle hareket eden ve çok say›da bask› ve ç›kar grubundan oluflan bir rant kollama düzlemine dönüflmüfl, yani “plüralist bir yap›ya” bürünmüfltür. Kültürel manada tam anlam›yla bir “ depolitize38 tüketim toplumu” yarat›lm›fl ve buna paralel olarak da ekonomi giderek liberallefltirilmifltir. Bu dönemi tarif eden temel kavramlar›; liberalleflme ve özellefltirme, deregülasyon, küçük devlet, sivilleflme ve sivil toplum, bireysel özgürleflme fleklinde s›ralayabiliriz. fiimdi bu flekilde özetledi¤imiz sürece yak›ndan bir göz atal›m. 1. ‹ktisadi Liberalleflme ve Kamu Ekonomisi Türkiye'nin 1970’lerin sonlar›nda içine düfltü¤ü bunal›m, sermaye birikim sürecinin yeniden yap›land›r›lmas› gere¤ini tüm boyutlar›yla gündeme getirmifltir. Bunal›m›n en temel iki göstergesi, çok yüksek oranl› bir enflasyon ve döviz darbo¤az› olmufltur. Bunlar›n sonucunda ise sanayide kapasite kullan›m› çok düflük oranlara inerken kaynaklar üretken alanlardan spekülatif ve ticari alanlara kaymaya bafllam›flt›r. Sonuç olarak, içe dönük sermaye birikim sürecinin s›n›rlar›n› belirleyen bunal›m, bir yandan ülke içinde sanayi sermayesi birikiminin sürmesini, di¤er yandan da geçeri iflbölümü içerisinde dünya sistemi ile olan iliflkiler a¤›n›n sürmesini tehdit eder hale gelmifltir.39 ‹flte bu bunal›mdan kurtulmak için al›nan liberalleflme program› da bu ba¤lamda okunmal›d›r. Birikimin azald›¤› ve do¤al olarak vergi gelirlerinin de düfltü¤ü bir ortamda eski devletçi ve bask›c› politikalar zaten uygulanamazd›. Bu sebeple Türkiye, 1980’li y›llarla birlikte ödemeler dengesi krizini, ihracata dayal› büyümeyle aflmay› amaçlayan ve uzun vadede tam bir liberalleflmeyi hedefleyen bir ekonomi program› uygulamaya bafllam›flt›r. 24 Ocak Kararlar› diye an›lan bu program›n hedefi, bir yandan ulusal ekonominin birikim ve kaynaklar›n›n da¤›l›m mekanizmalar›nda piyasa fiyatlar›n›n ana belirleyici unsur olmas›, di¤er yandan da dünya piyasalar›yla eklemlenmeyi sa¤lamaya ve mal-hizmet ihracat›n› artt›rmaya yönelik, yo¤un bir devlet deste¤i (devlet üretimi veya müdahalesi de¤il) ile sürdürülen d›fla aç›lma stratejisidir. 24 Ocak kararlar› ile serbest faiz politikas›; düflük tar›msal fiyatlar; sürekli devalüasyonlar do¤rultusunda iflletilen günlük kur ayarlamalar›na ba¤l› ve zaman içinde serbestlik derecesi artt›r›lan bir kambiyo rejimi; ithal kotalar›n›n kademeli olarak kald›r›lmas›na dayal› liberasyona yönelmifl bir ih- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 31 racat rejimi; teflvik ve sübvansiyonlarla desteklenen ihracat sektörü, imalat sanayi ve temel mallara yönelik kamu yat›r›mlar›n›n giderek azalt›lmas› ve baz› K‹T’lerin özellefltirilmesi; ücretler ve memur maafllar› için s›n›rlay›c› gelir politikalar›n›n uygulanmas› ve iç talebin daralt›lmas›; yabanc› sermayeyi özendirici önlemlerin al›nmas›; enflasyonu önlemek için s›k› para politikas› ve kamu harcamalar›n›n k›s›lmas› gibi önlemleri içermifltir. Hemen anlafl›laca¤› gibi tüm bu tedbirler esasen iki eksen üzerine oturtulmufltur (veya iki temel amaca yönlendirilmifltir): a)Kamu kesiminin küçültülmesi ve özellefltirme; b)ticari ve finansal serbestleflme. a. Kamu Kesimi ve Özellefltirme Önceki bölümlerde de¤indi¤imiz gibi, ulusal bir sermaye s›n›f› yaratma saikinden hareketle ekonomide temel yönlendirici rolünü üstlenen kamu kesimi, 1980’den sonra, özel kesimi piyasadan d›fllayacak ölçüde büyüdü¤ü gerekçesiyle bu yönlendirici konumundan giderek çekilmeye bafllam›flt›r. Ancak ülkemizin kamu kesimi büyüklüklerine bakt›¤›m›zda bu gerekçeye ihtiyatla yaklaflmam›z gerekti¤ini görürüz. Bu durum Tablo-1’den de takip edilebilir. ‹lgili tabloda; KBH, konsolide bütçe harcamalar›n›; FÖ, faiz ödemelerini; BBH, birincil bütçe harcamalar›n›; M‹H, mahalli idarelerin toplam harcamalar›n›, GDH, genel devlet harcamalar›n›; FDGDH ise faiz d›fl› genel devlet harcamalar›n› belirtmektedir. Tablo 1: Türkiye’de 1980 Sonras› Kamu Kesiminin Ulusal Ekonomideki A¤›rl›¤› Dönem [1] [2] [3] [4] [5] [6] KBH FÖ BBH M‹H GDH FDGDH GSMH GSMH GSMH GSMH GSMH GSMH (1+4) (3+4) (1-2) 1980-1983 19.89 1.71 18.18 1.39 21.28 19.57 1984-1991 18.10 5.06 13.04 2.33 20.33 15.37 1992-1996 23.96 7.59 16.36 3.47 27.43 19.83 1997-2003 36.13 15.40 20.73 4.35 40.48 25.08 1980-2003 24.80 8.04 16.76 3.03 27.11 19.85 Kaynak: DPT, 1950-2003 Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2004 1 32 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY Görüldü¤ü gibi 1980 sonras› genel devlet harcamalar›n›n GSMH’ye oran› ortalama %27.11 düzeyindedir. Yüksekli¤inden flikayet edilen bu de¤erin OECD ortalamas› %40.8, G-7’ler ortalamas› %39.5, Küçük OECD ülkeleri ortalamas› %48.9 ve AB ortalamas› %50.1’dir. Bu bak›mdan de¤erlendirildi¤inde ülkemizdeki kamu kesimi a¤›rl›¤›n›n o kadar da yüksek olmad›¤› sonucuna ulaflabiliriz. Esasen Türkiye’de ne 1980 öncesi, ne de sonras›ndaki dönemde bütçenin GSY‹H içindeki pay› [ve do¤al olarak genel devlet harcamalar›n›n pay›] geliflmifl ülkelerdekine yaklaflabilmifl de¤ildir.40 Hatta bu oran liberal akl›n kalesi say›lan Amerika Birleflik Devletleri’nde dahi %30’un üzerindedir. ‹flin ilginç yan› ise vergi cephesinde görülmektedir. 1980 öncesi GSMH’ ye oran› ortalama %15 olan “vergi yükü” (parafiskal hariç) bu tarihten sonra istikrarl› bir biçimde yükselmifl ve 1980-2003 aras› (özellikle 1990’lardan sonra %20’nin üzerinde yerleflmifltir) ortalama %18 civar›nda gerçekleflmifltir. Bununla birlikte, esasen, artan borç faiz ödemelerine paralel olarak vergi yükünde bir art›fl›n olmas› gayet do¤al bir durumdur. Buraya kadar resmetmeye çal›flt›¤›m›z dönüflüm sürecini nesnel bir bak›fl aç›s› ile okudu¤umuzda görüyoruz ki, mevcut süreçte toplam kamusal harcamalar artmakla birlikte bu art›fl büyük oranda faiz ödemelerindeki yükselmeden kaynaklanmaktad›r. Vergi yükündeki art›fl ise, devlete borç veren yüksek gelir grubundaki kiflilere yap›lan faiz ödemelerinin, k›smen refinansmana gidildikten sonra, k›smen de toplumun üzerindeki vergi yükü artt›r›larak finanse edildi¤i ve bunun da, toplumun tümünden, belirli bir kesime kaynak aktar›m› anlam›na geldi¤inin göstergesidir (ki toplam vergi tahsilat› içerisindeki “kurumlar vergisi” oran›n›n yaklafl›k ortalama %9-%10 gibi oldukça düflük bir seviyede oldu¤u düflünülürse bu kayna¤›n kimlerden al›n›p kimlere aktar›ld›¤› da daha iyi anlafl›lacakt›r).41 Asl›nda liberal mant›k aç›s›ndan kamu harcamalar›n›n seviyesi veya vergi yükü ve bileflimi ifllevsel aç›dan fazla bir anlam tafl›mamal›d›r. Çünkü kamu sektörünce özel kesime gördürülen hizmetler ve sundurulan mallar›n bedeli de kamu hesaplar›nda görünece¤inden, bu hesaplar yan›lt›c› olabilecektir. Bu bak›mdan esas kriter pazarlanabilir mal ve hizmetlerin üretiminde devletin a¤›rl›¤›d›r. Dolay›s›yla liberal güdüyle hareket edildi¤inde devletin bu a¤›rl›¤›na son verilmesi gerekmektedir. Bunun iki yolu vard›r; ya devlet yat›r›mlar› mümkün oldu¤unca geri çekilecek yada ilgili sektörler özellefltirilecektir. Yat›r›m harcamalar› gerçekten de istikrarl› bir flekilde afla¤› çekilmifltir. Yat›r›m harcamalar›n›n konsolide bütçe harcamalar›na oran› 1980-1983 aras›nda %20.55 iken bu oran 1984-1991 aras› %17.6’ya, 1992-1996 aras› %9.43’e ve 1997-2003 aras› ise %3.8’e düflmüfltür. Özellefltirmede ise oluflturulan hukuki altyap› sonucu 1985-2002 aras› yaklafl›k olarak 8 milyar dolar özlefltirme ifllemi gerçeklefltirilmifltir. Ancak bu tutar›n hepsi do¤rudan devletin kasas›na girecek olan haz›r para de¤ildir. Çünkü 1985’ten 1993’e kadar yap›lan özellefltirmelerde, özellefltirme giderleri gelirlerini aflm›fl ve özellefltirme hesab› dengesi aç›kla kapanm›flt›r. Ayn› durum 1996, 1998, 1999 ve 2002 y›llar› için de geçerlidir. Görüldü¤ü gibi elde edilen sonuç ülkemizin özellefltirme politikas›nda yeterince baflar›l› olmad›¤›n› göstermektedir. Asl›nda “ülkemizde özellefltirme hep söylem temelinde kal›rken, uygulama söylemlerle eflzamanl› götürülememifltir.”42 b. Ticari ve Finansal Serbestleflme “1980’e kadar sermayenin toplam döngüsünün ülke düzeyinde iflleyifline egemen olan sermaye- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 33 ler, ne zaman ki bu olanaklar›n s›n›rlar›na geldiler, bu aflamada dünya ölçe¤inde iflleyen mekanizmaya kat›lma ihtiyaç/zorunlulu¤unu da varolma mücadelesi olarak kabul etmek zorunda kald›lar.”43 Bu küresel dünya ekonomisine entegrasyon anlam›na gelmektedir ve bunun yolu da ihracata yönelik sanayileflme çerçevesinde liberalleflmedir. Bu amaçla ilkin 24 Ocak kararlar›yla ticari liberalleflmenin önü aç›lm›fl daha sonra al›nan tedbirlerle de finansal serbestleflme yoluyla ticari liberalleflmeye koflut ve bunu tamamlayacak likidite ak›fl› sa¤lanm›flt›r. Ticari liberalleflmeye yönelik ilk ad›mlar 2976 say›l› D›fl Ticaretin Düzenlenmesi Hakk›nda Kanun ile 3218 say›l› Serbest Bölgeler Kanunu’dur. Bu süreçte 1980 Uyum Politikas› Paketi ile; Türk liras›n›n döviz kuru karfl›s›nda de¤er kaybetmesine izin verilmifl, ihracatç›lara do¤rudan ödeme yap›lm›fl, tercihli ve sübvansiyonlu ihracat kredileri verilmifl, ithal girdilere vergi muafiyeti getirilmifl ve ihracatta kurumlar vergisi indirimleri getirilmifltir. Ayr›ca 1980 y›l›nda ithalat üzerindeki damga vergisi %25’ten %1’e indirilmifl 1981’de kotaya iliflkin düzenlemeler kald›r›lm›flt›r. 1985 y›l›nda ise ithalat› yasaklanan 500 ürünün üçü d›fl›nda hepsi serbest b›rak›lm›flt›r. 1990’da da ithalatta teminat yat›rma ve izin belgesi zorunlulu¤u kald›r›ld›. 1996’da Gümrük Birli¤i’ne girifl ile de süreç kemale ermifltir.44 Finansal serbestleflme ise 1980 y›l›nda faiz oranlar› üzerindeki devlet denetiminin (tavan de¤erlerin) kald›r›lmas› ile bafllam›fl ve Türk liras›n›n ihracata dönük olarak s›kça devalüe edilmesiyle devam etmifltir. 1981’de Sermaye Piyasas› Kanunu’nun kabulü, 1982’de ise Sermaye Piyasas› Kurulu’nun kurulmas› ve 1984 tarihli 30 Say›l› Kararname’nin yürürlü¤e girmesi ile sermaye-para dolafl›m›n›n yap›sal ve kurumsal altyap›s›n› haz›rlam›flt›r. Bu dolafl›m›n tamamen serbestleflmesi ise Türk finansal sisteminde köklü bir kopufl ve dönüflümü ifade eden 32 Say›l› Kararname ile gerçekleflmifltir. Bu kararla ulusal düzeyde her türlü döviz, menkul ve gayrimenkul al›m sat›m› uluslar aras› finansal iflleme aç›lm›fl ve sermaye-paran›n Türkiye’ye girifl ve ç›k›fl› önünde hiçbir engel kalmam›flt›r. Yukar›da s›ralanan tüm serbestlefltirme çabalar› asl›nda istenen finansal derinleflmeyi (yani para ve sermaye piyasalar›n›n yat›r›mla tasarruf aras›nda arac› olma ifllevini yerine getirecek yetkinli¤e ulaflmas›n›) sa¤layamam›flt›r. Örne¤in ihraç edilen menkul k›ymet kompozisyonuna bak›ld›¤›nda, söz konusu toplam›n hemen tamam›n›n kamu kesimine ait oldu¤u anlafl›lmaktad›r… 1990’lar boyunca kamu kesimi finansal araçlar›, toplam menkul k›ymet ihrac›n›n %95-97’sini oluflturmufltur.45 Finansal serbestleflmenin bir di¤er riski ise ulusal ekonomiyi spekülatif sermaye hareketlerine aç›k hale getirmesidir. “…[S]pekülatif k›sa vadeli sermaye hareketlerine aç›lan bir ekonominin temel ikilemi, bir yandan makro-finansal dengenin sa¤lanmas› için reel faiz haddini, TL’nin yabanc› dövizler karfl›s›ndaki afl›nma haddinin üstünde tutma gereklili¤i, di¤er yandan da dövizde ulusal paran›n afl›r› de¤erlemesi sonucu d›fl ticarete aç›k üretici sektörlerin gerilemesi olgusudur. Yüksek reel faiz-afl›r› de¤erli ulusal para politikas›na s›k›flan ulusal ekonomide kullan›labilir fonlar sabit yat›r›mlara yönelmek yerine tüketim ve ithalat patlamas›na dönüflmekte ve cari ifllemler a盤›n› tehlikeli biçimde yükseltmektedir.”46 2000 ve 2001 krizlerinin ard›ndaki temel mekanizma da budur. Esasen özellikle azgeliflmifl ülkelerin bu k›s›rdöngüden kurtulabilmeleri oldukça güçtür. Çünkü “finansal yay›lma/geniflleme (expansion) her durumda iki e¤ilim yarat›r. Bir yandan kapitalist aktörler; mevcut ticaret ve üretim kanallar› vas›tas›yla karl› bir biçimde yeniden yat›r›ma dönüfltürülebilecek sermaye miktar›n›n üzerinde ve afl›r› biriken sermayeye, elde ettikleri artan nakit gelirlerini likit halde tutarak,yan›t verirler. Bu tutum “finansal yay›lman›n arz koflullar›” dedi¤imiz e¤ilimi yarat›r –ki 1 34 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY bu durumda yüklü miktarda afl›r› birikmifl likidite, araçlar vas›tas›yla spekülasyon, borç verme ve alma gibi yöntemler için haz›r bekler. Di¤er yandan ulusal organizasyonlar ise [ulus devletler ve di¤er ulusal iktisadi organizasyonlar] ticaret ve üretimdeki genifllemede görülen yavafllamadan kaynaklanan s›k› bütçe bask›lar›na, finansal piyasalarda biriken sermaye için birbirleriyle rekabet ederek cevap verirler. Bu tutum da “finansal yay›lman›n talep koflullar›” dedi¤imiz e¤ilimi yarat›r. Geçmiflte ve günümüzde yaflanan bütün finansal yay›lmalar bu iki e¤ilimin -e¤er eflitsiz bir durumda iseler- eklemlenmesinin bir sonucudur…Her finansal yay›lmada devletin bir krizi vard›r.”47 2. Ulus Devlet ve Siyaset Bu bölümün içeri¤ini, yani ulus devlet ve siyaset yap›s›nda, alg›s›nda ve iliflkisindeki dönüflümü takip ve tahlil edilebilmesi için bizce öncelikle iktidar alg›s› ve biçimindeki de¤iflimin iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Bu ba¤lamda üç farkl› iktidar tan›m›ndan söz edebiliriz. Bunlar, geleneksel (s›f›r toplaml›) iktidar anlay›fl›, araçsal iktidar anlay›fl› ve merkezsiz iktidar/k›lcal-damar yaklafl›m›d›r. a. Geleneksel (S›f›r Toplaml›) ‹ktidar Anlay›fl› Bu tan›m Talcott Parsons’a aittir. S›f›r toplaml› iktidar anlay›fl›na göre iktidar, kuvvet kullanma tekeline sahip olmakt›r. Bu ba¤lamda toplum bu gücü elinde bulunduranlarla bulundurmayanlar olarak iki kesime (s›n›fa, tabakaya, gruba) ayr›lm›flt›r. Bir taraf›n bu ayr›cal›¤a sahip olmas› di¤er taraf›n sahip olmamas› pahas›na gerçekleflmektedir. ‹ktidar›n s›f›r toplam› olma özelli¤i de buradan kaynaklanmaktad›r. Çünkü bir taraf›n iktidar alan›n›n genifllemesi otomatik olarak di¤er tarafta iktidar›n oransal olarak azalmas›na yol açmaktad›r. Bunun sonucu da “...her türlü iktidar kullan›m›n›n k›smi ç›karlara hizmet eden bir fley olarak görüldü¤ü bir perspektif”tir.48 Aristo’dan Pareto’ya, Marx’tan C.W.Mills’e kadar iktidar üzerinde çal›flm›fl olan birçok bilim adam› ve düflünürün iktidar› alg›lama biçimi de bu model dahilindedir. Aralar›ndaki temel fark ise iktidar›n kullan›m sürecinde rol alan aktörlerin tan›m› ve bu aktörlerle iktidar aras›ndaki iliflkinin (veya örtüflmenin) ele al›n›fl biçimidir. Sözgelimi Vilfredo Pareto, kendi faaliyet dallar›nda en yüksek endekslere sahip olanlar› bir katman olarak düflünerek buradan hareketle toplumun seçkin olmayanlar ve yönetici seçkinler ile yönetici olmayan seçkinler olarak iki tabakadan olufltu¤unu ileri sürmüfltür. ‹ktidar sahibi olanlar ikinci grupta bulunanlard›r (yönetici olmayan seçkinler ve yönetici seçkinler).49 Gaetano Mosca ise daha önce toplumu yöneten ve yönetilen s›n›f olarak ikiye ay›rm›fl ve do¤al olarak iktidar› kullanma gücünü yöneten s›n›fa atfetmifltir. ‹ki görüfl aras›ndaki temel fark ise Pareto’nun her toplumda yönetenyönetilen ayr›m›n›n görülece¤ini iddia etmesine ra¤men Mosca’n›n demokratik toplumlarla di¤er siyasal örgütlenme biçimlerinde yönetenlerle yönetilenler aras›ndaki iktidar iliflkisinin farkl›laflaca¤›n› ileri sürmesidir. Mosca, demokratik toplumlarda di¤erlerinden farkl› olarak yönetenlerle yönetilenler aras›nda karfl›l›kl› bir etkileflimin varl›¤›n› kabul eder.50 Yukar›da bahsetti¤imiz yöneten-yönetilen ayr›m› esasen Marksizm’in s›n›f temeli yaklafl›m›na karfl› (alternatif olarak) ileri sürülmüfltür. Mant›¤› da basittir: s›n›f temelli yaklafl›ma göre devlet (dolay›s›yla iktidar) burjuvazinin kendi sömürü düzenini sürdürmek için kulland›¤› bir “araç”t›r. Gerçi bu “araç olma”n›n derecesi de Marksistler aras›nda ihtilaf konusu olmufltur. Özellikle Miliband ile Paulantzas aras›nda görülen uzun soluklu tart›flma meflhurdur. Miliband, iktidarla burjuvazi aras›ndaki iliflkiyi; yürütme erkinin çok önemli bir k›sm›n› elinde tutan bürokrasiyle burjuvazi aras›ndaki 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 35 ba¤› “organik” olarak tan›mlay›p bu argüman›n› bürokratlar›n çok büyük bir k›sm›n›n burjuvazi ç›k›fll› oldu¤unu ileri sürerek; desteklemeye çal›flm›fl olmas›na ra¤men Paulantzas böyle organik bir iliflkiden bahsedilemeyece¤ini, bahsedilse bile bu tür bir iliflkinin varl›¤›n›n önem tafl›mad›¤›n› ve bunun sebebinin de devletin son tahlilde (“in the final analysis”) yine burjuvazinin yarar›na olacak bir “görece özerkli¤e” sahip oldu¤unu ileri sürmüfltür.51 Miliband’›n görüflü “Araçsalc› Marksizm”, Paulanizas’›nki ise “Yap›sal Marksizm” olarak bilinegelmifltir. Görüldü¤ü gibi Marksizm’in en yumuflak hali bile son tahlilde de olsa devleti burjuvazinin hizmetinde olan bir yap› olarak tan›mlam›flt›r. Ancak böyle bir tan›m do¤al olarak burjuvazinin kendi içerisindeki ç›kar çat›flmalar›n› ve sosyalist rejimlerde görülen bürokratik yap›lanman›n, düzen içerisinde s›n›fsal olmayan bir tabalaflmaya yol açt›¤› gerçe¤ini görmezden gelmifltir. Yöneten-yönetilen, seçkin-seçkin olmayan tarz› yaklafl›m›n en önemli ve kapsay›c› kuramc›s› C.Wright Mills’dir. Mills’in görüflleri yukar›da de¤indi¤imiz Pareto ve Mosca’n›n görüfllerine paralel, asl›nda onlar›n sistematik halidir diyebiliriz. Buna göre iktidar sahipleri (iktidar seçkinleri) kendi isteklerini seçkin olmayanlar›nkine ra¤men daha do¤rusu seçkin olmayanlar›n istekleri pahas›na gerçeklefltirir. Tam da bu noktada Parsons’un elefltirisiyle karfl›lafl›r›z. Parsons bu yaklafl›m› “S›f›r toplaml›” olarak tan›mlar ve alternatif olarak “araçsal iktidar [adland›rma bize ait] anlay›fl›yla iktidar› yeniden tan›mlar.52 b. Araçsal ‹ktidar Anlay›fl› Persons’a göre s›f›r toplaml› iktidar yaklafl›m› kesinlikle hatal›yd›. Çünkü nas›l ki ekonomide bir taraf›n servetindeki art›fl di¤erlerinin pahas›na gerçeklefliyorsa iktidar›n paylafl›m›nda da bir taraf›n elinde bulunan iktidar di¤erlerinin elinde bulunmayana tekabül ediyordu. Ancak bu durum son tahlilde toplumun bir bütün olarak belirledi¤i amaçlar›na ulaflmas› sonucunu da beraberinde getiriyordu. ‹flte kendisinin iktidar›n olmazsa olmaz koflulu olarak gördü¤ü “meflruiyet” ve “otorite”yi sa¤layan da buydu. Persons’a göre nas›l ki para toplum taraf›ndan “tedavül arac›” olarak görülüyor ve bu yüzden de meflruiyet kazan›p dolafl›mda duruyorsa iktidar da toplumun geliflme amac›n›n bir “arac›” oldu¤u için oldu¤u yerde duruyordu.53 ‹nsanlar varolan iktidar yap›s›na tahammül ediyorlarsa bunun sebebi “kuvvet kullan›m›” de¤il kolektif amaçlara ulaflmak için ona ihtiyaç duymalar› ve “r›za göstermeleriydi.” ‹ktidar meflruiyet kazanm›fl otoriteden do¤uyordu ve “gayri meflru iktidar” diye bir fley yoktu ve olamazd›.54 Dolay›s›yla kuvvet kullan›m› iktidara r›za gösterilmesini sa¤layan yollardan yaln›zca biriyi. “Demek ki Parsons’un iflaret etmeye çal›flt›¤› fley, iktidar kullan›m›n›n genelde bir iktidar iliflkisi içindeki her iki taraf›n da istedi¤i amaçlara ulafl›lmas›n› sa¤layan bir vas›tay› temsil etti¤iydi. Bu anlamda bir iktidar sistemi yaratman›n ille de bir taraf›n istek ya da ç›karlar›n› zorla bir baflka taraf›nkine tabi k›lmay› gerektirmedi¤i aç›kt›r. ‹ktidar kullan›m›n›n bask› ya da sömürüyle ba¤lant›l› olmas› da kaç›n›lmaz de¤ildir. fiuras› gayet aç›kt›r ki her türlü grupta tan›mlanm›fl liderlik konumlar›n›n varl›¤› grup üyelerinin ço¤unlu¤u taraf›ndan arzu edilen amaçlara ulaflmak için kullan›labilecek olan iktidar› yarat›r”.55 Parsons’un meflruiyet üzerine yapt›¤› vurgu ve bu ba¤lamda, güç ve sömürüyü esas alan s›f›r toplaml› iktidar yaklafl›m›na getirdi¤i elefltiri olumlu ve yerinde olsa da bu husustaki afl›r› iyimserli¤inin de dikkatten kaçmamas› gerekti¤i kanaatindeyim. ‹ktidar› tamamen meflruiyete indirgemek, bask›n›n da uzun süre karfl› koyulamad›¤›nda “kendili¤inden meflru” bir ortama yol açabilece¤i gerçe¤ini görmezden gelmek olacakt›r. Uluslararas› iktidar dengelerine bir göndermede bulunacak olur- 1 36 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY sak bugünlerde gündemde olan ABD’nin olas› Irak sald›r›s›n›n gayet meflru görüldü¤ünü varsayd›¤›m›zda (ki Parsons’a göre e¤er meflru de¤ilse ortada bir iktidar iliflkisinden de bahsedilemez) bu meflruiyetin temelinde neyin oldu¤u sorusu, Parsons’un bak›fl aç›s›ndan de¤erlendirildi¤inde, yan›ts›z kalmaktad›r. Ayn› flekilde Türkiye’de yaflanan ve 28 fiubat olarak an›lan süreç meflru görülmek zorunda kal›nd›¤›ndan, iktidar›n kendili¤inden meflru yan›n› vurgulam›flt›r. Bir baflka husus da Parsons’›n kuram›n›n bilinçli ya da bilinçsiz bir flekilde iktidar iliflkilerine etki eden lobicilik veya perde arkas› görüflmelerini yok sayd›¤› gerçe¤idir. Bu da asl›nda oldukça çetin pazarl›k ve mücadelelere sahne olan iktidar alan›n› gere¤inden fazla temiz, fleffaf ve masum göstermektedir. Oysa plüralizm böyle olmayan gerçe¤in kuram›d›r. Çünkü toplum homojen bir yap›da de¤ildir. c. ‹ktidar›n Merkezsizleflmesi ve Heryerdeli¤i Foucault’nun iktidar olgusuna yaklafl›m› diyalektik veya makro-düzeysel de¤ildir. O daha çok iktidar›n hem kamusal alan› hem de özel alan› içeren mikro-düzey yans›malar›yla ilgilenmifltir. Foucault iktidarla bilgi aras›nda bir iliflki kurmufl ve yüceltilen bilgi/bilimin asl›nda iktidar›n bir parças›n› (daha do¤rusu esas›n›) teflkil etti¤ini ileri sürerek (z›mni olarak da olsa) bilgi toplumu olarak an›lan toplumsal düzende do¤al olarak sosyal iliflkilerin de iktidar›n bir parças› oldu¤unu daha do¤rusu bu iliflkilerin iktidar›n kendini gerçeklefltirmesinin en önemli arac› oldu¤unu iddia etmifltir. Bu ba¤lamda güç kullan›m› bilgiyi gerektirdi¤i gibi bilgi ayg›tlar›n›n üretimini de teflvik eder.56 Foucault, bu yüzden iktidar›n sadece kurumsal d›flavurumlar›yla (meclis, parti, polis, hukuk, hükümet gibi) tan›mlanamayaca¤›n› savunmufltur. Böyle bir tan›mlamay› “hukuki” (judicial) olarak nitelendirmifl ve iktidar› bu tan›mla kendi ç›karlar›n› hayata geçirebilmek için bir aktör veya aktörler kümesi taraf›ndan sahip olunan ve baflkalar› üzerinde bilinçli olarak uygulanan bir fley olarak tarif etmek yerine “iktidar iliflkileri” üzerine e¤ilmifl ve bu ba¤lamda da iktidar›, bir iliflkiler yuma¤› (toplumsal iliflkiler) içerisindeki yans›malar›ndan hareketle tan›mlam›flt›r. Buna göre iktidar›n daima do¤rudan do¤ruya ikili ya da yukar›dan afla¤›ya do¤ru iliflkileri içerdi¤ini kabul etmek de do¤ru de¤ildir.57 Bu aç›dan iktidar; aile, okul, hapishane, hastane, cinsellik gibi birçok alana s›zm›fl ve buralarda kendini yeniden üretir hale gelmifltir. K›sacas› iktidar bir kuruma bir gruba veya bir s›n›fa ait de¤ildir. O toplumsal yaflam›n en ücra köflelerine kadar bir k›lcal-damarlar yuma¤› gibi yay›lm›flt›r. Örne¤in birine deli yaftas›n›n tak›lmas› iktidar›n eyleme geçmesi olarak yorumlan›r (ki Foucault’ya göre iktidar eyleme geçti¤i zaman varolur). Bu eylem ise bilgiyi (t›p, psikiyatri, psikoloji) gerektirir. Foucault, ço¤u kifli taraf›ndan iktidar›n kullan›m› olarak görülen yönetime de oldukça farkl› yaklaflmaktad›r ve iktidar ile iliflkisine flöyle de¤inmektedir. “...Sorunumuz flöyle de dile getirilebilir. Hedefin, uygulad›klar› alan›n, baflvurduklar› arac›n ve eyleyen öznenin, kiflinin kendisi oldu¤u eylemler gerçeklefltirerek kendiyi nas›l yönetmeli?... (Yönetimselli¤in) iki hedefi vard›[r]. Bu hedefler iktidar konusundaki yayg›n kavramlar›n (iktidar denilen fley, kayna¤›n› oluflturdu¤u bir merkez çerçevesinde örgütlenmifl ve teklefltirici ama ayn› zamanda iç dinami¤iyle her zaman yay›lmaya yönelik bir sistem olarak bulan›k bir biçimde düflünülüyordu) gerekli elefltirisini yapmak ve iktidar› bireyler ile gruplar aras›ndaki stratejik iliflkiler alan› olarak yorumlamaktad›r.”58 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 37 Görüldü¤ü gibi Foucault, iktidar›n yerine iktidar iliflkilerini, yönetim yerine ise yönetimselli¤i geçirmifltir. Bu, iktidar anlay›fl›nda oldukça farkl› bir yaklafl›md›r. Çünkü iktidar›n hukuki tan›m› iktidar›n bileflenleri (parti, bask› gruplar›, bürokrasi, hukuk gibi) aras›ndaki iliflki ve etkileflimleri analiz etmeyi zorlaflt›rmaktad›r. Bu ba¤lamda Foucault’nun kafl› ç›kt›¤› hukuki tan›mdan hareketle örne¤in bask› gruplar›n›n iktidarla olan iliflkisini bilimsel bir yöntemle analiz etmek güçtür. Çünkü bu iliflkiler gerek politik gerekse hukuksal alanda kendilerini aç›kça göstermezler. Görüldü¤ü gibi iktidar›n tan›m ve tarifindeki ayr›m›n kayna¤› bu iliflkiler bütününün toplum veya toplumun belirli kesimleri karfl›s›ndaki konumudur. Devlet örgütlenmesinde cisimleflen iktidar bazen hakem (“görece özerk”, korporatist), bazen taraf (liberal-plüralist) olabilmektedir. Peki neden devlet baz› dönemler özerk bir yap›ya bürünürken baz› dönemlerde de grup (veya s›n›f) müdahalesine veya etkisine aç›k hale gelmektedir? Cevab› aç›kt›r: Bir yap› olarak devlet kendini yeniden üretebilmek için birikim sürecine, birikim süreci ise kendi süreklili¤i aç›s›ndan devlete ihtiyaç duyar. Daha önce de ifade etti¤imiz gibi devlet daima vergiye, sermaye ise sürekli birikime ihtiyaç duyar. Dolay›s›yla kapitalizmin kendi iç çeliflkilerinden kaynaklanan kriz dönemlerinde devlet, birikim sürecinin imdad›na yetiflir ve beklide kapitalizmin kendisini kapitalistlerin afl›r› kar h›rs›ndan kurtarabilmek için sürece müdahale eder. Merkantilist ve Keynezyen dönemlerde olan budur. ‹flte bu iki dönem aras›nda ve sonras›nda tekrar liberal dönemlerin yaflanmas› da, müdahaleci ve liberal politikalar›n birikim süreci taraf›ndan ihtiyaca göre ve selektif olarak kullan›ld›¤› (yani liberalleflmeden müdahaleci¤e veya aksi yönde istikrarl› bir evrimin/dönüflümün olmad›¤›) tezimizi desteklemektedir. Ancak ilginç olan fludur ki küresel dönem olarak adland›rd›¤›m›z süreç hem yukar›da s›ralad›¤›m›z iktidar alg› ve türlerinin hem de iktidar›n toplum karfl›s›ndaki konumunu tan›mlayan iktidar ilifllilerinin tümünü bünyesine alm›flt›r.59 fiöyle ki piyasalar ve ulusal ekonomi üzerindeki devlet kontrolünün yüceltilmesi iktidar›n araçsall›¤›na (Parsons) ve iliflkideki korporatizme delalet eder. Bununla birlikte, devletin iktisadi teflebbüslerinin gözden ç›kar›lmas› ise s›n›fsal bir “taraf olma” biçimidir ve sistemin ve sürecin liberal yönüne iflaret etmektedir. Sendikan›n biricik kolektif eylem organizasyonu olma fonksiyonunu yitirip bu konumunu di¤er sivil toplum kurulufllar›yla paylaflmas›, asl›nda birçok sivil toplum örgütünden yaln›zca biri haline gelmesi, iktidar iliflkisinin plüralist yap›s›na iflaret eder. Bu kaygan alg›lama evreninin kamuoyu yönlendirmeleriyle ve medya ve tüketim kültürü arac›l›¤› ile sürekli yeniden yarat›lmas› süreci ise bizi Foucalt’ya götürür. Bu karmafl›k süreçte kavramlar› ve mant›klar› birbirine kar›flt›rmadan gözlemlenebilen tek olgu ise birikim sürecinin devam etti¤i gerçekli¤idir. Bu ba¤lamda, küreselleflmenin Türkiye’de ulus devlet ve alg›lan›fl biçimi üzerindeki etkileri bu perspektiften okunmal›d›r. Ancak Türkiye’yi ay›ran özellik, merkezi devletin, modern refah devleti uygulamalar›na da benzemeyen “paternalist” niteli¤iyle, oynad›¤› rolle ilgilidir.60 Türkiye’de devlet ayn› zamanda “kutsald›r”. ‹flte bu yüzden devletin minimalize olma süreci oldukça sanc›l› geçmektedir. Konjonktürel zorunluluk gere¤i, devlet, teknokratik “akl›n yolu bir” mant›¤›yla küçüldükçe, kitleler kendilerini terkedilmifl hissetmekte ve ,Türkiye’de marjinalleflmek a¤›r bedeller gerektirdi¤inden, muhafazakarlaflmaktad›r. Ancak Türkiye kapitalizmi aç›s›ndan, neo-liberal politikalar›n, sisteme muhalif ve zaman›nda sistem taraf›ndan d›fllanm›fl ve her ne kadar aksi görüfller ileri sürülse de de¤iflmifl ve neo-liberal özgürleflmeye inanm›fl, ancak d›fllanm›fll›¤›n›n ac›s›n› da hala hisseden ve kitleleri de peflinden sürükleyen ve tek bafl›na iktidar olarak birçok geçifl süreci yasas›n› zorlanma- 1 38 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY dan ç›karabilen bir siyasi partinin ve böyle bir iktidar›n varl›¤› büyük bir flans olmufltur. Devlet “kutsall›¤›n›n” kitleler üzerindeki etkisinden faydalanarak ve hay›rhah konumun söylemleriyle, kitleleri, “devletin art›k hay›rhah olmamas› ve küçülerek sürekli denetlenmesi gerekti¤ini” vazeden ö¤retiye inand›rmaya u¤raflmaktad›r. Belki de bu durum Türk siyasal tarihinin en ironik tablosudur. Küresel sürecin denetimindeki ulus devletin plüralistik yönü, Türkiye’de sivil toplum alan›ndaki geliflmelere bak›ld›¤›nda daha iyi anlafl›lmaktad›r. Gerçekten de Türkiye’de 1996 y›l› itibariyle mevcut 1793 sivil toplum kuruluflunun (STK) 1157’sinin 1980 sonras› kuruldu¤u, dolay›s›yla Türkiye’nin önde gelen STK’lar›n›n üçte ikisinin son 15 y›lda kurulmufl oldu¤u görülmektedir.61 Küreselleflme sürecinin ülkemiz siyasal yap›s›na bir etkisi de burjuvazinin tamamen olmasa da devlet vesayetinden kurtulmas› fleklinde olmufltur. Gerçekten de özellikle TÜS‹AD’›n mevcut konumu ithal ikameci dönem burjuvazisinin durumundan bir hayli ileridedir. Türk burjuvazisi art›k ba¤›ms›z olarak raporlar haz›rlatmakta, hükümete öneri paketleri sunmakta ve s›n›fsal ç›karlar› zedelendi¤inde hükümeti rahatl›kla elefltirebilmektedir. Bu durum 1980 öncesinden ciddi bir kopuflun ifadesidir. Teknokratik akl›n bir di¤er tezahürünü de düzenleyici ve denetleyici kurullarda (veya özerk kurullar) görmekteyiz. Ülkemizde de özellikle 1990’lardan sonra ço¤alan bu kurullar esasen temsili demokrasi teorisinin içinde bulundu¤u krizin d›flavurumudur. Çünkü bahsedilen teori özü itibariyle seçim mekanizmas›n› yüceltti¤i halde, bu kurullar›n varl›¤› asl›nda seçilmifllere olan güvensizli¤i “temsil etmektedir”. Asl›nda bu, bilimi ( ki befleri ve sosyal bilimler ba¤lam›nda bu bilim de asl›nda –objektivizmnin pozitivist imkans›zl›¤›ndan- mevcut eflitsiz mekanizmay› yeniden üreten tekni¤in bilimsellefltirilmesidir) fetifllefltiren bir arka plan ideolojisidir.62 Zaten “kurullar›n karar alma süreçlerinde, piyasay› düzenleme ve denetleme faaliyetlerinin siyasal ve toplumsal sonuçlar›ndan do¤rudan etkilenen toplumsal kesimin örgütlenmelerinden çok, sermaye gruplar›n›n temsilcilerine yer veriliyor olmas›, kurullar›n içerdi¤i siyasal d›fllama mekanizmas›n› gözler önüne sermektedir.”63 Oysa demokrasi teorisi kat›l›mc›l›¤›n mümkün olan en üst düzeyde gerçekleflmesi gerekti¤ini vazeder. 3. Üç Dizi: Sosyokültürel Kopma ve Kavramsal Dönüflüm 1980 sonras› Türkiye, bir tüketim kültürü ve toplumu yaratma çabalar›na sahne olmufl ve bu süreç, bir yandan toplumsal dokunun bileflenlerini dönüflüme u¤rat›rken di¤er yandan bileflenler aras› iliflkileri tan›mlayan hegamonik üst-anlat›larda ve kullan›lan kavramlarda ciddi bir kopmay› da beraberinde getirmifltir. Bu kopufl, özellikle 1990’larda ivme kazanm›fl ve 2000’lere geldi¤imizde 1980 do¤umlu olanlar bu tarihten itibaren iktidar ve iktisat alg›s›nda gerçeklefl(tiril)en dönüflümlerin ilk ç›kt›lar› olarak, bu iktidar-iktisat çark›n›n iflleyifl sürecine dahil olmaya bafllam›fllard›r. Yine bu dönemde sermayeye birebir ba¤›ml› özel televizyon say›s›ndaki art›fl da kültürel dönüflümde etkili olmufltur. Televizyon kanal›n›n en önemli gelir kayna¤› reklamd›r. Bu bak›mdan televizyon kanallar›n›n say›s›, yay›n saati, ve bunlara ba¤l› olarak da toplumun maruz kald›¤› reklam say›s› ve süresindeki art›fl, ister istemez belirli düzeyde bir tüketim kültürü ve toplumu yaratm›fl ve bu düzey de geri dönüp kâr hadlerini yukar›ya çekmifltir. Yani; televizyon, reklam, tüketim kültürü ve kar; birbirini besleyen olgular haline gelmifllerdir. Televizyonun etkisi sadece reklamlarla s›n›rl› kalmam›fl, istenen tüketim döngüsünün yaklanabilmesi için gerekli olan tüketim kültürünün yeniden üretildi¤i iliflki biçimlerini de normallefltirerek sosyal düzeye enjekte etmek için di¤er programlara da baflvurulmufltur. ‹lginç ve güncel olmas› aç›s›ndan bugünlerde oldukça revaçta olan “Çocuklar Dumas›n”, “En 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 39 Son Babalar Duyar” ve “Ayr›lsak da Beraberiz” adl› diziler, bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde, bu normallefltirme sürecine önemli katk›lar koymaktad›r. Örne¤in bu dizilerin hiçbirinde (emekli müsteflar Kemal Bey hariç) bafl veya yard›mc› rolde devlet memuru yoktur. Herkes –bayan efllerin hepsi dahil- ya kendi küçük iflletmesinde ya da bir flirkette çal›flmaktad›r ve hiçbiri devlet memuru olmay› düflünmemektedir. Yani, kamusal istihdam, bu dizilerde yok farz edilmektedir. Berna’n›n kariyer tutkusu (ki kavramsal dönüflümün politik iktisadi aç›dan en önemlisi bu “kariyer” kavram›d›r ki bu kavram; sosyal düzeyde örgütlü kolektivizm, iktidar ile iliflkilerde de safi korporatizm dönemine has “emek, ifl, çal›flma” gibi kavramlar›n yerine geç(iril)mifltir) ile Meltem’in ifl ve ev yaflam›ndaki mükemmeliyetçili¤inin tam da dünya ekonomisine eklemlenmekte ve yabanc› sermayeyi (Mary Han›m’›n da yabanc› flirket yetkilisi olmas› durumunda oldu¤u gibi) çekmeye u¤raflmakta olan ulusal ekonominin ucuz iflgücü (erkek egemen akl›n, ayn› ifli yapan erkekle kad›n aras›ndaki ücret farkl›laflt›rmas› da göz önüne al›nd›¤›nda) ihtiyac›ndaki art›fl›n ayn› döneme denk gelmesi ilginç bir tesadüftür. Havuç’un cep telefonu sevdas› ile Hasan ve Mustafa’n›n hoflland›klar› k›zlar›n veya ailelerinin onay›n› alabilmek için s›kça zenginlik hayali kurmalar› yukar›da bahsetti¤imiz iliflki biçiminin normallefltirilme sürecinin ifadesidir. Kavramsal dönüflüme ilginç bir örnek ise kolektif ve korporatist alg›lama biçimlerinin üst-yap›sal söyleminin kült olgusu olarak “fabrika” kavram›n›n neredeyse gündemden düflmesidir. Tabii ki bununla birlikte o dönemin zenginlik sembolü “fabrikatör” olgusu da art›k neredeyse kullan›lmaz olmufltur. Bunlar›n yerini “iflyeri” ve “ifladam›” gibi kavramlar alm›flt›r. Burada dikkat edilmesi gereken husus bir olgu olarak “fabrikan›n” üretim yönlü bir alg›lama yarat›rken “iflyeri” kavram›n›n böyle bir içeri¤inin olmamas›d›r. Esasen ifladam› kavram› tam da post-fordist üretim modeline iliflkilerine uygundur; çünkü ifladam›n›n gerçekten de ne zaman ne üretip neyi üretmeyece¤i veya kazanc›n› “üreterek mi veya üretmeyerek mi (faiz veya dövize yat›r›m yaparak) elde edece¤i belli de¤ildir. Selçuk Bey’in “iflyerinde” de anlad›¤›m›z kadar›yla üretim ve iflçiler vard›r ama hangi koflullarda çal›flt›klar› ve iflverenle iliflkileri üzerinde neredeyse hiç durulmaz, çünkü iflveren onlarla muhatap olmamakta, bu ifli modern psikoloji ve iflletmecilik bilgileriyle donat›lm›fl Meltem yapmaktad›r. Dikkati çeken husus da Meltem’in bir “insan kaynaklar› müdürü” olmas›d›r. Art›k “personel müdürü” yoktur çünkü “insan”, art›k personel de¤il her an yede¤iyle de¤ifltirilebilir bir “kaynakt›r.” Bu dizilerde dikkati çeken bir di¤er husus da çizilen kapitalist tipolojisidir. F›sf›s ‹smail ve Selçuk Bey’in zekâ düzeylerindeki gerilik ve gündelik hayat›n teknik kofluflturmas› karfl›s›nda vurgulanan saf ve masum zavall›l›klar› ve flirinlikleri de; al›fl›lagelmifl purolu, göbekli ve kurnaz bir biçimde nas›l daha çok sömürece¤inin hesab›yla ellerini ovuflturan patron/kapitalist tipinin kamusal görünürlükten silindi¤i ve yenilerinin de sizin bizim gibi gayet normal insanlar olduklar›, hatta normal insanlarla ayn› kayg› ve s›k›nt›lar› yaflayabilecekleri vurgusu ile normallefltirme sürecine katk›da bulunmaktad›r. Zeka düzeyi böylesine düflük olan bu kapitalistlerin iflletmelerini esas idare edenlerin ve kâr ettirenlerin, yanlar›nda çal›flan üst-orta s›n›f mensubu yöneticiler oldu¤u gerçe¤inin bu kadar öne ç›kar›lmas› ise teknokratik özlemlerin, alg›n›n ve yap›n›n bir d›flavurumudur. Damat Kadir ve Feridun’a –ve topluma- verilen mesaj ise, k›sa yoldan zenginleflmenin eskide kald›¤›, pastan›n paylafl›ld›¤› ve bundan sonra yap›labilecek tek fleyin eme¤ini satarak “kariyer yapmak” oldu¤udur. Bu ima, konsolide bir sosyo-iktisadi modele duyulan özlemin bir tezahürü olarak okunabilir. 1 40 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY Esasen bu dizilerde, kapitalizmin temel meflruiyet arac› olarak toplumsal hareketlilik ve uzlafl› illüzyonunun topluma enjekte edildi¤i damar olan “ kentli orta s›n›f›n” kamusal istihdama dayal› düzlemden al›n›p özel sektörde ve kapitalist iliflkiler düzlemine tafl›nd›¤›n› görmekteyiz. Oysa bu düzlem oldukça kaygan ve sorunludur. Ancak psikolog Sinan Bey de zaten bu tür sorunlar›n çözümü için “uzmanlaflm›flt›r.” Bireyler aras› birincil iliflkilerin oldukça zay›flad›¤› bir kapitalist iliflkiler düzleminde psikologa yap›lan vurgu geçekten de önemlidir. Gülüflme efektleriyle izleyicilerin ne zaman gülmeleri gerekti¤ine de karar veren bu tür programlar gerçekten de bir yandan varolan sosyo-kültürel dönüflümün ironik yönlerini sunarken di¤er yandan da bu dönüflüm sürecini normallefltirerek yeniden üretmektedirler. SONUÇ ve DE⁄ERLEND‹RME Bu çal›flmada, küreselleflme süreci ve bu sürecin iktisadi , siyasal, sosyal ve kültürel düzeylerde gerçeklefltirdi¤i dönüflümler ile birikim süreci aras›ndaki nedensellik iliflkileri ba¤lam›nda Türkiye’de 1980 sonras› kamu kesimi alg›lamas›nda de¤iflim ve bu de¤iflimin siyasal ve sosyokültürel d›flavurumlar› üzerinde duruldu. Buna göre küreselleflme sürecinin neredeyse her politik/iktisadi dönüflüm sürecinde oldu¤u gibi birikim sürecindeki aksakl›klardan kaynakland›¤› söylenebilir. Tabi yeni birikim rejimini s›n›rlayan en önemli aktör ulus devlet oldu¤u için süreç öncelikle bu yap›n›n ifllevini (her zaman oldu¤u gibi) yeniden tan›mlam›flt›r. Buna göre (post) modern ulus devlet minimal ama birikim sürecini daimi k›lacak derecede de güçlü ve makro düzeydeki politikalara hakim olmal›d›r. Ekonomide devlet bu bak›mdan üretici de¤il da¤›t›c› ve koordine edici olmal›d›r. Siyasal düzlemde ise s›n›f temelli politikalar ve korporatist devlet alg›s› yerini sivil toplumcu ve plüralist-pragmatist devlet ve toplum düflünce ve prati¤ine b›rakm›flt›r. Sa¤ sol ayr›m› bu minvalde anlam›n› yitirirken politik süreç, yarat›lan tüketim toplumunun bireycili¤ine paralel olarak, bir rant da¤›t›m ve paylafl›m mekanizmas›na dönüflmekte bu yüzden de kitleler depolitize olmaktad›r. Hal böyle olunca birikim süreci kendisini garanti alt›na alabilmek için seçilmifllerin karar alma yetkilerini atanm›fllarla s›n›rlamakta, özerk (düzenleyici ve denetleyici) kurullar say›ca ço¤almakta ve politik ve demokratik süreç yaln›zca seçim zaman› oy kullanmaya indirgenmektedir. Bahsedilen süreç konjonktürel olarak Türkiye’yi de dönüflüme zorlam›fl ve devlet kendi meflruiyetinin bekas› için piyasa ve toplum üzerindeki a¤›r vesayet yetkisini bir derece yumuflatm›fl, bunun etkisiyle Türk burjuvazisi s›n›f bilincine ulaflm›fl ve politikalarda etkili olmaya bafllam›flt›r. Siyasal süreçte, bahsetti¤imiz depolitizasyon olgusu ülkemize de sirayet etmifl ve zaten hiçbir zaman s›n›fsal düzlemde iflletilmemifl olan bu süreç s›n›fsal ba¤lamdan kökten kopmufltur. Ancak kapitalizmin kendi iç çeliflkilerinin yaratt›¤› eflitsizlikten kaynaklanan tepki, s›n›fsal içeri¤e bürünemeyince estetize olarak muhafazakarlaflm›flt›r. ‹flin ironik yönü ise bu muhafazakarl›¤›n, neoliberal dönüflümün tafl›y›c›s› rolünü üstlenmesidir. Sosyokültürel dönüflüm ise tüketim kültür ve toplumunun yarat›lmas› çabas›nda cisimleflmifltir. Üretim iliflkileri art›k kamusal istihdam›n yönlendirmesine de¤il kapitalist serbest piyasan›n risk dolu alan›na tafl›nmak istenmektedir ve bu, bir dereceye kadar baflar›lm›flt›r da. Bu dönüflüm sürecinde medya ve özellikle televizyon manipüle edici ve yeniden üretici bir ifllev üstlenerek Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bir bütün olarak yeni dünya düzenine entegre edilmesinde hayati bir rol üstlenmifltir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 41 D‹PNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 Bu tebli¤ metni 5-6 May›s 2004 tarihlerinde Uluda¤ Üniversitesi'nce (Bursa) düzenlenen “I.Ulusal Genç Bilim Adamlar› Sempozyumunda” sunulan metne bilimsel teamüller dahilinde küçük eklemeler yap›lm›fl ancak büyük oranda orijinal metne sad›k kal›nm›flt›r. Yeldan, Erinç. Küreselleflme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüflüm, Birikim ve Büyüme, ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›, 2002, s.13. ‹bid., s.15. Wallerstein, Immanuel. Tarihsel Kapitalizm, Çev.Necmiye Alpay, ‹stanbul: Metis Yay›nlar›, 1996, s:34-36. Yeldan, op.cit, s.16. Gilpin, Robert. Global Political Economy: Undertanding the International Economic Order, New Jersey: Princeton Universty Press, 2001, s.135. Woods, Ngaire. The Political Economy of Globalization, New York: St Martin's Press, 2000, s.2. Cerny, Philip G. “International Finance and the Erosion of State Policy Capacity”, Globalization and Public Policy içinde, Ed. Philip Gummet Brookfield: Edward Elgar Publishing Ltd., 1996, s.84-87. Strange, Susan. The Retreat of the State: The Diffusion of Power in The World Economy, Cambridge: Cambridge Universty Press, 1996, s.44-45. ‹bid. Garret, Geofrey. “Shrinking States? Globalization and National Autonomy”, The Political Economy of Globalization içinde, Ed. Ngaire Woods, New York: St Martin's Press, 2000, s.109-111. fiaylan, Gencay. De¤iflim, Küreselleflme ve Devletin Yeni ‹fllevi, Ankara: ‹mge Kitabevi Yay›nlar›, 2003, s.295. Ancak Wallerstein, küreselleflme sürecinin ulus devleti zay›f düflürdü¤ü tezine kat›lmamaktad›r. Buna gerekçe olarak da sistemin devam› için ulus devletlerin kapitalistlere üç flekilde hizmet etme zorunlulu¤unu gösterir: Buna göre ulus devletin ilk görevi kapitalisti serbest rekabetten korumakt›r, çünkü serbest rekabet sermaye birikimini sekteye u¤rat›r. Modern ulus devlet ikinci olarak “vergi” politikalar›yla toplumdan toplanan vergileri kapitaliste aktararak sermaye birikimine hizmet etmek zorundad›r. Devletin üçüncü görevi ise kapitalistlerin kirletti¤i çevreyi temizleme sorumlulu¤unu üstlenmektir [Immanuel Wallerstein, “States? Sovereignty?: The Dilemmas of Capitalists” An Age of Transition, States and Sovereignty in the Global Economy içinde, Ed. David A. Smith vd., London: Routledge Pres, 1999, s.25-27]. Strange, Susan. op.cit., s.3-7. Cerny, Philip G. “Restructuring of Political Arena: Globalization and the Paradoxes of the Competition State”, Globalization and its Critics içinde, Ed. By Randall D. Germain, London: Macmillan Press Ltd., 2000, s.117-119. Woods, Ngaire. op.cit., s.10-12. Keyder, Ça¤lar. Ulusal Kalk›nmac›l›¤›n ‹flas›, ‹stanbul: Metis Yay›nlar›, 1996, s.19. Giddens, zaman-mekan analizini “orada bulunmuflluk/bulunmam›fll›k” ve “güç kullan›m›” çerçevesine oturtmaktad›r. (Bkz. Anthony Giddens, Tarihsel Materyalizmin Ça¤dafl Elefltirisi, ‹stanbul: Paradigma Yay›nlar›, 2000, s.98-104.). Buna göre zaman-mekan uzaklaflmas›, otoritenin, sürekli olarak kendini gerçeklefltirmek için mekansal aç›dan haz›r bulunma zorunlulu¤unu ortadan kald›r›r. Bize göre buradan ç›kan sonuç gücün sürekli yeniden üretimi aç›s›ndan geçmifl zamanlardaki “haz›r bulunmuflluk” durumunun ortadan kalkmas›yla a盤a ç›kan bofllu¤u küresel dünyada tüketim kültürü ve kültürel tüketim alm›flt›r. Harvey, David. Postmodernli¤in Durumu, Çev.Sungur Savran, ‹stanbul: Metis Yay›nlar›, 1999, s.230. Inda ve Rosaldo'ya göre bat›n›n kültürel ürünlerini tüketen üçüncü dünya; bunlar›n içerdi¤i yaflam biçimi, ideoloji ve de¤er yarg›lar›n› aynen al›p içsellefltirmez. Bunun yerine kendine uyarlayarak kullan›r (Bkz. Jonathan Xavier Inda ve Renato Rosaldo, “A World in Motion”, The Anthropology of Globalization içinde, Ed. Jonathan Xavier Inda ve Renato Rosaldo, Oxford: Blackwell Publishers Ltd., 2002, s.15-25.) “…Örgütlenen gündelik hayat kapal› bir devre (üretim-tüketim-üretim) haline gelmifltir. Önceden biçimlendirilen gereksinimlerin ne olacaklar›n› tahmin etmek art›k iflten de¤ildir; arzular›n ise izi sürülür…” (Bkz. Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, ‹stanbul: Metis Yay›nlar›, 1998, s.77). Cerny, Philip G. op.cit., s.123 Bhaduri, Amit. Implications of Globalization for Macroeconomic Theory and Policy in Developing Countries” up., ud., s.154-155. Bu eflitlikte s›ras›yla; I:Yat›r›m, S:Tasarruf, Y:Gelir, s:Marjinal Tasarruf Meyli, X:‹hracat, M:‹thalat ve A:Net Yabanc› Sermaye Girifli'ni ifade etmektedir. fiuras› aç›kt›r ki, gelirdeki bu azal›fl mutlak de¤il “göreli bir gerileme” veya yerinde sayma olarak kendini gösterir. Yoksa mutlak manada bir büyüme, hem kapitalizmin toplumlar nezdinde meflruiyeti hem de “azalan kar hadleri yasas›n›n” kapitalist sermaye birikimini önlememesi aç›s›ndan zaten gerçeklefl(tiril)ecektir. Bunun maliyeti ise azgeliflmifl ülkelerin d›fl borç stoklar›nda gizlidir. Bu bak›mdan bizim için önemli olan azgeliflmifl ülkelerin mutlak manada geliflmeleri de¤il, geliflmifl ülkelerle aralar›ndaki makas›n aç›s›d›r. Yukar›daki veriler ise bu aç›n›n giderek geniflledi¤ini göstermektedir. Gilpin, Robert. op.cit., s.144. Yeldan, Erinç. op.cit., s.17. ‹bid., s.17-18. 1 42 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” Ferhat AKBEY ‹bid., s.20-22. Keyder, Ça¤lar. Türkiye'de Devlet ve S›n›flar, ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›, 2003, s.271. Önder, ‹zzettin. “Kapitalist ‹liflkiler Ba¤lam›nda ve Türkiye'de Devletin Yeri ve ‹fllevi”, ‹ktisat Üzerine Yaz›lar I, Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve S›n›flar içinde, Der. A. H. Köse vd., ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›, 2003, s.263. Keyder, op. cit., s.141-142. Ancak kimilerine göre “devletçi politikalar” 1929 buhran›n›n getirdi¤i bir zorunluluk olmaktan ziyade dahili bir gereklilikti. Nitekim Avc›o¤lu'na göre “[d]ünya buhran›n›n yaratt›¤› yeni durum olmasayd› dahi, Türkiye, iç flartlar›n zorlamas›yla, kendili¤inden devletçili¤e gitmekteydi. Nitekim ‹smet Pafla 1933 y›l›nda Kadro dergisinde ç›kan yaz›s›nda, geçen on y›l›n 'iktisadi hayatta devletçilik siyasetini bize kendili¤inden yerlefltirdi¤ini' yazmaktad›r… ‹smet Pafla devletçili¤in kendili¤inden yerleflmesini flu gerekçeye ba¤lamaktad›r: 'En serbest zannolunan bir sanat veya ticaret müreffeh olabilmek için, mutlaka devletin yard›m›na ve müdahalesine ihtiyaç göstermektedir'. (Bkz. Do¤an Avc›o¤lu, Türkiye'nin Düzeni: Dün-Bugün-Yar›n, Ankara: Bilgi Yay›nevi, 1968, s.212). Keyder, op. cit., s.234. ‹bid., s.273. ‹bid., s.236. ‹bid., s.237. “…Çünkü sendikalar a¤›rl›kl› olarak kamu sektöründe örgütlüdür. Kamu iflletmeleri özellefltikçe, bu ifletmeleri, dolay›s›yla güçlerini kaybetmektedirler. Bu Türkiye sendikal hareketinin birincil önemli karakteristi¤idir. ‹kinci önemli karakteristik, Çal›flma Bakanl›¤› istatistiklerinin tersine sendikalaflma oran›n›n %55'ler düzeyinde de¤il, ancak bunun yar›s› belki de daha az› civar›nda olmas›d›r. Bir baflka anlat›mla, Türkiye'de toplam sendika üyesi ve toplu sözleflmeden yararlanan kitlenin 1 milyonun biraz üstünde oldu¤u gerçe¤idir. ‹stihdam›n 20 milyonun üzerinde oldu¤u bir ülkede, toplu pazarl›k sisteminin kapsad›¤› kitlenin 1 milyon olmas› son derece düflündürücüdür…” (Bkz. M. Kemal Öke ve Senem Kurt, “Yeni Süreç ve Sendikalar›n Temsil Sorunu”, ‹ktisat Üzerine Yaz›lar I, Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve S›n›flar içinde, Der. A. H. Köse vd., ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›, 2003, s.417). “…[Y]eni devlet müdahaleci¤i politikas› halk kitlesinin 'politikas›zlaflt›r›lmas›n›' gerektirir. Pratik sorunlar›n d›fllanmas› ölçüsünde politik kamuoyu da ifllevsiz kalacakt›r…” (Bkz. Jurgen Habermas, ‹deoloji Olarak Teknik ve Bilim, Çev.Mustafa Tüzel, ‹stanbul: Yap› Kredi Yay›nc›l›k, 2001, s.52). 39 Gülalp, Haldun. Geliflme Stratejileri ve Geliflme ‹deolojileri, Ankara: Yurt Yay›nlar›, 1987, s.54. 40 Oyan, O¤uz. Türkiye Ekonomisi: Nereden Nereye?, Ankara: ‹maj Yay›nc›l›k, 1998, s.26. Bu durum 11.sonnotta de¤indi¤imiz, ulus-devletin ikinci göreviyle de örtüflmektedir. Aktel, Mehmet. Küreselleflme ve Türk Kamu Yönetimi, Ankara: Asil Yay›n Da¤›t›m Ltd. fiti., 2003, s.211. Ercan, Fuat. “Neo-liberal Orman Yasalar›ndan Kapitalizmin Küresel Kurumsallaflma Sürecine Geçifl: Hukuk-Toplum ‹liflkileri Çerçevesinde Türkiye'de Yap›sal Reformlar”, ‹ktisat Dergisi, Say›:437, May›s 2003. s.21. Küreselleflmenin Türkiye Ekonomisine Etkileri, TCMB Yay›n›, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kuresel.pdf. May›s 2002. Yeldan, op. cit., s.130. Ibid., s.136. Arrigghi, Giovanni. “Globalization, State Sovereignty and the Endless Accumulation of Capital; States and Sovereignty, The Global Economy içinde Ed. David A. Smith vd., London: Routledge Pres, 1999, s.59-60. Giddens, Anthony. Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori, Çev.Tuncay Birkan, ‹stanbul: Metis Yay›nlar›, 2000, s. 207. Bottomore, Tom B. Seçkinler ve Toplum, Çev.Erol Mutlu, Ankara: Gündo¤an Yay›nlar› 1997. s.8. ‹bid., s.13. Alavi, H. Bureaucracy and Political Power, u.p., u.d., s.71-73. Giddens, loc.cit ‹bid., s.209. ‹bid., s.210. ‹bid., s.214-215. West, David. K›ta Avrupas› Felsefesine Girifl, Çev.Ahmet Cevizci, ‹stanbul: Paradigma Yay›nlar›, 1998, s.236. ‹bid., s.237. Foucault, Micheal. Ders Özetleri: 1970-1982, Çev.Selahattin Hilav, ‹stanbul: Yap› Kredi Yay›nlar›, 2001, s.127-128. (Post) Modern devletin, siyaset biliminin mevcut kavramsallaflt›rmalar› ile aç›klanmas›ndaki zorluk da buradan kaynaklanmaktad›r. Çünkü süreç hem diyalektiktir hem de yeknesak. Bu¤ra, Ayfle. “Bir Toplumsal Dönüflümü Anlama Çabalar›na Katk›: Bugün Türkiye'de E.P. Thompson'› Okumak”, ‹ktisat Üzerine Yaz›lar I Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve S›n›flar içinde Der. A. H. Köse vd., ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›, 2003, s.209. Aktel, op.cit., s.179. Habermas, op.cit., s.59. Özer, Sinem, “Türkiye'de Devlet Yap›lanmas›n›n Yeni Biçimleri”, ‹ktisat Dergisi, Say›:437, May›s 2003, s.34. 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 43 KAYNAKÇA 1 Aktel, M., (2003), Küreselleflme ve Türk Kamu Yönetimi, Ankara: Asil Yay›n Da¤›t›m Ltd. Arrigghi, G., (1999), “Globalization, State Sovereignty and the Endless Accumulation of Capital; States and Sovereignty, The Global Economy içinde Ed. David A. Smith vd., London: Routledge Pres. Avc›o¤lu, D., (1968), Türkiye’nin Düzeni: Dün-Bugün-Yar›n, Ankara: Bilgi Yay›nevi. Bhaduri; A., Implications of Globalization for Macroeconomic Theory and Policy in Developing Countries, up.ud. Bu¤ra, A., (2003), “Bir Toplumsal Dönüflümü Anlama Çabalar›na Katk›: Bugün Türkiye’de E.P. Thompson’› Okumak”, ‹ktisat Üzerine Yaz›lar I Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve S›n›flar içinde Der. A. H. Köse vd., ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›, (ss.191-218) Cerny, Philip G., (1996), “International Finance and the Erosion of State Policy Capacity”, Globalization and Public Policy içinde, Ed. Philip Gummet Brookfield: Edward Elgar Publishing Ltd. Cerny, Philip G., (2000), “Restructuring of Political Arena: Globalization and the Paradoxes of the Competition State”, Globalization and its Critics içinde, Ed. By Randall D. Germain, London: Macmillan Press Ltd. Ercan, F., (2003), “Neo-liberal Orman Yasalar›ndan Kapitalizmin Küresel Kurumsallaflma Sürecine Geçifl: Hukuk-Toplum ‹liflkileri Çerçevesinde Türkiye’de Yap›sal Reformlar”, ‹ktisat Dergisi, Say›:437, (ss.12-31). Garret, G., (2000), “Shrinking States? Globalization and National Autonomy”, The Political Economy of Globalization içinde, Ed. Ngaire Woods, New York: St Martin’s Press. Giddens, A., (2000), Tarihsel Materyalizmin Ça¤dafl Elefltirisi, ‹stanbul: Paradigma Yay›nlar›. Giddens; A., (2000), Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori, Çev.Tuncay Birkan, ‹stanbul: Metis Yay›nlar›. Gilpin, R., (2001), Global Political Economy: Undertanding the International Economic Order, New Jersey: Princeton Universty Press. Gülalp, H., (1987), Geliflme Stratejileri ve Geliflme ‹deolojileri, Ankara: Yurt Yay›nlar›. Habermas, J., (2001), ‹deoloji Olarak Teknik ve Bilim, Çev. Mustafa Tüzel, ‹stanbul: Yap› Harvey, D., (1999), Postmodernli¤in Durumu, Çev:Sungur Savran, ‹stanbul: Metis Kredi Yay›nc›l›k. Yay›nlar›. Inda, J. X., ve Renato, R., (2002), “A World in Motion”, The Anthropology of Globalization içinde, Ed. Jonathan Xavier Inda ve Renato Rosaldo, Oxford: Blackwell Publishers Ltd. Keyder, Ç., (1996), Ulusal Kalk›nmac›l›¤›n ‹flas›, ‹stanbul: Metis Yay›nlar›. Keyder, Ç., (2003), Türkiye’de Devlet ve S›n›flar, ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›. Lefebvre, H., (1998), Modern Dünyada Gündelik Hayat, ‹stanbul: Metis Yay›nlar›. Oyan, O., (1998), Türkiye Ekonomisi: Nereden Nereye?, Ankara: ‹maj Yay›nc›l›k. Öke, M.K., ve Kurt, S., (2003), “Yeni Süreç ve Sendikalar›n Temsil Sorunu”, ‹ktisat Üzerine Yaz›lar I, Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve S›n›flar içinde, Der. A. H. Köse vd., ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›. Önder, ‹., (2003), “Kapitalist ‹liflkiler Ba¤lam›nda ve Türkiye’de Devletin Yeri ve ‹fllevi”, ‹ktisat Üzerine Yaz›lar I, Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve S›n›flar içinde, Der. A. H. Köse vd., ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›. Özer, S., (2003), “Türkiye’de Devlet Yap›lanmas›n›n Yeni Biçimleri”, ‹ktisat Dergisi, Say›:437, (ss.32-35). Strange, S., (1996), The Retreat of the State: The Diffusion of Power in The World Economy, Cambridge: Cambridge Universty Press. fiaylan, G., (2003), De¤iflim, Küreselleflme ve Devletin Yeni ‹fllevi, Ankara: ‹mge Kitabevi Yay›nlar›. TCMB, “Küreselleflmenin Türkiye Ekonomisine Etkileri” http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kuresel.pdf. May›s 2002. Wallerstein, I., (1996), Tarihsel Kapitalizm, Çev. Necmiye Alpay,‹stanbul: Metis Yay›nlar›. Wallerstein, I., (1999), “States? Sovereignty?: The Dilemmas of Capitalists” An Age of Transition, States and Sovereignty in the Glo bal Economy içinde, Ed. David A. Smith vd., London: Routledge Pres, 1999. West, David, (1998), K›ta Avrupas› Felsefesine Girifl, Çev.Ahmet Cevizci, ‹stanbul: Paradigma Yay›nlar›. Woods, N., (2000), The Political Economy of Globalization New York: St Martin’s Press. Yeldan, E., (2002), Küreselleflme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüflüm, Birikim ve Büyüme, ‹stanbul:‹letiflim Yay›nlar›. 44 I. Oturum “Toplum ve De¤iflme” TOPLUMSAL DE⁄‹fiME KAVRAMI ÜZER‹NE Kadir Cang›zbay* ‘De¤iflen dünya’, ‘de¤iflen Türkiye’, ‘yepyeni bir Türkiye’, ‘de¤iflime ayak uydurmak’, ‘yeniden yap›lanmak’: Bütün bu deyifllerde, de¤iflim/de¤iflmek/de¤iflmeyi bilmek bizatihi bir de¤er, ‘yeni’ de s›rf yeni olmas›ndan dolay› ‘iyi’ imifl gibi görülüp gösterilmekte. Burada, tabii iki yüz y›ll›k bir evrim inanc›n›n izleri, daha do¤rusu insanlar›n zihninde b›rakt›¤› izlerin kullan›lma teflebbüsü var. Evrim dediniz miydi, ister istemez her de¤iflme ileriye do¤ru olacakt›r ki, bu durumda da, de¤iflme sonucunda ortaya ç›kan her fley eskide/geride kalana göre iyi, dolay›s›yla ‘eski’ de bizatihi kötü addedilmifl olur. De¤iflmeye do¤rudan olumlu bir de¤er atfetmeksizin bilimsel bir nesnellikle kavramlaflt›r›rm›fl görünen bir kavram vard›r ki, o da ‘toplumsal de¤iflme’. Sadece sokaktaki adam de¤il, bir çok hocam›z da, özellikle de bu kavramdan söz etmeye, bu kavram› bize anlatmaya/ö¤retmeye bafllarken adeta bir vecize gibi flu laf› ederler: “De¤iflmeyen tek fley varsa, o da de¤iflmenin kendisidir”. Ve iflte tam tam›na bu noktada da bilimsel görünümlü ‘toplumsal de¤iflme’ kavram›n›n ideolojik çarp›tma ifllevi devreye girmifl olur. Zira burada de¤iflme sanki kendili¤inden gerçekleflen nötr bir olgu gibi gösterilmifl olmaktad›r. De¤iflmeye olumlu veya olumsuz herhangi bir de¤er atfetmemek arac›l›¤›yla kazan›lan bilimsel/nesnel görünüm ard›nda gözden kaç›r›lan/kaç›rt›lan, toplumsal, dolay›s›yla da befleri olan hiçbir fleyin kendili¤inden olmayaca¤›, daha do¤rusu, toplumsal›n-beflerinin bizatihi ‘kendili¤inden olmayan’ oldu¤udur: Befleri, her fley kendi do¤al halinde/ak›fl›na b›rak›lm›fl olsayd›, kendili¤inden varl›k kazanacak olmayand›r. Kendili¤inden olmuyorsa, yap›l›yor/insan yap›m›, dolay›s›yla da mutlaka bir yapan›/öznesi var demektir. Oysa toplumsal de¤iflme kavram› arac›l›¤›yla toplumun kendili¤inden de¤iflti¤i izlenim ve varsay›m›n› güçlendirdi¤imiz ölçüde, de¤iflmenin aktörü ile ajan›, yani de¤ifltirenle de¤ifltirilen/de¤iflime maruz b›rak›lan farkl›l›¤›n› zihin düzeyinde yok mesamesine indirirken, de¤ifltiren ile de¤ifltirilen aras›ndaki egemenlik iliflkisini problematik d›fl›nda b›rakm›fl oluruz, ki bu da gerçekli¤in egemen lehine çarp›t›lm›fl bir yeniden çiziminden baflka bir fley de¤ildir. Gerek ayn› bir toplum içinde farkl› toplumsal grup ve s›n›flar, gerekse toplumlar aras›nda farkl› devlet ve bloklar temelinde mutlak bir belirleme gücü eflitli¤i bulunmad›¤› veri iken, baflka bir deyiflle insanl›k güç aç›s›ndan mutlak homojenli¤e sahip bir bütün olmad›¤›na göre, de¤ifltiren-de¤ifltirilen farkl›l›¤›n› -sadece kaale almak da yetmez- problemati¤inin ana ekseni haline getirmeyen her yaklafl›m, mevcut durumu baflka türlüsü zaten düflünülemez do¤al bir düzenlili¤in kaç›n›lmaz, dolay›s›yla da insan karfl›s›nda aflk›nl›¤a sahip tecellisi konumuna oturtmak suretiyle, ezen ve sömürenler lehine meflrulaflt›rmaya hizmet etmekten baflka hiçbir anlama gelmez. Bu meflrulaflt›rma bilimsel nesnellik kisvesi alt›nda yap›ld›¤› ölçüde, ayn› zamanda bir hegemonya da örülüyor, yani mevcut egemenlik iliflkileri çerçevesinde ma¤dur durumda bulunan›n zihni, bu duruma r›za göstermekten baflka çaresi bulunmad›¤› yönünde biçimlendiriliyor demektir. Toplumsal de¤iflme kavram›n›n de¤ifltiren-de¤ifltirilen ekseni temel al›nmaks›z›n kullan›lmas› halinde yap›lan›n ne oldu¤unu somutlaflt›rmak aç›s›ndan flöyle bir örnek de verebiliriz: Bugün için mevcut at cinslerinin hemen hepsi at›n at olarak kendi içinde tafl›d›¤› do¤al dinamiklerin kendili¤in* Prof.Dr., Gazi Üniversitesi, ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 45 den sonuçlar› olarak de¤il, as›rlar boyunca insan›n bilinçli ve seçmeci çiftlefltirmeler yoluyla gerçeklefltirdi¤i ›rk› ›slah çabalar›n›n ürünü olarak ortaya ç›km›fl olduklar›na göre, söz konusu cinslerin at›n ilk/insan eli de¤memifl/insan çabas› müdahil olmam›fl hali karfl›s›nda gösterdikleri farkl›l›klar› ‘atsal de¤iflme’ olarak adland›rmak gibi bir fley; ayr›ca, insan taraf›ndan üzerinde oynana oynana bugünkü haline getirilmifl olan hayvanca¤›z›n kula¤›na e¤ilip “bak sen kendili¤inden de¤ifle de¤ifle bugünlere geldin, daha da de¤iflmeye devam edeceksin” diye de f›s›lday›p kendisini kand›rmaya çal›flmak. Her tarihsel gerçekli¤in içeri¤i mutlaka ve mutlaka bir de¤iflimdir; tarih tabii ki bir de¤iflmeler silsilesidir; ama her de¤iflim/de¤iflme mutlaka de¤iflenin tarihidir de¤il. Örne¤in sirklerin kurulup, diyelim fillere çeflitli numaralar ö¤retilmesi, fillerin sirklerde çeflitli gösteriler sunmalar› gerek insanlar›n, gerekse fillerin varl›k kazand›¤› ilk günden beri varolmad›¤›na göre ister istemez tarihsel, zaman içinde gerçeklik kazanm›fl bir olgudur ama, bu olguya gerçeklik kazand›rtan, yani bu olguyu belirleyen fillerin kendisi de¤il de insanlar oldu¤una göre, söz konusu olgu fillerin de¤il insan›n tarihinde yer alacakt›r. Fillerin sirklerde oynamaya bafllamas› fillerde zaman içinde geliflen filsel bir insiyakla kendili¤inden gerçekleflmedi¤ine göre ‘filsel de¤iflme’ olarak da adland›rmam›z hem yanl›fl hem de yan ›l›t›c› olacak olan bu olgunun mümkün ve meflru tek bir tahlil biçimi vard›r ki, o da insan›n fil üzerinde belirleyicilik kazanmas›/egemenlik kurmas›d›r. Sirkteki oyuncu fil, belki de do¤ada oldu¤undan daha mutludur –tabii, fillerde mutluluk-mutsuzluk diye bir fley varsa-; ancak her ne kadar kendi d›fl›ndan de¤ifltirildi¤ine iliflkin herhangi bir teorik tahlil yapam›yor olsa da, kendi üzerinden, ama baflkalar›n›n belirleyicili¤i alt›nda ortaya ç›kan de¤iflmeyi bilimsel bir edayla ‘filsel de¤iflme’ diye adland›rm›yor olmas› bak›m›ndan, öznesi/belirleyicisi kendisi olmad›¤› için gerçekten de hiçbir öznesi/belirleyicisi yokmufl da zaman›n ak›fl› içinde kendili¤inden meydana geliyormufl sand›¤›, dolay›s›yla birilerinin di¤er birileri üzerindeki belirleyicili¤ine/egemenli¤ine tekabül etti¤inin bilincine varamad›¤› de¤iflmeleri ‘sosyal de¤iflme’ ad› alt›nda failsiz-mefulsüz bir çevre içinde ele alan az geliflmifl ülke sosyologundan çok daha iyi bir durumdad›r. 1 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 47 2 19 Mart 2005 Cumartesi 2. OTURUM Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar› Oturum Baflkan›: Prof. Dr. M. Fikret GEZG‹N (Ad›na Doç.Dr. Mustafa DEL‹CAN) KONUfiMACILAR fienol DURGUN : Türk Müzi¤inde Modernleflme Sorunlar› Ali GÜLER : Türk Kültür ve Sanat›n› Evrensellefltirme Çabalar› Göktan AY : Müzikte Kabul ve Sayg› 48 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” TÜRK MÜZ‹⁄‹NDE “MODERNLEfiME” SORUNLARI fienol DURGUN* Girifl Türk siyasal kültüründe devlet kavram›n›n önemli bir yeri vard›r. Bu kavram, her türlü erdemin asli ön flart›, bütün de¤erlerin yarat›c›s› olarak kabul edilmektedir. Her fley devlet taraf›ndan, devlet için belirlendi¤inden dolay›, devletin varl›¤› toplumsal düzenin, halk›n, k›saca herfleyin varl›¤› olarak alg›lanmaktad›r. Devlet yoksa hiç birinin olamayaca¤› düflünülmektedir. Haliyle onun varl›¤› ile ilgili çal›flmalar, görevlerin en kutsal› olarak görülmektedir. Bu aç›dand›r ki Türkiye’deki bütün de¤iflim ve geliflmelerde ancak onunla birlikte olabilmekte ya da onun icazetiyle gerçekleflebilmektedir. Böyle olunca devletin sahibi toplum de¤il de, kendini toplumdan ayr›flt›rm›fl ve devlet mekanizmas› içinde yerleflmifl bulunan bürokratik seçkin kesim olmaktad›r. Bunun içindir ki Türk siyasal anlay›fl›nda topluma düflen görev daima devlete uygun hale gelmek ya da getirilmifl olman›n sa¤lanmas›d›r. fiayet burada bir sorun ç›karsa, sorumlu olan devlet de¤il, toplumun kendisi olmaktad›r. Modernleflme süreciyle birlikte ortaya ç›kan de¤iflim taleplerine bakt›¤›m›zda bunlar›n toplumsal talepten ziyade devletin içinden gelen talepler oldu¤unu görürüz. De¤iflim karar›n› ve nas›l de¤iflilmesi gerekti¤ini daima devlet kararlaflt›rm›flt›r. Bu durum sadece modernleflme sürecine özgü bir tutum olmay›p, tarih boyunca daima var olan bir tutumdur. Çünkü Türk siyasal kültüründe devlet, insani zaaflardan ar›nm›fl bir varl›k olarak ifllevselleflmifl oldu¤u için toplumsal düzeni sa¤layacak temel özellikler olan basiretlilik ve ebedilikle de donanm›fl kabul edilmektedir. Devletin tasarruflar›n›n muhakkak bir hikmetinin oldu¤u, bu tasarruflar›n›n s›radan insanlar taraf›ndan hiç bir zaman anlafl›lamayaca¤›, bu nedenle devleti sorgulaman›n anlams›z oldu¤u fleklindeki genel kabul Türk siyasal kültüründe daima canl› tutulmaya çal›fl›lm›flt›r. Bundan dolay› toplumsal alan için devletin gereklerine uygun hareket etme zorunlulu¤u vard›r. Bu durum baflka her hangi bir temellendirmeye de ihtiyaç göstermemektedir. Çünkü bizzat devletin kendisi genel ve kendinden menkul bir anlama sahip bir varl›k olarak görülmektedir. Bunun için devlet toplumsal düzeni sürdürdü¤ü ölçüde, kendiside sahip oldu¤u kültürün parças› olmufltur. Bu tür bir anlay›fl devleti yüce ve kutsal bir konuma yerlefltirmektedir. Haliyle toplum ad›na neyin iyi ve do¤ru oldu¤unu bilen bir devletin kendi meflruluk temelini kendi içinde tafl›mas›ndan daha do¤al bir fley de beklenemez. Böyle bir anlay›fl dahilinde devletin d›fl›nda baflka herhangi bir meflrulaflt›r›c› prensip aranmamaktad›r. De¤iflim karar› ve ölçüsünde karar, hep devletin kendisinde bulunmaktad›r. Bu durum tarih boyunca oldu¤u gibi modernleflme süreci boyunca da geçerli olmufltur. Devlet kendisini de¤ifltirmek istedi¤inde toplumun da kendisi ile birlikte de¤iflmesini talep etmifltir. Toplum buna uymad›¤› anda da devlet taraf›ndan en sert flekilde cezaland›r›lm›flt›r. Yine toplum de¤iflmek istedi¤ini belirtti¤inde veya de¤iflimi devletin taleplerinin ötesine tafl›mak istedi¤inde ise, devletin r›zas› d›fl›nda de¤iflti¤i için, toplumu cezaland›rma yoluna gitmifltir. ‹stenen, toplumun devletin tutumuna göre hareket etmesinin sa¤lanmas›d›r. Yani “Türk modernleflmesi” devleti; demokratikleflme ve toplumu dizayn etme aç›s›ndan tek yetkili siyasi aktör olarak tan›mlam›flt›r. Di¤er bir deyiflle demokratikleflme veya de¤iflme çabalar› gerçekte de¤iflmeyen devlet-toplum iliflkisini ve de¤iflmeyen bir toplum tahayyülünü daim k›lmak için yap›lmaktad›r. Yani modernleflme olay› hem devlet hem de toplum yap›s›nda bir kerelik de¤iflim anlam›na gelmekte* Yrd.Doç.Dr. Gazi Üniversitesi, ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 49 dir. Ayr›ca modernleflmeye de bürokratik aç›dan bak›lm›fl ve toplum da devlet aç›s›ndan de¤erlendirilmifltir. Böylece do¤runun tekeli daima devletin elinde olmufltur. Bu durum Osmanl›’da daha ›l›ml› tarzda cereyan ederken Cumhuriyet bu durumu – özellikle bafllang›ç dönemlerinde- daha radikal bir flekilde uygulamaya koymufltur. Bu nedenle Cumhuriyet tarihi, toplumun devlet taraf›ndan sürekli bir “ehlilefltirmeye” tabi tutulmas›n›n tarihidir. Bu “ehlilefltirme”nin yöntemi ise kontrol ve bask› olmufltur. Dolay›s›yle cumhuriyetin k›sa tarihi içinde yap›lacak tesbit, devlet-toplum iliflkilerinin ve genelde siyaset gelene¤inin kültürel bir kopufla paralel bir seyir izlemeyip, geçmiflten bugüne süreklilik gösterdi¤idir. Kamusal alan›n topluma aç›lmas›n› ve toplum ad›na genifllemesini ifade etmesi gereken cumhuriyet, Türkiye’de kamusal olan› devletle özdefllefltirmifl ve toplumsal yaflam› devletin normlar›na tabi k›lm›flt›r. Bunun anlam› ise cemaatsel siyaseti esas besleyen gücün devlet oldu¤udur. Çünkü devletin getirdi¤i toplumsal normlar, ayn› zamanda belirli bir yaflam biçimini, e¤lence anlay›fl›n› ve ahlak anlay›fl›n› da empoze etmekte ve bu tercihlere sahip ç›kan kesimi kay›rmaktad›r. Devletin tercihlerine yanaflanlar nemalaflmakta ve siyasi kariyer kazanmaktad›r. Böylece devlet bir yandan siyasi iktidar› dar bir kurumsal çerçevenin içinde tekellefltirirken ve “meflru” kültürel kimli¤ide ideolojik olarak tepeden –afla¤›ya do¤ru belirlemifl oldu¤unu görüyoruz. Dolay›s›yla toplum millete, millet de devlete indirgenerek, devletten afla¤›ya yans›yan kat› ve bask›c› bir siyasetin her alanda topluma empoze edilmesinin yolu aç›lm›fl olmaktad›r. Bu siyasetin temel arac› ise kamu sahas›n›n tasvip edilmeyen toplumsal taleplerden boflalt›lmas› ve bu alan›n devletle özdefllefltirilmesidir. Özellikle Cumhuriyet ile tek-parti bünyesinde birleflen otoriter gelenek, kültürden sanata, siyasetten iktisada ve sosyal alana kadar toplumun her alan›na müdahil olarak kamusal alan›n tasvip edilmeyen toplumsal taleplerden boflalt›lmas›n› isteyen ve bunu gerekli gören bir siyasal tutum içerisine girmifltir. Ana hatlar›yla temel özelliklerini vermeye çal›flt›¤›m›z “milli modernleflme”ci ya da “Türk modernleflmesi”ne iliflkin en trajik geliflme Osmanl›’da bafllayan, Cumhuriyet ile yo¤unlaflan, devletin müzik alan›ndaki siyasal uygulamalar›d›r. Özellikle 20. yüzy›l, Türk müzi¤inin tarihi, müzi¤in Türkiye’yi ve Türkleri dünyada nereye yerlefltirdi¤i konusunda birbiriyle çat›flan fikirlerin tarihi olarak düflünülebilir. Müzi¤in Do¤u-Bat› çat›flmas›n›n ortaya ç›kt›¤› bir alan olarak ele al›nmas›, özellikle Tanzimat döneminden itibaren iyice yerleflmifl bulunan alaturka-alafranga veya daha sonra tek sesliçok sesli tart›flmalar›ndan bellidir. Bu tart›flma yo¤unlu¤unu biraz kaybetmifl olmas›na ra¤men bugün de hala devam etti¤i görülmektedir. “Do¤ru müzik” anlay›fl›n›n Do¤u müzi¤i mi, Bat› müzi¤i mi, Türk müzi¤i mi, yoksa evrensel müzik mi oldu¤u tart›flmalar› devlet subvansiyonu ve korumas› talepleriyle elele gitmektedir. Toplumumuz ikiyüz y›l› aflan modernleflme çabas›n›n en büyük serüvenlerinden birini kültür ve sanat (özellikle müzik) alan›nda yaflam›flt›r. Bunun içindir ki “Türkiye’de müzik; acaba müzik tarihinden, ça¤›ndan ve içinden yarat›ld›¤› toplumsal ortamdan kopar›lm›fl bir biçimde mi ele al›nmaktad›r, ya da toplumsal de¤iflim ve geliflmenin en önemli bir parças› olarak, ça¤›n toplumsal ve düflünsel rengini en iyi yans›tan anlat›m araçlar›ndan biri olarak m› ö¤retilmektedir?” sorusu müzikteki modernleflmeyi anlamak bak›m›ndan önem arz etmektedir. Osmanl›’daki De¤iflim Çabalar› D›flar›dan adam getirip, ifllerimizi düzeltmek, onlara ak›l dan›flmak modas›, ülkemizde Cumhuriyet ile bafllam›fl bir uygulama de¤ildir. Osmanl›’da 1794’ü izleyen y›llardaki giriflimlerden sonra 1820’lerden 1920’lere kadar yaklafl›k 100 y›l süren ve “müzikte Bat›ya aç›lma” ile simgeleflen uzun bir haz›rl›k dönemi vard›r (Uçan, 1994; 53). Bu haz›rl›k döneminin ilk somut sonucu Sultan II. Mah- 2 50 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” fienol DURGUN mut zaman›nda Yeniçeri askeri oca¤›n›n kald›r›l›p, yerine yeni bir askeri oca¤›n (Asakir-i Mansurei Muhammediye) kurulmas›d›r. Yeni orduya geleneksel askeri teflkilat›n bandosu/müzi¤i de¤il (mehterhane) yeni bir bando/müzik gereklidir. Bu amaçla M›z›ka-› Humayun (Saray Bandosu) kurulur. Böylece Bat› müzi¤i belli bir alanda da olsa saray ve ordu kanal›yla ‹mparatorlu¤un çok bileflenli kültür yaflam›na resmen dahil olmufltur. ‹ki y›l kadar Frans›z uyruklu Moniseur Manguel’in çal›flt›rd›¤› yeni kurumun bafl›na dönemin ünlü ‹talyan opera bestecisi Gaetano Donizetti’nin kardefli Giuseppe Donizetti (1788-1856) getirilir (Paçac›, 1999; 10). Donizetti, alt› ay sonra Sultan II. Mahmut ad›na “Mahmudiye” marfl›n› besteler. Saray ve çevresi Donizetti’nin çal›flmalar›ndan memnundur, kendisine pafla unvan› verilir. Art›k bir pafla olan Donizetti, Abdülmecit’in padiflah olmas› üzerine, bu kez de onun için “Mecidiye” marfl›n› besteler (Çetinkaya, 1995; 65). Böylece müzik alan›nda devlet eliyle de¤iflim uygulamas› d›flar›dan adam getirtilerek bafllat›lm›fl olur. ‹talyan bando flefinin genifl yetkilerle ifl bafl›na getirilmesi, saz donan›m›, repertuar, notayla icra konusunda yirmi sekiz y›l boyunca verdi¤i emek yönünden M›z›ka-› Humayun önemle zikredilmesi gereken bir kurumdur. Zaman içinde merkezin (saray›n ve padiflah›n) müzik zevkine, yaklafl›m›na göre nitelik de¤ifltirmifl, özellikle Sultan Abdülmecit döneminde geliflip Avrupa’n›n ünlü müzisyenlerini çekecek düzeye gelmifl (Franz List, Luigi Arditi, August ve Adelburg, Vievatemps gibi önemli müzisyenlerin ziyareti bu döneme rastlar) ve opera operet kültürünü, orkestra gelene¤ine geçifli haz›rlam›flt›r (Paçac›, 1999; 10). Ancak bu geçiflte baflka Avrupal› müzisyenler de yönetici olarak yer alm›flt›r. Donizetti’nin ölümünden sonra yine bir ‹talyan olan Guatelli, kurumun bafl›na getirilir. Guatelli de saray›n be¤enisini kazan›r. Aynen Donizetti gibi, o da pafla unvan›yla taltif edilir. Guatelli sonras›nda ise M›z›ka-› Humayun’un bafl›na bir ‹talyan de¤il, Frans›z olan D’Aranda getirilir. D’Aranda bandoyu Frans›z tipi bir bandoya dönüfltürür ve saray›n hofluna gidecek flekilde çal›flmalar›n› yürüttü¤ünden dolay›, O da pafla unvan›yla taçland›r›l›r. Ayn› zamanda D’Aranda nota kütüphanesi düzenler. Bundan sonraki dönemlerde ise bandolar›n fleflerini Türklerin oluflturdu¤unu (Necip Pafla, Saffet Bey, Zati Ar›ca Bey, Zeki Üngör Bey, ve bu bando ile 1917’de Avrupa turnesi düzenleyen Bekir Bey) görüyoruz (‹lyaso¤lu, 1999; 70). Sultan Abdülaziz döneminde Bat› müzi¤inin fazla destek görmedi¤i, ancak bando teflkilat›n›n güçlendirildi¤i, Sultan Abdülhamit döneminde ise ordu ve donanman›n çeflitli kademelerine yay›ld›¤› görülür. Gittikçe say›lar› artan m›z›ka okullar›ndan yetiflen elemanlar, sivil kurulufllarda da görev yaparak Bat› müzi¤inin yayg›nlaflmas›na katk›da bulunmufllard›r (Paçac›, 1999; 11). Art›k Avrupal› benzeri bir yaflam ve müzik anlay›fl› devlet eliyle önce saray çevresine ve varl›kl› ailelerin yaflam›na girerek yavafl yavafl topluma nüfuz etmeye bafllam›flt›. Bat›l› zevkler ve davran›fl biçimleriyle birlikte gelen piyano vs. gibi enstrümanlar, daha sonralar› konaklardaki ud ve kanun gibi geleneksel aletlerin yerine geçmeye bafllayacakt›r. Nitekim 19. yüzy›l sonlar›nda saray çevrelerinde ve ayd›nlar›n aras›nda Bat› müzi¤i ile u¤raflanlar›n say›s› ço¤al›r. Özellikle ‹stanbul’da her üst düzey ailenin k›z› piyano çalarak yetifltirilir (‹lyaso¤lu, 1999: 70). Devlet eliyle modernleflmenin bir parças› olarak ülkeye giren ve devlet deste¤ine sahip olan Bat› müzi¤inin yan›nda geleneksel müzi¤imize karfl› devlet taraf›ndan herhangi bir karfl› tav›r al›fl, küçümseme, reddetme gibi tutumlara rastlan›lmamaktad›r. Sözgelimi II. Mahmut zaman›nda d›flar›dan Avrupal› besteciler ça¤r›ld›¤› zamanlarda bile Saray’da klasik Türk müzi¤i çal›flmalar› devam etmekte ve bununla ilgili müzisyenler bulunmaktayd›. Klasik Türk müzi¤inin önemli simalar›ndan olan ünlü besteci Dede Efendi Saray’daki görevini sürdürmekteydi (Çetinkaya, 1999; 90). Yaln›z sa- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 51 ray›n modernleflme süreci ile birlikte gittikçe geleneksel müzi¤imize karfl› Bat› müzi¤ini ve müzisyenleri tercih etmesi ve onlara daha fazla de¤er vermesi, geleneksel müzik taraftarlar›n› rahats›z eder ve müzikte daha sonra büyük tart›flma konusu olan ve bugün de farkl› biçimlerde de olsa, yer yer devam eden Alafranga ve Alaturka tart›flmalar›n› bafllat›r. Dede Efendi, Saray’›n Bat› müzi¤ine karfl› olan ilgisini k›rmak, bat›l› yaflam ve e¤lence biçimlerine uygun olabilecek müzik icralar›n›n/bestelerinin de Türk müzi¤i aç›s›ndan da uygun oldu¤unu gösterebilmek için valse uygun düflecek formda “Yine Bir Gülnihal” adl› meflhur eserini besteler. Bu beste, bir anlamda o zamanda sarayda yayg›nlaflan Bat›l› melodilere karfl› direnifli de sembolize eder. Ancak buna benzer çal›flmalar sonuç vermeyip, saray›n ve dolay›s›yla devletin Bat›l› müzisyenlere ve müzi¤e ilgisinin artarak devam etti¤i görülünce, Dede Efendi “art›k bu oyunun tad› kalmad›” diyerek Saray’dan çekilir. Bu hareketin ‹talyan bestecisi Donizetti’ye gösterilen ilgiye karfl› duyulan tepkiden kaynakland›¤› söylenmektedir. Buna ra¤men, Osmanl› Saray›’n›n , geleneksel müzi¤e kap›lar›n› kapatt›¤› söylenemez. Bu dönemde geleneksel müzik aç›s›ndan formlar küçülmekte, flark› formu öne geçmekte olsa da Bat› müzi¤i ile karfl›laflma daha çok “kendisini farketme” anlam›na gelmektedir. Bu iki tür musikinin yan yana yer ald›¤›, e¤itim ve uygulama aç›s›ndan bariz bir yönlendirmenin olmad›¤› söylenebilirse de, farkl› fikir ak›mlar›n›n geliflti¤i, Bat›-Do¤u de¤erlendirmelerin/ tart›flmalar›n artt›¤› bir dönemdir bu. Çünkü bu dönemle birlikte, özellikle II. Viyana kuflatmas›ndan sonra Avrupa’da Türk modas› ortaya ç›km›flt›. Bat›l› ülkelerdeki müzik çal›flmalar›na etkide bulunmufl olan geleneksel müzi¤imize, 1826 y›l›nda uzun bir gelene¤i olan ve devlet eliyle kald›r›lan mehterhane ile birlikte büyük bir darbe vurulmufl, bunlar›n tüm çalg› ve birikimi unutulmaya yüz tutulmufltu. Bu düzenlemeden sonra etkileflim tersine dönerek Türk müzi¤i yo¤un bir flekilde devletin öncülü¤ünde Bat› müzi¤inin etki alan›na girmifltir(Gedikli,1999;133). Bundan sonra yaflanan bir tak›m siyasi ve sosyal olaylarla bu etkileflim süreci yo¤un tarzda devam etmifltir. Müzikte modernleflmenin öncüsü ve simgesi olan M›z›ka-› Humayun’un da bu do¤rultudaki çal›flmalar›, meflrutiyet dönemine kadar sürmüfl ve bu dönemde kapat›larak yerine 1913 y›l›nda Darül Bedayi (hem tiyatro hem de müzik e¤itimi yap›yordu) kurulmufltur. Ancak Darül Bedayi’ uzun ömürlü olmam›flt›. Bunun nedeni I. Dünya Savafl›’n›n ortaya ç›kard›¤› güç flartlard›. Bu flartlardan dolay› 14 Mart 1916’da da bu kurulufl kapan›yor, bunun yerine müzikle ilgili yeni bir okul aç›l›yor ki bunun ad› “na¤meler evi” anlam›na gelen Dar’ül Elhan (1917)’d›r. Saray›n/devletin geleneksel müzi¤imize olan ilgisizli¤ine karfl›n, geleneksel müzi¤imiz aç›s›ndan Dar’ül Musiki Osmani, Dar’ül Feyz-i Musiki, Dar’üt Talim-i Musiki, Gülfleni Musiki, fiark Musiki Cemiyetleri gibi müzik alan›nda halk aras›nda kurulan ve ortak kat›l›m› yayg›nlaflt›ran icra ve e¤itim yap›lar› olan musiki dernekleri bu dönem Türk müzik tarihinde çok önemli yer tutmaktad›r. Sarayda gerekli ilgiyi bulamayarak konaklara tafl›nan geleneksel müzik her ne kadar e¤lence, ticari anlay›fla uygun ritmik esaslarda ve flark› formunda popülerleflse de, bu sivil dernekler vas›tas›yla II. Meflrutiyet’ten sonra halk›n müzik gereksinimi önemli ölçüde karfl›lam›flt›r. Ayn› flekilde dergahlar›n Cumhuriyet döneminde kapat›lana kadar faaliyet göstermesi, geleneksel müzi¤in bir kolu olan tasavvuf müzi¤inin de bütün canl›l›¤›yla bu kurumlarda yaflat›lm›fl olmas›na imkan sa¤l›yordu (Tanr›korur, 1998; 59). Her ne kadar devlet kat›nda oluflan ve dolay›s›yla topluma da yavafl yavafl sirayet eden müzikteki ikililik, baz› tart›flma ortamlar› yaratsa da baz› noktalarda geleneksel müzi¤e katk› da sa¤lam›flt›r. Özellikle 19. asr›n sonlar›na do¤ru nota yay›nc›l›¤›n›n bafllamas›, Bat› nota sisteminin yayg›nlaflmas›, geleneksel müzi¤in de bu aç›dan (yaz›labilme, kaydedilebilme) yeni bir sürece girmesine vesile 2 52 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” fienol DURGUN olmufltur. Zira geleneksel usullerle yap›lan ço¤u eserlerin kaybolmas› sözkonusudur. Her ne kadar Bat› sistemli kaydetmenin, iflin asl›n› verip vermedi¤i tart›flma konusu olsa da, meflk usulü1 e¤itim ya da icra olay›, eserleri orijinal olarak muhafaza edemiyor ve ço¤u eserin kaybolmas›na da yol aç›yordu. Cumhuriyet’le Yaflanan De¤ifliklikler Her ne kadar Cumhuriyet redd-i miras üzerine infla edilse de, yeni devleti bir süreklilik içinde ele almak gerekir. Zira Cumhuriyet’in bafl›ndaki kadrolar bir tarihsel oluflumdan gelmekte ve Cumhuriyet öncesi dönemin çeflitli fikir ak›mlar›yla beslendikleri görülmektedir. Ancak, Cumhuriyet’in devrald›¤›, Osmanl›’ya oranla görece daha homojenleflmifl olan nüfus, ulus-devletin kurulufl sürecinde tek tip bir milli kimlik hedefine do¤ru yönlendirilmekte ve ulusun kültürel yap›s› yeniden ele al›n›p tan›mlanmaktayd›. Nitekim Cumhuriyetin ilk 10-15 y›l›, bu hedefin tesisi ve Bat› uygarl›¤› düzeyine ulaflmak ülküsü amac›yla her alanda gösterilen yo¤un çabalarla dikkat çekmektedir. Bu çabalar›n bir uygulamas› olarak siyasal alan›n, kültürel alanla örtüfltürülüp, standartlaflt›rmas› ve homojenlefltirmesinin gerçeklefltirilmesi gerekirdi. Böylece ortak bir amaç üzerinde temellenen devrim ideolojisi, düflünsel planda kurdu¤u düzenin yaflamsal boyut kazanmas› için sadece müzik alan›nda de¤il sanat›n bütün alanlar›nda, sanata siyasal bir misyon yükleme gayreti içinde olmufltur. Haliyle ideolojiye koflut olarak hareket eden sanat, siyasal otoritenin kendisinden bekledi¤i talepleri yerine getirebilmek için, içeri¤ini ve formunu anlafl›l›r bir dile dökerek, yeni kültürel de¤erlerin yayg›nlaflt›r›lmas›nda bir propaganda arac› olmufltur. Propaganda arac› haline gelen sanat, devletin de¤erler sistemini telkin etmesiyle didaktik bir nitelik kazan›r. Cumhuriyetin kurulufl y›llar›ndan itibaren sanat›n “yeni” olarak sunulan dünya görüflünü kitlelere ulaflt›rmak misyonunu yüklenmesi, kültür politikas›nda sanat etkilefliminin itici gücü olur. Kültür politikas› kendi amaçlar›n› gerçeklefltirmek için sanata baflvuruken, sanat da kültür politikas›na koflut olarak formasyonunu al›r. Sanatsal formasyonunun endekslendi¤i kültür politikas›n›n sanat›n yayg›nlaflt›r›lmas›nda da rol oynamas› etkileflimin derecesini art›r›r. Cumhuriyet modernlefltirme ba¤lam›nda toplumun formasyonunu hedefleyerek, rasyonellik üzerine temellenen devlet merkezli bir toplum oluflturma giriflimlerinin arkas›ndaki itici güç “devletin bekas›” olmufltur. Misak-› Milli s›n›rlar› içindeki devletin korunmas› ve güçlendirilmesi, devlet merkezli bir toplum tasar›m›n› öngördü¤ünden, imtiyazs›z, s›n›fs›z ve kaynaflm›fl bir toplum oluflturma düflüncesi de kültürel platform da söz konusudur. Zaten kültür politikas›n›n çerçevesi de devletçi gelenekten ötürü devletin bekas› esas›na göre çizilmektedir(ÖND‹N, 2003;145). Bunun içindir ki Kemalist ideolojinin en radikal yönünü oluflturan kültür devrimi, yönetici kadrolar›n sözkonusu alan› hedefledikleri topyekün kalk›nma hamlesinin en temel bileflkesi olarak alg›lamalar› sonucunu verdi. 1920’li y›llarda bafllayan ve 1930’lu y›llarda doru¤a ulaflan devletin bilinçli ve sistematik müdahalesinin temelinde hem müzi¤in do¤as›ndan kaynaklanan, hem de devletin ona atfetti¤i bir dizi özellik bulunmaktayd›. Baflka bir anlat›mla, müzik sanatsal bir ifade arac› olarak duygu ve coflkular›n seferber edilmesi aç›s›ndan “kollektiflik” özelli¤i en belirgin olan, dolay›s›yla da ink›lab›n amaçlar›na en iyi hizmet edece¤i düflünülen bir araçt›. Bunun yan›nda “Bat›l›” bir toplum olma yönündeki çabalara görünürlük kazand›rma aç›s›ndan makbul bir “vitrin” oluflturmaktayd›. Bu amaçlad›r ki, Osmanl›-‹slam geçmiflinden kopma sürecinde ve çeflitli toplumsal dönüflümlere h›z kazand›r›ld›¤› bir dönemde, Kemalist yöneticiler ve onun organik ayd›nlar› sözkonusu mirasa at›fta bulunan güçlü bir sanat kolunun varl›¤›na karfl› “Müzik Devrimi”ni harekete geçirdiler (Üstel, 1999; 41). Bu devrimi harekete geçirecek müzik politikas›n›n oluflumunda, ilk Türk sosyolo¤u Ziya Gö- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 53 kalp’in büyük etkisi vard›r. Ziya Gökalp müzik konusunda bilgi sahibi birisi de¤ildi. Ancak cumhuriyet’in müzik politikas›, bafllang›ç y›llar›nda Ziya Gökalp taraf›ndan ortaya at›lan fikirlerle flekillendirilmiflti. Ziya Gökalp geleneksel Türk sanat müzi¤ini, aslen Türk kökenli olmaktan ziyade, Bizans kökenli, Arap ve Acem kar›fl›m› bir müzik olarak görmekteydi. Sadece, halk müzi¤ini Türk kökenli olarak kabul etmekteydi. Yine de bunlar›n hiç birini ça¤dafl ölçülerde bulmamaktayd›. Ona göre; “Bu gün üç çeflit müzik ile karfl› karfl›yay›z. Do¤u müzi¤i, Bat› müzi¤i ve Halk müzi¤i. Bunlardan hangisi bize aittir? Do¤u müzi¤i marazi ve ulusal olmayan bir müziktir. Halk müzi¤i bizim kültürümüzü simgeler. Bat› müzi¤i yeni medeniyetin müzi¤idir” (And, 1999; 281). Buradan da görüldü¤ü gibi Gökalp, geleneksel Türk müzi¤inin kökenini aç›klamakla birlikte, müzik alan›nda yapm›fl oldu¤u tasnifle ayn› zamanda yeni devlete de yön çizmekteydi. “O halde milli müzi¤imiz memleketimizdeki halk müzi¤iyle Bat› müzi¤inin izdivac›ndan do¤acakt›r. Halk müzi¤i bize bir çok melodiler vermifltir. Bunlar› toplar ve Bat› müzi¤i usulüyle armonize edersek, hem milli hem de Avrupai bir müzi¤e sahip oluruz. Bu vazifeyi yerine getirecek olanlar aras›nda Türk Ocaklar›’n›n müzik heyetleri de dahildir. ‹flte Türkçülü¤ün müzik sahas›ndaki program› esas itibariyle bunlardan ibaret olup, bundan ötesi milli musikarlar›m›za aittir” (Çetinkaya, 1999; 92). Gökalp taraf›ndan oluflturulan bu düflünceler2, Cumhuriyetin müzik politikas›n› belirlemifltir. Pozitivist dünya görüflü ile ba¤lant›l› olarak ele al›nan ça¤dafllaflma ilkesinin içeri¤i; ulusal kültür ve uluslar aras› medeniyetin sentezi olarak tesbit edilmesi, Bat› medeniyetinden yaln›zca bilim ve teknolojiyi almay›, ulusal kültürü yabanc› etkilerden uzak tutmay› da ön görmekteydi. Zira ulusal kültür bozulmam›fl bir öz olarak halk›n yaflam›nda mevcut oldu¤undan, yaln›zca bu özün bilimsel yöntemlerle ifllenmesi için Bat›’n›n usul ve teknolojisine ihtiyaç vard›(ÖND‹N, 2003; 151). Yeni devletin müzik alan›nda yapmaya çal›flt›¤› devrim, art›k bundan sonra bu minval üzere gidecekti. Çünkü Atatürk’ün sanat anlay›fl› Ziya Gökalp’in yukar›da ortaya koydu¤u bu fikirlere dayanmaktayd›. Atatürk, yeni devletin “Milli Müzik” anlay›fl›n›n ancak bu flekilde oluflturulaca¤› inanc›ndayd›. Bu amaçla, halk müzi¤imizin Bat› tarz› müzik ile kaynaflt›r›lmas›n› sa¤lamak için devlet taraf›ndan bir tak›m kararlar al›n›r ve uygulamaya konulur (bu kararlar bu tarihten itibaren daima tart›flma konusu olmufltur). Zira sanatsal ve dolay›s›yla müzik çal›flmalar›na sadece estetik yönden bak›lmam›fl, ça¤dafllaflmay› sa¤layacak devrimlerin/reformlar›n halka benimsetilmesi ifllevi de yüklenmifltir. Di¤er bir deyiflle sanat e¤itim ifllevini de dolayl› olarak yüklendi¤inden, devrimlerin benimsetilmesinde de önemli bir propaganda arac› olmufltur. Sanat›n bireyleri kolay etkileme özelli¤inden yararlanmak iste¤i, sanatsal faaliyetlerin ister istemez devlet himayesi alt›na al›nmas›n› gündeme getirmiflti. Haliyle sanata himayeci yaklafl›m, devlete sanatsal faaliyetleri örgütleme misyonu yüklemiflti(ÖND‹N, 2003;151). Bu amaçla önce, Saray Bandosu (M›z›ka-› Humayun) devlet orkestras› olarak yeniden adland›r›l›r ve Ankara’ya (1924 y›l›) tafl›n›r. M›z›ka-› Hümayun’un Ankara’ya nakledilmesi yeni yönetimin sanat anlay›fl›n› yans›tan bir uygulamad›r. Saray muzika heyeti Ankara’ya yaln›z müzik icras› için de¤il, daha önemlisi, sanatç›lardan müzik ö¤retiminde yararlan›lmak üzere tafl›nm›flt›r. Orkestran›n Ankara’ya gelifli ile birlikte ayn› y›l Müzik Ö¤retmenevleri E¤itim Okulu (Musiki Muallim Mektebi) kuruldu. Ça¤dafl bir müzik e¤itimini yayg›nlaflt›racak ö¤retici kadro bu okuldan yetifltirilecekti(KATO⁄LU, 2003;183). Bu okul ayn› zamanda daha sonra kurulacak olan Devlet Konservatuar›’n›n nüvesini oluflturmufltur. 1925’de tekkelerin kapat›lmas›, özellikle Mevlevi, Bektafli, Ka- 2 54 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” fienol DURGUN diri tekkelerinde süren müzik gelene¤inin kesilmesi demekti. Çünkü dini ve din d›fl› formlarda, geleneksel e¤itim biçimlerinde yap›lan meflkler yoluyla Türk müzi¤inin kaynak damarlar›ndan birini oluflturan bu kurumlar müzik tarihimiz aç›s›ndan ayr›ca bir önem tafl›maktayd› (And, 1999; 281; Paçac›, 1999; 16). Bu karara farkl› bir bak›fl aç›s›yla “kayna¤›n kurutulmas›” da denebilir. Kemalist yönetimin belirledi¤i medeniyet yolunda h›zla ilerleme misyonuyla geleneksel de¤er ve sembollerin birer birer tasfiye edilmesinin müzik alan›ndaki en önemli yans›mas› ise Dar’ül Elhan darbesidir. 1926 y›l›nda –Musa Süreyya ve Zeki Üngör taraf›ndan haz›rlanan rapora dayan›larak- ad› ‹stanbul Konservatuar›’na çevrilen Dar’ül Elhan’dan, Milli E¤itim Bakan› Mustafa Necati imzas›yla gönderilen bir telgraf emriyle Türk müzi¤i ö¤retimi kald›r›lm›fl, bir y›l sonra da, “kesinlikle e¤itim-ö¤retim tarz›nda olmamak” flart› ile bir Türk Müzi¤i Eserleri Tasnif Heyeti’nin kurulmas›na ve ders yapmamak flart›yla konservatuarda çal›flmas›na izin verilmifltir (Tanr›korur, 1998; 59). Yine ayn› y›l genç müzisyenler devletin müzik siyaseti do¤rultusunda çal›flmalarda bulunmak için halk müzi¤i besteleri toplamaya bafllam›fllard›r. Bunun temeli Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin ve Halil Bedii Yönetken gibi derlemeciler taraf›ndan oluflturulmufltur. Hemen bir y›l sonra (1927) bu çal›flmalar›n daha ciddi ve bilimsel bir tarzda yap›labilmesi için, belirlenen genç yetenekler devlet bursu ile yurt d›fl›na gönderilmeye bafllanm›flt›r (And, 1999; 281). Daha sonra yurda geri dönen bu müzisyenler, müzik politikas›n›n amaçlar› do¤rultusunda çal›flmalarda bulunmufllard›r. Müzik devriminin “ulusal” bir Türk operas› yarat›lmas›na yönelik bir tavr› da vard›. Nitekim ulusal opera yönündeki bu amaç Atatürk’ün verdi¤i “müzik direktifinin” ard›ndan ayn› y›l içinde “Türk Beflleri”nden3 Ahmet Adnan Saygun ve Necil Kaz›m Akses’in besteleyecekleri ulusal operan›n sahnelenmesiyle ilk örneklerini verecektir. Ancak bu operalar iktidara yak›nl›¤›yla tan›nan o dönemin yay›n organlar› taraf›ndan bile elefltirilmifltir. Sonuçta “müzik devrimi”ne zemin oluflturmak için altyap› ve kurumsal düzenlemelere daha fazla öncelik tan›nacakt›r (Üstel, 1999; 49). Bu amaçla önce Josep Marx ‹stanbul’a davet edilerek (1931) ‹stanbul Konservatuar›’n›n kurulufl, yönetim ve ö¤retimi için raporlar haz›rlam›flt›r. Daha sonra 1935 y›l›nda Paul Hindemith, Türk müzik yaflam›n›n tesisi için Ankara’ya ça¤r›l›r. Bunu 1936 y›l›nda Macar Bela Bartok’un davet edilmesi izler. Bartok’dan özellikle halk müzi¤i ile ilgili de¤erlendirmeler al›n›r. Bunlar› Gazi Müzik Okulu’nda y›llarca görev yapacak olan Eduard Zuckmayer takip eder. Böylece iktidar›n önce kendi müzisyenleriyle yapmay› tasarlay›p da baflaramad›¤› de¤iflim, yurtd›fl›ndan yabanc› uzmanlar getirtilerek Bat›l› ülkelerin deney ve birikimlerinden yararlan›larak gerçeklefltirilmeye çal›fl›lm›flt›r. An›lan bu uzmanlar›n yapt›¤› çal›flmalar ve devlete sundu¤u raporlar vard›r. Bu raporlar›n dile getirdi¤i önerilerin bir k›sm›na uyuldu¤u, bir k›sm›na ise –de¤iflik sebeplerle- uyulmad›¤› görülmektedir. Müzik alan›ndaki devlet politikalar›n›n etkisinin yo¤un olarak yafland›¤› bu dönemde devlet yöneticileri, müzik aç›s›ndan belirleyici bir yönlendirici tutum içerisindeydiler. Atatürk’ün yapm›fl oldu¤u bir konuflma gerekçe gösterilerek4, 2 Kas›m 1934’den 6 Eylül 1936’ya kadar geleneksel Türk müzi¤i yay›nlar› radyodan yasaklan›r. Türkiye’de radyo yay›nlar›n›n 1928’de bafllad›¤› gözönüne al›n›rsa, halk›n çok ilgisini çeken bu araçtan halk›n duymak istedi¤i müzik yay›n›n›n kald›r›lmas› kamuoyunda çok tepki toplam›fl ve Türk kültür hayat›nda ciddi etkiler5 ve tart›flmalar yaratm›flt›r. Seçkin bürokratik çevrelerce Atatürk’e referans yap›larak uygulamaya konan bu yasak ancak 1936’da bizzat Atatürk’ün emriyle kald›r›lm›fl6 ve geleneksel Türk halk ve sanat müzi¤i yeniden radyolarda yay›nlanmaya bafllam›flt›r. Yine de devletin müzik politikas› bafllang›çta belirlenen hedefler do¤rul- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 55 tusundad›r. Bu amaçla kurumsal, teorik ve uygulamaya dönük çal›flmalar kesintisiz olarak devam etmifltir. Bunun devam› olarak Musiki Muallim Mektebi çat›s› alt›nda 1940 y›l›nda Ankara Devlet Konservatuar›’n›n kurulmas›na iliflkin yasa yürürlü¤e girer. Böylece çok sesli müzi¤in kurumlar›n›n temelleri at›lm›flt›r. Bu y›llarda Türk müzi¤i e¤itimi ise hiç yap›lmamaktad›r. Nitekim Devlet Konservatuar›’n›n kurulufl kanunu TBMM’de görüflülürken, Türk müzi¤i teorisi ile Türk müzi¤i tarihinin de e¤itim programlar›na al›nmas› önerisi, Cumhuriyet reformlar›na ayk›r› bulunarak reddedilmifltir. Maalesef bu dönemde, daha sonralar› biraz gevflese de 1950’li y›llara kadar yo¤un yo¤un bir flekilde, Türk müzi¤i ön yarg›s›z, objektif ve bilimsel bir yaklafl›mla ele al›n›p de¤erlendirilememifltir (Güla, 1985; 269). Her ne kadar 1943’te ‹stanbul Belediye Konservatuar›’nda Türk müzi¤i e¤itimi bir süre yap›lsa da, k›sa ömürlü olmufltur. Bundan sonra ancak 1975 y›l›nda Türk Müzi¤i Konservatuar›’n›n aç›lmas› üzerine Türk müzi¤i e¤itimine geçilmifltir. Bu döneme kadar yaklafl›k elli y›l içinde geleneksel Türk müzi¤i ve halk müzi¤i e¤itimi resmi e¤itim kurumlar›nda mevcut de¤ildir. 1975 y›l›nda Türk Müzi¤i Konservatuar›’n›n aç›lmas›yla bafllayan ve önemli s›k›nt›lar› içeren bu süreç hakk›ndaki tart›flmalar halen devam etmektedir. “Milli Müzik” Anlay›fl› ve Etkileri Kültür (özellikle de müzik), Cumhuriyet’in ilk y›llar›ndan bafllayarak, bir kamu politikas› arac›l›¤›yla devletin önemli bir ifllevi haline getirilmifltir. Ancak bu ifllev çok sanc›l› olmufltur. Cumhuriyet her ne kadar redd-i miras anlay›fl› üzerine infla edilse de müzik alan›nda Osmanl›’da bafllayan tart›flmalar Cumhuriyet dönemi boyunca da devam etmifltir. Bu zamanda yaflanan modernleflme, “milli modernleflmeci” bir kimlikle ortaya ç›km›flt›. Yeni devleti kuran kadrolar›n her fleyden önce bir “millet” yaratma projelerinin var oldu¤u ve bu projenin de temel dayanaklar›ndan birini halk kültürünün oluflturdu¤unu yukar›da da ifade etmifltik. Bu amaçla cumhuriyetin ilk kuruldu¤u y›llardan itibaren bafllat›lan folklor ve yerel müzik derlemeleriyle yarat›lmak istenen milli fluura ve dolay›s›yla milli müzi¤e önemli miktarda malzeme sa¤layaca¤› hususu, projenin mimar› olan kadrolarca ciddi flekilde umulmufl ve beklenmifltir (Öztürk, 2002;196). Bu amaçla proje kapsam› d›fl›nda kalan müzik kültürü ve icra anlay›fl›, tasarlanan projenin aksamamas› için devlet taraf›ndan d›fllanm›flt›r. Bundan dolay› 1920’li y›llar, müzikte alaturka-alafranga çat›flmalar›n›n öne ç›kt›¤› y›llard›r. Kemalist reformun sanc›l› kimlik oluflturma politikas›n›n uzant›s› olan bu çeliflki, taraflar›n kararl› tutumu sonucu 1930’lu y›llara kadar uzayan süreçte müzisyenleri “tercihleri” do¤rultusunda uzlaflmaz iki kampa ay›rm›flt›r . Bu zamanda, iktidar›n müzik alan›nda yeni aray›fllara yönelmesinin ard›nda hem “devrimin ruhuna uygun” hem de “Anadolu’nun ruhuna tercüman”, son tahlilde ise müzi¤i “salon ve hücre müzi¤inden meydan müzi¤i haline getirecek bir arama hareketi” bulunmaktad›r. Mehter müzi¤i d›fl›nda genelde kapal› bir mekan müzi¤i olan geleneksel Türk müzi¤ine karfl› iktidar, hem genifl y›¤›nlar›n kültürünü ça¤dafl/Bat›l› bir uslup içinde yans›tacak, hem de kitleleri harekete geçirecek bir “ses”in pefline düflmüfltü. Sözkonusu anlay›fl, Cumhuriyet halkç›l›¤›n›n kültürel açmazlar›ndan biriyle, baflka bir anlat›mla “samimi” ama “ilkel” halk ve onun sanat› ile “suni” fakat “geliflmifl” seçkin sanat› aras›ndaki bocalamayla yak›ndan iliflkiliydi. Alaturka-alafranga çat›flmas›na yeni bir boyut ekleyen bu bocalama içerisindeki “milli müzik” tart›flmas›, bir karmafla ortam› yaratm›fl ve geleneksel Türk müzi¤i besteci ve icrac›lar›n›n, yap›lan denemeleri “zeybek havas›” olarak elefltirmelerine ve baz›lar›nca ise geleneksel Türk müzi¤inin “ça¤dafl” bir teknik ve üslupla gelifltirilmeye aç›k oldu¤unu savunmalar›na yol açm›flt›r. Öte yandan “müzik devrimi”nin geleneksel Türk müzi¤ini gözden düflürmeye yönelik tavr›, geleneksel Türk müzi¤i camias›n›n kendisini yeni siyasi rejim karfl›s›nda 2 56 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” fienol DURGUN meflrulaflt›rma ve kan›tlama çabas› içerisine iterek daha “uygar” bir görünüm kazanmak amac›yla “Avrupai” bir dinleti düzenine sahip olma aray›fllar›na yöneltmifltir. Böylece “ça¤dafl” bir biçime bürünme kayg›s› içinde, 1920’li y›llarda ama özellikle 1930’lu y›llardan sonra bir flef yönetiminde “belirli icra mekanlar›nda, belirli k›yafetlerle, belirli icra say›s› ve baz› standart kal›plarla icra edilen müzi¤e prestij kazand›rma” amaçlanm›flt›r (Üstel, 1999; 44). Bu amaçla halk türkülerimizin çok seslendirilmesi, oyun havalar›m›z›n ise orkestra ile icra edilmesi çal›flmalar› yayg›nlaflm›flt›r. Türküler ya piyano eflli¤i ile yada bizde gelene¤i olmayan eflliksiz koro ile çok seslendirilmeye çal›fl›lm›flt›r (Gedikli, 1999; 51). Daha önce Saray’›n himayesinde geliflen geleneksel Türk müzi¤inin yerini, Cumhuriyet ile birlikte Çankaya’n›n koruyucu buyru¤u alt›nda biçimlenen “milli müzik” anlay›fl› dolduracakt›r. Bu anlay›flta eski tarz müzi¤e ve icras›na pek yer yoktu. Çünkü Tanzimat ve sonras›nda taraftarlar› artan, ‹ttihat ve Terakki Partisi ile siyasileflen sentez yaklafl›mlar›ndan biri, Osmanl›’n›n “Türk olmayan” bütün unsurlar›na olumsuz bakmakta ve onlar› geri kalm›fl “Do¤u”nun miras› olarak görmekteydi. Öte yandan olumlu bir alan olarak, henüz ulafl›lmam›fl olsa da gelecekte mutlaka bir parças› olaca¤›m›z söylenen yeni bir medeniyet olarak, “Bat›”ya iflaret edilmekteydi. Yeni kurulmakta olan Cumhuriyet’in yöneticileri hem bu yaklafl›m› fikren benimsemiflti, hem de onu gerçeklefltirebilecek siyasi iradeye sahipti. Nitekim müzik siyaseti ve kurumlar› bu sentez fikriyle oluflturulurken, yeni ulusdevlet kendi kültürel tabusunu da tan›mlam›flt›r. Bu tabu Do¤u idi. Sentez üç ayakl› bir s›n›fland›rmayla (Bat› kültürü, Halk kültürü, Do¤u kültürü) tarif edilmifl, bir yandan kaynaflt›r›lacak ögelere (Bat›-Halk) öte yandan da reddedilecek ögeye (Do¤u) iflaret edilmifltir (Tekelio¤lu, 1999; 146). Bundan dolay›d›r ki 1930’lu y›llar›n “müzik devrimi”nin do¤rudan sonuçlar›ndan biri “alaturka-alafranga” çat›flmas›n›n ikincinin lehine “çözüme” kavuflturulmas›d›r. El yordam› ve “deneme-yan›lma” yöntemiyle sürdürülen bu giriflimde, müzik di¤er sanat dallar› aras›nda en “ayr›cal›kl›” ama ayn› zamanda müdahaleye en aç›k bir alan haline gelmifltir. Öyle ki günümüze dek uzanan süreçte, iktidarlar ve onlar›n muhalifleri kendilerini ve has›mlar›n› tan›mlamada sürdürülen müzik politikalar›n› önemli bir referans ölçütü olarak kullanm›fl, “ilericilik-gericilik” tart›flmalar›n›n bir köflesine ilifltirmifllerdir. Ayn› zamanda bu dönem (1930’lu y›llar) tek-parti yönetiminin kurumsallaflma çabalar›n›n, baflka bir ifadeyle “bütün güçleri tek elde toplama” anlay›fl› do¤rultusunda devletin kültür politikas›ndaki düzenleyici ve yönlendirici tutumunun en üst noktalara vard›¤› bir dönemdir. Haliyle Kemalist iktidar›n “kimlik” ve “aidiyet” oluflturma sürecinde müzik alan›na özel bir anlam atfederek, bir “devrimin” konusu haline getirmesinin ard›nda çok uluslu bir imparatorluktan ulus-devlete geçiflte ona “milli” ve “homojen”, ayn› zamanda da “medeni” bir t›n› verecek bir aray›fl sözkonusuydu. Bu süreçte devlet “kurucu ve koruyucu devletlefltirme” siyaseti güderken, kimi zaman da “imha”ya yönelmifltir (Üstel, 1999; 49). ‹ktidar›n, bu zamanda, halk müzi¤ine karfl› gösterdi¤i ilginin temelinde ülkenin içinde bulundu¤u tar›msal yap› ve k›rsal nüfusun dayatt›¤› Türkiye gerçekli¤i vard›r. Siyasi iktidar ve onun ayd›nlar› Anadolu’ya –belirsizli¤in de getirdi¤i bir endifle ile- yönelirken, karfl›laflt›klar› çok kültürlü, heterojen yap› karfl›s›nda toplumsal denetimi kolayl›kla ellerinden s›yr›labilecek popüler kültürü kendi haline b›rakmak yerine sözkonusu kültürün kimi parçalar›ndan istifade ederek bir bütün oluflturmaya ve nihayetinde onu “devletlefltirme”ye çal›flm›fllard›r (Üstel, 1999; 47). Devletin deste¤iyle sürdürülen ve devletin bir politikas› haline gelen bu çal›flmalar›n halk nazar›nda bir yeri olabilmesi için gerekli her türlü destek –maddi ve manevi- sa¤lanmaktayd›. Bat›l› müzik zevkinin oluflturulmas› için 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 57 ülkenin her köflesinde 1932’de aç›lan Halkevleri vas›tas›yla amatör müzikçiler yetifltirilmifl, devletin resmi politikas› do¤rultusunda çalg› dersleri verilmifl, korolar kurulmufl, küçük orkestralar oluflturulmufltur. Bu flekilde halk devlet nazar›nda çok seslili¤e al›flt›r›lmaya çal›fl›lm›flt›r7 (‹lyaso¤lu, 1999; 73). Devletin, Bat› müzi¤i ve bu tarz çal›flmalar› desteklemesi ve bunlar› “milli müzik” politikas› çerçevesinde de¤erlendirmesi, bir müddet sonra alaturkac›lar›n iktidar›n organik müzisyenlerini f›rsatç›l›kla suçlamas›na yol açarken, devlet deste¤ini bulamayan ve devlet politikalar›nda yeri olmayan geleneksel Türk müzi¤i de resmi politika karfl›s›nda h›zla itibar kaybedecektir. Nitekim yap›lan adland›rmalarla geleneksel Türk müzi¤i Kemalist intelijensiya taraf›ndan “Bizans Aksiyonu”, “Meyhane Müzi¤i”, “Divan Müzi¤i”, “Enderun Müzi¤i” vs gibi küçümsenmifl8, sert elefltirilere tabi tutulmufl (Üstel, 1999; 48) ve devletin deste¤inden mahrum b›rak›lmaya çal›fl›lm›flt›r. Böylece Bat›l›laflma politikalar›yla güçlü ve uzun bir geçmifle sahip, zengin Türk müzi¤inin9 teorisi geleneksel temellerden çok Bat› müzi¤i örnek al›narak canland›r›lmaya çal›fl›lm›fl, ancak pek çok noktada ikisi pratikte ba¤daflt›r›lamam›flt›r. Yanl›fl temeller üzerine kurulan bu teori meselesi (Tura, 1999; 97) flu anda bile baz› müzisyenlere göre s›k›nt›lar›n en önemli noktalar›ndan birisini teflkil etmektedir. Devletin resmi “milli müzik” anlay›fl› ve geleneksel Türk müzi¤i ve halk müzi¤ine yönelik tav›rlar› (radyodan yay›nlar›n yasaklanmas› vs gibi) karfl›s›nda halk, kendisine en yak›n müzik olarak gördü¤ü Arap müzi¤ini (radyolar›n›) dinlemeye bafllar. Gerek Arap radyolar›, gerek 1936’dan 1948’e kadar Türkiye’ye giren ve say›s› baz› kaynaklara göre bini aflan M›s›r filmleri, Türk halk›n›n müzik ihtiyac›n› giderme arac› vazifesi görmeye devam etmifl ve resmi ambargodan dolay› halk›n müzik zevkinde büyük ölçüde de¤iflikliklere sebep olmufltur (Tura, 1998; 42). M›s›r filmlerinin fevkalade ilgi görmesi üzerine zaman›n Matbuat Umum Müdürlü¤ü, bu filmlerin Arapça sözlü müzik ile gösterimini yasaklam›flt›r. Ancak, bu tarz yasak ço¤u di¤er yasaklar gibi ters bir sonuç vermifltir. Bu dönemde Türkçe söz yaz›lan Arap ezgileri, yurdu bafltan bafla sarar, hatta Güney Do¤u Anadolu’da halk müzi¤inin içine kadar s›zmay› baflar›r. Müzikteki bu de¤iflim ile Türk müzi¤inde yepyeni bir uygulama dönemi bafllam›flt›r. Bu dönemde revaçta olan eserler “adaptasyon” flark›lard›r (Tekelio¤lu, 1999; 150). Baz› müzisyenler, M›s›r filmlerinin Arapça sözlü müziklerini Türkçe sözlerle düzenlemifl, ayn› tarzda yeni bestelerle üretmifl ve bu yolla büyük ün ve servet sa¤lam›fllard›r. Daha sonra özellikle 1970’li y›llarda çok yayg›nlaflacak olan Arabesk modas›n›n ve benzeri tarzdaki müziklerin alt yap›s› da asl›nda bu dönemde at›lm›flt›r (Tura, 1998; 42). Böylece 1950’li y›llara kadar olan dönemde ortaya ç›kan tablo; halk›n ne sentez do¤rultusunda Türk müzisyenler taraf›ndan bestelenen çok sesli eserlere, ne de klasik Bat› müzi¤i örneklerine büyük ilgi gösterdi¤i yönündedir10. Aksine halk yabanc› istasyonlar›, özellikle de Arap müzi¤i yay›nlar›n› dinlemeye bafllar. Bu durum bize müzikte Do¤u-Bat› sentezi fikrinin en önemli eksi¤i olan popüler müzik boyutunun eksikli¤ini gösterir. Cumhuriyet’in bafllang›çtaki reformlar ile birlikte sentez projesinin ciddi müzik boyutu tamamd›r, ancak kolayca dinlenip, kulak al›flkanl›¤› kazand›racak çok sesli popüler bir form hiç düflünülmemifltir. Bu alanda ciddiye al›nabilecek birkaç çabadan biri olan operetler ve yerellefltirilmifl tangolar da ciddi müzik yanl›s› seçkinler taraf›ndan be¤enilmemifl ve “avam” bulunmufltur. Zaten bu müzikal formlar da k›sa sürede ya ortadan kaybolmufl ya da resmi çevrelerin tabiriyle “alaturka”laflm›flt›r (Tekelio¤lu, 1999; 149). 2 58 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” fienol DURGUN Müzikte Demokratikleflme 1950’li y›llar Türk siyasal yaflam›nda çok partili yaflam›n bafllad›¤› y›llard›r. Bu zamanda siyasal alanda bafllayan ço¤ulculuk, baflka alanlara da yans›m›fl ve bu döneme kadar yo¤un olarak yaflanan devletçi uygulamalar yavafl yavafl gevflemeye bafllam›flt›r. Türk siyasal yaflam›ndaki bu de¤iflim, müzik alan›na da yans›m›fl, Türk müzik yaflam› tür bak›m›ndan h›zla çeflitlenip, zenginleflmeye bafllam›fl, geleneksel Türk müzi¤i ezgi ve formlar›n›n kullan›m alanlar› artm›fl ve yayg›nlaflm›flt›r. Popüler müzik alan›nda 1930’lu y›llarda bafllayan geliflmelere bak›ld›¤›nda, sadece “ciddi” müzi¤e yönelen sentez projesinin tasarlad›¤› müzik devriminin baflar›s›zl›¤›n›n kan›t› popüler müzik alan›nda ortaya ç›kan geliflmelerdir. Bu dönemde geleneksel Türk sanat müzi¤inin radyolar taraf›ndan dolayl› olarak desteklenmesi, müzik devrimi aç›s›ndan flafl›rt›c› olsa da, zorunlu bir geliflmenin sonucudur. fiehirli bir be¤eniyi yans›tan, ancak Osmanl› kökenli olan bu müzi¤in yay›n saatleri zamanla artm›fl, bu müzi¤in sanatç›lar› için kadrolar aç›lm›fl ve bizzat kurum (radyo) taraf›ndan e¤itilmeye bafllanm›fllard›r. Bunun nedeni ise halk›n bu müzi¤e gösterdi¤i ola¤anüstü ilgidir. Arap filmleri ve radyolar› ile toplumsal alanda bafllayan de¤iflime karfl› devletin tutumu geleneksel müzikler alan›ndaki kat› politikalar›nda baz› de¤ifliklikler yaparak karfl›l›k vermesi olmufltur. Devletteki bu de¤iflim, tekke ve zaviyelerin kapat›lmas›yla iflsiz kalan dini müzik temsilcileri ve bestecileri için de yeni ifl alanlar›n›n do¤mas›na yol açm›flt›r. 1950’li y›llarla bafllayan müzikteki yeni ak›mda, Osmanl› gelene¤inden gelen müzisyenler, daha ticari ve popüler besteler yapmaya, yeni bir kulak zevki oluflturmaya bafllam›fllard›r. Bu durum resmi olarak tasarlanan müzik projesi için daha sonraki y›llar aç›s›ndan büyük engel teflkil etmifltir. Toplumsal alanda meydana gelen de¤iflmelerin elbette müzikte de yans›malar› olmufltur. Yeni dönemle birlikte müzikte yeni bir ak›m do¤mufltur. Bu ak›m “serbest icra” tarz› idi. Bu tarz ise bir sentezden ziyade, asl›nda bir modernite tavr› olup, ayn› zamanda bize gelene¤in nas›l bir popüler tarza dönüfltü¤ünün de müziksel ve toplumsal ipuçlar›n› vermektedir. Her fleyden önce “serbest icra” müzisyenin bireysel tarz›na izin verdi¤i için hem beste yapma tekniklerinde, hem de icrada yeni bir özgürlük alan› yaratm›flt›r. Yeni durumla flark›c› art›k flark›y› söylemektedir, yani kendi yorumunu ortaya koymaktad›r. Halbuki Osmanl› gelene¤inde önemli olan flark›n›n “okunmas›”yd›. Yani bestenin “orijinal” hali tekrar tekrar okunmas›d›r. Burada eserin orijinal haline sadakat esast›r. Bu noktada “özgür icra” ile daha sonra belli bir dönem Türk müzik yaflam›nda çok etkili olan arabesk aras›ndaki iliflki iyice ortaya ç›kar. Nitekim Orhan Gencebay, yeni müzik tarz›n› oluflturmada (Arabesk) “serbest icra” deneyimlerinden oldukça yararland›¤›n› ifade etmektedir (Tekelio¤lu, 1999; 150). 1950’li y›llar ayn› zamanda Türkiye’nin d›fla aç›lma aç›s›ndan da baz› geliflmeler gösterdi¤i y›llar olmufltur. Yeni dönemin yöneticilerinin hedefi Türkiye’yi bölgede “küçük bir Amerika” yapmakt›r. Bu aç›dan Amerika ile yo¤un iliflkilerin bafllad›¤› dönem olmas› dolay›s›yla, Türkiye’nin sosyal ve kültürel yaflam›nda da Amerika’n›n etkisi çok yo¤un olarak hissedilmekteydi. Özellikle 50’li y›llardan itibaren popüler kültür, NATO üyeli¤i, Marshall yard›m› ve Hollywood filmleri eflli¤inde, iç göçe maruz kalan yeni Türkiye flehir hayat›na yay›l›r. Bu süreçte büyükflehir sakinleri için yeni e¤lence seçenekleri ve müzik tarzlar› ortaya ç›kar. Hollywood y›ld›zlar› tan›nmaya, Amerikan müzi¤inin örnekleri radyolarda çal›nmaya ve yerli gruplar taraf›ndan taklit edilmeye bafllan›r. Asl›nda dinlenen müzik Bat›’n›n çok sesli popüler müzik örnekleri ve orkestrasyonudur. Ama yine de dönemin müzikteki popüler y›ld›zlar› “serbest icra” flark›c›lar›d›r. Yani flehir hayat›nda her iki müzik de ayn› 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 59 anda dinlenmekte ve be¤enilmektedir. Alaturka ile alafranga aras›nda bu y›llarda bir denklik olufltu¤u gözlenmektedir. Gazinolarda önce alafranga müzikler dinlenmekte, daha sonra ise alaturkac›lar sahne almaktad›r (Tekelio¤lu, 1999; 151). Yani bu dönemde, Türkiye’nin siyasi ve kültürel yaflam›nda önemli de¤iflmeler yaflanmaya bafllanm›fl, devlet eliyle “milli müzik” yaratma hedef ve formülasyonu, bir daha aç›lmamak üzere kapat›lm›flt›. Dönemin siyasi tercihleri ve kavray›fl› ba¤lam›nda, geleneksel müziklerimizin önüne getirilen “Türk” s›fat› ile (Türk Sanat Müzi¤i ve Türk Halk Müzi¤i vs gibi) milli müzi¤imizin zaten var oldu¤u da tescil edilmiflti(Öztürk,2002;201). Türkiye’de 1950’de bafllayan çok-partili siyasal yaflama 1960 y›l›ndaki askeri darbe ile son verilir. Yeni bir anayasan›n haz›rland›¤› bu dönemde, geliflen siyasi hareketler, konjonktürün de etkisiyle, müzik alan›nda yeni bir ba¤lafl›k bulur. Yeni-ulusçuluk ve ba¤›ms›zl›k fikirleriyle dolayl› da olsa kanba¤› olan bu hareket Anadolu-pop denen ilginç sentez müzi¤inin do¤mas›na yol açar. Anadolu-pop devletin ciddi müzik projesindeki sentez fikriyle, yani halk müzi¤inin Bat›l› tekniklerle çok seslendirilmesi düflüncesiyle akrabad›r; aralar›ndaki tek fark bu kez sentezin ciddi müzik de¤il, ama popüler müzik alan›nda gerçeklefltirilmesinin amaçlanmas›d›r. Anadolu-pop’un bir çok örne¤i politik mesajlar içermekte ve bu mesajlar kitlelere yönelik olmaktad›r. Bu nedenle Anadolu-pop’a popüler müzik alan›nda Do¤u-Bat› sentezi de denebilir. Belki de erken dönem Cumhuriyet yöneticileri, müzik devrimi projesine böyle bir popüler müzik versiyonu da ekleselerdi daha baflar›l› sonuçlar alabilirlerdi. Yine bu dönemde (1960) yarat›lan ve asl›nda 1930’lu y›llardaki “adaptasyon” uygulamas›na benzerlik gösteren “aranjmanlar” ise 1950’lerde müzik alan›nda meydana gelen kulak al›flkanl›klar›ndan sonra gündeme gelebilmifltir. Anadolu-pop politik mesaj içerirken, aranjman özünde apolitik bir müzik olup, böyle bir kayg› tafl›mamaktad›r. Bunlar Bat›l› ve çok sesli bir müzikal yap›yla oluflturuldu¤u için, yay›n tekeline sahip olan devletin radyo ve televizyonunda (TRT) denetimleri kolayca aflabilmektedir. Hatta TRT bu müzi¤e bir isim takarak (Türk Hafif Müzi¤i), yay›n program›nda devaml› yer verir (Tekelio¤lu, 1999; 151). Ne var ki, bu müzisyenlerin ‹stanbul’un yabanc› okullar›nda okumalar›, yurt d›fl›nda seyahat ve okuma f›rsat› bulmalar› ve ayr›ca 1960’l› y›llarda orta s›n›f gençlerin politik radikalleflmesi, Türkiye’nin kültürel hayat›n› etkilemifl ve onun renklenmesine yol açm›flt›r. Özellikle gençli¤in Avrupa’n›n ve Amerika’n›n sistem karfl›t› kültürü ile özdeflleflmifl olmas›, bu hareketlere Türkiye’den özgül bir katk› yapma ve Türkiye’de de dinamik ve radikal bir sistem karfl›t› müzik kültürü yaratma yönünde güçlü bir arzu do¤uruyordu11. TRT’nin radyo ve televizyonlara en harc›alem gruplar›n ç›kmas›na izin vermesi, bu insanlardaki misyon duygusunu daha da güçlendiriyordu (Stokes, 2000; 161). Ayr›ca dönemin atmosferi de bu duruma biraz uygundu. 1960’l› y›llar gerek d›fl ve gerekse iç konjonktür itibariyle siyasal olaylar›n, hareketlerin yafland›¤› y›llard›. Bu y›llardaki toplumsal hareketlerin siyasi, iktisadi ve sosyo-kültürel yönden bir çok sonuçlar› olmufltur. Türkiye’de bunun yans›mas›n› görmek mümkündür. Müzik alan›nda de¤iflik çeflitlilikler, ak›mlar ortaya ç›km›flt›r. Aranjman, Anadolu-pop, Türk Hafif Müzi¤i vs gibi müzik türlerinin yan›nda, çok daha baflar›l› olacak bir baflka Do¤u-Bat› sentezi 1960’l› y›llar›n sonunda ortaya ç›karak popüler müzi¤in yeni standard›n› oluflturmaktad›r. Bu müzi¤in ad› ise Arabesk’tir. Arabeskin ortaya ç›k›fl›n›n 1960’l› y›llar›n sonunda olmas› hiç de rastlant› de¤ildir. Art›k “Bat›l›” müzik ve çok seslilik tan›nmakta; aranjman ve Anadolu-pop örnekleri sayesinde yabanc› dil bilmeyen Türk izleyicilere kendi dillerinde seslenilebilmektedir. Ama bu müzik formlar› kullan›lan çal- 2 60 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” fienol DURGUN g›lar aç›s›ndan halen yabanc›d›r. Anadolu-pop’ta kullan›lan saz bile henüz dekoratif bir etki yaratmakta, müzikle tam bir sentez sa¤layamamaktad›r. Asl›nda gereken hem “serbest icra”n›n deneyimlerini, hem de Bat›l› çalg›lar› bir potada eritebilen bir müziktir. ‹flte burada Orhan Gencebay’›n gelifltirdi¤i sentez devreye girer (Tekelio¤lu, 1999; 152). Bu sentez Türk kamuoyunda daha sonraki y›llarda çok tart›flma konusu olacak olan arabesk ak›m›d›r. Asl›nda arabesk ak›m›, müziksel bir Do¤uBat› sentezine tekabül eder. Zira arabesk projesinde “serbest icra”da olmayan çok önemli bir özellik vard›r. O da; bu müzi¤in Bat› müzi¤i çalg›lar›na, yorumuna ve format›na aç›k bir yap›da olmas›d›r.Bu aç›dand›r ki ister flans›zl›kla ister yanl›fll›kla olsun, Arabesk olarak adland›r›lan bu müzik farkl› bir aç›l›m sunarak halk aras›nda çok popüler olmufltur. Özü ve sözü ile Do¤u felsefesini yans›tmakla birlikte, asl›nda geleneksel Türk Sanat Müzi¤i ve Türk Halk Müzi¤i ile Osmanl›’n›n son dönemlerinden beri gittikçe artan dozda Türk toplumuna girmifl olan, ancak as›l son y›llardaki pop (Hafif Müzik) arac›l›¤›yla genifl halk kitlelerine inebilmifl ve Bat› müzi¤inin bir sentezi olarak karfl›m›za ç›km›flt›r (Gedikli,1999;33). Arabesk ç›kar ç›kmaz müzik piyasas›n›n yap›s›n› de¤ifltirir ve büyük bir baflar› kazan›r. Besteci ve flark›c›lar›n hiçbir politik tavr› olmasa da, müzi¤in kendisi politik bir mesaj olarak alg›lan›r ve çeflitli sald›r›lara maruz kal›r. Zaten “Arabesk” ad›12, afla¤›lama içeren bir niteleme ile, ayd›nlar taraf›ndan –bu müzi¤in teorisyenlerinin isimlendirmelerinin d›fl›nda- bu müzi¤e verilmifltir. Bu müzi¤e karfl› oluflan tepki, asl›nda devlet eliyle gerçeklefltirilmeye çal›fl›lan müzik devriminin bir tür iflas›n›n kan›t› olmas›ndand›r. Bu yüzdendir ki medyada yay›n tekelini elinde tutan TRT taraf›ndan hemen yasaklan›r, seçkinler ve ayd›nlar bu müzi¤i “yoz” olarak nitelerler ve halk taraf›ndan dinlenilmemesi için ellerinden geleni yapmaya bafllarlar. Ancak bu tür engelleme çabalar› Arabeskin daha da güçlenmesine ve 70’li y›llardaki tek popüler müzi¤e dönüflmesine, kendi y›ld›zlar›n›, sinemas›n› yaratmas›na yard›mc› olmaktan ileri gitmez . 80’li y›llara gelinceye kadar, arabesk müzi¤in temsilcileri, kaset-plak yap›mc›lar› ve piyasayla kurduklar› güçlü iliflki sayesinde inan›lmaz bir popülarite kazanm›fl ve büyük rantlar elde etmifllerdir. Kuflkusuz arabeskin bu derece yayg›nlaflmas›nda, resmi ambargoya ra¤men kaset teknolojisinin getirdi¤i üretilme ve sat›n alma etkenlerini de gözönünde bulundurmak gerekir. 1980’li y›llar›n bafl› Türkiye’de siyasal yaflam›n zorunlu bir flekilde tatile girdi¤i, demokratik yaflam›n askeri darbe ile kesildi¤i y›llard›. Bu zamanda gerek global alanda meydana gelen de¤iflimler, gerekse askeri dönem sonras› içeride ortaya ç›kan de¤iflimler ve talepler, Türkiye’yi d›fla aç›k ve d›flar›yla entegrasyona giden bir tutum içerisine koymufltu. Bu tutum eski tarz siyaset ve al›flkanl›klarda da de¤iflmeyi veya yumuflamay› –bir bütün olarak- getirmiflti. Bu durum 1980 öncesi kurumsal ve toplumsal alanda yaflanan baz› de¤iflikliklerle iflaretini daha önce vermiflti. 1975’de kurulan ve 1976’da ö¤retime aç›lan Türk Müzi¤i Devlet Konservatuar›, bu geliflmelerin bafllang›c›nda yer almaktad›r. Nitekim bu konservatuar›n kuruluflu ve daha sonraki y›llarda geleneksel müzi¤in baflka türleri için de baflka konservatuarlar›n aç›lmas›n›n da bunu izlemesi, devlet eliyle alaturka ya da yerli müzi¤e en büyük yat›r›mlar›n yap›lmas›ndan dolay› alt›n y›llar olarak da nitelenmektedir. Kimileri devletin müzik siyasetindeki de¤iflimi, Atatürk devrimlerine ve onun bir parças› olan “müzik devrimi”ne ayk›r› bularak karfl› ç›karken13; kimileri de bu durumu devletin irrasyonel tutumunu b›rakmas› ve yerli müzi¤in yeniden do¤uflu olarak nitelemektedir (Tura, 1999; 99). Devletin müzik siyasetindeki bu de¤iflimi, müzikal alanda ortaya ç›kan geliflmelere daha toleransl› yaklafl›m› ve müdahalesizli¤i, müzik alan›n› kendi do¤al mecras›na b›rak›fl› ve 80’li y›llardaki e¤lence kültürü, Arabesk ile Türkçe sözlü aranjman müzik aras›ndaki duvarlar›n y›k›lmas›na yol 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 61 açt›. Özal’›n TRT’de bafllatt›¤› kadrolaflma, devletin yeniden yaratt›¤› Anadolu gelene¤ine karfl› kentsel sanat müzi¤i gelene¤ine artan ölçüde bir öncelik tan›nmas›na ve bir dizi Arabesk flark›c›n›n devlet televizyonunda canl› yay›na ç›kmas›na yol açt› (Stokes, 2000; 152). Bu durum Arabesk ile Türk pop müzi¤i aras›ndaki fark›n Arabeskin lehine iyice azalmas›na ya da Arabeskin dünyas›n›n Türk pop müzi¤inin dünyas›na dönüflmesine yol açm›flt›r. Yeni dönemde müzik alan›nda bafllayan bu de¤iflimle ortaya ç›kan yeni pop müzi¤i, asl›nda “güncellefltirilmifl” bir arabeskle karfl› karfl›ya kald›¤›m›z› iflaret etmektedir (Tekelio¤lu, 1999; 155). Zaten Türkiye’nin kültürel ortam› ad›na, 80’li y›llar›n önemli karakteristi¤i “popülerleflme”dir. Popülerleflme e¤ilimlerinin geliflmesiyle, yerel müziklerde de, önceki dönemlerden farkl› olmak üzere, yerel özelliklerin/ezgilerin ticari anlamda daha büyük getiriler sa¤lamas› mümkün olmufltur (Öztürk, 2002; 203). Bu arada, bu dönemde Türk müzi¤i ile ilgili araflt›rma ve yay›nlarda önemli say›labilecek bir art›fl da görülmektedir. 1990’l› y›llarda Anayasa’da varolan TRT yay›n tekelinin kald›r›lmas›, özel radyo ve televizyon kanallar›n›n kurulmas›, bunun yan›nda bir tak›m müzik icra ve çal›flmalar› yapan derneklerin aç›lmas›, Türkiye’deki müzik yaflam›nda türler aras›nda var olan setlerin biraz daha y›k›lmas›na yard›mc› olmufltur. ‹lginç bir nokta olarak 80’ler sonras›nda geliflen müzi¤e dayal› çal›flmalar›n büyük bir bölümü, popüler e¤ilimler do¤rultusunda, aranje edilmifl, çok seslendirilmifl icralara daha çok ilgi gösterir olmufltur. Bu anlamda yerel olanla, yabanc› olan, yani “öteki” aras›ndaki sentez aray›fllar›n›n say›s›nda büyük bir art›fl sözkonusudur. Bir baflka önemli özellik ise bu dönemdeki müzisyenlerin hiçbirinin “milli müzik” yapmak gibi bir iddia ya da amaç sahibi olmamas›d›r. Aksine yerellikler ve farkl›l›klar daha çok prim yapmaktad›r (Öztürk, 2002; 204). Günümüze kadar geçen süreye bakt›¤›m›zda, gelenekten yararlanarak ça¤dafl sentez ortaya koyma çal›flmalar›n›n farkl› müzik türleri için art›fl gösterdi¤i görülmektedir. Nitekim bu dönemden sonra (1980) art›k her pop müzi¤i parças›nda alaturka ezgi duyulmakta, Arabesk flark›c›lar pop söyleyebilmekte, müzik türleri aras›nda var olan geçifller, iliflkiler artm›fl durumdad›r. Özenme ve öykünme aflamalar›n›n geride b›rak›larak, daha özgün bir tür niteli¤i kazanan Türk Pop Müzi¤i özellikle 1980’li y›llarin ikinci yar›s›ndan itibaren büyük bir patlama yapm›flt›r(Gedikli,1999;78). Devlet ile geleneksel müzik ve arabesk aras›ndaki kavga neredeyse bitmifl ve art›k arabesk ve di¤er tür Türk müzi¤i sanatç›lar› da “Devlet Sanatç›s›” unvan› alabilmektedir. Müzikteki Do¤u-Bat› sentezinin devletin çizdi¤i yönde de¤il de, kendi do¤al ak›fl› içinde, en görkemli bir flekilde Türk pop müzi¤i ad› alt›nda gerçekleflti¤ini görüyoruz. Çünkü 90’l› y›llara do¤ru ve sonras›nda Türkiye’de genç kesimin yeni bir pop müzik rüzgar›na kap›ld›¤› gözlenmektedir. Bu kesime göre müzik, t›pk› döneme damgas›n› vuran siyasal anlay›fl gibi içinde her tür e¤ilimi bar›nd›rmal›d›r. Bu anlamda yerli popun içinde her türlü (Halk, Arabesk, Sanat, Rock, Akdeniz, ‹spanyol, Latin, Uzakdo¤u vs) unsurun bir arada bulunmas› sa¤lanmaktad›r. Pop müzik alan›nda bir anda bütün türlere, e¤ilimlere aç›k olufl, arabesk müzikçileri de etkilemifl görünmektedir. Bu de¤iflimden onlar da nasiplerini alm›fllar ve popülerleflme sürecinde Arabesk de, ilk ç›k›fl›ndaki özelliklerini kaybetmifl duruma gelmifltir (Öztürk, 2002; 205). Toplumsal alanda meydana gelen bütün bu de¤iflimlere ra¤men, devletin Türk müzi¤ine karfl› süren olumsuz tavr›n›n izlerinin silinmesi tamam›yla sözkonusu de¤ildir. Geleneksel müzi¤imizle ilgili e¤itim çal›flmalar› için bir tak›m konservatuarlar aç›lsa, e¤itim çal›flmalar› 1980 sonras›ndan günümüze kadar artsa da Do¤u-Bat› kutuplaflmas› azalarak da olsa devam etmektedir. Bu durum müzik alan›ndaki türler aç›s›ndan çal›flmalar yapan müzisyenler aras›ndaki iflbirli¤i yollar›n›n yeterince aç›lamad›¤›n› ve belli bir taassubun hala yaflat›ld›¤›n› göstermektedir. Ancak bu tart›flmalarda devletin bafllang›çtaki tutumu toplum- 2 62 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” fienol DURGUN sal alanda bir yank› yapmamakta, de¤iflen Türk toplumunda bu tarz anlay›fla günümüzde pek prim vermemektedir. SONUÇ Müzik, bütün sanat ürünleri gibi her kültürün kendi öz mant›¤› ve semanti¤i ile konufltu¤u bir dildir. Bu yüzden hiçbir müzik evrensel de¤ildir. Kötü besteci ve yorumcular›n› genellefltirip herhangi bir müzi¤i “ilkel, ça¤›n gerisinde, meyhane mezesi” gibi nitelemelerle kendi toplumunun gözünden düflürme¤e çal›flmak ne kadar kabul edilemez ise, yabanc› bir müzi¤i, iyi besteci ve yorumcular›n› genelleyip “geliflmifl, ça¤dafl, evrensel” diye milli müzi¤in yerine yerlefltirme¤e çal›flmak da o derece hayalidir. fiunun iyi bilinmesi gerekir ki, evrensel müzik diye bir fley yoktur, olamaz da. Dünyada insan topluluklar›, milletler vard›r. Sözgelimi Latin kökenli diller konuflan ülkelerin (‹talya, Fransa, ‹spanya vs) farkl› dil ve edebiyatlar› oldu¤u gibi, ortak teorik esaslar› olsa bile, karakter bak›m›ndan çok farkl› müzikleri de vard›r. Bu aç›dan geleneksel müzi¤imizin evrensel müzik düzeyine ç›kar›laca¤› iddias›yla kendisinden tamamen farkl› olan Bat› tekni¤i ile ifllenmesi, suyla zeytinya¤›n›n birbirine kar›flt›r›lma çabas›ndan baflka bir fley de¤ildir. Çünkü Türk müzi¤inin ses sistemi ile Bat› müzi¤inin ses sistemi farkl› bir yap›ya sahiptir. Bu yüzdendir ki, bu farkl› yap›lar› birbirine uydurma çal›flmalar›, bütün devlet imkanlar›n›n arkas›nda olmas›na ra¤men baflar›s›zl›kla sonuçlanm›fl, ortaya Türk zevki ve kula¤› için tahammül edilmesi mümkün olmayan, Bat›l› için ise acemice ve beceriksizce düzenlenmifl, de¤ersiz özentilerden baflka pek de bir fley ç›kmam›flt›r. Yani Alafranga müzik taraftarlar›n›n Cumhuriyet tarihi boyunca yapt›klar› üretim, Bat› sanat dünyas› aç›s›ndan da pek önemli olmam›flt›r. Y›llarca devlet zoruyla, içeride ve d›flar›da bu denemeleri dinletmek için harcanan büyük mebla¤lar, bir sonuca ulaflm›fl de¤ildir. Çünkü bafllang›çta milli devlet-milli müzik anlay›fl›n›n özü olarak görülen yerel müzikler, önce tek tip bir “Türk halk müzi¤i” olarak alg›lanm›fl ve ça¤dafl milli müzi¤in temel harc› anlam›nda de¤erlendirilmek istenmifltir. Ancak yaflayan yerel müzik geleneklerindeki çeflitlilik ve bölgesel anlamdaki icra farkl›l›klar›, bu anlamda tek tipleflmeye hiçbir dönemde el vermemifltir. Devletin müzik alan›ndaki bu kat› politikas› kamuoyunda hep tart›flma konusu olmufl; toplumsal alanda kutuplaflmay› art›rm›flt›r. Oluflturulan yeni müzik politikalar› do¤rultusunda Cumhuriyet tarihinin önemli bir k›sm›nda müzik, tarihinden, ça¤›ndan ve içinde yarat›ld›¤› toplumsal ortamdan kopart›lm›fl durumda idi. Müzi¤e, yaflan›lan toplumsal ortamdan kopuk bir flekilde yaklafl›lm›flt›r. Oysa gerçekte mesele Türk müzi¤i-Bat› müzi¤i meselesi de¤ildir. Yine ayn› flekilde Alafranga-Alaturka ya da “çok seslilik ça¤dafll›kt›r, tek seslilik ça¤d›fl›l›kt›r” meselesi de de¤ildir. Müzik gibi uluslararas› bir dil olma özelli¤ine sahip olan sanat› bu tür k›s›r ve dar tart›flmalar›n içine çekmenin hiçbir anlam› olmay›p, sanatsal aç›dan bir de¤eri de yoktur. Müzik müziktir. ‹steyen sevdi¤i müzi¤i dinler ya da dinlemez. Bütün bunlar insan›n özgür iradesiyle ilgili olup, hiç kimsenin, bu devlet bile olsa, bu tercihlere müdahale etmeye veya onlar› elefltirmeye hakk› yoktur. Üzücü olan fley, insanlara bir fleyleri zorla kabul ettirmeye çal›flmakt›r. Oysa Cumhuriyet tarihi –özellikle belli dönemlerde yo¤un bir flekilde- bu tür zorlamalarla doludur. Halbuki nereden gelirse gelsin, hangi istikamette olursa olsun, sanatta, hele müzik sanat›nda ideolojilere yer yoktur. Sanat ve sanatkara ancak içinde serbestçe geliflebilece¤i, faaliyetini icra edebilece¤i ortam› haz›rlamak, ilgi göstermek ve teflvik etmek gerekir. Siyasal karar alma yoluyla onlara ne yönde çal›flma yapacaklar› gösterilmemelidir. Buna hiç kimse- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 63 nin hakk› yoktur, olmamas› da gerekir. Hiçbir durum, sanat ve sanatkara müdahaleyi hakl› k›lamaz. Elbette sanatkar da toplumun her ferdi gibi, o toplumun kanunlar›na ve nizamlar›na ba¤l›d›r ve onlar›n çizdi¤i çerçeve içinde yaflar ve çal›fl›r. Fakat sanat›n dünyas›nda geçerli tek kanun ve nizam, sanatkar›n hür iradesi ve sanat›n kendine mahsus kanunlar›d›r. Hatta o kanunlar bile, sanatkar›n iradesi ve yarat›c› gücüne göre afl›labilir, de¤iflebilir. Sanata ve sanatkara, sanat d›fl› çevrelerden yap›labilecek herhangi bir müdahale, sanata ve sanatkara ç›kart›lan ölüm ferman› demektir. Bu bak›mdand›r ki müzi¤in temel iliflkileri, bestekar–icrac›-dinleyici aras›ndaki iliflkilerdir. Ancak bu iliflkilerin sa¤laml›¤› ve sa¤l›kl› iflleyifli bir ülkenin müzik hayat›n› canl› ve verimli k›labilir. Günümüz Türk toplumunun müzik zevki art›k büsbütün çeflitlenmifl, dallan›p budaklanm›flt›r. Merkezi bir müzik art›k toplumda yoktur. Cumhuriyetin bafl›nda oldu¤u gibi kategorize edilmifl iki müzik türü de¤il, bugün bir çok müzik türü vard›r. Asl›nda Cumhuriyetin ilk otuz-k›rk y›l›nda bile, merkeze yerlefltirilen iki müzik türü yekparelik göstermemifltir. Gerek müzik türleri, gerekse müzik zevki içindeki ayr›flmalar, baflkalaflmalar ve farkl›laflmalar daha o dönemde mevcuttur, ama dönemin ideolojisi bunu gizleyebilmifltir Gizlenen bu farkl›laflmalar müzikte demokratikleflme ile beraber tekrar su yüzüne ç›kmaya bafllam›fl, bu arada buna yeni türler de efllik etmifltir. Nitekim 1960’l› y›llar›n ortas›ndan sonra ortaya ç›kan günümüze kadar meydana gelen de¤iflmelerle bu durum gözler önündedir. Toplumsal alanda meydana gelen de¤iflmeler, devletin bu alandaki politikalar›nda da de¤ifliklikler yaratm›flt›r. Daha önce örgün e¤itim kapsam›nda olmayan geleneksel Türk müzik türleri, ilk kez 1975’de aç›lan Türk Müzi¤i Konservatuar› ile çeflitlilik göstermeye bafllam›fl, sonraki y›llarda da di¤er geleneksel türleri de kapsayacak flekilde benzer okullar aç›lmaya devam etmifltir. Bu durum, art›k müzi¤e siyasal endiflelerle de¤il de, daha rasyonel bir bak›fl aç›s›n›n, sanatsal yönden bak›fl›n, öne ç›kt›¤›n›n da iflaretidir. Devletin bu alandaki rasyonel bak›fl›, müzi¤in iyi bir anlat›m arac› olarak ö¤retilmesinde eksikliklerin olmas›na ra¤men, gerçeklefltirilmesi demektir. Böylece gerek devlet içinde, gerekse toplumsal alandaki de¤iflmelerle Bat›l›laflma sürecinin yaratt›¤›, asl›nda do¤al say›lmas› gereken bir olgu olan, ancak 1920’li y›llarda resmi ideolojinin elinde daha da keskinlefltirilmesiyle bir dönem fliddetlenen, Alaturka-Alafranga ikilili¤i afl›lm›flt›r. Yanl›fl bir biçimde ortaya sürülmüfl bir sorun üzerinde kopan bu tart›flma günümüzde anlam›n› büsbütün yitirmifl, müzik sanat› yönünden, halk kat›nda da geçersizleflmifltir. Eski kutuplaflmay› tekrar canland›rmak isteyenler günümüzde ç›ksa bile, bu tarz tav›rlar toplum nazar›nda itibar görmemektedir. Zira günümüzde en dikkate de¤er geliflme müzikte merkezin parçalanmas›, yerini ço¤ul, hem de karmafl›k bir yap›ya terk etmesidir. Ayr› ayr› müzik türleri sözkonusu olup, bunlar birbirlerinden bir fley alan, birbirlerine bir fleyler veren, birbirlerini reddetmeyen türlerdir. Bu yüzdendir ki, art›k Do¤u müzi¤i-Bat› müzi¤i sözleri anlams›zlaflm›fl, bu tan›mlar›n içeri¤i boflalm›flt›r. Bir baflka deyiflle, devletin müzik siyaseti çerçevesinde siyasal ve kültürel alanda uygulamaya konan zorlamac› sentez fikirlerine karfl› toplum kendi araçlar›yla direnmifl ve sonunda el yordam›yla da olsa kendi sentezini yaratabilmifltir. K›saca, erken Cumhuriyet dönemindeki müzi¤e iliflkin kültür siyasetleri, belirli bir tutarl›l›k, eflgüdüm ve süreklilik içermifltir. Ancak tüm bu çabalar do¤rultusunda, bas›n-yay›n alan›ndaki destek ve s›k› denetime ra¤men, devletin destekledi¤i çok sesli klasik Bat› müzi¤i ve Türk besteciler taraf›ndan bestelenen benzer eserler halk taraf›ndan be¤enilip tutulmam›flt›r. Bunun en önemli nedenlerinden biri, müzikteki “modernleflme” projesinin temel kurgusunda aranabilir. Bu kurgu, aynen di¤er alanlarda oldu¤u gibi, seçkinci, yukar›dan afla¤› ve oldukça otoriter bir tarzdad›r. fiehirde var olan müzik Osmanl› müzi¤i diye önemsenmemifl, daha çok yeni müzikle ilgili olarak halk müzi¤i 2 64 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” fienol DURGUN (k›rsal kökenli) kaynak olarak önemsenmifltir. Ancak bu durumda k›rsal kökenli olmayan, k›rsal kökenlilerden habersiz bestecilerle, halk müzi¤i ve Bat› müzi¤i kaynaflt›r›lmaya çal›fl›lm›flt›r. Tüm bu çabalar, müzik alan›nda bir aç›l›m yaratmaktan ziyade fakirleflmeyi art›rm›flt›r. Bu aç›dand›r ki, devletin bu alandaki müdahalecili¤i ortadan kalkmal›d›r. Zira devlet endeksli olarak Alaturka-Alafranga, Do¤u-Bat›, tek sesli-çoksesli vs gibi terimlerle müzik alan›nda yaflanan çekiflmeler ve düflman kamplar›n yarat›lmas›, müzikal anlamda kimseye fayda sa¤lamam›fl, hatta zarar vermifltir. Bu aç›dan türler aras›ndaki farkl›l›klar› bir üstünlük belirtisi olarak nitelememek gerekir. Sözgelimi çok seslilik bir üstünlük belirtisi, bir medeniyet alameti olmad›¤› gibi, tek seslilik de bir eksiklik, bir ay›p, bir kusur de¤ildir. Tek seslilik ya da çok seslilik hususiyet olup, birer ifade vas›tas›d›r. Bu aç›dand›r ki bestekarlar diledikleri ifade tarzlar›n› kullanmakda tamamen hür olmal›d›r. Bu konuda devletin her türlü sanatsal alana müdahil olmas› ve ona yol vermesi gereksizdir. Nitekim tüm Cumhuriyet boyunca yukar›dan afla¤›ya gerçeklefltirilmek istenen müzik devriminin tümüyle bir hayalden ibaret oldu¤u, bugünden geçmifle bak›ld›¤›nda daha net anlafl›labilmektedir. Yerel müzikleri dönüfltürme çabalar›nda resmi güdülemeler ve programlardan ziyade, piyasa koflullar›n›n belirledi¤i arz-talep uygulamalar›n›n daha fazla öne ç›kt›¤› ve etkin oldu¤u görülmektedir. Yani merkezi otoritenin yönlendirdi¤i durumdan, piyasa koflullar›n›n ve aktörlerin yönlendirdi¤i duruma geçifli yaflamaktay›z. Hatta bu geçiflin tamamland›¤› bile söylenebilir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 65 D‹PNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 Osmanl›-Türk müzi¤inin ö¤retimi ve aktar›m› bütünüyle meflk ad› verilen usule dayan›rd›. Meflk, esas itibariyle taklit ve tekrar üzerine kuruludur. Hoca taraf›ndan ö¤renciye k›s›m k›s›m ve bütünüyle tekrar ettirilen müzik eseri de böylece usulüyle haf›zada yer ederdi. Meflk usulüyle ö¤renci sadece müzik teorisini, bir çalg›y›, bir tekni¤i, ya da hocas›n›n uslubunu, icras›n›, yorumunu ö¤renmezdi. Ö¤renci meflk al›rken, öncelikle bizzat eserlerin kendilerini de ö¤renmifl olurdu. Osmanl›-Türk müzi¤i gelene¤inde son dört yüz y›l içinde birkaç kifli birer nota yaz›s› icad etmifl ve bunu kendine göre k›s›tl› amaçlarla kullanmay› denemifltir. Ancak, bu nota yaz›lar›n›n hiçbiri yayg›n bir kullan›c› kitlesi bulamam›fl, aksine sistem taraf›ndan reddedilip d›fllanm›flt›r (Behar, 1998; 14-15). Bunun gerekçesi olarak notaya aktar›m›n Türk müzi¤indeki ses zenginli¤inde fakirleflmeye yol açmas› gösteriliyordu. Gökalp'den önce benzer düflünceler, Sultan II. Abdülhamit taraf›ndan da dile getirilmiflti. Türk Beflleri, Rus Beflleri'ne öykünerek kendilerini isimlendirmifllerdir. Rus Beflleri, Avrupa'n›n çeflitli kültür merkezlerinde Bat› müzi¤i e¤itimi gördükten sonra, ulusal halk müziklerinden esinlenerek besteledikleri eserlerle Rus müzi¤ini ça¤dafl ulusal müzik ekollerinin bafl›na geçirmifllerdir. Türk Beflleri'nin de amaçlar› ayn› do¤rultuda olup, yerel renkleri Bat› normlar› içinde zenginlefltirerek sunmakt›r. Atatürk'ün 1934 y›l›nda Meclis'te yapt›¤› aç›l›fl konuflmas›, ertesi gün dönemin gazetelerince flöyle bir haberle duyurulur: “Dahiliye Vekaleti (‹çiflleri Bakanl›¤›) bugün Büyük Millet Meclisi'nde Gazi (Atatürk) Hazretleri'nin alaturka müzik hakk›ndaki irflatlar›ndan ilham alarak bu akflamdan itibaren radyo programlar›ndan alaturka müzi¤in tamamen kald›r›lmas›n› ve yaln›z Bat› tekni¤iyle bestelenmifl müzik parçalar›m›z›n, Bat› tekni¤ini bilen sanatkarlar taraf›ndan çal›nmas›n›, ilgililere bildirmifltir.” Böyle bir karara Gazi'nin nutkunda belirtti¤i “Bugün acuna dinletmeye yeltenilen bizim müzi¤imiz de¤ildir. Onun için yüz a¤artacak de¤erde olmaktan çok uzakt›r. Ulusal ince duygular›, düflünceleri anlatan yüksek deyiflleri, söyleyiflleri toplamak, onlar› bir gün, önce genel son müzik kurallar›na göre ifllemek gerekir” sözleri dayanak gösterilerek Türk müzi¤inin radyoda yay›nlanmas› yasaklan›r (Ali, 1987; 162). Bu yasaktan bugün dahi söz edilmekte ve hatta baz›lar›nca arabesk müzi¤in yayg›nlaflmas›n›n sebeplerinden biri olarak gösterilmektedir. 1936'da Dellalzade'nin Isfahan Yörük Semaisi'ni okutmak üzere ‹stanbul'dan Ankara'ya davet etti¤i Vasf› R›za Zobu'ya söyledi¤i “Ben Türk müzi¤ini kald›r›p, yerine Bat›'n›n müzi¤ini koyun demedim. Benim sözlerimi yanl›fl anlad›lar ve ortal›¤› öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha laf›n› edemez oldum” (V.R. Zobu, Yanl›fl Anlad›lar, Görüfller ve Hat›ralarla Atatürk adl› kitaptan nakleden Tanr›korur, 1998; 42). Halk›n Bat› müzi¤ine ve çok seslili¤e al›flt›r›lma çal›flmalar› Cumhuriyet tarihi boyunca devam etmifltir. Bu konuda var›lan sonuçlar, bizzat bu çal›flmalarda bulunan kiflilerce olumsuz olarak aç›klanm›flt›r. Bunlardan biri de Cumhurbaflkanl›¤› Senfoni Orkestras› üyesi olan Ergun Özyücel'in Ankara Filarmoni Dergisi'nin 62. say›s›ndaki yaz›s›d›r. Ergun Özyücel Cumhurbaflkanl›¤› Filarmoni Orkestras› ile 1958 y›l›ndan 1971 y›l›na kadar (13 y›l) Anadolu'yu ad›m ad›m dolaflarak konserler verir, ancak bütün bunlara karfl›n al›nan sonuç onun ifadesiyle “önceden e¤itilmifl kulaklar olmad›¤› için, havanda su dö¤mek olmufltur. Bu konuda harcanan paralar soka¤a gitmifltir” (Tanr›korur, 1994; 28) fleklindedir. Daha sonraki dönemlerde benzer tarzda küçümseme ve d›fllamaya dönük adland›rmalar Arabesk müzi¤in bafl›na da gelecektir. Türk müzi¤inin, dünya türleri aras›nda önemli bir yeri olup, tarihi çok eski dönemlere kadar (yaklafl›k 2500 y›l) uzan›r. ‹lkça¤ dönemlerinde Hun Türkleri'nde askerleri coflturmak için bir tak›m vurufllu enstrümanlar›n varl›¤› bilinmektedir. Böylece müzi¤imizin tarihi milattan önceki ça¤lara kadar uzan›r. Göktürkler'de düzenli askeri bandoya benzer müzik tak›mlar› vard›. Ayn› flekilde dini müzi¤imiz de Orta Asya Türklerinin dini ayinlerinin (‹slamiyet öncesi) izlerini tafl›r. Bunun yan›nda insanl›k tarihinde müzikle tedavi uygulamas› da Türkler taraf›ndan gerçeklefltirilmifltir. Türk müzi¤inin uzun ve güçlü bir geçmifle sahip olmas›, Bat› müzi¤ini de etkilemifl, bugün Bat›'n›n klasiklerini teflkil eden ço¤u müzisyenin (Mozart, Bethoven, Hendel, Haydn, Rossini vs. gibi daha bir çok besteci) bestelerine ilham kayna¤› olmufltur. Hatta Bat› müzi¤inin klasiklerini teflkil eden bu insanlar›n eserlerinin adlar› bile Türklerle (Türk Marfl›, Saraydan K›z Kaç›rma, Zaide vs) ilgilidir (Çetinkaya, 1999; 238-Sungar, 2002; 69). Türk Befllileri'nden olan Adnan Saygun'un, Rize ve çevresinde yapt›¤› folklorik araflt›rmalarda vard›¤› bulgular kendi müzik anlay›fllar› aç›s›ndan hiç de iç aç›c› de¤ildir. Saygun, “Anadolu köylüsü beraberce flark› söylemekten hiç zevk almam›flt›r. Tek sesle, fakat birkaç kifli birden bir türküyü okumak adeti dahi mevcut de¤ildir” (Tanr›korur, 1998; 55) görüflünü ‹slam dinine ba¤layarak aç›klamaktad›r. Oysa Gagavuz Türkleri H›ristiyand›r, ancak bunlarda da tek sesli müzik anlay›fl› vard›r. Yani Adnan Saygun'un dine dayal› aç›klamas› do¤ru de¤ildir. Çünkü tek sesle türkü söylemek Türk müzik anlay›fl›nda ozan gelene¤inin getirdi¤i bir tarzd›r. Sistem karfl›t› tav›rlar, ihmal edilen ya da yeni ortaya ç›kan türlerin devletin müzik aç›s›ndan konumunu daha da tart›fl›l›r hale koymufltur. Devlet sadece belli bir türün destekçisi, koruyucusu ve kollay›c›s› m› olmal›, yoksa di¤er müzik türlerine de yer vermelimidir? Bu bak›mdan 1960'l› y›llar çok tart›flmal›, türler aras›ndaki kutuplaflman›n artt›¤› y›llard›r. Devlet destekli olanlar, devletin deste¤inin kendilerinin d›fl›ndaki alanlara kaymamas› çabas› içerisindeyken, devlet deste¤ine sahip olmayanlar devlet taraf›ndan kabul ve destek aray›fl›ndad›r. Bu tart›flmalar çerçevesinde 1971'deki ara dönemde Nihat Erim'in Baflbakanl›¤›'nda kurulan hükümet ile ilk defa kurulan Kültür Bakanl›¤›'nda yer alan Amerika'dan ithal Kültür Bakan› Talat Halman, devlete ait bir kurumda (Ankara Devlet Konser Salonu) geleneksel müzi¤imizin öncülerinden olan Itri ile ilgili bir konser vermek isteyince k›yametler kopmufl, konser verilsin mi, verilmesin mi tart›flmalar› bafllam›fl, ayd›nlar ikiye bölünmüfl, gazete sayfalar›, harp alan›na dönmüfltür. Eski Cumhurbaflkan› ‹nönü'nün uyar›s›yla Baflbakan Nihat Erim Kültür Bakan› Talat Halman'a bask› yap›p, Ankara Devlet Konser Salonu'nda yap›lmas› 2 66 12 13 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” fienol DURGUN planlanan konser iptal edilmifltir. Bu dönemde sanatç›lar ve ayd›nlar aras›nda tam bir kör dö¤üflü vard›. Nitekim bu konserle ilgili olarak, dünyaca ünlü keman virtüözü Suna Kan'›n, “Devlet Konser Salonu'nda Itri konseri verilirse, devlet sanatç›s› unvan›n› iade ederim” (Tanr›korur, 1998; 214) tehdidini savurmas›, bu dönemdeki kutuplaflman›n boyutunu göstermesi aç›s›ndan oldukça ilginçtir. Arabesk ad›, bürokratik seçkinler ve ayd›nlar taraf›ndan, bu müzi¤in teorisyenlerine -öncülerine ra¤men- verilmifltir. Amaç, devlet taraf›ndan Cumhuriyet tarihi boyunca oluflturulmaya çal›fl›lan anti-Arap duygusuna referans yaparak, devlete ra¤men ortaya ç›kan ve devletin müzik siyasetinde yer almayan bu ak›m› halk›n gözünde gayr› meflru hale getirerek, halk›n bu müzi¤e karfl› ilgisinin önünü kesmekti. Türk Befllileri'nden olan Adnan Saygun, vefat›ndan k›sa bir süre önce, 9 Eylül Üniversitesi'nde düzenlenen I. Ulusal Müzik Bilimleri Sempozyumu'nda yapt›¤› konuflmada (9 May›s 1984) okullara Türk müzi¤i derslerinin konulmas›n› veya konma aflamas›na gelinmifl olmas›n› “irtican›n sar›ks›z olarak geri dönmesi” olarak gördü¤ünü aç›klam›flt›r (Tanr›korur, 1999; 26). 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 67 KAYNAKÇA AL‹, Filiz; Müzik ve Müzi¤imizin Sorunlar›, Cem Yay›nevi, ‹stanbul 1987 AND, Metin; “Atatürk ve Sanat: Özel Olarak Müzik ve Tiyatro Üzerine De¤inmeler”, Ed. Jacob M. Landau, Atatürk ve Türkiye’nin Modernleflmesi, Çev. Meral Alakufl, Sarmal Yay›nevi, ‹stanbul 1999 BEHAR, Cem; Aflk Olmay›nca Meflk Olmaz, Yap› Kredi Yay›nlar›, ‹stanbul 1998 ÇET‹NKAYA, Yalç›n; Müzik Yaz›lar›, Kaknüs Yay›nlar›, ‹stanbul 1999 GED‹KL‹, Necati;”Türk Halk Musikisinde Yeni Bir Oluflum Süreci mi?”, Bilimselli¤in Merce¤inde Geleneksel Musikilerimiz ve Sorunlar›, Müzikbilimsel Araflt›rmalar›-I, ‹zmir 1999 GED‹KL‹, Necati;”Türk Pop Müzi¤inin Geliflim Sürecinde Geleneksel Halk Musikimizin Ö¤elerinin Pay› ve Önemi”, Bilimselli¤in Merce¤inde Geleneksel Musikilerimiz ve Sorunlar›, Müzikbilimsel Araflt›rmalar›-I, ‹zmir 1999 GED‹KL‹, Necati; “Türk Musikisi’nin Bat› Musikisi’ne Etkileri”, Bilimselli¤in Merce¤inde Geleneksel Musikilerimiz ve Sorunlar›, Müzikbilimsel Araflt›rmalar›-I, ‹zmir 1999 GED‹KL‹, Necati; “Ekrem Zeki Ün’ün Çok Sesli Türk Sanat Müzi¤indeki Yeri”, Ülkemizdeki Etki ve Sonuçlar› ‹le Uluslararas› Sanat Müzi¤i, Müzikbilimsel Araflt›rmalar›-II, ‹zmir 1999 GÜLA, Coflkun; “Günümüz Türkiye’sinde Müzik”, Türkiye’de Sanat›n Bugünü ve Yar›n› I. Ulusal Sempozyumu, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yay›nlar›, Ankara 1985 ‹LYASO⁄LU, Evin; “Yirminci Yüzy›lda Evrensel Türk Müzi¤i”, Cumhuriyetin Sesleri, Tarih Vakf› Yurt Yay›nlar›, ‹stanbul 1999 KATO⁄LU, Murat; “Cumhuriyet’in ‹lk Y›llar›nda Sanat ve Kültür Hayat›n›n Oluflumunda Kamu Yönetiminin Rolü”, Sanat Dünyam›z, Say›.89, Güz 2003 ÖND‹N, Nilüfer; “Cumhuriyet’in Kültür Politikas› ve Sanat”, Sanat Dünyam›z, Say›.89, Güz 2003 ÖZTÜRK, Okan Murat; “Türkiye’de Yaflanan Modernleflme Süreci ve Anadolu Yerel Müzikleri”, 21. Yüzy›l›n Bafl›nda Türkiye’de Mü zik Sempozyumu, Sevda-Cenap And Müzik Vakf› Yay›nlar›, Ankara 2002 PAÇACI, Gönül; “Cumhuriyetin Sesli Serüveni”, Cumhuriyetin Sesleri, Tarih Vakf› Yurt Yay›nlar›, ‹stanbul 1999 SONGAR, Ayhan; “Türk Müzi¤i ile Bat› Müzi¤inin Ses Sistemlerinin “‹nformatif De¤er” Bak›m›ndan Karfl›laflt›r›lmas›”, Köprü, Yaz, 2002 STOKES, Martin; “Kültür Endüstrileri ve ‹stanbul’un Küreselleflmesi”, Der. Ça¤lar Keyder, Çev. Sungur Savran, ‹stanbul: Küresel ile Yerel Aras›nda, Metis Yay›nlar›, ‹stanbul 2000 TANRIKORUR, Cinuçen; Müzik Kimli¤imiz Üzerine Düflünceler, Ötüken Yay›nlar›, ‹stanbul 1998 TANRIKORUR, Cinuçen; “Müzi¤imiz ve Popülarite”, Köprü, Yaz 1999 TEKEL‹O⁄LU, Orhan; “Ciddi Müzikten Popüler Müzi¤e Musiki ‹nk›lab›n›n Sonuçlar›”, Cumhuriyetin Sesleri, Tarih Vakf› Yurt Yay›nlar›, ‹stanbul 1999 TURA, Yalç›n; Türk Musikisinin Meseleleri, Pan Yay›nc›l›k, ‹stanbul 1988 TURA, Yalç›n; “Cumhuriyet Döneminde Türk Musikisi”, Cumhuriyetin Sesleri, Tarih Vakf› Yurt Yay›nlar›, ‹stanbul 1999 UÇAN, Ali; ‹nsan ve Müzik, ‹nsan ve Sanat E¤itimi, Müzik Ansiklopedisi Yay›nlar›, Ankara 1994 ÜSTEL, Füsun; “1920’li ve 30’lu Y›llarda ‘Milli Musiki’ ve ‘Musiki Ink›lab›’”, Cumhuriyetin Sesleri, Tarih Vakf› Yurt Yay›nlar›, ‹stanbul 1999 2 68 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” TÜRK KÜLTÜR VE SANATINI EVRENSELLEfiT‹RME ÇABALARI Ali GÜLER* 1. Yerel Kültürü Ulusallaflt›rma Çabalar› Yerel kültürün ulusallaflmas› Türk toplumunun temel kayg›lar›ndan biridir. Yerel kültür asl›nda ulusal kültürün temelidir. Otantik yönü ile de ulusal kültürü besleyen kaynakt›r. Ancak bu kayna¤›n yönü zaman zaman de¤iflik yollara sürüklenmek tehlikesi ile karfl› karfl›ya kal›r. O zaman ulusal kültür bir yönüyle temelden yoksun b›rak›lmak durumuyla karfl› karfl›ya kalabilir. Bu kal›fl çekiflmelere-çat›flmalara yol açabilir. Halk›n bilinçlenmesinde birinci derecede ifllevi olan kültür bilinçsizli¤e yol açabilir. Zorunlu olarak afla¤›daki soru ve sorunlar› irdelemek gerekir. • Yerel kültürün ulusal kültür bünyesinde ifllevi nedir? • Yerel kültürün ulusallaflt›r›lmamas› hangi toplumsal dengesizliklere yol açabilir? • Ulusal dirlik halk›n bilinçlenmesine ba¤l›d›r. Halk›n bilinçlenmesindeki yerel-ulusal kopukluk hangi olumsuz sonuçlara yol açabilir? • Türk kültürünün evrensel olarak alg›lanmas›n› sa¤lamak için ulusallaflman›n zorunluluklar› nelerdir? • Yerel kültür-ulusallaflt›r›lmadan Dünya ile bütünleflme sorunu nas›l çözümlenebilir? • Halk›n bilinçlenmesi kültürel düzeyde nas›l sa¤lanacakt›r? Bilinçlenme bir kültürlenme sorunudur. Sosyalleflen halk›n “kolektif bilinci” “biz” duygusunun yarat›lmas› anlam›na gelir. Bu duygu “toplumsal ben”in temel gere¤idir. ‹nsan›n toplumda kifli olarak varl›¤›n› simgeler.1 Halk›n bilinçlenmesi gere¤i s›k s›k tart›fl›lmaktad›r. Bu tart›flma somut uygulamalara dönüflemedi¤i için “do¤al insan” ile “uygar insan” ikilemi bir yabanc›laflma sürecine dönüflmüfltür. Yerel kültürün ifllevi yeterince incelenememifltir. Bu zenginli¤i horlamadan inceleyenlerin kendi kültürleriyle övündükleri bilinen gerçektir. A. Yerel Kültürün Ulusal Kültür Bünyesinde ‹fllevi Nedir? Ulusal kültür yerel kültürü içerir. Yerel kültürden yoksun bir ulusal kültürden söz edilemez. Ulusal kültürü besleyen yerel kültürdür. Yerel kültür ulusal kültür bünyesinde afla¤›daki ifllevlere etkin olarak sahiptir. • Yerel kültür otantiktir. Kat›ks›zd›r. Yabanc›laflmam›flt›r. Saft›r. O yöre insanlar›n›n yaratma gücü ve yetilerinin sonucudur. Ço¤unlukla iflleyifli bulundu¤u yerin kal›plar›yla s›n›rl›d›r. Onunla ilk tan›flanlarda belirli davran›fllar iki biçimde oluflabilir. Birinci gruptaki bunu ilkel kültür olarak görür. Yerinde durmas›n›n daha do¤ru olaca¤›na olan inanc›n› dile getirirler. Kendilerini hakl› bulma çabas›nda olduklar›na inand›r›rlar. Örne¤in ‹stanbul’daki kültürel de¤iflimin bir anlamda da kirlenmenin “lahmacun kültürü” ile olufltu¤unu var sayarlar. * Prof.Dr., Abant ‹zzet Baysal Üniversitesi, E¤itim Fakültesi 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 69 Uygarl›klar› bar›nd›ran ‹stanbul’un 1950’li y›llardaki konumunun Anadolu’daki göçlerle sars›ld›¤›n› varsayarlar. Tarihte ‹stanbul sadece Anadolu kültürüne aç›ld›¤› dönemle de¤iflime u¤rad›¤›n› varsaymak bilimsel anlamda do¤ru bir yarg› olmaz. Denilebilecek olan fludur. ‹stanbul sadece Anadolu kültürüne aç›ld›¤› dönemle de¤iflime u¤rad›¤›n› varsaymak bilimsel anlamda do¤ru bir yarg› olmaz. Denilebilecek olan fludur. ‹stanbul yüzy›llar boyunca do¤u ve bat› uygarl›klar›n›n u¤rak yeri olmufltur. Ancak 1950’li y›llarda göç olmas›, Anadolu kültürüne haz›rl›ks›z yakalanmas› onda olumsuz geliflmeler yaratm›flt›r. Oysa Anadolu kültürü ile tan›flan ‹stanbul “ulusal emperyalizm” anlam›nda kültürel tan›flmay› ve kaynaflmay› da sa¤lam›flt›r. ‹stanbul’un sanayileflmesi olumsuzluklar›n yan›nda olumlu geliflmelerine Anadolu sermayesi sa¤lam›flt›r. Yerel kültürün maddi ve manevi boyutu ulusal kültürle karfl›lafl›nca kendili¤inden bir kaynaflma olmuyor yöre flivelerine yabanc› olan ‹stanbul ilk karfl›laflt›¤›nda Türkçe ad›na kayg›lar› olmufltur. Bu zarar›n yan›nda kâr› da olmufltur. Yöre a¤›zlar› zenginli¤i ile sanatç›ya, bilim adam›na, edebiyatç›ya önemli veriler sunmufltur.2 ‹kinci anlay›flta olan insanlar yerel kültürün zenginli¤ini ulusal kültüre tafl›man›n yararlar›n› görmüfllerdir. Bu yararlar otantik de¤erlerin ulusallaflmas›n› sa¤lam›flt›r. S›n›rl› olsa da büyük kentlere göç eden insanlar beraberinde kültürlerini de getirmifllerdir. Yani yaflama biçimlerini kentlere tafl›m›fllard›r. Gerçi otantik kültürleri “arabeskleflmifl” kirlenmifl olsa da kentlerle dirlik içinde olmasa da komfluluk iliflkilerini sürdürmüfltür. Kentsoylular›n do¤al olarak rahatlar› kaçm›flt›r. Ancak ulusal kültür boyutunda bak›ld›¤›nda yerel kültür bir p›nar gibi ulusal kültürü beslemifltir. Besliyor da; Türküler, halk oyunlar›, halk sanatç›lar›, halk mutfa¤›, k›sacas› tüm antropolojik ve etnolojik unsurlar ulusal kültürü beslemeye haz›r durumdad›r. Ancak bu alan çal›flanlar›n›n bundan yeterince yararland›¤›n› söyleme olana¤› yoktur. Toplumsal yap› araflt›rmalar› müzik derlemeleri v.b. çal›flmalar kayna¤›na gidilmeksizin büyük kentlerde de¤iflime u¤ram›fl örnekleri üzerine yap›lmaktad›r. Gecekondudaki hiçbir kültürel unsur saf otantikli¤i vermez. Araflt›r›c›lar›m›z›n yan›lg›s› burada yat›yor. E¤er yerel kültürün ulusal kültür içindeki ifllevi görülecekse yerinde görülmelidir. Ekolojik olarak saptanm›flt›r ki kafesteki keklikle do¤adaki kekli¤in ötüflü bile farkl›d›r. Ses uzman› bunu kafes yerine meteriste izlemelidir. Yerel kültürde kayna¤›n› alan bugün onbinin üzerinde halk türküsü notaya al›nm›flt›r. Belki bilinmeyenler de bir o kadard›r. Malatya yöresi Arguvan türküleri ‹stanbul’un geçmifl tarihinde bestelenmifl ya da yak›lm›fl türkülerden çok çok fazlad›r. Nüfusu on bine varmayan bir ilçedeki bu kültürel zenginli¤in ulusal kültüre katk›s› en büyük ifllevidir. B. Yerel Kültürün Ulusallaflt›r›lmamas› Hangi Toplumsal Dengesizliklere Yol Açabilir? Toplumda küreselleflme ad›na de¤iflimden söz edilmektedir. Küreselleflmeye giden yolun temel formülü flu olmal›d›r. Yerel kültür, ulusal kültür, evrensel kültür. Demek ki ulusal kültüre ulaflmadan evrensel kültür içinde erimeden kalma olana¤› zor görünüyor. Bu saece kültürün evrenselleflme sorunu da de¤ildir. Ulusal kimli¤in bir varolufl sorunudur. Evrensel kimli¤e karfl› ulusal kimlik nas›l korunacakt›r. Kimli¤ini koruyamayan bir toplum kültürünü asimilasyona u¤ratmadan nas›l koruyacakt›r? Bunun bir yan›lg› oldu¤unu vurgulayanlar da vard›r. Ancak son bir olumsuz oluflumu ileri süren ikinci cumhuriyetçiler olarak kendilerini tan›mlayanlar vard›r. Bunlara göre “ulusal devlet” kavram› dönemini tan›mlam›flt›r. Umusal birli¤in teminat› olan ulusal devletin varl›¤›n› yads›yanlar ülke dirli¤ini koruyamazlar. Yerel kültürün kendi bafl›na kalmas› ya da bunun patolojik boyutta bir etnik yap› olarak alg›lanmas› üniter devlet yap›s›n› zedeler. Ulusallaflt›r›lamayan yerel kültür ayr›ca flu dengesizliklere de yol açar. 2 70 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” Ali GÜLER • Dil fakirleflir. Her diyalekt ya da flive ayr› bir yap› olarak alg›lan›rsa dil kirlenir. Bilimsel düflünce boyutunu yitirir. • ‹nsanlar sahit kentlerde oldu¤u gibi lokantada ne yiyilip içildi¤ini bilemez. Bunun için yabanc› dil bilmesi gerekir. Kendi ülkesinde dilsizmifl gibi yabanc›lafl›r. Kendi kültürünü tan›yamaz. Bir bardak çay içebilmek için izbe bir yer aramak zorunda kal›r. • Derleme sözlüklerinde seksen bine yak›n yöresel kavram at›l durumdad›r. Bunlar›n Türk diline kazand›r›lmas› dili zenginlefltirir. Yerel boyutta kalan binlerce melodi unutulup gitme tehlikesi yafl›yor. • ‹nsanlar›m›z›n düflmanca tutum gelifltirmeleri önlenecekse bu da yerel kültürün ulusallaflmas›na ba¤l› oldu¤u bilinmelidir. C. Halk›n Bilinçlenmesindeki Yerel Ulusal Kopukluk Hangi Olumsuz Sonuçlara Yol Açabilir? Halk›n bilinçlenmesi yurttafll›k bilincine ba¤l›d›r. Yurttafll›k bilinci yurdun de¤erlerini tan›maya ba¤l›d›r. Bu kültür tan›nmas› yan›nda, yasal bilinçlenmeyi de kapsar. Bu anlamda tan›mak bilmektir. Bilinmezlik durumu kopukluk yarat›r. Kopukluk ayr›l›k, farkl›l›k duygular›n› törpüler. O zaman “flehircilik”, “bölgecilik” gündeme gelir. Bu ise her türlü parçalanm›fll›¤a gebe b›rak›r. D. Ulusal Kültürün Evrensel Olarak Alg›lanmas› ‹çin neler Yap›labilir? Ulusal kültürün evrensel olarak alg›lanmas› Türk kültürünün ivedi sorunudur. Ulu önder ça¤dafl uygarl›k düzeyine ulaflmada Türk kültürünün o düzeye yükselmesini sa¤laman›n gere¤ini vurgulamaktayd›. Kültür ad›na evrensel alg›lanma flu esaslar› içermelidir. • Özellikle müzik alan›nda taklit sürecinden oldukça h›zla uzaklafl›lmal›d›r. Yap›lacak olan Türk müzi¤ini ça¤dafl normlarla dünyaya dinletmektir. Bat›dan edileni Bat›l›ya sunmak yerine kendini Bat›l›ya dinletmektir. Ulusal melodiyi ça¤dafl tekniklerle sunmakt›r. • Müzik aletlerimizdeki varsa eksiklik giderilmelidir. Aletler standartlara kavuflturulmal›d›r. Özellikle ba¤lama konusunda “dönemini” tamamlad›, müzeye kald›r›lmal›d›r” biçimindeki her türlü bilimsel anlay›fltan yoksun bu bilim karfl›t› görüfllere itibar edilmemelidir. • Ulusal kültürün evrensel olarak alg›lanmas› kültürlenme sürecinin tüm yurttafllarca bilinmesine yönelik bir kültür politikas›n›n ifllerli¤ine ba¤l›d›r. Türk ayd›n› kendi kültürünü tan›mak ve ifllemek zorundad›r. Bat›l› gibi yaflay›p Türk’ün yaflama biçimini araflt›rma olana¤› olamaz. Her ayd›n ve bilim adam› fiziki yap›s› yan›nda zihniyle de Türkiye’de oldu¤unu kabul etmelidir. E. Yerel Kültür Ulusallaflt›r›lmadan dünya ‹le Bütünleflme Sorunu Nas›l Çözümlenebilir? Yerel kültür ulusallaflt›r›lmadan dünya ile bütünleflme olana¤› olaca¤› kayg›lar yaratmaktad›r. Dünya ile bütünleflme yerine dünya kültürü içinde erime söz konusu olabilir. Önemli olan kendi kültürünün oluflunu koruyarak dünya ile bir uyum sürecini yaflamakt›r. E¤er ulusallaflma sa¤lanmaz ise uyma ve erime gündeme gelir. Bu iki kavram bir zorlama ve çaresizlik ve tükenmiflli¤e yol açar. O zaman ulusallaflma beklenmeden yok olufl kendinden gerçekleflir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 71 2. Halk›n Bilinçlenme Sorunu Halk›n bilinçlenmesi ö¤rendiklerine ba¤l›d›r. Kiflilik ö¤renenlerle bütünleflir ve olgunlafl›r. Bunun için yap›lacaklar flunlardan oluflabilir. • • Kendi kültürü küçümsenmeden ö¤retilmelidir. Burada medyaya büyük görev düflüyor. Kültür politikas› bir devlet politikas› olarak e¤itim politikas› ile birlikte yürütülmelidir. Kültüre yozlaflt›rarak dokunanlara dokunmal›d›r. Yerel kültür ve onu yaflayanlar gösteri amaçl› da olsa horlanmamal›d›r. Öykü de, tiyatroda, e¤lencede, gülmece de etik kurallar göz önünde tutulmal›d›r. Öteden beri var olan bir afla¤›l›k karmaflas›nda tez elden kurtulmal›d›r. Örne¤in; çok sesli klasik Bat› müzi¤ini dinlemek ve dinletmenin ça¤dafl bir zihniyet oldu¤u yanl›fll›¤›na insanlar›m›z inand›r›lmamal›d›r. Müzik dili evrenseldir. Bu Bat› müzi¤i olur. Toroslar da bir çoban›n kaval sesi olabilir. Bir sürüdeki çanlar›n ahengi mehtapl› bir gecede bir koyda uzakta dinlemek olur. Gerçek ses do¤ada bulunuyor. ‹nsanlar da onu bir flekilde taklit ederek yans›t›yorlar. Bu yans›tma ifli bulundu¤u ortamda de¤erlendirilmelidir. Olup biteni, yaflananlar› yeniden yaflatmak özle çeliflmedi¤i sürece anlaml›d›r. Yereldeki bu çok seslilik ulusal boyutta demokrasiye katk› sa¤layabilir. Kültüre yap›lacak en büyük katk› özü zedelenmeden gelifltirmektir. Gelifltirme yeni biçim verme ve güzellefltirmekten öte bir anlam tafl›maz. Bu güzellefltirmede, ça¤dafl ölçülerde sanat›n gelifltirilmesine ba¤l›d›r. Türk toplumunda “çok kültürlülük” kültürün “çoklukta birlik” ilkesine dayal› olarak aç›klanabilir. Birlik kültürdeki çeflitlili¤in birli¤i ve dirli¤idir. Var olan dirli¤i “mikro oluflumlara” gebe b›rakma bölünmüfllü¤e ve parçalanm›fll›¤a yol açabilir. Bu tehdit önemsenmelidir. Türk toplum yap›s›n› anlamakta güçlük çekenler ya da öyle görmek isteyenler bu zenginlik ve çeflitlili¤i alg›lamada sorunlar› olan insanlard›r. Bir Türk düflünme özrü yereli ulusala, ulusal› evrensele ulaflt›rmada en büyük engeldir. Denilebilir ki kültür ve sanat› “mikro oluflumlar”a gebe k›lma çabalar› evrensellefltirme çabalar›n› k›s›rlaflt›r›r. Ulusal dirli¤i zedeler. Toplumsal anlamda f›rsat eflitli¤ini ön yarg›lara dönüfltürerek insan haklar›n› yok eder. 3. Küreselleflme Sürecinde Türk Kültür Ve Sanat›n› Tan›tma Sorunu Kültür tan›t›m› ulusal bilincin ve sorumlulu¤un en temel gereklerinden biridir. Bu gereklilik bir devlet politikas› olma durumundad›r. Oluflturulacak kültürel iklim ayd›n ile halk›n kaynaflmas›yla h›z kazanabilir. Bunun için önerilecek esaslar flu noktalarda toplanabilir. • Kültürü irdeleyen disiplinler ile sanat› gelifltirme çabas›nda olan disiplinler uzlafl› boyutunda zihniyet oluflturmal›d›rlar. Ayk›r›l›k yerine dayan›flma ve kaynaflma sa¤lanmal›d›r. • Etkin gösterecek kifliler baflkalar›n uzmanl›k alanlar›na sayg› duymal›d›rlar. Geliflmifllik ad›na yap›lan elefltiriler horlamaya vard›r›lmamal›d›r. • Özgün olan her de¤erin ivedi ulusallaflmas› sa¤lanmal›d›r. Büyük kentlerdeki “bölgecilik”, “flehircilik” anlay›fl›n›n koruma dernekleri ad› alt›ndaki kemikleflme önlenmelidir. Büyük kentlerdeki derneklerin belde düzeyine kadar indirgenmesi ulusallaflmay› önlemektedir. Gettolaflan bu in- 2 72 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” Ali GÜLER san kitleleri her türlü toplumsal sapmaya yatk›n görünmektedir. ‹llerin kültürleri görsel ve yaz›l› bas›n arac›l›¤›yla tan›t›lmal›d›r. • Her yay›n kuruluflu neredeyse ulusal› yerellefltirme çabas›ndad›r. Yak›n zamana kadar televizyonlarda gösterime giren hiçbir dizi asl›na uygun yap›lmamaktad›r. Abart›l› olarak sunulan bu dizideki kültürel söylemlerin tamam› yanl›flt›r. Örne¤in Malatya, Elaz›¤ yöresi göçer afliretler üzerinde çal›flan bir sosyal bilimci olarak kan›m fludur: Bu diziler kültürel dokuya zarar veriyorlar. Olmayan› varm›fl gibi gösteriyorlar. Her türlü bölünmüfllük ve ayr›flt›rmay› içeren k›flk›rt›c› ögeler tafl›maktad›r. “Dumanl› Yol”, “Dilan” vb. • E¤er bu diziler oynat›lacaksa kültürel boyutta çal›flan uzmanlardan oluflan bir bilirkifli komisyonundan geçirilmesi gerekir. Bu yap›lmaz ise gelen her yabanc› için Do¤u v Güneydo¤udaki kültürel görünümün albenisi artar. Yanl›fllanabilirlik uzun zaman al›r. Zararlar›n ard›ndaki a¤›tlar bile ifle yaramaz. • Tüm televizyon kanallar›ndaki müzik, sanat, edebiyata iliflkin etkinlikler medya ethi¤ine dayal› bir kurulda de¤erlendirilmelidir. Bu sa¤lanmaz ise her kültürel dokunun tan›t›m› asl›na uygun yap›lmaz. Bu denetim yasaklay›c› bir anlay›fltan çok toplumsal bilim verilerine dayal› olmal›d›r. Oluflturulacak kültürel iklimde ülke yaflayanlar›n›n ço¤u haz duyarak, özümseyerek de¤erleri paylafl›r. O zaman “do¤al insan”, “uygar insan”, “arabesk insan” tipolojisi benzeflik ve kaynafl›k bir görünüme dönüflür. • Tan›t›mda do¤ru olan›n, do¤ru bir zamanda bilimsel verilere dayal› k›l›nmas› gerekir. Toplum bilim verileri yeterince önemsenmiyor. Oluflturulacak bilimsel kurumlar› tekelleflmeden ar›nd›rmal›d›r. Bu Talim ve Terbiye Kurulu olur, Tüba olur. Ülke bilim adamlar›n›n görüflüne aç›k olmal›, Ankara’daki bilim insanlar›yla s›n›rland›r›lmamal›d›r. Kültürel dokuda yaflayan, araflt›ran bilim adamlar›n›n görüflleri de dikkate al›nmal›d›r. • Oluflturulacak toplum bilim araflt›rma kurumlar› yeterli kaynak sa¤lanarak bu alan uzmanlar›na b›rak›lmal›d›r. • At›l durumdaki toplum bilimleri alan›ndaki bir çok araflt›rma tezi yay›nlanma flans›na ulaflt›r›lmal›d›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 73 D‹PNOTLAR 94 Güler, Ali, “Yerel Kültürün Ulusallaflt›rma Çabalar›nda Halk›n Bilinçlenme Sorunu”, 8. ‹stanbul Türk Müzi¤i Günleri, Ülkemizde Halk E¤itiminin Amac›, Önemi ve Gereklili¤i Sempozyumu, (Haz›rlayan: Göktan Ay), T.C. Kültür Bakanl›¤›, Ankara 2002, s. 71. 95 Güler, A., a.g.y., s. 72. 2 74 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” MÜZ‹K’ TE KABUL VE SAYGI Göktan AY* Girifl: Ülkemiz, Ulu Önder Atatürk’ün kurdu¤u Cumhuriyet ile, bir çok alanda at›l›ma geçmifl ve bu at›l›mlar milletçe benimsenmifltir. ‹nsano¤lu, yarat›l›fl itibar›yla do¤ruyu–iyiyi ve kendine uygun geleni seçer-be¤enir. ‹nsan›n “kendisini” aflmas›, ancak, okuma-okudu¤unu anlama- yorumlama – harekete geçirme- üretme ile mümkün olabilmektedir. Kendini aflmak, yaradan›n verdi¤i “zeka”y› kullanmakla, gelifltirmekle mümkündür. Zeka gelifltirilmez ise; küçük zekal› insanlar kiflileri, orta zekal› insanlar olaylar›, büyük zekal› insanlar fikirleri tart›flmaya devam edeceklerdir. T›pk›, do¤ufltan “yetenekli” olan insanlar›n, bu yeteneklerini flu veya bu nedenle gelifltiremedikleri, “kabiliyetli” hale gelemedikleri gibi... Bilim neden vard›r; do¤ru bir flekilde araflt›rma-geliflme- ispat etme - üretme- yay›lma için... Bilim yuvas› üniversitelerin amac› da; alanlar›nda araflt›rmac›, uzman, zeki insanlar› yetifltirmek de¤il midir? 1982 YÖK yasas› ile, Konservatuarlar Üniversitelere ba¤lanm›flt›r. Hedef; müzi¤in o ola¤anüstü gücünün araflt›r›lmas›, metotlar›n haz›rlanmas›, çalg›lar›n gelifltirilmesi, Türk müzi¤i sistemlerinin ve çalg›lar›n›n bilimsel temellere oturtularak orkestra sisteminde yerini almas›, yeni besteler yarat›lmas›, kitaplar yaz›lmas›, daha fazla insan gücünün müzikle buluflmas›d›r. Konservatuarlar; bir üniversitenin, en iyi tan›t›m-reklam ve halkla tan›flt›¤›, bölümlerdir. Çünkü, ilkö¤retimden-doktoraya kadar kuruma gelen ö¤renci, sürekli gündemde ve popüler olmakta, çevre taraf›ndan ilgi ile karfl›lanmaktad›r. Özellikle konserler yolu ile; anneler-babalar-komflular- k›saca halk; üniversiteyi, konser dinlemeyi, alk›fllamay›, heyecan duymay›, zevk almay› ö¤renmektedirler. Siyasi nedenlerle Konservatuarlar›n ya da Müzik Bölümlerinin ço¤almas› elbette do¤ru de¤ildir. Önemli olan e¤itimde kaliteyi art›rmak, kaliteli sanatç›y› yetifltirebilmek ve çekebilmektir. Durum: Ülkemizde Konservatuarlar 1975 y›l›na kadar, Devlet Konservatuar› ad› ile kurulmufl ve Türk Müzi¤i e¤itimi yap›lmam›flt›r. Akl›selim her müzik insan› taraf›ndan bilinmektedir ki; “çok seslilik” bir amaç de¤il, “araç” t›r. Ancak, amaç haline getirilip, kutuplafl›l›nca, do¤al olarak Türk Müzi¤i uzun y›llar, akademik ve bilimsellikten uzak kalm›fl, ancak, 1975 y›l›nda kurulan ve 1982 YÖK yasas› ile ‹TÜ Rektörlü¤ü’ne ba¤lanan “Istanbul Türk Mus›kisi Devlet Konservatuar› ve daha sonra kurulan Ege, Gaziantep Türk Müzi¤i Devlet Konservatuarlar›, her iki müzi¤i ve çalg›lar›n› e¤itime alarak müzik e¤itiminde yeni bir yön çizmeye bafllam›fllard›r. Türk Müzi¤i Devlet Konservatuarlar›’n›n kurulmas› ile, her iki müzik alan› sanatç›lar› paylafl›ma, üretime, bilgi edinmeye,birbirlerine yard›mc› olmaya bafllam›fllard›r. Bu y›llar önce yap›lmas› gereken, Önderimiz Atatürk’ün yol gösterdi¤i “kendi kültürünü Dünya müzi¤inden faydalanarak gelifltirmek” için önemli bir yoldur. Güneri C›vao¤lu; Atatürk’ün “çoksesli müzi¤e” yak›nlaflmas›nda Kovaçeva’n›n katk›s› oldu¤una inand›¤›n›, Prof. Bernard Lewis’in “What Went Wrong” kitab›nda “demokrasi ile çoksesli müzik aras›ndaki ba¤lant›ya” iflaret etti¤ini yazm›fl.1 Elbette do¤ru olabilir... Ancak; O büyük insan›; bu müzi¤i * Yrd.Doç.Dr. ‹stanbul Teknik Üniversitesi, Türk Musikisi Devlet Konservatuar› 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 75 seviyordu, onu sevmiyordu diye taraf haline getirmek, her fleyi ile milli olan O’na en büyük sayg›s›zl›k olsa gerekir. Müzik tarihi bu gerçekleri oldu¤u gibi yazacakt›r. Asl›nda, her iki müzik gurubunun da birbirlerinden alacaklar› bilgiler vard›r. Türkiye’de yaflay›p, Türk kültürünü çok zengin diyerek kabul edip, sadece müzi¤ini d›fllamak olumlu sonuçlar getirmemifltir. Bugün; Hacettepe, 9 Eylül, ‹nönü, Istanbul, Mimar Sinan, Uuda¤, Dumlup›nar, Akdeniz ve Trakya Üniversitesi Devlet Konservatuarlar› Bat› müzi¤i alan›nda tek yanl› e¤itime devam etmektedirler. Son y›llarda, YÖK’nun belli bir program› ve yönlendirmesi olmad›¤› için (do¤rusu da budur, çünkü müzik e¤itimi anabilim dallar›ndaki durum ortadad›r) atanan Müdür’ün ya da Rektör’ün müzik be¤enisine göre yap›lanmalar ile Devlet Konservatuar› ad› alt›nda, Türk Müzi¤i Bölümleri faaliyete geçmeye bafllam›flt›r. Örnek olarak; Dicle, KTÜ, Samsun, Konya, F›rat, Özel Haliç, Sakarya Üniversitesi verilebilir. Bunun yan›nda, konservatuarlarda istenen netice al›nmam›fl olacak ki, tek bafl›na “müzik bilimleri” (örn. Akdeniz Üniv.) ya da “müzikoloji” (Erciyes Üniv.) bölümleri ve “müzik ve sahne sanatlar› fakülteleri” (örn. Y›ld›z Üniv.)gibi oluflumlar görülmeye bafllanm›flt›r. Art›k, üniversite içerisinde, “Devlet Konservatuar›” ad› alt›nda; balenin, tiyatronun, halk müzi¤inin, klasik Türk müzi¤inin, bat› müzi¤inin, halk oyunlar›n›n, kompozisyon ve müzikolojinin içine al›nd›¤› “ulusal devlet konservatuar›” program›na geçmenin zaman›d›r. Müzik; tek çat› alt›nda toplanmal›, tek bafllar›na “müzik bilimleri”, “müzikoloji” bölümleri kurman›n önüne geçilmelidir. Geçmifli, tarihimizi , uygulamalar› do¤ru bilmek - de¤erlendirmek ve Shakespeare’in dedi¤i gibi “bütün dünler, bugünleri ayd›nlatan fenerlerdir” prensibinden ayr›lmamak gerekir. Bunu baflaran üniversiteler “bilim ça¤›nda” büyük baflar› kazanacaklard›r. 17 Aral›k 2004 AB sürecinde, ülkemizin “çok kültürlü” de¤erlerini bir pota içine almak, de¤erlendirmek, özellikle üniversite bünyesi içine giren müzi¤i sistemli hale getirmek, dünya ile boy ölçüflecek besteler, besteciler yetifltirmek için, biz sanatç›lara önemli görevler düflmektedir. Bilginin sonu yoktur...Bas›nda okuyoruz ki; Avrupa Birli¤i, gençlerin, Avrupa’n›n yap›lanmas›na aktif olarak kat›lmalar›na yönelik e¤itim programlar›n› y›llard›r uyguluyor. Ve aç›kland›¤›na göre 2000-2006 aras›nda gençlik program›na 520 milyon euro ayr›lm›fl. Bütçesi 1 milyar 150 milyon euro olan mesleki e¤itim program›na, ülkemiz ilk defa bu y›l kat›lm›fl ve 900 ö¤renci, yeni mezun veya iflçi Avrupa ülkelerinde ifl e¤itimi alacakm›fl.2 Avrupa “bilgi Avrupa” hedefini ortaya koymufl onun için çaba harc›yor. Ne güzel, pekii biz!.. Gençleri alan›nda iyi yetifltirmeye gayret gösterirken, sanatsal alanda da onlar› örgütleyebiliyor muyuz? Onlar›, en güçlü ve yanl›fl kullan›ld›¤›nda tehlikeli olan Tv lar›n kuca¤›na m› itiyoruz, fark›nda olmadan...Bak›n›z, TRT dahi, sanatç›lar›n- uzmanlar›n- konservatuarlar›n y›llarca, Türk müzi¤inin üstüne yanl›fl olarak yap›flt›r›lm›fl “alaturka” kelimesini kald›rmaya çal›flmas›na ra¤men, 2004 y›l›nda yapt›¤› “beste yar›flmas›”na, alaturka ismini takarak bilimden ne kadar uzak oldu¤unu göstermifltir. Sözlü¤e bak›lsayd›, alaturka’n›n (Alla Turca) “senlibenli¤e, önü ard› düflünülmemiflli¤e, gelifligüzelli¤e, kolayc›l›¤a” dendi¤ini, “Türk’e özgü davran›fl biçimi, yaflam biçimi” anlam›na kullan›ld›¤› da görülürdü. Bir ifl yaparken, iyi düflünüp, araflt›r›p, uygulamal›, ilgili akademik kurumlardan görüfl al›nmal› ki, sonuçlar ortaya sa¤l›kl› ve do¤ru konabilsin. 2 76 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” Göktan AY Gazi Üniversitesinin 58 üniversite ve 38 bin ö¤renci üzerinde gerçeklefltirdi¤i “Türk Üniversite Gençli¤i Araflt›rmas›” na göre, Türk üniversiteleri, elektronik alt yap›, yay›n yeterli¤i ve derste kullan›lan materyaller, ö¤retim üyeleri ile iletiflim, dernek ve topluluk faaliyetleri, sa¤l›k, spor, kültür, kütüphane, yabanc› dil ö¤renme, staj ve mesleki uygulama imkanlar› bak›m›ndan yetersiz bulunmufl...3 Ça¤dafl insan olman›n ilk flart›; zaman› do¤ru de¤erlendirme, ileriyi görme ve ona göre yürümeprojeler gelifltirme olmal›. Özellikle teknolojinin h›zla geliflti¤i dünyam›zda, bilgi üretimini öne ç›karmak, toplumu bilgi toplumu haline getirmek gerekmekte. Bunun da en önemli aya¤› “e¤itim”dir. Bilinmektedir ki; özellikle 7 zekadan birisi olan “müzik zekas›n›n”, “müzik yetene¤inin” do¤ufltan itibaren gelifltirilmesiyle oluflan “müziksel geliflme”, di¤er zekalar› da gelifltiriyor, bireyi yarat›c› yapabiliyor. Çünkü, müzik; insana, anlam veriyor, e¤itiyor, düflündürüyor, mesaj veriyor, harekete geçiriyor, duyarl› k›l›yor, tepki sa¤l›yor, direnme gücü veriyor, ar›nd›r›yor, keyiflendiriyor, yönlendiriyor... Bu da her okuyan kiflinin, “müzik okur yazar›” olmas›n›n prensip haline getirildi¤i “ulusal müzik e¤itimi program›” ve “ulusal halk e¤itimi program›” ile mümkün olabiliyor.“‹yi bir ulusal müzik e¤itimi için de; a) güçlü, donan›ml›, bilgili, evrensel ve ulusal müzi¤i özümsemifl, kaliteli, yeterli “müzik ö¤retmenleri”, b) motive edilmifl, seçilmifl “ö¤renciler”, c) yeterli ve gelifltirilmifl, standartlaflt›r›ln›fl “çalg›lar-metotlar”, d) haz›rlanm›fl, aya¤› yere basan, müzik ayr›m› yapmayan, ulusal ve evrensel müzi¤i yeterli flekilde içine alm›fl “ulusal müzik e¤itimi program›”, e) sürekli olan“ uygulama topluluklar›”, f) yeterli ve sa¤l›kl› “çal›flma odalar›” gerekiyor.”4 Ünlü düflünür Aristo, insan e¤itiminde müzi¤in önemine flu sözlerle yer vermektedir: “T›pk› cimnasti¤in belli bir türde vücut meydana getirmesi gibi, müzi¤i de daha çok kiflilik üzerinde etki yapabilen ve böylelikle, do¤ru bir elefltirici de¤erlendirme al›flkanl›¤›na sahip ve yetenekli insanlar yetifltirmemiz için bir uyar›c› olarak görmemiz gerekir. Duygular› samimiyetle ifade etme konusunda hiçbir fley ritm ve flark› söyleme kadar kuvvetli de¤ildir. Madem ki bu kadar güçlü bir kuvvettir, o halde müzik mutlaka çocuklar›n e¤itiminde kullan›lmal›d›r.”5 Elbette müzik e¤itimi; okul öncesi e¤itim kurumlar›nda bafllay›p, belli bir plan dahilinde ilerlemelidir. Müzikal alg›; ses, ritm, melodi, armoni…. gibi özellikleri içerir. “Müzik, bafll›ca iki ögesi ses ve ritm olan bir bütündür; ses ve ritmle anlat›m sanat›d›r”6 Okul öncesi e¤itim kurumuna devam eden çocuklar›n müzikal alg› kapsam›nda ritm alg›s›nda da geliflmeler olmas› beklenir. Bu aç›dan okul öncesi e¤itim kurumlar›nda yap›lan müzik etkinliklerinde “ritmle ilgili çal›flmalar›n amac›, flark› ö¤retiminde oldu¤u gibi, çocu¤a yaln›zca belirli ritm kal›plar›n› ö¤retmek de¤ildir. Bununla birlikte, çocukta ritm duygusunu ve bedensel yeteneklerini gelifltirmek, onun mutlu olmas›na ve olumlu bir kiflilik gelifltirmesine yard›mc› olmakt›r. Ritm e¤itimi ile, çocu¤un ritm duygusunun yan› s›ra, 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 77 denge, dikkat, tepki süreçlerinde de geliflme olur; güven duygusu artar; büyük ve küçük kaslar›nda da geliflme olur. Ayr›ca ritm e¤itimi, el, kol, ayak, bafl, göz ve vücut gibi beden bölümleri aras›nda uyum sa¤lanmas›na, davran›fllar›nda çeviklik ve incelik kazanmas›nda yard›mc› olur.”7 Günümüze kadar, müzik alan›nda yap›lan toplant›lar, sempozyumlar ve fluralarda önemli kararlar al›nd›¤›n› biliyor, nedense, “ritmin tutturulamad›¤›n›” görüyoruz. Örnek olarak, Milli E¤itim Bakanl›¤›’n›n 21/09/1994 tarih ve 590 say›l› karar› ile yay›nlanm›fl olan Okul Öncesi E¤itim Programlar› çerçevesinde, okul öncesi e¤itimin amaçlar› flu flekilde belirtilmifltir: “Okul Öncesi E¤itimin amaçlar› Milli E¤itimin genel amaç ve temel ilkelerine uygun olarak; 1. Çocuklar› bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yönden geliflmelerini, temel al›flkanl›klar kazanmalar›n› sa¤lamak. 2. Her f›rsattan faydalanarak çocuklar›n milli, manevi, ahlaki, kültürel ve insani de¤erlere ba¤l›l›¤›n›n geliflmesine yard›mc› olmak. 3. Atatürk, millet, vatan ve bayrak sevgisini kazand›rmak. 4. Çocuklar›n sorumluluk yüklenmelerini, dürüst, sayg›l›, nazik ve düzenli olmalar›n› sa¤lamak. 5. Çocu¤un benlik kavram›n› gelifltirmesine, kendini ifade etmesine, ba¤›ms›zl›¤›n› kazanmas›na ve özdenetimini sa¤lamas›na imkan tan›mak”8 Milli E¤itim Bakanl›¤›’n›n 21/09/1994 tarih ve 590 say›l› karar› ile yay›nlanm›fl olan Okul Öncesi E¤itim Programlar› çerçevesinde, okul öncesi e¤itimin ilkeleri flu flekilde belirtilmifltir: 1. Çocuklar›n beden, hareket, zihin, dil, duygu ve sosyal yönden yeteneklerine göre yetiflmelerini sa¤layacak e¤itim ortam› haz›rlanmal›d›r. 2. E¤itim faaliyetleri düzenlenirken çocuklar›n yafllar›, ilgi ve ihtiyaçlar› ile okulun ve çevrenin imkanlar› göz önünde bulundurulmal›d›r. 3. E¤itim ve ö¤retim planl›-programl› olmal›d›r. Program konular›n›n ele al›n›fl› ve ifllenifli çocuklarda yarat›c›l›¤›n geliflmesini ve yaparak-yaflayarak ö¤renmelerini sa¤lay›c› nitelikte olmal›d›r. 4. Okul öncesi e¤itim, çocuklar›n sevgi, sayg›, iflbirli¤i, sorumluluk, yard›mlaflma ve paylaflma duygular›n› gelifltirici nitelikte olmal›d›r. 5. Çocuklar›n Türkçe’yi do¤ru ve güzel konuflmalar›na gereken önem verilmelidir. 6. Çocuklarda Atatürk, vatan, millet, bayrak, aile ve insan sevgisi ile ilgili duygular uyand›r›lmal› ve manevi de¤erlere ba¤l›l›klar› sa¤lanmal›d›r. 7. F›rsat e¤itiminden yararlan›lmal›, kazand›r›lacak de¤erlerin çocuklar›n kendi tecrübelerine dayand›r›lmas›na önem verilmelidir. 8. Çocuklara eflit davran›lmal› fakat ferdi farkl›l›klar da göz önünde bulundurulmal›d›r. 9. Çocuklara toplumun sosyal ve kültürel de¤erleri benimsetilmeli ve gelifltirilmelidir. 10. E¤itim faaliyetleri yürütülürken çocuklar›n kifliliklerini zedeleyici, bask› ve k›s›tlamalara yer ve- 2 78 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” Göktan AY rilmemelidir. E¤itim, sevgi ve flefkat anlay›fl› içinde yürütülmelidir. 11. E¤itim faaliyetlerinin de¤erlendirilmesi yap›larak, belirlenen amaçlar›n ne kadar›na ulafl›ld›¤› tespit edilmeli, faaliyetler de¤erlendirmelerin sonuçlar› dikkate al›narak yürütülmelidir.E¤itim, okul-aile iflbirli¤i içinde verilmelidir.9 Okul öncesi e¤itim kurumlar›nda yapt›r›lan müzik etkinliklerinin daha verimli hale getirilebilmesi ve müzik etkinlikleri içerisinde ritim çal›flmalar›n›n niteli¤inin artt›r›labilmesi için Sn.Ercan Merto¤lu’nun 2002 y›l›nda yapt›¤›, (dan›flman› oldu¤um) sanatta yeterlik tezinde, bilinen sorunlar›n hala devam etti¤ini görmek gerçekten üzücü. Merto¤lu’nun tez sonundaki önerilerinden birkaç›n› vermek istiyorum10; a) bu alanda deneysel çal›flmalar yap›larak, bir sonraki araflt›rmac›lara kaynak oluflturulmas›; b) yap›lacak çal›flmalara ailelerin de kat›l›m› sa¤lanarak, çocuklar›n›n müzikal ve ritim becerileri hakk›nda onlar›n da bilgi sahibi olmalar›n›n sa¤lanmas›; c) usta ö¤reticiler baflta olmak üzere bütün ö¤retmenlerin müzik konusunda periyodik olarak sürdürülecek hizmet içi e¤itime al›nmas›; d) solfej bilgisi olmayan- her hangi bir çalg›y› çalamayan- flark› da¤ar› olmayan- kendi sesini do¤ru kullanamayan- çocu¤un müzik geliflimi konusunda yetersiz ve okul öncesi e¤itimde müzik ö¤retimi konusunda bilgisiz ö¤retmenlerin mezun edilmemesi; e) lisans programlar›nda iki dönemle s›n›rland›r›lm›fl olan müzik ö¤retimi I ve müzik ö¤retimi II derslerinden önce, bir önceki lisans program›nda oldu¤u gibi ö¤retmen adaylar›n›n temel müzik becerilerini gelifltiren (solfej, çalg›, flark› da¤ar›, sesini do¤ru kullanabilme vb.) müzik I, müzik II, müzik III ve müzik IV derslerinin tekrar ve acil olarak ilave edilmesi; f) müzik ö¤retmeni yetifltiren lisans programlar›nda okul öncesi e¤itim müzi¤i ile ilgili derslere de yer verilmesi; g) okul öncesi e¤itimin anabilim dal› haline getirilmesi; okul öncesi e¤itim kurumlar›nda müzik köflesi oluflturulmas›; müzik köflesi ile ilgili materyallerin bulundurulmas›n›n zorunlu hale getirilmesi. Demek ki, mesle¤imizle ilgili olan konularda dahi tolerans›, normal hale getirmifliz... Hiç kimse, bu devlet bize imkan vermedi diyemez.. kurumlar›m›z...binalar›m›z ...ünvanl› bilim insanlar›m›z ....sanatç›lar›m›z ...idarecilerimiz var... O halde neyimiz eksik? 2005 y›l›nda dahi ayn› sorunlar devam ediyor...Neyzen Teyfik’in dedi¤i gibi “Türkü yine o türkü sazlarda tel de¤iflti, yumruk yine o yumruk, bir varsa el de¤iflti.” Ve insan›n akl›na Hac› Bektafli Veli’nin flu dizeleri tak›l›yor ister istemez, “Hararet nardad›r, sacda de¤ildir Keramet bafltad›r, saçda de¤ildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da de¤ildir” 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 79 Her ülkenin kendine has müzi¤i ve onun yan›nda popüler olan müzikler vard›r. Dünyada klasik müzik yerini “yeni müzi¤e” b›rakmaya bafllam›fl, çünkü klasik müzi¤e göre; içinde de¤iflik seslerin oldu¤u, yeni t›n›lar›n eklendi¤i, insanlar›n biraz daha anlad›¤›, biraz popüler kat›ld›¤› yap›lar var...tonlar de¤ifliyor, yeni duyumlar ortaya ç›k›yor. Besteciler yeni tonlara gidiyor, elektronik devreye giriyor. Ancak, özellikle büyükflehirlerdeki yaflam telafl›- trafik- iliflkiler insanlar› zorlamaya bafll›yor. Bu do¤al olarak kafalar›n rahat olmas›n› engelliyor ve alg›lamay› zorlaflt›r›yor. Yaflant› ile sanat bir yerde uyuflum sa¤lamakta zorlan›yor... Can Dündar; Maksim ile Lailan›n görkemli bir flekilde nikahlanmas›ndan bahsederken “taflral› k›z-flehirli o¤lan” evlili¤in akibetini merak ediyor... “Öyle ya;biri göbek atmay› seviyordu, öbürü dans etmeyi... Biri gazinodan ç›kmazd›, öbürü bardan... Biri türkü dinlerdi, öbürü pop... Birlikte nas›l e¤leneceklerdi? Bir ay geçmeden ayr›l›k haberi geldi. Boflanma nedeni, o¤lan taraf›n›n aç›klamas›nda gizliydi; kimyam›z uyuflmad›. K›z taraf›, alaturka e¤lence anlay›fl› ile ifli berbat etti.”11 diyerek yaz›s›n› anlaml› bitiriyor. Istanbul gibi büyük flehirlerde yaflay›p ta konsere, tiyatroya, sinemaya gitmeyen ailelerin say›s› gittikçe ço¤al›yor... Efes Pilsen’in, 2001 y›l›nda, 20 ilde, yüz yüze anket yöntemi ile, 2125 kiflide, yapt›rd›¤› “Türkiye Profili 2” araflt›rmas›nda “Türk insan›n›n kitap almad›¤›, okumay› sevmedi¤i belirtilerek, sinemaya gidenlerin %31.9, tiyatroya gidenlerin %17, baleye/operaya/konsere gidenlerin %6.9, televizyon izleyenlerin % 87.7, bilgisayar› olanlar›n %9.9 oran›nda oldu¤u aç›klanmaktad›r.12 Sn. Do¤an H›zlan, kat›ld›¤› bir toplant›y› anlat›rken, koordinatör Sabah fiarda¤’›n “Konservatuarl› sanatç›lar sadece icrac› olarak de¤il, kendi sorunlar›yla birlikte, sanat›n di¤er dallar›ndaki temel sorunlar hakk›nda da düflünce üretip, ortam› zenginlefltirmeyi tasarlad›lar. De¤iflen de¤erler sisteminde resmi e¤itim kurumlar›, kentteki sivil dinamiklerle de iflbirli¤i yapmay› gerekli gördüklerinden bu toplant›lar› yapt›lar.”diyor.13 Makalenin bafll›¤› da ilginç. “Konservatuarlar d›flar› aç›l›yor” Ne zaman? Cumhuriyetin 82. y›l›nda, konservatuarlar›n üniversitelere ba¤lanmas›n›n 22. y›l›nda! Haydi hay›rl›s› diyelim, ama bak›n›z 4 ay geçti bile! Bunu okuyunca, 2000 y›l›ndaki bir yaz› geldi gözümün önüne;bir makalesinde, uluslar aras› sanatç› Say, Türkiye’yi, klasik müzik dinleme bak›m›ndan alt›ya ay›rm›fl. “K›saca her yüz bin kifliden biri anlar, her on bin kifliden biri dinler, her bin kifliden biri merak salar, her yüz kifliden biri hofllan›r, gerisi biraz fasa fisodur sonucu ortaya ç›kmakta” diyor. Ve ekliyor “ bir üç yol ayr›m›nday›z. 1/Ya bu böyle gelmifl böyle gider diye sallayal›m. 2/Bu iflten yapamay›z diyerek tamam›yla vazgeçelim. 3/ Emek verelim, fikir üretip durumu düzeltmeye çal›flal›m. Devletin birçok orkestras› ve opera bale kurumu var. Yaklafl›k 2 belki 3 bin sanatç› memur konumunda. Bu iyi iflleyen bir çarka dönüflürse bir ordu demektir. fiu andaki sistemlerin berbat oldu¤unu söyleyebilirim.” diyor.14 Belli ki, sanatç›lar nihayet, y›llarca söyledi¤imiz do¤ruya geldiler, haz›rc›l›¤›n ve kopyac›l›¤›n bir yere varmad›¤›n› gördüler ve 3. yolu seçtiler! Çok güzel ancak yine eksik var.. Konservatuarlar›n üniversitelere ba¤lanmas›n›n üzerinden (1982) 22 y›l geçti. Hala, konservatuarlar Yüksekokul mu? Fakülte mi?Meslek Yüksekokulu mu? belli de¤il.. statüsü tam olarak ortaya konmam›fl. Master ve doktora programlar›n›n aç›ld›¤› enstitülerde dahi birlik yok; kiminde sosyal bilimlerde, kiminde 2 80 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” Göktan AY fen bilimlerinde... Sanatta yeterlik-doktorada sanat›nda iyi olan ö¤renci yeterli a¤›rl›k vermedi¤i için ve ÜDS nin genel yap›s› nedeni ile yükselemiyor... Yabanc› dili iyi olup sanatta yeterli olmayanlar ünvan sahibi oluyor...Sanatta yeterlik bitiren hala ünvan kullanam›yor... Konservatuar Müdürü, “senatoya” kat›l›yor, ancak, statü gere¤i, kendisini ilgilendiren konular›n karara ba¤land›¤› “üniversite yönetim kuruluna” giremiyor...(Konservatuar Müdür Yard›mc›s› oldu¤um y›llarda-1996- YÖK Kanunu de¤iflimi için görüfl istenmiflti. Ben, raportör olarak görev alm›fl ve ciddi ve çözülmesi gerekli maddeleri yazm›flt›m. Ancak, nedense çözüme ulafl›lamad›) Detay gibi gözüken, ancak e¤itimi zorlayan,sorun getiren konular›n çözülmesi o kadar zor mu? Tespiti en iyi veren sözler yine Sn. Muammer Sun’dan geldi, ”Türk toplumu müzikte, Türk kalarak ça¤dafllaflmal›d›r. Sadece bir yabanc› modeli örnek almak, onun yaratt›¤› kurumlar›/de¤erleri aktarmak, ona öykünmek/benzetme¤e çal›flmak de¤ildir. Geleneksel ve evrensel de¤erleri ça¤dafl bir anlay›flla günlük yaflama katma¤a/kazand›rma¤a yönelik bir ortam oluflturmak kendi toplumsal örgenli¤imizi yarat›c› k›lmak, mümkün oldu¤u kadar çok insan›m›z›n yarat›c› potansiyelini en verimli biçimde de¤erlendirmek ve hem ulusal gereksinmeleri ça¤dafl ölçülerde karfl›lamak hem de uluslararas› geçerlikte de¤erler yaratabilmektir”15 Yap›lanlar› en iyi ve do¤ru kabul etmek yerine, makul bir süre sonra mercek alt›na almak, gerekiyorsa de¤ifltirmek bilimselli¤in gere¤idir. Özellikle sosyal bilimlerde bu de¤iflkenli¤in ve dinamikli¤in çok gerekti¤ini görüyoruz. Bu de¤iflikli¤i yapmaz isek, “topluma yeni bir sorun” hediye etmifl oluruz ki, akademisyenlerin buna hakk› olmasa gerek. Örnek olarak, üniversitelerde faaliyet gösteren Devlet Konservatuarlar›n›n (Hacettepe...Çukurova...9 Eylül v.b.)yap›lanmas›na bak›n›z...Konservatuar; “müzik, bale ve tiyatronun ö¤retildi¤i yerlerdir” ya da “pratik ve teorik müzik ile çalg› ö¤renimi yap›lan kurum” diye geçer sözlüklerde. Müzikoloji’ de, Kompozisyon’da, Tiyatro’da, Bale’de “müzik ana eleman”d›r. Buna ra¤men “Müzik Bölümü” deyip, alt kademede “çalg›lar›n türlerine göre anasanat dal›na” ayr›lmas› ne derece do¤rudur? O Anasanat dallar›n›n bölümü “Çalg› Bölümü” dür. Bunun yan›nda, tiyatronun, balenin, flan e¤itiminin, halk oyunlar›n›n anasanat dal› olarak “sahne sanatlar› bölümü” ad› alt›nda toplanmas› do¤rudur, ama, hala, sanat dallar›’n›n (YÖK taraf›ndan y›llar önce kald›r›ld›)muhafaza edilmesi neden? diyerek, 30 y›ll›k birikimim sonucunda gelifltirmifl oldu¤um, flu ana kadar, bütün olarak uygulanmayan, örnek, “Ulusal Devlet Konservatuar›” yap›lanmas›n›, sizin görüfllerinize sunmak istiyorum. BÖLÜMLER: 1/ Türk Müzi¤i Bölümü ( Lisans- Yüksek lisans- Sanatta Yeterlik) a) Türk Halk Müzi¤i Anasanat Dal› b) Türk Sanat Müzi¤i Anasanat Dal› Amaç: Geleneksel müziklerini bilen, Dünya müzi¤i normlar›n› ö¤renmifl, en az bir çalg›y› iyi derecede çalabilen, yan çalg› olarak piyanoyu ö¤renmifl uzmanlar-ö¤reticiler yetifltirmek. 2/ Çalg› Bölümü (Yar› zamanl› ilkö¤retim-Lise)+ (Lisans- Y.Lisans-Sanatta Yeterlik) a) M›zrapl› Çalg›lar Anasanat Dal› 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 81 b) Yayl› Çalg›lar Anasanat Dal› c) Vurmal› Çalg›lar Anasanat Dal› d) Nefesli çalg›lar Anasanat Dal› Amaç: Türk ve Bat› çalg›lar›ndan birisini (kanun’dan….piyano’ya- ba¤lamadan…obuaya) solist düzeyinde çalabilen, dünya müzi¤i normlar›n› ö¤renmifl, müzik kültürü ile donanm›fl, çalg› sanatç›lar› yetifltirmek. 3/ Müzik E¤itimi Bölümü (Lisans- Y.Lisans-Doktora) a/ Müzik Ö¤retmenli¤i Anabilim Dal› Amaç: Evrensel ve Türk Müzi¤i kültürü ile donanm›fl, piyano’nun yan›nda bir çalg›y› iyi derecede çalabilen, okul müzi¤i repertuar› ve marfllarla- pedagojik formasyonla donanm›fl,yabanc› dil bilen,ö¤retmen ve uzmanlar yetifltirmek. 4/ Müzik Teknolojisi Bölümü (Lisans- Y.Lisans-Doktora) a) Yap›mc›l›k Anabilim Dal› b) Tonmaysterlik Anabilim Dal› Amaç: Her türlü çalg›y›, bilimsel ölçütlere göre yapan, yapt›¤› çalg›lar› iyi derecede çalabilen, teknolojiyi tan›yan-kullanan-gelifltiren, yabanc› dil bilen uzmanlar yetifltirmek. 5/ Kompozisyon Bölümü (Lisans- Y.Lisans-Sanatta Yeterlik) a) Kompozisyon Anasanat Dal› b) Koro fiefli¤i Anasanat Dal› Amaç: Evrensel ve Türk Müzi¤i kültürü ile donanm›fl, bestecili¤i ve flefli¤i yapabilecek bilgilerle donanm›fl, iyi derecede yabanc› dil bilen sanatç›lar yetifltirmek. 6/ Sahne Sanatlar› Bölümü a) Bale Anasanat Dal› (Yar› zamanl› ilkö¤retim-Lise)+ (Lisans- Y.Lisans-Sanatta Yeterlik) b) Halk Oyunlar› Anasanat Dal› (Yar› zamanl› ilkö¤retim-Lise)+ (Lisans- Y.Lisans-Sanatta Yeterlik) c) Ses E¤itimi- fian Anasanat Dal› (Lisans- Y.Lisans-Sanatta Yeterlik) d) Tiyatro Anasanat Dal› (Yar› zamanl› ilkö¤retim-Lise)+ (Lisans- Y.Lisans-Sanatta Yeterlik) Amaç: Sahne bilgisine, repertuar›na,sahne tasar›m›na, rejiye, oyunculu¤a; evrensel ve Türk kültürü normlar›na haiz, yabanc› dil bilen uzmanlar-uygulay›c›lar-sanatç›lar yetifltirmek. 7/ Müzikoloji Bölümü (Lisans- Y.Lisans- Doktora) a) Müzikoloji Anabilim Dal› b) Etnomüzikoloji Anabilim Dal› c) Derlemecilik Anabilim Dal› 2 82 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” Göktan AY Amaç: Evrensel ve Türk Müzik kültürünün teorisini özümseyen, Osmanl›ca- Arapça v.b.d›fl›nda, uluslar aras› bir dili iyi derecede konuflabilen, çeviri yapabilen, araflt›rmalarla sonuçlar ç›karabilen, karfl›laflt›rmal› müzik bilimcileri yetifltirmek. Çeflitlilik içindeki bir dünyay›, baz› ö¤retilerin veya sistemlerin aras›nda s›k›flt›rmak...‹nsanlar› yaflad›klar›ndan ve istediklerinden uzaklaflt›rmaya çal›flmak, kendi içinde olmayan bir fleyi, zorla benimsetmeye çal›flmak do¤ru olmasa gerek. Özellikle sanatç› olarak, “varl›¤›n› kabul ediyorum ve farkl›l›¤›na sayg› duyuyorum”u prensip haline getirmek, özgürlük içinde “sayg› ve disiplini” benimsemek-yaflamak, sanat›, geliflmeye aç›k ortak bir platform olarak görmek, hakl› ç›kmak için her fleyi göze alan keskin kiflilerden uzak durmak, düflünce diktatörü olmamak gereklidir. Önemli olan, tür ayr›m› yapmadan, Bat› ya da Türk müzi¤i e¤itimi gören gençlere; a/Müzik tarihimizi, geliflmeleri, müzik e¤itiminin önemini ve yarar›n›, b/Yarat›c›l›¤›n, varolanlar› de¤erlendirmenin ne oldu¤unu, c/ Okuman›n, her eserin-bestenin yeni bir dünya oldu¤unu, d/ Diploma de¤il meslek sahibi olman›n önemini, e/ Bilgi-sab›r ve hoflgörü ile kendi ayaklar› üzerinde nas›l durulaca¤›n›, f/ ‹yi çalg› çalman›n ne kadar önemli oldu¤unu, g/ Hayat› ve insanlar› sevmenin, sayman›n, kabul etmenin insani bir vas›f oldu¤unu, h/ “‹deal müzisyen- ö¤retmen..” ruhunu ve coflkusunu yitirmeden, her türlü imkans›zl›¤a karfl› üretim yapmay›, ›/ Hayat boyu ö¤renilenleri, k›skanmadan, ö¤rencileriyle paylaflmay›, i/ Ülke geleneksel müziklerini, “varl›¤›n› kabul ediyorum ve farkl›l›¤›na sayg› duyuyorum” prensibinden hareketle, bilgileriyle gelifltirmeyi, çok kültürlülük içinde kullanmay›, j/ ‹yi ve kaliteli müzikte birleflmeyi, k/ Arfliv ve diskotek oluflturman›n önemini, l) Müzik teknolojisini kullanmay›, bilgisayar›n önemini ö¤retmektir. Sonuç: Bu ülkenin kültürünü ay›rt etmeden, eksiklerini gidermeye çal›flmak, konservatuarlar› ve müzik bölümlerini alt yap›s› haz›r olmayan illerde kurdurmamak, özellikle konservatuarlar› “bölge konservatuar›” olarak “ulusal müzik e¤itimi program› ile” proglamlamak, müzi¤i Bat›-Türk diye ay›rmadan kucaklamak-ö¤retmek, evrensel ve ulusal müzik kurallar›n› bilmek, tek seslili¤i çok seslili¤in karfl›t› gibi göstermemek, halk› iyi ve kaliteli müzik konusunda e¤itmek, müzik e¤itimi ana bilim dallar›ndan ve konservatuarlardan yetiflen ö¤retmenlerimizin “iyi çalg› çalmalar›n›” sa¤lamak, folklor derlemecili¤ine önem vermek, Türk müzi¤inin ve çalg›lar›n›n geliflmesi- metotlar›n›n yaz›lmas› için araflt›rma ve çal›flmalara destek vermek, yeni- özgün bestelere ve bestecilere imkan tan›mak flartt›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 83 K›saca, her meslek sahibi, kendi evinin önünü temizlemeli; topluma yeni bir sorun eklememek için, ça¤dafllaflmada “tek tipin” de¤il, “çoklu modernliklerin-kültürlerin” (multiple modernities) geçerli oldu¤unu; bunun da zorunlu olarak ço¤ulculu¤u, hoflgörüyü, karfl›l›kl› sayg›y› gerektirdi¤i bilinmelidir.. Ben; 1/ “Müzik ve sanat bütün bireylerin e¤itiminde kullan›lmal›d›r.” 2/ “Bir ülkede Cumhurbaflkan›ndan, en alttaki bireye kadar herkes sanat›n bir kolu ile ilgilenmelidir" diyerek, sözlerimi, ünlü düflünür Mevlana’n›n bir dörtlü¤ü ile bitirmek istiyorum. “Bir yerde konaklay›p ta yola koyulmak ne güzel Hiç donmadan, bulanmadan böyle durulmak ne güzel Dün geçmifl ola;onunla gitti gider dünkü sözün Her yepyeni gün için bir taze söz bulmak ne güzel” 2 84 II. Oturum “Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar›” Göktan AY D‹PNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 Civao¤lu, Güneri: “Fenersiz Sandal”,14.11.2004, Milliyet, Istanbul, sf.21 Milliyet ‹nsan Kaynaklar› Gazetesi, 21.11.2004, syf.20 “Türk Üniversite Gençli¤i Araflt›rmas›”, Milliyet 16.11.2004, sf.18 Ay,Göktan;”Merhaba” 7. Istanbul Türk Müzi¤i Günleri,Istanbul,2000,sf. 3 Tuncay,Mete:(çev.)Aristoteles- Politika,RemziKitabeviIstanbul, 1975, s.238, 239. Uçan, Ali:‹nsan ve Müzik, Gazi Ün.Gazi E¤t. Fak. Dergisi, 1. Cilt, say›:1 Ankara 1985, s.73-79. Sun, Muammer- Seyrek, Hilmi; H.,Okul Öncesi E¤itimde Müzik. Müzik Eserleri Yay,‹zmir, 1988, sf.31-32-57) MEB Okul Öncesi E¤itim Programlar›,MEB Bas›mevi, Istanbul, 1994, sf.17 a.g.e. sf.21 Merto¤lu, Ercan: Okul Öncesi E¤itim Kurumlar›na Devam Eden 5-6 Yafl Grubundaki Çocuklar›n Ritm Alg›lamalar›n›n ‹ncelenmesi, Sanatta Yeterlik Tezi, ‹TÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, sf. 124-126 Dündar Can: Laila ile Mecnun, Milliyet, 16.11.2002, Istanbul, sf.19 Milliyet Haber, 01.11.2002, Istanbul,sf.16 H›zlan, Do¤an: “Konservatuarlar D›flar› Aç›l›yor”, Hürriyet, 2.11.2004, sf.18 Say, Faz›l: “Gerçekleri Konuflal›m”, Milliyet, 2002 Sun, Muammer;”Bizim sorunumuz hala Türk kalarak ça¤dafllaflma sorunudur”, Müzed,Say›.10, Sonbahar 2004,sf..31 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 85 KAYNAKÇA: Hürriyet Gazetesi Arflivi Geray, Cevat; Halk E¤itimi, A.Ü.E.F.Yay., Ankara, 1978 Güvenç, Bozkurt; ‹nsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, Istanbul, 1974 MEB Okul Öncesi Genel Müdürlü¤ü Okul Öncesi e¤itim Programlar›, Mili E¤itim Bas›mevi, Istanbul, 1994, Merto¤lu, Ercan; Okul Öncesi E¤itim Kurumlar›na Devam Eden 5-6 Yafl Grubundaki Çocuklar›n Ritm Alg›lamalar›n›n ‹ncelenmesi, Sanatta YeterlikTezi, ‹TÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Istanbul, 2002 Milliyet Gazetesi Arflivi Müzed dergisi, say› 10. Sobahar 2004 Sun, Muammer ve Seyrek, Hilmi; Okul Öncesi E¤itimde Müzik, Müzik Eserleri Yay.,‹zmir, 1988 Sunar, ‹lkay; Düflün ve Toplum, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara, 1979 Tuncay, M; Aristotales-Politika, Remzi Kitabevi, Istanbul, 1975 Türkçe Sözlük; Milliyet yay›nlar›,Istanbul, 1985 Uçan, Ali; ‹nsan ve Müzik, Gazi Üniv.Gazi E¤t. Fak.,1. Cilt, Say›.1, Ankara, 1985 2 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 87 3 19 Mart 2005 Cumartesi 3. OTURUM Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar› Oturum Baflkan›: Prof. Dr. Süleyman Hayri BOLAY KONUfiMACILAR Durmufl HOCAO⁄LU : 21. yy Felsefesi ‹çin Temel Bir Felsefi Problem Alan›: ‹nsan ve Tabiat Kaz›m SARIKAVAK : Türkiye’de Felsefenin Alg›lan›fl› Ayfle CANATAN : Disiplinleraras› ‹flbirli¤ini Güçlendirecek Giriflimler 88 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Yirmibirinci Yüzy›l Felsefesi ‹çin Temel Bir Problem Alan›: ‹nsan ve Tabiat Durmufl HOCAO⁄LU* Girifl Bu bildiride üzerinde durulacak husus, insan›n tabiat ile olan iliflkisi ve bunu da aflan flekliyle, Tabiat1 içerisindeki yeri, daha da ileri flekliyle, kendi varl›¤› ve bütün bu problemlerin Modernite ile iliflkisi olacakt›r. Bu noktada, bir girifl olmak üzere, ‹nsano¤lu’nun en az düflündü¤ü fleyin, kendisi oldu¤unu da söyleyebiliriz; ne yaz›k ki herfleyden önce ve bizzat kendisi. Vâk›a, bütün felsefe tarihi bir anlamda insan›n insan› aramas› olarak da özetlenebilir2 ve dahas›, her insanda bulunan “naif felsefe”3 dürtüsünün yöneldi¤i ve kendisini en fazla a盤a vurdu¤u alan da yine insan›n kendisidir; ama buna ra¤men, yine de bu yöneliflin derinlik ve süreklili¤inin çokluk hâllerde yetersizli¤i, insan›n en az ilgilendi¤i fleyin bizzat kendisi oldu¤unu düflündürtmektedir. Felsefe, Voltaire’in belirtti¤i gibi, halk kitleleri için de¤ildir;4 ancak, en üst düzeyde entellektüel bir cehd olmas›na karfl›l›k, o dahi, bu problemi çözmek yerine, çözüm yollar›n› aramakla yetinmek zorunda kalm›fl ve çok kereler daha da bulan›k ve müphem bir hâle getirmifltir. Ne var ki, felsefenin elefltirisinin de felsefe yapmak oldu¤u göz önüne al›nacak olursa, bu vaz›yet, insan üzerine felsefece düflünmenin lüzumsuzlu¤u sonucuna vararak terkedilmesi için meflrû bir gerekçe say›lamayaca¤› gibi, bilakis bunu zarûrî k›lmaktad›r da. ‹mdi ilk olarak as›l sorumuz flu olacakt›r: ‹nsan ne ve/ya kimdir; genel olarak varl›k âlemindeki, özel olarak ise Kâinat’taki yeri ve de¤eri, varl›¤›n›n sebebi hikmeti nedir? Yâni, meselenin, “ben kimim ve neyim?” sorusunda dü¤ümlendi¤ini söyleyebiliriz. ‹nsan’›n, kendisi, di¤er insanlar ve tabiat ile iliflkilerindeki sa¤l›ks›zl›¤›n›n ve kavgalar›n›n temelinde yatan aslî sebep, ilk olarak, bu soruya içsellefltirilmifl bir flekilde sa¤lam, sa¤l›kl› ve tutarl› bir cevap verilebilmesindeki yetersizlikte yatmaktad›r. Çünkü “ben kimim ve neyim” sorusu, bütün di¤er sorular› da cevaplar›yla birlikte ihtivâ etmektedir; cevaplar›n tümü bu sorunun içinde gizlidir. Kim ve ne oldu¤unu bilmek, varl›¤›n›, mâhiyetini, de¤erini, genelde varl›k âlemindeki, özelde kâinattaki yerini, di¤er var-olanlar ile mesâfesini, dengeleri, adâleti bilmek demektir. Sokrates’in, “kendini bil” düstûru ile felsefenin ak›fl yönünü de¤ifltiren sorusu da budur, Yûnus’un, “sen seni bil, sen seni” ihtâr› da. Ne var ki, bu sorulara do¤ru ve tutarl› cevaplar verilmifl olsa bile, mesele sâdece “bilgi”de kalmakta de¤ildir; “bilgi”den, “k›lg›”ya, yâni, fiile, amele geçmedikçe soyut bilginin pratflk bir de¤eri olmayacakt›r ki bu sûretle de “ahlâk” alan›na girmifl oluruz; çünkü insan sâdece bilen, kendi varl›¤›n› bilen ve k›lan bir varl›k de¤il, ayn› zamanda ahlâkî bir varl›kt›r da. ‹mdi: ‹nsan hem en büyük muammâ, hem en büyük problem; muammâ, çünkü tam anlam›yla çözdükçe dolanan bir kör yumak; problem, çünkü kendisini tam olarak tan›mayan, ama beri yandan da kendisini tam olarak tan›mad›¤› hâlde di¤er her fley üzerinde tasarrufta bulunabilme imkân ve kapasitesiyle donat›lm›fl bulunmakla da s›k-s›k haddini aflan, bütün dengeleri bozan ve en büyük, onar›lmas› çok müflkil, bâzan da imkâns›z y›k›mlar›n, sonu gelmez ve her birisi bir baflkas›n› do¤uran kavgalar›n müsebbibi de yine kendisi olmakta. ‹nsan’›n di¤er insanlar ve toplum ile oldu¤u kadar, canl› ve * Yrd.Doç.Dr., Marmara Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 89 cans›z tabiat ile olan iliflkilerinde de sebebiyet verdi¤i ve ayn› zamanda kendisinin de mâruz kald›¤› bütün problemler, bilgi olarak kendisini tam olarak tan›yabilmek ve bunu tamamlamak üzere, k›lg› olarak da ahlâkî davranabilmek hususlar›ndaki noksanl›k ve olgusuzlu¤undan kaynaklanmaktad›r. BÖLÜM: I ‹nsan Problemi ve Modernite Girifl ‹nsan’›n “ne ve kim” oldu¤u sorusuna tam tatminkâr bir cevap verilebilmesi kendi içinden yap›lacak bir okuma ile mümkün görünmüyor. Bütün bilim ve felsefe tarihinin de göstermifl oldu¤u üzere, insan, kendi zihninin ürünü olan hiçbir fley ile kendisi üzerindeki esrar perdesini kald›ramamaktad›r. Çünkü insan›n kendi yetenekleri ile kendisini tan›mak yolundaki bütün eylemleri, sonuç olarak birer “içten”, kendisini merkeze alarak, di¤er biri ifâdeyle kendisini kendisi için referans seçerek yap›lan de¤erlendirmelerdir; hâlbuki bir “bütünlük”, tam olarak içten de¤il, ancak “d›fltan” bir bak›fl ile daha sa¤l›kl› bir biçimde kavranabilir. Bütün içten bak›fllar›n insan problemini çözebilme imkânlar› belirli bir merhaleden sonra t›kanma göstermektedir ve bu da eflyan›n tabiat› gere¤i kabul edilmelidir; fakat insan muammâs›n›n çözdükçe dolanan bir kördü¤üm, bir türlü halledilemez problemler yuma¤› hâline dönüflmesi, Modernite ile ortaya ç›km›flt›r denebilir. ‹leride biraz daha etrafl›ca ele al›naca¤› üzere, Modernite ile birlikte insan›n maddî-biyolojik ve biyo-psiflik yan›n›n üzerindeki birçok bilinmeyenin ayd›nlat›lm›fl olmas›na karfl›l›k, O’nun bir bütünlük olarak neli¤i ve de¤eri daha ayd›nlat›lmak yerine daha da karanl›¤a gömülmüfl ve di¤er yandan da varl›k nizâm› ile olan iliflkisi de daha çetrefilli bir flekle dönüflmüfltür. K›sacas›, ‹nsan Problemi her devirde mevcut olagelmifl, zaman-zaman çok büyümüfl, zamanzaman da mâkul say›labilecek hadlere çekilebilmifltir. Ancak, bu problemin en fazla büyüdü¤ü tarih kesitinin Modernite oldu¤unu söyleyebiliriz. Bunun as›l sebebini ise, afla¤›daki sat›rlarda biraz daha detayl› bir flekilde ele alaca¤›m›z üzere, Modernite’nin insan›n mâhiyeti ve de¤eri konusunda hâs›l etti¤i karmafla ve buna ba¤l› olarak da, O’nun düal yap›s›nda meydana getirmifl oldu¤u dengesizlik ve uyumsuzluk (disharmony) — daha sahih bir ifâdeyle, zâten yarat›l›fl› îtibâriyle uyumsuzlu¤a ve dengesizli¤e meyilli karakterinin daha da k›flk›rt›lmas› — olarak özetleyebiliriz. ‹nsan’›n yarat›l›fl› îtibâriyle uyumsuzlu¤a ve dengesizli¤e meyilli oldu¤unu söyledik; nitekim, asl›nda Modernite’nin sebep oldu¤u bu problem, büsbütün yeni bir dengesizlik olmaktan ziyâde, mevcut bir kadîm dengesizli¤i bir baflka ve daha a¤›r bir dengesizli¤e dönüfltürmek olarak tan›mlayabiliriz. Gerçekten de, bütün tarih boyunca insan›n bu düal yap›s›n›n her iki yan› aras›nda sa¤l›kl› bir denge kurmak en büyük problemlerden birisi olmufl, bâzan madde lehine mânâ aleyhine, bâzan da aksine, mânâ lehine madde aleyhine bozulmufltur; ancak disharmoninin as›l olarak radikal bir flekilde ortaya ç›k›fl›, Modernite’nin ürünü olmufltur. 3 90 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU ‹mdi, mükerreren: ‹nsan en büyük problem kayna¤›d›r ve hattâ bizzat problemin kendisi. O, dâimâ hem kendisi ve hem de çevresi için, bidâyetinden beri bir problem olmufltur, öyle görünmektedir ki nihâyetine kadar da olmaya devam edecektir; çünkü, çok k›saca söylendikte, Kant’›n ifâdesiyle, “insan›n yarat›lm›fl oldu¤u e¤ri odundan dümdüz olan hiçbir fley yontulamamaktad›r”.5 Bunun içindir ki, J. U. Nef’in diliyle ifâde edilecek olursa, “Bütün zamanlarda ayn› kalan yegâne faktör insan tabiat›n›n hatalar›d›r. ‹nsanlar ve cemiyetler aras›ndaki ihtilâflar, insan›n mükemmel olmay› baflaramay›fl›ndan do¤maktad›r.”6 ‹nsan›n yarat›lm›fl oldu¤u odun e¤ri, yâni naturas› defolu ve yine insan mükemmel olam›yor; bunlardan ise problemler do¤uyor, yumak-yumak kötülükler do¤uyor; ama ne var ki insan da bu. Burada sözü edilen “problem”in bizzat ve münhas›ran “kötülük” de¤il, kötülük yapabilme ihtiyâr ve hürriyetine sâhip olmak demek oldu¤unu da ayr›ca hât›rlamak gerekir. ‹nsan Problemi’nin aslî kökeni budur: “Hürriyet”.7 Kötülük de t›pk› ‹yilik gibi, ‹yi ile Kötü aras›nda bilinçli bir tercih yapabilmenin ürünüdür ve bu hürriyet demektir. Yâni, ‹yilik ve Kötülük, Hürriyet ile tam ve kopmaz yak›n bir ba¤lant› içerisindedir. Kötülük de iyilik gibi, hürriyetin ürünüdür. Hürriyet’in olmad›¤› yerde bir iyilik veya kötülük’ten söz edilemez; kendinde-kendinden bir iyilik veya kötülük mevcut olsa dahi, bu, ancak “potans hâlde” (potansiyel; en-puissance; bi’l-kuvve) olan, tahakkuk etmemifl olan bir iyilik ve/ya kötülüktür. Onun, gerçek anlamda bir iyilik ve/ya kötülük olarak an›labilmesi için, potans hâlinden akt hâline, kuvveden fiile dönüflmesi, “aktüel” (en-acte; bi’l-fiil) bir hâle münkalib olmas› îcap etmektedir ki bu ise, bilinçli ve irâdeli bir seçme ile gerçekleflebilir. ‹mdi: Kötülük, bir hak de¤il ve fakat, hürriyet, yâni tercihtir ve yaln›zca insana hast›r. Çünkü, ‹nsan hür bir varl›kt›r; hattâ, daha do¤rusu, hür olan tek varl›kt›r ve bu da “iyi olabilen” oldu¤u kadar, “kötü olabilen” yegâne varl›¤›n da ‹nsan olmas›ndan baflka bir anlama gelemez. Modernite ve Modernizm Modernite, bir çok flekilde tan›mlanabilir ve tan›mlanm›flt›r da; ancak burada bu konunun detay›na inilmeden sâdece birkaç ana hususa temas edilmekle yetinilecektir ki bunlardan birisi, Modernite ile Modernizm aras›nda, Bat›’da muayyen bir alanda ortaya ç›kan belirgin bir farkt›r. Bu fark, Kilise terminolojisinde Modernizm’in tafl›d›¤› özel anlam olup bu da “itizal” demektir; yâni dinden uzaklaflma. ‹mdi: Modernite, Bat›’da ortaya ç›km›flt›r ve O’nun bir baflar›s›, bir ürünüdür; ancak, her modernite, ayn› zamanda bir tür diyalektiksel bir sürecin ürünüdür de; yâni, bir önceki dönemin kalitatif gelifliminin belirli bir kantitatif s›n›r› aflmas› sonucunda ve eskinin nefyi ile yeni bir kaliteye terfiidir. Bu sebebe binâen, her modernite gibi Bat› Modernitesi de, Eski’den ç›karken onu nefyetse de büsbütün yok edemeyece¤i için Eski’nin birçok kal›nt›s›n› içinde tafl›makta oldu¤u gibi, birçok de¤erlerini de yeniden formatlay›p üreterek kendi ça¤›na tafl›m›flt›r; ancak, Modernite’nin, önemli bir ölçüde, Kilise ve hattâ Din karfl›t› bir karakteri bulundu¤u da bir gerçektir. Çünkü O, Hür Düflünce’nin, Ak›l’›n bir zaferidir ve Ak›l’›n önünde duran Kilise’ye karfl› verilen mücâdelelerin bir ürünüdür. Nitekim, Bat› literatüründe, hassaten Ayd›nlanma’n›n en radikal sonuçlar›na ulaflm›fl oldu¤u Fransa’da “Hür Düflünce” (Libre Pensée) teriminin ayn› zamanda “Dine Karfl› Düflünce” anlam›na gelmesinin sebebi de budur: Hür düflünce, ancak, Din (Kilise) d›fl›nda ve O’na karfl› verilen mücâdele ile sa¤lanabilmifltir.8 Bat›’da Rönesans ile bafllayan uyan›fl›n bir as›r sonraki bilimsel devrimlerle daha da ileri sonuçlar›na varmaya bafllamas›, tabiatiyle, Ak›l ile Kilise’nin karfl›-karfl›ya gelmesi gibi bir netîce 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 91 hâs›l etmiflti. Art›k, Modernite’nin temelini oluflturan Ayd›nlanma düflünürleri için bir numaral› flîar, “akl›n› kullanmak cesâretini göstermek” olmufltu. Bunun bir zihniyet devrimi oldu¤u ne kadar aç›k ve seçik ise, aç›k bir yüreklilik demek oldu¤u da bir o kadar ap-aç›k bir gerçeklikti; çünkü, Dogma’ya karfl› alenî veya z›mnî bir harp îlân› demek oluyordu. Nitekim, Kant, Ayd›nlanma’n›n rûhunu en iyi anlatan metinlerden olan, 1784 tarihli “Ayd›nlanma Nedir Sorusuna Cevap” isimli makalesinin hemen giriflindeki flu ifâdelerle, dikkatleri bu konu üzerine çekmektedir:9 Ayd›nlanma, insan›n kendi suçu ile düflmüfl oldu¤u bir ergin olmama durumundan kurtulmas›d›r. Bu ergin olmay›fl durumu ise, insan›n kendi akl›n› bir baflkas›n›n k›lavuzlu¤una baflvurmaks›z›n kullanamay›fl›d›r. ‹flte bu ergin olmay›fla insan kendi suçu ile düflmüfltür; bunun nedenini de akl›n kendisinde de¤il, fakat akl›n› baflkas›n›n k›lavuzlu¤u ve yard›m› olmaks›z›n kullanmak kararl›l›¤›n› ve yüreklili¤ini gösteremeyen insanda aramal›d›r. Sapere aude! Akl›n› kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü imdi Ayd›nlanma’n›n parolas› olmaktad›r. Bu metin üzerine kaleme al›nan say›s›z kritiklerden birisini yazan Ciaran Cron’in de belirtmifl oldu¤u üzere10, Kant’›n burada üzerinde durmufl oldu¤u bir konu akl›n kamu alan›ndaki kullan›l›fl›ndaki hürriyet problemi ve di¤eri de bizzat her ferdin kendi akl› üzeirndeki temellükü, kendi akl›n› kullanmas› problemidir. Kant’›n burada sözünü etmifl oldu¤u Hristiyânî “düflüfl”ü ça¤r›flt›ran “kendi suçu ile düflmüfl oldu¤u bir ergin olmama durumu”, ‹nsan’›n, akl›n› kendi üstünde bir otoriteye devretmesi demek olup, özel anlam›, Kilise dogmalar›d›r; dolay›s›yla da Ayd›nlanma’n›n parolas› olarak “Akl›n› kendin kullanmak cesaretini göster!” ibâresi, Kilise’nin de¤il Hür Ak›l’›n merkeze al›nd›¤› yeni bir dünyan›n temel harc›ndan baflkas› olmamaktad›r. Roma’l› düflünür ve ozan Horatius’un bir fliirinden al›nan ve Ayd›nlanma ile özdeflleflen “Akl›n› kullanma cesâretini göstermek” terimi, Kant’›n bu makalesinden ondokuz y›l önce, 1765 tarihinde, Ayd›nlanma’n›n en baflta gelen isimlerinden Voltaire taraf›ndan da ayn› flekilde dile getirilmifltir. Filozof, Felsefe Sözlü¤ü’nün “Düflünce Özgürlü¤ü” maddesinde, ayd›nlanmac› zihniyet tafl›yan Milord Boldmind ile dogmalar› savunan Kont Médroso aras›ndaki diyaloglar çerçevesinde yam›fl oldu¤u kritikte, Boldmind’a “Düflünmeyi ö¤renmek kendi elinizdedir; do¤ufltan bir akl›n›z var; bir kufl gibi engizisyonun kefesine girmiflsiniz; engizisyon mahkemesi kanaatlar›n›z› yolmufl; ama tekrar ç›kabilir. Geometriyi bilmeyen ö¤renebilir; bilgi edinmek herkesin elindedir; paran›z› bile güvenip b›rakamayaca¤›n›z insanlar›n eline ruhunuzzu teslim etmek ay›pt›; kendi kendinize düflünmke cesaretinizi gösteriniz.”11 der; buna mukabil rakibinin bunun tehlikeli bir ifl olaca¤›n› söylemesi üzerine de Boldmind, hür düflüncenin insanlara mutluluk getirece¤ini, aksine davran›fl›n ruhun kürek mahkûmlu¤u olaca¤›n› ileri sürer, ama Médroso’nun, hür düflünce olmadan da mutlu olunabildi¤ini ve ruhunun k¤ürek mahkûmu olmas›nda, na rahatsz›l›k duymad›¤›n›, hattâ hoflland›¤›n› söyelemsi üzerine de Voltaire, son söz olarak flunu söyletir Boldmind’a: “Öyleyse lây›¤›n›z oras›d›r”. Ak›l ile Dogma aras›ndaki bu gerilimli ortam Reformasyon ile ortaya ç›kan Protestanizm’de belirli bir ölçüde yumuflat›labildiyse de, Katolik ülkelerde, Katolisizm’in kat› doktrinlerinden tâviz vermeye yanaflmamas›, büyük patlamalar ve hattâ çat›flmalar do¤urdu. Bilhassa “Katolisizmin Öz K›z›” ünvanl› Fransa’da, bu sebepten, Ayd›nlanma en radikal souçlar›na ulaflm›fl oldu ki, genel olarak Bat› literatüründe, ama hassaten Fransa’da “Hür Düflünce” (Libre Pensée) teriminin ayn› zamanda “Dine Karfl› Düflünce” anlam›na gelir olmufltur12. 3 92 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU Böylece, Modernite, bir anlamda, sonuç îtibâriyle, prensipte radikal bir din karfl›tl›¤› olarak yorumlanamaz ise de, Tanr›’ya, daha genel ve daha kuflat›c› flekliyle ifâde edilecek olursa, bundan önce Epikuros’tan söz edildi¤inde de k›saca temas edildi¤ine benzer flekilde, Kutsal’a ihtiyaç duymayan bir dünya kurmak olarak da okunabilecektir ki O’nun yaratm›fl oldu¤u problemlerin kaynaklar›ndan birisinin de bu oldu¤unu söyleyebiliriz. ‹flte, Modernite’nin bu yan›na vurgu yapan bir kavram olan Modernizm’in bu özel anlam›n›, A. L. Lilley, “Modernizm, papal›k genelgesi ile takbih edilen ve Roma (Katolik) Mezhebi içerisinde, Hristiyan gelene¤ini ve prati¤ini zaman›m›z›n entellektüel zihniyetlerine ve sosyal temayüllerine daha yak›n hale getirme arzusuna yönelik hareketler kompleksine verilen isim” olarak tan›mlamaktad›r ki13, buradaki takbihi yapan zat, Charles Briggs’in önceleri çok liberal ve reform yanl›s› iken bilâhare anlafl›lamaz bir flekilde sertleflti¤ini anlatt›¤› Papa IX. Pius’tur.14 Modernite’nin bir baflka dikkat çekilmesi gereken yan› da, Bat› hegemonyas›n›n bir arac› olmas›d›r. Gereçketen de, Modernite’nin Bat› d›fl›ndaki en büyük tahrîbât›, Bat›’n›n kültürel, medenî, siyâsî ve iktisâdî üstünlü¤ünün — askerî güç kullan›m› da dâhil olmak üzere muhtelif yol ve yordamlarla — Bat› d›fl›na dayat›lmas›, di¤er kültür ve medeniyetleri tahrip etmesi, hattâ birçok örne¤inde oldu¤u gibi, yok etmesi fleklinde tecellî etmifltir. Bat›’ya bu gücünü veren, bütün tarih boyunca ilk defa bu mertebede sistematik bilim üretmesi ve bu bilimi de bir iktidar arac›na dönüfltürmesidir. Bu îtibarla nas›l ki bilim, insanl›¤›n dünyaya hükmetmesi yolunda — yâni en genel anlamda “iktidar” için — bir araç hâline dönüflmüfl ise, benzer flekilde, Modernite de, münhas›ran, Bat›’n›n kendi d›fl›ndaki dünyaya hükmetmesi yolunda bir araç hâline dönüflmüfltür; son ikiyüz y›ll›k Bat›-d›fl› toplumlar›n ve özellikle Türk tarihinin geliflme seyrinden de aç›kça görülmekte oldu¤u gibi, bu güç kayna¤› ile donat›lamam›fl cemiyetler ve medeniyetler, Bat›’n›n bâriz üstünlükteki gücü karfl›s›nda ezilmifllerdir. Baykan Sezer’in belirtti¤i gibi, “Yeni Ça¤ ile birlikte yeni bir dünya, yeni bir egemenlik biçimi söz konusudur. Bat›’ya günümüzdeki gücünü bu yeni iliflki ve egemenlik biçimi kazand›rmaktad›r.”15 Modernite konusunda söylemek istedi¤imiz üçüncü hususa gelince: Her ne kadar Modernite, bir çok flekilde tan›mlanabilir ise de büyük k›sm› îtibâriyle ve mümkün olan en kapsaml› bir tan›m olarak, “insan›n insan ile ve eflya ile yepyeni, daha öncekilerin hiçbirisine benzemeyen, kendisinden öncekilerin hiçbirisinin tekrâr› ve kantitatif olarak daha ileri götürülmüfl flekli olmay›p, kalitatif olarak onu aflan ve mâhiyet îtibâriyle de radikal bir flekilde farkl› yeni bir iliflkiler a¤› kurmas›” fleklinde özetleyebiliriz. Konuyu bu ba¤lamda ele ald›¤›m›zda, hâli haz›rda mevcut ve geçerli tek modernitenin Bat› Modernitesi oldu¤unu da kabûl etmek gerekecektir. Buradan ise, tek geçerli modernite olmas› hasebiyle de münhas›ran “Modernite” dendi¤inde ayr›ca aç›klamaya gerek duymaks›z›n kendisinin kastedilece¤i Bat› Modernitesi’nin en temel niteli¤ine geçebiliriz: Modernite, çok özetle, “bilim vâs›tas› ile yeni bir dünya kurulmas›” fleklinde târif edilebilir; yâni, insan›n hem insan ile ve hem de eflyâ ile tesis etmifl oldu¤u iliflkiler örgüsünde kurucu aktörün, motor gücün münhas›ran bilim oldu¤u tek tarihî devir, Modernite’dir. ‹mdi, flüphesiz, bilim Modernite’den önce de vard›, ancak O’nun böylesine birinci dereceden belirleyici bir konuma yükselmesi, ilk defa Modernite ile mümkün olabilmifltir. Ne var ki, Modernite’nin mutlaka gözden kaç›r›lmamas› lâz›m gelen bir niteli¤i de, biraz ileri- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 93 de tekrar ele al›naca¤› üzere, “bilim”in radikal bir de¤iflim/dönüflüme mâruz kalarak anlam, içerik ve gaye bak›m›ndan da farkl›laflm›fl olmas›d›r; hattâ, bu büyük dönüflüm, bizzat Modernite’yi yaratan en büyük âmildir de diyebiliriz. Bu büyük dönüflüm, Modernite’yi yaratan “bilim”in, Modernite’nin babas› Descartes’›n gösterdi¤i “Bu-Dünya’n›n hâkimi ve efendisi olmak” idealine yönelmek sûretiyle saf bir hakîkat araflt›rmas› (Transandantal Bilim) olmaktan ç›karak bu ideale hizmet etmeye mâtuf bir iktidar vâs›tas›na (Enstrümantal Bilim) dönüflmüfl olmas›d›r; art›k O, kendi gayesini kendi içinde tafl›yan en hür bir bilim de¤il, kendi d›fl›nda ve üstünde bir gayeye hizmet etmeye yönelen bir ba¤›ml›/tâbî bilimdir. Descartes, Metod Üzerine Konuflmalar’›n (Discours de La Méthode) alt›nc› bölümünde bu fikri flu flekilde dile getirmektedir:16 “Ben hiç bir zaman kendi düflüncemden gelen fleylere çok önem vermedim ve kulland›¤›m metotta teorik ilimlere ait olan baz› güçlükler üzerine kendimi tatmin etmek, yahut da bu metodun bana gösterdi¤i kan›tlara göre, ahlâk›ma düzen vermeye çal›flmaktan baflka meyvalar toplamad›¤›m müddetçe, onlar üzerine bir fley yazmak zorunda oldu¤umu sanmad›m. Zira ahlâkla ilgili fleylerde herkes kendi görüflüne o kadar inanm›flt›r ki, e¤er Tanr›n›n, uluslar›n bafl›na hakan olarak koydu¤u, yahut da yalvaç veya peygamber olarak seçti¤i kimselerden baflkalar›na bu alanda bir fley de¤ifltirmeye kalkmak izni verilseydi, ne kadar bafl varsa o kadar da ›slahatç› bulunabilirdi; böylece kendi düflüncelerim pek hofluma gitse de, baflkalar›n›n da belki daha çok hofllar›na giden düflünceleri bulunabilece¤ini düflündüm. Ama fizik üzerine baz› genel fikirler edinince ve onlar› birçok özel güçlüklerde deneyince, bu fikirlerin bizi nerelere kadar götürebilece¤ini ve bugüne kadar kullan›lan ilkelerden ne kadar farkl› olduklar›n› görerek, bizi elimizden geldi¤i kadar bütün insanlar›n iyili¤i için çal›flmaya zorlayan kanuna karfl› büyük bir s›iç ifllemeksizin, bu fikirleri gizli tutamayaca¤›ma inand›m. Zira onlar bana hayatta pek faydal› birtak›m bilgilere ulaflman›n mümkün oldu¤unu ve okullarda okutulan teorik felsefe yerine bir prati¤i bulunabileini, onunla da atefl, su, hava, y›ld›zlar, gökler ve bizi çevreleyen baflka bütün cisimlerin kuvvet veya tesirlerini, sanatç›lar›m›z›n çeflitli sanatlar›n› bildi¤imiz kadar seçikçe bilerek, onlar› elveriflli olduklar› ifllerde ayn› tarzda kullanabilece¤imizi, böylece tabiat›n hâkim ve sahipleri olabilece¤imizi göstermiflti.” Bu noktada, Modernite ve Bat› Medeniyeti’nin bu niteli¤ini daha iyi kavramak için sözü Mümtaz Turhan’a verelim. Turhan, “‹lmin ve fikir hayat›n›n bugünkü seviyeye eriflmek üzere Avrupada geliflip teknik yoliyle cemiyete nüfuz etmesi, 17 nci asr›n yar›s›ndan itibaren bu medeniyet içinde yaflayanlara zihniyet, görüfl ve düflünüfl bak›m›ndan baflka hiç bir medeniyet veya kültür mensubiyle k›yas kabul etmeyen bir hususiyet vermifltir. Bu yüzden garp medeniyetiyle di¤er medeniyet ve kültürler aras›nda, flimdiye kadar görülmeyen yepyeni bir fark meydana gelmifltir. Binaenaleyh s›rf ilmin yeni bir istikamet ve tarzda inkiflaf›, ve ilk defa bu medeniyet içinde hayata teknik yoliyle müessir bir flekilde tatbikat› sayesinde fertlerin zihniyet ve atitüdlerinde beliren bu fark dolay›siyle garp medeniyetini, di¤er medeniyet ve kültürlerle karfl›laflt›rmak, mukayese etmek veya analoji yoliyle neticeler ç›kar›p onun istikbali hakk›nda hükümler vermek mümkün de¤ildir, iflte yine bu sebepten dolay› flimdiye kadar gelmifl geçmifl ve elan mevcut bütün medeniyetler ve kültürler bir tarafta, garp medeniyeti di¤er tarafta olmak üzere yeni bir vaziyet hâs›l olmufltur” diyerek17 bu husûsu vurgu ile belirttikten sonra, J. B. S. Haldane’in “Garp Medeniyetinde ‹lmin Mevk›i” (The Place of Science in Western Civilization., Realist, Vol. 2, No.2, 1929) adl› makalesinden flu iktibasta bulunmaktad›r: 3 94 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU “...garp medeniyetinin esas itibariyle ilme ve onun tatbikat›na dayand›¤›n› söylemek do¤ru olur. Hattâ bu hüküm, 17 nci ve 18 inci as›rlara kadar gitti¤imiz takdirde bile do¤rudur. ‹lim ve onun tatbikat›, garp medeniyetini, geçmiflin ve bugünün di¤er bütün medeniyetlerinden ay›ran hususiyetlerin bafl›nda gelmektedir.” Bilim’in modernite ve modern medeniyetteki kurucu rolü üzerinde, Haldane’den 23 y›l kadar önce bir makale kaleme alan ekonomist ve sosyal kritisist T. Veblen de ayn› sonuca varmaktad›r.18 Bir Problem Alan› Olarak Modernite Bilim vâs›tas›yla yeni, yep-yeni bir dünya, bir “Yeni Dünya” kurulmas› demek olan Modernite’nin, insanl›¤a — demokrasi ve refah baflta olmak üzere — çok fleyler kazand›rd›¤› ve O’na çok fleyler verdi¤i nas›l ki bir hakîkat ise, çok fleyler kaybettirdi¤i ve O’ndan çok fleyler al›p götürdü¤ü de bir hakîkat oldu¤u gibi hatâ ve sevaplar›n›n icmâlinin henüz tam anlam›yla netleflmedi¤i de baflka bir hakîkattir; bu bak›mdan Modernite üzerine yap›lan kritiklerin bir yekûnunun dahi ayr› bir literatür oluflturacak kadar büyümüfl oldu¤unu söylemekle yetinerek, burada sâdece en basite indirgemek sûretiyle, Modernite’nin kaybettirdiklerini, gerek ana vatan› olan Bat› (West), gerekse de dünyan›n geri kalan k›sm› (Rest) ve en genel çerçevede ise bütün insanl›k olmak üzere, bilimin araçsallaflt›r›lmas›na, dünyan›n maddî ve kültürel zenginli¤inin tahrip edilmesine, emperyalizm ve kolonyalizme, insan probleminin daha da karmafl›klaflt›r›lmas›na, ve insan›n tabiat ile uyumunun bozulmas›na ve tabiat›n tahrip edilmesine yol aç›lmas›n› konu edinen birkaç ana bafll›kta irdelemeyee çal›flaca¤›z. Ancak, birkaç paragrafla da olsa, önce, Modernite’nin Modernite ve Bilim’in Araçsallaflt›rmas› ‹mdi; yukar›da da k›sa temas edildi¤i gibi, Bilim ile Modernite aras›nda s›k› bir iliflki söz konusudur. fiöyle ki: Modernite, Bilim yoluyla yeni bir dünya, veya di¤er bir ifâdeyle, bir “yeni dünya” kurulmas›d›r, veya, Modernite, Bilim’in kurdu¤u bir yeni dünyad›r; eskisinden radikal olarak farkl› bir yeni dünya. Ancak, ne var ki, bilim dünyay› bu denli kökten bir de¤iflikli¤e u¤rat›rken, ayn› zamanda kendisi de radikal oldu¤u söylenebilecek bir de¤iflim / dönüflüm süreci yaflam›flt›r ki buna, Modernite’nin Bilim’i de¤ifltirmesi / dönüfltürmesi de diyebiliriz. Bu köklü de¤iflim / dönüflümü, Bilim’in araçsallafl(t›r›l)mas› olarak ifâde etmek istiyor ve bu maksatla, iki kavram teklif ediyorum: “Aflk›n (Transandantal) Bilim” ve “Araçsal (Enstrümantal) Bilim.” Aflk›n (Transandantal) Bilim, Bilim’in — ne mertebede sayg›n, soylu ve insanl›k için faydal› olursa olsun — baflka herhangi bir amaca hizmete de¤il, yaln›z ve yaln›z bilgiye, bilgi için bilgiye, bilmeye, yaln›z ve yaln›z “hakîkat”e yönelmesi demektir. Di¤er bir ifâdeyle, Aflk›n (Transandantal) Bilim, gayesi kendi d›fl›nda de¤il, kendi içinde olan, gayesini kendi içinde tafl›yan bilimdir. Bu îtibarla, yâni; yaln›z ve yaln›z bilgiyi, yaln›z ve yaln›z “hakîkat”i hedef seçmekle, amac›n› kendi içinde tafl›m›fl olmaktad›r ki bu sûretle de, O, ayn› zamanda “en hür” ve “en soylu” bilimdir ve hattâ, tam teknik anlam›yla tek gerçek bilimdir ve yine bu ba¤lamda olmak üzere, ayn› zamanda bir felsefî etkinliktir de. “Felsefe’nin hakîkat›n bilgisi olarak adland›r›lmas›n›n do¤ru olaca¤›n›” belirten Aristoteles19, filozoflar›n da s›rf bilgisizlikten kurtulmak için felsefe yapmaya girifltiklerini ve bu sebeple de onlar›n, herhangi bir faydal› amaçla de¤il, s›rf bilmek için bilimin pefline düflmüfl olduklar›n› ve olaylar›n da esâsen bunu do¤rulamakta bulundu¤unu söylemekte ve flu hükme varmaktad›r: 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 95 Nas›l ki bir baflkas›n›n amac› için de¤il kendi amac› için var olan insana özgür insan diyorsak, ayn› flekilde bu bilimi biricik özgür bilim olarak aramaktay›z. Çünkü yaln›zca o, kendi amac› için vard›r.”20 Bu cümleden olmak üzere, s›rf ve yaln›z gayesini kendi içinde tafl›yan bir bilimle ifltigal eden bir bilim insan›, bir transandandal bilimci olmakla ayn› zamanda felsefe de yapmaktad›r; her ne kadar bilim adamlar›n›n ezici ço¤unlu¤u gibi onlar da aksini iddia etseler ve yine her ne kadar ezici ço¤unlu¤unun felsefeye bak›fl› pejoratif olsa da ve yine her ne kadar içlerinden teknik anlamda felse ile ilgilenenler ç›kt›¤›nda onlar›n en az›ndan büyük k›sm›n›n yapt›klar› felsefe, Bochensi’nin ifâdesiyle, “kötü felsefe” olsa da21. Araçsal (Enstrümantal) Bilim ise, ad›ndan da anlafl›laca¤› gibi, birincisinin aksine, gayesini kendi içinde de¤il kendi d›fl›nda tafl›yan; yaln›z ve yaln›z hakîkate de¤il, onun arac›l›¤›yla bir baflka fleye yönelen bir bilim anlay›fl› olmaktad›r. Vâk›a her iki bilim de hakîkat peflindedirler; ancak flu farkla ki, Transandantal Bilim için gaye olan fley, Enstrümantal Bilim için sâdece bir vâs›tad›r; bilimin, bizzat ve bizâtihî bilginin bir tür hizmetkâr muamelesi gördü¤ü bir vâs›ta. Bunun içindir ki Transandantal Bilim’in tam ve gerçek anlam›yla “hürriyet” sâhibi olmas›na mukabil, Enstrümantal Bilim, baflkalar›na, baflka amaçlara, deyim yerindeyse kendisinin üstündeki efendilerine hizmet eden bir tür köle olmaktad›r. Enstrümantal Bilim’in yönelmifl — veya yöneltilmifl — oldu¤u bu gaye ise, ço¤unlukla vaakî oldu¤u üzere, “fayda” ve “iktidar”d›r. Di¤er bir ifâdeyle, Transandantal Bilim için “do¤ru”nun “hakîkat”, bizzat ve bizâtihî ç›plak hakîkat olmas›na karfl›l›k, Enstrümantal Bilim için ise “do¤ru”, “fayda ve iktidar” olmaktad›r. ‹mdi; en genel kontekstte bilgi, daha dar ve daha özel kontekstte ise bilim, bu ikinci yan›yla, bir iktidar kayna¤›d›r ve beri yandan, kendi dünyas›nda kald›¤› müddetçe îtibar ve kudretinin zirvesindeki sultan iken, bu dünyadan ç›karak bir baflka dünyaya geçmek ve bir baflka fleyin vâs›tas› olmakla, flüphesiz alçalmay› ve baflka sultan(lar)›n emrine itâati içine sindirmeye mecburdur; ama fluras› da bir gerçektir ki, bilimi üreten insand›r ve üretti¤i üzerinde bir hakk›n›n do¤mas›n› beklemek de hakkaniyyet gere¤idir. Zîra insan sâdece bir bilen özne de¤ildir; O’nun bu dünya üzerinde haklar›, emelleri, fiilleri, tasarruflar› vard›r ve bu noktada as›l mühim olan taraf, iktidâr›n gayesi olmaktad›r; flâyet iktidâr›n meflrû bir gayesi var ise o gayeye mâtûfen bilimin kullan›lmas› da meflrûiyet kazanacakt›r. Bu takdirde alçalm›fl olan bilim, bu gayenin meflrûiyeti nisbetinde tekrar seviye kazanacakt›r. ‹ktidar da kezâ en genifl kontekstte tasarruf demek olup, “hükmetmek” demektir. Meselâ, Âdem’in Cennet’te yaklaflmas› yasaklanan a¤aç, asl›nda “Hikmet A¤ac›”, daha do¤rusu, Hikmet’in sembolü olup, ilâhî bilgiyi temsîl etmektedir; ona yaklaflmak demek, ilâhî bilgi ile donat›larak ebediyet kazanmak — bunun için ona “fieceretü’l-huld: Ebediyet A¤ac›” denmifltir — ve Tanr› gibi iktidar sâhibi olmay› talep etmek demektir ve Prometeus efsânesinin anlatt›¤› da bu k›ssan›n Grek mitolojisindeki versiyonundan baflkas› de¤ildir. Beri yandan, Eflyâ’ya, yâni fizikî nesnelere hükmtkmek de bir iktidard›r; nitekim, Epikuros, bilimin önemine temas ederken, bilim olarak bilime sayg› duymakta ve onu yüceltmekte ve pratik olarak ise, bu önemi insana sa¤layaca¤› mutlulu¤a ba¤lamakta, yâni yine de nihâî analiz safhas›nda bilimi insana mutluluk getirmesi — daha aç›kças›, hizmet etmesi — nisbetinde de¤erli addetmektey- 3 96 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU di; Epikurosçular ise, bilimin dine karfl› kullan›labilece¤ini, bilim yoluyla insan›n tabiat›n s›rlar›n› keflfedince tabiata hükmedebilece¤ini ve bu sûretle de güçleri zay›flayacak olan tanr›lar›n arz üzerindeki hâkimiyetlerinin kaybolmaya bafllayaca¤›n› düflünüyorlard›22 ki bu düflünce de yine Prometeus’un bir uzant›s› gibi durmakta oldu¤u gibi, daha sonralar› Ayd›nlanma’n›n etkisiyle Modernite’ye belirli bir ölçüde flekil veren ve bir anlamda “Tanr›ya ihtiyac› olmayan bir dünya inflâ etme” fikrinin de antik versiyonu olmaktad›r diyebiliriz. Burada as›l konumuzun d›fl›nda olmas› hasebiyle sadece bir tek k›sa cümle ile belirtmekle yetinmek isteriz ki, ‹ktidar, daha dar kontekstte ise “siyâsî iktidar”d›r ve muhakkak ki onun da bilgiye ve bilime ihtiyâc› vard›r. Nitekim Yusuf Hâcib’in “Dünyaya hâkim olmak ve onu idare etmek için, pek çok fazîlet, ak›l ve bilgi lâz›md›r23 derken kastetmifl oldu¤u da budur. Kuflkusuz, Bilim’in dâimâ bütün tarih boyunca bu iki yan› hep mevcut olagelmifltir; çünkü bu, onun tabiat› gere¤idir. Bilim bir yandan insan›n f›tratan içinde var olan bilme, s›rf bilme için bilme ihtiyac›n› karfl›larken di¤er yandan da O’na güç sa¤lamaktad›r. ‹mdi, bilim güç sa¤lamaktad›r; güç, yâni iktidar. Burada “iktidar” kelimesi ile, yaln›zca dar anlam› olan siyasî iktidar de¤il, onu da ihtivâ etmekle berâber en genifl, en kuflat›c› ve en kapsaml› anlam› kastedilmektedir: Bir öznenin bir veya birçok nesne üzerinde hâkimiyet kurmas›. Bu genifl kontekstte, insan›n di¤er insanlar üzerinde oldu¤u kadar fiziksel nesneler üzerinde hâkimiyet kurmas› da bir iktidar türüdür. Bu cümleden olmak üzere, bilimin ürünü olan teknoloji, insan›n eflyaya hükmetmesinin bir arac› oldu¤undan ve bu araca hizmet eden bilim çal›flmalar›n›n tamam› da birer araç olaca¤›ndan bu tür veya bu maksatla yap›lan bilimler de enstrümantal bilim kategorisine dâhil edilmelidir. fiu hâlde; iktidar, bir fleyin üzerine hâkimiyet kurmak olarak tan›mlanabilece¤ine göre, bir hâkimiyet nesnesi olunmas› istenenin önce bir bilgi nesnesi k›l›nmas› gerekli olmaktad›r; di¤er bir ifâdeyle, bilgi nesnesine dönüfltürülmüfl bir varl›k, hâkimiyet nesnesine de dönüfltürülebilir ki bunu sa¤layacak olan›n ise sa¤lam ve sa¤l›kl› bir bilgi, yâni bilimsel bilgi olaca¤› da anlafl›lm›fl olur. Afla¤›da da tekrar ele al›naca¤› üzere, 17nci yüzy›lda Bacon ve Descartes bilimin iflbu güç sa¤lama özelli¤ini, bütün insanl›k hayât›n› radikal bir flekilde, tepeden t›rna¤a de¤ifltirecek bir projeye dönüfltürme yolunda sonuna kadar kullanmaya çal›flt›lard›; bilhassa Descartes’›n “Mathesis Universalis” (Evrensel Matematik) projesi, her ne kadar tahakkuk edemedi ve edemeyece¤i anlafl›larak terkedildiyse de, bu konudaki en mükemmel örnek olarak kayda geçmifltir. Onlardan sonraki dönemde bilim ne tam olarak Bacon’›n ve ne de Descartes’›n öngördü¤ü flekilde geliflti; ama as›l hedef, onlar›n göstermifl oldu¤u yolda tahakkuk etti: Bilim yoluyla iktidar elde etmek, bilim yoluyla yeni bir dünya kurmak. Modernite ve ‹nsan; Mâhiyeti ve Âlem’deki Yeri fiimdi tekrar ‹nsan’a ve O’nun Âlem’deki yeri konusuna dönelim. ‹mdi; Modernite flüphesiz insana çok fley kazand›rm›flt›r ki bunlardan birisi de, O’nu, do¤umundan ölümüne dek bir parças› olarak içinde yaflamakta oldu¤u Kozmos hakk›nda daha sa¤lam ve daha güvenlikli bilgilere kavuflturmas› olmufltur; tabiatiyle “daha sa¤lam ve daha güvenlikli”, ama asla tam ve kesin de¤il. Nitekim, Modernite-öncesi’nin, bugün, çocuksu bir naiflik olarak kabul edilen evren tasavvurlar›n›n tarihî ve her zaman için var olmaya devam edecek olan felsefî k›ymeti d›fl›nda 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 97 bir de¤eri bulunmamaktad›r: Art›k hiç kimse cisimlerin, hepsinin asl› olan ‘esîr’den türeme ‘dört unsur’dan (anâs›r-› erbaa) müteflekkîl oldu¤unu; bütün kâinat›n, merkezinde kendisi dönmeyen sâbit bir küre olan Arz’›n etrâf›nda her yirmi dört saatte bir muntazaman deverân eden ve hepsi de ilâhî nitelikte oldu¤u için fizik kanunlar›na riâyet etmesinin düflünülmesi imkans›z olan, iç-içe geçmifl kürelerden oluflmufl bulundu¤unu v.s. ileri süremez; bunlar geçmiflte kalm›flt›r. Ancak dikkat çekilmesi gereken mühim bir nokta, bilimin elde etmifl oldu¤u bu geliflme grafi¤inin nihâyetlenmifl olmay›p, kendi yanl›fll›klar›n› temizleyerek evrilmekte oluflu ve bunun da bitimsiz, mutlak do¤ruya ve mutlak hakîkate asla ulaflamayan ve ulaflamayacak olan, ama ona sürekli yaklaflan bir süreç oldu¤udur; aksi, bilimin mistiklefltirilmesi ve sonuç olarak da donmas› olmaktad›r. Nitekim, Newton’›n, zamanla efsâneleflen ve elefltirilemezleflen Aristo’yu taht›ndan indirdikten sonra bilimin geliflmesinin önünü açm›fl ve fakat bu defa kendisi bir efsaneye dönüfl(türül)mekle bilimin geliflmesine yer-yer ket vurmaya bafllam›fl ve bu defa oluflan bu büyük engelin de ancak Newton’un yerinden oynat›lmas›yla afl›labilmifl olmas›na dikkat etmek, bu hükmü do¤rulamak için yeterli olacakt›r.24 ‹mdi bilim, Modernite ile birlikte, tarihte o güne kadar görülmemifl bir baflar› kazanarak maddeler dünyas›n›n s›rlar›n› çözmeye bafllam›flt›r — esâsen, mükerreren vurgu ile belirtmeliyiz ki Modernite de budur. Lâkin ne var ki, Modernite’nin, adetâ sonsuz sab›r ve sonsuz emekle elde etti¤i ve birikimsel (kümülatif) ilerleme niteli¤i tafl›yan bilimsel bilgi yoluyla sa¤lam›fl oldu¤u maddeler dünyas›ndaki — di¤er ad›yla “d›fl dünya”daki — bu muazzam baflar›, mânâ dünyas›nda — di¤er ad›yla “iç-dünya”da — da ayn› flekilde gerçekleflememifl, hattâ birçok bak›mdan bir bozguna dahi dönüflmüfl, serhat boylar›nda fethe ç›kan bir hükümdâr›n, ihmâl etti¤i kendi pâyitaht›nda iktidâr›n› kaybetmesi gibi, O’nun, kendi dünyas›nda yolunu kaybetmesine sebebiyet vermifltir; çünkü, maddeler dünyas›n›n üstündeki büyük ve kal›n “bilinmeyenler perdesi”ni aralamaya muvaffak olan Modernite, ayn› baflar›y› insan dünyas›nda elde edememifl, hattâ, bir bütün olarak ele al›nd›¤›nda, insan muammâs›n› daha da ayd›nlatmak ve çözmek yerine daha mu¤lak, birçok bak›mdan, daha müphem bir hâle dönüfltürmüfltür. Modernite ile Kâinat’›n flifresini çözmek, s›rlar›n› a盤a vurmak isteyen insan, kendisini bir bak›ma en büyük s›r hâline getirmifl, “insan nedir ve kimdir” sorusunu iyice içinden ç›k›lamaz k›lm›fl, insan›n mâhiyeti ve önce genel kontekstte Varl›k Âlemi’ndeki, sonra da daha dar ve özel kontekstte, Kozmos’taki yeri üzerine bu defa baflka bir kal›n perde indirmifltir. ‹mdi: ‹nsan, Modernite ile daha sa¤l›kl› ve daha güvenilir bir Kozmos bilgisi edinmifltir; buras› flüphesiz bir gerçek. Ancak, bu bilgi, ayn› zamanda, O’nun evrendeki yerini sarsm›fl, O’na bir tür “düflüfl” de yaflatm›flt›r. Bu, Hristiyan literatürdekinden farkl› bir düflüfltür; ancak sonuçta bir düflüfltür. Zîra, O, daha önce, sonlu ve s›n›rl› bir âlem’in merkezinde bulunan Arz üzerinde ikamet etmekle “âlemin merkezi” iken, bu taht›ndan alafla¤› edilmifl, sonsuz ve s›n›rs›z, ürkütücü bir boflluk içerisinde kaybolmufl, sonlu ve duvarlar› olan bir zindandan ç›kt›¤›na sevinirken, kendisini duvars›z ve sonsuz, eskisinden daha ürkütücü bir zindanda bulmufltur. L. Marin’in bu durumu tasvir eden flu cümleleri çok dikkate de¤er niteliktedir:25 “‹nsan, sonsuz evrende kaybolmufl, terk edilmifl, flaflk›n bir hale düflmüfl; nerede oldu¤unu bilemiyor. Bu flaflk›nl›k imaj› da âlemin insana sabit noktas›n›, yerini veren nesnel (objektif) ve mutlak merkezin ortadan kalkmas›n›n ifadesidir. ‹nsan merkezini yitirmifltir, ve evrenin sonsuzlaflmas›, onun için bafl döndürücü bir düflüfle yol açmaktad›r. Ve bunda, dünyam›z›n art›k imtiyazl› bir yeri 3 98 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU kalmam›flt›r. ‹nsan, art›k gök küreleri (felekler) taraf›ndan korunmamaktad›r. Tersine, d›vars›z bir zindana kapat›lm›flt›r: Evrenin s›n›rs›z, belirlemesiz bofllu¤u, onu flimdiki durumu içine, Aristoteles feleklerinin d›varlar›ndan daha kesin daha emin bir flekilde kapatmaktad›r” Modernite, ‹nsan ve Bilim Burada, tekrar bilim ve modernite iliflkisine dönelim. ‹nsan’›n, Modernite ile ‹nsan’› çözmek yerine daha da “obscure ve occult” bir hâle getirmesinin en temel sebeplerinden birisinin, Modernite’nin bilim anlay›fl›nda yatmakta oldu¤unu söyleyebiliriz. ‹mdi, “Modern Bat› Felsefesinin Babas›” say›lan Descartes26 bütün varl›k âlemini Ruh ve Madde fleklinde ikiye ay›rd›ktan ve ‹nsan’›n aslî unsuru olarak Ruh’u “Düflünen Ben” olarak tan›mlad›ktan sonra, Madde’yi de “Uzam”a (hayyiz, extension), yâni say› ve flekle indirgeyerek matematiksellefltirmifl ve bu da, fiziksel bilimlerin temel felsefesini teflkîl etmifl; önce Klasik ve bilâhare de Modern Fizik bu esas üzerine kurulmufltur. Ancak, Modernite, babas› olan Descartes’›n ilkelerini çi¤neyerek, bütün varl›¤› fiziksel âleme, yâni maddeye ve ‹nsan’› da ruh yan›n› ›skalayarak ayn› flekilde say›ya indirgemeye yönelmifl, yâni O’nu bütünüyle bir nicelik (kemmiyet, kantite) olarak kabûl etmifl, nitelik (keyfiyet, kalite) yan›n› bir kenara atm›fl, ya da daha hafif ifâdesiyle, ihmâl etmifltir. Hâl böyle olunca, ‹nsan, sâdece fizikokimyasal süreçlerden oluflan bir “makine”den baflkas› olmayacakt›r. Birçok bak›mdan Gazzâlî’den (1054-1111) etkilenmifl oldu¤una hükmedilebilecek olan Descartes (1596-1650),27 Gazzâlî gibi, Ruh’u “gerçek ruh” ve “hayvânî ruh” fleklinde ikiye ay›rd›ktan sonra Gerçek Ruh’u yaln›zca ‹nsan’a inhisar ettirmifl ve hem insanda ve hem de hayvanda bulunan ve bir tür madde olan Hayvânî Ruh’un ise Hayvan’›n esâs›n› teflkîl etti¤ini ileri sürmüfl28 ve buradan hareketle, Hayvan’›n bir yar›-otomat, bir tür “makine” oldu¤una hükmetmifltir.29 Ancak, Descartes’tan bir yüzy›l kadar sonra, vatandafl› La Mettrie (1709-1751) daha da ileri giderek, ‹nsan’›n mâhiyet îtibâriyle birbirinden radikal olarak farkl› “madde” ve “ruh” gibi iki temel cevherden müteflekkil bir düal varl›k oldu¤u fikrini fliddetle reddederek O’nu bütünüyle tek cevhere, “madde”ye indirgemifl ve ilâveten, Descartes’›n “Hayvan’›n bir makine oldu¤u” fikrini ‹nsan’a da teflmil ederek ‹nsan’›n da bir makine oldu¤unu ileri sürmüfltür:30 “...insan›n sadece bir makina oldu¤unu ve tüm evrende, de¤iflik flekillerde biçimlendirilmifl tek bir tözün (‘madde’nin – D. H.) varl›¤›n› cesaretle kabul edelim. Bu, bir tak›m istekler veya tasar›mlar üstüne kurulmufl bir varsay›m de¤ildir; bu, bir önyarg›n›n eseri de de¤ildir; hatta s›rf benim akl›m›n da de¤il; e¤er, sözün gelifli duyular›m, söz gelifli, meflaleyi tafl›yarak ayd›nlatt›¤› yoldan beni akl› izlemeye yöneltmeseydi, o kadar az güvenilir sand›¤›m bir rehberi küçümserdim. Deney bana akl›n sesiyle seslendi, böylece ikisini de birlefltirdim.” “Fakat en keskin ve en kestirme ak›l yürütmeleri dahi ancak hiçbir bilginin reddedemiyece¤i binlerce fiziki gözleme dayanarak kulland›¤›m anlafl›lmal›d›r; bundan ç›karsad›¤›m sonuçlar›n yarg›c› olarak yaln›zca onlar› (bu bilgileri — ç) görüyorum; ne anatomist olmayan ne de burada söz konusu olabilecek tek felsefeyle (insan vücudununki) herhangi bir tan›fl›kl›¤› bulunmayan bütün önyarg›l› kimselere meydan okuyorum. Teolojinin, metafizi¤in ve okullar›n bu zay›f sazl›¤› böylesine sa¤lam ve dayan›kl› bir ç›nara karfl› ne yapabilir — eskrim zevkini tatt›rabilmesine karfl›n, rakibini hiç 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 99 bir zaman yaralayamayan salonlar›m›z›n flörelerine benzeyen bu çocuksu silâhlar! Yeryüzünde önyarg›n›n ve bât›l inanc›n gölgesi süregeldikçe, durmaks›z›n birbirleriyle karfl›laflan ve yek di¤erini harekete geçiren iki tözün (“madde ve ruh”un – D. H.) sözde uyumsuzlu¤u üzerine yürütülen bu bofl ve önemsiz düflüncelerden, eskimifl ve ac›nacak ak›l yürütmelerden söz etti¤imi söylememe bilmem gerek var m›? E¤er çok yan›lm›yorsam, iflte benim sistemim, daha do¤rusu gerçekli¤in ta kendisi. Çok k›sa ve yal›n.” Vâk›a ‹nsan ile Makine aras›nda bâz› ba¤lant›lar aramak fikri yeni de¤ildir ve bu konunun öncülerinden birisi de 12nci as›rda yaflam›fl Cizreli Bedîu’zaman Ebu’l ‹zz’dir. Fakat O’nun yapt›¤›, bütünüyle çok farkl› birfleydir: Ebu’l ‹zz, Diyarbekir hükümdâr› Es-Sâlih Nasîrü’d-din’e sundu¤u “Ola¤anüstü Mekanik Araçlar” isimli eserinde, canl› organizmalar› ve bilhassa insan vücudunu taklid eden kendi-kendine hareket (oto-matik) yetene¤ine sâhip araçlar, yâni otomatlar îcad etmifltir. Meselâ ad› geçen eserin 274’ncü sayfas›nda flematik gösterimi verilen “otomatik abdest alma makinesi” bu türdendir. Yâni Ebu’l-‹zz, La Mettrie’nin aksine, Biyoloji’yi özel bir makine bilimi olarak alg›lama gibi bir mekanizme yönelmifl olmay›p, sibernetik organizmalar›n ilk temelini atm›flt›r. ‹mdi; bu sûretle, Yer-Merkezli ve sonlu ve s›n›rl› Aristo kozmolojisinden, merkezi ve çevresi olmayan, sonsuz ve s›n›rs›z Newton kozmolojisine geçiflle Âlem’deki yeri sars›lan insan, ikinci bir darbeyi de “makine” addedilmekle alm›fl; buna, Darwin’in (1809-1882) büyük ve öldürücü darbesi eklenmifltir: “En afla¤› bir biçimden türeyen insan, netîce îtibâriyle, maymun ile ortak bir atadan gelen bir hayvand›r”; yâni: “‹nsan bir hayvand›r”!31 Biyoloji’nin Newton’›32 olarak da an›lan Darwin’in bu cür’etkâr teorisi, insan›n ürünü bilimin insan üzerine indirmifl oldu¤u en a¤›r darbeyi teflkil etmifltir: Her canl› gibi bir makine olan ve hiçbir özel niteli¤i bulunmayan insan, art›k düpedüz, bir hayvand›r; biyolojik kurallara tâbi olarak evrimleflmek sûretiyle geliflmifl bir hayvan; hepsi bu kadar. Modern bilimlerin hâs›l etmifl oldu¤u sars›nt›lar flu veya bu flekilde ve en az›ndan bir k›sm› îtibâriyle atlat›lm›fl veya süspanse edilmifl, hattâ birçok örnekte görülmüfl oldu¤u gibi, yeniden yorumlanmak sûretiyle etkin bir karfl›-atak gelifltirilmesine dahi yol açabilmifltir;33 ancak, Darwin’in teorisinin sonuçlar› çok sars›c› olmufl ve adetâ bitip-tükenmek bilmez ideolojik ve dinî tart›flmalara zemin yaratm›flt›r. Bu teorinin ilmî-felsefî de¤erini tart›flmak ayr› bir bahistir kuflkusuz; ancak, ilmî bir de¤eri olmas› bir yana, onun mutlak bir bilgi, bir fetifl hâline getirilmesi insanl›k aç›s›ndan travmatik sonuçlar yaratm›flt›r. Darwin’in bu fikri insan› çok özel organlaflm›fl bir maddî kompozisyon, ruhu maddenin bir ürünü, fonksiyonu ve kendisi, düflünceyi ise, safra kesesinin safra salg›lamas› gibi beynin bir salg›s›, ifrâzât› kabul eden Cabanis, Vogt, Büchner ve benzerleri gibi filozoflar›n temsil etti¤i mekanikçi materyalizm için oldu¤u kadar Marks, Engels ve Lenin’in temsil etti¤i diyalektikçi materyalizm için de çok güçlü bir kaynak ve destek oluflturmufltur. Meselâ Engels, ayn› mant›kla, “düflünen beyne sâhip hayvan” olarak nitelendirdi¤i ‹nsan’›n bir gün bu dünyada yok olsa bile, sonsuz kâinat içinde baflka bir yerde yine ayn› kanunlara göre yeniden ortaya ç›kaca¤› kehânetinde bulunmufl34, dilin ve konuflman›n kökenini de yine Darwinci bir düzlemde aç›klamaya çal›flm›flt›r.35 ‹mdi; ‹nsan bir makine mi? Bir bak›ma, evet; ancak, sâdece bedeni îtibâriyle ve dahi, fiziksel de¤il, sibernetik anlamda bir makine. Veya bir hayvan m›? Bir yan›yla, o da evet; çünkü bedeni var ve bedeni îtibâriyle hayvanlarla ayn› ortak özelliklere sâhip. Fakat bir bütün olarak ne bir makine, ne de 3 100 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU bir hayvan; çünkü, Beden, ‹nsan’›n kendisi de¤il, sâdece “gövdesi”, yâni O’nu “O” yapan fleyin tafl›y›c›s›. Öyleyse: Bir bütün olarak ‹nsan, nedir ve kimdir? ‹flte buras›n›n, herfleyi bilime indirgeyen ve bilimden de say› ve flekli, tecrübe edilebileni anlayan, metafizik olan› reddeden Modernite’nin ipinin koptu¤u nokta oldu¤unu söyleyebiliriz. Ve kezâ yine buras›, “‹nsan” konusunu ba¤›ms›z bir felsefe alan› olarak ele alan Max Scheler’e baflvurulmas› gereken nokta. Nitekim, O “ayd›n bir Avrupal›ya insan kelimesinden ne anlad›¤› sorulsa, hemen daima, onun kafas›nda birbiriyle uzlaflmayan üç ayr› düflünce-dünyas› birbiriyle çarp›flmaya bafllar” ifâdesiyle girifl yapt›¤› “‹nsan›n Kozmostaki Yeri” isimli meflhur eserinde, Modernite ile birlikte, insan hakk›ndaki bütüncül varl›k nizâm› anlay›fl›n›n sars›ld›¤›n› ve fakat onun yerine bir alternatifinin de konamad›¤›n› belirtmekte ve, Modern dünyan›n insan görüfllerini üç ana kategoride toplamaktad›r: ‹nsan’› Tanr› taraf›ndan yarat›lm›fl (seçkin) bir varl›k olarak kabûl eden Teolojik Antropoloji; ‹nsan’› biyolojik evrim halkas›n›n uç noktas›ndaki bir ürün, hayvan varl›¤›n›n bir uzant›s› olarak kabûl eden Tabiî-Biyolojik Antropoloji ve üçüncü olarak da, ‹nsan’› sâdece düflünen bir varl›k olarak kabûl eden ve kökenleri Yunan’a dayanan Felsefî Antropoloji. Bu görüfllerin herbirisi — belki — insan›n bir yan›n› anlat›yor; fakat üçünden bir ve tutarl› bir insan bilgisi ç›km›yor, çünkü aralar›nda bir birlik mevcut de¤il. Scheler’in ifâdesiyle söyleyecek olursak:36 “Böylece elimizde, birbirini hesaba katmayan, insan hakk›nda üç antropoloji, do¤a bilimlerine dayanan antropoloji, felsefî antropoloji ve teolojiye dayanan antropoloji bulunuyor. Fakat henüz insan hakk›nda üzerinde birleflilen bir düflünceden yoksunuz. ‹nsanla u¤raflan bilimlerin ço¤al›p uzmanlaflmas› - bu bilimler ne kadar geçerli olurlarsa olsunlar - insan›n varl›k-yap›s›n› ayd›nlatacak yerde, karart›yor. Bundan baflka, e¤er gelenekleflen bu üç görüflün bugün oldukça sars›ld›¤›, hele özellikle insan›n kayna¤› probleminde Darwinist görüflün temelinden sars›ld›¤› gözönünde bulundurulursa, insan›n, tarihin hiçbir ça¤›nda bugünkü kadar kendisi için problematik bir nitelik kazanmad›¤› söylenebilir.” Scheler’e at›fta bulunan Cassirer, bu durumu, “Daha önceki dönemlerden hiçbiri insan do¤as› üzerindeki bilgilerimizin kaynaklar› konusunda ça¤›m›z kadar flansl› olmam›flt›. Günümüzde ruhbilim, budunbilim, insanbilim ve tarih flafl›rt›c› ölçüde zengin ve sürekli artan bir olgular toplulu¤u biriktirmifltir. Gözlem ve deneyim için gerekli teknik araçlar›m›z pek çok gelifltirilmifl, çözümlemelerimiz daha yetkin ve kuflat›c› duruma gelmifltir. Bugünkü zenginli¤imizle karfl›laflt›r›ld›kta geçmifl çok yoksul görünebilir. Ama, olgular konusundaki zenginli¤imiz zorunlu olarak bir düflünce zenginli¤i anlam›na gelmiyor. Bizi bu labirentten ç›karacak Ariadne’›nki gibi bir ipucu bulmay› baflaramazsak insan kültürünün genel özyap›s› için gerçek bir görüfle sahip olamayacak; tersine kavramsal birlikten tümüyle yoksun, ba¤lant›s›z ve iliflkisiz bir veriler çoklu¤u içinde yitip gidece¤iz.” ifâdeleriyle te’yid ederken,37 modern bilimlerin insan›n varl›k yap›s› üzerinde ne kadar derin bir yara açm›fl oldu¤unu bir kere daha gözler önüne sermektedir. Daha sonra ortaya ç›kan bütün felsefî antropolojiler, Darwinizm’in yol açt›¤› bu problemle flu veya bu flekilde hesaplaflmak zorunda kalm›fl ve ancak en sa¤l›kl› flekilde, Uexküll taraf›ndan afl›labilmifltir. Biyolog-filozof Jacob von Uexküll, Darwin’in temel tezi olan “yetkinleflme”nin do¤ru olmad›¤›n› yapt›¤› laboratuar çal›flmalar›yla göstermifl; “Fonksiyon Çemberleri” teorisi ile de, her canl›n›n ayn› flekilde bu genel fonksiyon çemberlerine ba¤l› ve çevresiyle uyum içinde bulundu¤unu ve kezâ, çevresiyle uyum içinde olan her canl›n›n ayn› mertebede yetkin ve geliflmifl oldu¤unu, bu aç›- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 101 dan filin amipten daha ileri bir aflamay› temsil etmedi¤ini, hattâ bir filin yaflamas› için bir tek günde yüzlerce litre su gerekirken bir damla suda binlerce mikro organizman›n yaflayabildi¤i örne¤inden hareketle, organik olarak daha karmafl›k olan canl›lar›n çevre flartlar›ndaki de¤iflmeler karfl›s›nda daha dayan›ks›z olduklar›n› kan›tlamak sûretiyle ‘yetkinlik’in ve dolay›s›yla da evrim fikrinin temel tezinin yanl›fll›¤›n› ortaya koymufltur.38 Modernite’nin insan problemi karfl›s›ndaki bu âcizli¤ini analiz ederken, O’nun do¤ufl flartlar›n› ›skalamak çok fleyi gözden kaç›rmaya yol açacakt›r. Modernite, yâni Bat› Modernitesi, Bat›’n›n tarihî ve kültürel flartlar›n›n bir ürünüdür ve do¤umunu yaratan faktörlerden birisi de, yukar›da da sözü edildi¤i üzere, Kilise doktrinine karfl› fliddetli bir tepki olmas›d›r. ‹mdi; Saint-Simon’un da belirtti¤i gibi, Orta-Ça¤, yâni Orta-Ça¤ Avrupas›, Modern Avrupa’ya nazaran daha tutarl› ve daha ahlâkl›d›r; çünkü, evvelen, birfleye inan›lmakta, ve o inan›lan fleye uygun flekilde yaflan›lmakta veya yaflan›lmak istenmektedir, daha do¤rusu böyle bir hayat›n yaflan›lmas›n›n gereklili¤i hakk›nda flüphe duyulmamaktad›r ve sâniyen, bununla ilintili olarak, insan›n kendisinin kimli¤i ve neli¤i ve genel olarak varl›k âlemindeki ve özel olarak da kâinattaki yeri ve de¤eri hakk›ndaki bilgi ve inançlar› bir tutarl›l›k ve bütünlük ve kozmos bilgisi (kozmoloji) ile de uyumluluk arzetmektedir. Scheler’in “Teolojik Antropoloji” ile kastetti¤i budur: Her fley Kutsal metinlerde dercedildi¤i gibidir. ‹nsan Tanr› taraf›ndan yarat›larak bu âleme gönderilmifltir; O’nun varl›¤›n›n özü ruhtur, beden fânîdir; Ruh her bak›mdan bedenden öncelikli ve üstündür, çünkü as›l olan O oldu¤u gibi bâkî olan da O’dur. Kâinat, merkezinde dünyan›n bulundu¤u, herfleyin dünyan›n etraf›nda deverân etti¤i bir sonlu küredir. Böyle bir varl›k ve insan tasavvuru ile mutmaîn olmufl bir zihniyet dünyas›nda yaflayan samimî bir inanan insan›n, birtak›m çeliflkilerin do¤urdu¤u a¤›r tazy›kler alt›nda bulunmamaktan dolay›, içinde parçalanmalar yaflayan bir Modernite ‹nsan›’na nisbetle daha mutlu olmas›n› beklemek gerekmektedir. Lâkin bu âhenk, birlik ve bütünlük tablosunda, dikkatle bak›l›nca ince, ama çok derin çatlaklar bulunmakta oldu¤u da farkedilecektir: Orta-Ça¤’da, bir yandan Tanr›’n›n Arz’daki cismânî ve rûhânî temsilcisi olan Kilise tam bir tahakküm arac›na dönüflmüfl ve her türlü hür tefekkürü bo¤mak üzere hâz›r silâh beklerken, di¤er yandan da, çok nâhofl bir fley yap›yor, ‹nsan’› ve içinde yaflad›¤›, bu dünyâdaki hayat›ndaki evi olan Arz’› afla¤›l›yordu. Arz, bir yandna bütün kâinat›n merkezi olarak yüceltilirken, di¤er yandan da kozmik hiyerarflide en alta itilmifl olmakla ayn› zamanda Tanr› ›fl›¤›ndan en az nasiplenen, Olufl ve Bozulufl’un (Kevn ve Fesâd) geçerli oldu¤u süflî bir varl›k alan› konumuna düflürülüyordu ki bu da Hristiyâni Antropoloji’deki “düflüfl” kavram›n›n kozmolojik temelini teflkîl ediyordu . ‹flte, ‹lk Günah ve Düflüfl, bu kontekstte ancak bir anlam kazanabilmektedir. Nas›l ki Hristiyanî Antropoloji ezelde günahkâr addetmek sûretiyle ‹nsan’› afla¤›lamakta ise, Hristiyanî Kozmoloji de Arz’›, yâni “bu-dünya”y› afla¤›lamaktad›r. Bu-dünya (Ûlâ), yâni Physis, Öte-dünya’n›n (Uhrâ) yan›nda “ikinci s›n›f” bir varl›k alan›d›r; içten, yâni bizzat maddesi ile kirlidir, günah kayna¤›d›r. Yâni, bir anlamda, bu iki âlem adetâ birbirinin hasm› gibidir; dünyaya yaklaflan Tanr›’ya uzak kalaca¤› için, bu sebeple de dini bütün bir Hristiyan için dünya, talip olunacak bir yer olmaktan ç›kmaktad›r. ‹mdi, bütün insanl›¤›n aln›nda, Âdem ile Havva’n›n, fieytan’a uymak sûretiyle ifllemifl oldukla- 3 102 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU r› “‹lk Günah”›n (Kadîm Günah, Péché Originel, Original Sin)39 silinip kaz›nmaz kara lekesi vard›r; çünkü bu “ilk günah” herhangi bir günah olmay›p, sâdece onu iflleyen iki kifliyi Cennet’ten tardettirmekle yetinmemifl, bütün ahfâd›na da aynen sirâyet etmifltir, ya da ettirilmifltir ki bunun netîcesinde de orijin itibariyle metafizik dünyaya âit olan insan fizik dünya’ya indirilmifltir. ‹mdi,bu, apaç›k bir ‘inifl’, bir “düflüfl”tür; ulvî bir varl›k alan›ndan süflî, adî, baya¤› bir varl›k alan›na ‘sürülme’, de¤er olarak bir ‘irtifâ kaybetme’dir. Teknik tâbirle, “‹nsan’›n Düflüflü” (Decline of the Man) denen fley budur: ‹nsano¤lu, atalar›n›n ifllemifl oldu¤u kadîm günah yüzünden bulundu¤u mevk›den düflmüfl, “budünya”ya, Arz’a sürülmüfl, daha do¤rusu, lânetlenerek f›rlat›lm›flt›r. Yâni, Hristiyanî Antropoloji’ye göre, insan, ‘düflük’tür; ezelde bir kere ‘düflmüfl’tür ve bu ‘düflüklük’, silinmez bir al›n yaz›s›d›r: Bu durum hep böyle devam edecek, insan hep ‘düflük’ olarak kalacakt›r; bu, her do¤an için ayn›yla câridir: ‹ki kiflinin ifllemifl oldu¤u suç, onlar›n bütün nesillerine, yâni istisnas›z bir flekilde hem toplum olarak bütün insanl›¤a ve hem de ferd olarak her insan’a ayn›yla yans›t›lm›flt›r ki, “suçlar›n ferdîli¤i” ilkesini çi¤neyen Hristiyanl›¤›n tanr›s›n›n onun yerine ikame etti¤i iflbu “müteselsil sorumluluk” ilkesi yüzünden her do¤an, günahkâr, kirli ve dinsiz olarak do¤ar. Din’e kabûl edilmek, ancak Kilise’nin onay› ile olur; Vaftiz budur; her konuda kulu ile Rabbi aras›nda bir mutavassat, hem ruhlar›n ve hem de bedenlerin sâhibi olan Kilise’den müstakil bir dinin tasavvur dahi edilememesi, Kilise’nin ak›l almaz gücünün doktriner kayna¤›n› teflkîl etmektedir. Asl›nda nas›l ki merkezinde Arz’›n bulundu¤u, içe-içe geçmifl kürelerden oluflan Kozmos tasavvuru, köken olarak, Hristiyanl›¤a de¤il, Hz. Îsâ’dan üç as›r önce yaflam›fl Aristoteles’e âit oldu¤u hâlde, sonradan ve hassaten Aquinas’l› Thomas taraf›ndan Kilise’ye kabûl ettirilmifl ise, ‹lk Günah da, Hristiyanl›¤a sonradan Voltaire’in, “hem zevk düflkünü hem tövbeli, hem Mani mezhebinden hem H›ristiyan, hem hoflgörülü, hem zâlim bir Afrikal›” diye tan›mlad›¤›40, girip ç›kt›¤› her dinden, ama bilhassa Maniheizm ve onun vâs›tas›yla da Zerdüfltülük’ten eline geçen her fleyi Hristiyanl›¤›n içine adetâ boca eden Augustinus vâs›tas›yla ithal ettirilmifl oldu; ama her ikisi de öylesine benimsenmiflti ki köken unutulmufl ve Kilise’nin en temel inançlar› aras›na sokulmufltu bir kere; bir daha sökülüp at›lamamacas›na. ‹mdi, ‹nsan dünyas›nda da, fizikteki ile bire-bir özdefl olmamakla berâber, bir tür etki-tepki kanununun varl›¤›ndan söz edilebilece¤i aç›kt›r; etki nice fliddetli ise, tepki de çok kere o ölçüde olmaktad›r ve bunun örneklerinden birisi de Modernite’dir. Rönesans ile birlikte Orta-Ça¤’›n kal›n flal›n›n aralanmaya bafllanmas› üzerine, tolerans› kabûl etmeyen Kilise’nin direnifli, tepkiyi daha da büyüttü ve Din’den —as›l olarak, “Kilise’den”—ba¤›ms›z, kendi ayaklar› üzerine durmak isteyen bir anlay›fl adetâ tarihin zoru ile ortaya ç›kt›; ama “insan kimdir ve nedir” sorusunun alt›ndan o da kalkamad›. fiu hâlde, mükerreren, “‹nsan nedir ve kimdir?” Kendisinden çok fley umulan ve fizikçi Herman von Helmholtz’un (1821-1894) bir gün derste ö¤rencilerine, “bilim herfleyin üstündeki esrar perdesini bütünüyle kald›rmak üzere; çok az bir k›sm› kald› bilinmeyenler dünyas›n›n” dedikten sonra kara tahtada tebeflirle küçük bir bölgeyi çevirerek, art›k sâyesinde tarihe kar›flmak üzere olan bilinmeyenler dünyas› îlân edecek kadar kendisine çok güvenilen “ilim” (veya “bilim”) için hâlâ bu kadar ümitvâr olmaya devam edelim mi? Bilim elbette çok ciddî ve çok sayg›de¤er bir fley; ama mesele asla bu denli basit de¤il. Çünkü, 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 103 insan›n ürünü; o hâlde, herfleyin bilgisini vermek gibi bir iddias› olamaz, as›l sebep, sebül-esbâb, budur: ‹nsan, hiçbir müessîr kendisini aflan bir eser yaratamaz kavli mûcibince, kendisini aflan bir fley üretemez. ‹mdi, bugüne gelinceye dek, bütün herfleyin bilgisini ve dahi matematiksel bir kesinlikle verecek bir bilim sistemi inflâ etme konusunda tasarlanm›fl en büyük proje, Descartes’›n Mathesis Universalis projesidir. Descartes uzman› Louis Liard’›n da belirtmifl oldu¤u gibi, Kartezyen Metod, sadece özel bir bilime münhas›r olmay›p, büyük bir ayd›nl›k ve fliddet ile, farkl› bilimlere de uygulanabilir41ki bu da, baflka bilimlerde de matematiksel bir kesinlik ve zorunlu (apodiektik) do¤ruluk derecesine ulaflabilmek demektir. ‹flte, çok k›saca söylenecek olursa, Descartes’›n “... matemati¤in inceledi¤i fleylerin yaln›z s›ra ile ölçü oldu¤u görülür. Bu ölçüyü say›larda, flekillerde, y›ld›zlarda, seslerde, yahut da baflka fleylerde araman›n ehemmiyeti yoktur. Böylece, özel bir konu ile u¤raflmaks›z›n, s›ra ile ölçü üzerine aran›lan herfleyi anlatan genel bir bilimin bulunmas› gerekti¤i görülüyor, bu bilimin ad› da yabanc› bir ad de¤il, eskiden beri kullan›lan Evrensel Matematik (Mathesis Universalis) ad›d›r. Çünkü onda öteki bilimlere fayda ve kolayl›k bak›m›ndan ne kadar üstün oldu¤unu gösteren fley, onlar›n u¤raflt›¤› bütün fleylerle u¤raflt›¤› gibi, fazla olarak baflka birçok fleylerle u¤raflmas›d›r; sonra onda bulunan bütün güçlükler öteki bilimlerde de bulunur, bundan baflka bu bilimlerde kendi özel konular›ndan gelen birtak›m güçlükler de vard›r ki onda bulunmaz.”42 fleklinde ifâde etti¤i Mathesis Universalis adl›, “her fleyin bilgisini verecek olan matematik modelli bilim sistemi” bundan baflkas› de¤ildir; yâni, konusu ve içeri¤i ne olursa olsun, belirli bir ölçü ve s›ra ile elde edilecek olan bütün bilimlere matematik metodu uyguland›¤›nda, bütün varl›¤›n bilgisini, insan aç›s›ndan bilinmesi mümkün olan bütün fleylerin kesin do¤ru bilgisini verecek olan Evrensel Matematik. Biraz daha geniflçe bir tan›mlama ile, Mathesis Universalis, bir yandan Descartes felsefesinin nihaî gayesi oldu¤u söylenebilecek olan “Temelli Ahlâk”43 (Hâlis Ahlâk, Propre Morale) ve di¤er yandan da ayn› zamanda bununla bir ilgi ve ilinti içerisinde bulunan ve Descartes’›n, Modernite’nin kuruluflundaki en önemli katk›lar›ndan birisini teflkîl eden “Dünya Hâkimiyeti” idesinin gerçeklefltirilmesi yolundaki en önemli ad›m ve aflamalardan birisi olan “tam bir bilgelik”e ulaflabilmek için kurulmufl, en genel ve en kapsaml›, bütün Varl›k Alan›’n› — tabiatiyle bu, Fizikî Varl›k Alan›, yâni, duyular›m›z›n konusu ve kayna¤› olan Tabiat’t›r — kuflat›c› mâhiyetteki, “matematiksel modelli evrensel bir bilim sistemi”dir. Descartes’›n, mutlak mânâda herfleyin mutlak mânâda tam bilgisi ancak ve yaln›z Tanr›’n›n tekelinde oldu¤unu peflînen kabûl etti¤i için “insan aç›s›ndan” diyerek s›n›rland›rd›¤›44 “bilinmesi mümkün olan herfleyin kesin do¤ru bilgisi”ni verecek olan bu bilim sistemi filozofun genel felsefe sisteminin Fizik-Dünya’n›n bilgisine bir uyarlamas› mâhiyetinde olup, matematiksel modelin esprisine uygun olarak Deney (Tecrübe, Empeiria) üzerine de¤il Ak›l (Ratio) üzerine temellendirilmifltir. Niçin Deney de¤il de Ak›l ve niçin Matematik? Zîra, Deney aldat›c›d›r; kesin do¤ru bir bilgi ancak Ak›l ile elde edilebilir. Beri yandan, Ak›l’›n ve onunla elde edilebilecek bilgilerin adetâ sembolü mâhiyetinde olan tek bilim ise Matematik’tir. ‹mdi, Descartes Modernite’nin babas›d›r, ama O, herhangi bir filozof ve kaba bir dünya hâkimiyeti — “hâkimiyet” (soverignity) kavram›n›n meflrûiyet içermesi bak›m›ndan meflrûiyetsizli¤i îmâ eden “egemenlik” (hegemonia) ile ciddî bir farkl›l›¤› bulundu¤una da dikkat çekmek isterim — yâni “egemenlik” peflinde koflan herhangi bir kifli olmay›p, Felsefe’ye yüklemifl oldu¤u aslî görev, birbiriyle ba¤lant› içerisinde olan Kat’î (Olgun / Kâmil) Ahlâk ve ancak buna ba¤l› olarak, meflrûiyeti bulunan bir dünyevîliktir. Yâni, Descartes, bir dünyevîleflme filozofu olmakla birlikte, esas îtibâriyle bir ahlâkç›d›r da. Fakat, O’nun Kat’î Ahlâk için flart 3 104 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU kabûl etti¤i fley ise, kat’î bilgidir; çünkü, O, Sokrates gibi, kötülü¤ün cehâletten kaynakland›¤›na inanmaktad›r ki bu ise, Hikmet’i (Sagesse), yâni, “insan aç›s›ndan bilinebilmesi mümkün olan bütün fleylerin tam ve kat’î bir bilgisi”ni gerekli k›lmaktad›r. Hâlbuki, bu derece kesin bir bilgi ise, ancak ve yaln›z her önermesi kesin ve zarûrî (apodiektik) bir do¤ruluk tafl›yan Matematik, daha sahîh bir ifâde ile, matematiksel metodu kullanan bir bilim sistemi ile mümkün olabilecektir. ‹flte, Mathesis Universalis, çok k›saca, budur. Ne var ki, Descartes’›n kendisi için en büyük ideal olarak seçti¤i bu hedef, daha sonra Leibniz’in de bütün gayretiyle devam ettirmesine ra¤men baflar›s›zl›¤a u¤ram›flt›r.45 Buna ra¤men, Descartes’tan sonra da Bilim’e yüklemlenen bu afl›r› görev azalmam›fl, aksine, Pozitivizm’in de katk›s›yla artarak ilerlemifl; ad›na Siyantizm — “bilimselcilik” demek olan “siyantifikizm” den farkl› olarak, “bilimcilik” — denen bir “bilim mistisizmi”ne dönüflmüfl ve Enerjinin Korunumu Kanunu’nun vâz›› ve daha bir hayli ilmî baflar›n›n alt›nda imzâs› bulunan Helmholtz gibi flanl›-flöhretli bir âlime ve daha nice benzerlerine de derinlemesine te’sir etmifltir. Ancak, Siyantizm’in bu afl›r› abart›l› iddias›n›n, Descartes’›n Mathesis Universalis’inin derinlikli felsefî temelinden mahrum olup, esas îtibâriyle bir tür inanç niteli¤i tafl›makta oldu¤unu da söyleyebiliriz (“bilim mistisizmi” olarak addedilmesinin gerekçesi de budur) ve en ziyâde, hassaten, en sa¤lam ve en sars›lmaz bilim olarak görülen — daha do¤rusu o vakitler öyle inan›lan — ve Newton Mekani¤i üzerinde yükselen Klasik Fizik’in, bilinmeyenler dünyas›ndaki büyük fütûhat›ndan ve bir de dev ad›mlarla geliflen teknolojinin somut baflar›lar›ndan kaynaklanmaktayd›. Ne var ki, XIX. asr›n bafllang›c›nda gövdesinde meydana gelen basit bir çatla¤›n kapanmak yerine git-gide büyüyerek en nihâyet XIX. asr›n sonlar›nda flifâ bulmaz bir kangrene dönüflmesi ile ve tam yüz y›l sonra, Dalga Mekani¤i’nin kurulmas› sonucunda da Newton Mekani¤i üzerine kurulu Klasik Fizik bilim dünyas›ndan çekilip gitti ve giderken bütün bir ça¤a damgas›n› vuran Bilim Mistisizmi’ni de ald› götürdü ve, insan eliyle üretilen her fley gibi bilimlerin de ezelî ve ebedî olarak ayakta kalamayaca¤›n›, bizzat Bilim’in kendi iç dinami¤inin, Siyantizm’in iflâs›na sebebiyet vermifl oldu¤unu, Bilim’in — yâni ‹nsan’›n — asla son sözü söylemek, asla kesin ve kat’î, sars›lmaz bilgiler vermek gibi bir gücü bulunmad›¤›n› ve bulunamayaca¤›n› göstermifl oldu. Vercors, ‹nsan’› di¤er canl›lardan ay›ran ve O’na “insan” vasf›n› kazand›ran fleyin, “isyan, baflkald›r›” oldu¤unu söyler: “‹nsan ayaklan›p baflkald›rd›¤› gün insan olmaya bafllad›”46. Ancak, ilhâm›n› Grek mitolojisindeki insan-tanr›(lar) savafl›ndan alm›fl oldu¤u aç›kça belli olan bu fikir, yine aç›kça belli ki, ‹nsan’›n, kendi eliyle yaratt›¤› Bilim vâs›tas›yla herfleyin üzerindeki esrar perdesini kald›rmaya muktedir olaca¤› fleklindeki mistisizmin de temelini oluflturmakta olup, zamanla, ‹nsan’›n büyüye-büyüye adetâ tanr›laflaca¤› gibi bir inanca tahavvül etmifl ve fakat trajik bir baflar›s›zl›¤a mâruz kalm›flt›r. fiu hâlde, insan üzerindeki esrar perdesini kald›rmak yerine daha da kal›n ve ma¤mum bir hâle dönüfltürmekten baflka bir baflka sonuç elde edemeyen Modernite’nin, d›fl-dünyan›n bilinmeyenlerinin fethinde de mutlak ve kat’î bir baflar› elde edememifl oldu¤u da ayn› aç›kl›kla ortaya ç›km›flt›r diyebiliriz. Bilim, ‹nsan ve ‹nsan›n ‹ki Farkl› Tezâhürü ‹mdi; Bilim, ‹nsan (‹ç-Dünya) konusunda çok fleyler keflfetmifl olmas›na ra¤men, ‹nsan’›n bir bü- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 105 tün olarak ele al›nmas› durumunda O’nun üzerindeki esrar perdesini kald›rmak yerine daha da kal›n bir hâle dönüfltürmekten baflka bir baflka sonuç elde edememifltir; ama bu, her zaman için çok ciddî ve çok sayg› de¤er birfley olan Bilim’in de¤il, Bilim’e “bilimi aflan” mistik görevler yükleyenlerin kusuru say›lmak gerekmektedir. Çünkü, bizzat tarihî tecrübenin göz önünde tutulmas› ve bilim tarihinin felsefî bir bak›flla incelenmesi, yukar›da da çok k›saca temas edildi¤i gibi, Bilim’e, O’nu aflan görevler yüklemenin ne kadar yanl›fl — hatâl› de¤il, yanl›fl — oldu¤unu aç›k ve seçik bir sûrette ortaya koymufltur. Evet; Bilim, her zaman için çok ciddî ve çok sayg›de¤er birfleydir, ama herfley de¤ildir; bu, O’nun kald›ramayaca¤› kadar a¤›r bir yük demektir. Nitekim, gerek bilimde bir ça¤›n kapan›p bir baflka ça¤›n aç›lmas›nda en baflat rolü üstlenenlerden birisi ve modern fizi¤in en büyük ismi oldu¤u her türlü flüpheden ârî olan Albert Einstein ve yine bir baflka büyük fizik ismi olan Nobel ödüllü Leopold Infeld’in, birlikte kaleme ald›klar› ve Klasik Fizik’in çöküflü ve Modern Fizik’in kuruluflunu anlatt›klar› klasik bilim felsefesi ve bilim tarihi eserleri olan “Fizi¤in Evrimi”nde, modern bilim ad›na en üst düzey yetki ile konuflma hakk›na sâhip âlim-filozoflar olarak vermifl olduklar› “bilimde, ölümsüz teori yoktur”47 hükmü ve gerekse de ayn› çapta bir baflka mütebahhir fizikçi olan Louis de Broglie’nin “En iyi kurulmufl prensipler ve en iyi desteklenmifl hükümlerin otuz k›rk y›lda y›k›lmalar› bize, bilimlerin ilerlemesine genel filozofik hükümleir dayand›rmaya çal›fl›rken ne kadar ihtiyatl› olmak gerekti¤inigöstermektedir, zira bu ifl, daima hareketli bir toprak üzerine inflaat yapmak yapmak demektir”48 hükmünün de yine bu gerçe¤in net bir dille bir ifâdesinden baflkas› de¤ildir. Gerçekten de bilimde ölümsüz teori olmad›¤› gibi, mutlak do¤ru da yoktur ve yine gerçekten de dâimî sûrettede¤iflme hâlinde olan Bilim ile de¤iflmeyenin, kal›c› olan›n mutlak bilgisine ulafl›labilmesi mümkün olabilemez ve bütün bunalr da Bilim’in mutlak bilginin referans› ve bilimsel bilginin de mutlak bilgi olmad›¤›n›n bir baflka flekilde ifâde edilmesi demektir. Bu konuda, fizikçi Niels Bohr’un “Tümleyicilik Kavram›” ayd›nlat›c› bir fikir verebilir. Bohr’a göre , “Atom sistemlerini aç›klamaya yarayan çeflitli aç›k görünüfller baz› deneylere uygulanabildi¤i hâlde birbirini karfl›l›kl› olarak kald›rabilmektedir. Meselâ atomun bir modeli, çekirdek etraf›nda dönen rijid cisimler olan elektronlardan oluflmufl minik bir günefl sistemi modeli oldu¤u hâlde, baflka bir modelde de çekirde¤in etrâf›n› duran dalgalarla çeviren elekron bulutu sistemi vard›r. Bu durumda Bohr, flu sonuca varm›flt›r: Bütün bu çeflitli imajlar, do¤ru olarak kullan›ld›klar› sürece do¤rudurlar. Ama bunlar ayn› zamanda birbiriyle çeliflme hâlindedir. Fakat beri yandan ikisi de ayn› obje hakk›ndaki imajlard›r; flu halde bunlar birbirlerini tamamlamaktad›rlar. Ve biz, küçük cisimlerin dünyas›nda, bunlar›n ikisini birden kabûle mecburuz.” Ayn› husus, “›fl›¤›n çifte tabiat›” için de geçerlidir: Ifl›k, bir bak›mdan maddî nitelikler tafl›yan “foton” yap›s›, bir bak›mdan da, gayri maddî “dalga” yap›s› karakterindedir ve bu ikisi de birbiriyle uyumsuzdur. Bu durumda yap›lacak olan, Ifl›k’›n, yerine göre, hem foton ve hem de dalga özellikleri gösterdi¤ini, yâni, bu iki özelli¤in, onun farkl› tezâhürleri oldu¤unu ve fakat Ifl›k’›n tek bafl›na bunlar›n hiçbirisi olmad›¤›n› kabûl etmektir. 49 ‹flte, benzer flekilde, Bilim’e onu aflan görevler yüklenmedi¤i takdirde, ‹nsan için de ayn› fleyi söyleyebiliriz: ‹nsan’›n gerek hayvânî niteliklerini mutlak kabûl eden Biyolojik Antropoloji ve gerekse de aklî niteli¤ini mutlak kabûl eden Felsefî Antropoloji, en fazla, O’nun farkl› iki tezâhürünü ifâde etmifl olabilirler; ‹nsan’›n bizzat kendisini de¤il. Modernite’nin, hâlâ düzeltemedi¤i ve hâlâ ›srar etmekte ›srar etti¤i kusuru da budur. Fakat, Modernite’nin, kazanm›fl oldu¤u büyük baflar›lara ve insanl›¤a sa¤lam›fl oldu¤u cidden 3 106 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU büyük katk›lara karfl›l›k, kaybettirdikleri sâdece bununla da s›n›rl› de¤ildir: Modernite, ‹nsan’› anlamad›¤› gibi O’nun Kozmos içindeki yerini de anlayamam›fl ve kendisinden önceki dönemde daha sa¤l›kl› olan ‹nsan-Tabiat iliflkilerini de bozmufltur. BÖLÜM: II: ‹nsan Problemi, Modernite ve Tabiat Girifl K›saca görmüfl oldu¤umuz gibi, Bilim bir yandan Modernite’yi yarat›rken di¤er yandan, kendisi de Modernite sürecinde esasl› bir dönüflüm geçirerek bir âlet konumuna düfl(ürül)müfltür; yâni, aslî hüviyeti salt bilmek olan ve bu îtibarla da ‘transandantal’ bir vasf› bulunan Bilim’in, en eski zamanlardan beri insanl›k için birçok bak›mdan bir araç (vâs›ta) hizmeti görmesi hasebiyle de ‘enstrümantal’ bir veçhesi bulunmakla berâber, iflbu transandantal konumdan enstrümantal (araçsal) konuma çok büyük nisbette tenzîl-i rütbe edifli de Modernite ile paraleldir. Bu takdirde, bir âlet konumuna düflürülen Bilim’in, “ne ve kim” oldu¤unu ö¤retememesinden dolay›, ‹nsan’› terbiye etmek yerine O’nun ihtiraslar›n› daha da körükleyece¤i bedihîdir ve öyle de olmufltur nitekim. ‹mdi; Descartes Modernite’nin babas› idi ve “dünya”y› istiyordu: ‹çinde etimizle kan›m›zla yaflad›¤›m›z ve O’nun okunacak en büyük kitap, Büyük Dünya Kitab› — Le Grand Livre du Monde; klasik literatürümüzdeki ad›yla Kitâb-› Kebîr-i Kâinat — olarak and›¤› “bu-dünya”.50 Ancak, O’nun felsefesinin çok derinlikli ve çok asâletli bir duruflu vard›: Meflrûiyet! Öyle görünmektedir ki, bir fleyi istemenin ve hattâ onu elde edecek güce sâhip olman›n, yâni istek ve gücün, sâhiplenmeyi meflrûlaflt›ramayaca¤›n› ahlâkî bir prensip olarak kabûl etmifl bulunan Descartes, bu sebeple, burada detayland›r›lmas›na giriflilmeyecek olan ve temelinde Tanr› idesi bulunan yo¤un birtak›m felsefî mülâhazalardan sonra, Dünya’y› istemenin meflrûiyet senedini, transandantal (müteal, aflk›n) bir mercîden, Tanr›’dan elde etmeye çal›flm›flt›r. Fakat, Modernite’nin ikinci filozofu olan Francis Bacon’›n (1561-1626) böyle bir tasas› oldu¤u söylenemez. O’nun indinde, istek ve güç, meflrûiyetini, bizzat ve do¤rudan do¤ruya kendisinden alabilir. Bu düflünce sâikiyle, Bacon, Dünya’y› kaba güce dayal› bir egemenlik alan› ve Bilim’i de onu elde etme vâs›tas› olarak görmüfl ve buradan ise, Modernite’nin tahakküm ideolojisi ç›km›flt›r:51 “Baconc› ruh”, bilimsel araflt›rman›n do¤as›n› ve amac›n› derin bir biçimde de¤ifltirdi. En eski ça¤lardan beri bilimin amaçlar› bilgelik, do¤an›n düzenini ve onunla uyum içerisinde yaflamay› ö¤renmek olmufltu. Bilim o zamanlar, “Tanr›’n›n yüceli¤ini” ya da Çinlilere bak›l›rsa “do¤an›n düzenini örnek almay›” ve “Tao’nun ak›fl› içinde akmay›” araflt›rm›flt›. Bunlar ‘yin’ ya da bütünleyici amaçlard›; bilim adamlar›n›n tavr› bugünün diliyle söyleyecek olursak ekolojikti. Bu tav›r onyedinci yüzy›lda tam da z›t kutbuna dönüfltü; ‘yin’den ‘yang’a, bütünleflmeci faaliyetten kendini-kan›tlay›c› faaliyete. Bacon’dan beri bilimin amac›, bilgiyi do¤aya hükmetmek ve onu denetim alt›na almak 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 107 amac›yla kullanmak oldu ve bugün hem bilim hem de teknoloji kökten karfl›-ekolojik amaçlar› u¤runa bu bilgiyi hükmetme yolunda kullanmaktad›r. Bacon’›n yeni deneysel araflt›rma yöntemini savundu¤u sözler hararetli olmak bir yana ço¤unlukla düpedüz h›rç›nd›r da. Ona göre do¤a, “kendisini (her-erkek) gezenler taraf›ndan avlanan”, “hizmet etmeye mecbur” ve “köle” yap›lmas› gereken bir fleydi. O (she-difli) “bilim adam›na karfl› direnirken bilim adamlar›n›n hedefi do¤an›n s›rlar›n› söküp almak için ona iflkence etmek”ti. fiiddetin bu afl›r› dile getirilifli, Bacon’›n zaman›nda ard› arkas› kesilmeksizin vuku bulmufl olan cad› mahkemelerinden ilham al›nm›fla benziyor. Kral I. James’in baflsavc›s› s›fat›yla Bacon, bu tür davalarla çok yak›ndan alâkadard› ve do¤ay› ço¤unlukla bir kad›n olarak gördü¤ünden dolay› bilimsel yaz›lar›na mahkemede kulland›¤› teflbihleri aktarmak istemesi flafl›rt›c› olmasa gerektir. Gerçekten de Bacon’›n, kendisine iflkence yap›larak elde edilmesi gerekli s›rlara sahip do¤a anlay›fl›, onyedinci yüzy›l›n cad› mahkemelerinde kad›nlara yayg›n biçimde uygulanan iflkenceyi güçlü bir flekilde an›flt›rmaktad›r. Böylece Bacon’›n çal›flmas›, bilimsel düflünce üzerindeki ataerkil tav›rlar›n etkisinin parlak bir örne¤ini sunar.” Modernite’nin ikinci büyük önderi olan ve asl›nda teknik mânâda bir bilim adam› olmad›¤› hâlde bâz› kaynaklarca “Bilim Peygamberi” olarak dahi an›lan Francis Bacon’›n52, Tabiat’›n s›rlar›n› ele geçirmek, yâni fizikî dünyan›n bilgilerini elde etmek için O’na iflkence etmeyi söylemekten kast› flüphesiz “deney”den baflkas› de¤ildir. Tabiat, s›rlar›n› insana durup dururken açmaz; o hâlde ondan, bu s›rlar› alacak bâz› zorlamalara gitmek îcap etmektedir ki bu, “deney”dir. Deney — hem en genel anlamda “empeiria” (tecrîb), hem de özel anlamda “experiment” (tecrübe) —, eflyan›n bilgisinin eflyadan ç›kar›lmas› için baflvurulacak tek yoldur. Lâkin, Bacon’›n söylemindeki “iflkence” metaforu, yine de, bilinçalt›nda çöreklenmifl apaç›k bir sayg›s›zl›¤›, bir kabal›¤› ve Ortaça¤ bak›yyesi kara bir haflinli¤i a盤a vurmaktad›r. Bu kabal›¤›n bir yan›nda, Dünya’y› afla¤› türden bir varl›k alan› olarak gören Hristiyanl›¤›n, hassaten Katolisizm’in, di¤er yandan da, antik pagan inançlar›n›n Hristiyanl›k içerisine hulûlünün bir sonucu olan cad› ve fleytan kültürünün te’sîri bulunmaktad›r. Ortaça¤ Avrupas›, her yan›ndan tabiat-üstü, ürkütücü, insan düflmân› karanl›k güçlerin, dizi-dizi, boy-boy, cinscins, s›n›f-s›n›f, tümen-tümen ifritlerin, cinlerin, iblislerin, fleytanlar›n, vampirlerin, kurt adamlar›n f›flk›rd›¤› bir ortamd›r. Meselâ, köken olarak ‘mistik ve okült Do¤u’ya, bilhassa Hind-‹ran havzas›na âit olan ve geç Roma ça¤›nda Bat›’ya intikal eden ve Hristiyanl›k içerisine de etkin bir biçimde yerleflen ‹blis (Satan, fieytan), zamanla ola¤an-üstü bir önem kazanm›fl, ve Hristiyan-Bat› kültüründe karanl›¤›n, bilinmezli¤in, kötülü¤ün mücessem hâline ve bir tür “anti-tanr›” formuna dönüflmüfltür. Tabiat, Arz, fieytan taraf›ndan zaptedilmifl bulunan ve onun mülk ve tasarrufuna geçmifl olan, lânetlenmifl bir varl›k alan›d›r ve bu yüzden, “Kutsal Kilise”nin temizlemeyi baflarabildi¤i ruhlar ve mekânlar hâricinde her ruh ve Arz üzerindeki her yer, fieytan’›n ya fiilen olarak hâkimiyeti alt›ndad›r veya potansiyel olarak tehdîdi taht›nda. Bu sebepledir ki, bu müstesnâ “kurtar›lm›fl bölgeler” d›fl›ndaki her mekânda ‹blis ve avânesi cirit atmaktad›r. Ortaça¤’da en ziyâde geliflmifl bilimlerden birisinin, “Tanr› Bilimi”nin (Teoloji) tam z›dd› olan “fieytan Bilimi” (Demonoloji) oluflu53 sebepsiz olamazd› elbette; çünkü, ‹blis, karanl›klar dünyas›n›n prensi “Lucifer” de bir tür tanr› say›l›rd›: “negatif ve anti bir tanr›!”. Yine meselâ, Arz’›n her yan› “cad›lar” ile doludur; gündüz nisbeten rahatlayan Avrupal›, gece, yâni karanl›k güçlerin hüküm-fermâ oldu¤u “karanl›k vakit” gelince ad›m›n› d›flar›ya atmaya bile 3 108 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU korkar hâle gelir; sâdece “dün” de¤il, hattâ eski ölçüsünü kaybetmifl olmakla berâber, muayyen bir nisbette bugün dahi:54 “/...Avrupa’n›n ›ss›z yerlerinde eski ça¤a ait baz› büyülerin izlerine halen rastlan›r. Apeninler’de, Dante’nin iflkence edilmifl ruhlar olarak gördü¤ü, bükülüp birbirine sar›lm›fl selvi ve zeytin dallar›na rastlayabilirsiniz. Kuzey ‹skoçya’da, gümüfl rengi sis, gri bulutlar, suyun par›lt›s› ve ç›plak kayalarla fundal›klar›n tekinsiz bir uyumla bütünleflti¤i da¤l›k bölgede dolan›p dururken, dehflet verici kazanlar›n üzerine e¤ilmifl m›r›ldanan cad›lar› görmemek mümkün müdür? Almanya’da ormanlar büyülüdür. Thurungian Orman› ve Taunus’da dev mefle a¤açlar› alt›nda ya da Hessen’in çam koruluklar›nda yürürken, otlar›n ve yosunlar›n üzerine parça parça düflen günefl ›fl›¤›nda, havaya as›l› kumafl parçalar›n›n k›p›rdan›fl›n› görebilirsiniz. Köklerin ve kayalar›n arkas›nda sakl› gulyabaniler ve cinler bir an görünüp kaybolurlar; yapraklar›n h›fl›rt›s›nda Sö¤ütler Kral› ve Rüzgâr›n Gelini’nin inleme ve hayk›r›fllar› duyulur. Yaz günü su birikintileri öyle k›p›rt›s›zd›r ki, Luther’in deyifliyle, suya bir tafl at›lsa f›rt›na ç›kabilir. Ancak ay›n ayd›nlatt›¤› rüzgârl› Walpurgis Gecesi’nde baykufllar›n ötüflleriyle yan›n›zdan geçen cad›lar›n sesleri duyulur ve Brocken Da¤›’n›n ötesindeki bulut kümelerinde dev hayaletler dans eder.” ‹blis’ten farkl› olarak Cad›, bir insand›r; yine P. Smith’in, yukar›daki cümlesinin devâm›ndaki ifâdesiyle, “Genellikle, ›ss›z bir yerdeki kulübede bir kara kediyle tek bafl›na yaflayan, ay ›fl›¤› ç›kt›¤›nda bitki kökleri toplayan yafll›, s›radan bir kad›n olarak bilinir. Ancak tüm cad›lar yafll› kocakar›lar de¤illerdi; baz›lar› köyün en saf ve en güzel bakireleri olarak biliniyordu. Baz› cad›lar soylu kad›nlard›, baz›lar›ysa erkekti.” Cad›lar, ‹blis ile iflbirli¤i içinde büyü yapar, ruhlar› pazarlar; ak büyü ya da kara büyü, hepsi netîceten büyüdür ve fliddetle müstelzim-i cezâd›r; yâni iflkence! ‹mdi: ‹blis, karanl›klar dünyas›n›n prensi “Lucifer”, Tanr› ile savafl hâlindedir; bütün insanlar›n ruhlar›n› ele geçirmeye çal›fl›r; kâfirler, mürtedler, z›nd›klar, mülhidler ve zavall› ak›l hastalar›, ruhlar› ve bedenleri O’nun taraf›ndan zaptedilmifl kifliler oldu¤undan, ruhlar›n›n kurtar›lmas› için ‹blis üzerine bask› uygulanarak ruhlar›n› ve bedenlerini terke zorlan›r. Bu bask›n›n her türlüsü bir iflkencedir: Önce nasîhat ile bafllayan “fieytan Ç›karma” (Hurûç, Exorcism) ameliyesi, kademe-kademe ilerledikçe tüyler ürperten vahfletlerin zirvelerine t›rman›r; son safha alenen yak›lmad›r. Asl›nda, hepsi birer “ruh (nefs) temizleme” niyetiyle uygulanan bu dehfletli cezâland›rmalar, ayniyle cad›lar için de geçerlidir. ‹lk bask›s› 1486’da yap›lan ve cad› av›n› konu edinen “Malleus Maleficarum” (Cad› Tokma¤›) isimli, Enkizisyon mahkemelerinin el kitab›55, iflkencenin nas›l meflrû bir metod say›ld›¤›n› göstermesi ve o dönemin zihniyetni deflifre etmesi bak›m›ndan, bu konuda ayr› bir öneme sâhiptir. ‹flte, “Bilim Peygamber”i Bacon’›n, Capra’n›n ifâdesiyle, “kendisine iflkence yap›larak elde edilmesi gerekli s›rlara sahip tabiat” anlay›fl›n›n sosyal ve kültürel kodlar› ve entellektüel genetik flifresi, k›saca bu; ancak bu flifre hâli haz›rda da ‘bir flekilde’ yaflamaya devam ediyor ve Bat› Modernitesi’nin Tabiat’a bak›fl›n› flekillendirmesinde ciddî bir biçimde etkisini sürdürüyor.. ‹nsan, Tabiat ve Tahakküm fiu hâlde, “kendisinin ne ve kim oldu¤unu dahi karmakar›fl›k bir hâle getirmifl, insana dahi merhametli, flefkatli bir bak›flla bakmayan bir kültürün, tabiata nas›l hangi bak›flla bakabilece¤ini” de ar- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 109 t›k deflifre etmifl say›labiliriz: “Tahakküm”. Modernite’nin gerek insana ve gerekse de tabiata yönelik tahakkümü iki ayr› kanaldan gelerek birleflmekte ve süperpoze olarak birbirini beslemektedir. ‹lkin, bir miktar ihtiyat› koruyarak, Bat›’n›n kökeninde tahakküm bulundu¤unu söylemek bir abart› say›lmamal›d›r. Bat›’n›n arkaplan› olan Grek ve Roma’dan gelen bu seküler davran›fl tarz›, Hristiyanl›k ile yeni bir flekle bürünerek devam etmifltir. Hristiyanl›k, bilhassa Katolisizm, Kilise taraf›ndan gerçeklefltirilecek olan “Tanr› Devleti”nin (Civitate Dei) karfl›s›nda duran ve Hristiyanl›¤›n — yâni Kilise’nin — d›fl›nda olanlar›n tamâm›n›n düzenleri anlam›na gelen ve bir ad› da fieytan Devleti (Civitate Diabolis) olan “Dünya Devleti”ne (Civitate Terrana) karfl› ebedî bir savafl içerisindedir; ba¤›fllama kabûl etmez bir kîne dönüflen bu doktrin, Kilise’ye, inâyetinden mahrum kalm›fl olanlar üzerinde bir tahakküm hakk› do¤urmaktad›r. Bu noktada, Modernite, bir dengesizli¤i bir baflka dengesizlik ile de¤ifltiren bir oluflum olarak ortaya ç›karken di¤er yandan da Bat›’n›n kültür temelleri üzerinde yükselen yeni bir tahakküm ideolojisine dönüflmüfltür: Hem di¤er insanlar, yâni “ötekiler” ve hem de tabiat (physis, do¤a) üzerinde kurulmaya çal›fl›lan hoyrat, kaba, meflrûiyetsiz bir sâhiplenmenin meflrûlaflt›r›lmas›. fiöyle ki: Modernite, ak›l yoluyla elde edilen bilgilere dayan›larak yeni bir dünya kurulmas› demekti; fakat ak›l ile ulafl›lan dünya bilgisi, sonuç îtibâriyle, mekanik bir dünya tasavvuru kazand›rm›flt›: Çarklar› kusursuz bir flekilde çal›flan bir makine olan ve adetâ bir tür fizik tanr›s›n›n eseri olan sonsuz ve s›n›rs›z bir kozmos. Fakat bu mekanik âlemin hiçbir yerinden ahlâkî birfleyler ç›km›yordu; herfleyin mekanik oldu¤u bir varl›k âleminde, ahlâk ancak olsa-olsa bizzat insan merkeze al›narak inflâ edilebilirdi. Ama hangi insan? Hümanizm’in eseri olan bu insan, Modernite’nin insan›, adetâ kendi kendisinin tanr›s› olmufl oldu¤u için mutlak bir ahlâkî referanstan yoksundu; tek referans kendisi ve tek dünya ise “bu-dünya” oldu¤undan, bu-dünya’y› elde etmesinin önündeki her engelin afl›lmas› için her yol mübah hâle gelebiliyordu. Yâni, “güç”, kendisini meflrûlaflt›rmaktayd› ki bu da, “gücü yeten yetene” fleklinde ifâde edilebilecek en merhametsiz cang›l kanununun modern zamanlarda alm›fl oldu¤u flekilden baflkas› olamazd›. ‹flte, Modernite’nin bütün “insanl›k” iddialar›na karfl›l›k, menfaatlerinin önünde duran her topluma gaddarâne davran›fl›n›n bir sebebi de bu olmak gerektir ve yine bu sebeplere, kökenleri Antik Bat›’ya kadar uzanan “›rkç›l›k” doktrininin de eklenmesi gerekir. Bu doktrinin modern zamanlarda alm›fl oldu¤u yeni flekil, Modernite’nin ürünü idi ve özetle flu flekildeydi: Modernite, bir Bat› baflar›s›d›r ve bu baflar›n›n temelindeki kaynaklardan birisi de, Avrupal› Beyaz Adam’›n ›rkî üstünlü¤üdür. Nitekim, Josep Fontana, Bat›’n›n, kazanm›fl oldu¤u büyük baflar›lar›n›n ve üstünlü¤ünün sebeplerini tahlil etmeye bafllad›¤›nda, buradan, ana hatlar›yla farkl› iki düflüncenin ortaya ç›kmakta oldu¤unu belirtmektedir ki bunlardan, üstünlü¤ü aç›klayan birinci görüfl çok kaba ve basit bir “üstün soy veya ›rk” fikrine dayanmaktayd›: Bat›, do¤ufltan, genetik olarak üstün oldu¤u için bu baflar›lar› tabiî bir sûrette hak etmifltir.56 Tabiatiyle bu fikirden de kaba, sert ve agresif bir ›rkç›l›k, kendisi olmayan›n bütün haklar›n› yok sayan bir tahakküm ideolojisi beslenecekti ve öyle de oldu nitekim. J. Conrad’›n, bu tahakküm ideolojisinin somutlaflm›fl flekli olan sömürgecili¤i hikâye etti¤i Karanl›¤›n Yüre¤i isimli roman›n anlat›c›s› Marlow’un a¤z›ndan, ifâde etti¤i gibi:57 “Onlar asl›nda pek de kayda de¤er adamlar de¤illermifl. Sömürgeci de¤illermifl; sadece yönetimleri disiplinliymifl diye düflünüyorum. Fatihtiler, bunun için yaln›zca vahfli bir güç gerekir, bunun da 3 110 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU övünülecek bir yan› yoktur, çünkü gücünüz baflkalar›n›n zay›fl›¤›ndan kazara kaynaklanan bir fleydir. S›rf ortada sahip olunacak bir fleyler var diye her fleyi kapmaya çal›flt›lar. Kanl› bir soygundu yapt›klar›, genifl çapl› bir k›y›m, gözlerini karart›p girifliyorlard› bu ifllere; karanl›kla cebelleflenlerden de beklenen budur zaten. Dünyan›n fethi, ki bu genellikle topra¤›n, farkl› bir ten rengine, nispeten daha bas›k burunlara sahip olanlar›n elinden al›nmas› anlam›na gelir, asl›nda üzerine kafa yoruldu¤unda pek de hofl bir fley de¤ildir.” Yâni; gücü, asl›nda baflkalar›n›n zaaf›ndan kaynaklanan bir üstünlük olan ve fakat, kendisini yarat›l›fltan üstün telâkkî eden ve baflkalar›n›n topra¤›n›, yâni vâridât›n›, s›rf “onlar” farkl› bir ten rengine ve nispeten daha bas›k burunlara sahip oldu¤u, yâni “Avrupal› Beyaz Adam” olmad›¤› için elinden zor ile alma hakk›n› kendinde gören zorba bir anlay›fl. Bu ahlâkî temelden mahrum tahakküm, ne yaz›k ki, bir yandan “demokrasi ve insan haklar›” ideallerinin zirveye t›rmand›¤› günümüzde de h›z›n› kaybetmeden ve hattâ daha da yay›larak devam etmekte ve de¤iflenin, sâdece metod oldu¤unu göstermektedir. Gerçekten de, Avrupa Birli¤i’nin resmî sitesi Eurobarometer taraf›ndan 1997 y›l›nda yap›lan ve o zaman onbefl üyeden oluflan Avrupa Birli¤i’nin tamam›n› kapsayan genifl çapl› bir araflt›rman›n sonuçlar›, ›rkç›l›¤›n Avrupa’da azalmad›¤›n›, en az›ndan eski yayg›nl›¤›n› ve gücünü korudu¤unu net bir flekilde ortaya koymufl bulunmaktad›r.58 Modernite, ‹nsan ve ‹nsan›n Tabiat› Modernite’nin insan üzerinde yaratm›fl oldu¤u problem, muhtemelen en fecî sonuçlar›n›, bizzat insan›n tabiat›na kadar uzanan müdâhalelerinde almaya yönelmektedir. Çünkü, bilim yoluyla bir dünya kurmak demek olan Modernite, bilimin sa¤lad›¤› gücü kontrol edebilecek ahlâkî bir duruflu da ayn› derecede gelifltirebilmifl de¤ildir; problem as›l olarak buradan kaynaklanmaktad›r. Modernite’nin fikrî beslenme kaynaklar›ndan olan Ayd›nlanma, “‹lerleme” idesi ile, bilimsel geliflme ve ilerleme gibi, toplumsal ve ahlâkî ilerlemenin de ayn› düz ilerleme çizgisinde olaca¤›n› öngörmekte idi; hâlbuki bizzat tarihî tecrübe bu iddiay› çürütmüfltür. Nas›l ki, felsefede, bilimin aksine, kümülatif bir ilerleme söz konusu de¤il59 ve meselâ atom ça¤›n›n filozoflar›n›n hiçbirisi, söz gelimi Platon veya Fârâbî’nin çap›n› tutturamam›fl ise, benzer flekilde ayn› ça¤›n ahlâk›n›n da kadîm ahlâktan daha ileri olmas›n›n bir temînât› yoktur ve de¤ildir de nitekim. ‹flte problem: Daha büyük güçlere sâhip oldukça daha büyük ahlâk ile donat›lmas› gereken Modern ‹nsan, daha do¤ru bir ifâde ile Modernite’nin ‹nsan›, ahlâken geri gitmifltir. O hâlde, bu güç, kontrolden ç›kmak gibi bir risk yaratmaktad›r ki bu da bir gün mutlaka O’nu yaratan ama kontrol edemeyen ‹nsan’›n bafl›n› yemesi demektir. Bu konuda, edebiyat›n diliyle yap›lm›fl en erken ve en ciddî îkazlardan birisi, “Frankenstein” roman›d›r. Maalesef, herfleyi metâlaflt›ran kapitalizmin Holywood sinema endüstrisi vâs›tas›yla basit bir fantastik korku eserine dönüfltürdü¤ü için as›l mesaj› kaybolan, ilk bask›s› 1818’de yap›lan, tam bafll›¤› “Frankenstein, ya da Modern Prometheus” olan bu eserinde, Mary Wollstonecraft Shelly, ça¤›n›n mistik-mekanistik bilim anlay›fl›n›n derin tesiri alt›nda bulunan genç t›p doktoru Frankenstein’›n, bilimin gücü ile, bir insan yaratmas›n› konu edinmifltir; filmlerdekinin aksine teknik yaratma sahnelerinin detayland›r›lmad›¤› ameliyelerden sonra ad› bile konmayan “yarat›k” ortaya ç›km›flt›r, ama, netîce tam bir felâkettir: Yarat›c›s› (Dr.) Frankenstein, insanl›¤a daha fazla zarar vermesini önlemek maksad›yla, kendi yaratt›¤› eserini yok etmek üzere, sonradan “‹blis, Ucûbe” gibi menfî isim- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 111 lerle etiketlendirdi¤i “yarat›k”›n düflmüfl, ancak insan-üstü bir güce sâhip olan Ucûbe’yi yok edemeden kendisi ölmüfltür. Kitab›n 1831 tarihli bask›s›na yazd›¤› önsözünde, kendisine, böyle bir eseri te’lif etme ilhâm›n› veren yaflanm›fl hâdiseyi yorumlarken “... yarat›c›n›n muazzam düzenini taklide kalk›flan herhangi bir insanî çaban›n sonuçlar› korkuncun en âlâs› olacakt›”60 sözleriyle tam bir bilim elefltirisi yapan Shelly, ayn› elefltiriyi, roman›n kahramân› Dr. Frankenstein’a, Ucûbe’yi tâkip ederken tâkatten kesilip ölmeden önce s›¤›nd›¤› bir gemide, kaptana anlatt›¤› serüveninin bir yerinde flu sözlerle te’yid ettirmektedir:61 “Ö¤ütlerim bir ifle yaram›yorsa, benim bafl›ma gelenlerden ibret al›n ve bilginin ne kadar tehlikeli oldu¤unu, dünyay› kendi yuvas›ndan ibaret sanan adam›n mutlulu¤unun, do¤an›n kendisine izin verdi¤inden fazlas› olmaya yeltenen kifliden çok daha büyük oldu¤unu anlay›n” Ne kadar isâbetli! “Bilgi kudrettir” aforizmas›, Modernite’nin slogan› idi; do¤ru yerde, do¤ru ellerde, do¤ru flekillerde, do¤ru amaçlar u¤runda kullan›lmak flart›yla ne de ulvî bir ilke! Ama ya aksi vâridse? ‹flte o vakit, sonuç, sonralar› yarat›c›s›n›n ad› ile an›lan Dr. Frankenstein’›n canavar› olmaktad›r. Yâni: Evet, bilgi kudrettir; ama, kontrol edilemeyen her güç, tehlikedir; “tehlikeli” de de¤il, “tehlike”nin bizzat kendisi. ‹flte, flimdi, ‹nsan’›n, sa¤lam ve sa¤l›kl›, gerçek ahlâk ile kontrolü sa¤lanamayan bilgiye dayal› güç ile bizzat insan ve di¤er insanlar üzerinde yaratm›fl oldu¤u bu ürpertici tehlike, bu gayri ahlâkî tahakküm h›rs›, ayn›yla tabiata da yönelmifltir ve iyice devleflen gücü ile O’nu da apaç›k bir flekilde tehdit etmektedir. Tabiat üzerindeki tahakküm de, Bacon örne¤inde görüldü¤ü üzere, ayn› kibir ve ayn› kabal›k ve ayn› hoyratl›ktan kaynaklanmaktad›r: Buna göre, Güç, kendi meflrûiyetini kendisi yarat›r ve binâenaleyh, Güç’e sâhip olan›n, gücünün erdi¤i her fleye de sâhip olma, her fleyi yapma hakk› vard›r. Tahakküm de budur zâten: Güç’e tap›nma! Modernite ve Tabiat’›n Tahribi Modernite’nin, ‹nsan’› merkez alm›fl olmakla sonuçta bizzat ‹nsan’a karfl› varm›fl oldu¤u bu sayg›s›zl›¤›n›n ve haflinli¤inin hâs›l etti¤i netîce, tekil insan dünyas›nda maddî ve mânevî unsurlar›yla birlikte kiflinin, ‹nsanl›k dünyas›nda ise toplumlar›n ezilmesi, kolonyalizm ve emperyalizm olmufltur. Tabiat’a gelince: Burada detaylar›n› aç›klamaya gerek duymadan sâdece herkesin bildi¤i çok basit ve çok s›radan bilgilerin hât›rlat›lmas› dahi yeterli görülecektir. Entropi, Düzen ve Medeniyet ‹nsan’›n Hayvan’a nisbetle en belirgin farklar›ndan birisi de, bir kültür varl›¤› olufludur; ‹nsan, hem kendisi bir kültür ürünüdür ve hem de kültür yaratan bir varl›kt›r. Kültür’ü, çok k›saca, Tabiat’ta hilkaten mevcut olmay›p da O’na sonradan sun’ ile eklenen, O’nda bilinç ile yap›lan de¤iflikler, yâni, “eser” olarak tan›mlayabiliriz ki, bu bak›mdan ‹nsan, varl›klar âleminde tek kültür varl›¤› ve tek kültürel varl›k olmaktad›r. Fakat, bu Tabiat’a müdâhale, Tabiat üzerinde tasarrufta bulunmak demektir ve dahi, Tabiat’a her müdâhale, Tabiat üzerindeki her tasarruf ise, bilinç ile gerçeklefltiri- 3 112 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU len bir “düzen”; daha do¤ru bir niteleme ile, daha alt bir düzenlilikten daha üst bir düzenlili¤e geçifl, bir yükselifl demektir ve bu îtibarla en yüksek kültür düzeyi olarak da tan›mlanabilecek olan Medeniyet, daha sistematik ve daha ileri bir düzey yükselmesi demek olmaktad›r. Ancak bu da, Tabiat’›n tabiî ak›fl›n› bozmak demektir ve bu da bir dilemna oluflturur; bu dilemna, bir yandan düzenin art›fl›n›n insanî olman›n gere¤i ve di¤er yandna ise ayn› zamanda, her türlü düzenin de sonunu getirecek oloan bir süreç oluflturmas›d›r. ‹mdi; en mûteber kanunlardan olan Termodinamik’teki Entropi Kanunu flunu söylemektedir:62 Bütün tabiî (do¤al, fiziksel, natural) süreçlerde Entropi artar; çünkü “do¤al süreç”, yüksek s›cakl›ktaki bir ›s› deposundan alçak s›cakl›ktaki bir ›s› deposuna Is› Ak›fl› ile vuku’ bulan süreç (proses) demektir; bunun tersi, do¤al (fiziksel) olmayan, yâni ancak Sistem’e d›flar›dan yap›lacak bir müdâhele ile z›t yönde gerçeklefltirilebilecek bir ifllem olmaktad›r ki bu da enerjinin israf edilmesi demektir. Hâlbuki, Evren’de ilk defa Antoine Laurent de Lavoisier taraf›ndan 1789’da (Traité Élémentaire de Chimie isimli eserinde) ortaya at›lan “Maddenin Korunumu” ve ilk defa 1847’de Hermann Helmholtz taraf›ndan ortaya at›lan “Enerjinin Korunumu” gibi, ihlâl edilmesi mümkün olmayan en kat› prensiplerden birisi de, “Enerjinin ‹sraf Edilmemesi”, di¤er ad›yla “Adem-i ‹sraf Prensibi” olup, Descartes taraf›ndan ifâde edildi¤i flekliyle flöyledir: “Tabiat, hedeflerine varmak için dâimâ en k›sa, en basit araçlar› yolu kullan›r”.63 Kant’›n da belirtmifl oldu¤u gibi: “Tabiat, gereksiz hiçbir fley yapmaz ve amaçlar› için kulland›¤› araçlarda müsrif de¤ildir.” [Dünya Yurttafll›¤› Amac›na Yönelik Genel Bir Tarih Düflüncesi (1784)., Üçüncü Önerme]64. Bunun içindir ki, Entropi, Madde ve Enerji gibi korunumlu de¤ildir; burada, yukar›da zikredilen Entropinin Korunumsuzlu¤u’nun, tabiatta ihlâl edilmesi mümkün olmayan prensipler olan “Maddenin Korunumu” ve “Enerjinin Korunumu” kanunlar›ndan farkl› olufluna dikkat edilmeli ve bunlar›n her üçünün de ihlâl edilemezli¤inden hareket ederek, Madde ve Enerji’nin korunumlulu¤unun Entropi için de geçerli olmas› gerekti¤i gibi bir sonuca gidilmemelidir. Beri yandan, Ludwig Boltzmann (1844-1906) taraf›ndan Grekçe “dönme, flans, sonraki” anlam›na gelen “trope” kelimesinden türetilerek kavramsallaflt›r›lan Entropi, “Düzensizlik”in bir ölçüsüdür: Her a¤ac›n belirli aral›klarla dikilip belirli boydan îtibâren budand›¤› bir parktaki “düzgün da¤›l›ml›”, yâni “düzenli” a¤açlara karfl›l›k, bir ormanda a¤açlar›n da¤›l›m›ndaki “rastgelelik”te oldu¤u gibi. Düzensizlik ise, Sistem’in, kendili¤inden geri dönememesi demektir, çünkü her do¤al süreç, bir yarat›l›fl problemi olarak, yüksek bir düzeyden alçak bir düzeye geçifl fleklinde gerçekleflir. Sistemin bu flekilde kendili¤inden geriye dönememesi, geriye dönebilmek için baflka bir yerden, yâni sistem d›fl›ndan bir müdâheleyi kaç›n›lmaz k›lar ki, kendi hâline b›rak›lan ve d›flar›dan müdâhele edilmeyen sistemin her enerji-ifl dönüflümünde bir önceki hâle göre daha fazla kendisini toparlayamaz olmas›, “düzensizlik” ile kastedilen fleydir. Aç›kça anlafl›labilece¤i gibi, süreç ilerledikçe iflbu düzensizlik (disorder), sürecin bitece¤i bir finali de ortaya ç›karacakt›r. ‹flte, Termal Ölüm ve Ölü (Ât›l) Enerji kavramlar› da bunu anlatmaktad›r. Sürecin bu iflleyifli, ayn› zamanda Kaos ve Zaman Oku kavramlar›yla da yak›ndan ilintilidir. ‹mdi do¤al süreçteki bu geliflmeye mukabil, bitkiden hayvana dek bütün canl›lar, Entropi’nin — yâni düzensizli¤in — art›fl›n›, belirli bir bölgede ters istikamete çevirerek azal›fla dönüfltürürler; yâni düzeni yükseltirler.65 Bu, Entropi’deki Azal›fl’t›r; fakat Entropi’deki bu azal›fl›n — yâni düzenlili¤in yükseliflinin — rövanfl›, adetâ kendisine meydan okunan Tabiat taraf›ndan, baflka yerlerde daha 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 113 büyük Entropi art›fl› ile cevapland›r›l›r; sonuç, do¤al süreçlere ayk›r› olarak yap›lan her düzen art›fl›n›n, daha büyük düzensizli¤e, yâni daha büyük y›k›ma yol açmas›d›r. J. Rifkin ve T. Howard’›n ifâdeleriyle, “Her canl› sistem boyunca enerji, sisteme yüksek bir seviyede girip, sistemi daha bozulmufl bir halde b›rakarak akar. Organizmalar, çevrelerinden negatif enerji biriktirebilme yeteneklerince yaflamlar›n› sürdürürler. Varolufl mücadelesi, her organizman›n elde edilebilir enerji kapmak için ne kadar iyi donat›ld›¤›na dayanmaktad›r.”66 Çünkü Tabiat, en yüksek (maksimum) bir düzenden bafllayarak en alt bir düzene inecek ve sonunda ölecek bir varl›k olarak yarat›lm›fl olmaktad›r ve O’na her türlü müdâhale, bu final sahnesini çabuklaflt›rmaktan baflka bir netîce vermeyecektir. ‹flte ‹nsan’›n rolü ve dilemnas› da buradad›r: ‹nsan düzen, yâni kültür ve medeniyet kurarak Tabiat’a müdâhale eder, hem de en üst seviyede ve bu ise, tabiatta kullan›labilir enerjinin tükenmesi, geride, git-gide biriken kullan›lamaz bir ât›l enerji çöplü¤ünün büyümesi, yâni, evrenin geri kalan ks›m›nda entropinin do¤al süreçlerdekindne çok daha fazla b¤üyümesi ve en nihâyetinde, topyekûn evrenin ölümünün bir ân öncesinin çabuklaflt›r›lmas› demektir. Medeniyetlerin seviyesi yükseldikçe, belirli bir bölgede düzenlili¤e paralel ve fakat z›t istikamette olarak tabiat›n geri kalan k›sm›nda daha büyük, daha ölümcül y›k›mlar vuku’ bulacakt›r. fiu hâlde, genel bir hüküm olarak, kültür ve medeniyetin tabiat karfl›tl›¤›, tabiat tahripkârl›¤› oldu¤unu söyleyebilecek durumday›z. Bu bir dilemnad›r; çünkü insan demek düzen, kültür ve medeniyet demektir; bunlar olmadan insan olamaz; aksi hâlde Rousseau’nun tavsiye etti¤i gibi Tabiî Hâl’i (Status Naturalis), yâni ilkelli¤i, Medenî Hâl’e (Status Civilis) tercîh etmekli¤imiz îcap edecektir67 ki bunun da düflünülmesi bile câiz de¤ildir. Ancak, beri yandan bu ise tabiat›n “geri dönüflümsüz” (tersinmez, irreversible) olarak tahrip edilmesi, zâten mukadder olan termal ölümünün daha da h›zland›r›lmas› demektir. Bu noktada, Modernite’nin tabiata verdi¤i zarar, iki noktadan önem kazanmaktad›r. Bunlardan birincisi, modern sanâyi’ toplumunun, tabiat› gere¤i kaç›n›lmaz olarak, Modernite-Öncesi dönemle mukayese dahi edilemeyecek oranlarda yüksek s›n›rlara varan ve daha da yükselmesi beklenen enerji ve ham madde tüketimi ve yine bunun sonucu olarak ortaya ç›kan s›nâî at›klar ve art›klar olup, ilk kalem, enerji ve ham madde kaynaklar›n› geriye dönüflümü imkâns›z k›lacak flekilde tüketirken ikinci kalem olan at›klar ve art›klar da tabiat›n ço¤unlukla geriye dönüflümsüz olarak kirlenmesine yol açmaktad›r. ‹kincisi ise, yine bunlarla ilgili ve ilintili olmak üzere, bir yandan — ayr› bir bahis teflkil etti¤i için burada hiç temas edilmemifl bulunan — insan›n kendi tabiat›, genetik yap›s› üzerindeki manüplasyonlar›n ve yine ayn› ilgi ve ilinti çerçevesinde olmak üzere, nükleer enerjinin gerek savafl ve gerekse de hattâ bar›fl için ve bar›flç› gayelerle de olsa, kullan›m›n›n arzetmifl oldu¤u aç›k tehdittir. Bu konuda insan›n evi olan Tabiat’›n nas›l da bizzat insan eliyle hoyratça tahrip edilebilece¤ini gösteren rastgele örnekler olarak, askerî nükleeer tehdit için, Nevada Çölünde, 1960’l› y›llarda yap›lan 600 civâr›ndaki termonükleer denemelerden birisinde, 100 kilotonluk bir H-bombas›n›n 100 metre derinlikte patlat›lmas› ile, 385 metre çap›ndaki bir kraterin aç›lm›fl ve patlaman›n tesiriyle, 12 milyon metreküp topra¤›n yerinden oynat›lm›fl olmas›n› ve Hiroflima ve Nagazaki’ye at›lan yirmi kilotonluk A-bombas›n›n herbirinin befl misli patlama gücüne sâhip olan bu bomban›n ise, ayn› y›llarda Ruslar›n Novaya Zemliya’da yapt›¤› denemede patlat›lan “Çar Bombas›” isimli ve bütün tarihin en büyük H-bombas›n›n 50 Megaton olan gücü yan›nda bir hiç oldu¤unu ve sivil nükleer tehdit için de, 1986 tarihli ve ülkemizin de ma¤dur oldu¤u Çernobil Nükleer Santrali felâketini hât›rlatmak yeterli olabilir. 3 114 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU Tabiat ‹le Sözleflme fiu hâlde, en az›ndan, velev ki saf bir ahlakî endîfleden de¤il de kendimizi kay›rmak için dahi olsa, bizim eserimiz olmay›p, bize verili bir varl›k alan› olan iflbu Tabiat’a karfl› daha sayg›l› yaklaflmay› düflünmenin zaman› gelmedi mi? Bu zaman›n çoktan gelmifl oldu¤unu düflünenlerden birisi, Michel Serres. Serres, Modernite’nin, insanl›¤›n evini sayg›s›zca ve sorumsuzca tahrip etmesi karfl›s›nda duymufl oldu¤u derin infiali, “Le Contrat Naturel” (Do¤al Sözleflme, Tabiî Mukavele) adl› eserinde [Éditions François Bourin., 1990]68 “Toplumsal Sözleflme” benzeri bir “Do¤al Sözleflme” kavram› ile felsefî bir zemîne oturtmaya yönelmektedir. “Dünyay› yitirdik: fleyleri, stratejik hesaplar›m›z›n hedefleri olan fetifllere ya da mallara dönüfltürdük; ve, evrensizci (acosmiste), evreni bulunmayan felsefelerimiz, neredeyse bir yar›m yüzy›ldan beri, yaln›zca dilden ya da politikadan, yaz›dan ya da mant›ktan söz aç›yorlar. Fizik olarak ilk kez topyekûn Yeryüzünün üzerinde etkidi¤imiz bir s›rada, ve de hiç flüphesiz onun da topyekûn insanl›¤a tepki gösterdi¤i bir s›rada, trajik bir flekilde ›skal›yoruz onu.” diyen69 Serres, insan›n, mülkiyetini sorumsuzca ve tek yanl› bir bencillikle ele geçirmeye çal›flt›¤› tabiata karfl› tavr›n› “mülkiyet hakk›n›n d›flk›sal ya da gaitasal kökeni” terimi ile çarp›c› bir flekilde flöyle aç›klamaktad›r:70 ‹mdi, hep kendilerinin kals›n diye yuvalar›n›n içine ifleyen kimi hayvanlar› taklit edercesine, birçok insan›n, kendilerine ait nesneler kendi mülkiyetlerinde kals›n ya da daha baflkalar›n›n da mülkiyetleri onlara geçsin diye, bunlar›n içlerine pisleyerek hepsini iflaretleyip kirlettiklerini s›k s›k belirtmifltim. Mülkiyet hakk›n›n bu d›flk›sal ya da gaytasal kökeni, bana, kaza türünden istençsiz eylemlerin sonucu olmak flöyle dursun, derin niyetleri ve baflat bir güdülenmeyi ortaya koyan ve ad›na kirlenme denen fleyin kültürel kayna¤› olarak görünüyor. Haydi birazdan ç›k›p birlikte ö¤le yeme¤i yiyelim: ortak salata taba¤› sofraya geldikte içimizden biri içine tükürecek olsa, an›nda ona sahiplenir, çünkü baflkaca hiç kimse art›k o taba¤a uzanmak istemeyecektir. O, bu alan› kirletmifl olacak ve bizler de mülkiyetindeki fleyin pis oldu¤unu yayaca¤›z. ‹flgal ettikleri ortam› böylece talan edenlerin bulundu¤u yerlere art›k hiç kimse girmez. Dünyan›n pisli¤i de aynen böyle, oraya insanl›¤›n, ya da egemenlerinin damgas›n›, el koymalar ve elde etmelerinin cifelik mührünü bas›yor. Modernite’nin dünyay› ma¤lûp etti¤ini ve bu yüzden O’na karfl› hiçbir sayg›s›n›n kalmad›¤›n› söyleyen “Art›k dünyay› tan›m›yoruz çünkü onu yendik. Ma¤luplara kim sayg› duyar?” diye devam etmekte [a,e., s.49] ve bu haflin galibiyetin mâhiyetini ise çok isâbetli bir flekilde, “Bilim felsefecisi soruyor: iyi de kim dünyaya, bundan böyle ortak nesnel düflman olan fleye, hâlâ tersine çevrilebilece¤i umulan bunca zarar› veriyor” ifâdesinden de görülece¤i gibi [a.e., s.45] tabiat› bir düflman gibi alg›lad›¤›n› belirtti¤i modern insan›n — daha aç›k bir niteleme ile Modernite’nin — bilimin verdi¤i güç ile O’na karfl› açm›fl oldu¤u savafl oldu¤unu belirtmektedir [a.e., s.50]: ‹nsan akl›, mülkiyet hakk›na ortak ç›kan bilim ve tekniklerin bütünlü¤ü taraf›ndan tekellefltirilmifl olarak, tarihöncesinden beri süren, ancak sanayi devrimiyle, ikiyüzüncü y›l›n› kutlad›¤›m›z siyasal devrimle hemen hemen ça¤dafl olan teknik devrimle birlikte ciddi biçimde h›zlanan bir kavga içinde, d›fl do¤ay› yendi. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 115 Bundan sonra, t›pk› Frans›z Devrimi Bildirgesi’nin, haklar›ndan yoksun olan ma¤lûplar› korumak maksad›yla ilân edilmesi gibi, ma¤lûp edilmifl tabiat›n haklar›n› koruman›n, hukukunu tesbit etmenin gerekli hâle geldi¤ini belirten Serres, zîra, bilginin ve eylemin öznesinin — yâni galiplerin, aç›k anlat›m›yla modern insan›n (D. H.) — bütün haklardan yararland›¤›n›, oysa ayn› bilginin ve eylemin nesnelerinin ise hiçbirinden yararlanamad›¤›n›, bu nesnelerin hâlâ herhangi bir hukuksal sayg›nl›¤a eriflmedi¤ini eklemekte ve “bu yüzden, o gün bu gün, bilim her türlü hakka sahiptir” demek sûretiyle de adetâ, enstrümantallefltirimifl bilimin, hertürlü hakk› tekeline alan bir “terör ayg›t›”na dönüflmüfl oldu¤unu söylemektedir. Asl›nda Serres, insan›n tabiata karfl› bu gaddarl›¤›n›n, vaktiyle kör ve dilsiz olan do¤al yazg›n›n, zamanla ezmifl oldu¤u atalar›m›zla sözleflme yapmay› bile bile savsaklamas›na karfl›l›k olmak üzere modern insan›n alm›fl oldu¤u modern bir karfl› istismar oldu¤unu, ama art›k yeni ve duyarl› bir dengeyi düflünmenin zaman›n›n da gelmifl bulundu¤unu belirtmektedir [a.e., s.51-52]. Bundan sonra da “sözleflme” konusuna geçen Serres’in [a.e., s.52] “Do¤a Sözleflmesi” ile neyi kastetmifl oldu¤u flu iki maddede toparlanabilir: 1: fieylerle olan iliflkimiz, hâkimiyeti ve sâhiplenmeyi b›rakmak ve be¤eniyle dinleme, karfl›l›kl›l›k, temafla ve sayg›ya yer verme esâs› üzerine binâ edilmelidir; 2: Do¤a Sözleflmesi, bilginin mülkiyeti, eylemin ise hâkimiyeti varsaymayaca¤› (di¤er bir ifâdeyle, bilginin mülkiyeti, eylemin ise tek yanl› hâkimiyeti meflrûlaflt›rmayaca¤›) ve berikilerin (yâni fleylerin, eflyan›n), ötekilerin (yâni insan›n) sonuçlar› ya da d›flk›sal beslenme koflullar› olmayaca¤› bir mâhiyet tafl›mal›d›r. Bu flart sa¤lanmad›¤› takdirde hâkimiyet ve mülkiyet hakk› asal›kl›¤a indirgenir; bu, kötü bir iliflkdir; çünkü, “asalak — yâni insan — herfleyi al›r ama hiçbir fley vermez; ev sahibi — yâni tabiat — ise herfleyi verir ve hiçbir fley almaz. Bunun için, “genifl ve özgür bir çevrede oynak kültürel alt-bütünlükleri korumufl olan toplum sözleflmesinden, nesnel güçlerin kesin s›n›rlar›na ulaflm›fl birleflik ve kesif bir grubun zorlad›¤› do¤a sözleflmesine geçmek zorunday›z” ifâdesiyle, tabiat sözleflmesine geçmenin bir zarûret oldu¤unu vurgu ile belirten Serres’in [s.56] bu teklifi hiç flüphesiz iliklerine kadar do¤ru ve hakl›; ancak, burada dikkat edilmesi gereken en mühim noktan›n, düflünürün kaygusunun, mücerret bir hakflinasl›k duygusunun mevcûdiyetine ra¤men, as›l olarak, tabiat›n, kendisine karfl› ifllenen sayg›s›zl›¤›n ve kaba ve çi¤ hoyratl›¤›n bir gün mutlaka a¤›r bir flekilde rövanfl›n› alaca¤›ndan emin olman›n hâs›letti¤i savunma refleksi oldu¤unu söyleyebiliriz. Bu vaz›yet, her ne kadar teklifinde tam bir isabet ve hakl›l›k bulunsa da, Serres’in projesinin ahlâkîlik bak›m›ndan henüz yeterince kemâle ermemifl oldu¤una hükmetme hakk›n› da vermektedir diyebilriz. Modernite’nin Islah›, Tabiat ‹le Âdil Sözleflme ve Ebedî Tabiat Bar›fl› Evet: Tabiat ile bir sözleflme akdetmemiz gerekmektedir; ama niçin ve nas›l? Önce niçin? fiâyet, gerekçemiz, Serres’in argüman›nda oldu¤u gibi, kendisine karfl› kötü davranmakta olmufl oldu¤umuz yüzünden Tabiat taraf›ndan cezaland›r›lmak endîfle ve korkusundan kaynaklanacak olursa, bu ap-aç›k bir oportünizmden baflkas› olamaz. ‹lkin, böyle bir gerekçe ahlâk ve fazîletten mahrum olacakt›r; çünkü ahlâk ve fazîlet, iyi, do¤ru ve güzeli herhangi bir amaca hizmet için de¤il, biz- 3 116 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU zat ve bizâtihî, iyi, do¤ru ve güzel oldu¤u için talep etmek ve yapmakt›r. ‹kincileyin, böyle bir niyetle sözleflmeye imza atacak olan taraf›n, endîfle ve korkusunun giderilebilir, yâni karfl› taraf üzerinde tam ve mutlak bir egemenlik kurabilir oldu¤una kanâat getirdi¤i takdirde sözleflmeyi tek tarafl› fesh ve ilga etmeyece¤inin hiçbir teminât› olamaz. Yâni, söz konusu sözleflme ile kurulacak olan bar›fl, ileride, müsâit flartlar›n zuhur etti¤ine kanî olan taraflarca derhal yeni bir savafla dönüfltürülecek olan muvakkat bir bar›fl, bir anlamda, yeni bir savafl için verilecek olan bir ara dönemden baflkas› olamaz. Beri yandan, Serres’in de teslim etti¤i gibi, Tabiat, veren, ‹nsan da alan ve “asalak” taraf oldu¤una göre, bu muvakkat bar›fl›n kim taraf›ndan bozulaca¤›n› tahmin etmek de zor olmasa gerektir: Modernite’nin, Bat› Modernitesi’nin insan›, böyle bir kanâate vâs›l oldu¤unda tekrar ayn› fliddette taarruza geçmekte tereddüt etmeyecektir. fiu hâlde, Kantç› terimleri kullanacak olursak, böyle bir bar›fl, ancak ve yaln›z, içinde gizli bir savafl›n tohumlar›n› tafl›yan muvakkat bir bar›fltan, bir taraf›n bir di¤eri üzerinde hükümranl›k kurmas›yla sonuçlanan ve dolay›s›yla da yeni bir savafl›n tohumlar›n› atan ve sâdece bir savafl› sona erdirecek olan “Bar›fl Andlaflmas›” (Pactum Pacis) hâlinden, amac›, antlaflmaya taraf olanlar›n bütün haklar›na harfiyyen riâyet eden, içinde hiçbir gizli savafl›n tohumlar›n› tafl›mayan âdil ve kal›c› ve bütün savafllar› sona erdirecek olan “Bar›fl ‹ttifâk›” (Foedus Pacificum) hâline geçifl ile sa¤lanabilir.71 Ne var ki, mutlak referans› kendisi oldu¤u için sorumlulu¤u yine yaln›zca kendisine karfl› olan ve herfleyin merkezine kendisini alan ‹nsan üzerine müesses Modernite’nin içinden yap›lacak okumalar ile ‹nsan ve Tabiat aras›nda, ebedî bir bar›fl kurulmas› mümkün görünmemektedir. Ebedî Bar›fl, merkeze, bu flekilde bir “mutlak insan” al›narak kurulamaz; çünkü Mutlak ‹nsan, kendisini, sözleflme akdedece¤i taraf›n, yâni Tabiat’›n, yarat›c›s› olarak gören ve yarat›c›s› oldu¤u için de diledi¤i tasarrufta bulunma hakk›n›n mevcut oldu¤una inanan insand›r. Tabiat ile, tam âdil bir sözleflme ve içinde hiçbir gizli savafl›n tohumlar›n› tafl›mayan, bir dah asla ihlâl edilmeyecek ebedî bir bar›fl, bir “Ebedî Tabiat Bar›fl›”, ancak, flu iki önflart›n tart›flmas›z kabûlü ile mümkün olabilir: ‹lkin, ‹nsan, “bu-dünya”ya, di¤er ad›yla Tabiat’a, fieylerin Âlemi’ne, Res Extensa’ya âit de¤ildir; O’nun varl›k âlemindeki as›l yeri Res Cogitans olup bu-dünyada misâfereten bulunur ve ana vatan› olmayan Res Extensa üzerinde, bizzat gücü yetiyor olmaktan veya hattâ var-olmaktan gelen bir hükmetme hakk› olamaz; tahakküm ise hiçbir flekilde hak s›n›f›na dâhil edilemez. ‹kincileyin, Tabiat, ‹nsan’›n eseri de¤ildir, O’nun taraf›ndan yarat›lm›fl olmay›p, O’na verilmifltir; ama bu bir mutlak boyun e¤dirilifl, bir mutlak temellük de¤il, O’nu kendi özüne ayk›r› olan bu varl›k âlemine misâfeten gönderen taraf›ndan bir emâneten verilifltir. ‹nsan tabiatiyle Tabiat’› kullanacak, O’nun üzerinde tasarrufta bulunacak ve O’nu tüketecektir; ama Tabiat ‹nsan’a emâneten verilmifl oldu¤u için, emâneti veren bir gün mutlaka emânetinin hesâb›n› soracakt›r. Bu iki flart, sözleflmenin taraflar›n›n bütün hak ve hukuklar›n› en ideal flekilde tesbit edecek olan bir numaral› referans olacakt›r; çünkü, antlaflmay› çi¤neyen taraf olan ‹nsan, bu takdirde, varl›k âlemindeki yerini müdrik olmakla kendisini de¤il, “kendisini ve herfleyi aflan”› merkez ve referans alaca¤› için, sözleflmedeki as›l muhâtab›n›n da, kendisini her ân gözetleyen ve birgün kaç›n›lmas› mümkün olmayan bir dîvanda sîgaya çekecek olan “kendisini ve herfleyi aflan” oldu¤unun idrâkiyle, en yetkin ve en kâmil bir sorumluluk bilincine ve ahlâk›na ulaflm›fl olacakt›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 117 fiüphesi Modernite durdurulamaz; burada dikkat çekmek istedi¤im son ve en önemli husus, Modernite’nin durdurulmas› veya reddedilmesi de¤il, ›slah edilmesi, ‹nsan’›n ne ve kim ve varl›k âlemindeki yerinin ve de¤erinin ne oldu¤unu sa¤lam bir felsefî zemine dayanarak sa¤l›kl› bir flekilde aç›klayan ve buna dayanarak yeni bir modernite, di¤er bir ifadeyle bir “Yeni Modernite” inflâ edilmesidir: Bat› medeniyeti, insan›n kozmos fütühat› projesini bafllatmak ve devam ettirmekle, insanl›k aç›s›ndan çok önemli bir hizmeti ifa etmifltir. Fakat, buna karfl›l›k, Bat›, di¤er üç problem alan›nda (insan-insan, insan-toplum ve toplum-toplum münasebetleri) bu ayarda bir baflar› kazanamam›flt›r; hattâ, birçok bak›mdan, baflar›s›zl›klara u¤ram›fl oldu¤u aflikârd›r. Max Scheller’in meâlen söyledi¤i gibi, “kendi-d›fl›ndaki dünyay› fethe ç›kan insan, kendi-içindeki dünyada bozguna u¤ram›flt›r”. Fizikî dünya’y› ele geçirmeyi tek gaye edinen Bat› medeniyeti, ruhî-mânevî dünya’y› ihmal etmifl, bir nevi Frankenstein yarat›¤› ortaya ç›karm›flt›r. Bu sebeple, Bat› medeniyetinin insan-insan münasebetleri, insan-toplum münasebetleri ve toplum-toplum münasebetleri konular›nda, esas itibariyle, ruhîmânevî s›cakl›ktan yoksun, mekaniksel bir düzen tesis etmifl oldu¤unu söyleyebiliriz. ‹mdi, bir yandan maddeler dünyas›ndaki fütuhat devam ettirilirken, di¤er yandan da mânâlar dünyas›nda, yeni bir seferler serisine ihtiyaç vard›r. Madde-ruh dengesinin yeniden tesisi, “insan›n yeniden tan›m› ve keflfi” demektir ve bu da, önümüzdeki as›rlar›n hedeflerinin en önemlisi olmal›d›r. ‹nsan, unutulan insan, yeniden keflf edilmeyi beklemektedir. E¤er bu dengesizlik yok edilebilir veya optimal bir çözüme kavuflturulabilirse, müstakbel yeni ça¤, “‹nsanl›k Ça¤›” olarak da an›lmaya lây›k olabilir.72 3 118 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU D‹PNOTLAR 1 Kâinat’› ifâde etmek üzere, Bat› dillerine Latince’den gelen Nature ve Grekçe’den gelen Physis kelimeleri, orijinlerinde bir “do¤um” mânâs› tafl›maktad›rlar ki bu da, bu kültürlerin, Tabiat’›, ‘do¤an birfley’, yâni ezelî-kadîm de¤il hâdis olarak kabul ettiklerini göstermektedir; imdi, mâdem ki Kâinat ‘do¤an bir fley’dir, o hâlde kadîm olmad›¤› gibi bâkî de olamaz. Platon’un dedi¤i gibi, “her do¤an fley bozulmak zorundad›r”. [Eflâtun., Devlet., 546.a] Beri yandan ayn› “natura” kelimesi, do¤an bir varl›¤a ‘verilen’ ve onda de¤iflmeyen bâz› temel hassalar› da ifâde etmektedir ki bu bir bak›ma ‘tabiat’ kelimesinde de görülmektedir ve ayn› zamanda ‘f›trat’ karfl›l›¤› da olmaktad›r. Yine, bu ‘natura’ kelimesi, bu ikinci mânâs›yla Türkçe’ye dahi girmifltir; nitekim bir kiflinin naturas›, ondan de¤iflmeyen aslî karakteristik nitelikleri ifâde eden bir deyimdir. Natura kelimesinin bu ikinci anlam›, Tabiat’ta hilkaten mevcut, insan irâdesinden ba¤›ms›z kanunlar› ve bunlar›n tamâm›n› birden de ifâde etmektedir; fizikçi Sir Arthur Eddington’un “The Nature of the Physical World” eserinin bafll›¤› dahi bu konuda yeterli bir fikir verebilir. Bu îtibarla, Nature kelimesi, ayn› zamanda, birinci anlam›yla dahi, Kâinat’›n bir bütün olarak de¤iflmeyen ve de¤ifltirilemeyen bir varl›k olarak alg›land›¤› fleklinde dahi tefsîr edilebilir. Türkçe’deki ‘dünya’n›n ‹ngilizce’deki karfl›l›¤› olan World kelimesi Anglo-Saksonca ‘weorold / worold’ kelimesinden gelmekte olup dar kontekstteki fizikî anlam› Arz (Yer veya Yer-Yüzü; Earth) olup, sosyal anlamda, moral ve etik olarak da Bu-Dünya’daki insan hayat›n› ifâde etmektedir; buna mukaabil genifl kontekstteki anlam› Kâinat’d›r. Frans›zca’daki Monde kelimesi Latince ‘mevcut olan fleylerin birli¤i; mevcûdât’ mânâs›ndaki ‘mundus’tan gelmekte olup, fizikî anlam› dar kontekstte Arz, genifl kontekstte ise Kâinatt›r, sosyal anlam› ‘bu-dünya hayat›’ demektir ve ondan türetilen “mondaine” (‹ngilizcesi “mundane”) ise dünyaya âit olan, dünyaya mensub ve müteall›k veya dünyan›n alâyifline müptelâ, dünyevî, dünya-perest anlam›ndad›r. Arapça as›ll› olan Tabiat (Tabiah) kelimesi ise, ‘basmak; tab etmek’ anlam›ndaki ‘Tabaa’ kökünden gelmektedir ve ‘bas›lan’, yâni bir defada ve d›flar›dan verilen fley, de¤iflmez bir varl›k ve/veya nitelik demektir ve bu hâliyle, Latince’deki ‘natura’ya denk düflmekte oldu¤u söylenebilir. Meseleye bu aç›dan bak›ld›¤›nda, Türkçe’de — bir görüfle göre düpe-düz uydurma, bir görüfle göre de arkaik ‘toha’dan zorlanarak türetilen — “Do¤a” kelimesinin esas olarak ‘Physis’ ve ‘Kâinat’a, buna mukaabil “Tabiat” kelimesinin de ‘Natura’ya denk düfltü¤ünü düflünmekteyim. Yine Türkçeleflmifl bir kelime olan Kâinat da, Arapça ‘olmak, bulunmak’ anlam›ndaki ‘kâne’ fiilinden gelmekte olup, ‘kâin’in cemidir ve ‘olan fleyler’ anlam›ndad›r. Bu mant›k, Kâinat’›n, sonradan var-k›l›nan, yarat›lm›fl (muhdes) bir varl›k olarak alg›lanmas› anlam›nda yorumlanabilir. Nas›l ki Türkçe’deki ‘olmak’ fiili de bir hudûsu ve ‘oldurmak’ fiili de bir ‘var-›lma’, daha genifl ba¤lamda ‘yaratma’ anlam› tafl›makta ise, ‘kâne’ fiilinde de böyle bir anlam mündemiçtir. 2 “Felsefe araflt›rmalar›n›n en yüksek ere¤inin kendini-bilme oldu¤unu genellikle herkes onaylar. Bu erek, ayr› felsefe okullar› aras›ndaki bütün çat›flmalarda de¤iflmez ve sars›lmaz erek olarak kalm›fl, bütün düflüncenin kalk›fl noktas›, belirli ve de¤iflmeyen merkezi oldu¤unu kan›tlam›flt›r. En kuflkucu düflünürler bile kendini-bilme olana¤›n› ve zorunlulu¤unu yads›yamam›fllard›r.” [Ernst Cassirer., ‹nsan Üstüne Bir Deneme., s.13] 3 Bochenski, “Felsefe yaln›zca uzman kifliyi ilgilendiren bir ifl de¤ildir; çünkü öyle ilgi çekici görünür ki, felsefe yapmayan ola ki hiçbir insan yoktur. Ya da en az›ndan, her insan›n yaflam›nda filozoflaflt›¤› bir an vard›r” demektedir. [Felsefece Düflünmenin Yollar›., s.22]. Gerçekten de, felsefe en genifl ve en kapsay›c› anlam› olan hakîkat araflt›rmas› olarak ele al›nd›¤›nda, sâdece Voltaire’in kastetti¤i en yüksek düzeyde entellektüel bir u¤rafl olmaktan ç›kmakta ve herkesin, ama herkesin icrâ etti¤i bir zihnî faaliyet olmaktad›r. ‹flte benim “naif felsefe” terimi ile kastetti¤im, tam› tam›na budur. Nitekim, hayat›nda “ben kimim”, “nereden geliyorum, nereye gidiyorum”, “hayat nedir, ölüm nedir” vb. sorular› kendisine sormayan hiçbir kimse yoktur ki bu sorular felsefî sorulardan baflkas› de¤ildir; hattâ bu gibi sorular, tâ çocuklu¤un en erken dönemlerinden îtibâren sorulur. Her çocuk, ilk önce kendisini tan›maya çal›fl›r, biraz daha büyünce anne-babas›na, “kendisinin nas›l dünyaya geldi¤ini” sorar v.s. Ancak, naif felsefenin zirveye t›rmand›¤› nokta, hiç flüphesiz, “ölüm” ile karfl›lafl›ld›¤› ând›r; bu sebeple ölümün so¤uk yüzünün, hemen herkesi, muvakkat bir süre için de olsa, filozoflaflt›rd›¤›n› söyleyebilirim. 4 “Halk yüzeyinin çok üstündedir felsefe. Onun dilinden kitle anlamaz”. [Voltaire., Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler., s.XXIII 5 Kant., “Dünya Yurttafll›¤› Amac›na Yönelik Genel Bir Tarih Düflüncesi”., s.122-12 6 John Ulric Nef., Sanayileflmenin Kültür Temelleri., s.99, son sat›rla. 7 Burada, hem insan› hem de hayvan›, hattâ cans›zlar› îmâ etmesi ve hem “freedom” (serbestiyet) hem de “liberty” (hürriyet) kavramlar›n› müflterekn ifâde etmesi bak›m›ndan müphem bir terim olan “özgürlük” yerine, münhas›ran insnan› iflâret eden ve “liberty” anlam›na gelen “hürriyet” tercîh edilmifltir. [Özgürlük, Özgünlük, Özgüllük, Hürriyet gibi kavramlar›n özlü bir irdelemesi için, bkz: Abdülkadir ‹nan,., “Baz› Yeni Kelimeler Üzerine Düflünceler”., Türk Kültürü., Say›: 71, Y›l: VI, Eylül 1969., s.825-830] 8 “Dine karfl› düflünce” (libre-pensée) deyimi (1) XIX. Yüzy›l boyunca çok kez öfkeli yank›lar uyand›rm›flt›r çevresinde. Bugün bile ifl bitirici bir anlam tafl›maktad›r. Kimisi onu az ya da çok, bir meydan okuma olarak kullan›yor. Kimisi de düflmanca bir e¤leni diye kabul ediyor. Bununla birlikte böylesi duygular› do¤rulayacak hiç bir nitelik yok onda. Hangi kan›da olurlarsa olsunlar, bütün insanlar, Pascal gibi, onurumuzun düflüncede oldu¤unu kabulde birleflmektedirler. Herkes, bir fikre ba¤lanman›n, ancak bu ba¤lanma zor al- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 119 t›nda yap›lmam›flsa bir de¤er tafl›yaca¤› kan›s›nda. Rahatça diyebiliriz ki kiflio¤lu düflündü¤ü her sefer özgürdür, ya da özgürleflmektendir; ve bu, yol gösterici olarak sadece gözleme, deneye, usa ba¤lanan kimse için ne kadar do¤ruysa, düflüncesini bir Tanr›ya ba¤layan kimse için de o kadar do¤rudur. Burdan, özgür düflünce deyiminin, bölünme ve çat›flmalara meydan vermekten uzak, bir birlik ilkesi olmas› gerekti¤i sonucuna var›labilir. Bu denemenin sonunda, özgür düflüncenin savafl giysilerini üstünden atarak bir dirlik düzenlik iflçisi olmas› gerekti¤ini belirtme¤e çal›flt›¤›ma göre, böyle bir sonuca ulaflmaktan kaçm›yor olamam. Ancak, bu arada, flu gerçe¤i belirtmeliyiz ki, kelimeler, temsil ediyor say›ld›klar› soyut de¤erleri, tarihin onlara yükledi¤i somut de¤erler kadar kavrayam›yor. Bu noktadan hareket edildi¤inde özgür düflüncenin yüzy›llar boyunca karfl› koyucu ve dine karfl› koyucu özelli¤i yads›nmaz. Herhangi bir sözlü¤ü aç›n, flunu okuyacaks›n›z: “Dine karfl› düflünür (libre-penseur): her fleyi özgürce incelemenin yöndefli.” Böylece anl›yoruz ki, “dine karfl› düflünür” ya da “özgür-düflünür”, her türlü inan›fl› inceleme¤e ve elefltirme¤e, her türlü sorunu tart›flma¤a hakk› olan adamd›r; o bu hakk› kullan›rken hiç bir engel ya da k›s›tlama olmayacakt›r, inanan kiflinin (mümin) de araflt›rma hakk› vard›r; ancak bu hak sadece baz› alanlarda geçerlidir: bir Tanr›n›n konuflmad›¤›, bir Kilisenin ilkelerini belirtmedi¤i alanlarda mümin kifli de düflüncesini rahatça gelifltirebilir; ama onun düflüncesi Göksel Esin do¤rular›n›n efli¤ine gelir gelmez e¤ilmek zorundad›r; çünkü nice güçlü olursa olsun, Scot Erigene’in deyimiyle superat omnem intelectum özellik tafl›yan tanr›sal usun alt›nda kalmaktad›r. [Albert Bayet., Dine Karfl› Düflüncenin Tarihi., s.5-6] 9 Immanuel Kant., “Ayd›nlanma Nedir?” Sorusuna Yan›t., Çeviren: Nejat Bozkurt., s.139-148 10 Ciaran Cronin., “Kant’s Politics of Enlightenment”., Journal of the History of Philosophy., p.51 11 Voltaire., “Liberté de Penser” (Düflünce Özgürlü¤ü., Felsefe Sözlü¤ü., C: II., s.162 12 “Dine karfl› düflünce” (libre-pensée) deyimi (1) XIX. Yüzy›l boyunca çok kez öfkeli yank›lar uyand›rm›flt›r çevresinde. Bugün bile ifl bitirici bir anlam tafl›maktad›r. Kimisi onu az ya da çok, bir meydan okuma olarak kullan›yor. Kimisi de düflmanca bir e¤leni diye kabul ediyor. Bununla birlikte böylesi duygular› do¤rulayacak hiç bir nitelik yok onda. Hangi kan›da olurlarsa olsunlar, bütün insanlar, Pascal gibi, onurumuzun düflüncede oldu¤unu kabulde birleflmektedirler. Herkes, bir fikre ba¤lanman›n, ancak bu ba¤lanma zor alt›nda yap›lmam›flsa bir de¤er tafl›yaca¤› kan›s›nda. Rahatça diyebiliriz ki kiflio¤lu düflündü¤ü her sefer özgürdür, ya da özgürleflmektendir; ve bu, yol gösterici olarak sadece gözleme, deneye, usa ba¤lanan kimse için ne kadar do¤ruysa, düflüncesini bir Tanr›ya ba¤layan kimse için de o kadar do¤rudur. Burdan, özgür düflünce deyiminin, bölünme ve çat›flmalara meydan vermekten uzak, bir birlik ilkesi olmas› gerekti¤i sonucuna var›labilir. Bu denemenin sonunda, özgür düflüncenin savafl giysilerini üstünden atarak bir dirlik düzenlik iflçisi olmas› gerekti¤ini belirtme¤e çal›flt›¤›ma göre, böyle bir sonuca ulaflmaktan kaçm›yor olamam. Ancak, bu arada, flu gerçe¤i belirtmeliyiz ki, kelimeler, temsil ediyor say›ld›klar› soyut de¤erleri, tarihin onlara yükledi¤i somut de¤erler kadar kavrayam›yor. Bu noktadan hareket edildi¤inde özgür düflüncenin yüzy›llar boyunca karfl› koyucu ve dine karfl› koyucu özelli¤i yads›nmaz. Herhangi bir sözlü¤ü aç›n, flunu okuyacaks›n›z: “Dine karfl› düflünür (libre-penseur): her fleyi özgürce incelemenin yöndefli.” Böylece anl›yoruz ki, “dine karfl› düflünür” ya da “özgür-düflünür”, her türlü inan›fl› inceleme¤e ve elefltirme¤e, her türlü sorunu tart›flma¤a hakk› olan adamd›r; o bu hakk› kullan›rken hiç bir engel ya da k›s›tlama olmayacakt›r, inanan kiflinin (mümin) de araflt›rma hakk› vard›r; ancak bu hak sadece baz› alanlarda geçerlidir: bir Tanr›n›n konuflmad›¤›, bir Kilisenin ilkelerini belirtmedi¤i alanlarda mümin kifli de düflüncesini rahatça gelifltirebilir; ama onun düflüncesi Göksel Esin do¤rular›n›n efli¤ine gelir gelmez e¤ilmek zorundad›r; çünkü nice güçlü olursa olsun, Scot Erigene’in deyimiyle superat omnem intelectum özellik tafl›yan tanr›sal usun alt›nda kalmaktad›r. [Albert Bayet., Dine Karfl› Düflüncenin Tarihi., s.5-6] 13 A. L. Lilley., “Modernism”., Encyclopaedia of Religion and Ethics., Vol. 8., s.763.sü:1 14 Briggs, Prof. Charles A., “ The Encyclical Against Modernism”., North American Review., No: 187., 1908: Jan./June., p.199 v.dv 15 Baykan Sezer., “Ça¤dafllaflma: Bat› Egemenli¤inin Günümüzdeki Tasas›”., Yeni Toplum., Say›: 1, May›s-Haziran 1992., s.8, sü: 2 16 Descartes., Metot Üzerine Konuflma., Bölüm: VI., s.64-65 17 Mümtaz Turhan., Kültür De¤iflmeleri., M.E.B. Yay›nlar›., ‹stanbul, 1969., s.351 18 Bkz: Thorstein Veblen., “The Place of Science in Modern Civilization”., The American Journal of Sociology., Vol. 11, No. 5., March 1906., pp.585-609 19 Aristoteles., Metafizik., I. Kitap., 993 b20 (Ahmet Arslan çevirisi., s.150) 3 120 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU 20 Aristoteles., Metafizik., I. Kitap., 982.b25. (Ahmet Arslan çevirisi., s.88) 21 “... felsefe yapan cahillerin kitaplar› - bunlar ünlü fizikçiler, yazarlar, politikac›lar da olsalar - genellikle kötüdür; ço¤u kez yaln›zca çocuksu-safdil, ço¤u kez de yanl›fl felsefe içerirler./...” [J. M. Bochenski., Felsefece Düflünmenin Yollar›., s.22] 22 “... (Epikuros...) Bilimin, toplumu hurafelerden ve tiranl›ktan kurtarmas› için insana esin kayna¤› olacak, dünyaya iliflkin bir görüfl aç›s› sa¤lamas›n›n gerekti¤ini düflünüyordu. “Epikuros, bilimin önemli oldu¤unu, çünkü yaln›zca bilimin bize mutluluk verebilece¤ini vurguluyordu. Do¤an›n incelenmesi yaln›zca bir insan›n di¤er insanlar karfl›s›nda güç iddias›nda bulunmas› ve bunu kan›tlamas› amac›yla yap›lmaz; tam tersine, bu incelemenin amac› sadece d›fl görünüfle önem vermekle yetinmeyen, hakiki kiflisel niteliklerin k›ymetini bilme yetene¤ine sahip ciddi ve ba¤›ms›z bireyler yaratmakt›r. Pythocles’e yazd›¤› bir mektupta Epikuros, bir fenomeni aç›klayabilme yetene¤inin bu fenomenin ortaya ç›k›fl›ndan daha önemli oldu¤unu söyler. Göksel fenomenlerin yeryüzünde ortaya ç›kan do¤a fenomenleriyle benzerlik kurularak aç›klanmas› ve bir aç›klama olarak “kutsal do¤a”ya asla baflvurulmamas› gerekir. /... “Epikurosçular teolojiyi reformdan geçirme giriflimlerinde otoriter iktidara karfl› daha iyi savunabilmek için, dini ve do¤a yasalar›n› birbirinden ay›rmaya çal›fl›yorlard›. Amaçlad›klar› bu reformlar gerçekleflti¤i takdirde tanr›lar bu dünya üzerindeki hakimiyetlerini yitirmeye bafllayacaklar ve yaln›zca bilge insanlar›n vicdanlar›n› biçimlendiren› aflk›n birer bilgi ve mutluluk etkeni haline geleceklerdi. Tanr›lar konusundaki bu görüfl aç›s› ayn› zamanda tanr›lar›n fiziksel evrende ve insan›n toplumsal hayat›nda olup bitenlerden sorumlu tutulamayacaklar›n› ima ediyordu.” [Augusto Forti., “Eskiça¤da Bilim, Felsefe ve ‹ktidar”., Bilim ve ‹ktidar., Editör: Federico Mayor, Augusto Forti içinde, s.16-17] 23 Yusuf Has Hâcib., Kutadgu Bilik., Beyit: 281 24 “Grekler bir teorinin güzel veya basit olmas› lüzumunu müdafaa ederlerdi; Nevvton bu flarta bir de neticelerin bütün hakikatlere uygun düflmesi lüzumunu eklemifl oldu. Neticelerin baz› hakikatlere uygun düflmesi kâfi gelmez, belki bütün hakikatlere uygun düflmelidir. Newton’un opti¤e ait eseri, bu eser yüzünden otoritesinin ziyadesile artmas› ve ölümünden sonra geçen bir as›r içinde bütün terakkiyi durdurmas› bak›m›ndan, bilhassa enteresand›r. Newton’den bir as›r evvel Aristo mesle¤ine karfl› koyanlar kiliseye karfl› isyan etmifl addedilirdi. Newton’un ölümünden sonra geçen bir as›r içinde Newton’a karfl› ç›kanlar imans›z de¤ilse de terbiyesiz addedilirdi; halbuki iki vak’ada Newton’un yanl›fll›¤› görülmüfltü. Nevvton’un zaman›nda merceklerin küresel aberasyon olay› biliniyordu. Ondan evvel Descartes hiperbolik yüzlü merceklerin bu hatadan kurtulmufl oldu¤unu bildirmiflti. Bir prizma ile Günefl ›fl›¤›n›n bir dispersiyonu üzerinde deneylerine güvenen Newton bir gün kromatik aberasyon dedi¤imiz hatan›n mercekler için tabiî bir özelik olmas› bak›m›ndan ifna edilemiyece¤ini bildirmiflti. Newton mercekli teleskoplar›n art›k ›slah edilemiyece¤ini ve biricik ümidin aynal› teleskoplar›n ›slah›nda yatt›¤›n› iddia etmiflti. Bu yüzden mercekli teleskoplar›n tekâmülü pek geçe kalm›flt›r. Newton ›fl›¤›n korpüksül teorisini müdafaa etmekle muas›rlar›ndan dalga teorisini müdafaa eden Huygens (1629-1695) ile Robert Hooke (1635-1703) e karfl› koymufltu. Newton ince filimlerdeki renkler ve interferansa ait di¤er baz› olaylar› biliyor idise de bunlar› dalga teorisile izah edece¤i yerde “ra’fleler”-(fits) ile müterafik korpüsküllerine kolay yans›ma ve kolay geçifl hassalar›n› vermek yolunu tuttu. Nevvton’un bu vadideki mütalealar› on dokuzuncu asr›n bafllar›na gelinceye kadar fizikçileri ileri gitmekten al›koydu. Hattâ Young’un 1800 senesinde ilân etmifl oldu¤u interferans deneyleri yüzünden Young, Newton otoritesinin hâkim olmas›ndan dolay›, muas›r ilim adamlar›n›n fliddetli hücumlar›na u¤ram›flt›. Nihayet 1850 senesinde ›fl›¤›n su içindeki h›z›n›n tayinine gelinceye kadar dalga teorisi kök salmam›flt›.” [G. E. M. Jauncey., Modern Fizik., s.21-22] 25 Louis Marin., “Pascal ve 17. Yüzy›l Bilim Devrimi” Çev.: N. H›z›r., Araflt›rma., Say›: I, Ankara, 1963., s.240 26 Bertrand Russell., Bat› Felsefesi Tarihi., s.539, st.1 27 Msl., bkz: Tamara Albertini., “Crisis and Certainty of Knowledge in Al-Ghaz_l_ (1058-1111) and Descartes (1596-1650)”., Philosophy East & West., January 2005, Vol: 55, Issue: 1, pp1-14; Hayrani Alt›ntafl., ““El-Munk›z mine’d-Dalal ile “Metod Üzerine Konuflma” Aras›nda Bir Benzerlik Var m›d›r?”., Felsefe Dünyas›., Say›: 5., Ekim 1992., Ankara., s.24-39 28 Durmufl Hocao¤lu., “Gazzâlî ve Descartes’da Varl›k, ‹nsan ve Bilgi”., Yeni Toplum., Say›: 2., Eylül-Ekim 1992., ‹stanbul., s.99-109 29 Descartes., Metot Üzerine Konuflma., Çev.: M. Karasan., M. E. B. Yay›nlar›., 3ncü bask›., ‹stanbul, 1967., Bölüm: 5, özellikle bölüm sonlar› (s.56 v.dv.) Ayr›ca, bkz.: Peter Harrison., “Descartes on Animals”., The Philosophical Quarterly., Vol. 42, No. 167., pp.219227 30 De La Mettrie., ‹nsan, Bir Makina., s.77-78 31 Burada, ‹nsan’›n konuflma yetene¤ini ele alan Darwin’in, “... heceli konuflma yetisinin kendisi, insan›n afla¤› bir biçimden geliflmifl 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 121 oldu¤u inanc›na hiçbir engel ç›karmamaktad›r” [‹nsan›n Türeyifli., s.124] fleklindeki ifâdesine baflvurmay› ve eserinin hemen yerinde ‹nsan’› Hayvan ile birlikte anarken, Hayvan için, “Afla¤› Hayvan” ifâdesini kulland›¤›n› hât›rlatmay› yeterli görüyorum. 32 Robert B. Downs., “Bölüm: 14: En UygununYaflamas›: Türlerin Kökeni, Charles Darwin.”, Dünyay› De¤ifltiren Kitaplar içinde, s.274., pr.1 33 “(Muhâfazakâr ayd›nlar aras›nda) Felsefe’nin meflrûlaflt›r›lmas›n›n zorlu¤una, s›k›nt›lar›na ve tam olarak baflat› elde edilebilemesine mukabil, modern bilimler’in meflrûlaflt›r›lmas›, yani modern bilimler ile bar›flma, daha rahat ve sanc›s›z, daha tepkisiz olmufl ve büyük ölçüde tamamlanm›flt›r. Hattâ, bu bar›flma’n›n, k›sa bir müddet sonra, muhafazakâr modernist ayd›nlar aras›nda yeni ve de¤iflik bir ilgiye dönüflmekte oldu¤una dahi flahit olunacakt›r.” “Bir kere ne de olsa, bilim, felsefe gibi ‘polarize’ de¤ildi; ‘nötr’ bir yan› vard›. Bunun yan›nda flu husus da son derece önemli bir rol oynam›flt›r: ‹slâm düflünce tarihinde bir disiplin olarak felsefe hakk›nda verilen afla¤›lay›c› hükümler ilim için hiçbir zaman verilmemifltir. ‹lim’in flu nevi’nin bu nevi’ne üstün tutulmas› ve bunun sonucunda dünyevî ilimlerin itibardan düflmesi ayr› bir mesele olup, bir disiplin olarak ilim, bizzat ve bizâtihî ilim, herhangi bir sûrette bir red ve elefltiri nesnesi olmam›flt›r. Yani bir disiplin olarak ilimin ibra edilmeye zaten ihtiyac› yoktu; ibra edilecek olan fley, modern ilimler idi. Yap›lacak olan fley, modern ilimler ile tan›flmak ve bar›flmak idi. Bu konuda da, önemli bir direnç oldu¤u söylenemez. Bunun yan›nda, imparatorluk döneminde geçen asr›n iptidalar›ndan itibaren aç›lm›fl olan okullarda yürütülen tedrisat›n da zamanla yayg›nlaflmas›n›n önemli bir rolü oldu¤u muhakkakt›r. Bu da muhafazakâr modernizmin, Osmanl› sekülerli¤inin bir ürünü oldu¤unun bir baflka kan›t›d›r: Fakat muhafazakâr modernistler, daha önce de sözü edildi¤i gibi, sadece felsefe ve modern ilimler ile bar›flmakla kalmad›lar, lâkin daha da ilerisine giderek, modern bilimlerden, o zamana kadar bilinmeyen, yep-yeni ve heyecan verici bir fley ç›karsamakta gecikmediler: modern bilimler, zannedildi¤inin, ya da pozitivist/materyalist/ ateist ayd›nlar›n iddia ettiklerinin aksine, ‹slâm inanc›n›n karfl›s›nda de¤ildirler; tam aksine, modern bilimler, ‹slâm inanç temelleri ile son derece uyum içindedirler.” “Bu, art›k modern bilimlerin meflrûiyeti için yeterli derecede kuvvetli bir senet oldu¤u halde, bundan daha büyük ve daha kökten önemli, daha heyecan verici, daha ileri bir fley keflfedildi: Modern bilimler, sadece ‹slâm ile uyum ile uyum içinde olmakla kalmamaktad›rlar, fakat bizzat ‹slâm’› tasdik etmektedirler! Yani modern ilimler bu bak›mdan hattâ tarafs›z, nötral bile de¤ildirler, yeni bir polariteleri keflfolunmufltur: Modern ilimler, ‹slâm’›n taraf›ndad›rlar!” “Bundan sonras›, art›k yeni ve fakat ad› konmam›fl bir 盤›r›n, benim burada Muhafazakâr/Fideist Siyantizmi ve Pozitivizmi diye adland›rmak istedi¤im bir fikir 盤›r›n›n teflekkülü olacakt›r. Bu hareket, özellikle kozmoloji sahas›nda, modern bilimlerin verilerini, adetâ Kur’ân âyetlerinin “kâinat denen kitab” (Kitâb-› Kâinat)’da somutlaflm›fl, cisimleflmifl yans›malar›, tezahürleri gibi görmüfllerdir. Böylece, muhafazakâr ayd›nlar çok önemli bir s›k›nt›lar›n› b›çakla kesercesine kesip atm›fllar, ortadan kald›rm›fllard›. Ayr›ca, bunun kadar önemli olan bir baflka fley daha elde etmifllerdi: Materyalist/ ateistlerin elinde ve tekelinde bulunan en önemli silahlar›n› ellerinden almakla kalmam›fllar ve fakat bu silah› ters çevirerek onlar›n gö¤üslerine dayam›fllard›.” [Durmufl Hocao¤lu., Laisizm’den Millî Sekülerizm’e., s.210-211]. Ayr›ca, bkz.: Durmufl Hocao¤lu., “XIX. Yüzy›l Sonu ve XX. Yüzy›l Bafllar› Osmanl›-Türk Düflüncesinde Ateistik ve Fideistik Pozitivizm ve Siyantizm’e Bir Örnek Olmak Üzere ‹ki Farkl› Kozmos Anlay›fl›”., Yeni Türkiye., Y›l: 6, Say›: 33 34 “‹çinde maddenin hareket etti¤i fley sonsuz bir çevrim,, yörüngesini ancak dünyasal y›l›m›z›n uygun bir ölçü olamayaca¤› zaman dönemleri içinde tamamlayan bir çevrim, içinde en yüksek geliflme zaman›n›n, organik yaflam zaman›n›n ve daha önemlisi do¤an›n ve kendi kendilerinin bilincine ermifl varl›klar›n›n zaman›n›n, yaflam ile özbilincinin geçerli oldu¤u uzay›n s›n›rl›l›¤› kadar dar bir çevrimdir; ister günefl ya da bulutsu buhar olsun, ister bir hayvan ya da hayvan cinsi olsun, ister kimyasal birleflme ya da ayr›flma olsun, eflit ölçüde geçici olan ve içinde hiç bir fleyin sonsuz olmad›¤›, ama sonsuz olarak de¤iflti¤i, sonsuz olarak hareket eden, hareketini ve de¤iflimini yasalara göre yapan maddenin sonlu biçimdeki varl›¤›n› içeren bir çevrimdir. Ama bu çevrim, zaman ve uzay içinde ne kadar s›k ve ne kadar amans›zca tamamlan›rsa tamamlans›n; kaç milyonlarca günefl ve dünya do¤up kaybolursa kaybolsun; yaln›z bir günefl sisteminde ve yaln›z bir gezegende organik yaflam koflullar› ortaya ç›k›ncaya dek ne kadar zaman geçerse geçsin; aralar›ndan düflünebilen beyne sahip hayvanlar›n geliflmesine, ve k›sa bir zaman için yaflam koflullar›n›n ortaya ç›k›p sonra gene ac›mas›zca ortadan kald›nlmas›na dek ne kadar çok organik varl›klar meydana gelip ve daha sonra gene yok olursa olsun — maddenin bütün dönüflümleri içinde, sonsuza dek ayn› kalaca¤›, hiç bir niteli¤inin hiç bir zaman kaybedilemeyece¤i ve bu yüzden ayn› zamanda da ayn› sars›lmaz zorunlulukla yeryüzünün en yüce yarat›¤› düflünen akl› yokedecegi ve bir baflka yerde, bir baflka zaman onu yeniden üretece¤i konusunda kuflkumuz yoktur.” [Engels., Do¤an›n Diyalekti¤i., s.57-58] 35 Engels., “Maymundan ‹nsana Geçiflte Eme¤in Rolü”., Do¤an›n Diyalekti¤i., s.216-232 36 Max Scheler., ‹nsan›n Kozmostaki Yeri., s.11 37 Ernst Cassirer., Bölüm I: “‹nsan Nedir?”., ‹nsan Üstüne Bir Deneme.,s.31 38 Takiyettin Mengüflo¤lu., “Birinci Kitap: ‹nsan›n Varl›k Yap›s› ve Nitelikleri”., ‹nsan Felsefesi., s.32 v.dv. 3 122 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU 39 Bkz.: F. R. Tennant., “Original Sin”., Encyclopaedia of Religion and Ethics., Vol: 9., pp.558-s.565 40 Voltaire., “Péché Originel (‹lk Günah)”., Felsefe Sözlü¤ü., C: II., Çev.: Lütfü Ay., s.268 41 Louis Liard., Descartes., p.35 (“Chapitre Preimer: La Mathématique Universelle”) 42 Descartes, Akl›n ‹daresi ‹çin Kurallar., IV., M. Karasan trc., s.22-23 43 Bkz.: Durmufl Hocao¤lu., “Descartes Felsefesi’nde Bir Problem Alan› Olarak Ahlâk”., Do¤u Bat›., Y›l: 1., Say›: 04., A¤ustos 1998, Ankara., s.85-97 44 “Hakikatte ancak ve yaln›z Tanr›'d›r ki, tam mânâs›yla hakîmdir, yani herfleyin hakikat›n› bütün aç›kl›¤›yla bilir... fakat denilebilir ki,insanlar, daha pek mühim hakikatlar hakk›nda az veya çok bilgi sahibi olduklar› nisbette az veya çok hikmet sahibidirler.” [Descartes., Felsefenin ‹lkeleri., Önsöz (Kitab› Latinceden Frans›zca çevirene Müellifin Mektubu), s.7., st: 25] 45 “.../Descartes’›n metoda, bütün bilim kollar› için, bilhassa felsefe için, sa¤lamca ortaya konacak olan bir araflt›rma ve güvenlik yoluna ba¤lad›¤› sonsuz umut do¤ru ç›kmam›flt›r. Her nesnenin hakikatini meydana ç›karabilecek olan bu yeni bulunmas› gereken metod, Descartes’tan beri birçok filosoflar›, son olarak da, bir bilim diye anlafl›lan felsefenin fenomenolojik bir gidifle dayanan tasar›s›nda, Husserl’›, planl› bir gayretle doldurmaktad›r. Ama, her defas›nda, bu iddian›n pckçok afl›r› bir iddia oldu¤u ortaya ç›km›fl, tasarlanan fleyin bir utopia oldu¤u görülmüfltür. Buna yak›ndan ba¤l› olarak, Descartes’›n bir plan›, kendisinden sonra Leibniz’in büyük bir gayretle eleal›p ileri götürdü¤ü ‘mathesis universalis’, matematik bir modele göre kurulmufl olan üniversel bilim plan› da y›k›lm›flt›r. O zamandan beri geçen yüzy›llarda, bu üniversel bilimin yerine, pek çeflitli olan ve boyuna çaprafl›klaflan bir bilimler dokusu geçmifltir: metodlar› ve sonuçlar› bak›m›ndan genifl ölçüde birbirilerinden ba¤›ms›z olan bu bilimler, hiçbirvakit kendiliklerinden bir uyuma eriflememifllerdir. Buna bir de, hem felsefenin, hem de, yüklendi¤i iflin karfl›s›nda, bilimlerin, gittikçe daha aç›k olarak beliren ayr›l›¤› eklenmektedir. Bir kere elde edildi mi, felsefe gelene¤inin bütün düflünme-biçimlerinden ayr›lmak suretiyle, dünya, insan ve tanr› üzerinde kesin, flüphe götürmez bir bilginin kurulmas›n› mümkün k›lan ve büsbütün aç›k temellere dayanmakla kalmay›p (sonradan Fichte’nin de istedi¤i gibi) tek bir ilkeden kalkan bir metafisik’e varmak çeflidinden Descartes’a ait, — uyart› olarak pek etkisi olan —, büyük bir iddia da y›k›l›p gitmifltir.” [Heinz Heimsoeth., “Filosof Olarak Descartes”., s.1-2] 46 Vercors., ‹nsan ve ‹nsanlar., s.8 47 Albert Einstein, Leopold Infeld., Fizi¤in Evrimi., s.80., pr.3 48 Louis de Broglie., Madde ve Ifl›k., s.II (Önsöz) 49 Werner Heisenberg., Ça¤dafl Fizikte Do¤a., s.45 50 Descartes., Metot Üzerine Konuflma., Bölüm: I., s.11, st: 11., Discours de la Méthode., Première Partie, p.131. pr.2 51 Fritjof Capra., Bat› Düflüncesinde Dönüm Noktas›., s.54-55. Bacon’›n Novum Organum’unun konu bafll›klar›nda, ‹nsan’›n Tabiat üzerine tek yanl› hükmeden bir monark olarak tasvîrini iflâret eden “‹nsan›n Krall›¤›” (The Kingdom of Man) ibâresi, bu bak›mdan çok dikkat çekicidir. [Bkz: Francis Bacon., The New Organon, or, True Directions Concerning of Nature., Bacon Selections., Edited by Matthew Thompson Mc Lure., Copyright 1928, by Charles Scribner’s Sons., USA..,pp.269-432]. Orjinali Latince olan kitab›n baflka bir ‹ngilizce tercümesindeki bafll›klar daha da vurgulu hâle getirilmifltir: Birinci Kitap: “Tabiat›n Yorumu ve ‹nsan›n Saltanat› Üzerine” (On The Interpretation of Nature and The Empire of Man); ‹kinci Kitap: “Tabiat›n Yorumu ve ‹nsan›n Hükümranl›¤› Üzerine” (On The Interpretation of Nature and The Reign of Man). [Bkz.: Lord Bacon., Novum Organum., Etided by Joseph Devey, M.A., New York., P.F. Collier, 1902.]. Kitab›n Türkçe tercümesine bölüm bafll›klar› konmam›flt›r [Bkz.: F. Bacon., Novum Organum, Tabiat›n Yorumu ve ‹nsan Alemi hakk›nda Özlü Sözler., Çeviren: Sema Önal Akkafl., Ankara Mart 1999]. 52 Msl.: C. Singer., A Short History of Science., p.226-230 53 Msl., klasik bir kaynak olarak, bkz.: W.H. Kent., “Demonology”., The Catholic Encyclopedia (1908)., Vol.: IV. Yeni bir makale için, bkz: Debra Higgs Strickland,., “Monsters and Christian Enemies” 54 P. Smith., Rönesans ve Reform Ça¤›., s.201-202 55 Elekronik bir versiyonu için, bkz: The Malleus Maleficarum (The Witch Hammer) of Heinrich Kramer and James Sprenger., First Published in 1486., Unabridged online republication of the 1928 edition. Introduction to the 1948 edition is also included. Translation, notes, and two introductions by Montague Summers. A Bull of Innocent VIII. 56 Josep Fontana., Avrupa’n›n Yeniden Yorumlanmas›., s.181 57 Joseph Conrad., Karanl›¤›n Yüre¤i., s.38 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 123 58 Söz konusu saha çal›flmas›nda deneklere yöneltilen sorular, “çok ›rkç›”, “oldukça ›rkç›”, “biraz ›rkç›”, “hiç ›rkç› de¤il” fleklinde dört kategori üzerinden tasnif edilmifl olup, 18-19 Aral›k 1997’de “Avrupa Irkç›l›k Karfl›tl›¤› Y›l›” münâsebetiyle Lüksemburg’da yap›lan kapan›fl konferans›nda takdim edilen ilk sonuçlar› kapsayan belgelerde, ilk üç kategorinin toplam› olarak, “evet, ›rkç›y›m” diyenlerin Avrupa Birli¤i üyesi onbefl ülkeye göre da¤›l›m› flöyle: Belçika: %81; Danimarka: %83; Almanya: %68; Yunanistan: %57; ‹spanya: %51; Fransa: %75; ‹rlanda: %55; ‹talya: %65; Lüksemburg: %46; Hollanda: %76; Avusturya: %74; Polonya: 42; Finlandiya: 78; ‹sveç: %58; ‹ngiltere (Birleflik Krall›k): %65; EU 15: 15 AB ülkesinin ortalamas› ise flu flekilde: Çok ›rkç›: %9, Oldukça ›rkç›: %24, Biraz ›rkç›: %33; Irkç›l›k toplam›: %66, Irkç› olmayan: %34. [“Racism and Xenophobia in Europe”., Eurobarometer Opinion Poll no 47.1., First results presented at the Closing Conference of the European Year Against Racism., Luxembourg, 18 & 19 December 1997., p.2] 59 K. Jaspers., Felsefeye Girifl., s.27 60 Mary Wollstonecraft Shelly., Frankenstein., s.289 61 Mary Wollstonecraft Shelly., Frankenstein., s.53 62 Joseph H. Keenan., Thermodynamics., p.83 v.dv 63 John Cottingham., Descartes Sözlü¤ü’nden naklen., s.160, pr: 2 64 Kant., “Dünya Yurttafll›¤› Amac›na Yönelik Genel Bir Tarih Düflüncesi”., Üçüncü Önerme. 65 Canl›lar›n, husûsen insan›n Entropi’yi do¤al sürecin aksine, azalt›fl›na dâir, bkz: Leo Szilard., “On the Decrease of Entropy in a Thermodynamic System by the Intervention of Intelligent Beings”., Behavioral Science., 9:4., 1964: Oct., pp.301-310 66 Jeremy Rifkin, Ted Howard., Entropi, Dünyaya Yeni Bir Bak›fl., s.63, pr.2 67 Rousseau, 1749 y›l›nda Dijon Akademisi taraf›ndan aç›lan “ilimlerin ve san’atlar›n ihyâs› insanl›¤› ahlâken yükseltmifl midir?” konulu yar›flmaya kat›ld›¤› “‹limler ve Sanatlar Hakk›nda Nutuk” (Discours sur les Sciences et les Arts, 1750) isimli eserinde, esas îtibâriyle ahlâkî meselelere temas ederek, san’at, ilim, fen ve felsefe gibi inceliklere dalman›n, hâs›l› medeniyetin, bir cemiyeti yumuflatt›¤›n›, gevfletti¤ini, savaflç› rûhunu öldürdü¤ünü ve böylelikle bir yandan yabanc› güçler karfl›s›nda direncini k›rarak ve di¤er yandan da ahlâken ifsâd›na sebebiyet vererek topyekûn bir çöküfle yol açt›¤›n› ileri sürerek, medeniyet karfl›t› bir durufl sergilemifltir. Nitekim O’nun, meselâ, “Ahlâk üzerinde düflünürken, ilk ça¤lar›n sadeli¤ini hasretle anmamak mümkün de¤ildir” [‹limler ve San’atlar Hakk›nda Nutuk., s.32] flelindeki ifâdesi, tabiî (do¤al) hâl üzere yaflamay› medenî hâl üzere yaflamaya tercîh etti¤inin aç›k bir göstergesi olup bu cümlesinin hemen ilerisinde, Tabiî Hâl’in niçin Medenî Hâl’e tercîh edilmesi gerekti¤ini isbat sadedinden olmak üzere ileri sürmüfl oldu¤u “Hayatta rahatl›klar artt›kça, sanatlar ilerledikçe, lüks her tarafa yay›ld›kça mertlik bozuluyor; askerlik de¤erleri kayboluyor: bu da yine, kapan›k odalarda türeyen ilimlerin ve sanatlar›n iflidir./..../ savafla haz›rl›yan düzende ve ona benzer daha baflka düzenlerde, ilimlerle u¤raflmak yüreklere dirilik ve sa¤l›k vermekten çok, onlar› yumuflat›p kad›nlaflt›rmaya yar›yor. Romal›’lar, tablolar›, gravürleri, süslü vazolar› anlamakta, güzel sanatlar› yaymakta ileri gittikçe askerlik de¤erlerinin söndü¤ünü gizlememifllerdir” [a.e., s.32-33] ve “‹limler ve sanatlar askerlik de¤erleri kadar ahlâk de¤erleri için de zararl›d›r. Hayat›m›z›n daha ilk senelerinden kafalar›m›za yerleflen mânâs›z bir terbiye, düflüncemizi kötü bir yola sokuyor. Her tarafta aç›lm›fl büyük kurumlarda, birçok masraflarla yetifltirilen gençlere, as›l ödevlerinden baflka, ö¤retilmiyen fley yoktur. Çocuklar›m›z kendi dillerini bilmezler, ama hiçbir yerde konuflulm›yan baflka diller ö¤renirler; mânalar›n› zor anlad›klar› m›sralar düzerler; do¤ruyu yanl›fltan ay›rdetmesini bilmezler, ama onlar›, aldat›c› fikir oyunlariyle kimsenin anl›yam›yaca¤› bir hale sokmak sanat›n› edinirler; mertlik, hakseverlik, fedakârl›k, insanl›k, yi¤itlik kelimelerinin ne oldu¤unu bilmezler; güzel vatan sözü kulaklar›na hiç çal›nmaz; Allah›n ad›n› iflitirler, ama ondan çekinmez, sadece korkarlar.” [a.e., s.35-36] fleklindeki argümanlar›, ana fikri özlü bir biçimde aç›klamaya yeterli olsa gerektir. Özetle ifâde edildikte: Medenî Hâl, tabiî olan› bozmaktad›r; erkekleri kad›nlaflt›rmakta, sertliklerini yok ederek savaflç›l›klar›n› öldürmekte, insanlar› dinden, erdemden uzaklaflt›rmakta, ahlâks›zlaflt›rmakta, toplumsal bir ink›raza sebebiyet vermektedir; o hâlde yap›lmas› gereken, medenî hâlden tabiî hâle dönmektir. 68 Bu kitab›n ikinci bölümü daha sonra Felicia McCarren taraf›ndan tercüme edilerek müstakil bir hâlinde yay›nlanm›flt›r [Bkz.: Michel Serres., “The Natural Contract”., Trns. by Felicia McCarren., Critical Inquiry., 19: 1., 1992., pp.1-21] 69 Michel Serres., Do¤ayla Sözleflme., s.43 70 Michel Serres., Do¤ayla Sözleflme., s.46-47 71 Kant, “‹çinde Gizlenmifl Yeni Bir Harp Vesilesi Bulunan Hiçbir Andlaflma Bir Bar›fl Andlaflmas› Say›lamaz” bafll›¤› ile girifl yapt›¤›, bütün dünyay› ve bütün milletleri kapsayan bir “ebedî bar›fl” teorisi denemesinde bulundu¤u, küçük hacimli, ama önemli eserinde [Ebedî Bar›fl Üzerine Felsefî Bir Deneme., s.9], “Gerçekten, böyle bir andlaflma, bütün düflmanl›klar›n sona ermesi demek olan bar›fl de¤il, fakat ancak bir mütareke, bir silâh b›rak›m› olabilecektir. Bu çeflit bir bar›fla ebedî s›fat›n› da vermek, kuflku uyand›ran bir tekerlemeden baflka bir fley olmaz. Bir bar›fl andlaflmas›, ileride do¤mas› muhtemel (belki o s›rada taraflarca da bilinmeyen) bütün harp sebeplerini, — bunlar isterse k›l› k›rk yararcas›na arflivlerdeki tozlu belgelerden ç›kar›ls›n, — ortadan kald›r›r. Taraflardan her birinin, 3 124 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU harp edemiyecek kadar y›pranm›fl olmas› yüzünden, ileride ilk elveriflli f›rsatta faydalanmak üzere, iddialar›n› öne sürmekten flimdilik, kötü niyetle beri durmas›, cezvit kazüisti¤ine benzer bir içten - pazarl›kdan (reservatio mentalis) baflka bir fley de¤ildir” demekte ve ileriki k›s›mlarda, “Ak›l, harbi bir hukukî yol olarak kullanmay› fliddetle tel’in eder; bar›fl halini de mutlak bir mükellefiyet olarak tan›r; milletleraras› bir andlaflma olmaks›z›n bar›fl halinin de kurulmas›na imkan bulunmad›¤›ndan, devletlerin daha özel mahiyette bir ittifak› gerekmektedir; buna da bar›fl ittifak› (foedus pacificum) ad› verilebilir. Bar›fl ittifak› ile bar›fl andlaflmas› (pactum pacis) aras›ndaki fark, bar›fl ittifak›n›n bütün harpleri, bar›fl andlaflmas›n›n ise yaln›z bir harbi sona erdirmesindedir.” demek sûretiyle [s.25] Kal›c› (Ebedî) Bar›fl ile Muvakkat (Geçici) Bar›fl aras›ndaki fark› belirleyen “Bar›fl Andlaflmas›” (Pactum Pacis) ile “Bar›fl ‹ttifâk›” (Foedus Pacificum) hâllerini dikkatle ay›rdetmektedir. 72 Durmufl Hocao¤lu., Laisizm’den Millî Sekülerizm’e., s.430 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 125 KAYNAKÇA Kitaplar • Bacon, Francis., The New Organon, or, True Directions Concerning of Nature., in Bacon Selections., Edited by Matthew Thompson Mc Lure., Copyright 1928, by Charles Scribner’s Sons., USA., pp.269-432. • Bacon, Lord., Novum Organum., Etided by Joseph Devey, M.A., New York., P.F. Collier, 1902. • Bacon, Francis., Novum Organum, Tabiat›n Yorumu ve ‹nsan Alemi hakk›nda Özlü Sözler., Çeviren: Sema Önal Akkafl., ISBN 975553-300-1., Ankara Mart 1999 • Bayet, Albert., Dine Karfl› Düflüncenin Tarihi., Türkçesi: Cemal Süreyya., Varl›k Yay›nevi., ‹stanbul, Kas›m 1970 • Bedîüz-Zaman Ebû’l-‹z ‹smail b. ar-Razzaz el Cezerî., Ola¤anüstü Mekanik Araçlar›n Bilgisi Hakk›nda Kitap (The Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices)., Kitab›n orijinal ismi: “El-Câmi’ beyne’l-ilmi ve’l-ameli’n-nâfi’ fî s›nâ’ati’l-hiyel”., T›pk›bas›m / Facsimile., Kültür Bakanl›¤› Yay›nlar›, No: 1207, Bilim ve Teknoloji Dizisi, No: 2., ISBN 975-17-0698-X., Ankara, 1990 • Bochenski , J. M., Felsefece Düflünmenin Yollar›., Çeviren: Kurtulufl Dinçer., Bilim ve Sanat Yay›nlar›, Birinci Bas›m: Bilim ve Sanat Yay›nlar›, Ankara , 1996; ‹kinci Bas›m: Bilim ve Sanat Yay›nlar›, Ankara 1998, ISBN 975-7298-12-3., © Verlag Herder / Spektrum, 1995, 23. bas›m., Orijinal Metin: Wege zum Philosophischen Denken Einführung in die Grundbegriffe • Capra, Fritjof., Bat› Düflüncesinde Dönüm Noktas›., Çeviren: Mustafa Arma¤an., ‹nsan Yay›nlar›., ‹stanbul, 1989. Tercümeye esas metin: The Turning Point, Science, Society and the Rising Culture., Simon and Schuster, 1982 • Cassirer, Ernst., ‹nsan Üstüne Bir Deneme., Çeviren: Necla Arat., Remzi Kitabevi Yay›nlar›., ‹stanbul, Aral›k 1980., Eserin orijinal metni: An Essay on Man, An Introduction to a Philosophy of Human Culture., Yale University Press, 1944 • Conrad, Joseph., Karanl›¤›nYüre¤i., Türkçesi: Ali Kayalar., Bordo Siyah Klasik Yay›nlar., ‹stanbul, May›s 2004., ISBN 975-632309-4., Eserin Orijinal ‹smi: Heart of the Darkness • Darwin, Charles., ‹nsan›n Türeyifli., Çeviren: Ömer Ünalan., Onur Yay›nlar›., 4. Bask›., Ankara., Haziran 1980., Tercümeye esas metin: The Descent Of Man., The Modern Library., New York • De Broglie, Louis., Madde Ve Ifl›k., Çeviren: Nusret Kürkçüo¤lu., Devlet kitaplar›., Millî E¤itim Bas›mevi., ‹stanbul, 1965 • De La Mettrie, Julien Offray., ‹nsan, Bir Makina., Türkçesi: Zehra Bayramo¤lu., Havass Yay›nlar›., ‹stanbul, Haziran 1980., Tercümeye esas metin: L’Homme Machine., French-English Edition, Open Court, La Salle, Illinois, 1912 • Descartes., Akl›n ‹daresi ‹çin Kurallar., Çeviren: Mehmet Karasan., M. E. B. Yay›nlar›., ‹stanbul 1945 • Descartes., Discours de la Méthode [“Oeuvres et Lettres., Textes Presentés par André Bridoux., Éditions Gallimard, Copyright 1953; Imprimé en Belgique, 1970” içinde, pp.121-179] • Descartes., Felsefenin ‹lkeleri., Çeviren: Mehmet Karasan., M.E.B. Yay›nlar›., 1943 (bas›ld›¤› yer belirtilmemifltir). • Descartes., Metot Üzerine Konuflma., Çev.: M. Karasan., M. E. B. Yay›nlar›., 3ncü bask›., ‹stanbul, 1967 • Downs, Robert B.., Dünyay› De¤ifltiren Kitaplar., Çeviren: Prof. Dr. Erol Güngör., Tur Yay›nlar›., ‹stanbul, 1980., Eserin orijinali: Books That Changed The World., The New American Library., USA, 1956 • Eflâtun., Devlet., Çevirenler: Sabahattin Eyübo¤lu, M. Ali Cimcoz., Remzi Kitabevi Yay›nlar›., Dördüncü Bask›., ‹stanbul, 1980 • Einstein, Albert., Infeld, Leopold., Fizi¤in Evrimi, ‹lk Kavramlardan ‹liflkinli¤e ve Kuantumlara Fizi¤in Evrimi., Çev: Öner Ünalan., Onur Yay›nlar›., Ankara, Nisan 1972., Tercümeye esas metin: The Evolution of Physics, From Early Concepts to Relativity and Quanta., A Clarion Book, Published by Simon and Schuster, New York, 1960 • Engels, Friedrich., Do¤an›n Diyalekti¤i., Çeviren: Arif Gelen., Sol Yay›nlar›., Üçüncü Bask›., Ankara, Ocak 1977. Kitab›n Orijinal Ad›: Diyalektik der Natur (1883). Çeviriye esas olan metin: Diyalektik der Natur (Deitz Verlag, Berlin 1961); “Sunufl” ve “Aç›klay›c› Notlar”›n çevrildi¤i eser: Dialectics of Nature, Progress Publishers, Moscow 1964. • Fontana, Josep., Avrupa’n›n Yeniden Yorumlanmas›., Çeviren: Nurettin Elhüseyni., AFA Yay›nc›l›k A.fi., ‹stanbul, 1995. Eserin Orijinal ‹smi: The Distorded Past: A Reinterpretation of Europe • Heisenberg, Werner., Ça¤dafl Fizikte Do¤a., Çevirenler: Vedat Günyol, Orhan Dar›., Çan Yay›nlar›., ‹stanbul, Ekim 1968 • Hocao¤lu, Durmufl., Dr., Laisizm’den Millî Sekülerizm’e., Selçuk Yay›nlar›., Birinci Bask›: Ankara, Ekim 1995., ISBN: 975-95466-6-3 3 126 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Durmufl HOCAO⁄LU • Jauncey, G. E. M., Modern Fizik., Çev: Ord. Prof. Dr. S. M. Uzdilek., Prof. Dr. N. Kürkçüo¤lu., ‹.T.Ü. Kütüphanesi, Say›: 190., ‹stanbul, 1949 Tercümeye esas metin: ‹kinci bask› (1937) • Jaspers, Karl., Felsefeye Girifl., Türkçesi: Mehmet Akal›n., Dergâh Yay›nlar›., ‹stanbul, ‹kinci Bask›: fiubat 1981 (Birinci Bask›: May›s 1971) • Kant, Immanuel., Ebedî Bar›fl Üzerine Felsefî Bir Deneme [Zum Ewigen Frieden, Ein Philosophishcer Entwurf, 1795]., Çevirenler: Dr. Yavuz Abadan., Seha L. Meray., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay›nlar›, No: 113-95., D›fl Münasebetler Enstitüsü Yay›nlar›, No: 14. Ankara, 1960 • Keenan, Joseph H., Thermodynamics., John Willey & Sons, Inc., June 1947, New York, USA • Liard, Louis., Descartes., Troisiéme Édition., Félix Alcan, Editeur., Libraries Félix Alcan et Guillaumin Réunies., Paris, 1911 • Mengüflo¤lu, Takiyettin., ‹nsan Felsefesi., Remzi Kitabevi Yay›nlar›., ‹stanbul, 1988., ISBN 975-14-0004-X. Not: Bu kitap, iki eserden oluflmaktad›r: 1: ‹nsan›n Varl›k Yap›s› ve Nitelikleri (s.-11-230), 2: ‹nsan, Hayvan, Dünya ve Çevre (s.233-342) • Nef, John Ulric., Sanayileflmenin Kültür Temelleri., Çeviren: Erol Güngör., Kalem Yay›nc›l›k A. fi., ‹stanbul, 1980. Tercümeye Esas Metin: Harper Torchbooks / The Academy Library., Newyork, 1960 • Rifkin, Jeremy., Howard, Ted., Entropi, Dünyaya Yeni Bir Bak›fl., ISBN 975-346-037-6., Çeviren: Hakan Okay., A¤aç Yay›nc›l›k Ltd. fiti., ‹stanbul, 1992 • Rousseau, J. J., ‹limler ve Sanatlar Hakk›nda Nutuk (Discours sur les Sciences et les Arts)., Tercüme: Sabahattin Eyübo¤lu., Maarif Vekâleti Yay›nlar›., Ankara, 1943 • Russell, Bertrand., Bat› Felsefesi Tarihi., Çeviren: Muammer Sencer., Say Kitap Pazarlama,, 3ncü bask›., ‹stanbul, Eylül 1983 • Scheler, Max., ‹nsan›n Kozmostaki Yeri., Çeviren: Tomris Mengüflo¤lu., Yaprak Kitap Yay›n Pazarlama., ‹stanbul, tarihsiz (tahmînen: 1990) • Serres, Michel., Do¤ayla Sözleflme., Çeviren: Turhan Ilgaz., ISBN 975-363-091-3., Yap› Kredi Yay›nlar›., ‹stanbul, Kas›m 1994., Orijinal Metin: Le Contrat Naturel., Éditions François Bourin., 1990 • Shelly, Mary Wollstonecraft., Frankenstein, Ya Da Modern Prometheus [1818 tarihli ilk bask›s›ndan tercüme]., Çeviren: Elif Özsayar., Arion Yay›nevi., 2. Bas›m., ‹stanbul, 2002., ISBN 975-571-046-9 Kitab›n orijinal ismi: Frankenstein, Or Modern Prometheus [1818] • Singer, Charles., A Short History of Science - To The Nineteeth Century., Oxford, At The Clarendon Press., 1941 • Smith, Preserved., Rönesans ve Reform Ça¤› - Bir Sosyal Arkaplan Çal›flmas›., Çeviren: Serpil Ça¤layan., Türkiye ‹fl Bankas› Kültür Yay›nlar›., ‹stanbul, Kas›m 2001 • Turhan, Mümtaz., Kültür De¤iflmeleri - Sosyal Psikoloji Bak›m›ndan Bir Tetkik., M.E.B. Yay›nlar›., 1000 Temel Eser Dizisi., Millî E¤itim Bas›mevi., ‹stanbul, 1969 • Vercors., ‹nsan ve ‹nsanlar., [Vercors’un “Plus ou Moins Homme” adl› eserinden yap›lm›fl bir seçmedir]., Çevirenler: Sabahattin Eyübo¤lu, Azra Erhat, Vedat Günyol., Çan Yay›nlar›., ‹stanbul., 1965 • Voltaire., Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler [Voltaire’in Türkler ve Müslümanlar hakk›ndaki muhtelif yaz›lar›ndan oluflturulan bir derlemedir]., Derleyen: Osman Yenseni., Türkiye ‹fl Bankas› Kültür Yay›nlar›., 1969 (flehir belirtilmemifl) Eser Ad›na Göre • “Racism and Xenophobia in Europe”., Eurobarometer Opinion Poll no 47.1., First results presented at the Closing Conference of the European Year Against Racism., Luxembourg, 18 & 19 December 1997., URL of this pdf file: 1: [http://www.iom.fi/anti-discrimination/pdf/Eurobarometer47.1.pdf], 12.12.2002; URL of this pdf file: 2: [http://www.eu.int/comm/public_opinion/archives/ebs/ebs_113_en.pdf], 06.01.2006 • The Malleus Maleficarum (The Witch Hammer) of Heinrich Kramer and James Sprenger., First Published in 1486., Unabridged online republication of the 1928 edition. Introduction to the 1948 edition is also included. Translation, notes, and two introductions by Montague Summers. A Bull of Innocent VIII. URL of the PDF File for the Book: [http://www.malleusmaleficarum.org/downloads/MalleusAcrobat.zip]., Home Page: The Malleus Maleficarum Downloads: [http://www.malleusmaleficarum.org/downloads/index.html]., Main Home Page: [http://www.malleusmaleficarum.org/]., Date of Retr.: 13.06.2006 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 127 Makaleler ve Bildiriler • Albertini, Tamara., “Crisis and Certainty of Knowledge in Al-Ghaz_l_ (1058-1111) and Descartes (1596-1650)”., Philosophy East & West., January 2005, Vol: 55, Issue: 1, pp1-14 • Alt›ntafl, Hayrani., ““El-Munk›z mine’d-Dalal ile “Metod Üzerine Konuflma” Aras›nda Bir Benzerlik Var m›d›r?”., Felsefe Dünyas›., Say›: 5., Ekim 1992., Ankara., s.24-39 • Briggs, Prof. Charles A., “ The Encyclical Against Modernism”., North American Review., ISSN 0029-2397., 187., 1908: Jan./June., pp.199-212 • Cronin, Ciaran., “Kant’s Politics of Enlightenment Cronin”., Journal of the History of Philosophy., E-ISSN: 1538-4586 Print ISSN: 0022-5053., Vol: 41, Issue: 1., 2003., pp.51-80 • Harrison, Peter., “Descartes on Animals”., The Philosophical Quarterly., ISSN 00318094., Vol. 42, No. 167., April 1992., pp.219227 • Heimsoeth, Heinz., “Filosof Olarak Descartes”., Çeviren: Nermi Uygur., Felsefe Arkivi., Cilt: III, Say›: 3., ‹stanbul, 1957., s.1-6 • Hocao¤lu, Durmufl., “XIX. Yüzy›l Sonu ve XX. Yüzy›l Bafllar› Osmanl›-Türk Düflüncesinde Ateistik ve Fideistik Pozitivizm ve Siyantizm’e Bir Örnek Olmak Üzere ‹ki Farkl› Kozmos Anlay›fl›”., Yeni Türkiye., Y›l: 6, Say›: 33, May›s-Haziran 2000., s.228-245 • Hocao¤lu, Durmufl., “Descartes Felsefesi’nde Bir Problem Alan› Olarak Ahlâk”., Do¤u Bat›., ISSN 1301-4153., Y›l: 1., Say›: 04., A¤ustos 1998, Ankara., s.85-97 • Hocao¤lu, Durmufl., “Gazzâlî ve Descartes’da Varl›k, ‹nsan ve Bilgi”., Yeni Toplum., Say›: 2., Eylül-Ekim 1992., ‹stanbul., s.99-109 • ‹nan, Abdülkadir., “Baz› Yeni Kelimeler Üzerine Düflünceler”., Türk Kültürü., Say›: 71, Y›l: VI, Eylül 1969., Türk Kültürü Araflt›rmalar› Enstitüsü., Ankara., s.825-830 • Kant, Immanuel., “Ayd›nlanma Nedir?” Sorusuna Yan›t., Çeviren: Nejat Bozkurt., Yazko — Felsefe Yaz›lar›., 6. Kitap., ‹stanbul, 1983., s.139-148 • Kant, Immanuel., “Dünya Yurttafll›¤› Amac›na Yönelik Genel Bir Tarih Düflüncesi” [Idee zu einer allgemeinen Geschichte in weltbürgerlicher Absicht] (1784)., Çeviren: Ulu¤ Nutku., Yazko - Felsefe Yaz›lar›., 4.Kitap., ‹stanbul, 1982., s.117-129 (13 s.) • Marin, Louis., “Pascal ve 17. Yüzy›l Bilim Devrimi”., Çeviren: Prof. Nusret H›z›r., Araflt›rma, Dil ve Tarih- Co¤rafya Fakültesi Felsefe Araflt›rmalar› Enstitüsü Dergisi., Say›: I., Ankara, 1963., s.237-242 • Serres, Michel., “The Natural Contract”., Translated by Felicia McCarren., Critical Inquiry., ISSN 00931896., Vol. 19, No. 1., Autumn, 1992., pp.1-21 • Szilard, Leo., “On the Decrease of Entropy in a Thermodynamic System by the Intervention of Intelligent Beings”., Behavioral Science., ISSN 0005-7940., 9:4., 1964: October., pp.301-310 • Veblen, Thorstein., “The Place of Science in Modern Civilization”., The American Journal of Sociology., Vol. 11, No. 5., March 1906., pp.585-609 Sözlük ve Ansiklopedi Maddeleri • Voltaire., Felsefe Sözlü¤ü., C: I, II., Çeviren: Lütfü Ay., ‹nk›lap ve Aka Kitabevleri Koll. fiti., ‹stanbul, 1977 • Kent, W. H., “Demonology”., Transcribed by Tomas Hancil., The Catholic Encyclopedia, Volume IV., Copyright © 1908 by Robert Appleton Company., Online Edition Copyright © 2003 by K. Knight Nihil Obstat. Remy Lafort, Censor Imprimatur. +John M. Farley, Archbishop of New York., URL: [http://www.newadvent.org/cathen/04713a.htm]., Date of Retr.: 17.01.2005 • Strickland, Debra Higgs., “Monsters and Christian Enemies”., History Today; ISSN 0018-2753., February 2000., Vol. 50, Issue 2, pp.45-51., 7p, 7c, 2bw • Tennant, F. R., “Original Sin”., Encyclopaedia of Religion and Ethics., Printed In Great Britain by Morrison and Gibb Limited for T. & T. Clark, Edinburg, New York: Charles Scribner's Sons., Third Impression, 1953., Vol: 9., pp.558-s.565 • Cottingham, John., Descartes Sözlü¤ü., Çevirenler: B. Gözkân, N. Ilg›c›o¤lu, A. Ç.til, A. Kovanl›kaya., Sarmal Yay›nevi., ‹stanbul, Ekim 1996 3 128 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” TÜRK‹YE'DE FELSEFEN‹N ALGILANIfiI Kaz›m SARIKAVAK* Tarihte ve bugün geliflmifl toplumlarda ve öncü medeniyetlerde felsefe etkinli¤i en üstün seviyelerdedir. Ça¤dafl ileri bat› toplumlar›nda felsefeye atfedilen entelektüel de¤er sosyal bilimlerin di¤er alanlar›ndan çok fazlad›r. Felsefenin insanl›¤›n geliflimi boyunca kazand›¤› içerik, onun sosyal ve bilimsel geliflmelere sa¤lad›¤› katk›, kazand›rd›¤› aç›l›m dikkate al›nd›¤›nda ne kadar önemli oldu¤unu görürüz. Bugün Bat›’da Rönesans ile bafllayan, Ayd›nlanma dönemi ile daha da güçlenerek derinleflen felsefe ve bilimin etkin oluflu, farkl› aç›l›mlarla sürmektedir. Buna karfl› Do¤u özellikle de ‹slam toplumlar›nda ise, felsefe ve bilimde etkin olufl hakk›nda olumlu düflünceler, olumlu görüfller söyleyebilmek henüz zor görünmektedir. ‹slam toplumlar›ndaki bu durumun izah› noktas›nda çeflitli fikirler ileri sürülebilir; ancak bu husus konumuzun d›fl›ndad›r. Ancak burada belirtilmesi gererken fley. baflta da ifade etti¤imiz gibi felsefe. bugünkü geliflmifl oldu¤unu söyledi¤imiz bat› toplumlar›n›n her kesiminde ayr›cal›kl›, muteber bir konuma sahiptir. fiimdi söz gelmiflken ülkemizde felsefenin alg›lan›fl› nas›ld›r? Felsefe nas›l görülmektedir? Türkiye'de felsefeye bak›fl tarz› nedir? Bu konular üzerinde durmaya çal›flal›m. Bu konuda özellikle Türkiye'de sosyal hayat tarz›, dünyaya bak›fl aç›s› birbirinin z›dd› olan iki farkl› dünya görüflüne sahip grubun düflüncelerine yer verece¤iz. Zira neredeyse Türkiye'de felsefe denilince bu iki grubun bak›fl aç›s› gündeme gelmekledir. Yukar›daki sorular çerçevesinde Türkiye'deki felsefe alg›lan›fl›n› ya da alg›lanamay›fl›n› veyahut yanl›fl alg›lan›fl›n› ve bunlar›n nedenlerini kendi penceremizden nesnelli¤e ba¤l› kalarak aç›klamaya çal›flal›m. I. Bilindi¤i gibi felsefe, kelime olarak Grekçe (Philo= sevgi, sophia= bilgi, hikmet) kökenli bir kavram olup. "bilgi, hikmet sevgisi" anlam›na gelmektedir. Grekçe'den Arapça'ya oradan da Türkçe'ye geçmifl olan bu kavram, bilgiye duyulan ilgiyi, sevgiyi ifade etmektedir. Ancak bu bilginin ne oldu¤u, nas›l bir bilgi oldu¤u konusu ise, belli de¤ildir. ‹flte özellikle Türkiye'de -Konumuz Türkiye'de felsefenin alg›lan›fl› oldu¤u için- tart›flmalar›n odak noktas›n›, felsefeden ne anlafl›lmas› gerekti¤i yada felsefenin ne oldu¤u konusu teflkil etmektedir. Türkiye'de bir k›s›m okumufl - yazm›fl, kendilerini farkl› bir konumda gören baz› felsefeciler, felsefeyi. 20. yüzy›l›n bafl›ndaki bir k›s›m neo pozitivistler gibi görmektedirler. Bunlar bilginin konusunun sadece olgulara dayal› oldu¤unu, dilin bu olgular› ifade eden kavramlar›n d›fl›ndaki kavramlardan tasfiye edilmesi gerekti¤ini söylemektedirler. Türkiye'de bu anlay›fla sahip olanlar zaman zaman o kadar kat› bir tutum içerisine girmektedirler ki. Bat›'da bu düflünceleri savunanlardan kimi za* Prof.Dr., Gazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat› Fakültesi. Felsefe Bölümü 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 129 man daha da ileri gitmektedirler ve felsefenin özüne ayk›r› bir davran›flla agresif, inkarc› bir tutum sergilemektedirler. Bu tür anlay›fla sahip olanlar, kendileri gibi düflünmeyen ve felsefenin tarih içindeki farkl› çizgilerini de kabul eden di¤er felsefecilere karfl› da oldukça yanl› davranmaktad›rlar. Hatta bazen onlar›n varl›¤›m bile yads›yan tav›r içerisinde olmaklad›rlar. Burada hemen yine belirtelim ki, Türkiye'de maalesef felsefe adeta bu çeflit anlay›fla sahip olanlar›n tekelinde gibi mütalaa edilmektedir. Oysa felsefe, sadece bir ülke içinde de¤il, bütün dünyada ortak zihin, ak›l dünyas›n›n bir ürünüdür. ‹nsanl›¤›n ortak miras›d›r. fiimdi Türkiye'de bu anlay›fla sahip olanlar›n felsefeden ne anlad›klar›n›, onlara göre felsefeden ne anlafl›lmas› gerekti¤i konusunu kendi ifadelerine dayal› olarak belirtmeye çal›flal›m: Bu felsefecilerden birinin tan›m›na göre felsefe, "... "bilim" dedi¤imiz do¤ay› anlama do¤a güçlerini denetim alt›na alma eylemidir.”1 Yine ayn› felsefeci metafizi¤i de tamamen devre d›fl› b›rakarak flöyle söylemektedir: "Metafizik, evrene iliflkin bize gerçek bilgi verme amac›n› güder. Ancak bu bilgiyi gözleme dayal› bir ak›l yürütme ve ulaflt›¤› sonuçlar› olgularla temellendirme yolundan de¤il salt ak›l yürütme yolundan elde edebilece¤i say›ndad›r. Bu sav, bilimlerin bilgi edinmede kulland›klar› yöntem anlay›fl› ile ters düflmektedir. ‹nsanl›¤›n düflünce tarihinde metafizi¤i bilimin yerini alma çabas›nda hakl› gösteren hiçbir somut baflar› örne¤ine rastlamamaktay›z."2 Görüldü¤ü gibi yazar, metafizi¤in insana hiçbir zaman, hiçbir flekilde gerçek bilgi veremedi¤ini söylemektedir. Bu anlay›fla sahip olanlardan bir di¤erine göre felsefe ve bilim birlikte de¤erlendirilerek flöyle tan›mlanmaktad›r: "...bilimsel, felsefi düflünme biçimi, dünya karfl›s›nda belli bir insan tavr›na ba¤lanabilir. Gerçekli¤i bir bilgi nesnesi olarak kendi karfl›s›na koyan ve bunu yapmakla da özne olarak bireyli¤ini, "kifli" olarak kendisini üreten bir tav›rd›r bu..."3 Bu ifadelerden anlafl›laca¤› gibi felsefi düflünme, dünya karfl›s›nda insan›n tavr›na ba¤lanmakla beraber, gerçekli¤i de bir bilgi nesnesi olarak görme diye tan›mlamaktad›r. Ayr›ca, insan›n kiflili¤ini kendi üretti¤i de¤erlerle tamamlad›¤›n› belirterek, insan›n bütünlü¤ü üzerinde etkisi olabilecek di¤er bilgi kaynaklar›na kap›y› tamamen kapatmaktad›r. Bu konuda bir baflkas›n›n felsefeye yükledi¤i misyon da onun taraf›ndan flöyle belirtilmektedir: "...Empirik dünyay› do¤rudan iliflki kurarak anlamak, aç›klamak baflar›s›n› bilim göstermiflse felsefenin bu dünya ile iliflkisi ancak dolayl› olabilecektir; bu da (felsefeye) ...bilimin kavramlar›n›n çözümlemesini yapmak iflini yüklemek demektir."4 Bu ifadelerle felsefeye biçilen rol. tamamen bilimin kulland›¤› kavramlar› tahlil etme iflidir. Yani felsefe, tamamen bilimin hizmetindedir. Bu flekilde düflünen yazar, ayn› konudaki düflüncelerini daha da ileri götürerek flöyle söylemektedir: "... aç›k bir biçimde belirtmek gerekirse, zaman›m›zda tüm felsefeyi ikinci elden bir etkinlik olarak düflünmeliyiz. ...‹ster bilgi alanlar›nda isterse de¤er ve yarg› konular›nda olsun, felsefe (do¤rudan) bir üretim ifli de¤il bir yorum yada yorumlama etkinli¤i, durumuna gelmifltir. Filozofa düflen bafll›ca ifl, baflkalar›nca üretilen (bilimsel bilgi, sanat yap›tlar›) ya da benimsenen ( de¤erler, yarg›lar) belli bafll› ne gibi önermeler... varsa bunlar›n olgular dünyas› ile uygunluk, iç tutarl›k, de¤erle davran›fl aras›ndaki uyum gibi gerekli ölçütler aç›s›ndan, mant›ksal çözümlemelerini yapmak olacakt›r."5 Felsefeyle ilgili bu nitelemelerden anlafl›laca¤› gibi felsefeyi ikinci derece (bilimden sonra) bir etkinlik olarak görmemiz yan›nda, filozofun görevinin de; sadece bilim adam›n›n üretti¤i kavramlar› tahlil etmek, onlar› mant›ksal bir analize tabi tutmak olarak görmektedir. 3 130 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Kaz›m SARIKAVAK Türkiye'de yeni aç›lan üniversitelerden birinin felsefe bölümündeki ö¤retim elemanlar›n›n, kendi ö¤rencilerine yönelik ç›kard›klar› ve di¤er üniversitelerin felsefe bölümlerine de gönderdikleri bir bültende inanç-düflünce iliflkisi, dolay›s›yla felsefe-din iliflkisi flöyle nitelenmektedir: "inanmak; düflünmemekte direnmektir."6 Bu cümleden ortaya ç›kan durumu, bu ..cümlenin anlatmak istedi¤i hususu takdirlerinize b›rak›yorum. Bu bülteni ç›karanlar ö¤rencilere felsefe dersi veren hocalar, ö¤rencilerin felsefeden ne anlamalar› gerekti¤ini ö¤retmeye çal›flan felsefecilerdir. Bu ifade. Türkiye'de felsefenin nas›l dar bir alana hapsedilmek istendi¤ini göstermektedir. Bu cümle ayn› zamanda Türkiye'de felsefenin neden baz› kesimlerce sahiplenildi¤inin, baz› kesimlerce de reddedildi¤inin anahtar›n› vermektedir. Oysa felsefe için böyle bir niteleme, felsefeye karfl› en hafif deyimiyle bir haks›zl›kt›r. Böyle bir nitelemeyi yapan kifli, felsefe tarihinde yer alan ve inand›¤›n› söyleyen say›s›z filozofu nas›l görmektedir, do¤rusu merak ediyorum. II. fiimdi de. birinci k›s›mda belirtmeye çal›flt›¤›m›z flekilde felsefeyi anlayan Türkiye'deki bir k›s›m felsefecilere göre, bir felsefeci nas›l olmal›d›r? Türkiye'de felsefe nas›l ö¤retilmelidir? Ayr›ca Türk tarihinde özellikle de Osmanl›’da felsefe e¤itim olarak, tav›r olarak var m›? yok mu? Gibi konular hakk›ndaki felsefi alg›lay›fllar› belirtmeye çal›flal›m: Önceki k›s›mda felsefe tan›m› konusundaki görüfllerine yer verdi¤imiz bir felsefecinin Osmanl›'da felsefenin olup olmad›¤› konusundaki görüflleri de flöyledir: "...Osmanl› toplumsal formasyonunda "felsefe" ye rastlanm›yor..."7 Benle bir de¤erlendirme yapmak için herhalde, Davud-u Kayserî'yi, Ali Tusî'yi, Hocazade'yi, Yanyal› Esad Efendi'yi ve bunlar gibi yüzlerce Osmanl›'daki düflünürleri yok saymak gerekir. Ayr›ca bu görüflün sahibine sormak gerekir, Süleymaniye Kütüphanesine hiç gittiniz mi?, oradaki yazmalar› hiç incelediniz mi? Cevab›n› oldukça merak ediyorum!... Ayn› yazar, yine Osmanl›dan bu yana Türklerde felsefe yap›lmay›fl›n›, felsefenin olmay›fl›n› flu flekilde aç›klamaktad›r: "...Kendisini, daima kendi d›fl›nda bir tümele, dine ya da devlete ba¤›ml›l›¤› içerisinde kavrayan ve bu flekilde varl›k kazanan heteronom özne ile felsefe mümkün de¤il...""8 Yine Osmanl›'da felsefe okutuldu mu okutulmad› m›? Sorusuna bir baflka benzer anlay›fla sahip felsefeci ise, flöyle cevap vermektedir: "...Geleneksel, tarihsel bir din olarak ‹slam'a ba¤l› kalan Osmanl› ‹mparatorlu¤u'nda Meflrutiyete de¤in felsefe okutulmam›fl..."9 Bu düflüncenin sahibine de Osmanl›'da felsefe yoktur diyene sordu¤umuz, sorular› sormak gerekir. Bu düflüncenin sahibi olan kimse, felsefe ad›na bütün felsefecilere flöyle seslenmekledir: "...de¤erli felsefeciler, y›¤›nlar›n duygular›n›n din ad›na, Tanr› ad›na, kaypak bir terim olan "manevi de¤erler" ad›na kolayca k›flk›rt›labilece¤ini...""10 belirttikten sonra böyle bir duruma karfl› ise, flu tavr› önermektedir: "...belli kal›plar›n d›fl›na ç›kmaktan çekinmeden tüm de¤erleri yeniden ele almak, bunlarla hesaplaflmak ve yerlerine yenilerini önererek 150 y›l› aflk›n bir süredir sanc›lar›n› çekti¤imiz kimlik bunal›m›n› çözmek gerekiyor.""11 Bir baflka felsefeci ise, 1974-75 ö¤retim y›l›nda okullarda okutulmaya bafllanan ahlâk dersi kita- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 131 b›ndaki bir çok konuyu elefltirmektedir. Bu elefltirilerden birisi de flöyledir: "...yine "De¤erleri Duyan Varl›k Olarak ‹nsan" bafll›¤› alt›nda iyi ve kötü gibi bofl kavramlar›n incelenmesine yer verilmesi, adalet kavram›n›n zay›flan koruma ya da merhamet kavramlar›yla iliflkili gösterilmesi, programda bir kaosun egemen oldu¤una dair sadece bir kaç örnektir...""12 Bu ifadelerden anlafl›laca¤› gibi yazar, ahlâk kitab›nda ifllenen "iyi" ve "kötü" kavramlar›n›n bofl kavramlar oldu¤unu söylemektedir. Buna göre de yazara sormak gerekir o halde ahlâk kitab›nda hangi konulara, hangi kavramlara yer vermek gerekir? Bir baflka felsefeci ise, felsefe e¤itiminin anti-otoriter bir e¤itim oldu¤unu söyledikten sonra, okuldaki felsefe ö¤retmenine ahlâk dersleri konusunda flu tarzda bir tavsiyede bulunmaktad›r: "...felsefeci ahlak e¤itimi yapacaksa, bu daha çok ahlaks›zl›k yönünde bir e¤itim olacak; çevresinin ahlâk›n› oldu¤u gibi benimsemeyen, bu ahlâk› elefltiren, gere¤inde bu ahlâk›n karfl›s›na kendi ahlâk anlay›fl›n› koymaktan çekinmeyen insanlar yetifltirmeye çal›flacakt›r..."13 Bu felsefecinin burada belirtti¤i flekilde bir e¤itim-ö¤retim dünyan›n neresinde ve nas›l yap›lmaktad›r? Yazar buradaki düflüncelerine herhangi bir temellendirme yapmamakta; ancak toplumda mevcut olan ahlâk de¤erlerini y›k›n, kendinize ne uygun geliyorsa onu ahlâk kural› yap›n diyor. Fakat bu ne derece evrensel bir yaklafl›m, ne derece ak›lc› bir tutumdur.: do¤rusu böyle bir yaklafl›m anlafl›lmas› güç bir konudur. Bu düflünceleriyle bu felsefeci, bütün felsefe ö¤retenlere adeta, felsefe tarihindeki bütün filozoflar, ahlâk konusunda öncekilerin düflüncelerini y›kt›lar, yok sayd›lar ve herkese kendi ahlâk kurallar›m koymalar›n› sal›k verdiler...gibi bir anlay›fla sahip olduklar›n› söylemektedir. Oysa, böyle bir durum, böyle bir tavra sahip filozof, düflünce tarihinde hiç var m›d›r? Bilmiyorum... III. fiimdi de konuyu bir baflka aç›dan ele alal›m. fiöyle ki, Türkiye'de felsefeyi alg›lay›fl hep bu söylediklerimiz do¤rultuda m›d›r? Elbette de¤ildir. Zira Türkiye'de özellikle dini bir tak›m cemaatler, tarikat mensuplar› ise, felsefeyi neredeyse tamamen yads›makta, felsefeciye ve filozofa hep olumsuz gözle bakmaktad›rlar. ‹slâm dünyas›nda ve özellikle de Türkiye'de dini cemaatlerin mensuplar› aras›nda felsefeye karfl› olumsuz tav›r içerisinde olanlar›n genelde referanslar›, Gazali, baz› selefi ak›mlar›n düflünceleri ve tasavvufla ilgili bir tak›n› eserler ve bu çerçevede oluflturulan literatürdür. Burada hemen belirtmek gerekir ki. asl›nda ne Gazali, ne de ‹slâm'›n evrensel mesaj›, hiç bir flekilde evreni anlama çabalar›na engel olan bir görüflü tafl›mamaktad›rlar. Aksine ‹slâm, hikmeti aramay› bütün inananlar üzerine bir görev olarak yüklemektedir. Ancak burada özellikle dinî cemaatlerin, tarikatlar›n bugün Türkiye'deki felsefe karfl›tl›¤›n›n temelinde, en çok da, felsefenin özünde var olan "sorgulama" ve "elefltirme" özellikleri yatmaktad›r. Zira bu gruplarda genellikle peflin kabuller, elefltiriye tahammülsüzlükler had safhada yer almaktad›r. Bu tür gruplar›n felsefeye karfl› olumsuz tav›rlar›nda önceki sayfalarda görüfllerine yer verdi¤i- 3 132 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Kaz›m SARIKAVAK miz felsefecilerin tutumlar›n› da unutmamak gerekir. IV. Son olarak felsefenin Türkiye'deki alg›lan›fl› konusunda flunlar› söylemek istiyorum: Türkiye'de maalesef felsefe alg›lanmas› gerekti¤i gibi alg›lanmamaktad›r. Felsefe, ideolojilere, ba¤nazl›klara kurban edilmektedir. Felsefe, gerçek anlamda bilgi sevgisi ve hikmet olarak alg›land›¤›nda, Türk toplumunda da hak etti¤i yeri bulacakt›r. O zaman gerçek ayd›nlar›n gayretleriyle de Türkiye'nin ça¤dafl dünyadaki yeri de çok farkl› olacakt›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 133 D‹PNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 Cemal Y›ld›r›m, Bilim Felsefesi, ‹stanbul-1991,s. 13 A.g.e, s.29 Tavlan Al.TU⁄, "Türkiye'de Felsefe", Seminer, S. 6, ‹zmir-1989.s 104 Yaman Örs. ''Felsefe ne. neden, nas›l?" .Türkiye 1. Felsefe, Mant›k, Bilim Tarihi Sempozyumu Bildirileri. Ankara-199 l,s.330-331 A.g.m., s.332 Nurettin Y›ld›r›m, Düflünsel (Ayl›k Bilini. Sanat ve Felsefe Bülteni),S.3, Ayd›n-Ocak 2005, s. l Tavlan Altu¤,, a.g.m., s. 103 Tavlan Altu¤. a.g.m., s. 105-106 Necla Arat, “'‹deolojik Ba¤lamda Din-Bilim-Felsefe”, Seminer. ‹zmir-1989, S.6. s.320 Necla ARAT. a.g.m, s. 324 a.g.m., s.325 Füsun Alt›ok, "Felsefe ve Ahlak Dersleri", Felsefe Kurumu Seminerleri, Ankara-1977,s.70 '' Adnan Onart, "Felsefe Ö¤retimi Yapan Üniversitelerde Felsefe", Felsefe Kurumu Seminerleri, Ankara-1977, s. 102 3 134 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” D‹S‹PL‹NLER ARASI ‹fiB‹RL‹⁄‹N‹ GÜÇLEND‹RECEK G‹R‹fi‹MLER Ayfle CANATAN* ‹nsan›n varolufluyla birlikte bafllayan toplumsal yaflam, ilerleme ve geliflme olarak nitelendirilen de¤iflmelerle devam etmektedir. Toplumun hangi düzeyde oldu¤unu, de¤iflerek geliflen teknolojinin belirledi¤i görüflüne göre basitten karmafl›¤a do¤ru geliflen teknoloji ilkel toplum, tar›m toplumu, sanayi toplumu ve bilgi toplumu düzeylerini getirmifltir. ‹lkel toplum avc›l›k ve toplay›c›l›kla yaflam›n› sürdüren göçebe toplumdur. Bu toplumda koflullar›n› tamamen do¤an›n belirledi¤i bir düzen hakimdir. Basit teknoloji ile tafl ve kemiklerle av aletleri üretilmifltir. Avc›l›¤›n geliflmesiyle hayvan besleme ö¤renilmifltir. Do¤adaki düzenli ve tekrarlanan döngünün fark edilerek tohumun keflfedilmesiyle göçebelikten yerleflik hayata geçilmifl ve tar›m toplumu ortaya ç›km›flt›r. Tar›m insanl›k tarihinin ilk devrimidir. Çünkü insan›n do¤aya hükmetmesinin bafllang›c›d›r. Tar›m toplumu hayvan besleyen ve topra¤› insan gücü ile iflleyen toplumdur. En önemli fleyler toprak, insan ve hayvan gücüdür. Bu nedenle kölecilik geliflmifltir.Tar›mdan elde edilen ürün (art› de¤er) ilk sermaye olarak teknolojinin belirleyicisidir. Bu nedenle art› de¤ere sahip olmak güçlü olmak ve hükmeden olmakla ayn›d›r. Tarih sürecinde en uzun ça¤, tar›m ça¤›d›r. M.Ö. 10 binli y›llarda bafllay›p 18.yüzy›la kadar yavafl bir geliflmeyle devam etmifltir. Toplum yaflam›nda toprak ve iktidar için yap›lan savafllar, dinin kat› ve yapt›r›mc› etkisi görülmüfltür. Toprak sahipleri ve iflçiler aras›nda giderek artan eflitsizlikler huzursuzluklar› getirmifl çözüm yollar› aranm›flt›r.15.yüzy›lda ‹stanbul’un fethi ile Do¤u Roma ‹mparatorlu¤unun sona ermesi Avrupa’n›n 16.yüzy›lda büyük deniz araçlar›yla okyanusa aç›lmas› ve Amerika k›tas›n›n keflfi Avrupa’dan Amerika’ya göçleri bafllatm›fl, Dinde reform ve Rönesans, ayd›nlanma hareketi bilgi birikimi ve tecrübeler yeni bulufllara yol açm›flt›r. 18. yüzy›lda gerçekleflen sanayi devrimiyle gelen pek çok yenilik ve köklü de¤iflikli¤in ard arda görülmeye bafllad›¤› sanayi toplumunu getirmifltir. Sanayi toplumu olmak sanayiyi üretebilecek bir teknolojik geliflimi ortaya koymakla mümkündür. ‹nsan enerjisi yerini teknoloji yoluyla üretilen ve teknoloji yoluyla ulafl›lan do¤al enerjiye b›rakm›flt›r. Sanayi döneminin bafl›nda buhar üretmekte yararlan›lan kömür ve daha sonra yanmal› motorlar›n icad›yla petrol önemli do¤al kaynaklard›r. Petrolün ifllenmesi yak›tla birlikte pek çok yan ürünü kullan›ma sunmufltur. Toplumsal iflbölümü geliflmifl, insan ömrü uzam›fl, uzmanlaflma artm›fl, ev ve iflyeri birbirinden ayr›lm›fl, kentler önemli yerleflim yerleri olmufl, ev ve ifl yeri aras›nda ulafl›m sorunu ortaya ç›km›fl ve en önemlisi üretim makineleflme ve sanayiye ba¤l› olarak yap›lm›flt›r. Toplumsal s›n›flar de¤iflim geçirmifltir. Feodal köylüler iflçilere ; toprak sahibi feodal beylerde sermaye sahibi burjuva s›n›f›na dönüflmüfltür. Toplumsal yap›lar ve örgütlenmeler de¤iflerek yeniden flekillenmifltir. Monarflik devlet anlay›fl› de¤iflmeye bafllam›fl, büyük imparatorluklar›n bölünmesiyle toplumsal kimliklerin belirledi¤i ulus devletlerle birlikte modern demokratik devlet düzeni ortaya ç›km›flt›r. Kapitalist sistemle, e¤itimin önemi artm›fl, aile, genifl aileden çekirdek aileye dönüflmüfltür. Toplumsal normlar ve davran›fl kurallar› yeniden biçimlenmifl ve de¤erler de¤iflmeye bafllam›flt›r. Artan nüfusla birlikte, kapitalist sistemin temelinde * Yrd.Doç.Dr., Gazi Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 135 bulunan iflbölümü, rekabet, bireysellik ve uzmanl›k ön plana ç›km›flt›r. Kapitalizme karfl› eflitlik ve s›n›fs›z toplum söylemleriyle sosyalist anlay›flta kendine uygun zemin bulma aray›fl›ndad›r. Toplumsal yaflam geleneksel olandan modern olana do¤ru kaymaya bafllam›flt›r. Modern toplumun hedefi teknoloji üretmek olmufltur. Bu nedenle bilimsel teknik bilgi modern toplumun en önemli de¤eri haline gelmifltir. Geliflen teknolojinin denendi¤i bir çok devleti içine çeken ve 20. yüzy›l›n ilk yar›s›nda son imparatorluklar› da parçalamay› hedefleyen I ve II. Dünya savafllar› ülke s›n›rlar›n› yeniden çizmifl ve büyük insan kay›plar›n›n ard›ndan hümanist anlay›fl›n perdeledi¤i dünyadaki tüm ülkeleri tasnif eden onlara sözde refah sunan“yeni kapitalist düzen”in sahibi ABD ve karfl› kutuptaki sosyalist SSCB sahneye ç›kar. Tüm dünya toplumlar› için bu iki devden sosyalist olan› korkulan ve korunulmas› gerekendir. Teknoloji ve bilimsel alandaki yar›fllar› 20. yüzy›l›n sonunda SSCB’nin da¤›lmas›na kadar sürmüfltür. Sosyalist yaklafl›m›n gücünü kaybetmesi modern kapitalizmi alternatifsiz bir sistem haline getirmifltir. 21. yüzy›l›n tek kutuplu “yeni dünya düzeni” flimdiye kadar bilinen geleneksel ve modern teknolojiye dayal› ilerlemeci anlay›fl›n tamamen de¤iflmesine yol açm›flt›r. Teknolojinin bilgi üreten ve üretilen bilgiyi da¤›tan bir biçime dönüflmesi toplumsal yaflam› de¤ifltirmifltir. Art›k içinde yaflad›¤›m›z ça¤ bilgi ça¤›d›r ve toplumda bilgi toplumudur. Bilgi toplumu 20.yüzy›l›n ikinci yar›s›nda bafllayan bilgi iflleme sistemleri üstüne yap›lan çal›flmalar ve iletiflimi h›zland›rma çabalar›na dayan›r. 20.yüzy›l›n son on y›l›ndaki bütün dünyay› etkileyen çok h›zl› de¤iflmeler (dönüflümler) daha önceki toplum de¤erlendirmelerinin dayand›r›ld›¤› do¤rusal ilerleme ilkelerine uymaz. Dünyan›n her yerinde görülmeye bafllayan bu de¤iflim toplumlarda birbirine uymayan unsurlar›n eklemlenerek bir arada bulunmas›na izin vermifltir. Bu görüntü önceleri post-modern durum olarak tan›mlan›rken, daha sonra özellikle iletiflim ve ekonomik yönlerden bütün dünyay› etkilemesi hali küreselleflme olarak adland›r›lm›flt›r. Bilgi toplumunda yaflam, her hangi bir de¤iflmenin tamamlanmas›n› bekleyip uygun strateji bulmak ve uygulamak biçiminde ilerlemez. De¤iflimin bafllamas›yla birlikte vaziyet alarak, kendini ileride geliflecek koflullara uydurabilecek bir yap›lanmaya yönelen örgütlenmeler bilgi ça¤›n›n baflar›l› birimleridir. Bu durum bireyler aras› farkl›l›klardan faydalanmay› ön planda tutan “ekip” ve iflbirli¤i” içinde çal›flmay› gerektirir.1970’li y›llardaki sistem yaklafl›mlar›n›n denge ve ahenk vurgulamas› yerine bilgi ça¤›nda da¤›lmadan (bozulmadan) de¤iflmek, dönüflmek ve de¤iflim prensiplerini uygulamak ve toplumu yeniden infla etmek gelmifltir. 21.yüzy›l, küreselleflme, bilgi ça¤› ve dönüflüm gibi kavramlarla konuflulan gündemin çok çabuk de¤iflti¤i ya da tüketildi¤i bir yüzy›ld›r. Küreselleflme, bilgiyi üreten ve da¤›tan için olumlu sonuçlar getirirken; üretilen bilgiyi ve ürünlerini sadece kullananlar bedelini ödemek durumunda b›rak›lm›flt›r. En son teknolojiyi kullanmak, an›nda bilgilenmek iyidir ama giderek artan ekonomiye dayal› eflitsizlikler, farkl› kültürlerin bir arada bulunmas›n›n zenginlik olarak yans›t›lmas› arkas›nda kültürel farkl›l›klar›n azalt›l›p tek düze bir hale gelifl,ayn› tüketim kal›plar›n›n tüm dünyaya yay›lmas› çabalar›, ulus devletlerin kendi s›n›rlar› üstündeki haklar›n› k›s›tlayacak biçimde etnik oluflumlar›n küresel güçler taraf›ndan desteklenmesi olumsuz yanlar›d›r. Bizim toplumumuz 20.yüzy›lda sanayi üretebilecek teknolojiyi gelifltirememifltir. Bu nedenle 3 136 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Ayfle CANATAN gerçek bir sanayi toplumu olamam›flt›r. Bat› için güncelli¤ini yitirmifl ikinci el sanayi ithal edilerek uzun y›llar kullan›lm›flt›r. Bu nedenle Türkiye sanayi toplumu aflamas›na çok geç intikal etmifltir. Ancak yak›n dönemlerde bat› yapt›¤›m›z bu ithalat›n yerine imal edilmifl ürünleri vermeyi tercih etti ve eski teknolojiyi yeni olanla de¤ifltirmeyi desteklemedi. Bunun yan›nda rekoltesi yüksek tar›m üretimi de uluslar aras› pazarda kotalar ve tek yönlü standartlarla iyice azalt›ld›. Her yönü ile giderek daha fazla d›fla ba¤›ml› hale geldik. Yüksek enflasyon ve iflsizlik geçici durumlar olmaktan ç›k›p sürekli hale geldi. Bu durumuyla kendi haline b›rak›lmayan Türkiye toplumsal olarak küresel hareketin d›fl›nda kalmas› mümkün olmayan ekonomik ve jeo-politik bir konumda bir yandan geliflmeye çal›flacak, di¤er yandan da ulus devlet yap›s›n› koruma ve bölge ülkeleri için dengeleyici ve bat›y› temsil eden model olma durumunu da sürdürecektir. Yani halihaz›rda küresel hareketin olumsuzluklar›ndan etkilenmemesi mümkün görünmemektedir. 15-20 sene önce öngörülen, kayg› duyulan eksikliklerimiz ve geriliklerimiz halen devam etmektedir. Bunun sebepleri çok konufluldu. Siyasi iktidarlar›n tutumlar›, uluslararas› iliflkilerdeki konumumuz, bat› güdümlü olmam›z, ilerlemeye niyetli olmamam›z genel ahlak tablomuzun iyi olmay›fl› gibi pek çok sebep s›ralanabilir. Bu sebeplerden sadece biri veya di¤erine dayand›¤›n› söylemek zordur, diyelim ki söyledik. Bu noktada yap›lmas› gereken bana göre sadece eksiklik ve gerilik olan›n iyilefltirilmesi tamamlanmas› ise toplumsal yaflam›n parçal› bir de¤erlendirmesinden ileriye gidilemez. Çünkü bir alanda yap›lan onar›m baflka bir alana aktar›lamaz. O halde bütünü görebilecek di siplinler aras› bir yaklafl›mla ifle bafllamak gerekir. Do¤a bilimleri, pozitivist ve ilerlemeci anlay›fl ve deneysel yönteme dayal› h›zl› ve günlük hayata uygulanabilir teknik bilgi üretimiyle sanayi ça¤›na damgas›n› vurmufltur. Temellerini felsefeden alan sosyal ve befleri bilimler ise ça¤›n sosyal ve bireysel sorunlar›na çözüm aray›fl›nda sadece felsefi düflünce sistemlerinden yararlanmakla kalmay›p do¤a bilimlerini model alan do¤ac› ve sistemci pozitivist bir çizgiye yerleflme kayg›s›n› tafl›d›lar. Her biri kendi s›n›rlar›n› ve yöntemlerini belirleme yolunda teorik yönden geliflme kaydettiler. 19.yüzy›l›n ikinci yar›s› ve 20. yüzy›l›n bafl› bilimde branfllaflma ve alt-bilim dallar›n›n sahneye ç›kt›¤› dönemlerdir. Bilimsel uzmanl›klar kendi varsay›mlar› ve çizdikleri s›n›rlar›yla adeta birer krall›k haline geldiler. Artan uzmanlaflma ve derinli¤ine odaklanmayla komflu bilim dallar› birbirlerinden iyice uzaklaflt›lar. Sosyal bilimlerdeki branfllaflma fen bilimlerindeki kadar olmasa da konular›n bütünlük içinde anlafl›lmas›n› zorlaflt›rm›flt›r. ‹nsan zihni bütüncül iflleyifle sahiptir ve ba¤lant›lar›ndan kopar›lm›fl kopuk kopuk parçal› bilgileri anlamakta zorlan›r. Parçalar› birlefltirmek için çok enerji harcar ve bütünü gelifltirmeye s›ra gelmez. Yap›lan ifllerde körlerin fil tarifinden öteye gidemez. Halbuki sosyal yaflam tek nedenle aç›klanacak kadar sade ve tek düze de¤ildir. De¤iflik bilim dallar›ndan oluflacak ekiplerin yapaca¤› çal›flmalar tek tek olan çal›flmalardan daha fazla uygulanabilir sonuçlar getirecektir. Bu konuda bilim adamlar›n›n “zihniyeti” de önemlidir. Her bilim dal› kendi s›n›rlar› içinde kendi üstünlü¤ünü sa¤lamaya giriflirse yine sonuç de¤iflmez. De¤iflik görüfllerin sentezlenmesi ile ortakl›k ve ekip ruhu ile sinerji oluflturulabilir. Sinerji, birlikte hareket etmekle sa¤lanan toplam faydan›n ayr› ayr› toplam›ndan daha büyük bir de¤er olmas› fleklinde tan›mlanabilir. Ya da sorunlar› çözme iflinde farkl›l›klar›n içinden ortak noktalar› bulup ç›karmak olarak tan›mlanabilir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 137 Bu ba¤lamda üniversitelerimiz çok zor olamayan bir yap›lanma içine girmelidir. Üniversite e¤itiminde ve araflt›rmalarda bölümler aras› ortakl›k tesis edilmelidir. Mesela Fen-edebiyat fakültesinde fen ve sosyal bölümler olarak hangi dersleri bölümler aras›na açabiliyoruz. Fen bölümlerinde temel dersler için oluyor ama sosyal bölümlerde bu hiç görülmüyor. Biz felsefe bölümü olarak tarih bölümüyle ayn› koridorday›z. Ama bilimsel anlamda kimsenin kimseden haberi yok. Karfl›l›kl› olarak bölümler ö¤rencilere bir çok ders açabilirler . Hatta baz›lar› zorunlu bile olmal›. Ama ne yaz›k ki yok. Tarih bölümünde felsefeye girifl, tarih felsefesi dersi , sosyoloji tarihi gibi dersler mutlaka olmal›d›r. Keza felsefe bölümü ö¤rencileri tarih bölümünden de¤iflik dönemlere ait mesela ilkça¤, ortaça¤, yak›n ça¤ tarihi Avrupa tarihi gibi dersler almal›d›rlar. Bu flekilde geliflmifl bir ders program› ö¤rencilere bir olay› farkl› yönlerden ve bütünü gözden kaç›rmadan de¤erlendirebilme özelli¤i kazand›racakt›r. Geçen y›l bahar döneminde yapt›¤›m›z bir araflt›rmada fakültemizin fen bölümü ve sosyal bölümü ö¤rencilerine birbirleri hakk›ndaki düflünceleri soruldu sonuçlar dikkat çekici idi. Ortak ders alma durumlar› olmad›¤› için birbirlerine karfl› ço¤unlukla ön yarg›l› olduklar› ve birbirlerini gerçekten tan›mad›klar› sonucu ç›km›flt›. Özellikle fen bölümü ö¤rencileri sosyal bölüm ö¤rencilerine göre daha ön yarg›l› bir tutum içindeydiler. Bence bu sonuçlar ö¤renci olduklar›ndan ve baflka ö¤rencilere karfl› ilgisiz olduklar›ndan gelmiyor üniversitedeki genel temayülü gösteriyor. Birbirlerini tan›mak ve bir arada düflünmek flans›na sahip de¤iller. Sohbetlerimizde fenci olan baz› hocalar›m›z›n konuflmalar›ndan zihinlerinde fen bilimciler ve sosyal bilimciler için oluflturulmufl kal›p flemalar bulundu¤unu ve sosyal bilimciler için bu flemalar›n olumsuz oldu¤unu anl›yoruz. Bu durumun tersi de geçerlidir. Ancak sosyal bilimlerde branfllaflma olsa bile çal›fl›lan konuya ba¤l› olarak tablonun bütününü görmeye e¤ilim daha fazlad›r. Bunun karfl›s›nda fen bilimleri çal›flt›klar› alanlarda alt dallara daha fazla ayr›lm›fl ve birbirlerine karfl› ilgiyi de koparm›flt›r. Herkes tek bafl›na bafl›n› kuma gömer gibi çal›fl›yor sonuçta birbirine çok benzeyen birbirinin tekrar› niteli¤inde çal›flmalar üretiliyor. Dosyalar doluyor, puanlan›yor terfiler al›n›yor, sonucunda topluma yans›yan k›sma bak›ld›¤›nda teori ve uygulama aras›ndaki ba¤lant›lar› kurulamam›fl bilgi kümeleri ç›k›yor. Oysa farkl› disiplinlerin bak›fl aç›lar›yla ürettikleri bilgilerin bütünlük içinde kullan›lmas› daha faydal› olacakt›r. Görmeye ve tan›mlamaya çal›flt›¤›m›z tablonun bütününe ait sonuç üretilecek ve sonucunda yenilik ve fayda üretmeyen tekrarlan›p duran baz› çal›flmalardan korunabilmek kolaylaflacakt›r. Farkl› bilim dallar›ndan bilim adamlar›n›n oluflturaca¤› disiplinler aras› grup profesyonel olmal›d›r. Yani duygusal yön düflünsel yönün önüne geçmemelidir. Grupta güven ortam› oluflmal›d›r. Hiyerarflik düzen yerine herkesin eflit oldu¤u yatay bir düzen tercih edilmelidir. Bu grup yatay düzende çal›flma yaparken bireysel ç›karlar grup ç›karlar›n›n önüne geçmemelidir. Her üye kendi alan›nda derinlemesine bilgi üretirken bak›fl aç›s› di¤er bilim dallar›n›n da etkileflim içinde farkedebilecekleri flekilde olmal›d›r. Yani grubun üyeleri sosyal bilimlerde temel metodolojiyi bilmelidirler. Sadece kendi alanlar›na ait çok özel yöntemi ve kavramlar›n› bilip di¤erlerini tan›mamak kavramlaflt›rmalarda sorunlar getirebilir. Tüm bu söylediklerimizin ifllemesine temelden ayk›r› düflen yüksek ö¤retimde yükselme kriterlerinin de¤ifltirilmesi gerekir. Çok yazarl› ortak bir makale çok az puan al›rken kiflinin tek bafl›na yapt›¤› çal›flma daha çok puan al›yor.Son 20 y›ld›r akademik alanda yap›lan çal›flmalar›n terfiler için önemi oldukça artm›flt›r. Fakat bilimsel düzeylerde birbirinden habersiz ve kopuk ayr› ayr› bilim dal- 3 138 III. Oturum “Türkiye’de ve Dünya’da Düflünce Sorunlar›” Ayfle CANATAN lar›ndan uzmanlar›n ayn› konuyu afla¤› yukar› birbirine benzer flekilde ele al›p daha ileriye götüremedikleri, tespitler ve temennilerle sonland›rd›klar› çal›flmalar dikkati çekmektedir.Oysa grup olarak çal›flma karfl›l›kl› etkileflime dayal› oldu¤undan yeni fikirlerin ve bak›fllar›n geliflimini destekler. Bu gün AB çerçevesinde yap›lan araflt›rmalara bakt›¤›m›zda çok ortakl› çok uzmanl› olma zorunluluklar› dikkati çekiyor. Bu çal›flmalara 6. çerçeve programlar› ile Türkiye de dahil oldu. Bu çal›flmalardan elde edilen birincil sonuçlar kadar yaratt›¤› sinerji ile ikincil sonuçlarda önem kazanm›flt›r. Bu çal›flmalar›n içinde bulunmak ya da bulunmamak Türkiye’nin AB’ye girmesi ya da girmemesi tart›flmalar›n› bir kenara b›rakarak, oradaki ortak çal›flma modelini kendi içimizde uygulamaya koymal›y›z. Tüm sosyal bilim dallar›n›n derinlemesine elde ettikleri bilgiler gerekti¤inde ortak bir temele tafl›nabilmelidir. O halde disiplinler aras› yaklafl›m bunu sa¤lamal›d›r.Disiplinler aras› alanda varsay›m oluflturmak için farkl› disiplinlerden uzmanlar›n proje esasl› çal›flma programlar› oluflturarak disiplinlerin birbirleriyle iflbirli¤ine girmesi sa¤lanmal›d›r. Bunu baflarabilmekte ilk flart uzmanlar›n birbirlerini anlayabilmeleridir. Yani branfllar›n birbirlerinden ayr›ld›ktan sonra kaybedilen ba¤lant› noktalar›n› aramalar› ve bulmalar› gerçek bir giriflimdir. Ortak anlamlara ulaflma kavram setleri ve kavrama dayal› flemalarla gerçekleflebilir. Bununla birlikte disiplinler aras› bak›fl çok disiplinli çal›flmalara da kolayl›k getirir. Üniversitelerde akademisyenlerin disiplinler aras› çal›flma tercihleri desteklenmelidir. Ö¤rencilerin farkl› bölümlerden ders almalar› sa¤lanmal›d›r. Popülist kayg›larla çok say›da yüzeysel ve birbirine benzer bilginin üretilmesi az ama derinli¤ine bilgi üretmenin yerine geçmesi gibi pratik bir nedenin yan›nda post-modern aç›klamalarda kendini gösteren, “bilimcili¤e” karfl› ortaya ç›kan elefltirel yaklafl›mlar›n daha revaçta olmas› disiplinler aras› çal›flmalar› ortak bir temeli oturtmakta engel ç›kart›yor. Post modern durumu aç›klamadaki eklemlenmeler kavramsal düzeyde ortak aç›klamalara izin verecek flekilde kurulmal›d›r. Üniversite, sanayi ve sivil toplum kurulufllar› aras›nda iflbirli¤i kurulmal›d›r flimdiye kadar olanlara bakt›¤›m›zda fen bilimleri ve sanayi odakl› çal›flmalar görülmekte ancak sosyal bilimlerde bu durum siyasi partiler ve bürokratik sistem d›fl›na ç›kar›lamam›flt›r. Baflar›ya de¤il de iliflkileri ön planda tutan bir anlay›flla yaklafl›ld›¤› bir düzenin devam etmesi sosyal bilimler ve sivil toplum iflbirli¤ini engellemektedir. Sivil toplum organ› olan çeflitli meslek örgütleri ve dernekleri ise belli iliflki gruplar›n›n tekelinde ifllemektedir. Küreselleflme ile gelen performansa dayal› risk toplumunun ihtiyaçlar›n›n tespitinde ve sa¤lanmas›nda sürdürülebilir kalk›nman›n programlanmas›nda disiplinler aras› yöntem gereklidir. Sürdürülebilir kalk›nma: insan ile do¤a aras›nda denge kurarak do¤al kaynaklar› tüketmeden , gelecek nesillerin ihtiyaçlar›n› karfl›lamas›na imkan verecek flekilde bugünün ve gelece¤in yaflam›n› ve kalk›nmas›n› programlama anlam›n› tafl›maktad›r. Sosyal, ekolojik, ekonomik, mekansal ve kültürel boyutlar› olan bir kavramd›r. Disiplinler aras› yaklafl›m yukar›da sayd›klar›m›zla birlikte ama onlardan daha önemli olarak “zihniyet” oluflumuyla da ilgilidir. Sosyal olaylar› anlamland›rma ve anlamlar›n kültürel sistemdeki temsil ediliflleri yönünden sembollefltirmeye ve de¤er yüklemeye katk›s› çoktur. Dolay›s›yla sadece bilimsel alanlar için yöntem sa¤lamakla kalmaz bireyler için de zihniyet flemas› içinde çal›fl›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 139 KAYNAKLAR fien, Ahmet ve Koç, Oktay – “Bilgi Toplumunun Tafl›d›¤› Risk Unsurlar›” I. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Kocaeli Üniversitesi Yay›n›, ‹zmit, 2002, ss. 925-936. Iraz, Rifat “Bir risk Toplumu Olarak Bilgi Toplumunda Liderlik” I. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Kocaeli Üniversitesi Yay›n›, ‹zmit, 2002, ss. 937-948. Y›lmaz, Aytekin. ‹kinci Küreselleflme Dalgas› ,Vadi Yay›nlar›, 2004. Wallerstein Immanuel, Gulbenkyan Komisyonu Sosyal Bilimleri Aç›n: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yap›lanmas› Üzerine Rapor , 2. Bas›m, Metis Yay›nlar› 1998. Barnes Barry. Bilimsel Bilginin Sosyolojisi, 2. Bask›, Vadi Yay›nlar› 1995. Senge, Peter M. Beflinci Disiplin, 7. Bask›, Yap›Kredi Yay›nlar›,2000. Moles, Abraham Belirsizin Bilimleri 2.Bask›, Yap› Kredi Yay›nlar›, 2001. Defter ve Toplum ve Bilim Dergileri Ortak Yay›n›,Sosyal Bilimleri Yeniden Düflünmek, Sempozyum Bildirileri 2. Bas›m, Metis Yay›nlar›, 2001. 3 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 141 4 19 Mart 2005 Cumartesi 4. OTURUM Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi Oturum Baflkan›: Doç. Dr. C. Sencer ‹MER KONUfiMACILAR Faz›l YOZGAT - Halis BAfiEL : Türkiye’nin Toplumsal Yap›s› ve ‹stihdam R›fat ORTAÇ : Kamu Mallar›n›n Global Boyutu Fetullah AKIN : Krizler ve Ekonomi Politikas› 142 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL ‹fiS‹ZL‹K NEDENLER‹ VE ÇÖZÜM ÖNER‹LER‹ (Teorik Bir Yaklafl›m) Faz›l YOZGAT* Halis BAfiEL** ‹flsizli¤in tan›m›-çeflitleri-nedenleri-ve çözüm önerileri literatürde benzerlik tafl›mas›na karfl›n, oluflumu ve k›sa vadede çözüm önerileri ülkeden ülkeye farkl›l›k arz etmektedir. Konuya bu aç›dan yaklaflt›¤›m›zda istihdam›n art›r›lmas› bunun do¤al sonucu iflsizli¤in azalt›lmas›n ülkemiz aç›s›ndan tan›mlanmas› önemlidir. ‹flsizlik türleri aras›nda ülkemizde öne ç›kan türü yap›sal ve ar›zi iflsizliktir. Çözümünde de yap›sal ve radikal önlemler gerektiren bu iflsizlik türlerine karfl›n çal›flman›n sonunda k›saca çözüm önerileri s›ralanm›flt›r. ‹stihdam olgusunun üç temel amac› bulunmaktad›r. Bunlardan birincisi, iflin tan›m›; ikincisi, iflin gerektirdi¤i nitelikteki elemanlar›n yetifltirilmesi; üçüncüsü, denetiminin orada yap›l›p bitirilmesidir. Yukar›daki üç amac›n gerçeklefltirilebilmesi için gerekli verilerin bilimsel yollarla tespiti gerekmektedir. Bunlardan birkaç tanesi afla¤›da verilmifltir. Bu ölçekler ülkemizde uygulanmakla birlikte sistematik olmamas› nedeniyle iflsizli¤e radikal çözümler getirilememektedir. ‹flsizlik oran›n›n ülkeler aras›nda yap›lan karfl›laflt›rmal› araflt›rmalarda afla¤›daki yöntem uygulanmaktad›r. Bu yöntemin Türk çal›flma hayat›nda da uygulanmas›, gerek AB ülkeleriyle gerekse, ILO üyesi ülkelerle karfl›laflt›rma sorununa çözüm bulma imkân› getirecektir. d2 6∑ 1 ‹ki seri aras›ndaki oran farkl› oldu¤unda gözlemlenen numarad›r. n(n2 - 1) Kaynak: Gaude, ILO Gaude 17 ülke için da¤›l›ml› iliflkiyi afla¤›daki formülle tahmin etmektedir. Yine yukar›daki yöntemde oldu¤u gibi da¤›l›ml› iliflkiyi kurmaya yard›m edecektir. * Yrd.Doç.Dr., Cumhuriyet Üniversitesi, ‹ktisadi ‹dari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi ** Dr., Cumhuriyet Üniversitesi, ‹ktisadi ‹dari Bilimler Fakültesi, Çal›flma Ekonomisi ve End. ‹lflk. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 143 Ln(YUR)t= α + βLn(AUR)t+Et Ln: Do¤al logaritmay› gösterir. YUR: Genç çal›flanlar›n oran› AUR: Yetiflkin çal›flanlar›n oran ( Kaynak: Gaude ILO) Literatürde iflsizlik oran›n›n tespitindeyse afla¤›daki yöntem uygulanmaktad›r. Bu bilinen ve uygulanan formül olmakla birlikte önce say›n›n bulunmas› daha sonra bu yöntemin uygulanmas› gerekmektedir. Bizim burada bu yöntemi yazmam›z›n amac› metodolojik bir hatay› önlemektir. ‹flsizlik oran› ikinci aflamada uygulanmal› birinci aflamada iflsiz say›lar›n›n bilimsel yolla olabildi¤ince gerçekçi rakamlar›n elde edilmesiyle olur. Bu da çözüm önerilerinde kolayl›k sa¤layabilir. ‹flsizler ‹flsizlik Oran›= x100 Toplam ‹fl Gücü Bu yöntemden önce iflsiz say›lar›n› bulursak bu oran›n flimdi ve gelecekte ekonomiye katk›s› daha rasyonel yolla tahmin edilebilir. Elgar, istihdam-iflsizlik ve e¤itimli iflgücü yaklafl›m›n› afla¤›daki yöntemle ispatlam›flt›r. R Wt= ∑ (yt(ht)-mSt)(1+f) a-t t-a Subject to yt - mst ≥ ψ Bu durumla karfl› karfl›ya kalabilir. Yani, e¤itilmifl iflgücü için belli miktar para harc›yorsan›z o kiflinin çal›flt›¤› iflteki kazanc› onun e¤itimi süresince harcanan parayla ya eflit veya fazla olmal›d›r. Bu tabloda geçen say› ve sembollerin aç›l›m› ise: R: Emeklilik yafl› t: Zaman yt: t dönemi içindeki geliri ht: t dönemi bafl›nda elde etti¤i beceri m: maliyet birimi St: t döneminde al›nan e¤itimin olumlu etkisi 4 144 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL • • kifli e¤itildi¤i için bu de¤er negatif olamaz ψ: ‹skonto oran› a : Mevcut yafl› t : Zaman1 Bu yöntem tam anlam›yla ülkemizde pratikte henüz denenmemifltir. Bu yönteminin uygulanmas› pratikte ülkemizde flu kazanc› sa¤layacakt›r. ‹nsangücüne yap›lan yat›r›m›n hesaplanmas› yap›lan harcamayla ifl bulma ve çal›flt›¤› iflteki verimi hesaplanacak bunu sonucu negatif ç›karsa mesleki teknik e¤itim kurumlar› ve üniversiteler plan-program-ülkenin ve ifl sahas›n›n ve özel sektörün istedi¤i insangücünü yetifltirip yetifltirmedi¤ini sorgulayacakt›r. Dolay›s›yla birey çal›flma hayat›na kat›l›p ar›zi ve yap›sal iflsizlik durumuna düflmesi daha az olacakt›r. Bu yöntemin bu y›lda uygulanmas› gelecek 4 y›l sonraki sorunlar› azaltacakt›r. N. Maajid’in istihdam ve iflsizlikte kulland›¤› yöntem flöyledir: Çal›flan fakat gelir azl›¤›ndan dolay› fakir olanlar ve iflsizli¤i tahminde kullan›lan yöntem Pt. Toplam nüfus Pt’Fakirlerin toplam nüfusu Pw:Çal›flma ça¤› nüfusu Pw’:Çal›flma ça¤› fakir nüfusu Lw:Çal›flma ça¤› iflgücü Lw’:Çal›flma ça¤› iflgücü fakirleri Ew:Çal›flan iflgücü Pt´ Pr´= Nüfusun fert bafl›na fakirlik oran› Pt Pw´ D´= Pt´ 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 145 Lw´ Lpr´= Pw´ WP = Pt´xD´xLpr´ Lw D = Pw D´—> D´ ve Lpr´—> Lpr´ Wp = Pt´xDxLpr (Pt´Pw)x(Lw) WP = (Pt)(Pw) WP = Pr´x Lw n ∑ WPI I=1 Wp WPr = Ew (Bunun sonucu ç›kacak de¤ere göre ülkeler s›ralanmaktad›r.)2 4 146 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL Yukar›da verilen dört matematiksel yöntem karfl›laflt›rmal› toplumsal yap›larda ve karfl›laflt›rmal› istihdam araflt›rmalar›nda kullan›labilecektir. Bu çal›flmada önerilen çözüm bu metod ve tekniklerin ülkemizin istihdam ve iflsizli¤e çözüm yöntemlerinde de kullan›labilmesidir. BAfiLICA ‹fiS‹ZL‹K SINIFLAMALARI Rodenberg’in iflsizlik s›n›flamas› ise flöyledir. TEOR‹ S1 Tesadüfî S›n›flama fiemas› S2 S›n›flar›n ölçümü S3 Friksiyonal (Arizi) Yap›sal Geleneksel s›n›flama A Friedman (1968) B Keynes/Neoklasikler (1937) C Dönemsel Do¤al Do¤al olmayan Gönüllü Gönülsüz Keynesyen Keynes/Pigou (1937) Klasikler Malinvoud (1977) D Beverage (1944)3 E Mevsimsel Friksiyonal ‹fl bulma sonras› 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 147 TABLO:A ‹fiS‹ZL‹⁄‹N NEDENLER‹ VE ÇÖZÜM YOLLARI S.No: Tipi Tan›m› Nedeni Çözümü 1 Friksiyonel (Ar›zi) Çal›flanlar›n geçici ifller aras›nda çal›flmas› Müracaat ve görüflmelerin kabulünün ertelenmesi ‹fl hakk›nda bilgilendirmenin yeterli olmas› 2. Yap›sal Çal›flanlar›n yanl›fl becerilerde ve yanl›fl yerlerde olmas› Sanayinin azalmas› ve ifl hareketlili¤inin azl›¤› ‹fl mobilitesinin art›r›lmas› 3. Devirsel Tüm firmalar daha az çal›flana ihtiyaç duyar Ekonomide düflük toplam talebin olmas› Hükümet harcamas›n›n artmas›-düflük vergi 4. Teknolojik Firmalar iflyerlerinde makineleflmeye gider Otomasyon ve enformasyon teknolojisinin artmas› Emeklilik 5. Uluslararas› Denizafl›r› ürünlerin yerli üretimin yerini almas› Yüksek fiyat düflük kalite Ticari kotalar koymak ve yerli paran›n ayar›n› yapmak 6. Bölgesel Bir bölgede yüksek iflsizlik Sanayinin azalmas›n›n mahalli etkisi Bölgesel yat›r›m 7. Mevsimlik Bir y›l›n belli aylar›nda iflsizlik de¤ifliklik Taleplerdeki mevsimsel Emeklilik 8. Gönüllü Çal›flanlar›n iflbirli¤i talebini tercih etmesi Çal›flanlar›n çok hisse almas› Düflük ödemeyi ve ihtimalini uzaklaflt›rmak4 Yukar›daki özgün tabloda iflsizlik tipleri –nedenler- ve çözümleri evrensel genel ba¤lamda irdelenmifltir. Burada amaç Türkiye’nin toplumsal yap›s›na uygun iflsizlik tipinin nedenleri ve çözüm önerilerini ortaya koyabilmektir. Ülkemizde yap›sal ve ar›zi iflsizlik türü di¤erlerinden daha fazlad›r. Do¤al olarak da çözüm önerileri farkl› olacakt›r. Ülkemiz aç›s›ndan tabloyu kendi koflullar›m›zda uyarlad›¤›m›zda flu flekli alabilir. 4 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” 148 Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL Tip Tan›m Nedeni Çözümü Friksiyonel (Yukar›da) Ekteki modelde Kuruma müracaat Yap›sal (Yukar›da) Yap›sal e¤itim ve Sosyal güvenlik reformu Bölgesel (Yukar›da) Do¤u-G. Do¤u ve ‹ç Anadolu’nun baz› yerlerinde fazla iflsizin oluflu ‹fl tan›mlamas› Meslekler tan›mlamas› Mesleki e¤itim Uyum e¤itimi Hizmet içi e¤itim A. B. uyum e¤itimi ‹fl mobilitesinin art›r›lmas› sanayiin art›r›lmas› A. B. destekli KOB‹ say›s›n›n art›r›lmas› Bölgesel yat›r›m Bölgesel teflvik ‹stihdam bölgeleri Özel idare katk›s› Vergi-SSK-muafiyeti Bu model ›fl›¤›nda afla¤›daki önerilerde sunulabilir: 1. Mesleki ve Teknik E¤itimin 21. yüzy›l meslekler kategorisine göre düzenlenmesi. 2. Mesleki ve Teknik E¤itimle Yüksekö¤renime geçifl ve programlar›n›n düzenlenmesi. 3. Özel ve Devlet üniversitelerine Teknoloji Merkezleri kurma zorunlulu¤u getirilmelisi. Yine tüm üniversitelerde ifl garantili bölüm uygulamas›na geçilmesi ve bunun tüm bölümlerin %20 si olmas›. 4. AB müktesebat› çerçevesinde AB ortak üniversitelerden gençlerimizin daha çok yararlanabilmesi için, gerekli bilgi-duyuru ve koflullar›n›n duyurulmas›, daha çok kat›l›m›n sa¤lanmas›. 5. ‹flsizlik sigortas›n›n yayg›nlaflt›r›lmas› ifl teklif adedinin 5 ile, yard›m süresinin en fazla 3 y›lla s›n›rland›r›lmas›. 6. 2015’li y›llarda ülkemizde ba¤›ml›l›k oran›n›n artmas›na karfl›l›k 1 çal›flana1 emekli düflme ihtimaline karfl› emeklilikte süre-yafl ve ödeme sisteminin bu durum dikkate al›narak hesaplanmas›. 7. 2003 y›l› itibariyle bir kiflinin istihdam› için 150 milyardan fazla harcama yap›laca¤› dikkate al›n›rsa, kamu ve özel sektör yat›r›mlar›nda bu mebla¤›n dikkate al›narak istihdam politikalar›n›n oluflturulmas›. 8. Tam ‹stihdam›n sa¤lanmas›na yönelik tedbirlerin art›r›lmas›. Literatürde tam istihdama iflsizli¤in % 4 ile %6 aras› oran›nda oldu¤u durumlarda eriflir. 2003 verileri Türkiye de iflsizli¤in %10. 4 oldu¤unu göstermektedir. Bu aradaki fark›n azalt›lmas› geçici tedbirlerle mümkün de¤ildir. Dolay›s›yla flu örnek %4 oran›n›n nas›l yakalanaca¤›n› göstermektedir. Bu örnekten amaç ideal istihdam oran›n kolay yakalanamayaca¤› ve oluflturulamayaca¤› gerçe¤ini görmek içindir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu ‹flsizler ‹flsizlik Oran›= 149 6.127.000 = Çal›flanlar + ‹flflizler = 0.044 = %4.4 13.144.000 + 6.127.000 9. Tar›m ekonomideki üç sektörden (tar›m-sanayi-hizmet) birisidir. AB ülkelerinde tar›m sektöründe çal›flanlar›n oran› ortalama %3 civar›ndad›r. Türkiye’de bu oran›n çok üzerinde tar›msal istihdam› olmas› bu sektördeki iflsizli¤in mevsimlik mi, yoksa yap›sal m› oldu¤unu tart›flmal› hale getirmifltir. Yani geliflmifl ülkeler ve AB ülkelerinde geçici olarak tar›mda çal›flanlar geçici iflsiz tipinde de¤erlendirilmektedir. Halbuki ülkemizde tar›m sektörünün fazlal›¤› ve tar›mdaki nüfusun çoklu¤u ülkemiz koflullar›nda mevsimlik iflsizlik tan›mlamas›n›n de¤erlendirmesini zorunlu k›lmaktad›r. Örnek ‹spanya’da tar›m sektörünün GSMH içindeki pay› %3.3 iken bu oran bizde %38.4’ler civar›ndad›r. ‹ki ülkedeki tar›mda k›sa süreli çal›flmay› mevsimlik iflsizlik tipinde de¤erlendiremeyiz. Dolay›s›yla yukar›da belirtildi¤i gibi ülkemiz koflullar›nda iflsizlik ve istihdam konular›na yaklaflmam›z ve yine çeflitli de¤iflkenleri dikkate alarak ülkemiz koflullar›nda çözümler bulmam›z gerekmektedir. K›saca Türkiye koflullar›nda iflsizlik tipleri ve nedenleri flöyle s›ralanabilir. Ar›zi ‹flsizlik: Kiflinin iflyeri kapanm›fl olmas› nedeniyle iflsiz kalm›flt›r veya s›radan ifller yap›yor. Kariyerini de¤ifltirenler veya e¤itim d›fl›nda kalanlarda bu kategoriye girer. Dönemsel ‹flsizlik: Ekonomideki genel daralmayla ilgilidir. Ülkeden ülkeye de¤iflebilir. ABD için1930’lu y›llar, Avrupa için 1970’li y›llar ne kadar önemliyse Türkiye için farkl› y›llar önemlidir. Bu da gösteriyor ki Türkiye de istihdam›n art›r›lmas› iflsizli¤in çözümü için evrensel yöntemleri ülkemiz flartlar›na uygulay›p çözüm bulmam›z gerekmektedir. Yap›sal ‹flsizlik: ‹flyeri ve iflgücünün yap›s›yla ilgilidir. ‹flgücünün e¤itim ve becerisiyle ba¤daflmayan ifllerde kullan›lmas›d›r. Di¤erlerinden önemli fark› k›sa vadeli olufludur. Fakat yap›sal iflsizli¤e ülkemizde önem verilmelidir. Çünkü yanl› e¤itim ve iflgücünü iyi hesaplayamama ve ülkenin ihtiyaç duydu¤u elemanlar› yetifltirememe sonucu telafisi zor sorunlara yol açar.Yap›sal iflsizlik bir ülkede bölgeden bölgeye farkl› iflsizlik oranlar›n›n ortaya ç›kmas›na yol açabilmektedir. Bu tür iflsizli¤in giderilmesi iflgücünün hareketlili¤iyle mümkün olabilmektedir.5 Mevsimsel ‹flsizlik: Dönemseldir. K›saca kiflinin yetene¤ine o sezon için ihtiyaç duyulmamas›d›r. Ülkemiz koflullar›nda bunun tar›m sektöründeki fazlal›kla kar›flt›r›lmamas› gerekir. Haley ise, iflsizlik tiplerini ve onlara yönelik çözüm yollar›n› flöyle s›ralamaktad›r. ‹flsizlik Tipleri: 1. Devirsel 2. Friksiyonel 3. Mevsimlik 4. Yap›sal 4 150 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL ‹flsizlik Problemleri 1. Part-time çal›flanlar 2. Çal›flma cesaretinin k›r›lmas› 3. Az›nl›k guruplar (Göçmenler) 4. Eksik istihdam ‹flsizli¤i azaltan politikalardaki amaçlar 1. Talepte geniflleme a. Para politikalar› b. Maliye politikalar› c. Otomatik de¤iflmezlik i. Gelir vergisi ii. ‹flsizli¤i azaltma iii. Refah 2. ‹fl Provas› a. ‹fl seminerleri b. E¤itim programlar› c. Serbest bölgeler6 Dünyadaki Ekonomik Özgürlükler (EPW)formunun ekonomik özgürlüklerle ilgili belirledi¤i ölçütler afla¤›da s›ralanm›flt›r. Bunlar. —Hükümet biçimi-harcamalar-vergiler ve yat›r›m, —Yasal yap›-mülkiyet haklar›n›n güvencesi, —Sa¤lam para, —Yabanc›larla ticaret birlikleri, —Kapital-ifl ve ifl piyasas›n›n düzenlenmesidir. Burada son madde bizim çal›flmam›zla, istihdam ve verimlilikle yak›ndan ilgilidir. Çünkü bir ülkede ifl in tan›m›-yürütülmesi-denetimi bu üç kavram birbiriyle yak›ndan ilgilidir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 151 TABLO: B David Rumfeldot’e Göre 21. Yüzy›lda Toplumsal Yap› fiekillenmesi Kabile- Klan Anahtar Ça¤ Anahtar Alan Anahtar Amaç Anahtar Denge Anahtar Risk ‹dealleri Üretim Motivasyon Yap› Zaman Eylem Dahili ‹liflkiler D›fl Ba¤lar Mimari Bro analog Enformasyon Teknoloji Kurumlar Pazarlar Avc›l›k-Toplay›c›l›k Tar›m Aile-Kültür Devlet-Hükümet Kimlik Güç-Otorite Aidiyet Düzen H›s›m- Akrabac›l›k Rüflvet Dayan›flma Egemenlik Ev Üretimi Mallar Kamu Mallar› Ailenin Devam› Yüksek Otorite <—> Hiyerarfli Gizem (S›r) Gelecek(Geçmifl) Dayan›flma Kontrol S›k› Akrabal›k Balar› <—> Kapal› <—> Labirent daire Piramit <—> Taslak Sistem Resim sembol Yaz›-Resim Networklar Sanayii Ekonomi Zenginlik-para Özgürlük Ç›karc›l›k-‹stismar Rekabet Özel Mallar Öz ilgi Atomize Talep(fiimdi) De¤iflim-Ticaret <—> <—> Bilardo holl Davran›flsal Sistem Posta-Telefon Sanayii ötesi Sivil toplum Bilgi Adalet-Eflitlik Aldatma-Hile ‹flbirli¤i Kollektif Mallar Grup Gücü Düz, web-link ‹htiyaçlar(Gelecek) Dayan›flma-‹flbirli¤i Gerçek ve Aç›k Gerçek ve Aç›k Geometrik Labirent Duyumsal Sistem Fax, e-mail Kaynak: David Kumfeldt Tribes, Instituons, Markets, Networks. A. Framework About Societal Evalution http: //www. rantorg/publications/p/p7967/7967pdfp17 4 152 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL TÜRK‹YE’N‹N TOPLUMSAL YAPISI VE ‹ST‹HDAM (Bir Model Önerisi) Benzer co¤rafi özellikleri tafl›yan komflumuz Yunanistan’›n malzemesi sadece gemi ve insangücü olan navlundan y›lda 6o milyar dolar civar›nda ticari sirkülasyonu vard›r Türkiye’nin bu pastadan ald›¤› pay 300 milyon dolar civarlar›ndad›r. Yine benzer co¤rafi özellikleri tafl›yan Fransa ve ‹spanyan›n sezon itibariyle turizmden elde ettikleri gelir, ülke bafl›na 50 milyar dolardan fazla iken Türkiye de bu oran 5 milyar dolar civar›ndad›r. Bu manidar iki örnek benzer özelliklerin çoklu¤una ra¤men Toplumsal yap›n›n di¤er de¤iflkenleri ve insangücünün planlan›p istihdam sahas› yarat›lamamas›ndan kaynaklanmaktad›r. Di¤er bir ifadeyle flartlar ve koflullar benzer olmas›na karfl›n istihdamüretim ve verim iliflkisinin o ülkenin toplumsal yap›s›yla yap›sal-fonksiyonel ba¤lamda düflünülmesi gerekebilir. Günümüzde BM’ce tan›nan 190’a yak›n devletin toplumsal yap›lar› kuflkusuz birbirinden farkl›d›r. Bu farkl›l›¤›n getirdi¤i çözümlerde farkl› olabilecektir. ‹stihdam verim ve üretim de¤iflkenlerini Türkiye ba¤lam›nda irdelemek gerekirse Yeni haz›rlanan ve yasalaflacak olan Kamu Yönetimi Reformu Yasas›yla örtüflür bu konuyla ilgili kurumlar›n model ve çözüm önerileri çal›flman›n di¤er bölümlerinde tart›fl›lm›flt›r. Sanayi öncesi-sanayileflme süreci ve sanayi sonras› toplumlarda istihdam verimlilik ve üretim unsurlar› farkl›d›r. Bu farkl›l›¤›n getirdi¤i çözüm ve model önerileri de farkl› olacakt›r. Bilgi toplumuna geçifl sosyolojik anlamda bir dizi takip eder. Sanayileflme sürecini takip eden hizmet sektöründe çal›flanlar›n say›s›n› art›rmadan bilgi toplumuna geçmek zordur. Bu kavram› kullananlar gerçekten çok bir temenniyi dile getirmektedirler. Bu rasyonel ve erdemli temenninin ön koflulu Türkiye’nin bilgi toplumu olmas›ndan önceki aflamay› mutlaka gerçeklefltirmesi gerekti¤ini toplumsal yap›yla paralel düflünmeleri gerçe¤ini ortaya koyar. Farkl› toplumsal yap›larla ilgili örneklerde AB ülkeleri bu araflt›rmada örnek olarak verilmifltir. Türkiye tercihini AB’nden yana kulland›¤› için bu ülkelerde uygulanan yöntemlerin verilmesinin faydas› düflünülmüfltür. . Ayr›ca çal›flmada üç temel yaklafl›mdan yola ç›k›lm›flt›r. Bunlar: a. Türkiye’nin toplumsal yap›s›yla istihdam iliflkisi nas›ld›r? b. ‹stihdam konusunda pratik ve pragmatik model olabilir mi? c. AB standartlar›ndaki ölçek Türkiye de bu sorununu analizinde yararl› olabilir mi ? Bu ba¤lamda Türkiye’nin ça¤dafl milletler seviyesine ulaflabilmesi, onlarla rekabet edebilmesi, mutlu ve ba¤›ms›z, yaflayabilmesi için Meslekli Toplum kavram›n›n hemen harekete geçirmesi ve tart›flmas› gerekir. Sorunun çözümünde meslekli insan yetifltirecek kurum-program iliflkisini kurmak ve bunu uygulamaya geçirmek gerekebilir. Geliflim ça¤›ndaki çocu¤un yemek ihtiyac› nas›l ertelenemez bir olguysa geliflim ça¤›ndaki gençlere de mesleki e¤itim vermek ertelenemez olgudur. 1739 say›l› Milli E¤itim Temel Kanunu’nun 30 y›l öncelerine dayanmas› de¤iflen ve geliflen koflullar›n ve sektörlerin istedi¤i insangücünün ne derece karfl›lad›¤› art›k tart›fl›lmal›d›r. Bunu afla¤›daki fonksiyonla ifade edebiliriz. ‹stihdam f (mesleki e¤itim+Yöntem+Piyasa iflgücü talebi) ve yine 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 153 ‹stihdam f(ça¤ nüfusu+gsmh+enflasyon) iliflkisi kurulabilir. ‹nsangücü gereksiniminin kestirilmesinde Hesapç›o¤lu’nun yaklafl›m› flöyledir. “1. Ç›k›fl noktas› milli gelirin gelecekteki büyüme oran›d›r. 2. ‹kinci ad›m mili gelirin global de¤erini sektörlerin ve branfllar›n büyüme h›zlar› fleklinde dönüfltürme oluflturulur. Bunun için girdi-ç›kt› analizi ya da belli mallara olan gelir elastikiyetleri kullan›lan teknikleri ars›ndad›r. 3. Üçüncü ad›mda, sektörel ve branfllara özgü insangücü ihtiyaçlar› belirlenir. Yani: Sektörel Üretim Sektörel ‹flgücü ‹htiyac›= Sektörel ‹flgücü Verimlili¤i ‹le elde edilen katsay› ya da: Sektörel ‹flgücü ‹htiyac›= Sektörel Üretim x Sektörel ‹flgücü Katsay›s› ‘n›n sonucu olarak elde edilir. 4. Dördüncü ad›mda, sektörel ya da branfla özgü olarak kestirilmifl insangücü talebi ayr› ayr› meslek s›n›flar›na ayr›l›r ve her meslek s›n›f› içindeki yap› de¤iflimi-meslek s›n›f› etkisi kestirilir. 5. ‹htiyaç tespitinde son ad›m, elde edilen meslek yap›s›n› bu yap›ya uyan e¤itim yap›s› ile iliflkilendirmektir. ”7 Bu modelin ifllevselli¤i ça¤ nüfusunu tespit edip, 2000’li y›llar›n mesleklerine göre temel e¤itimortaö¤retim-yüksekö¤retim paralelli¤i kurularak hizmet içi e¤itim, mesleki ve teknik e¤itim ba¤lam›nda düzenleme yap›l›p uygulamaya koymak gerekmektedir. Teknolojiyi “Sanayiin temel girdileri olan hammadde-enerji ve enformasyonu kullan›labilir mal ve hizmete dönüfltüren bilgiler kümesi” olarak tan›mlanmaktad›r. Bu nedenle Türkiye de istihdam aln› yarat›labilmesi, üretilebilmesi ve verimli olabilmesinin birinci koflulu ve çözümü orta ö¤retimi meslekli toplum iliflkisine göre planlanmas› ve uygulamaya konulmas›d›r. Çünkü benzer modelleri uygulayan örnekler vard›r (Meiji dönemi Japonya ve savafl sonras› Almanya gibi). ‹nsangücü yak›n-orta ve uzun vadede ülkemizin temel kayna¤› olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Bu nedenle 9 milyona yaklaflan iflsizler yani insangücünü harekete geçirmek baflta kamusal alanda baz› kurumlar›n harekete geçirilmesiyle olabilecektir. Bu ba¤lamda yeni Kamu Reformu Yasa tasar›s›yla örtüflür flekilde zaman-emek-verim-kaynak tasarrufu sa¤layacak flekilde hizmette verimlilik ve tek 4 154 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL elden yönetilmesi için afla¤›daki kurumlar›n birlefltirilerek daha verimli ve rasyonel çal›flmas› sa¤lanabilir. Baflbakanl›k ‹stihdam› Gelifltirme Müsteflarl›¤› Bu birimlerde görevli elemanlar zaten kamu görevlileri olduklar› ve halen çal›flt›klar› için bu teflkilat ek yük getirmeyecektir. Ama mevcut personelin rasyonel çal›flmas› sa¤lanacakt›r. Türk Patent Enstitüsünün görev ve yetkileriyle üye atamalar› tam olarak kamuoyunca tan›nmamaktad›r. Taflradaki istihdam-verim-üretim iliflkisini merkezin masa bafl›nda çözebilmesinin rasyonelli¤ini tart›flmak gerekir. Yeni Reform yasas›yla yetkileri valiliklere devredilecek olan bakanl›klar›n taflra teflkilatlar›n›n çal›flmas› Bölge ‹stihdam Merkezleri ve il merkezlerinin oldukça rasyonel yaklafl›m oldu¤u kanaatindeyiz. Çünkü ‹ller gelir-gider ve sorunlar›yla yüzleflecektir. O zaman ‹stihdam Merkezleri Modeli çözüm olacakt›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 155 Ad› geçen müsteflarl›¤›n bütçeden ayr›lan gelirinin yan› s›ra afla¤›daki kalemlerden gelirleri fonda toplan›r ve taflra teflkilatlar›ndaki istidam merkezlerine aktar›l›r. ‹flsizlik yard›m› ve sigortas› da bu birimden ödenir. Bu fonun gelir kaynaklar› genel bütçeden ayr›lan bütçesinden ayr› olarak 1. ‹flsizlik fonunda bugüne kadar biriken mebla¤, 2. Vergi matrahlar›n›n her ilden tahakkuk oran›n binde 1’i (Bu iller aras›ndaki adaleti sa¤lar), 3. M. E. B. bütçesinin binde 1’i, 4. Proje gelirlerinin binde 1’i, 5. D›fl yard›mlar›n binde 5’i (AB-Dünya bankas› hibeleri gibi), 6. Mesleki E¤itim fonunu yüzde 5’i, 7. Ba¤›fl ve yard›mlar› tamam›, 8. ‹l Özel ‹dare gelirlerinin yüzde 10’undan oluflur. Yak›n zamana kadar tart›fl›lan Nitelikli Sanayi Bölgelerinin günümüz koflullar›nda uygulanmas› zor gözükmektedir. Bunun yerine Türkiye gerçeklerini içeren ‹stihdam Bölgeleri oluflturulmaktad›r. Afla¤›da merkezler ve olas› ad› geçen merkezlere ba¤lanmas› düflünülen iller s›ralanm›flt›r. Bu illerin alacaklar› kaynak iflsizler oran›nda olacakt›r. Ad› geçen il y›lsonunda fondan projesine göre ald›¤› mebla¤› de¤erlendiremez ve ad› geçen say› kadar iflçiyi çal›flt›rmazsa ‹l özel idarelerince ve ad› geçen kifli veya firma zarar› tazmin eder. Bu durum her vatandafla sorumluluk alma ve sorumlu olma bilincini verecektir. Kifli veya kurumlar› verecekleri ve muhtemelen istihdam edecekleri kiflilerin say›s›yla ilgili oldukça basite indirgenmifl proje istihdam merkezleri komisyonunun onay›ndan geçmesi gerekir. 4 156 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL Nitelikli ‹stihdam Bölgeleri Ba¤l› ‹ller 1. Adana Osmaniye 2. Ankara Çank›r›-K›r›kkale-Çorum-Kastamonu 3. ‹stanbul Anadolu 4. ‹stanbul Avrupa 5. ‹zmir Bal›kesir 6. Erzurum A¤r›-Kars-Ardahan-I¤d›r-Erzincan 7. Diyarbak›r Mardin-Siirt-fi›rnak-Batman 8. Edirne Tekirda¤-Çanakkale-K›rklareli 9. Kocaeli Sakarya-Düzce-Bolu 10. Eskiflehir Bilecik-Kütahya-Afyon-Uflak 11. Samsun Gümüflhane-Bayburt-Giresun-Ordu-Amasya 12. Kayseri Yozgat-Sivas-K›rflehir-Nevflehir 13. Konya Ni¤de-Aksaray-Karaman 14. Gaziantep Hatay-Kilis-fianl›urfa 15. Denizli Manisa-Ayd›n-Mu¤la 16. Kahramanmarafl Malatya-Elaz›¤-Ad›yaman-Tunceli 17. Bursa Yalova 18. Trabzon Artvin-Rize-Tokat 19. Zonguldak Bart›n –Karabük-Sinop 20. Van Bingöl-Mufl-Hakkari-Bitlis 21. Antalya ‹çel-Burdur-Isparta Yukar›daki illerin merkezlere ba¤l› olmas›nda yak›nl›k-istihdam merkezleri gibi ölçütlerin yan› s›ra sanayii ve küçük ve orta boy iflletmelerin yerleflim yerleri dikkate al›nm›flt›r. Baz› de¤ifliklikler olabilir. Önemli olan yeni Reform yasa tasar›s› ve ‹l Özel ‹darelerinin yetkileriyle ilgili olmas› aç›s›ndan önemlidir. ‹stihdam-AB iliflkisi Türkiye’nin AB ile bütünleflmesi ba¤lam›nda di¤er alanlarda oldu¤u gibi istihdamla ilgili müktesebata uyumun yan›s›ra istihdam› etkileyen yap›sal-davran›flsal ve siyasal de¤iflkenleriyle de de¤erlendirme yap›lmas›nda fayda olaca¤› kanaatindeyiz. Bu konuyla ilgili olarak Leonello Tronti’nin Employment Observatory MISEP Policies No:61 ‹lkbahar 1998 say›s›n›n s. 40–41 deki formülünü anlaml› oldu¤u kan›s›nday›z. Yazar flöyle der “‹ngiltere son zamanlardaki iflsizlik indirimini ‹ngiliz 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 157 istihdam sistemi içinde geçerli bir performans› gösterebilmifl midir? E¤er cevap evet ise hangi kurumsal düzenlemeler iyi performansta sunulur. Bu düzenlemeler di¤er Avrupa ülkelerine transfer edilebilir mi?(Türkiye ye de genelleyebilir miyiz?)e¤er de¤ilse fonksiyonel ya da kurumsal sonuç nelerdir?Bu sorunun cevaplanmas› için afla¤›daki eflitsizlik bu amaca yöneliktir. E=WAP x LFP x (1-U) E : Çal›flanlar›n say›s› WAP : Çal›flan nüfusun yafl› LFP : ‹flgücü kat›l›m› U : ‹stihdam oran› 1-U : ‹flsizlik oran›n›n iflgücüne oran› Eflitsizli¤in sa¤ taraf› di¤er üç temadan ba¤›ms›z de¤ildir. E¤er eflitsizli¤e dinamik aç›dan bakacak olursak flu sonuçlara ulafl›l›r ki, istihdam büyümesi, çal›flacak yafltaki nüfusun büyümesi, iflgücü ifltirakinin büyümesi ve iflsizlik oran›n›n büyümesinin afla¤›da ifade edildi¤i gibi bir sonuçtur. Delta E= DeltaWAP+DeltaLFP+Delta(1-U) fleklindedir. Yine yazar “Bu eflitlik oldukça aç›k bir flekilde hangi ana elementlerin istihdam seviyesine ve istihdam büyümesine katk›da bulundu¤unu gösterir. Bu ayr›m en az›ndan istihdam büyümesi konusunda yap›sal-davran›flsal ve siyasal nedenlerle etkilendi¤i konusunda yararl› bilgiler sa¤lar. Afla¤›daki tablo Almanya-Fransa-‹talya ve ‹ngiltere için hem istihdam seviyesini hem de büyümenin ayr›lmas›n› gösterir. Almanya’n›n yüksek seviyedeki istihdam› göstermifltir ki, bu tamam›yla politik unsurlardan kaynaklanmaktad›r. 1990–1996 y›llar› aras›ndaki negatif istihdam büyümesi bu ayn› unsurlar›n kötüleflmesiyle ortaya ç›kar.”” demektedir. Siyasal-Davran›flsal-Yap›sal aç›dan ‹stihdam›n Olumsuz Görünümü Yap›sal Davran›flsal Siyasal 1993 E WAP LFP 1-U Almanya 32.215 54.700 69.9 92.1 ‹ngiltere 25.400 37.848 74.6 89.6 Fransa 22.226 37.794 66.6 88.3 ‹talya 20.467 38.828 58.7 89.8 4 158 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL 1990-1996 Delta E Delta WAP Delta LFP 1-U Almanya -0.53 0.29 -0.07 -0.75 ‹ngiltere -0.70 0.15 -0.66 -0.19 Fransa -0.17 0.35 0.15 -0.67 ‹talya -0.77 -0.28 -0.11 -0.38 Kaynak:OECD, Ekonomik Bak›fl, Paris, Aral›k, 1997 (Akt. Tronti s. 419) *K Almanya’n›n yukar›daki tabloda en baflar›l› oldu¤unu görmekteyiz. Yazar bunu Almanya’n›n politik rekabetine ba¤lamaktad›r. Yukar›da verilen formül ve bilgilerin Türkiye nin istihdam sorununa kaynakl›k edebilece¤ini düflünebiliriz. Çünkü analitik çözümleme yöntemleri sorunun ayr›nt›lar›n› ortaya ç›karmas› ve çözümde de hata pay›n› en aza indirgemektedir. K›sa vadede iflsizlik çözümüne afla¤›daki yöntemler ( istihdam›n yap›sal analizi yap›l›p uygulamaya konuncaya kadar uygulanabilir). ‹flsizlik Türü Fonksiyonel çözümü 1. AÇIK ‹fiS‹ZL‹K 1. a. Fonksiyonel iflsizlik Mesleki e¤itimin yeniden düzenlenmesi 1. b. Yap›sal iflsizlik Hizmet içi e¤itim ve mesleki kurslar 1. c. Teknolojik iflsizlik Teknoloji yo¤un ifl sahalar› için eleman yetifltirilmesi 1. d. Konjonktürel iflsizlik Üretimi art›rmak ya da stok 1. e. Mevsimlik iflsizlik Esnek çal›flman›n art›r›lmas› 2. f. Gizli iflsizlik Sa¤l›kl› veri toplama ve kay›t alt›na alma 3. DO⁄AL ‹fiS‹ZL‹K Enformasyon ve e¤itimin gelifltirilmesi *‹flgücüne kat›l›m oranlar›n›n en az 6 ayl›k sürelerde yap›lmas› *Ba¤›ml›l›k oranlar›n›n 6 ayl›k sürelerde yap›lmas› k›sa ve uzun vadede ön koflul olarak düflünülmelidir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 159 Türkiye’de görülen iflsizlik genelde yap›sald›r. Buna neden olan faktörler aras›nda iktisadi-sosyal ve kültürel de¤iflkenleri sayabiliriz. Y›llard›r biriken iflsiz say›s› ve üretim araçlar›n›n teknolojik ömrünü tamamlamas› da yan etkenler ars›nda say›labilir. Ayr›ca güçlü oldu¤umuz sektörlerde de baz› engellerde döviz girdisini azaltmaktad›r (Tekstile konan kotalar gibi). ‹flsiz say›s›n›n çok istihdam alan›n az oldu¤u durumlarda sosyal sorunlar›n art›p yeni sorunlar› do¤urmamas› için ‘esnek çal›flma’ yöntemi bu konuda baflvurulan yolardan biridir. Bu aç›dan esnek çal›flmaya k›saca bakt›¤›m›zda, sanayileflmenin ve ticaretin globalleflmeye bafllad›¤› dönemlerde ortaya ç›km›flt›r. Bilindi¤i gibi endüstri iliflkileri dar anlamda iflçi-iflveren, (Kamu veya özel iflveren olsun)sanayi devriminden sonra artm›flt›r. 1768 de ‹ngiltere de James Watt’›n buhar makinas›n› bulmas›yla sanayi devrimi bafllam›fl atölye üretiminin yerini makine üretimi alm›flt›r. Sanayi devrimi sonucunda, sanayinin ve sanayi bölgelerinin ihtiyac› olan iflçileri temin etmenin iki kayna¤›ndan; birincisi tar›m çal›flanlar›, ikincisi küçük zanaat çal›flanlar›d›r. Tar›m iflçilerini sanayinin ihtiyac›n› gidermek için seferber etmek amac›yla, liberal görüfl ›fl›¤›nda özgürlük politikalar›yla serfler tar›mdan kopar›lm›fl, ayn› zamanda özel mülkiyetin devredilmesinin kolaylaflt›r›lmas›yla da köylerini terketmek isteyenlerin ifli kolaylaflt›r›lm›flt›r. Liberal düzenleme ve özgürlük verme faaliyetleri sonucunda özgür kalan serfler ve köylülerin yaflad›klar› bölgeler sanayi bölgeleri için bir hinterlant haline getirilmifltir. Bu hinterlantlardan büyük sanayi bölgelerine ya da kentlerine bir iç göç ak›n› oluflturulmufl, iç göçün talebi karfl›layamad›¤› durumlarda ise d›fl göçlere izin verilmifltir.8 K›rsal kesimdekiler feodal yap›n›n çözülmesiyle kentlere gelerek fabrikalarda vas›fs›z olarak çal›flmaya bafllam›flt›r. Bu de¤iflim ve geliflim sadece Avrupa’y› etkilemekle kalmay›p, efl zamanl› olarak geleneksel üretim tarz›na devam eden Osmanl›’y› da olumsuz etkilemifl Avrupa’n›n kendi pazar›n› ele geçirmesine Osmanl› engel olamam›flt›r. Günümüzde bile sanayileflme hareketini ve dünya pazar›na etkisinin s›k›nt›lar›n› ülkemiz hala çekmektedir. Zamanla emek arz ve talebindeki dengenin arz aleyhine bozulmas› ve Liberalizmin çal›flma hayat›n› belirleyen ilkeleri sebebiyle çal›flma flartlar› kötüleflmifl, sosyal sefalet bafllam›flt›r.9 ‹lk olarak bireysel çal›flma iliflkilerini düzenlemek için yasalar ç›kart›lm›flt›r.10 Ayr›ca ILO gibi uluslar aras› organlar kurularak çal›flma flartlar›n›n tüm dünya ülkelerinde uymas› için ilkeler saptam›flt›r. Bütün bu müdahaleler hep iflçinin iflveren karfl›s›nda korunmas› ve iflçi-iflveren güç dengesinin sa¤lanmas› için yap›lan düzenlemelerdir. 20. yüzy›l›n ikinci yar›s›ndan sonra çok farkl› geliflmeler yaflanm›flt›r. ‹kinci Dünya Savafl›’ndan sonra elektronik, elektronikle yönlendirilen makinalar, bürootomatlar ve yeni iletiflim tekniklerinin kullan›m› yeni teknik bir ça¤a geçifli h›zland›rm›flt›r.11 1970 li y›llardan sonra geliflen bilgisayar teknolojisi ve yaz›l›m›n neredeyse ayr› bir sektör olmaya do¤ru gidifli, azgeliflmifl ve geliflmekte olan ülkelere teknoloji ihracat›n› h›zland›rm›fl geliflmekte olan ve azgeliflmifl ülkeler sanayi sonras› toplumun sorunlar›n› yaflayan çal›flan ve gelir iliflkisiyle ithal eden kullanan ama kalk›namayan toplumlar ikilemini yaflamaktad›r. Mikro elektronik sanayi devrimini gerçeklefltiren ülkeleri di¤er bir deyiflle sanayi toplumlar›n› bilgi ifllem toplumu olarak ta isimlendiren sanayi ötesi toplumu (Post-Endüstriyel) na götürmektedir. Sanayileflme hangi aflamada olursa olsun teknolojik imkanlar toplumun ekonomik ve sosyo-kültürel yap›s›n› etkilemekte oluflturdu¤u yeni ihtiyaçlar›n ve sorunlar›n giderilmesi için önlemlerin al›nma- 4 160 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL s› mevcut kurumlar› yeni flartlara uydurulmas›, yeni kurumlar ve düzenlemeler getirilmesi zorunlu olmaktad›r.12 Bu durum bafllarda sunulan yaklafl›mlar›m›z› ve model önerisini do¤rular yöndedir. Gerçekten sanayileflmifl ülkelerde üretim ve iflgücü bilgi sektörüne yönelince imalat sanayinde çal›flanlar aras›nda iflsizlik artm›flt›r. Yeni yat›r›m alanlar› da olmad›¤› için iflgücü piyasas›nda yeni düzenlemeler ve zorunluluklar Esnek ‹fl piyasas›n›n oluflmas›na neden olmufltur. Bu yenilik yeni düzenlemeleri de beraberinde getirmifltir. Örne¤in haftada 5 gün yerine 4 gün ve 6 gün çal›flabilece¤i gibi, günlük 8 saat yerine 5 saat veya 10 saat çal›flma imkan› da vard›r. ‹flle bafllama sabah 8 olabilece¤i gibi 10 da olabilecektir. 13 Çal›flma sürelerinin ve flekillerinin esnekleflmesi ile iflletmelerin verimlilikleri artacak, maliyetleri düflecek, ani talep de¤iflikliklerine uyum sa¤lanacak, rekabet gücü yükselecektir. ‹flçiler ise esneklikle zamana hakim olacaklard›r. 14 Esnek çal›flma ve k›sa vadeli ve geçici çözüm olarak alg›lanmal›d›r. Çal›flman›n bafl›nda da belirtildi¤i gibi yap›sal-fonksiyonel-davran›flsal modele uygun istihdam koflullar›n›n uzun vadede kesinlikle karfl›lanmas› gerekmektedir. Temel de¤iflken ça¤ nüfusuna ve ça¤›n gerektirdi¤i meslekleri bilgi ve beceriyi vererek sa¤lamakt›r. 1970’lerin ortas›na kadar iflletmelerde Fordist bir üretim yap›s› görülmüfltür. Fordist üretim yap›s› dikey uyum kitlesel üretim ve düzgün bir flekilde büyüyen piyasa ile tan›mlanmaktad›r. ‹flgücü(özellikle erkek iflgücü) aç›s›ndan bu üretim yap›s› tam günlü ve istikrarl› istihdam› ifade etmifltir. Ayr›ca kitlesel üretimdeki verimlilik art›fllar›n›n ücretleri ve iflçilerin tüketimini art›rd›¤› ve böylece sürekli bir büyüme döngüsüne yol açt›¤› varsay›lm›flt›r. 15 Di¤er taraftan 1980’lerde ço¤u sanayileflmifl ülkede, ekonomik flartlar kötüleflmifl ve sürekli iflsizlik oranlar› görülmüfltür. Fakat tüm ülkelerde iflsizlik tekdüze bir geliflme göstermemifltir. Norveç ve ‹sveç gibi ülkeler kitlesel iflsizlik ile karfl›laflmam›fllard›r. 16 ‹flte bundan dolay›d›r ki; arz ve talepteki de¤iflmelere ve konjonktürel dalgalanmalara uyum sa¤layabilmek için iflgücü piyasas›ndaki kat›l›klardan kurtulunmas› ve esnek bir yap›ya sahip olunmas› gerekmektedir. Art›, Fordist üretim yap›s›n›n benimsendi¤i tam günlü standart istihdam fleklinden atipik istihdam flekline yani esnek çal›flma gere¤i duyulmufltur. 17 Di¤er bir konuda sektörel yap›da meydana gelen de¤iflikliklerdir. Bilindi¤i gibi sanayileflmenin ilk devrelerinde tar›m sektörümde iflgücü azal›rken sanayi ve hizmet sektöründe artmaktad›r. Endüstri ötesi topluma gidildikçe ise tar›m sektörüyle sanayi sektöründeki iflgücü azal›rken hizmet sektörü art›fl› devam etmektedir. Esnek çal›flman›n en uygun ve yayg›n oldu¤u sektörde hizmet sektörüdür. ‹flte hizmet sektörünün devaml› olarak büyümesi esnek çal›flman›n artmas›n›n ve yayg›nlaflmas›n›n bir nedenini oluflturmaktad›r.18 Burada da yine toplumsal yap›daki farkl›l›k karfl›m›za ç›kmaktad›r. Kimi ülkelerde tar›m sektörü geri iken kimi ülkelerde fazlad›r. Do¤al olarak ta çözüm farkl› olacakt›r. Örne¤in Almanya ve Fransa da tar›m sektörü yüzde 5’lere varmazken, bizde yüzde otuzlardan fazlad›r. Ama flu anda esnek çal›flma yöntemi ülkemizde uygulanmaktad›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 161 Ayr›ca gerek ulusal gerekse uluslararas› düzeyde rekabet flartlar›n›n artmas› da esnekli¤i zorunlu k›lmaktad›r. … ‹flletmeler artan bu rekabet flartlar›na kendilerini adapte edebilmeleri için devaml› olarak verimliliklerini art›rmak ve iflgücü maliyetlerini düflürmek zorundad›rlar.19 Bu yaklafl›mlar sonucunda iflletmeler özelliklede çok uluslu flirketler üretim aflamalar›n› esneklefltirmeye bafllad›lar. Fakat bu esnekleflme globallemenin de etkisiyle iki yönde gelifltir: Birincisi fonksiyonel esneklik, ikincisi ise say›sal esneklik. Fonksiyonel esneklik özellikle çekirdek bir iflgücü ve iflin planlanmas› aflamas›nda kullan›l›rken, say›sal esneklik üretim aflamas›nda kullan›ld›. Çok uluslu flirketler fonksiyonel esneklik sa¤layan elemanlar›n› geliflmifl ülkelerde ya da flirket merkezlerinde kullan›rken, say›sal esnekli¤i üretim yapt›klar› geliflmemifl ülkelerde kullanmaya bafllad›lar. Herhangi bir talep daralmas› durumunda üretim k›s›larak uyum sa¤lan›rken, bunun sonucunda yine azgeliflmifl ülkelerin çal›flanlar› iflsiz kalm›flt›r.20 Rekabet ve kar olgusu do¤al olarak maliyeti azaltmay› beraberinde getirmektedir. Talep daralmalar›na ve Maliyeti azalt›c› tedbirlere iflletmeler iflçi ve personel azaltmay› uygulay›nca iflsizlik do¤al olarak artmaktad›r. Fakat bunlar› örnekleri ve çözüm yollar› konusunda bu aflamay› yaflayan ülkelerin örnekleri vard›r. Türkiye de bundan daha acil bu tür ifl sahalar›n›n aç›lmas› 9 milyona yak›n say›y› önce azalt›p istihdam verim ve üretimi art›rmal›y›z. Bunun rasyonel çözümü ba¤lam›nda iller baz›nda model çal›flman›n ilk k›sm›nda sunulmufltur. Standart d›fl› çal›flman›n çal›flma hayat›n› esnek bir hale getirdi¤i için ifl tatminini(n) yükseltilmesi ve çal›flma flartlar›n› iyilefltirmesi beklenmektedir. Fakat buna ra¤men, esnek çal›flman›n yeni geliflmeye bafllamas› bu istihdam flekliyle yasal düzenlemelerin genellikle ülkeler düzeyinde mevcut olmamas› birtak›m olumsuzluklar›n oluflmas›na aç›k kap› b›rakmaktad›r.21 Esnek çal›flman›n uygulamas›nda aksakl›klar olaca¤› konusunda aktard›¤›m›z son paragrafta gerekçeleri makul olmakla birlikte 2003’te yasalaflan fakat uygulanmas› konusunda tart›flmalar olan yeni ifl yasas› bira anlamda bu soruna çözümler bulma amac›na yönelik hükümler içermektedir. Yine esnek çal›flmay› etkileyen az da olsa atipik çal›flmayla da iliflkisi vard›r. Bu konuya k›sa bir örnek vererek de¤inmek istiyoruz. Atipik istihdam da özelikle k›smi süreli çal›flmalarda ara dinlenmesine ihtiyaç duyulmamakla, buda esnek çal›flmaya getirilen önemli bir s›n›rlamay› oluflturmaktad›r. Esnek çal›flmada bir defa aral›ks›z olarak 24 ile 48 saat aras›nda de¤iflen bir izin verilmesi bazen mümkün olamamaktad›r. Oysaki bugün ifl yasalar›nda zorunlu olarak günlük ve haftal›k asgari dinlenme süreleri belirtilmifltir.22 Esnek çal›flanlar›n iflyerlerine ve iflverene ba¤›ml›l›klar› sadakatleri azalmaktad›r. K›smi süreli çal›flma, evde çal›flma gibi atipik istihdamda bulunanlar daha ba¤›ms›z çal›flmakta, ifl yerlerine daha az gitmekte, bu sebeple ifl çevresi ve arkadafllar›ndan izole olmakta ve sosyal yönleri zay›flayarak sendikalara ilgileri azalmakta ve buda sendikalar için olumsuz bir durum arz etmektedir.23 Bu yaklafl›m çal›flma hayat› aç›s›ndan önemli bir yaklafl›m olarak karfl›m›za ç›kar. Fakat ülkemizde acil istihdam-üretim ve verim sorunu vard›r. Yeni yasa tasar›s›yla ‹l Özel ‹dareleri kendi mahallindeki istihdam sorunlar›n› çözmekle yüz yüze gelecektir. K›smi çal›flma ve evde çal›flma modelleri söz konusu olabilecektir. Olay›n analitik flekilde ele al›nmas› ve olas› elefltirilerin giderilebilmesi için yukar›da elefltiren ve destekleyen bilimsel yaklafl›mlara bu amaçla yer verilmifltir. 4 162 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL Esnek çal›flman›n ve esnekli¤inin bu olumsuz yönlerinin yan› s›ra olumlu etkileri de bulunmaktad›r. Esneklik ve esnek çal›flma k›smen iflsizli¤i azaltt›¤› için sendikalara olumlu etki yapabilmektedir. Bilindi¤i gibi iflsizli¤in yo¤un oldu¤u dönemlerde sendikac›l›ktan söz etmek zordur. Esnek çal›flma k›smen iflsizli¤in azalt›lmas›n› engelleyece¤inden dolay› sendikalar›n daha güçlü olabilece¤i zemini haz›rlamaktad›r. Böylece istihdam›n artmas›, muhtemelen sendika üye say›s›n› art›racak ve sendikalar›n daha kuvvetli olmas›n› sa¤layabilecektir.24 ‹stihdam sahas›, üretim ve verim olduktan sonra sendikan›n fonksiyonu kuflkusuz artacakt›r. Sendikan›n görev ve fonksiyonlar› bafltaki temel de¤iflkenlere ba¤l›d›r. Mevcut sendikalar›m›z›n farkl› istihdam modellerine olumlu yaklaflaca¤› makul beklentidir. Sendikalar›n bu olumlu ifllevi, esneklik önlemlerinin sendikalarla yönetim aras›ndaki güç dengesinin bozmad›¤› durumlarda ve sendikalara dan›flma ve görüflme yoluyla gerçeklefltirildi¤i hallerde mümkün olmaktad›r. Sendikal yap›lardaki stratejik tercihlerdeki ve kurumsal düzenlemelerdeki çeflitlilik nedeniyle sendikalar›n iflgücü piyasas› esnekli¤ine yönelik tepkileri de ülkeden ülkeye önemli farkl›l›klar göstermektedir.25 Özellikle istihdam, ücretler çal›flma süreleri, ifl düzenlemeleri hususunda meydana gelen de¤ifliklikleri sendikalar bu konudaki tecrübe ve görüflleriyle ortak ak›l yoluyla afl›labilir. Gerek esnek çal›flma gerekse atipik çal›flma sorunun ikincil basama¤›na yard›m etmek içindir. Esas sorun Türkiye de istihdama çözüm bulmak üretimi art›rmak ve verimli rekabetçi çal›flma koflullar›n› oluflturmakt›r. Türkiye’nin toplumsal yap›s›na uygun yap›sal-fonksiyonel-davran›flsal ve siyasal tercihlere gibi temel de¤iflkenler göz önüne al›nd›¤›nda Özel idarelerinin ve yetkileri do¤rultusunda herkesin sorunun ciddiyetini kavramas› ve sorumlulu¤a ortak olmas›yla afl›labilecektir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 163 D‹PNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 Edward, Elgar. Education, Training and Global Economy (David Ashton-Francis Green)Cheltenham UK. 1997s. 45 Numaan Majid. The Size of the working poor population in Developing Countries. ILO Employment-Paper 2001/18 ISBN:92-2112578-5 Peter Rudenburg, Multiple Causation and the Measurement of Unemployment http://www.stir.ac.uk/Department-management/EC p.11 http://www.bized.ac.uk/stafsub/options/lotes/econ215.htm. leading189 Sabahattin Zaim, Çal›flma Ekonomisi, 10 bs., ‹stanbul: Filiz Kitabevi,1997, s.57-59. http://cobfaculty. stcloudstate. edu/yaley/1479/chapter 13. pdf Muhsin Hesapç›o¤lu, Türkiye de ‹nsangücü ve E¤itim Planlamas›, Ankara Üniversitesi E¤itim Bilimleri Fakültesi Yay›n›, Ankara, 1984, s. 34-36 Hans Freyer,: ‹ndustri Ça¤›, ‹stanbul: ‹.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay›n›, 1954 s.18-22. Nusrat Ekin, Endüstri ‹liflkileri, ‹stanbul Ü ‹ktisat Fak. yay. , ‹stanbul. 1987 s. 11 Arif Yavuz, Esnek Çal›flma ve Endüstri ‹liflkilerine Etkisi, Ankara, 1995 s. 5 Münir Ekonomi, Türk ‹fl Hukukunda Sosyal Güvenli¤in 50 y›l›. , Basisen yay. , ‹stanbul, 1988, s. 37 Ekonomi, a. g. e. s. 41 Yavuz a. g. e. s. 8 Ekonomi a. g. e. s. 41-67 Güven Murat, ‹flgücü Piyasas›n›n yap›s› ve Ekonomik Analizi, Bölümlendirme ve Esneklik Yaklafl›m›, ‹stanbul, 1993 s. 157 C. Trily, Dualizm ‹n Part-time Employment ‹ndustrial Relations, Vol. 31, No. 2 Spring 1992 Regents of the Univerty of California, p. 15 Trilly a. g. m. s. 15 Yavuz. a. g. e. s. 8 Yavuz. a. g. e., s.8 Zeki Erdut. “Liberal Ekonomi Politikalar› ve Sosyal Politika”, Çal›flma ve Toplum, Birleflik Metal-‹fl Yay›n›, 2004/2, s.14-16. Öner Eyrenci, “K›smi Süreli Çal›flma ve Uluslar aras› Çal›flma Örgütü”, Basisen Dergisi, Ekim, 1993 s.39 E. Cordova, From Full-Time Wage Employment to Atypical Employment ILR, vol. 125 no. 6 1986 s. 641 Cordova. a. g. e. s. 642 Murat, a. g. e. s. 243 Rüçhan Ifl›k, Esnekli¤in Küresel Görünümü, Çal›flma Hayat›nda Esneklik Semineri Tebli¤ler ve Görüfller 30 Kas›m 1999, ‹stanbul Tisk yay›n no. 135, Ajanstürk matbaac›l›k, Ankara, 2000 s. 52 4 164 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Faz›l YOZGAT, Halis BAfiEL KAYNAKÇA CORDOVA,E. From Full-Time Wage Employment to Atypical Employment ILR, vol. 125 no. 6 1986. EDWARD, Elgar. Education, Training and Global Economy (David Ashton-Francis Green)Cheltenham UK. 1997. EK‹N, Nusrat. Endüstri ‹liflkileri. ‹stanbul Ü ‹ktisat Fak. yay. , ‹stanbul. 1987. EKONOM‹, Münir. Türk ‹fl Hukukunda Sosyal Güvenli¤in 50 y›l›. ‹stanbul: Basisen Yay›nlar›, 1988. ERDUT, Erdut. “Liberal Ekonomi Politikalar› ve Sosyal Politika”, Çal›flma ve Toplum, Birleflik Metal-‹fl Yay›n›, 2004/2, ss.11–37. EYRENC‹, Öner. “K›smi Süreli Çal›flma ve Uluslar aras› Çal›flma Örgütü”, Basisen Dergisi. Ekim, 1993. FREYER, Hans. ‹ndustri Ça¤›, ‹stanbul: ‹.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay›n›, 1954. HESAPÇIO⁄LU, Muhsin. Türkiye de ‹nsangücü ve E¤itim Planlamas›, Ankara Üniversitesi E¤itim Bilimleri Fakültesi Yay›n›, Ankara, 1984. http://cobfaculty.stcloudstate.edu/yaley/1479/chapter 3.pdf IfiIK, Rüçhan. Esnekli¤in Küresel Görünümü, Çal›flma Hayat›nda Esneklik Semineri Tebli¤ler ve Görüfller 30 kas›m 1999. ‹stanbul Tisk yay›n no. 135. Ajanstürk matbaac›l›k, Ankara, 2000. MAJ‹D, Numaan. The Size of the Working Poor Population in Developing Countries. ILO Employment-Paper 2001/18 ISBN:92-2112578-5 MURAT, Güven. ‹flgücü Piyasas›n›n yap›s› ve Ekonomik Analizi, Bölümlendirme ve Esneklik Yaklafl›m›. ‹stanbul, 1993. RUDENBURG, Peter. Multiple Causation and the Measurement of Unemployment http://www. stir. ac. uk/Department-management/EC p. 11 TRILY, C. Dualizm ‹n Part-time Employment ‹ndustrial Relations. Vol. 31, No. 2 Spring 1992 Regents of the Univerty of California, p. 15 TR‹BES, David Kumfeldt. Instituons, Markets, Networks. A. Framework About Societal Evalution http: //www. rantorg/publications/p/p7967/7967pdfp17 YAVUZ, Arif. Esnek Çal›flma ve Endüstri ‹liflkilerine Etkisi, Ankara, 1995. ZA‹M, Sabahattin. Çal›flma Ekonomisi, 10 bs., ‹stanbul: Filiz Kitabevi,1997. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 165 KAMU MALLARININ GLOBAL BOYUTU R›fat Ortaç* G‹R‹fi Yeni teknolojik geliflmelerle birlikte ivme kazanan iletiflim hizmetleri, ülkelerin di¤er ülkelerle olan etkileflimini h›zland›rm›flt›r. Ülkeler aras›nda ortaya ç›kan bu etkileflim a¤›, ülkelerce gerçeklefltirilen sosyal, ekonomik ve siyasi faaliyetlerin global boyutta sonuçlar do¤urmas›n› kaç›n›lmaz hale getirmifltir. Uluslar aras› entegrasyon süreciyle birlikte toplumsal fayda sa¤layan mal ve hizmetlerin nitelikleri de de¤iflime u¤ram›flt›r. Art›k toplum sadece herhangi bir ülkenin vatandafllar›ndan de¤il daha genifl olarak dünyada yaflayan bütün insanlardan oluflan bir yap›ya dönüflmüfltür. Dolay›s›yla bir çok farkl› kültürden ve milletten oluflan böyle bir toplumun ortak ihtiyaçlar›n›n belirlenmesi ve karfl›lanmas› “global kamu mal›” ad› verilen yeni bir kavram›n tart›flmaya aç›lmas›n› sa¤lam›flt›r. Bu çal›flmada, yerli ve yabanc› literatür de incelenerek global kamu mal› ile ilgili kavram düzeyinde bir analiz yap›lacakt›r. GLOBAL KAMU MALI KAVRAMI Globalleflme ile birlikte çevre kirlili¤i, salg›n hastal›klar ve uluslararas› terörizm, dünyadaki refah da¤›l›m›n›n dengesizli¤i gibi sorunlar daha yo¤un olarak tart›fl›lmaya bafllanm›flt›r. Teknolojik geliflmeler ve bu geliflmelere ba¤l› olarak elde edilen yeni ürünler ulusal s›n›rlar› aflan, küresel etkiler yaratan d›flsall›klar›n artmas›na neden olmaktad›r1. Bir ülkedeki üretim veya tüketim faaliyetinin di¤er bir ülkenin veya ülkelerin üretim veya tüketim faaliyeti üzerende yaratt›¤› olumlu yada olumsuz etkiye s›n›r ötesi d›flsall›k olarak tan›mlanmaktad›r. Ancak global düzeyde tart›fl›lan ve daha çok üzerinde durulan s›n›rlar› aflan olumsuz d›flsall›klard›r. D›flsall›klar›n önemli bir k›sm›n›n ülkelerin geliflme ve kalk›nmalar›yla ilgili olmas› (küresel ›s›nma, ozon tabakas›n›n incelmesi ve cevre kirlili¤i gibi) sorunun çözümünün tek tek ulus devletlerce veya ulusal piyasalarca çözümlenmesini imkans›z hale getirmektedir. Bu sorunlar›n çözümlenmesi, olumlu veya olumsuz s›n›r ötesi d›flsall›klar›n kontrolünün sa¤lanmas› amac›yla global organizasyonlara gereksinim duyulmaktad›r. Global kamu mal› kavram› ilk olarak Birleflmifl Milletler Geliflim Program› taraf›ndan haz›rlan›p 1999 y›l›nda yay›nlanan global kamu mallar› (Global Public Goods ; Kaul, Grunberg, and Stern ) isimli eserle ortaya konulmufl ve tan›mlanmaya çal›fl›lm›flt›r. Bu kavram daha sonra 2001 y›l›nda Dünya Bankas› taraf›ndan uluslararas› kamu mallar› temini ile ilgili olarak yay›mlanan eserlerde aç›klanmaya çal›fl›lm›flt›r. Bu eserlerde verilen tan›mlar ve bilim adamlar›nca yap›lan di¤er tan›mlar incelendi¤inde global kamu mallar›n›n tam bir tan›m›na ulaflmak mümkün olamamaktad›r2. Daha sonrada üzerinde duraca¤›m›z global kamu mallar›n›n çeflitlerinden veya yaflanan baz› uluslararas› sorunlardan hareketle baz› fonksiyonel tan›mlamalar verilmeye çal›fl›lmaktad›r. Global kamu mal› kavram›n›n tan›mlanmas›nda bilim adamlar›n›n ortak yaklafl›m noktas›n›, kavram›n içinde bar›nd›rd›¤› kelimelerin iktisadi, sosyal ve siyasi anlamlar› oluflturmaktad›r. * Prof.Dr., Gazi Üniversitesi, ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi 4 166 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” R›fat ORTAÇ Bu ortak yaklafl›m içerisinde bilim adamlar› “global”, “Kamu” ve “mal” kavramlar›n› ayr› ayr› irdelemekte, bu kavramlar›n üstlendikleri anlamdan hareketle global kamusal mal kavram›n› tan›mlamaya çal›flmaktad›rlar. Global kavram›n› daha önce aç›klad›¤›m›z için burada kelime anlam› veya globalleflme e¤ilimi üzerinde durmayaca¤›z. Bizim çal›flmam›z aç›s›ndan önemli olan kamusal mallar yönünden global kavram›n›n içerdi¤i anlamd›r. Bu yönüyle global kavram›na yaklafl›m aç›m›z kamusal olarak nitelendirilen mallar›n ulus devletin s›n›rlar›n› aflan bir flekilde yaratt›¤› etkilerdir. Di¤er bir ifadeyle kamusal nitelik arz eden mallar›n faydalar›n›n dünya yüzeyine yay›lmas›, herkesin yararlanabilmesi anlam›n› ifade etmektedir. AIDS hastal›¤›n›n önlenmesinde tek bir ülkenin önlem almas›, hastal›¤› ortadan kald›rmak için mücadele etmesi etkinsiz bir davran›flt›r. Hastal›¤›n ortadan kald›r›lmas› için uluslararas› bir ifl birli¤i ve organizasyon gerekmektedir. Hastal›¤›n önlenmesi öncelikle hastal›¤›n yo¤un olarak karfl›lafl›ld›¤› ülkelere veya bireylere fayda sa¤lamas›na karfl›n hastal›¤a yakalanma riskinin ortadan kald›r›lmas› tüm dünyaya yay›lan olumlu global bir etkidir. Bu yönüyle hastal›¤›n önlenmesi global bir yaklafl›mla çözümlenecektir. Ulusal düzeyde kamusal olarak kabul edilen AIDS ile mücadele, uluslararas› alanda da tedbirler al›nmas›n› gerekli k›lmaktad›r. Uluslararas› bu gereklilik ise hastal›¤› ortadan kald›rmaya yönelik olarak yap›lan bu faaliyeti global kamusal mal ve hizmet haline dönüfltürmektedir. Yap›lan kamusal faaliyetin birden çok ulus devletin s›n›rlar›na veya co¤rafi bölgelere yada hukuksal bir bütünlük arz eden birden fazla ulusu içine alan yap›lanmalara yönelik olmas› halinde global kamusal mal nitelemesinde belirsizlik ortaya ç›kmaktad›r. Faydan›n yay›l›fl flekline göre kamusal olarak üretilen mal›n tan›mlanmas› mümkündür. E¤er üretilen kamusal maldan elde edilen fayda ulus devlet s›n›rlar› içerisinde kal›yor ise ulusal kamu mal› olarak tan›mlanmaktad›r. Yerel kamu mal› ise yarat›lan faydan›n bir ulus devlet içerisindeki birime veya yöreye yönelmesi halinde söz konusu olmaktad›r Ancak yarat›lan faydan›n bitiflik s›n›rlar› olan ülkelerin insanlar› taraf›ndan elde edilmesi söz konusu ise bölgesel kamu mal› olarak nitelemek gerekmektedir. Faydan›n belli bir hukuki yap›lanma içerisinde yer alan birden fazla ulusa yönelmesi halinde ise çok uluslu kamu mal› olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. E¤er yarat›lan fayda herhangi bir hukuki organizasyon nedeniyle bir arada bulunmayan birden çok ülkeyi etkiliyorsa uluslararas› kamu mal› olarak tan›mlanmaktad›r. Ancak faydan›n tüm dünyay› etkileyecek flekilde yay›lmas› halinde, AIDS hastal›¤›n›n önlenmesine yönelik olarak yap›lan faaliyetler hastal›¤›n yayg›n olarak bulundu¤u ülkelere fayda sa¤larken hastal›¤›n görülmedi¤i ülkelerin vatandafllar›n›n hastal›¤a yakalanma riskinin azalt›lmas› veya ortadan kald›r›lmas› global etki yaratmas› nedeniyle bu tür faaliyetler global kamusal faaliyet olarak tan›mlanmaktad›r. Bütün bilim adamlar› uluslararas› kavram› ile global kavram›n›n birbirlerinden farkl› olduklar›n› kabul etmekle birlikte her iki kavram›n birbirine çok yak›n olmas› nedeniyle birbirlerinin yerine kullan›labilece¤ini ifade etmektedirler. Daha öncede belirtti¤imiz gibi biz çal›flmam›zda uluslararas› kavram› yerine global kavram›n› kullanmay› tercih etmekteyiz. Global kamu mal› kavram›n›n tan›mlanmas›nda bilim adamlar›n›n üzerinde durduklar› ikinci nokta “kamu” kavram›d›r. Küresel ›s›nman›n önlenmesi, ozon tabakas›n›n yap›s›n› bozan gazlar›n üretiminin ve kullan›m›n›n s›n›rland›r›lmas›, salg›n hastal›klar›n kontrol alt›na al›nmas› gibi amaçlarla yap›lan faaliyetler sonuçunda ortaya ç›kan s›n›r ötesi d›flsall›klar›n önemli bir k›sm›ndaki faydan›n bireysel (ölçülememesi) olmamas›, faydan›n belli bir bölgedeki bir çok ülke insan›n› veya tüm 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 167 dünyay› etkilemesi, dünyadaki bütün bireylerin yarat›lan faydadan rekabet etmeksizin, s›n›rs›z ve eflit miktarda yararlanmas›, yarat›lan faydaya kamusal nitelik kazand›rmaktad›r. Global kamu mallar›n›n “kamu” özelli¤inin ortaya ç›kmas›nda üç tip fayda söz konusudur. Bu faydalar risk azatl›m›, do¤rudan fayda (Salg›n hastal›kta hastan›n tedavisi veya hastal›¤a neden olan unsurun ortadan kald›r›lmas›) ve kapasite art›r›m›d›r. Üç faydada biriyle iliflkili olmakla beraber, risk azatl›m› ve do¤rudan fayda birbirleriyle etkileflim içerisindedirler. Do¤rudan faydalar riski azalt›rken risk azal›fl› da do¤rudan fayda üretimini etkilemektedir. kapasite art›r›m› ise ilk iki faydan›n ortaya ç›kmas›nda etkili olmakla beraber co¤rafi bir özellik arz etmektedir. Global kamu mal› kavram›nda yer alan ve bilim adamlar›nca kavram›n tan›mlanmas›nda üzerinde durulan üçüncü nokta “mal” kelimesidir. “Global” ve “kamu” kavramlar›na göre daha kolay aç›klanan bir kavramd›r. Maliye literatüründe “mal” kavram› ihtiyaçlar›n karfl›lanmas›n› veya tatminini sa¤layan fayda olarak nitelendirilmektedir. Kelimelere yönelik olarak yap›lan bu de¤erlendirmelerden hareketle global kamu mal› kavram›n› , “dünya üzerindeki bütün bireyler (global toplum) taraf›ndan elde edilebilen, tüketiminde rekabetin ve k›s›tlaman›n bulunmad›¤›, herkesin yararlanabildi¤i ve finansman›n›n global olarak sa¤land›¤› faydalar” olarak tan›mlamak mümkündür. Yapt›¤›m›z bu tan›mda üzerinde durulmas› gereken en önemli nokta global kamu mal› kavram›nda belirleyici faktörün yarat›lan faydan›n dünya yüzeyindeki da¤›l›m› ve faydaya dünya üzerindeki herhangi bir noktadan ulafl›labilir olunmas›d›r. Global kamu mal›n›n nerede üretildi¤inin, mal›n global kamusal mal olarak nitelendirilmesinde fazlaca bir önemi yoktur. Yer yüzüne yay›lma riski olan salg›n bir hastal›¤›n ilk görüldü¤ü ülkede ulusal s›n›rlar içerisinde ortadan kald›r›lmas› için yap›lan her türlü faaliyet sonucu yarat›lan fayda, ulusal kamu mal› gibi gözükse de gerçekte hastal›¤›n önlenmesi nedeniyle di¤er ülkelerde yaflayanlar›n, gelecek dönemlerde hastal›¤a yakalanma riskinin azalt›lm›fl olmas› veya riskin ortadan kald›r›lm›fl olmas› nedeniyle global etkiler yarat›lmakta ve yarat›lan fayda global kamu mal› olarak nitelendirilmektedir. Global kamu mal› kavram› bir fayday› ifade etmektedir. Mal kavram› fiziki bir de¤eri ifade etmemektedir. Global düzeyde al›nan ve uygulanabilen bir karar global kamu mal› niteli¤i tafl›maktad›r. Sars virüsü nedeniyle getirilen seyahat k›s›tlamas›, ozon tabakas›n›n incelmesine neden olan gazlar›n üretiminin ve kullan›m›n›n k›s›tlanmas› global kamu mal› olarak de¤erlendirilmektedir. SONUÇ Globallefle süreci, güvenlikten sa¤l›¤a, çevrenin korunmas›ndan iklim de¤ifliklilerin önlenmesine kadar bir çok farkl› alanda de¤iflik özelliklere sahip ihtiyaçlar›n do¤mas›na yol açm›flt›r. Söz konusu ihtiyaçlar, bütün dünya insanlar›n›n ortak ihtiyaçlar› oldu¤u için, global bir yap› arz etmektedir. Bu nedenle bu tür ihtiyaçlar, ancak global düzeyde fayda sa¤layan mal ve hizmetlerin üretilmesi ile mümkün olabilecektir. Global kamu mal› olarak ifade edilen bu mallar›n faydas› bölünemedi¤i için ve herkesçe ortak tüketildikleri için sadece bir veya birkaç ülke taraf›ndan üretilmesi ve finanse edilmesi mümkün gözükmemektedir. Üretim ve finansman konusunda yaflanan bu kar›fl›kl›k, “global kamu mal›” kavram› ile ilgili tart›flmalar›n artarak devam edece¤ini göstermektedir. 4 168 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” D‹PNOTLAR 1 Todd Sandler, Understanding Global Public Goods, OECD Observer, 29.08.2001, s. 22 2 Oliver Morrissey, Dirk Willem te Velde, and Adrian Hewitt, Defining International Public Goods, Chapter 2, s.31 R›fat ORTAÇ 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 169 TÜRK EKONOM‹S‹N‹N YAPISAL SORUNLARI VE KR‹ZLER Fetullah AKIN * Türk ekonomisinde yap›sal sorun olarak ele al›nacak en önemli konu, flüphesiz ki, geliflmifllik derecesindeki nispi geriliktir. Kalk›nmakta olan ülke olarak da isimlendirilen bu geri kalm›fll›ktan Türkiye’yi kurtarmak, ekonomik kalk›nm›fll›k bak›m›ndan geliflmifl ülkeler seviyesine yükseltmek, uygulanacak etkin politika bileflimleriyle mümkün olabilir. Bu çerçevede bu çal›flmada ekonomideki mevcut yap›sal sorunlar›, çözümü için gerekli tedbirler ortaya konulmaya çal›fl›lacakt›r. Bütün çabalar, kalk›nm›fll›k sürecine ekonomiyi götürecek veya yaklaflt›racak politikalar üretmek, bu güne kadar uygulanan yanl›fl politikalar› tespit etmek, bu yanl›fllardan do¤an sonuçlar› da analiz ederek yeni dersler ç›karmak ve ekonominin gelece¤i için yeni bir vizyon oluflturmak yönünde olacakt›r. Bir ekonomideki yap›sal sorunlar, ço¤u zaman birbirlerine ba¤l› ve biri di¤erini etkileyen, birinin çözümü di¤er bir çok sorunun çözümüne de katk› sa¤lar nitelikte sorunlard›r. Bu ba¤lamda hali haz›rda süre gelen yap›sal sorunlar›n çok önemlileri ve de ekonomik kalk›nmayla iliflkili olanlar›n›n tespiti flöyle s›ralanabilir: -25 y›ldan beri süre gelen ve hükümetlerin gündeminde oldu¤u halde bir türlü bafl edilemeyen enflasyon, -Kronikleflme düzeyinde devam eden ve bir türlü normallefltirilemeyen bütçe aç›klar›, -Sürekli hale gelmifl bütçe aç›klar›n›n çok daha büyük olumsuz etkilerini hafifletmek için baflvurulan bir yöntem olarak iç borç stokundaki yükselmeler, -Bütçe aç›klar› sebebiyle d›fl borç stoklar›ndaki yükselmeler, -Gerekli kalk›nma düzeyine eriflmek için yeterli miktarda yat›r›m›n yap›lamamas›, -Gerekli yat›r›m için kaynak yetersizli¤i, -Yat›r›m yetersizli¤i nedeniyle de üretimde gerekli verimlilik düzeyine bir türlü var›lamamas›, -Kalk›nma sürecini tamamlamaya katk› sa¤layacak sürekli ve yüksek oranda bir büyüme düzeyine ulafl›lamamas›, -Kaynak kullanma maliyetinin özellikle faiz oranlar›n›n reel olarak çok yüksek seyretmesi, -Zaten bozuk olan gelir da¤›l›m›n›n yap›sal sorunlar sebebiyle gittikçe daha çok bozulmas›, -Devletin asli görevleri olan e¤itim, sa¤l›k ve adalet hizmetlerini gere¤i kadar yapmaktan kaynak yetersizli¤i sebebiyle mahrum b›rak›lm›fl olmas›, -D›fl ticaret a盤›n normal seviyeye ve kal›c› hale getirecek ülke potansiyeliyle uyumlu, daha yüksek miktarda bir ihracat düzeyine eriflilememesi, -Bütün bu yap›sal sorunlar›n sebep oldu¤u s›k s›k tekrarlanan ekonomik krizler olarak say›labilir. * Yrd.Doç.Dr., Gazi Üniversitesi, ‹ktisadi ‹dari Bilimler Fakültesi 4 170 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN En Baflta Gelen Yap›sal Sorun: Türk Ekonomisinde Enflasyon Türkiye’deki ekonomik geliflmeye bak›ld›¤›nda, enflasyonun bu geliflme sürecinde çok önemli bir ekonomik problem olarak yer ald›¤›n› görmekteyiz. Özellikle 1978 y›l›ndan bu yana enflasyon oran›, ortalama %50’nin üzerinde gerçekleflmifltir. Onar y›ll›k dönemler itibar›yla, gerçekleflen enflasyon oran› ortalama olarak 1970-1980 döneminde %26, 1980-1990 döneminde %50 ve 1990-2002 döneminde ise %68 olmufltur. Bu derece yüksek seyreden enflasyonun Türk ekonomisi üzerinde çok olumsuz etkileri olmufltur. Olumsuz etkiler flöyle s›ralanabilir: 1-) Zaten bozuk olan gelir da¤›l›m›n›n daha çok bozulmas›na yol açm›flt›r. Enflasyonist süreç sabit gelirlilerin, özellikle ücretli kesimin, borçlular›n, düflük gelirlilerin gelirlerini düflürürken, alacakl›lar›n, üreticilerin, arsa ve bina sahiplerinin gelirlerini yükseltir. Enflasyonist süreç, özellikle kârlar›n afl›r› derece fliflirilmesi sonucu sermaye birikiminin oluflmas›na yol açmakta ve bu da yat›r›m›n artmas›na, dolay›s›yla kalk›nmaya katk› sa¤layaca¤› savunulmaktad›r. (Oyan, O. 1987: 38) Özet olarak enflasyon yüksek gelirli kesimlerin gelirlerini yükseltir, düflük gelirli kesimlerin gelirlerini düflürür. 2-) Enflasyon kaynaklar›n yanl›fl yönlendirilmesine yol açar. Ekonomide var olan kaynaklar reel mal ve hizmet üretimini sa¤layacak yat›r›mlar yerine, spekülatif alanlara kaymakta dolay›s›yla spekülatif kazançlar› yükseltmektedir. Enflasyonist dönemlerde arsa, bina, alt›n, döviz v.s. gibi araçlar›n fiyatlar› enflasyon oranlar› üzerinde seyreder. Tasarruflar›n önemli bir k›sm› bu tarz spekülatif kazanç sa¤layan araçlara yönelerek, mal ve hizmet üretimini sa¤layacak yat›r›mlar için ihtiyaç duyulan kaynaklar›n k›tl›¤›n› art›r›r. Bu anlamda enflasyonist ekonomilerde olmas› gerekenin çok alt›nda bir yat›r›m düzeyi ortaya ç›kar ve üretim düzeyi de düflük kal›r. 3-) Enflasyon, üreticilerin ileriye yönelik beklentilerinde istikrars›zl›¤a ve belirsizli¤e yol açt›¤› için, mal ve hizmet üretiminde bir yavafllamaya ve yeni yat›r›mlar›n azalmas›na neden olmaktad›r. ‹ktisadi istikrar ve ileriye yönelik belirlilik yat›r›m yapmada çok önemli olmaktad›r, çünkü müteflebbisler yapacaklar› yat›r›m›n gelecekteki de¤erini hesaplarken ekonominin gelecekteki durumunu bilmek isterler. Dolay›s›yla enflasyonist bir ekonomide bu tarz bir hesaplama yapman›n imkân› bulunmamaktad›r. Bu ise ekonomide gere¤i kadar yat›r›m yap›lamad›¤› için, büyümenin ve daha h›zl› kalk›nman›n önüne engel olarak ç›kmaktad›r. Böylece özellikle Türkiye’de oldu¤u gibi, yüksek seyreden enflasyon ekonomide durgunlu¤un ve iflsizli¤in kal›c› hale gelmesine yol açmaktad›r. (Türkan, E. 1992, s.55) 4-) Enflasyonist ekonomilerde görülen olumsuzluklardan bir tanesi de reel olarak yüksek gerçekleflen faiz oranlar›d›r. Hem enflasyonla mücadele ederken makro düzeyde toplam talebi k›smak için faiz oranlar›n› yükseltmek gerekmekte hem de enflasyonist süreçte kaynak k›tl›¤› artt›¤› için faiz oranlar› yükselmektedir. Bunun yan› s›ra, enflasyon önceden tahmin edilmeyen de¤iflkenler sebebiyle yaratt›¤› belirsizlik, yat›r›mc›lar›n kendilerini garantiye almak için fazladan bir kâr talep etmesine ve dolay›s›yla reel faizlerin yükselmesine yol açar. Bu da borçlanma maliyetlerini art›rarak, üretici- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 171 lerin kredi taleplerini k›s›tlayan ve yat›r›m› engelleyen bir unsur olarak ortaya ç›kar. Bir ekonomide faiz oranlar›n›n reel olarak yüksek gerçekleflmifl olmas› ekonomik kalk›nmay› ve büyümeyi önemli ölçüde düflürmektedir. Oysa Türkiye’nin en önemli hedeflerinden bir tanesi daha yüksek oranlarda ekonomik büyüme ve daha h›zl› kalk›nmay› sa¤lamakt›r. “Faiz oranlar›ndaki art›fl, hükümetleri faiz ödemeleri d›fl›nda herhangi bir kamu hizmeti yapamaz duruma düflürürken özel kesimi de faiz gelirleriyle yaflayan bir sektör durumuna sokmufltur.” (Y›lmaz, fi. 2001,s.32) 5-) Enflasyondan mali piyasalar da çok olumsuz etkilenmektedir. Mali piyasalar›n geliflmesinde ve daha ileri bir noktaya gelmesinde en büyük engel enflasyondur. Sürekli ve yüksek oranl› enflasyon ekonomide istikrars›zl›k do¤urmakta ve belirsizli¤i art›rmaktad›r. Mali piyasalardaki karar al›c›lar, belirsizli¤in getirece¤i risklere karfl› hassas davranmakta, bu da risk pirimi kadar kâr marj›n›n yükselmesine yol açmaktad›r. Yüksek kâr marj›yla çal›flan mali sektör, reel sektörü de olumsuz etkilemekte ve gere¤i kadar mal ve hizmet üretimi sa¤lamada reel sektör olmas› gereken performans› gösterememektedir. Özet olarak enflasyonun ilk etapta say›lacak olumsuz etkileri, devletin ve özel kesimin istikrarl› bir yat›r›m program› uygulamamalar›, adeta yat›r›mdan büsbütün vazgeçmeleri, kamu maliyesinin ve aç›klar›n›n kolayca düzeltilebilir olmaktan ç›kmas› ve do¤rudan d›fl yat›r›mlardaki azalma olarak ortaya ç›kar. Enflasyonun oldu¤u ekonomilerde kurumlar gibi bireyler de, gelecekten emin olmadan yaflad›klar› bir ülkede kendilerine ya da ülkelerinin yarar›na yat›r›m yapmaktan kaç›n›rlar. Bu kaç›nma k›sa dönemde kendini toplumsal de¤er yarg›lar›n›n çözülmesinde gösterir. ‹stikrars›zl›¤›n kronikleflti¤i bir uzun dönemde ise insanlar› ülkenin gelece¤i konusunda olumlu yarg›lara ikna etmek daha da zorlafl›r. Böyle bir tablo içinde birey ya da kurum olarak, tüm ekonomik birimler olaylar› sadece k›sa vadeli dönemler içinde ele almalar›na yol açmaktad›r. Buna karfl›n bir ülkenin gelece¤inin k›sa vadeli plânlar veya hedeflerle kurulamayaca¤› da aç›kt›r. Ülkemizin ihtiyaç duydu¤u ciddi kalk›nma hamlelerinin uzun dönemli ve istikrarl› olmas› gerekmektedir. Türkiye’de enflasyonun uzun süredir bu kadar yüksek seyretmesinin temelinde, hükümetlerin bundan siyasi rant elde etmeleri yatmaktad›r. fiöyle ki, hükümetler, ne kadar çok harcamada bulunurlarsa, popülariteleri de o kadar çok artmakta ve seçimlerde oy oranlar› yükselmektedir. Hükümetlerin amac› kendilerini yeniden seçtirmek oldukça da, hükümetler daha fazla harcama e¤ilimi içine gireceklerdir. Demokrasilerde elbette ki hükümetler halk›n taleplerine uymak zorundad›rlar. Bu sebeple, halk›n refah düzeyini yükseltecek dolay›s›yla halk›n talebi olan her türlü politika meflru olmakla birlikte, uzun vadede olumsuz sonuçlar do¤urabilecek politikalar›, siyasilerin rant elde etmek üzere k›sa vadede uygulay›p olumsuz sonuçlar›n› görmezlikten gelmeleri, uzun vadede siyaset kurumunu da y›pratmaktad›r. Daha aç›k bir ifadeyle, amaca varmak için her türlü arac› meflru gören Makyavelist bir anlay›fl› siyasete hakim k›lman›n kabul edilir bir yan›n›n bulunmad›¤›n› belirtmek gerekir. Hükümetlerin ekonomiye müdahaleleri sonucu, bir tak›m “k›s›tl›l›klar” ortaya ç›kmakta ve bu da yapay rantlar›n oluflmas›na yol açmaktad›r. Yapay rantlar rant aray›fl› olarak isimlendirilmekte rüflvet ve suiistimallere varacak olaylar› da içine alan bir kamusal faaliyet alan› olarak görülmektedir. “Rant aray›fllar›n kamu maliyesine yük getirmesi ancak, da¤›t›lan rantlar›n gereksiz, verimsiz ve kaynak israf›na yol açan harcamalara neden olmas› ile mümkündür.” (Y›lmaz, fi. 2002) 4 172 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN Özellikle seçime yönelik yap›lan bu harcamalar›n finanssal kayna¤› ise, bir miktar para basarak ve iç borçlanma yaparak sa¤lanm›flt›r. Bunun sonucu da enflasyonist etki olarak ortaya ç›km›flt›r. Y›llar itibariyle Türkiye’deki enflasyonun seyrine bakt›¤›m›zda söz konusu bu siyasal sonucun enflasyona etkisi kolayca görülebilmektedir: Seçim y›llar›nda enflasyon oranlar› daha yüksek ve seçim sonras› y›llarda ise enflasyon oranlar› daha düflük ç›kmaktad›r. Seçim y›llar›nda hükümetler daha büyük oranlarda harcama yaparak, daha çok bütçe aç›klar› vererek seçime girmekte, seçimden sonraki y›llarda ise anti-enflasyonist politikalar› bir dereceye kadar uygulamaya koymakta, seçime girece¤i y›la kadar bu sürmekte ve daha sonra bundan vazgeçilmekte, bu da enflasyonun uzun süreli ekonomide devam etmesine yol açmaktad›r. Zamanla Bütçe Aç›klar›n›n Yükselmesi Problemi 1980’lerden sonra takip edilen yanl›fl iktisat politikalar› sonucu bütçe aç›klar›n›n GSMH’ya oran› h›zl› bir flekilde yükselmifltir. Tablo 1: Dönemler ‹tibar›yla Bütçe Aç›klar›n›n GSMH’ya Oran› DÖNEMLER BÜTÇE AÇI⁄I/ GSMH (%) 1980-1984 2,54 1985-1989 2,94 1990-1994 4,7 1995-2000 8,1 Kaynak:DPT Ekonomik ve sosyal göstergeler (1980-2000) Tablo 1’den de görülece¤i gibi, 1980 ile 1990 aras›nda Türkiye’de bütçe aç›klar›n›n GSMH’ya oran›, ortalama %2,74 olarak ekonomide çok büyük problem do¤urabilecek yükseklikte de¤ildir. Ancak bu oran›n yükselme trendine girmifl olmas› ve 1990’dan sonraki seçimlerde hükümet de¤iflikli¤inin ekonomik olarak söylemleri daha çok popülist nitelikte olmas›, bu aç›klar› ayn› seviyede tutturmak veya düflürmek imkân›n› ortadan kald›rm›flt›r. 1990-1994 döneminde bütçe aç›klar›n›n GSMH’ya oran› %4,7’ye 1995-2000 döneminde ise %8,1’e yükselmifltir. Dolay›s›yla 1990’lardan sonra, afla¤›da tablo 2’den de görülece¤i gibi, y›llar itibar›yla aç›klar h›zla büyümüfl ve bu aç›klar ekonomiye olan güveni büyük ölçüde sarsacak bir orana yükselmifltir. Örne¤in 2000 y›l›nda bu oran %10,2’ye krizin derinleflti¤i 2001 y›l›nda ise %15,9’a yükselmifltir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 173 Tablo 2: Y›llar ‹tibar›yla Bütçe Gelir ve Giderlerinin GSMH ‹çindeki Pay› (%) Y›llar Bütçe Gelirleri/ GSMH Bütçe Giderleri/ GSMH Bütçe Dengesi/ GSMH 1990 13,9 17,3 (3,3) 1991 15,2 20,5 (5,3) 1992 15,8 20,1 (4,3) 1993 17,6 24,3 (6,7) 1994 19,2 23,1 (3,9) 1995 17,7 21,8 (4,0) 1996 18,0 26,3 (8,3) 1997 19,6 27,2 (7,6) 1998 22,2 29,1 (6,9) 1999 24,2 35,8 (11,6) 2000 26,9 37,1 (10,2) 2001 28,8 44,8 (15,9) 2002 27,8 42,1 (14,2) 2003 28,0 39,2 (11,1) Kaynak:DPT Ekonomik ve sosyal göstergeler (1980-2000) ve Hazine Müsteflarl›¤›, Hazine ‹statistikleri (1990-2003) verilerinden yararlanarak düzenlenmifltir. Tablo 2’ye bak›ld›¤›nda y›llar itibar›yla bütçe gelirlerinin GSMH içindeki pay› yükseldi¤i görülmektedir. 1990 y›l›nda bütçe gelirlerinin GSMH içindeki pay› %13,9 iken bu oran h›zla yükselmifl, 2002 y›l›nda ikiye katlanarak %27,8’e kadar ç›km›flt›r. Benzeri flekilde bütçe giderlerinin GSMH içindeki pay› da yükselmifl, ancak bu yükselifl oran› bütçe gelirlerindeki yükselmeyle mukayese etti¤imizde daha h›zl› olmufltur. 1990’da bütçe giderlerinin GSMH içindeki pay› %17,3 iken, bu oran 2002 y›l›nda 2,5 kat artarak % 42,1’e yükselmifltir. Bu arada bütçe aç›klar›n›n GSMH içindeki pay› da 1990 y›l›nda %3,3 iken 2002 y›l›nda yaklafl›k 3 kat artarak %14,2’ye yükselmifltir. Bütçe gelirlerinin GSMH’ya oran› zaman içerisinde yükseldi¤i halde, bütçe giderlerinin GSMH’ya oran› daha h›zl› artt›¤› için daha büyük oranda bütçe aç›klar›na yol açm›flt›r. Bütçe giderlerindeki bu art›fl›n en önemli sebebi, transfer harcamalar›ndaki art›flt›r. Zaman içerisinde toplam bütçe giderleri içerisinde cari, personel ve yat›r›m giderlerinin pay› düflerken, gider art›fl›n›n hemen he- 4 174 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN men hepsi transfer giderlerindeki art›fltan kaynaklanm›flt›r. Transfer gideri, faiz gideri ve di¤er transfer giderleri olarak ikiye ayr›lmaktad›r. Faiz giderinin bütçe gideri içindeki pay› 2000 y›l›nda %45, 2001 y›l›nda %51, 2002 y›l›nda da %45 ve 2003 y›l›nda %41’e düflmüfltür. Bütçe giderlerinin yükselmesine yol açan di¤er önemli bir kalemde faiz d›fl›ndaki transferlerdir. Bu transferlerin içinde Sosyal Güvenlik Sisteminin aç›klar› önemli bir kalem olarak gözükmektedir. 1994 y›l›na kadar aç›k vermeyen sosyal güvenlik sistemi, bu tarihten sonra aç›k vermeye bafllam›fl ve bu aç›klar sonucu 1999 y›l›nda konsolide bütçe giderleri içinde Sosyal Güvenlik Sistemine yap›lan harcamalar›n pay› % 9,8 olmufl, al›nan tedbirlerle bu oran 2000 y›l›nda %7,1’e düflmüfl ancak 2002 y›l›nda tekrar %9,7’ye yükselmifltir. Son on y›lda bütçe giderlerinin ortalama yaklafl›k %65’ini transfer harcamalar› oluflturmaktad›r. Bütçe giderlerinin %25’ini ise personel gideri oluflturmaktad›r. Ortalama olarak son on y›l için transfer harcamalar› ve personel gideri bütçeden ç›kt›ktan sonra bütçe giderlerinin ancak %10’u kalmaktad›r ki, bu kadar düflük bir mebla¤ ile hükümet di¤er bütün cari ve yat›r›m giderlerini yapmak zorunda kalmakta, bu da, bu tarz harcamalara yetmemektedir. Baflka bir deyiflle, Türkiye’de hükümetler toplad›klar› vergilerin önemli bir bölümünü iç borç stoku için faiz gideri olarak ödemekte, devletin asli görevleri ise yeterli kaynak bulunamad›¤› için yap›lamamakta, k›saca devlet, sürekli borç alan ve bu borçlar› faiziyle birlikte yine borçla ödeyen bir mekanizmaya dönüflmüfl durumdad›r. Son dört y›l›n bütçe gerçekleflme rakamlar› Tablo 3’te verilmifltir. Mevcut bütçe rakamlar› göstermektedir ki, yak›n bir gelecekte bütçe aç›klar› giderilecek gibi gözükmemektedir. Bütçe aç›klar› problemi had safhada acilliyet göstermektedir. Bu aç›klar› düzeltebilmenin flart›, faiz d›fl› bütçe fazlas›n›n GSMH’ya oran›n› yükseltmektir. Böylece iç borç stoku azalt›larak, borçlanma gere¤i düflürülerek, uzun vadede bütçe aç›klar› normale indirilmeye çal›fl›lmal›d›r. Mevcut durumda bu yönde hedefler belirlenmifltir. Nitekim 2003 y›l› için faiz d›fl› bütçe fazlas›n›n GSMH’ya oran›n›n %6,5 olmas› hedeflenmektedir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 175 Tablo 3: Bütçe Rakamlar› (Trilyon TL.) BÜTÇE KALEMLER‹ 2000 2001 2002 2003 Bütçe Gelirleri 33.756 51.813 76.400 100,282 Vergi Gelirleri 26.514 39.768 59.635 86,800 Vergi D›fl› Gelirler 6.776 11.375 15.262 10,077 Hibe 0 1 405 2,676 Katma Bütçe 466 669 1.098 729 Bütçe Giderleri 46.602 80.379 115.485 141,250 Faiz D›fl› Giderler 26.065 39.314 63.614 82,510 Personel 9.982 15.204 23.160 30,103 Di¤er Cari 3.611 5.164 7.889 8,480 Yat›r›m 2.472 4.140 6.887 6,500 Faiz Giderleri 20.440 41.065 51.871 57,912 Di¤er Transferler 10.000 14.806 25.678 33,900 Bütçe Dengesi -12.846 -28.566 -39.085 -40,968 Faiz D›fl› Bütçe Dengesi 7.594 12.499 12.786 18,231 Faiz D›fl› Bütçe Dengesi/GSMH 6,0 7,0 4,7 5,3 Bütçe Emanetleri 497 1.490 1.765 - Avanslar -402 -5.041 2.933 - Nakit Dengesi -12.751 -32.117 -34.387 - Kaynak: Maliye Bakanl›¤› ilgili y›llar Y›ll›k Ekonomik Rapor ve Hazine Müsteflarl›¤›, Hazine ‹statistikleri (1990-2003) verilerinden yararlanarak düzenlenmifltir. Bütçe Aç›klar›n›n Para Arz› Genifllemesiyle Finansman› Merkez Bankas› kaynaklar›ndan finansman sa¤layarak, artan kamu harcamalar›n›n finanse edilmesi enflasyon olarak ortaya ç›kmaktad›r. Bu anlamda hükümet için enflasyon bir tür bir vergilendirme sistemidir. Hükümet para arz› geniflletilmesi oran›nda harcanabilir bir gelir elde etmektedir. Vergi geliri sa¤lam›fl gibi, bu gelir art›fl› hükümet taraf›ndan harcamaya dönüfltürüldü¤ünde, tüketim 4 176 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN mallar›n›n fiyatlar›n› yükselmekte, bu da enflasyona neden olmaktad›r. Yani para arz› art›fl›yla hükümetin elde etti¤i gelir, enflasyona sebep oldu¤u için enflasyon vergisi olarak isimlendirilmektedir ki bu anlamda enflasyon vergisi çok adaletsiz bir vergilendirme sistemidir. Çünkü düflük gelirliler de, yüksek gelirliler de, ayn› oranda enflasyon vergisini ödemeye mahkum olurken, üretici kesim efl zamanl› olarak mal fiyatlar›n› yükselttikleri için devlet gibi enflasyon vergisinden kaynak elde etmifl olurlar. Para arz›ndaki de¤iflmeler esas al›narak yap›lan ekonomik müdahaleler “para politikas›” olarak tarif edilmektedir. Para arz›n›n genifllemesinde kullan›lan en yayg›n yöntem, Hazine’nin Merkez Bankas›’ndan avans kullanmas›d›r. 1980’lerde bu avans kullanma doru¤a ç›karken, enflasyonun kontrol alt›na al›nmas› amac›yla, uygulanan para politikas› çerçevesinde bu tarihten sonra avans kullan›m›n›n derece derece düflürülmesiyle, 1990’da en düflük noktas›na ulaflmas› sonucu enflasyonun daha ileri boyutlara gitmesi önlenmifltir. 1991 y›l›ndan itibaren Hazinenin yeniden Merkez Bankas›ndan avans limitini sonuna kadar kullanmas›, enflasyonu yükseltmifl, enflasyonla mücadelede para politikas› bir tercih olmaktan ç›km›flt›r. Bu flekilde Türkiye’nin 1980 ile 2000 döneminde takip etti¤i enflasyonist politika, bütün ekonomik dengeleri sarsm›fl bulunmaktad›r. ‹ç Borçlanma Yöntemiyle Finansman Sa¤lama Sonucu Oluflan ‹ç Borç Stoku Problemi Hükümetler kamu harcamalar› finansman›n›n ikinci önemli kayna¤› olarak, iç borçlanmaya giderek sa¤lam›flt›r. Bu flekilde iç borç stokunun h›zla yükselmesi ekonomide çok önemli olumsuzluklara yol açm›flt›r. Devletin yapt›¤› iç borçlar›n nas›l ve nerede harcand›¤› çok önemlidir. Devlet iç borçlar› yat›r›ma dönük verimli harcamalarda kullan›yorsa bu, ekonominin üretim kapasitesini ve verimlili¤ini art›r›r. Bu, gelecekte ekonomik büyümenin yükselmesine ve kalk›nman›n h›zlanmas›na yol açar. Ancak e¤er iç borçlar, verimlili¤i düflük alanlarda, ücret ödemelerinde, bürokratlar›n adeta bedavaya yararland›¤›, kamp, lojman, servis arac›, krefl, otel, misafirhane, yurtiçi ve yurtd›fl› harc›rahl› gezilerinde v.b. popülist harcamalarda kullan›l›yorsa ekonomide çok olumsuz sonuçlara yol açar. Çünkü iç borcun alternatif maliyeti özel sektör yat›r›mlar›ndan vazgeçmektir. (crowding aut etkisi) Gerçekten iç borçlanmalar özel sektörün yat›r›ma dönüfltürece¤i kaynaklar›n azalmas›na yol açmaktad›r. Bu anlamda Türkiye’deki ekonomik geliflmeye bakt›¤›m›zda, kamunun yapt›¤› iç borçlanman›n hemen hemen hepsisinin popülist politikalara yönelik harcamalarda kullan›ld›¤›na flahit olunmaktad›r. 1980-2002 döneminde bütçe harcama kalemlerinin kamu yat›r›mlar›na giden pay›n› inceledi¤imizde, y›llar itibariyle kamu yat›r›mlar›n›n reel olarak düfltü¤ü tespit edilebiliyor. Dolay›s›yla kamu hizmetlerinde, K‹T’lerde zaman içerisinde baz› y›llarda yenileme yat›r›mlar› dahi yap›lamam›flt›r, böylece bu hizmet ve kurumlarda verimlili¤in ve üretim gücünün düflmesine yol açm›flt›r. Kamu kesiminde yeterli yat›r›m yap›lamad›¤› için, K‹T’lerde üretimin ve verimlili¤in düflmesi, özellikle ara mallar olarak bu kurumlar›n ürünlerini kullanan özel sektör kesiminde de üretim ve verimlili¤in azalmas›na yol açm›flt›r. Daha da önemlisi kamunun iç borçlanmalar›ndaki art›fl, bir yandan özel sektör için yat›r›mlarda kullan›lacak kaynaklar›n azalmas›na, di¤er yandan bu kaynaklar›n maliyetinin yani faiz oranlar›n›n yükselmesine yol açm›flt›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 177 1990 – 2001 döneminde ülkedeki tasarruflar›n toplam GSMH’ya oran› ortalama y›ll›k %21 olmufltur. Bu oran y›llar itibar›yla önemli de¤ifliklik göstermedi¤i için, tek bir rakam olarak ifade edilmifltir. 1990 ile 1995 döneminde iç borç stokunun toplam GSMH’ya oran› %17,2 ile iç tasarruf oranlar›n›n alt›nda kal›rken, 1996 ile 2001 döneminde ise %24,4 ile iç tasarruf oran›n›n üzerine ç›km›flt›r. Söz konusu dönemde iç tasarruflardan daha fazla bir miktara iç borçlanma yöntemiyle el konulmufltur. Tablo 4 Y›lara Göre ‹ç Borç Stoku (Milyar ABD Dolar› Olarak) Y›llar Toplam* K.‹.B.Y.* K.T.B.S.* K.T.B.Y*. 1990 19 13 56 36 1991 19 15 69 45 1992 23 18 78 49 1993 25 18 92 50 1994 21 21 87 67 1995 23 17 72 41 1996 29 21 69 38 1997 31 21 80 42 1998 37 22 89 44 1999 42 29 94 50 2000 54 29 119 60 2001 100 67 169 114 2002 98 56 258 103 2003 121 58 210 99 Kaynak:DPT Ekonomik ve sosyal göstergeler (1980-2000) ve Hazine Müsteflarl›¤›, Hazine ‹statistikleri (1990-2002) verilerinden yararlanarak düzenlenmifltir. Toplam* = Kamuya ait toplam iç borç K.‹.B.Y* =Kamuya ait iç borç yükü, toplam iç borcun GSMH’ YA oran› (%) K.T.B.S* = Kamuya ait iç ve d›fl borcun toplam› stok olarak, K.T.B.Y* = Toplam Kamuya ait iç ve d›fl borç yükü (%) GSMH’ya oran› 4 178 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN Tablo 4’den de görüldü¤ü gibi, 1990 y›l›nda kamu kesimi toplam borç stoku GSMH’n›n %13’ü mertebesinde ve 19 milyar dolar iken, bu miktar 2002 y›l›nda GSMH’n›n %56’s›na yükselmifl ve stok olarak miktar 98 milyar dolar olmufltur. 2003 y›l›nda dolar kurunun nispeten düflük olmas› sebebiyle de toplam iç borcun düflük olmas›na yol açm›flt›r. Zaman içerisinde iç borç miktar›nda meydana gelen tedrici yükselme, teknik olarak borçlanmay› zorlaflt›rmaktad›r. Art›k ihtiyaç duyulan giderler için borçlanabilmek ancak daha yüksek oranda faiz ödeyerek ve borçlanma vadelerinin k›salt›lmas›yla mümkün hale gelmifltir. Borçlanma vadesi en fazla 1 y›l olunca, borcun geri ödenmesi ancak yeni borçlanmayla giderek mümkün hale gelmifltir. Bu ise hem iç borçlanmada s›k›nt›lar›n›n yaflanmas›na, hem de ekonomik krizlere yol açacak derecede ekonomiye olan güvenin sars›lmas›na sebep olmufltur. Kamunun iç ve d›fl borçlar›n›n toplam›ndan oluflan toplam borç miktar›nda da h›zla bir yükselme göze çarpmaktad›r. 1993 y›l›nda toplam borç stoku miktar› 92 milyar dolara yükselmifl ve söz konusu bu y›l için toplam kamu borçlanma yükü %50’ye varm›flt›r. Böylece 1994 y›l›nda ekonomik krizin ortaya ç›kmas›na yol açan nedenlerden birisi ortaya ç›km›fl bulunmaktad›r. Kamu borçlanma yükü 1999 y›l›nda yine % 50’lerin üzerine ç›k›m›fl, bu oran 2001 y›l›nda %114 olarak en büyük de¤ere ulaflm›flt›r. Bir ülkede kamunun toplam borç yükünün %100’ün üzerine ç›km›fl olmas› o ülkede ekonomiye olan güvenin tamamen yok olmas› anlam›na gelmektedir. Bu yüzden devlet iç ve d›fl borçlanmada çok zorlanmakta ve özellikle iç borç vadesini bir y›ldan daha uzun süreye yayamamaktad›r. Dolay›s›yla ülkenin böyle bir k›s›r döngü içine sokulmufl olmas›, devletin ekonomik fonksiyonunu yitirmesine ve bir tak›m ekonomik faaliyetleri teknik olarak yapamaz durumuna düflmesine yol açm›flt›r. Devlet sa¤l›k, e¤itim, adalet, v.s. alanlar›nda harcama yapma gücünü kaybetmifl bulunmaktad›r. ‹ç borçlanmaya iliflkin ortaya ç›kan problemlerden bir tanesi de, 1996 y›l›ndan itibaren iç borcun hepsinin k›sa vadeli olmas›d›r. K›sa vadeli borçlar›n yönetimi uzun vadeli borçlara göre daha zor oldu¤undan, hazine ifllemleri d›fl›nda borçlar›n uzun vadeli olmas› tercih edilir. Borç senetlerinin vadelerinin uzun olmas›, hükümete borçlar› döndürmekte manevra alan›n› b›rakm›fl olmaktad›r. Fakat devlet borçlar›n›n milli gelirle veya bütçe gelirleriyle mukayese edildi¤inde çok büyümüfl olmas›, ola¤an kamu gelirleriyle karfl›lanamamas› ve gelece¤e iliflkin belirsizlikler ortaya koymas› nedeniyle, hükümet uzun dönemde milli para ile borçlanma imkân›n› bulamamaktad›r. Böylece iç borç vadeleri k›salmakta ve faiz oranlar› yükselmektedir. ‹ç borç servisi, bilindi¤i gibi, iç borç ana para taksiti ile iç borç faiz ödemesi toplam›ndan oluflmaktad›r. ‹ç borç servisinin GSMH’ya ve Konsolide bütçe gelirlerine oran›n›n büyüklü¤ü, iç borcun çevrilme problemini gündeme getirebilmekte ve ekonomiye olan güveni düflürmektedir. 1985 y›l›nda iç borç servisinin GSMH’ya oran› %4,2 iken, bu oran h›zla sürekli olarak artarak 2002 y›l›nda %32,6 ile en büyük de¤ere ulaflm›flt›r. Tablo 5’te 1990-2002 döneminde iç borç servisinin GSMH’ya ve Konsolide bütçe gelirlerine oran› verilmifltir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 179 Tablo 5. ‹ç Borç Servisinin GSMH’ya ve Konsolide Bütçe Gelirlerine Oranlar› (%) Y›llar ‹ç borç servisi/GSMH ‹ç borç servisi Toplam faiz ödemesi/GSMH /konsolide Bütçe gelirleri 1990 6,2 44,7 2,5 1991 7,9 52,0 2,7 1992 10,5 66,7 3,1 1993 15,0 85,1 4,2 1994 21,0 109,8 5,9 1995 21,2 120,0 6,0 1996 31,5 174,9 8,9 1997 17,4 89,1 6,7 1998 27,1 121,7 10,5 1999 32,5 134,6 12,6 2000 29,8 112,4 16,3 2001 32,2 282,6 22,8 2002 32,6 283,5 19,0 Kaynak:DPT Ekonomik ve sosyal göstergeler (1980-2000) ve Hazine Müsteflarl›¤›, Hazine ‹statistikleri (1990-2002) verilerinden yararlanarak düzenlenmifltir. Tablo 5’ten de görüldü¤ü gibi, iç borç servisinin konsolide bütçe gelirlerine oran› 1993 y›l›na kadar % 100’ün alt›nda iken, bu tarihten sonra bu oran %100’ün üzerine ç›km›fl ve 2002 y›l›nda %283’e yükselmifltir. “‹ç borç servisi / konsolide bütçe gelirleri” oran›, devletin iç borç ödeme gücünü göstermektedir. Bu oran›n %100’ün üstüne ç›kmas›, devletin bütün gelirlerinin borç ödemeye yetmedi¤i ve borcunu ödemek için yeni kayna¤a ihtiyaç duydu¤u anlam›na gelmektedir. ‹ç borçlara ödenen faiz tutar› GSMH ile karfl›laflt›r›ld›¤›nda, iç borç faiz ödemelerindeki yükseliflin boyutlar› çarp›c› biçimde karfl›m›za ç›kmaktad›r. Tablo 5’in son sütununda görüldü¤ü gibi, iç borç faiz ödemelerinin GSMH’ya oran›, 1990’da %2,5 iken, bu oran 1995’te %6’ya ve 2001 y›l›nda %22,8’e yükselmifltir. 4 180 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN Tablo 6‘da iç borç faiz ödemelerinin konsolide bütçe vergi gelirlerine oran› görülmektedir. Tablo 6. ‹ç Borç Faiz Ödemeleri/Konsolide Bütçe Vergi Gelirleri Y›llar ‹ç Borç Faiz Ödemeleri Kons. Bütçe Vergi Gelirleri 1/2 (1) (Trilyon TL) (2) (Trilyon TL) (%) 1990 10 45 22,1 1991 17 78 21,5 1992 34 142 24,1 1993 85 264 32,1 1994 230 588 39,1 1995 473 1.084 43,6 1996 1.336 2.244 59,5 1997 1.977 4.745 41,7 1998 5.627 9.232 61,0 1999 10.720 14.812 72,3 2000 20.439 26.516 77,1 2001 41.062 32.780 125,2 2002 51.871 60.111 86,3 Kaynak:DPT Ekonomik ve sosyal göstergeler (1980-2000) ve Hazine Müsteflarl›¤›, Hazine ‹statistikleri (1990-2002) verilerinden yararlanarak düzenlenmifltir. Tablo 6’da iç borç faiz ödemelerinin konsolide bütçe vergi gelirlerine oranlar›n›n yüksekli¤i, faiz ödemelerinin ne derece h›zla yükseldi¤ini daha da çarp›c› bir flekilde bize göstermektedir. 1990’da iç borç faiz ödemelerinin konsolide bütçe gelirlerine oran› %22,1 iken, 1995 y›l›nda %43,6’ya, 2001 y›l›nda %125,2’ye yükselmifl ve 2002 y›l›nda %86,3 düzeyinde gerçekleflmifltir. Toplam konsolide bütçe vergi gelirleri iç borç faiz ödemelerine, 2001 y›l›nda yetmemektedir. Türkiye’de bütçe aç›klar›n›n borçlanma yoluyla karfl›lanmas›, uluslararas› krizlerin etkisi, politik istikrars›zl›k gibi nedenlerle iç borçlanman›n yüksek faizle yap›lmas› kaç›n›lmaz bir duruma gelmifltir. Faiz oranlar›n› belirleyen en önemli faktör, kamunun sürekli geniflleyen finansman aç›klar› sebebiyle piyasadaki fonlar›n önemli bir k›sm›na el koymas› fleklinde karfl›m›za ç›kmaktad›r. Borçlanma- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 181 n›n k›sa vadeli ve yüksek faizli olmas›, borç servisinin bütçe gelirlerine ve GSMH’ya oranlar›n›n sürekli yükselmesine, bu da finanssal piyasalarda faiz oranlar›n›n yükselmesine yol açmaktad›r. Artan borç talebinin, nispeten küçük bir piyasadan karfl›lanm›fl olmas› nedeniyle faiz oranlar›n›n iç borç talebine karfl› duyarl›l›¤› kaç›n›lmaz olmaktad›r. Enflasyon oran› ile faiz oran› aras›nda da çok s›k› bir iliflki bulunmaktad›r; enflasyon oran› düflürülmeden yüksek faiz oranlar›n› düflürmenin imkân› bulunmamaktad›r. Enflasyon beklentisi yüksek ise, dönem sonu itibar›yla enflasyon oran› düflse bile, faiz oran› beklenti ile uyumlu bir oranda yüksek seyretmektedir. Faiz oranlar›n›n düflürülebilmesi, ekonomideki fiyat istikrar›n›n sa¤lanmas›na ve enflasyon beklentisinin k›r›lmas›na ba¤l› olmaktad›r. Nitekim, bu tezi do¤rular nitelikte 2000 y›l› içinde enflasyon oran›ndaki düflme ve toplumdaki enflasyon beklentisinin nispi olarak k›r›lmas› sonucunda devlet borçlanmas›nda faiz oranlar›n›n düfltü¤ü görülmektedir. Türk Ekonomisinde Yat›r›mlar Ve Finansman› Ekonomik kalk›nma ile sermaye birikimi aras›nda çok s›k› bir iliflki vard›r. Ekonomik kalk›nma; ba¤l› oldu¤u yetiflmifl insan gücü, müteflebbis say›s› ve niteli¤i, piyasa büyüklü¤ü, bilgi birikimi gibi faktörlere ilave olarak daha do¤rudan ve yüksek oranda sermaye birikimiyle iliflkili bulunmaktad›r. Bir ekonomide sermaye birikiminde art›fl sa¤lamak, yat›r›m mallar›na yap›lacak ilavelerle mümkündür. Daha aç›k bir ifadeyle, ekonomide yeni yat›r›mlar sermaye birikimini art›rmaktad›r. Türkiye gibi geliflme yolunda olan ülkelerde ekonomik sorunlar›n bafl›nda “kaynak yetersizli¤i” gelmektedir. Çünkü, ekonomik kalk›nma için yat›r›m yap›lmas› bir zorunluluktur. Bir ekonomide yat›r›m bir “ak›m de¤iflken” olup, sermaye stokunda zaman içindeki de¤iflmedir. Teoride net yat›r›m, yenileme yat›r›m›, brüt yat›r›m, özel-kamu yat›r›m›, uyar›lm›fl-otonom yat›r›m demografik yat›r›m gibi farkl› özellikte yat›r›mlar vard›r. (Karluk, R. 2001 s.98) Yat›r›mlar›n iç tasarruflar ve d›flardan gelecek sermaye olarak iki önemli kayna¤› bulunmaktad›r. Bu iki kayna¤a ekonomi hangi ölçüde sahip olursa yat›r›m da o ölçüde gerçekleflir. Yat›r›m›n Finansman› Olarak D›fl Borçlar D›fl kaynak olarak ifade etti¤imiz d›flar›dan gelecek sermayeyi, d›fl borçlar, do¤rudan yabanc› sermaye ve k›sa vadeli sermaye girifli olarak tasnif edebiliriz. D›fl borçlar› özel sektörün ald›¤› d›fl borçlar ve kamu sektörünün ald›¤› d›fl borçlar olarak ikiye ay›rabiliriz. Geliflmekte olan ülkelerde gözlemlenen bir sonuç olarak, özel sektörün ald›¤› d›fl borçlar ço¤unlukla yat›r›ma dönüflür, oysa kamunun ald›¤› d›fl borçlar ço¤unlukla kamu finansman a盤›n› karfl›lamak üzere harcamalara dönüflür. Özel sektörün ald›¤› d›fl borçlar, ekonomik krizlerin oldu¤u y›llar›n d›fl›nda, ço¤unlukla kendini amorti etti¤i gibi kâr da b›rakabilir, çünkü özel sektör bu borçlar› geriye ödeyebilecek flekilde iç kârl›l›k oran› borç faizinin üzerinde olan yat›r›mlara dönüfltürür. Bu flekilde al›nm›fl olan d›fl borçlar yat›r›ma dönüfltü¤ü andan itibaren; istihdamda ve üretimde art›fla, iç piyasada rekabetin yükselmesine, ihracata konu bir ürün ise, ihracat›n artmas›na k›sacas› ekonomik kalk›nmaya katk› yapmaktad›r. Kamu borçlar›n›n ise genellikle geri ödemesinde güçlükle karfl›lafl›l›r ve yeni borçlanmalara, dolay›s›yla kamu borç ihtiyac›n›n artrmas›na yol açar. Türkiye’nin d›fl borcunda da hat›r› say›l›r art›fl 1980’lerden sonra meydana gelmifltir. 1983 y›l›nda 19 milyar dolar olan Türkiye’nin toplam d›fl borç stoku, 1990 y›l›nda 49 milyar dolara ve 2000 4 182 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN y›l›nda 120 milyar dolara yükselmifltir. 1985 y›l›ndan sonra toplam d›fl borç stoku, kamu d›fl borcu, uzun ve k›sa vade ve kamu d›fl borç yükü tablo 7’de görülmektedir. Tablo:7 Toplam D›fl Borç Stoku ve Yükü (Milyar Dolar) Y›llar Toplam Orta ve uzun vade K›sa vade Kamu d›fl borcu 1985 26 21 5 20 Kamu d›fl borç yükü (%) 30 Endeks 1990 49 36 13 37 24 188 1995 73 58 15 49 28 280 1996 79 59 20 49 26 303 1997 84 67 17 49 26 323 1998 96 76 20 52 25 369 1999 103 80 23 52 28 396 2000 120 92 28 61 31 461 2001 115 99 16 70 47 442 2002 131 116 15 85 47 503 2003* 133 116 17 86 40 511 100 Kaynak:DPT Ekonomik ve sosyal göstergeler (1980-2000), Hazine Müsteflarl›¤›, Hazine ‹statistikleri (1990-2002) ve Merkez Bankas› verilerinden yararlanarak düzenlenmifltir. *2003 y›l› May›s sonu itibar›yla gerçekleflen rakamlard›r. Tablodan da görülece¤i gibi, zaman içerisinde Türkiye’nin d›fl borcunda önemli miktarda art›fllar olmufltur. Özellikle bu art›fl miktar›n› gösteren son sütundaki endekstir, ki bu endeks toplam borç miktar›ndaki de¤iflmeyi gösterir. Toplam d›fl borç içerisinde kamu borcu %50 ile % 65 aras›nda de¤iflmektedir. Türkiye 1980’lerden sonra d›fl borcu h›zla artt›¤› halde, d›fl borç ödemede bir problem yaflamam›fl veya d›fl borç ödeme güçlü¤ü içine girmemifltir. Bunun sebepleri flöyle özetlenebilir: D›fl borçlar›n önemli bir k›sm› özel kesime ait oldu¤u için özel kesim borcu ödeyebilecek flekilde verimli projelerde kullanmaktad›r. D›fl borcun çok büyük bir k›sm› uzun vadelidir, dolay›s›yla k›sa vadede borç ödemede erteleme veya yeni borçlanmaya gidilebilmifltir. D›fl borcun faiz oran› reel olarak iç borçla mukayese edildi¤inde nispeten düflüktür, böylece borcun faiz a¤›rl›¤› çok yüksek de¤ildir. Ancak d›fl borç yükünün yüksekli¤i, yani toplam d›fl borç stokunun GSMH’ya oran›n›n büyüklü¤ü ekonomiye olan güveni zay›flatmaktad›r. Özellikle kamu d›fl borç yükü bu anlamda önemli bir kri- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 183 ter say›lmaktad›r. Tablodan da görülece¤i gibi, toplam kamu d›fl borç yükü 1999 y›l›ndan sonra h›zla yükselmifltir. Kamu d›fl borç yükünün %50’lere do¤ru yükselmesi, yeniden d›fl borca gitmeyi zorlaflt›rm›fl, bu da d›fl borç ödeme yönünde ülkeye karfl› güveni zay›flatm›flt›r. Bu tarz bir alg›lama, ekonomiden sermayenin çekilmesine veya yurtd›fl›na sermayenin ç›kmas›na, risk pirimi olarak kamu borçlanma faizlerinin yükselmesine, yat›r›mlar›n azalmas›na dolay›s›yla hem ülkeye hem de hazineye ek yük getirmesine yol açmaktad›r. Geri ödenmesi güçleflen d›fl borç yükü ülkeyi d›fl dünyaya muhtaç olmakla karfl› karfl›ya b›rakt›¤› gibi, ana para ve faiz ödemeleri ekonomik büyümeyi engellemeye bafllam›flt›r. Genellikle d›fl borcun kendisinden daha sak›ncal› olan, birikerek geri ödenmesinde ortaya ç›kan imkâns›zl›kt›r. Bu anlamda ülkemiz ekonomisinin d›fl borç yükünden kurtulmas›, ekonomik büyümenin önünde engelleri kald›raca¤› gibi ayn› zamanda d›fla karfl› ülkenin ba¤›ms›zl›¤›n› da sa¤layacakt›r. (Ölçen, A. N. 2002 s.1) Bir ülkenin d›fl borçlanmas› iki kaynaktan sa¤lanabilir: Yabanc› Devlet veya Uluslararas› Kurulufllardan sa¤lanan d›fl borçlar ve uluslararas› para ve sermaye piyasalar›ndan sa¤lanan d›fl borçlar. Yabanc› Devletler ve Uluslararas› Kurulufllardan sa¤lanan d›fl borçlar daha uzun vade ve daha düflük faizle borçlanmaya imkan verdi¤i için imtiyazl› borçlar olarak da adland›r›labilir. Uluslararas› para ve sermaye piyasalar›ndan ya da k›sacas› d›fl piyasalardan sa¤lanan d›fl borçlar piyasa flartlar›na göre borçlanma imkan›n› ifade eder. Hükümetler belli bir projenin yürütülmesi için d›fl borçlanmaya giderler. Bu flekilde sa¤lanan d›fl borçlar hem ödemeler bilançosunun finansman›n› sa¤lamaya yarar hem de söz konusu projenin hayata geçirilmesini gerçeklefltirmifl olur. Bazen de do¤rudan do¤ruya d›fl ödemeler bilançonun finansman› için borçlan›labilir. Ancak, Türkiye örne¤inde bu d›fl borçlar›n önemli bir k›sm› bütçe finansman›n› sa¤lamak için kullan›lm›flt›r. D›fl borçlanma borcun yap›ld›¤› dönem için ekonomide önemli ölçüde olumlu etki yapar. Ancak söz konusu borcun anapara ve faiz ödemeleri yap›ld›¤› zaman da ekonomide bazen kriz derecesinde olumsuz etki oluflur. Bu bak›mdan, d›fl borçlar›n yüksek gelir sa¤layan yat›r›mlar için yap›lmas›, ekonomiye sa¤layaca¤› olumlu etkinin yan›nda, bu borçlar›n kendini amorti etmesini de kolaylaflt›racakt›r. ‹mkan varsa, yüksek getiri sa¤layan yat›r›m projelerinin yap›lmamas› yerine, d›fl borçlanmaya giderek bu yat›r›mlar›n yap›lmas› ekonomik geliflmeye çok daha büyük katk›lar sa¤layaca¤› muhakkakt›r. Genellikle d›fl devletlerden veya uluslar aras› kurulufllardan sa¤lanan d›fl borçlar›n faiz oranlar›, yat›r›m projelerinin iç kârl›l›k oran›ndan çok daha düflük oldu¤u için bu tür borçlanmalar›n geri ödemelerinde de bir s›k›nt› yaflanmaz. Do¤rudan yabanc› sermaye de ülkeye geldi¤i zaman do¤rudan yat›r›ma dönüflür. K›sa vadeli sermaye hareketleri ise, daha yüksek faiz geliri ve sermaye piyasas›nda daha çok k›sa vadeli hisse senetlerine yat›r›m için gelir. K›sa vadede gelen sermaye siyasi istikrars›zl›k, bütçe a盤› art›fl›, ödemeler dengesi a盤›nda art›fl gibi durumlarda çok k›sa bir sürede h›zla geri ç›kar. Bu durum ülkede ekonomik krizin ortaya ç›kmas›na yol açar. D›fl kayna¤›n Türk ekonomisindeki seyrine bak›ld›¤›nda; bu kaynak 1980 sonras›nda büyük bir art›fl göstermifltir. 1980 öncesinde takip edilen ithal-ikameci sanayileflme politikas› gere¤i ülkeye çok fazla d›fl kaynak girifl olmam›flt›r. D›fla kapal›, yaln›z iç talebi karfl›lamak üzere dünya standartlar›- 4 184 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN n›n çok alt›nda, dünya fiyatlar›n›n çok üstünde mal ve hizmet üreten, geri bir teknolojik seviyede bulunan 1980 öncesi Türk ekonomisi d›fl kayna¤a da çok fazla ihtiyaç duymuyordu. 1980 sonras›nda ithalat›n kademeli olarak serbest b›rak›lmas›, ihracat›n teflvik edilmesi d›fl kayna¤a olan ihtiyac› da art›rm›flt›r. Bu çerçevede, hem do¤rudan yabanc› sermaye giriflinde, hem d›fl borçlanmada, hem de k›sa vadeli sermaye hareketlerinde Türk ekonomisi için önemli say›labilecek miktarda bir sermaye girifli olmufltur. Do¤rudan Yabanc› Sermaye Yat›r›m›ndaki Geliflmeler Do¤rudan yabanc› sermaye yat›r›m› olarak Türkiye’ye gelen d›fl kayna¤a bakt›¤›m›zda; 19501980 döneminde net girifl olarak yaln›z 280 milyon dolar do¤rudan yabanc› sermaye gelirken, 198090 döneminde y›lda ortalama 500 milyon dolar, 1990-2002 döneminde de y›lda ortalama 1 milyar dolar net do¤rudan yabanc› sermaye girifli olmufltur. Do¤rudan yabanc› sermaye girifline, rekabeti art›rd›¤›, daha yüksek bir teknoloji getirdi¤i, istihdam› art›rd›¤›, ihracat› art›rd›¤›, yeni tür ve daha kaliteli mal üretimi sa¤lad›¤› için olumlu bak›labilmektedir. Dolay›s›yla daha fazla do¤rudan yabanc› sermayenin gelmesine Türk ekonomisi için ekonomik büyümeyi sa¤lay›c›, üretim kapasitesini art›r›c› olmas›n›n yan›nda, ihtiyaç duyulan sermaye birikimine de katk› sa¤lay›c› bir rolü olaca¤›, bu güne kadar gelen sermaye sonucuna da bak›larak kabul edilebilir. Ancak Türkiye’ye gelen yabanc› sermayenin dünyadaki dolaflan miktarla ve Türkiye’ye benzer ülkelere giden miktarla mukayese edildi¤inde, çok az geldi¤i görülmektedir. 19902000 döneminde Macaristan, Romanya, Yunanistan, ‹spanya, Polonya, Güney Kore, Tayland gibi ülkelere her y›l ortalama 7 ile 12 milyar dolar do¤rudan yabanc› sermaye girifli olmufltur. Sözkonusu bu dönemde dünyada dolaflan yabanc› sermaye miktar› y›lda ortalama 600 milyar dolard›r. (Töre, N. 2001 s.84) Türkiye’ye yeteri kadar yabanc› sermayenin gelmeyiflinin bir çok sebebi say›labilir. Bunun en önemli sebebi; enflasyon, iktisadi ve siyasi istikrars›zl›kt›r. Bir çok bak›mdan Türkiye’ye benzeyen ve yukar›da say›lan söz konusu ülkelerin durumlar›na bak›ld›¤›nda; bu ülkeler, makro düzeyde ekonomik istikrar sa¤lam›fl, kamu aç›klar› nerdeyse yok denilecek kadar az, enflasyon ve reel faizler de çok düflük ülkelerdir. Türkiye’den farkl› say›labilecek bu yönlerinden dolay› da yabanc› sermaye bu ülkelere çok gitmektedir. (Karluk, R.2001 s.118) Bilindi¤i üzere ekonomik büyümeyle sermaye hareketleri aras›nda yüksek ve pozitif yönlü bir iliflki bulunmaktad›r. Sermaye girifllerinin fazla oldu¤u y›llarda ekonomik büyümenin de yüksek oldu¤u, sermaye girifllerinin düflük oldu¤u veya sermaye ç›k›fl›n›n yafland›¤› dönemlerde ise büyümenin de düflük oranda artt›¤› hatta ciddi miktarda geriledi¤i görülmektedir. Örne¤in fiili’de 1990’da, özellikle Pinochet dönemi bitip demokratik bir iktidar kurulduktan sonra, 9 y›l boyunca, y›lda ortalama 7 milyar dolar do¤rudan yabanc› sermaye girifli olmufltur ve fiili ortalama % 8’in üzerinde büyüme sa¤lam›flt›r. Yabanc› sermaye yat›r›mlar›n›n oldu¤u di¤er ülkelerde de yüksek oranda ve istikrarl› bir büyüme sa¤lanabilmifltir. Her fleyden önce do¤rudan yabanc› sermaye yat›r›m› ekonomide üretim kapasitesini geniflletti¤i için ekonomik büyümeye yüksek oranda katk› sa¤lar, daha da önemlisi, büyümenin sürekli devam etmesine imkân verir. Türk Ekonomisinde K›sa Vadeli Sermaye Hareketleri 1980’li y›llardan sonra, dönem boyunca kamu harcamalar›nda h›zl› bir art›fl gerçekleflmifltir. Bu art›fl bütçe aç›klar›na yol açm›flt›r. Giderek artan bütçe aç›klar›n›n finansman› iki kayna¤a yönelerek 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 185 sa¤lanm›flt›r: Birincisi Merkez Bankas›’ndan borçlanarak, dolay›s›yla para basarak, para arz›n›n genifllemesi yoluyla, ikincisi, iç borçlanmaya giderek. 1990’larda bu iki kayna¤a üçüncü bir kaynak daha eklenmifltir, bu da yurtd›fl›ndan k›sa vadeli sermaye giriflidir. Geliflmifl ülkelerde, sermaye yo¤unlu¤unun fazla olmas› sebebiyle, sermaye bafl›na getiri, geliflmekte olan ülkelerle k›yasland›¤›nda oldukça düflük düzeyde gerçekleflmektedir. Oysa geliflmekte olan ülkelerin piyasalar›nda k›sa vadeli yabanc› sermaye çok daha yüksek getiri sa¤layabilir, ancak sermaye girifli sa¤lamak için sermaye hareketlerinin serbest b›rak›lmas› gerekir. Bu çerçevede geliflmekte olan ülkeler büyüme hedeflerine ulaflmada, ekonomik istikrar sa¤lamada ihtiyaç duyduklar› sermayeyi k›sa vadeli sermaye girifliyle sa¤lamak üzere geliflmifl ülkelerin piyasalar›ndan fon çekebilirler. IMF ve Dünya Bankas›’n›n mali liberalizasyonu geliflmekte olan ülkelere tavsiye etmesiyle de, sermaye hareketlerinde k›s›tlaman›n tamamen kald›r›lmas› bir çok ülkede gerçekleflmifltir. Türkiye 1989 y›l›nda 32 Say›l› Karar›n kabulü ile sermaye hareketlerindeki k›s›tlamay› tamamen kald›rm›fl, böylece ülkeye k›sa vadeli sermaye hareketlerinde önemli girifl-ç›k›fl yaflanm›flt›r. D›flar›dan borçlanman›n s›n›r›na var›lmas›, iç borçlanmadan da özel tasarruflar›n yetersiz kalmas› ile birlikte, özellikle 1990’larda hükümetler k›sa vadeli sermaye giriflini sa¤layarak bu sermayeden borçlanmalar›n› sürdürmüfllerdir. K›sa vadeli sermaye giriflini sa¤lamak için hükümetler, gelen sermayeye döviz cinsinden yüksek oranda bir gelir elde etme imkân› sa¤lam›fllard›r. Bunun için öncelikle z›mnen de olsa döviz kuru sabit tutulmufl, en az›ndan milli paran›n döviz karfl›s›ndaki de¤eri TL’ye çevirmifl olarak gelen k›sa vadeli döviz cinsinden sermayeyi zarara sokmayacak düzeyde belirlemeye çal›fl›lm›flt›r. Bu flekilde ki döviz cinsinden yüksek bir getiriyi garantilemifl olarak k›sa vadeli sermaye girifli gerçeklefltirilmifl durumdad›r. (Uygur, Ercan. 2001 s.19) Sermaye hareketlerinin serbest b›rak›lmas›yla birlikte Türkiye, ortaya ç›kabilecek olumsuzluklar› dikkate almam›fl, beklemedi¤i ve öngörmedi¤i bir tak›m problemlerle karfl›laflm›flt›r. Bekledi¤i flekilde bir iktisadi büyüme de gerçekleflmemifl, bunun aksine biraz da çok derin iktisadi krizlerin etkisiyle büyüme oran› düflük kalm›flt›r. Örne¤in Türkiye 1981-2002 döneminde ortalama y›ll›k % 4,1 oran›nda büyüme sa¤lam›flt›r. Finanssal liberalizasyonun öncesi ve sonras› dönem olarak bu büyüme oranlar›n› ay›rt etti¤imizde, liberalizasyon öncesi 1981-1989 döneminde ortalama büyüme % 4,8 olurken, liberalizasyon sonras› 1990-2002 döneminde ortalama büyüme y›ll›k % 3,6 olmufltur. Sermaye girifl ve ç›k›fllar›na paralel olarak büyüme oranlar› büyük bir dalgalanma göstermifltir. Girifllerin yüksek oldu¤u y›llarda büyüme oranlar›nda art›fl, girifllerin azald›¤› hatta ç›k›fl oldu¤u y›llarda düflük oranda büyüme, hatta gerileme yaflanm›flt›r. Türkiye’de 1990’lardan sonra dolar cinsinden baz› y›llarda k›sa vadeli sermaye %30’lara varan oranlarda faiz geliri sa¤lam›flt›r. Bu kadar yüksek oranl› kazançlar sa¤layan k›sa vadeli yabanc› sermaye, ülkeden d›flar›ya sermaye transferi ile ülkenin fakirleflmesine yol açm›flt›r. Ülkeye k›sa vadeli sermaye giriflini sa¤lamak için TL’nin döviz karfl›s›nda reel olarak de¤erli hale getirilmesi gerekmektedir. Bu politika sonucu, TL’nin afl›r› de¤erli hale geldi¤i dönemlerde ithalat h›zla art›yor ihracat ise geriliyor, böylece ödemeler dengesi a盤› büyüyor ve böyle bir sonuçun ortaya ç›kmas›yla devalüasyon beklentisi içine giren k›sa vadeli sermaye, dövize sald›r›ya bafll›yor, hükümetler bu döviz sald›r›s›yla bafl edemeyince döviz kurunu serbest b›rakmak zorunda kal›yor, böylece döviz kuru olmas› gerekenin de çok üzerinde bir de¤ere yükseliyor, nihayetinde ülke büyük 4 186 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN bir ekonomik krize girmifl oluyor. Döviz krizi olarak da ifade edilen böyle bir geliflmede, dövizin kendisine bir sald›r› olmakta, dövizin fiyat› olan döviz kurunda ani yükselmeler meydana gelmekte, böyle bir sürecin ortaya ç›kmas›nda da sermaye hareketlerinin önemli bir rolü bulunmaktad›r. Asl›nda ekonomideki mevcut durum bir döviz k›tl›¤› yaratm›yor olsa bile, baz› spekülatörler bunu varm›fl gibi gösterip buradan bir kriz yarat›p o krizden yararlanma girifliminde bulunurlar. K›sa vadeli sermaye girifli, ismi üzerinde, çok k›sa zamanda, çok yüksek kâr alanlar›na gelerek, yine çok k›sa zamanda kâr realizasyonu yaparak geri gidebiliyor. K›sa vadeli sermayenin geldi¤i dönemde ekonomide biraz rahatlama sa¤lansa da, ç›kt›¤› s›rada da büyük ekonomik krizlere yol açabilmektedir. Bu anlamda hükümetlerin k›sa vadeli sermaye hareketlerine bel ba¤lamamalar› gerekmektedir. Ekonomik krizlerin ç›kmas›nda makro dengesizliklerin önemli bir pay› bulunmakla birlikte, krizlere katk›da bulunmada k›sa vadeli sermayenin önemli bir pay› oldu¤u gibi, krizin derinleflmesinde de çok büyük bir etkisi bulunmaktad›r. Sermaye hareketlerinde s›n›rlaman›n kalkmas›, yani mali sermayenin istedi¤i zaman bir ülkeden ç›kabilmesi, ekonomi politikalar›na ve ekonomi politikas› araçlar›na da büyük ölçüde k›s›tlar getirmektedir. Meselâ Rusya ekonomisinde 1988 y›l›nda ç›kan kriz k›sa vadeli yabanc› sermayenin aniden Rusya d›fl›na ç›kmas›ndan kaynaklanm›flt›r. K›sa vadeli sermayenin ülkeyi terk etmesiyle, çok k›sa bir sürede Rusya’n›n sermaye hareketleri dengesi çok büyük aç›klar vermeye bafllam›flt›r. Çok k›sa sürede sermaye hareketlerindeki bu a盤› örtmek, yani gerekli dövizleri cari ifllemler dengesinde fazlalar vererek telafi etmek tabi ki imkâns›zd›r. Böylece Rusya’n›n uluslararas› rezervleri çok h›zl› bir flekilde azalm›fl ve sonunda bitmifltir. Bu örnek, sermaye hareketlerini olumsuz etkileyecek politikalar›n telafi edilemez durumlar yaratabilece¤ini çok iyi göstermektedir. Son on y›lda dünyada ç›km›fl olan krizlerin arkas›nda muhakkak bir k›sa vadeli sermaye hareketi bulunmaktad›r. Krizin ç›kt›¤› ülkelerin hepsi finanssal serbestiyi tam gerçeklefltirmifl olan ülkelerdir. K›sa vadeli sermaye hareketlerine s›n›rlama getirmifl olan ülkelerde döviz krizi anlam›nda bir ekonomik kriz görülmemifltir. 1998 y›l›nda “uzak do¤u” krizi olarak bilinen ekonomik krizde, Çin’in ve Hindistan’›n bu krizden etkilenmemifl olmalar›, bu iki ülkenin de k›sa vadeli sermaye hareketlerine s›n›rlama getirmifl olmalar› ile aç›klanabilir. Yine fiili’nin ekonomik krizden etkilenmemifl olmas› buna bir örnektir. Oysa 1992 y›l›nda baz› Avrupa ülkelerinde, özellikle ‹ngiltere’de, ‹sveç’te ve Norveç’te önemli say›labilecek döviz krizleri yaflanm›flt›r. (Bu konuda bak›n›z, E¤ilmez, M. Kumcu, E.(2002) E¤er k›sa vadeli sermaye hareketlerine karfl› bir k›s›tlama yoksa, döviz krizlerine karfl› en etkili silahlardan birisi faizdir, ancak bu silah›n her zaman çal›flt›¤›n› ve döviz kurunu normallefltirdi¤ini söylemek zordur. Döviz krizinin ç›kt›¤› bütün ülkelerde oldu¤u gibi, Türkiye’de de hem 1994 krizinde, hem de 2000 krizinde gecelik faizler dünya rekorunu k›rd›¤› halde önemli miktarda devalüasyon olmaks›z›n döviz kuru normalleflmemifltir. Benzer bir olgu da 1993 y›l›nda ‹sveç’te yaflanm›fl, gecelik faizler bu ülkede Türkiye’ye benzer flekilde yüksek rakamlara ulaflt›¤› halde, devalüasyon yap›lmadan kur normalleflmemifltir. Netice olarak söylenilebilir ki, k›sa vadeli sermaye hareketlerine karfl› ülkenin bir tak›m önlemler almas› bir zorunluluktur. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 187 Türkiye’de Yat›r›m ve Büyüme Meselesi Geliflmekte olan ülkelerin ekonomik kalk›nmalar›n›n önündeki en büyük engel, yat›r›ma dönüfltürecek yeteri kadar tasarrufun olmay›fl›d›r. Bu anlamda geliflmekte olan ülkeler bir k›s›r döngü içindedirler: yeteri kadar yat›r›m yapamad›klar› için verimlilikleri düflük kalmakta, bu da gelirin düflmesine yol açmakta, düflük gelirlerde de tasarruflar düflük kalmakta, yeteri kadar tasarruf yap›lamad›¤› için de yat›r›m için yeterli kaynak bulunamamaktad›r. Yat›r›m-tasarruf a盤› olarak da ifade edilebilen bu k›s›r döngüden kurtulmak için hükümetin kaynak bulmas› gerekirken; Türkiye örne¤inde, hükümet var olan kayna¤a da iç borçlanma yöntemiyle el koyarak kaynak k›tl›¤›n› daha çok art›rm›flt›r. Toplam Kamu Kesimi A盤›n›n Gayri Safi Milli has›laya oran› fleklinde ortaya ç›kan de¤er Kamu Kesimi Borçlanma Gere¤i (KKBG) olarak ifade edilmektedir. KKBG 1980’lerden itibaren h›zla yükselerek ortalama % 10’lar mertebesine, 1990’larda da ortalama % 15’ler mertebesine yükselmifltir. Türkiye’de iç tasarruf oran› ortalama, GSMH’n›n % 20’si civar›nda oldu¤una göre, bu durumda hükümetin 1980’lerde iç tasarrufun % 50’sine, 1990’lardan sonra da % 75’ine iç borç olarak el koydu¤u ortaya ç›kmaktad›r. Çünkü KKBG %10 ise, GSMH’n›n %20’si olan tasarruflar›n %50’sine tekabül etmektedir. Bir yandan tasarruf yetersizli¤i, di¤er taraftan mevcut tasarruflar›n % 75’ine hükümetin iç borç olarak el koymas›, yat›r›m kayna¤›n›n bitmesi anlam›na gelmektedir. Türkiye bu flekilde yat›r›mlar için yeterli kaynak bulanamay›nca, potansiyeli ile orant›l› bir büyümeden, dolay›s›yla daha h›zl› ekonomik kalk›nmadan mahrum b›rak›lm›flt›r. Türkiye’nin söz konusu bu dönemde zaman zaman % 8-10’lar mertebesinde yakalad›¤› ekonomik büyüme oranlar›,1 özellikle kamu cari harcamalar›n›n deste¤iyle tüketim harcamalar›ndaki art›fltan kaynaklanm›flt›r. Tüketime dayal› gerçekleflen bu büyüme oranlar› uzun y›llar sürememifl, büyümeyi sa¤layan y›l› takip eden y›lda veya y›llarda ekonomik durgunluk ve hatta ekonomik kriz yaflanm›flt›r. Bir ekonomide yat›r›mlara dayal›, üretimde verimlili¤i yükselten ve üretim kapasitesinde art›fllar sa¤layan bir büyüme, ekonomik kalk›nma ve geliflmeyi daha h›zl› sa¤lad›¤› gibi, büyümeyi de sürekli hale getirir. Ekonomik kalk›nma sürecini geçiren bütün ülkeler bu tarz bir ekonomik geliflme sa¤layarak kalk›nmay› baflarabilmifllerdir. Özellikle ekonomide verimlilik art›fl› sa¤lamak çok önemlidir. Dünya Bankas›’n›n bir raporunda2 Güney Kore, ‹spanya ve Türkiye ekonomileri kalk›fl aflamas› olarak belirlenen dönemlerde verimlilik aç›s›ndan de¤erlendirilmektedir. Güney Kore’nin kalk›fl dönemi olarak kabul edilen 1965-1989 aras›nda verimlilikte y›ll›k ortalama art›fl % 16, ‹spanyan›n kalk›fl dönemi olarak kabul edilen 1964-1990 aral›¤›nda verimlilikte y›ll›k ortalama art›fl % 8 iken, Türkiye’nin kalk›fl dönemi olarak kabul edilen 1981-1997 döneminde y›ll›k ortalama verimlilik art›fl› % 4’ten düflük ç›k›yor. Yap›lan bir çok araflt›rmada da di¤er geliflmifl ülkelere nispetle Türkiye’de verimlilik düflük ç›kmaktad›r. (E¤ilmez, M., Kumcu, E. 2002, s.108) Ekonomide verimlilik art›fl› ile yat›r›m art›fl› aras›nda s›k› bir iliflki vard›r. Verimlili¤i sa¤lamak için daha çok yat›r›m yapmak gerekmektedir. Özellikle yat›r›mlar› finanse edecek kaynak yaratmak gerekir. Türkiye böyle bir kaynak üretemiyor. Ekonomik geliflme ve teknolojik geliflme için yat›r›m mallar› sanayilerine yönelik yeni yat›r›mlar yapmak gerekir. Yat›r›m mallar› sanayiinin geliflmesi, beraberinde verimlili¤i ve gelir art›fl›n› getirerek, ekonomide tasarruflar›n artmas›na ve daha çok yat›r›m için ya da yat›r›ma dayal› bir büyüme için kaynak üretimine yol açar. Türkiye’nin yat›r›m art›fl› sa¤layarak, mevcut teçhizat›n yenilenmesini ve dünyadaki teknolojik geliflmeyi sa¤lamas› gerek- 4 188 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN mektedir. Yat›r›m mallar› sanayinin geliflmesine dayal› bir büyüme, ayn› zamanda üretim kapasitesinde bir genifllemeye yol açt›¤› için, daha kolay bir büyüme oran›na ulafl›labilmektedir. KKBG’nin yükselmesinin ikinci olumsuz etkisi ise, yat›r›m projelerinin de¤erlendirilmesinde ölçü olarak kabul edilen faiz oranlar›n›n yüksek belirlenmesidir. Türkiye’de faiz oranlar› reel olarak ço¤u y›llarda ortalama % 25’i aflm›flt›r. Yat›r›m yap›l›rken yat›r›m›n iç kârl›l›k oran›, faiz oran›yla mukayese edilerek, iç kârl›l›k oran› faiz oran›ndan düflük ya da eflit ise yat›r›m yap›l›r. Bugün dünyada iç kârl›l›k oran› % 6-7 olan yat›r›mlara finansman sa¤lan›rken, Türkiye’de ancak iç kârl›l›k oran› % 25’in üzerinde olan yat›r›mlara finansman sa¤lan›r. ‹ç kârl›l›k oran› bu derece yüksek olan yat›r›m projesi bulmak ise çok zordur. Bu anlamda yat›r›mlar ile faiz oran› aras›nda s›k› bir iliflki bulunmaktad›r; faiz oranlar› düfltükçe yat›r›mlar da artmaktad›r. Ülkede gere¤i kadar yat›r›m yapmay› sa¤lamak için, faiz oranlar›n› gerekli seviyeye indirmek lâz›md›r. Oysa Türkiye hükümet olarak faiz oranlar›n› yüksek belirleyecek bir tercih içine girmifltir. Bundan dolay› da Türkiye’de yeteri kadar yat›r›m yap›lmamaktad›r. Dünya’da kalk›nma sürecini tamamlam›fl ülkelerin hepsinde sanayi yat›r›mlar› önemli ölçüde teflvik edilmifltir. Bu teflviklerin en önemlisi uzun vadeli ve çok düflük faizli krediler olmufltur. Hatta bir çok ülkede sanayie verilen kredilerde enflasyon oranlar› indirildi¤inde negatif faiz ortaya ç›km›flt›r. Özellikle “mucize” olarak de¤erlendirilen Japonya’n›n sanayileflmedeki baflar›s›n›n arkas›nda, uzun vadeli y›ll›k % 2-5 faiz oran›nda verilmifl olan krediler vard›r. Oysa Türkiye’de 20 y›ld›r sürdürülen yanl›fl politikalar sebebiyle, sanayi kredileri, çok k›sa vadeli ve dünya faiz ortalamas›n›n 5-6 kat› yüksek oranda faizle gerçekleflmifltir. Sanayie verilen kredilerin k›sa vadeli oluflunun sebebi, bir yandan enflasyondan dolay› ileriye yönelik belirsizliklerin olmas›, di¤er yandan hükümetin iç borçlanmalar›n›n k›sa vadeye dayanmas›d›r. Türkiye’de faiz oranlar›n›n bu kadar yüksek seyretmesinin sonucu, var olan sanayi kurulufllar› da, mal ve hizmet üreterek gelir elde etme yerine, ellerindeki döner sermayelerinin önemli bir k›sm›n› üretimden çekerek devletten tahvil almaya ve faiz geliri elde etmeye yönelmektedir. Örne¤in ‹stanbul Sanayi Odas›’n›n her y›l yapt›¤› en büyük 500 sanayi kuruluflu anketlerinde, bu kurulufllar›n bilançolar›ndaki kârlar›n›n son on y›lda %52’sinin faaliyet d›fl› kârlardan olufltu¤u görülmektedir. Yani ana faaliyetleri ve kurulufl amaçlar›, sanayi ürünleri üreterek kâr elde etmek olan en büyük sanayi kurulufllar›m›z, sermayelerinin çok önemli bir k›sm›n› üretimden çekerek, faize yat›rmaktad›rlar ve faiz geliri elde etmektedirler. Bu olgudan hareketle ekonomide, Türkiye’de neden daha fazla yat›r›m›n yap›lamad›¤› ve daha yüksek oranda sürekli bir büyümenin sa¤lanamad›¤› ortaya ç›kmaktad›r. Enflasyonun düflürülmesi, bütçe aç›klar›n›n kapat›lmas›, iç borçlar›n normal seviyeye indirilmesi, k›sacas›, ekonominin istikra kavuflturulmas› ile birlikte kârl› olmaktan ç›kacak olan alt›n, döviz ve gayri menkul alanlar›nda kullan›lan sermayenin yat›r›m alanlar›na yönelmesi suretiyle, ekonomik kalk›nmaya büyük bir ivme kazand›r›lacakt›r. Sermaye kullan›m›n›n bu tür bir de¤iflikli¤e u¤ramas› ekonomik kalk›nman›n vazgeçilmez bir flart›d›r. Ekonomide istikrar olmad›¤› takdirde, gerekli miktarda tasarruf da yap›lamamaktad›r. Oysa ekonomik kalk›nma için tasarruf miktar› çok önemlidir. Geliflmifl ülkeler kalk›nma süreçlerinde toplumun daha fazla tasarruf etmesi için tasarrufu teflvik etmifllerdir. Özellikle tasarrufa yön verme nok- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 189 tas›nda çok önemli geliflmeler sa¤lam›fllard›r. Tasarruflar› faiz geliri ile teflvik yerine, yat›r›ma do¤rudan kaynak olmas› için sermaye piyasas›na yöneltmifllerdir. 1960’larda özellikle Almanya’da hükümetler, vadesiz mevduata s›f›r faiz ve vadeli mevduata da çok düflük faiz verirlerken, bunun aksine belli bir miktara kadar tasarruf edenlerin ve bu tasarruflar›n› belli bir süre sermaye piyasas›nda de¤erlendirenlerin veya yat›r›ma dönüfltürenlerin tasarruflar›na hem vergi muafiyeti tan›m›fllar, hem de tasarruflar›n›n % 60’lara varan k›s›mlar›na ikramiyeler vermifllerdir. Türkiye’de gelece¤e yönelik belirsizlikler, firmalar›n uzun dönemli yat›r›mlardan kaç›nmalar›na yol açmaktad›r. Ancak bu firmalar›n portföyünde oldukça birikmifl miktarda kârlar bulunmaktad›r. Firmalar, bu birikmifl kârlar› ya likit olarak tutmakta, yada gayri menkule yat›rmaktad›rlar. ‹leriyle yönelik belirsizli¤in giderilmesi ile birlikte bu birikmifl fonlar yat›r›ma dönüflerek, yat›r›mlar›n yarataca¤› gelir ve tüketim art›fl› nedeniyle daha yüksek oranlarda ve istikrarl› bir büyümeye, dolay›s›yla ekonomik kalk›nmaya yol açacakt›r. Türkiye’nin ödemeler dengesi problemi Bir ülkenin ödemeler dengesi denilince, ilk önce d›fl ticaret ve d›fl ticaretin önemi hat›ra gelmektedir. D›fl ticaretin geliflme ve kalk›nma sürecinde bafll›ca iki rolü bulunmaktad›r. Bunlardan ilki özellikle k›sa dönemde önemli olup, ekonomik geliflme çabalar›n›n gerektirdi¤i ithalât› gecikmelere yol açmaks›z›n karfl›lamak yani d›fl ödeme için bir problem yaflamamakt›r. ‹kincisi ise daha uzun dönemli bir mesele olup d›fl ticaretin ekonomik yap›daki köklü de¤iflikli¤e uygun olarak, yeniden flekillenmesi veya di¤er bir ifadeyle, d›fl ticaretin uluslararas› ifl bölümüne uyarak ekonomide kaynak da¤›l›m›n› etkilemesidir. Yukar›da da izah edildi¤i gibi, bir anlamda ekonomik kalk›nma, sermaye donan›m›nda devaml› ve h›zl› bir flekilde net art›fllar sa¤lamakt›r. Bu yüzden h›zl› bir geliflme süreci ve yap›sal bir de¤iflme içinde bulunan Türkiye’nin ekonomik geliflmesi ile ithalat hacmi aras›nda s›k› bir korelasyon bulunmaktad›r. fiöyle ki, kalk›nma amac›yla sermaye mallar›na yap›lan harcamalar büyük ölçüde ithalat› gerektirir. Gereken miktarda sermaye mal›n›n hiçbir dar bo¤aza u¤ramadan düzenli bir flekilde sa¤lanmas› geliflme h›z›n› yüksek oranda etkiler. Ekonomik kalk›nma için gerekli olan makine-donan›m, mevcut ve kurulmakta olan pek çok sanayi kuruluflunun bir k›s›m ham madde, ara ve yat›r›m mallar› ihtiyac› ve tüketim maddelerinin bir k›sm›n›n da, genifl ölçüde, ihracat gelirleriyle karfl›lanmas› gerekmektedir. Yani ihracat gelirlerinin miktar› belli bir y›ldaki ithalat miktar›n› belirlemektedir. Bu sebeple büyük çapl› yat›r›mlar›n d›fl finansman› sa¤lanarak yüksek bir geliflme h›z›n› gerçeklefltirmek için, ihracat gelirlerinin h›zla artmas› büyük bir önem kazanmaktad›r. Baflka bir ifadeyle, ihracatta devaml› ve önemli bir art›fl sa¤lanamazsa, belli bir geliflme h›z›na ulaflmak için gerekli ithalat›n finansman›nda da problemler ç›kabilmektedir. Bu finans problemini halletmek için gerekli olan yollardan bir tanesi d›fl borçlard›r. Bu anlamda d›fl borçlar iyi ve önemlidir, ancak sürekli büyüme ve geliflmeyi gerektiren ithalat için sürekli d›fl borçlanma, bir noktada ülkede borç yükünü inan›lmaz düzeylere ç›karabilir. Arslan Yi¤idim ve Nezir Köse’nin 1980-1996 dönemi için GSMH, ihracat, ithalat ve yat›r›m de¤iflkenlerini esas alarak yapt›klar› “Granger nedensellik testi” sonucu flöyledir: “Türkiye ekonomisi belki de yaln›zca ihracat _büyüme yönünde de¤il ayn› zamanda yat›r›m koflulu alt›nda da (ihracat_yat›r›m_büyüme) iliflkilerini gerçeklefltirememifltir. Bu nedenle ihracata dö- 4 190 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN nük üretimi art›r›c› yat›r›mlar için ekonomik ortam›n istikrar› sa¤lanmal›d›r. “Türkiye ekonomisinde iktisat politikalar› karar al›c›lar›/uygulay›c›lar› aç›s›ndan gelecek y›llardaki en önemli alan, ekonomik büyümede belirleyici rol oynayan ithalat›n finansman› olacakt›r. ‘ikili aç›k model’ çerçevesinde, giderek negatif yönde aç›lan ihracat-ithalat dengesinin, döviz gelirleri yetersizli¤inin büyüme yönünde k›s›t oluflturmamas› için kapat›lmas› gerekmektedir.” ( Yi¤idim, A. Köse, N. 1997 s.83) Bu sonuçtan da anlafl›laca¤› gibi, Türkiye’nin ihracat› yat›r›m baz›nda desteklemesi ve ithalat için gerekli finansman› ihracatla sa¤lamas› gerekmektedir. 1980’lerde d›fla aç›lmayla birlikte Türkiye dünya standard›nda mal ve hizmet üretimine zorlanm›flt›r. Dünya ile serbest ticarete girmeyi hedeflemek, sanayinin terbiye edilmesi, rekabetçi bir ortamda mal üretilmesi için gerekli olmaktad›r. Sanayileflme dedi¤imiz olgu, emek gücü yerine büyük ölçüde makine gücü kullanarak birim zamanda daha fazla mal üretmek, kalite, fiyat ve standartta dünya ile yar›flabilmektir. D›fla aç›lma ve serbest ticareti hedeflemenin d›fl›nda, sanayide böyle bir model uygulaman›n imkân› yoktur. Bu bak›mdan, 1980’lerden sonra d›fla aç›lma ve serbest ticareti hedeflemek üzere uygulanan politikalar, Türk sanayinin yap›sal bir de¤iflime gitmesini, eski ve geri bir teknoloji ile mal üretimi yerine kalite ve fiyatta dünyayla rekabet edebilecek flekilde yeni teknolojiye geçmesini öne ç›karmaktad›r. Böyle bir yap›da Türkiye, daha büyük oranda ve süreklilik gösteren bir çizgide büyüme sa¤layabilirdi. Türkiye için “kalk›fl aflamas›” olarak da söylenilen bu dönemde, Türkiye daha ileri bir kalk›nma düzeyine de gelebilirdi. Ancak Türkiye bu dönemde, potansiyeli ile orant›l› bir kalk›nma hamlesini gerçeklefltirememifltir. Bunun en temel sebebi, bu dönemdeki iktidarlar›n, bu yap›sal de¤iflimi destekleyecek ve de¤iflime uyumlu iktisadi politikalar yürütecek bir durumda olmad›¤› gibi, daha çok bunu engelleyici politikalar yürütmüfl olmalar›d›r. 1980’lere gelindi¤inde, dövize olan ihtiyaç h›zla artm›flt›r. Dünya ile ticarete girmek için döviz kazand›r›c› sektörlerin geliflmesi gerekmektedir. Çünkü dünya standartlar›nda mal ve hizmet üretmek için dünyadaki teknolojik seviyenin yakalanmas› gerekmekte, dolay›s›yla ara ve yat›r›m mallar› ithalat›na büyük ihtiyaç bulunmakta, bu yüzden daha çok dövize ihtiyaç duyulmaktad›r. Bunun için ihracat›n artmas›, döviz kazand›r›c› sektörlerin gelifltirilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin bu anlamda att›¤› ad›mlar do¤ru olmakla birlikte, stratejik bir tak›m yanl›fllar da yap›lm›flt›r. Örne¤in ihracat›n teflvik edilmesinde takip edilmesi gereken yol, ülkenin sanayileflmesine katk› sa¤layacak, katma de¤eri yüksek ve ülkede rekabet gücü olan sektörler seçilip üretim baz›nda destek vermek olmal›yken, ihracata vergi iadesi verilmifl, üretici-ihracatç› de¤il, arac› desteklenmifl, bu da hayali ihracatç›lar›n ç›kmas›na yol açm›flt›r. ‹thalatta da seçici davran›lmam›fl, Türkiye için stratejik önemi olan geçici süreyle koruma alt›na al›nmas› gereken sektörler belirlenmemifl, her türlü ithalat serbest b›rak›larak, sanayici olmak yerine ithalatç› olmak daha cazip hale getirilmifltir. Bir ülkenin dünya ekonomisiyle bütünleflti¤i oranda, ülkenin kalk›nm›fll›k düzeyi ve sanayileflme düzeyi yükselmektedir. Dünya ile bütünleflme göstergelerinden bir tanesi, d›fl ekonomik iliflkilerde cari ifllem gelirlerinin ve giderlerinin toplam›n›n büyüklü¤ü önemli olmaktad›r. Bunun için, d›fl ticaret hacmi yani ihracat ve ithalat›n toplam›n›n milli gelire oran› ne kadar büyük ise bütünleflme de 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 191 o derece yüksektir, denilebilir. D›fla aç›kl›k derecesi olarak da ifade edilen bu oran bazen ihracat›n GSMH’ya veya ithalat›n GSMH’ya oran› olarak da ölçülebilir. (Y›lmaz, fi., Çaflkurlu, S.‹., 2002, s.77) Türkiye’nin toplam d›fl ticaret hacminin milli gelire oran› % 35-40 civar›nda iken, bir çok ülkede bu oran %100’e varmaktad›r. Türkiye’de ihracat 1980’lerden sonra h›zla yükselmifltir. Bu çok aç›k olarak görülmektedir. D›fla aç›lmayla birlikte Türkiye’de ihracat›n bu kadar artmayaca¤›, sanayinin tamamen çökece¤i, bundan ekonominin çok zarar görece¤i yönündeki öngörüler gerçekleflmemifltir. Tam aksine Türk ekonomisi ve sanayisi rekabet gücü kazanm›flt›r. Ancak Türkiye’nin potansiyeli ile uygun bir ihracat büyüklü¤üne eriflildi¤ini söylemek son derece zordur. Türkiye’nin potansiyeli, y›lda 100 milyar dolarl›k ihracat yapabilecek durumdad›r. Ancak yukar›da da bahsedildi¤i gibi, Türkiye’nin gerek iç üretim için ve gerekse ihracat için yapaca¤› yat›r›mlar› engelleyici bir çok faktör ortaya ç›km›flt›r. Devletin takip etti¤i iktisat politikas› sonucu, Türkiye’den d›fl dünyaya, yat›r›ma dönüflecek sermaye ç›k›fl› olmufltur. Toplam kamu borç yükünün % 100’leri aflmas›, bütçe aç›klar›n›n GSMH’ya oran›n›n %10’lara yükselmesi, Kamu Kesimi Borçlanma Gere¤inin GSMH’ya oran›n› %15’lere yükselmesi gibi ekonomik verilerin bozulmas›, ekonomiye olan güveni sarsm›fl ve yurt içinde yat›r›ma dönüflecek sermaye yurt d›fl›na kaçm›flt›r. Gelece¤e yönelik belirsizlik sebebiyle yat›r›ma dönüflmeyen birikmifl kârlar, dönem dönem döviz kurunun düflük kalmas› sonucu nispi olarak ucuzlayan lüks ithalat mallar›na yönelmekte; ithalattaki dönemsel h›zl› art›fllar, ödemeler bilançosunun aç›k vermesine yol açmakta; bu aç›klar toplumun ekonomiye olan güvenini sarsmakta; spekülatif al›mlar›n da devreye girmesiyle birlikte yüksek miktarda döviz talebine dönüflmektedir. Böyle dönemlerde döviz kuru olmas› gerekenin de çok üstüne ç›kmakta, bu da bütün dengeleri sarsarak ekonomik krizlere yol açmaktad›r. Türkiye’nin önemli miktarda d›fl ticaret a盤›, cari a盤›n oluflmas›na ve büyümesine yol açmaktad›r. Sermaye hareketlerinde s›n›rlaman›n kalkt›¤› geliflmekte olan ülkelerde cari aç›klardaki art›fl ekonomik krizlere yol açmaktad›r. Cari aç›k büyük ise ülkede devalüasyon beklentisi artmakta, bu beklentiye ba¤l› olarak k›sa vadeli sermaye hareketlerinde h›zl› ç›k›fllar olmakta, ülke, milli para cinsinden faiz oranlar›n› yükselterek bu ç›k›fl› engellemeye çal›flmakta, ancak bunu baflaramad›¤› gibi, düflük kurdan önemli miktarda döviz satarak zarar etmekte, sonuçta kaç›n›lmaz olarak devalüasyon yaparak büyük bir ekonomik krize yol açmaktad›r. Hangi büyüklükteki Cari a盤›n ekonomik krize yol açt›¤›na gelince; cari a盤›n GSY‹H’ya oran›n›n %4’ü geçti¤i takdirde ekonomik krize yol açt›¤› kabul edilmektedir. Türkiye’de de 1994 krizinde, 1993 y›l›nda cari a盤›n GSMH’ya oran› %4 ve 2000 y›l› krizinde ise bu oran %4.8 olarak gerçekleflmifltir. Bu bak›mdan, ekonomik krizlere yol açmamak için cari aç›k büyüklü¤üne dikkat etmek gerekmektedir. Devalüasyon yahut gerçekçi döviz kuru uygulaman›n d›fl›nda cari a盤› önlemek için, gerekti¤inde gümrük vergisi koymak veya konulmufl olan bu vergiyi ayarlamak gerekmektedir. Ancak Türkiye Gümrük Birli¤i’ne girerek ikinci fl›kk› uygulamay› ortadan kald›rm›flt›r. Çünkü Gümrük Birli¤i’ne üye olmakla birlikte Türkiye, kendi d›fl ticaret rejimini ayarlama imkân›n› tek tarafl› olarak Avrupa Birli¤i’ne devretmifltir. Türkiye’nin d›fl ticaret a盤›n›n Gümrük Birli¤i’nden sonra h›zla artt›¤›, özellikle bu a盤›n Avrupa Birli¤i’ne karfl› olufltu¤u, d›fl ticaret istatistiklerinde görülebilmektedir. 4 192 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN Tablo 8’de Türkiye’nin AB ile olan d›fl ticareti y›llar itibariyle verilmektedir. Türkiye’nin gümrük birili¤ine girmeden önceki 5 y›lda (1991-1995) AB’ne karfl› d›fl ticaret a盤› toplam 18 milyar dolar iken, gümrük birli¤inin gerçekleflti¤i 1996 ile 2000 dönemindeki son 5 y›lda toplam 54,1 milyar dolara ç›km›flt›r. Avrupa Birli¤i ile olan d›fl ticaretimizden kaynaklanan d›fl ticaret a盤›, gümrük birli¤i öncesinde y›ll›k ortalama 3,6 milyar dolar iken, Gümrük birli¤i sonras› 5 y›lda ortalama y›l›k aç›k 10,8 milyar dolara yükselmifltir. Tablo 8: Türkiye Avrupa Birli¤i D›fl Ticaret Dengesi (milyar dolar) Y›llar ‹hracat ‹thalat D›fl ticaret dengesi 1991 7 9,2 -2,2 1992 7,6 10 -2,4 1993 7,3 12,9 -5,6 1994 8,3 10,3 -2 1995 11,1 16,9 -5,8 1996 11,5 23,1 -11,6 1997 12,2 24,9 -12,7 1998 13,5 24,1 -10,6 1999 14,3 21,4 -7,1 2000 14,4 26,5 -12,1 Kaynak: Enç, E. “D›fl Ticaret, Cari Aç›k ve Kriz” ‹ktisat Seçme Yaz›lar, Editör:Y›lmaz fi. Çermikli H. Gazi Üniversitesi ‹.‹.B.F. Yay›nlar› s:133, Ankara, 2003 Gümrük birli¤inden kaynaklanan d›fl ticaret a盤›n›n, ekonominin krize girmesinde etkili oldu¤u söylenilebilir. Avrupa Birli¤i’ne karfl› Türkiye’nin d›fl ticaret a盤›, y›ldan y›la sürekli art›fl içerisinde devam etmektedir. Art›fl trendinin bu flekilde devam etmesi Türkiye’yi zor duruma düflürecektir. Türkiye’nin bunu gümrük sözleflmesi çerçevesinde yeniden de¤erlendirmeye almas› gerekmektedir. “Türkiye, tam üyelik olmaks›z›n sadece Gümrük Birli¤i’ne girmekle; ‘tam üyelerinin ulusal menfaati do¤rultusunda yönlendirilen bir ticari mekanizmaya, otomatik olarak uymak zorunda olan’ bir ülke konumunda dahil olmaktad›r.” (Manisal›, E.. 1996, 55) Türkiye Gümrük Birli¤i’ne girmekle, tam üye olmad›¤› bir konfederasyona baz› hükümranl›k 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 193 haklar›n› devretmifltir. Türkiye tam üye olmad›¤› için, Avrupa Birli¤i’nin üst karar organlar›nda yer almad›¤› halde, bu organlar›n yönetti¤i ve yönlendirdi¤i mekanizmalara ve politikalara uyma taahhüdü alt›na girmifltir. Türkiye’nin tam üyeli¤i durumunda, a) Mallar›n serbest dolafl›m› b) ‹flgücünün serbest dolafl›m› c) Sermayenin serbest dolafl›m› d) Mali yard›m olarak topluluk taraf›ndan yükümlülüklerini yerine getirmesi gereken temel unsurlard›r. Bunlardan sadece bir tanesi (sanayi mallar›n›n gümrüksüz ithalat) yerine getiriliyor, di¤erleri yerine getirilmiyor. Gümrük Birli¤i de ayn› niteliktedir. (ibid, s.56) Türkiye’de Gelir Da¤›l›m› Problemi Gelir da¤›l›m›n›n en önemli göstergesi, hane halk› gelir da¤›l›m› sonuçlar›d›r. 1963 y›l›nda ilk defa gelir da¤›l›m›n› araflt›rmas› DPT yapm›flt›r. Daha kapsaml› ve daha çok veri kullanarak D‹E 1987 ve 1994 y›llar›nda iki araflt›rma yapm›flt›r. % 20’lik hane halk› gruplar›na göre bu iki araflt›rman›n sonuçlar› tablo 9’da verilmifltir. Tablo 9: 1987, 1994 ve 2002 Y›llar› ‹çin D‹E Hane Halk› Gelir Da¤›l›m› Araflt›rmas› Hane Yüzdesi D‹E 1987 D‹E 1994 D‹E 2002 1. %20 5,24 4,90 5,3 2. %20 9,61 8,60 9,8 3. %20 14,06 12,60 14,0 4. %20 21,15 19,00 20,8 5. %20 49,94 54,90 50,1 Gini Katsay›s› 0,43 0,49 0,44 Kaynak: D‹E Hane Halk› Gelir Da¤›l›m› Araflt›rmas› ‹lgili Y›llar Tablo 9’daki verilerden de görülece¤i gibi, bu iki dönemdeki gelir da¤›l›m› araflt›rmas› mukayese edildi¤inde, 1987 y›l›na göre 1994 y›l›nda gelir da¤›l›m›nda bozulma oldu¤u, ancak 2002 y›l›nda gelir da¤›l›m›nda nispi bir düzelmenin oldu¤u görülmektedir. En düflük gelirli hane halk›nda %20’lik kesimin gelirlerinde 1987 y›l›na göre 1994 y›l›nda 0,34puanl›k yani %6’l›k bir düflme olurken, en 4 194 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN yüksek dilimli %20’lik hane halk› gelirlerinde 4,96 puanl›k yani %9’luk bir art›fl olmufltur. Yani bu iki dönem de, düflük gelirlerin toplam gelirlerden ald›¤› pay daha çok düflerken, yüksek gelirlilerin toplam gelirde ald›¤› pay yükselmifltir. Bu da, iki dönem aras›nda gelir da¤›l›m›n›n nispi olarak bozuldu¤unu bize göstermektedir. Bunun aksine 2002 y›l› gelir da¤›l›m›nda düzelme olmufltur. 1994 y›l›na göre en düflük gelirli nüfusun %20lik pay›nda 0,4puanl›k yani %8’lik bir art›fl olmufltur. Benzer flekilde 2002 y›l›nda 1994 y›l›na göre en yüksek gelirli nüfusun %20’lik pay›nda de 4,8 puanl›k yani %8,7’lik bir düflme görülmektedir. Gelir da¤›l›m› bozukluk derecesini veren “gini” katsay›s›d›r. Bilindi¤i gibi, gini katsay›s› 0 ile 1 aras›nda de¤er almaktad›r. Gelirin hepsi tek bir kifli taraf›ndan al›nd›¤›nda gini katsay›s›n›n de¤eri bir, gelirin da¤›l›m› herkese mutlak olarak eflit da¤›ld›¤›nda gini katsay›s› s›f›r olmaktad›r. Gini katsay›s›n›n de¤eri s›f›rdan büyüdükçe gelir da¤›l›m› eflitli¤i de artmaktad›r. Tablomuzda gini katsay›s›n›n de¤eri 1987 y›l›nda 0,43 iken 1994 y›l›nda 0,49’a yükselmifl ve 2002 y›l›nda 0,44’de inmifl olup, bu durumda üç dönem aras›nda gelir da¤›l›m›nda bozulman›n ve düzelmenin derecesini bize göstermektedir. Genelde gelir da¤›l›m›na bakt›¤›m›zda ise, gelir da¤›l›m›n›n çok bozuk oldu¤u görülmektedir. Tabloda 1994 y›l›nda en düflük gelirli hane halklar›n›n %20’si gelirin ancak %4,90’n›n› al›rken, en yüksek gelirli hane halk›n›n %20’si gelirin %54,90’n›n almaktad›r. En yüksek gelire sahip hane halklar›n›n %20’sinin geliri, en düflük gelirli hane halkalar›n›n %20’sinin gelirinin 11,2 kat› kadard›r. Bu da Türkiye’de gelir da¤›l›m›n›n ne kadar bozuk oldu¤unu göstermektedir. Gelir da¤›l›m›n› bozan nedenlerden bir tanesi, devletin uygulad›¤› vergi politikas›d›r. Devlet gelir vergisi yerine vas›tal› vergileri daha çok öne ç›kar›rsa vergilendirmede “adalet ilkesini” bozmufl olmaktad›r. Vas›tal› vergiler yüksek gelirlerden de düflük gelirlerden de ayn› oranda vergi al›nmas› demektir. Oysa vergi adaleti yüksek gelirlerden yüksek oranda, düflük gelirlerden düflük oranda vergi almay› gerektirir. Vas›tal› vergilerin yüksekli¤i piyasa ekonomisine de ayk›r› düflmektedir. E¤er bir vas›tal› vergi tutar›, mal›n fiyat›na ulaflm›fl ise art›k ticaretin cayd›r›c› oldu¤u aç›kt›r. Ayr›ca bir ekonomide vas›tal› vergiler, harçlar e¤er vas›tas›z vergilerin toplam›n› afl›yorsa mübadelenin devlet eliyle engellendi¤i ve etkin kaynak tahsisinden uzaklaflt›¤› ortaya ç›kmaktad›r. Türkiye’de vas›tas›z vergiler yani mal ve hizmetlerden al›nan vergiler ile d›fl ticaretten al›nan vergiler toplam›, gelir ve servetten al›nan vergilerin toplam›n› aflmaktad›r. (Akal›n, G., 2001 s.113) Gelir da¤›l›m›n›n ikinci ele al›n›fl flekli fonksiyonel gelir da¤›l›m›d›r. Fonksiyonel gelir da¤›l›m›, milli gelir içinde üretim faktörlerinin paylar›, yani daha çok sermaye, faiz, rant pay› ile ücret pay› mukayese edilerek verilmektedir. Tablo 10’da Milli Gelir hesaplamalar›nda toplam ücret ödemeleri ve di¤er ödemeler kâr, faiz, rant ödemeleri mukayese edilmek üzere verilmifltir. Son on y›lda toplam Milli Gelir içinde ücretlerin pay› ortalama %27,6 iken, kâr, faiz ve rant pay› ortalama % 55.27’yi bulmaktad›r. Bu da fonksiyonel gelir da¤›l›m›ndaki eflitsizli¤i göstermektedir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 195 Tablo 10: Milli Gelir ‹çinde kâr-faiz-kira ve ücret paylar› (%) Y›llar ‹flgücü ödemeleri/MG Kâr-faiz-rant/MG 1990 27,2 58,3 1991 31,9 53,3 1992 31,7 53,5 1993 30,9 54,2 1994 25,5 59,0 1995 22,2 61,4 1996 23,9 59,8 1997 25,8 57,1 1998 25,5 57,7 1999 30,7 51,4 2000 29,2 50,8 2001 28,3 49,4 2002 26,7 52,5 Kaynak: D‹E. ‹lgili istatistiklerinden hesaplanm›flt›r. Daha da ilgi çekici bir nokta ise, son on y›lda toplam gelir vergisinin ortalama olarak %51’nin ücret gelirlerinden al›nm›fl olmas›d›r. Yani Milli Gelirin ortalama %55,27’sini oluflturan kâr, faiz, rant gelirlerinden al›nan vergi gelirleri toplam vergi gelirlerinin ortalama son on y›lda %45’ini olufltururken, geri kalan gelir vergisinin %51’ini ücret gelirlerinden kesinti yoluyla elde edilmektedir. Kald› ki ücretlerden al›nan vergi ücretin elde edildi¤i ayda kesildi¤i halde, kâr, faiz, rant gelirlerinde bir sonraki y›lda üç taksitle al›nmaktad›r. Enflasyonun yüksek seyretti¤i ekonomilerde bu vadeli al›fllardan do¤an de¤er kayb› çok yüksek olmaktad›r. Bu de¤er kayb› hesaba kat›ld›¤›nda, gelir vergisi içinde toplam ücretlerin ödedi¤i vergi pay› çok daha yükselmektedir. Sonuç 2002 y›l› kas›m ay›nda ifl bafl›na gelen yeni hükümet ‹MF ile daha önce bafllam›fl olan program› aynen devam ettirmifltir. Daha önce bafllam›fl olan bu programa sad›k kalman›n neticesi olarak ekonomik gidiflat›n yönü iyiye dönüflmüfltür. Ekonomiye olan güven yükselmifl bunun sonucu olarak döviz kuru ve faiz oran› düflmüfltür. Merkez Bankas›’n›n para program› sonucu enflasyonda da önemli say›lacak bir düflme yaflanm›flt›r. Ancak ‹MF ile yürütülen program süresi 2004 y›l›nda doldu. 2005 y›l› ve sonraki y›llar için ‹MF’ye geri borç ödemelerimiz oldukça yüksek miktarlarda yap›la- 4 196 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN cakt›r. ‹MF ile yeni bir program yap›lmaks›z›n bu borçlar›n ödenmesinde hükümetin zorlanaca¤› ve ekonomiye olan güvenin zay›flayaca¤› yönünde bir geliflme beklenmelidir. Bu yüzden 2005 y›l›ndan bafllamak üzere ‹MF ile yeni bir programa imzalanmak zorunda kal›nm›flt›r. Türkiye ekonomisinin durumunu bir bütün olarak daha iyi analiz etmek için afla¤›daki iki tabloda son befl y›l›n rakamlar› verilmifltir. Tablo 11’de gelirlerde iyileflme vergi gelirlerinde art›flla sa¤lanm›flt›r. Daha çok dolayl› vergilerde art›fl sa¤lanarak bu iyileflme yap›lm›flt›r. Oysa dolayl› vergiler daha adaletsiz bir vergilendirme sistemidir ve gelir da¤›l›m› bozucu niteliktedir. Yukarda Türkiye ile ilgili anlat›lan gelir da¤›l›m› problemini hükümetin derinlefltirme yönünde bir anlay›fl içine girdi¤i görülmektedir. Yine tablo 11’de harcamalardaki de¤iflmeye bakt›¤›m›zda iç borç faiz oranlar›nda yaklafl›k 2,9 puanl›k bir düflme sa¤lanm›flt›r. Buna karfl›l›k di¤er transferlerde yaklafl›k 4 puanl›k bir yükselme meydana gelmifltir. Di¤er transferler içinde sosyal güvenlik harcamalar› en büyük gideri oluflturmaktad›r ve yak›n bir gelecekte de bu kalemde bir düflme beklenmemektedir. 2002 y›l›nda sosyal güvenlik aç›klar›na yaklafl›k 16 katrilyon Türk Liral›k transfer yap›larak toplam bütçe giderlerinin % 20,4’ni ve GSMH’n›n % 4.5’ini oluflturan bir de¤ere ulaflm›flt›r. Sosyal Güvenlik Reformu yapmak veya prim tutar›n› yükseltmek art›k mümkün görülmemektedir. Prim tutar›n› yükseltmek ancak ekonominin daha çok kay›t d›fl›na kaçmas›na, iflsizli¤in bu kadar yayg›n oldu¤u bu ülkede kaçak iflçi çal›flt›rmas›na yol açabilmektedir. Konsolide bütçede gelir art›r›c› kalemlerde bir art›fl ve harcamalarda bir yükselifl yapman›n imkâns›zl›¤› ortaya ç›kmaktad›r. Konsolide bütçenin bu yap›s› hükümetlerin önünde en büyük bir ekonomik problem olarak durmaktad›r. Bir ölçüde bu yap› ekonomiyi “krize gebe” bir pozisyona sokmaktad›r. Tablo 11 Konsolide Bütçenin Yüzde Da¤›l›m› YILLAR 1999 2000 2001 2002 GEL‹RLER 100 100 100 100 Vergi gelirleri 78,0 79,3 77,1 78,1 -Dolays›z vergiler 35,5 32,4 31,2 26,3 -Dolayl› vergiler 42,6 46,8 45,9 51,8 Vergi d›fl› gelirler 22,0 20,7 22,9 21,9 HARCAMALAR 100 100 100 100 Personel har. 24,7 21,4 18,9 20,1 Di¤er cari 8,0 7,8 6,5 6,8 Yat›r›m 5,5 5,3 5,2 6,0 Faiz ödemeleri 38,3 43,8 51,0 44,9 -d›fl borç faiz 3,2 3,5 4,4 4,4 -iç borç faiz 35,1 40,2 46,5 40,5 K‹T’lere transfer 1,5 1,9 1,4 1,9 Di¤er transfer 22,1 19,7 17,1 20,4 2003 100 81,3 24,4 56,9 15,9 100 21,6 5,9 5,1 41,8 4,2 37,6 1,3 24,3 Kaynak: Maliye Bakanl›¤› ilgili y›llar Y›ll›k Ekonomik Rapor ve Hazine Müsteflarl›¤›, Hazine ‹statistikleri (1990-2002) verilerinden yararlanarak düzenlenmifltir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 197 Tablo 12’ye bakt›¤›m›zda ise, bütçe a盤›n›n hâlâ önemli bir problem olarak ortada oldu¤u görülmektedir. 2003 y›l›nda bütçe a盤›n›n GSMH’ya oran› %11.2 olarak çok yüksek gözükmektedir. Bu oran› düflürebilecek yeni bir ekonomik aç›l›m da ufukta gözükmemektedir. Vergi gelirlerinin GSMH’ya oran› 2003 y›l›nda %28’e yükselmifltir. Geliflmekte olan bir ülke için bu vergi oran› çok yüksektir. Vergi oranlar›n› daha da yükseltmek yine ekonominin kay›t d›fl›l›¤›na kaçmas› anlam›n› tafl›maktad›r. Tablo 12 Konsolide bütçenin GSMH’ya oran› % YILLAR 1999 2000 2001 2002 2003 GEL‹RLER 24,2 26,5 28,7 27,9 28,0 HARCAMALAR 35,8 37,1 44,9 42,2 39,2 Personel har. 8,8 7,9 8,5 8,5 8,4 Di¤er cari 2,9 2,9 2,9 2,9 2,3 Yat›r›m har. 2,0 2,0 2,3 2,5 2,0 Faiz ödemeleri 13,7 16,2 22,9 19,9 16,4 -d›fl borç 1,1 1,3 2,0 1,9 1,6 -iç borç 12,6 14,9 20,9 17,1 14,7 K‹T’lere transfer 0,5 0,7 0,6 0,8 0,5 Di¤er transferler 7,9 7,3 7,7 8,6 9,5 Faiz d›fl› harcamalar 22,1 20,9 22,0 23,3 22,8 (11,6) (10,5) (16,2) (14,3) (11,2) 2,1 5,7 6,7 4,7 5,3 Bütçe a盤› Faiz d›fl› denge Kaynak:Maliye Bakanl›¤› ilgili y›llar Y›ll›k Ekonomik Rapor ve Hazine Müsteflarl›¤›, Hazine ‹statistikleri (1990-2003) verilerinden yararlanarak düzenlenmifltir. Bütün bu rakamlar çerçevesinde ekonominin geldi¤i noktada hükümet ekonomide ‘yarat›c›l›k’ anlam›nda herhangi bir fley yapm›fl de¤ildir. 2005’ten sonra da hükümetin ‹MF ile program yapmaktan baflka flans› yoktur. Aksi takdirde ekonomide güveni devam ettirecek bir geliflme ortada bulunmamaktad›r. Krizin ç›kt›¤› y›llardaki verilerle bugünkü verileri mukayese etti¤imizde ekonomide yeni bir krizin ç›kmas› beklenebilir bir olgu olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Ekonomide krizin ç›kmas› için ekonomiye olan güvenin düflmesi gerekmektedir. Güvenin sars›lmas› ise iki temel faktöre ba¤- 4 198 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN l›d›r: ekonomideki veriler ve siyasi istikrars›zl›k. fiu anda siyasi istikrars›zl›k ufukta görülmemektedir. Bu verilerle krizin ç›kmamas› siyasi istikrar›n devam etmesine ba¤lanabilir. Yine de ekonomi sujelerinin güven hassasiyetleri gittikçe düfltü¤ü yönünde tahmin edilebilir. Bütün bunlar›n yan›nda söylenilebilir ki ekonomide kriz sinyalleri henüz ortaya ç›km›fl de¤ildir. Çünkü kriz sinyalleri para piyasas›nda ortaya ç›kmaktad›r. Para piyasas›na bakt›¤›m›zda TL cinsinde dövizin de¤eri düflüyor, faiz oranlar› düflüyor, fakat iç borçlanmada hükümet daha uzun vadeye borcu yayam›yor. Borcun vadesinin k›sal›¤› eski y›llardaki gibi devam ediyor, paran›n repoya dönüflmemesi de krizin ç›kaca¤› yönünde beklentinin az oldu¤u yönünde de¤erlendirilebilir. Tablo 13’te ise son üç y›l›n rakamlar› özetlenmifltir. Bütçe gelirlerinin GSMH içindeki pay› 2003 y›l›nda % 28.1’den, 2004 y›l›nda %26.6’ya düflmüfltür. Gelirlerdeki bu azalmaya karfl›l›k harcamalarda da bir azalma olmufltur. Ayn› tarihler aras›nda harcamalardaki azalma ise %39.4’ten %32.7’ye düflmüfltür. Sonuç olarak bütçe a盤› %11,3’ten %7.1’e gerilemifltir. Kamu gelirlerindeki bu nispi düzelme ekonomiyi rahatlatm›flt›r. Ancak kamu borçlar› için ayn› fleyleri söylemek son derece zordur. Tablo 14’te kamu borçlar› verilmektedir. Tablo 13 Konsolide Bütçe Milyon YTL GSMH’ya oran› 2002 2003 2004 2002 2003 2004 Gelirler 75.592 100.250 109.887 27,5 28,1 25,6 Vergi Gelirleri 59.632 84.316 90.093 21,7 23,6 21,0 Di¤er Gelirler 15.960 15.934 19.794 5,8 4,5 4,6 Harcamalar 115.682 140.455 140.200 42,1 39,4 32,7 Faiz Hariç Harcama 63.812 81.846 83.712 23,2 22,9 19,5 Faiz Harcamalar› 51.871 58.609 56.488 18,9 16,4 13,2 Bütçe Dengesi -40.090 -40.204 -30.313 -14,6 -11,3 -7,1 Faiz D›fl› Denge 11.781 18.405 26.175 4,3 5,2 6,1 Kaynak: Hazine ve D›fl Ticaret Müsteflarl›¤› ‹nternet sayfas› Tablo 14’te konsolide bütçe toplam borç stokunda 2003 y›l›na göre 2004 y›l›nda 33 milyar dolarl›k art›fl, iç borç stokunda 28 milyar dolarl›k art›fl ve d›fl borç stokunda 5 milyar dolarl›k art›fl olmufltur. Bütçe dengesindeki düzelmeye ra¤men borçlardaki bu art›fl, ekonominin hâlâ bir risk alt›n- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 199 da oldu¤u görülmektedir. Bu borç art›fl› d›fl ticaret a盤› ve cari aç›klardaki büyümeyle de birlefltirilince ekonomideki k›r›lganl›¤›n devam etti¤i söylenebilir. Tablo: 14 Son Y›llarda Kamu Borçlar›ndaki Geliflme Y›llar 2001 2002 2003 2004 Konsolide Bütçe Toplam Borç Stoku (Milyar Dolar) 123,6 149 203 236 Konsolide Bütçe Toplam Borç Stoku (Katrilyon TL-Milyar YTL) 178 243 283 316 ‹ç Borç Stoku Katrilyon TL-Milyar YTL 122,1 150 194 225 Milyar Dolar 84,9 91,7 139 167 Katrilyon TL-Milyar YTL 55,9 92,8 88,6 91,7 Milyar Dolar 38,7 56,8 63,4 68,4 Konsolide Bütçe Toplam Borç Stoku Da¤›l›m› (%) 2001 2002 2003 2004 ‹ç Borç 69 61,8 68,7 71 D›fl Borç 31 38,2 31,3 29 TL-YTL 41,9 53,7 58,5 Döviz 58,1 46,3 41,5 D›fl Borç Stoku Kaynak: Muhasebat Genel Müdürlü¤ü, Hazine Müsteflarl›¤› 4 200 IV. Oturum “Kalk›nma ‹stikrar ve Uluslararas› Ekonomi” Fetullah AKIN D‹PNOTLAR 156 Örne¤in, Türkiye 1987'de %9,8, 1990'da %9,4, 1993'de %7,9 ve 1993 y›l›nda ise %8,3 oran›nda büyüme sa¤lam›flt›r. 157 Turkey: Country Economic Memorandum 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 201 KAYNAKÇA Akal›n, Güneri (2001) Türikye’de Piyasa Ekonomisine Geçifl Süreci ve Ekonomik Kriz T‹SK yay›n›, Ankara E¤ilmez, Mahfi, Kumcu, Ercan (2002), Ekonomi Politikas› Teori ve Türkiye Uygulamas›, OM yay›nlar›, ‹stanbul Enç, Ercan (2003) “D›fl Ticaret, Cari Aç›k ve Kriz” ‹ktisat Seçme Yaz›lar, Editör:Y›lmaz fi. Çermikli H. Gazi Üniversitesi ‹.‹.B.F. Yay›nlar› s:133, Ankara, 2003 Karluk, R›dvan, (2001) “Türkiye’de Yabanc› Sermaye Yat›r›mlar›n›n Ekonomik Büyümeye Katk›s›” Ekonomik ‹stikrar, Büyüme ve Yabanc› Sermaye Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankas› Yay›n›, Ankara Manisali, Erol. (1996),, Gümrük Birli¤inin siyasal ve Ekonomik Bedeli, Ba¤lam yay›nlar›, ‹stanbul. Oyan, O¤uz. (1987),, 24 Ocak Ekonomisinde D›fla Aç›lma ve Mali politikalar, Ankara Verso yay›n› Ölçen, Ali Nejat (2002) “D›fl borçlar› Giderecek Ekonomik Büyüme” Cem Alpar’›n an›s›na Arma¤an, Türkiye Ekonomi Kurumu Yay›n›, Ankara Türkan, Erdal (1992), “1980 Sonras›nda Sanayileflme” Türkiye Ekonomisi Sektörel Geliflmeler, Türk Ekonomi Kurumu Yay›n›, Ankara Töre, Nahit, (2001), “Dünyada Yabanc› Sermaye Ak›mlar›” Ekonomik ‹stikrar, Büyüme ve Yabanc› Sermaye Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankas› Yay›n›, Ankara Uygur, Ercan. ( 2001),, “Türkiye’nin Yürürlü¤e Koydu¤u ‹stikrar Programlar›n›n Baflar›s›nda Yabanc› Sermaye Girifllerinin Yeri ve Önemi” ” Ekonomik ‹stikrar, Büyüme ve Yabanc› Sermaye Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankas› Yay›n›, Ankara Yi¤idim, A. Köse, N. (1997), “‹hracat ve Ekonomik Büyüme Aras›ndaki ‹liflki, ‹thalat›n Rolü: Türkiye Örne¤i (1980-1996)” Ekonomik Yaklafl›m, cilt 8, Say› 26, Sonbahar, Ankara. Y›lmaz, fiiir.,(2002), “Liberal ‹ktisat Ö¤retisi, Kriz ve Türkiye Üzerine baz› gözlemler” Gazi Üniversitesi ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi Dergisi, cilt 3, say› 3, K›fl 2001, Ankara Y›lmaz, fiiir.,(2002), “Siyasal Partilerin Gelir Kaynaklar› ve Rant Aray›fllar›”, Ekonomik Yaklafl›m, Gazi Üniversitesi ‹ktisat Bölümü, Üç ayl›k dergi, say›: 42-43, Cilt 13, Ankara Y›lmaz, fiiir., Çaflkurlu, Sibel ‹nce. (2002) “Aç›kl›k ve Hassasl›k Ölçütleri Aç›s›ndan ‹hracat›m›z” Cem Alpar’›n an›s›na Arma¤an, Türkiye Ekonomi Kurumu Yay›n›, Ankara Turkey: Country Economic Memorandum ‹statistiki Kaynaklar DPT Ekonomik ve sosyal göstergeler (1980-2000) Hazine Müsteflarl›¤›, Hazine ‹statistikleri (1990-2002) Maliye Bakanl›¤› Y›ll›k Ekonomik Rapor ilgili y›llar D‹E Hane Halk› Gelir Da¤›l›m› Araflt›rmas› ‹lgili Y›llar 4 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 19 Mart 2005 Cumartesi 5. OTURUM Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi Oturum Baflkan›: Prof. Dr. A. fiinasi AKSOY KONUfiMACILAR Mustafa ÇALIK : Kimlik Tart›flmalar›: Siyaset, Kültür ve Sosyolojinin Dil Fark› Tu¤rul ISMAYIL : Rusya’da Kafkas Fobisi Ali ULUSOY : Kamusal Alan’a Hukuksal Bak›fl 203 5 204 V. Oturum “Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi” K‹ML‹K VE S‹YASET: TOPLUMDAN VE DEVLETTEN BAKARAK... Mustafa ÇALIK Kimlik, ferdî veya kolektif bir zâtiyetin, çeflitli biçimleriyle içinden (sübjektif) veya d›fl›ndan (objektif) tan›mlanmas›d›r. Ferdî olan›n ‘sübjektif’, kolektif olan›nsa ‘objektif’ kriterlerle de¤erlendirilebilece¤i bir tan›mlamad›r bu. Millî kimlik ise hem tarih içerisinde ve hem de tarih vas›tas›yla ve ‘hakedilmifl bir vatan topra¤›’nda (millî co¤rafya), esas olarak ortak dil, inanç ve hâf›za üzerinden infla edilen bir olgudur; onun içindir ki, tarih ne kadar geriye do¤ru götürülür ve kolektif hâf›zada yüceltilirse; millî co¤rafya ne kadar ‘tezyin’ edilirse millî kimlik de o kadar derin ve zengin bir anlam yüklenir; yani, daha köklü ve sa¤lam bir karakter edinir. Weberyen anlamdaki bu ‘ideal tip’e uygun bir millî kimli¤in kendili¤inden teflekkülü s›k rastlanabilecek bir süreç de¤ildir. Tarihî ve siyasî durumun ‘ideal tip’e elveriflli olmad›¤› hallerde bazan siyasî hukuk, bazan ideoloji ve ideolojik ‘ayg›t’lar, ama ço¤u zaman hepsi birlikte imdada ça¤r›l›r. Millî inflâ dedi¤imiz süreç böyle bafllar. Her millî inflâ süreci ayn› baflar› flans›n› yakalayam›yor elbette. Tarihî flartlar›n ‘inflaat’a elvermesi kadar, toplumsal ‘mühendis’lerin marifet ve meziyetleri de netice üzerinde müessir oluyor. Siyaset, tabiat› icab› her zaman ideolojik bir veche tafl›r. Siyaset ideolojik boyutu ile ço¤u zaman ç›kmazlar üretse de hukuku ile imkân sa¤l›yor. Kimlik konusundaki siyasî-ideolojik iddia sosyolojik yap›da varolan kimlik gerçe¤inden fazlas›n› ihtiva ediyor veya öngörüyor. Bunu mümkün k›lan fley, toplumsal kriz dönemlerinde siyasî süreçlerin ve siyasetin sosyolojiyi aflma teflebbüsüdür. Siyasî süreç bazan toplumsal›n ifadesi olarak onun peflis›ra gelir, ama bazan da ‘toplumsal’a öncülük etme rolünü üstlenir, yani toplumun ve toplumsal›n önüne geçmeye çal›fl›r. Bu durum siyasetin ‘misyoner’ bir hüviyete bürünmesidir. ‹deolojik yo¤unluktan beslenen siyasî ak›mlar bilhassa böyledir. ‹deolojinin ideal ve ütopya do¤urma yetene¤i abart›ld›kça siyasetin gerçeklik yörüngesinden giderek ç›kmas› da kolaylafl›r. Marksist sosyalizmin komünist toplum ütopyas› peflinde toplumsal gerçeklikten gittikçe uzaklaflarak en sonunda toplumsal alan›n büsbütün d›fl›na itilmesi böyle bir güzergâh izlemifltir. Hâlbuki, kültürel ve sosyolojik olan, gerçekli¤i daha fazla temsil eder, çünkü yaflanan vâk›âd›r, objektif alan› kucaklar. ‹deolojik olansa belli ölçüde felsefî de olmak zorundad›r, dolay›s›yla daha sübjektifdir ve bilinen ifadeyle var olandan ziyade olmas› isteneni, dilek ve temenniyi ifade eder; hadi bunu biraz daha ‘süsleyelim’, ideal ve ütopyay› öne ç›kar›r. Türkiye’deki duruma gelince, önce temel bir postülat olarak flunu ileri sürebiliriz: Bizim toplumsal-kültürel evrenimizde olabildi¤ince homojen ve tutarl› bir beflerî formasyon hayatiyetini devam ettirmektedir. ‹kinci postülat›m›z da fludur: Türkiye’de farkl› kültürlerden (ki bunun mekân› toplumsal aland›r) ziyade farkl› ideolojik anlay›fllar (bunun da mekân› entelektüel zeminlerdir) mevcuttur. Nitekim, et* Dr., 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 205 nik menfle ve ana dille s›n›rl›, farkl› bir millî-kültürel kimlik iddias›n› siyasî ideoloji haline getirerek millî devletin resmî dil ve üniter siyasî hukukunu bölüflme, bu kabul edilmezse ayr›lma talebi, toplumsal bir iradenin serbest yans›mas› olarak de¤il, silâhl› propaganda stratejisini benimseyen bir örgüt (PKK) ve onun ‘dirijan’ unsurlar› taraf›ndan gündeme sokulmufltur. Bunun ülke bütünlü¤üne yöneltilmifl bir tehdit olarak aslâ kabûl edilemez niteli¤i bir tarafa, bu talebin arkas›ndaki iddia ve tezlerin gerçeklik temeli de çok zay›ft›r.. Önce birinci ‘postülat’› mümkün oldu¤unca k›saltarak ve ‘açarak’ tekrar vurgulayal›m: Türk kültürü ‘müslüman’d›r ve ‘Kürtler’e de flâmildir. Türk toplumunun müslüman unsurlar›, inanç temelleri ve de¤erler haritas›na bak›ld›¤›nda, gerçekten de büyük ölçüde tutarl› bir kültürel bütünlük arzetmektedir. Ayr›ca, vatan mefhumu ve günlük hayat›n sürdürülmesine dönük pratikler kadar gelece¤e dönük ferdî-ailevî hayat tasavvurlar› aç›s›ndan da birlik ve bütünlükten yana çok yüksek bir mutabakat bulundu¤unu söylemek sun’î bir iyimserlik de¤ildir. Terörden b›kan insanlar, geçen yirmi y›l boyunca, ‘çekiç güç’ün korumas› alt›ndaki Kuzey Irak’a veya baflka bir Kürt bölgesine de¤il de ülkenin daha Bat›s›ndaki flehir ve kasabalara göç ettiler. Gerçi, göç ettikleri yerlerde mevcut s›k›nt›lar›na yenileri eklendi¤i gibi bizâtihî baflka s›k›nt›lara da sebep oldular, ama bu ölçüde yo¤un nüfus hareketleri dünyan›n hiç bir yerinde zaten sanc›s›z yaflanamazd›. Bütün bunlara ra¤men, yeni gelenlerin tekrar geldikleri yerlere dönmeyi düflünmeyiflleri neyi anlat›yor olabilir?! Bence, bütün sanc›lar›yla birlikte yeni yerlefltikleri bölgeyle ortak bir kaderi ve gelece¤i paylaflma istek ve inanc›n›n canl› tutuldu¤u aç›kt›r. Meseleye birlik ve bütünlük kayg›s›yla bakanlar için gerçekten de ciddî bir iyimserlik sebebidir bu. Bir taraftan da ‘farkl›l›klar› zenginlik sayma’ slogan›yla mütemadiyen farklar› öne ç›karma ve farkl›laflt›rma gayreti, farkl› olmay› bizâtihî bir de¤er ve ideal haline getiriyor. Birlik ve bütünlük, sanki mutlak surette kültürel fakirlikmifl gibi bir ön kabûl ima ediliyor. Y›llard›r böyle yap›lageldi ve gittikçe farkl›l›k bir ‘mit’, bir ‘kült’ mertebesine ç›kar›ld›. Bununla da yetinilmedi; kavramlar, peflin hükümlere dönüfltürülmüfl bir anlam yükü alt›nda çarp›t›ld›. Bu ‘çarp›tma’da en fazla gadre u¤rayan kavramlar, millet (ulus), millî kimlik ve kültür oldu. Meselâ, alelusûl bir akademik-terminolojik ciddiyetle ele al›nd›¤› ve ‘müteârife’ haline sokulan anlam kaymalar›ndan sak›n›ld›¤› vakit, ne bu kültürel kimlik tart›flmalar›ndaki ‘kültür’ün bildi¤imiz kültür, ne de ‘Kürt ulusu’ iddialar›ndaki ‘ulus’un bildi¤imiz ulus (millet) oldu¤u görülecektir. Nas›l ki millet etnisiteye indirgenemezse kültür de folklöre veya mahalli renklere indirgenemez. En homojen kültürlerde bile bulunmas› gayet tabiî karfl›lanabilecek bir tak›m mahallî, zümrevî, iktisadî, demografik, co¤rafî ve sair farkl›l›k ve çeflitlilikleri, kültürel aidiyet fark› olarak tan›mlay›p bunu da etnik farkl›l›kla eflitleme ve aç›klama çabas› tutarl› ve ikna edici de¤ildir. Bir kültürel kimlik karakteristik vas›flar›n›n ço¤unu, manevî-ahlâkî de¤erlere ve bunlar› üreten inanç temellerine borçludur. ‹yi-kötü, do¤ru-yanl›fl, sevap-günah ölçülerinin en fazlas›, her kültür için dinî-manevî temelde üretilir. Teferruat say›labilecek problemlere ra¤men, Türkiye’deki mevcut dinî bütünleflme tahrip edilmedikçe etnik farkl›l›klardan kalkarak ve baz› ‘etni’lerin, o da k›smen, farkl› bir ana dil konuflmala- 5 206 V. Oturum “Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi” Mustafa ÇALIK r›n› yeterli say›p farkl› kültürel aidiyet alanlar› ve bunlar› ifade edecek farkl› kimlikler oluflturmak, etnik ayr›l›kç›lar ve ‘radikal demokrat’ solcular›n zannettikleri kadar kolay olmaz. Siyasî ve yahut kültürel bir kimli¤in teflekkülünde, bizâtihî sahip olunan vas›flar kadar, kendisini ‘öteki’nden farkl› k›lan unsurlar veya ‘öteki’ni nitelendiren ve kendisinde bulunmayan özellikler de belirleyicidir. Müminlerin biribiriyle ‘kardefl’ oldu¤unu vazeden bir dinin mensup ve müntesipleri, dinlerinden vazgeçmedikçe biribirlerini nas›l ve nereye kadar ‘öteki’lefltirebilecek veya ‘has›m’ haline getirebileceklerdir? Kald› ki, bizim gayrimüslim unsurlar›m›z dahi gittikçe Türkiye’nin kültürel bütünlü¤üne dahil olmaktad›rlar. ‘Diyaspora’n›n, ‹stanbul’da yaflayan bir avuç Rum ve Ermeni’yi, zaman zaman Türkiye casuslu¤u, bazan da “Türkiye’nin rehinesi” olmakla suçlay›fl›nda bir ‘mizansen’ aramak do¤ru de¤ildir. Bu iki unsurun Türk ve Türkiye telâkkilerinde zaman içerisinde gerçekten de gözle görülür bir farkl›laflma meydana gelmifltir; zira, nas›l ki, ›rkç›l›¤a ve baflka türlü bir ay›r›mc›l›¤a muhatap olmad›klar› takdirde d›flar›da yaflayan Türkler bir iki nesil sonra oradaki toplumlara benzemeye bafll›yorlarsa bizimle yaflayanlar da bize benzemeye bafllam›flt›r. Türk milleti ne etnik bir grubun ad›d›r, ne de hayalî ve farazî bir tasavvurdur. Bu kavram Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandafll›k ba¤› ve kalbî-iradî sadakatle ba¤l› Türk vatandafllar› kadar, Türk diye an›lmaktan flikâyeti olmayan uzak ve yak›n co¤rafyadaki kardefl ve akrabalar›m›z› da ifade eder. Dolay›siyle siyasî irade beyan› kadar; tarihî, medenî ve kültürel bir aidiyetle de kazan›labilir. Bu bizim red veya kabulümüze ba¤l› bir vâk›â olmad›¤› gibi, görmemezlikten gelebilece¤imiz bir keyfiyet de de¤ildir. Bir taraf›yla tarihin, bir taraf›yla co¤rafyan›n, bir taraf›yla da hem tarih, hem co¤rafya ve hem de kültürel mevcudiyetimizin önümüze koydu¤u mukadderatt›r. Türklük, bizim flimdi icad etti¤imiz zoraki bir kavram de¤il, yaflad›¤›m›z tarih ve biriktirdi¤imiz medenî tecrübenin yaflayan de¤erleridir. Tarihî-kültürel miras›m›z, burada as›rlard›r birarada yaflayan bütün ‘müslüman’ unsurlar›n ortak kimli¤ini yans›t›yor. Hiç bir ciddî tarih, kültür ve sosyoloji analizi aksini kolay kolay iddia edemez. Buna ra¤men, bir an için farzedelim ki, yoktur böyle bir ortak miras ve kimlik; o takdirde bile farkl› kültürel kimlik iddia ve talepleri üzerinden yürütülecek siyasî mücadelenin demokratik meflrûlu¤u yoktur; çünkü, kültürel kimlik iddias›na dayal› siyasî talepler demokrasi ve demokratik mücadele içinde karfl›lanamaz, ancak savafl ve askerî mücadele ile gündeme gelebilir. Demokratik bir yap›da, millî devletin üniter yap›s› ve cumhuriyetin eflit yurttafll›¤a dayal› siyasî hukuku terkedilmedikçe, etnik, mezhebî veya baflka bir kültürel kimlik siyaseti gütmek aç›k veya örtülü bir savafl politikas›d›r, hattâ savafla ça¤r›d›r. Üniter cumhuriyet de ço¤ulcu demokrasi de farkl› kültürel kimlik taleplerine ancak ferdî planda ve ferdin temel hak ve hürriyetleri çerçevesinde bakabilir, dolay›siyle bu taleplerin karfl›lanmas› da ayn› çerçeveyi aflamaz; zira, kültürel kimlikler sübjektif alg›lamalard›r ve hiç bir sübjektif telâkki objektif kriter haline getirilemez. Getirilirse flayet, bu tam anlam›yla totaliter bir ‘dayatma’ya dönüflür. Bir toplum veya topluluktaki fertlerin kendi kültürel kimliklerine dair farkl› alg›lamalar›n› red veya inkâr etmek ne ise içlerinden birinin veya bir k›sm›n›n belirli ‘veri’lere (meselâ, etnik menfle, ana dil, din, mezhep, felsefî inanç vs.) müracaat ederek benimsedikleri ‘farkl›’ kimli¤i, ayn› ‘veri’lere sahip oldu¤u halde bunu farkl›l›k için yeterli görmeyen veya farkl› kimlik tercihi haline getirmeyen baflkalar›na teflmil etmeye kalkmalar› da odur. Demokratik bir kamu otoritesi, sübjektif kimlik telâkki- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 207 lerinin sivil alandaki tezahürlerini reddedemeyece¤i gibi etnik ve yahut dinî-mezhebî s›n›rlar ihdas ederek onlar› ‘total’lefltiremez de; sübjektif alan›n zoraki biçimde totallefltirilmesine r›za gösteremez; totallefltirilen sübjektiviteye karfl›, baflka sübjektif gerekçelerle ileri sürülecek itirazlar› imkâns›zlaflt›ran bu tür ay›r›mc›l›klara irade hürriyetini hiçe sayarak ‘resmiyet’ de kazand›ramaz. Ferdî planda farkl› kimlik beyan›, ne kadar demokratik bir hak ve hürriyetse ancak ferdî alanda do¤ru ve geçerli olabilecek sübjektif (indî) kriterlerle ‘grup’ tan›mlar› yap›p, tan›mlanan gruplar› kamu iradesiyle belli kimlik kal›plar›na sokmaya çal›flmak da demokrasi ile ba¤daflmayacak bir ‘dayatma’ ve ‘resmî’ ay›r›mc›l›kt›r. Kar›fl›k gibi gözükse de gayet basit bir meseledir bu. Meselâ, etnik menflei Kürt ve ana dili de Kürtçe olan bir kifli, ‘–Ben bu hususîyetlerimden ötürü Kürdüm’ diyorsa kimsenin bu ferdî irade beyan›n› red ve inkâr etme hakk› olmamal› ve burada bir problem yok. Baflka bir kifli, ‘–Benim de etnik menfleim Kürt ve ana dilim de Kürtçe, ama benim için bunlar›n ehemmiyeti yok, ben kendimi daha ziyade müslüman olarak tan›ml›yorum ve ‘kavmiyetçili¤i’ de zaten günah say›yorum’ derse veya ayn› durumdaki bir baflkas›, ‘ben bütün etnik, millî ve dinî s›fatlardan nefret ederim, komünistim veya kozmopolit bir insanî kimli¤e inan›yorum’ deyince ne olacak? Kamu otoritesi, bunlar› da irade beyan›na göre ayr› bir kimlik kategorisine dahil edip her birine farkl› bir resmî statü mü tan›yacak, yoksa sadece ‘Kürdüm’ diyenin iddias›na hak verip, farkl› irade beyanlar›n› kaale almaks›z›n, etnik menfle ve ana diline bakarak hepsini birden ‘Kürt kimli¤i’ kategorisine resmen ve dolay›siyle ‘cebren’ dahil mi edecek? Daha çetrefili, ‘Kürtüm’ diyen birisi, yar›n bir gün, flu veya bu sebeple farkl› bir irade beyan›nda bulununca, yani kendi kimli¤i hakk›nda kanaatini de¤ifltirince nas›l olacak? Kamu otoritesi, bu irade beyan›n› yok say›p, ‘–Sen Kürtsün, Kürt kal, Kürt kalmak zorundas›n’ m› diyecek, de¤ilse dilekçesini al›p ‘statü’sünü mü de¤ifltirecek ve bu ‘statü de¤iflimi’ bir defaya mahsus mu, yoksa s›n›rs›z bir hak m› olacak? Hadi biraz daha kar›flt›ral›m bu ifli: Anne ve babas› farkl› etnik, dinî veya mezhebî menflelerden gelen insanlar›n kimli¤ini neye göre tan›mlayaca¤›z, kendi irade beyanlar›na göre mi, ‘genetik’ hesaplara göre mi? Genetik hesaplara göre nas›l bir tan›m yapaca¤›z, Hz. Süleyman’›n k›ssas›ndaki gibi ortadan ikiye ay›ramayaca¤›m›za göre, böylelerini ‘TürkKürt’ diye çifte kimlikle mi tan›mlayaca¤›z, bu olmazsa tercihi kendisine mi b›rakaca¤›z? ‹nsanlar› hangi durumlarda ve nereye kadar tan›mlanm›fl kategorilere sokaca¤›z, ne ölçüde kendi tercihleri ile s›n›fland›raca¤›z? ‹flte, anlat›lmaya çal›fl›lan, etnik ve yahut kültürel kimlik alg›lamalar›n›n sübjektif telâkkiler olarak ancak ferdî alanda tan›nabilece¤i ve geçerlilik tafl›yabilece¤i, aksi takdirde az veya çok etnik-kültürel farkl›l›klar›n bulundu¤u bir ülkede birlikte yaflamay› temin edecek bir kamu düzeninin mümkün olamayaca¤›d›r. Anayasada Türkçenin yan›na ikinci bir resmî dil olarak Kürtçenin, ‘kurucu’ veya ‘aslî’ unsurlardan biri olarak da ‘Kürtler’in yer almas› türünden, tâbir câizse ‘ipe sapa gelmez’ taleplerle kamuoyu önüne ç›kanlar›n, önce flunun fark›nda olmalar› gerekir: ‘Aslî unsur’, ilke olarak millî devletlerde de¤il ‘imparatorluk’larda bulunur. Millî devletlerin, hele üniter bir cumhuriyete dönüflmüflse ‘eflit yurttafl’ d›fl›nda ‘aslî unsur’u olmaz. Aslî unsur kategorisi ve s›fat›n›n, imparatorluklarda bile aç›k bir tan›m› ve ço¤u zaman da tan›mlanm›fl bir karfl›l›¤› yoktur. Hele hele, ‘etnik’ anlamda ‘imtiyazl›’ bir aslî unsur kavram›, ‹mparatorluklar›n bile benimsedi¤i bir telâkki olmaktan ziyade onlara ‘atfedilen’ bir hususiyettir. Millî devletlerde, tarih içerisinde edinilmifl ve ço¤u zaman kendi d›fl›ndan tan›mlan- 5 208 V. Oturum “Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi” Mustafa ÇALIK m›fl, yani ‘objektif’ bir ‘üst-kimlik’ söz konusudur, ‘aslî unsur’ de¤il... Bunun içindir ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin hiç bir siyasî hukuk belgesinde ‘aslî unsur’ gibi bir kavram, at›f veya ima yoktur. Türkiye’de Türk ›rkç›l›¤›n›n bile yasak edildi¤i ve a¤›r cezal›k suçlardan birini teflkil etti¤i nas›l oluyor da unutuluyor veya hat›rlanm›yor? Ezcümle, tek ç›kar yolumuz, ‘tarih içinde edinilmifl ve daha çok kendi d›fl›ndan tan›mlanm›fl’ bir üst-kimli¤i ‘veri’ kabûl edip bunun siyasî hukukunu zedelemeden, ferdî hak ve hürriyetler temelinde ve sivil alanda her türlü farkl›l›¤› meflrû gören, kamusal kimlik olarak ‘yurttafll›¤›’ esas alan ço¤ulcu ve demokratik bir düzendir. Fertlerin etnik veya kültürel kimlik telâkkilerine, temel bir hak ve hürriyet olmas› hasebiyle karfl› ç›k›lamayaca¤› gibi, sübjektif mahiyetinden ötürü hakemlik de edilemez. Bütün sübjektif kimlik kategorileri ancak ferden sahiplenilebilir ve tamamen flahsî ‘ikrar’a tâbidir. Millî devlet (nation-state), laik ve demokratik cumhuriyet vas›flar›ndan vazgeçmedikçe, etnik, kültürel yahut dinî-mezhebî k›smîliklere resmiyet tan›yarak ‘yurttafl eflitli¤i’ ilkesini fiilen ortadan kald›racak ‘radikal demokrat’ yorumlara itibar edemez. ‘Radikal demokrasi’ye gelince, demokrasinin yorum veya aç›l›m› olmaktan çok ‘radikalizm’in versiyonu say›labilir. Zaten ve ayr›ca, ‘radikalizm’in di¤er yans›malar›nda da görülebilece¤i gibi, ‘radikal demokrasi’ de büyük ölçüde asl›ndan ve do¤rusundan ciddî bir ‘sapma’ e¤ilimidir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 209 ÇA⁄DAfi TÜRK‹YE-RUSYA ‹L‹fiK‹LER‹NDE D‹KKATE ALINMASI GEREKEN KONU: RUSYADA “KAFKAS FOB‹S‹”. To¤rul ‹SMAYIL* 21. yüzy›l jeopoliti¤inde Türkiye'nin jeopolitik konumunda de¤iflimler sezilmektedir. Yeni jeopolitik ortamda Türkiye, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Do¤u bölgeleriyle Karadeniz, Akdeniz ve Hazar Havzalar›n›n iliflkiler ekseninde merkezi nitelik kazanm›flt›r. Türkiye'nin aktif bir bölgesel güç olabilmesi de konumunun zorunlulu¤u olarak çok boyutlu iliflkiler gelifltirmesine ba¤l›d›r. Buda Türkiye'yi çeflitli sorunlar ve bölgelerle karfl› karfl›ya getirir. Türkiye jeopolitik yönelimlerinde Rusya, Kafkaslar, Orta Do¤u, Balkanlar, Avrupa ve bir Atlantik gücü olan Amerika Birleflik Devletleriyle s›k› iliflkiler içerisindedir.1 21. yüzy›l jeopoliti¤inde Türkiye aç›s›ndan en önemli konulardan birisi de Rusya jeopoliti¤idir. 1990'li y›llardan sonra burada bafl vermifl geliflmeler Türk d›fl politikas›nda bu bölgeni önemli hale gelmifltir. Bölge ülkeleri ile etnik ve kültürel yak›nl›¤›n varl›¤› Türkiye'ye güç kazand›rmaktad›r. Ayn› zamanda bu jeopolitikdeki etnik topluluklar›n milli gücünü bilmek çok önemlidir. Milli güç veya kapasitenin ö¤elerinden milli karakter ve milli moral, de¤erlendirme aç›s›ndan kavranmas› en güç olanlard›r. Milli karakter deyince ilgi alan›n› bir milletin yap›s›nda s›k s›k ortaya ç›kan entelektüel ve karakteristik nitelikler oluflturmaktad›r. Bu nitelikler bir milletin di¤erlerinden farkl› olmas›n›n nedenidir ve bu nitelikler belli felaketlerden sonra bile ayakta kalma gücüne sahiptirler. Milletlerin birbirlerine oranla güçlerinin ne oldu¤unu hesaplamaya çal›flanlar, milli karakter fark›n› da hesaba katmalar› gerekir. Bu ne kadar güç ve yan›lt›c› olursa olsun gereklidir. Bu konuda yap›lacak bir yanl›fl hesap ve tahmin yarg›larda ve politikalarda hatalara yol açabilir.2 Dolay›s›yla, savaflta olsun bar›flta olsun millet ad›na eylemde bulunanlar; milletin siyasetini formüle edenler, uygulayanlar ve destekleyenler, seçenler veya seçilenler, kamuoyunu biçimlendirenler, üretenler veya tüketenler, bütün bu insanlar›n hepsi de milli karakteri meydana getiren entelektüel ve moral niteliklerin izlerini tafl›d›klar› için milli karakter, milli güç üzerinde etkide bulunacakt›r. Ruslar›n kaba kuvvetçili¤i ve inatç›l›¤›, Amerikal›lar›n bireysel giriflim ve buluflçulu¤u, Almanlar›n disiplin ve kabal›¤›, bir milletun veya bireylerinin kat›laca¤› eylemlerde her zaman ortaya ç›kabilecek özelliklerdir. Milli karakter farklar›n›n sonucunda örne¤in Rus ve Alman hükümetleri Amerika ve ingiliz hükümetlerinin izleyemedikleri bir d›fl politikay› izleyebileceklerdir. Son y›llar Türkiye ile Rusya Federasyonu aras›nda bir s›ra s›cak ve olumlu geliflmeler yaflanmaktad›r. Tabii ki, yeni jeopolitik ortam bu iliflkilerin geliflmesine bir h›z kazand›rmaktad›r. Rusyan›n Türkiyeye yönelmesi bu ölke için bir s›ra olumlu ve müsbet sonuçlar verecektir. Lakin y›llarla birikmifl bir tak›m sorunlar, zennimizce, bu iki ölke aras›ndaki iliflkilerin do¤ru yönde geliflmesi karfl›s›nda çok sayda sorunlar yaratacakt›r. Bu sorunlardan en bafll›calar› Rusya dahilinde çok sayda özerk ve ya yar› ba¤›ms›z halda yaflayan türk ve müslüman nüfuzun mövcudlu¤udur. ‹kincisi, uzun y›llar ister çar Rusyas›, isterse de sovet döneminde hem politikac›lar, hem de sade halk aras›nda anti-türk ve anti-müsliman ehval-ruhiyyenin sürekli olarak korunub kalmas›d›r. Bu aç›dan Rus mentalisinde * Bakü Slavyan Üniversitesi, Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi Baflkan› 5 210 V. Oturum “Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi” To¤rul ‹SMAYIL Türk ve Türkiyeli obraz›n› araflt›r›b bilmek Türk d›fl politikas› uzmanlar› için çok önemlidir. Bu çok ciddi ve çok maddi kaynak ve güc taleb eden bir ifltir. Biz bu tebli¤imizde bu büyük iflin küçük bir parças›n› - ruslar›n Kafkas kökenli insanlara karfl› bilincalt› düflüncelerini aç›klama¤a çal›fl›ca¤›z. Niçin Kafkasl›lar? Bilindiyi gibi Kafkasl›lar XIX yüzy›llar›n bafllang›c›ndan itibaren Rus siyasi nüfuzu alt›na girmifltir. Haz›rda Güney Kafkas bölgesi (Azerbaycan, Gürcüstan ve Ermenistan cümhuriyetleri) ba¤›ms›zl›¤›n› kazansa da Küzey Kafkaslar halen bu siyasi nüfuz çerçevesi içindedir. Rusyada vatandafl olarak ve bu ölkeye ekonomi s›k›nt›lar sonucu köç etmifl yüz binlerle Kafkas as›ll› insan yaflamaktad›r. Kafkasl›lar etnik ve kültürel yap› itibar› ile genel anlamda ya Türk as›ll›, ya da Turani say›l›rlar (ermeniler ve osetinler d›fl›nda). Kafkas insan›, ayn› zamanda, çoxunlukta müslümand›r. Dolay›s›yla rus insan›n›n Kafkasl›lara yönelik bilincalt› davran›fllar›nda bizler genel anlamda Türklere yönelik davran›fl›n küçük bir örneyini göre bilerik. Günümüzde Rusya Federasyonu nüfusunun yar›s›n› Avrupal› olmayanlar oluflturmaktad›r ve Avrupal› olmayan bu nüfusun yar›s›na yak›n› da Müslümanlardan meydana gelmektedir. ‹kinci Dünya Savafl›n›n bitiminden bu yana geçen y›llar içinde, Rusya'n›n Avrupa'da yer alan bölümünde geliflmifl bir Avrupa ülkesine özgü, çok düflük do¤um oranlar› gösteren bir demograf› vard›r - bu o dereceye varm›flt›r ki, Avrupa'daki Rusya fiilen bir nüfus küçülmesi yaflam›flt›r. Buna karfl›, Asya'daki Rusya'da geliflmekte olan bir ülkenin demografisi görülmüfl, yani bebek ölümleri h›zla düflerken, do¤um oranlar› yüksek olmaya devam etmifltir. Rusya'n›n Asya'daki Avrupal› olmayan nüfusu, bugün belki de dünyadaki en h›zl› art›fl oran›na sahiptir ve Latin Amerika'daki oranlan bile aflm›flt›r. Rusya'n›n Avrupal› nüfusu yafllan›r ve fiilen ufal›rken, ülke giderek daha büyük oranda, Avrupal› olmayanlara dayanmak zorunda kalmaktad›r. Ülkede zaten, k›rsal kesimdeki nüfusun h›zla yafllanmas› ile bir iflçi a盤› yaflanmaktad›r - daha da kötüsü fludur ki, bilgi-beceri sahibi olan kimseler ülkeden kaçmaktad›rlar. Sanayi kesiminde, Ruslar gayri-rus iflçileri Avrupa'daki merkeze getirmek zorunda kalmaktad›rlar ve bu büyük ölçüde yabanc› düflman› olan Ruslar›n fliddetli direnciyle karfl›lafl›r. Belki de en ciddî açmaz, silahl› kuvvetlerde yaflanmaktad›r. Rusya askerî gücünü koruyabilmek için giderek daha büyük oranda gayri-ruslar› kullanmak zorunda kalacakt›r. Ama tarihsel aç›dan bak›ld›¤›nda görülen odur ki, bu nüfus hiç Rus kumandas› alt›nda savaflmam›fld›r. Rusya, ya askerî kuvvetlerinde çok ciddî boyutlarda k›s›nt›ya gitmek, ya da bu kuvvetler üzerindeki denetimini giderek daha büyük ölçüde, Rus-aleyhtar› Asyal›lara kapt›rmak zorunda kalacakt›r. Rusça yine de çarl›k döneminde oldu¤u gibi, devlet dili, ifl çevrelerinin dili, bilim dili olarak kalm›flt›r. Rus ordusu içindeki kumanda makamlar›nda Avrupal› olmayan hemen hiç kimse yoktur. Ruslar›n bu siyaseti ayn› zamanda onlar›n d›fl siyasetine, bas›n›na, televizyonuna, hatta halk edebiyyatma bile yans›m›fld›r. Araflt›rmalar gösterir ki, Rusyan›n flehir nüfusu için «sevimsiz millet» anlay›fl› hem etnik, hem de regional karakter tafl›y›r. Gerçi, bir çok zaman sade rus insan› antropoloji alemetlere göre Kafkasl›larla Orta Asiyal›lar› bir-birinden ay›rm›r ve onlar için «Kafkas as›ll›» flahs ve ya «aziat» (Asyal›) gibi ortak mücerred anlay›fllar daha uy¤undur. Bele bir düflüncenin yap›laflmas›nda özellikle geçen yüzy›l›n bafllar›ndan itibaren Rus polis sisteminin kas›tl› olarak devriyeye burakt›¤› «Litso Kafkaszkoy natsionalnosti» (kafkas as›ll› kifli) anlay›fl› çok ciddi etki yaratm›fld›r. Bu çok absurt bir anlay›fl- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 211 t›r. Kafkasda yaflayan insanlar hem etnik, hem de kültürel-dini aç›dan çok çeflitlidir. Bu milletleri bir ad alt›nda birlefltirmek, ya onlar› tan›mamakdan, ya da bir önyarg›dan kaynaklanmaktad›r. Edindiyimiz sonuçlara göre Ruslar›n etnik «nifreti» yönümlüdür ve esas itibarile Kafkas halklar›na karfl› yönelmifltir. Bu «nifret» sadece böyük flehirler için deyil, Rusyan›n bütün bölgeleri için karakterik özellikdir. Öyle gün yoxdur ki, Rusyadan Kafkasl›lara karfl› sald›r›lar›n haberini almayak. Bu olaylar Azerbaycan komuoyunu ciddi flekilde rahats›z edir.3 Rusyan›n kitle iletiflim araclar› bu olaylar› daha ziyade sosyo-ekonomik kontekstde ayd›nlatma¤a çal›flsalar da, zennimizce, onlar›n arkas›nda daha ciddi problemler saklanmaktad›r. Rusya Asyay› denetim alt›nda tutan Avrupal› bir güç olmaktan ç›kmaktad›r.4 Bafll›cas› ise Rusyada son y›llarda ciddi antiKafkas ehval-ruhiyyenin mevcudlu¤udur. Rusyan›n kendi uzmanlarinin yapd›¤› sosyal arafld›rmalar bilhassa bu faktlar› kan›tlamaktadir. Turkiye insan› için de merak konusu olabilecek bu faktlardan bir kaç›n›n üzerinde durmak isterdim. Rusyan›n böyük flehirlerinden biri olan Sankt-Petersburg nüfusu içinde yap›lan arafld›rmalar Rusyadak› "Kafkas fobi"sinin ne kadar ciddi flekil ald›¤›n› göstermektedir. Etnik dözümsüzlük, özellikle Kafkaslardan olan insanlara karfl›, ciddi flekil alm›flt›r ve bu, tekce Petersburga deyil, Rusyan›n diger bölgelerine de aid edilebiler. Mesela, antiKafkas ehval-ruhiyye Don kazaklar› aras›nda % 64,1 oluflturur ki, onlar›n da ço¤unlu¤u (% 30,1) bu gün Rusyan›n radikal hareketlerinin "Rusya - ruslar için" slogan›n› desteklemektedirler.5 Rus kazaklar› aras›ndak› "Kafkas fobi"sinin böyle yüksek olmas›n›, onlar›n Kafkasdak› çat›flma ocaklar›na yak›nl›¤› ile izah etmek mümkündürse, nüfusunun % 90 etnik ruslar oluflturan ve Kafkas regionundan cok uzakta yerleflen Petersburg flehrinde bu "fobi"nin bu flok yüksek olmas› çok interesand›r. S.Petersburg Universiteti taraf›ndan 90-c› y›llar›n bafllar›nda yap›lan araflt›rmalarda flehirlilerin % 82,3 “Kafkasl›lar flehirde ne kadar az olarsa, o kadar stabillik olur” düflüncesinde idiler. 1995-ci y›l›n may›nda Çeçenistanda askeri çat›flmalar bafllad›kdan sonra ise % 74,6 Petersburglu bu fikri destekliyordu. Göründüyü gibi, Çeçenistandak› askeri operasyonlar flehir sakinleri aras›nda bu "fobi"nin göstericilerini o kadar da ciddi etkilememifltir. Burada hafliye olarak onu bildirmek istiyorum ki, Kafkas "fobi"sinin yaranmas›nda Rusya hükuk-mühafaza strukturlar›n›n rolu az deyildir. "Litso Kafkasskoy natsionalnosti" (Kafkas milletine aid olan kifli) kimi absurd bir termini mehz ilk defe bu strukturlar ortal›¤a atm›fllar. Rusya toplu iletiflim araclari da bu absurdlu¤u davaml› olarak gündemde tutmaktad›rlar. Yerel cinayet kronikalar›n›n arafld›r›lmas› zaman› çox interesan bir faktla karfl›laflmak mümkündür. Eger cinayet eden Kafkasl›d›rsa, onun milli mensubiyyeti mutlaka bildirilir. Eger rus, ukraynal› ve diger milletdendirse, birçok hallarda milli mensub›yyet gösterilmir. Son y›llar›n arafld›rmalar› Petersburgda Kafkasl›lara olan menfi ehval-ruhiyyenin daha da artd›¤›n› gösterir. Bu neqativ stereotiplerin derinleflmesinde hem idare orqanlar›n›n (qeydiyyat problemlerinin yarad›lmas›) ve hükuk mühafize orqanlar›n›n (senedierin sadece xarici görünüfle göre yoxlan›lmas›) fealiyyeti, hemçinin kütlevi-informasiya vasitelerinin insanlar›n flüurunda "Azerbaycan mafiyas›", "Çeçen cinayetkar qruplar›" ve müxtelif növ "çete desteleri" obraz›n›n sistematik yerlefldirilmesi xüsusi rol oynay›r.6 Uzmanlar "Kafkas fobi"sini son y›llardak› miqrasiya art›m›yla deyil, hala sekseninci y›llar›n or- 5 212 V. Oturum “Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi” To¤rul ‹SMAYIL talar›ndan bafllayan ümumi proseslerle alakaland›r›rlar.7 Karakterik olan hal odur ki, bu "nifret" aralar›nda etnik ferk koyulmadan bütün Kafkasl›lara yönelmifltir. Mesela, eger ayr›-ayr›l›kda menfi münasibet çeçenlere karfl› % 8,4, azerbaycanl›lara % 8,3, gürcülere % 3,2 ve ermenilere % 3-dürsede, genelde Kafkasl›lara olan antipatiya % 70,7-dir. Baflka interesan bir fakt ise bu "fobi"nin gencler aras›nda daha genifl yay›lmas›d›r. 1993-cü ilin yay›nda, eger Petersburg mekteblerinin üst s›n›f ö¤rencilerinin % 41,1 bu antipatiyaya tutulmufldusa, 1996-c› il için bu "fobi" % 76-e kadar yükselmifltir. Eger 55 yafll› Petersburglular›n % 39 diger etnik qruplara negatif yanafl›rsada, 18-25 yafll› gencler aras›nda bu gosterici % 71,1 -dir. "Rusya - ruslar içindir" slogan›n›n (ümumrusya arafld›rmas›nda her beflinci respondent bu fikri beyenir) destekleyenler aras›nda % 60,6-in mehz 18-30 yafl aras›ndak› genc gruplar oluflturur. Yap›lan sorgular sonucunda Ruslar Kafkasl›lar› genel itibarile terrorçu, eflkiya, çeteci, mafya, h›rs›z olarak görmektedirler. Ruslar göre Kafkasl›lar «ruslara sayg›s›z davran›rlar», onlar ruslar› sevmirler ve «onlar - a¤a, ruslar ise köledirler». Genifl yay›lm›fl baflka bir fikir ise Kafkasl›lar›n ruslar sayesinde zengin olduklar› düflüncesidir. Bütün araflt›rmalar onu gösterir ki, ruslar›n bu etno-fobisi agresif ve sald›rgan karakterlidir. Burada savunmadan daha ziyade sald›r›dan söz etmek yerinde olur. Rusyadak› "Kafkas fobi"sinin art›m› ve gençler aras›nda genifl yay›lmas› bu ölkede tehlükeli bir xestelikden - rus flovinizmin art›fl›ndan xeber verir. Bu tehlikeli bir hald›r. Rus flovinizminin yükselifli ayn› zamanda ona tepki olarak yerel milliyetçiliyin daha da artmas›na sebeb olacakd›r. Böyle davam ederse, Rusyada etnik zeminde karfl›durmalar hiç bir zaman sengimeyecekdir. Türkiye bu aç›dan orada yaflayan insanlar›n taleyine bigane kala bilmez. Rusyada etnik karfl›durmalar artd›kca Türkiye istese de ve istemese de kendini bu olaylar›n her zaman içinde bulacakt›r. Bu hem etnik-kültürel yak›nl›kdan, hem de bölgenin Türkiye için jeopolitik konumundan kaynaklanmaktad›r. Türkiye böyük bir devlet olmak isteyirse, o siyasi menfaat çevresi içinde yer alan ölkelerde bafl veren geliflmelere ilgisiz kala bilmez. Ayn› zamanda di¤er ölkelerde yaflayan etnik ve kültürel aç›dan yak›n olan topluluklar›n durumu ile de yak›ndan ilgilenmek zorundad›r. Bu hem zaman›n, hem de böyük olman›n talebidir. Türkiye Rusya ile ilflkilerini iyilefltirmekle yanafl› bu ülke içindeki etnik yap›lanmay› çok iyi analiz etmelidir. Ayn› zamanda Türkiye Rus toplumunun milli karakterini çok ciddi olarak araflt›r›b öyrenmeli, bu toplumun Türkler hakk›nda bilincalt› gerçek düflüncelerini bilmelidir. Bunlar› bilmek Türkiye için genifl Avrasya mekan›nda ruslarla ve di¤er slav topluluklar› ile ortak noktalar› bulma¤a olanak sa¤layacakt›r. Günümüzde «Avrasyac›l›k» anlay›fl›n›n gerçek anlamda realize olmas› için böyle bir araflt›rman›n en k›sa zamanda yap›lmas› esas flartlardan biridir. Sonuç Türkiye Rusya ile yeni dönem iliflkilerinde bu ülke dahilinde milletleraras› sorunlar› dikkate almak zorundad›r. Rusya'daki olaylar, ruslar aras›ndaki Kafkas fobisinin giderek artmas› bunu zorunlu k›lmaktad›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 213 Türkiye aç›s›ndan Rusya ile iliflkilerinde dikkate almas› gereken ve co¤rafi konumunun yükledi¤i özellikler flunlard›r: • Türkiye-Rusya aras›nda artan etkileflimde etkilenen de¤il etkileyen ve merkez ülke olma, • Rusya ile iliflkilerde tek seçenekli iliflkiler yerine konumunun zorunlu k›ld›¤› çok seçenekli iliflkiler, • Bilgi üreten bölgesel güç olarak, Rusya'ya ilgiyi art›ran, kültürel ve tarihi perspektifte stratejiler üreterek, bu ülkeni içinden tan›yarak jeopolitik iliflkilerde bulunmak, • Rusyada etnik yap›n›n çözülmesine ba¤l› olarak jeopolitik mücadelede yeni konu ve olgular› alg›layarak, stratejiler üretmek. Bu ba¤lamda ülkenin etnik yap›s› içerisinde ideolojik, ekonomik, kültürel ve çevresel önceliklerini belirleyerek güç denkleminde yerini almak, • D›fl politikan›n gere¤i olarak Rusyadak› etnik gruplara yönelik stratejiler gelifltirerek Türk ve Turani unsurlar› de¤erlendirmek, • Ekonomik, kültürel, tarihi, askeri gücünün fark›nda olarak, Türk dünyas›n› alg›lamada Türkiye merkezli strateji ve iliflkiler gelifltirmek. 5 214 V. Oturum “Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi” To¤rul ‹SMAYIL D‹PNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7 Karaba¤, Servet, 21.yy-daTürkiyeninyeni Jeopoliti¤i, 20.yy-dan 21.yy-a Türkiye ve Dünya, ‹lke-Emek yay›nlar›, Ankara, 2003, s.320 Ar›, Tayyar, Uluslararas› ‹liflkiler ve D›fl Politika, ALFA Yay›nlar›, ‹stanbul, 2004, s. 133. ‹smay›l, To¤rul, Rusyada KafKas fobisi. Cumhuriyet gazetesi, Bakü, 12-18 Ocak 2003. Drucker, Peter F, Yeni Gerçekler, Türkiye ‹fl Bankas› Kültür Yay›nlar›, Ankara, 1996, s. 34. Sikeviç Z.V. Soçiologiya i psixologiya naçionaln›x otnofleniy, Sankt-Peterburg, 1999, s.129. Sikeviç Z.V. Naçionalnoe samosoznanie russkix, Moskva, 1996. Drobijeva L.M. fitrixi k naçionalnomu samosoznaniyu russkoqo naroda, Moskva 1993, s. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 215 KAMUSAL ALAN’A HUKUKSAL BAKIfi Ali ULUSOY* “Kamusal Alan” kavram› son y›llarda hem hukuk, hem sosyoloji, hem de siyaset bilimi ve felsefesi alan›nda ülkemizdeki en baflta gelen tart›flma konular›ndan birini oluflturmaktad›r. Bununla birlikte bu kavram›n hem tan›m›nda hem de ifllevinin ne olmas› gerekti¤i konusunda gerçek anlamda bir uzlaflmaya var›lamamas›, kavram›n belli toplumsal ve hukuksal sorunlar için bir “çözüm arac›” olmaktan çok, paradoksal biçimde, bizzat kendisinin bafll› bafl›na bir “sorun” oluflturmas› sonucunu do¤urmufltur. Bu ba¤lamda öncelikle bu kavram›n ne anlama geldi¤ini olabildi¤ince somut ve net biçimde ortaya koyabilmek; ard›ndan da ülkemizde bu kavrama biçilen, “laikli¤e iliflkin baz› temel sorunlar›n hukuksal yönden çözüm referans› olma” misyonunun gerçekli¤ini sorgulamak, bu konuyla ilgili çal›flmalara önemli bir katk› sa¤layabilecektir. I. KAMUSAL ALAN KAVRAMI 1. Kamusal Alan’›n Tan›m› ve Anlam› Kökleri Antik Yunan Felsefesine kadar uzanan Kamusal Alan Kavram›n›n günümüzde sosyal bilimlerde “teknik” bir kavram olarak Jurgen Habermas taraf›ndan sistematiklefltirildi¤i ve gündeme sokuldu¤u söylenebilir1. Bununla birlikte, Habermas’a gelinceye kadar bu kavramdan çeflitli filozoflarca de¤iflik flekilde bahsedildi¤i de bilinmektedir. Örne¤in Locke, “kad›n”la sembollefltirdi¤i özel yaflam ve duygusall›¤› ifade eden “özel alan”’›n bir tür antitezi olarak, polis, savc›, askerle yani Devlet otoritesi ile özdefllefltirdi¤i “siyasal alandan” farkl› olarak, “hür erkeklerle” özdeflleflen bir rasyonellik, sözleflme ve mübadele alan› olarak “kamusal alan”dan söz etmekte; Rousseau ve Hegel ise Kamusal alan› tamamen Devletle özdeflleflmifl bir alan olarak görmekte; buna karfl›n Kant, bu alan›, bireyle Devletin kaynaflt›¤› bir platform olarak betimlemektedir2. Hatta Eski Yunan’da özel alan d›fl›nda, eflit vatandafllar›n kendi aralar›nda onur kazanma mücadelesi yapt›klar› alan olarak bu kavramdan söz edebildi¤i de belirtilmektedir3. Kamusal Alan Kavram›n› özgün Siyaset Felsefesi Teorisinin yap› tafllar›ndan biri olarak kullanan ve bu ba¤lamda bu kavrama önemli bir ifllev yükleyen Habermas, ad› geçen kavram› bir tür “Kamusal ‹letiflim Mekan›” ve “kamusal müzakere ortam›4” olarak tasarlamakta; Kavram› Devletle Toplum aras›nda bir “düflünme ve sorgulama ortam›” veya bu ikisi aras›nda bir “iliflki kurma arac›” olarak görmektedir. Buna göre Kamusal Alan, tabusuz ve herkese aç›k bir diyalog ortam› yaratarak, Devlet ile bireyler aras›nda “arac›l›k” yapan bir tür “tampon bölge” oluflturmakta ve böylece bireylerin vatandafl * Doç.Dr., Ankara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi 5 216 V. Oturum “Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi” Ali ULUSOY s›fat›yla Devlet nezdinde bir kimli¤e kavufltuklar› bir alan ortaya ç›kmaktad›r. Habermas’a göre 17.YY. dan itibaren Londra ve Paris gibi kentlerde kahvehane ve benzeri yerlerde kurumsallaflmaya bafllayan “özel kiflilerin kamusal düflünme alanlar›” oluflmufl ve böylece hem piyasan›n özel alan›ndan, hem aileden, hem de Devletin Siyasal ‹ktidar›ndan farkl› bir (kamusal) alan ortaya ç›km›flt›r. Böylece, bireylerin kendi ortak ç›karlar›n› ortaklafla bir biçimde düflünme noktas›na geldikleri her anda kamusal alan oluflmaktad›r5. O halde kamusal alan, kiflinin herkesi ilgilendiren bir konuda bireysel tasarrufunu mümkün k›lan alan olarak tan›mlanabilmektedir6. Görüldü¤ü üzere Habermas’›n sistematiklefltirdi¤i flekliyle Kamusal Alan kavram› önceden belirlenmifl bir mekan›, yeri veya co¤rafi bir anlam› ifade etmemektedir. Buna göre bireylerin bir araya gelip ortak sorunlar›n› dile getirdikleri veya yönetime iliflkin konularda müzakere ve tart›flma yapt›klar› her “ortam” Kamusal Alan olabilmektedir. Bu ortam, park gibi aç›k bir alanda olabilece¤i gibi herhangi bir kapal› alanda da oluflabilecektir. 2) Türkiye’de Kamusal Alan’›n Alg›lan›fl› Türkiye’de kamusal alana iliflkin son zamanlarda yaflanan tart›flmalardan anlafl›ld›¤› kadar›yla, Kamusal Alan›n genelde salt mekansal boyutta alg›lanmad›¤›na ve sadece “belli bir yer” belirten bir anlamda kullan›ld›¤›na; özelde ise “özel yerler ve mekanlar›n” (örne¤in bireylerin konutlar›) karfl›t› olarak, toplumun ortak kullan›m›na aç›k yerleri/mekanlar› (örn. yollar, sokaklar, parklar, marketler, kafeteryalar, restaurantlar) de¤il, sadece Devlete ait yerleri (resmi bina ve yerleri) ifade etti¤ine tan›k olunmaktad›r. Örne¤in Devlet Baflkan›n›n da dahil oldu¤u önemli bir yönetici-bürokrat–yarg›ç kesim, Kampüsler ve bahçeleri dahil Üniversiteleri (vak›f üniversiteleri ile birlikte), parlamentodaki genel kurul salonunu, resmi bayram ve y›lbafl› resepsiyonlar›n›, Cumhurbaflkanl›¤› Köflkü içindeki bir dü¤ünü, hava alan›ndaki bir resmi u¤urlama törenini, mahkemelerdeki duruflma salonlar›n› Kamusal Alan olarak alg›lamaktad›r. Buna karfl›n ayn› kesimin örne¤in yollar›, sokaklar›, parklar›, belediye otobüslerini, devlet hastanelerini kamusal alan olarak görmedikleri anlafl›lmaktad›r. O halde, Türkiye’de Kamusal Alan’›n yukar›da bahsedilen Habermas’ç› “teknik” anlam›yla alg›lanmad›¤› ve bir tür resmi alan veya Devlet otoritesinin temsil edildi¤i veya Devletin yo¤un biçim de müdahale etmesi arzulanan yer olarak alg›land›¤› söylenebilir. II. KAMUSAL ALAN’IN ‹fiLEV‹ 1) Habermas’ç› Kamusal Alan’›n ‹fllevi Habermas’›n öngördü¤ü anlamda Kamusal Alan›n temel ifllevi, bir yandan siyasal iktidar› s›n›rlamak ve bireylerin yönetim ifllerine kat›l›m› yoluyla devletin kamusal faaliyetlerini denetlemek, di¤er yandan ise bu kat›l›m› meflrulaflt›rmak yoluyla Demokrasiyi gelifltirmek olarak özetlenebilir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 217 Böylece Kamusal Alan, siyasi iktidar›n demokratik meflrulu¤unu sa¤layabilmek için hukuksal olarak öngörülmüfl olan denetim yollar›n›n (örne¤in siyasi iktidar›n Anayasal denetim yollar›) sosyolojik bir tamamlay›c›s› olarak ifllev görmektedir. Bu yolla “kamusal›n sivil alana dönüflümü” gerçekleflmekte ve Devletin Kamusal Alan›n tek hakimi olmad›¤› ve bu alan› Sivil Toplum ile paylaflt›¤› fikri ön plana ç›kmaktad›r7. O halde Kamusal Alan›n en önemli ifllevi, Devlet ile Birey aras›na “arac› bir kurum olarak” Sivil Toplum’un yerleflmesini sa¤lamas›d›r. Habermas’›n Kamusal Alana yükledi¤i bu ifllev, özellikle demokrasinin geliflmesine ve yerleflmesine katk› sa¤lay›c› bir faktör olarak kurguland›¤› dikkate al›n›rsa, hem kendi içinde tutarl›, hem de son tahlilde olumlu bir nitelik tafl›maktad›r. Zira, salt hukuksal bir bak›fl aç›s›yla dahi bak›ld›¤›nda, Kamu Hukukunda Siyasi ‹ktidar›n yetkilerinin s›n›rlanmas›na yönelik olarak özellikle Anayasalarla çeflitli denetim mekanizmalar›n›n öngörülmesinin uygulamada s›kl›kla tam olarak baflar› sa¤layamad›¤› bilinen bir gerçektir. Bu ba¤lamda, söz konusu Kamusal Alan kavram› ile bireylerin kendi ortak sorunlar›n› dile getirebilmeleri ve müzakere edebilmeleri ve bu yolla dolayl› olarak yönetime “kat›lm›fl” olmalar› kuflkusuz Demokrasinin geliflmesine en somut katk›lar›ndan birini yapmaktad›r. Bununla birlikte, modern zamanlarda Devletle Toplumun birbiriyle fazla iliflkiye girmesiyle neyin Kamusal Alana neyin ise Özel Alana girdi¤inin saptanmas›n›n iyice zorlaflmas› ile oluflan “Kamusal›n Yap›sal Dönüflümü”8, bu kavram›n tan›m›nda olmasa da, ifllevini hala yerine getirip getiremeyece¤i noktas›nda baz› kuflkular›n oluflmas›na yol açabilmektedir. Bu ba¤lamda, Kamusal alana as›l özelli¤ini veren unsurun, bireylerin bir araya gelerek “ortak sorunlar›n›” dile getirmeleri ve dolay›s›yla “ortak ç›karlar›n›” yani “Kamu Menfaatini” korumaya çal›flmalar› oldu¤una göre, hangi konunun bireylerin ortak ç›karlar›n› ilgilendirdi¤i, hangi konunun ise bireylerin “(toplu) kiflisel ç›karlar›n›” ilgilendirdi¤ini saptamak gerçekten kolay görünmemektedir. Örne¤in bir Devlet dairesinde bir grup memur bir araya gelip maafllar›n›n art›r›lmas› için ne yapabileceklerini tart›flsalar veya bir grup polis, toplan›p ifl stresini atmak için hafta sonu aileleri ile birlikte toplu piknik yapma konusunu müzakere etseler, Habermasç› anlamda Kamusal Alandan sözedilebilecek midir? Ayn› flekilde, bir grup arkadafl içlerinden birisinin evinde toplan›p, ald›klar› alkolün de etkisiyle, “ne olacak bu memleketin hali” tarz›nda bir sohbete bafllasalar “Kamusal Alan” oluflmufl olacak m›d›r? Kamusal alan›n saptanmas›ndaki bu güçlük veya daha do¤ru bir ifadeyle “de¤iflkenlik, belirsizlik ve tesadüfilik” bu kavram›n kolayca kullan›labilirli¤ini büyük ölçüde zorlaflt›rmaktad›r. Bu konuda, E. Teziç’in, “polisin kimlik tespiti yapt›¤› her yer birdenbire Kamusal Alana dönüflüverir” fleklindeki sav›n›n/de¤erlendirmesinin M. Belge taraf›ndan, Kamusal alan›n “dokundu¤unu Kamuya çeviren de¤nek” olarak nitelendirilip elefltirilmesi ilginç bir kan›t/örnek oluflturmaktad›r9. Öte yandan, hukuksal planda “kamu yarar›”, “kamu menfaati” ve “kamu ç›kar›” fleklinde ifade edilen kavram›n asl›nda dinsel (Katolik) kökenden gelen “oortak iyilik” (bien commun) kavram›n›n sekülerleflmifl biçimi oldu¤u10 ve bu kavram›n günümüzde her bir bireyin ç›kar›n›n toplam›ndan olu- 5 218 V. Oturum “Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi” Ali ULUSOY flan somut bir alg›lama ile mi, yoksa bireylerden soyutlanm›fl “aflk›n” ve soyut bir kamusal ç›kar› m› ifade etmesi gerekti¤i konusundaki sonuçland›r›lamayan tart›flma11 kamusal alana iliflkin bu “belirlenebilirlilik” sorununu daha da a¤›rlaflt›rmaktad›r. 2) Türkiye’de Kamusal Alan’a biçilen “misyon” ve elefltirisi Türkiyede Kamusal Alana biçilen misyonun, Habermas’›n bu kavram için öngördü¤ü yukar›da de¤inilen ifllevden tamamen farkl› hatta bununla taban tabana z›t oldu¤u görülmektedir. Öncelikle, yukar›da da iflaret edildi¤i gibi Kamusal Alan salt fiziki mekan olarak alg›lanmakta, üstelik bu fiziki mekan, Kamunun (halk›n) kullan›m›na aç›k olan alan olarak de¤il, devlete ait (resmi) bina ve yerler olarak anlafl›lmaktad›r12. Bu ba¤lamda bu kavrama biçilen misyon ise, Habermasç› öngörünün tersine, Demokrasinin geliflmesine ve yerleflmesine pratik bir katk› sa¤lamak de¤il, aksine demokratik talepleri alabildi¤ine s›n›rlama arac› olma misyonudur. Gerçekten de Ülkemizde bir mekan Kamusal Alan olarak nitelendirildi¤inde bunun pratik anlam›/sonucu, devletin bu mekanda birey hak ve özgürlüklerini daha çok s›n›rlayabilmesinin ola¤an ve kabul edilebilir say›lmas›d›r. Bu noktada daha da ileri gidersek, Kamusal Alan›n adeta Devletin bireyin haklar›n› istedi¤i gibi gaspedebilece¤i alan olarak görülmek istendi¤i ve bu kavrama bu yönde bir “rol” biçilmek istendi¤ine tan›k olunmaktad›r13. Böylece otoriter modernist “Neo-Jakoben” kesimlerce Kamusal Alan kavram›, Laiklik kavram›n›n içeri¤inin belirlenmesinde referans olarak al›narak, anti-cumhuriyetçi giriflimlere ve özellikle de Cumhuriyet Rejimine muhalif köktendincili¤e set çekme arac› olarak kullan›lmaktad›r. Ancak Kamusal Alana biçilen bu “rol”, devletin ve devlet kademelerine hakim seküler kesimlerin ›l›ml› ‹slamc› kesimleri “entegre etme” veya en az›ndan onlarla uzlaflma flans›n› yok etmekte ve bu olgu da pratikte dinsel (‹slamc›) referanslarla siyaset yapan partilere siyasi avantaj sa¤lamaktan baflka bir ifle yaramamaktad›r. Zira ›l›ml› ‹slamc› ve hatta din olgusuna duyarl› merkez sa¤ kesimler laikli¤in Kamusal Alan arac›l›¤› ile bu derece kat› yorumunu bir tür ‹slam karfl›tl›¤› gibi alg›lamakta ve buna tepki olarak siyasal ‹slam referansl› partilere oy verebilmektedir. Bu durumun ise siyasal ‹slam referansl› olmayan di¤er partiler aç›s›ndan bir tür “haks›z rekabet” yaratt›¤›ndan dahi sözedilebilir. Öte yandan Türkiyede Kamusal Alana biçilen bu rol hukuksal yönden de çok önemli baz› sorunlar ortaya ç›karmaktad›r. Öncelikle Cumhuriyet rejimini korumak veya köktendincilikle mücadele etmek ve bu yolla Demokrasiyi savunmak amac› için dahi olsa, Hukukta Kamusal Alan kavram›na ihtiyaç bulunmamaktad›r. Çünkü Hukukta, Kolluk ve Kamu Düzeni kavramlar› gibi bu konularda kullan›labilecek çok daha somut ve yerleflmifl kavramlar bulunmaktad›r. Hatta Kamusal Alan›n hukuksal bir kavram olmad›¤› bile ileri sürülebilir14. ‹kinci olarak, Laikli¤in tan›m›nda ve içeri¤inin belirlenmesinde de Kamusal Alan kavram›na ihtiyaç bulunmamaktad›r. Zira sekülerleflme kavram›n›n aksine Laiklik gerçekte bütünüyle hukuksal bir kavramd›r. Somut anlam› ise, bir yandan bireylerin din ve ibadet özgürlü¤ünün korunmas› için, 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 219 di¤er yandan ise bu özgürlü¤ün kötüye kullan›lmamas› için Devletin birtak›m hukuksal yetkiler kullanabilmesidir. Görüldü¤ü üzere bu tan›m ve içerikte Kamusal Alan kavram›n›n herhangi bir yeri bulunmamaktad›r. Üçüncü olarak ise, Kamusal Alan kavram›n›n türban (baflörtüsü) sorununda referans al›nmas›na gerek bulunmamakta ve üstelik bu konuda referans olarak al›nmas› hukuksal yönden hatal› sonuçlar do¤urmaktad›r. Çünkü Kamusal Alan olarak nitelendirilerek resmi binalar ve yerlerde türban takmay› yasaklaman›n hem pozitif hukuksal dayanaklar› oldukça tart›flmal›d›r, hem de bu yasa¤› objektif olarak herkese uygulamak mümkün olamamaktad›r. Örne¤in resmi binalar olan devlet hastanelerindeki hastalara veya tapu veya nüfus idarelerinde ifllem yapt›ran bayanlara bu yasak uygulanamamaktad›r. Buna karfl›n üniversitelerde k›l›k ve k›yafeti serbest b›rakan bir yasal düzenleme yürürlükte oldu¤u halde üniversitelerde ö¤rencilerin türban takmalar› idari kararlarla yasaklanmaktad›r15. Oysa türban sorununun hukuksal yönden çözümünde Kamusal Alan kavram› yerine kamu hiz meti kavram› baz al›nmal›d›r. Buna göre bu konuda temel olarak kamu hizmeti alanlar -kamu hizmeti sunanlar ay›r›m› yap›lmal› ve hukuksal olarak tarafs›z olma ve ayn› zamanda tarafs›z görüntü verme yükümlülükleri bulundu¤undan kamu görevlilerinin görevleri bafl›nda türban takmalar› mümkün olmamal›d›r. Ancak üniversite ö¤rencileri yüksekö¤renim kamu hizmetinin yararlan›c›lar› oldu¤undan ve vatandafl s›fat›yla kamu hizmeti alan kimsenin ise hukuken tarafs›zl›k yükümlülü¤ü bulunmad›¤›ndan, bunlar için türban yasa¤› getirilmesi hukuka ayk›r› görülmektedir16. Bununla birlikte ilk ve ortaö¤retimde e¤itim gören ö¤renciler henüz reflit olmad›klar› için hukuken muhtar (ba¤›ms›z) bir iradeye sahip olmad›klar›ndan ve bu konuda ailevi bask›lara maruz kalacaklar›ndan, bunlar için bu tür bir k›l›k-k›yafet zorunlulu¤u öngörülebilir17. Ancak her durumda Kamusal Alan kavram›n›n türban sorununa hukuka uygun biçimde çözüm perspektifi sunamad›¤› ortadad›r. 5 220 V. Oturum “Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi” Ali ULUSOY D‹PNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 Bkz. J. Habermas, Kamusall›¤›n Yap›sal Dönüflümü (çev.T.Bora, M.Sancar), ‹letiflim Yay., ‹stanbul 1997. Bkz. Ö. Çaha, “‹deolojik Kamusal›n Sivil Kamusala Dönüflümü”, Do¤u Bat›, S.5, 1998 - 99, s.76- 77. Bkz. D. B›çk›, “ Sennett ve Habermas'da Kamusall›¤›n Dönüflümü”, isguc,org (E Dergi), C-6, S.1. H. Y›lmaz, “Kamu, Kamu Otoritesi ve Devlet : Habermas'›n Ifl›¤›nda Türkiyeyi Düflünmek”, Cogito, S.15, 1998, s.162-163.55 Bkz.Felsefe Sözlü¤ü (Jurgen Habermas maddesi), Bilim ve Sanat Yay›nlar›. E. Mahçupyan, ” Osmanl›'dan Günümüze Parçal› Kamusal Alan ve Siyaset”, Do¤u Bat›, S.5, 1998- 99, s.22 vd. F. Keskin, “Kamusal Alan ve Yal›n Yaflam”, Do¤u Bat›, S.5, 1998-99, s.95 B›çk›, agy. Aktaran A. Ekinci, Radikal, 20.07.2004. M.P.Deswarte: “L'Interet General, Bien Commun”, Revue de Droit Public, 1988, s.1289. Bkz.F.Rangeon, L'Ideologie de l'Interet General, Paris,Economica, 1986, s.82 vd. Bu noktada örne¤in üst düzey bürokratlar›n makam odalar›n›n daha iç kesimindeki sadece kendilerinin kulland›klar› ve “Kamuya aç›k olmayan” odalar Kamusal Alan say›lacak m›d›r? Ayn› yönde Bkz. M. Erdo¤an, “Kamusal Alan ve Hukuk”, Zaman, 3.12.2002. Ayn› yer. Bu konuda Anayasa Mahkemesi 2547 say›l› YÖK Kanununun Ek 17. maddesindeki “yüksekö¤retim kurumlar›nda k›l›k ve k›yafet serbesttir” hükmünü mevcut halinden farkl› yorumlayarak “üniversitelerde türban hariç olmak üzere k›l›k ve k›yafet serbesttir” fleklinde alg›lad›¤›n› ileri sürmüfl ve sözkonusu Kanun hükmünü Anayasaya ayk›r› bulmam›flt›r (AYM, 9.4.1991, E.1990/36, K.1991/8). Kan›m›zca Yüksek Mahkemenin adeta Yasama Organ›n›n yerine geçerek Kanunlara mevcut anlamlar›n›n çok ötesinde anlamlar yüklemesi kabul edilebilir bir içtihat politikas› de¤ildir. Bkz. A. Ulusoy, Kamu Hizmeti ‹ncelemeleri, Ülke Yay›nlar›, ‹stanbul 2004, s.174 vd. Bu konuda da, gerçek anlamda meslek liselerine dönüfltürülmeleri kayd›yla ‹mam-Hatip Liseleri için bir istisna öngörülebilir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 221 19 Mart 2005 Cumartesi 6. OTURUM Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya Oturum Baflkan›: Fatih KARACA (Ad›na Müjde AVCIO⁄LU) KONUfiMACILAR Tevfik ERDEM : Mükemmel Bir Toplum Tasar›m› Olarak Sivil Toplum Aydan ÖZSOY : Yerli Televizyon Komedilerinde Sunulan Çal›flan Kad›n ‹mgesi Osman fi‹MfiEK : Türk Kalk›nmas›; Bat› Toplumu Kalk›nma Zihniyeti Kavramlar› ile Aç›klanabilir mi? 6 222 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” MÜKEMMEL B‹R TOPLUM TASARIMI OLARAK S‹V‹L TOPLUM Tevfik ERDEM* Girifl Sivil toplum kavram› ve sivil toplum kurulufllar› (STK) son dönem Türk düflün ve siyaset dünyas›nda çok s›k gönderme yap›lan kavramlardand›r. Sivil toplum kavram› ve STK’lar do¤rudan pozitif bir içeri¤e sahip ve kullan›c›s›na veya STK’lar›n içinde yer alana itibar kazand›ran bir niteli¤e sahiptir. Kavram›n kendili¤inden olumlu kabul görmesi, haliyle gönderme yapan her kim olursa olsun ona bir itibar kazand›rmaktad›r. “Bizler, sivil toplum kurulufllar› olarak bu konuda...” diye bafllayan ifadeler de benzeri bir itibar rüzgâr›n› arkas›na alarak yap›lan konuflmalard›r. Siyasî arenada kavram›n kullan›lmas›, kullan›c›s›n›n demokratl›¤›n›n bir göstergesi olarak sunulur; hangi siyasetçi bu kavram› daha çok kullan›rsa onun daha demokrat oldu¤u hissi uyan›r ya da uyand›r›lmaya çal›fl›l›r. Bu gün bile sivil toplum üzerine yaz› yazan, konuflan herkesin farkl› bir sivil toplum anlay›fl›, tan›mlamas›, kriteri vard›r. I. Sivil toplum nedir? Sivil toplumun en temel özelli¤i, birey ve devlet aras›ndaki iliflki-gerilimler sonucu ortaya ç›kmas›d›r. Bu belirleme basit ve eksik olmakla birlikte sivil toplumdan ilk elde anlafl›lmas› gereken budur. Kavram mikro ve makro aç›lardan tan›mlanabilir. Mikro tan›mlar; birey, gönüllülük, devlet d›fl›l›k, kimlik, özerklik-özgürlük vb. kavramlarla ilgilidir. Bu çerçeveye hemen flu iki tan›m örnek verilebilir: “Üyeleri devlet d›fl› faaliyetlerle (ekonomik, kültürel üretim, gönüllü birlikler) u¤raflan ve bu faaliyetler dolay›m›yla devlet kurumlar› üzerinde her çeflit bask› ve denetimi yaparak kendi kimliklerini koruyan ve dönüfltüren kurumlar›n oluflturdu¤u bir bütün” (Keane, 1994:35). Makro tan›mlar ise daha çok toplumsal düzeyde karfl›laflt›rmayla ba¤lant›l›d›r. Bu aç›dan sivil toplum Do¤u ve Bat› toplumlar›n› birbirinden ay›rmak veya gerçekte Bat› toplumlar›n›n nev-i flahs›na münhas›r karakterini göstermek için kullan›l›r. “Sivil toplum, bar›fl›n, özgürlü¤ün ve uyumun egemen oldu¤u, var olabilecek en uygar toplumsal düzen özlemini ifade etmektedir” (fiaylan, 1995:34). fiaylan, yukar›daki gibi bir tan›m›n her ne kadar liberalizmin etik yönü çerçevesinde yorumlanabilece¤ini söylese de sanki bu tan›m Bat›’n›n ayr›cal›kl› konumu ile ve daha çok 18-19. Yüzy›ldaki sivil toplumu medeniyetle efl gören anlay›fllarla ba¤lant›l›d›r. Gellner gibi modern düflünüler de sivil toplumu bu ba¤lamda kullanmaktad›rlar. Yani sivil toplum, Do¤u ve Bat› toplumlar›n› birbirinden ay›rt etmeye yarayan analitik bir araçt›r. Bat›, devlet ve birey aras›nda kalan ara kurulufllarla Do¤u’dan ayr›l›r. Çünkü Do¤u, bask›n devletin her alanda varl›¤›n› hissettirdi¤i ve bireye çok fazla yer vermeyen bir niteli¤e sahiptir. Bar›fl ve hukuk temelli idealize edilmifl bir baflka sivil toplum tan›m› da flu flekildedir (Gary, 2004:173): * Gazi Üniversitesi, ‹ktisadi ‹dari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 223 “‹çinde farkl› inanç ve de¤erlere sahip bireylerin ve toplumlar›n bar›fl içinde bir arada olabildi¤i, hukuk zemininde korunan özerk kurumlar alan›.” Sivil toplum kavram› toplumsal mukayese maksad›yla kullan›ld›¤›nda atlanmamas› gereken bir gerçeklik vard›r. Turner ( Tarihsiz:54) bunu flöyle aç›klar: “Kavram, ça¤dafl sosyal bilimlerde s›k s›k tart›flma gündemine gelse de sürekli atlanan bir gerçek, asl›nda bu kavram›n oryantalist söyleme ait bir kavram oldu¤udur”. Bir çok sivil toplum tan›m›n›n ortak paydas›, kavram›n olumlu ça¤r›fl›mlar bar›nd›rmas› ve bireysel özgürlük, bireysel hareket alan›n›n devlet aleyhine geniflletilmesine yap›lan vurguyla birlikte piyasa güçlerinden ve iktidar odaklar› taraf›ndan insanlar› manipüle etmeyi hedeflemekten uzak olan medya, insanlar›n gönüllü örgütlenmeleri, organizasyonlar içinde yer alabilmeleri vurgulan›r. Say›lan özellikler do¤rultusunda sivil toplum aktif, giriflken, e¤itimli farkl› örgütlenmeler içerisinde yer alabilme kapasitesine sahip, kendi toplumundan sorumlu bireyleri gerektirir. Bunun yan›nda gönüllü-mesleki dernekler, sendikalar, kitle iletiflim araçlar› sivil toplumun hayat imkân› buldu¤u, kamusal alan› geniflletti¤i ve renklendirdi¤i için oldukça önemlidirler. Bu örgütlenmeler dinamik üyeleriyle dayan›flma içinde devlet ve piyasan›n iktidar›n› kendi lehlerine daraltmaya çal›fl›rlar. Bu çal›flma çerçevesinde sivil toplum olgusu özellikle üç noktada önemli görülmektedir. Bunlar; a- Sivil toplumun bir unsuru olarak Yeni Sosyal Hareketlerin gündeme gelmesi. b- Sivil toplumun Do¤u ve Bat› toplumlar›n› birbirinden ay›rt etmeye yarayan analitik bir araç olarak görülmesi. c- Modern toplumlar›n giderek farkl›laflmas› sonucu bu farkl›laflmalar›n yeni toplumsal bütünleflme e¤ilimlerini ortaya ç›karmas›d›r. a- Sivil Toplum ve Yeni Sosyal Hareketler Sivil toplum kavram›n›n bir iki yüzy›ll›k sessizli¤inden sonra tekrar aktüalite kazanmas›n›n nedenlerinden biri özellikle 1960’l› y›llardan sonra bafllayan yeni sosyal hareketlerdir. Yeni sosyal hareketler, sanayi toplumunda önemli bir düzensizlik sorunu olarak görülen iflçi hareketlerinden oldukça farkl› niteliklere sahiptir. Sosyolog Touraine sosyal hareketi flöyle tan›mlamaktad›r (1999:44): “Birbirleriyle hakimiyet iliflkileri ve çat›flma düzleminde karfl› karfl›ya gelen, ayn› kültürel yönelime sahip ve bu kültürün üretti¤i aktivitelerin toplumsal kontrolü için mücadele eden aktörlerin hareketi.” Kültürün üretti¤i aktivitelerin toplumsal kontrolü için mücadeleyi iflaret eden bu yeni sosyal hareketler, klasik sosyal hareketlerden ve klasik sosyolojik anlay›fl taraf›ndan aç›klanamayacak niteliklere sahiptirler. Sanayi toplumunun e¤itimsiz, ekonomik ve siyasal ödüllerden yararlanamayan veya çok az yararlanan alt s›n›f›n›n eylemsellik biçimi olan klasik sosyal hareket, iflçi hareketine tekabül etmekteydi. Sanayi ötesi toplumlarda ise sosyal hareketler temelde ekonomik olmayan hedefler do¤rultusunda ortaya ç›kmaktad›r ve eylemciler art›k alt s›n›f›n e¤itimsizleri de¤il orta s›n›f›n e¤itimli insanlar›d›r. Yeni sosyal hareketler sivil toplumun dinamik yönüdür. Çünkü bu hareketler sivil toplumu geniflletmeyi ve sivil toplum için ontolojik zorunluluk olarak görülen farkl› kültürel, dinsel, cinsel kod- 6 224 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Tevfik ERDEM lara, yaflam tarzlar›na vb. özerklik tan›may› hedefleme yönünde eylemde bulunmay› hedeflemektedirler. Yeni sosyal hareketler sivil toplum cephesinde yer ald›klar›ndan haliyle bu hareketlerin “en ay›r›c› özelli¤i devlet karfl›t› olmas›d›r” (Faulks, 2000:87). Yeni sosyal hareketler sivil toplum içinde tabandan geliflen oluflumlar olarak ortaya ç›kmaktad›r. Yeni sosyal hareketlerin konumunu daha iyi anlayabilmek için onun klasik sosyolojik anlay›fl› temsil eden sosyal hareketlerden farklar›n› göstermek gerekir. Faulks iflçi hareketi ile nitelenen klasik sosyal hareket ve yeni sosyal hareketler aras›ndaki ayr›m› Tablo-1’de görüldü¤ü gibi flu flekilde yapar. Tablo-1 Eski ve Yeni Sosyal Hareketin ‹deal Tipleri ‹flçi Hareketi Karakteristikler Birincil amaç Devleti kontrol Temel tehdit/rakip Hareketin tipi Denetimsiz kapitalizm Esasen siyasi bir hareket; fakat birlikler önemli sosyal ve ekonomik ifllevler yerine getirir Temel meseleler Maddi eflitsizlik sosyal adalet, yoksulluk ve iflsizlik sorunlar› Organizasyon Merkezileflmifl ve hiyerarflik gruplar ve birlikler Ekonomik ve sosyal haklar› iyilefltirmeyi amaçlayan endüstriyel hareketlere, kampanyalara ve seçimlere kat›l›m Milli duygularca belirlenen uluslararas› ba¤l›l›k Taktikler Uluslararas› alana ilgi Demokrasiye yaklafl›m Sosyal demokrasi/ endüstriyel demokrasi Vatandafll›¤a yaklafl›m Liberal vatandafll›¤›n (sivil, siyasi ve sosyal haklar›n) herkes için geniflletilmesi Sosyal temel ‹flçi s›n›f› ve di¤er s›n›flara mensup sosyalist entelektüeller Yeni Sosyal Hareketler Geniflletilmifl ve önemli oranda ço¤ulcu bir yap›ya sahip sivil toplumda özerkli¤in sürdürülmesi Teknokratik devlet Esasen kültürel/sosyal hareket; fakat siyasal olan›n yeniden tan›mlanmas› ile meflgul: ‘kiflisel olan siyasidir’ Kiflisel özerklik, özgürlükçülük, do¤an›n korunmas› ve bar›fl›n sürdürülmesi konular›ndaki etik sorular Ayn› düflünceye sahip bireylerin oluflturdu¤u genifl iliflki a¤lar› Ara s›ra meydana gelen kitlesel gösteriler, protestolar ile alternatif hayat tarzlar› ve kimliklerin kültürel d›flavurumlar› Yerel ve küresel ba¤lant›lar›n fark›nda olma: ‘Küresel düflün yerel hareket et’ Farkl›l›klar demokrasisi/ Müzakereci demokrasi Grup haklar›n›n tesisi/ Genel insan haklar›n›n korunmas› Orta s›n›f, özellikle profesyonel ve kamu sektörü çal›flanlar›, üniversite mezunu iflçi s›n›f 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 225 Sosyolojik ba¤lam aç›s›ndan düflünüldü¤ünde yeni sosyal hareketler iflçi hareketiyle özdefllefltirilebilecek klasik sosyal hareketle aç›klanamayacak kadar karmafl›k bir nitelik arz etmektedir. Çay›r (1999:7)’›n belirtti¤i gibi, klasik sosyolojik anlay›flta sosyal hareketler “yap›sal gerginli¤e, ekonomik krize ve modernleflmeye tepki olarak ortaya ç›kan olgulard›r. Modernleflme, bütünleflme ve geliflme süreci tamamland›¤›nda, hareketler toplumsal hayatta art›k yeri olmayacak geçici çabalar bütünüdür. Hareketlerin aktörleri de sisteme entegre olamam›fl, marjinal ve irrasyonel tiplerdir.” Ancak yeni sosyal hareketlerde karfl›lafl›lan kiflilerin statü ve talepleri bu anlay›fl çerçevesinde aç›klanamamaktad›r. Hareketin merkezinde e¤itimli orta s›n›f yer almaktad›r. Yöntem aç›s›ndan ise, hayat tarzlar›n›n iflaretleri ve sembolleri olarak farkl› kimlik iddias› ile ba¤lant›l› gösteri ve protestolar ön plandad›r. Faulks (2000:88)’ a göre yeni sosyal hareketlerin yenili¤i, demokratik sorumlulu¤u sa¤lamak ve sosyal adaleti yaratmak için kullan›labilen bir araç olarak devleti aç›kça reddetmeleri ve neo-liberal ve sosyalist solun devletçi politikalar›n›n hayal k›r›kl›¤›nda görülebilir. Sol ya da sa¤ devletçi politikalarla demokrasi ve sosyal adalet yönünde mesafe alamay›fl devleti arkas›na almayan yeni sosyal hareketlerin do¤mas›na neden olmufltur. Yine Faulks (2000:88), bu kayg›lardan dolay› yeni sosyal hareketlerin merkezîleflmifl ve hiyerarflik herhangi bir yönetim flekli karfl›s›ndaki ihtiyatl›l›¤›n›n belirleyici oldu¤unu belirtir. Alexander’a göre (1998a:5-6), son on y›lda devrimci sosyal ve kültürel olaylar sivil toplumla entelektüeller aras›ndaki ba¤› yeniden canland›rm›flt›r. Ekonomik olarak egemen ekonomilerin verimlili¤inin düflmesi, ahlakî ve siyasî olarak devlet komünizmi ve bürokratik otoriter rejimlerin çökmesiyle büyük devlet teorileri prestijini kaybetmifltir. Sosyal bilimlerin flimdi daha ilgili oldu¤u konular kültürel-sembolik süreçler ve kamusal yaflam›n kurumlar›d›r. Ayr›ca sosyal bilimlerin konular› da bir de¤iflim süreci yaflam›flt›r. Konular art›k s›n›f, statü, ›rk, parti, din ve mezhep yerine kimlik, cinsellik ve toplumsal cinsiyettir. Sosyal bilimlerin bu yeni kavramlar› en çok yeni toplumsal hareketlerde kendisini göstermektedir. b-Do¤u ve Bat› Toplumlar›n› Ay›rmaya Yarayan Analitik Bir Araç Olarak Sivil Toplum Sivil toplumun mükemmel bir toplum tasar›m› olarak alg›lanmas›n›n gerekçelerinden birisi de sivil toplumun Do¤u ve Bat› toplumlar› aras›nda ayr›flt›r›c› bir kavram olarak görülmesidir. Sivil toplum art›k bu flekilde anlafl›lmamakla birlikte Mardin’e göre “medenîlik” anlam›na gelmektedir (Mardin :1918). Sivil toplum, flehir hayat›n›n getirdi¤i hak ve özgürlüklerin, flehrin özerk örgütlenebilme yetene¤inin ifadesidir. Kant, sivil toplumu Bürgerliche Gesellschaft yani burjuva toplumu olarak tercüme eder. Sivil toplum “harfi harfine bu anlamda flehirli, flehir sakinlerinin toplumu; bir de benzer olarak kapitalist orta s›n›f anlam›nda” (Alexander 1998-a:2) kullan›l›r. Sivil toplum kavram› Bat› flehirlerinin siyasî ve ekonomik özerklik kazanmaya bafllad›¤› dönemde tomurcuklanmaya bafllam›flt›r. Bu geliflim yaln›zca Bat› flehirlerine özgü bir seyir izlemifltir. Haliyle sivil toplum Do¤u ve Bat› toplumlar›n› birbirinden ay›rmaya yarayan analitik bir araç olarak görülür. Bat›’n›n feodaliteden kapitalizme -yaln›zca Bat›’ya özgü- geçifli ba¤›ms›z flehirler, burjuva s›n›f›, ak›lc› bürokrasi, hukukî güvenceler, özel mülkiyet sayesinde gerçekleflmifltir. Do¤u toplumlar›nda merkezi iktidar karfl›s›nda ba¤›ms›z flehirler, iktidar› dengeleyecek güç odaklar›, özel mülkiyet, yarat›c›-dinamik burjuva s›n›f›, rasyonel bürokrasi ve yine merkezi iktidar karfl›s›nda kazan›lm›fl güvenceler yoktur. Toplumsal de¤iflmeyi sa¤layan bu unsurlar›n Do¤u toplumlar›nda bulunmamas› onlar› de¤iflen, dinamik Bat› toplumlar›ndan ay›r›p dura¤anlar kategorisine koymakla kalm›yor ayn› zamanda totaliter ve medenî olmayanlar olarak etiketlendiriyordu. 6 226 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Tevfik ERDEM “Bat›l› sosyoloji, ‹slam toplumlar›n›n, kendilerini feodalizme ba¤layan zincirleri k›rmakta onlara yard›mc› olacak burjuva toplumsal kurumlar›na sahip olmad›¤›n› iddia eder... Oryantalist bak›fl aç›s›n›n Asya toplumu konusundaki en temel tezi, Do¤ulu toplum yap›s›n›n sivil toplum yoklu¤uyla belirlendi¤i tezidir” (Turner,Tarihsiz :39). Yani Turner’›n ifadesiyle bat›l› sosyoloji zaten Do¤u Bat› farkl›l›¤›n› çizmifltir. Sivil toplum kavram› (Oryantalist) sosyoloji aç›s›ndan Do¤u toplumlar›n›n Bat› toplumlar› karfl›s›ndaki eksikli¤ine göndermede bulunan bir kavram olarak görünmektedir. Mardin’in sivil toplum ve medenilik aras›nda kurdu¤u ba¤a dönülürse, sivil toplumun medeni Bat› toplumlar›n› niteleyen bir kavram oldu¤u ve kavram›n toplumsal de¤iflimi haz›rlay›c› içeri¤i (özerk flehirler, bürokrasi, özel mülkiyet, burjuvazi vb.) incelendi¤inde, bu içeri¤in Do¤ulu toplumlar taraf›ndan sahip olunmayan nitelikler oldu¤u, dolay›s›yla sivil toplumun medeni toplum olarak yaln›zca Bat› toplumlar›na iflaret etmesi gerekti¤i de meflruiyet kazanm›fl olmaktad›r. Sivil toplum kavram›n›n ay›rt edici bir araç olarak görülmesinin modern uyarlamas› Alexander’da (1998-b) görülür. Alexander, demokratik ve demokratik olmayan düzenler aras›ndaki farklar› sosyal kurumlar, sosyal iliflkiler ve sosyal güdüler ba¤lam›nda ele alarak, sosyolojik aç›dan çok önemli gördü¤ü farkl›l›klar›1 ortaya koyar (Alexander 1998-b:100). Demokratik kodlar hanesi Bat›l› insan ve onun hususiyetlerine iflaret ederken di¤er olumsuz niteliklerin Bat› d›fl› toplumlar›n insan tipi ve sistemine iflaret etti¤i anlafl›lmaktad›r. Belki de sivil toplumun sosyolojik analizinin en güzel izah› Smith’de görülmektedir. Smith (1998:132)’e göre, sivil toplumun sosyolojik analizinin alt›nda yatan moral bir tasar›d›r-projedir. Bu proje sosyal kurumlar›n üstün nitelikli kavray›fl›ndan daha iyi bir toplum infla etme iste¤idir. Bu gün Türkiye’de kavram› y›ld›zlaflt›ran bu anlay›flt›r; daha demokratik daha ifllevsel ve daha üstün niteliklere sahip kurumlar›n oluflturdu¤u ideal toplum. Yani sivil topluma ve onun içinde yefleren özerk oluflumlara yani STK’lara yüklenen pozitif anlam›n ard›nda hep daha iyi, en iyi, en mükemmel toplum infla etme düflüncesi yatmaktad›r. c-Toplumsal Farkl›laflma ve Sivil Toplum Klasik sosyolojik tasar›m›n oluflmas›ndaki temel etkenlerden birisi bireyler aras›ndaki maddi eflitsizlikler sonucu yeni s›n›f farkl›l›klar›n›n ortaya ç›kmas› iken di¤er bir özelli¤i de toplumun bir önceki durumundan daha karmafl›k hale gelmesidir. Waters, bu durumu farkl›laflma kavram› ile ifade eden ilk dönem teorilerin temel karakteristiklerini flu flekilde belirtir (1994:290-291); 1- Toplumsal de¤iflmenin yönü daima artan farkl›laflmaya do¤rudur 2- Farkl›laflma sosyal yap›n›n birimleri aras›ndaki ayr›l›¤› içerir 3- Giderek artan farkl›laflma için merkezi yer, iflbölümü veya mesleki rollerin farkl› paylaflt›r›m›d›r 4- Farkl›laflma bütünleflme problemini belirler Farkl›laflma toplumsal de¤iflmeyi aç›klayan genel bir kavramd›r. Toplumlar evrimsel de¤iflim sürecinde farkl›laflt›kça üyeler aras›ndaki ba¤›ml›l›¤›n daha da artaca¤› düflünülür. Durkheim için farkl›laflma toplumun nüfus olarak büyümesi de¤il toplumdaki sosyal yo¤unlu¤un artmas›d›r. Waters (1994:297-298), Durkheim’daki endüstriyel toplumun bütünleflmesini özgür sözleflmenin basit bir sonucu olarak görmez. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 227 Durkheim’da farkl›laflma artan say›sal yo¤unluk de¤il moral yo¤unluktur. Moral yo¤unluk ise kifli bafl›na düflen sosyal iliflkilerin say›s›yla orant›l›d›r. Artan moral yo¤unluk insanlar› di¤erleriyle ba¤ kurmaya yöneltir. Artan popülasyon hacmi kaynaklar üzerinde yar›flma ve çat›flmay› ortaya ç›kar›r böylece bireyler yeni ve uzmanlaflm›fl yollara yönelip di¤erlerini kopya etmekten kaç›n›r. Zaten Durkheim’›n farkl›laflma teorisinde organik dayan›flma kavram› farkl›laflma ve bütünleflmenin iç içe oldu¤u bir hali ifade eder. Farkl›laflma kavram› sivil toplum ile oldukça yak›ndan ba¤lant›l›d›r. Farkl›laflma toplumun etnik, kültürel, dinsel, siyasal, cinsel vb. alanlarda çeflitlili¤ini ifade eder. Sivil toplumun yeflerecek bir zemin bulabilmesi için toplumun farkl›laflma düzeyinin yüksek olmas› gerekir. “Toplum yaflam›ndaki ekonomik, etnik, kültürel, dinsel, ideolojik, siyasi veya cinsiyet baz›ndaki farkl›laflmalar sivil toplumun geliflimi için zorunludur. Farkl›laflma ayn› zamanda demokrasinin “olmazsa olmaz” koflulunu teflkil etmektedir. Tek tip vatandafl, din, kültür, görüfl veya anlay›fl›n bask›n oldu¤u yerlerde baflta siyasal partiler olmak üzere siyasal gruplar için bir taban oluflamaz” (Çaha 2000:61). Ayr›ca Durkheim’c› anlamda moral yo¤unlu¤un artmas› yani kifli bafl›na düflen sosyal iliflki say›s›ndaki art›fl da sivil toplumla ilgili kurumlar-organizasyonlar aras› hareketlili¤e sahip insan kavram›n› ça¤r›flt›rmaktad›r. Bu tip bir insan, içinde yaflad›¤› toplumda sosyal iliflki say›s›n› daima en yukar›ya çeken bireydir. Yine farkl›laflma organik dayan›flmada görüldü¤ü gibi bireyleri birbirine muhtaç hale getirerek toplumsal bütünleflmeye katk› yapar. III. Sivil Toplum, Sivil Toplum Kurulufllar› (STK) ve Türkiye Sivil toplum kavram›n›n özellikle askeri bir ihtilal sonucu 1980’lerin sonras›nda düflünce ve siyaset dünyas›na girmesi sanki askeri olmayan her ne varsa sivil toplumun içindeymifl gibi (yanl›fl) alg›lanmas›na neden olmufltur. ‘Baba devlet’ anlay›fl›n›n de¤iflmeye bafllamas›yla sivil toplum ve sivil toplum kurulufllar› da sanki devletle daimi sorunlu bir konumda görülmeye bafllanm›flt›r. Böylece bütün olumsuzluklar devlete yüklenirken tüm mükemmellikler de sivil toplum ve sivil toplum kurulufllar›na atfedilmifltir. Sar›bay’›n (1995:133) belirtti¤i gibi “Türkiye’de sivil toplum… popüler kültür üzerine infla olmufl bir siyasal popülizm arac›l›¤›yla toplumun demokrasiye tap›nmas›n› sembolize etmektedir.” Belki de bu tap›nma vesilesi sivil toplumculuk ve sivil toplum kurulufllar›n›n popülaritesini yükseltmektedir. Sivil toplum kavram›, Bat› Avrupa’n›n belli bir tarihsel süreç sonucu karfl›laflt›¤› kavramd›r. fiehir hayat›n›n geliflmesiyle birlikte kentli-burjuvalar›n siyasi güç karfl›s›nda daha özerk hareket etmesini amaçlayan bir anlay›fl› ifade eder. Kent hayat›na ve bireyin siyasi, kültürel, dini, ekonomik özgürlüklerine vurgu yapar. Bat›’da kavram›n oldukça eski bir tarihi ve bu tarihsel birikimle ba¤lant›l› devlet alg›lay›fl› vard›r. Türk insan›nda oldu¤u gibi devletten beklenti düzeyinin yüksek ve çeflitli oldu¤u, yani devleti kendisini koruyan, besleyen, bar›nd›ran adeta bir ‘baba’ gibi görme anlay›fl› yoktur. Bat›’da sivil toplum anlay›fl› devletin alan›n› daraltmay› hedefler. Devletin güvenlik, savunma ve adalet mekanizmas› d›fl›ndaki etkinliklerinin azalt›lmas› hedeflenir. Bu da ancak etkili, ilkeli, ses getiren sivil toplum kurulufllar› ve sivil toplum bilinci ile gerçekleflebilir. Bu kurulufllar devlet ve toplum aras›nda (toplumun beklenti ve isteklerini devlete iletmek, devletin toplum üzerindeki istenmeyen uygulamalar›n› elefltirmek ve alternatif politikalar üretmek gibi ifllevleri yerine getirerek) bir tampon vazifesi görürler. Sivil toplum kurulufllar› (STK) böylece devlet ve toplum aras›ndaki gerilimi ve her türden farkl›l›¤› diyalog ortam› (sivil itaatsizli¤i de bu çerçevede bir tür diyalog olarak 6 228 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Tevfik ERDEM görmek mümkün) içinde çözümleyerek toplumsal bütünleflmeye do¤ru bir ad›m atm›fl ve toplumun yeniden kendini üretmesine katk›da bulunmufl olur. Sivil toplum kurulufllar›n›n bu çok önemli ifllevinin Türkiye’deki ifllevselli¤i ne düzeydedir? Sivil toplum kurulufllar›n›n etkinlikleri ne düzeydedir? Sivil toplum kurulufllar› devletin alan›n› daraltmak istemekte midir? Sivil toplum kurulufllar›n›n birey ve toplumun alan›n› daraltan siyasal alan›n (devlet) uygulamalar› karfl›s›ndaki tutumlar› nas›ld›r? Böyle bir durumda ne tepki vermektedirler? Sivil toplum kurulufllar› çok seslili¤i ifade etmekteler mi? Sivil toplum kurulufllar›n›n kendileri çok seslili¤e ne ölçüde müsaade etmektedirler? Sivil toplum kurulufllar› üyelerine ve di¤er sivil toplum kurulufllar›na karfl› demokratik tav›rdan ne anlamaktad›r? Sivil toplum kurulufllar› gerçekten sivil toplum bilincine2 sahipler midir? Bu sorular yaln›zca bu çal›flmayla cevaplanabilecek türden sorular de¤ildir ancak toplumun sa¤l›kl› yeniden kendini üretimi; devlet ve toplumun bar›fl›k oldu¤u güçlü, demokratik bir cumhuriyetin aç›k yüreklilikle cevaplamas› gereken-cevaplayabilece¤i sorulard›r. E¤er hedef daha demokratik bir toplumsa bu sorular›n yan›tlanmas› zorunludur. Sivil toplum kurulufllar› ille de devletin alan›n› daraltmak için hareket etmemeli ancak aç›k yüreklilikle ve yap›c›l›kla ve yap›c› oldu¤una-olaca¤›na inanarak ve demokrasinin ço¤ulcu bir rejim oldu¤u gerçe¤ini gözeterek devlet-siyasal alan ile çat›flma içinde olmal›d›r. Sivil toplum kurulufllar› cinsel, dinsel, etnik, kültürel, ekolojik vb her alanda seslerini duyurmal› ve bu noktada bir k›s›tlama içine çekilmemelidirler. STK’lar birey ve toplum alan›n› devlet aleyhine geniflletmeye çal›flmal›d›rlar. Türkiye’de STK’lar›n ç›kmaz›, bireysel veya cemaatle ba¤lant›l› durumlarda “öteki” söz konusu oldu¤unda ötekinin alan›n›-varl›¤›n›–etkinli¤ini daraltmak için sivil bilincin bir kenara itilmesi oluflturmaktad›r. Sivil toplum bilincinin ve STK’lar›n varl›¤›n›n ontolojik zorunlulu¤u saflar›n “öteki” aleyhine terk edilmemesini flart koflar. STK’lar›n ve sivil toplum söyleminin tarihin kendi lehlerine çevirdi¤i rüzgârla mesafe al›p alamayacaklar› yani tarihin onlara verdi¤i bu flans› nas›l de¤erlendirecekleri ancak (çok uzun olmayan bir) zamanla ortaya ç›kacakt›r. Türkiye’de yaklafl›k 60 bin civar›nda STK bulundu¤u yönünde yap›lan araflt›rmalardan hareketle çok ciddi bir merkezi devlet gelene¤ine sahip oldu¤u bilinen bir ülkede bu kadar fazla say›n›n gösterilmesi ilginçtir. Ancak bunlar›n ço¤unun devletin alan›n› daraltma, alternatif söylemler üretme, devlet ve toplum aras›ndaki gerilimleri hafifletme gibi faaliyet ve ifllevlerle ilgisi yoktur. Örne¤in “Kanarya Sevenler Derne¤i” gibi. Türkiye’de sivil toplumun geliflimi sivil toplum bilincine sahip örgütlenmelerin geliflmesine ba¤l›d›r. Yani belli niteliklere sahip olmadan nicelik olarak çokluk, sivil toplumun ve onun geliflimine paralel bir geliflim seyri olan demokrasiye katk› yapmamaktad›r. Sivil toplumun en tipik organizasyonel formu olan gönüllü derneklerin demokrasiye katk› yapabilmeleri için öncelikle kendilerinin demokratik olmas› gerekir. Ahrne (1998:89-90)’nin belirtti¤i gibi, gönüllü birliklerde insanlar bir fleyleri yapmak için zorlanamaz, üyelikten ç›kmak için daima seçme haklar› vard›r, üyelik demokrasi ve eflitlik fikrini içerir, karar al›m›nda tüm üyeler eflit haklara sahiptir. Bunlar olumlu niteliklerdir. Ancak gönüllü birliklerde eflitlik ve özgürlü¤ün s›n›rlar› vard›r; üyeler kendi bafl›na karar veremeyebilir. Hatta Ahrne (1998:91), gönüllü birliklerin hofl görüsüzlü¤ünden söz eder. Gönüllü birlikler hofl görüsüzdür ve uygun görüflleri veya davran›fllar› olmayan üyeleri pekala d›fllayacaklard›r. Bu yüzden Ahrne –hakl› olarak- gönüllü dernekleri sivil toplumun garantisi olarak görmez. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 229 Karfl›lafl›lan yeni sorun sivil toplum kurulufllar› ve demokrasi iliflkisidir. Bu oldukça sorunlu iliflki bir çok kez dile getirilmifltir. Baz› menfaat gruplar›n›n ekonomik nüfuzlar›ndan dolay› hükümet üzerinde di¤erlerinden daha fazla etkiye sahip olmas›n›n anti demokratik bir sivil toplumu ortaya ç›karabilece¤i, hatta Sar›bay (1995:127)’a göre, sivil toplum çerçevesine dahil olman›n kendi bafl›na demokratik say›lmay› gerektirmeyece¤i söylenmifltir. Türkiye’de sivil toplum kurulufllar› sivil toplum bilincine, demokrasiye sahip olup olmama, toplumsal talepleri dillendirip dillendirememe konusunda etik bir s›navdan geçmektedirler. Sivil toplum kavram›na ve sivil toplum kurulufllar›na yüklenen olumlu anlam ve bak›fl›n ak›beti bu çok da uzun olmayan s›nav sonunda ortaya ç›kacakt›r. “17 A¤ustos Depremiyle sivil toplum kurulufllar› üzerine düfleni, (devletin yapamad›¤›n› yapt›) demek” eksik bir analizdir. Yard›mlaflma ve dayan›flma duygusu Türk insan›n›n temel niteliklerinden biridir, sivil toplum kurulufllar›n› basitçe yard›mlaflma derneklerine indirgemek hatal› bir analizdir. Sivil toplum kurulufllar›ndan beklenen siyasal alan-devletin d›fl›nda etik çerçevede söylemler gelifltirmek, gerekti¤inde siyasal alan›n uygulamalar›n› denetlemek, elefltirmektir. Keane’in deyifliyle, sivil toplum devletin bafl›ndan gitmeyen bir bela olmal›d›r. Her platformda resmi söylemle örtüflen gönüllü kurulufllar demokrasiye ve sivil toplum bilincine pek katk› yapamazlar. Siyasal alan›n uygulamalar›n› her f›rsatta mutlak anlamda destekleyen kurulufllar etik sorunlar yaflamaktad›rlar. Sivil toplum ne devletin gölgesinde geliflir ne de devletin tahrip edilmesiyle. Dikkat edilmesi gereken bir nokta sivil toplumun, sivil toplum kurulufllar›n›n devlet eliyle gelifltirilemeyece¤inin bilinmesidir. Toplum için iyi-kötü ne varsa kendisini bunu ortaya ç›karma görevi içinde hisseden Türk bürokrat› sivil toplum konusunda da ayn› tavr› sergiledi¤inde yani devlet eliyle STK’lar oluflturmaya çal›flt›¤›nda ortaya ç›kan organizasyonun de¤erlendirilmesi bafll› bafl›na bir sorun oluflturacakt›r. Sivil toplum, Türk bürokratlar›n›n icraatlar›yla, himmetleriyle yefleremeyecek kadar hassas bir konudur. SONUÇ Sosyolojide sivil toplum kavram› etnik, dini, kültürel, siyasi, cinsiyetle ilgili farkl›l›klara, kimlik ve çok seslili¤e iflaret eder. Sivil toplum, bireysel farkl›l›k ve özgürlüklerin korunma ve yaflat›lmas› için mücadele verilen kamusal alan› ifade eder. Bu ba¤lamda farkl›l›klar›n bir arada yaflayabilece¤i olas›l›¤› üzerine kurulu demokrasi ile de örtüflmüfl olur. Böyle bir toplumda bireyler, devletin ve di¤er güç odaklar›n›n etkisi alt›nda kalmadan kimlik, cinsiyet, kültürel, dini, etnik, ekonomik vb. farkl›l›k biçimlerini ve özgürlük haklar›n› kamusal alanda ifade edebilirler, ifade etmek için bir araya gelebilirler.Bu bir araya gelifller baz› durumlarda yeni sosyal hareketlerin ortaya ç›kmas›na neden olur. Yeni hareketlerin mücadele alan› siyasal de¤il daha çok kültüreldir. Sosyolojinin sivil toplumdan ç›karmas› gereken hisseye gelince; Sosyoloji, sivil toplum gibi siyaset bilim literatürü içindeki bir konuyu inceleme nesnesi seçti¤i için asalak karakterini3 yinelemifltir. Sivil toplum kuram ve çal›flmalar›na bu zamana dek sosyolojinin özgün bir katk› yapmad›¤› görülmektedir4. Sosyoloji çal›flmalar› organizasyonel ve kurumsal düzeyde sivil toplumu inceleyerek sosyolojinin erdemini ortaya ç›karmal›d›r. Böylece sosyoloji STK’lar› ve yeni sosyal hareketleri inceleyip, genifl ve elefltirel bir zemin haz›rlayarak asalak do¤as›na bir erdem kazand›rm›fl olacakt›r. 6 230 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Tevfik ERDEM D‹PNOTLAR 1 Elbetteki tüm olumlu nitelikler demokratik kodlar hanesine (aktivizm,özerklik, rasyonalite, güven, eflitlik vb) tüm olumsuz nitelikler (pasiflik, ba¤›ml›l›k, irrasyonalite, flüphe, hiyerarfli vb) anti-demokratik kodlar hanesine ifllenmifltir. 2 Sivil toplum bilinci ile kavram›n ruhunda içkin olan bireysel özgürlü¤e vurgu, siyasal alan›n söyleminin d›fl›nda alternatif söylemler gelifltirebilme yetene¤i-iktidar›, bireylerin ekonomik ve siyasi haklar›na; kültürel, dini, etnik kodlar›n özgürce ifade edilebilece¤ine olan inanç vurgulanmaktad›r. 3 Sosyolojinin asalak karakteri ve erdemi Urry'ci anlamda kullan›lm›flt›r (Bak. Mekanlar› Tüketmek (1999), John Urry, Çev.Rahmi G. Ö¤dül, ‹stanbul, Ayr›nt› yay›nlar›.) 4 Nilüfer Göle'nin “‹slam›n Yeni Kamusal Yüzleri” adl› atölye çal›flmas› ve Bahattin Akflit'in yürüttü¤ü Deprem, STK ve Devlet iliflkilerinin araflt›r›ld›¤› çok boyutlu çal›flma sosyolojinin erdemini ortaya ç›karan çal›flmalar olarak görülebilir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 231 KAYNAKÇA Ahrne, Göran 1998),“Civil Society and Uncivil Organizations”, Real Civil Societies/Dilemma of Institutionalization, Ed. Jeffrey Alexander, London, Sage Publication Alexander, Jeffrey C. (1998-a), An Introduction Society I,II,III: Constructing an Empirical Dilemmas of Institutionalization, London, Concept From Narrative Controvercies And Historical Transformations, Real Civil Society/D Sage Publication. Alexander, Jeffrey C. (1998-b), “Citizen and Enemy as Symbolic Classification: On the Polarizing Discourse of Civil Society”, Real Civil Society/Dilemmas of Institutionalization, London, Sage Publications. Çaha, Ömer (1998), Aflk›n Devletten Sivil Topluma, ‹stanbul, Gendafl Yay›nlar›. Çay›r, Kenan (1999), Yeni Sosyal Hareketler, ‹stanbul, Kaknüs Yay›nlar› Faulks, Keith (2000), Political Sociology, New York, New York University Press. Keane, John (1994), Demokrasi ve Sivil Toplum, (Çeviren:Necmi Erdo¤an), ‹stanbul, Ayr›nt›. Mardin, fierif (Tarihsiz),“Sivil Toplum”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi”, Cilt: 7, ‹letiflim Yay›nlar›. Sar›bay, Ali Yaflar (1995), Postmodernite, Sivil Toplum ve ‹slam, 2. Bask›, ‹stanbul, ‹letiflim Yay›nlar›. Smith, Philip (1998), “Barbarism and Civility in Discourses of Fascism, Communism, and Democracy:Variations on a Set of Themes”, Real Civil Societies/Dilemmas of Institutionalization, Ed. Jeffrey C. Alexander, London, Sage Publications. fiaylan Gencay (1994) De¤iflim, Küreselleflme ve Devletin Yeni ‹fllevi,, Ankara, ‹mge Touraine, Alain (1998),“Toplumdan Toplumsal Harekete”, Yeni Sosyal Hareketler, (Yay›na Haz. Kenan Çay›r), ‹stanbul, Kaknüs Yay›nlar›. Turner, Bryan S. (Tarihsiz), “Oryantalizm ve ‹slam’da Sivil Toplum Meselesi”, Waters Malcolm (1994), Modern Sociological Theory,, London, Sage Publications. 6 232 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” YERL‹ DURUM KOMED‹LER‹NDE ‘ÇALIfiAN KADIN’IN TEMS‹L‹ Aydan ÖZSOY* G‹R‹fi Türkiye’de popüler kültür ürünü olarak tan›mlanabilecek televizyon komedileri ve onun bir alt türü olan durum komedilerinin, 1990’l› y›llardan bafllayarak say›lar›n›n h›zla artt›¤› ve medya arac›l›¤›yla gündelik hayat›m›z›n önemli bir k›sm›n› doldurdu¤u bir gerçektir. Tekrarlar›nda bile izlenme rekorlar› k›ran bu ürünlerin çok seyredilme ve bir çeflit müptelal›k yaratma nedenleri bafll› bafl›na bir sorunu ve araflt›rma konusunu oluflturmaktad›r. Bu çal›flman›n oda¤›nda ise; haklar›nda çok konuflulan ve tart›fl›lan bu popüler kültür ürünlerinde sunulan kad›n temsillerinin neler oldu¤unun sorgulanmas› bulunmaktad›r. John Fiske1 ve Christine Gledhill’in2 vurgulad›¤› gibi medya, metinleri arac›l›¤›yla kad›n ve erke¤i toplumsal cinsiyetçi rollerine uygun olarak belli ‘kad›nl›k’ ve ‘erkeklik’ kal›plar› içinde sunar. Bu kal›plardan hareketle çal›flman›n temel sorunsal›, ekonomik koflullar›n bir sonucu olarak çal›flma hayat›na giren kad›nlar›n, günümüz medya metinlerinde nas›l temsil edildi¤idir. Bu temsillerden hareketle çal›flma, günümüz toplumsal koflullar› içinde kad›n›n çal›flma hayat›nda da a¤›rl›kl› olarak efl ve anne rollerine ba¤l› olarak belli kal›pyarg›lar içinde temsil edildi¤ini, mesle¤inin ve çal›flma hayat›n›n da bu kal›pyarg›lar üzerinden tan›mland›¤›n› göstermeyi amaçlamaktad›r. Bu çal›flma, Türkiye’de yay›n› biten ‘Çocuklar Duymas›n’ (eski bölümlerinin yay›n› sürmektedir) ve ‘Size Baba Diyebilir miyim?’ ile yeni bölümleriyle yay›n› devam eden ‘Avrupa Yakas›’ adl› üç popüler durum komedisinin bafl kad›n karakterlerinden hareketle, çal›flan kad›n›n televizyon metinlerindeki temsillerine karfl›laflt›rmal› olarak bakmaktad›r. ‹ncelenen komedi metinlerinde bekar, evli ve boflanm›fl olarak üç farkl› kad›n tipi seçilmifltir. 1980’lerde ‹ngiliz Kültürel Çal›flmalar gelene¤i içinde Stuart Hall’ün3 önderli¤inde bafllayarak geliflen ve günümüz çal›flmalar›na da aç›l›mlar sa¤layan ‘medya çal›flmalar›’, kültürel ürünlerin anlamlar çerçevesinde oluflan bir mücadele alan› içinde var oldu¤u görüflünden hareket ederek bu kar›fl›k anlamland›rma sürecinin kendisini ve ideolojisini sorgulamaya bafllar. Popüler kültür ürünlerini elefltirel bir gözle de¤erlendiren bu çal›flma gelene¤i, popüler kültür ürünlerinin toplumun farkl› kesimlerine ve yaflam tarzlar›na ayn› anda seslenen içerikleri ve medyada ki temsilleri üzerinden analizler yapar. Bu çal›flmada, ‹ngiliz Kültürel Çal›flmalar gelene¤inin elefltirel bak›fl aç›s›ndan hareketle, John Fiske’nin televizyon dizilerinde yer alan karakterler için gelifltirdi¤i çözümleme modelinden yararlan›lmaktad›r. Çal›flma kendini pek çok aç›dan s›n›rland›rma ihtiyac› hissetmifltir. Çünkü popüler kültür alan› çok genifltir ve popüler kültür çal›flmalar›, yeterli zaman, kaynak ve maddi koflullar gerektirmektedir. Çal›flma kendini televizyon metinleri, bu metinler içinde durum komedileri ve durum komedilerinde sunulan çal›flan kad›n temsilleriyle s›n›rland›rm›flt›r. * Uzm., Gazi Üniversitesi, ‹letiflim Fakültesi, Radyo Televizyon Sinema Bölümü. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 233 YÖNTEM Bu çal›flma, medya metinleri üzerinde çözümlemeler yapan ‹ngiliz Kültürel Çal›flmalar›’n›n elefltirel bak›fl›ndan hareketle niteliksel yöntemleri kullanmaktad›r. Nitel Araflt›rma, Antropoloji, Psikoloji, Felsefe, Dilbilim gibi farkl› disiplinlere dayanan güçlü kuramsal temellere sahiptir. Tüm bu disiplinlerin ortak noktas›; insan davran›fl›n›, içinde bulundu¤u ortam ba¤lam›nda çok yönlü olarak anlamaya çal›flmakt›r. Niteliksel Araflt›rmalar’da insan davran›fl›, niceliksel araflt›rmalardan farkl› de¤erlendirilir ve a¤›rl›kl› olarak Fen Bilimleri alan›nda kullan›lan Niceliksel yöntemlerin olaylar›, olgular› ve insan davran›fllar›n› aç›klamada eksik kald›¤›, yetersiz oldu¤u düflünülür. Niteliksel Araflt›rmalar, olaylar, olgular ve insan davran›fllar›n› aç›klamada daha esnek ve bütüncül bir bak›fl tafl›d›¤›, araflt›rmaya dahil olan bireylerin görüflleri ve deneyimlerine büyük önem verdi¤i için daha kapsaml› perspektifler sunar. Nitel araflt›rmalar, gözlem, görüflme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin kullan›ld›¤›, alg›lar›n ve olaylar›n do¤al ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmas›na yönelik nitel bir sürecin izlendi¤i araflt›rmalard›r. Niteliksel araflt›rmalar, geleneksel kuramlardan farkl› olarak sosyal olgular›n, olaylar›n ve insan davran›fllar›n›n dura¤an de¤il de¤iflken oldu¤undan hareket etti¤i ve gelifltirdi¤i tekniklerle bu görelili¤i ve hareketlili¤i anlamaya yöneldi¤i için Sosyal Bilimler alan›ndaki araflt›rmalara yeni bak›fl aç›lar› kazand›rm›flt›r. Nitel araflt›rmalar›n en s›k kullan›lan veri toplama teknikleri; görüflme, gözlem ve yaz›l› dokümanlar›n incelenmesidir. Nitel araflt›rmalar›n en belirgin özellikleri flunlard›r: Do¤al ortama duyarl›l›k, araflt›rmac›n›n kat›l›mc› rolü, bütüncül yaklafl›m, alg›lar›n ortaya konmas›, araflt›rma deseninde esneklik ve tümevar›mc› analizdir 4. Medyay› hakim ideoloji ve de¤erleri yeniden üreten bir kurum olarak gören bak›fl içinde medya ve metinleri özgün tarihsel, toplumsal ve kültürel koflullar› içinde de¤erlendirilir. Çal›flmada ‹ngiliz Kültürel Çal›flmalar›’n›n metin okuma yaklafl›m›ndan hareketle metinlerde yer alan karakterlerin çözümlemesini/okumas›n› yapmaktad›r. Karakter okumalar›/çözümlemeleri için de Fiske’nin televizyon için gelifltirdi¤i modeli kullan›lmaktad›r. Fiske, televizyon dizilerinde özellikle güçlü kad›n karakterler üzerinde yapt›¤› incelemeler sonucunda, karakter özellikleri üzerinden kad›nlar› flu kategoriler içinde karfl›laflt›rmal› olarak analiz etmifltir: 6 234 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” 1.Karakter özellikleri içindeki benzerlikler Cinsiyeti Tabi oldu¤u ulus/millet Yaflad›¤› yer Yaflad›¤› zaman Yafl› 2. Karakter özellikleri içindeki farkl›l›klar Sosyal yaflam Irk S›n›f Evinin yeri Ekonomik durumu Profesyonel ifl yaflam› Mesle¤i ‹fl motivasyonu ‹fl içindeki ödüller/mükafatlar Toplumsal Cinsiyet Net tip bir kad›n Medeni Durumu Aflk Durumu Çocuk durumu Fiziksel Özellikleri Vücudu Saçlar› Yüzü Kiflisel Stili Giyim Tarz› Kiflileraras› iliflkileri Aydan ÖZSOY 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 235 Bu s›n›fland›rmadan hareketle, yerli durum komedilerinde yer alan çal›flan kad›n karakterlerin hangi kiflilik özellikleri ile kodland›¤› ortaya konarak, bu özelliklerden hareketle sunulan kad›nl›k temsilleri sorgulanacakt›r. BULGULAR A. TÜRK‹YE’DE ÇALIfiMA HAYATI VE KADIN Türkiye’de kad›n›n çal›flma hayat›na erkek ile yan yana aktif, sistematik ve kitlesel olarak kat›l›m›, Cumhuriyetin ilan›ndan sonraya rastlar. Cumhuriyet dönemi öncesinde de Osmanl› toplumunda iyi e¤itim alm›fl ve okumufl kad›nlar, kad›nlar›n toplum hayat›n›n d›fl›nda tutulmas›na karfl› tepkilerini s›k s›k dile getirmifllerdir ama kad›n›n yasal olarak haklar›na kavuflmas› ancak Cumhuriyet döneminde mümkün olur. Cumhuriyetin yeni k›zlar› ve kad›nlar›, hakim kültür örüntüsünün ‹slam dini oldu¤u Osmanl› toplumunun kendisini ikincil statüde gördü¤ü (ya ‘harem’lere kapat›larak evin efendisi erkek ve çocuklar›n bak›m›yla u¤raflarak ya da özellikle k›rsal kesimde ev iflleri ve çocuklar›n bak›m› yan›nda tar›msal üretimde de aktif olarak çal›flarak) uzun bir gelene¤in izleriyle toplumsal yaflama kat›l›rlar.(5) Cumhuriyet döneminde kad›n›n e¤itim alarak meslek sahibi olmas› desteklenmifl ve özendirilmifltir. Cumhuriyetin yeni kad›n modeli, e¤itimli, çal›flan ahlakl›, fedakar anne ve iyi efllerdir. Bu kad›nlar için hala ev ve çocu¤un önemi devam etse de meslekleri sayesinde üretim güçleri ev içinden ç›karak topluma do¤ru kaymaktad›r.6 Çal›flma istatistiklerine göre iflgücüne kat›lan kad›nlar›n büyük ço¤unlu¤u 1980’lerde tar›m sektöründe çal›fl›rken (%84.7), günümüzde bu oran sanayi ve hizmet sektörüne yönelir. 1950’lerde h›zla artan köyden kente göçün ve buna ba¤l› olarak artan kentleflmenin bu kay›fltaki rolü çok büyüktür. Kentleflmeye paralel olarak Türkiye’de kentsoylu aileler, erkek çocuklar›n›n yan›nda k›z çocuklar›na iyi e¤itim olanaklar› sunmufllar ve statüsü yüksek meslek edinmelerini (doktor, mühendis, avukatl›k gibi) sa¤lam›fllard›r. Türkiye’de özellikle kentsoylu s›n›f, kendi s›n›f›ndan kad›nlar›n iyi meslekle edinmesine özen göstermifltir. Kentsoylu kad›nlar›n, ev ifli ve çocuk bak›m› için kente göçen gecekondulu kad›n›n ucuz emek-gücünden yaralanma olana¤› da mesleklerini sürdürmelerini kolaylaflt›rm›flt›r. Türkiye’de iyi mesleklere sahip çal›flan kad›nlar›n yan›nda daha düflük statüde çal›flan di¤er kad›nlar›n çal›flma koflullar›, dünyadaki di¤er ülkelerle benzer e¤ilimler göstermektedir. Sanayide çal›flan kad›nlar, emek-yo¤un ve vas›fs›z iflgücü kullanan sektörlerde yo¤unlaflmakta (dokuma, konfeksiyon, g›da), düflük ücretlerle çal›flmaktad›r. Yine çok say›da kad›n devlet memuru olarak daha çok alt kademelerde; hastabak›c›l›k, sekreterlik gibi görevler üstlenmektedir. Kad›nlar›n bu gibi ifllerde hem ücretleri hem de ifl tatminleri düflüktür. Türkiye’de kad›nlar›n ifl hayat›na daha çok aile bütçesine destek olmak amac›yla girdikleri, ekonomik koflullar› düzeldi¤inde, ‘ev kad›nl›¤›’na geri döndükleri görülmektedir. Türkiye’de kad›nlar çal›fl›rken de ev ifli ve çocuk bak›m› sorumlulu¤unu üstlenmeye devam ettikleri için çal›flma hayat›n›n, kad›nlar›n pek küçük az›nl›¤› için ‘özgürlük’ler sundu¤u söylenebilir.5 B. TELEV‹ZYON KOMED‹LER‹ ‹Ç‹NDE YAYGIN B‹R FORM OLARAK DURUM KOMED‹LER‹ VE ÖZELL‹KLER‹ Komedi türüne ifllevleri ba¤lam›nda bakt›¤›m›zda, televizyon komedisinin televizyon arac›n›n do¤as› gere¤i ‘evcillefltirildi¤ini’söyleyebiliriz.. Televizyonda anlam üretme sürecinin s›k› s›k›ya denetlenen yap›s› da bu evcilli¤i zorlar. Televizyon tüm evcilli¤ine karfl›n, söylenmesi ve gösterilmesi 6 236 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Aydan ÖZSOY en zor olan fleyleri de ilk olarak komedi programlar› arac›l›¤›yla söylemifl ve göstermifltir. Televizyonun gülmece dünyas›n›n baflat biçimi ‘durum komedisi’dir. Çünkü durum komedisi, tüm eski komedi geleneklerinin toplam› olarak özgün bir biçimdir 7. Televizyon komedileri içinde yayg›n formlardan olan durum komedileri, kendinden önceki müzik formlar›ndan; vodvil ve müzikhollerden, skeçlerden etkilenerek buralardaki tekrarlanabilir öykü formlar›n›n adaptasyonu ile yeni bir tür olarak ortaya ç›km›flt›r. Durum komedileri yeniden üretilmifl bir formdur. Eski formlar›n baz› bölümlerinin yeniden bir araya gelmesi ile oluflmufltur 8. Kökeni Amerika Birleflik Devletleri’nde radyoda yay›nlanan komedi programlar›na kadar uzanan televizyon komedilerinin ilk örnekleri, 1930’lar›n bafl›ndan 1950’lerin ortas›na kadar yayg›n bir tür olan radyo show programlar›d›r. Ama radyo öncesi kökleri vodvil skeçlerindedir. Radyo show programlar› içerisinde en tan›nm›fllar›ndan biri olan ‘The Benny Show’un, otuz dakikal›k süresi içinde durum komikliklerinin oldu¤u alt› dakikal›k skeç, durum komedisi format›n›n radyodaki ilk örneklerinden say›lmaktad›r 8. Amerika’da radyoda baflar›s› kan›tlanm›fl durum komedileri (‘The Goldbergs’, ‘The Life of Riley’ ‘The Ardich Family’ di¤er önemli radyo komedilerinden baz›lar›d›r), televizyona aktar›l›r. Bu komedi programlar› televizyon durum komedilerinin ön-örnekleri olmakla birlikte, bu türün gerçek anlamda ilk örne¤i 1961’de yay›nlana ‘I love Lucy’dir. Ard›ndan 1962 y›l›nda yay›nlanan ‘The Beverly Hillbillies’, Amerika’da 1960-1970 y›llar› aras›n› kapsayan ahlaki, statik evrenin örneklerini oluflturmaktad›r. 1971-1979 y›llar› aras›nda yay›nlanan ‘All in the Family’ ve M.A.S.H (1970) ile durum komedilerinde yeni bir dönem bafllar. 1970’lerde yay›nlanan durum komedilerinde konular, karakterler ve komik durumlar de¤iflir. Tek bafl›na yaflayan kad›n imgesi, çocuk ald›rma, eflcinsellik, iktidars›zl›k, menapoz gibi tabu konular ekrana gelir. 1980’lerde feminist hareketin etkisi bu de¤iflimi daha da tetikler. Komedilerde yer alan kad›nlar, çal›flan, bak›ml› ve erkekler kadar güçlü olarak temsil edilmeye bafllar. Bu dönem aile komedilerinde de iki cinsin yüklendi¤i roller farkl›lafl›r. Dönemin en tipik örneklerinden olan ‘Cosby Ailesi’, toplumsal de¤iflmeye ayak uydurur ama toplumsal geliflmeyi savunmaz. Amerika’n›n 1989 ve 1990 sezonundaki en sevilen komedi dizisi olan Cosby Ailesi, Amerikan beyaz orta s›n›f de¤erlerini yeniden üretir 7. Televizyon komedilerinin biçimsel ve anlat›sal olarak ayr›mlaflmas› nedeniyle bu program türünü kendi içinde s›n›fland›rmak gerekmifltir. Steve Neal ve Frank Krutnik8, televizyon komedilerini öykülemeci (narrative) ve öykülemesiz (non-narrative) komedi biçimleri olarak ikiye ay›r›r. Klasik öyküleme mant›¤›na uygun olarak öykülemeci televizyon komedileri, di¤er birçok popüler metin türünde oldu¤u gibi serim, dü¤üm ve çözüm s›ras›n› izleyerek mutlu sonla noktalan›rlar. Öykülemeci televizyon komedilerinin serim, dü¤üm ve çözüm s›ras›ndaki flematik yap›s› içerisindeki ay›rt edici özelliklerinin bafl›nda çözümün belirli bir nedene dayanmay›fl›, ço¤unlukla rastlant›lar ya da yanl›fl anlafl›lmalar›n giderilmesi yoluyla çözüme ulaflma gelmektedir. Öyküleme tarz›na sahip di¤er TV program türlerinde (özellikle dramalarda) neden-sonuç iliflkisi çerçevesinde çözüme ulafl›l›rken komedide bu iliflkinin yerini olay örgüsü içinde ço¤unlukla ola¤an d›fl› olaylar ve tesadüflerle aç›klanan nedensizlikler alm›flt›r. Öykülemeci TV komedilerinin bat›daki en belirgin örne¤i sit-com’lard›r. Ülkemizde ise sitcom’lardan birçok yönden farkl›laflan TV komedi dizilerini bu kategori içine yerlefltirmek mümkün- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 237 dür. Öykülemesiz televizyon komedileri ise, ço¤unlukla gösteri ve e¤lence unsurlar›n› da içeren sahneleme icras›na dayanmaktad›r. Özellikle ABD’de yayg›n olan bu türün içinde monolog, double-act, stand-up ve skeçler yer almaktad›r9. Mitz (10), durum komedisi türünün, popüler kültür araflt›rmalar›nda kültürlerden kültürlere farkl›l›klar tafl›sa da anlat› yap›s›nda belli kurallar ve formüllere sahip oldu¤unu söyler. Türün tarihsel geliflimine bak›ld›¤›nda türün ilk örneklerinden bafllayarak, karakter yap›s›nda, temalarda ve komedi unsurlar›nda farkl›laflmalara ra¤men hareket noktas›n›n de¤iflmedi¤ine iflaret eder. Genel olarak 24 dakika ile 30 dakika aras›nda yay›nlanan durum komedileri, bilinen durum ve karakterlerin düzenli olarak tekrarland›¤› k›sa öykülü dizileri tan›mlamak için kullan›lmaktad›r.Kurgusunda yan›lg› ve rastlant›lar›n bask›n oldu¤u, olay örgüsü içinde ço¤unlukla ola¤an d›fl› olaylar›n/durumlar›n ve tesadüflerle aç›klanan nedensizliklerin oldu¤u durum komedileri, Bat›/Amerika’daki tarihsel ve toplumsal dönüflümlerin, televizyon endüstrisindeki geliflmelerin ve izleyici profilindeki de¤iflimin de etkisiyle 1950’lerden bugüne, farkl› kategorilerde s›n›fland›r›lm›fllard›r (9). Rick Mitz (10), durum komedilerini yedi temel kategoriye ay›r›r: “domcoms/evcil komediler”, “kidcoms/çocuk komedileri”, “couplecoms/kar›-koca komedileri”, “SciFicoms/Bilimkurgu komedileri”, “corncoms/k›r komediler”, “ethnicoms/etnik komediler” ve “careercoms/ifl-kariyer komedileri”. M. Eaton, televizyon sit-comlar›n›n anlat› yap›s›n› aç›klarken, komedi unsurunun her hafta tekrar tekrar çözülebildi¤ini ama komik durumlar›n asla çözülmedi¤ini vurgular. Sentagmatik boyuttaki olaylar zinciri, bir kapanmaya ulaflabilir fakat paradigmatik boyutta karakterlerin ve durumlar›n karfl›tl›¤› hiç bitmez. Televizyonun, tekrarlanan rutini içinde bu bitemeyen, sonuçta tekrar tekrar çözülebilen ve kapanmayan anlat› yap›s›na ihtiyac› vard›r. Durum komedileri döngüsel bir anlat›ma sahiptir ve ço¤unlukla çat›flma-çözüm modelini kullan›r 1. B.YERL‹ DURUM KOMED‹LER‹ VE ÖZELL‹KLER‹ Türkiye’de özellikle 2000’li y›llarla birlikte say›lar› h›zla artan sit-com’lar Bat›/Amerikan kökenli olup, televizyon e¤lence/güldürü programlar› içerisinde en yayg›n türlerden biri olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Fakat Türkiye’de yay›nlanan televizyon komedileri bir baflka ifadeyle güldürü programlar›, hem Bat›’daki örneklerinden hem de kendi içindeki örneklerden yap›sal ve türsel özellikleri nedeniyle farkl›laflmakta, Türk güldürü sanat›ndan izler tafl›yan melez yap›s›yla, özgül bir anlat› biçimi olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r11. Güldürü programlar›n›n bu özgül yap›s› sonucu, Türkiye’de durum komedisi ad› alt›nda yer alan yap›mlar da kendine özgü özellikler tafl›r. Bu özgün yap›laflman›n kökeninde ise Türk tiyatro ve sinema tarihinin güldürü gelene¤i yer almaktad›r. Türk televizyonlar›nda komedi türünün ilk örne¤i, ‘Yaflar Ne Yaflar Ne Yaflamaz’ (1974) adl› mini-dizidir. Ard›ndan ayn› y›l yay›nlanmaya bafllayan ‘Kaynanalar’, Türk televizyonlar›n›n ilk ve en uzun süreli komedi dizisi olmufltur. Kaynanalar, klasik bir durum komedisi olmamakla birlikte bu türün pek çok özelli¤ine de sahiptir. 1985-1988 y›llar› aras›nda yay›nlanan ‘Kuruntu Ailesi’, 1987’de yay›na bafllayan ‘Perihan Abla’ ve 1989’da yay›nlanan ‘Bizimkiler’, 80’li y›llar›n en önemli komedi dizileri olur. Kuruntu Ailesi’nin çekirdek ailesine karfl›l›k, Perihan Abla’da tüm bir mahalle büyük bir aile öykülenmifltir. Bizimkiler dizisinin merkezinde yer alan apartman ve apartman sakinleri ile ayn› flekilde genifl aile öyküsü anlat›l›r. O y›llara ait tüm bu örnekler, Türkiye’de Bat›l› anlamda bir durum komedisi biçiminin geliflmedi¤ini, Bat› 6 238 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Aydan ÖZSOY tarz› durum komedilerinden baz› özelliklerin al›narak, bunun Türk güldürü gelene¤i içinde özgün bir flekle girdi¤ini göstermektedir7. 1990’l› y›llardan sonra da say›lar› daha da artan yerli komedilerin, kendine özgü bu yap›laflmalar›n›n devam etti¤i görülmektedir. Araflt›rmaya kapsam›nda incelenen üç ayr› durum komedisi de bu kendine özgü yap›laflmalara sahip örneklerdir. AVRUPA YAKASI ‘Avrupa Yakas›’ adl› durum komedisi, 70-80 dk aras›nda haber sonras› kuflakta yay›nlanan bir durum komedisidir. Tiplefltirmelere dayal›d›r ve döngüsel anlat›ma sahiptir. Her hafta bir sorun ile bafllayan bölüm, o sorunun çözülmesiyle bitse de (çat›flma-çözüm modeli), karakterler ve onlar›n konumlar› aras›ndaki temel karfl›tl›klar ve sorunlar bitmez. Dizinin yay›n› halen devam etmektedir. Dizi, Amerika’da Gazetecilik e¤itimi ald›ktan sonra Türkiye’ye dönen Asl› adl› genç kad›n›n (bekar) ailesi ve ifl çevresiyle olan iliflkilerini ve sorunlar›n› konu edinmektedir. Kentli bir aileden gelen Asl›, ‘Avrupa Yakas›’ adl› dergide ‘röportajc›’ olarak çal›flmaktad›r. Asl›, iflini seven, titiz, sorumluk sahibi bir kad›nd›r. Asl›’n›n en büyük problemi, geleneklerine ba¤l› anne ve babas› ile babas›n›n muhallebici dükkan›nda çal›flan abisidir. ‹fl yerinde genel müdürüne afl›k olan ve onunla ailesinden gizli bir aflk yaflayan Asl›, ifl yerindeki arkadafllar›n›n da yard›m›yla bu gizli aflk›n› idare etmeye çabalamaktad›r. ÇOCUKLAR DUYMASIN ‘Çocuklar Duymas›n’ adl› durum komedisi, 70-80 dk aras›nda haber sonras› kuflakta yay›nlanan bir durum komedisidir. Tiplefltirmelere dayal›d›r ve döngüsel anlat›ma sahiptir. Her hafta bir sorun ile bafllayan bölüm, o sorunun çözülmesiyle bitse de (çat›flma-çözüm modeli), karakterler ve onlar›n konumlar› aras›ndaki temel karfl›tl›klar ve sorunlar bitmez. Dizinin yay›n› eski ad›yla bitmifltir. Dizi yeni ad› ‘Çocuklara Ne Olacak’ ve içeri¤iyle devam etmektedir. Çocuklar Duymas›n adl› durum komedisi, yanl›fl bir evlilik yapan Haluk (‹nflaat Mühendisi, taflral› bir aileye sahip)-Meltem (‹nsan Kaynaklar› Md, kentli, bir aileye sahip) çiftinin, çocuklar› Duygu ve Emre için boflanma noktas›na gelen evliliklerini sürdürme çabas›n› konu edinmektedir. Bu çaba içinde Meltem de¤iflimden yana Haluk ise de¤iflime direnen olarak mücadele eder. Dizinin bafl kad›n karakteri Meltem, bir yandan evlili¤ini sorgulayarak bitirilmesi gerekti¤ine di¤er taraftan da çocuklar› için devam etmesi gerekti¤ine inanmaktad›r. S‹ZE BABA D‹YEB‹L‹R M‹Y‹M? ‘Size Baba Diyebilir miyim?’ adl› durum komedisi, 70-80 dk aras›nda haber sonras› kuflakta yay›nlanan bir durum komedisidir. Tiplefltirmelere dayal›d›r ve döngüsel anlat›ma sahiptir. Her hafta bir sorun ile bafllayan bölüm, o sorunun çözülmesiyle bitse de (çat›flma-çözüm modeli), karakterler ve onlar›n konumlar› aras›ndaki temel karfl›tl›klar ve sorunlar bitmez. Dizinin yay›n› (7 bölüm yay›nland›ktan sonra) bitmifltir. Aziz (oyuncu) ve Serap (psikolog, kentli bir aileye sahip) üç çocuklu boflanm›fl bir çifttir. Serap, annesi ve üç çocu¤uyla birlikte yaflam›n› devam ettirmektedir. Kar›s›na afl›k, çocuklar›n› da çok seven Aziz, kar›s›na ve çocuklar›na yak›n olabilmek için dad› olarak kendi evinde ifle bafllar. Kar›s›n› ve çocuklar›n› tekrar kazanmaya çabalar. Dizinin bafl kad›n kad›n karakterleri Asl›, Serap ve Meltem’in Fiske’nin1 s›n›fland›rmas›ndan hareketle karakter özellikleri afla¤›daki tabloda yer almaktad›r: 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 239 1.Karakter özellikleri içindeki benzerlikler/farkl›l›klar ASLI MELTEM SERAP Cinsiyeti Kad›n Kad›n Kad›n Tabi oldu¤u ulus/millet Türk Türk Türk Yaflad›¤› yer Kent (‹stanbul) Kent (‹stanbul) Kent (‹stanbul) Yaflad›¤› zaman fiimdi fiimdi fiimdi Yafl› Orta yafl bafl› Orta yafl bafl› Orta yafl bafl› Irk Beyaz Beyaz Beyaz S›n›f Orta üst Orta üst Orta üst Evinin yeri Zengin semt Zengin semt Zengin semt Ekonomik durumu Yüksek gelirli Yüksek gelirli Yüksek gelirli Vücudu ‹nce uzun ‹nce uzun ‹nce uzun Saçlar› Sar›fl›n Sar›fl›n Sar›fl›n Yüzü Sevimli Sevimli Sevimli Medeni Durumu Bekar Evli Boflanm›fl Aflk Durumu Afl›k Afl›k Afl›k Çocuk durumu Çocu¤u yok Çocu¤u var (2) Çocu¤u var (3) Giyim Tarz› Son moda Son moda Son moda Kiflileraras› iliflkileri Duygusal Duygusal/Anaç Duygusal/Sempatik Mesle¤i Gazeteci ‹nsan Kaynaklar› Md. Psikolog ‹fl motivasyonu Yüksek Yüksek Yüksek ‹fl içindeki ödüller/mükafatlar Kariyer Kariyer Kariyer Tan›mlanmas› Duygusal/kad›ns› Duygusal/kad›ns›/anaç Duygusal/kad›ns›/anaç Sosyal Özellikler Fiziksel Özellikleri Toplumsal Cinsiyet Özellikleri Kiflisel Stil Profesyonel ifl yaflam› 6 240 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Aydan ÖZSOY ‹ncelenen yerli üç durum komedisindeki bafl kad›n kahramanlar›n karakter özelliklerine bak›ld›¤›nda, medeni durumlar›, meslekleri ve çocuk durumlar› d›fl›nda benzer olduklar› görülmektedir. Her üç kad›n da kentli orta s›n›fa özgü bir ailede ‹stanbul’da yaflamaktad›r ve yine kentli ailelerden gelmektedir. Orta yafl›n bafllar›nda olan her üç kad›nda orta üst s›n›fa mensuptur. Yüksek gelire sahip her üç kad›nda benzer fiziksel özelliklere sahiptir. Her üçü de moday› takip eden ince uzun boylu, sar›fl›n ve sevimli kad›nlard›r. Her üç kad›nda duygusald›r ve ikisi efllerine, biri erkek arkadafl›na afl›kt›r. Biri gazeteci, di¤eri ‹nsan Kaynaklar› Müdürü, bir di¤eri de psikolog olan üç kad›n›nda ifl motivasyonu yüksektir. Kariyerlerinde ilerleyerek mükafatland›r›lmaktad›r. Her üç kad›nda duygusal ve kad›ns›d›r. Anne olan ikisi (Meltem ve Serap), anaç özelliklere de sahiptir. Her üç kad›n karakterin a¤›rl›kl› olarak benzer özelliklere sahip oldu¤u görülmektedir. Her üç durum komedisinde de kad›nlar bu benzer karakter özellikleri üzerinden belli kal›pyarg›lar içinde temsil edilmektedir. Meslek sahibi, iyi gelire sahip kentte yaflayan bu üç çal›flan kad›ndan ikisi kocalar›na, bekar olan di¤eri de sevgilisine afl›kt›r, duygusal, kad›ns› ve sempatiktir. Kad›nlar›n bu özellikleri her bölümde tekrarlan›r. Kad›n evli, boflanm›fl ya da bekar, her üç durumda da medyada benzer özelliklere sahip olarak belli kal›pyarg›larla temsil edilmektedir. Bu kal›pyarg›lar kad›nlar›n yaflad›klar› toplumun sosyo-kültürel yap›lanmas›yla da yak›ndan iliflkilidir. Fiske1 televizyondaki kad›nl›k ve erkeklik temsillerinin birer kültürel temsil oldu¤unu ve televizyonun program türlerinin biçimlenmesinde birbirleriyle etkileflim içinde olduklar›n› söyler. Türk toplumunun özgün kültürel yap›s› düflünüldü¤ünde, bu temsillerin geleneklerine ba¤l› yaflamay› hala sürdüren Türk ailesini ve kültürünü de kapsad›¤› görülmektedir. Toplum ve kültürel yap›s› ile medya metinleri birbirleri ile etkileflim halindedir. SONUÇ Televizyon kültürel metinleri yoluyla kad›nlar› belli temsiller içinde sunmaktad›r. Komedi metinlerinden hareket eden bu çal›flmada, meslek sahibi çal›flan kad›n karakterlerin medyada duygusal, afl›k ve kad›ns› özellikleri üzerinden belli kal›pyarg›lar içinde temsil edilmeye devam etti¤ini göstermektedir. Kad›n de¤iflen toplumsal yaflam›n bir sonucu olarak çal›flma hayat›na girse de toplumsal cinsiyeti üzerinden yap›lan tan›mlamalardan kurtulamam›flt›r. Türk kad›n›n›n çal›flma hayat›na aktif girifli Cumhuriyet dönemine kadar uzansa da halen kad›nlar›n büyük ço¤unlu¤u efl ve anne rolleri yan›nda çal›flma hayatlar›n› ikincil bir konumda sürdürmeye devam etmektedir. Çal›flan kad›n›n medyadaki temsilleri de bu e¤ilime paralel Türk toplumunun ve ailesinin kültürel yap›s› ile etkileflim içinde kurulmaktad›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 241 D‹PNOTLAR 1 Fiske, John: Television Culture, Routledge, London, 1987, sf. 149-179 2 Gledhill, Christine: “Genre and gender: The case of soap opera”, Representation: Cultural Representations and Signifying Practices, Sage Publications, 1997, sf 337-387. 3 Hall, Stuart: “‹deolojinin yeniden keflfi. Medya Çal›flmalar›nda Bask› Alt›nda Tutulan›n Geri Dönüflü”, Medya, ‹ktidar, ‹deoloji, Ark Yay›nevi, Ankara, 1994, sf. 77-127 4 Y›ld›r›m, Ali ve fiimflek, Hasan: Sosyal Bilimlerde Nitel Araflt›rma Yöntemlari, Seçkin Yay›nevi, Ankara, 1999, sf. 27-35. 5 Tekeli fiirin: “Kad›n” Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi 2. Cilt, ‹letiflim Yay›nevi, 1983, sf. 1189-1203. 6 Özsoy Aydan: “Cumhuriyet Dönemi Roman›nda Kurulan ‘Modern Kad›n ve Erkek Modelleri. Örnek eser: Vurun Kahpeye”, Gazi Üni. ‹letiflim Dergisi Güz 11, 2001, sf. 29-55. 7 Mutlu, Erol: Televizyonu Anlamak, Gündo¤an Yay›nc›l›k, Ankara, 1991. 8 Neal, Steve ve Krutnik, Frank: Popular Film and Television Comedy, Routledge, London, sf.209-261. 9 Çam, fierife: TV Komedilerinde Toplumsal Farkl›l›¤›n Kuruluflu: Bir Demet Tiyatro Örne¤i”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2001, sf. 37-62. 10 Mitz, Rick: The Great TV Sitcom Book, Richard Marek Publishers, New York, 1980. 11 Alankufl, Sevda ve ‹nal Ayfle: “Güldürü Programlar›nda Kad›n›n Temsili ve Kad›na Yönelik fiiddet”, Televizyon, Kad›n ve fiiddet, Dünya Kitle ‹letiflim Vakf› Yay›nlar›, Ankara, 2000, sf. 65-111. 6 242 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Aydan ÖZSOY KAYNAKÇA Adakl› Aksop, Gülseren., “Televizyon Türlerinde Dönüflüm.” AÜ‹F Y›ll›k- 1999, 2001, Ankara: A.Ü.Bas›mevi. Alemdar, Korkmaz., Erdo¤an, ‹rfan., (1994), Popüler Kültür ve ‹letiflim, Ankara: Ümit Yay›nlar›. Althusser, Louis., (1994), ‹deoloji ve Devletin ‹deolojik Ayg›tlar›, Çev: Yusuf Alp/Mahmut Öz›fl›k, ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›. Ar›k, M.Bilal., 2001, “Popüler Kültürde Mizah›n Etkinli¤i ve Sistemiçi Direnifl Olanaklar›. Örnek Olay: Bir Demet Tiyatro Dizisinin Söylemi”. ‹stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enst, Yay›nlanmam›fl Doktora Tezi. Batmaz, Veysel., Asu Aksoy., (1995), Türkiye’de Televizyon ve Aile-Elektronik Hane Aral›k 1993-1994, Ankara: T.C Baflbakanl›k Aile Araflt›rma Kurumu. Bennett, Tony., “Popular Culture and the ‘turn to Gramsci”. Edit: John Storey. Cultural Theory and Popular Culture, 1998, England: Prentice Hall. Berger, Arthur Asa., (1992), Popular Culture Genres: Theories and Texts, London: Sage Publications Inc. Bergson, Henri., (1996), Gülme, Çeviren: Yaflar Avunç. ‹stanbul Ayr›nt› Yay›nlar›. Bourdieu, Pierre., (2000), Televizyon Üzerine, Çeviren: Turhan Ilgaz, ‹stanbul: Yap› Kredi Yay›nlar›. Connell, R.W., (1998), Toplumsal Cinsiyet ve ‹ktidar, Çeviren: Cem Soydemir, ‹stanbul: Ayr›nt› Yay›nlar›. Fiske, John., (1999), Popüler Kültürü Anlamak, Çev: Süleyman ‹rvan, Ankara: Ark Yay›nevi. Fiske, John.,“Postmodernizm ve Televizyon”, Çeviren: Nilgün Gürkan, içinde Medya Kültür Siyaset, 1997, Ankara: Ark Yay›nevi. Gözlükaya Tütüncü, Fatma., “A Critical Appraisal On Soap Opera in Turkey: A Case Study of Reception of “The Young and the Restless”. O.D.T.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998, Yay›mlanmam›fl Yüksek Lisans tezi. Hall, Stuart., “Encoding/decoding”. ‹çinde Culture, Media, Language, 1984, CCS and Hutchinson published London: England, s. 128138. Hall, Stuart., Martin, Jacques., (1995) Yeni Zamanlar. 1990’larda Politikan›n De¤iflen Çehresi”, Çev: Abdullah Y›lmaz, ‹stanbul: Ayr›nt› Yay›nlar›. Hall, Stuart., “Notes on Deconstructing ‘the Popular’” Cultural Theory and Popular Culture, 1998,, Edit. John Storey , London: Prentice Hall. ‹nal, Ayfle., “Televizyon Tür ve Temsil”, AÜ‹F Y›ll›k-1999, 2001, Ankara.A.Ü Bas›mevi. ‹rvan, Süleyman., Mutlu., Binark, (1995), Kad›n ve Popüler Kültür, Ankara: Ark Yay›nevi. Kandiyoti, Deniz., (1997), Cariyeler Bac›lar Yurttafllar. Kimlikler ve Toplumsal Dönüflümler, ‹stanbul: Metis Yay›nlar›. Kongar, Emre., (1998), 21. Yüzy›lda Türkiye-2000’li y›llarda Türkiye’nin Toplumsal Yap›s›, ‹stanbul:Remzi Kitabevi. Modleski, Tania., (1998), E¤lence ‹ncelemeleri, Çev: Nurdan Gürbilek, ‹stanbul: Metis Yay›nlar›. Mutlu, Erol., (1998), ‹letiflim Sözlü¤ü, Ankara: Bilim ve Sanat Yay›nlar›. Mutlu, Erol., (1999), Televizyon ve Toplum, Ankara: TRT Yay›nlar›. Tanr›över, Hülya., Eyübo¤lu, Ayfle., (2000), Popüler Kültür Ürünlerinde Kad›n ‹stihdam›n› Etkileyebilecek Ö¤eler, Ankara: Baflbakanl›k Kad›n›n Statüsü ve Sorunlar› Genel Md. Yay›nlar›. Tanr›över, Hülya., “Türkiye’de Televizyon Kültürü ve Kad›nlar”, ‹çinde.. Kad›n Yaflant›lar›, 2003, ‹stanbul: Ba¤am Yay›nc›l›k. Unat-Abadan, Nermin., “Söylemden Protestoya: Türkiye’de Kad›n Hareketinin Dönüflümü.” ‹çinde. Yetmiflbefl y›lda kad›nlar ve erkekler., 1998, ‹stanbul: ‹fl Bankas› Kültür Yay›nlar›-Tarih Vakf› ortak yay›n›. Vande Berg, Leah R., Wenner A. Lawrence., “Televizyon Elefltirisinin Do¤as› I”. ‹çinde Television Criticism/Approaches and Applications, 1997, Çeviren: Erol Mutlu, A.Ü ‹letiflim Fak. Yay›nlar› 2 Y›ll›k 94-95’den ayr› bas›m. Williams, Raymond., (1974), Television:Technology and Cultural Form, London: Fontana. Williams, Raymond., (1993), Kültür. Çeviren: Suavi Ayd›n, Ankara: ‹mge Yay›nevi. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 243 TÜRK KALKINMASI; BATI TOPLUMU KALKINMA Z‹HN‹YET‹ KAVRAMLARI ‹LE AÇIKLANAB‹L‹N‹R M‹? Osman fi‹MfiEK* Son zamanlarda iktisadî ve sosyolojik literatür incelendi¤inde “kalk›nma” düflüncesinin toplumlara ait manevî kültür hedeflerine de yer veren yeni bir görüflle somut olarak ve daha sosyolojik bir yaklafl›mla ele al›nd›¤› görülmektedir (Bilgiseven 1995:327). Öte yandan her ülkenin tarihi, sosyal, iktisadî ve tabiî flartlar› baflka baflka özellikler tafl›maktad›r. Hele sanayileflmekte olan ülkelerin durumu daha da de¤ifliktir. Fakat iktisatç›lar azgeliflmifl ülkeleri bir bafll›k alt›nda ayn› flartlara göre de¤erlendirip buna göre analizlerini yapmalar› esas›nda say›s›z fark›, suni olarak ortadan kald›rmalar› anlam›na gelmektedir (Eröz 1982:358). Bu çal›flma, kalk›nmay› çeflitli bilim dallar›n›n bu kavrama olan ilgilerini de dikkate alarak, kalk›nma-toplumsal kültür etkileflimine ba¤l› bir yaklafl›mdan hareketle, Türk kalk›nmas› için Bat› kalk›nma kavramlar›n› kullanman›n bilimsel aç›dan yeterli ve gerçekçi bir çözümlemeyi “Türk sosyokültürel sistemi aç›s›ndan ortaya ç›karmas›n›n olabilirli¤i mümkün mü?” temel sorusunun cevaplanmas›na yöneliktir. Bu tart›flmada, a¤›rl›kl› olarak sosyolojik bak›fl aç›s›ndan hareketle ve bu bilim alan›n›n konuya yaklafl›m›nda iktisat ile ilgili boyutu da dikkate al›narak, disiplinler aras› bir bak›fl aç›s› ortaya konulmaya çal›fl›lm›flt›r. Söz konusu olan bu çal›flmada, öncelikle kalk›nma kavram›n›n sosyoloji ve iktisat bilimlerindeki tan›m› ve kavramsal boyutlar› ortaya konularak, bunun büyüme ile olan iliflkisi ve farkl›l›¤›na de¤inilecektir. ‹kinci aflamada ise toplumu oluflturan temel kurumlar›n, Türk ve Bat› toplumlar›nda özgün toplumsal kültür-zihniyet dünyalar› etkisiyle geliflmesi gerçe¤inden hareketle, bu kurumlar›n toplumsal çözümlemedeki fonksiyonlar›na de¤inilmektedir. Böylece Türk toplumunun kalk›nmas›n›n, Bat› toplumsal yap› özelliklerinin üretti¤i “kalk›nma” kavram› ilkeleri ile geliflip geliflemeyece¤i tart›flmas›, zihniyet analizi ba¤lam›nda ele al›narak mukayeseli bir yaklafl›m› ile çözümlenmeye çal›fl›lacakt›r. 1. Kalk›nma ve Büyüme Kavramlar›na ‹ktisat ve Sosyolojik Literatür Aç›s›ndan Yaklafl›m: Kalk›nmay› en genifl tan›m› ile arzu edilen her türlü de¤iflim olarak ifade edebiliriz. Kapsam›n› biraz daha dar tutarak tan›mlanmas› halinde ise, arzu edilen büyüme ve modernizasyon demek mümkündür (Gasper 1995:208). Kalk›nma, ekonomik oldu¤u kadar sosyal ve siyasal konular›da içine alan genel boyutlu bir yap›sal de¤iflmedir (‹lkin 1988:59). Buna göre iktisat bilimi aç›s›ndan kalk›nma, bir ekonomideki baz› “yap›sal” de¤iflikliklerin ortaya ç›kmas›d›r. Böylece kalk›nma konusu; Kifli bafl›na düflen millî gelirin artmas›, genel olarak üretim faktörlerinin etkinlik ve miktarlar›n›n de¤iflmesi, sanayi kesiminin millî gelir ve ihracat içindeki pay›n›n yükselmesi türünden yap›sal de¤ifliklikleri içerir. Esas›nda temel olarak kalk›nman›n, ekonomi konusunun yan›nda sosyal, kültürel, politik içerikli bir yönü de bulunmaktad›r(Manisal› 1978: 2). Kalk›nman›n bu genifl bak›fl aç›sana Parsons’da ayn› anlam› yükle* Dr., Gazi Üniversitesi, ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi, Çal›flma Ekonomisi ve Endüstri ‹liflkileri Bölümü 6 244 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Osman fi‹MfiEK yerek onu, sadece ekonomik bir olgu olarak de¤il ayn› zamanda nicel de¤iflmelerin olabilece¤i kurumsal yap› içindeki olgularla birlikte ele al›nmas›n›n gereklili¤ine dikkat çekmifltir (Parsons ve Smelser 1984:292). ‹kinci Dünya Savafl›ndan sonra geliflen kalk›nma teorilerinin temelde az geliflmifl toplumlar›n geliflmesine yön tayin etmek aç›s›ndan, Bat›l› iktisatç›larca ortaya konulmufltur. Fakat büyüme teorileri ise sanayileflmifl toplumlar›n ekonomilerini model alarak, kalk›nman›n ilgi alan›ndan farkl› bir içeri¤i ortaya koymufltur (Manisal› 1978:2). F.List 19.yüzy›l koflullar›nda Alman ekonomisinin geliflmesi konusu ile ilgilenerek kalk›nma ekonomisine yönelik prensipleri, yine o zaman›n flartlar›na göre biçimlendirerek ortaya koymufltur. F.List’ in “iktisadî milliyetçilik” olarak ifade edilen görüflleri kalk›nmay›, korumac›l›k politikas›na göre de¤erlendirmektedir (Erkal 1990:45). 1930’larda ise Schumpeter, ekonomik kalk›nma ile ilgili görüfller gelifltirmifltir. Schumpeter kalk›man›n yumuflak bir hareket olmayan ve dalgalanmalar biçiminde geliflen bir oluflum oldu¤unu belirterek, konunun sistematiklik içinde yap›sall›k boyutuna dikkat çekmifltir. F.List ve J.A.Schumpeter’in gelifltirdikleri görüfllerden dolay›, bu konun ilk teorisyenleri olarak belirtmek mümkündür. ‹kinci Dünya Savafl›ndan sonra Rodan, Nurkse, Scitovsk, Tindergen, Hirschman, Lewis, Chenery gibi iktisatç›lar›n kalk›nma ekonomisine bak›fllar›, Neo-klasik iktisad›n az geliflmifl ülkelerin kalk›nd›r›lmas›na yönelik görüfllerinin yetersizli¤ini kabul etmeyerek, konuya bu aç›dan hareketle, farkl› bir flekilde yaklaflm›fllard›r (Manisal› 1978:6). Büyümeyi ise ekonomik hayat›n temel verilerinden olan iflgücünün, do¤al kaynaklar›n ve makine teçhizat›n›n fert bafl›na bir y›ldan öteki y›la daha yüksek bir reel gelir sa¤layacak biçimde sürekli art›fllar› olarak belirtilebilir (Ülgener 1986: 409). Schumpeter’de büyümeyi; nüfus, toprak, teknik düzey ve teknolojik bilgi gibi ekonomik hayat›n temel unsurlar›ndaki sürekli olarak meydana gelen de¤iflmeler fleklinde ele alm›flt›r (Ülgener 1986:410). Tan›mlardan da anlafl›ld›¤› gibi ekonomik büyüme, ölçülebilir bir olgu olarak belirtilir. Kifli bafl›na gelir, zaman süreci ve büyüme gibi unsurlar hep say› ile ifade edilmifl olduklar›ndan bunlar, kalk›nma kavram›ndan farkl› özellikler tafl›rlar (Ülgener 1986:412). Toplumsal yap›larda bulunan gelenekler, kültür de¤erleri gibi sosyal parametreler, iktisadi büyümeden farkl› olarak, kalk›nman›n süratine ve yönüne etki eden unsurlard›r. Bu yönü ile kalk›nma konusuna bak›ld›¤›nda onun, yaln›zca maddi kriterlerce belirlenmedi¤ini söylemek mümkündür. Kalk›nma konusunun çözümlenmesinde; toplumun maddi kriterlerine ilaveten yine toplumdaki tüketici davran›fllar›n›n, tasarruf e¤iliminin, giriflimcinin teflebbüs gücünü oluflturan “insani” ruh yap›s›n›n etkilerinin de dikkate al›nmas› gerekmektedir. Bütün bu olgular›n toplumun kültür dünyas›n›n etkisi çerçevesinde geliflti¤inden bunlar›n, kalk›nma konusundaki çözümlemelerde küçümsenmeyecek etkisi bulunmaktad›r. Bunlar› ihmal eden bir kalk›nma çözümlemesi, gerçe¤i yans›tmam›fl olmaktad›r (Eröz 1982:367). Son dönemlerde kalk›nma konusu ile ilgili geliflmelerde kalk›nman›n, toplumdaki sadece kantitatif (maddi, nicel) unsurlar›n›n soyutlanarak ele al›n›fl›ndan daha ileri bir nokta olan, toplumdaki soyut ve somut gerçeklerin, o toplumun maddi ve manevi kültür özelliklerinin bütüncüllü¤ü yaklafl›m›yla ele al›nmas› ile daha üst bir analiz noktas›na yükseldi¤i gözlenmektedir. Söz konusu bu yeni bütüncül yaklafl›mda baz› temel e¤ilimler bulunmaktad›r: 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 245 a-Kalk›nma Kavram›ndan Büyüme Kavram›na Geçifl: Büyüme kavram› daha öncede belirtildi¤i gibi, toplumun ekonomik yap›s›ndaki bütün (maddî kültüründeki) de¤iflmeleri ifade etmektedir. Bu de¤iflmeler toplumun düflünce ve fikir dünyas›nda, rasyonalizme yönelmesi durumunda belirse dahi oluflan büyümenin; fikri, düflünsel ve hissi de¤iflmeyi ancak maddi kültürün geliflmesine konu olabilecek flekilde ele almaktad›r. Böylece büyüme kavram›n›n sadece maddi unsurlarla ilgili olmas› nedeniyle, onun sosyolojik aç›dan yeterli ölçüde somut bir kavram olmad›¤› söylenebilir (Bilgiseven 1995:328). Bu yönüyle bütüncül yaklafl›m çerçevesindeki sosyolojik analizde büyüme kavram›, genifl ve geçerli bir çözüm arac› olma özelli¤inden yoksun görünmektedir. Dolay›s›yla toplumdaki maddi olmayan unsurlar›nda toplumun geliflmesinde etkisinin bulunmas› gerçe¤i, söz konusu toplumsal geliflmeyi ifade etmede büyüme kavram›ndan daha genifl bir kavram›n gelifltirilmesi ihtiyac›n› ortaya ç›karm›flt›r. b-Büyüme Kavram›ndan Kalk›nma Kavram›na Geçifl: ‹nsanlar›n toplum halinde yaflamakla ulaflmak istedikleri hedeflerin gerçekleflmesi için laz›m olan koflullar›n sosyolojik bak›mdan incelemek istendi¤inde, toplumun maddi kültür unsurlar›na ba¤l› olarak büyümesi fikrinden daha genifl ve kapsaml› bir aflamaya ulafl›r. Bu aflama ise kalk›nma kavram›n› ifade eder. Kalk›nma kavram›, toplumdaki maddi kültür unsurlar›ndan baflka manevi kültür unsurlar› aç›s›ndan da ilerleme, geliflme düflüncesini ifade eder. Bir toplumun iktisadi büyümesi için gerekli bütün koflullara sahip olmas› durumunda ve bu toplumun söz konusu bu koflullardan en üst seviyede faydalan›yor olsa dahi o toplumun çöküfl sürecine gitmesi ve hatta da¤›l›p atomize olmas› bile mümkün kabul edilmektedir. Toplum e¤er iktisadi büyümenin hedeflemifl oldu¤u maddi kültür unsurlar›ndaki geliflme u¤runa, manevi amac›n› kesintiye u¤ratma durumuna gerilemifl ise bu durumda, iktisadi refah›n kalk›nmaya eflit oldu¤unu kabul etme hatas›na düflülmüfl olmaktad›r. Oysa maddi önlemlerin ya da maddi kültür unsurlar›nda oluflan de¤iflmelerin, beklenildi¤inin aksine do¤rusal bir yön takip etmemesi de söz konusu olabilir. Ancak bütün bu olumsuzluklara ra¤men toplumun manevi kültür hedeflerine yaklaflma amac›n›n sa¤lanabilmesi durumunda ise, maddi ve manevi amaçlar›n dengesi bozulmay›p tam tersine o daha fazla gerçeklefliyorsa, o zaman, kalk›nman›n var oldu¤undan söz etmek mümkün hale gelmektedir (Bilgiseven 1995:328-329). Sonuç olarak kalk›nma kavram› toplumsal kültür kavram› ile birlikte ele al›nmas›n›n gereklili¤i aç›s›ndan sosyolojik içeri¤inin, iktisat içeri¤inden daha kapsaml›, genifl yönü olan bir kavramd›r. Kalk›nma kavram›na sadece iktisadi bir kavram olarak yaklaflmak, kalk›nma ile ilgili analizleri, bilimsel yönden sorunlu hale getirebilir. Bu yüzden kalk›nma; toplumsal kültür nosyonu ile en genifl ve en geçerli bilimsel aç›klamaya kavufluyorsa, burada iki temel unsur ile karfl›lafl›lmaktad›r. Buna göre sosyal çözümleme içinde kalk›nma, toplumsal kültür ile olan iliflkisinden dolay› sosyolojik belirleyicili¤i bask›n olan bir kavramd›r. ‹kinci olarak kalk›nma-kültür-sosyoloji etkileflimi ba¤lam›nda gerçekleflen bir yaklafl›m çerçevesinde, onun, toplumsal izafilik tafl›yan bir özelli¤i bulunmaktad›r. Kavram›n toplumsal izafilik tafl›mas›, örne¤in geliflmekte olan bütün toplumlar›n kalk›nmas› için “ayn› geliflme yöntemlerinin” kullan›lmas› anlay›fl›n› geçersiz k›lmaktad›r. Hele bunu, farkl› kültür sistemleri ve farkl› ekonomi geliflme kategorisine sahip toplumlar için düflünüldü¤ünde ise sorun daha da büyümektedir. Bu durumda ise karfl›m›za ya bilim d›fl› yaklafl›mlar›n ideoloji boyutunda ya da emperyalizm çerçevesinde ele al›n›fl›, ortaya ç›km›fl olmaktad›r. 6 246 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Osman fi‹MfiEK 1.2. Bat›l› Bir Kavram Olan “Kalk›nma”n›n Türk Toplumunun Kültür-Zihniyet Dünyas› Aç›s›n dan Ele Al›n›fl›: Bat›l› ülkelerin Bat› d›fl› alanlara yönelmesi, sanayi ça¤› öncesi dönemlere kadar uzan›r. 19. yüzy›l öncesi Bat› sömürgecili¤i ile 20. yüzy›l Bat› sömürgecili¤i anlam›na da gelen bat›l›laflt›rma politikalar› aras›nda çeflitli farkl›l›klar geliflir. Bu farkl›l›klardan en önemlisi olarak da kabul edilecek olgu ise Bat› ‘n›n kendi toplumsal ve siyasal modellerini kendi d›fl›ndaki toplumlara kabul ettirip yayg›nlaflt›rma çabas› ya da Bat›’l› olmayanlar› bat›l›laflt›rd›kça, bu toplumlar› kendisine ba¤l› k›lma politikas›d›r. Bu anlay›fla göre Bat›’n›n, bat› d›fl› toplumlara kabul ettirdi¤i söz konusu “ba¤›ml›l›k iliflkisi”,kapitalist iliflkilerin ekonomik ve toplumsal iflleyifl mekanizmas›na göre ba¤l› olmaktad›r (Bilgin 2005:10). Eflitsizlik iliflkilerini besleyen kapitalizm, genelde gücün yo¤unlaflmas› olarak ifade edilebilecek olan tekelcili¤in, kalk›nmakta olan toplumlar üzerinde siyasi ve nüfuz kazan›mlar› etkisi oluflturmas›yla tam ba¤›ml›l›¤a yol açabilen bir ba¤lant› kurman›n yöntemi olarak görülür. Bu olguya modern emperyalizm denir (Dobb 1999:38). Bu emperyalizm, bir toplumsal grubun di¤er toplumsal grup ya da gruplar›n üzerindeki tahakkümü olarak de¤il ayn› zamanda bir toplum yap›s›n›n “tamamen dönüflmesi”ni de beraberinde getirmektedir (Gellner 1998:203). ‹flte bu yaklafl›mlar çerçevesinde günümüz dünyas›nda, kalk›nma-Bat›-Bat› d›fl› toplumlar›n emperyalizm ile olan iliflkileri ba¤lam›ndaki çeflitli görüfllere baflvurularak, sorunun yeniden toplumsal kültür merkezlilikten hareketle nas›l ele al›nmas›n›n gereklili¤i ortaya konulmaya çal›fl›lacakt›r. Bu çerçevede sorunu önce, genel olarak Bat› d›fl› toplumlar aç›s›nda sonrada özelde Türk sosyo-kültürel zihniyet dünyas› bak›m›ndan ele al›narak çözümlenmek istenmektedir. Bat›’daki sanayi devrimi, bat› toplumunda aniden ortaya ç›km›fl bir olay de¤ildir. Sanayileflmenin sadece ekonomik ve teknolojik de¤il ayn› zamanda toplumsal ve kültürel alanda derin temelleri bulunmaktad›r. Sanayileflmek isteyen her toplum bu anlay›fl› dikkate almak zorunlulu¤u bulunmaktad›r (Eröz 1982:364). Bat› medeniyetinin kurulmas›nda temelde ekonomi ve teknolojik keflifler yani maddi unsurlardan daha çok, bunlardan daha önce Bat›’da var olan ve her asr›n temeli olan büyük ve evrensel akl›, yaflat›c› yönde eser meydana getirici olan “hikmeti (=sagesse), Descartes, Kant gibi romantik filozoflar ve Hegel, Bergson gibi büyük metafizikçilerin, kainat hakk›ndaki görüfllerinden oluflan bir ayd›nl›klar dünyas› ba¤lam›ndaki “mana” boyotu gerçeklefltirmifltir (Topçu 1998:49). Böylece Bat›’n›n sanayileflmesinin temelinde öncelikle yukar›da baflta an›lan düflünce adamlar› gibi pek çok filozofun manalar dünyas› merkezli görüflleri çerçevesinde Rönesans, reform, zevk ve özgün kültür dünyalar›n›n etkisi büyük rol oynam›flt›r (Eröz 1982:364). Sanayi Devrimi sonras›nda bu olgunun getirdi¤i de¤iflmelere ba¤l› olarak dünya toplumlar›, kalk›nma yar›fl›na girmifller ve sanayileflebilme amac›yla yo¤un faaliyetler gelifltirmifllerdir. Bu duruma ulaflmak için dünyan›n her yerinde; gelenek ve kültürel de¤erler, sosyal normlar, iktisadi kalk›nmay› belirleyici derecede etkili birer de¤iflken olma özelli¤i tafl›m›flt›r (Eröz 1982:370). Ancak 19. yüzy›l sürecinde Bat›’da geliflen pozitivist yaklafl›m›n Bat› düflünce dünyas›nda sadece akl› öne ç›karan bir bilim anlay›fl›n› sistemlefltirip Bat› biliminin karakterini gelifltirir. Bu bilim anlay›fl›, bilimin nesne ve olaylar aras›ndaki oranlar üzerine kurulmufl yasalarla aç›klanabilmesine (Ad›var 1994:335) dayal› bir bak›fl aç›s›n› ortaya koyar. Öte yandan özellikle söz konusu bu süreçden sonra kapitalist ekonomik sistemin etkisi çerçevesinde madde merkezli(materyalist) Bat› ekonomik sistemi, dünya üze- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 247 rinde etkili ve belirleyici olan özgün modelini gelifltirmifltir. Böylece Bat› toplumunun kendi özgün sosyo-kültürel de¤erlerine dayal› olarak oluflan toplumsal ”düflüncesinin” daha sonra, Bat› toplumunun maddi alan›n›n flekillenmesi üzerindeki belirleyicili¤inden hareketle, Bat›l› ülkeler, gelifltirdikleri kapitalist sanayileflme yöntemi ile önce kendi toplumlar›na daha sonrada d›fl toplumlara yönelerek, onlar›n ekonomik kaynaklar›n› kullan›p kapitalist liberal sistemin iflleyiflini güçlendirmifllerdir. Bat› taraf›ndan ortaya konan söz konusu bu paylafl›m, ikinci dünya savafl›ndan sonra art›k dünyan›n geri kalm›fl toplumlar›n› gelifltirmek amac›yla görünüflteki bu masum retorik ile “kalk›nma” kavram›n› ortaya koymufllard›r. 1.2.1.Modernleflme Teorisi Ba¤lam›nda Bat› Kalk›nma Kavram›na Kültür Temelli Yaklafl›m: Modernleflme, kalk›nma, azgeliflmifllik gibi kavramalar bat›l› sanayileflmifl ülkelerin gelifltirdi¤i ve/veya bu ülkelerin kendi ideolojik çerçevesine ba¤l› olarak “anlam” yüklenen kavramlard›r (Erdo¤an, Salia 2000:135). Kalk›nma ve modernleflmeyi evrensel bir kavram olarak düflünmeyenler, kalk›nman›n ne oldu¤unu kimin için ve kimin taraf›ndan gelifltirilip onun neden gerekli olu¤unun önemine dikkat çekmektedirler. Bu sorularla kalk›nma konusu analiz edilmesi durumunda ise özellikle ikinci dünya savafl›ndan günümüze kadar gelen kapitalist kalk›nman›n belirli bir s›n›f›n (tekelci grubun) menfaatlerini maksimize etmekte oldu¤u ve ücretli kölelefltirilmifl insanlar›n eme¤iyle bunun sa¤land›¤› ve bu sermayenin belli kesimlerde birikti¤ini ortaya koyar (Erdo¤an, Salia 2000:152). Bu konuda Paul Baran az geliflmifl ülkelerin ekonomik kalk›nmas›n›n gerçekte gerçekleflmesi, sanayileflmifl bat›l› ülkelerin hegemonik ç›karlar›na ters düflmektedir. Bundan dolay› sanayileflmifl bat›l› ülkeler için gerekli olan pek çok hammadde ve bu ülkelerin çok uluslu flirketlerinin ç›kar ve yat›r›m alanlar›n› sa¤layan azgeliflmifl ülkelerin, kapitalist -liberal bat› dünyas› için kontrolününün sa¤lanmas›, zorunlu olan bir gerçekliktir (Erdo¤an, Salia 2000:156). A.Gunter Frank ve di¤er neo-marksistler kapitalizmi, ba¤›ml› ülkelerin ekonomik art› de¤erlerini kendine ay›rma vas›tas›yla, sanayileflmifl ülkelerdeki ekonomik büyümeyi oluflturan önemli unsurlardan birisi olarak göstererek, ayn› konuya dikkat çekmifllerdir. Bu durum sanayileflmifl ülkelerin(bat›l› ülkeler) büyümelerine pozitif etki sa¤larken, kalk›nmam›fl ülkelerin duraklamas›na ve az geliflmiflli¤inin devam›na önemli katk› sa¤lamaktad›r (Erdo¤an, Salia 2000:132). A.Gunter Frank, Bat›’n›n geliflmesini buna karfl›n di¤er toplumlar›n geliflmemesini, Bat›n›n bu di¤erlerini sömürmesine ve ekonomik art› de¤erlerin gasp›na ba¤lamaktad›r. Yine Frank’a göre kalk›nmadan önce, az geliflmenin olmad›¤›n› az geliflmifllik ve ekonomik kalk›nman›n, birbirlerine bütünleflmifl (entegre olmufl) kapitalist sistemin ve geliflmenin ayn› anda olan iliflkili sonuçlar›d›r. Frank’a göre kapitalizm, dünya ba¤lam›nda bütünleflmifl (entegre) tek sistemle geliflme göstermifltir. Söz konusu sistemin bir parças› di¤er bütünleflmifl parçay› sömürmektedir. A.Gunter Frank kalk›nmak için her toplum, ayn› safhalardan geçilerek ona ulafl›laca¤›na yönelik yaklafl›m›n do¤ru olmad›¤›n› belirtir (Erdo¤an, Salia 2000:157-160). Buna göre de kalk›nma modelinin, farkl› toplumlarda belirgin ölçülerde çeflitlilik tafl›ya bilmesi (Hoselitz 1960:38) onun her toplumun sosyo-kültürel yap›s›na ba¤l› olarak de¤erlendirilmesi zorunlulu¤unu ortaya ç›karm›fl olmaktad›r. Bu anlamda günümüzdeki sanayileflmifl bat›l› kapitalist toplumlar›n asla bugünkü az geliflmifl 6 248 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Osman fi‹MfiEK toplumlar›n toplumsal–kültürel koflullar›n›n “ayn›”l›¤› içinde bulunmam›fllard›r. Fakat az geliflmifl toplumlar da içinde bulunduklar› tarihsel, toplumsal, siyasal flartlar›n “yap›” belirleyiciliklerine göre bir kalk›nma modelini gelifltirme anlay›fl›ndan da uzak durumdad›rlar. Esas›nda az geliflmifl ülkeleri içinde bulunduklar› ‘az geliflmifllik’ durumu, Bat› kapitalist-liberal zihniyetin ba¤›ml›laflt›r›c›l›¤›n›n tarihsel bir sonucu olarak ortaya ç›km›flt›r. Dolay›s›yla kalk›nma ve geliflme ayn› pazar›n iki yüzü, ayn› sürecin iki ucu ve kutubu olarak belirir. Kapitalist sanayileflmifl toplumlar›n ortaya ç›kard›klar› kapitalist kalk›nma zihniyeti, dünya ba¤lam›nda, kalk›nmakta olan ülkelerin az geliflmiflli¤ini gelifltirici ve bunun daha da devam›n› sa¤lay›c› bir araç olarak kullan›lmaktad›r (Erdo¤an, Salia 2000:160). Böylece kapitalist kalk›nma anlay›fl›n›n azgeliflmifl toplumlar için bir dönüflüm getirece¤ine olan inanç, giderek önemini kaybeder görünmektedir (Keyder 1999:39). Modernleflme-geleneksellik iliflkisi aç›s›ndan kalk›nma kavram› analiz edildi¤inde ise kapitalist toplum söyleminin bu konuda da az geliflmifl toplumlar›n kalk›nmalar›na yönelik gerçekçi çözümlemeyi üretemedi¤i görülmektedir. Eisenstadt modernleflmeye dayal› kalk›nma varsay›mlar›n›n özellikle geleneksel-modern ikilemi ile ilgili görüfllerine göre “toplum, azgeleneksel oldukça sürekli geliflmeye daha çok muktedir olur” yaklafl›m›n›n geçerli olmad›¤›n› belirtmifltir. Geleneksel biçimlerin ortadan kald›r›lmas›yla, bunun zorunlu sonucu olan yeni, uygun modern bir toplum ortaya ç›kmad›¤› anlafl›lm›flt›r. Böylece ço¤u kez geleneksel yap›n›n bünyesel farkl›laflmaya zorlanmas› ile örne¤in aile, köy, siyasal düzen-modern düzen kar›fl›kl›¤›n›n belirmesi, suç oranlar›n›n yükselmesi ve kaoslar›n ortaya ç›kmas›na neden olabilmifltir. Bu unsurlar›n geleneksel- modern ikileminin önemini kaybetmifl oldu¤unun kan›tlar› olarak kabul etmek mümkün görülmektedir. Buna göre geleneksel-modernlik ikileminin öneminin kaybolmas› gerçe¤i çerçevesinde kalk›nma kavram›na bakt›¤›m›zda onun daha çok, Bat› merkezli kapitalist yap›n›n, kendini meflrulaflt›rmas›nda ve evrensellefltirmesinde kullanm›fl oldu¤u temel bir kavram olarak görmek mümkün hale gelmektedir. Bat› kapitalist zihniyet merkezli gelifltirilen bu kavram ba¤lam›nda Bat›, siyasal ve ekonomik politikalar›n› belirleyip bunu uygulamaya geçirmektedir. Böylece bu kavramsallaflt›rma yolu ile Bat› d›fl› di¤er ülkelerin geliflmesi için o, çare olarak sunulmaktad›r. Günümüz Bat› kapitalist toplumunca gelifltirilen kalk›nman›n kültürel boyutunda emperyalizm olgusunu incelenir. Buradan hareketle kalk›nma konusunda bat›l› olmayan toplumlar, kendi gerçe¤ini yorumlama gücünden yoksunlaflt›r›larak tertiplefltirici bir yaklafl›m›n gelifltirilmesine yönlendirilirler (Erdo¤an, Salia 2000:169-172). Bat› kapitalist –liberalist toplum, kendi özgün sosyo-kültürel de¤erlerine dayal› toplumsal özelliklerini sanayileflmesinde kullanmas› sonucu bu özgün özellik unsurlar›n›, kendi sosyo-kültürel özellikleri ile uyumlu olmayan az geliflmifl toplumlara modernleflme paradigmas› ad› alt›nda kalk›nmak için bir reçete gibi sunmaktad›r. Her toplum özgün toplumsal özelliklerinin olmas› yani farkl› sosyo-kültürel unsurlara sahip olmas› sonucu “tek tip” bir kalk›nma anlay›fl›n›n, genel de tüm toplumlar için özel de ise azgeliflmifl toplumlar aç›s›ndan bilimsel ba¤lamda (ideolojik dayatma zihniyetinden uzak olarak) anlafl›l›r bir içeri¤i bulunmamaktad›r. Dolay›s›yla kapitalist toplumlar›n kendi özgün flartlar›n›n gelifltirdi¤i ekonomik ve siyasal koflullar, kapitalistleflme konusunda o zihniyetin geliflmedi¤i toplumlarda kalk›nma 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 249 etkisini yapmad›¤› görülmektedir. Kuflkusuz kapitalist-liberalist Bat› toplumun bilim insanlar›n›n (bilim ad›na “ideolojiyi” bilim gibi göstermek isteyen kesim hariç) bu durumu görmezlikten gelmeleri ihtimal d›fl› kabul edilmektedir. Buna ra¤men bu “kalk›nma” anlay›fl›n›n Bat› toplumunun az geliflmifl toplumlara empoze etmede hatta dayatmada acil ve hassas davranmalar›, onlar›n azgeliflmifl toplumlardan kaynak transfer etme merkezli bir zihniyet tafl›makta olduklar›na yönelik kuvvetli iflaretler vermektedir. Böylece Bat› kapitalist-liberal toplumca gelifltirilen “kalk›nma” olgusu günümüz koflullar›nda, 19.yüzy›ldan görünürde farkl› ama zihniyet aç›s›ndan ise, o dönemdeki “kendi d›fl›ndaki toplumlara” yönelik bak›fl›n› de¤ifltirmemifl ve bu özelli¤ini koruyan “Bat›”’n›n “ayn›” anlay›fl›n› devam ettirdi¤ini ortaya koymaktad›r. 1.2.1.1. Kalk›nma ve ‹nsan ‹liflkisi: ‹nsan; felsefî, ahlakî, hukukî ve estetik düflüncenin genel kavramlar›n›n yaflam›fl oldu¤u toplumun kültür ve zihniyet dünyas›ndan alarak, ona göre kiflili¤ini oluflturur (Bilgiseven 1995:333). ‹nsan içinde yaflad›¤› toplumun kültür-zihniyet dünyas› çerçevesinde flahsiyetini oluflturur. ‹nsantoplum, insan-sosyal grup, insan-insan, insan-eflya iliflkisinde bu flahsiyet özelli¤inin tav›r al›fllar›nda önemli belirleyicili¤i bulunur. Öte yandan da iktisat-kültür etkileflimi ba¤lam›nda iktisadî kalk›nman›n gerçekleflmesinde, onun organizasyonunun kurulmas›nda, icat ve kefliflerde hep insan olgusu, temel aktör durumundad›r. Kalk›nmada baflat rol oynayan insan› tan›mak için de, yaflad›¤› toplumu ve ait oldu¤u kültürü yak›ndan tan›mak gerekir. Gelenekleri afl›p, yenilikleri benimseyen ve sürekli yeniliklerle h›zl› de¤iflmeleri gelifltiren insanlarda, bir ölçüde yaflam›fl oldu¤u toplumun ürünüdürler. Bu yönüyle söz konusu bu insanlar, toplumlar›ndan ald›klar› kültüre yeni flekil verme konusunda da etkili durumdad›rlar (Eröz 1982:367). Kalk›nman›n bir yandan izafilik tafl›mas›, öte yandan özgün toplumsal özellikler ve bu kültüre dayal› “flahsiyetli insan”a ba¤l› olarak gerçeklefltiriliyor olmas›, kalk›nma-insan iliflkisini oldukça önemli bir konu oldu¤unu aç›kça ortaya koymaktad›r. Çünkü kalk›nman›n; sosyal boyutunun olmas›, toplumun sosyal geliflmesi ile do¤rudan ilgisinin bulunmas›, sosyalin gelifltirici temel belirleyicili¤e sahip olmas› ve ayr›ca vazgeçilmez unsurun “insan” olmas› nedeniyle, onun ana gelifltirici parametresi olarak o toplumun kültür ve zihniyet özelli¤ini tafl›yan “insan” oldu¤u söylenebilir. Bu konuyu dikkatlerinden kaç›ran toplumlar›n ise befleri kalk›nmay› gerçeklefltiremediklerinden dolay› ekonomik kalk›nmay› da gerçeklefltirmekte yetersizlik içine düflmeleri söz konusu olmaktad›r. 1.2.1.2. Kalk›nma-Sanayileflme ve Milliyetçilik ‹liflkisi: Dünya toplumlar› özellikle 18. yüzy›ldaki büyük çapl› de¤iflmelere ba¤l› olarak geliflme mücadelesi içine girmifllerdir. Bu mücadeleden de baflar›l› ç›kabilmek için de “ça¤-geliflme” etkileflimi ba¤lam›nda sanayileflmenin zarurî oldu¤u konusunda ortak bir anlay›fl›n tüm toplumlarca paylafl›ld›¤› görülmektedir. Ancak bu görüflün dünya toplumlar›nca müfltereklik tafl›mas›na ra¤men sanayileflmeyi her toplumun baflard›¤› da söylenememektir. Zimmerman toplumlar›n sanayileflmeye duyduklar› ihtiyaç ve onu gerçeklefltirmesi konusunda dünyan›n her bölgesindeki milletlerin “devlerin omuzlar› üzerinde duran cüceler” olarak gördüklerini belirterek, bu milletlerin geçmifllerinden ald›klar› ilham ve h›zla, milliyetçi düflüncelerinden ald›klar› güçlerle girifltikleri at›l›mlarla kalk›nmaya yönelmifllerdir. Bunun sonucunda ortaya ç›kan sanayileflmenin oluflumunu, “dört tip” fleklindeki kategorize edilmifltir: 6 250 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Osman fi‹MfiEK a-Tüccar-giriflimci kesimin çabalar›yla ortaya ç›kan sanayileflme b-Orta s›n›fa ve bu kesimin gerçeklefltirdi¤i organizasyonlara dayal› sanayileflme c-Devrimci liderlerce merkeziyetçi devlet sistemi yolu ile oluflturulan sanayileflme d-Milliyetçi sanayileflme (Eröz 1982:365). Kalk›nman›n en temelinde yani kalk›nman›n oluflumunu sa¤lay›c› motor gücün, milliyetçilik oldu¤u belirtilir. Milliyetçi düflünceye göre milli fert, ait oldu¤u toplumu geri kalm›fll›ktan uzaklaflt›rmaya yönelik yo¤un gayretler içinde bulunarak, ça¤a hitap eden modern devletin kurulmas›nda, ekonomik geliflmenin sa¤lanmas›nda önemli rol tafl›yan kiflidir. Bu kifli, ayn› zamanda d›flar›ya taflmaks›z›n, millî birli¤i kuvvetlendirici ve iktisadi kalk›nmay› gerçeklefltirmede baflar›y› amaç edinen kimsedir. Böylece kalk›nmada di¤er faktörler yan›nda millî duygunun da gözden kaç›r›lamayacak kadar büyük bir önem tafl›d›¤›n› belirtmek gerekmektedir (Eröz 1982:377-378 ). Günümüzde ise modern kapitalist- liberal ülkelerin kendi kültür-zihniyet dünyalar›na uygun olarak gelifltirdikleri(az geliflmifl ülkeler için) kalk›nma zihniyeti, birçok ülkede “millî sermaye” kavram›n› “ideal anlamda”, olmas› gerekenden oldukça uzaklaflt›rm›flt›r. Az geliflmifl ülkelerin kalk›nmas› için onlara özgü olarak, tekelci ve kar maksimizasyonunu sa¤lama zihniyetine göre hareket eden kapitalist-liberal düflünce merkezli “millî sermaye” kavram›, d›flla ortakl›k ve onun parças›na ba¤›ml› olarak aç›klan›r hale getirilmifltir. Bu anlay›fla göre az geliflmifl ülkelerde kalk›nma için gerekli olan sermaye birikimi; belli montaj sanayinin kurulmas›, üretim ve tüketim sanayilerinde birkaç ailenin yabanc› sermaye ile ortaklafla tekelleflmesi yoluyla gerçekleflmektedir. Bu tan›mlama ise bir toplumun geliflmesi için gerekli olan ideal anlamda ki oluflturmas› gereken sermaye birikimi anlay›fl›na uygun düflmemektedir. Kapitalist-liberal dünyan›n modernleflme ve buna dayal› kalk›nma anlay›fl›; kalk›nmas› için çok uluslu flirketler kanal› ile az geliflmifl toplumlar›n millî sermayelerini k›s›rlaflt›rarak, onlarla ortakl›klar kurarak, onlar› “uluslararas›laflt›rma” ve “geri b›rakmas›” yolu ile geliflmelerini sa¤layan bir “kalk›nma” modelini uygulamaktad›r (Erdo¤an, Salia 2000:133). Sonuç itibariyle Bat› kapitalist-liberal düflüncesinin az geliflmifl toplumlar için gelifltirdikleri kalk›nma ve onun tafl›m›fl oldu¤u zihniyet, söz konusu olan bu toplumlar için onlar›n özgün de¤erlerine dayal› “millî” bir nitelik tafl›mad›¤›ndan, bu yöndeki “sanayilefltirme” faaliyetleri a¤›rl›kl› olarak montaj sanayi fleklinde geliflmektedir. Oysa temelde sanayileflme–kalk›nma etkilefliminin, ivme kazand›r›c› unsuru “milliyetçilik” olgusudur. Daha önce belirtildi¤i gibi milliyetçilik, kendi toplumunun millî birli¤ini ve d›fla karfl› kendini koruma refleksini diri tutma amaçl› oldu¤undan, bu özellik toplumsal kalk›nmada itici, ilerlemeci bir rol tafl›maktad›r. Fakat kapitalist-liberal kalk›nma argüman›nda bu olgudan pek de söz edilmemesi, dikkatlerden kaçmamas› gereken bir konu olarak belirtmek gerekir. 2. Toplumsal Kurumlar ve Bu Kurumlar›n Kalk›nma ile Olan ‹liflkisi: Sosyoloji biliminde toplumu oluflturan temel kurumlar her yerde zorunlu olarak bulunurlar. Bunlar ayn› zamanda sosyal davran›fllar› kurumsallaflt›rd›klar›ndan, her toplumda temel evrensel sosyal gereksinimlerdir. Temel kurumlar; aile, e¤itim, inanç (din),ekonomi, siyaset ve bofl zamanlar› de¤erlendirmedir. Bunlar, kültür içinde son derece önemlidirler. Bunlar olmaks›z›n bir sosyal yaflam dü- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 251 flünülemez. E¤itim, ekonomi ve siyaset olaylar›n›n yürütülme tarz› kültürden kültüre genifl çeflitlilikler gösterir (Fichter 1990:114). Söz konusu bu kurumlar sosyo-kültürel yap›larda farkl› zihniyet tafl›d›klar›ndan dolay› farkl› insan-toplumsal eylem iliflkisini gelifltirir. 2.1. Kültür-Zihniyet Aç›s›ndan Türk Kalk›nmas›n›n, Bat› Kalk›nma Kavramlar› ile Aç›klanamama Durumu: Her hangi bir toplumsal meselenin Türk ve Bat› toplumlar› aç›s›ndan mukayeseli olarak ele al›nmas›, önemli bir bilimsel yöntem olarak kabul edilir. Toplumlar aras› “sosyal” konulu mukayeseli analizlerde, toplum-kültür iliflkisi çerçevesinde zihniyet karfl›laflt›rmas› bilimsel yönden pek ay›r›c›, aç›klay›c› bir yere sahip durumdad›r. Bundan dolay› bu bölümde, zihniyet kavram›ndan hareketle inceledi¤imiz konunun çözümlenmesine çal›fl›lacakt›r. Zihniyet; toplumsal yap›daki bütün kesimlerin sahip olduklar› de¤er yarg›lar›, tercihleri ve e¤ilimlerinin hepsini belli bir bak›fl aç›s›ndan hareketle aç›klayan bütünlükçü bir yaklafl›md›r (Ülgener 1983:19).Yine bir baflka tan›ma göre zihniyet, bir toplumsal grubun örtük referans sistemidir (Mucchielli 1991:7). Bu tan›mlar çerçevesinden hareket edildi¤inde toplumsal yap› kurumlar›, öz itibariyle toplumdan topluma farkl›l›klar arz ettikleri gibi benzerlikleri de bünyelerinde tafl›rlar. Ancak toplumsal yap› analizlerinde, belirleyici olan benzerliklerden daha çok “farkl›l›klar›n” ortaya konmas›d›r. Çünkü farkl›l›klar, bir toplumun kültürünün, baflka kültür/kültürlere karfl› özgünlü¤ünü ortaya koyar (Ülgener 1991:30). Bir toplumsal yap›daki inanç, ekonomi, siyaset, aile, e¤itim kurumlar› ayn› isimlerle baflka toplumlarda da bulunurlar. Fakat toplumlar›n özgün özelliklerini ortaya ç›karan söz konusu kurumlar›n, tüm toplumlarda “ayn› etkiyi” meydana getirdikleri söylenemez (fiimflek 2004:2). Çünkü bir toplumun özgün tarihsel, toplumsal, ekonomik ve kültürel geliflimi, baflka toplum/toplumlardaki ayn› unsurlar›n gelifliminden farkl›l›klar arz ederek bu içeriklere, o yönü ile etki eder. Bu da kurum isimlerinin ayn› olmas›na mukabil içeriklerin toplumsal zihniyete olan etkisi nedeniyle kurumlar›n; söz konusu toplumlar›n toplum-insan, toplum-toplumsal grup, toplumsal grup-insan etkileflimlerinin farkl› zihniyet içeriklerine dayal› olarak geliflmesini sa¤lamaktad›r (Ülgener 1983:20). Bunun do¤al sonucu olarak da bir toplumun geliflme dinamiklerini oluflturan toplumsal yap› kurumlar›n›n, baflka bir toplumda ayn› etkiyi gösterememe gerçe¤i ile karfl› karfl›ya kalmakt›r. Bu çerçevede Türk toplumu ile sanayileflmifl Bat› toplumlar›n›n (ki bunlar›n kendi aralar›ndaki nüanslar dikkate al›nmaks›z›n) medeniyet de¤erleri aç›s›ndan mukayeselerine giriflildi¤inde; her iki toplumun kurumlar›n› oluflturan anlay›fllar, farkl› tarihsel, toplumsal, kültürel ve siyasi geleneklerden esinlenerek biçimlendikleri için toplumsal kurumlar›n›n da fertler üzerinde farkl› etkiler yapt›klar› görülmektedir. Dolay›s›yla mukayesesi yap›lan toplumlar›n madde ve mana ya da kültür-zihniyet dünyas› ile maddeyi de¤erlendirme biçimlerinin izafilik tafl›d›klar›n› belirtmek mümkündür. Bu izafilik veya farkl›l›k, temelde Bat› kurumsal yap›s›n› oluflturan kültür-zihniyet dünyas›n›n etkisi ile oluflan kurumlar›n, Türk toplumunun kurumlar› üzerine oturtuldu¤unda (Bat› inanç kurumu de¤erlerinin Türk toplumunun inanç kurumu de¤erleri üzerine oturtulmas› gibi) daha iyi anlafl›labilecektir. Örne¤in Bat›’daki H›ristiyanl›k bazen “Bir” bazen de “Üçlü” olan bir Tanr›, yani Teslis anlay›fl›na dayal› olarak geliflmifl, insan›n›n manevi alan› da bu inanc›n çeliflik etkisine ba¤l› olarak oluflmufl ol- 6 252 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Osman fi‹MfiEK du¤u söylenebilir. Oysa Türk toplumu, tek bir Allah inanc› olan Tevhit anlay›fl›n› kabul ederek insan›n›n maddi ve manevi alan›n›, inanc›ndaki “net” olufla göre düzenlemektedir (fiimflek 2004:3). Ekonomi kurumu ba¤lam›nda ise günümüzdeki sanayileflmifl Bat› toplumlar›, kapitalist-liberalist zihniyete dayal› kâr maksimizasyonu, homo econimicus olarak tarif edilen tek boyutlu -hale dönüfltürülmüfl- maddeci insan›n tekel anlay›fl› ve tek tarafl› verimlilik art›fl› ilkelerine göre hareket eden giriflimci bireyi öne ç›karan bir karakter tafl›r (Eröz 1982:165). Söz konusu giriflimci bireyin menfaatleri, toplum menfaatlerinden önde olup toplum, kendisini bu tipteki giriflimcinin iktisadi faaliyetinin önünü açacak flekilde kurgulam›flt›r. Fakat Türk toplumsal yap›s›ndaki özgün ekonomi kurumu ne sadece bireyi (bu giriflimci dahi olsa) ne de sadece toplumun menfaatlerini öne ç›karmay› benimsemektedir. Bunlar›n her ikisinin “denge” halinde olmas›n›n gereklili¤ine inan›r. Türk toplumsal yap›s›n›n özgün ekonomi kurumu; kâr elde etmeyi, verimlili¤i art›rmay›, ticaret ve sanayinin dinamik bir karaktere sahip olmas›n›, toplumsal refah ve kalk›nma için bu ve benzeri özelliklerin gerekli ve zaruri oldu¤unu ileri sürerken, bunlar› Bat›l› ekonomi kurumunun zihniyetinden farkl› bir flekilde kabul eder. Buna göre özgün Türk ekonomi kurumu anti-tekelci, ça¤a ve zaman›n koflullar›na uygun dayan›flmac›l›¤› benimseyerek sömürme yerine adaletli toplumsal bölüflümü ve dinamik bir giriflimcilik zihniyet içeri¤ini tafl›r. Bu temel kültürel yaklafl›mla,Türk toplumsal yap› özelli¤i, hem toplumun hem de bireyin önemini kabul ederek bunlar› asla toplumsal dengesizlik ad›na birbirlerine tercih etmeyen ve her ikisine de ayn› zaman dilimi içinde önem atfeden bir toplumsal kültürel tasar›m özelli¤ini bünyesinde bulundurur (Genç 2000:72-75). Bat›l› toplumlarda siyaset kurumunun ise, kapitalist-liberal felsefenin etkileri çerçevesinde elit bir siyasal yap›n›n menfaat ve belirleyicili¤ine ifllerlik kazand›racak içerikler ba¤lam›nda hakim bir hiyerarflinin geliflti¤ini gözlemek mümkündür (Mills 1964:128). Bu siyasal anlay›fl, özellikle yöneten ve yönetilen ayr›m›na dayal› pozitivist kurgulama araçlar›n› da kullanarak, farkl›laflm›fl, seçkin bir bürokratik yap›y› da meydana getirmifltir. Bütün toplumlarda yöneten ve yönetilen ayr›m›n›n bulunmas› mümkünken, bu ayr›m›n bir “erk”li¤imi yoksa adalet ve denge çerçevesindeki “fonksiyonellik” esas›na dayal› bir toplumsal ayr›m› m› içerdi¤inin ortaya konulmas›, siyaset kurumu aç›s›ndan önem tafl›maktad›r. Türk toplumundaki siyaset kurumu, bu unsurlara dikkat edilerek tarihsel-toplumsal ve kültürel geliflimi çerçevesinde ele al›nd›¤›nda söz konusu ayr›ma “erk”lik noktas›ndan de¤il de fonksiyonellik aç›s›ndan yaklaflt›¤› görülmektedir. Böylece kurumsal yap› analizine, Bat›l› inanç ve ekonomi kurumlar› karfl›s›nda Türk toplumunun üretti¤i özgün inanç ve ekonomi kurumlar›ndaki zihniyet farkl›l›klar›na ilaveten siyaset kurumunun oluflumundaki anlay›fl fark›n› da ekledi¤imizde, flüphesiz ki iki toplum aras›nda insan, insan-toplumsal grup, toplum-insan etkileflimleri ba¤lam›nda çok farkl› özellikler tafl›yan boyutlar ortaya ç›kmaktad›r. E¤itim kurumu aç›s›ndan konu yine hassasiyet tafl›maktad›r. E¤itimin kalk›nmadaki rolü hem iktisadi hem de sosyolojik aç›dan fevkalade önem tafl›maktad›r (Eröz 1982:374).Buna göre bir toplumdaki e¤itim tarz› o toplum aç›s›nda en dikkat edilmesi gereken konular›n bafl›nda gelmektedir. Çünkü ideal kültür unsurlar›na ba¤l› olarak uygulanan bir e¤itim yöntemi, toplumun geliflmesine ve kal- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 253 k›nmas›na yol açabilece¤i gibi o toplumun gelecekte de kendi özgün kültür anlay›fl›na göre varl›¤›n› devam ettirmesinin de önününü açmaktad›r. E¤itim tarz›; belli bir kültür modeli içinde, o kültürün iktisadi, siyasî, hayat felsefesi, halk adetleri ve teknoloji seviyesi gibi çeflitli kültür unsurlar›n›n bütünsellik içinde bulunan ö¤retimini ifade eden özelliklerdir. Bu aç›dan e¤itim tarz›, ait oldu¤u kültürel sistemin bir parças›d›r. E¤itim tarz›n›n ve daha üst aflamas› olan e¤itim sisteminin ait oldu¤u kültür özelliklerinin belirleyicili¤ine ba¤l› olarak geliflmesi nedeniyle e¤itim sorunlar›n› çözümlemek için, tek tip bir metodun bulunmamas› durumunu ortaya ç›kar›r. Böylece e¤itim ile ilgili sorunlar› aflmada her ülkeye ve her zamana uyan genel bir formülün bulunmamas› söz konusu olmaktad›r (Bilgiseven 1982:53-55). E¤itim-toplumsal kültür-insan etkilefliminin toplumsal yap›lar için ciddi bir önem tafl›yor olmas›ndan dolay› konu ile ilgili olarak klasik iktisatç› –ahlakç› olan A.Smith ve neo-klasiklerden A.Marshall, insan kaynaklar›n›n öneminin fark›nda olarak e¤itim konusu üzerinde durmufllard›r. E¤itimi, yat›r›mlar›n en k›ymetlisi olarak gören A.Marshall onu “millî bir yat›r›m” olarak kabul eder. A.Smith ise e¤itimi,”sabit sermaye“ unsuru fleklinde de¤erlendirir. Toplumun maddi varl›¤›n›, iktisadî gücünü, giriflimcili¤ini dinamik tutan, ticareti gelifltiren hep “insan”d›r. Ekonomileri gelifltiren, kalk›nmay› sa¤layanlar ise a¤›rl›kl› olarak elitlerdir. Elitlerin kalk›nma konusunda elde edecekleri sonuçlar, yaln›zca kendi yetenek ve vas›flar›na göre de¤il ayn› zamanda halk›n yetiflmesi düzeyine de ba¤l›d›r. Bu yüzden kalk›nma, e¤itimden ayr› bir olgu olarak kabul edilmemektedir. Söz konusu durumu aç›klama aç›s›ndan Mümtaz Turhan, kalk›nman›n öncelikle “Birinci s›n›f ilim adam› ve teknik eleman “yetifltirmeye ba¤l› oldu¤unu belirterek, konunun kalk›nma ile birincil düzeydeki iliflkisine dikkat çekmektedir (Eröz 1982:375-377). Böylece her toplumun kültürünün di¤er toplumlardan farkl› olmas›na ba¤l› olarak “tek tip “bir e¤itim modelinin olmamas› durumu, e¤itim-kültür-kalk›nma etkileflimine göre de kalk›nman›n tek tip bir yönteminin olmayaca¤›n› ifade etmektedir. Bu duruma göre Türk toplumunun e¤itim sisteminin e¤itim-kültür-insan bilefleni ba¤lam›nda, Bat› toplumundaki bu olgulardan farkl›l›klar tafl›mas› sonucu Türk kalk›nmas›, Bat› kapitalist-liberal toplum geliflme dinamiklerinden farkl› olan bir zihniyet ile kendi kalk›nmas›n› ortaya koyabilme yetene¤ine sahip olma gücünü tafl›maktad›r. Çünkü kalk›nmada dinamik unsur olan ‘insan’, farkl› bir e¤itim–toplumsal kültür zihniyetine göre toplumlar›n kendi özgünlükleri çerçevesinde e¤itilmifl olduklar›ndan, Türk insan› da bu farkl› kalk›nma faaliyetini ortaya koyabilecek niteli¤e en az›ndan kültürel olarak sahip bulunmaktad›r. SONUÇ: Kalk›nma, büyümeden farkl› bir kavramd›r. Buna göre kalk›nma, topyekun sosyo-kültürel ekonomik yap› ile ilgili bir kavram oldu¤undan ve kültürlerin de birbirlerine göre farkl›l›k tafl›yor olma gerçe¤inden hareketle kalk›nma konusunun; toplum, kültür ve zihniyet dünyas› iliflkisi ba¤lam›ndaki benzemezliklere göre belirlenmesi zorunlulu¤unu ortaya koymaktad›r. Türkiye, a¤›rl›kl› olarak 19. yüzy›l›n ortalar›ndan itibaren giderek kültürel çözülme ve taklit yoluyla Bat›l› pozitivist düflüncenin etkisi alt›nda kalan bir toplumsal bünye özelli¤ine büründü¤ünden, kendi kültürel kodlar›na dayal› kalk›nma yaklafl›m›ndan uzaklaflm›flt›r. Kuflkusuz bu uzaklaflmada 6 254 VI. Oturum “Sivil Toplum Kurulufllar› ve Medya” Osman fi‹MfiEK Türkiye’nin millî kültürünü, zamana uygun yeniliklerle irtibatland›rma konusunda düfltü¤ü zaaf›n etkisi önemle belirtilmelidir. Bat›, özellikle 12. yüzy›ldan itibaren, 18. yüzy›la kadar a¤›r da olsa toplumsal de¤iflmelere u¤ram›fl, bu yüzy›ldaki sanayi devriminin etkisiyle birlikte belirginlik kazanan “›rk merkezli” bir milliyetçilik anlay›fl› gelifltirmifltir. Buna da “Ulus Devlet” milliyetçili¤i ad›n› vermifltir. Bu tan›mlamaya ba¤l› olarak kendi özgün toplumsal kültür temelleri etkisiyle egosantrik giriflimcilik, sömürü, tekel kâr›na dayal› y›k›c› rekabet ilkeleri çerçevesinde hep “ötekini” yok etmeye yönelik bir çat›flma kültürü meydana getirmifltir. Bütün bu unsurlar, Bat›’da ‹ngiliz millî giriflimcisi, Frans›z millî giriflimcisi örneklerindeki gibi ›rk ve madde merkezli bir milliyetçilik anlay›fl›n› ortaya ç›karm›flt›r. Oysa Türklerin toplumsal yap› kurumlar›, kendi özgün kültür merkezli zihniyet özelli¤i; insan›na dayan›flmay› ö¤ütler, hakk› olmad›¤› fleye sahip olamayaca¤›n› bildirir, insan ve kaynak istismar› ile bunlar›n sömürüsünü yasaklar. Ayr›ca da meflru kâr haddini, gelifltirici rekabeti ve anti tekelcili¤i benimseyen bir adalet- ahlak-ekonomi-toplum iliflkisini, toplumsal geliflmenin temel dinamikleri olarak belirtir. Toplumsal kurumlar›m›z, kendisinden baflka kültür ve milletlerin de yaflama hakk›na sahip olduklar›na inanan ve onlar›n farkl›l›klar›n› kabul etmek suretiyle onlar› “öteki” olarak görmeyen, yok etme ve çat›flma kültürü yerine hoflgörü ve bütünlefltirici bir zihniyete dayal› sanayi ve giriflimcilik faaliyeti ile bunlar› çepeçevre saran bir siyaset yaklafl›m›n› gelifltirerek, kendi özgün “kültür merkezli” bütünlefltirici milliyetçilik anlay›fl›n› ortaya koyar. Bu çerçevede de, Türk toplumunun söz konusu özgün toplumsal kurum zihniyet özellikleri ile Bat› toplumsal kurum zihniyet özelliklerinden farkl› bir “toplumsal kalk›nma” modeline sahip oldu¤u aç›kt›r. Yak›n geçmiflten bafllayarak (19. yüzy›l›n ikinci yar›s›) kültürel çözülme ve taklit yoluyla kültürel açmaza düflen Türk toplumu, toplumsal kalk›nma için (maddi kültür modelleri evrenseldir, ortakt›r) zihniyet dünyas›n›, tek boyutlu bir flekilde Bat› kültürünü referans alarak oluflturmufltur. Milli kalk›nmas›n› da bu toplumsal yap›n›n tek boyutlu hale gelen (maddî) kurumsal özelliklerine göre düzenleme ilkesini benimsemifltir. Oysa toplumsal kalk›nmada itici güç, temelde toplumun kültür dünyas›d›r. Türk toplumunun millî kalk›nmas›n› gerçeklefltirebilmesi ancak; ›rk merkezli, tek boyutlu, egosantrik Bat› “Ulus Devlet” milliyetçilik ilkeleri yerine kendi millî kültüründe ki mevcut bütüncül yönü öne ç›karan, madde ve manaya bu çerçeveden yaklaflan millî bir zihniyetle; ça¤› anlayan, yeni ve özgün kavramlar üretilerek bir “bilgi kalk›fl›” sa¤lanmas›yla mümkün olabilecektir. Türk millî ayd›n›n›n Bat› toplumu kalk›nma kavramlar›na ba¤l› kalarak Türk kalk›nmas›n› aç›klama çabalar› yaklafl›k 100 y›ll›k bir süreden bu yana Türkiye’yi tam istenilen noktaya yükseltemedi¤i gibi Bat› zihniyet içerikli kavramlar, çeflitli politikalar yoluyla ba¤›ml›l›¤› daha da art›r›c› bir etkiyi ortaya ç›karm›flt›r. Bu durum Türk kalk›nmas›ndaki Bat› milliyetçilik zihniyetini içeren kalk›nma kavramlar›na teslimiyetçi de¤il flüpheci yaklaflmay› zorunlu k›lmaktad›r. Buna göre, Türk sosyal bilimcisi ve millî ayd›n›n›n öncelikli görevi, kendi tarihsel-toplumsal-kültürel ve ekonomik özelliklerini dikkate alan bir “bilgi kalk›fl›” ile millî kalk›nmay› sa¤lamak, kendi kültürüne güven duyan bir yaklafl›mla Türk kültürünü ça¤a uyarlayan yorumlar gelifltirmek ve böylece Türk milletini 21. yüzy›la haz›rlamakt›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 255 KAYNAKÇA Ad›var, A. Adnan; Tarih Boyunca ‹lim ve Din (Bilim ve Din), Remzi Kitapevi, 5.Bask›, 1994, ‹stanbul. Bilgin, Vedat; Bürokrasinin Nihaî Projesi: Avrupa Birli¤i, Siyaset ve Toplum, Üç Ayl›k Dergi, K›fl 2005, Say›:1, Ankara. Bilgiseven, Amiran Kurtkan; ‹ktisat Sosyolojisi Aç›s›nda E¤itim Yolu ‹le Kalk›nman›n Esaslar›, Divan Yay›nlar›, 3.Bask›, 1982, ‹stanbul. Genel Sosyoloji, Filiz Kitapevi, 5. Bask›, 1995, ‹stanbul. Dobb; Maurice; Kapitalizm Dünü ve Bugünü, ‹letiflim Yay›nlar›, 3. Bask›, Çev. Feyza Kantur, 1999, ‹stanbul. Erdo¤an, ‹rfan-Salia, D.Victoria; Kapitalizm, Kalk›nma, Postmodernizm ve ‹letiflim, Sömürünün Paketlenifli, Erk Yay›nc›l›k, 2000, Ankara. Erkal, Mustafa E.; Bölge Aç›s›ndan Az Geliflmifllik, Der Yay›nlar›, 2. Bask›, 1990, ‹stanbul. Eröz, Mehmet; ‹ktisat Sosyolojisine Bafllang›ç, Filiz Kitapevi, 3. Bask›,1982, ‹stanbul. Gasper, Des; Kalk›nma Ahlak›: Yeni Bir Alan M›? “Piyasa Güçleri ve Küresel Kalk›nma”, Edi: Rence Predergast,Francessteward, Çev. ‹dil Eser, Yap› Kredi Yay›nlar›, 1995, ‹stanbul. Gellner, Ernest; Milliyetçili¤e Bakmak, ‹letiflim Yay›nlar›, 1998, ‹stanbul. Genç, Mehmet; Osmanl› ‹mparatorlu¤unda Devlet ve Ekonomi, Ötüken 2000, ‹stanbul. Hoselitz, Bert F.; Sociological Aspect of Economic Growth, Current Thought Series, Private Ltd., 1960,Bombay. ‹lkin, Ak›n; Kalk›nma ve Sanayi Ekonomisi, ‹stanbul Üniversitesi Yay. No: 3487, Yön Ajans, 5. Bask›, 1988, ‹stanbul. Keyder, Ça¤lar; 1990’larda Türkiye’de Modernleflmenin Do¤rultusu, Türkiye’de Modernleflme ve Ulusal Kimlik, Edi. Sibel Bozdo¤an, Reflat Kasaba, Tarih Vakf› Yurt Yay›nlar›, 2. Bask›, 1999, ‹stanbul. Manisal›, Erol; Geliflme Ekonomisi, ‹stanbul Üni. ‹ktisat Fak. Yay. No: 2446, Güryay Maatbac›l›k, 1978, ‹stanbul. Mills, C. Wright; The Sources of Societal Power, Social Change Sources, Patters And Consequen Ces, Edi: By Amitai Etzioni And Eva Etzioni, Basic Boks, Inc Publis Hers, 1964, Newyork–London. Mucchielli, Alex; Zihniyetler, Çev. A. Kotil, Cep Üniversitesi, ‹letiflim Yay›nlar›, 1991, ‹stanbul. Parsons, Talcott-Smelser, Neil; Economy And Society, Routledge, Kegan Paul, 1984, Boston, Melborn, Hesley, London-England. fiimflek, Osman; Türk Kobi’lerinde Sermaye Birikiminin Kültür Temelleri, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enistitüsü, Yay›nlanmam›fl Doktora Tezi, 2004,Ankara. Topçu, Nurettin; Kültür ve Medeniyet, Bütün Eserleri 9, Dergah Yay›nlar›, 1998, ‹stanbul. Ülgener, F. Sabri; Zihniyet, Ayd›nlar ve ‹zm’ler, Deneme ve Araflt›rmalar, Mayafl, 1983, Ankara. Millî Gelir, ‹stihdam ve Büyüme, Filiz Kitapevi, 6. Bask›, 1986, ‹stanbul. ‹ktisadî Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyas›, Der Yay›nlar›, 1991, ‹stanbul. 6 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 257 19 Mart 2005 Cumartesi 7. OTURUM Tarih ve Kimlik Oturum Baflkan›: Prof. Dr. Mehmet ÖZ 7 KONUfiMACILAR Mehmet ÖZDEN : Kemalizm Üzerine Adem KARA : ‹ttihat ve Terakki Gerçe¤i Yücel ÖZTÜRK : Tarih ve Zihniyet 258 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” KEMAL‹ZM ÜZER‹NE Mehmet ÖZDEN* ‹smet ‹nönü ,‹nönü harplerinde Bursa’dan dönmekte olan bir kafileyi durdurarak içlerindeki subaylar› bir kenara çeker ve flunlar› söyler: ‘‹çinde bulundu¤unuz vaziyeti bilesiniz. Padiflah düflman›n›zd›r. Yedi düvel düflman›n›zd›r. Bana bak›n,kimse iflitmesin,millet düflman›n›zd›r.’1 ‹smet Pafla’ya yukar›daki ifadesinden dolay› halk düflman› etiketi yap›flt›r›lamaz. Üstelik o Türkiye’yi ‹kinci Dünya Savafl›’na sokmamakla halk›n› düflündü¤ünü ispatlam›flt›r Ancak CHP ile halk aras›ndaki iliflkilerin politik ve kültürel tarihi , ‹smet Pafla’n›n 1920 lerde yapt›¤› mahrem konuflmay› konjonktürel olmaktan ç›kar›r. Kemalizm halkç›l›k paradoksuyla maluldur ve CHP nin tarihi, halk taraf›ndan u¤rat›ld›¤› ma¤lubiyetler aç›s›ndan istikrarl› bir tarihtir. Mezkur halkç›l›¤›n s›n›rlar› Kemalist ideoloji ile kemalist sosyoloji aras›ndaki gerilimce tayin edilmifltir. Kemalist sosyolojiden kast›m Cumhuriyeti kuran kadrolar›n toplumsal özelli¤idir. Kemalist ideolojinin ise Türk cumhuriyetçili¤inin resmi söylemi oldu¤unda flüphe yoktur. Kemalizmin ideolojisi ve sosyolojisi aras›nda , bask›n olan›n kemalist sosyoloji oldu¤u ve bu sosyolojinin kemalist ideolojiyi belirledi¤i bir vak›ad›r. Baflka bir ifadeyle,kemalizmin milliyetçilik,cumhuriyetçilik ,halkç›l›k gibi düsturlar› modern-evrensel ilkelere at›fta bulunurken kemalist sosyoloji yerli ve Türkiye’ye özgü bir toplumsal yap› arz etmifltir. Zaten kemalizm siyasal tarih aç›s›ndan,saray ile bürokrasi aras›ndaki mücadelede bürokrasinin nihai zaferini temsil eder. Dolay›s›yla kemalizmi, kemalistleri hesaba katmaks›z›n salt bir ideolojik metin olarak mütalaa etmek eksik bir çaba olacakt›r. Di¤er yandan Halk Partisi ile halk aras›ndaki kültürel-siyasi so¤ukluk o partinin münevverlerince de görülmüfltü. Bunlardan biri,CHP Halktan Nas›l Uzaklaflt›? Bafll›kl› bir yaz› kaleme alan Turan Günefl’dir. Bir di¤eri ise benzer gözlemlerini edebiyat vas›tas›yla aktaran Sabahattin Ali’dir. Onun Ses hikayesi yol amelesi Sivasl› Ali’nin konservatuar maceras›n› anlat›r. Hikayenin tamam›ndan ç›kan bir netice, kemalist elitin halka yönelik tavr›nda sadece otantiklik aray›fl›n›n de¤il Bat›c›l›¤›n da bask›n oldu¤unu gösterir. Bat›l› kavramlar›n Bat› d›fl›ndaki maceralar›nda kemalizmin çekti¤i s›k›nt›n›n benzerlerine rastlan›r. Devrim arifesinde bolflevik önderli¤in Rusya’da olup bitenlere karfl› teoriyle ; Marx’›n öngördü¤ü bir burjuva devrimi safhas›na dair yaz›lar›yla yani ifli kitab›na uydurmakla, pratik yani Rusya’n›n kendi(farkl›) gerçekli¤i aras›nda nas›l s›k›flt›klar› bilinen bir gerçekliktir. Kemalistlerin Türk toplumsal yap›s› ve siyasal kültürüyle kurduklar› ba¤lar›n Bat›l› de¤erler ile kurduklar› temas› belirledi¤ini iddia etmek ,Rusya’dakine benzer bir durumun Türkiye’de izlenebilece¤ini söylemek demektir. Kemalistler flüphesiz doktrin müptelas› olmamakla Bolfleviklerden ayr›l›r. Kemalistler kimlerdir? Kemalistler Türkiye Cumhuriyetini,Türk ulus devletini kuran kadrolard›r. Baflat tarihsel rolleri budur .Ayr›ca onlar ‹ttihatç›lard›r. Toplumsal konum ve siyasal davran›fl itibar›yla küçük burjuva milliyetçilerdir. Küçük burjuvazinin Osmanl›ca karfl›l›¤› mektepli Osmanl› me* Hacettepe Üniversitesi, Tarih Bölümü 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 259 murlar›d›r. Etkili ço¤unlu¤u imparatorlu¤un Balkan topraklar›nda bulunmufl ve buralardaki geliflmeler onlara politik bir kimlik kazand›rm›flt›.2 Mesleki flikayetleri, fi. Mardin’in de bir çok kez iflaret etti¤i gibi diplomalar›n› ödüllendirmeyen patrimonyal Osmanl› sistemine yönelmiflti. Jön Türkler bu geleneksel kusurdan sultan› sorumlu tuttular. Son tahlilde Osmanl› idaresi,kendilerini Osmanl› alt s›n›flar›n›n temsilcisi gibi gören e¤itimli memurlar› nezdinde anakronikleflmiflti. ‹lkiyle birlikte dillendirilen daha siyasi bir flikayet,Rus çar› ve ‹ngiltere kral› Reval’de Osmanl› topraklar›n› bölüflmek için toplanm›flken,padiflah›n mabeyn oligarfliyle fesat çevirmesiydi. Mülkün bekçisi imaj› art›k padiflah için geçerli bir imaj de¤ildi. Bu iki flikayet, hürriyetçilik ve milliyetçili¤e tekabül etti ve Jön Türklerin kimi zaman flaibeli siyasi giriflimlerini meflrulaflt›rmalar›na imkan verdi. Osmanl› memuriyetin daha genel bir tarihi, onlar›n Osmanl› yönetim cihaz ve kültürünün mirasç›s› olduklar›n› ve halka bak›fllar›nda bunun çok önemli etkilerinin oldu¤unu hat›rlat›r. Zaten bürokrasi do¤as› gere¤i devlet içinde varl›k kazanan bir kategoridir ve devleti güçlendiren dinamikler bürokratik etkinli¤i de güçlendirir. Osmanl› son döneminin tarihi bir çöküfl tarihidir; bu tarih bürokrasinin devletçi-korumac› reflekslerini güçlendiren ve bürokratik eyleme milliyetçi bir ideoloji sa¤layan tarihtir. Baflka bir deyiflle Cumhuriyet halkç›l›¤› Cumhuriyet bürokrasisinin sosyolojik ve tarihi özellikleriyle flartland›r›lan bir halkç›l›kt›r. Di¤er yandan kemalistlerin toplumsal hikayeleri Tanzimat ve Genç Osmanl›lara nazaran halkç› motifler tafl›r. Saray ve konak toplumunun d›fl›ndad›rlar,daha ziyade mektebin ürünüdürler. Arafdad›rlar;kona¤›n alt›nda halk›n üstünde bir yerdedirler. Siyasi tarihin kültürel sosyolojiler taraf›ndan flekillendirildi¤ini ima eden bu görüfl, beraberinde flu neticelerin tart›fl›lmas›n› içerir: 1 .Sözgelimi konak ,Osmanl› saray›n› ve sarayda temsil edilen iktidar biçimini meflrulaflt›ran ve do¤allaflt›ran bir toplumsal mekand›. Osmanl› sultanlar›n›n ricalle kurduklar› evlilik iliflkileri,tarikat ba¤lant›lar›,hay›r iflleri de iktidar›n meflrulaflt›r›lmas›na hizmet eden do¤al giriflimlerdir.3 Bu tür inisiyatiflerin sultan›n kullar›na dönük yüzü, do¤rudan ya da dolayl› yak›n iliflkiler vas›tas›yla,kona¤›n saray›n küçültülmüfl kopyas› olmas› sebebiyle sultan›n kullar›ndan bekledi¤i davran›fllar› üretme kapasitesiydi. Sonuçta sadakat bu kapasitenin bir ürünü olarak üretilebilmekteydi. Baflka bir ifadeyle,sultan bürokrasinin etkili ve az say›daki üyelerini kontrole dayal› bir sadakat stratejisi izlemekle yetinebilirdi. 1908 Jön Türk devrimi bu stratejinin miad›n› doldurdu¤unu ispatlad›. Onlar Selanik’de görece uzaktayd›lar,konak yaflant›s›n›n de¤il mektebin ürünüydüler ve sultana de¤il vatan’a sadakat gösteriyorlard›. 2. Bürokrasi ile saray aras›ndaki güç iliflkilerinin tarihinde birincinin lehine bir kayma yafland›¤› gibi bürokratik güç temerküzü ayr›ca istikrar kazanarak kurumlaflt›. 1908 meflrutiyetini 1923 cumhuriyetinin takip etmesi bürokrasinin nihai egemenli¤i aç›s›ndan son noktan›n konulmas› demekti. Di¤er egemenlik türleri gibi bürokratik egemenli¤in de meflruiyet ihtiyac›n›n giderilmesi önemliydi. Bürokrasinin varl›k kazanmas› saraya(istibdad) Karfl› bir mücadelenin içinden gerçeklefltirildi¤i için meflruiyet referanslar›n›n farkl› olmas› kaç›n›lmazd›. Bunlar bafll›ca ikidir:hürriyetçilik(önce meflrutiyetçilik sonra cumhuriyetçilik)ve milliyetçilik(önce Osmanl› sonra Türk). Bu iki ilke halkç›l›¤a aç›k ilkeler olmufltur. Meclis sultan›n yetkilerini k›s›tlayan,milletin ve halk›n iradesinin tecelligâh› olarak yeni meflruiyet ilkelerinin kurumsal karfl›l›¤›d›r. 7 260 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Mehmet ÖZDEN 3.Osmanl›-Türk hürriyetçili¤i (milliyetçi¤i, halkç›l›¤›) hürriyetin (milletin, halk›n) kontrolünü içermifltir. Bu kontrolcülük Jakobenli¤in özüdür. G.Lefebvre’nin Frans›z jakobenli¤ine dair ifadeleri ‹ttihatç›-Kemalist kadrolar için aç›klay›c›d›r: ‘Jakobenler aç›k seçik biçimde flu düflüncede olmufllard›r:Demokrasi yönlendirilmelidir ve kitlenin spontan yar›fl›na körü körüne güvenilemez. Robespierre halk›n her zaman iyi olan› istedi¤ini ama bu iyiyi her zaman göremedi¤ini söylemifltir. Halk›n her zaman iyi olan› istedi¤i düflüncesi iyimserliktir. Ve Jakobenlerin halk› ayd›nlatman›n ve asl›nda yönetmenin gerekli oldu¤unu düflünmeleri için halk›n her zaman iyi olan› görememesi yeterlidir.’4 Jakobenlerin halka yönelik tedirginlikleri toplumsal konumlar›nca desteklenmifltir. Fransa’da ve baflka yerlerde Jakobenlik,ülkeler aras›ndaki modernlik farklar› bir yana, saray›n alt›nda ve fakat halk›n üstünde yer alan küçük burjuva unsurlar›n siyasi radikalizminden kuvvet alm›flt›. Jakobenli¤i besleyen küçük burjuvazi,aristokrasi yada kiliseye nazaran tarihsizdir;yani onu belirli bir flekilde davranmaya mecbur eden tarihsel referanslardan mahrumdur. Küçük burjuvazi davran›fl özgürlü¤üne sahiptir. Yaflayarak tecrübe edecektir. Geçmifle de¤il gelece¤e bakmaktad›r. Gelece¤in (toplumunun) inflas› onun görevidir ve bu görev her biri bir soyutlaman›n ürünü olan modern kavramlar›n rehberli¤inde yürütülecektir. Jakobenler tarih ve kültürün karfl›s›na kavramlar› ve siyaseti koymufllard›r. Rousseau ya da Marx onlar için salt düflünce tarihinin önemli simalar› de¤il, ideal toplumun vaizleridir. ‹deal toplum Jakoben bir ütopyad›r;ideal toplumun infla süreci ilkin insani her fleyin politik de¤erine göre s›n›fland›r›lmas›n›, Carl Schmitt’in ifadesiyle siyasi ilahiyat konusu yap›lmas›n› içerir. Jakoben dil bu yüzden modern-seküler kavramlara mistik bir içerik yüklemifltir. Jakoben siyasetin halka dönük yüzü ise do¤rudan de¤il dolayl› bir iliflkiyi öngörür. Onlar halk›n kendileri de¤il öncüleridir. Kulüp, cemiyet,f›rka jakoben öncülerin saray ile Üçüncü s›n›f, devlet ile millet aras›na yerlefltirdikleri örgütlerdir. Türk jakobenli¤inde bu ‹ttihat ve Terakki ile CHP’ye tekabül eder. Kadro dergisi ad› itibar›yla bilhassa Türk ink›lab›n›n as›l ihtiyac›n›n vurgular.1930 lar›n kemalist teorisyenlerinden Tekin Alp milli hakimiyet ilkesinin Türkiye uygulamas›ndaki farkl›l›klardan bahseder. Ona göre ’Millet vas›tas›yla ve millet için’ sözüne ‘kadrolardan dolaflarak’ ilavesini yapmak gerekmekteydi.5 Devletle millet aras›nda bir rab›taya ihtiyaç vard›; o da partiydi.6 Türkiye bu aç›dan Avrupa’dan farkl›yd›: ‘..Di¤er demokratik memleketlerin hepsinde,milleti idare eden seçkin zümre ,bizzarur müntehibler kitlesinin tesiri alt›nda bulundu¤u halde,Türkiye’de idare eden zümre müntehibler kitlesini kendi tesiri alt›nda tutmaktad›r. Kemalist Türkiye’de zimamdarlar,bir harb meydan›ndaki ordu kadrolar›n› and›r›rlar. Bu kadrolar filan veya falan alay›n,yahud taburun keyfine,yahud menfaatine göre tanzim edilmek zorunda kald›¤› takdirde vaziyet ne olur?’7 Türkiye’de halkç›l›¤›n fikir tarihi,toplumsal ve siyasi tarihi ile birlikte mütalaa edilmelidir. ‹ttihat ve Terakki’yi iktidara tafl›yan populist süreçler ayn› zamanda halk›n keflfini de içermifltir. Halk,Osmanl› üst dilinde munis bir ötekiydi,flehir hayat›n›n getirdi¤i kibarl›k standartlar›n›n d›fl›nda kalmakla belirleniyordu. Bu üst dil,Osmanl› toplumsal hiyerarflisinde üst s›n›flar›n diliydi. fiimdi ise Osmanl› alt s›n›flar›n›n siyaseten yükselme arzular›na paralel olarak dil de¤iflmifl ve geleneksel kültürel ayr›mlar kat› bir ideolojik yorumlamadan geçirilmiflti. Ziya Gökalp yeni bak›fl›n sözcü ve te- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 261 orisyenlerinden biridir. Halka Do¤ru dergisinde(Bu dergi de ismi itibar›yla Kadro dergisi gibi manidard›r) yeni bak›fl› yans›t›r: ‘Her milletin iki medeniyeti var: resmi medeniyet,halk medeniyeti. Baflka kavimlerde resmi medeniyetle halk medeniyeti o kadar aç›k suretle ay›rd edilmez. Türklerde ise bu ayr›l›k ilk bak›flta göze çarpar. Türklerde resmi lisandan, resmi edebiyattan,resmi ahlaktan, resmi hukuktan,resmi iktisadiyattan,resmi teflkilattan büsbütün baflka bir halk lisan›,halk edebiyat›, halk ahlak›, halk hukuku, halk iktisadiyat›, halk teflkilat› vard›r. Bu hadisenin sebebi Türklerin kendi müesseselerini yükseltmek suretiyle bir medeniyet ibda etmek yoluna gitmeyip yabanc› milletlerin müesseselerini itinam ve onlardan yapma bir medeniyet terkip etmeleridir.’8 Bu bak›fl›n detayland›r›lmas› Osmanl› üst kültürünün , dilinden musikisine kadar yapayl›k, kozmopolitlik ve anti-türklükle itham edilmesini getirmifltir. Nitekim Ömer Seyfettin, put k›r›c› bir makalesinde Fuzuli’den Abdülhak Hamit’e kadar birçok flairi halk dili yerine Enderunca yazmakla itham etmifltir.9 II.Meflrutiyet döneminin erken Türk milliyetçili¤ini kayg›land›ran fley, Balkan milliyetçili¤inde bulunan söz gelimi Bulgar›n bulgar olmas›na mukabil Türkün türk olmamas›, milliyet bilincinin imparatorluk bilinci taraf›ndan gölgelenmesiydi. Dolay›s›yla halk›n keflfi, Türk milliyetçili¤ine toplumsal bir zemin kazand›rma çabas›yla iç içe geçmiflti. Türk halk› potansiyel Türk milletiydi ve saray kültürünün d›fl›nda bir mecrada infla edilecek ve güzideler bunun için halka gideceklerdi. Bu tart›flman›n anlam›, Meflrutiyet türkçülü¤ünde Cumhuriyet’e devredilen anti-Osmanl› ögelerin varl›¤› ve bunlar›n ideolojiye dönüflmesidir. Kemalizmin bütüncül bir analizi halkç›l›k kadar laikli¤in de önemsenmesini gerektirir. Laiklik muas›r medeniyet ideali, pozitivizm gibi temalar etraf›nda belirlendi¤i için mevcut halk›n dönüfltürülmesini öngörmüfltür. Dolay›s›yla laiklikle halkç›l›¤›n reel tarihi eflitler aras› ve pozitif bir iliflkinin tarihi olmam›flt›r. Neticede Türkiye Cumhuriyeti 1923 de siyaseten, 1950de de toplumsal olarak kurulmufltur. 1923 sonras› nas›l modernleflmenin kontrol edilebilir bir süreç olmad›¤›n› gösterdi¤i gibi, 1950 sonras› da halkç›l›¤›n tek bafl›na yeterli olmad›¤›n› ihsas etmifltir. 7 262 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Mehmet ÖZDEN D‹PNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7 8 9 17 May›s 1968, Ulus'dan aktaran Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonras›, 1919-1946, Ankara:Do¤an yay.1971, 26. Erik Jan Zürcher iki makalesi Kemalist kadrolar›n ortak yönlerine dairdir. Bunlar Türkiye Cumhuriyetinin Osmanl› Miras›:Yeni Bir Dönemsellefltirme Denemesi (45-63) ile Jön Türkler:S›n›r Bölgesinin Çocuklar› (139-155) d›r. Makaleler Savafl, Devrim ve Uluslaflma, Türkiye Tarihinde Geçifl Dönemi (1908-1928) , çev.E.Ayd›no¤lu, ‹stanbul:Bilgi Üniversitesi yay.2005 bafll›kl› kitapta yay›nlanm›flt›r. ‹ktidar›n meflrulaflt›rma araçlar›n› II. Abdülhamid özelinde tart›flan bir inceleme için Selim Deringil, ‹ktidar›n Sembolleri ve ‹deoloji, II.Abdülhamid Dönemi(1876-1909, çev.G.Ç.Güven, ‹stanbul:Yap› Kredi yay.1999. Gerard Maintein, Jakobenler, çev ‹.Yerguz, ‹stanbul:‹letiflim yay., 2005, s.11-12. Tekin Alp, Kemalizm, ‹stanbul:Cumhuriyet matbaas›, 1936, s.74. Alp, Kemalizm, s.74 Alp, s.222. Gökalp,'Halk Medeniyeti',Halka Do¤ru,say› 14(1329),s.107. Ömer Seyfettin 'Türkçeye Karfl› Enderun'ca',Türk Sözü,Say› 4 (1 May›s 1330), s25-27. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 263 OSMANLI DEVLET‹NDEN TÜRK‹YE CUMHUR‹YET‹NETÜRK K‹ML‹⁄‹N‹N OLUfiTURULMASINDA TAR‹H‹N YER‹ VE ÖNEM‹ – ‹TT‹HAT VE TERAKK‹ GERÇE⁄‹ Adem KARA* G‹R‹fi Osmanl›’n›n afliretten imparatorlu¤a do¤ru geliflen devleti içinde bulunan etnik unsurlarda buna paralel geliflme kaydetmifltir. Zaman içerisinde devletin asli unsuru olan Türklerin bu asliliklerini yitirdiklerini ve toplum içinde göz ard› edilen bir s›n›f durumuna düflürüldü¤ünü görmekteyiz. XVIII ve XIX. yüzy›lda yaflanan tüm olumsuzluklar ve imparatorlu¤un düflmüfl oldu¤u bu halden ç›k›fl için aranan çözümler, XX. yüzy›l›n bafl›ndan itibaren Türk Milliyetçili¤ini en önde gelen kavram haline getirirken, Türkleri ve Türklü¤ü asli unsur haline getirecektir. Kemal Karpat eserinde1 Türk milliyetçili¤inin üç ayr› kimlik de¤iflimi safhas›ndan geçti¤ini belirterek bunlar› flu flekilde ifade etmektedir. Birinci uzun tarihi safha (1865–1908) özel planlanm›fl bir süreç olmay›p artan iletiflim ve okuryazarl›¤›n ve yeni elitlerin yükseliflinin bir yan ürünüdür. Kimlik de¤iflimi süreci bu elitler aras›nda bafllam›flt›r. Bunlar›n eski kimli¤i etnik kökene bak›lmaks›z›n, devletle iliflkileri ve Osmanl›c›l›klar› taraf›ndan belirlenmiflti ve buna, bunlar›n ortak amaç olarak ilerlemeyi veya ça¤dafl medeniyeti bir ideoloji olarak benimsemifl olmalar›n› eklemek gerekir. Kimlik de¤ifliminin ikinci safhas› II. Meflrutiyetin ilan›ndan sonra ‹ttihat Terakkinin iktidara gelmesi ve Osmanl›-Müslüman düzeninin sembolü olan Abdülhamit’in 1909’da tahttan indirilmesinden sonra bafllam›flt›r. ‹ttihat Terakki, Türkçülü¤ü benimseyen veya destekleyen gruplara aç›k seçik bir etnik Türkçü politikas› olmasa da, destek sa¤lam›flt›r. Jön Türklerin uygun etnik kimlik aray›fllar› s›ras›nda s›n›f mülâhazalar› da önemli bir rol oynam›flt›r. S›radan Türkler “kendi” devletlerinde en yoksul, en azgeliflmifl etnik gruptular. Jön Türkler, kozmopolit bir Osmanl›-Müslüman cemaatine hizmet etmektense, devleti milletin hizmetine koflmaya ve etnik Türk’ü milletin temeli yapmaya karar verdiler. Türk milliyetçili¤inin geliflmesinde üçüncü safha, Cumhuriyetin iki ayr› döneminde yer alm›flt›r: 1923–30 ve 1930–46. Cumhuriyet, Türklerin üçlü kimli¤i sorununu kuca¤›nda bulmufl ve tepeden inme kararlarla halletmeye çal›flm›flt›r. Osmanl›-‹slam geçmiflini inkâr etmifl ve soy ve nesebin Türklerin siyasi kimli¤inin temeli oldu¤una karar vermifltir. Ne var ki, devlet gücü bile her fleyi de¤ifltiremez. Osmanl› geçmifli ile ça¤dafl Cumhuriyet aras›nda temel toplumsal, ideolojik, kültürel ve tarihî devaml›l›klar kalm›flt›r. Dolay›s›yla, Türkiye'de sonu gelmez bir kimlik bunal›m› yaflanm›flt›r; kimi gruplar sadece ‹slâm'› vurgularken, kimi Osmanl› geçmiflini, büyük ço¤unluk ise Cumhuriyetin ilke ve doktrinlerini benimsemifltir. Devlet baflta olaylar› izleyen bir vaziyet tak›n›rken, sonunda "reform"dan yana tav›r alm›fl ve "laikli¤i" ilkesi ve inanc› yapm›flt›r. Devlet 1932'de Halkevleri'ni yaratm›fl ve "hars"›n, yani Türk Ocaklar›n›n Türk kültürüne iliflkin ‹slâmî-tarihî anlay›fl› yerine tamamen laik bir halk kültürünü getirmifltir. * Dr., Abant ‹zzet Baysal Üniversitesi, E¤itim Fakültesi 7 264 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Adem KARA 1- OSMANLI DÖNEM‹NDE TÜRK K‹ML‹⁄‹ Küçük gruplar halinde Ön Asya’ya inmifl olduklar›n› tespit etti¤imiz Türklerin, yerlefltikleri bu bölgede XI. yüzy›lda büyük bir güç olarak teflekkül etmifl olduklar›n› görürüz. 1071 sonras›nda Anadolu’nun fethinin bafllamas› ile yepyeni bir süreç bafllam›flt›r. Anadolu Selçuklu Devleti’nden sonra ayn› co¤rafya’da bu kez pek çok beylik ortaya ç›km›flt›r ki bunlardan birisi de Osmanl›lard›r. ‹slam›n gaza ananesiyle güçlenen ve arkalar›na di¤er beyliklerin deste¤ini alan Osmanl›lar çok k›sa sürede bu co¤rafyan›n hâkimi olabilmifllerdir. Özlerinde tafl›m›fl olduklar› pek çok müspet hususiyet sayesinde s›n›rlar›n› sürekli flekilde geniflletmifl, idareleri alt›ndaki halk› da ça¤dafllar›na nazaran daha rahat ve mutlu yaflatm›fllard›r. XV. ve XVI. yüzy›lda art›k Asya, Avrupa ve Afrika’n›n önemli bir bölümünü elde etmifl olan Osmanl› bir imparatorluk hüviyetine bürünmüfltür. Osmanl›lar›n, Asya’dan getirdikleri Türk hususiyetlerinin Anadolu ve Ön Asya’n›n di¤er yörelerindeki yerli ve faydal› unsurlarla ahenk içinde oluflmas›, kaynaflmas› uzun bir süreç içerisinde gerçekleflmifltir. XIX. yüzy›l bafllar›na kadar Osmanl› Türk’ü içinde yaflad›¤› topluma iki tarihi olay noktas›ndan bak›yordu. Bunlardan birincisi, ‹slamiyet’in do¤uflu yani ‹slam tarihi; di¤eri ise Osmanl› hanedan›n›n ve Osmanl› ‹mparatorlu¤unun ortaya ç›k›fl› idi. ‹kisi aras›ndaki ba¤lant› Selçuklu Türklerinin istilalar› ile önce ‹ran’da daha sonra ise Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluflu ile sa¤lanm›flt›2. O¤uzlar, bat›ya göçleri s›ras›nda Türkmen olarak adland›r›lmaya bafllam›fllard›r. Türkmen tabiri önceleri yar› göçebe ve yar› yerleflik ve sonrada yerleflik O¤uzlar için kullan›lm›flken zaman içerisinde baz› bölgelerdeki göçebe O¤uzlara da Türkmen denilmiflse de bu bir süreç içerisinde gerçekleflmifltir. Nitekim Osmanl›’ya bakt›¤›m›zda zapt-u rapt alt›na alm›fl oldu¤u “Türkmen” ve “Türk”lere “etrâk-› bi idrâk” olmay› reva görmüfltür. Osmanl›, ehlilefltirmifl olduklar›na Türkmen denilmesi gelene¤ini sürdürürken, “O¤uz’lu”¤u kendisine ay›rm›flt›r3. Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nda Türklerin ‹slam öncesi tarihleri ilgi görmemifltir. Osmanl› ‹mparatorlu¤unda toplumdaki egemen s›n›f Türklerdi. ‹slamiyeti kabul etmifl olan uluslar içerisinde hiçbiri, Türkler kadar milli benliklerini ‹slam ümmeti içerisinde eritmek de ileri gitmemifltir4. Osmanl› tarihçili¤i tek bir konuyu esas almamaktad›r. Ne tek bafl›na ‹slama, ne din propagandas› yoluyla yay›lan etnik gruba, ne de Türkler gibi tek bir ›rka hasredilmiflti. Osmanl› Tarihçili¤i ‹mparatorluk siyasetinin bir ürünü olarak hepsinin bir kar›fl›m›ndan olufluyordu. Temelde gelecekte hat›rlanmak amac›yla olaylar›n destans› bir aktar›m› yoluyla siyasal meflruluk için temel oluflturuyordu. Tanzimat reformlar›n›n, Avrupa’daki ilerleme ve imparatorluk içindeki ulusal hareketler karfl›s›nda savunmac› önlemler oldu¤unu, ayn› zamanda bu reformlar›n, Sultan’›n ve yak›nlar›n›n gerekli buldu¤u, zorunlu gördü¤ü alanlarda, askeri ve teknik okullarda gerçekleflmesi gibi pragmatik bir boyutu bulunmaktad›r. XIX. yüzy›l Osmanl› tarih yaz›c›l›¤› tek bir entelektüel ak›m›n izini tafl›mamaktad›r. Bu dönemde yaz›lan eserler ço¤unlukla XVIII. yüzy›l Ayd›nlanma ça¤›n›n bir yans›mas›d›r. Osmanl› tarih yaz›c›l›¤›n›n Cumhuriyet tarihçili¤ine do¤rudan yans›yan en önemli özelli¤i tarihin siyasal meflruluk için yaz›lm›fl olmas›d›r. Meflrulu¤u sa¤laman›n en k›sa ve sa¤lam yolu ise tarihi yapanla yazan›n ayn› kifliler olmalar›d›r5. XIX. yüzy›l ortalar›na kadar ki Osmanl› yaz›lar›nda ve ondan sonrakilerin birço¤unda Türkiye 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 265 kelimesi kullan›lmam›flt›r. Bu sözcük, Türklerin kendilerinin genellikle "Memalik-i ‹slâm", "Memalik-i fiahane", "Memâlik-i Mahrûsa" veya daha yersel bir tan›mlama gerekti¤inde "diyar-› Rum" dedikleri bir ülkeyi belirtmek için Bat›l›larca kullan›lan bat›l› bir deyim idi. Bütün bu deyimler sadece Türklerin oturdu¤u alan› de¤il bütün imparatorlu¤u içine al›yordu. Türk milletinin varl›¤› imparatorluk uluslar› içinde erimiflti. XIX. yüzy›l ortalar›nda Genç Türkler Avrupa'n›n etkisi alt›nda kendi ülkelerinden "Türkiye" diye bahsetmek istediklerinde bu isme bir Türkçe karfl›l›k bulmakta güçlük çektiler. Önce Türk ülkesi anlam›na gelen Farsça kurulufllu Türkistan sözcü¤ünü kulland›lar. Daha sonra bu terk edilerek Avrupal› addan adapte edilen ve 1923'te ülkenin resmî ad› olan Türkiye ad› kullan›lmaya baflland›6. Ulusçuluk ak›mlar›n›n ilk geliflti¤i XVIII. Yüzy›l bafl›nda bat› ulusçulu¤u üzerinde en çok etkili olan ak›m romantik ak›md›. Ulusçuluk yoluyla ilerlemek, Türk ulusçulu¤u için de son derece çekici bir kimlik yaratma arac› olarak görülmüfltür. Gülhane Hatt-› Hümayunu, imparatorluktaki gayrimüslimlere Müslümanlarla eflit yasal haklar tan›m›flt›. Osmanl› devlet adamlar›, bu tavizin, geleneksel olarak özerk gayrimüslim cemaatlerin devlete ba¤l›l›klar›n› art›raca¤›n› umut ediyorlard›. Oysa Bat›l› devletler yeniden sa¤lamlaflt›rd›klar› kapitülasyonlardan hemen yararlanarak, H›ristiyan tüccarlar› himayelerine al›p vergi ba¤›fl›kl›¤› ve yürürlükteki Osmanl› yasalar›ndan korunma güvencesi sa¤lad›lar. Oysa Tanzimat'›n özellikle vergi alan›ndaki merkezilefltirici önlemleri, H›ristiyan nüfusun yo¤un oldu¤u Balkan yar›madas›nda sosyal huzursuzluklar›n ve milliyetçi hareketlerin sebeplerinden biri oldu7. XIX. yüzy›l›n en seçkin devlet adamlar›ndan biri olan Ahmed Cevdet Pafla taraf›ndan haz›rlanan bir rapor, çarp›c› görüfller sunmas› aç›s›ndan, al›nt›lamaya de¤er niteliktedir. fiafl›rt›c› ölçüde dobra dobra ifadesiyle Cevdet Pafla, devletin meflruiyetinin temeli, birlefltirici bir unsur olarak ‹slâm, Osmanl›lar›n Bat›l› devletlerle iliflkileri ve imparatorluktaki H›ristiyanlar›n konumu gibi hayatî meseleler hakk›nda: “Devlet-i Âliyye Yavuz Sultan Selim zaman›ndan berü Hilâfet-i Seniyyeyi haiz oldu¤›na nazaran din üzerine müesses bir devlet-i azimdir. Lâkin andan evveli bu devleti tesis edenler Türk olduklar› cihetle hakikat-i halde bir Devlet-i Türkiye'dir. Ve ibtida bu devleti teflkil eden Âl-i Osman oldu¤u cihetle Devlet-i Âliyye dört esas üzerine mebnî bir hey'et demek olur. Yani hükümdar› Osmanî ve hükümeti Türkiye ve dini ‹slâm ve payitaht› ‹stanbul'dur. Bu dört esasdan hangisine zaaf gelirse bina-i devletin dört dire¤inden biri sakatlanm›fl olur 8.” En yetkin ve sözlerine en s›k yer verilen Osmanl› devlet adamlar›ndan birinin aç›k aç›k, Osmanl› Devleti'nin, ilk baflta Türk oldu¤unu söylemesi gerçekten çarp›c›d›r. Öteki Müslümanlara da yer olmakla birlikte, Türk daima en önde gelmelidir: “Devlet-i Âliyye akvam ve sunuf-› muhtelifeden mürekkeb bir hey'et-i cesime olub bu ecza-i tammeyi birbirine rabt eden kuvve-i mukaddese-i hilâfetdir. Zira Arab, Arnavud, Boflnak kavimlerini yekvücud eden cihet vahdet-i Islâmd›r. Vak›a Devlet-i Âliyye'nin as›l kuvveti Türklerdir. Bunlar mahv oluncaya kadar Hanedan-› Osmanî u¤runda can feda etmek kendü kavmiyetlerince ve hem de diyanetlerince vacibat-› umurdand›r. Bu cihetle Saltanat-› Seniyyece Türklerin kadri akvam-› saire nisbetiyle büyük bilinmek tabiîdir9.” II. Abdülhamit, döneminde ayyuka ç›kan kuflku ve tutars›zl›klara ra¤men, h›zl› çal›flan zekâs› ile, tam olarak anlayamad›¤› fikirlerin kendisi için avantajl› hale gelmesini sa¤lam›flt›r. Abdülhamit böylece birkaç fleyi ayn› anda yapmaya çal›fl›yordu. Pan-‹slamc› propaganda, “Daha Büyük Osmanl›” 7 266 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Adem KARA duygular›n›n güçlendirilmesi ve ‹mparatorluk gelene¤inde de¤ersiz görülen Türk unsurunu yücelten bir entelektüel hareket olarak “Türklük”’ün savunulmas›. 1897 y›l› gibi ileri bir tarihte bile Türk sözcü¤ünün olumlu bir anlamda kullan›lmad›¤› bilinmektedir. Bir ‹ngiliz seyyah›n›n bu konudaki flu tespiti önemlidir. “Hali haz›rda Türk ad› nadiren kullan›l›r. Onun iki yolda kullan›ld›¤›n› iflittim ya bir ›rk› ay›rt eden bir terim olarak (örne¤in bir köyün Türk ya da Türkmen olup olmad›¤›n› sorars›n), ya da bir hakaret deyimi olarak (örne¤in ‹ngilizce söyleyece¤in eflek kafal› anlam›nda) Türk kafa, diye homurdan›rs›n"10. Osmanl› topraklar›nda yaflam›fl ça¤dafl bat›l› yazarlardan Leon Cahun’un eserinde imparatorlu¤un Türk karakterini flu flekilde tarif etmektedir. “Bir Osmanl› subay› ile karfl› karfl›ya geldi¤im ilk sefer (…) ona tam bir Türk’e benzedi¤ini söyledim. K›pk›rm›z› kesildi ve k›zg›nl›kla bana, kendisinin t›pk› babas›, ondan önce de büyükbabas› gibi, fiam’dan geldi¤ini ve ‹stanbul’da ki ……’larla hiçbir ortak yönü olmad›¤›n› söyledi11. Osmanl› topraklar›na Avrupa'da Türkiye denmesine k›zan millî kimlikten yoksun Osmanl›Türk ayd›nlar› "Memâlik-i Osmaniye" ad›n› kullanmakta ›srar etmifllerdir12. Türk ad› ise bir hakaret olarak kullan›lm›flt›r. “1802'de Paris'e giden Halet Efendi bile kendisine Türk elçisi' denmifl olmas›ndan üzülmüfl görünür ve kendisini has›m bir manevra ile karfl› tertibe girmekle kutlarken 'amma bu defa san›yorum ki inflallah istedikleri Türk elçisine -yani cahil köylüye- düflmediler13 diyerek...” kendisine Türk denmesinden dolay› girdi¤i afla¤›l›k duygusunu ifade etmifltir. Verdi¤imiz örneklerden de anlafl›laca¤› üzere Osmanl›’da Türk kimli¤i öyle övünç olarak ifade edilecek bir nitelikten uzakt›r. XX. yüzy›l›n bafllar›na kadar yüksek sesle telaffuzu mümkün olmayan bu kimlik, çeflitli sebeplerden dolay› Osmanl› ‹mparatorlu¤unda sinmifl bir kimlikten öteye gidememifltir. 2- OSMANLICILIK-‹SLAMCILIK POL‹T‹KALARININ GEÇERS‹ZL‹⁄‹N‹N ANLAfiILMA SI VE TÜRKÇÜLÜK Osmanl›c›l›k geleneksel toplumu zay›flatan temel bir faktörlerden biridir. ‹slamc›l›k, Osmanl›c›l›¤a psikolojik bir içerik kazand›r›yor ve dönüflümcü etkilerini h›zland›r›yordu. ‹mparatorlu¤un Türk kesimleri, yani Anadolu ve Rumeli, bölgelerin tarihî ve etnik özellikleri nedeniyle bu de¤iflimi di¤er co¤rafyalara göre daha farkl› yaflad›lar. Osmanl› elitleri aras›nda iyice yerleflmifl etnik bir kimli¤in yoklu¤u ve ça¤dafl medeniyete, aç›k olufllar› Türk ad› verilen bileflik bir kimli¤in ortaya ç›kmas›n› kolaylaflt›rd›. Devlet dilinin Türkçe oluflu ve modern kültürün o dilde ifa edilmesi yeni bir "etnik" Türk kimli¤inin oluflumunu teflvik ederek kolaylaflt›rm›flt›r. Türkler, co¤rafyas›, tarihi ve Osmanl› Devleti'yle kuruldu¤u günden beri süregelen iliflkileri nedeniyle onun miras›na sahip ç›kacak ve böylece onun rahminden ç›kan hem "en eski” hem "en yeni" millet oldu¤unu iddia edebilecekti14. Genç Osmanl›lar, Tanzimat'›n Osmanl›c›l›k kavram›n› tebaan›n devletle iliflkisini güçlendirmeyi amaçlayan ideolojik bir unsurla harmanlad›lar. Gerçekten de 1869'da ç›kar›lan tabiyet kanunu Osmanl› tebaas›n› art›k Osmanl› yurttafllar› olarak kabul ediyordu. Genç Osmanl›lar ayn› zamanda, imparatorluk içindeki cemaatler aras› ayr›l›klar› ortadan kald›racak, Müslümanlarla H›ristiyanlar›n sadakatini Osmanl› topraklar›n› kapsayan co¤rafi bir anavatana oldu¤u kadar, hükümran 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 267 Osmanl› hanedan›na da yöneltecek olan yasal temsil ve halk egemenli¤i kavramlar›na da de¤er veriyorlard›. Fikirlerine ‹slami bir temel sa¤lad›ktan sonra, kendi Osmanl› devleti hayallerinin Türkler ve Araplar taraf›ndan kolayca kabul edilece¤ine, bu arada gayrimüslimlerin “ortak bir anavatana ortak ç›karlarla” ba¤l› olacaklar›na inanm›fllard›. 1876 Kanun-› Esasi'si Genç Osmanl›lar›n Osmanl›c›l›k kavram›n›n uygulanmas›, ayn› zamanda da s›nanmas›yd›15. Jön Türk hareketinin 1890’larda canland›r›lmas›n›n ard›nda yatan bafll›ca itici güç, az›nl›k, özellikle de Ermeni milliyetçili¤inin yükselmesi olmufltur. Tanzimat'›n, bütün tebaan›n eflit oldu¤unu kabul eden Osmanl›c›l›k söylemi, birçok Müslüman’›n tepkisine neden olmufltur. Zira onlar› "Müslümanlar›n üstünlü¤ü"nün sa¤lad›¤› psikolojik dayanaktan yoksun b›rak›yordu. Sonuç olarak bir anayasaya ulafl›lm›flt›, ama bu anayasa H›ristiyan ayr›l›kç›l›¤›n› önlemek ve imparatorluk içindeki H›ristiyanlar›n Avrupal› koruyucular›n› tatmin etmek için, gayrimüslimlere orant›s›z derecede yüksek temsil hakk› tan›m›flt›. Genç Osmanl›lar›n Osmanl›c›l›¤›, Osmanl› topraklar›n›n parçalanmas›n› önleyemeyen, gecikmifl bir ideolojiydi. Abdülhamid, ‹slama ve halife olarak kendi kiflisel dini rolüne yeni bir önem kazand›rm›flt›. Oysa onun ‹slamc›l›¤›, Osmanl›c›l›¤›n ne tersineydi ne de onun yerine geçiyordu. Abdülhamid'in ‹slamc›l›¤›nda da, Tanzimat'tan sonra ortaya ç›kan ve de¤iflimlere u¤rayan Osmanl›c›l›kta da sadakatin oda¤› Osmanl› sultan›yd›. Her iki ideoloji de, padiflah›n hakimiyeti alt›ndaki topraklar›n co¤rafi ifadesi olan "vatan" kavram›n› vurguluyordu16. Abdülhamit’in ‹slamc›l›¤›, ‹slam›n ideolojik kavramlar›yla donat›lm›fl Osmanl›c›l›kt›. Otokratik yönetimi meflru k›lm›fl, d›fl politikada güdülen amaçlara hizmet etmiflti. Bu Osmanl›c›l›k, ‹slami simgelerden yararlanan ve Osmanl› devletinin ‹slami kimli¤ini ve savafltaki yenilgilerden sonra Müslüman tebaan›n moralini yükselten faydac› bir siyaset olarak tan›mlanm›flt›r. 1870'de Balkanlarda yeni devletlerin kurulmas›ndan sonra, Müslümanlar Osmanl› nüfusunun daha büyük bir yüzdesini oluflturmufltu. Bu yeni demografik durum ve ard›ndan di¤er Müslüman nüfuslu Osmanl› vilayetlerinin emperyalizme yitirilmesi, Osmanl›c›l›¤›n dini yanlar›n›n ve fikirlerinin vurgulanmas›n› siyasi bir zorunluluk haline getirdi. Abdülhamit ‹slamc›l›¤›, terimin -pan-‹slamizm- akla getirdiklerine ra¤men, genifllemeci de¤ildi. Ne vatan›n al›fl›lm›fl›n d›fl›nda bir tan›m›na gerek görüyor, ne de gayrimüslimlerin daha önceki laik Osmanl›c›l›k dönemlerinde elde ettikleri yasal statüye ve haklara karfl› bir tehlike oluflturuyordu; yine de Abdülhamit ideolojisi, sosyal ve psikolojik bak›fl aç›s›ndan gayrimüslimlere karfl› aç›kça d›fllay›c›yd›. ‹slamc›l›¤› siyasi olarak önemli k›lan, geleneksel olarak Osmanl›n›n toprak bütünlü¤ünü destekleyen Avrupa devletlerinin siyasi ç›karlar› karfl›s›nda yükselmifl olmas›d›r. Gerçekten de ‹slamc›l›k, Avrupa'daki de¤iflmekte olan uluslararas› ve ekonomik iliflkilerin ve yeni emperyalist statükoda Osmanl› ‹mparatorlu¤u'nun elde etti¤i konumun bir ürünüydü17. ‹slamc›lar toplumun temel dire¤ini din olarak görmektedirler. Onlara göre "Dini ‹slâm'la müflerref bütün akvam, hiçbir kavmiyet fark› gözetmeksizin merkezi muallây› hilâfet ve halife-i ruyi zemin etraf›nda genifl bir ‹slâm camias› teflkil ederler. Bir gün gelecektir ki hakaiki ‹slâmiyet Müslümanl›¤a karfl› gelen delâletlere bir defa daha galebe çalacak, hükümdar› yeryüzündeki Müslümanlar›n halifesi bulunan bu memleket bir defa daha akvam› ‹slâmiye'nin bafl›na geçecek, onlar› semti saadete do¤ru sevk edecektir. Âlemflümul mahiyette hakikatlerle insanî s›n›ftan birtak›m hissiyat, hem ›rk nazariyesine ait hurafeleri hem milliyet hodkâml›¤›n› devirerek yerlerine kendisi 7 268 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Adem KARA kaim olacakt›r... ‹slâm beynelmileliyeti en mükemmel ve en nihaî flekildir18." Osmanl› Devleti'nin s›n›rlar›n› en genifl haliyle korumaya çal›flan bu politikalar›n baflar›l› olmas› ülkeyi oluflturan unsurlar›n milliyet bilinçlerinin yok edilmesine ba¤l› idi. Bu yönde büyük gayretler sarf edilmifltir19. ‹slamc›lar›n bu tarz›n› benimseyip dini birlefltirici bir unsur olarak gören ve halife unvan› sayesinde bütün Müslümanlar›n kendilerine sad›k kalaca¤›n› düflünen Osmanl› Ayd›nlar› bu düflüncelerinde yan›ld›klar›n› Birinci Dünya Savafl› öncesinde ve savafl s›ras›nda yaflad›¤› ac› tecrübelerle anlad›. Al›nan tüm tedbirlere ra¤men milliyetçi söylemlerin ve ayr›l›kç› hareketlerin önünü alamayan Osmanl› yönetimi ve ayd›nlar› Osmanl›c›l›¤›n ifllevini yitirmifl oldu¤unu ve Osmanl› ‹mparatorlu¤unun as›l kurucusu olarak Türkçülü¤ün ön plana ç›kar›lmas› gereklili¤ini dile getirmeye bafllam›fllard›r. Bafllang›çta ürkek olarak dile getirilmifl bu nida daha sonra kuvvetle telaffuz edilecektir. Çünkü Osmanl› Ayd›nlar›n›n bunu aç›k aç›k savunmalar› ayr›l›kç› hareketlere meflruluk kazand›racakt›. Fakat Osmanl› ‹mparatorlu¤unda zaman içerisinde “Osmanl›” ve “‹slam” kimliklerinin kapsam›nda unutulmufl olan Türklü ba¤› art›k s›n›rl› ve ihtiyatl› bir surette de olsa yeniden ifade edilmeye bafllanacakt›r. Bu söylemler “Genç Osmanl›” ak›m›n›n önde gelen isimlerinde birisi olan Ali Süavi’de oldukça belirgin olmufltur. Ali Süavi Türk tarihi, Türk dili, Türk kültürü konular›na de¤inen ve literatüre geçmifl oldukça radikal ve dikkat çeken yaz›lar kaleme alm›flt›r. Ayn› dönemde Nam›k Kemal ise milliyetçili¤in en önemli ö¤esi olan Vatan kavram›na vurgu yapm›fl, bu ba¤lamda eserler ortaya koymufltur. XIX. yüzy›lda Avrupal› devletlerin Osmanl›ya bak›fl aç›lar›nda çok büyük de¤iflimler olmufltur. Özellikle co¤rafi kefliflerin sonras›nda Sanayi ink›lâb›n› da gerçeklefltiren ve emperyalist nitelikte amaçlarla mücadeleye giriflen bu devletler art›k Osmanl› co¤rafyas›na baflka bir gözle görmekte idiler. Türkler geldikleri yerlere yani Orta Asya’ya sürülmelidirler. Osmanl› padiflah›n›n içerdeki ideolojik konumunu pekifltirme giriflimleri, rakip imparatorluklar›n gitgide artan bask›lar›na karfl› direnme çabalar›yla örtüflüyordu. Hicaz ve hac, Osmanl› merkezi ile Hindistan'dan, Hollanda sömürgesi Hindiçin'inden, Rus Orta Asyas›'ndan ve M›s›r'dan gelen Müslümanlar aras›ndaki çat›flman›n da arenas› oldu; Osmanl›lar bu Müslümanlar› emperyalist güçlerce kullan›lan "beflinci kollar" olarak görüyorlard›. Bu unsurlar için "Osmanl› olmayan Müslüman" ya da k›saca "ecnebî" teriminin kullan›lmas›, Osmanl› kimli¤inin yeniden dökümü ve kendi halk›na karfl› tutumundaki bununla örtüflen bir de¤iflikli¤in göstergesiydi. Ortaya ç›kmakta olan, bir ön-yurttafl olarak sad›k bir halk düflüncesiyle yap›lan hamleydi. Art›k Müslüman olmak yeterli de¤ildi, as›l önemli olan, kiflinin hangi pasaporta sahip oldu¤uydu20. Çok uluslu ve çok dinli yap›s› düflünüldü¤ünde Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nda ilk ayr›l›kç› milliyetçi hareketlerin baflar›s› 1829’da Balkanlardan, yani, Osmanl› egemenli¤i alt›nda yaflayan topluluklardan biri olan Yunanl›lardan gelmifltir. Bu bafllayan hareket devam›nda di¤er uluslar›nda ayn› hareketler içerisinde, milliyetçi söylemlerle mücadeleye girmesine neden olmufltur. Frans›z ihtilâlinden sonra sistematik bir flekilde dünyaya yay›lan Milliyet düflüncesinin çok uluslu devletlerin, bünyesinde neden oldu¤u y›k›m beraberinde tüm bu unsurlar›n ba¤›ms›zl›k eylemleri ile harekete geçmelerine neden olmufltur. ‹htilalden en çok etkilenen Osmanl› Devleti, topraklar›n› koruma gayreti içinde Osmanl›l›k diye adland›r›lan bir siyaseti hayata geçirmeye çal›flm›flt›r. Ülkeyi 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 269 oluflturan tüm unsurlar›n bu siyaset etraf›nda Osmanl› hanedan› flemsiyesi alt›nda bir arada tutulmas›na çal›fl›lm›flt›r. Ancak, milliyet düflüncesinin di¤er düflüncelerin önüne geçti¤i bir ortamda, birbirleri ile hiçbir ba¤lant›s› olmayan unsurlar› hanedan gibi hiçbir birlefltirici özelli¤i olmayan sembollerle bir arada tutman›n mümkünü yoktu. “fiark Sorunu” olarak adland›r›lan ve Osmanl› topraklar›na yönelik planlar› olan güçlerin, etnik ve dinsel milliyetçili¤i k›flk›rtarak hem Osmanl›’y› hem de rakiplerini zay›flatmaya çal›flmalar› ve bu amaca yönelik hareketleri Osmanl› ‹mparatorlu¤unun Balkanlarda ki s›k›nt›s›n› gün be gün art›racakt›r. Osmanl› imparatorlu¤u yönetimi, art›k bu gidiflata alaca¤› askeri önlemlerle karfl› koyamayaca¤›n›n bilincindeydi. Aranan çareler neticesinde, ilki diplomatik, di¤eri ise politik-kültürel iki yaklafl›m gelifltirildi. Öncelikle diplomatik bir yeniden yap›lanma sürecine girmifl, güçler aras›ndaki rekabeti kullanmay› ve bu rekabetten yararlanarak süreklili¤i sa¤lamaya gayret etmifltir ki bu politikas›nda Balkan ve I. Dünya savafl›na kadar ki süreçte baflar› kaydetti¤i görülmektedir. Osmanl›, kendisini dünya siyaset oyunlar›n›n eflit bir kat›l›mc›s› olarak görüyor ve bu flekilde muamele görmeyi talep ediyordu. Avrupal› ise, asl›nda uflak olmas› gereken bir efendi, uyruk olmas› gereken bir hükümdar olarak görüyordu. Osmanl›da imaj saplant›s›n› ve bu imaj› tüm sald›r›, hakaret ve afla¤›lamalara karfl› koruma azmini yaratan da iflte bu çatallanma idi. Daha da kötüsü, kuflkusuz, görmezden gelinme olas›l›¤›yd›. Edward Said'in "temsiller" (representations) ad›n› verdi¤i fleyin önemini çok iyi anlam›fl olan Osmanl› devlet adamlar›n› harekete geçiren mant›k da buydu21. Bu arada, ‹stanbul'da, dilin önemli bir rol oynad›¤› bir Türk kimli¤i bilinci ortaya ç›k›yordu. Türkçü ak›m, Abdülhamit döneminden önce bafllam›fl, büyük ölçüde d›fl etkilere ba¤l› olarak geliflmiflti. Orta Asya, Anadolu ve do¤u Avrupa halklar› aras›nda ba¤lar kuran Avrupa'daki dil ve dilbilim çal›flmalar›, Osmanl›lar›n, ‹mparatorluk d›fl›ndaki Türklerin varl›¤›n›n fark›na varmalar›na yaram›fl ve imparatorlu¤un sayg›nl›¤›n›n yavafl yavafl azalmakta oldu¤u bir dönemde gururlar›n› tazelemiflti. Türklü¤ün filizlenmesi do¤al bir büyüme ve bir dizi siyaset d›fl› modernleflme çabalar›n›n sonucu olup Türklerle birlikte baflka gruplar›n da etnik bilincini uyand›rmaya katk›da bulundu. Türklük daha sonra "Türkçülü¤e" dönüfltü. Benzeflen bu iki terimi birbirinden ay›rmak gerekir. Türklük bir etnik kimlik, Türkçülük ise Türk siyasi milliyetçili¤inin ifadesidir. Nitekim milliyetçilik ilerde bu iki terimin de yerini tutmaya bafllad›. Milliyetçili¤i dilimize Cumhuriyet Türkiyesi yerlefltirdi. Etnik bilincin evrimi ve Türk kimli¤inin billûrlaflmas› üç safhaya ayr›l›r: (1) 1839'dan 1908'e kadar süren tarihî-kültürel kimlik oluflum süreci: (2) 1908-1913 dönemlerinde devletçi etnik milliyetçilik veya Türkçülü¤ün artikülasyon ve ifadesi; (3) Cumhuriyetçi milliyetçilik, 1929-5022. 3- RUSYADA’K‹ GEL‹fiMELER Rusya’n›n Do¤u Avrupa’da ilerlemesine engel olan ve Karadeniz’i silahs›zland›ran 1856 Paris Antlaflmas› Osmanl› ‹mparatorlu¤una nefes alacak zaman sa¤lam›flt›r. Ruslar balkanlarda yaflayan H›ristiyanlar aras›nda pan-slavizm politikas›n› gerçeklefltirme noktas›nda serbest kald›lar. Devam›nda Orta Asya’y› iflgal etmeye bafllad›lar. Ruslar›n Orta Asya’y› iflgali Osmanl›’n›n bölge ile iliflkileri tarihinde yeni ve belirleyici bir 盤›r açt›. Geniflleyen kapitalizm, modern bir e¤itim sisteminin ku- 7 270 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Adem KARA rulmas›, yeni bir tip entelijensiya tipinin ortaya ç›k›fl› ve iletiflim devrimi Rusya ve Orta Asya’da yeni bir Müslüman tipi yaratm›flt›r. Bu derin sosyo-ekonomik, kültürel, politik ve psikolojik dönüflümler ba¤lam›nda Rusya Müslümanlar› ile Osmanl› devleti aras›ndaki tarihi ba¤lar s›klaflt› ve yeni bir canl›l›k ve anlam kazand›23. Pan ‹slamc›l›k ve pan-Türkçülük, XIX. yüzy›l Rusya’s›nda milletlerin oluflumu ve oradaki Müslümanlar aras›nda milliyetçili¤in do¤uflu sürecinin bir parças› olarak ortaya ç›kt›. Rusya’da mücadele veren Müslümanlar için, birbirine ayr›lmaz flekilde ba¤l› bu iki hareket ileri bir aflamay› temsil ediyordu. Pan ‹slamc›l›k ve pan-Türkçülük Rus Müslümanlar› aras›nda modern, milli ve laik bir kimlik oluflum süreci teflkil etmifltir. Bu süreci yaflanan yap›sal dönüflüm, piyasa ekonomisi ve sanayileflme h›zland›rm›flt›r. Modern e¤itimi ve etnik köken ile milliyetçilik ba¤lar›n› da içermek üzere modernleflme, Osmanl› ve Rus Müslümanlar›n›n yüzy›llarca paylaflm›fl olduklar› bir dizi kültürel, politik ve dini özelliklerinin hem bilincini art›rd› hem de onlara yeni bir anlam ve yön kazand›rd›24. Bu ortamda bat›l› yay›lmac›lar (emperyalistler) de bofl durmam›fllard›r. Türkiye'yi paylaflmak için yapt›klar› plânlar› tarihsel bir temele dayand›rmak, bu yolla yay›lmac› emellerini hakl› ç›karmak amac›yla çal›flmalar›na h›z verdiler. Bu amaçla ön yarg›l› araflt›rmalar yay›mlam›fllard›r. Onlara göre, Türkler üzerinde yaflad›klar› topraklar›n as›l sahibi olmay›p, gittikleri yerlerde bulunan medeniyetleri yok etmifllerdir. Bat›l›lar›n çarp›t›lm›fl tarihi iddialarla dünya kamuoyunu kand›r›p Türklere karfl› k›flk›rtmalar› ve paylaflma anlaflmalar›na zemin haz›rlamalar› karfl›s›nda Osmanl› tarihinden baflka tarih bilmeyen ve atalar›n›n tarihte yaratt›¤› uygarl›klardan, dünya uygarl›¤›na katk›lar›ndan haberi olmayan Osmanl› ayd›nlar› cevap verememifllerdir. Bunun yan›nda o iddialara kendileri de inanm›fl, Türk olarak kendini yönetme yetene¤inden yoksun olduklar› kanaatiyle, kurtuluflun, bir medenî devletin himayesi ile mümkün oldu¤unu ileri sürmüfllerdir. Amerikan ve ‹ngiliz mandac›l›¤› ülkenin en popüler politikalar› olmufltur25. Rusya’dan gelip ‹stanbul’a yerleflen Türklerin Osmanl›l›kla bir çeflit uzlaflmay› kabul eden özellikler bar›nd›rd›klar› görülür. Faaliyetlerine önce ulusun kendi kaderini tayin edebilmesi için Rusya’da bir muhalif grup olarak bafllam›fllard›r. Ayr›ca Osmanl› siyasi liderli¤inin deste¤ini alabilmek için Müslüman olufllar› tayin edici bir öneme sahipti. Ve nihayet, bir ulusu s›k› ba¤larla bir araya getiren uluslar›n din, dil ve kültür oldu¤una inand›klar›ndan kendi kimliklerini Osmanl› seçkinleriyle ayn› potada eritmekten yanayd›lar. Tüm bu koflullar onlar› Osmanl›ya yaklaflt›rmakla beraber mücadeleye muhalif olarak bafllamalar›, 1905 devriminin yaratt›¤› halkç› görüfllere dört elle sar›lmalar› ve iyi bir e¤itim görmüfl olmalar› onlar›n “Bat›l›laflm›fl bir Osmanl›’n›n” milliyetçili¤i gibi ça¤dafl olmayan ulusal tan›mlama araçlar›na karfl› elefltirel bir bak›fla sahip olmalar›na yol açm›flt›. Yusuf Akçura’n›n ulusal emellerin gerçekleflmesinde ›rk unsurunun önemli bir rol oynad›¤›na inanmas›; A¤ao¤lu’nun ulusal e¤itimde liberal bir laikli¤i savunmas› Rusya’dan gelen Türkçülerin ikinci özelliklerine, yani elefltirel bak›fllar›na birer örnektir26. Hem Osmanl› hem Rus imparatorluklar›nda pan-islâmizm, pan-Türkizm ve milliyetçilik, modern e¤itim, yeni toplumsal s›n›flar ve siyasi liberalizm aras›ndaki etkileflimlerinin sonuçlar›yd›. Rusya Müslümanlar›n›n büyük ço¤unlu¤u kendilerini Türk kökenli sayarlar ve birbirine çok yak›n de¤iflik Türk lehçeleri konuflurlard›. Kendi aralar›nda benzeri olmayan bir imparatorlu¤un siyasi miras›n› 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 271 paylafl›yorlard› ve bu soydan, dilin yan› s›ra, XIX. yüzy›lda yeni bir milli format alt›nda kimliklerini tekrar infla etmek için gerekli unsurlar› tevarüs etmifllerdi. Spesifik olarak, Cengiz Han ve özellikle ahfad›, Rusya’n›n Müslümanlar›na eflsiz ve kal›c› etno-politik, tarihi ve kültürel bir miras ve kimlik çerçevesi b›rakm›flt›r27. Rusya’da yaflayan Türk ayd›nlar› Türklük ve dünya Türklerinin birli¤i konusunda etkin bir politik ve kültürel program›n oluflturulmas› için çaba sarf etmekteydiler. Bu ayd›nlar›n Osmanl› ‹mparatorlu¤u ile de s›k› bir iliflkisi vard›. S›k s›k ‹stanbul’a gelen bu ayd›nlar Osmanl› ayd›nlar› ile irtibat kurup fikir teatisinde bulunmaktayd›lar. Bu surette de¤iflik co¤rafyalarda yaflayan Türkler aras›nda ki etkileflim bir hayli h›zl› gelifliyordu. 4- AYDINLARIN ÇABALARI II. Abdülhamit, kendisine karfl› verilen meflrutiyet çabalar› sonunda özgürlükleri tan›ma ve Türklefltirmeyi kaç›n›lmaz olarak görmüfl ve ister istemez bu mücadeleyi verenlere boyun e¤mifltir. Abdülhamit saltanat›n son döneminde belki de art›k ortaya ç›kan flartlar›n belirginli¤i ya da taht›n› sa¤lamlaflt›rma ba¤lam›nda Türklerin durumlar›n› iyilefltirmeye karar vermifltir. ‹stanbul’da -1867'de- Genç Osmanl›lar ad› alt›nda birleflen bir edebi ve siyasi grup, Tanzimat rejimine karfl› bafll›ca örgütlü muhalefeti oluflturmufltu28. Bu grup, Tanzimat’›n getirmek istedi¤i ilkeleri ve Bat› yönelimi, toplumsal ve mesleki özelliklerini desteklemekte idiler. Fakat Bat›n›n siyasi kurumlar› ve ilkelerinin yerine, Bat› kültürünün yapay unsurlar›n› benimsedikleri için Tanzimat ayd›nlar›n› elefltirmekteydiler. Genç Osmanl›lar, reformlar›n fleriat hükümleriyle tutarl› olmas› gerekti¤ine inan›yorlard› Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nda meflruti hükümetin kurulmas›n› savunmufllar, ‹slam›n "meflveret"e verdi¤i önemi vurgulayarak bunun, parlamenter hükümetle ba¤daflt›¤›n› ifade etmifllerdir. Hem ‹stanbul hem de Avrupa'daki sürgünleri s›ras›nda, Londra'da ç›kard›klar› Hürriyet isimli gazetelerinde, meflrutiyet, özgürlük ve yurtseverlik üzerine hiç durmadan yaz› yazm›fllard›r. Liberal görüflleri, vilayetlerde sadece bir avuç insana ulaflm›flsa da, ‹stanbul'dan atanan Genç Osmanl›lara yak›nl›k duyan yerel yöneticiler, yavafl yavafl bu düflünceleri taflrada yaym›fllard›r29. Abdülhamit döneminde, ‹stanbul'daki baz› ayd›nlar, etnik ve dilci bir söylem olarak Türklükle ilgilendiler. Pan-‹slamizmin Türkçü kayg›lar› (Özellikle de Rusya'n›n Orta Asya'daki yay›lmac›l›¤›yla ilgili olarak) kendi içine almas›, Abdülhamit’in antiemperyalist ideolojisini güçlendirmiflti; bunun için de XX. yüzy›l›n ilk y›llar›na de¤in Türkçülük tart›flmalar›na hoflgörü gösterdi. Fakat kültürel kahramanlar ç›kartmam›fl olan ve d›fla dönük görünen Türkçülü¤ün, kendilerini öncelikle ve kesinlikle Müslümanlar olarak görmeye devam eden ço¤u Türk üzerinde gözle görünen bir etkisi ve bunun propagandas›n› yapan ayd›nlar için siyasi bir çekim gücü olmad›30. Rus topraklar›nda do¤mufl bir Türk olan Yusuf Akçura, 1904'te ‹stanbul'da mülteciyken yazd›¤› bir yaz›s›nda, pan-‹slamizm ve Osmanl›c›l›¤›n, imparatorlu¤un Türkçe konuflan halklar› için tutarl› bir siyasi alternatif olmad›¤›n›, uygun alternatifin Türkçülük oldu¤unu savunmufltu. 1908’de meflrutiyetin tekrar ilan›, fikir ak›mlar›na önemli ölçüde serbestlik getirmifltir. Osmanl› ülkesinin özellikle ‹stanbul olmak üzere pek çok merkezinde zengin bir yay›n hayat› do¤mufltur. Bu dönemde Türkçülük gelifliminde en büyük katk›y› sa¤layan Yusuf Akçura31 olmufltur. Tatar Türkle- 7 272 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Adem KARA rinden olan, iyi yetiflmifl ve zeki bir ayd›n olan Yusuf Akçura, 1906’da “Üç Tarz-› Siyaset” bafll›¤›n› tafl›yan uzun bir yaz› yazm›fl ve daha sonra bunu kitaplaflt›rm›flt›r. Rusya’da mensup oldu¤u ailesinin toplumsal düzeyi, yap›s› ve mevkii ‹stanbul’a göç eden Yusuf Akçura’n›n tüm düflünsel davran›fllar›n› etkilemifltir. Rusya’da az›nl›k durumunda fakat zengin bir aileye mensup olan Akçura, Türkiye’de o durumda olan unsurlarla, ço¤unlu¤a mensup fakat fakir ve geri kalm›fl bir milletin üyesi olarak karfl› karfl›ya gelmifltir. Bu durum, onun olaylara, Türkiye’de yetiflmifl ayd›nlardan daha gerçekçi bir yaklafl›m sergilemesine neden olmufltur. Akçura’n›n bu özelli¤i onun bütün Türk dünyas›n› kucaklayan bir Türkçülük anlay›fl›n› gelifltirmesinin de en büyük etkenidir32. Rusya'da yaflayan ve millî haklar›na kavuflabilmek için çaba harcayan Türkler aras›nda millî bilinç daha erken dönemlerde ortaya ç›km›flt›. Buradan gelen Yusuf Akçura, A¤ao¤lu Ahmet ve Hüseyinzade Ali gibi göçmenler arac›l›¤›yla Pantürkist görüfller Osmanl› Devleti'nde yay›lmaya bafllam›flt›r33. Akçura’n›n Türkçülük fikirleri daha bafl›ndan beri bütün Türkleri kapsamaktayd›. 1897’de Erkan-› Harbiye s›n›flar›na ayr›lan Akçura ayn› y›l ilk makalesini “Malumat” dergisinde yay›nlad›. Amac› Rusya Türkleri ile Osmanl› Türklerini tan›flt›rabilmekti34. Akçura, 1899 y›l›nda Fransa’ya gitmifl ve burada Türkçülük fikirleri olgunlaflm›flt›r. Paris’te ilk görüfltü¤ü Türk mültecilerinden eski bir Jön Türk olan Dr. fierafettin Ma¤mumi kendisine Osmanl›c›l›k fikrinin çöktü¤ünü, çeflitli unsurlar›n anlaflmas›n› sa¤laman›n olanaks›z oldu¤unu, Türk milliyetçili¤inden baflka ç›kar yol bulunmad›¤›n› izah eder. Ma¤mumi, Bat›l›lar›n Do¤u ve Türk düflmanl›¤›ndan, dillerinde dolad›klar› adalet ve insaniyet sözlerine inanman›n tam bir ahmakl›k olaca¤›ndan ve bütün bu hakikatleri Paris’teki hayat ve gözlemlerinin ona telkin etti¤inden bahseder. Akçura bu telkinlerin kendisinde büyük izler ve tesirler b›rakt›¤›n› söyler35. Akçura “Üç Tarz-› Siyaset” adl› eserinde36 Osmanl› ‹mparatorlu¤unu düfltü¤ü durumdan kurtarmak için uygulanmaya çal›fl›lm›fl Osmanl›c›l›k ve ‹slamc›l›¤› ifade ettikten sonra as›l konuya, Türkçülü¤e, de¤inir. Ona göre Türkçülük; önce Osmanl› ‹mparatorlu¤undaki Türklerin, Türk olmad›klar› halde az çok Türkleflmifl olanlar›n ve ulusal vicdandan yoksun olanlar›n bilinçlendirilmesi ve Türklefltirilmesi ile bafllayacakt›r. As›l fayda Asya ile Do¤u Avrupa’da yay›lm›fl olan Türklerin birlefltirilmesi sonucu meydana gelecek azametli bir siyasal milliyetin elde edilmesiyle sa¤lanacakt›r. Türkçülük fikrinin uygulanmas›nda Osmanl› Devleti Japonya’n›n sar› ›rk için oynad›¤› rolü oynayacak ve liderlik edecektir. Yine eserinde Türkçülü¤ün uygulanmas›ndaki engeller ise flu flekilde belirtmektedir. Osmanl› Devleti’nde Müslüman olup da Türk olmayan ve Türklefltirilmesine imkân olmayan topluluklar Osmanl› Devleti’nden ayr›lmak isteyeceklerdir. Bu noktada büyük bir Türk nüfusa sahip olan Rusya bu siyasete engel olmak isteyecektir. Bütün olumsuzluklar›na karfl›n Türkçülü¤ün harici engelleri ‹slamc›l›¤a göre daha azd›r. Görüldü¤ü gibi Akçura, Osmanl› ‹mparatorlu¤unun kurtuluflu için önünde, ‹slam birli¤ini güden “‹slamc›l›k”, Osmanl› birli¤inde ›srar eden “Osmanl›c›l›k”, ve nihayet politik birli¤i yeniden tan›mlayan “Türkçülük” ak›mlar› olarak üç seçenek oldu¤unu belirtmektedir ve bu ak›mlar› etrafl›ca k›yaslay›p de¤erlendirmektedir. Çal›flmas› kaba bir flekilde tercih yapmamakta, okuyucuyu özgür b›rakmaktad›r. Ama tek seçene¤inde Türkçülük oldu¤unu zarif bir flekilde ima etmektedir. Yusuf Akçura ‹stanbul’a döner dönmez, Türkçü çal›flmalar›na ayn› h›zla devam etti. Aralar›nda Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip As›m, Bursal› Fuat Raif, Feylesof R›za Tevfik ve 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 273 Ahmet Ferit (Tek) gibi flah›slar›n bulundu¤u kiflilerle 25 Aral›k 1908’de Türk Derne¤i’ni kurdular37. 1909–1910 s›ralar›nda S›rat-› Müstakim adl› bir dergide yaz›lar›n› yay›nlamaya bafllad›. Ömrü k›sa olan Türk Derne¤i’nin yerine 18 A¤ustos 1911’de Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet, A¤ao¤lu Ahmet, Hüseyin zade Ali, Doktor Akil Muhtar ile birlikte “Türk Yurdu” adl› bir dernek kurdu. Bu derne¤in yay›n organ› olarak da “Türk Yurdu Dergisi”ni ç›karmaya bafllad›. Bu dergi Akçura’n›n idaresinde tam 17 y›l yay›n hayat›nda kalacakt›r. Akçura, 1912’de aç›lan Türk Oca¤›’n›n kurulufluna da aktif olarak kat›ld›38. Yusuf Akçura Cumhuriyet döneminde de Türk Kimli¤inin oluflumu çabalar›nda etkin olarak rol alacakt›r. 1925’te aç›lan Ankara Hukuk Mektebi’nde siyasi tarih dersleri vermifl, 1931’de Atatürk taraf›ndan Türk Tarih Kurumu’nu kurmakla görevli bilim adamlar› aras›nda yer alm›fl ve 1932’de de kurumun bafl›na getirilmifltir. 1933 Üniversite Reformundan sonra ‹stanbul Üniversitesi’nde Siyasi Tarih profesörlü¤ü de yapm›flt›r. Balkanlar'daki tahsilli Müslüman elitleri aras›nda da "Türkleflme" çok yayg›nd› ve Müslümanlar›n önemli bir oran›n›n Türk etnik kökeninden olmad›¤› bir bölgede bir "Türk milliyetçili¤inin" nas›l olup da geliflebildi¤ini Kemal Karpat flöyle cevaplamaktad›r. Birinci cevap fludur ki, herkesi kucaklayan büyük bir dini, yani ‹slâm'› paylaflm›fllard› ve Balkanlar'da flartlar Osmanl›c›l›k ve ‹slamc›l›¤›n Türklü¤e dönüflmesi ve onunla kaynaflmas›na müsaitti. Bu önceden haz›rlanm›fl bir plana göre olmam›flt›r, e¤itim ve okuryazarl›¤›n yayg›nlaflmas› ve yeni fikirlerin etkisi -ki bunlar›n hepsi Balkanlar'da Anadolu'ya oranla çok daha yo¤undu- Türk dilinin kullan›m›n› benzer düflünce biçimleriyle yetiflmifl entelektüel elitler için bir ifade vas›tas› olarak genellefltirmifl olmas›ndan kaynaklanm›flt›r. Bu suretle ortaya ç›kan "modern" veya "millî" kimlik, akrabal›k, s›n›f, yöre, toplumsal mevki vs. gibi faktörlerden edinilen kimli¤in yerine geçmifl fakat onu büsbütün silmemifltir. Müslüman olmayanlar "Türk" olamazlard› ama durumun elverdi¤i ölçüde istedikleri etnik kimli¤i seçebilirlerdi39. Selanik’te yay›na bafllayan Genç Kalemler Dergisi mensuplar›, bunlar›n bafl›n› çekmekte idi. Ziya Bey (Gökalp), Necip As›m Bey, Ali Canip Bey ve Ömer Seyfettin’in oluflturduklar› bu gurup, Osmanl› ayd›nlar› aras›nda Türk Dili, edebiyat› ve Türk tarihine dönük bir ilgiyi temsil ediyorlard›. Politik bir programlar› olmamakla birlikte örtü kapal› milliyetçilik yapmaktayd›lar. 1908 meflrutiyeti ve bafllayan yeni süreç, artan özgürlükler ve biten bask›c› dönem ‹stanbul’a yo¤un bir Türk ayd›n› göçü bafllatm›flt›r. Bunlar›n çal›flmalar› neticesinde 1911 y›l›nda Türk Derne¤inin kurulmas› ile flekillenmifltir. Bu daha sonra Türk Ocaklar› ad›n› alacakt›. Türk Yurdu olarak tan›nan bir dergide Türkçülerin büyük bir ço¤unlu¤u bir araya gelmifltir. 1911’de çal›flmaya bafllayan bu dergide yo¤un olarak Türkçülük propagandas› yap›lmaktayd›. Anadolu Türklü¤ü ile Orta Asya’da ki Türkler aras›ndaki ortak tarihsel-kültürel ba¤lara dikkat çeken yaz›lara ortak tarihsel-kültürel ba¤lara dikkat çeken yaz›lara ve çevirilere yer veriliyordu. Türk Yurdu ak›m› Osmanl›n›n devlet gelene¤i ile devletsiz Türklerin pragmatik enerjisini birlefltirmeye dönük etkili bir hareket idi. Teorik düzeyde bunun önemli iki aç›l›m› oldu. Bunlardan ilki, Ziya (Gökalp) Bey’in Comte, Durkheim sosyolojisinden ilham alan, dayan›flmac› düflüncelerin ›fl›¤›nda gelecekteki Türk toplum”unu tan›mlayan sosyolojik milliyetçili¤i; di¤eri ise, Yusuf Akçura’n›n temsil etti¤i ve Türk ulusunu, ulusal giriflimci bir s›n›f›n (milli burjuvazi) bafllatt›¤›nda tan›mlayan s›n›fsal milliyetçili¤i. 7 274 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Adem KARA 5- ‹TT‹HAT VE TERAKK‹N‹N TÜRKÇÜLÜK POL‹T‹KASINA DÖNÜfiÜ 1877’de bafllam›fl olan II. Abdülhamit’in saltanat›na ve bask›c› yönetimine karfl› etkin bir muhalif grup oluflmufl, bas›na uygulanan s›k› sansüründe etkisiyle bu muhalifler Avrupa’n›n belli bafll› merkezlerinde, Paris, Cenevre, Londra ve Kahire, toplanarak etkin flekilde yay›n yapmaya bafllam›fllar›d›r. Bu muhalif guruba “Jön Türkler” denilmekteydi. Aralar›nda tutarl› bir politika ve ideoloji birli¤i olmayan bu gurup Osmanl› birli¤ini tart›fl›lmaz bir politik de¤er olarak görmekteydiler. ‹ttihat Terakki cemiyeti baz› kaynaklarda de¤iflik tarihlere rastlanmakla beraber, 1889’da ‹stanbul’da gizli olarak kurulmufltur40. ‹stanbul’da saray burnunda Gülhane bahçesinde kurulan “‹ttihat-› Osmanî” ile 1906’da Selanik’te kurulan Osmanl› Hürriyet cemiyetinin 1907’de birleflmesi ile oluflmufltur41. Cemiyet k›sa zamanda geliflmifl ve Avrupa’ya kaçarak oradan mücadelelerini sürdürmekte olan Jön Türkler ile temasa geçmifltir. Hürriyet tarz›ndaki düflünüfller hür fikirli birkaç genci gizli bir cemiyet teflkili karar›na sevk eylemiflti. Bu gençler en sonunda nas›l bir selamet yolu bulunabilece¤i hakk›nda kat’i müzakereye giriflmeye karar verdiler. Genç Osmanl›lar, Osmanl› siyasi terminolojisine o zamana kadar yabanc› olan “vatan”, “millet” terimlerini kazand›rm›fllar42 meflrutiyeti tüm uluslar› kaynaflt›racak Osmanl› Devletinin içine düfltü¤ü acze çare olarak savunmufllard›. Jön Türk hareketi memlekete müsavat, hürriyet ve adalet getirmek amac› ile ortaya at›lm›flt›. Bu prensibi temin manas›yla Jön Türkler; Araplar, Yunanl›lar, Arnavutlar, Türkler gibi tüm yurttaki bütün milletleri birlefltirmeyi, bu suretle de vatan›n selamet ve terakkisi için birlikte çal›flabileceklerini zannediyorlard›43. ‹ttihat Terakkiye göre Osmanl›c›l›k; Müslümanl›k, Türkçülük ve Hilafet etraf›nda tüm unsurlar›n birli¤ini savunmaktan baflka bir fley de¤ildir44. Jön Türklerin hepsi mutlak›yet yönetimini y›kma noktas›nda birleflmifllerdi. Bu ortak düflünüfle ra¤men kurulacak olan meflruti yönetimin imparatorlu¤a verece¤i siyasi yap› hakk›nda aralar›nda birlik yoktu. 1900 y›l›ndan itibaren bu da¤›n›kl›¤›n ortadan kald›r›lmas›na yönelik baz› düflünüfller ortaya at›lmaya at›ld›. Bunun sonucu olarak, 4 fiubat 1902’de Paris’te Jön Türkleri kapsayan bir kongre topland›. Fakat bu ilk toplant›dan arzu edilen netice al›namad›. Aksine önceki gruplaflmalar a盤a ve resmiyete döküldü. Kongre ile Paris’te bir araya gelmifl olan Jön Türkler, Prens Sabahattin’in etraf›nda bulunan ve ço¤unlu¤u teflkil edenlerle, ‹ttihat- Terakkinin ilk kurucular› ve Ahmet R›za’n›n çevresinde toplananlar olmak üzere ikiye ayr›ld›lar. ‹ttihat ve Terakki cemiyetinin 1908’de gerçeklefltirdi¤i ink›lâp Osmanl› bayra¤› alt›nda yaflayan bütün etnik unsurlar üzerinde derin tesirler b›rakm›flt›r. Bu tesirleri bütünüyle müspet ve menfi olarak de¤erlendirmek güçtür. Çünkü tepkiler mahalli özellikler göstererek, baz›lar›nda ise menfi tesir uyand›rm›flt›r45. ‹ttihat Terakki üyeleri aras›nda ço¤unlu¤u müslümanlar teflkil etmekle beraber az say›da ulusçu iddialar› olmayan baz› Yahudi ve Ulahlarda vard›r. Müslümanlar›n ço¤u Türktür ya da Türk olmazsalar da kendilerini Türk sayan ve Türkçü e¤ilimler besleyen kiflilerdir ‹ttihat ve Terakki’lilerin amac›, “Osmanl› toplumu ve özellikle Türkleri, Avrupa’n›n geliflmifl ülkeleri düzeyine yükseltmektir. Türk toplumunu kapitalist toplum hüviyetine sokmak”t›r46. ‹ttihat Terakki cemiyetinin program› çerçevesinde yay›n organlar›yla halka yaymak istedi¤i düflünceleri flöyle belirtebiliriz47: II. Abdülhamit’in müstebitli¤i, mutlak yönetimin kötülü¤ü, Osmanl›lar›n mutlak›yeti y›kmak için birleflmesi gere¤i, Türklük bilincinin uyand›r›lmas› gere¤i, meflrutiyet 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 275 yönetiminde yap›lmas› gerekli reformlar›n niteli¤i. Jön Türklerin seslerini duyurduklar› bir di¤er ve etkili yay›n Osmanl› idi. Osmanl›'n›n makalelerinde Türklerin Osmanl› ‹mparatorlu¤u'nun en mutsuz unsurlar› aras›nda bulunduklar› fikrinin genellemesi gazetenin üstüne ald›¤› görevler aras›nda oldukça a¤›r bas›yordu. Türkler gerek Abdülhamit'in otokratik rejiminden gerekse d›fl müdahalelerden en çok zarar görmüfllerdi. Cenevre’deki Jön Türklerinin Padiflah'a gönderdikleri tasar›da bu husus flöyle yans›t›l›yordu: "Türkler... geriye kalan bu millet açt›r, ç›plakt›r, zulüm-dîdedir. Muti, sab›rl›, halim-i müteenni olan bu kavm baz›lar›nca miskin ve pek tembeldir. Türkler, hakikat-› halde büyüklerimizden birinin dedi¤i gibi tüfe¤in içindeki kurflun gibi(dir).48" Türklere verilen bu önem Osmanl›’n›n yaz›lar›n›n dikkate de¤er bir karakteristi¤idir. Fakat bu önem “tesadüfî” bir önemdir. Türklere verilen bu önemden, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun meydana geldi¤i öteki etnik ve din gruplar›n›n önemsenmedi¤i sonucu ç›kar›lmamal›d›r. Osmanl› devletinin azameti fikri karfl›s›nda, o zaman birçok kimseler için milliyet duygusu bir kabile ihtilaf›na yol açan farkl›l›k duygusundan baflka bir fley de¤ildi. Fakat Osmanl›c›l›¤a samimi olarak inanan birisi için Türkler, ‹mparatorlu¤un kurucular› olmalar› dolay›s›yla özel bir önemi haizdirler. Osmanl›'n›n Türkçülü¤ünü böyle makul bir çerçeve içinde de¤erlendirmek gerekir49. ‹ttihat Terakki 1908’den 1912’ye kadar “Türkçülü¤e” bir ölçüde himaye sa¤lad› ama aç›k destek vermedi. 1913’te ‹ttihat Terakki perde arkas›ndan ülkeyi yöneten gizli bir dernek statüsünden ç›k›p hükümeti bizzat ele ald›. Osmanl› Devleti'nin, rasyonalizme, modernizme ve pozitivizme kendini adam›fl ve kendi de "hem kendi topra¤›na" hem de modernli¤e ba¤l› bir etnik gruba dayanan bir lider grubu sayesinde kurtar›labilece¤i inanc› kök salmaktayd›. Ne var ki, Osmanl›c›l›k ve ‹slamc›l›¤›n engelleyici gücü ile karfl›laflan iktidar bir biçimde üç ideolojiyi ba¤daflt›rmaya çal›flt›. ‹slamc›l›¤› biraz kendi haline b›rakt›, çünkü [‹slamc›l›k] sultan›n eski politikalar›n› meflrulaflt›r›yor gibiydi; Osmanl›c›l›¤› ise bir birlik ilkesi olarak vurgulad›. Jön Türkler bundan baflka ‹slâm'›n gücünün hâlâ en anlaml› sosyal kenetlenme ba¤› ve d›fl politika arac› oldu¤una inan›yorlard›. ‹ngilizler gibi, hilafetin deniz afl›r› Müslümanlar üzerindeki nüfuzunu oldu¤undan büyük gören Almanlar›n ›srar› üzerine, Jön Türkler ‹slamc›l›¤› pan-‹slâmc›l›¤a çevirdiler ve onu pan-Türkizmi beslemek için kulland›lar. ‹ktidarda de¤ilken ‹slamc›l›¤› k›nayan Jön Türkler Almanlar›n talebi üzerine bu yola baflvurdular. 1913'ten sonra ve savafl y›llar› s›ras›nda, ‹ttihad ve Terakki bir dizi temel tedbirler alarak yeni bir reform döneminin 盤›r›n› açt› ve bu baz› de¤iflikliklerle Cumhuriyet rejiminde de devam etti. “Türklük” giderek “Türkçülük”e dönüfltürüldü ama bu bir devlet ideolojisi ve politikas› haline getirilmedi50. 6- MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE CUMHUR‹YET DÖNEM‹ II. Abdülhamit dönemi, siyasi olarak Bat› fikirlerine karfl› olmakla beraber, kültür ve e¤itim alan›nda büyük at›l›mlar›n gerçekleflti¤i bir dönem olmufltur. Modern e¤itimin genelleflmesi, mektebin, kitab›n ve gazetenin etkisi alt›nda ayn› ilkeleri paylaflan bir kamuoyunun ortaya ç›kmas› önemlidir. Mustafa Kemal kufla¤›n› ve onun düflüncelerini anlama aç›s›ndan bu hususlar oldukça önemlidir. Atatürkçülü¤ün temel ilkeleri, e¤itimde ve dünya görüflünde pozitif ilmi egemen k›lmak, devleti halk egemenli¤i temeline oturtmak, s›n›f kavgalar›ndan ar›nm›fl bir halk ve bütün insanlar› eflit görmek- 7 276 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Adem KARA tir. Türk tarihinin Bat›'ya, yeni bir hayat görüflüne yöneldi¤i son yüzy›ll›k geliflme, Atatürkçülü¤ü aç›klamak bak›m›ndan önemlidir. Böylece Atatürkçülük, Türk tarihinin do¤al gelifliminin kesin ve vazgeçilmez bir sonucu olarak görünmektedir. Mustafa Kemal, Manast›r Askeri idadisinde ö¤renci oldu¤u s›rada gerçekleflen 1897 Türk – Yunan Savafl›ndan oldukça etkilenmifltir. Türk ordusunun savafl meydan›nda zafer kazanmas›na ra¤men büyük devletlerin bask›s› karfl›s›nda bar›fl masas›nda zararl› ç›kmas› onu derinden yaralam›flt›r. Bu savafl o s›ralar 16 yafllar›nda olan Mustafa Kemal'de coflkun bir yurt sevgisi uyand›rm›flt›r. Bir arkadafl› ile gönüllü olarak savafla kat›lmak için giriflimde bulunmuflsa da bu arzusunu gerçeklefltirme imkân›n› bulamam›flt›r. Ancak bu kab›na s›¤maz sonsuz yurt sevgisi bundan sonra Mustafa Kemal'in en belirgin özelliklerinden biri olarak kendini göstermifltir51. Millî Mücadele döneminde, bat›l› emperyalist devletlerce bölüflülmeye çal›fl›lan Türkiye'de; milliyetçilik emperyalizme karfl› direnmenin bayrakl›¤›n› yapm›flt›r. Ümmet bilincinden millet bilincine geçifl Türk toplumuna emperyalizme karfl› direnme gücü afl›lam›flt›r. Millî Mücadele'nin baflar›ya ulaflmas›nda en önemli etken olmufltur52. Yay›lmac› düflman yurttan at›ld›ktan sonra ise Atatürk milliyetçili¤i, tam ba¤›ms›zl›k, lâiklik, ça¤dafll›k ve bilim temellerine oturtularak uygulanm›flt›r. Bunda amaç sald›rgan bat›y› vatan topraklar›ndan kovduktan sonra bat›l›laflmakt›r. Çünkü anlafl›lm›flt›r ki, bat› kendi gibi olmayan ülkelere sömürülecek ülke gözüyle bakmaktad›r53. Atatürk, Türk milletini oluflturan tarihî gerçekleri "siyasî varl›kta birlik", "dil birli¤i", "yurt birli¤i", "›rk ve menfle birli¤i", "tarihî yak›nl›k" ve "ahlâkî yak›nl›k" olarak s›ralad›ktan sonra Türk milletinin oluflumunda yer alan bu flartlar›n di¤er milletlerin ço¤unda olmad›¤›n› belirtmifltir54. Türk insan›n›n millî bilince ulaflmakta gecikmifl olmas›n›n zararlar›n› gördü¤ünü belirterek flunlar› söylemifltir: "Biz, milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmifl ve çok ilgisizlik göstermifl bir milletiz. Bunun zararlar›n› fazla faaliyetle telâfiye çal›flmal›y›z. Bilirsiniz ki, milliyet kuram›n›, milliyet ülküsünü çözüp da¤›tmaya çal›flan kuramlar›n dünya üzerinde tatbik kabiliyeti bulunamam›flt›r. Çünkü tarih, olaylar, hadiseler ve gözlemler insanlar ve milletler aras›nda, hep milliyetin hâkim oldu¤unu göstermifltir ve milliyet ilkesi aleyhindeki büyük ölçüde fiilî tecrübelere ra¤men yine milliyet hissinin öldürülemedi¤i ve yine kuvvetle yaflad›¤› görülmektedir55." Bu surette görüfllerini dile getiren Atatürk, temellerini att›¤› yeni Türk Devleti'nde gerçeklefltirdi¤i tüm devrimleri iki temel üzerine infla etmifltir. Bunlar milliyetçilik ve lâikliktir. Bat›c› lâik mekteplerde yetiflen Mustafa Kemal ve onunla beraber yürüyen ayd›n subaylar, bu dönemde tart›fl›lan fikirleri hayata geçirmek için, ihtilâlin ön saf›nda yer alm›fllard›r. Bu dönemde, Bat›'n›n pozitif ilimleriyle ve pozitivizmle tan›flan t›bbiyeli bir ayd›nlar grubu, afl›r› bir Bat›l›laflma ak›m›n› bir fikir hareketi olarak gündeme getirmifllerdir. T›bbiye gibi öteki lâik ve Bat›c› birer irfan merkezi olan askerî mektepler, de¤iflim, ihtilâl isteyen yeni bir kuflak yetifltirmifltir. Bu kufla¤›n bir temsilcisi olan Atatürk, birçok fikrini bu kaynaktan alm›fl ve onlar› uygulama alan›na koymaya çal›flm›flt›r56. Kuflkusuz, Garpç›l›k hareketi, Atatürkçülük ve bugünkü geliflmeleri anlamak bak›m›ndan son derece önemlidir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 277 Atatürk üzerine flimdiye kadar yaz›lan eserlerin en çok elefltiriye aç›k taraf›, tarihî koflullar›n ve aflamalar›n göz önünde tutulmamas›d›r. Atatürk, yaln›z büyük bir askerî stratejist de¤il, ayn› zamanda usta bir siyaset stratejistidir. "Vatan› kurtarma", "Milletin ba¤›ms›zl›¤›n› sa¤lama", "Milletin kay›ts›z flarts›z egemenli¤ini sa¤lama", "Türk milletini ça¤dafl medeniyet düzeyine ulaflt›rma" u¤runda yapt›¤› siyasî mücadeleler, ayn› zamanda bir iktidar mücadelesi niteli¤indedir. Onun, tam iktidar› elinde tutmak, bu iktidara meflruluk kazand›rmak için en uygun söylemleri seçen, siyasî manevralar yapan usta bir siyasetçi oldu¤unu unutmamak gerekir. Mustafa Kemal, son aflamada, gayelerine ulaflmak için tehdide baflvurmaktan da çekinmezdi57. Osmanl› ‹mparatorlu¤unda halk, as›rlarca uygulanan millî de¤erleri yok eden politikalar nedeniyle kimli¤ini unutmufl ve Müslümanl›ktan baflka de¤er tan›maz olmufltur. Birinci Dünya Savafl› sonucunda sahip oldu¤u son kalesi olan Anadolu'yu da kaybetme tehlikesi ile karfl› karfl›ya kalan Türk milleti Atatürk'ün bilinçlendirici ve cesaretlendirici çal›flmalar› ile kendine gelerek millî devletini kurmay› baflarabilmifltir58. “Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten baflka bir fley de¤ildir59.” ifadesini zikreden Mustafa Kemal’in bu duygular› flair Mehmet Emin Yurdakul’un fliirlerine vermifl oldu¤u tepkiden de anlafl›lmaktad›r. 1897 y›l›nda Türk-Yunan savafl›n›n do¤urdu¤u fliddetli bir ba¤l›l›k duygusu içinde Mehmet Emin (Yurdakul) sade halk Türkçesiyle kaba, cahil köylü, yörük anlam›nda kullan›lan Türk sözcü¤ünü iftiharla benimsedi¤ini ve kendisinin de bir Türk oldu¤unu ifade eden flu dizeleri yay›nlad›: "Ben bir Türküm dinim cinsim uludur. Sinem özüm atefl ile doludur". Bu dizelerde aç›kça ifadesini bulan Türk millî benli¤i on dokuzuncu yüzy›lda canlanmaya bafllam›flt›r. Mustafa Kemal Atatürk'ün, Mehmet Emin Yurdakul'un bu görüfllerinden etkilendi¤ini II. ‹nönü Zaferi üzerine O'na çekti¤i flu telgraftan anl›yoruz: "Türk milliyetperverli¤inin ilâhi müjdecisi olan fliirleriniz, bugünkü mücadelemizin kahramanl›k ruhuna do¤ufl ufku olmufltur. Geliflinizden duydu¤um memnuniyeti ifade ile sizi milletimizin mübarek babas› olarak selamlar›m.”60 Modernleflme aç›s›ndan bak›ld›¤›nda Atatürk ink›lâb› topyekûn bir ihtilâldir. Mustafa Kemal 1925'te: "Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halk› zihniyetiyle medeni oldu¤unu ispat ve izhâr etmek mecburiyetindedir... Aile hayatiyle, yaflay›fl tarziyle medenî oldu¤unu göstermek mecburiyetindedir." 1927'de de: "Yapt›¤›m›z ve yapmakta oldu¤umuz ink›lâplar›n gayesi Türkiye Cumhuriyeti halk›n› tamamen asrî ve bütün mâna ve eflkaliyle medenî bir heyet-i içtimâiye hâline îsal etmektir. ‹nk›lâb›m›z›n umde-i asliyesi budur." "Befl alt› sene içinde kendimizi kurtarm›flsak bu, zihniyetimizdeki tebeddüldendir. Art›k duramay›z. Behemehal ileri gidece¤iz." Dünya görüflünde de¤ifliklik, topyekûn de¤iflme; iflte bu kelimelerde Atatürk'ün radikal devrimci modernleflme fikri ifadesini bulmaktad›r. Amaç; Türk toplum düzenini, sosyal iliflkileri, maddî ve manevî medeniyeti Bat› medeniyeti tipine çevirmek, radikal bir sosyal de¤iflimi, ink›lâb› gerçeklefltirmektir. 7- KÜLTÜR KURUMLARININ OLUfiUMU VE TÜRK K‹ML‹⁄‹NE KATKILARI Mustafa Kemal’in önderli¤indeki ba¤›ms›zl›k hareketi, milliyetçi enerjiden yararlan›rken, onu muhtemel maceralardan ar›nd›rmaya ve s›n›rland›rmaya dönük bir yap›lanmay› ifade eder. Ba¤›ms›zl›¤›n› kazanm›fl modern Türkiye Cumhuriyeti’nde ‹ttihatç›l›k ile birlikte Turanc›l›k kesin olarak 7 278 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Adem KARA mahkûm edilmifltir. Mustafa Kemal, Türklerin Tarih içerisinde yaratm›fl oldu¤u medeniyetlerin araflt›r›lmas›na ve Türklükle övünülmesi gerekti¤ini ifadeden hiçbir zaman geri durmam›flt›r. Memleketimizin Türk oldu¤unu ve hep bu flekilde var olaca¤›n› ifade etmifltir. Bu anlay›fl›: “Bu memleket tarihte Türktü, hâlde Türktür ve ebediyen Türk olarak yaflayacakt›r”, “Türklük esast›r. Bu mevcudiyeti, tarih içinde araflt›rmak, birbirini izleyen bir tarih zinciri içinde, tespit edilecek Türk medeniyeti ile övünmek yerinde olur. Fakat, bu övünmeye lây›k olmak için, bugün çal›flmak laz›md›r. Her sahada, bilhassa medeniyet alemine eser vermek için çal›flman olmay› hedef tutmal›d›r61”. Türk tarihinin incelenmesi yüzy›l›n ilk 20 y›l›nda örgütlü bir faaliyet olarak yürütülmeye bafllanm›flt›. Türk Derne¤i 1908'de kurulmufltu ve 1911'e kadar faaliyetlerini sürdürdü. Derne¤in kurucular› aras›nda tan›nm›fl tarihçilerden Ahmed Mithad, Necip As›m, Veled Çelebi ve Yusuf Akçura vard›. Kurucular aras›nda sadece Yusuf Akçura hem Rusya'da hem de Paris'te tarih ö¤renimi görmüfltü. Yusuf Akçura, bu derne¤in Türk milliyetçili¤ini esas alarak kurulan ilk dernek oldu¤unu söylemektedir. Bilime, milliyetçi ak›mlara ve Türkçülü¤e duyulan ilgi Türk Derne¤i, Tarih-i Osmani Encümeni, Asar-‹slamiye ve Milliye Tedkik Encümeni -"Milli Tetebbular Mecmuas›", ve nihayet Türk Ocaklar› gibi kurumlarda ve bu kurumlar›n yay›nlar›nda kendini göstermeye bafllad›. Tüm bu kurumlar ve ç›kard›klar› yay›nlar, devlet ya da toplum olarak Osmanl› gerçekli¤inin içinde ya da d›fl›nda olsun Türk kimli¤ine ba¤l› daha güçlü bir ulusçuluk için mücadele ediyorlard›62. 1911'de Dernek, sadece yedi say› ç›kacak olan "Türk Derne¤i" adl› bir derginin yay›n›na bafllad›. Bu dergiler üzerine yap›lan bir inceleme, Türk tarihi ve Osmanl›n›n o günkü toplumu üzerine yaz›lm›fl makalelerin esas olarak dil sorununu ele ald›¤›m belirtiyor ve bu alandaki ilginin, Ulusçulu¤u Osmanl› dilinin sadelefltirilmesi ve Osmanl›c›l›k için Türkçenin kullan›m› olarak görmek anlam›na geldi¤ini vurguluyor. Yazar, bafllarda Osmanl› milliyetçili¤inin Türkçülü¤ü de içinde bar›nd›rd›¤›m ve hedefin daha güçlü bir merkezi Osmanl› devleti oldu¤unu savunuyor. Ayr›ca biz biliyoruz ki, kuruculardan Yusuf Akçura, dil reformlar› ve bat›l›laflma hareketinden öteye gidemeyen Osmanl›c›l›¤› savunmuyordu. Çünkü Akçura bir Türkçü idi ve Türk ulusçulu¤u, Türk ulusunun siyasal iktidar› ve Türklü¤ün geçmiflini kan›tlayacak "bilimsel" bir Türk tarihini ortaya ç›karmay› amaçl›yordu63. Osmanl› Türkiye'sinde ça¤dafl tarihçilik, 1880'lerde bafllayan Ayd›nlanma Ça¤› etkisi alt›nda, II. Meflrutiyet (1908–1918) döneminde Tarih-i Osmanî Encümeninin kuruluflu (1909) ile bafllam›fl, Cumhuriyet döneminin ilk y›llar›nda önde gelen tarihçilerin hepsi burada yetiflmifllerdir. Encümen, arfliv belgeleri, kitabeler ve vakayinamelerin yay›mlanmas›na önem vererek, yaz›lmas› düflünülen Osmanl› tarihi için kaynak yay›nlar›na önem vermifltir. ‹lk kez, Encümen üyeleri, devlet arflivlerinde araflt›rma yapma izni alm›flt›r. Tarih-i Osmanî Encümeni kurulduktan sonra yay›nlanan Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuas›, ilk kez modern Türk tarihçili¤ini hakk›yla temsil eden bilimsel bir dergi olmufltur. ‹lk baflkan› olan Abdurrahman fieref daima geleneksel tarih yaz›c›l›¤› ile ça¤dafl tarihçilik aras›nda bir köprü olarak de¤erlendirilmifltir. Encümen, görevlerini k›saca flöyle aç›kl›yordu; bir Osmanl› tarihi yazmak ve tarihi yerler, abideler, camilerle ilgili yaz›l› belgeleri toplamak ve tüm bunlarla ilgili bilgileri takip ve tercüme etmek. Tarih-i Osmanî Encümeni Dergisi (1910–1928) birçoklar›n›n görüflüne göre mesleki bir standard› tutturmufltu. Ancak bu dergi esas olarak Osmanl› tarih yaz›m›- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 279 na ve Osmanl› tarihine hasredilmiflti. Dergide Osmanl› öncesi Türkler ve Anadolu üzerine yaz›lar sadece birkaç kez yaz›ld›64. Tarihçilerin farkl› görüfllerini bir noktada toparlama çabalar› devam ederken, devlet de, çeflitli kültürel ve toplumsal birimleri ve örgütleri tek bir çat› alt›nda Parti örgütleri ya da flubeleri haline getirmeyi amaçl›yordu. Milli tarihin yeniden yaz›lmas› için Devletin denetiminde özel bir kurum da oluflturuldu. Bu anlay›fl yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde bu anlay›fla uygun kurumlar›n teflkili ile kendini gösterecektir. Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlar›n›n teflekkülü, Millet mektepleri ve Halkevleri bu ba¤lamda düflünülmüfl, çal›flmalar› için gerekli yat›r›mlar devlet eliyle sa¤lanm›flt›r. Yeni birer tarihî kimlik olan Osmanl›c›l›k ve Türkçülük tan›mlar› aras›ndaki çeliflki yüzy›l›n bafl›nda gerçekleflen baz› kurumlaflmalarda da dikkati çekti. Mustafa Kemal'in öncülü¤ünde bafllayan tarih çal›flmalar› 1928–29 y›llar› aras›nda baz› sonuçlar vermifl, baz› tarih çal›flmalar› notlar halinde yaz›larak bast›r›lm›flt›. Ancak kurumsal düzeyde at›l›m Türk Ocaklar›n›n kapat›lmas›ndan birkaç ay önce Türk Ocaklar›n›n Alt›nc› Kurultay›nda Ocaklara ba¤l› Türk Oca¤› Türk Tarih Heyeti'nin kurulmas›yla olmufltur. Nisan 1930'daki bu geliflmeden hemen sonra Haziran 1930'da Türk Ocaklar›, kapat›larak Cumhuriyet Halk F›rkas› içinde eritildi¤inden bir y›l sonra yine Nisan ay›nda Türk Tarih Heyetinin kurucular›yla Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmufltu65. SONUÇ Osmanl› ‹mparatorlu¤unun XVIII ve XIX yüzy›lda içine düfltü¤ü durum ve devaml› flekilde kayplar›n artmas› sonucu hayata geçirilmeye çal›fl›lan çareler istenen neticeyi veremeyecektir. Kötü gidiflat›n sebebi görülen hususlar›n araflt›r›lmas› sonucu hayata geçirilmifl olan Tanzimat, Islahat ve Meflrutiyet gibi önemli kavramlar›n da ayr›l›kç› hareketleri önleyemeyifli ve devletin bütünlü¤ünü sa¤lamay›fl› yeni çareleri gündeme getirecektir. Osmanl›c›l›k ve ‹slamc›l›k devletin bütünlü¤ünü koruyamam›flt›r. Art›k Anadolu co¤rafyas›na s›k›flt›r›lm›fl Osmanl› ‹mparatorlu¤unda yeni güçlenen kavram Türkçülüktür. Jön Türklerin asl›nda üstü kapal›da olsa ifade etmekte olduklar› ve neflrettikleri yay›nlar›nda ifadeden kaç›nmad›klar› bu kavram Osmanl›’n›n yeni kurtulufl ilac› olarak ifade bulacakt›r. Frans›z ‹nk›lâb›n›n ortaya koydu¤u Millet ve vatan kavramlar› art›k Anadolu co¤rafyas›na s›k›flm›fl bu devlete de ilham vermekte, bu co¤rafyan›n asli unsuru olan Türkler kendi geleceklerini tayinde ›fl›k tutmaktad›r. Osmanl› ‹mparatorlu¤u, milliyetçilik ile trajik bir flekilde karfl›laflm›flt›r. Çok inançl› ve çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanl›, fiark sorununun körükledi¤i ve d›fl güçlerin etkili çal›flmalar› sonucu önce Balkan topraklar›ndan, daha sonra Yak›n ve Ortado¤u’daki topraklar›ndan olmufltur. Osmanl› yönetici ve seçkinleri, milliyetçi ayr›l›kç›l›¤› önlemek için önce onun yerini alabilecek resmi nitelikli bir milliyetçilik olarak öngörebilece¤imiz Osmanl›c›l›k ideolojisi hayata geçirmeye çal›flm›fl, daha sonra ‹slamc›l›¤› ve nihayet Türkçü milliyetçili¤i resmi ideoloji olarak benimsemifltir. Türk tarih tezinin olgunlaflmas›, Cumhuriyetin kurulmas› ile Osmanl›c›l›k, ‹slamc›l›k ve Turanc›l›k ak›mlar›n›n karfl›s›nda Türk Ulusçulu¤unun resmi bir ideoloji olarak benimsenmesini gerekli k›lm›flt›r. Türk tarihi çal›flmalar›, Türk benli¤ini oluflturacak bir araç olacakt›r. 7 280 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Adem KARA Bat›da ki geliflmeler, Türk ink›lâb› ve bu ink›lâb› gerçeklefltirenler için gerekli olan ›fl›¤›da vermifltir. Frans›z ‹htilali, Reform ve Rönesans gibi bat› için önemli kavramlar›n ortaya ç›k›fl›nda bat›l› ayd›nlar›n ortaya koymufl olduklar› eserlerin bat›daki geliflmelerde önemi çok büyüktür. Ayn› görevi Osmanl›’da Jön Türkler yapm›fllard›r. Onlar›n çal›flmalar› milli mücadeleyi gerçeklefltirenler için gerekli ruhun oluflmas›na yard›mc› olmufltur. En nihayetinde Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlemifl oldu¤u hedefe ulafl›lm›flt›r. Türk milletinin vatan olarak telakki etti¤i bu topraklarda istiklali tam ve bafl› dik yafl›yor olmas›n›n hikmetini milli mücadele ruhunda ve o ruha ›fl›k olan kavramlara borçluyuz. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk kalacakt›r”66 tespiti bu milletin geçmiflini, bugünü ve gelece¤ini anlamas› ve ortaya koymas› aç›s›ndan manidard›r. Yeni Türk Devleti, Cevdet Pafla'n›n "Devlet-i Türkiye" önerisini alm›fl, fakat dinsel kozay› bir kenara b›rakm›flt›. Asl›nda, Cevdet Pafla'n›n vizyonu tarihe dönüflecekti. Türkiye'yi XX. yüzy›la tafl›yan kuflak, ideolojik birikimlerini belli bir zihnî hammadde ortam›nda oluflturdular. Bu, Kemalist kadrolar›n, Abdülhamit’in okullar›nda özümsedikleri ve s›k s›k onaylanan ders program›ndan tümüyle farkl› olan "z›mnî bilgi" idi. Tanzimat reformlar›ndan itibaren iki dünyan›n, yani Bat› ve Do¤u dünyalar›n›n geçiflmesi, dinin kendisini laik aç›dan ifade edebildi¤i gibi laik olan›n dinsel motifler kullanabildi¤i bir toplum üretmiflti. Kemalistler, bu uygarl›klar aras› sentezin canl› örne¤i, tutan bir afl›s›yd›67. Tüm bu geliflmeler ve gelinen yeni nokta bu kavramlar› hayata sokan devlet adamlar›n›n geçmiflten getirdikleri tarihsel bilinçten kaynaklanmakta idi. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 281 D‹PNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 Karpat,Kemal H.: ‹slam›n Siyasallaflmas›, (Çev.fiiar Yalç›n), ‹stanbul Bilgi Üni. Yay.,‹st.2004.,s.745-751. Akb›y›k, Yaflar: “Atatürk'ün Türk Milli Benli¤ini Canland›rma Çabalar›”, III. Uluslar aras› Atatürk Sempozyumu, Kuzey K›br›s Türk Cumhuriyeti- Gazi Magosa, 3-6 Ekim 1995, s.567. Hassan, Ümit: Osmanl› Örgüt-‹nanç, Davran›fl'tan Hukuk - ‹deoloji'ye, ‹letiflim Yay., ‹st.2002, s.120-23. Akb›y›k: “A.g. tebli¤”,s.567. Behar, Büflra Ersanl›: ‹ktidar ve Tarih, Afa Yay.,‹st.1992, s.39-58. Akb›y›k: “A.g. tebli¤”,s.56; Lewis, Bernard: Modern Türkiye'nin Do¤uflu, TTK, Ankara, 1991, s. 330. Kayal›, Hasan: Jön Türkler ve Araplar, Tarih Vakf› Yurt Yay›nlar›, ‹stanbul, 2003, s.19. Deringil, Selim: ‹ktidar›n Sembolleri ve ‹deoloji-II. Abdülhamit Dönemi (1876-1909), (Çev:Gül Ça¤al› Güven), Yap› Kredi Yay›nlar› ‹st.2002,s.176. Deringil, A.g.e.,s.176. Akb›y›k: A.g. Tebli¤, s.569. Deringil, A.g.e.,s.20. Feyzio¤lu, Turhan: Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara, 1987, s.15. Lewis, A.g.e., s.330-331. Karal, Enver Ziya: Halet Efendinin Paris Büyük Elçili¤i 1802-6, ‹stanbul, 1940, s.55. Avc›, Cemal: “Atatürk'ün Milliyetçilik Anlay›fl›”, Türkiye Cumhuriyeti'nin 80. y›l› Arma¤an›-Atatürk ve Atatürkçülük, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Baflkanl›¤›, Ankara, 2003, s.70. Karpat,Kemal H.: ‹slam›n Siyasallaflmas›, (Çev.fiiar Yalç›n), ‹stanbul Bilgi Üni. Yay.,‹st.2004.,s.648. Kayal›, A.g.e., s.26. Kayal›, A.g.e., s.34. Kayal›, A.g.e.,, s.35. Safa, Peyami:Türk‹ink›lâb›na Bak›fllar, Ankara, 1988, s.36. Prens Sait Halim: ‹slâmlaflmak, Sebilürreflat Neflriyat›, s.20, 24-25. Avc›, “A.g .m”, s.69-70. Deringil, A.g.e.,s.178. Deringil, A.g.e., s.178. Karpat, A.g.e., s.659. Karpat, A.g.e., s.140-41. Karpat, A.g.e., s.123. Avc›, “A.g .m”, s.70. Behar, A.g.e., s.72. Karpat, A.g.e., s.513-14 Kayal›, A.g.e., s.24. Kayal›, A.g.e.,s.25. Kayal›, A.g.e.,s.42. Daha genifl bilgi için bkz. Avc›, Cemal: “Yusuf Akçura Hayat›, Eserleri ve Etkileri”, Uluslararas› IV. Türk Kültürü Kongresi, 4-7 Kas›m 1997, Ankara, s.81-92. Avc›, “A.g tebli¤.”, s.82. Avc›, “A.g..m.”, s.74. Avc›, “A.g ..tebli¤”, s.83. Avc›, “A.g ..tebli¤”, s.84. Akçura, Yusuf: Üç Tarz-› Siyaset, Türk Tarih Kurumu Yay›n›, Ankara 1976. Devlet, Nadir: “Yusuf Akçura'n›n Hayat› 1876-1935”, Ölümünün Ellinci Y›l›nda Yusuf Akçura Sempozyumu Tebli¤leri, Türk Kültürünü Araflt›rma Enstitüsü Yay›n›, Ankara 1987, s. 27. Avc›, “A.g tebli¤.”, s.89. Karpat, A.g.e., s.658. Tunaya, Tar›k Zafer: Türkiye'de Siyasi Partiler, ‹st.1952, s.104 - Karal, Enver Ziya: Osmanl› Tarihi, c.VIII, Ank.1988,s.513-514 Kuran, Ahmet Bedevi: ‹nk›lap Tarihimiz ve Jön Türkler, ‹st.1945,s.9-16 - Uçarol, Rifat: Siyasi Tarih, ‹st.1985, s.331. Belada, Mithat fiükrü; ‹mparatorlu¤un Çöküflü, ‹st.1979,s.30-Ero¤lu, Hamza: Türk ‹nk›lâp Tarihi, Ank.1990, s.65 - Kuran, Ahmet Bedevi: ‹nk›lap Tarihimiz ve ‹ttihat Terakki, ‹st.1948, s.233 Tunaya, Tar›k Zafer: Türkiye'nin Siyasi Hayat›nda Bat›l›laflma Hareketleri,s.83 Yalç›n, H. Cahit: Talat Pafla'n›n Hat›ralar›, ‹st.1946,s.15 ‹rtem, Süleyman Kani: Y›ld›z ve Jön Türkler- ‹ttihat- Terakki Cemiyeti ve Gizli Tarihi, (haz: Osman Selim Kocahano¤lu), ‹st.1999.,s. 133 Kurflun, Zekeriya: “‹ttihat ve terakki, Trablusgarp fiubesinin Kuruluflu ve Nizamnamesi, T.D.T.D, sa.39, ‹st. Mart.1990,s. 24 7 282 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Adem KARA Akflin, Sina: Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yak›n Tarihi, ‹st.,1997,s.63-64 Karal, A.g.e.,s.521-523 - Bayur, Y. Hikmet: Türk ‹nk›lab› Tarihi, C.II, ‹st., 1952, s.64. Mardin, fierif: Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, ‹letiflim,‹st.1996,s.149. Mardin, A.g.e.,s.150. Karpat, A.g.e., s.685-86. Cebesoy, A.Fuat: S›n›f Arkadafl›m Atatürk, ‹stanbul, 1967, s.19. Lord Kinross: Bir Milletin Yeniden Do¤uflu, ‹stanbul, 1966, s.35. Avc›, “a.g.m.”, s.76. Sar›ca, Murat: 100 Soruda Siyasî Düflünce Tarihi, 8. Bas›m, ‹stanbul, 1999, s.190. ‹nan, A. Afet: Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yaz›lar›, Ankara, 2000, s.455. Kocatürk, Utkan: Atatürk'ün Fikir ve Düflünceleri, Ankara, 1999, s.214. ‹nalc›k, Halil:” “Atatürk ve Atatürkçülük”, Do¤u-Bat›, sa:29, A¤ustos-Eylül 2004, s.98-99. ‹nalc›k, “A.g.m.”, s.100. Avc›, “A.g .m”, s.71. Kocatürk, A.g.e., s.199. Yalt›rakl›,Cevat: Vatan fiairi Nam›k Kemal, Milli fiair Mehmet Emin, ‹st.1960,s.131. Kocatürk, A.g.e., s.214. Behar, A.g.e., s.79. Behar, A.g.e.,s.80. Behar, A.g.e.,s.81. Behar, A.g.e.,s.96. Toros, Taha: Atatürk'ün Adana Seyahati, Adana 1939,s.23. Deringil, A.g.e.,s.182. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 283 KAYNAKLAR Akb›y›k, Yaflar: “Atatürk’ün Türk Milli Benli¤ini Canland›rma Çabalar›”, III. Uluslar aras› Atatürk Sempozyumu, Kuzey K›br›s Türk Cumhuriyeti- Gazi Magosa, 3–6 Ekim 1995, s.567-574. Akçura, Yusuf: Üç Tarz-› Siyaset, Türk Tarih Kurumu Yay›n›, Ankara 1976. Akflin, Sina; Ana çizgileriyle Türkiye’nin Yak›n Tarihi, ‹st.1997 Avc›, Cemal: “Atatürk’ün Milliyetçilik Anlay›fl›”, Türkiye Cumhuriyeti’nin 80. y›l› Arma¤an›-Atatürk ve Atatürkçülük, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Baflkanl›¤›, Ankara2003, s.69-78. Avc›, Cemal: “Yusuf Akçura Hayat›, Eserleri ve Etkileri”, Uluslararas› IV. Türk Kültürü Kongresi, Ankara, 4-7 Kas›m 1997, s.81-92. Bayur, Y. Hikmet: Türk ‹nk›lab› Tarihi, C.II, ‹st. 1952 Behar, Büflra Ersanl›: ‹ktidar ve Tarih, Afa Yay., ‹st.1992 Belada, Mithat fiükrü: ‹mparatorlu¤un Çöküflü, ‹st.1979 Cebesoy, A.Fuat: S›n›f Arkadafl›m Atatürk, ‹stanbul, 1967 Deringil, Selim: ‹ktidar›n Sembolleri ve ‹deoloji-II. Abdülhamit Dönemi (1876-1909), (Çev:Gül Ça¤al› Güven), Yap› Kredi Yay›nlar› ‹st.2002. Devlet, Nadir: “Yusuf Akçura’n›n Hayat› 1876-1935”, Ölümünün Ellinci Y›l›nda Yusuf Akçura Sempozyumu Tebli¤leri, Türk Kültürünü Araflt›rma Enstitüsü Yay›n›, Ankara 1987. Ero¤lu, Hamza: Türk ‹nk›lâp Tarihi, Ank.1990. Feyzio¤lu, Turhan: Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara, 1987. Hassan, Ümit: Osmanl› Örgüt-‹nanç, Davran›fl’tan Hukuk – ‹deoloji’ye, ‹letiflim Yay., ‹st.2002. ‹nalc›k, Halil: “Atatürk ve Atatürkçülük”, Do¤u-Bat›, sa:29, A¤ustos-Eylül 2004, s.98-10. ‹nan, A. Afet: Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yaz›lar›, Ankara, 2000 ‹rtem, Süleyman Kani: Y›ld›z ve Jön Türkler- ‹ttihat- Terakki Cemiyeti ve Gizli Tarihi, haz:Osman Selim Kocahano¤lu, ‹st.1999 Karal, Enver Ziya: Halet Efendinin Paris Büyük Elçili¤i 1802-6, ‹stanbul, 1940 Karal, Enver Ziya: Osmanl› Tarihi, c.VIII, Ank.1988 KARPAT, Kemal H.: ‹slam’›n Siyasallaflmas›, (Çev: fiiar YALÇIN)‹stanbul Bilgi Üni. Yay., ‹st. 2004 Kayal›, Hasan: Jön Türkler ve Araplar, Tarih Vakf› Yurt Yay›nlar›, ‹stanbul, 2003 Kocatürk, Utkan: Atatürk’ün Fikir ve Düflünceleri, Atatürk Araflt›rma Merkezi, Ankara, 1999. Kuran, Ahmet Bedevi: ‹nk›lap Tarihimiz ve ‹ttihat Terakki, ‹st.1948. Kuran, Ahmet Bedevi: ‹nk›lâp Tarihimiz ve Jön Türkler, ‹st., 1945. Kurflun, Zekeriya: “‹ttihat ve Terakki, Trablusgarb fiubesinin Kuruluflu ve Nizamnamesi, T.D.T.D, sa.39, ‹st. Mart.1990. LEW‹S, Bernard: Modern Türkiye'nin Do¤uflu, Türk Tarih Kurumu Yay›nlar›, Ankara, 1988. Mardin, fierif: Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895–1908, ‹letiflim, ‹st.1996. Prens Sait Halim: ‹slâmlaflmak, Sebilürreflat Neflriyat›. Safa, Peyami: Türk ‹nk›lâb›na Bak›fllar, Ankara, 1988. Sar›ca, Murat: 100 Soruda Siyasî Düflünce Tarihi, 8. Bas›m, ‹stanbul, 1999. Toros, Taha: Atatürk’ün Adana Seyahati, Adana 1939. Tunaya, Tar›k Zafer: Türkiye’nin Siyasi Hayat›nda Bat›l›laflma Hareketleri, ‹st., 1999. Tunaya, Tar›k Zafer: Türkiye’de Siyasi Partiler, ‹st., 1952. Uçarol, Rifat: Siyasi Tarih, ‹st., 1985. Yalç›n, H. Cahit: Talat Pafla’n›n Hat›ralar›, ‹st., 1946. Yalt›rakl›, Cevat: Vatan fiairi Nam›k Kemal, Milli fiair Mehmet Emin, ‹st., 1960. 7 284 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” TAR‹H VE Z‹HN‹YET Yücel ÖZTÜRK* Zihniyet, üstünde yaflanan mekân ve mekân›n olufl hali olan zaman› kolektif haf›zaya göre anlama ve yorumlama biçimidir. Zihniyet, toplumsal haf›zan›n iflleyiflini tanzim eden prensipleri içeren bir nevi beflerî bir sistemdir. Bu sistem, yaflanan an› geçmiflin de¤erleriyle tarif eden amir kurallar manzumesidir. Geçmifl, zarurî olarak meydana gelir. ‹nsan yaflar ve zaman geçmiflte kal›r. Mekân›n tabii oluflunda bilinçli bir varl›k olarak yer alan insan, gelece¤i tasavvur etmek mecburiyetindedir. Gelecek ise henüz oluflmam›flt›r. ‹flte, henüz yaflanmam›fl bir zaman dilimini temsil eden yar›n› tasavvur etmek ve ona güvenle yönelme ihtiyac›, geçmifli hat›rlamak ve korumak gibi bütün toplumlarda mevcut olan bir ameliyeyi do¤urur. Bu ameliyeye giriflmeyen, yar›n› merak etmeyen toplum, bilinçsizdir. ‹nsan olmak gibi zorunlu bir özellikten dolay›d›r ki, toplumlar yaflad›klar› zaman›, gelece¤e tafl›mak istemifllerdir. Gelece¤i dünyevî tasavvurlar›n içine dahil etmenin baflka bir yolu da yoktur. Gelecekle geçmifl aras›ndaki bu önemli ba¤, zihniyetin de¤iflmez kurallar dizisi halinde devam etmesini sa¤lar.1 Zihniyet, geçmiflin mutlak bir tekrar› de¤ildir. ‹nsan, geçmifli haf›zas›nda bir bütünlük içinde yeniden infla ederek yaflad›¤› zamana uygular. Zihniyet, oluflun objektif bir hat›rlan›fl› de¤il, sübjektif bir kurgudur. Zihniyet, müflahhas olufla, sübjektif bir kimlik kazand›rma çabas›ndan do¤an toplumsal de¤erlerin tamam›n› ihtiva eder. Hat›rlama, zihinde tutma ve bunlar› kurallara dönüfltürme, zihniyeti teflekkül ettiren unsurlard›r.2 Geçmiflle kurulan ba¤, zaman›n uzun süreli ak›fl› içinde çok yavafl bir de¤iflime u¤rar. Gelenek, de¤iflmeye karfl› direnir. De¤iflme, gelene¤e ra¤men gerçekleflir. De¤iflimi icbar eden, tarihin zihnimizdeki kurgulan›fl› d›fl›nda cereyan eden salt olufludur. Her olufl geride kald›kça gelenek ve zihniyetin potas›nda ya ay›klan›r, ya da yeni bir anlama kavuflur. Geçmifl, tarihi birikimlerin k›r›lmay› kaç›n›lmaz k›ld›¤› dönemlerde yarat›c› bir rol oynar. Her gelenek ve zihniyet, önce kendi tarihi oluflu, sonra d›fl gelenek ve zihniyetlerin bask›s› alt›ndad›r.3 Tarihin baz› anlar›nda bu bask›lar, iç dinamikleri tetikleyerek yeni yap›lanmalara neden olur. Bu yap›lanma zamanlar›nda referans noktas›, geçmiflin parlak anlar›d›r.4 ‹slam toplumlar›nda Asr – › Saadet, Avrupa toplumlar›n›n Rönesans Ça¤›’nda Antik Yunan - Roma dönemleri, XX. yüzy›lda kurulan yeni devletlerde eski parlak ça¤lar; mesela, Türklerde Göktürk, Hun; M›s›rl›larda Firavunlar dönemi, zihniyetin kimlik ve meflruiyet kazanmas›nda büyük rol oynar.5 ‹nsan haf›zas›, toplum hayat› ile birlikte teflekkül eder ve ifller. Kiflinin bir topluma üye olmamas› ve bir zihniyetin içinde yer almamas› halinde flahsî haf›zas›n›n meydana gelmesi mümkün olmaz. Kifli, toplum iliflkileri içinde kendi var olufluna anlam verir ve bu anlam› toplumla bütünlefltirerek içtimaî kiflilik kazan›r. Toplum, kiflinin var oluflunu de¤erli ve anlaml› k›lar. Bu anlam, haf›zan›n zihniyetle olan rab›tas› içinde teflekkül eder.6 Toplum haf›zas›n›n, subjektif bir kurgu oldu¤unu belirttik. Zihniyet taraf›ndan yönlendirilen insan haf›zas›, toplum haf›zas›na entegre olunca, ancak toplumla al›flverifl içinde oldu¤u gerçeklikleri hat›rlar. Toplum haf›zas›na dahil olmayan flahsî gerçeklikler ise kiflinin varl›¤›n›n sona ermesiyle or* Doç.Dr., Sakarya Üniversitesi, Tarih Bölümü 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 285 tadan kalkar. Zihniyet, kiflinin ait oldu¤u toplum içinde uyaca¤›, bunlara uydu¤u ölçüde varl›¤›n› anlaml› k›laca¤› kural ve ölçüleri kapsar. Bu ölçüler, itaat kavram› alt›nda somut otoritelere boyun e¤mek fleklinde tecelli eder. Otorite ve itaat, kutsal bir çerçeveye göre teflekkül etmifl bir hiyerarfli içinde gerçekleflir. ‹taat, büyük ço¤unlukla ak›l üstü de¤erler ile kutsal bir nitelik kazan›r. Kiflinin vatan duygusu, bir aile, cemaat ve millete ba¤l› oluflu, kendisini aflan bir kutsall›k halinde hiç fark›nda olmadan onu kuflat›r. ‹taat›n kutsal bir anlay›flla benimsetilmesi sonunda kifli kendini Tanr›, peygamber, baba, ana, hoca ve say›lmas› gereksiz çok say›da otorite hiyerarflisi içinde bulur. Zaman içinde itaat›n derecesine göre fedakârl›k duygusu geliflir. Kifli kendini ait oldu¤u toplum varl›¤› u¤runa feda etmeyi ö¤renir. Bu fedakârl›klar, flehitlik, gazilik gibi kutsal kavramlarla ifade edilir. Toplum haf›zas›, geçmifli daima büyük zaferler ve büyük ac›lar etraf›nda terennüm eder. Zihniyet, kendini bu sembolizm içinde ait oldu¤u topluma verir. Hz. ‹sa’n›n çarm›ha gerilifli, H›ristiyanl›¤›n ›st›rap kültünü meydana getirmifltir. H›ristiyan Ümmeti, kendini ‹sa’n›n bafl›na gelen bu büyük olaya göre flekillendirmifl, toplumsal haf›zas›n› buna göre kurmufltur. Bu dinin en önemli inanç unsuru olan vaftiz, flarap – ekmek ayini, kutsama ayinleri bütünüyle bu ›st›rap verici hadise etraf›nda flekillenir.Yahudilerin A¤lama Duvar›, toplum haf›zas›n›n hat›rlamaya göre teflkil ediliflinin somut bir örne¤idir. Kerbela hadisesinin an›lmas› esnas›nda fiiilerin kendilerine sembolik olarak ›st›rap vermeleri de ayn› hat›rlamay› ortaya koyar. Sünnî ‹slam’›n bunun yerine ‹slam zaferlerini koydu¤u düflünülebilir. Bu hadiseler, toplum haf›zas›nda asla nesnel bir gerçeklik içinde yer almaz. Bunlar, toplumun hat›rlamas›n› istedi¤i flekle bürünür. Bu hadiseler, toplumun haf›zas›n› belli hedeflere göre organize etmek için kullan›l›r. H›ristiyanlar›n Müslümanlara karfl› kutsal savafla sevk edilmesi, fiii – Sünnî çat›flmalar›, Yahudilerin uzun süreli sürgünlere tahammül edip varl›klar›n› sürdürmeleri hep bu sembolik geçmiflten al›nan manevî güç ile gerçeklefltirilir.7 Belli bafll› toplumlarla ilgili hat›rlamayla ilgili bu örnekler, bütün toplumlar için genel bir nitelik arzeder. Türklerin Ergenekon efsanesi, Türeyifl destan›, daha niceleri, Ruslar›n ‹gor Bölü¤ü destan›, ayn› nitelikleri gösterir. Bununla ilgili misalleri ço¤altmaya gerek yoktur. Destanlardan baflka, gazanameler, menak›bnameler, bütünüyle ayn› hat›rlama türünü gösterir. “Bir varm›fl bir yokmufl” ifadeleriyle genel kurgu niteli¤ini aç›kça belli eden bu hikâyeci hat›rlama yöntemi karfl›s›nda modern tarih yaz›c›l›¤›, “mekân” ve “zaman”› berraklaflt›rmak suretiyle geçmiflin bilgisini somut gerçeklik fleklinde ortaya koymaya çal›flacakt›r.8 Geçmifl, flimdi ve gelecek, bu sembolizm içinde insan›n ve toplumun de¤er alan› haline gelirken, tabiat güçleri de ayn› anlay›fl içinde hayat›n içine girdi. Tabiat kuvvetleriyle geçmiflin kültleri kar›flarak mitolojiyi ve kozmogoniyi meydana getirdi. Kozmogoni, insanî güçlere, tabiat güçleri vas›tas›yla insan üstü vas›flar›n giydirilmesi suretiyle meydana geldi. Kozmogoni, insan›n kendisini insan üstü referans sistemlerine ba¤lama çabas›n›n ürünüdür. Gök, günefl, y›ld›z, vs., gibi kozmik güçler, ilahiyat kisvesiyle dünyevî hayat›n içinde yer ald›. Dünyevî güçler, kendilerini kozmogoni vas›tas›yla ilahî bir niteli¤e büründürdüler.9 KOZM‹K DÜZEN, KANUN VE DEVLET Menflei Sümerlere kadar inen kanun,10 kozmik zihin flemas›n›n yaz›l› hale getirilerek ebedilefltirilmesini ifade eden bir kavramd›r. kanun, mutlak bir ba¤lay›c›l›k, kesinlik ifade eden kurallar› temsil eder. kanun kavram›nda, “varolana art›k hiçbir fley eklenemez, ç›kar›lamaz ve de¤ifltirilemez.” 7 286 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK Babilliler, kanunu kutsal metin olarak yazd›klar›n› düflündüklerinden, bunu yazanlara, kopya edenlere ve uygulayanlara mutlak itaati flart koflarlard›. Buna uymayanlar› ise lanetlerlerdi. kanunun bu manas›, Hitit, ‹brani, Yunan ve Roma’da da ayn› idi. Kozmik düzeni ifade eden kanunu uygulayan devlet, ilahi bir kurumdur.11 kanun, modern ça¤lara kadar kültürün bütün unsurlar›n› tarif eden merkezî bir kavramd›r. Resim, heykel, mimarî, edebiyat ve mus›kî gibi sanat›n bütün alanlar›nda ölçü, oran, denge, uyum mükemmelli¤i ve kesinli¤ini ifade eder. Kozmik sanat, kâinat›n mükemmelli¤ine paralel olarak estetik ve aritmetik bir mükemmeliyet iddias› tafl›r. Bu amaç, mimaride en iyi flekilde M›s›r, heykel ve edebiyat›n her alan›nda Yunanl›lar taraf›ndan baflar›lm›flt›r. kanun, güzel sanatlarda, fliirde, edebiyatta, mutlak kesinli¤e ulaflman›n ad›d›r. Hukukî anlam› da ayn› espiriye uygun olarak, mutlak itaat edilmesi gereken norm ve kurallar› ifade eder. kanun, devlet ve idare aç›s›ndan, liste, katalog, envanter anlam› tafl›r. Hükümdar kanunlar›, kral isimlerini ihtiva eder ki, yine ilahî kozmosu temsil eden krallar›n mutlak kronolojisini ortaya koydu¤una inan›l›rd›.12 ‹lk uygarl›klardan Ortaça¤’da kilise hakimiyetine kadar, hep ayn› manas›n› korumufltur. Orta ve Yeni Ça¤ klasiklerinin de kanun dairesinde ele al›nmalar›, oldukça manidard›r. Yaln›z kutsal kitaplar de¤il, klasik metinler de kanun kapsam›nda, ilahî nitelikte idiler. Ortaça¤’da Kilise’nin çabalar›yla kanun, kutsal unsurlar dizisine dönüfltü. Bunlar, bizzat kitaplar, klasik metinler ve bunlardan türetilmifl kutsal ilkeleri kaps›yordu.13 Sosyal düzenle ilgili her fleyin kutsal addedilmesi ve bunun kanunla ifade edilmesi, kozmos gibi befleri oluflun da kutsal oldu¤unun varsay›lmas›na dayan›yordu. Mesele, ‹slâm ilahiyat›nda da paralellik gösterir. Ortado¤u devlet gelene¤inin bir ürünü olarak ortaya ç›km›fl bulunan ‹slam tarih yaz›c›l›¤›, Yahudilerden miras ald›¤› kozmik fluuru hemen hemen istisnas›z bütün ürünlerinde yans›t›r. Bu tarihî kavray›fl, Selçuklu ve Osmanl› tarih yaz›c›lar›nda da istisnas›z tekrarlan›r. Bu anlay›fla göre dünya yarat›ld› ve peygamberler burada ilahi düzeni tesis etmek üzere gönderildiler. Tarih, peygamberlerin tebli¤i ile buna karfl› direnen güçler çerçevesinde ele al›n›r.14 ‹slamî kanunun temel kayna¤› Kur ‘ân, hadis, k›yas ve icmad›r. Son ikisi de kayna¤› insan olmas›na ra¤men, referanslar› bak›m›ndan ilahidirler. Mezhepler, f›rkalar, icma ve k›yas›n ürünüdürler. ‹çtihat da ayn› ilahi kaynaklara istinat etmek durumundad›r. ‹slam literatürünü meydana getiren bütün ürünler de ayn› çerçevede olma iddias›ndad›r. Kaynak ve referans, kesin olarak Kur’an ve hadistir. Hadisçili¤in bu kadar ileri boyuta varmas›n›n önemli bir sebebi, insanlara ait metinlerin kutsallaflt›r›lmas›na yöneliktir. Eski ve Ortaça¤ beflerî sistem ve zihniyetleri, ilahiyat›n d›fl›nda tek bir nokta bile bulunmas›na tahammül edemezler. ‹nsan, ancak ilahiyat› uygular, aciz düflüncesiyle ilahi metinleri okur ve anlamaya çal›fl›r. ‹slamî kanun, flüphesiz ki “fleriat” kavram› alt›nda ifadesini bulmufltur. Eskiden “âdet” manas›na da kullan›lan “fleriat”, takip edilmesi gereken yol, “ ‹slâm’›n müdevven kanunu, Allah’›n emirlerinin bütünü manalar›na gelir.” Zaman içinde, insan fiillerinin fleriata göre tanzim edilifliyle ilgili kaideler, “âdâb” ve “ahlâk” kavramlar› alt›nda toplanm›flt›r. ‹nsan fiillerinin tanzimi, fleriat›n kapsam›nda, Allah’›n emir ve yasaklar›na dayan›r. ‹badet ve hukuk gibi iki temel alan› içine alan fleriat, hatas›z bir akide olarak, “Müslümanlar›n bütün dinî, siyasî, içtimaî, âilevî ve ferdî hayatlar›n› s›n›rs›z olarak ” kuflat›r. Kiflinin kendi iç dünyas› ve vicdanî muhasebesi, bütünüyle zahirî gerçekli¤i muhatap alan fleriat›n konusu de¤ildir. Eski dünyan›n merkezinde teflekkül eden ‹slam fleriat›, zaman içinde iki harici unsuru içine almak zorunda kald›. Birisi, Bat›nî nitelikteki tasavvuf, di¤eri ilk medeniyetlerin fle- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 287 riat› olan “kanun”.15 Geçmiflin Bat›nî akidelerinden ibaret olan tasavvuf, eski kozmik inançlar› fleri‘at otoritesi alt›nda toplayan sistemdir. Kozmik ilahiyat›n içinde yer alan Tasavvuf, ‹slamî dönemde Kur ‘anî otorite mekanizmas›yla meflrulaflt›r›lm›flt›r. Ayn› mekanizmayla fieriat›n içine giren “kanun”, ilk ‹slam devletlerinden itibaren “dinî hukuk haricinde sultan›n iradesinden do¤mufl kanunlar›” ifade ediyordu. Osmanl› tarihçisi Tursun Bey, kanunu “örf” kavram› ile aç›klar. Örf, t›pk› Kur ‘an ve sünnet gibi, kanunu meflru k›lan alt zemindir. Kayna¤›, geçmifl ilahiyatt›r. fieriat harici olmak bak›m›ndan, aklî ve dünyevî bir nitelik tafl›d›¤› iddialar› mevcuttur.16 Barkan ve O’ndan etkilenen bir çok tarihçi, buradan hareketle Osmanl› hukuk sisteminin fieriat’tan ziyade “laik” bir özelli¤e yak›n oldu¤unu iddia etmifllerdir.17 Bu, ‹slâm öncesi “kanunu”nun dünyevî ve laik oldu¤u anlam›na gelir ki, do¤ru de¤ildir. Ziya Gökalp, eski Türk siyasî, hukukî, sosyal ve inanç sistemini kanun anlam›nda “töre” kavram› alt›nda toplam›flt›r ki, bize daha do¤ru gelmektedir. Gökalp’e göre “töre”, günümüzdeki s›n›rl› kanun manas›n› da havî olup ondan daha flumullü idi. Türk töresi, Türk devletinin dayand›¤› hukuk sistemi ve Türk Milleti’nin sosyal nizam›n› ihtiva ediyordu. Türk dini de törenin inanç boyutunu teflkil ediyordu. Töre, Türk ilahiyat›na göre terkibini bulmufl hayat nizam› idi. Devletin gidici, törenin kal›c› oldu¤u manas›nda “‹l b›rak›l›r, töre b›rak›lmaz.” darb – › meselini nakleden Kaflgarl› Mahmud, törenin bir üst sistem olarak tafl›d›¤› manay› vurgular.18 Töre, ak›l üstü, kifli üstü bir sistemdir. Padiflah iradesine dayanmas›, onun din d›fl› oldu¤unu ortaya koymaz.19 Bütün kozmik dinlerde padiflah, kral, hükümdar, vs., tanr›sal bir nitelik tafl›r. Bu bak›mdan, örf veya töreye uygundur. Türk hakan›, töre ile s›n›rl›d›r. Töre, onu tanr›n›n temsilcisi s›fat›yla kutsal bir mevkie oturtmufltur. Bu bak›mdan, Dört Halife devri sonlar›nda Emevî halifelerinin kendilerini mehdi ilan etmeleri, Arap ve Türk gelene¤inde halifelerin “z›llullah- › fi’l arz” itibar edilmeleri, belki fieriat’a ayk›r›, ancak, eski kozmik dinî telakkiye uygun idi. Göktürk kitabelerinde Bilge Kagan’›n kendisini “Ben Tanr› gibi Gökte olmufl Bilge Ka¤an” fleklinde tan›mlamas› ile ‹slamî dönemdeki bu halife – padiflah figürü mana itibariyle yak›nd›r.20 ‹slamî epistemolojide bid ‘at kavram› da kanunun bir boyutunu teflkil eder21. Bid ‘at, yani yenilik, istenmeyen bir fleydir. Zaruret halinde bile, kabul edilebilir olmas›, ancak ana kayna¤a z›t olmamas›yla mümkündür.22 kanunun teflrii makam› ulema, icra makam› devlettir. Devlet, bütün kurumlar›yla ilahî bir düzeni ifade eder. Modern ça¤lara kadar bunun istisnas› yoktur. ‹LAH‹YAT VE EP‹STEMOLOJ‹ ‹lk ça¤ zihniyetlerinin zihnî flemas›, kültler, mitler ve kozmogoniye göre teflekkül etmiflti. Kozmik inanç sistemlerinde zaman ve mekân›n ilahî oldu¤u, baflta Eliade olmak üzere din tarihçileri taraf›ndan ortaya konulmufltur.23 Kozmik dinlerde tarihi zaman ve mekâna yer yoktur. Evren’in ilahi nitelikli iflleyifli temel dogma oldu¤undan, maddî kâinat temelde yok farz ediliyor veya as›l olan ruhsal – tanr›sal özün kendini ifade etmesinin simgesel bir formu olarak tasavvur ediliyordu. Kozmik dinlerde hemen hemen istisnas›z olarak dünya gö¤ün uzant›s› ve egemenli¤inde , ruhsal bir varl›k olarak tasavvur ediliyordu. Bahis konusu bu inançlar, ‹lahî dinlere geçifl sürecinde Gnostik inanç sistemleri ismi alt›nda ifade edilmifltir. Gnostik dinlerin temel karakterini teflkil eden bu anlay›fl, büyük ölçüde Semavî dinler zaman›nda da devam etmifltir. H›ristiyan ve ‹slam Uygarl›klar›ndaki zaman ve 7 288 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK mekân alg›lamalar›nda etkili olan eski Eflatun ve Aristocu tesirler, asl›nda Gnostik dinlerin mekân ve zaman alg›lamas›n› yans›t›yordu. Eflatun’un varl›¤› ruhsal sembollere irca etmesi, buna misal gösterilebilir.24 Ortaça¤’da ‹slam Filozoflar›,25 Yeniça¤’da Descartes ve daha sonra Hegel’in takip ettikleri epistemolojik flema da ayn› temele dayan›yordu. Bu sistemde ak›l mutlak – ilahî bir güç idi. Duyular ve empirizmin konusu olan d›fl dünya ise önemsiz bir varl›k alan› idi. Bu anlay›fl, Descartes’ta bütün ç›plakl›¤›yla müflahade edilebilir. O’nun, “Düflünüyorum, o halde var›m” vecizesi, asl›nda, varl›¤›n düflünceden ibaret oldu¤u iddias›n›n en yal›n ifadesidir.26 Marks bu anti maddeci dogmay› tersine, anti – ruhçu bir dogmaya çevirmiflti. Epistemolojik aç›dan her iki ideoloji de akla dayanmak gibi temel bir yak›nl›k içinde idiler. Marksizm, empirizmi naif bir çizgide reddetmezken, ideolojinin temeline akl›n egemenli¤indeki bilimi yerlefltiriyordu. Marksist bilim, ak›lc›, dogmac› bir anlay›flta idi. Marks’›n ideolojik genellemelerini yaln›z geçmifl ve yaflanan ça¤a de¤il gelecek ça¤a da yaymas›, bu determinist anlay›fl›n bir ürünü idi. Pozitivist, ‹dealist ve Marksist felsefe ve ideolojilerin temel niteli¤i, de¤iflmez yasalar›n ak›l yoluyla mutlak bir gerçeklik ile kavranabilece¤ine olan inanç idi. Di¤er bir ifadeyle, bu epistemoloji mutlak bir nitelik tafl›yor, yanl›fllanabilirli¤e kapal› bulunuyordu. Bu anlay›fl, bu felsefelerde bilimi dogmaya çeviren bir etki yapacakt›r.27 Hegel’in Alem’i Tanr›sal bir ruhun tezahürü olarak izah edip, bu ruhun da öz olarak Germenlerde topland›¤›n› ifade etmesi, felsefi bak›mdan art niyetsiz bir iddia olarak düflünülebilir.28 Ancak, muhteris bir eylemci olan Hitler’in ayn› felsefeyi hayata geçirdi¤ini düflünmek, bu felsefenin masum olmayan yönünü ortaya koyar. Günümüzde bu tür ak›lc› – dogmatist , anti ampirist felsefi doktrinler Kartezyen felsefe olarak de¤erlendirilmifltir. Bu gelene¤in tam karfl›s›nda, Empirist gelenek yer alm›flt›r. Ayn› gelene¤in de Eski Yunan’a kadar inen taraftarlar› bulunmakla beraber, Modern Ça¤’da bu gelene¤i ilim zihniyetine dönüfltüren tek gelenek Anglikan gelene¤i olmufltur. Anglikan, Kalvinist – Puritanist gelenek, flafl›rt›c› bir flekilde dogmatik ak›l yerine duyular› ön plana koyan bir empirizmi benimsemifltir. Bu gelenek, felsefi tart›flmalardan ziyade pragmatist, faydac› bir ilim anlay›fl›n› esas alm›flt›r. Bu gelenekte epistemolojik mutlakiyete yer yoktur. Bilimin yanl›fllanabilirli¤i anlay›fl›na ulaflabilmemizi bu gelene¤e borçluyuz. Z‹HN‹YET VE TAR‹H‹N ÇATIfiMASI Zihniyet ve tarihin asl›nda iki z›t alan oldu¤unu yukar›da çok da belirgin olmayan bir flekilde belirttik. fiimdi, bu z›ddiyeti biraz daha belirginlefltirelim. Toplum haf›zas›n›n teflekkülü, toplumun her türlü de¤iflime kapal› tutulmas›n› gerektirir. Zihniyet, geçmiflin zihinde dondurulmufl simgesel mekân ve zamanlar›n›n tekrar›yla varl›¤›n› devam ettirir. Zihniyetin muhafazas›, gelene¤in kutsanarak korunmas›na ba¤l›d›r. Bu, de¤iflimi engellemeyi gerektirir. Zihniyet araflt›r›c›lar›, zihniyetin karfl›s›na tarihi ç›karm›fllard›r. Tarih, fizikî ve beflerî oluflu temsil eder. Tarih, oluflun henüz zihniyet süzgeci ile rafine edilmemifl gerçeklik alan›d›r. Toplum haf›zas›, benzerli¤in sürekli k›l›nmas› üzerine kurulu iken, tarih, benzersizlik ve düzensizlik niteli¤indeki hadiselerin terekküp etmifl halidir.29 Tarih, de¤iflmezlik ve düzenin oldu¤u yerde hemen hemen varl›¤›n› yitirir. Vücudun sa¤l›kl› iflledi¤i durumlarda nas›l sa¤l›¤›m›z›n önemine ve fark›na varm›yorsak, düzensizlik, kaos, çat›flma, afet, zafer ve bozgun halleri d›fl›nda beflerî düzenin fark›na varam›yoruz. Tarih, bu befleri düzeni etkili bir flekilde sarsan veya ink›taya u¤ratan, menfi veya müspet 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 289 bir yönde de¤ifltiren hadiseleri ve bunlarla ilgili bilgileri ihtiva eder. Do¤mak müspet, ölmek menfi bir de¤iflimdir. Bunlarla ilgili kay›tlar, tarihi - demografik kaynaklar› teflkil eder. Veba, deprem, sel gibi tabii afetlerle ilgili kaynaklar da demografinin dayand›¤› ana kaynaklard›r. E¤er bu hadiseler olmasayd› bunlarla ilgili kay›tlar da olmayacakt›. Katil, h›rs›zl›k, miras, evlenme, boflanma gibi hadiseler ve bunlarla ilgili günümüze kadar ulaflan veriler, hukuk tarihini meydana getirir. Bunlarla ilgili bilgiler e¤er günümüze ulaflmasayd›, hukuk tarihi diye bir alan mevcut bulunmayacakt›. Tarih, tabii ve beflerî hadiselerle ilgili maddî deliller sunmak bak›m›ndan gelenek ve zihniyetin tam tersi bir alan› ifade eder. Tarih, bahis konusu beflerî ve tabii hadiselerin yo¤unlaflt›¤› periyotlarda daha büyük zenginlik kazan›r. Bu aç›dan, tarihi, olufl ve de¤iflimin hikâyesi olarak ifade etmek mümkündür. Modern tarih bilimi, zihniyetin hadiseleri sübjektif bir kimlik etraf›nda sembol ve simge niteli¤ine büründürmek suretiyle kimli¤i savunmas›n› bir tarafa b›rak›r. Modern tarih, ister yaln›z salt gerçe¤in ortaya konulmas› manas›nda, ister ‹ngiliz Faydac› felsefesinin öngördü¤ü flekilde millî faydan›n azami flekilde temini maksad›yla yap›lan bir bilim olsun, ancak objektiflik anlay›fl› içinde söz konusu amaçlara hizmet edebilir. Gerçek, ister hoflumuza gitsin, ister gitmesin, topluma gerçek haliyle yans›t›ld›¤›nda içtimaî bir yarar sa¤layabilir.30 Zihniyet, sübjektif ölçüleri içinde tarihi ay›klayarak kendi çerçevesinde yeniden kurgularken, tarih oluflu bizzat kendi gerçekli¤i içinde aç›klamaya gayret eder. Tarihin bunu ne oranda yap›p yapamayaca¤› ise gereksiz bir sorudur. Tarih, bu gerçekli¤i yans›tabildi¤i ölçüde amac›na hizmet etmifl olacakt›r. Bu aç›dan yaklafl›ld›¤›nda, bir toplumun zihniyet hegemonyas›nda m›, yoksa ilmî yaklafl›mla m› bir tarih yapt›¤›n›, hadiseleri ele al›fl fleklinden anlamak mümkündür. E¤er fetret dönemlerini, bozgunlar›, sembolik de¤er tafl›mayan küçük beyliklerin hüküm sürdü¤ü dönemleri pas geçen, tersine, dünya hakimiyetine yaklafl›lan büyük zafer periyotlar›n› ön plana alan bir yaklafl›m mevcutsa, burada zihniyetin tarih yaz›c›l›¤›n› kontrol etti¤i ifade edilebilir.31 Bizim aç›m›zdan, zihniyetin sübjektif evreni kendi gerçekli¤i içinde ne kadar ehemmiyetliyse, tarihin gerçeklik alan› da o derecede önemlidir. Birinin di¤erine hükmetmesi ikisini de topluma zararl› hale getirir. Hele tarihin zihniyet emrine sokulmas›, toplumun önünü açacak yeniliklerin keflf, icat ve uygulanmas›n› imkâns›z k›lar. Asl›nda zihniyetin topluma yararl› bir motivasyon olabilmesi de ancak tarihi gerçekçili¤in zaman içinde onu etkileyebilmesi ile mümkün olabilir.32 Tarih karfl›s›nda kendini delinmez bir z›rha bürümüfl bir zihniyet, o toplumu imha olma noktas›na götürebilir. Bunun sebebi, zihniyetin kendi sübjektif özelli¤inde gizlidir. Her zihniyet, toplumu di¤erlerinden ay›rarak ona bir kimlik verir. Bununla yetinmez, bu kimli¤i di¤er kimliklerle çat›flt›r›r. Her zihniyet, kendini ötekilere göre tarif eder. Bu, ebedî bir çat›flma ve düflmanl›k demektir. Çat›flma ve düflmanl›¤›n sona ermesi, ancak zihniyetin ebedî tatminiyle mümkündür. Bir zihniyet, rakipleri karfl›s›nda ne kadar güçlü ise, onlara olan yaklafl›m› o derecede ›l›ml›d›r. Güç, di¤erlerini itaat ettirecek derecede ise çat›flma uzlaflmaya dönüflür. Güç dengeli ise çat›flma kaç›n›lmazd›r. Ma¤lup bir zihniyet, baflka bir zihniyetin hakimiyetine girdi¤inde ya ortadan kalkar, ya da pasif direnifle geçer. Rakipleri karfl›s›nda belli periyotlarda üstünlük kuran, ancak tarihi komplekslerle dolu olan baz› gelenekler, bu güçlerini genellikle fliddete dönüfltürmüfllerdir. Mo¤ollar›n Türkler karfl›s›ndaki tavr› buna iyi bir örnek teflkil eder. Tarih ve zihniyetin çat›flmas›, birinin di¤erine ra¤men mevcut oldu¤u manas›na gelmektedir. Zihniyet, e¤er kadir olabilseydi, karmafla ve kaosu ifade eden tarihi bütünüyle imha ederdi. Ancak, 7 290 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK bir nevi sanal kurgu olan zihniyet, tarihin yok edilemez mevcudiyetini her an hissedecek, onunla mücadele edecektir. Tarih, bir mütecaviz gibi onu zorlad›kça, zihniyet uzlaflmaz tutumunu muhafaza etmek kayd›yla baz› noktalarda taviz vererek tarihin kendisini etkilemesine müsaade etmek zorunda kalacakt›r. Tarih, zihniyetin, kanunun içine girdi¤i anda tarih olma özelli¤ini yitirecek ve kanunlaflacakt›r. Her y›l toplanan kilise kanunlar›, ‹slam’da önce içtihat, sonra fetva müesseseleriyle kanunlaflt›rma ameliyesi, asl›nda cereyan edifli engellenemez olan tarihin zorlamas›na zihniyetin tak›nd›¤› tavr›n ürünüdür. ‹lahî din kanunlar›, en büyük zorlu¤u eski kozmik kanunlar› yeni ilahî kanun dairesinde meczetme safhas›nda yaflam›flt›r. Kilise kanunu, önce Katolik ve Ortodoks olarak ikiye ayr›lm›fl, daha sonra Protestanl›¤›n zuhuruyla üç parçaya bölünmüfltür. ‹slam kanunizmi de Kilise kanununa benzer zorluklarla karfl›laflm›flt›r. Arap eski kanunu, en fazla Dört Halife devri sonlar›na kadar sabredebilmifl, Emevilerle birlikte ‹slamî kanun üzerinde egemenli¤ini kurabilmifltir. S›ffin ve Kerbelâ gibi hiçbir kanun içinde meflru bir tevile tabi tutulamayacak hadiseler zuhur edince, ‹slam kanunu da parçalanm›fl, Sünnî ve fiia kanunlar› zuhur etmifltir. Bu parçalanmada en önemli faktörün ‹ran kozmik kanununun direnifli oldu¤u görülüyor. ‹slâm kanunizmi, ikinci teflekkül safhas› zorluklar›n›, Türk kanununu ‹slamî kanun dairesinde tevil etme aflamas›nda yaflam›flt›r. Bu dönem, Türk – Arap geriliminin zihniyet safhas›nda en üst noktaya ç›kt›¤› bir dönemdir. Arap kanunu, siyasî gücünün etkisiyle ‹slam dairesine sirayet eden Türk kanununa çaresiz boyun e¤miflse de zihniyet plan›nda onun karfl›s›nda pasif, ancak ciddî bir direnifl göstermifltir. Bütün Arap tarihçileri Türk düflman› olup, bat›ya sirayet eden Türk düflmanl›¤›n›n kayna¤›nda ilk dönem Arap tarihçili¤i bulunmaktad›r. Türk kanunu, eski kozmik kanun itibariyle Sünnî kanuna daha yak›nd›r. Sünnî kanun, Emevilerin hakimiyetiyle beraber, art›k siyasî gücün merkeze oturtuldu¤u, siyasî gücün erke ulemay› ancak kendisini destekledi¤i ölçüde ortak etti¤i bir kanundur. ‹ran kanunu Sünnî kanunun siyasî gücüne teslim olmufl, ancak zihniyet plan›nda muhalefetini sürdürmüfltür. Türk kanununun Sünnî kanunla ba¤daflmayan bilhassa Bat›nî unsurlar› fiia kanunu içinde kendisine yer bulmufltur. Bu bak›mdan, ‹slam kanunundaki bölünme, en fazla Türk kanununu etkilemifltir. Türk zihniyeti, bugün de iki eklektik kanun aras›nda bocalamaya devam etmektedir.33 Kozmik kanunlarla kitabî dinlerin kanunlar›, belli bir süreçte bir birine entegre olarak yeni kanun sentezinde birlefltiler. Birleflemedikleri noktalarda ise ayr›flarak yeni kanunlar vücuda getirdiler. Bu süreçlerde bat›da Roma, do¤uda ise Arap ve Türk imparatorluklar›n›n siyasî rolleri fevkalade ehemmiyetlidir. Belli co¤rafyalar›n tarihi yap›lar›n› bir bütünlük içinde tutmadan bir kanunun teflekkül etmesi mümkün olamazd›. Tarihin kanunu zorlayarak onu dönüfltürmesi süreçleri, bu siyasî, iktisadî ve sosyal güçlerle mümkün olabilirdi. Tarihin ilk devirlerinden itibaren hükmetme gücüne ulaflm›fl bulunan Türk gelene¤i, hükmetti¤i gelenekler karfl›s›nda h›rç›n olmam›flt›r. Türkler, hakanl›k çap›nda hükmettikleri co¤rafyalarda kendilerine has orijinal gelenekler, kültürler ve zihniyetler yaratabilmifller, kendi kozmogonilerine sahip olmufllard›r. Orta Asya’da Orhun, Turfan’da Uygur, Maveraünnehir’de Orta Zaman Türkistan medenî gelene¤i, ‹til – Tuna aras›nda Hazar, ‹ran – Anadolu co¤rafyas›nda Selçuklu, Üç k›ta üzerinde Osmanl› kültür ve medeniyetleri, bunlardan baflta gelenleridir. Türkler, sayd›¤›m bütün kültür ve medeniyet hamlelerinde ortak bir zihniyete sahip olmufllard›r. Bu, di¤er geleneklere hükmetme gücüne 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 291 ulaflt›¤›nda onlar› kendi zihniyetlerinin bir alt flubesi haline getirme anlay›fl›d›r. Türkler, di¤er zihniyetleri asla imha etme kompleksine kap›lmam›fl, kendi zihniyetlerini hakimiyet alt›na ald›klar› toplumlara hakim k›labilmek için onlardan istifade etmifllerdir. Buna, önde gelen tarihçilerimiz Türk Cihan Hakimiyeti demifllerdir. Ben, bunu Türk üniversalizmi olarak ifade ediyorum. Üniversalizm, hükmetmek kadar yaflatmay› ve korumay› ifade ediyor ki, bizce Türklerin tarihi karakterini daha iyi ifade etmektedir. Türk tavr›n›n çeliflti¤i en temel kültür, Hint kast kapal› gelene¤indeki teslimiyetçiliktir. Bu aç›dan bir mukayese yap›lacak olursa, bir gelenek zihniyetçe ne kadar kat› olursa o kadar kapal› olmakta, hükmetme kabiliyetini o derecede yitirmektedir. Hükmetmek, aç›k olmay› gerektirmektedir. Eski M›s›r, Sümer ve Yunan medeniyetleri de bizce hükmetme kabiliyetinde de¤ildiler. Bunlar, zihniyet itibariyle baflka zihniyetlerle uzlaflamayacak kadar sert ve kapal› medeniyetlerdi. Yunan medeniyetini flark zihniyetleriyle uzlaflmaya do¤ru sürükleyen, Makedonya’l›, Yunan soyundan gelmeyen, da¤l› bir kültürün içinden yetiflmifl bulunan Büyük ‹skenderdi. Büyük ‹skender’in maceras›, büyük Roma’n›n önünü açarak O’nu dünyan›n merkezine yerlefltirdi. Roma, Türk, ‹ran ve Mezopotamya zihniyetlerini kendinde meczederek Üniversal bir nitelik kazand›. Roma, kuzey, güney, do¤u ve bat›n›n periferisini kendi potas›nda birlefltirerek bu zihniyetleri kendi “kanunu”nda eritebildi. Do¤u Roma, ‹ran’›n ve Yunanl›lar›n Mezopotamya gelene¤inden aktard›klar›n› yeni bir “kanun”da meczetti. Türkler, orta zamanda Do¤u ve Bat› Roma’n›n merkezine yaklaflabildilerse de daima periferisinde kald›lar. Bilhassa Do¤u Roma, kuzeyden gelen, Türklü¤ün en az Anadolu’ya geleni kadar gümrah kolunu, Ruslarla birlikte Ortodoks zihniyeti içine çekerek eritti. Türklü¤ün ‹slamiyet haricinde yer alan Macar, Avar, Peçenek, Uz, Kuman – K›pçaklardan mürekkep kuzey kolu, Ortodoks – Katolik zihniyeti içerisinde yer ald›. ‹slamî zihniyete göre teflekkül etmifl bulunan Osmanl› ‹mparatorlu¤u, dünya tarihinde Roma’dan sonra egemen olan ikinci üniversal imparatorluktur. Osmanl›lar, kendi zihinlerinde, bat›daki ›rkdafl unsurlar› art›k düflman addediyorlard›. Osmanl›lar›n kuruldu¤u ça¤da, Özü (Dinyeper)’den Adriyatik’e kadar uzanan co¤rafya, büyük çapta bahsedilen kuzeyli Türklerden meydana geliyordu. Özü – Bulgaristan sahas›, “Kumania” ismi tafl›yordu. Osmanl›, tek muhatap olarak rakip Katolik ve Ortodoks Hristiyanl›¤›’n› benimsedi ve bu zihniyete boyun e¤dirmeyi kendine hedef seçti. Bunu da büyük çapta baflard›. Bahsedildi¤i üzere, Türk üniversalizmi Roma’dan farkl›yd›. O, hakimiyeti alt›na ald›¤› zihniyetleri kendi alt flubesi haline getiriyor, onlar› eritmek gibi bir komplekse girmiyordu. Osmanl› – Türk üniversalizmi, daha ‹stanbul’un fethinden önce Ortodoks zihniyeti ile müttefik haline gelmiflti. Ortodokslar, Katolik kanununun cebrî, istilac› tutumu karfl›s›nda ancak Osmanl› – Türk üniversalizmi içinde yer alarak varl›klar›n› koruyabileceklerini anlam›fllard›. Bu süreçte Bizans, siyasî varl›¤›n› devam ettirebilmek için Katolik – Vatikan zihniyetine Ortodoksi’yi peflkefl çekerken, Ortodoksi’nin ruhban tabakas› Türklerle ittifaka geçerek idame edebilece¤ini anlam›flt›. Ortodoks kanunu, modern ça¤›n yeni güçlerinin Osmanl›’y› bütün de¤erleriyle saf d›fl› edifline kadar Türk kanununun bir alt flubesi olmufltur.34 Bu kanun müttefikli¤i, Macaristan’dan Kafkaslara, Ukrayna’dan Mezopotamya’ya kadar bir çok halk›n üst yap› olarak paylaflabildi¤i bir üst kimlik yaratm›flt›r. Bu üst kimlik, mimarî, edebiyat, mus›kî, iktisat ve devlet kurumlar›n›n dayand›¤› ana ilkelerde ifadesini bulur ve günümüz mikro milliyetçiliklerinin çarpt›¤› ana duvar›n s›n›rlar›n› çizer. Bu duvar, milliyetçiliklerin onunla çat›flt›¤› oranda güçlüdür. Bu üst kimli¤i paylaflan unsurlar, mesela Türkler, Yunanl›lar, Ermeniler ve Araplar, birbiriyle milliyetçilik dürtüsüyle çat›flt›klar› ölçüde üst kimlik noktai nazar›ndan birbirlerine yak›nd›rlar. Bu, üniversalizmle lokalizmin çat›flmas›d›r. 7 292 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK AVRUPA’NIN YEN‹ MUZAFFER kanunU Bahsedildi¤i üzere, Roma üniversalizmi Avrupa’y› k›sa bir süre tek kanunda birlefltirmifl, ancak siyasî sebepler yüzünden ikiye ayr›lm›flt›. Katolik ve Ortodoks kanunlar›n›n zuhuru bu süreçte vukubulmufltu. Bat› Roma V. Yüzy›lda y›k›l›nca Katolik kanunu Vatikan’›n flahs›nda Balkanlar›n bat›s›nda kalan bütün Avrupa’y› temsil etmifl, Do¤u Roma kanunu Osmanl› üniversalizmi içinde yer alm›flt›r. Buraya kadar, kurguyu bozmama çabas›yla, dünyan›n en eski ve say›lan bütün kanunlar›n teflekkülünde temel rol oynayan Yahudi kanununa temas edilmedi. Mezopotamya kanununun içinden ç›kan, Samî gelene¤inin en eski kanunu, peygamberler kanunu denilebilecek Yahudi kanunu idi. Bu kanun, Akdeniz Havzas›’n›n do¤usu Roma egemenli¤ine girince siyasî gücünü yetirmifl, köklü, direngen yap›s› nedeniyle büyük bask› görmüfltür. Bu bask›n›n en büyük sebebi, Roma kozmik pagan kanununa karfl› tek tanr›l› kanunla boyun e¤mez bir direnifl göstermesiydi. Yahudi kanunu, eski M›s›r kanunu karfl›s›nda da ayn› ak›bete duçar olmufl, sürgünlere maruz kalm›flt›. Yahudi kanunu, sürgünde yaflanan bir kanundur. Kendisini muhafaza edebilmesindeki emsalsiz güç, baflka hiçbir kanunda bulunmamaktad›r.35 Yahudi kanunu, kendi tarihinin ona yükledi¤i formasyonu baflar›yla korumufltur. Sürgündeki formasyon, hat›rlama ve ›st›rap kültünü kutsal bir güç kayna¤› olarak benimserken, bununla tam z›t bir dünyevili¤i baflarabilmifltir. Akdeniz Havzas›’n›n ürünü olmas› bak›m›ndan, para ve ticareti eskiden beri bilen Yahudiler, sürgünde geçen hayatlar›nda bunu güce tahvil etmeyi baflarabildiler. Yahudiler, kendi kanunlar›n›n zihnî çerçevesinde tüm dünyaya kapal› iken, bu kapal› dünyay› siyasî güçten daha etkili olan para ile yaflatmay› bilinç alt› bir sezgiyle keflfettiler. Belki, bu, tarihin onlara tan›d›¤› tek faaliyet alan› idi. Yahudiler, Roma, Arap - ‹slam ve Osmanl› geleneklerinde, parayla ilgili bütün mesleklerde bafl köflede yer ald›lar. Bu nedenle, paran›n onlara sa¤lad›¤› gücün hem ma¤duru hem de kazançl›s› oldular.36 Roma çoktan geçmiflte kal›p Avrupa siyasî bak›mdan feodalizm, zihniyet bak›m›ndan Katolisizm’in boyunduru¤unda iken, Yahudiler Akdeniz’in seyyar gücü olarak ‹slam – Avrupa aras›ndaki ba¤› kuran yegâne güçlerdi. Tap›nak fiövalyelerinin ‹slam ve Kilise güçleri karfl›s›ndaki farkl› zihnî yap›s›, büyük çapta onlar›n Yahudi kanunu ile olan ba¤lar›ndan kaynaklan›yordu. Yahudiler, Arap – ‹slam imparatorlu¤unun çöküflünden sonra Akdeniz’e aç›lan ‹talyan – Latin güçlerinin içinde yo¤un olarak yer alarak Orta zaman›n parasal güçleri olmay› sürdürdüler. ‹talya’n›n bir yandan merkantilizm, bir yandan kültürel oluflumlar içerisinde Hümanizm, Rönesans ve Reform’a do¤ru evrilmesinde ciddî bir rol oynad›lar. Yahudiler, VIII. yüzy›ldan itibaren ilmî bak›mdan Avrupa’y› ayd›nlatan Endülüs’ün içinde de bulunuyorlard›. Bu nedenle, Endülüslü Müslümanlarla beraber, Katolik kanununun Hümanizm, Rönesans ve Reform hareketlerine karfl› do¤urdu¤u büyük reaksiyonun bir numaral› hedefi haline geldiler. Endülüs ve ‹talya’daki Yahudilerin bir k›sm›, Müslümanlarla beraber do¤uya hicret ederken, önemli bir k›sm› kuzeye do¤ru çekildi. Kuzey Avrupa’n›n kaotik siyasî ve kültürel yap›s›, Akdeniz’in bu eski güçlerine yeni mekân oldu. Tarihin büyük k›r›lmalar› iflte bu dönemde cereyan etti. Katolik kanunu, uç noktalardaki kuzey ülkelerinde her zaman zay›f bir etkiye sahipti. Bu ülkeler, Osmanl›’n›n ‹lhanl› Mo¤ollar› karfl›s›ndaki uç vaziyetine, her zaman Roma ve sonras› güçler karfl›s›nda sahip olmufllard›. Katolik Kilisesi’nin 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 293 reform karfl›s›ndaki bask›lar›, yeni do¤makta olan Protestan nüfusun karfl›laflt›¤› dinî bask›lar, kuzey ülkelerini kurtulufl kap›s› haline getiriyordu. Katolik Avusturya ve ‹spanya’n›n bask›lar›, baflta ‹ngiltere olmak üzere bütün kuzeyli güçlerini, güney Akdeniz’in bu ma¤dur güçleri ile ittifaka zorluyordu. Bu kuzeyli güçler, Osmanl› ile de yak›n ittifak halinde oldular. Meflhur Co¤rafî Keflifler, Kuzey’den Moskova Rusya’s›na aç›lan ticarî yollar›n kurulmas›, hep bu dönemde vukubuldu. Protestan kanunu, ad›ndan da belli oldu¤u üzere protesto niteli¤inde idi. Bu kanun, kuzeyin bütün ülkelerinde farkl› alt kanunlara bölündü. Bu kanunlar›n iktisadî ve içtimaî gücü, yeni do¤makta olan tüccar – burjuva s›n›f› ile bu s›n›f›n do¤urdu¤u yine yeni bir s›n›f olan iflçi s›n›f› idi. Protestanizm, modern dünyay› kuran bir kanun olarak hangi saiklerden ç›km›flt›r? Bu soru, uzmanlar taraf›ndan farkl› boyutlarda cevapland›r›lm›flt›r. Pirenne’ye göre, Akdeniz’in tüccarlar› Roma’n›n y›k›lmas›ndan sonra Roma uygarl›¤›n› nihaî olarak kent uygarl›¤›na tahvil ederek yeni bir boyuta ulaflt›rd›lar. Modern Ça¤, bütün kurumlar›yla bu yeni flehirlerin yeni sistemlerinde teflekkül ederek zaman içinde bütün Avrupa’n›n mal› haline geldi.37 Max Weber, bu flehirsel oluflumu bütünüyle yeni dinî kanuna ba¤lad›. Weber, adeta iktisadî saikleri ikinci plana atarak ön plana yeni zihniyeti koydu. O’na göre, iktisadî geliflmeler kesin denebilecek bir flekilde Protestanl›¤›n ortaya ç›kard›¤› yeni zihniyetin ürünü idiler. Weber, Katoliklerin kendi yay›nlar›ndaki istatistikî verilerin sonuçlar›na dayanarak, Avrupa’daki müteflebbis, sermayedar, yüksek vas›fl› ifl gücüne sahip yüksek teknik ve ticari e¤itim alm›fl nüfusun ezici bir üstünlükle Protestanlara dayand›¤›n› iddia etmektedir. Bu, mezhebin millet boyutunda yayg›nl›k tafl›d›¤› ülkelerde oldu¤u gibi Almanya ve Polonya’daki Katolik ve Protestanlar›n mukayesesinde de ayn› sonuçlar› ortaya koyuyordu. Durum, Kapitalizm’in bafllang›c›ndan, iyice geliflmifl oldu¤u XX. as›r bafllar›na kadar ayn› idi. Weber, Luther’i de ikinci plana iterek yeni zihniyetin gerçek sahibinin Kalvin oldu¤unu öne sürer. Kalvinizm, evvela XVI. yüzy›lda Geneva ve ‹skoçya, ayn› yüzy›l›n sonlar›ndan itibaren Hollanda, XVII. yüzy›lda New England, zaman içinde de ‹ngiltere’de yay›lm›flt›. Kalvin’e ait oldu¤u belirtilen bu yeni zihniyetin merkezî niteli¤i ne idi? Kalvin’in yapt›¤› en önemli de¤ifliklik, ar›nma doktrininde olmufltu. Bütün ‹ncillerde yer alan, “insan›n günahkâr do¤du¤u ve ar›nmad›¤› sürece kurtulufla eremeyece¤i” dogmas›, varl›¤›n› koruyordu. Katolik ar›nmas›, ar›nan Hristiyan ile ar›nd›ran Ruhban aras›ndaki riyakâr bir al›flverifle dönüflmüfltü. Bu ar›nma, kutsal din duygusunun maddeye tahvil edilmesiyle dinî sayg›n bir kurum olmaktan ç›karm›flt›. Kalvin’in, ar›nman›n ancak kiflinin kendisine ait bir çaban›n sonucuyla gerçekleflece¤i ilkesi”, ‹slamî kanun ile paraleldir. Kalvin, ar›nma çabas›n›n temeline çal›flma ve meslekî mükemmeliyeti yerlefltirmifltir. Bu ikincisi, ibadeti meslekî çal›flmayla efl de¤er görmek anlam›na geliyordu. Katolik kanununda kâfirin aforoz edilmesi, günahkâr›n ise toleransla affedilmesi, periyodik bir ameliye olup, kiflinin iç davran›fl›na hükmedici bir ahlâk üretebilmesi söz konusu de¤ildi. Kalvin, ibadeti do¤ufltan ölüme kadar uzanan ömür süresinde kiflinin bütün kabiliyetini sergileyerek uygulayaca¤› çal›flma prensibine ba¤l›yor, kifliyi Tanr› ile bafl bafla b›rak›yordu. Kalvinizm’de çal›flma, bir ibadet olmas› bak›m›ndan asla dünyevî bir maksat tafl›m›yordu; ancak ibadeti çal›flmaya indirgemekle dünyevili¤in önünü açm›fl oluyordu. Kalvinizm, ar›nma, ibadet ve çal›flmay› ömür süresine yaym›fl olmakla, çal›flman›n sonucu olan kazanmay› da kontrol edici ilkelere sahipti. Dürüst yollardan edinilen kazanç helal, ancak bunun hazc› ve müsrif bir anlay›flla, dünyevî maksatlarla harcanmas› yasakt›. Kalvinizm, kanaat› ve sade bir hayat› öngörü- 7 294 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK yor, ancak kazanmay› zorunlu hale getiriyordu. Weber, Kalvinizm öncesi toplumlarda belli periyotlarda daha büyük seviyelerde görülen sermaye birikimlerinin Kalvinizm’in yaratt›¤› modern Kapitalizm’e has ak›lc›, planlay›c›, verimli metotlarla kullan›lamamas›n› bu ilke yoklu¤una ba¤lar. Kalvinizm, kiflinin yaln›z kazanmas›n› de¤il, harcamas›n› da kontrol ediyor, bu surette üretim ve tüketim belli bir kanun zihniyeti içinde disiplinize ediliyordu. Kalvinizm, zenginli¤i üretiyor, ancak onu kiflinin flahsi maksatlar› için de¤il, en azamî ölçüde içtimaî faydaya yönelik kullanmas›n› emrediyordu. Anti hazc› nitelik tafl›mas› nedeniyle bu kanun, eski kanunun araçlar› olan müzi¤i, ritüeli, ayini, resmi, heykeli reddediyordu. Kalvinizm’in ferdiyetçi bir nitelik tafl›mas›, kifliye dünya ve ahiretteki kaderini kendisinin çizme sorumlulu¤unun yüklenmesinden kaynaklan›yordu. Kalvinizm, ilkelerini yayma görevi de yükledi¤inden, fundamentalizm karakteri tafl›yordu.38 Bu sistem, iki noktada eski kanunik zihniyetleri y›kt›. Birisi, geleneksel kanunlardaki kaderci zihniyetin tamamen y›k›lmas›d›r. Art›k yeni kanun, dünyan›n de¤ifltirilemez ilahî sistemin tezahürü ve insan›n bu sistemin bir parças› oldu¤u ilkesini yok ediyordu. Yeni kanuna göre kifli kendi gayretlerine göre ar›narak sosyal düzen içinde lay›k oldu¤u yere gelebilirdi. ‹kincisi, kiflinin bu ilk ilkeyi uygulad›¤›nda kaç›n›lmaz olarak dünyevileflmesi, servete ve paraya ulaflmas›d›r. Kullan›mda da harcamadan ziyade hizmet esas al›nmas› bak›m›ndan, Kalvinci Protestanlar, kazanan ancak harcamayan, zorunlu olarak yat›r›m yapan birer makine haline geldiler. Böylece, Kalvinizm, yay›ld›¤› ülkelerde, Modern Ça¤’›n bütün de¤erlerinin zaman içinde oluflmas›, olgunlaflmas› ve yayg›nlaflmas›n› sa¤lad›. Kalvinizm’in eseri olan Modern Kapitalizm, Kalvinci gelenekler içinde 200 seneden fazla bir süre içinde tedricen sa¤l›kl› bir flekilde geliflirken, bu gelene¤in d›fl›nda kalan Alman ve Frans›z gelenekleri, 1850’lerde ancak fark›na varabildikleri Kapitalist gelene¤i devrimci bir anlay›flla 50 – 60 senede kendi sistemlerine uyarlayabilmifllerdir. Bu devrimci icraat, söz konusu ülkelerdeki sosyal depremlerle at bafl› gitmifltir.39 Modern Ça¤’›n en önemli hadisesi olan Endüstri Devrimi, Kalvinizm’in do¤urdu¤u bir hadisedir. Endüstri Devrimi fabrikay› ortaya ç›kard›¤›nda, afla¤› yukar› 8000 y›ll›k gelene¤i olan Tar›m toplumu, bütün de¤erleriyle geride kalmaya haz›rd›. Tar›m ça¤›n›n en önemli s›n›f› olan köylü, onun efendisi olan aristokrasi, monarfli, ruhban tarihe gömülecekti. Türkiye’mizde yaz›lan en üst düzeydeki siyasî tarihlerle bunlara dayanan e¤itim eserlerinin meseleye bak›fl› gözlendi¤inde, Modern Ça¤’›n milad› olarak Endüstri Devrimi de¤il, Frans›z Devrimi’nin kabul edildi¤i görülür. Bu, art›k Frans›zlar ve onlar›n kültürel sömürgeleri haricinde geçerlili¤ini kaybetmifl bir anlay›flt›r.40 Ça¤dafl tarihlerin ortaya koydu¤una göre, Modern Ça¤’›n milad›, Endüstri Devrimi olup onun da yarat›c›s› Kalvinist kanundur.41 Frans›z Devrimi, Kalvinci gelene¤in tedricen evrim içinde halletti¤i ça¤dafllaflman›n Frans›z toplumu içinde yaratt›¤› entelektüel tesirin bir sonucudur. Frans›z Devrimi, Sanayileflmifl ve geri kalm›fl olarak ikiye ayr›lan dünyada sanayileflmemifl ülkelerin sloganlar›n› üretmifltir. Frans›z Devrim gelene¤i, ancak gizli dernekler kurmada, komitac›l›k alan›nda ciddî bir tecrübe sa¤lam›fl, ülkenin zihnî de¤ifliminin dinamik unsurunu teflkil eden teknoloji ve ilim cephesinde her hangi kayda de¤er bir yenilik sunmam›flt›r. Frans›zlar gerçi orta düzeyde teknolojiye ulaflm›fl bir Avrupa ülkesi olarak Osmanl›’ya teknoloji aktarm›flt›, ancak, geri kalm›fll›ktan kurtulman›n vazgeçilmez yolu, ilmi bizzat üretecek seviyeye ulaflmakt›. Bunun yolu da ampirist gelenekte yat›yordu. Kartezyen felsefenin modern teknolojiden ziyade ideoloji üretti¤i tarihi tecrübenin ortaya koydu¤u bir gerçektir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 295 TÜRKLER‹N VAZ‹YET‹ Osmanl›’n›n kendini idrak edifli ve Bat›’n›n Osmanl›’y› idrak ediflinde etkili olan zihnî kavray›fl›n alt yap›s›, flüphesiz ki iki taraf›n tarihî güçlerinden kaynaklan›yordu. Osmanl›, eski dünyan›n ve içdenizlerin hakimi olup Orta Avrupa’ya kadar uzanan sahada askerî ve siyasî üstünlü¤ünü kabul ettirdi¤inde, bu üstün gücün kurumlar›, kültürü ve medeniyeti de art›k sayg›n bir mevkideydi.42 Zaten Akdeniz’in Kuzey ve Güney sahillerinde yer alan ‹talyan, ‹spanyol, Frans›z ve bunlara yak›n olan Avusturya – Macaristan kültürlerinin tarihi yap›lar43 perspektifiyle Osmanl› ile ayn› zaman boyutunu yaflad›klar› görülmektedir. XX. Yüzy›l›n en büyük tarihçilerinden Fernand Braudel’in meflhur Akdeniz’i, Osmanl›’n›n dahil oldu¤u bir Akdeniz co¤rafyas› ve medeniyetinin hikâyesini anlat›r. Osmanl›’n›n Bat› zihninde parlak bir kültür ve medeniyetin temsilcisi olmas› imaj›, parlak zaferlerin son bulmas›na kadar devam etti. Karlofça’n›n dönüm noktas› oldu¤u ifade edilebilir. 1700’lerden itibaren Bat›l›lar Osmanl›’y› yenebildiklerini anlad›lar ve bu tarihten itibaren O’na olan hayranl›klar› yavafl yavafl eski kin ve nefretlerinin etkisiyle kay›ts›zl›¤a, alayc›l›¤a ve nihayet hakir görme flekline büründü. Bat›’daki Türk imaj›nda bu surette bir de¤iflmeye paralel olarak Türklerin kendileri hakk›ndaki imajlar›n›n ne oldu¤u daha önemlidir. Türkler, yenilgilerini asla kendi sistemlerinin kusuruna de¤il, bu sistemin iyi uygulanmamas›na ba¤lad›lar. Dolay›s›yla, Bat›yla iliflkilerde istenilen sonuçlar›n al›namamas› asla bir sistem sorunu olarak alg›lanmad›. Kabahat, bu sistemden sapmalar ve kötü uygulamalarda idi. Türk gelenekçili¤i, Osmanl›’daki bu anlay›fl› miras alm›fl ve hala sürdürmektedir. Osmanl› ulemas›n›n zirve kesimlerini teflkil eden Osmanl› tarih yaz›c›lar›, zaman içinde Osmanl› sisteminin kusurlu yönlerini ve bunlar› bertaraf etmenin yollar›n› ele alan layiha ve risaleler yazd›lar. Aynî Ali’den Koçi Bey ve Kâtip Çelebi’ye kadar gelen bütün tarih yaz›c›lar›, rejimdeki aksakl›klar› tespit etmifl, ancak bu aksakl›klar› rejimden ziyade, bu rejimden sap›lmas›na ba¤lam›fllard›r.44 Osmanl› tarih yaz›c›l›¤›n› zihnî planda idare eden bir dogma mevcuttu.45 Türk kanunizminin tarihle girdi¤i çat›flma sürecinde çözümün sistemin sorgulanmas›ndan ziyade kiflilerin yanl›fl uygulamalar›n›n bertaraf edilmesinde aranmas›, Türk kanunik gelene¤ine duyulan mutlak güvenden kaynaklan›yordu. Bu, ilahi menfleli gelene¤in tart›fl›lmaz karakteri idi. Osmanl›lar, sistemlerinin ilahî nitelikli oldu¤unu düflünüyorlard›. Bilinen bir gerçektir ki, bu, eski M›s›r’dan beri böyle idi. Bu inanç o kadar güçlüdür ki, tarihi parlak zaferlerle donatan bu büyük gücün her hangi bir flekilde flüpheci bir analize konu edilmesi bile muhatab›n› direkt hain veya z›nd›k yaftas›na maruz b›rakabilir. Nam›k Kemal’den Yahya Kemal’e, Ats›z ve Necip Faz›l’a kadar bütün gelenekçi edipler ayn› mutlak dogmaya göre yazd›lar. Kapitalizm’in bat› Avrupa’da yaratt›¤› Endüstri Devrimi’ni siyasî güce tahvil eden Bat›l›lar, kanunu, zihniyeti, kültürü ve medeniyeti tamamen kendilerine göre yeniden tarif edeceklerdir. Eski kanunizmin kutsall›ktan gelen ma¤ruriyeti, flimdi Bat›’n›n ezici gücünden kaynaklan›yordu. Bahsedilen kavramlar› zihniyet ve kimlik dairesinde yeniden izah eden Bat›l›lar, kendilerini Modern Ça¤’›n kurucular›, temsilcileri ve sahipleri olarak görüyor, dünyan›n geri kalan›n› ise sömürge olarak tarif ediyorlard›. Çok geçmeden, Endüstri Ça¤› öncesi geçmifl de bu anlay›fla göre yeniden kurgulanacak, tarihin bütün dönemleri Bat›l›lalar›n Son Ça¤’daki muzaffer konumuna göre aç›klanacakt›r. XIX. yüzy›lda flekillenen millet esasl› Bat› dünyas›, medeniyeti kendi tarihine göre yorumlam›fl, insanl›¤›n bütün kültürel birikimlerini kendine mal etmifltir. “Aryanizm” olarak tan›mlanabilecek et- 7 296 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK nografik alt yap›, bütün Hint – Avrupa menfleli kavimleri içine alacak flekilde tan›mlanm›flt›r. Aryanizm, Hint – Avrupa ›rklar›n› dünyan›n merkezine yerlefltirmifl, Hint, M›s›r, Mezepotamya, Anadolu ve Avrupa kültürlerini kendi has ürünü olarak de¤erlendirmifl, bunun d›fl›nda kalanlar› secondary (ikincil) mertebesine koymufltur. Bu etnografik teoriye göre sanayi öncesi ça¤›n Tar›m – Hayvanc›l›k temelinde geliflen çiftçilik kültürü bütünüyle Arilerin eseridir. Tar›m medeniyetinin hat›r› say›l›r bir üyesi olan Çin medeniyeti de kardefl bir medeniyettir. Böylece, merkez- periferi kavramlar› do¤mufltur. Buna göre tarih, medeniyetin yarat›c›lar› olan Asya, Avrupa ve Afrika’n›n merkezî alanlar›nda yaflayan medenî topluluklar ve iyice çevrede yaflayan barbarlar›n mücadelesi halinde geliflmifltir. Bu teoriye göre, üretim vas›talar› ve tekniklerini gelifltirecek seviyede bir medeniyete sahip olamayan barbarlar›n tarihî rolleri, medenî çiftçileri ya¤malamaktan ibaretti. Bu barbarlar, uysal ve sab›rl› çiftçinin ambarlar›na dadanan, onun ürettiklerine ortak olmaktan baflka çaresi olmayan topluluklard›. Bu barbarlar›n zaman zaman dalgalar halinde cereyan eden göçleri, medeniyet üzerine bir kas›rga gibi çökmüfl, tarihin seyrini olumsuz yönde etkilemifltir. Attila, Cengiz, Timur, bu çekirge sürülerinin önüne geçen ve çiftçi topluluklar›n›n üzerine yönelten liderler idiler.46 Bat›l›lar, ikincil kültüre mensup addettikleri Türklerin kurmufl bulunduklar› Hazar, Selçuklu, Osmanl› gibi yerleflik medeniyetin merkezinde yer alan büyük çapl› devletleri de Aryanist teoriye monte etmekte zorlanmam›fllard›. ‹kincil kültür mensuplar›, ya¤ma ve çapula dayal› organizasyonlarla medenî topluluklara egemen olabilmifl, zaman içinde bu kültürleri benimseyerek medenî müesseseler yaratabilmifllerdi. Bu teoriye göre, Türkler daha Orta Asya’da iken Çinlilerden bir miktar medeniyet alm›fllar, bat›ya do¤ru muhaceretlerinde ‹ran’la yüz yüze gelmifl ve yerleflik kültürü biraz daha benimsemifller, nihayet dünyan›n merkezi co¤rafyas›ndaki Do¤u Roma’n›n co¤rafyas›na el koyduktan sonra onun bütün kültür ve medeniyetini tevarüs etmifllerdir.47 Büyük Osmanl› mucizesinin espirisi burada yatmaktad›r. Yani bu uzun ömürlü medeniyetin as›l baflar›s›, Bizans medeniyetinin baflar›yla özümsenmesinde yatmaktad›r. Bu hususta iyice afl›r›ya giden Toynbee, Osmanl›’y› üçüncü Roma addeder. O’na göre Bizans 1453’te y›k›lmam›fl, III. kez yeniden kurulmufltur.48 Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni infla etme mesuliyetinde olan Türk ayd›n ve yöneticisi, iflte bu ay›r›mc›, ma¤rur, hatta k›flk›rt›c› Bat›l› formülasyon karfl›s›nda kendi tarih tezini gelifltirecektir. Bat›l›’n›n bu ayr›mc› medeniyet tan›m› karfl›s›nda üçüncü dünya olarak nitelendirilen dünya ayd›nlar› ne yapm›flt›r? Onlar da bu ajitasyona gelerek kendilerini Bat›l›’n›n z›dd› gibi tan›mlam›fllard›r. Osmanl› e¤itim sisteminin ürünü olan Mehmed Fuad Köprülü’nün bu Bizans – Osmanl› tesiri hakk›nda yazm›fl oldu¤u reddiye, herkesçe malumdur.49 XX. yüzy›l›n bafllar›nda Üçüncü Dünya’n›n imdad›na Sosyalist ‹deoloji yetiflti. Tarihi ezen ve ezilenler olarak tan›mlayan, ezilenlerin mücadelesini kutsayan bu ideoloji, asl›nda Üçüncü Dünya’n›n gerçek tarihle yüzleflmesini geciktiren bir etki yapm›flt›r. Sosyalizm, Üçüncü Dünya’da karfl›tlar›n› bile etkileyen bir etki göstermifl, O’nu çürütmek zorunda kalan gelenekçi ayd›nlar yine bu ideolojinin jargonlar›n› kullanm›fllard›r. Bilhassa Emperyalizm diye nitelendirdikleri bat›l› Kapitalist sistemin z›dd› olarak eflitlik, sosyal adalet öne ç›kar›lm›fl, mülkiyet düflmanl›¤› alenen veya gizli bir flekilde Sosyalizm’e karfl› olan gelenekçi kesimlerde de etkili olmufltur. Sosyalizm, en h›zl› milliyetçilerdeki etkisini Bat› düflmanl›¤›n› meflrulaflt›rmada göstermiflti. Mükemmel ifllenmifl Marksist teori, Bat› tarihini bütün de¤erleriyle kirli, sömürücü, zalim kategorisine sokmufltu. Dünyada iyice etkili hale gelen Sosyalist ideolojinin bu söylemi, gelenekçileri de rahatlat›yordu. Gelenekçiler, bir kez 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 297 gelene¤i ideolojik bir dogma haline getirdiklerinde, dünyay› biz ve ötekiler olarak alg›lam›fl oluyorlard›. Bu, yine bat›n›n üretti¤i kavramlar›n tersine çevrilmesiydi. Bat› kendini merkeze koyarken, kendi d›fl›ndakileri ötekiler olarak tan›mlam›flt›. Üçüncü dünyan›n Sosyalistleri kendilerini zaten Emperyalist Bat›’n›n bütün tarihi sistemine karfl› yürüttükleri mücadeleye göre tan›mlarlarken, gelenekçiler ayn› mücadelenin hedefine daha yuvarlanm›fl bir “Bat›” kavram›n› koyuyor, Sosyalizm’i de bunun içine yerlefltiriyorlard›. Gelenekçiler için Sosyalizm de bat›l› bir kavram olarak mücadele edilmesi gereken yabanc› bir ideolojiydi. Gelenekçiler, Bat›’ya karfl› dinî ve millî kültürü öne ç›kar›rken, Sosyalizm karfl›s›nda tutunabilmek için yine gelene¤in eflitlikçi, adaletçi, mülkiyet karfl›t› olarak izah edilebilecek yönlerini ön plana ç›kard›lar. Bu tavr›n Kuran tefsirlerine kadar yans›d›¤›n› müflahade edebiliyoruz. Seyyid Kutup’un Kur‘an tefsiri, bu anlay›fla göre ortaya ç›kan ürünlerin en belirginidir. Türkiye’de milliyetçi, muhafazakâr ve ‹slamc› kesime ait tarihçilerde de ayn› etkileri müflahade etmemek mümkün de¤ildir. Bat›’n›n “Laissez fair”, rekabetçi iktisadî modelini temsil eden Liberalizm bütünüyle d›fllanm›flt›r. Gelene¤in sözcüsü olarak bafl köfleye oturtulan tarih, anti – Bat› zihniyetiyle ele al›nm›flt›r. Gelene¤in en muteber cihetleri, bat›yla z›ddiyeti bariz nitelik tafl›yan yönleri olmufltur. Cumhuriyet döneminin gelenekçi tarihçileri Osmanl›’n›n ›rklara ve dinlere eflitlikçi yaklafl›m›n› ön plana ç›kar›rken, Bat›’n›n emperyalist yönüne olan karfl›tl›klar›n› tatmin ediyor, böylece tarihi idealize ederek buradan Bat›’dan üstün olduklar› kanaatlerini pekifltiriyor, ayr›ca Bat› karfl›s›nda flimdi bulunduklar› madun mevki karfl›s›nda duyduklar› kompleksi gidermifl oluyorlard›. Yaflanan an› mazinin de¤erleriyle kurtarmaktan ibaret bu tutum, tarihi zihniyet dünyas›n›n kayna¤› haline getirdi. Bütün problemlerin çözümü, tarihe dönmekle mümkün olacakt›. Gelenekçi kesimde tarih analitik bir çözümlemeye temel teflkil etmedi. Tarih, günümüzdeki problemlerin kaynaklar›n›, sebeplerini gösteren, bunlar›n çözümlenmesi için gerekli tecrübeleri sa¤layan bir tecrübe alan› olarak da de¤erlendirilmedi. Tarih, oldukça simgesel bir geçmifli ifade ediyordu. Belirsiz, soyut bir geçmifl, Türk gelenekçisine, sadece büyük, flanl›, zaferlerle dolu bir övünç tablosu olarak yans›yordu. Binlerce y›ll›k tarihin bütün kültleri, sosyal ve siyasî yap›lar›, iktisadî anlay›fllar›, art›k günümüzü kurtaracak olan birer sihirli de¤enek olmufllard›. Cumhuriyete geçifl sürecinde Osmanl› sömürgeleflmesinin yaratt›¤› kültür ve zihniyet travmalar›n› en yo¤un flekilde yans›tan ayd›nlardan birisi olan Nam›k Kemal, bahsetti¤imiz zihniyetin en çarp›c› örne¤idir. Nam›k Kemal, Do¤u’yu bir bütün olarak alg›l›yor, Osmanl›’y› onun son temsilcisi olarak görüyor, O’nun muzaffer geçmiflten alaca¤› güçle yeniden dirilece¤ine olan inanc›n› eserlerine yans›t›yordu. Selahattin Eyyubi’nin fiark’›n en büyük kahraman› olarak ifllenmesi, tesadüfî olmaktan uzakt›. Selahattin Eyyubî’yi, fiark’›n en önemli simgesi yapan faktör, Kudüs’ü ele geçirerek son Haçl›lar› buradan kovmas›yd›. Eyyubî, fiark’›n Garb’a göre üstün olan geçmiflini temsil ediyordu.50 Ayn› kahramanl›k figürü, dönemin bütün Türk ayd›nlar›nda az ya da çok olarak görülür. Selahaddin Eyyubi, Çanakkale Destan›’nda Türk’ün Garb’a olan üstünlü¤ünü hat›rlatmak üzere Mehmed Akif taraf›ndan da kullan›l›r. Nam›k Kemal’de doru¤una ç›kan Osmanl›c›l›k – ‹slamc›l›k düflüncesi, emperyalist Bat› karfl›t› bir ideolojiye dönüflecektir. 1865’lerde ‹ttifak – › Hâmiyet ad›yla kurulan ve sonradan Yeni Osmanl›lar ad›n› alan ihtilalci düflünce hareketi, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nu da¤›lman›n efli¤ine getiren mevcut yönetici ve politikac›lara karfl› ortak bir ittifak oluflturma maksad›yla kurulmufltu. Alt› kiflilik bu 7 298 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK genç grubun as›l hedefi, Ali Pafla ve Fuad Paflalar›n teslimiyetçi politikalar›n›n bertaraf edilmesi idi. Mustafa Faz›l Pafla, Mehmed Bey, Nam›k Kemal, Ayetullah Bey, Reflad Bey, Agah Efendi’den ibaret bu grup, ‹mparatorlu¤un d›fl ve iç politikas› içinde yer alm›fl, yetiflmifl kiflilerdi. Bunlar aras›nda monarfliye karfl› bir muhalefet görülmüyordu.51 Tarihimizde Tanzimat Ferman› olarak an›lan Gülhane Hatt – › Hümâyunu, Osmanl› yenileflme hareketi oldu¤u kadar gelenekçi zihniyetin de önemli dönüm noktas›d›r. Bu ferman›n Türk idarî tarihindeki yeri, ilk kez din esas›na dayanmayan, eflit bir anlay›flta tebaay› ayn› haklardan yararland›ran, tebaay› bat›l› vatandafll›k nosyonuna göre tarif eden ilk anayasal bir belge olmas›d›r. Bu belgeden beklenenler üç ayr› farkl› nitelik tafl›yordu: Zaman›n süper güçleri, bu belgeyi, Osmanl› Devleti’ne bask› yapman›n arac› olarak kullanmak maksad›nda idiler. Osmanl› içindeki az›nl›klar› kendi himayelerine alman›n bir ad›m› da bu belgenin uygulamas›ndan geçiyordu. Az›nl›klar da bu hususta d›fl güçlerin payandas› vaziyetinde idiler. Türkler aç›s›ndan ise bu belge, bir yandan ça¤dafl toplumlar›n geçti¤i, mutlaka onlar›n da geçme¤e mecbur olduklar› hukukî bir aflamaya ilk ad›m niteli¤i tafl›yor, bir yandan da az›nl›klar›n ifline geldi¤i ölçüde ‹mparatorlu¤un da¤›lmas›na yapaca¤› etkilere müstenid endiflelerin kayna¤›n› teflkil ediyordu. Belgenin Türk yenileflme ve gelenekçi düflünce tarihinde de büyük bir yer tutmas›n›n sebebi, iç ve d›fl güçler ile menfaatleri onlarla ayn› paralelde seyreden az›nl›klar›n birbiriyle çat›flan amaçlar do¤rultusundaki beklentileri idi. Az›nl›klar, as›rlard›r hakimiyetinde yaflad›klar› Osmanl› – Türk idaresinden kurtulma ümitleriyle bu belgeyi desteklerken, Türkler, vatanlar›n›n bölünme, devletlerinin parçalanmas› kayg›s›yla karfl› ç›k›yorlard›. 1856’da ilan edilen Islahat Ferman› da iç ve d›fl güçler aç›s›ndan ayn› etkileri ihtiva eder. Bu ferman›n ilan›nda d›fl güçlerin etkisinin daha bariz olmas›, gelenekçi kesimin tepkilerini daha hakl› ç›karacak niteliktedir. Bu ferman›n ilan›yla Balkan milliyetçiliklerinin flaha kalkmas› ve Panslavizm’in tesirlerinin tehditkâr bir vaziyet almas›n›n ayn› zamanlara rastlamas›, gelenekçi tepkiyi art›k yenilik düflüncesini bütünüyle görmezlikten görmeye, dikkatini vatan ve millet merkezine yöneltmeye sevk etmifltir. Türk gelenekçileri art›k bütün düflüncelerini bu konuya teksif etmifl bulunuyordu. Yenilik art›k vatan hainli¤i, düflmanla iflbirli¤i anlam›na geliyordu.52 Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun parçalan›fl›, d›flar›dan dayat›lan yeniliklerle bunlar› uygulayan üst seviyede yöneticilere fatura ediliyordu. 1860’larda Ali ve Fuad Paflalar, hedefteki iki önemli flahsiyet idi. Cevdet Pafla, Osmanl› Devleti’nin maruz kald›¤› iç s›k›nt›lar ve d›fl bask›lar karfl›s›nda duydu¤u ve 1856 Islahat Ferman› ile ilgilendirdi¤i tespitlerini flöyle ifade ediyordu: “Ehl – i ‹slâm’dan ço¤u, ‘abâ ve ecdâd›m›z›n kan›yla kazan›lm›fl olan hukûk – › mukaddese – i milliyemizi bugün gâ ‘ib ettik. Millet – i ‹slâmiyye, millet – i hâkime iken böyle bir mukaddes haktan muhrûm kald›. Ehl – i ‹slâm’a bu bir a¤layacak ve mâtem edecek gündür. Deyu söylemeye bafllad›lar.”53 Avrupa’y› tehdit olarak alg›lama ve içteki yenileflme dinamiklerini bu perspektiften yorumlama anlay›fl› Cumhuriyet dönemlerine de intikal etti. Daha demokrasiye ilk geçifl an›nda, gelenekçilerin bir anda iktidara gelmelerini sa¤layacak toplum deste¤inin ard›nda, bu zihniyetin varl›¤›n› görmemek mümkün de¤ildir. Gelenek, asl›nda Cumhuriyete de kolay ›s›nmam›flt›. ‹nk›lap süreci olan ilk dönemde modern Türk roman›n›n inflas›na yönelik oldukça kaliteli eserler yaz›l›rken, Atatürk sonras› dönemde Bat› klasiklerinden yo¤un miktarda yap›lan çevirilere tepki olarak Türk gelenekçi kesimi kendi Roman tarz›n› gelifltirdi. Türk gelenekçili¤inin modern kültüre yak›n olan kalbur üstü ke- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 299 simlerini teflkil eden Peyamî Safa gibi isimler, Bat›’n›n sezgici, idealist edebî ak›mlar›n› benimserken, daha kaba bir ideolojik çizgide kalanlar› Tarihî yeniden yaratmaya yönelik yaz›m anlay›fl›na yöneldiler. Benim kufla¤›m› en çok etkileyen Ats›z ve Necip Faz›l’› burada anmadan geçemeyece¤im. Ats›z asl›nda bir Osmanl› uzman› iken, yaratt›¤› efsanevî kahramanlarla Orta Asya geçmiflini iflliyordu. Ats›z’›n Bozkurtlar isimli roman›, zihnî geçmiflin insan üstü kahramanl›klar›yla dolu, yaflanan an› sadece istenmeyen bir zorunluluk olarak gören yeni bir genç kuflak yaratm›flt›r. 1960 sonras› kültür travmas›n› fliddetlendiren bir unsur olarak bu kitap sosyolojik analize tabi tutulacak ehemmiyete sahiptir. Necip Faz›l’›n millî çizgiyi hiç reddetmeyen, onu ümmete kurban etmeyen, ancak idealist çizgideki dinî ahlakç›l›¤› ön plana ç›karan fliir hamlesi, Ats›z’›n bafllatt›¤› 盤›r› daha keskin, kimlikli bir boyuta tafl›d›. O’nun “Büyük Do¤u” dedi¤i sembolik söylem, asl›nda her türden Türk gelenekçisini içine alacak bir kapsay›c›l›¤a sahip idi. Necip Faz›l, Ats›z’dan farkl› olarak, Cumhuriyet dönemine, ink›laplara radikal olarak karfl› ç›k›yordu. Yeni gelenekçi nesil art›k geçmifli bütün sistem, edebiyat, fliir, sanat, estetik de¤erleriyle benimsemeyi ondan ö¤rendi.54 Geçmifl’in kutsanmas›na yönelik zihniyet, yaln›z tarihin vulgarize olmufl bir flekli de¤ildi. En üst düzeyde tarihi Araflt›rmalar ayn› anlay›fla uygundu. Edebiyatç›, sadece bu üst düzey entelektüel birikimi kitlelere ulaflt›r›yordu. Cumhuriyet döneminin ünlü tarihçilerinin tamam›, bilhassa Alman ve Frans›z tarih ekollerinde görülen ma¤rur anlay›fla bir tepki olarak Türk tarihini alternatif bir anlay›flta inceliyorlard›. Köprülü ve Togan’›n tarih inflas›, yukar›da bahsedilen Aryanist teoriye karfl› muhteflem bir direnifli ifade eder. Togan’›n Mo¤ollar›n Türk olmad›¤›n› bildi¤i halde Cengiz gibi bir kahramandan Türk tarihini mahrum b›rakmamak u¤runa Mo¤ollar› Türklefltirme e¤ilimini uzun y›llar ö¤rencisi oldu¤um ‹brahim Kafeso¤lu’ndan dinlemifltim. Bu kufla¤›n devam› olan ‹brahim Kafeso¤lu, Orta Asya Orhun medeniyetini millî bir çizgide yazm›fl, O’nu en az yerleflik M›s›r – Mezopotamya, Çin, Hint medeniyetleri kadar sayg›n bir mevkie oturtmufltu. Bahaeddin Ögel de ayn› çizgide bir tarih yazm›flt›. Osman Turan, Selçuklu kültür ve medeniyetini idealize etmiflti. En çok etki yapan eseri, “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi” isimli eseri olmufltu. Uzunçarfl›l› da ayn› anlay›flla Osmanl› Tarihini yazm›flt›. Bu akademik çerçeve d›fl›nda kalan ancak ayn› anlay›fla göre tarih yazan son dönem tarihçilerimizden Y›lmaz Öztuna’n›n tarihine “Büyük Türkiye Tarihi” ismi vermesi, bu kimlik, zihniyet ve tarih aras›ndaki ba¤› belirgin bir flekilde ortaya koyar. Bu isim, Büyük Türk milletinin tarihini ça¤r›flt›r›yordu. Yine, ‹brahim Kafeso¤lu’nun Orta Asya Türk tarihini elen alan yegâne eserinin ismini “Türk Millî Kültürü” olarak belirlemesi de Tarih ve kültür aras›nda kurulan paralelli¤i vurgular. Halen yaflayan tarihçilerimizden Halil ‹nalc›k da ayn› çizgidedir. O’nun her faniye nasip olmayacak uzun ve verimli akademik ömrü boyunca verdi¤i temel eserler gözden geçirildi¤inde, Türk milliyetçili¤ine s›k› bir flekilde ba¤l› oldu¤u görülecektir. Biraz solculuk yan› oldu¤u görülen de¤erli tarihçi Mustafa Akda¤ da tam bir Türkçü’dür. Akda¤, asl›nda “Annales Okulu”nun analiz metodonu Köprülü’den sonra en baflar›l› flekilde kullanan tarihçi olarak, Ziya Gökalp çizgisinde bir Türkçü’dür. Ziya Gökalp’in yaflad›¤› dönemde Annales Okulu Türkiye’de henüz tam olarak etkili olmufl de¤ildi. Asl›nda dünyada da henüz bu okulun etkileri bulunmuyordu. Ancak, Annales Okulu’nun alt zemini olan Pozitivist, Kollektivist sosyoloji, Cumhuriyetin bafllar›nda en etkili olan sosyoloji okuluydu. Gökalp’in kültür ve medeniyet teorisinin temelini oluflturan kollektivizm, asl›nda Durkheim’in kurdu¤u Frans›z sosyolojisinin etkisinde idi. Durkheimci sosyoloji ile Annales okulu aras›nda çok güçlü bir ba¤ bulunuyordu.55 Bu ba¤, en genel biçimde “determinizm”i sosyal olaylar›n temeli- 7 300 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK ne yerlefltirmek olarak belirlenebilir.56 Sosyalistler kendi kahramanlar›na sahip olduklar›ndan, onlar Türk tarihini Marksist bir çizgide, Bat›’daki Kapitalizm öncesi rejim olan Feodalizm’le efllefltirmifller, Türk geri kal›fl›n›n sebeplerini buna ba¤lam›fllard›. Onlar kimlik ve zihniyet meselesini çok kolay çözmüfllerdi. Gelenekçilerin elindeki sihirli de¤enek haline gelmifl bulunan geçmiflin kültleri yerine onlar Sosyalist ‹deoloji”yi yerlefltirmifllerdi. Ancak, gelenekçilerde geçmifle, Sosyalistlerde ideolojiye yüklenen mana farkl› de¤ildi. Her ikisi de, simgesel nitelikteki sihirli formüllere yaslan›yorlard›. Her ikisi de kurtulufl için haz›r reçetelere sahiptiler. Sosyalistler aras›nda gelenekçilere çok yak›n duran kesimlerin mevcut oldu¤unu belirtelim. Kemal Tahir’in Osmanl›’ya bak›fl›, 1960 sonras› dönemde etkili olan Sepetçio¤lu ve bu gelene¤in en uç örne¤i olan Yavuz Bahad›ro¤lu ve di¤erlerinden farkl› de¤ildi. Kemal Tahir, Devlet Ana’da tam bir milliyetçi tav›r sergiler. ‹smet Bozda¤’dan ö¤rendi¤imize göre, Osmanl› kültür ve medeniyetini Kemal Tahir çizgisinde idealize edebilen bir gelenekçi yazar mevcut de¤ildir. Kemal Tahir, felsefi ve sosyolojik metotlardan da yararland›¤›ndan ça¤dafl dima¤› daha fazla etkileme gücüne sahiptir. Bu çizginin farkl› bir versiyonu olan Attila ‹lhan’›n milliyetçi söylemi ise herkesin malumudur. Asl›nda Marksist ö¤retiye tabi olan ‹lhan, en h›zl› milliyetçiye tafl ç›kartacak kat› bir milliyetçilik anlay›fl›ndad›r. ‹lhan, Kemal Tahir’den farkl› olarak, Cumhuriyet’i ve Kemalizm’i ön plana ç›kar›r. Tarihsel inflan›n oturdu¤u zemin flüphesiz ki yine gelenektir. ‹lhan, Bat›l› bir anlay›flla gelene¤i yüceltir. Ulusal kimlik, ulusal ba¤›ms›zl›k, Türk Devrimi’nin mazlum milletlere öncü olmas› temas›, asl›nda Türk Milli kimli¤inin temel de¤er olarak ele al›nd›¤› bir çerçeveyi ortaya koyar. Gelenekçi çizgiye yak›n sol ayd›nlar› bir tarafa b›rak›rsak, 1990’lara kadar yaflanan kimlik çat›flmalar›n›n kayna¤›nda gelenekçi ve sol ideolojilerin geçmifle yükledikleri farkl› anlamlar›n yatt›¤› görülecektir. Gelenekçiler geçmifli kutsarken, solcular bu geçmifli günah keçisine çevirerek yerine haz›r mamül olan Sosyalist ‹deoloji’yi koydular. Böylece, ayn› kültürel de¤erleri paylaflt›klar› kesin olan Türk solcusu ile Türk sa¤c›s› aras›nda terör boyutuna kadar varan zihnî bölünme ve çat›flma ortaya ç›kt›. Lumpen Türk solcular› daha çok bat›c›, anti – Türk, anti – ‹slamî bir anlay›fla yönelirken, sol harekete gerçek gücünü kazand›ran fakir köylü tabakas›ndan ç›kan solcular›n flahsi kimlikleri, de¤erleri, aile yap›lar›, sosyal statüleri, ekonomik seviyeleri sa¤c›lardan keskin çizgilerle ayr›lm›yordu. 1990’larda Sosyalist ideolojinin iflas›n›n yetkili a¤›zlardan ilan edilmesi ve solcular›n bu ideolojiyle olan zihinsel ba¤lar›n›n naif bir çizgiye çekilmesi, Türk sa¤› ve solu aras›ndaki iliflkilerin gerçek mahiyetini ortaya ç›kard›. ‹ki tarafça millî kimli¤in önünde büyük tehdit olarak alg›lanan Avrupa Birli¤i karfl›s›nda ayn› tav›r gösterildi. Bu tav›r öylesine güçlüydü ki, sa¤›n ve solun radikal kanatlar›n› ayn› söylem çizgisine çekti. Bu söylemde, bizce düflman veya tehdit olarak alg›lanan unsur kadar, bu tehdidin alg›lan›fl fleklini belirleyen tarihi zihniyetin de ciddî bir etkisi vard›r. Yukar›da belirtildi¤i üzere, her iki taraf›n düflmana karfl› mücadelede kulland›¤› söylem farkl› olsa da bu söylemin zihinsel format› ayn›yd›: Haz›r reçeteler, sihirli simgeler. ‹ki taraf›n zihnî format›n›n iflleyifli farkl› de¤ildi. Tarih, biz ve onlardan ibaretti. XXI. yüzy›l›n bafl›nda, kendini mutlak bir flekilde dayatan Bat›’ya karfl› oluflturulan yerel ittifak, halâ kutsal kanunun Ortaça¤ versiyonunu tekrarlamakta. Zihinsel travmaya dönüflen tepkicilik, tari- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 301 hi tecrübeyi yok farzetmeye kadar uzanmakta, komplocu teorilerin girdab›nda k›vranmakta. Kimse, bat›n›n muzaffer kanununu anlamaya, onun tecrübesinden kendi kanununu yeniden infla etmek gibi bir ameliyeyi göze alamamakta.57 Büyük bir umutla sar›l›nan geçmifl zihniyet, Bat›nî tasavvuf veçhesiyle “fakr” › ve kerameti ahlakî erdemin merkezinde görmekte.58 Osmanl›’n›n mülkiyetsizlikte eflitlik kavram›, bugün bafl tac› edilmekte. Devletin kutsal oldu¤u zihniyetinden bir çivi bile sökülmüfl bulunmamakta. Devlet, doyuran, giydiren, koruyan “baba” kavram›n› hala korumakta. Belli ki, günümüz Türk tarih yaz›c›l›¤›, klasik Osmanl› müverrihlerinin kutsal kanuna olan güvenini aynen sürdürmekte. Analizimizin bafl›nda belirtti¤imiz üzere, kanunsuz, zihniyetsiz bir toplum tasavvur edilemez. kanun, bir toplumun içinden gelen cebirsiz bir güçle asla yok edilemez. kanun, ancak tarihle olan çat›flmas›n› kendisini yenileyecek birikimlerle neticelendiremezse rakip kanunlar taraf›ndan imha edilir. fiimdi, gelenekçi kesimin pani¤e dönüflen tavr›, bu ciddî korkudan kaynaklanmaktad›r. Ancak, korkularla bir kanuna hayatiyet kazand›r›ld›¤› görülmemifltir. kanunu hakir görerek onu müdafaaya zorlamak, ondaki yenileflme kuvvesini körelten en önemli faktördür. kanun kendine olan güveni yitirdikçe kendi z›rh›na bürünür ve yenili¤e kendini kapar. Gelenekçi kesim, kanunu yeniden canland›rmak istiyorsa flu konularda onu yeniden diriltmenin mücadelesini vermelidir: Bat›nî akidenin Sünnî ve fiiî cephesinde hakim olan “fakr”› bizzat kanunist çerçevede “refah”› yaratacak bir zihniyete dönüfltürmek. Osmanl› ‹ktisat teorisinin geleneksel Ortaça¤ ekonomilerine has mülkiyeti devlet kontrolünde tutma anlay›fl›n› yine kanunist çerçevede halletmek. Nas›l oluyor da kurucusu tüccar olan bir din, zamanla devlet monopolizminin bafl savunucusu haline geliyor sorusu, hayatî bir meseledir. Çal›flmay›, nafakay› kutsal sayan bir din, zamanla nas›l oluyor da “fakr” ve “miskinli¤i” bafl tac› ediyor sorusu da ehemmiyetlidir.59 Bizim sevgili ilahiyatç›lar›m›z, özellikle fakr ve miskinli¤i erdem sayan bir toplumun XXI. yüzy›l›n büyük gücü olabilece¤ine bizim gibi inanm›yorlarsa, bu toplumun zihniyetini kanunist çerçevede nas›l yönlendireceklerine kafa yormal›lar. kanunu yeniden infla ederek diriltmeden ona ifllerlik kazand›rman›n imkans›z oldu¤u, 300 y›ll›k tarihimizin flahadetiyle ortadad›r. Osmanl› Devleti, Modern ‹ktisat’›n en temel kavramlar›n› bildi¤i halde ona ayk›r› bir iktisat politikas› izlemiflti. Bunun sebebi, baz› yap›lar itibariyle ömrünü tamamlam›fl kanuna duyulan s›n›rs›z güvendi. XVII. yüzy›ldan itibaren art›k modern iktisat›n temel rüknü haline gelen “ithalat› k›s›p ihracat› gelifltirmek” ilkesini Osmanl› Devleti biliyordu. Mehmet Genç, bu hususta sa¤lam deliller sunmufltur. Devlet bunu bildi¤i halde, geleneksel iktisat politikas›na ba¤l› kalm›flt›. Bu politika, ülkede bolluk ve bereket temin etmek, hazineyi dolu tutmaktan ibaretti. Bunun içinde ithalat›n teflvik edilerek ihracat›n azamî ölçüde s›n›rland›r›lmas› gerekiyordu. Osmanl› devleti bu kanunik iktisad› bütün gücünü kullanarak sürdürmeye çal›flt›. D›fl tüccardan yüzde 3 gümrük resmi al›rken, kendi tüccar›ndan yüzde 5 gümrük resmi alm›flt›r. Zaten makine üretimine geçmifl olan Avrupal›lar, ucuz mamüllerini Osmanl›’ya satmakta hiç zorlanmad›lar; zira, Osmanl› iktisadî zihniyeti, 1860’lara kadar, ülkeye ne kadar mal girerse ülkenin o kadar zengin ve müreffeh olaca¤› kanaatinde idi. Bu, Mehmet Genç’e göre iktisadî bir devflirmecilikti. Osmanl› için, ülkeye giren mal›n yerli veya yabanc› tüccar taraf›ndan temin edilmesinin her hangi bir ehemmiyeti yoktu. Osman- 7 302 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK l›lar, Avrupal›lar›n ihracatlar›yla yerli sanayinin imha olmas›n›, kay›ts›z bir tav›rla seyrettiler. Bundan hiçbir endifle duymad›lar.60 Sonuç, yüzy›l içinde devletin sömürge haline gelmesi ve akabinde çöküflüydü. fiimdi ayn› fasit daire adeta tekrarlanmaktad›r. Eskiden Tanzimat ve Islahat Farmanlar›yla kanunu zorlayan; flimdi Avrupa Birli¤i formuyla karfl›m›zda duran tehditkâr bat› karfl›s›nda sa¤›n ve solun etkin kesimlerini tek çizgide toplayan güç, yine “kanun”dur. Saul Bellow’un kimlik ve farkl›l›k sendromlar›n› izah etmek üzere üretti¤i bir vecize, halimizi ortaya koyuyor: “Varoluflun eski biçimlerinin tükenmifl oldu¤u söylenebilir, yeni biçimler ise henüz ortaya ç›km›fl de¤il ve insanlar çölde petrol arar gibi yeni biçimler ar›yorlar.”61 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 303 D‹PNOTLAR 1 Jan Assman, Kültürel Bellek (Çev. Ayfle Tekin), ‹stanbul 2001, s. 33. 2 Assman, Ayn› eser, s. 35. 3 Ça¤›m›zda hat›rlamay› tetikleyen önemli olgulardan biri, modernleflmenin do¤urdu¤u kimlik problemidir. De¤iflimin h›z› öyle büyük boyutlarda cereyan ediyor ki, kifli ve toplum, yaflad›¤› an› geçmifl ve gelecekle irtibatland›rmada zorlan›yor. Bu durumda, geçmifle anî dönüfller yapma ihtiyac› hissediliyor. L. Neyzi, bu tarzda bir de¤iflimin yaratt›¤› kültür ve kimlik problemlerini incelemifl (Bkz. Leyla Neyzi, Ben Kimim? Türkiye'de Sözlü Tarih,Kimlik ve Öznellik (Çev. Hande Özkan), ‹stanbul 2004, s. 19 vd). 4 Assman, Ayn› eser, s. 37. 5 Avrupa Rönesans›, yaflanan ça¤dan kaç›fl ve maziyi diriltmeye dayan›yordu. Yaflanan zaman›n bütün de¤erleriyle beraber tefessühü karfl›s›nda mazinin kurtar›c›l›¤› ve dirilticili¤i, Burckhardt'›n en fazla üzerinde durdu¤u hususlardan biridir (Bkz. Jacop Burckhardt, ‹talya'da Rönesans Kültürü (Terc. S›tk› Baykal), Ankara 1977). 6 “Bellek her zaman bir bireye aittir, ama bu bellek toplumsal olarak belirlenir. Bu yüzden toplumsal bellek mecazî bir ifade olarak alg›lanmamal›d›r. Kuflkusuz toplumlara ait bir bellek yoktur, ama toplumlar üyelerinin belle¤ini belirler. En kiflisel an›lar bile sadece sosyal gruplar›n iletiflimi ve etkileflimi üzerinden oluflur.” Halbwachs'a ait bu “sosyal çevre” teorisi ile Goffman'›n gelifltirdi¤i “çevre analizi” hakk›nda bkz. Assman, s. 40. Durkheim'e dayanan toplumcu, Tarde'ye dayanan ferdiyetçi teoriler konumuz haricidir. Bu meseleye illiyet aç›s›ndan yaklaflan teorilerin sonu yoktur. “Fert mi, yoksa toplum mu?” illiyetçili¤i yerine her ikisi de cevab› bizce daha do¤rudur. Durkheim'ci ve Tarde'ci yaklafl›mlar için bkz.Mc. Over, Cemiyet (Çev. Amiran Kurtkan ), ‹stanbul 1969; Do¤an Ergun, Ulusal Kiflilik, Ankara 2000, s. 83 vd. 7 Assman, Ayn› eser, s. 45. 8 “Hikâye, ataözleri, biyografiler, roman vb. edebiyatla ilgili belgeler bir ulusun düflünce yap›s›n› gelifltirme ve düzenlemesi için en iyi araçlardand›r. Bunlar›n tan›kl›¤›ndan bir ulusun de¤iflik zamanlardaki yaflam flekli ve o zamanlardaki de¤er yarg›lar›n›n ne oldu¤u anlafl›l›r…Büyük destanlar o kadar yararl› de¤ildir; çünkü bunlar gerek duygular, gerek davran›fl olarak kiflilikleri pek abart›l› gösterirler. Atasözleri, biyografiler, masallar, destanlardan daha gerçek fikirler verirler.” (Bkz. Gustave Le Bon, Tarih Felsefesi (Çev. Hüsrev Akdeniz - Murat Temelli), ‹stanbul 2004, s. 74). 9 Eski M›s›r, Çin, Maya, ‹nka medeniyetlerinde ortak bir nitelik tafl›yan piramit, bu kozmik bilincin en iyi ifadesidir. Piramitler, evrenin merkezini ifade ediyorlard›. Bunlar, ölen krallar›n gömülecekleri ebedi mekânlar idiler. Buraya gömülen krallar›n, sonsuza dek burada yaflayacaklar› varsay›lm›fl, bu nedenle dünyadaki bütün unsurlar ölen kral›n hizmetinde olmak üzere piramite dahil edilmifltir. Eski Türklerde ölüyü eflyalar›yla gömme adedi de uhrevi hayat›n dünyan›n bir devam› oldu¤u anlay›fl›ndan kaynaklan›yordu. Burada, maddi gerçekli¤e, ruhsal bir nitelik yüklenmesine özellikle dikkat çekmek gerekir. Maddeyi günümüzdeki flekliyle anlama hali, her halde çok yeni bir alg›lama olsa gerektir. ‹lk insan, maddeye ruhsal bir fonksiyon yüklüyordu. Maddî varl›¤› kabul etmiyordu. Her fley bir kutsal aç›l›mdan ibaretti. Kozmogoni hakk›nda mukayeseli bilgi için bkz. www.newadvent.org; Mircea Eliade, Kutsal ve dind›fl› (Trc. Mehmet Ali K›l›çbay), Ankara 1991; Ayn› yazar, Ebedi Dönüfl Mitosu, (Trc. Ümit Altu¤), Ankara 1994). 10 Arapça'da “kanun” olarak yer alan kavram›n bu dile Yunanca'dan geçti¤i ifade edilmifltir (Bkz. Robert Anhegger - Halil ‹nalc›k, Kanûnnâme - i Sultânî Ber Mûceb - i Örf - i Osmânî, Ankara 1956, s. X.). Assmann, kavram›n menfleini daha esasl› tedkik etmifltir. Kanun kavram›, Mezepotamya kültürlerinden dünyaya yay›lm›flt›r. Sümerce'de “gin”, Babilce ve Asurca'da “qanu”, Aramice'de “qanja”, ‹branice'de “qaneh” flekillerinde yer alm›flt›r. Yunan kültüründe, “D›flar›dan giren bir nesneye verilen ” ad› ifade eder. Yunanca'ya ‹branice'den geçmifltir (Bkz. Assmann, s. 109). 11 Assmann, Ayn› eser, s. 105 vd. 12 Assmann, Ayn› eser, s. 112 vd. 13 Ayn› eser, s. 116. 14 Bizim üzerinde durdu¤umuz husus, beflerî ak›l ve tecrübe yerine vahyin ikame edildi¤i bir dünya tasavvurunun bu tarih yaz›c›l›¤›na hakim oldu¤unun vurgulanmas›d›r. ‹slam tarih yaz›c›lar›, büyük çapta Yahudilerden aktard›klar› bilgilere göre tarihi Hz. Adem'den bafllat›rlar. Hz. Nuh'tan itibaren ciddî bir silsile takip ederler. Burada, dünya tarihi peygamberler vas›tas›yla ilahî düzen anlay›fl› içinde ele al›n›r. Bu hususta hikâye ve masal format› tercih edilir. Maddî delil, kaynak endiflesi hiç tafl›nmaz. Büyük çapta ‹srailiyyat'a dayanan bu bilgilere mutlak gerçek nazar›yla bak›l›r. Bu anlay›fl›n Osmanl› gibi en geç örne¤i için bkz. Edirneli Oruç Bey, Oruç Bey Tarihi (Nflr. Ats›z), Tercüman 1001 Temel Eser Serisi 1972, s. 19. 15 Joseph Schacht, “fier î 'at”, ‹slam Ansiklopedisi, XI, s. 429 vd. 16 Bkz. Robert Anhegger - Halil ‹nalc›k, Ayn› eser, s. VII vd. 17 ‹nalc›k, bu konuda flu yorumda bulunur: “öyle görülmektedir ki, ilk Osmanl› sultanlar› hukukî kurallar koyarken, hattâ önemli politik kararlar al›rken fakihlere dan›flm›fllar; daha sonra ayn› amaç için, fieyhu'l - ‹slâml›k makam›n› kurmufllard›r. Ancak, Osmanl› tarihinin sonraki dönemlerinde, özellikle Fâtih'den sonra, yönetime ait alanlar, kanun yapma faaliyeti bak›m›ndan Sultan'a özgü say›lm›flt›r. Bu özel alanlarda fierîat ya da dogmatik yorum, çeflitli kamu kurumlar›n› aç›klamakta yeterli görülmemifltir. Burada karfl› bir 7 304 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK yöntem olarak deneysel (emprical) tarihsel yaklafl›m, vazgeçilmez bir zaruret olarak kabul edilmifltir.” (Bkz. H. ‹nalc›k, “Türk Tarihinde Türe (Törü) ve Yasa Gelene¤i”, Do¤u Bat› Makaleler, I, Ankara 2005, s. 71). 18 Ziya Gökalp, Türk Töresi, (Haz›rlayan: Hikmet Dizdaro¤lu), Ankara 1976, s. 12, 13. 19 Töre'yi ana kaynaklara göre inceleyen Sait Bafler de ayn› kanaattedir: “Anlafl›lan Tare de kânun manas› da buulnmaktad›r; ama sadece “kanun” mefhûmunun tam karfl›l›¤› “öngdi” kelimesidir. Töre, kâinata hâkim küllî mâhiyetteki bir yüksek kanun mânâs›na al›nmal›d›r.” (Bkz. Sait Bafler, Kutadgu Bilig'de Kut ve Töre'den Sevgi Toplumuna, ‹stanbul 1995, s. 77 - 78). 20 Kozmik meflruiyetçilik anlay›fl›, Ortaça¤'da belki fizik ötesi arka plan›n› kaybetmifl, ancak henüz destan, hikâye ve efsaneyle iliflkisini kesmemifltir. Bu konuda ‹. Ortayl›'n›n anlat›m›ndan bir iki misal verelim: “Geleneksel Ortaça¤ toplumunun tarih yaz›c›s› (vakanüvis) efsane ile gerçek olay› ay›rd etmekte pek titiz davranmaz. Bu efsaneler ise biçim olarak fizik - ötesi olaylar türünde de¤il de gerçek olabilecek, uydurma olaylard›r.” “Afl›kpaflazade'nin Osmanl›lar› Rumeli'ye sallar üstünde geçirmesi, Macar tarih yaz›c› Brodariç'in Kanunî Süleyman'› Hristiyan hac› k›l›¤›nda Budin'e sokup kap›lar› gizlice Osmanl› ordusuna açt›rmas› gibi örnekler sonsuzdur.” “ Bazen hükümdarlara tarihî bir misyon vermeyi amaçlayan menk›beler de ortaya at›l›r. Osmanl› tarihlerinde nakledilen, Osman› Gazî'nin rüyas›nda karn›ndan ç›kan ulu ç›nar›n dünyay› kaplamas› veya Rus vekayinamelerinin nakletti¤i; ‹stanbul'un fethi s›ras›nda suya at›lan Bizans patriklik tac›n›n yüze yüze Novgorod sahillerine vurmas› gibi menk›beler buna örnektir.” ‹. Ortayl›, Tarihten Gelece¤e, ‹stanbul 2001, s. 41. 21 fierîat, örfü mûteber sayd›¤›ndan ‹mâm - › Mâlik hükümlerinin bir bölümünü Medîne halk›n›n örfüne dayand›rm›flt›r…Bunun için Mecelle'de “âdet, hakem k›l›nm›fl bir flerîatt›r”, “örfen mârûf olan fley flart k›l›nm›fl bir flerîatt›r”, “örf ile tâyin nass ile tâyindir”, gibi hükümler yer alm›flt›r (Bkz. Mehmed Niyazi Özdemir, ‹slâm Devlet Felsefesi, ‹stanbul 1989, s. 138). 22 XVII. yüzy›lda Osmanl› ulemas› bid 'at mevzuunda oldukça s›k›nt›l›d›r. Klasik sistemin iyice dejenere oldu¤u bu dönemde fundamentalist kanat ile klasik medreseyi temsil eden ›l›ml›lar aras›nda fliddetli münazaralar yaflanmaktad›r. Il›ml›lardan olan Kâtip Çelebi, bid 'at› savunur. ‹fadesinde fundamentalist Kad›zadelilerin yaratt›¤› gerilim aç›kça hissedilir. Kâtip Çelebi, eski kanunun direngenli¤ini ve bununla bafl etmenin imkâns›z oldu¤unu vurgular. Bid 'at - › hasene ve bid 'at - › seyyieden bahseden Osmanl› ayd›n›, flu izahat› yapar: “fiunu söyleyelim ki bütün bu bid 'atlar halk›n aras›nda bir töreye ve âdete dayan›r. Bir bid'at bir halk›n aras›nda yerleflip oturduktan sonra art›k fleriat›n be¤endi¤ini buyurup istemedi¤ini yasaklamak iflidir diye halk› yasaklay›p ondan döndürmek arzusunda olmak büyük ahmakl›k ve bilgisizliktir. Halk al›fl›p âdet edindi¤i ifli, e¤er sünnet, e¤er bit 'att›r, b›rakmazlar. Me¤er elinde k›l›ç biri ç›k›pta hepsini k›l›çtan geçirsin. Meselâ itikatta olan bit 'atlar için Sünnî padiflahlar nice vurufl - k›r›fl ettiler, fayda vermedi.” (Bkz. Kâtip Çelebi, Mîzânü'l Hak fî ‹htiyâri'l - Ahak (Nflr. Orhan fiaik Gökyay), ‹stanbul 1993, s. 64 vd.). Üzülerek belirtelim ki, günümüz ulemas› bu olgunlukta de¤ildir. 23 Eliade'nin yukar›da bahsedilen eserleri, kozmik inanç sisteminin evrensel mukayesesi yönünde ayd›nlat›c›d›r. Mezkur yazar, adeta bütün inanç sistemlerinde ortak bir zaman ve mekân tasavvurunun varl›¤›n› ortaya koyar. Bu ortak nitelik, zaman ve mekân›n kutsal addedilmesidir. Bu bak›mdan, ilk dinlerin bir birinden çok farkl› gibi görülen tören, ayin, ibadet vs. gibi uygulamalar›, ortak bir noktada birleflmektedirler: Zaman›n ve mekân›n kutsallaflt›r›lmas›. Bu ilahiyat sistemi, Ortaça¤lardaki ilahi dinler içinde de oldukça etkili olmufltur. 24 Eflatun'un felsefesi, “idealar ö¤retisi” olarak tan›mlanm›flt›r. Bu ö¤retiye göre, nesneler gerçekli¤ini “idea”lardan al›r. Nesnelerdeki de¤iflme, idealardaki de¤iflmeden kaynaklan›r. “‹dealar ilk örneklerdir (paradeigmata); yeryüzündeki olufl içinde bulunan nesneler, duyusal varl›lar da bunlar›n yans›lar›, kopyalar›, resimleridir (eidola, eikones). Cisimler dünyas›n›n gerçeklik derecesi, idealar dünyas›n›nkinden daha azd›r; çünkü biri as›l, öteki de bunun kopyas›d›r” (Bkz. Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, ‹stanbul 1980, s. 71). 25 Akl› “Tanr›” yerine koyan ve ona Tanr›'n›n temel s›fatlar›n› yükleyen Farabî için bkz. Farab”i, El - Medînetü'l - Fâz›la (Çev. Ahmet Arslan), s. 1 vd. 26 Descartes, “Düflünüyorum, öyleyse var›m” vecizesini flöyle aç›klar: “Anlad›m ki, ben bütün öz veya tabiat› düflünmek olan ve var olmak için hiçbir yere (mekâna) muhtaç bulunmayan ve maddî hiçbir fleye ba¤l› olmayan bir cevherim.” (Bkz. Descartes, Metot Üzerine Konuflma (Çev. Mehmet Karasan), ‹stanbul 1986, s. 35). 27 Faflizm ve Komünizm'in sistem ve bilgi anlay›fllar› bak›m›ndan ortak nitelikleri hakk›nda bkz. Abdülhamid S›dd›kî, Tarihin Yorumu (Çev. M. Beflir Eryarsoy), ‹stanbul 1978, s. 35 vd. 28 “Hegel Musevi - Hristiyan ideolojisini ele alarak, bunu bütünlü¤ü içinde evrensel tarihe uygulam›flt›r: Evrensel ruh sürekli olarak tarihsel olaylarda ve sadece bu olaylarda zuhur etmektedir. Demek ki, tarih bütünlü¤ü içinde tanr›n›n bir zuhuru olmaktad›r” (Bkz. M. Eliade, Kutsal ve Dind›fl›, s. 92). Katolisizm'i fliddetle reddeden, buna karfl› Protestanl›¤› insanî - kurumsal akl›n son tezahürü olarak gören Hegel, Frans›z Devrimi'ne de s›rf Katolikli¤e karfl› oluflu nedeniyle de¤er verir. Hegel'in Protestanl›k'la özdefllefltirdi¤i “evrensel ak›l” anlay›fl› için bkz. Wolfgang Förster, “Klasik Alman Felsefesinin Georg Wilhelm Friedrich Hegel'de Zirveye Ulaflmas›”, Felsefe Dergisi Hegel Özel Say›s›, 90 / 1, s. 12 vd. 29 Tebli¤imizi sunuflumuz s›ras›nda baz› dinleyicilerden sert elefltiriler ald›k. Bu hususu biraz daha anlafl›l›r k›lmak için flu al›nt›y› yapma ihtiyac› hissettik: “ Antikça¤'da özellikle Aristoteles'in koydu¤u bir theoria - historia, felsefe - tarih, ratio - empeiria karfl›tl›¤› vard›r. Antikça¤, felsefeyi, daima de¤iflmez, kal›c›, genel (ve evrensel) olan fleyin bilgisi peflinde koflan bir rasyonel etkinlik, bir teori (theoria) etkinli¤i saym›fl; deney bilgisini, ister do¤rudan alg›lama yoluyla elde edilen gözlem bilgisi anlam›nda empiri (empeiria), isterse insani - toplumsal olaylar›n haber al›nmas› yoluyla elde edilen bilgi anlam›nda historia olarak, bu rasyonel ve teorik etkinli¤e karfl›t bir 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 305 yere koymufltur. Deney alan›, empeiria ya da historia olarak, bir rastlant›sall›klar, düzensiz ve bireysel olufllar alan›d›r ve bu yüzden bu alanla ilgili bilgimiz hiçbir genelgeçerlik tafl›maz. Yani varl›k - olufl karfl›tl›¤›, varl›¤›n bilgisi ile oluflun bilgisi aras›ndaki karfl›tl›¤› da getirmifltir. Platon, empeiria ya da historia olarak oluflun bilgisine san› bilgisi (doxa), Aristoteles, çokluk bilgisi (polyhistorie) ad›n› verirler ve çoklu¤un, san›n›n de¤il, birlik'in ve hakiki bilgi (episteme)nin peflindeki felsefe için deney alan›n›n konu olamayaca¤›n› belirtirler. Böyle olunca da, felsefe ile tarih, theoria ile historia, theoria ile empeiria birbirlerine karfl›t hale gelirler.” F. Bacon, bu z›ddiyeti ilk kez ortadan kald›rma teflebbüsünde bulunur. Ancak, bu z›ddiyet günümüze kadar varl›¤›n› sürdürür (Bkz. Do¤an Özlem, Tarih Felsefesi, ‹zmir 1984, s. 4 - 5). Biz ise, varl›¤›n kendisi ile varl›k hakk›ndaki bilgi aras›nda bir ayr›m yap›yoruz. ‹kisinin bir olmad›¤›n› düflünüyoruz. Varl›k hakk›ndaki bilgimizi empirik bilgiye dayand›r›yoruz. Tarihi de empirik bilgi alan› olarak görüyoruz. Tarihin deneysel bilgi alan›na nas›l dahil edilebilece¤i sorusuna flu cevab› veriyoruz: Tarih, olufl ve oluflun bilgisini temsil eder. Oluflla ilgili bilgilerimiz, kaynaklar yoluyla bize ulaflan maddî bilgiler yoluyla teflekkül eder. Bu nedenle empiriktir. 30 Mustafa Öztürk, Zihniyetin tarihi araflt›rman›n hakim unsuru haline getirilmesinin do¤urdu¤u ar›zalar› flöyle dile getirir: “Tarihte iyi - kötü, baflar› - baflar›s›zl›k, fazilet - rezalet, evliya - eflk›ya yan yanad›r. Bunlar aras›nda tercih yapmak, birini al›rken di¤erini görmezlikten gelmek, tarihçilik ad›na kabul edilecek bir husus de¤ildir. Bundan dolay›d›r ki; tarihi bir konu, flahsiyet veya dönem üzerinde bir fikir birli¤ine var›lamamakta ve tarih yeni ayr›l›klar›n zemini haline getirilmektedir. En bariz misali, Osmanl› üzerinde ileri sürülen fikirlerde görmekteyiz. Bir k›s›m tarihçiler Osmanl›y› methederken, bir k›sm› da zemmetmektedir. Her ikisi de yanl›flt›r. Osmanl› düzeni, ne birincilerin iddia ettikleri gibi fazilet abidesi, ideal rejim, hatas›z bir mekanizmad›r, ne de ikincilerin iddia ettikleri gibi zulme dayanan, kan döken, köylüyü, halk› ezen bir sistemdir.” (Bkz. M. Öztürk, Tarih Felsefesi, Elaz›¤ 1999, s. 29). 31 Osmanl›'n›n haflmetli devri için kullan›lan “Klasik Ça¤” tan›mlamas›, tam anlam›yla zihniyet format›n› ortaya koyar. “Klasik”, özünde gelene¤i, ihtiflam›, de¤iflmezli¤i, ebedili¤i temsil eder. Bu aç›dan, tarihi de¤il, ideolojik (zihnî) bir nitelik gösterir. Osmanl› Klasik Ça¤›, asl›nda Klasik bir sistemin varl›¤›na duyulan inançta ifadesini bulur. Bu terim, Osmanl›'n›n kurumsal yozlaflmaya yüz tuttu¤u XVI. yüzy›l›n sonlar›ndan itibaren tarih yaz›c›lar›n›n “Kanun - u kadim”e dönüfl özlemini dile getiren bir referans›n merkezî noktas›n› teflkil etmektedir. Klasik Ça¤ teriminin yayg›nl›k kazanmas›nda en etkili sima olan ‹nalc›k, flöyle der: “ XVI. yüzy›l sonlar›nda Osmanl› ‹mparatorlu¤u, devlet ve hükümet gelenekleri, maliye politikalar›, toprak düzeni ve askerî örgütüyle Ortado¤u imparatorluklar›n›n en geliflmifl örne¤i idi. Ancak, Avrupa'n›n askeri ve ekonomik üstünlü¤ü, Osmanl›lara, Ortado¤u devlet geleneklerinin zaman›n›n geçti¤ini, bunlar›n yeni ça¤a uygun olmad›klar›n› ö¤retti. Bu noktadan sonra Osmanl› tarihi, eski imparatorluk kurumlar›n›n bozulmufl biçimlerinin tarihçesi, bir Ortado¤u devletinin Avrupa'n›n ekonomik, politik ve kültürel meydan okuyuflu karfl›s›nda kendine çeki düzen verme çabalar›n›n tarihidir. Türkler, söz konusu devlet anlay›fl›ndan ancak 1924'te köklü bir devrimden sonra vazgeçeceklerdir.” (Bkz. Halil ‹nalc›k, Osmanl› ‹mparatorlu¤u Klâsik Ça¤ (1300 - 1600) (Çev. Ruflen Sezer), ‹stanbul 2003, s. 11 - 12). 32 Özlem'den aktard›¤›m›z iktibasta, “teori” - “empiri” z›tl›¤›na dikkat çekmifltik. Kendi aç›m›zdan ise, varl›¤›n kendisi ile onun bilgisi aras›nda fark gördü¤ümüzü belirtmifltik. Bunu biraz daha açal›m. “Elma”n›n kendisi ile elma hakk›ndaki bilgilerimiz ayn› de¤ildir. Biz, “elma”y›, ancak zihnî ve fizikî kapasitemiz ölçüsünde tan›yabilmekteyiz. Yar›n bir gün, elma hakk›nda flimdi bilmedi¤imiz yeni bir bilgi keflfedebiliriz. Bu bir varl›k - bilgi ayr›m›n› evrenin bütününe teflmil edebiliriz. Ma¤rur filozoflar, “teori”yi as›l saymakla, varl›¤›n ak›l taraf›ndan mutlak gerçeklik içinde kavranabilece¤i anlay›fl›ndan hareket ediyorlard›. Zaman, onlar›n yan›ld›¤›n› gösterdi. fiimdi art›k empirik bilgi felsefi bilgiye oranla daha k›ymetlidir. Merhum Erol Güngör, varl›¤›n bizzat kendisi ile bilgisi aras›ndaki fark› flöyle belirtir: “Bizim gördü¤ümüz fley masa ve iskemle de¤il, fakat onlara çarparak gözümüze gelen ›fl›k dalgalar›d›r. Biz bu eflyan›n objektif varl›¤›n› ancak dolayl› - ilmî metodlarla - olarak anl›yoruz.” Güngör, bu konuda Einstein'den flu iktibas› nakleder: “ ‹drâk eden süjenin varl›¤›ndan müstakil olarak mevcut bulunan bir d›fl dünya inanc› bütün tabiât ilimlerinin temelini teflkil eder. Mamafih, duyu organlar›yla edinilen idrâk bize bu d›fl dünya veya fizikî realite hakk›nda ancak dolayl› olarak bilgi verdi¤i için, biz d›fl dünyay› ancak spekülatif yollarla kavrar›z. Bu suretle edindi¤imiz bilgileri - yani fizi¤in temel aksiyomlar›n›- de¤ifltirmeye daima haz›r olmal›y›z.” (Bkz. Erol Güngör, ‹slâm›n Bugünkü Meseleleri, ‹stanbul 1981, s. 68). Tarihin oluflu ile onun hakk›nda bilgimiz de farkl›l›k gösterir. Tarihin içine giren her türlü hadise, zihniyetle kopmaz bir rab›ta içindedir. Asl›nda tarih, cereyan edifl halinde, tam manas›yla zihniyetin emrindedir. Zihniyet, tarihe yön veren bafl aktördür. Haçl› Seferleri gibi dinî niteli¤i bariz olan hadiselerde bu bariz olarak göze çarpar. Körfez savafl› gibi iktisadî nitelik tafl›yan hadise de bile zihniyet olay›n ruhunu teflkil eden temel faktördür. Peki, bu gerçekler karfl›s›nda bizim tarihle zihniyeti bir birinden ay›rmam›z mümkünmüdür? Veya ne gibi bir anlam ve mana tafl›maktad›r? Meselenin ehemmiyeti, tarihi hadisenin gerçek yönüyle kavranmas›nda yatmaktad›r. Bu bak›mdan, tarih yaz›c›l›¤› ile tarihin bizzat kendisini bir birinden ay›rmak gerekmektedir. Tarihin gerçek flekliyle ortaya konulabilmesi, ancak zihniyetten ar›nm›fl bir anlay›flla mümkün olabilecektir. I. Kosova Muharebesi'nde Türkler yenmifl, ancak Türk hakan› S›rpl› Milofl Kobiliç taraf›ndan hançerlenerek öldürülmüfltü. Zihniyet emrindeki iki taraf tarih yaz›c›l›¤›, bu hadiseyi bütünüyle farkl› mecralara çekmifltir. Bu savafl Türklere göre tam bir zafer oldu¤u gibi, S›rplara göre de zaferdir. Kobiliç, Türklerin gözünde büyük bir nefret unsuru iken, S›rplar›n gözünde büyük bir kahramand›r. Peki gerçek nedir? Tabii ki hiç birisi. Biz, Türk ve S›rplar›n bu savafltan bir tarihi tecrübe olarak yararlanabilmeleri için tarihi araflt›rmay› zihniyetten ar›nm›fl olarak gerçeklefltirmelerini zarurî addediyoruz. Tarihi hadisenin cereyan etmeden önceki basamaklar›nda da objektif bir beyin, zihniyeti kendine getirecek, ona tahripkâr olmama yetene¤i kazand›racak zaruri bir ihtiyaçt›r. Saddam Hüseyin, Baas zihniyetiyle sarhofl olmak yerine içinde bulundu¤u flartlar› objektif olarak de¤erlendirip gücüyle mütenasip bir politika gütseydi, her halde bu feci ak›bete duçar olmayabilirdi. Türk diplomasisi de Amerika karfl›s›nda yaflad›¤› ciddî meseleleri, zihniyetle gerçekli¤i birbirinden ay›rma yetene¤i bulunmayan dan›flmanlar yüzünden yaflamaktad›r. 33 Türk tarihinde ‹slamî kanun ile tarihî kanunun çat›flmas›, sürekli olup belli periyotlarda farkl› nitelikler arzeder. Selçuklular›n y›k›l›fl› ve Mo¤ol istilas›na zemin haz›rlayan bafll›ca faktör, devletin meflruiyet prensibini Sünnî kanunda görmesi karfl›s›nda halk ‹sla- 7 306 VII. Oturum “Tarih ve Kimlik” Yücel ÖZTÜRK m›'n›n ‹ran etkileflimi neticesinde fiii kanuna kendini daha yak›n hissetmesiydi. Selçuklulardan sonra kurulan Osmanl› ‹mparatorlu¤u, büyük çapta Selçuklular›n y›k›l›fl›na zemin haz›rlayan ve kurulufl döneminde Ahî genel ad› alt›nda toplanm›fl olan toplum kesimlerinin deste¤i ile kurulmufltu. Osmanl› ‹mparatorlu¤u merkezî bir nitelik kazand›¤›nda ise Ahîler art›k tasfiye edilmifltiler. XVI. yüzy›l, Anadolu'daki halk ‹slam›'n›n büyük çapta tasfiyesine sahne oldu. Sünnî kanuna boyun e¤meyen Türklerin önemli bir k›sm› “fiah”a gittiler. fiah, yeni fiiî kanununun temsilcisi olarak tazahhür etti. Bu tasfiye sürecinin son aflamas›nda ‹stanbul'u bafltan bafla dehflet içinde b›rakan Kad›zadeli hareketi bafl göstermiflti. Osmanl› devleti, bu son tasfiyede art›k Sünnî kanun içinde yer alan Tasavvuf kesimlerinin yan›nda yer alarak Kad›zadelileri tasfiye etti. Kad›zadelilerin do¤uflu ve temel prensipleri için bkz. Madeline C. Zilfi, “The Kadizadelis: Discordant Revivalism in Seventeenth Century - ‹stanbul” Journal of Near Eastern Studies, Vol. 45, No. 4 (Oct., 1986), s. 251 vd. 34 Osmanl› Devleti ile Patrikhane aras›ndaki iliflkiler aç›s›ndan faydal› bir çal›flma için bkz. Anastasious G. Papademetriou, Otoman Tax Farming and the Grek Orthodox Patriarchate: An Examination of State and Church in Otoman Society (15 - 16th Century), A Dissertation Presented to the Faculty of Princeton University in Candidacy for the Degree of Doctor of Philosophy 2001, s. 10 vd. 35 Yukar›da Hristiyanl›kla ilgili olarak ele al›nan ›st›rap kültü, asl›nda Yahudi menfleli olup Yahudilik'ten Hristiyanl›¤a intikal etmifltir. Bu kültün merkezî noktas›, bir büyük kurtar›c›n›n, Ademo¤ullar›n›n dünyevî ihtiraslar› sonunda müstehak olduklar› cezalar›n› kendi flahs›nda çekerek ümmetini, milletini kurtarmas› idi. Yusuf ve Yakub'un çileleri, ‹srailo¤ullar›n›n cezalar›n›n kefareti olarak yorumlan›yordu (Bkz. The Norton Anthology of World Masterpieces, I, New York - London 1985, s. 13 vd). 36 Yahudilerin köylülükten ticaret toplumuna geçifli, bunun Hristiyan ve ‹slam medeniyetlerinde Yahudilerin aktivitelerine etkisi için bkz. C. D. Darlington, “The Genetics of Society”, Past and Present, No. 43 (May 1969), s. 31 vd. 37 Henri Pirenne, Ortaça¤ Kentleri : Kökenleri ve Ticaretin Canlanmas› ( Çev. Sadan Karadeniz), Ankara 1982. 38 Max Weber, The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism (Çev. Talcott Parsons), New York 1958. ‹ki makaleden müteflekkil bu eseri bir bütün olarak de¤erlendirdik. Mütercimin ön sözü de oldukça kavrat›c›d›r. 39 Sanayi Devrimi'nin ‹ngiliz geleneksel toplumunu de¤ifltirmesi süreci ve bu süreçte eskinin direnifli hakk›nda bkz. Tracy Granger, The Handicraft Ideal of Nineteenth Century England and the Intustrial Age, A Thesis Presented to the Faculty of California State University Dominguez Hills 2004, s. 7 vd. 40 “1815'den 30 y›l kadar önce iki devrim vukubuldu. Birisi, Frans›z Devrimi ve Napolyon ‹mparatorlu¤u'na ba¤l› olarak meydana gelen köklü de¤iflim idi. Temelde, bu, idarî organizasyon, otorite ve halk›n gücü, kamu finansman›, vergilendirme, yönetim, hukuk, ferdî haklar ve sosyal s›n›flar›n hukukî vaziyetiyle ilgili bir de¤iflim idi. Di¤eri, basit bir benzetmeyle, temel nitelikleriyle servet üretimi, imalât teknikleri, tabiî kaynaklar›n tüketimi, sermaye oluflumu, ürünlerin tüketiciye ulaflt›r›lmas›yla ilgili ekonomik bir devrim idi.” Frans›z Devrimi, tar›m toplumunun yap›s›n› politik yeniden infla sistemiyle de¤ifltirmeye kalkt›. Endüstri Devrimi, Frans›z Devrimi'nden daha ehemmiyetli idi. Neolitik ça¤› bitiren, ‹ngiltere'de bafllayan Endüstri Devrimi olmufltu. Frans›z Devrimi Napolyon'un ma¤lubiyetinin ard›ndan Viyana Kongresi (1815) ile devrini tamamlarken, ‹ngiltere'de 1780'lerde ortaya ç›kan Endüstri Devrimi, Neolitik toplumu de¤ifltirerek sanayi toplumunu meydana getirecektir (Bkz. R. R. Palmer - Joel Colton, A History of the Modern Wold, New York 1992, s. 45 - 454). 41 ‹ngiltere ile Fransa aras›nda mukayese: XVII. yüzy›lda ‹nagiltere'de Puritanizm Devrimi vukubuldu. Parlamento zaferini ilan etti. Ayn› dönemde Fransa'da Louis XIV (1643 - 1715) mutlakiyetle hüküm sürdü. XVII. yüzy›lda ‹ngiltere'de F. Bacon, Fransa'da Descartes yeni bilimlerin temelini att›lar. Bunu müteakip ‹ngiliz Newton yeni fizik yasalar›n›. Lock, tabii hukuku keflfetti. XVIII. Yüzy›lda Fransa, Avusturya ve Prusya'da ayd›nlanmac› bir despotizm vukubuldu. ‹ngiltere, sanayileflme ve parlamentarizm yönünde bir de¤iflim geçirdi (Bkz. Ayn› eser, s. 176 vd, 278 vd, 314 vd.). 42 Türkler Avrupa'n›n gözünde sadece Avrupa s›n›rlar›na sald›ran bir mütecaviz de¤ildi. Avrupa, bilhassa XVI. yüzy›l›n bafl›ndan sonlar›na kadar Türkleri Hristiyan medeniyeti karfl›s›nda bir tehdit olarak alg›lad›. Avrupa'n›n önde gelen kesim ve simalar› Türk tehdidi karfl›s›nda duydu¤u pani¤i yans›t›r. Rönesans simalar›ndan Erasmus, 1520'lerde Avrupa ve Türkiye'yi mukayese eder. Bu mukayesede Türk taraf› ezici bir üstünlü¤ü temsil ederken Avrupa, çürümüfllü¤ün, sosyal, ekonomik ve dinî istismar›n kas›p kavurdu¤u bir co¤rafyla olarak tasvir edilir. Erasmus, Türklerin istedi¤i taktirde Hristiyan uygarl›¤›n› bütün kurumlar›yla yok edecek güçte oldu¤unu ifade eder. ‹çinde bulundu¤u ümitsizlik ve yeis hali ifadelerinde Tanr›'ya bile öfke duyan bir isyan› yans›t›r. XX. yüzy›l ‹slam Dünyas›'n›n Avrupa karfl›s›ndaki korku ve panik hali, adeta XVI. yüzy›lda Avrupa'da Türkler karfl›s›nda mevcuttur. Türkler sadece bir millet de¤ildir. Onlar, Hristiyanl›¤›n karfl›s›nda duran büyük bir düflmand›r (Bkz. John W. Bohnstedt, “The ‹nfidel Scourge of God: The Turkish Menace as Seen by German Pamphleeters of the Reformation Era”, Transactions of the American Philosophical Society, New. Ser., Vol. 58, No. 9 (1968), s. 5). 43 “Tarihî yap›lar” ifadesini Annales Okulu'ndan ödünç alm›fl bulunuyoruz. Bu ifadeyle flahsen flunu kastediyoruz: Tarih ilminin konusu olan toplum ve devlet yap›lar›, zaman ve mekân içinde farkl›l›k gösterir. Bununla beraber, paralel zamanlar› yaflayan bir çok topluluk - devlet bulunabilir. Tarihçi, ele ald›¤› yap›lar›n belli bir ömrü oldu¤unu göz önünde bulundurarak bu yap›lar›n hangi toplumlarda ne zaman etkili oldu¤u, ne zaman etkisini yitirdi¤ini mukayeseli bir flekilde göz önünde bulundurmal›d›r. Aksi taktirde yapaca¤› araflt›rman›n bir anlam tafl›mas› mümkün olmayacakt›r. Mesela, Tasavvuftaki “Bat›nî” anlay›fl veya “keramet” inanc›, bir toplumsal inanç sistemi olmak bak›m›ndan tarihî yap›d›r. Bunun Türk, Arap, ‹ran, di¤er Asya ve Avrupa toplumlar›nda nas›l bir özellik gösterdi¤i, ne zaman etkisini yitirdi¤i, yerine nas›l bir toplumsal inanç sisteminin geçti¤i, mukayeseli bir analize tabi tutuldu¤unda, mikro tarihin bariz farkl›l›k olarak ele ald›¤› hususlarda makro bir müflterek tarih ortaya konulabilir. Mircia Eliade, bahis konusu edilen eserlerinde Koz- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 307 mik dinleri bu flekilde ele alm›fl ve bizim aç›m›zdan çok ayd›nlat›c› olmufltur. Bilhassa Osmanl› tarihini bu aç›dan ele almak art›k bir zarurettir. Osmanl› Devleti'nin merkezî yap›s› olan Dirlik (Timar) Sistemi de bir tarihi yap› olup, asl›nda Neolitik Ça¤'da bütün devlet ve toplumlarda baz› farkl›l›klarla tatbik edilmifltir. Bu sistemin tarih içinde mukayeseli bir analizini yapmadan, geç dönem Osmanl› tarih yaz›c›lar›n›n ideal bir sistem olarak bunu referans almada ne kadar do¤ru olduklar›n› veya ne kadar yan›ld›klar›n› kesin olarak belirleyemeyece¤iz. Böylece, XXI. yüzy›lda bile bu sistemi referans kabul eden baz› kesimlerin varl›¤›na flahit olaca¤›z. 44 Lütfi Pafla'dan itibaren Osmanl› tarih yaz›c›lar›n›n sistem ve aksakl›klarla ilgili tespit ve tahlilleri hakk›nda ayd›nlat›c› bir yaklafl›m için bkz. Douglas A. Howard, The Otoman Timar System and its Transformation, 1563 - 1656, Submitted to the Faculty of the Graduate School in Partial fulfillment of the Requirements of the Degree Doctor of Philosophy in the Department of Uralic and Altaic Studies Indiana Universitiy 1987, s. 18 vd. 45 “XVI. yüzy›l sonu tarihçileri Selânikî ve Ali, zaman›n hukukî ve adalet alan›ndaki yozlaflmalar›n› Süleyman kanun ve nizam›n›n ihmal edilmesine ba¤l›yorlard›. 1610 civar›nda yaz›lan ve Osmanl›'n›n çöküflü hususunda Koçi Bey'in kaynaklar›ndan olan Kitâb - › Mustetâb da gerileme hususunda ayn› analitik yaklafl›m› takip ediyordu. Süleyman zaman›nda kaydedilen emsalsiz ihtiflam ve refah› ortaya ç›karan as›l faktörün ananevî hukuk ve nizam›n uygulanmas› oldu¤u hususunda mutabakat mevcuttu.” H. ‹nalc›k, “Suleiman the Lawgiver and Otoman Law”, Archivum Ottomanicum, I, (Mouton 1969), s. 105 - 106. ‹nalc›k, Kanunî zaman›ndaki adalet ve ihtiflam›n temel kayna¤›n›n, Kanunî zaman›ndaki kanunlar kadar, bu kanunlar›n dayand›¤› ana “kanun” oldu¤una dikkat çekiyor ki, bizim ilgilendi¤imiz cihet buras›d›r. 46 Bu tarzda bir analizin somut bir örne¤i için bkz. Rene Grousset, Bozk›r ‹mparatorlu¤u: Attila - Cengiz Han - Timur (Çev. M. Reflat Uzmen), ‹stanbul 1993. 47 Albert Howe Lybyer, Kanunî Sultan Süleyman Devrinde Osmanl› ‹mparatorlu¤u'nun Yönetimi (Çev. Seçkin C›l›zo¤lu), ‹stanbul 2000, s. 13 vd. 48 Toynbee'nin bu de¤erlendirmesi için bkz.Osmanl› ve Dünya: Osmanl› Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri (Haz. Kemal H. Karpat; Çev. Mustafa Arma¤an, ‹stanbul 2001. 49 M. Fuat Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanl› Müesseselerine Tesiri (Nflr. Orhan Köprülü), ‹stanbul 1986. 50 Mardin, Ayn› eser, s.22 vd. 51 fierif Mardin, Yeni Osmanl› Düflüncesinin Do¤uflu (Çev. Mümtazer Türköne - Fahri Unan - ‹rfan Erdo¤an), ‹stanbul 1996, s. 71 vd 52 Mardin, Ayn› eser, s. 17, 21. 53 Tezakir'den naklen, Mardin, Ayn› eser, s. 26. 54 Türk edebiyat›n› zihniyet, kültür ve kimlik ekseninde toplu olarak ele alan eserlerin artt›¤› görülüyor (Bkz. Taner Timur, Osmanl› Türk Roman›nda Tarih, Toplum ve Kimlik, ‹stanbul 1991; Metin Turan, Kültür - Kimlik Ekseninde Türk Edebiyat›, Ankara 2004. 55 Annales Okulu'nun ilk ve en önemli simalar›ndan March Bloch ve Durkhaim aras›ndaki yak›nl›k için bkz. Peter Burke, Tarih ve Toplumsal Kuram (Çev. Mete Tunçay), ‹stanbul 2002, s. 22. 56 Osmanl› son dönemi ile Cumhuriyet döneminin fikrî zemininin iyi anlafl›labilmesi için pozitivizm ve sonras›nda etkili olan Annales okulunun mukayeseli analizi zaruridir. Bu konuda henüz yabanc› eser ve makalelerle s›n›rl› bulunuyoruz. Annales tarih yaz›c›l›¤› hakk›nda bkz. Peter Burke, Frans›z Tarih Devrimi: Annales Okulu (Çev. Mehmet Küçük), Ankara 2002; George G. Iggers, Yirminci Yüzy›lda Tarih Yaz›m›, ‹stanbul 2000, s. 51 - 66; March Bloch, Tarihin Savunusu Ya da Tarihçilik Mesle¤i (Çev. Mehmet Ali K›l›çbay), Ankara 1985; Burke - Bloch - Febvre - Braudel - Mc Lennan - Ladrie - Vilar - Hobsbawm - Lefebvre - S. Jones, Tarih ve Tarihçi Annales Okulu ‹zinde (Derleyen: Ali Boratav), ‹stanbul 1985. 57 De¤erlendirmelerimiz gelenekçi kesimle ilgilidir. Bu sahan›n en büyük ayd›n› olan Erol Güngör, güçlü bir analiz gelene¤i bafllatm›fl, ancak erken vefat›yla bu hamle akim kalm›flt›r (Bu paralelde bkz. E. Güngör, ‹slam›n Bugünkü Meseleleri; ‹slam Tasavvufunun Meseleleri, ‹stanbul 1982). 58 Bat›nî akide ve keramet inanc›, akla ve empirik tecrübeye ayk›r›d›r. Bu mesele tarih boyunca ‹slam düflüncesini meflgul etmifltir. Günümüzde sa¤›yla soluyla tasavvuf bir kimlik unsuru olarak görülmekte, derinli¤ine analize konu edilmemektedir. Kâtip Çelebi, bu keramet inanc›n›n, velilerde mevcut olan insan üstü nitelikten de¤il, müridlerin onlarda gördükleri , görme¤i arzu ettikleri üstünlük ihtiyac›ndan kaynakland›¤›n› iddia ederek bunlara inananlar›n cahil ve ahmak oldu¤unu belirtir (Bkz. Kâtip Çelebi, Ayn› eser, s. 17). 59 “‹slâmiyet çal›flmay›, ticaret yapmay›, mülk edinmeyi teflvik etmifltir.” (Bkz. Özdemir, Ayn› eser, s. 185). 60 Osmanl›'n›n geleneksel ekonomisi için bkz. Mehmet Genç, Osmanl› ‹mparatorlu¤unda Devlet ve Ekonomi, ‹stanbul 2002. 61 J. Rutherfolrd, A. Stuart, K. Mercer, P. Parmar, H. Bhabha, S. Hall, J. Weeks, L. Young, Kimlik (Çev. ‹rem Sa¤lamer), ‹stanbul 1998, s. 7. 7 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 309 20 Mart 2005 Pazar 8. OTURUM Toplum ve Hukuk Oturum Baflkan›: Prof. Dr. ‹hsan ERDO⁄AN KONUfiMACILAR Ayd›n BAfiBU⁄ : Sosyal Güvenlik Reformunun Sosyoekonomik fiartlar› Resul ASLANKÖYLÜ : Sosyal Güvenlik Reform Tasar›lar›n›n Genel De¤erlendirilmesi Ali Cengiz KÖSEO⁄LU : Tamamlay›c› Bir Sosyal Güvenlik Reformu Olarak Bireysel Emeklilik 8 310 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” SOSYAL GÜVENL‹K REFORMUNUN SOSYO-EKONOM‹K fiARTLARI Ayd›n BAfiBU⁄* 1- Girifl 1881 y›l›nda Bismarck’›n iktidara gelmesiyle Almanya sosyal devlete geçifl sürecine giren ilk ülke olufltur1. Sosyal risklerinin meydana getirdi¤i zararlar› tazmin edici fonksiyonunu üstlendi¤i sosyal güvenlik kurumlar›, bir devlet fonksiyonu olarak kabul edilmeye bafllanm›flt›r. Bu dönemde kabul edilen ve da¤›t›m esas›na dayanan sosyal sigorta modeli, bundan sonraki sosyal güvenlik sistemlerinin de temelini oluflturmufltur. Özellikle Sir William Beveridge’in2 II. Dünya Savafl› öncesi sistemlefltirdi¤i sosyal güvenlik ihtiyac›, savafl yaralar›n›n en k›sa sürede sar›lmas›nda gösterdi¤i baflar› da eklenince savafl sonras› dönemde bütün dünyaya örnek olmufltur. Da¤›t›m metoduna dayanan sosyal sigorta sisteminin iflleyifli gayet basittir. Sigorta kuruluflunun giderini oluflturan pasif sigortal›lar›n harcamalar›n›n ayn› dönemde aktif olarak sigorta sisteminde bulunan ve prim ödeyen kitle taraf›ndan karfl›lanmas›, riskin bu kitleye eflit olarak da¤›t›lmas› esas›na dayan›r. Bu nedenle sistemin sa¤l›kl› olarak çal›flabilmesi için bir pasif sigortal›ya 6-7 aktif sigortal› düflecek flekilde finans dengesinin sa¤lanmas› gerekmektedir3. Da¤›t›m esas›na dayanan sistemin iflleyifli sadece aktif – pasif sigortal› dengesinin varl›¤›na ba¤l› de¤ildir. Bu dengenin, özellikle uzun vadeli sigorta kollar› bak›m›ndan çal›flabilir nüfusun (19–59 yafl), yafll› nüfusa (60 yafl ve üzeri) oran› ile de dengeli olmas› zorunludur4. Bu esas, flu flekilde formüle edilebilir; Yafll› nüfus Pasif sigortal› Genç nüfus Aktif sigortal› Bu basit formüle göre, yafll› nüfusun genç nüfusa oran› ile pasif sigortal›lar›n aktif sigortal›lara oran› gerçeklefltirildi¤i ölçüde sistem baflar›ya ulaflacak demektir. Da¤›t›m metodunu tehdit eden bu eflitli¤in bozulmas›d›r. Bu denge bazen, eflitli¤in sol taraf›ndaki nüfus hareketlili¤ine ba¤l› olarak bozulabilmektedir. Yafll› nüfus say›s›ndaki art›fla ra¤men genç nüfusun artmamas› ya da genç nüfus say›s›ndaki anl›k ve geçici art›fl›, da¤›t›m metodunu geçici ya da kal›c› s›k›nt›lara sürükleyebilmektedir. Ayn› flekilde eflitli¤in di¤er taraf›n› oluflturan sigortal› oran›ndaki de¤iflmeler de sistemde büyük bir krize yol açabilmektedir. Sigortal› dengesinin nüfus oran›ndan büyük olmas›, o ülkede yafll› olunmad›¤› halde sigortal›lar›n pasif sigortal› konumuna geçti¤ini göstermektedir. Bu eflitsizlik pasif sigortal› say›s›n›n sigorta ilkelerine ayk›r› olarak artmas›ndan kaynaklanabilece¤i gibi aktif sigortal› say›s›n›n genel bir iflsizlik ya da kay›t d›fl›l›k gibi nedenlerle azalmas›ndan da kaynaklanabilmektedir. Sosyal risklerin maliyetinin da¤›t›m esas›na dayand›¤› sosyal sigorta sistemindeki bu zorunlu dengenin kurulmas› da sadece sigorta kurumunda ya da uygulanan sosyal güvenlik yasalar›nda yap›lmas› gereken düzenlemelere ba¤l› de¤ildir. Ayr›ca bu düzenlemelerin de sa¤l›kl› bir flekilde ku* Yrd.Doç.Dr., Gazi Üniversitesi, ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 311 rulmas› veya ifllemesi için makro seviyede sosyal ve ekonomik flartlar›n yerine getirilmesine ba¤l›d›r. Maalesef, sosyal güvenlik krizinden bahsedildi¤i ve krizin afl›lmas› düflünüldü¤ünde zorunlu bulunan sosyal ve ekonomik de¤iflkenlerin etkisi düflünülmeden sadece yasa de¤iflikli¤i ile sorunun çözülece¤i düflünülmektedir. Oysa yasa de¤iflikli¤i yoluyla s›k s›k baflvurulan emeklilik yafl›n›n yükseltilmesi, primlerin artt›r›lmas›, emekli ayl›klar›n›n düflürülmesi gibi önlemler sorunu tamamiyle çözmekten uzak, geçici tedbirlerdir. Oysa sisteminin sa¤l›kl› olarak yaflayabilmesi için gerekli bulunan sosyo-ekonomik flartlardaki eksiklik sistemin derhal ya da uzun vadede krize girmesini ve alternatif aray›fllar›n gerçeklefltirilme zorunlulu¤unu gerekli k›lacakt›r. Afla¤›da bu ekonomik ve sosyal flartlara de¤inilecektir. 2- Da¤›t›m Metoduna Dayanan Sosyal Güvenlik Sistemi ‹çin Zorunlu fiartlar Bir ülkede da¤›t›m metoduna dayanan sosyal güvenlik sisteminin sa¤l›kl› olarak kurulabilmesi için bulunmas› gereken asgari koflullar afla¤›daki bafll›klar alt›nda toplanabilir. Bunlar; a- Toplumda sa¤l›kl› bir nüfus art›fl›na sahip olmak, Pasif sigortal›lar›n giderlerinin aktif sigortal›lar taraf›ndan karfl›lanmas› esas›na dayanan da¤›t›m metodunun devaml›l›¤›, büyük ölçüde sürekli ve istikrarl› bir flekilde büyüyen nüfus art›fl›na ba¤l›d›r. Bu olgu, sistemin temel kural›n› oluflturmakta ve büyük ölçüde sistem bu esasa dayanmaktad›r. Nüfus art›fl›n›n modernleflmenin do¤al sonucu olarak durmas›, hatta eksiye yönelmesi durumunda da¤›t›m metodunun sa¤l›kl› bir flekilde ifllemesi güçleflecektir. Nüfus art›fl›n›n durmas›, 18-20 sene sonra genç iflgücündeki azal›fla ba¤l› olarak aktif nüfusun yafll› nüfusa olan oran›nda büyümeye neden olacakt›r. Da¤›t›m metodunun iflleyebilmesi için nüfus art›fl›n›n azalmadan ayn› oranda devam› zorunludur. Nüfus art›fl›nda, özellikle do¤um oran›ndaki anl›k, geçici s›çramalar dahi sistemin kald›rabilece¤i yap›da de¤ildir. Do¤um oran›ndaki art›fl›n, bir dönem yüksek seviyelere ulaflmas›; daha sonra bu h›z›n durarak eski seviyeye inmesi sistemde istenmeyen sonuçlara neden olabilecektir. Çünkü bu dönemdeki do¤an kiflilerin 60–65 y›l sonra pasif sigortal› olaca¤› düflünülürse, aktif sigortal›lar›n-pasif sigortal›lar› karfl›lama oran› bir anda büyüyecektir. Örne¤in, 1950–1960 y›llar› aras›nda ABD’de do¤um oranlar›nda %70’i (baby boom) bulan bir art›fl yaflanm›flt›r. Bu art›fl ikinci dünya savafl› sonras› refah seviyesindeki geliflmifllik ile aç›klanmaktad›r. Ancak bu art›fl, 1970’lerden sonra durmufltur. Bu art›fl›n anlam›, ayn› seviyede devam etmeyen, hatta eskisine nazaran daha da azalan nüfus art›fl oran›n›n da¤›t›m sisteminde büyük s›k›nt›lara neden olaca¤›d›r. Çünkü bu nüfus en erken 2020’lerden itibaren pasif sigortal› say›s›nda da ayn› oranda; belki de daha fazla oranda bir art›fla yol açacakt›r5. Bu art›fl, 2030’lardan sonra azalacakt›r. Ancak pasif sigortal› say›s›ndaki art›fla yol açan 10 y›ll›k süreç, sistemi büyük ölçüde t›kayacakt›r. b- ‹nsan ömrünün uzamamas› gere¤i, Da¤›t›m sistemi, insan ömrünün ortalama 45–55 oldu¤u dönemlerde kurulmufltur. Bu yafla ortalamas› için öngörülen emeklilik yafl› da asgari 65 yafl›ndan itibaren bafllamaktad›r. 1900’lü y›llar›n bafl›ndaki bu ortalama esas al›narak kurulan sistem günümüzde insan ömrünün uzamas› karfl›s›nda büyük ölçüde s›k›nt›ya girmektedir. ‹nsan ömrünün ortalama olarak yükselmesine ra¤men emeklilik yafl›n›n ayn› oranda yükseltilememesi sigorta dengesini bozacak ölçüye ulaflmaktad›r. Gittikçe artan 8 312 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ insan ömrünün karfl›s›nda yafll› nüfusun pasif dönem sigorta yüklerinin karfl›lanabilmesi, aktif sigortal›lar üzerindeki yükün artmas›na neden olacakt›r. Ancak aktif sigortal›lar›n yükünün ayn› oranda artt›r›lmas› da mümkün de¤ildir. ‹nsan ömrünün süresinin uzamas› do¤al olarak aktif sigortal›-pasif sigortal› dengesini bozacakt›r. c- ‹stihdam›n sürekli olarak art›fl› ve ifl gücü piyasas›n›n geliflmifl olmas›, Sosyal sigorta sistemi sadece nüfus oran›ndaki geliflmelere ba¤l› olarak iflleyemez. E¤er özellikle genç nüfusun istihdam edilmez, ifl alanlar›n›n kurulamaz ise, kendilerinden prim tahsil edilecek, risk da¤›t›lacak sigortal› kitlesi oluflturulamayaca¤› için sosyal sigorta dengesi yine bozulacakt›r. Genç nüfusun say›s›n›n artmas›, ancak istihdam alanlar›n›n aç›lmas› karfl›l›¤›nda sosyal güvenlik sistemi bak›m›ndan anlaml›d›r. Nüfusun genç olmas›na ra¤men iflsizli¤in yayg›n oldu¤u bir ortamda da¤›t›m sistemi yine güçlüklerle karfl›laflacakt›r. ‹stihdam alanlar›n›n aç›lmas›, istihdam›n kay›t alt›na al›nmas› ile birlikte de¤erlendirilmelidir. Kay›t d›fl› ekonomi ve kaçak iflçilik de sistemin arzu etmedi¤i olumsuzluklardand›r. d- Güçlü bir finans piyasas›n›n bulunmas›, Sosyal güvenlik sistemi, ister da¤›t›m metoduna dayans›n isterse kapitalizasyon metodu uygulans›n güçlü finans piyasas›n›n varl›¤›n› gerekli k›lmaktad›r. Sigorta sisteminde toplanan kaynaklar bir ülke ekonomisinde önemli bir mali kayna¤› oluflturur. Bu kayna¤›n özellikle sigorta sisteminin ilk kuruldu¤u aflamada rasyonel bir flekilde de¤erlendirilmesi gereklidir. Sistemin bafllang›ç aflamas›nda sadece aktif sigortal›lar bulunmaktad›r. Pasif sigortal›lar, belirli bir yafl, sigortal›l›k süresi ya da prim ödeme bak›m›nda belirli flartlar›n gerçekleflmesine kadar söz konusu olmayacakt›r. Bu dönemde elde edilen prim geliri, sosyal güvelik kuruluflu için “bafllang›ç rezervini” oluflturmaktad›r. Pasif sigortal›l›¤›n bafllad›¤› dönemde, bu giderler yeni kuflak aktif sigortal›larla karfl›lanaca¤› için bafllang›ç rezervi önemli bir mali kayna¤› oluflturacakt›r. Rezervlerin büyütülmesi, sistemin daha sonraki kuflaklar›n sosyal güvenli¤ini güçlü bir flekilde korunmas›, geçici s›k›nt›lar›n üstesinden gelinmesi bak›m›ndan önemlidir. ‹flte bu dönemde yeterli bir finans piyasas›n›n, güçlü bir bankac›l›k sisteminin bulunmamas› bu kaynaklar›n erimesine neden olacakt›r. Finans piyasas›n›n geliflmemifl olmas› kaynaklar›n arsa al›m›, lüks bina yap›m› gibi verimsiz alanlarda kullan›lmas›na yol açacakt›r. Gerek bafllang›ç rezervinin de¤erlendirilmesinde gerekse sonraki dönemlerde primlerin oluflturdu¤u fonlar›n de¤erlendirilmesinde finans piyasas›n›n etkin ve güçlü olmas› sosyal sigorta sisteminin sa¤l›kl› bir flekilde çal›flabilmesi için öncelikli ekonomik alt yap›y› oluflturmaktad›r. e- ‹stikrarl› bir siyasal yap›n›n gereklili¤i, Sosyal güvenlik sisteminin özelli¤i etkisinin uzun y›llara da¤›lmas›d›r. Sistemde yap›lacak bir de¤ifliklik olumlu ya da olumsuz etkisinin hemen göstermeyecektir. Bu nedenle, sosyal güvenlik sistemine yönelik siyasal müdahalelerin gerçekleflmesi için popülist politikalardan uzak bir siyasal yap›ya ihtiyaç vard›r. Bu özelli¤i sosyal güvenlik sisteminin en dezavantajl› yönüdür. Sistemde yap›lacak bir yanl›fl belki de 30 y›l sonra etkisini gösterece¤i için siyasileri popülist davranmaya itebilmektir. Ayn› flekilde, sistemi rehabilite eden ve baz› yükümlülükler, k›s›tlamalar getiren uygulamalar da hemen sonuç vermeyece¤i için siyasileri kendi dönemlerinde kitleler karfl›s›nda olumsuz izlenim verecek bu ted- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 313 birleri alma konusunda çekinceli k›lmaktad›r. Demokratik yap›lanman›n önündeki engeller sosyal güvenlik alan›na da yans›yacakt›r. Demokratik kat›l›m ve denetim mekanizmas›n›n sa¤l›kl› yaflamad›¤› bir ülkede siyasilerin popülist kararlar› etkisini kendilerinin de görmeyece¤i olumsuz geliflmelere yol açabilecektir. ‹stikrarl› bir siyasal rejimin kurulamamas›, sosyal güvenlik sisteminde ayr›cal›kl› uygulamalar›n da temel nedeni olmaktad›r. Siyasal nüfusa sahip olan ya da siyasal gücü kendi lehlerine kullanan örgütlenmifl sivil kurulufllar, sistemi tersine iflleyecek flekilde etkileyebilmektedir. Sosyal güvenlik sisteminin da¤›t›m metoduyla yapmak istedi¤i bir ülkedeki gelir da¤›l›m› adaletsizli¤ini gidererek sosyal adaletin gerçekleflmesini sa¤lamakt›r. Bu da kuflaklar aras› gelir transfer, üst gelir grubundan alt gelir grubuna gelir transferi ya da ayn› gelir gruplar› aras›nda gelir transferinin sa¤lanmas› ile gerçeklefltirilmektedir. Ancak siyasal etkilerle ayr›cal›kl› gruplar›n ortaya ç›kmas›, gelir d<a¤›l›m› adaletsizli¤ini gidermeye yönelik fonksiyonunu tersine çevirmekte, alt gelir gruplar›ndan üst gelir gruplar›na bir gelir transferine neden olabilmektedir. Çünkü sosyal güvenlik sistemi bu ayr›cal›kl› gruplar›n giderlerini sübvanse etmekte kullan›lmaktad›r. Ordu, bürokrasi, bas› ve sendikalar gibi gruplara kaynak aktar›m› sa¤layacak sosyal güvenlik ayr›cal›l›klar›, k›rsal kesim, yoksul ve siyasal gücü olmayan çevrelerin üzerinde onlar aleyhine, gelir da¤›l›m› adaletsizli¤ini artt›r›c› etki göstermektedir. Belirli kesimlerin yararlanabilece¤i, borçlanma, geriye dönük olarak ya da karfl›l›ks›z olarak baz› haklardan yararlanma, süper emeklilik gibi di¤er pasif sigortal›lara nazaran ayr›cal›kl› bir konumda olma sistemle uzlaflmayan ve sonuçlar› di¤er kifliler aleyhine iflledi¤i gibi sistemi de t›kayan birer neden olmaktad›r. Sosyal güvenlik sisteminin gelir kaynaklar›na yönelik popülizm, sosyal güvenlik sisteminin gelir da¤›l›m› adaletsizli¤inin kayna¤› haline de getirebilmektedir. Kaçak sigortal›l›kla mücadele edilmemesi, af gibi yollarla prim kaça¤›n› teflvik etmek pasif sigortal›lar›n giderlerinin alt gelir gruplar›na yüklenerek eflit olarak da¤›t›lmas›na neden olacakt›r. f- Sigorta siteminin düzgün dizayn edilmesi, Sosyal güvenlik sisteminin kuruluflundaki yap›lan hatalar, sistemin sigorta tekni¤ine ayk›r› iflleyifline enden olacakt›r. Önemli bir sosyal risk olan yafll›l›k riskinin zararlar›n› gidermeye yönelik olan yafll›l›k sigortas›n›n amac›na ayk›r› olarak hiç yafll› olmad›¤› halde sistemden erken emeklilik yoluyla yararlan›lmas›n› da¤›t›m metodunun ilkeleri ile aç›klamak güçtür. Böyle bir sistemin ifllemeyece¤i, 20-30 y›l sonra iflas edece¤ini söylemek için çok iyi bir ekonomist olmaya da gerek yoktur. Sosyal güvenlik sisteminde önemli bir dizayn hatas› da sosyal sigorta sisteminin sigortac›l›¤› d›fl›nda di¤er sosyal güvenlik araçlar›n›n giderlerini finanse etmesidir. Bu yönü, sosyal sigortalar›n devletin yerine yer, ne getirmesi gereken sa¤l›k hizmetlerini finanse etmesi ya da bu hizmeti yürütmesinde görülebilmektedir. 3- Dünyada Sosyal Sigorta Sisteminin Krize Girme Nedenleri Bugün için sosyal sigorta sisteminin dönülmez bir krizin aflamas›nda bulundu¤u bütün dünyada kabul edilmektedir. Bu krizin nedenlerine bakt›¤›m›zda yukar›da de¤indi¤imiz nedenlerin birinin ya da bir kaç›n›n ayn› anda gerçekleflti¤ini görmekteyiz. Bu nedenler geliflmifl ve geliflmekte olan ülkelerde farkl› olsa da sonuçlar› ayn›d›r. 8 314 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ Geliflmifl ülkelerde sistemin kriz nedeni tamamiyle demografik yap›dan kaynaklanmaktad›r. Bu ülkelerde yukar›da de¤indi¤imiz yafll› nüfusun genç nüfusa oran› ile aktif sigortal›lar›n pasif sigortal›lara oran› dengesinin bozulmas›nda en önemli neden nüfus art›fl h›z›n›n durmas› ve buna karfl›l›k insan ömrünün refah seviyesine, t›ptaki geliflmelere ba¤l› olarak uzamas›d›r. Geliflmekte olan ülkelerde ise, demografik bir sorun yoktur. Oysa sistem bu ülkelerde de krize girmifltir. Bunun en etkin nedeni, sistemin amac›na ayk›r› olarak dizayn edilmesidir. Yani yafll› olmayanlar›n da pasif sigortal› olarak sisteme girmesini öngören dizayn hatalar›ndan kaynaklanmaktad›r. Genç nüfusun çok genifl olmas›, nüfus art›fl h›z›n›n durmamas›na ra¤men istihdam alanlar›n›n bulunmamas›; bafllang›ç rezervinin finans piyasalar› kurulmad›¤› için erimesi ya da anti-demokratik e¤ilimlerle siyasal müdahalelerle eritilmesi; ayr›cal›kl› gruplar yaratarak sistemin tersine iflletilmesi geliflmekte olan ülkelerin ortak özellikleridir. Art›k günümüzün sosyo-ekonomik ihtiyaçlar›na cevap vermekte güçlük çeken sosyal sigorta sistemi emeklilik yafl›n›n yükseltilmesi, primlerin artt›r›lmas› ya da yafll›l›k ayl›¤›n›n azalt›lmas› gibi tedbirler sorunu tamamiyle çözmekten uzakt›r. Bu nedenle sigorta sistemine alternatif ya da tamamlay›c› yeni sosyal güvenlik araçlar› aray›fllar› devam etmektedir. Bireysel emeklilik sistemi, bu araçlar içerisinde en baflar›l› olan ve geliflmekte olan bir araç olarak kabul edilmektedir. 4- Türk Sosyal Güvenlik Sisteminin Temel Sorunlar› Ve Çözüm Aray›fllar›n›n De¤erlendirilmesi Türk sosyal sigorta sisteminin yukar›daki ilkeler çerçevesinde durumunu de¤erlendirdi¤imiz zaman temel sorunlar kendili¤inden ortaya ç›kmaktad›r. Öncelikle içinde bulundu¤umuz dönem için demografik bir sorun mevcut de¤ildir. Türkiye’de 2030 y›l›na kadar nüfus art›fl›n›n devam etmesi beklenmektedir. Bu beklenti, genç nüfusun geliflmifl ülkelere göre fazla olmas› önemli bir avantaj› beraberinde getirmektedir. Ortalama insan ömrü de bu tarihe kadar önemli bir art›fl göstermesi beklenmemektedir. Demografik yap› sorunu olmamas›na ra¤men Türk sosyal sigorta sisteminin kriz sebepleri nelerdir? Ayn› dönemde aktif sigortal›lar›n pasif sigortal›lara olan oran›na bakt›¤›m›zda demografik sorunu olan ülkelerle ayn› oldu¤u görülmektedir. Örne¤in Fransa’da 1.8 sigortal›ya bir pasif sigortal› düflerken Türkiye’de de 1.9 sigortal›ya bir pasif sigortal› karfl›l›k gelmektedir. Sonuç ayn› olmakla beraber nedenleri farkl›d›r. Genç nüfusun çok fazla olmas›na ra¤men istihdam alanlar›n›n gelifltirilememesi ve çal›flan nüfusun kay›t alt›na al›namamas› ayn› sonuçlara bizi sürüklemektedir. Bu sorun çözülmedikçe yap›lacak her reform baflar›s›z kalmaya mahkumdur. Haklar›n k›s›tlanmas› ya da primlerin artt›r›lmas› sorunu belki de 20 y›l erteleyebilecek ama bu arada temel sorun çözülmedikçe bu tedbirler de baflar›s›z olacakt›r. Türk sosyal sigorta sisteminin ikinci temel sorunu dizayn hatas›na da yol açan siyasi popülizmdir. Türkiye’de yafll›l›k sigortas› 1950 y›l›nda kurulmufltur. Bu tarihte ortalama yaflam süresi kad›nlarda 41, erkeklerde 38’dir6. Buna karfl›n emeklilik yafl› kad›n ve erkek ayr›m› yap›lmaks›z›n 60 yafl olarak belirlenmiflti. Bu durum 1965 y›l›na kadar sürdürülmüfltür. 1965 y›l›nda kad›nlar lehine bir de¤ifliklik yap›larak emeklilik yafl› 55’e indirilmifltir. Ancak as›l sistemi tahrip edecek olan yanl›fll›k 1969 y›l›nda yap›lm›flt›r. Kad›nlar›n en erken 35 erkeklerin de en erken 40 yafl›nda emekli olabilmeleri sa¤lanm›flt›r. Bu durum 1981 y›l›nda yap›lan bir de¤ifliklik ile 18 yafl öncesi sigortal›l›k süresinin yafll›l›k ayl›¤›na hak kazanmada dikkate al›nmamas›n›n öngörülmesiyle kad›nlarda 38, erkekler- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 315 de 43 olarak belirlenmifltir. Bu siyasi popülizme ba¤l› dizayn hatas› 1986 y›l›nda ortadan kald›r›lm›fl olmas›na ra¤men 1992 y›l›nda tekrar eski duruma dönülerek ayn› hata yenilenmifltir. 1995’lerden sonra bafllayan Türk sosyal sigortalar›n›n kriz nedenlerinin bafl›nda bu siyasi popülizm yer almaktad›r. Dizayn hatas›n›n düzeltilmesi halinde en erken 15-20 y›l sonras› için sonuçlar al›naca¤›ndan siyasal iktidar günlük hesaplar›n peflinde kalarak bir reform düzenlemesi yapmam›flt›r. Sivil toplum örgütleri de bu popülizme karfl› olacaklar› yerde ayr›cal›klar peflinde koflarak popülizmi yaflatm›flt›r. Siyasal yap›n›n sa¤l›kl› olamamas›, demokratik sürecin kesintilerle aksamas› Türk sosyal sigorta sistemi için bir dezavantaj olmufltur. Bafllang›çta güçlü bir finans piyasas›n›n bulunmamas›, bafllang›ç rezervinin erimesine, Türk sosyal sigorta kurulufllar›n›n tafl›nmaz mal edinme gibi kaynaklar› verimsiz kullanmas›na neden olmufltur. Di¤er yandan, Sosyal Sigortalar Kurumunun sa¤l›k hizmetini üstlenmesi, hastana yat›r›m›na giriflmesi, böylece devlet yapmas› gereken yat›r›mlar› üstlenmesi de bu güne tafl›nan önemli sorunlard›r. Bugün için finans piyasas›n›n güçlü olmas› bireysel emeklilik sistemi için bir avantajd›r. SSK hastanelerinin sa¤l›k bakanl›¤›na devrini de bu yönde geç kalm›fl bir ad›m olarak de¤erlendirmekteyiz. Ancak geç kal›nm›fl bu süreç olumsuz etkilerini uzun bir süre daha devam ettirecektir. Bu günlerde haz›rlanan sosyal güvenlik reform tasar›s›n› de¤indi¤imiz ilkeler çerçevesinde de¤erlendirecek olursak bir reform olarak anlamland›rmak, olumlu baz› geliflmelere ra¤men, güçtür. Sigorta kurulufllar›n›n tek çat› alt›nda toplanmas›, olumlu olmakla beraber bir idari reformdur. Sosyal güvenlik sistemini rehabilite edici bir düzenleme de¤ildir. Yukar›da de¤indi¤imiz gibi sorun kurumsal düzenlemelerin d›fl›nda sosyal ve ekonomik nedenlere dayanmaktad›r. ‹stihdam› artt›r›c›, ifl gücünü kay›t alt›na al›c› düzenlemelerle desteklenmedikçe, sorunun köklü bir çözümü mümkün olmayacakt›r. Haz›rlanan çal›flmada sigorta yard›mlar›nda yeknesakl›¤a gidilmesini olumlu bir geliflme olarak de¤erlendirmekteyiz. EMEKL‹L‹K S‹GORTASI KANUN TASLA⁄I I. TÜRK SOSYAL GÜVENL‹K S‹STEM‹N‹N TAR‹HSEL GEL‹fi‹M‹ Avrupa ülkelerinde, ça¤dafl anlamda sosyal güvenlik sistemlerinin oluflmas› ilk defa, bu ülkelerin sanayi devrimi sürecine girmesi ve sosyal koruma ihtiyac› içinde olup, siyasal iktidar› zorlayan bir iflçi s›n›f›n›n ortaya ç›kmas›yla bafllam›flt›r. Ülkemizde ise ekonomik, sosyal ve siyasal koflullar, Osmanl› ‹mparatorlu¤u döneminde modern ça¤a ayak uyduramam›fl, özellikle imparatorlu¤un, sanayileflme sürecine girememifl bulunmas› nedeniyle ça¤dafl anlamda bir sosyal güvenlik sisteminin oluflmas›na bafllanamam›flt›r. Ülkemiz, ilk defa Cumhuriyetin kurulmas›ndan sonra yaklafl›k 1930 y›llar›nda sanayileflme sürecine girmeye bafllam›fl, ancak sosyal güvenlik sistemlerinin haz›rlay›c› unsurlar› aksak ve yavafl bir seyir izlemifl, yetersiz de olsa ça¤dafl düzeydeki sosyal güvenlik sisteminin ilk temeli, 1936 tarihli ‹fl Kanunu ile at›labilmifltir. Ne ki araya ikinci Dünya Savafl› girdi¤inden savafl döneminde sosyal güvenlik çabalar› kesintiye u¤ram›fl, ancak savafl›n sona ermesiyle birlikte 1936 tarihli ‹fl Kanunu ifllerlik kazanmaya bafllam›fl, ancak bütünlükten yoksun olmakla beraber, kurtulufl savafl›ndan yorgun ve ekonomik aç›dan 8 316 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ yoksul ç›km›fl olan Türkiye Cumhuriyeti; modern sosyal güvenlik sistemlerini yakalayabilmek için çok yo¤un gayret ve çaba sarfetmifltir. Hemen ifade etmek gerekirse Türk Sosyal güvenlik sisteminde, ekonomik, siyasal ve sosyal geliflimlere paralel olarak ilerlemeler kaydedilmifltir. 1936 tarihli 3008 say›l› ‹fl Kanunu ile ilk defa, sosyal sigortalar›n uygulanmas›n› sa¤layan örgütlenmeye gidilmifl ve Sosyal Sigortalar hukukuna iliflkin baz› temel ilkelere yer verilmifl ise de Talas7 ve Güzel/Okur’a8 göre, Cumhuriyetimizin kuruluflundan 1945 y›l›na kadar Türk Sosyal güvenlik sistemi gerçeklefltirilememifltir. Her ne kadar 3008 say›l› ‹fl Kanununun yürürlü¤e girmesinden önce ç›kar›lan Borçlar Kanunu, 1930 tarihli Umumi H›fz›s›hha Kanunu, 1930 tarihli ve 1683 say›l› Askeri ve Mülki Tekaüt Kanunu, 1933 tarih ve 2097 say›l› kanunla kurulan Vilayet Hususi ‹dareleri Tekaüt Sand›¤› Kanunu, 1930 tarih ve 2264 say›l› Kanunla kurulan ‹stanbul Mahalli ‹dareleriyle Ankara Belediyesi memurlar› Tekaüt Sand›¤›, 1934 tarih ve 2454 say›l› Kanunla kurulan DDY ve Limanlar ‹daresinin Memur ve Müstahdemleri Tekaüt Sand›¤›, 1935’de kurulan Telgraf ve Telefon ‹daresi Biriktirme ve Yard›m Sand›¤›, 1937 tarih ve 3137 say›l› Kanunla kurulan Deniz Yollar› ve Akay ‹flletmeleriyle Fabrika ve Havzalar ‹daresi Memur ve Müstahdemleri Tekaüt Sand›¤› mensuplar›na baz› sosyal sigorta haklar› tan›m›fl ise de, an›lan yasalar ve Sand›klar, ülke nüfusunun pek az bir kesimine baz› sosyal yard›mlar sa¤lamakla birlikte yetersiz kalmakta idiler. Az önce de¤inildi¤i gibi sosyal sigortalar›n ilk temelleri 3008 say›l› ‹fl Kanunu ile at›lm›flt›r. sosyal sigortalar›n zorunluluk ilkesi, hangi sosyal sigorta haklar›n›n kimlere sa¤lanaca¤› an›lan Kanunla belirlenmifl olup, sosyal sigorta türleri, «ifl kazalar› ve meslek hastal›klar›, anal›k, yafll›l›k, hastal›k ve ölüm sigortalar›d›r. Bu sigorta türleri aç›s›ndan 3008 say›l› Kanun hükümleriyle 506 say›l› Sosyal Sigortalar Kanunu hükümleri aras›nda büyük ölçüde benzerlik bulunmaktad›r. Öte yandan, sözü edilen yasada yer alan sosyal sigorta haklar›n›n sa¤lanmas›n›n güvencesi Devlettir. Baflka bir anlat›mla yasada öngörülen sosyal sigorta haklar›n›n sa¤lanmas›, devletin yükümlülükleri aras›nda say›lm›flt›r. Keza, 3008 say›l› Kanunda, öncelik, ifl kazalar› ve meslek hastal›klar› sigortalar›yla anal›k sigortas›na verilmifltir. Ayr›ca «iflçi sigortalar› idaresi»nin kurulmas› emredilmifltir. 3008 say›l› ‹fl Kanununun, devleti yükümlü k›lmas› nedeniyle ilk defa, 27.6.1945 tarih ve 4772 say›l› ‹fl Kazalar›, Meslek Hastal›klar› ve Anal›k Sigortas› Kanunu kabul edilerek yürürlü¤e girmifl, bu kanun gere¤ince ifl kazalar›yla meslek hastal›klar› ve anal›k sigortas› türleri uygulanmaya bafllanm›fl, an›lan Kanuna paralel olarak 16.7.1945 tarih ve 4792 say›l› ‹flçi Sigortalar› Kurumu Kanunu ç›kar›lm›fl, bu Kanunun 1.1.1946 tarihinde yürürlü¤e girmesiyle birlikte «‹flçi Sigortalar› Kurumu» kurulmufl ve sosyal sigorta yard›mlar›n› sa¤lama ifllevi iflçi sigortalar› kurumuna verilmifltir. Bilindi¤i gibi sonradan yürürlü¤e giren 506 say›l› Kanunla, an›lan Kurumun ad› «Sosyal Sigortalar Kurumu» olarak de¤ifltirilmifltir. Daha sonra, 1.4.1950 tarihinde yürürlü¤e giren 2.6.1949 tarih 5417 say›l› ihtiyarl›k sigortas› Kanunu ç›kar›lm›fl, 506 say›l› Kanunla, ihtiyarl›k sigortas›n›n ad› «Yafll›l›k sigortas›» fleklinde de¤ifltirilmifltir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 317 1957 y›l›na kadar 5417 say›l› Kanun s›ras›yla, 5752, 5937, 6391 ve 6708 say›l› Kanunlarla de¤iflikli¤e u¤ram›flt›r. Daha sonra, 1.6.1957 y›l›nda yürürlü¤e giren 4.2.1957 tarih ve 6900 say›l› Kanunla Malüllük ve ölüm sigortalar› da yasa kapsam›na al›nm›fl, daha önce yasalaflan ihtiyarl›k sigortas› da 6900 say›l› yasaya dahil edilmifltir. Hemen ifade etmek gerekirse, 4.1.1950 tarih ve 5502 say›l› Kanunla, hastal›k ve anal›k sigortas› ayr›ca düzenlenmifl, böylece, 4472 say›l› Kanunda yer alan anal›k sigortas› ile ilgili hükümler yürürlükten kald›r›lm›flt›r. Öbür yandan, 1952 y›l›nda ç›kar›lan 5953 say›l› Bas›n ‹fl Kanunu ile gazeteciler, 1954 tarihinde ç›kar›lan 6379 say›l› Deniz ‹fl Kanunu ile deniz ulaflt›rma iflçileri sosyal sigortalar›n kapsam›na al›nm›fllard›r. Özetle aç›klamaya çal›flt›¤›m›z Türk Sosyal Güvenlik sistemlerinin tarihi gelifliminden de anlafl›ld›¤› gibi, bireylere sa¤lanan sosyal sigorta yard›mlar›, birlefltirilerek tek bir yasada düzenlenmemifl da¤›n›k ve ayr› ayr› yasalarda düzenlenmifl, toplumun tüm kesimleri de sosyal güvenlik kapsam›na al›namam›flt›r. Önemle belirtmeliyiz ki 1961 Anayasas› ile, sosyal haklara ve sosyal güvenlik haklar›na Anayasal bir güvence getirilmifltir. Bu Anayasan›n 48. maddesinde, «Herkes sosyal güvenlik hakk›na sahiptir. Bu hakk› kullanmak için sosyal sigortalar ve sosyal yard›m teflkilat› kurmak ve kurdurtmak devletin ödevlerindendir.» hükmüne yer verilmifltir. Anayasada yer alan bu hüküm, ‹nsan Haklar› Evrensel Bildirgesinin 22. maddesinde belirtilen «Her insan sosyal güvenlik hakk›na sahiptir.» ilkesiyle örtüflmekte ve böylece Türk sosyal güvenlik sistemi evrensel bir nitelik kazanm›fl olmaktad›r. Görüldü¤ü gibi, «herkes sosyal güvenlik hakk›na sahiptir.» denmekle ülkemizde yaflayan herkes, hiçbir ay›r›m yap›lmaks›z›n ve hiç kimse d›fllanmaks›z›n sosyal güvenlik flemsiyesi alt›na al›nmal›d›r. Ayr›ca, Anayasan›n ikinci maddesinde de, «Türkiye Cumhuriyetinin sosyal bir hukuk devletidir.» hükmüne yer verilmifl olmakla da, devletin, herkese sosyal güvenlik haklar›n› sa¤lama yükümü perçinlenmifl olmaktad›r. Ne ki Anayasan›n, 3.10.2001 tarih ve 4709 say›l› Kanunun 22. maddesiyle de¤iflik 65. maddesinde, devletin iktisadi ve sosyal ödevleri s›n›rland›r›lm›fl, 60. ve ard›ndan gelen maddelerde say›lan ödevlerin «...mali kaynaklar›n›n yeterlili¤i ölçüsünde yerine getirilece¤i» öngörülmüfl, ancak bu s›n›rland›rma uygulamada ve ö¤retide elefltirilmifl ise de bize göre s›n›rland›rma isabetli bir düzenlemedir. Zira, Devlet, sosyal güvenlik ifllevini tam olarak gerçeklefltiremedi¤i takdirde Anayasa’y› ihlal etmifl olurdu. 1961 Anayasas›nda yer alan sosyal güvenlik hukukuna iliflkin hükümler gerek 1982 tarihli Anayasada gerekse daha sonraki de¤iflikliklerde aynen korunmufltur. 1961 y›l›ndan sonraki dönemde sosyal güvenlik alan›nda yo¤un ve s›k s›k çeflitli yasal düzenlemeler yap›lm›fl, hatta yak›n tarihlerde adeta izlenmesinde güçlük çekilen pek çok de¤ifliklik yasalar› 8 318 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ ç›kar›lm›flt›r. Türk sosyal güvenlik sistemi ne primli ne de primsiz sisteme dayanmaktad›r. Örne¤in, SSK ve Ba¤-Kur sigortal›lar› ile Emekli Sand›¤› ifltirakç›lar›na, SSK.nun geçici 20. maddesine tabi olarak çal›flanlara sosyal sigorta yard›m› yap›labilmesi için belirli miktarda prim ya da kesenek ödemeleri gerekmektedir. Prim ya da kesenek ödemek kofluluyla bireylere sosyal sigorta yard›m› yap›lmas› suretiyle oluflturulan sisteme, primli sosyal sigorta rejimi, prim al›nmaks›z›n yard›m sa¤lanmas›na ise primsiz sosyal sigorta rejimi denmektedir. Hemen ve önemle belirtmeliyiz ki, primsiz Ödemeler Kanunu Tasla¤›, Emeklilik Sigortas›, Genel Sa¤l›k Sigortas› ve Sosyal Güvenlik Kurumu Kanun taslaklar› Baflbakanl›¤a sunulmufl olup henüz yasalaflmam›flt›r. Türk sosyal güvenlik mevzuat›nda, hem primli hem de primsiz sosyal sigorta rejimine yer verilmifl oldu¤undan böyle bir sosyal sigorta rejimine «karma sosyal sigorta rejimi» diyebiliriz. Da¤›n›k bir görünüm sergileyen Sosyal Sigorta yasalar›n›n tek yasada birlefltirilmesi aç›s›ndan 17.7.1964 tarih ve 506 say›l› Sosyal Sigortalar Kanunu bir reform niteli¤indedir. Gerçekten çeflitli yasalarda yer alan ifl kazalar›yla meslek hastal›klar›, hastal›k, anal›k, malullük, yafll›l›k ve ölüm sigortalar› 506 say›l› Kanun kapsam›na al›nm›flt›r. Ne ki bu güne de¤in, 506 say›l› Kanun yo¤un bir biçimde pek çok de¤iflikli¤e u¤ram›fl, hatta 2003-2004 y›llar› aras›nda bir y›l geçmeden üç defa de¤ifltirilmifltir. Gerçeklefltirilen de¤iflikliklerle birlikte, sosyal güvenlik hakk›ndan yoksun kalanlar›n say›s› azalt›lm›fl, sosyal güvenlik kapsam› d›fl›nda kalanlar ise gerek 506 say›l› Kanunda yap›lan de¤iflikliklerle, gerekse ç›kar›lan özel yasalarla sosyal sigorta kapsam›na al›nm›flt›r. Öbür yandan kendi ad›na ve hesab›na çal›flanlar, ancak 2.9.1971 tarih ve 1479 say›l› Ba¤-Kur Kanunu ile Sosyal sigorta haklar›na kavuflabilmifltir. Bu Kanunla, sosyal sigorta kapsam›na al›nanlar, bafllang›çta sadece malullük, yafll›l›k ve ölüm sigortalar›ndan yararlanabilmekte iken, Ba¤-Kur Kurumuna 5.11.1985 tarih ve 3235 say›l› Kanunla eklenen ek 11. madde ile sa¤l›k sigortas› da yasaya dahil edilmifltir. Önemle belirtmek gerekirse, Türk sosyal güvenlik mevzuat›nda, T.C. Emekli Sand›¤›, Sosyal Sigortalar Kurumu, Ba¤-Kur ve SSK.nun geçici 20. maddesine göre kurulan emekli sand›klar› olmak üzere dört türlü sosyal güvenlik kuruluflu bulunmaktad›r. Kural olarak an›lan Kurulufllara tabi olarak çal›flanlar zorunlu sigortal› olup prim ödemektedirler. Ayr›ca, 1.7.1976 tarih ve 2022 say›l›, 65 yafl›n› doldurmufl muhtaç, güçsüz ve kimsesiz Türk Vatandafllar›na Ayl›k Ba¤lanmas› Hakk›nda Kanun, ‹stiklal Madalyas› verilmifl Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden fieref Ayl›¤› Ba¤lanmas› Hakk›nda 24.2.1986 tarih ve 1005 say›l› Kanun ile, Görevleri Nedeniyle Yaralanan yahut Ölen Baz› Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat ve Ayl›k Ba¤lanmas› Hakk›nda 3.11.1980 tarih ve 2330 say›l› Kanun, primsiz sosyal güvenlik rejimini içeren kanunlard›r. Öte yandan, 1982 tarihli Anayasada, sosyal yard›m ve sosyal hizmetlere özel ve genifl bir yer verilmifltir. Diyelim ki, bu Anayasan›n 61. maddesine göre Devlet, harp ve vazife flehitlerinin dul ve 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 319 yetimleriyle, malûl ve gazileri koruma ve toplumda kendilerine yarafl›r bir hayat seviyesi sa¤lamakla yükümlü k›l›nm›flt›r. Keza, Devletin, yafll›lar›n ve sakatlar›n korunmalar›n› ve toplum hayat›na kazand›r›lmalar›n› sa¤lay›c› tedbirleri almas› gerekmektedir. (Any. m. 61/2). Öbür yandan ayn› maddenin üçüncü ve dördüncü f›kralar›nda, yafll›lara, korunmaya muhtaç çocuklara Devletçe sa¤lanacak yard›m ve al›nacak tedbirlerle ilgili hükümler getirilmifl son f›krada ise, say›lan yard›mlar›n ve tedbirlerin yerine getirilmesi amac›yla, gerekli teflkilat ve tesislerin kurulaca¤› veya kurdurulaca¤› öngörülmüfltür. Di¤er taraftan Anayasan›n 62. maddesi ile, yurt d›fl›nda çal›flan Türk vatandafllar›n›n da sosyal güvenliklerinin sa¤lanmas› ve gerekli tedbirlerin al›nmas› amac›yla Devlet, görevli k›l›nm›flt›r. Yukar›da belirtildi¤i gibi Sosyal güvenlik hukukuna iliflkin yasalar o kadar s›k de¤iflmektedir ki, bize göre bu kadar s›k de¤iflen baflka bir hukuk dal› bulunmamaktad›r. Yine bizce, ileri ve ideal bir sosyal güvenlik sistemini yakalamak hemen hemen mümkün de¤ildir. Zira mükemmelin de daha mükemmeli vard›r. O nedenle sosyal güvenlik hukuku alan›ndaki geliflmeler gelecek ça¤larda da sürüp gidecektir; özellikle ülkemizde sosyal güvenlik sistemleri, modern ça¤› yakalama sürecini henüz tamamlayamam›flt›r. Nitekim Dumont9, «öyle ki sosyal güvenlik, inflaat› tamamlanamayan bir flantiyedir.» demektedir. bu nitelikteki benzetmeden de anlafl›l›yor ki, ça¤dafl düzeyde sosyal güvenlik sistemlerini uygulayan bat› ülkelerinde bile sosyal güvenlik hukuku geliflme sürecine tamamlayamam›flt›r10. Türk sosyal güvenlik sisteminin tarihsel geliflimini aç›klamam›z›n amac›, son y›llarda yo¤un bir biçimde dile getirilen, sosyal güvenlik kanunlar›n›n ve kurumlar›n›n birlefltirilmesi gerekti¤ine iliflkin yo¤un ve aktüel görüfllere ›fl›k tutabilece¤i düflüncesidir. Nitekim, Sosyal güvenlik kurumlar›n›n birlefltirilmesine iliflkin Kanun taslaklar› henüz TBMM.ne sevkedilmemifltir. Hemen belirtmeliyiz ki bu makalemizde özet olarak, salt sosyal güvenlik Kanunlar›n› birlefltiren Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤› hakk›ndaki önemli gördü¤ümüz düflüncelerimizi aç›klamaya çal›flaca¤›z. II. EMEKL‹L‹K S‹GORTASI KANUNUNUN AMACI Emeklilik sigortas› Kanununun amac›, birinci maddede ifade edilmifltir. Birinci maddeye göre Kanunun amac›, ‹fl Kazalar› ile meslek hastal›klar›, hastal›k, anal›k, malullük, yafll›l›k ve ölüm hallerinde sa¤lanacak sosyal sigorta hak ve yard›mlar›n›, hak ve yard›mlardan yararlanma koflullar›n› belirlemek, ayr›ca da yasan›n dili ile «...di¤er hususlar› düzenlemek»tir. An›lan maddede, «di¤er hususlar› düzenlemek» deyimine yer verilmifl oldu¤undan Kanunun amac› s›n›rland›r›lmam›flt›r. Zira di¤er hususlar deyimi belirsizli¤i vurgulamaktad›r. Bize göre, «di¤er hususlar» deyimi sözü edilen maddeden ç›kar›lmal› ve Kanunun amac› s›n›rland›r›lmal›yd›. Ancak bu deyim, madde metninden ç›kar›lmad›¤› taktirde di¤er hususlar deyimi, sosyal sigorta hak ve yükümlükler ile ilgili hususlar fleklinde yorumlanmal›d›r. 8 320 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ Kanun tasla¤›n›n, yürürlükten kald›r›lan Kanunlar› hükme ba¤layan 117. maddesinde, 506, 1479, 2108, 2926, 2829, 2925, 3201, 657 ve 5434 say›l› Kanunlar›n baz› maddeleri hariç, tümü yürürlükten kald›r›ld›¤›ndan bizce yürürlükten kald›r›lan ad› geçen Kanunlar›n amaçlar› Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤› aç›s›ndan dahi geçerlidir. Önemle belirtmeliyiz ki, sosyal güvenlik kurumlar›n›n hepsi de¤ilse bile çok büyük bir kesimi Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤› ile Genel Sa¤l›k Sigortas› Kanun tasla¤›n›n çat›s› alt›nda birlefltirilmifl ise de, sözü edilen kanunlar› uygulayan sosyal güvenlik kurumlar› Emeklilik Sigortas› kanununda de¤il, Sosyal Güvenlik Kurumu Kanun tasla¤›ndan anlafl›ld›¤›na göre, kapsaml› olarak ilk defa kurulacak olan sosyal güvenlik kurumu bünyesinde birlefltirilmifltir. Bilindi¤i gibi Ba¤-Kur’un, hem teflkilat› hem de sosyal güvenlik hukukuna iliflkin hükümleri ayn› Kanunda (1479 SK.) yer ald›¤› halde, Sosyal sigortalar kurumu Baflkanl›¤›n›n teflkilat› 4958 say›l› Kanunla kurulmufl olmas›na karfl›n, sosyal güvenlikle ilgili hükümler 506 say›l› Sosyal Sigortalar Kanununda düzenlenmifltir. Keza TC. Emekli Sand›¤› Kanunu da, hem sand›¤›n kuruluflunu ve teflkilat›n› hem de mensuplar›n›n sosyal güvenliklerine iliflkin hükümleri içermektedir. A- SOSYAL GÜVENL‹K YASALARI ‹LE SOSYAL GÜVENL‹K KURUMLARININ TEK ÇATI ALTINDA B‹RLEfiT‹R‹LMES‹N‹N AMACI Gerçekten son y›llarda sosyal güvenlik kurumlar›n›n gelirlerinin giderlerini karfl›lamad›¤›, Genel Bütçeden aktar›lan ödenek miktarlar›n›n 盤› gibi büyüdü¤ü, bu durumun ülkenin genel ekonomik istikrar›n› bozdu¤u, önlem al›nmad›¤› taktirde giderlerin karfl›lanmas›na bütçeden ayr›lan pay›n da yetmeyece¤i, Kurumlar›n, sosyal güvenlik ifllevlerini yeterince yerine getiremez duruma düflece¤i, gerek ‹MF’in gerekse AB.nin, sosyal güvenlik reformunun bir an önce hayata geçirilmesi için önerilerde bulunduklar› bilinen ülke gerçeklerindendir. ‹MF.nin sosyal güvenlik reformu ile ilgilenmesinin nedeni ekonomik gerçeklerdir. Bilindi¤i gibi, Türk ekonomisinin düzeltilmesi amac›yla siyasi iktidarlar ‹MF ile ikili antlaflmalar yapm›fllar bu anlaflmalar çevresinde an›lan kurulufl, deyim yerindeyse Türk ekonomik politikalar›n›n ikili antlaflmalara uygun olarak yürütülüp yürütülmedi¤ini denetlemektedirler. ‹MF., sosyal güvenlik kurumlar›n›n kendi kendilerine yetmemesi halinde Türk ekonomisinin düzelemeyece¤ini düflünmektedir ki biz de ayn› görüflteyiz. Sosyal güvenlik reformu ile AB.nin ilgilenme nedeni ise, Türk Sosyal güvenlik sisteminin AB. ülkeleri standartlar›na uygun hale getirilmedi¤i taktirde, Türkiye’nin AB.ne giremeyece¤i endiflesidir. Kuflkusuz AB.nin bu endiflesi de yabana at›lamaz. Esasen AB. istemese bile Türk sosyal güvenlik sistemini ça¤dafl düzeye yükseltmek, halk›n da özlemlerindendir. Sosyal Güvenlik kurumlar›yla Sosyal güvenlik yasalar›n›n birlefltirilmek istenmesinin as›l amac› ise, de¤iflik sosyal güvenlik kurumlar›na tabi olan sigortal›lar aras›nda norm ve standart birli¤i sa¤lamakt›r. Birlefltirme iflleminin gerçeklefltirilmesinden sonra ayn› statüye sahip sigortal›lara ayn› sosyal sigorta yard›m› sa¤lanacakt›r. Ne ki bu Kanun tasla¤›yla birlikte primsiz ödeme Kanun tasla¤› da haz›rlanm›fl olup primsiz ödeme Kanun Tasla¤› ile Emeklilik Sigortas› Kanunu tasla¤›nda öngörülen sosyal sigorta yard›mlar› 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 321 sa¤land›¤› taktirde Kurumlar›n aktifi ile Genel Bütçeden aktar›lan ödenekler de yetersiz kal›r. Zira AB.nin sosyal güvenlik norm ve standartlar›na ulaflmak bugünkünden daha fazla kaynak bulmay› gerektirecektir. Sosyal güvenlik kurumlar›n›n birlefltirilmesinin bir amac› da personel ve kaynak tasarrufu sa¤lanabilece¤i düflüncesidir. Gerçekten halen yürürlükte bulunan sosyal güvenlik yasalar›na göre, sosyal sigorta yard›mlar› aç›s›ndan norm ve standart birli¤i bulunmamaktad›r. Bu nedenle, Ba¤-Kur’dan SSK.ya SSK.dan da TC. Emekli Sand›¤›na yo¤un bir kaç›fl yaflanmakta bu kaç›fltan ötürü ç›kan uyuflmazl›klar h›zla artmakta hal böyle olunca da mahkemelerin ifl yükü ço¤almaktad›r. Böyle bir kaç›fl›n nedeni SSK.n›n Ba¤-Kur’a, Emekli Sand›¤›n›n ise SSK.ya nazaran daha fazla sosyal sigorta yard›m› sa¤lad›¤› kanaatinin yayg›nlaflmas›d›r. Standart birli¤i sa¤land›¤› taktirde uyuflmazl›klar›n say›s› ve ifl mahkemelerinin ifl yükü azalm›fl olacakt›r. Ne ki TC. Emekli Sand›¤›na tabi olarak çal›flanlar›n gördükleri iflin niteli¤i dikkate al›narak di¤er sigortal›lardan farkl› konumda de¤erlendirilip özel ve istisnai düzenlemeler yap›labilir. Örne¤in Cumhurbaflkan›, baflbakan gibi. Nitekim Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤›nda, Cumhurbaflkanlar›, Baflbakanlar, TBMM. üyeleri ve silahl› kuvvetler mensuplar› hakk›nda de¤iflik ve istisnai hükümler getirilmifltir. Önemle belirtmek gerekirse, yürürlükten kald›r›lan sosyal güvenlik kanunlar›n›n b›rakm›fl oldu¤u bofllu¤un Emeklilik Sigortas› Kanunu ile Genel Sa¤l›k sigortas› Kanununca doldurulmufl olup olmad›¤› kuflkuludur. Diyelim ki, 506 say›l› Sosyal Sigortalar kanunu, 1479 say›l› Ba¤-Kur Kanunu ve 5434 say›l› Emekli Sand›¤› Kanunu 2108, 2926, 2829, 2925 ve 3201 say›l› Kanunlar›n as›l, ek, geçici ve ek geçici maddeleriyle birlikte yaklafl›k bin küsur maddeden olufltu¤u halde, Emeklilik Sigortas› Kanunu geçici maddeleriyle birlikte 149, Genel sa¤l›k Sigortas› Kanunu ise, yine geçici maddeleriyle birlikte 54, Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu 76, Primsiz Ödemeler Kanunu 31 maddeden oluflmakta olup maddelerin toplam› 310 adettir. Yürürlükten kald›r›lan sosyal güvenlik yasalar›n›n as›l, ek, geçici ve ek geçici maddelerinin hepsi de y›llar›n deneyiminden geçen ve günün ihtiyaçlar›n› karfl›layan, sigortal›larla kurumlara hak ve yükümlülükler getiren maddelerdir. O nedenle Emeklilik Sigortas› Kanunu ile Genel Sa¤l›k Sigortas› Kanunu ve Sosyal Güvenlik Kurumu Kanun tasar›lar› haz›rlan›rken yürürlükten kald›r›lan maddeler mutlaka ayr› ayr› irdelenip her üç kanun tasla¤›yla mukayese edilerek ileride yasa bofllu¤u do¤mamas›na özen gösterilmelidir. Aksi takdirde yürürlükten kald›r›lan yasa hükümlerine göre karar verilemeyece¤inden sigortal›lar›n birçok sosyal güvenlik hakk› yitirilmifl olabilir. Ya da hakimler, MK.nunun birinci maddesi gere¤ince yasa bofllu¤unu doldurmak zorunda b›rak›labilir. Yasa bofllu¤unun bulunup bulunmad›¤›n› saptamak ise hayli tart›flmal›d›r. Nitekim Yeni Medeni Kanun ile Ceza Kanununun haz›rlanmas› y›llar alm›fl, bilim kurullar›nda uzun uzun tart›fl›lm›fl olmas›na karfl›n uygulamada birçok eksiklik ve hata tespit edilmifltir. 8 322 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ Bizim hukuk anlay›fl›m›z, özellikle temel teflkil edilen yasalar tümden de¤ifltirilirken veya ilk defa yürürlü¤e konulacaksa uygulay›c›lar›n da içinde bulunaca¤› bir bilim kurulu teflkil edilmeli ve yasama meclisinde de afaki düflüncelerle de¤iflikli¤e gidilmemelidir. Yasama görevi elbette yasama meclisine ait olup hiç kimseye veya hiçbir kurulufla devredilmez ise de uzmanl›¤› gerektiren konularda, an›lan meclisin Anayasa ve hukuk kurallar›na ba¤l› kalarak yasa ç›karmas› ve gerekti¤inde iflin uzman›ndan da görüfl almas› Anayasal görevleri aras›ndad›r. Önemle belirtmek gerekirse, bizce yasa koyucunun ifli aceleye getirip, eksiklikleri ve yanl›fll›klar› nas›l olsa ileride düzeltiriz mant›¤›ndan uzak durmas› gerekir. Aksi takdirde yeni yasan›n yürürlü¤e girdi¤i ilk günden itibaren hatalar göze batacak ve yasama meclisi tekrar tekrar de¤ifliklik yapmak zorunda kalabilecek ve zamanla bugün oldu¤u gibi ek ve geçici maddelerin say›s› as›l maddeleri geçecektir. Öbür yandan, sosyal güvenlik kurumlar›n›n birlefltirmekle bu kurumlar›n a盤› kapat›lamaz. Bizce ortaya ç›kan kaynak yetersizli¤i ile gelir gider dengesizli¤i, kay›t d›fl› kalan sigortal›lar› kay›t alt›na almak, çal›flanlarla emeklilerin say›s› aras›nda makul derecede denge kurmak ve iflverenleri de d›fl dünya ülkelerinin iflverenleriyle rekabet edebilecek bir düzeye ulaflt›rmakla giderilebilir. ‹flverenlerden, di¤er ülke iflverenlerine nazaran daha fazla prim ve vergi al›nd›¤› taktirde iflverenler, emsal iflverenlerle rekabet edemeyece¤i gibi, çal›flanlar› kay›t d›fl›nda tutmaya özenecektir. Çal›flanlar› kay›t alt›na al›p almamak elbette iflverenlerin seçimine b›rak›lamaz. Zira iflveren, denetimsiz kald›¤› taktirde, baz› iflverenler çok kâr etmek amac›yla ya prim ve vergi borcunu hiç ödemez, ya da eksik ödeyerek çal›flanlar› kay›t d›fl›nda tutma yolunu seçer. Oysa devlet, sosyal güvenlik harcamalar› gibi di¤er harcamalar› karfl›lamak amac›yla prim ve vergi almak zorundad›r. Bizce, iflvereni de y›k›ma u¤ratmadan adil ve dengeli prim ve vergi sistemi oluflturulduktan sonra Kurum, bol denetim eleman› istihdam edip iflyerlerini s›k› ve titizlikle denetlemeli, prim ödeyenle ödemeyeni ayn› kefeye koymamal› ve prim alacaklar›n› da taviz vermeden takip ve tahsil etmelidir. Bu günlerde yaz›l› ve görsel bas›ndan s›zan haberlere göre, Kurumlar›n yirmi katrilyonun TL. prim alacaklar›n›n affedilmesi düflünülmekteymifl. Norm ve standart birli¤i sa¤land›¤› taktirde primlerini süresinde ödeyenler cezaland›r›lm›fl olacakt›r. Bu nedenle prim aff› hiçbir zaman düflünülmemelidir. Ancak bu flekilde kaynak yarat›labilece¤i görüflündeyiz. Kuflkusuz kaynak yaratmak amac›yla sosyal sigorta yard›mlar›n› k›smak çözüm de¤ildir. Aksi takdirde sigortal›lar ve hak sahipleri asgari yaflam düzeyinin alt›na düflmüfl olurlar ki böyle bir uygulaman›n da Anayasaya ayk›r› düflece¤i tart›flmas›zd›r. III. EMEKL‹L‹K S‹GORTASI KANUNUNUN KAPSAMI Kanunun kapsam›, ikinci maddede düzenlenmifltir. Bu maddeye göre, ifl kazalar›, meslek hastal›klar›, hastal›k, anal›k, malullük, yafll›l›k ve ölüm sigortas› kollar› kapsama al›nm›flt›r. Bilindi¤i gibi, 2. maddede say›lan tüm sosyal sigorta türleri 506 say›l› kanun kapsam›ndad›r. (SSK. m. 1). Sosyal Sigortalar Kanunu yürürlükten kald›r›laca¤›na göre SSK. sigortal›lar›, Emeklilik Sigortas› Kanunu kapsam›na al›nm›fl bulunacaklard›r. Ba¤-Kur sigortal›lar›na gelince, 1479 say›l› Kanununa göre Ba¤-Kur sigortal›lar› malullük, has- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 323 tal›k, yafll›l›k ve ölüm sigortas› kollar›ndan yararlanmakta, ifl kazas›, meslek hastal›¤› ve anal›k sigortas›ndan yararlanamamaktad›rlar. 1479 say›l› Kanun da yürürlükten kald›r›laca¤›na göre, art›k bundan böyle, aksine bir hüküm getirilmedikçe Ba¤-Kur sigortal›lar› da, ifl kazas›, meslek hastal›¤› ve anal›k sigortalar›ndan da yararlanabilecektir. Ayn› kural emekli Sand›¤› ifltirakç›lar› bak›m›ndan da geçerlidir. Bu konudaki eflitli¤in sa¤lanm›fl olmas› bizce de sosyal güvenlik hukuku bilim dal›nda ileri at›lm›fl bir ad›md›r. Di¤er taraftan, prim oranlar›, sigortal›lar ile hak sahipleri, sa¤lanacak sosyal sigorta haklar›, prim tahsili, Kanunda belirtilen gerçek ve her türlü kamu ve özel hukuk tüzel kiflileri, tüzel kiflili¤i olmayan kurum ve kurulufllar, iflverenler, iflveren vekilleri ve iflyerleri kanun kapsam›na al›nm›flt›r. Ne SSK., ne Ba¤-kur, ne de TC. Emekli Sand›¤› Kanununda «kapsam» ad› alt›nda herhangi bir düzenleme yap›lm›flt›r. Esasen Kanunun kapsam›na kimlerin girdi¤i düzenlenmemifl olsa bile bu eksiklik yasan›n uygulanmas›n› engellemez. O nedenle bizce önceki düzenlemelerde oldu¤u gibi 2. madde yasadan ç›kar›lmal›d›r. IV. TANIMLAR Emeklilik sigortas› Kanun tasla¤›n›n 3. maddesinde baz› kavramlar tan›mland›¤› halde, «iflyeri», «iflveren ve iflveren vekili» kavramlar›n›n 3. maddede de¤il de 11. ve 12. maddelerde tan›mlanmas› yasal düzenleme tekni¤i aç›s›ndan isabetli de¤ildir. Bizce bu kavramlar dahi tasla¤›n 3. maddesinde tan›mlanmal›d›r. Nitekim an›lan kavramlar 506 say›l› Kanunun genel hükümler bölümünde ve bafllang›ç maddelerinde ard› ard›na tan›mlanm›flt›r. V. S‹GORTALI SAYILANLAR Kanun tasla¤›n›n 3. maddesinin (d) bendinde, «Sigortal›: Bu Kanun kapsam›na giren ve kendi çal›flmalar›ndan dolay› sigorta yard›mlar›ndan yararlanma hakk› bulunan gerçek kifliler»dir denmektedir.» Tasla¤›n 4. maddesinde, hizmet aktine göre çal›flanlarla ba¤›ms›z çal›flanlar›n sigortal› say›lacaklar› belirtilmifl, keza (c) bendinde Genel bütçe kapsam›ndaki kamu idarelerinde, kamu ‹ktisadi teflekkülleri gibi kamu kurulufllar›nda kadrolu veya iflçi statüsü d›fl›nda sözleflmeli çal›flanlar da sigortal› say›lm›flt›r. Sözleflmeli personelin Kanun kapsam›na al›nm›fl olmas› sevindirici ise de uygulamada, geçici ve mevsimlik ifllerde çal›flanlar›n sigortal› say›l›p say›lamayacaklar› konusu tart›flmal›d›r. O nedenle geçici ve mevsimlik çal›flanlar›n dahi yasa kapsam›na al›nmalar› isabetli olurdu. Görüldü¤ü gibi tasla¤›n 3. maddesinde genel nitelikte, 4. maddesinde ise özel nitelikte «sigortal›» tan›m› yap›lm›flt›r. Bizce her iki tip sigortal› aras›ndaki fark›n belirlenmesi amac›yla, 3. maddede tan›mlanan sigortal›lar «genel anlamda sigortal›» 4. maddede tan›mlanan sigortal›lar ise «özel anlamda sigortal›» diye adland›r›lmal›d›r. Bu Kanun tasla¤›n›n (b) bendinde kendi ad›na ve hesab›na çal›flanlardan –flimdiki Ba¤-Kur Kanununa tabi olanlar– Vergi mükellefi olmayanlar›n sigortal› say›labilmeleri için, esnaf ve sanatkar sicili ile birlikte Kanunla kurulu meslek kurulufllar›na yöntemince kay›tl› olmalar›, ayr›ca ayl›k gelirlerinin net tutar›n›n, emeklilik sigortas› Kanununda belirlenen asgari prime esas kazanç düzeyinde olmalar› gerekmektedir. Bizce, vergi mükellefi olmayanlar›n sigortal› say›labilmeleri için, ayl›k net geliri, asgari prime esas kazanç düzeyinde bulunma koflulunun getirilmesi do¤ru de¤ildir. Zira uygulamada, asgari pri- 8 324 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ me esas kazanç miktar›n›n tam ve gerçek olarak saptanmas› çok güçtür. Hal böyle olunca prim ödemek istemeyen kimse, kuruma ayl›k kazanc›n› düflük göstermek suretiyle kanunun kapsam› d›fl›nda kalacak ve böylece zorunlu sigortal›l›k ilkesi uygulanamayacakt›r. Öbür yandan esnaf ve sanatkar siciliyle birlikte Kanunla kurulu meslek kurulufluna kaydolan kifli iflyerini ilk defa açm›flsa asgari prime esas ayl›k kazanc›n›n net tutar› belli olmad›¤›ndan kuruma kaydedilemeyecektir. Uyuflmazl›k, mahkemeye intikal etti¤i taktirde çözüme ulaflmada da güçlük çekilecektir. Bu nedenlerle, 1479 say›l› Ba¤-Kur Kanununun 24. maddesinde oldu¤u gibi vergi mükellefi olmayanlar›n, esnaf ve sanatkar sicili ile birlikte Kanunla kurulu meslek kurulufluna kaydolmakla birlikte sigortal› niteli¤ini kazanmalar› gerekir. Baflka bir deyiflle bunlar›n sigortal› say›labilmeleri için, ayr›ca, asgari prime esas kazanç düzeyinde kazanç elde etme koflulu metinden ç›kar›lmal›d›r. Önemle belirtmeliyiz ki, gelir vergisinden muaf olanlar›n sigortal› say›labilmesi için ayr›ca esnaf ve sanatkar siciliyle birlikte kanunla kurulu meslek kuruluflunda kay›tl› olmak flart› arand›¤› halde, gelir vergisi mükellefi olanlar›n sigortal› olabilmeleri için vergi dairesinde kay›tl› olmak flart›n›n aranmam›fl olmas› hukuksal dayanaktan yoksun bir çeliflkidir. Zira ifl mahkemesi ve Kurum, ba¤›ms›z çal›flan›n vergi mükellefi olup olmad›¤›n› ancak vergi kayd› ile anlayabilir. Uygulamada Ba¤-Kur, birey, istedi¤i kadar vergi mükellefi oldu¤unu iddia etsin vergi kayd› olmaks›z›n tescil ifllemi yapmamaktad›r. Tescil flart› getirilmedi¤i taktirde 4. maddenin (b) bendindeki düzenlemeye göre, vergi kayd› olmasa bile hem Ba¤-Kur’un, uyuflmazl›k mahkemeye intikal etti¤i taktirde hem de mahkemenin, bireyin, vergi kanunlar›na göre vergi mükellefi olup olmad›¤›n› araflt›r›p incelemesi gerekecektir. Böyle bir araflt›rma ve incelemenin de her zaman do¤ru sonuç verece¤i kuflkuludur. Oysa 4956 say›l› Kanunla de¤iflik Ba¤-kur Kanununun 24. maddesinin yasa gerekçesinde, vergi mükellefi deyiminin vergi kayd›n› amaçlad›¤› vurgulanm›flt›r. Bu durumda az önce belirtildi¤i gibi, 4. maddenin (b) bendinde yer alan, «....ayl›k gelirlerinin net tutar›n›n.... asgari prime esas kazanç düzeyinde olma» koflulunun madde metninden ç›kar›lmas› gerekir. An›lan Kanun tasla¤›na göre, art›k Devlet memurlar›yla, di¤er kamu görevlileri de bundan böyle sosyal güvenlik hukuku aç›s›ndan «sigortal›» deyimi ile an›lacaklard›r. Böylece, sosyal güvenlik hukuku aç›s›ndan kavram birli¤i de sa¤lanm›fl bulunacakt›r. A- BAZI S‹GORTA KOLLARININ S‹GORTALI SAYILMAYANLAR UYGULANMAYACA⁄I HALLER VE Kanun tasla¤›nda, kimlere hangi sigorta kollar›n›n uygulanabilece¤i 5. maddede, sigortal› say›lamayacak olanlar da 6. maddede düzenlenmifltir. Bilindi¤i gibi yak›n bir tarihte hükümlü ve tutuklular k›smen SSK kapsam›na al›nm›fllard›. Bizce, hükümlülerin ve tutuklular›n malullük, yafll›l›k ve ölüm sigortas› kollar›ndan dahi zorunlu sigortal› say›lmalar› ve bu sigorta kollar›ndan da yararland›r›lmalar› gerekir. Oysa hükümlü ve tutuklular sadece k›sa süreli sigorta kollar›ndan yararland›r›lm›flt›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 325 Yine bize göre, ev hizmetlerinde ücretle ve sürekli olarak çal›flanlar›n, prime esas günlük kazanc›n alt s›n›r›ndan daha az geliri olanlar›n sigortal› say›lmamas› da isabetsiz. Bizce, haftan›n yar›s›ndan fazla ücretle ve sürekli olarak çal›flanlar sigortal› say›lmal›yd›. Zira prime esas günlük kazanç alt› s›n›r›n›n alt›nda bir ücretle çal›fl›l›p çal›fl›lmad›¤›n›n saptanmas› pratik bir çözüm flekli de¤ildir. ‹flverenler, ev hizmetinde çal›flanlara manevi bask› ile istedikleri ücret miktar›n› kabul ettirebilirler. Çal›flanlar ise iflini kaybetmemek için, istenilen belgeyi imzalayabilirler. Keza, Kamu kurumlar› hariç olmak üzere tar›mda ve orman ifllerinde hizmet aktiyle süresiz çal›flanlar için dahi prime esas günlük kazanç alt s›n›r ölçüsünün getirilmifl olmas› da bu kesimi oluflturan bireylerin sosyal güvenlik kapsam› d›fl›na ç›kar›lmas› sonucunu do¤urabilir. B- S‹GORTALILARIN VE ‹fiYERLER‹N‹N KURUMA B‹LD‹R‹M‹ VE TESC‹L‹ SSK.nun 8. maddesinin 4447 say›l› Kanunla gerçeklefltirilen de¤ifliklikten önceki evrede, iflyerinin sigortal› çal›flt›r›lmaya baflland›¤› günden itibaren bir ay içinde, sigortal›n›n ise ifle al›nd›¤› tarihten itibaren yine bir ayl›k süre içinde kuruma bildirilmesi gerekmekte idi. Oysa 8. maddede son kez yap›lan de¤ifliklikte iflyerinin, sigortal› çal›flt›r›lmaya baflland›¤› gün, 9. maddede gerçeklefltirilen de¤iflikli¤e göre ise, inflaat iflçilerinin çal›flmaya bafllad›klar› gün, di¤er sigortal›lar›n ise ifle bafllat›lmadan önce kuruma bildirilmeleri gerekmektedir. Böyle bir hükmün, uygulamada baz› belirsizliklere ve uyuflmazl›klara yol açabilece¤i görüflündeyiz. Öncelikle inflaat iflçisi olan sigortal›larla di¤er sigortal›lar aras›nda böyle bir fark yarat›lmas› do¤ru de¤ildir. Kald› ki iflyeri, kuruma bildirilip tescil edilmeden daha önceki bir tarihte bildirilen sigortal›n›n iflyeri numaras› belli olmad›¤›ndan sigortal›n›n bildirimi kurumca haz›rlanan örne¤e uygun olmayacak ve sigortal›n›n hangi iflyerinin iflçisi oldu¤u bafllang›çta belirsizli¤ini koruyacakt›r. Öte yandan iflverenin, 10. maddeden kaynaklanan sorumlulu¤unun tespit edilmesinde ve kan›tlanmas›nda da güçlük çekilecek, somut olay›n özelli¤ine göre, ifle bafllama aç›s›ndan saatlerin, hatta dakika ve saniyelerin tespiti zorunlulu¤u do¤acakt›r. Zira an›lan madde ifle bafllatmadan önce kuruma bildirilir hükmünü öngörmektedir. Bu hükmün ifle bafllatmadan bir gün önceki zaman› amaçlamad›¤› aç›kt›r. Diyelim ki inflaat iflçisi kavram› d›fl›nda kalan sigortal›n›n hangi tarihte fiilen ifle bafllayaca¤› bafllang›çta belli de¤ildir. Örne¤in sigortal›, iflyerinde görülen lüzum üzerine ayn› gün saat 10 45’te ifle al›nm›fl olsun, ifle bafllat›lmadan önceki veya sonraki bir tarihte sigortal› ifl kazas›na u¤ram›fl ise, ifl kazas›n›n ifle bafllat›lmadan önce mi veya daha sonra m› meydana geldi¤i, iflverenin gerek rücu alaca¤›ndan, gerekse idari para cezas›ndan sorumlu tutulup tutulamayaca¤›n›n ispat›nda çok büyük güçlük çekilecek, az önce arzedildi¤i gibi sigortal›n›n ayn› gün, hangi saatte, hangi dakikada, hatta deyim yerinde ise hangi saniyede ifle bafllad›¤›n›n tespiti sorunu gündeme gelecektir. Di¤er taraftan örne¤in, iflveren, sigortal›y› bir gün önce kuruma bildirip tescil ettirdikten sonra sözleflme gere¤i ertesi gün gelip ifle bafllamayan sigortal›n›n ç›k›fl›n› vermek zorunda kalacakt›r. Di¤er bir örnek de fludur: Bir gün önce kuruma bildirilen sigortal›, ertesi gün ifle bafllamadan önce bir kaza geçirir ve kendisinin, fiilen ifle bafllamamakla beraber, eme¤ini iflverenin emrinde haz›r tuttu- 8 326 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ ¤unu iddia eder ve ifl kazas› sigortas› kolundan sosyal sigorta yard›m› talep ederse bu yard›mlardan yararlanabilecek midir? An›lan maddenin flimdiki flekliyle uygulanmas› halinde sigortal›yla, kurum ve iflveren, keza sigortal›yla kurum aras›nda meydana gelecek uyuflmazl›klar›n ard› arkas› kesilmeyecektir. Kiflisel düflüncemize göre, belirli bir sigortal› kesimini ifle bafllat›lmadan önce Kuruma bildirme yükümünün getirilmesindeki amaç, uygulamadaki söyleyiflle kaçak sigortal› çal›flt›r›lmas›n› önlemektir. Bizce, hem iflverene, hem sigortal›ya hem de kuruma, deyim yerinde ise önlerini görebilmelerini ve nefes almalar›n› sa¤lamak, ayr›ca bürokratik ifllemlerin sa¤l›kl› bir biçimde yürütülmesine imkan haz›rlamak amac›yla sigortal›lar ve iflyerleri, sigortal›lar›n çal›flmaya bafllad›klar› tarihten itibaren, eskiden oldu¤u gibi bir ay de¤il de 7 gün içinde kuruma bildirilip tescil edilmesi daha isabetlidir. C. S‹GORTALILI⁄IN SONA ERMES‹ Sigortal›l›¤›n sona ermesi, tasla¤›n 9. maddesinde düzenlenmifltir. Genel olarak, SSK. sigortal›lar› ile Ba¤-Kur sigortal›lar›n›n sigortal›l›klar›n›n hangi hallerde sona erece¤i, 1479 ve 506 say›l› yasalarda öngörülen koflullara koflut hükümleri içermekle beraber, an›lan madde baz› yeni ve de¤iflik hükümleri de kapsam›na alm›fl ve sona erme sebeplerini geniflletmifltir. Ne ki, gelir vergisinden muaf olan sigortal›lar›n sigortal›l›klar›, esnaf ve sanatkar sicili ile birlikte kanunla kurulu meslek kurulufl kay›tlar›n›n silindi¤i tarihte sona erdi¤i halde gelir vergisi mükelleflerinin sigortal›l›klar›n›n sona erme nedeninin de¤iflik flekilde düzenlenmesi bizce do¤ru de¤ildir. Gelir vergisi mükellefi olan sigortal›lar›n sigortal›l›klar› da gelir vergisi kayd›n›n silindi¤i tarihte sona erdirilmeliydi. Bu konuda de¤iflik kesimdeki ba¤›ms›z çal›flanlar (Ba¤-Kur sigortal›lar›) aras›nda, sigortal›l›¤›n sona ermesi aç›s›ndan farkl› düzenlemeye gidilmesi ve birbirine çeliflik hükümler getirilmesinin hukuksal gerekçesini bulmak hayli güçtür. D- ‹fi KAZASI VE MESLEK HASTALI⁄ININ TANIMI ‹fl kazas› ile meslek hastal›¤›n›n tan›m›, bildirilmesi ve soruflturulmas›, Emeklilik Sigortas› Kanunu tasla¤›n›n 14. ve 15., hastal›k ve anal›k hali 16., ifl kazalar› ve meslek hastal›klar› ile hastal›k ve anal›k hallerinde sa¤lanan yard›mlar 17. ödenek ve gelirlere esas tutulacak günlük kazanç miktar› 18. geçici ifl göremezlik ödene¤i 19. sürekli ifl göremezlik gelirine hak kazanma 20. sürekli ifl göremezlik gelirinin hesaplanmas› 21., sürekli ifl göremezlik gelirinin bafllang›c› 22. birden çok ifl kazas›na u¤rama ve meslek hastal›¤›na tutulma hali 23., hak sahiplerine gelir ba¤lanmas› 24., evlenme ve anaya yard›mlar 25., nihayet ifl kazas› ve meslek hastal›¤› veya hastal›k bak›m›ndan iflverenin sorumlulu¤u 26. üçüncü kiflinin sorumlulu¤u 27. maddelerinde düzenlenmifltir. ‹fl kazalar›yla meslek hastal›klar› 506 say›l› Kanunun 11. maddesinde tan›mlanm›flt›r. Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤› baz› de¤ifliklikler ve eklemelerle birlikte an›lan maddeyi 14. maddenin kapsam›na alm›fl bulunmaktad›r. Keza, an›lan 11. maddenin ard›ndan gelen maddelerden 26. maddeye kadar, yine baz› de¤ifliklikler ve eklemelerle birlikte emeklilik sigortas› Kanununa nakledilmifltir11. Öte yandan Güzel/Okur12, Tuncay13 ve Aslanköylü14, Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤›n›n haz›r- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 327 lanmas›ndan önceki evrede, ifl kazalar› ve meslek hastal›klar› sigortas› hakk›ndaki görüfllerini aç›klam›fl bulunmaktad›rlar. 1) ‹fiVEREN‹N VE ÜÇÜNCÜ K‹fi‹N‹N ‹fi KAZASI VE MESLEK HASTALI⁄INDAN KAY NAKLANAN SORUMLULU⁄U Bilindi¤i gibi Sosyal Sigortalar Kurumu, ifl kazas› geçiren veya meslek hastal›¤›na tutulan sigortal›ya, ya da hak sahibi kimselerine yasal koflullar›n gerçekleflmesi halinde yasada say›lan sosyal sigorta yard›mlar›n› sa¤lamaktad›r. 506 say›l› Kanunun 26. maddesinde say›lan koflullar oluflmufl ise Kurumca sigortal›ya, sürekli ifl göremezlik geliri ba¤lanmakta ve ba¤lanan gelirlerin peflin de¤eri ile yine yasada öngörülen di¤er sosyal sigorta yard›mlar›n› ödemektedir. Kurum, flayet ifl kazas› ve meslek hastal›¤›, iflverenin kast› veya iflçilerin sa¤l›¤›n› koruma ve iflgüvenli¤i ile ilgili mevzuat hükümlerine ayk›r› hareketi ya da suç say›labilir bir eylemi sonucu oluflmuflsa Kurumca, sigortal›ya veya hak sahibi kimselerine yap›lan veya ileride yap›lmas› gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarlar› ile gelir ba¤lanm›flsa bu gelirlerin SSK. m. 22’de belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye de¤erleri toplam›, sigortal› veya hak sahibi kimselerin iflverenden isteyebilecekleri miktarla s›n›rl› olmak üzere iflverene rücu edebilmektedir. Sosyal Sigorta olay›nda, flayet üçüncü kiflinin kas›t veya kusuru tespit edilmifl ise yap›lan sigorta yard›mlar› ile gelir ba¤lanm›flsa ba¤lanan gelirin peflin de¤eri üçüncü kifliden de istenebilmektedir. fiayet üçüncü kifliyi çal›flt›ran iflverenin de kusuru tespit olunmuflsa üçüncü kiflinin iflvereninden de talepte bulunulabilir. Görüldü¤ü gibi 26. maddeye göre, iflverenler ve üçüncü kifliler kusursuz sorumluluk ilkelerine göre sorumlu tutulamamaktad›rlar. Her ne kadar, 26. maddenin birinci f›kras›n›n sonuna, 29.7.2003 tarih ve 4958 say›l› Kanunla eklenen cümlede, «‹flçi ve iflveren sorumlulu¤unun tespitinde kaç›n›lmazl›k ilkesi dikkate al›n›r» denmifl ise de kanun tasla¤›nda çok isabetli olarak an›lan cümle madde metninden ç›kar›lm›flt›r. Zira eklenen cümle ile kusursuz sorumluluk kural› getirilmifltir. Oysa, ça¤dafl sosyal güvenlik sistemlerinde kurumun rücu hakk› gittikçe daralt›lmakta, örne¤in Fransada iflveren, sadece kast› varsa Kurumun rücu alaca¤›ndan sorumlu tutulmaktad›r. Böyle bir ak›m›n h›zla yay›lmas›n›n nedeni iflverenlerin ifl kazas› ve meslek hastal›¤› primi ödemifl olmalar›d›r. Bu nedenledir ki Belçika, Hollanda ve Danimarka sosyal güvenlik kurumlar›, sa¤lam›fl bulunduklar› sosyal sigorta yard›mlar›n› iflverene rücu edememektedirler. Gerçekten SSK.nun 73. maddesine göre, ifl kazalar› ile meslek hastal›klar› sigortas› primlerinin tamam› iflverence ödenmektedir. Madem ki kurumca sa¤lanan yard›mlar, yasal flartlar çevresinde iflverenden tahsil edilebilmektedir; o halde iflverenden al›nan primler, sebepsiz zenginleflmeye yol açacak biçimde kurum kasas›nda kalmaktad›r. Ancak 26. maddenin savunulabilir yönü, rücu yapt›r›m› ile karfl› karfl›ya kalan iflvereni, sigortal›lar›n sa¤l›¤›n› koruma ve ifl güvenli¤i mevzuat›n›n gerektirdi¤i önlemleri almak için daha dikkatli ve daha özenli davranmaya sevkedece¤i olgusudur. 8 328 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ Hemen ifade etmek gerekirse, sanayileflme sürecine geç bafllayan ülkemizde eskiden kalma kötü al›flkanl›klar›n etkisi ile baz› iflverenler, daha fazla kâr etme amac›yla son teknolojik geliflmelerin gerektirdi¤i iflçi sa¤l›¤› ve ifl güvenli¤i önlemlerini yerine getirmekte yetersiz kalmaktad›rlar. Biz salt bu nedenlerle, s›n›rlar› daralt›lmak suretiyle SSK.nunun 26. maddesindeki düzenlemenin daha bir süre devam ettirilmesi gerekti¤i görüflündeyiz. Ne ki uygulamada, ö¤retinin a¤›r basan görüflünün aksine, 26. maddenin ve SSK. m. 10’un kapsam›, hem yasan›n lafz›na hem de amac›na ayk›r› biçimde geniflletilmifl, hatal› uygulama nedeniyle birçok iflyeri kapanm›fl, bizce kamu vicdan›n› a¤›r biçimde zedelenmifltir15. a- Sosyal Sigortalar Kurumunun 506 say›l› Kanunun 26. Maddesinden do¤an Rücu Hakk›n›n Hukuksal Temeli Hem Avrupa Birli¤i hem de Türk hukukunda rücu hakk›n›n hukuksal temeli flu üç esasa dayand›r›lmaktad›r: (aa) Kanundan do¤an ba¤›ms›z rücu hakk› görüflü, (bb) halefiyet ilkesine dayand›¤› görüflü ve (cc) hem ba¤›ms›z hakka, hem de halefiyet ilkesine dayand›¤› görüflü. Bu görüfller afla¤›da özetle ve k›saca aç›klanacakt›r. aa- Kanundan Do¤an Ba¤›ms›z Rücu Hakk› Görüflü 506 say›l› Kanunun 26. maddesinin amac›, iflverenleri, sigortal›lar›n sa¤l›¤›n› koruma ve ifl güvenli¤i önlemlerini almaya özendirmektir. Bir di¤er amaç da Kuruma gelir sa¤lamakt›r. Baflka bir deyiflle, sanayileflme devriminin bafllamas›yla birlikte iflverenlerin, daha fazla kâr elde etmek düflüncesiyle ifl yerinde teknolojinin ve bilimin gerektirdi¤i önlemleri almamalar› nedeniyle, sigortal›lar›n çal›flma hayatlar› tehlikeye girmifl, ifl kazalar› ve meslek hastal›klar›n›n say›s› h›zla artm›fl, sigortal›lar›n bir ço¤u ya sakat kalm›fl ya da vefat etmifltir. Hal böyle olunca da ortaya ç›kan bu tür zararland›r›c› sosyal sigorta olaylar› kamu vicdan›n› derinden sarsm›fl, iflçilerin sa¤l›¤›n› koruma ve ifl güvenli¤i önlemlerinin al›nmas› konusu, kamu düzeni ve kamu yarar› ile ilgilendirilmifltir. Bu nedenlerle, Kurumun rücu hakk›n›n, sigortal› ve hak sahiplerinin haklar›ndan ayr› ba¤›ms›z bir hak oldu¤u görüflü savunulmufltur. Türk ö¤retisinde 26. maddeden do¤an rücu hakk›n›n, kanundan do¤an ba¤›ms›z hak oldu¤u görüflünü savunanlar›n say›s› bizim saptamalar›m›za göre, halefiyet görüflünü savunanlardan çok daha fazlad›r. Biz de bu görüflteyiz. bb- Halefiyet Görüflü Halefiyet görüflünü savunanlar, kurumun rücu hakk›n›n, sigortal›n›n ve hak sahiplerinin iflverenden isteyebilecekleri tazminat miktar›yla s›n›rl› oldu¤unu, dolay›s›yla rücu hakk›n›n halefiyet ilkesine dayand›¤›n› iddia etmektedirler. Az sonra aç›klanaca¤› üzere, Yarg›tay›m›z, tam olarak de¤ilse de halefiyet görüflünü savunmaktad›r. Oysa bir hakk›n halefiyet ilkesine dayanabilmesi için yasada aç›k bir hükmün bulunmas› gerekti¤i, halefiyet ilkesinin istisnai bir nitelik tafl›mas› nedeniyle geniflletici yoruma tabi tutulamayaca¤› maddi hukukun evrensel kurallar›ndand›r. örne¤in, miras hukukunda, mirasç›lar›n, murisin halefi olduklar›na dair Medeni Kanunumuzda aç›k hüküm bulunmaktad›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 329 Keza Türk Ticaret Kanununu 1301 maddesinde özel sigorta flirketlerinin rücu hakk›n›n halefiyet ilkesine dayand›¤›na iliflkin aç›k hüküm mevcuttur. Halbuki 26. ve 10. maddede halefiyet sözcü¤üne hiç yer verilmemifltir. Bu nedenlerle biz halefiyet görüflüne kat›lam›yoruz. cc- Karma Görüfl Yarg›tay›m›z, 506 say›l› Kanunun yürürlükte olmad›¤›, 4772 say›l› Kanunun 37. maddesinin yürürlükte bulundu¤u 1954 tarihli Yarg›tay ‹çtihad› Birlefltirme Karar›n›n16 etkisinde kalarak halefiyet görüflünü benimsemifl ise de, bu görüfle tam olarak sad›k kalmam›flt›r. örne¤in, sigortal› ve hak sahibi aç›s›ndan zamanafl›m›, BK.nun 60. maddesine göre olay tarihinden itibaren bafllad›¤› halde, kurum bak›m›ndan, olay tarihinden itibaren de¤il, Kurumca sa¤lanan yard›m›n yap›ld›¤› tarihten bafllat›lmaktad›r. Keza iflverenin, sigortal› veya hak sahibine ödedi¤i tazminat miktar› rücu alaca¤›ndan bazen düflülmekte bazen de düflülmemektedir. Keza, iflverenin kusuru mahkeme karar›yla kesinleflmifl olsa bile hukuksal nitelik tafl›mayan gerekçelerle, kurumca aç›lan rücu davas›nda bazen itibar edilmekte bazen de itibar edilmemektedir. Bu örnekleri ço¤altabilirsek de daha fazla ayr›nt›ya girilmemifltir17. Yarg›tay›m›z›n, halefiyet ilkesinden uzaklaflan kararlar›nda, kurumun rücu hakk›n›n salt halefiyete de¤il, «temelinde rücu hakk› olan halefiyet»e dayand›¤› görüflü savunulmufltur. Oysa pozitif hukukumuzda, «temelinde rücu hakk› bulunan halefiyet» diye hukuksal bir müessese bulunmamaktad›r. Herhangi bir uyuflmazl›¤›n çözümünde halefiyet ilkesi uygulanacaksa yasalardaki anlam›yla uygulanmal›d›r. Bizce yasada bulunmayan, «temelinde rücu hakk› olan halefiyet» diye bir kavram›n gelifltirilmesi yeni bir hüküm koymak sonucunu do¤urur ki yarg› erkinin yasama erkinin yerine geçerek böyle bir hüküm koymas› Anayasan›n erkler ayr›l›¤› kural›na ayk›r›d›r. 506 say›l› Kanunun 26. maddesine göre, Kurumun rücu hakk›n›n halefiyet ilkesine dayand›r›lmas› iflverenler aleyhine tekrar tekrar rücu davalar› aç›lmas› sonucunu do¤urmufl, uygulamada ve ö¤retide yo¤un elefltirilere u¤ram›fl, ne ki bu güne de¤in yasal bir düzenlemeyle de¤iflikli¤e gidilmemifltir. Zira, sigortal›n›n veya hak sahibinin iflverenden isteyebilece¤i tazminat miktar›na (=tavan) ulafl›ncaya kadar kurum, katsay›daki art›fla paralel olarak ba¤lanan gelirlerde meydana gelen art›fl›n tahsili için her y›l iflverenler ve üçüncü kifliler aleyhlerine rücu davalar› açmaktad›r. Öyle ki bazen ayn› olay nedeniyle aç›lan davlar›n say›s› yaklafl›k yedi sekizi bulmaktad›r. Oysa iflveren, ifl kazalar› ve meslek hastal›klar› sigortas› priminin tamam›n› kendisi ödemektedir. Hem ifl kazas› ve meslek hastal›klar› primini hem de meydana gelen zarar› ödemek sigorta hukukunun temel ilkelerine ayk›r›d›r. Nitekim, 26. maddenin Anayasaya ayk›r›l›¤› iddias›yla bizim saptamalar›m›za göre ifl mahkemelerince itirazen anayasa Mahkemesine dört defa dava aç›lm›fl Yüksek Mahkeme, 26. maddenin, art›fllar›n istenebilece¤i flekilde yorumlanamayaca¤›na, flayet 26. madde, art›fllar›n da istenebilece¤i anlam›n› tafl›m›fl olsayd› Anayasaya ayk›r› olaca¤›na, dolay›s›yla an›lan maddenin iptal edilebilece¤ine karar vermifltir18. 8 330 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ Anayasa Mahkemesi, ayn› konuda ve de¤iflik tarihlerde vermifl bulundu¤u dört karar›nda deyim yerindeyse, 26. madde, gelir art›fllar›n›n da istenebilece¤i hükmünü içermifl olsayd› anayasaya ayk›r› alacakt› ve iptal karar› verilecekti; bu nitelikte bir hüküm içermedi¤i için iptal karar› verilmedi¤i görüflünü savunmaktad›r. Bizce Anayasa Mahkemesinin bu yorumu do¤ru olup, mahkemeleri ve Yarg›tay› da ba¤lar. Gerçekten 26. madde hem lafz›na hem de amac›na uygun olarak yorumland›¤› taktirde gelirlerde meydana gelen art›fllar›n istenemeyece¤i sonucuna var›l›r. Ne ki Yarg›tay›m›z, Anayasa Mahkemesi Karar›na itibar etmemifl ise de ö¤retide Anayasa Mahkemesinin yoruma iliflkin karar›n›n mahkemeleri ba¤layaca¤› görüflünü dile getiren de¤erli bilim adamlar›m›z da mevcuttur. Yukar›da ifade edildi¤i gibi her nedense, Anayasa Mahkemesinin karar›na karfl›n yasama organ›, çeliflkinin giderilmesi ve maddenin hatal› uygulanmas›n› düzeltmek amac›yla yeni bir düzenlemeye gidip an›lan maddeye aç›kl›k getirmemifltir. Ancak yine bize göre, Emeklilik Sigortas› yasa tasla¤›nda, Kurumun SSK.nun 10. maddesinden do¤an rücu hakk›n›n ortadan kald›r›lmas›, ayn› Kanunun 26. maddesinden kaynaklanan rücu hakk›n›n ise k›s›tlan›p daralt›lmas› sevindirici bir geliflmedir. Yap›lan de¤iflikli¤e karfl›n, az da olsa baz› eksiklikler bulunmaktad›r. 506 say›l› Kanunun hem 10. hem de 26. maddesinin yeniden gözden geçirilmesi, uygulamadan kaynaklanan hatalar›n düzeltilmesi, baz› belirsizliklerin ortadan kald›r›lmas› için yeni bir f›rsat do¤mufl bulunmaktad›r. Hemen belirtmek gerekirse bize göre, kurumun rücu hakk›n›n hukuksal temeli, kavranmad›kça ve bu konudaki görüfller bilinmedikçe isabetli bir düzenleme yap›lamaz. Biz burada, 506 say›l› yasan›n 10., 26., 39. 1479 say›l› Kanunun 63., 2926 say›l› Kanunun 47. maddesinin nas›l düzenlenmesi gerekti¤ine dair görüfllerimizi özetle aç›klamaya çal›flaca¤›z. Ayr›ca, ifl kazalar› ve meslek hastal›klar› sigortas›n›n hizmet aktine göre çal›flmayan sigortal›lara da uygulanabilip uygulanamayaca¤›, keza bu sigorta kolundan di¤er sigortal›lara yap›lan sosyal sigorta yard›mlar›n›n da tazmin sorumlular›na rücu edilip edilemeyece¤i konular›ndaki görüfllerimize de yer verilecektir. Halen yürürlükte bulunan 506 say›l› Kanunun 10. maddesi hakk›ndaki Yarg›tay›m›z›n görüflüne göre, 1965 y›l›ndan 1994 y›l›na kadar iflverenin 10. maddeden do¤an sorumlulu¤u s›n›rs›z olarak devam etmekte idi. Baflka bir anlat›mla iflveren, hayatta kald›¤› süre zarf›nda, gelirlerde, her y›l meydana gelen art›fllar› kuruma ödemekte, sahatta sigortal› öldükten sonra, mirasç›lar, terekeyi reddetmemifllerse sorumluluk bunlara da intikal etmekte idi. Yarg›tayca öne sürülen gerekçe, 10. maddeden do¤an sorumlulu¤un halefiyet esas›na dayanmamas› görüflü idi. Salt bu görüflün uygulanmas› nedeniyle birçok iflyerinin kapand›¤› bilinen ülke gerçeklerindendir. Bu durum, yarg›y› rahats›z etti¤inden 1994 y›l›nda t›pk› 26. maddede oldu¤u gibi 10. maddeden kaynaklanan sorumlulu¤a da tavan s›n›rlamas› getirildi. Oysa 10. maddeden do¤an sorumlulu¤un halefiyet ilkesine dayanmad›¤› görüflü hem yarg›da hem de ö¤retide oturmufl ve yerleflmifl görüfllerdendir. Dolay›s›yla yine ikinci bir hukuksal yanl›fll›k yap›lm›fl ve 10. maddeden do¤an sorumlulu¤un da üstü örtülü bir biçimde halefiyet ilkesine dayand›¤› görüflü benimsenmifltir. Halen bu görüfl bizim 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 331 karfl› oylar›m›zla sürüp gitmektedir. Yarg›tay›m›z›n 10. maddeden do¤an rücu hakk›na tavan s›n›rlamas› getirmesinin di¤er bir nedeni ise 26. maddenin k›yasen 10. maddeye uygulanabilece¤i görüflüdür. Oysa, 26. madde ile 10. maddenin amaçlar› bambaflkad›r. K›yas kural›n›n uygulanabilmesi için iki hukuksal müessese aras›nda benzerlik olmal›d›r. O nedenle bizce, yüksek mahkemenin k›yas görüflü de hatal›d›r. Esasen iflveren, sigortal›y› süresinde kuruma bildirmemesi halinde idari para cezas›yla cezaland›r›lmaktad›r (SSK. m. 140). Ayn› fiilden ötürü iflvereni idari para cezas›ndan baflka bir de ard› arkas› gelmeyen rücu davalar›yla karfl› karfl›ya b›rakman›n hak ve nesafet kurallar›na uymayaca¤› bizce aç›k - seçik ortadad›r. Az önce ifade edildi¤i gibi kanun tasla¤›nda 10. maddeden do¤an hukuksal sorumlulu¤un ortadan kald›r›lmas› bu nedenlerle de isabetlidir. 2- ‹fiVEREN‹N VE ÜÇÜNCÜ K‹fi‹N‹N ‹fi KAZASI YA DA MESLEK HASTALI⁄I NEDEN‹YLE SORUMLULU⁄U NASIL SINIRLANDIRILMALIDIR? ‹flverenin ifl kazas› ya da meslek hastal›¤›ndan kaynaklanan sorumlulu¤u Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤›n›n 26., üçüncü kiflilerin sorumlulu¤u ise 27. maddesinde düzenlenmifltir. Bu düzenleme, baz› farklarla 506 say›l› Kanunun 26. maddesine koflut hükümleri içermektedir. Gerçekten, 506 say›l› Kanunun 26. maddesinin birinci f›kras›nda yer alan sorumluluk koflullar›, Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤›n›n 26. maddesine aynen nakledilmifltir. Biz, iflverenler aç›s›ndan 506 say›l› Kanunun 26. maddesinde öngörülen kas›t, suç say›labilir hareket, iflçilerin sa¤l›¤›n› koruma ve ifl güvenlili¤i ile ilgili mevzuat hükümlerine ayk›r› hareket koflullar›n›n Emeklilik sigortas› kanun tasla¤›n›n 26. maddesine aynen nakledilmesini isabetli görmekteyiz. Zira daha önce de de¤inildi¤i gibi ülkemizde sanayileflme süreci henüz tamamlanamam›fl, baz› iflyerlerinde bilimin ve teknolojinin gerektirdi¤i ifl güvenli¤i önlemleri halen yeterince ve gere¤ince al›namam›flt›r. Sözü edilen koflullar›n yasaya dahil edilmemesi halinde iflverenler, iflçilerin sa¤l›¤›n› koruma ve ifl güvenli¤i ile ilgili mevzuat hükümlerine uyma konusunda istekli olmayabilirler. Dolay›s›yla yürürlükteki, iflçilerin sa¤l›¤›n› koruma ve ifl güvenli¤i ile ilgili mevzuat hükümleri yapt›r›ms›z kalabilir. Ayn› endifleler ve düflünceler üçüncü kifliler bak›m›ndan da geçerlidir. Tavanla s›n›rl› kalmak kofluluyla iflverenin, ileriki y›llarda, gelirlerde meydana gelen art›fllardan da sorumlu tutulabilip tutulamayaca¤› konusuna gelince, tasla¤›n 26. maddesinin (a) ve (b) bentlerinde, iflverenin, «....ba¤lanan gelirin bafllad›¤› tarihteki peflin sermaye de¤eri toplam› ile» sorumlu tutulabilece¤i belirtilmifltir. Böyle bir düzenleme, iflverenin sadece ilk defa ba¤lanan gelirin peflin de¤eriyle sorumlu tutulabilece¤i, ileriki y›llarda meydana gelen art›fllarla sorumlu tutulamayaca¤› anlam›ndad›r. Yine bize göre, iflverenlerin ba¤lanan gelirlerin ilk peflin sermaye de¤eriyle sorumlu tutulmas›, ileriki y›llarda meydana gelen gelir art›fllar›yla sorumlulu¤u yönüne gidilememesi de isabetli bir düzenlemedir. Esasen ayn› hüküm 1479 say›l› Ba¤-Kur Kanununun 63. maddesinde de mevcuttur. Böylece iki Kurum aras›ndaki eflitsizlik de giderilmifl bulunmaktad›r. Ancak 63. maddede, «...ilk peflin de¤eri 8 332 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ için» deyimine yer verildi¤inden ve Yarg›tay, Ba¤-Kur’un, sözü edilen 63. maddeye göre, ayl›klarda meydana gelen art›fllar›n istenemeyece¤i görüflünü, «ilk peflin de¤eri için» deyimine dayand›rd›¤›ndan tasla¤›n 26. maddesinde de ayn› deyimin kullan›lmas› daha do¤ru olabilir. 506 say›l› Kanunun 26. maddesiyle, Emeklilik Sigortas› Kanununun 26. maddesi aras›ndaki fark fludur: 506 say›l› Yasan›n 26. maddesinde, iflverenin sorumlulu¤unun miktar› hakk›nda hiçbir ay›r›m yap›lmad›¤› halde Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤›n›n 26. maddesine göre, ifl kazas› ve meslek hastal›¤›, iflverenin kasd› sonucu meydana gelmiflse, iflveren, Kurumca sigortal›ya veya hak sahiplerine bu Kanun gere¤ince yap›lan veya ileride yap›lmas› gereken ödemeler ile, ba¤lanan gelirin bafllad›¤› tarihteki peflin sermaye de¤erinin toplam› kadar sorumlu tutulmufltur. Tasla¤›n 26. maddesinin (b) bendine göre ise, iflveren, suç say›l›r bir hareketi veya iflçilerin sa¤l›¤›n› koruma ve ifl güvenli¤i ile ilgili mevzuat hükümlerine ayk›r› hareketi nedeniyle, ifl kazas› veya meslek hastal›¤›n›n meydana gelmesine neden olmufl ise, kusur oran›n›n yar›s› ile sorumlu tutulmufltur. Örne¤in, an›lan maddenin (b) bendine göre, iflverenin kusuru % 50 ise, ba¤lanan gelirin peflin sermaye de¤erinin %25’i ile sorum tutulabilecektir. Ancak kas›tl› eylemi ile zarara neden olmuflsa iflveren zarar›n zaman›ndan sorumlu tutulacakt›r (Taslak m. 26/a). Madem ki ça¤dafl sosyal güvenlik hukukunun gelifliminde, iflverenlerin sorumluluklar›n›n daralt›lmas› ve s›n›rland›r›lmas› yönüne gidilmektedir; öyleyse iflverenin sorumlulu¤unun hafifletilmesine iliflkin kanun tasla¤›ndaki hüküm bizce de isabetlidir. Ancak tasla¤›n ikinci f›kras›nda geçen, «sigortal› veya hak sahibi kimselerin iflverenden isteyebilecekleri miktarla s›n›rl› olmak üzere...» deyiminin metinden ç›kar›lmas› gerekti¤i görüflündeyiz. Zira bu deyim, 506 say›l› Kanunun 26. maddesinde de mevcut olup halefiyet ilkesini ça¤r›flt›rmaktad›r. Esasen Yarg›tay›m›z da ileriki y›llarda gelirlerde meydana gelen art›fllar›n istenebilece¤i görüflünü bu deyime dayanarak oluflturmufltur. Taslak bu flekilde yasalaflt›¤› taktirde, yasa koyucunun amaçlamad›¤›n› ümit etti¤imiz, ileriki y›llarda gelirlerde meydana gelen art›fllar›n da istenebilece¤ine iliflkin Yarg›tay görüflünün sürdürülebilece¤i endiflesindeyiz. O nedenle ikinci f›kradaki «....kurumca iflverene ödettirilir.» hükmü aynen korunmal› ve maddeye flu hüküm ilave edilmelidir: «kurumun rücu hakk›, sigortal› veya hak sahiplerinin iflverenden isteyebilecekleri haklardan ba¤›ms›zd›r». Bize göre, yasaya böyle bir hüküm konmas› gerekti¤inin amac› fludur: Uygulamada görüldü¤ü gibi, sigortal› veya hak sahipleri iflverenle anlaflarak kurumun rücu hakk›n› engellemektedirler. fiöyle ki, iflveren, sigortal›ya veya hak sahiplerine hiçbir ödemede bulunmad›¤› veya daha az ödeme yapt›¤› halde muvazaal› olarak belge düzenleyip imzalatmakta, Kurum talepte bulundu¤unda, halefiyet ilkesine dayanarak kuruma olan borcundan ya tamamen ya da k›smen kurtulmaktad›r. Nitekim Yarg›tay›m›z›n halen yürürlükte olan uygulamas› bu yöndedir. zira muvazaan›n kan›tlanmas› imkans›z gibidir. ‹flverenin, çifte sorumluluktan kurtulmas›n›n çaresi, sigortal› veya hak sahipleri iflverenden tazminat talep ettikleri taktirde, Kurumca ba¤lanan gelirlerin peflin de¤eri ile di¤er sosyal sigorta yard›mlar›n›n, gerçek zarardan düflülmesinin mümkün olmas›d›r. Nitekim uygulama da bu yoldad›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 333 Ne ki önerdi¤imiz flekilde bir de¤ifliklik yap›ld›¤› takdirde, kurumun rücu alaca¤› sigortal› veya hak sahiplerinin haklar›ndan ba¤›ms›z bir hak olmas› nedeniyle iflverenin, sigortal› veya hak sahiplerine yapt›¤› ödemeler düflülemeyecektir. Buradaki düflüncelerimiz, tasla¤›n 27. maddesinde düzenlenmifl bulunan üçüncü kiflilerin sorumlulu¤u aç›s›ndan dahi geçerlidir. Esasen an›lan 27. maddenin 26. maddeyle birlefltirilmesi daha isabetli bir düzenleme olurdu. Zira iflverenin ve üçüncü kiflinin sorumlulu¤u 506 say›l› Kanunun 26. maddesinde birlikte düzenlenmifltir. Di¤er taraftan, Ba¤-Kur sigortal›lar› ile TC. Emekli Sand›¤› ifltirakçilerinin de ifl kazas› ve meslek hastal›klar› sigortas›ndan da yararlanabilip yararlanamayacaklar›, onlara yap›lacak yard›mlar›n da tazmin sorumlular›ndan tasla¤›n üçüncü maddesinde genel olarak tan›mlanan rücuan istenebilip istenemeyece¤i taslakta aç›kça anlafl›lam›yorsa da de¤ifliklikten sonra, «sigortal›» kavram› bunlar› da kapsad›¤›ndan elbette ifl kazas› ve meslek hastal›klar› sigortas›ndan tüm sigortal›lar yararlanabilecek ve koflullar oluflmuflsa kurum tazmin sorumlular›na karfl› rücu hakk›n› kullanabilecektir. V. MALULLÜK VE ÖLÜM S‹GORTALARI BAKIMINDAN ÜÇÜNCÜ K‹fi‹LER‹N SORUMLULU⁄U 506 say›l› Sosyal Sigortalar kanununun halen yürürlükte olan maddelerine göre Sosyal Sigortalar kurumu, ifl kazas› ve meslek hastal›klar› sigortas› kolundan yapm›fl oldu¤u sosyal sigorta yard›mlar›n›, ayn› yasan›n 26. maddesi hükümleri çevresinde iflveren ve üçüncü kifliden rücuan isteyebilmekte, malullük ve ölüm sigortas›ndan yap›lan yard›mlar› isteyememektedir. Malulüyete ve ölüme neden olan üçüncü kiflinin suç say›l›r eylemi tespit edilmifl olsa bile sonuç de¤iflmemektedir. Örne¤in sigortal›, ifl kazas› veya meslek hastal›¤› d›fl›nda üçüncü kiflinin suç say›l›r hareketi ile malül b›rak›lm›fl veya ölmüfl olsa bile Kurum ba¤lam›fl bulundu¤u ayl›klar› üçüncü kifliden isteyememektedir. Oysa 1479 say›l› Kanunun 63. maddesi hükümlerine göre, Ba¤-kur, üçüncü bir kimsenin suç say›l›r hareketi ile 1479 say›l› kanunundan say›lan yard›mlar›n yap›lmas›n› gerektiren bir halin do¤mas› halinde, sigortal› veya hak sahiplerine malullük ve ölüm ayl›¤› da dahil olmak üzere bütün yard›mlar› yapar ve an›lan maddede belirtilen sorumlulara rücu eder. Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤›n›n 106. maddesiyle, Ba¤-kur Kanununun 63. maddesine koflut bir hüküm getirilmifl bulunmaktad›r. Bu kanun tasla¤›n›n flimdiki flekliyle yasalaflmas› halinde, kendi ad›na ve hesab›na ba¤›ms›z çal›flanlara malullük ve ölüm sigortas› kolundan yap›lan yard›mlar›n suç say›l›r eylemi tespit edilen üçüncü kiflilere kurumca rücu edilebilece¤i tart›flmas›zd›r. Acaba 106. madde, hizmet aktine göre çal›flan sigortal›larla, atama tasarrufu ile çal›flan kamu görevlileri, üçüncü kiflinin suç say›l›r eylemiyle malül kalm›fl veya ölmüfl ise Kurum, sigortal›ya ya da hak sahiplerine ba¤lam›fl bulundu¤u ayl›klar›n peflin de¤eri ile an›lan sigorta kollar›ndan yapm›fl oldu¤u di¤er sosyal sigorta yard›mlar›n› üçüncü kifliden rücuan isteyebilecek midir? Yukar›da ifade edildi¤i gibi, Kanun tasla¤›n›n üçüncü maddesinde, «Emeklilik Sigortas› kanunu kapsam›na giren ve kendi çal›flmalar›ndan dolay› sigorta yard›mlar›ndan yararlanma hakk› bulunan 8 334 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ gerçek kifliler» sigortal› say›lm›flt›r. Keza ayn› Kanun tasla¤›n›n 4. maddesinin (a) ve (b) bentlerinde, konumlar›na göre kimlerin sigortal› say›lacaklar› özel ve ayr›nt›l› biçimde tan›mlanm›fl bulunmaktad›r. Sözü edilen (a) ve (b) bentlerinde say›lan sigortal› kapsam›na, bu günkü flekliyle hem Ba¤-kur sigortal›lar› hem de SSK sigortal›lar›yla TC. Emekli Sand›¤› ifltirakç›lar› da girmektedir. Esasen 4. maddede say›lan gerçek kifliler, kanun tasla¤›n›n 3. maddesinin (d) bendinde tan›mlanan sigortal› kapsam›na da girmektedirler. Hal böyle olunca, Sosyal Güvenlik Kurumu, tasla¤›n 106. maddesi gere¤ince bu günkü SSK. ve Ba¤-Kur sigortal›lar›yla TC. Emekli Sand›¤› ifltirakç›lar›na ve hak sahiplerine yapm›fl bulundu¤u sosyal sigorta yard›mlar›n› da üçüncü kiflilerden rücuan isteyebilecektir. Baflka bir deyiflle ve özetle, Emeklilik Sigortas› Kanun tasla¤› hükümlerine göre, sigortal› niteli¤ini tafl›yan herkese kurumca ba¤lanan malulük ve ölüm ayl›klar›n›n peflin de¤eri, di¤er koflullar da oluflmufl ise üçüncü kiflilerden rücuan isteyebilecektir. Tasla¤›n 106. maddesinin ikinci f›kras› hükmüne göre, Kurumun, hak sahiplerine yapm›fl oldu¤u yard›mlardan dolay› zarara u¤ramas› halinde, meydana gelen zarar Kurumca, yard›m gören hak sahiplerine rücu edilir. Bu hükmün uygulanmas›yla ilgili flöyle bir örnek verilebilir: Örne¤in sigortal›, üçüncü kiflinin suç say›l›r eylemi ile öldürülmüfl ve hak sahiplerine ayl›k ba¤lanm›fl ise, Kurum üçüncü kifli aleyhine rücu davas› açmaktad›r. Ancak üçüncü kifli hak sahiplerinin zararlar›n› tümden ödemifl ise, halefiyet ilkesi kabul edildi¤i taktirde Kurumun davas› reddedilebilecektir. Bu durumda akla gelen ilk çözüm, üçüncü kiflinin hak sahiplerine ödemifl oldu¤u tazminat› geri istemesidir. Zira hak sahiplerine hem ayl›k ba¤lanm›fl hem de üçüncü kifli taraf›ndan ödeme yap›lm›fl, hak sahipleri böylece zararlar›n› iki defa alm›fl olmaktad›rlar. Üçüncü kifliye rücu edilebildi¤i taktirde ise üçüncü kifli çifte ödeme ile karfl› karfl›ya kalm›fl olacakt›r. Öte yandan Kurumun ortaya ç›kan zarar›n›, hak sahiplerden tahsil edebilme olana¤› çok azd›r. Kald› ki tazmin sorumlusu olan üçüncü kifli hak sahipleri ile muvazaal› olarak anlaflmak suretiyle Kurumun rücu hakk›n› ortadan kald›rma olana¤›na sahiptir. fiöyle ki, üçüncü kifli, hak sahiplerinin zarar›n› ya tamamen ya da k›smen, ödemedi¤i halde ödemifl gibi belge düzenleyip hak sahiplerine imzalatmakta, halefiyet görüflü gere¤ince mahkeme, Kurumca aç›lan rücu davas›n› ya tamamen ya da k›smen reddedilecektir. Bu nedenle de uygulamada baz› belirsizlikler yaflanmakta ve biribirine çeliflik kararlar verilmektedir. Bizce çare, sosyal sigortalar Kurumunun rücu hakk›n› düzenleyen emeklilik Sigortas› Kanunu tasla¤›n›n 26. maddesinde önerdi¤imiz çözümün iflbu 106. maddeye de uyarlanmas› gerekir. Zira hem flimdiki Ba¤-Kur’un hem de Sosyal Sigortalar kurumunun rücu haklar›n›n hukuksal temeli ayn›d›r. Önemle belirtmeliyiz ki, tasla¤›n 106. maddesinin ikinci f›kras›n›n son cümlesinde yer alan, «bu kimselerin hak sahiplerine yapt›klar› ödemeler dolay›s›yla Kurumun zarara u¤ramas› halinde, hak sahiplerine rücu hakk› sakl›d›r.» hükmünün metinden ç›kar›lmas› gerekir. Ç›kan hükmün yerine, t›pk› tasla¤›n 26. maddesinin aç›klamas›nda belirtmifl oldu¤umuz gibi, «Kurumun rücu hakk›, sigortal› veya hak sahiplerinin üçüncü kifliden isteyebilecekleri haklardan ba¤›ms›zd›r.» hükmü ilave edilmelidir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 335 Böylece, flayet üçüncü kifli, sigortal› veya hak sahiplerine ödemede bulunmuflsa bu ödemeler kurumun rücu alaca¤›ndan düflülmeyecek, Kurumca yap›lan sosyal sigorta yard›mlar›, sigortal› veya hak sahiplerinin üçüncü kiflilerden talep ettikleri tazminat miktar›ndan düflülebilecektir. Nitekim Yarg›tay›m›z›n Ba¤-Kur Kanununun 63. maddesinin uygulanmas› ile ilgili halen yürürlükte olan görüflü aç›klanan do¤rultudad›r. Böyle bir düzenleme, yukar›da de¤inildi¤i gibi kurumun rücu hakk›n›n ortadan kald›r›lmas› tehlikesini önlenmifl olacakt›r. VI. ‹DAR‹ PARA CEZALARI ‹dari para cezas› konusu tasla¤›n 91. maddesinde düzenlenmifltir. Sosyal Sigortalar Kanununun uygulanmas›ndan do¤an idari para cezalar› ayn› Kanunun 140., 1479 say›l› Kanunun uygulanmas›ndan kaynaklanan idari para cezalar› ise an›lan Kanunun 80. maddesinde düzenlenmifltir. Her iki sosyal güvenlik Kanunlar›n›n 140. ve 80. maddelerindeki hükümler tasla¤›n 91. maddesine nakledilmifltir. Ayr›ca her iki yasada yer almayan baz› idari para cezas› türleri de an›lan 91. madde kapsam›na al›nm›flt›r. Biz burada sadece idari para cezas›ndan do¤an uyuflmazl›klar›n hangi mahkemede çözümlenmesi gerekti¤i konusu üzerinde duraca¤›z19. 1965 tarihinde yürürlü¤e giren 506 say›l› Sosyal Sigortalar kanununa muhalefet suçu iflleyenler hakk›nda Cumhuriyet Savc›l›klar›nca Kamu davas› aç›lmakta ve davalar görevli ve yetkili ceza mahkemelerinde görülmekte idi. ‹dari para cezas› sistemi 506 say›l› yasaya sonradan dahil edilmifltir. 140. madde, 506 say›l› yasada yer ald›¤› için an›lan Kanunun 134. maddesi hükmüne göre, idari para cezas›ndan kaynaklanan uyuflmazl›klar, yasan›n buyurucu nitelikteki hükmü gere¤ince do¤al olarak ifl mahkemelerinde çözümlenmekte idi. Ne ki 140. maddede yap›lan bir de¤ifliklik ile, görev sulh ceza mahkemelerine verildi. Ancak anayasa mahkemesi, kurumun idari para cezas› vermesinin «idari nitelikte bir ifllem» olmas› düflüncesiyle 140. maddenin görevi iliflkin hükmünü iptal etmifltir. Yasa koyucu da, iptal karar› do¤rultusunda 4958 say›l› Kanunla 140. maddede de¤ifliklik yaparak, görevin idari yarg›ya ait oldu¤u hükmünü getirmifl bulunmaktad›r. Anayasa Mahkemesinin iptal karar› ve görev konusundaki yasal düzenleme mahkemeler de dahil olmak üzere herkesi ba¤larsa da biz iptal karar›n›n ve 140. maddedeki de¤iflikli¤in isabetli olmad›¤› görüflündeyiz. fiöyle ki: Kurumun, SSK.nun her maddesine dayanan ifllemleri birer idari ifllemdir. Bu mant›ktan hareket edildi¤i taktirde SSK.nun uygulanmas›ndan do¤an uyuflmazl›klar›n ifl mahkemelerinde çözümlenmesi gerekti¤ine iliflkin ayn› Kanunun 134. maddesinin dahi iptal edilmesi gerekir. Hal böyle olunca da, SSK.nun tüm maddelerinden kaynaklanan uyuflmazl›klar›n idari yarg› yerinde çözümlenmesi gerekecektir. Hatta Ba¤-Kur Kanununun uygulanmas›ndan kaynaklanan uyuflmazl›klarda dahi görev idari yarg›ya b›rak›lacakt›r. Oysa 4958 say›l› Kurum kanununun ve 4956 say›l› Kanunla de¤iflik Ba¤-Kur Kanununun birinci maddeleri aynen, «Kurum, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi, tüzel kiflili¤i haiz bir kamu kurumudur.» hükmünü içermektedir. Keza Sosyal Güvenlik Kurumu Kanun tasla¤›n›n birinci maddesi de ayn› do¤rultuda düzenlenmifltir. 8 336 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ayd›n BAfiBU⁄ Bu durumda Türk Sosyal Sigortalar hukuku sisteminde, TC. Emekli Sand›¤› Kurumu hariç, di¤er sosyal güvenlik kurumlar›n›n, kendi kanunlar›nda yer almayan konularda özel hukuk hükümleri gere¤ince ifllem yapaca¤› ilkesi benimsenmifltir. Kald› ki, gerek SSK.nun gerekse Ba¤-Kur Kanununun uygulanmas›ndan do¤an uyuflmazl›klar›n idari yarg› yerinde de¤il adli yarg›da (ifl mahkemeleri) çözümlenece¤i kural› getirilmifltir. Önemle belirtmeliyiz ki, sosyal güvenlik kurumlar›n›n birlefltirilmesi amac›yla haz›rlanan Emeklilik Sigortas›, Genel Sa¤l›k Sigortas›, Primsiz ödemeler ve Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu taslaklar›nda görev isabetli olarak adli yarg›ya (ifl mahkemeleri) b›rak›lm›flt›r. Biz, yasa koyucunun, an›lan 140. maddede görevle ilgili olarak daha önceki düzenlemelerinin Anayasaya ayk›r› olmad›¤› görüflündeyiz. Hatta SSK.nun 134. maddesi ayakta iken, 140. maddenin uygulanmas›ndan do¤an uyuflmazl›klar›n ifl mahkemesinde de¤il de ‹dare Mahkemelerinde çözümlenmesi gerekti¤ine iliflkin hüküm, 506 say›l› yasa maddelerinin uygulanmas›nda eflitsizlik yarataca¤›ndan as›l bu hüküm anayasaya ayk›r›d›r. Tüm bu nedenlerle, Sosyal Güvenlik reformu taslaklar›n›n görüflülece¤i bu günlerde, 140.maddenin uygulanmas›ndan kaynaklanan uyuflmazl›klar›n çözümü, taslakta de¤ifliklik yap›larak ifl mahkemelerine b›rak›lmal›d›r. Önemle belirtmeliyiz ki, bireylere sosyal güvenlik haklar›n›n sa¤lanmas›nda norm ve standart birli¤i ilkesinin getirilmifl olmas› isabetlidir. Ne ki tüm sosyal güvenlik kurumlar›n›n tek çat› alt›nda toplanmas› (Sosyal Güvenlik Kurumu Kanun tasla¤›) acaba yönetim güçlü¤ü ile hukuk kargaflas›na, ifllerin yavafl yürümesine, Sosyal Sigorta haklar›n›n sa¤lanmas›nda yanl›fll›¤a ve hataya düflülmesine neden olabilir mi? Bilindi¤i gibi baz› Kamu kurulufllar›n›n, bu arada SSK. hastanelerinin Sa¤l›k Bakanl›¤›na devredilmesi nedeniyle yo¤un flekilde kargafla yaflanmaktad›r. Sosyal güvenlik kurumlar›n›n birlefltirilerek tek çat› alt›nda toplanmas› çok daha kapsaml›, girift, teknik özelliklere sahip ve yeknesak olmayan bir ifltir. Tercih, yasa koyucuya ait olmak üzere, Sosyal Güvenlik Kurumlar› ve Kanunlar›, ortadan kald›rmadan, her sosyal güvenlik Kanununun bünyesinde de¤ifliklik yap›lmak suretiyle de norm ve standart birli¤i sa¤lanabilir ve giderek böyle bir deneyimden sonra ve ikinci aflamada birlefltirme yoluna gidilebilir. Zira yetkinin tek elde toplanmas› yerine, bölüfltürülmesi ve hizmetin sunuldu¤u yerde yönetim, daha süratli ve daha isabetli sonuç do¤urabilir. Yukar›da de¤inildi¤i gibi, sözü edilen kanun taslaklar›n›n yasalaflt›r›lmas›nda acele edilmemeli, yasalar yürürlü¤e girer girmez hemen tekrar tekrar de¤ifltirilmesi ihtiyac› duyulmamal›d›r. Zira, uygulay›c›lar ve yarg›, neredeyse sosyal güvenlik yasalar›ndaki de¤ifliklikleri takibedemez duruma düflmüfller ve mahkemeler birbirine çeliflik kararlar vermifller, söz gelimi, ayn› konuda de¤iflik kararlar verilmesi nedeniyle baz› kifliler haklar›na kavuflmufl, baz›lar› kavuflamam›fl ve sonuçta, güvensizlik ortam› do¤mufltur. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 337 D‹PNOTLAR 1 Huber, Ernst Rudolf (çev.Tu¤rul Ansay); Modern Endüstri Toplumunda Hukuk Devleti ve Sosyal Devlet, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 27, say› 3-4, 1970,s. 27 vd. 2 bkz. Sir William Beveridge, Social Insurance and Allied Services, London 1958. 9-11nci sayfalar aras›nda plan›n bk›sa bir özeti bulunmaktad›r. 3 Ergenekon, Ça¤atay; Emeklili¤in Finansman›, ‹stanbul 2001, s. 12. Bu model ortalamam yaflam beklentisinin 45 y›l oldu¤u 1800'lü y›llar›n sonunda emeklilik yafl s›n›r› 65 olarak öngörüldü¤ü bir durumda, aktif sigortal›lar›n pasif sigortal›lar›n giderlerini karfl›layabilece¤i ortalama s›n›r ifade etmektedir. 4 Ergenekon, s. 14-15. 5 Ergenekon, s. 165. 1997 y›l›nda 88.6 milyar dolar fazla veren ABD sosyal sigorta sistemi, 1937-1997 y›llar› aras›nda 655,5 milyar dolar seviyesinde bir rezerve ulaflm›flt›r. 2000'li y›lar›n bafl›nda sistemin zarara geçece¤i ve 2.29 y›l›nda da gelirlerin giderleri karfl›layamayaca¤› ve rezervlerin tamamen eriyece¤i beklenmektedir. Bebek patlamas› bu sonucun en önemli nedenlerinden birisi olarak görülmektedir. 6 Ergenekon, s. 49. 7 Talas, Cahit: Sosyal Ekonomi, s. 375-376. 8 Güzel/okur, Sosyal Güvenlik Hukuku, 2004. s.30. 9 Dumont, La securite sociale toujours en chantier, 20; Ayn› yazar, La seurite sociale plus que en chantier, 153 vd. Naklen Güzel/Okur, 2004, s.36. 10 Türk Sosyal Güvenlik sisteminin tarihsel geliflimi hakk›nda ayr›nt›l› bilgi için bkz. Güzel/Okur, 2004 s. 26 vd. 11 Aslanköylü Resul, Sosyal Sigortalar Kanunu Yorumu 2003, Ankara, s. 199 vd. 12 Güzel/Okur, Sosyal Güvenlik Hukuku, 2004, s. 221 vd. 13 Tuncay Can, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, ‹stanbul 1998, s. 211 vd. 14 Aslanköylü, 2004, Ankara, s. 420 vd. 15 Daha genifl bilgi için bkz. Aslanköylü, 2003. s. 287 vd. Keza, Aslanköylü, Sosyal Sigortalar Kanunu Yorum, 2003, Geniflletilmifl II. Bask›, Cilt: 1. 26. maddenin yorumu. 16 Y‹BHBK. 31.3.1954 T. 1953/18 E. 1954/11 K. 17 Kurumun rücu hakk›n›n hukuksal temeli konusunda daha genifl bilgi için bkz. Aslanköylü, 2003, Ankara s. 289, Keza, Aslanköylü, Geniflletilmifl ikinci bask› 2004, Cilt:1. 18 Any. Mah. 18.3.1976 T. 198 E. 18 K., Any. Mah. 20.12.1983 T. 1982/4 E. 1983/17 K., Any. Mah. 2.5.1991 T. 1990/28 E. 1991/11 K., Any. Mah. 23.5.1972 T. 2 E. 28 K. 19 ‹dari para cezalar›n›n tarihsel geliflimi de daha genifl bilgi için bkz. Aslanköylü, 2003, Ankara, s. 1029 vd. Keza Aslanköylü, 2004, Ankara, 140. maddenin yorumu. 8 338 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” TAMAMLAYICI B‹R SOSYAL GÜVENL‹K REFORMU OLARAK B‹REYSEL EMEKL‹L‹K A. Cengiz KÖSEO⁄LU* I. G‹R‹fi ‹nsanlar›n karfl›laflabilecekleri tehlikelerin (risklerin) zararlar›ndan korunma garantisi olarak tan›mlanan sosyal güvenlik1, bir insan hakk›d›r ve bu ihtiyac›n sa¤lanmas› ile ilgili tedbirleri alma ve sistemi oluflturma görevi devlete verilmifltir. Günümüzde, geliflmifllik düzeyi ne olursa olsun, her ülke bir sosyal güvenlik sistemine sahiptir. Sosyal güvenlik sisteminin, sosyal güvenlik ihtiyac›n›n karfl›lanmas› ile ilgili üç temel fonksiyonu yerine getirmesi beklenmektedir. Bunlar, gelirin yeniden da¤›l›m›n› sa¤lama fonksiyonu, sigorta ve tasarruf fonksiyonudur2. Bireysel emeklilik, sosyal güvenlik sistemine, zorunlu kamu sosyal güvenlik rejimleri yan›nda ve onlara ek olarak özel sigorta tekni¤inin de dahil edilmesidir. Sistem, kamu sosyal güvenlik sistemlerini tamamlay›c› niteliktedir. Bu nedenle, bireysel emeklilik sistemi, kamu sosyal güvenlik sisteminin özellefltirilmesi de¤il, sosyal güvenlik sistemini tamamlay›c› nitelikte gönüllü kat›l›ma dayal› bir özel emeklilik sistemidir3. Model, özü itibariyle, yafll›l›k sosyal riskine karfl› güvenceyi, k›smen de olsa, bireyin kendi sorumluluk alan›na b›rakmaktad›r. Söz konusu güvence, bireylerin yapacaklar› tasarruflar ile sa¤lanacakt›r. Bireysel tasarruflar›n oluflturdu¤u fonlar›n, bir yandan sosyal güvence(emeklilik ayl›¤›) sa¤lamas›, öbür yandan ekonomik ve mali ifllevlerini yerine getirebilmesi, sosyal sigortadan kesin çizgilerle ayr›lan özel sigorta tekni¤inin benimsenmesine ba¤l›d›r. Bu yolla, sosyal güvenlik alan›nda, sosyal sigorta teknikleri birlikte uygulanmaktad›r4. Kapsaml› ve etkin sosyal güvenlik sistemlerinin mevcut oldu¤u geliflmifl bat› ülkelerinde, zorunlu ve temel kamu sosyal güvenlik rejimleri yan›nda, eskiden beri yayg›n biçimde uygulanan ve sadece iflçi ve iflverenlerin finansman›na kat›l›m› esas›na dayanan tamamlay›c› sosyal güvenlik rejimleri bulunmaktad›r. Bu yolla, iki ayakl› sosyal güvenlik rejimi kurulmufltur5. Tamamlay›c› programlar, baz› ülkelerde (ABD, ‹ngiltere, Almanya) iflletme düzeyinde, di¤er baz› ülkelerde (Fransa, Danimarka, Hollanda ve ‹talya) ise ulusal düzeyde oluflturulmufltur. Söz konusu ülkelerde, bireysel tasarrufa ve özel sigorta tekni¤ine dayal› emeklilik fonlar› ise, sistemin üçüncü aya¤›n› oluflturmaktad›r6. Sosyal güvenlik sisteminin çok ayakl› olarak kuruldu¤u yap›lanmalarda en az bir aya¤› özel emeklilik teflkil etmektedir. Emeklilik sistemlerinde genellikle ikinci veya üçüncü aya¤› teflkil eden bireysel emeklilik, en genifl ve en kapsaml› tamamlay›c› sosyal güvenlik vas›tas› olarak bireysel tasarruf esas›na dayand›¤› ve kiflisel tercihlere daha çok önem verdi¤inden, sosyal güvenlik sistemlerinin olumsuz sonuçlar›n›n ortadan kald›r›lmas›na katk›da bulunmaktad›r. Bireysel emeklilik sisteminde, bireylerin sosyal güvenlik ihtiyac›, devletin öncülü¤ünde kurulan ve denetlenen fakat, özel sektör taraf›ndan iflletilen, sigorta tekni¤inden çok tasarruf tekni¤ine dayal› ve kat›l›mc›lar›n katk›lar›yla oluflturulan bir fonla karfl›lanmaktad›r7. Dünyada emeklilik sistemlerinde yaflanan h›zl› dönüflüm ve bireysel tercihlerin gittikçe önem kazanmas› ülkemizde de etkisini göstermifltir. Demografik ve ekonomik sebeplere ba¤l› olarak dünya* Yrd.Doç.Dr., KTÜ, ‹ktisadi ‹dari Bilimler Fakültesi, Çal›flma Ekonomisi ve Endüstriyel ‹liflkiler Bölümü 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 339 da meydana gelen dönüflümler, sosyal güvenlik alan›nda ülkelerin kalk›nm›fll›k düzeylerine göre farkl› sonuçlar ortaya ç›karm›flt›r. Baz› ülkelerde (fiili’de oldu¤u gibi) bu de¤iflim çok radikal olmufl, sosyal sigortalar kald›r›larak bu iflin tamamen özel sigortalarca yap›lmas› yoluna gidilmifltir. Kalk›nm›fl ülkelerde demografik sorunlar, kalk›nmakta olan ülkelerde ise ekonomik sebeplerle ortaya ç›kan de¤iflimler ve tart›flmalar, emeklilik sistemlerinde çok ayakl› yap›lanmalara gidilmesine neden olmufltur. Latin Amerika’daki istisnalar8 d›fl›nda, hem kalk›nan, hem de kalk›nmakta olan ülkelerde çok ayakl› yap›lanman›n birinci aya¤›nda, kamu taraf›ndan kurulan ve iflletilen, mümkün oldu¤unca herkese asgari sosyal bir gelir sa¤lamay› amaçlayan kamu emeklilik programlar› bulunmaktad›r. Bu emeklilik düzenlemeleri, özel sektör taraf›ndan organize edilen ve kamu taraf›ndan denetlenen özel emeklilik programlar› ile desteklenmektedir. Türk sosyal güvenlik sistemi, esas olarak, tek ayak üzerine kurulmufltur. Devlet, bireylere sosyal güvenlik sa¤lama görevini, de¤iflik çal›flan gruplar› için oluflturdu¤u SSK, Ba¤-Kur ve T.C. Emekli Sand›¤› arac›l›¤›yla yerine getirmeye çal›flmaktad›r. Bu kurumlar zorunluluk esas›na göre faaliyet gösteren kurumlard›r ve sistemin birinci aya¤›n› oluflturmaktad›rlar. Sözü edilen kurumlar, gelirin yeniden da¤›t›m› ve sigorta fonksiyonunu yerine getirmeyi amaçlamaktad›rlar. Türkiye’de, ikinci ayak sosyal güvenlik kurumlar›na örnek olarak, OYAK, Amele Birli¤i ve baz› özel kamu kurumlar›n›n kurdu¤u yard›mlaflma ve dayan›flma sand›klar› örnek olarak gösterilebilir ancak, ikinci aya¤› oluflturan genel nitelikli tamamlay›c› sosyal güvenlik kurumlar› mevcut de¤ildir9. II. HUKUK‹ YAPI Ülkemizde sosyal güvenlik alan›ndan yaflanan finansman sorunlar›, kamu emeklilik gelirlerinin düflüklü¤ü ve konjonktüre ba¤l› olarak meydana gelen geliflmeler ve dönüflümlere ayak uydurmak amac›yla10, sosyal güvenlik sistemlerinin çok ayakl› hale getirme çal›flmalar› sonunda, dünyadaki yayg›n uygulamalardan da yararlan›larak 28.03.2001 Tarih ve 4632 Say›l› “Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yat›r›m Sistemi Kanunu” yasalaflarak yürürlülü¤e girmifltir11. Yürürlülük maddesi uyar›nca, alt› ay sonra, 07.10.2001 tarihinden itibaren yürürlülü¤e giren ve ilgili yönetmelikleri ç›kart›lan12 bireysel emeklilik sistemi, 27.10.2003 tarihinden itibaren üye kaydetmeye bafllam›flt›r. Kanunla tamamlay›c› bir sosyal güvenlik kurumu oluflturulmas› amaçlanm›flt›r. 4632 say›l› Kanun, Türk çal›flma hayat›n› yak›ndan ilgilendiren bir Kanundur. Daha yüksek gelir elde etmek isteyen bütün çal›flanlar› ilgilendirdi¤i gibi, çal›flanlar›n iflverenlerini ve sendikalar›n› da ilgilendirmektedir. Beklentiler gerçekleflecek olursa, Bireysel emeklilikle ilgili hükümler, sendikac›l›k ve toplu ifl sözleflmesi sistemimizin önemli maddelerinden birini oluflturacak niteliktedir. Sisteme kat›lan ve emeklilik sözleflmesine kendi ad ve hesab›na taraf olan gerçek kifliye, “kat›l›mc›”, kat›l›mc› taraf›ndan emeklilik sözleflmesi uyar›nca ödenmesi gereken tutara, “katk› pay›” denmektedir (4632 m.2). Sisteme iliflkin faaliyetler, 4632 Say›l› Kanun ve ilgili yönetmeliklere göre kurulan emeklilik flirketleri taraf›ndan gerçeklefltirilmektedir. III. B‹REYSEL EMEKL‹L‹K KURUL VE KURUMLARI Sistemde en üstte “Bireysel Emeklilik Dan›flma Kurulu” bulunmaktad›r. Bireysel Emeklilik Dan›flma Kurulu, Hazine Müsteflar›n›n Baflkanl›¤›nda Maliye Bakanl›¤›, Çal›flma ve Sosyal Güvenlik 8 340 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” A. Cengiz KÖSEO⁄LU Bakanl›¤›, Hazine Müsteflarl›¤› ve Sermaye Piyasas› Kurulu taraf›ndan görevlendirilecek, en az genel müdür düzeyinde birer temsilciden oluflmaktad›r(4632 m.3; BEDKHY m.4). Bireysel Emeklilik Dan›flma Kurulu, bireysel emeklilik sistemine iliflkin politikalar›n› belirlemek, bu politikalar› gerçeklefltirilmesi için al›nmas› gerekli önlemler konusunda önerilerde bulunmak ve mevzuat düzenlemeleri hakk›nda tavsiye niteli¤inde karar almakla görevlidir (4632 m.3; BEDKHY m.5). Kurulun sekretarya hizmetleri müsteflarl›k taraf›ndan yerine getirilir13. yay›nlanarak yürürlülü¤e girmifltir. Kurul, üç ayda bir Müsteflarl›kça önerilen ve baflkan taraf›ndan belirlenecek tarih ve gündemle ola¤an olarak, Dan›flma Kurulu Baflkan› veya üyelerden birinin gerekli görmesi halinde yaz›l› baflvuru halinde ola¤an üstü olarak toplan›r (BEDKHY m.7). Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›n›n sistem içinde do¤rudan yer ald›¤› tek kurum BEDK’dur. Bireysel emeklilik sistemi, kamu sosyal güvenlik kurumlar›ndan ayr› olarak faaliyette bulunmaktad›r. Devletin sistemdeki görev ve yetkisi gözetim ve denetimdir. Devleti temsil eden kurumlardan Hazine Müsteflarl›¤›; emeklilik flirketlerinin kurulufl, faaliyet ve denetiminden sorumludur. Bu kapsamda Hazine Müsteflarl›¤›’n›n görev ve yetki alan›, daha çok, emeklilik flirketlerinin kurulufl ve çal›flma esaslar› ile emeklilik sözleflmesi kapsam›nda sunulacak emeklilik planlar›, bireysel emeklilik arac›lar› konusunda yo¤unlaflmaktad›r14. Hazine Müsteflarl›¤›na Kanunla verilen görevlerden baz›lar›; • Bireysel emeklilik sözleflmelerinde yer alacak hususlar›n belirlenmesi, sözleflme de¤iflikliklerinin onaylanmas›, • Bireysel Emeklilik hesaplar›n›n emeklilik flirketleri aras›nda aktar›m› ile ilgili hususlar›n belirlenmesi, • Girifl aidatlar›, yönetim ve fon iflletme giderlerinin belirlenmesi, • Emeklilik flirketlerinin kurulufl izinlerinin ve faaliyet ruhsatlar›n›n verilmesi, • Bireysel emeklilik flirketlerinin kamuyu bilgilendirmeye yönelik ilan ve reklamlara iliflkin usul ve esaslar›n belirlenmesi, • Emeklilik flirketlerinin denetlenmesi, • Mevcut sigorta flirketlerinin emeklilik flirketi statüsüne geçifline ve faaliyet ruhsat› verilmesine iliflkin esas ve usullerin belirlenmesi, olarak s›ralanabilir. Bunlar›n yan›nda, Müsteflarl›k, BEDK’nun faaliyetlerini kolaylaflt›r›c› nitelikte olmak üzere, belirli konularda dan›flmanl›k hizmeti verme ve uygun görüfl bildirme yükümlülü¤ü vard›r. Devleti temsil eden di¤er bir kurum olan Sermaye Piyasas› Kurulu’nun görev ve yetkileri; emeklilik yat›r›m fonlar›, portföy yönetim flirketleri, takas ve saklama hizmetlerine iliflkin konulardad›r. Bu kapsamda SPK, emeklilik flirketleri taraf›ndan toplanan katk› paylar›n›n kurallara uygun olarak kullan›l›p kullan›lmad›¤›n› denetlemekle sorumludur. Bireysel emeklilik sisteminde di¤er önemli bir kurum, emeklilik flirketleridir. Emeklilik flirketlerinin kurulufl izin ve faaliyetleri Kanunda düzenlenmifltir. Emeklilik flirketi, Hazine Müsteflarl›¤›’n›n 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 341 ba¤l› bulundu¤u bakan›n izniyle kurulur. fiirketin Anonim fiirket olarak kurulmas› ve ticari unvan›nda “emeklilik” ibaresinin bulunmas› ve pay senetlerinin nama yaz›l› olmas› zorunludur15. fiirket kurucular›, tasfiyeye tabi tutulan bankerler, bankalar, sigorta flirketleri ile para ve sermaye piyasalar›nda faaliyet gösteren di¤er kurumlarda do¤rudan ve dolayl› yüzde on veya daha fazla bir oranda pay sahibi olmazlar. Yine kurucular, müflis veya konkordato ilan etmifl olmayacak, taksirli suçlar hariç olmak üzere a¤›r hapis veya 5 y›ldan fazla hapis cezas› almam›fl olmal›d›r (4632 m.8). fiirketin sermayesinin 20 trilyon liradan az olmamas› ve ödenmifl sermayesinin asgari 10 trilyon olmas› (4632 m.8) ve kalan›n›n 3 y›l içerisinde ödenmesinin taahhüt edilmesi gerekmektedir. Kurulufl izni için gerekli sermaye tutar›, Devlet ‹statistik Enstitüsü Toptan Eflya Fiyat Endeksinin iki kat›n›n gerektirdi¤i miktar ve s›n›rlar› aflmamak üzere Müsteflarl›k taraf›ndan art›r›labilir. Kurulufl izni alan flirketin faaliyete geçebilmesi için, emeklilik branfl›nda faaliyet ruhsat› almas› zorunludur. Emeklilik branfl› faaliyet ruhsat›, Hazine Müsteflarl›¤› taraf›ndan verilir. Faaliyet ruhsat› almak üzere Müsteflarl›¤a yap›lan baflvurularda; iki y›l içerisinde en az 100 000 kat›l›mc›ya hizmet verecek biçimde gerekli her türlü planlaman›n yap›lm›fl olmas›, ifl plan› ve sistem tasar›m›nda öngörülen düzenlemelerin yap›lm›fl olmas›, fiziksel mekan, teknik ve idari altyap› ile insan kaynaklar› uyumunun sa¤lanm›fl olmas› gerekmektedir (4632 m.9). Kurulufla iliflkin verilen izin, izin tarihinden itibaren bir y›l içinde emeklilik branfl› faaliyet ruhsat› almak üzere baflvurunun yap›lmam›fl veya gerekli belgelerin süresi içinde tamamlanmam›fl olmas› halinde kendili¤inden geçersiz olur. Emeklilik branfl›nda faaliyet ruhsat› alan flirketin, ruhsat›n verilifl tarihinden itibaren en geç üç ay içerisinde emeklilik yat›r›m fonu kurmak amac›yla Sermaye Piyasas› Kuruluna baflvurmas› gerekir16. Emeklilik yat›r›m fonu, flirket taraf›ndan emeklilik sözleflmesi çerçevesinde al›nan ve kat›l›mc›lar ad›na bireysel emeklilik hesaplar›nda izlenen katk›lar›n, riskin da¤›t›lmas› ve inançl› mülkiyet esaslar›na göre iflletilmesi amac›yla oluflturulan malvarl›¤›d›r (4632 m.15). fiirketin emeklilik yat›r›m fonu kurma baflvurusunun SPK’ya zaman›nda yap›lmamas› veya baflvurusunun reddedilmesi halinde, verilmifl olan kurulufl izni ve faaliyet ruhsat› kendili¤inden geçersiz olur. Süresiz olarak kurulan fonun tüzel kiflili¤i yoktur. Fon, Kanunda belirtilen amaçlar d›fl›nda kullan›lamaz ve kurulamaz. Kanun, halen faaliyet gösteren özel sigorta flirketlerinin de belirli yükümlülükleri yerine getirmesi halinde, bireysel emeklilik flirketi olarak faaliyet göstermeline imkan vermifltir. Buna göre, “Kanunun yay›m› tarihinden önce, hayat branfl›nda faaliyet gösteren ve yeni poliçe akdetme yetkisi olan sigorta flirketleri, bu kanunun yürürlük tarihinden itibaren befl y›l içerisinde baflvurmak ve kanunun 8 inci maddesinde öngörülen flartlar› yerine getirmekle emeklilik flirketine dönüflürler. Söz konusu flirketlere emeklilik branfl›nda ruhsat verilebilmesi için, bu kanunun 9 uncu maddesinde öngörülen flartlar›n yerine getirilmesi ve emeklilik branfl› d›fl›nda kalan branfllara iliflkin yasal yükümlülüklerin tamam›n› karfl›layacak yeterli teminat›n gösterilmifl olmas› gerekir. Ayr›ca, bu flirketlerin hastal›k sigortas› portföyünün, sigortal›lar›n tüm hak ve yükümlülüklerinin korunarak, emeklilik ruhsat›n›n verildi¤i tarihten itibaren iki y›l içerisinde devredilmesi flartt›r. Hayat sigorta flirketlerinin “sigorta flirketi” statüsünden “emeklilik flirketi” statüsüne geçifline, bu flirketlere faaliyet ruhsat› verilmesinde aran›lacak flartlara, portföy devri yükümlülüklerine ve di¤er hususlara iliflkin esas ve usuller Müsteflarl›kça belirlenir” (4632 geçici m.1). 8 342 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” A. Cengiz KÖSEO⁄LU IV. B‹REYSEL EMEKL‹L‹K ARACILARI Bireysel emeklilik sisteminde emeklilik flirketi taraf›ndan kat›l›mc›lara sunulan emeklilik planlar›n›n tan›t›m›, pazarlanmas›, sat›fl› ve bireysel emeklilik sistemine iliflkin di¤er arac›l›k hizmetlerini bir sözleflmeye dayanarak, emeklilik flirketlerinin emeklilik sözleflmelerine daimi bir surette arac›l›k eden veya bunlar› flirket ad›na yapan gerçek kifliye bireysel emeklilik arac›s› denilmektedir. Bireysel Emeklilik Arac›lar› Hakk›nda Yönetmelik uyar›nca, bireysel emeklilik arac›l›¤› yapabilecek kifliler, herhangi bir flirkete ba¤l› olmaks›z›n, bir sözleflmeye dayanarak, daimi bir surette flirketlerin emeklilik sözleflmelerine arac›l›k eden veya bunlar› flirket ad›na yapan bireysel emeklilik arac›lar›, bireysel emeklilik, hayat veya ferdi kaza ürünlerinin tan›t›m, pazarlama ve sat›fl›nda faaliyet göstermek üzere kurulan ve sermayesinin en az yüzde ellibirinin bir flirket veya hayat sigorta flirketine ait oldu¤u pazarlama ve sat›fl flirketlerinde çal›flan ve emeklilik sözleflmelerine arac›l›k eden bireysel emeklilik arac›lar›, bir sigorta flirketi, banka, arac› kurum, yat›r›m dan›flmanl›¤› flirketi veya portföy yönetim flirketinde yahut Müsteflarl›kça uygun görülen di¤er malî kurulufllarda çal›flan bireysel emeklilik arac›lar›, sigorta acentesi veya hayat sigortalar› brokeri olan yahut faaliyet konusu sigorta acenteli¤i veya hayat sigortalar› brokerli¤i olan kurulufllarda çal›flan bireysel emeklilik arac›lar›, flirketlerde çal›flan pazarlama ve sat›fl elemanlar› olarak belirtilmifltir. Bireysel emeklilik arac›l›¤› faaliyetinde bulunabilmek için, meslek fleref ve haysiyetine ayk›r› davranmam›fl olmak, dört y›ll›k fakülte, yüksek okul veya iki y›ll›k sigortac›l›k meslek yüksek okulu mezunu olmak ve Hazine Müsteflarl›¤› taraf›ndan yap›lacak s›navda baflar›l› olmak, müflis veya konkordato ilân etmifl olmamak, Yönetmelikte belirtilen suçlardan mahkum olmam›fl ve karfl›l›ks›z çek keflide etmifl olmamak gerekmektedir (BEAHY m.5). Bireysel emeklilik arac›s›, mevzuata, kat›l›mc›lar›n talimatlar›na, mesle¤in icaplar›na ve iyi niyet kural›na uygun hareket etmek ve kat›l›mc›lar›n hak ve menfaatlerini korumak zorundad›r (BEAHY m.22). Bireysel emeklilik arac›s›, ad›na arac›l›k yapt›¤› flirketlerden izin almak suretiyle yapaca¤› her türlü tan›t›m faaliyetinde ilgili mevzuat ile belirlenen esaslara tâbi oldu¤u gibi, Kanuna göre denetleme yapmaya yetkili olan merci ve kiflilere, görevleri ile ilgili istenecek her türlü bilgiyi vermek ve bütün hesap, kay›t, defter ve belgelerini ibraz etmekle yükümlüdür (BEAHY m.22). Bireysel emeklilik arac›lar› hiçbir surette girifl aidat› veya katk› pay› veya benzer adlar alt›nda tahsilat yapamaz (BEAHY m.23)17. V. AMAÇ VE KAPSAM Bireysel emeklilik sisteminin amac›, kamu sosyal güvenlik sisteminin tamamlay›c›s› olarak, bireylerin emeklili¤e yönelik tasarruflar›n›n yat›r›ma yönlendirilmesi ile emeklilik döneminde ek bir gelir sa¤lanarak refah düzeylerinin yükseltilmesi, ekonomiye uzun vadeli kaynak yaratarak istihdam›n art›r›lmas› ve ekonomik kalk›nmaya katk›da bulunulmas›d›r (4632 m.1). 4632 Say›l› Kanunla güdülen amaçlar›, sosyal (güvenlikle ilgili) ve ekonomik amaçlar olarak iki grupta toplamak mümkündür. Sosyal amaçlar; • Kamu sosyal güvenlik sisteminin tamamlay›c›s› olarak yeni ve ek sosyal güvenlik garantisi sa¤layan kamusal yap›n›n oluflturulmas›, • Bireyleri emeklilik amac›yla tasarrufa teflvik etmek ve emeklilik dönemlerinde refah düzeylerini 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 343 yükseltecek ek gelir sahibi olmalar›n› sa¤lamak, • Emeklilik dönemleri için tasarruf etmek isteyenlere alternatif yat›r›m imkanlar› sunmak, olarak say›lm›flt›r (4632, m.1). Bireysel emeklilik sistemi ile sa¤lanmak istenen ekonomik amaçlar ise; • Ekonomiye uzun vadeli kaynak temin ederek istihdam›n artt›r›lmas› sa¤lamak, • Tasarruf yetersizli¤i problemini çözerek ekonomik kalk›nman›n h›zland›r›lmas›n› gerçeklefltirmek olarak belirtilmektedir (4632, m.1). Ülkemizde bireysel emeklilik sisteminin kurulmas›ndaki gerçek amaç, sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sisteminin kurulmas›n› desteklemek olmakla birlikte, ülkenin gereksinim duydu¤u uzun vadeli yat›r›m için gerekli fonlar›n oluflturulmas›, kamunun uzun vadeli borçlanma imkanlar›n›n ve milli tasarruflar›n artt›r›lmas›, piyasalarda görülen spekülasyonlar›n azalt›lmas›, sermaye piyasas›n›n genifllemesinin ve güçlenmesinin sa¤lanmas› gibi amaçlar da bireysel emeklilik sistemi kurulurken göz önünde bulundurulmufltur18. Sistemden beklenen amaçlar incelendi¤inde, ekonomik amaçlar›n sosyal amaçlardan daha a¤›rl›kl› ve öncelikli oldu¤u sonucu ç›kmaktad›r19. Sistemden beklentiler daha çok ekonomik sonuçlarla ilgilidir. Özel sigortalar›n yeterince geliflmedi¤i, kamu oyunda daha önce uygulamaya konulan MEYAK ve Zorunlu Tasarruf uygulamas›na iliflkin olumsuz görüfller, ve bireysel emeklilik sisteminin bu uygulamalara benzer bir uygulama intiba¤›n›n oluflmas›, bu sistemin yayg›nlaflmas› ve benimsenmesi önünde en önemli engel olarak görülmektedir20. Bireysel emeklilik sistemine, medeni haklar›n› kullanma ehliyetini haiz kifliler kat›labilir (4632 m.4). Buna göre, 18 yafl›n› dolduran herkes, cinsiyeti, yafl›, çal›fl›yor olup olmamas›na bak›lmaks›z›n gönüllü olarak sisteme kat›labilir. Kanun, kapsama al›nan kifli için “kat›l›mc›” ifadesini kullanmakta ve kat›l›mc›y› “emeklilik sözleflmesine kendi ad ve hesab›na taraf olan gerçek kifli” olarak tarif etmektedir. Bu kifliler, iflçi, memur, sanatkar, esnaf, iflveren veya çal›flmayan kifliler de olabilir. Bireysel emeklilik sistemine kat›lan kiflilerin, halen çal›fl›yor olma flart› yoktur. Kapsama al›nma, çal›flma flart›na veya çal›flma statüsüne ba¤l› olmaks›z›n, katk› pay›n› ödeyen herkes sisteme girme imkan›na sahiptir. Görüldü¤ü gibi, kapsam bak›m›ndan herhangi bir s›n›rlama getirilmemifltir. Bireysel emeklilik sistemi, esas olarak, sadece emeklilik riskine karfl› garanti sa¤lamaktad›r. Ölüm veya maluliyet halinde ise, katk› paylar›n›n ve gelirlerinin toptan ödeme suretiyle geri ödenmesi söz konusudur. Bireysel emeklilik sistemine girifl, kat›l›mc›n›n iste¤ine ba¤l›d›r. Sistem, gönüllülük esas›na dayanmaktad›r. Ancak, bu kiflilerin prim ödeme gücüne sahip, belirli bir gelir seviyesinin üzerinde kifliler olaca¤› ortadad›r. Bu husus, Kanunu’nun gerekçesinde “ bu kanunun amac›, toplumumuzun orta ve üst gelir katman›ndaki bireylere kamu sosyal güvenlik sistemine ek olarak, emeklilik döneminde ek gelir sa¤lamak üzere….” anlat›m›na yer verilerek ifade edilmifltir. Bütün primlerin sigortal› taraf›ndan ödenecek olmas›, gönüllü kat›l›m›n esas olmas›, bireysel emeklilik sisteminin kapsam›n›n en az›ndan bafllang›çta çok s›n›rl› kalaca¤›n› göstermektedir. Daha düflük gelir gruplar›n›n sisteme kat›l- 8 344 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” A. Cengiz KÖSEO⁄LU mas› ise öncelikle, kendileri yan›nda iflverenlerinin de prim ödemeleri ile mümkün olabilecektir21. Sisteme kat›l›m, Emeklilik flirketi ile kat›l›mc› aras›nda imzalanacak “emeklilik sözleflmesi” ile gerçeklefltirilmektedir (4632 m.4)22. Sözleflmede, kat›l›mc›n›n sisteme girmesi, ayr›lmas›, emekli olmas›, katk›lar›n ödenmesi, katk›lar›n bireysel hesaplar›nda izlenmesi, fonlarda yat›r›ma yönlendirilmesi, kat›l›mc› veya lehdar›na yap›lacak ödemelere iliflkin esaslar ve taraflar›n di¤er hak ve yükümlülükleri ile ilgili hususlar yer alacakt›r. Kanunda belirtilen hususlar, Bireysel Emeklilik Dan›flma Kurulunun da görüflü al›narak Hazine Müsteflarl›¤› taraf›ndan belirlenir (4632 m.4). Daha sonra sözleflmede yap›lacak de¤ifliklikler de Müsteflarl›¤›n tasdikiyle mümkündür( 4632 m.6). Taraflar bu tasdik olmadan sözleflme içeri¤inde de¤ifliklik yapamazlar. VI. GRUP EMEKL‹L‹K SÖZLEfiMELER‹ Bireysel emeklilik sistemine grup olarak kat›labilmek mümkündür. En az 10 kifli veya 10 kifliden az olsa da bir iflyerinde tüzel kiflili¤e sahip bir meslek kuruluflunda, dernekte ve sair kurulufl veya grupta çal›flanlar grup olarak sisteme kat›labilirler. 10 kiflinin alt›na düflülmesi durumunda grup emeklilik sözleflmesi devam etmektedir (BEY m.16)23. fiu halde, en az 10 kiflinin bir araya gelerek bir emeklilik flirketiyle imzalad›klar› sözleflme, grup emeklilik sözleflmesidir. 10 kifliden az olsa da bir iflyerinde tüzel kiflili¤e sahip bir meslek kuruluflunda, dernekte ve sair kurulufl veya grupta çal›flanlar›n ya da üye olanlar›n tamam›n› kapsayacak flekilde düzenlenen emeklilik sözleflmeleri de grup emeklilik sözleflmesi say›l›r24. ‹flverenlerin iflçileri yarar›na akdedecekleri grup emeklilik sözleflmeleri, Borçlar Hukuku anlam›nda baflkas› yarar›na sözleflmenin özel bir türüdür. Hayat sigortalar›nda oldu¤u gibi, iflveren iflçi katk› pay› ödemiflse tam üçüncü kifli yarar›na sözleflmenin varl›¤› kabul edilir. Grup emeklilik sistemi iflverenin inisiyatifiyle, onun iste¤iyle emeklilik flirketi ile aralar›nda akdedilecek “emeklilik sözleflmesi” ile kurulur. ‹flçilerin sistemden yararlanmalar›, iflverenle iflçiler aras›nda yap›lan ifl sözleflmelerinde ya da toplu ifl sözleflmelerinde bu yönde hüküm konulmas›na ba¤l›d›r. Yine, iflveren tek tarafl› irade beyan›yla taahhüt ederek iflçileri sisteme dahil edebilir. Çal›flanlara yönelik grup emeklilik sözleflmeleri de gönüllülük esas›na dayan›r. ‹flverenlerin grup emeklilik sözleflmesinden beklentisi, iflçileri iflyerine ba¤lamak, onlar›n verimini artt›rmakt›r. ‹flveren, sisteme dahil edece¤i iflçiler aras›nda eflitlik ilkesine ayk›r› ayr›m yapamaz. ‹flçi, sisteme dahil olmak istemiyorsa sistem d›fl› kalabilir. Sistemde yer alan kat›l›mc› her zaman birikimlerini alarak sistemden ayr›labilir (BEY m.19). ‹flyerinde çal›fl›rken ölen iflçinin (kat›l›mc›n›n) yasal mirasç›lar› veya lehdar› ya da sürekli ifl göremez duruma düflen iflçinin kendisi, bireysel emeklilik hesab›ndaki birikimlerinin kendisine ödenmesini isteyebilir. ‹flveren lehdar olamaz. ‹flveren, grup emeklilik sözleflmesi çerçevesinde tüm katk› pay›n› ödeyebilece¤i gibi, bir k›sm›n› da ödeyebilir. Bu, iflçilerle iflveren aras›nda yap›lacak anlaflmaya ba¤l›d›r. ‹flveren katk› pay›n› ödeyerek emeklilik sözleflmesine taraf olur. Emeklilik flirketi her kat›l›mc› için ayr› hesap açar. Grup emeklilik sözleflmesi, sözleflmenin taraf› iflveren bak›m›ndan ilk katk› paylar›n›n ve girifl aidat›n›n flirket hesab›na ödenmesiyle yürürlülü¤e girer. Ayr›ca emeklilik sistemi, her bir kat›l›mc› bak›m›ndan ilk katk› pay› ve girifl aidat›n›n flirket hesab›na girmesi ile yürürlülü¤e girer (BEY m.17). Grup emeklilik sözleflmesini iflveren feshedebilir ancak, ödemifl oldu¤u katk› paylar› ve birikimleri geri alamaz. Zira fonlar üzerinde iflveren tasarrufta bulunamaz. Ancak iflveren bir y›l geç- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 345 mifl olmas› kayd›yla birikimlerinin baflka bir flirkete aktar›lmas›n› veya emeklilik planlar›nda de¤ifliklik yap›lmas›n› isteyebilir. Ancak, kat›l›mc› iflçinin bireysel haklar› sakl› tutulmufltur (BEY m.23). Grup emeklilik sözleflmesinde kat›l›mc› iflçi aksi kararlaflt›r›lmad›kça birikimlerini baflka bir flirkete aktarabilir. Ancak iflverenle iflçi aras›nda yap›lacak sözleflme ile, iflçinin bu hakk›n› kullanmas›na s›n›rlama getirilebilir. Zira Yönetmelikte aksine hüküm getirilebilece¤i yaz›lm›flt›r (BEY m.24)25. VI. S‹STEM‹N ÖZELL‹KLER‹ Bireysel emeklilik sisteminin bafll›ca özellikleri flunlard›r. • Kamu emeklilik gelirine ilave olarak ikinci bir gelir vermeyi amaçlar. • Kamu emeklilik sistemini gönüllülük esas›yla tamamlayan bir yap›dad›r. • En az 10 y›l katk› ödeyerek ve 56 yafl›n› doldurarak emeklili¤e hak kazan›labilmektedir. Kat›l›mc› isterse birikimlerinin tamam›n› veya bir k›sm›n› toplu olarak alabilmektedir. • Kamu gözetimi ve denetimi alt›nda faaliyet göstermekte olup söz konusu faaliyetini, Özel Emeklilik fiirketleri ile gerçeklefltirir. • Emeklilik gelirinin miktar›, önceden belirlenerek ödenmifl katk› pay› tutar›na ve söz konusu tutarlar›n getirisine göre de¤iflmektedir. Kat›l›mc›lar kendileri ad›na aç›lan bireysel emeklilik hesaplar›na katk›da bulunmaktad›rlar. • Sisteme giren kat›l›mc›lara baz› vergi teflvikleri uygulanmaktad›r. Bu kapsamda ödenen katk› pay› tutarlar›n›n ayl›k brüt ücretin %10’una kadar olan k›sm›, y›ll›k brüt asgari ücretin toplam tutar›n› geçmemek kayd›yla vergi matrah›ndan indirilmektedir. Söz konusu oranlar Bakanlar Kurulu Karar›yla iki kat›na ç›kar›labilmektedir. • Birikimler emeklilik flirketlerinin sözleflme imzalad›klar› portföy yönetim flirketlerindeki portföy uzmanlar› taraf›ndan de¤erlendirilir. • Sistem fleffaf bir yap›da iflledi¤i için kat›l›mc›lar birikimlerinin durumunu günün her saatinde telefon, internet vb. araçlarla izleyebilmektedir. • Sistemdeki emeklilik yat›r›m fonu malvarl›klar› rehnedilememekte, teminat gösterilememekte, üçüncü flah›slara haczedilememekte ve iflas masas›na dahil olamamaktad›r. Kat›l›mc›lar›n birikimleri saklay›c› kuruluflta saklanmaktad›r. VII. S‹STEM‹N ‹fiLEY‹fi‹ Emeklilik sözleflmesi teklif formunu usulüne uygun olarak dolduran ve imzalayan kat›l›mc› taraf›ndan veya kat›l›mc›n›n nam ve hesab›na katk› pay›n›n veya girifl aidat›n›n bir k›sm›n›n veya tamam›n›n ödenmesi üzerine, flirket, teklifi, en geç on ifl günü içinde yaz›l› olarak reddetmezse, sözleflme kurulmufl say›l›r (BEY m.11/son). “fiirket emeklilik sözleflmesi kurulduktan sonra, katk› pay›n›n flirket hesaplar›na intikal etmesini takip eden en geç on befl ifl günü içinde haz›rlay›p imzalad›¤› emeklilik sözleflmesi metnini kat›l›mc›ya verir. Emeklilik sözleflmesi, katk› pay›n›n flirket hesaplar›na intikal etti¤i tarih itibar›yla yürür- 8 346 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” A. Cengiz KÖSEO⁄LU lü¤e girer. ‹lk emeklilik sözleflmesinde belirtilen yürürlük tarihi kat›l›mc›n›n bireysel emeklilik sistemine girifl tarihi say›l›r (BEY m.12). Emeklilik sözleflmesinin taraflar›, medeni haklar› kullanma ehliyetine sahip ve flirket nezdinde aç›lacak olan bireysel emeklilik hesab›na katk› yapan veya ad›na emeklilik flirketi nezdinde bireysel emeklilik hesab› aç›lan kat›l›mc› ile emeklilik flirketidir. Katk› pay›n›n belirli bir bölümünü veya tamam›n› ödemek suretiyle kat›l›mc› nam ve hesab›na emeklilik flirketi ile emeklilik sözleflmesi imzalayan kifliler, kat›l›mc› ile birlikte taraf s›fat›n› kazanmaktad›rlar. Kat›l›mc›n›n emeklilik sözleflmesi devam ederken vefat› halinde ödeme, Medeni Kanun hükümleri sakl› kalmak kayd›yla, kat›l›mc› taraf›ndan tayin edilen ve kimli¤i sözleflmede belirtilen lehdar veya lehdarlara ödemeler yap›lmaktad›r. Kat›l›mc›n›n vefat› halinde lehdar tayin edilmemifl veya lehdar tayini ifllemi sonradan iptal edilmiflse hak sahibi, kanuni mirasç›lar›d›r. Kat›l›mc› sözleflme süresi boyunca lehdar› de¤ifltirebilir veya lehdar tayin etme ifllemini iptal edebilir. Lehdar, emeklilik sözleflmesine taraf de¤ildir. Taraf s›fat›na sadece, kat›l›mc› veya onun ad›na hareket edenler ile emeklilik flirketidir. Sisteme giren kat›l›mc›, katk› pay› ödemesine ara verebilir. Bu durumda, ara verilen süre, emeklili¤e hak kazanmak için gereken 10 y›ll›k sürenin hesaplanmas›nda dikkate al›nmaz. Ancak kat›l›mc›, istemesi halinde, ara verilen döneme iliflkin katk› pay› miktar›n› daha sonra ödeyerek, aradaki süreyi 10 y›ll›k sürenin hesaplanmas›nda dikkate al›nmas›n› sa¤layabilir (BEY m.18). Kat›l›mc› isterse ve emeklilik sözleflmesinde aksine bir hüküm yoksa, belirlenmifl katk› pay› miktar›n›n üzerinde her zaman ödemede bulunabilir. Fazla ödemeler, geriye ve ileriye do¤ru bir y›ll›k döneme iliflkin katk› pay› olarak flirket taraf›ndan kabul edilebilmektedir26. Bireysel emeklilik sisteminde emeklili¤e hak kazanabilmek için en az 10 y›l sisteme katk› pay› ödemek ve 56 yafl›n› doldurmak gerekmektedir (4632 m.6; BEY m.25)27. Kat›l›mc›n›n ayn› veya farkl› emeklilik flirketlerinde birden fazla emeklilik hesab› bulunmas› durumunda birinden emeklili¤e hak kazanmas› yeterli olmaktad›r (BEY m.25). Kat›l›mc› emeklili¤e hak kazanmadan önce veya sürekli iflgöremezlik durumuna maruz kald›¤›nda bireysel emeklilik sisteminden birikimlerini alarak ç›kabilmektedir. Kat›l›mc›n›n sürekli iflgöremezlik nedeniyle sistemden ayr›labilmesi için ba¤l› bulundu¤u sosyal güvenlik kuruluflu mevzuat›na göre sürekli iflgöremezlik gelirine hak kazanm›fl oldu¤unun, kat›l›mc› her hangi bir sosyal güvenlik kurulufluna ba¤l› olmamas› durumunda ise, resmi sa¤l›k kurumlar› taraf›ndan verilecek bir rapor ile sürekli iflgöremezlik halinin tespit edilmesi gerekmektedir. Kat›l›mc›n›n ölmesi halinde, varsa lehdar›, yoksa kanuni mirasç›lar› kat›l›mc›n›n birikimlerinin kendilerine ödenmesini talep edebilir (4632 m.6; BEY m.19). Kat›l›mc› emeklili¤e hak kazand›¤›nda veya sürekli iflgöremezlik durumuna maruz kald›¤›nda birikimlerinin tamam›n›n %25’i istisna kalan miktar üzerinden %5 oran›nda stopaj kesintisi yap›lmaktad›r. Di¤er bir ifadeyle toplam birikimler üzerinden %3, 75 stopaj kesintisi yap›lmaktad›r. Emeklili¤e hak kazanmadan sistemden ayr›lmak isteyen kat›l›mc› 10 y›ll›k süreyi doldurmufl ancak 56 yafl›n› doldurmam›flsa, tüm birikimleri üzerinden %10, 10 y›ll›k süreyi doldurmadan sistemden ç›kmas› durumunda ise, tüm birikimleri üzerinden %15 oran›nda stopaj kesintisi ile karfl›laflmaktad›r28. Kat›l›mc› emeklili¤e hak kazand›¤›nda isterse birikimlerinin tamam›n› toplu olarak alabilece¤i gibi, isterse bir k›sm› toplu, kalan›n› veya birikimlerinin tamam›n› y›ll›k gelir sigortas› sözleflmesi yaparak 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 347 emekli maafl› fleklinde alabilecektir (4632 m.6; BEY m.26). Kat›l›mc›n›n bu yöndeki talebi 7 ifl günü içinde yerine getirilmek zorundad›r. Y›ll›k gelir sigortas›na göre belirlenecek emeklilik maafl›, ayl›k, üç ayl›k veya y›ll›k olarak ödenebilir. Bu hususlar emeklilik sözleflmesine göre tespit edilecektir. Kat›l›mc› katk› pay›n› emeklilik planlar›nda belirtilen emeklilik yat›r›m fonlar› aras›nda paylaflt›rabilmekte ve y›lda 4 defa de¤ifliklik yapabilecektir. Ayr›ca kat›l›mc› emeklilik plan›n› da y›lda 4 defa de¤ifltirebilmektedir (BEY m.20-21). Söz konusu de¤ifliklik haklar›, kat›l›mc›n›n uzun vadeli bireysel emeklilik sisteminde konjonktüre göre yat›r›m stratejilerini belirlemesi aç›s›ndan çok önem tafl›maktad›r. Emeklilik sözleflmesinin yürürlülük tarihinden itibaren bir y›l geçtikten sonra, kat›l›mc› isterse birikimlerinin tamam›n› hiçbir kesinti olmaks›z›n baflka bir emeklilik flirketine aktarabilmektedir (4632 m.5; BEY m.22). fiirket kat›l›mc›n›n bu talebini 7 gün içinde yerine getirmek zorundad›r. Aksi halde mütemerrid hale gelir ve temerrüd faizi, kat›l›mc›n›n dahil olaca¤› fonun son ayl›k getirisinin iki kat›ndan az olamaz. Bu aktarma hakk›n›n, flirketler aras›ndaki rekabeti, kat›l›mc›lar ad›na olumlu etkilemesi beklenmektedir. Aktar›ma konu olan kat›l›mc›n›n eski flirketteki bütün haklar› yeni emeklilik flirketinde aynen korunmaktad›r. Yeni flirkette emeklilik sözleflmesi de yenilenmektedir (4632 m.5; BEY m.22). VIII. S‹STEM‹N F‹NANSMANI Bireysel emeklilik sisteminde finansman kaynaklar›; kat›l›mc› taraf›ndan veya onun ad›na ödenen katk› pay› ödemelerinden, kat›l›mc› taraf›ndan karfl›lanan gider ödemelerinden ve yine kat›l›mc› taraf›ndan karfl›lanan gider kesintilerinden oluflmaktad›r. Bu sistemde mevcut kamu sosyal güvenlik kurumlar›nda oldu¤u gibi, katk› ödeyen aktif kat›l›mc›lar›n emeklilik ayl›¤› alan pasif kat›l›mc›lar› finanse etmesi söz konusu de¤ildir29. Bireysel emeklilikte katk› pay› ödemek sisteme kat›lan kat›l›mc› için bir zorunluluktur. Kat›l›mc›, emeklilik sözleflmesinde belirtilen esaslar dahilinde, flirket nezdinde aç›lacak bireysel emeklilik hesab›na katk› yapar. Kat›l›mc›n›n ödeyece¤i katk› miktar›, emeklilik sözleflmelerinde belirlenecektir. Kanunda bu konuda bir düzenleme yap›lmam›flt›r30. Ödenmesi gereken asgari katk› pay› tutar›, kat›l›mc›n›n tercih etti¤i emeklilik plan›n›n yönetim ve fon iflletim giderleri kesintilerini karfl›layacak flekilde belirlemesi gereken emeklilik flirketi, katk› paylar›n›, flirkete intikalini takip eden en geç ikinci ifl gününde yat›r›ma yönlendirmek zorundad›r. Bu yükümlülü¤ün süresi içerisinde yerine getirilmemesi halinde, kat›l›mc›n›n dahil olaca¤› fonun son ayl›k getirisinin iki kat› tutar›nda ayl›k gecikme cezas› uygulan›r ve bu tutar kat›l›mc›n›n hesab›na ilave edilir (4632 m.5). Katk› paylar›; sabit, kademeli ve endekslemeli bir flekilde belirlenebilmekte ve güncellenebilmektedir. Ancak katk› paylar› her halükarda maktu bir miktar olacakt›r. Enflasyon oran› düflünülerek belirli sürelerle artt›r›lmas› veya belirli göstergelere endekslenerek sürekli ayarlanmas› da söz konusu olabilecektir. Katk› paylar›n›n ödenmesi periyodu emeklilik planlar›na ve emeklilik sözleflmelerine göre ayl›k, üç ayl›k ve y›ll›k flekilde belirlenebilmektedir. Bu konuda da Kanunda bir düzenleme yap›lmam›flt›r. Yine, belirlenen periyotlar içinde katk› pay›n›n ödenmemesi halinde ortaya ç›kacak sonuçlarla ilgili de Kanunda bir düzenleme yoktur. Bu hususlar›n da emeklilik sözleflmesinde düzenlenmesi öngörülmüfltür. Sisteme ilk defa kat›lan veya yeni bir bireysel emeklilik hesab› açt›ran kat›l›mc›lardan bir defa- 8 348 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” A. Cengiz KÖSEO⁄LU ya mahsus olmak üzere girifl aidat› al›nabilmektedir. Sisteme yeni kat›l›mc› kazand›rabilmek için, reklam, ürün gelifltirme, alt yap› yat›r›mlar›, pazarlama vb. sebeplerle al›nabilen girifl aidat›, asgari ücretin ayl›k brüt tutar›n› geçememektedir. Emeklilik flirketi taraf›ndan ertelenebilen, taksitlendirilebilen hatta hiç al›nmayabilen girifl aidat›, kat›l›mc›n›n birikimlerini baflka bir emeklilik flirketine aktarmas› durumunda yeni emeklilik flirketi taraf›ndan al›namamaktad›r. Girifl aidat›n›n taksitlendirildi¤i durumlarda kat›l›mc› bireysel emeklilik sisteminden ayr›l›r ya da baflka bir emeklilik flirketine birikimlerini aktar›rsa, eski flirket girifl aidat›n›n ödenmemifl k›sm›n› kat›l›mc›n›n birikiminden indirebilmektedir (BEY m.27)31. Emeklilik flirketleri, kat›l›mc›n›n ödeyece¤i girifl aidat›n›n miktar›n› bütün reklam ve ilanlar›nda aç›k olarak belirtmek zorundad›r. Girifl aidat›n›n miktar›n›n belirlenmesinde, Bireysel Emeklilik Dan›flma Kurulunun da görüflü al›narak Hazine Müsteflarl›¤› taraf›ndan gerekli tedbirler al›nabilecektir (4632 m.7). Sisteme kat›lan kat›l›mc›n›n ödedi¤i katk› pay› tutar› üzerinden en çok %8 oran›nda yönetim gideri kesintisi yap›labilmektedir. Kat›l›mc›n›n katk› pay› ödemesine ara vermesi ya da yasal bildirimler d›fl›nda emeklilik sözleflmesinde tan›mlanm›fl özel hizmetleri almas› durumunda asgari ücretin % 25’i oran›ndaki miktarda fon adeti emeklilik flirketi taraf›ndan kat›l›mc›n›n bireysel emeklilik hesab›ndaki fon adetlerinden indirilebilmektedir (BEY m.27)32. Bireysel emeklilik sisteminde kat›l›mc›n›n ödedi¤i di¤er bir gider ödemesi fon iflletim kesintisidir. Fon iflletim gideri kesintisi, kat›l›mc›n›n emeklilik yat›r›m fonu net varl›k de¤eri üzerinden hesaplanan günlük azami yüz binde on oran›nda (yaklafl›k y›ll›k %3, 7) yap›lan bir kesintidir (BEY m.27). Fon portföyü, fonda yer alan nakit para ile para ve sermaye piyasas› araçlar›ndan meydana gelmektedir33. IX. EMEKL‹L‹K YATIRIM FONLARI Bireysel emeklilik sistemi, k›sa vadeli ve spekülatif bir tasarruf sistemi de¤ildir. Kat›l›mc›lar›n ödedi¤i katk›lar, emeklilik yat›r›m fonlar›n›n iç tüzüklerinde belirlenen esaslar dahilinde para ve sermaye piyasas› araçlar›na yat›r›lmaktad›r. Bu yolla emeklilik flirketleri, emeklilik fonlar›n›n uzun vadeli yap›s› ve fonlar›n büyüklü¤ü sayesinde piyasalara uzun vadeli fon ak›fl›n› sa¤layacakt›r. Bunun sonucunda, piyasalardaki k›sa vadeli spekülatif bask›lar azalacak, ulusal tasarruf e¤ilimi artacak, emeklili¤e yönelik tasarruflar›n mali sisteme akmas› ile kay›tl›l›k teflvik edilmifl olacak, sermaye piyasalar› derinleflecek ve vade yap›lar› uzam›fl olacakt›r34. Emeklilik yat›r›m fonu35, bireysel emeklilik flirketleri taraf›ndan, kat›l›mc›larca ödenen ve kat›l›mc›lar›n bireysel emeklilik hesaplar›nda izlenen katk› paylar›n›n de¤erlendirildi¤i mal varl›¤›ndan oluflur. Fon gelir getirici çeflitli sermaye piyasas› araçlar›ndan oluflan bir yat›r›m sepetidir. Fonun tüzel kiflili¤i yoktur. Fon Sermaye Piyasas› Kurulunun ‹zniyle Kurulur. Fon, yaln›zca bireysel emeklilik flirketleri taraf›ndan ve bireysel emeklilik sistemine dahil olanlar›n katk›lar›n› de¤erlendirmek için kurulur ve Kanunda belirtilen amaçlar d›fl›nda kullan›lamaz (4632 m.15; EFY m.5). Fon mal varl›¤› rehnedilemez, teminat gösterilemez ve 3. kiflilerce haczedilemez, iflas masas›na dahil edilemez. Fonlar›n içeri¤i, yerli ve yabanc› para ve menkul k›ymetler, alt›n hazine bonosu, tahvil vs. den oluflturulur. Kurulacak fonun bafllang›ç tutar› flirketin ödenmifl sermayesinin 1/20 sinden az olamaz (4632 m.16; EFY m.11). 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 349 Emeklilik yat›r›m fonlar›, BEDK taraf›ndan belirlenecek s›n›rlamalar dahilinde, riskin da¤›t›lmas› ve inançl› mülkiyet esaslar›na göre iflletilmesi kabul edilmifltir. Bir emeklilik flirketi, farkl› portföy yap›lar›na ve risk da¤›l›m›na sahip en az 3 fon kurmak zorundad›r (4632 m.17; EFY m.11). fiirket faaliyet ruhsat›n›n al›nd›¤› tarihten itibaren en geç üç ay içinde fon kurmak için SPK’ya baflvuruda bulunmazsa veya baflvurunun reddi halinde verilmifl olan kurulufl izni ve faaliyet ruhsat› kendili¤inden geçersiz hale gelir (EfiY m.10). Emeklilik yat›r›m fonlar›n›n oluflturulmas›, fon varl›klar› ve fonlardaki ifllemler, portföy yönetimi, katk› paylar›n›n de¤erlendirilmesi, birikimlerin baflka bir flirkete aktar›lmas› gibi ifllemler, SPK’n›n denetimine tabidir. Fon, bir iç tüzük haz›rlar. Fon, varl›klar› ayr› bir saklay›c› kuruluflta (Takasbank) saklan›r (EFY m.28). Bu fonlar yaln›zca bireysel emeklilik sistemine üye olanlara yönelik olacakt›r. Emeklilik yat›r›m fonlar›, portföy yöneticileri taraf›ndan yönetilir ( 4632 m.18). fiirket portföy yöneticilerinin fon yönetimi konusunda gerekli basireti ve özeni göstermemeleri halinde, BEDK, portföy yönetim sözleflmesini feshederek kurulca uygun görülecek bir baflka yöneticilerle portföy yönetim sözleflmesi imzalayacakt›r. Emeklilik yat›r›m fonlar› esas olarak süresiz olarak kurulmakla birlikte, bir baflka emeklilik fonu ile birlefltirilebilir. Bireysel emeklilik flirketinin faaliyetlerini sürdüremeyecek hale gelmesi durumunda ise baflka bir flirkete devredilebilecektir. X. S‹STEM‹N GÜVENCES‹ VE DENET‹M‹ Bireysel emeklilik sisteminde kat›l›mc›lara ödedikleri katk› paylar›n›n getirisi için her hangi bir garanti verilmemekle beraber kat›l›mc›lar›n birikimlerine iliflkin baz› güvenceler mevzuatta düzenlenmifltir. Buna göre, bireysel emeklilik sisteminde kat›l›mc›lar›n katk› paylar›n›n de¤erlendirildi¤i emeklilik yat›r›m fonlar›n›n mal varl›¤›, emeklilik flirketinin 4632 say›l› Kanun, emeklilik sözleflmesi, fon iç tüzü¤ü ve ilgili di¤er mevzuattan do¤an yükümlülüklerin yerine getirilmesi d›fl›nda hiçbir amaçla kullan›lamamaktad›r. Emeklilik yat›r›m fonlar›n›n malvarl›¤› rehnedilememekte, teminat gösterilememekte, üçüncü flah›slar taraf›ndan haczedilememekte ve iflas masas›na dahil edilememektedir (EFY m.17). Emeklilik yat›r›m fonundaki varl›klar, emeklilik yat›r›m fonu ad›na saklay›c› kuruluflta saklanmaktad›r. Türkiye’de para ve sermaye piyasas› araçlar› Takasbank’ta saklanmaktad›r. Bunun d›fl›nda kalan para ve sermaye piyasas› araçlar›n›n saklanmas› konusunda emeklilik flirketi SPK taraf›ndan uygun görülen ve Takasbank’a gerekli bilgileri aktarma konusunda olanak tan›yan baflka saklay›c› kuruluflta saklama hizmeti alabilmektedir (EFY m.28). Emeklilik yat›r›m fondaki varl›klar›n emeklilik flirketlerinin varl›klar›ndan ayr› olarak saklay›c› kuruluflta saklanmas› sayesinde kat›l›mc›lar›n birikimleri, emeklilik flirketinin varl›klar›ndan ayr› olarak güvence alt›na al›nm›fl olmaktad›r. Emeklilik flirketlerinin birleflmesi, devredilmesi, kapanmas›, iflas etmesi vb. durumlarda kat›l›mc›lar›n birikimleri saklay›c› kuruluflta sakland›¤› için güvence alt›na al›nm›fl olmaktad›r36. Bu güvenceler d›fl›nda bireysel emeklilik sisteminde kapsaml› bir denetim mekanizmas› vard›r. Denetim, iç ve d›fl denetim olmak üzere iki aflamada gerçekleflmektedir. Bu kapsamda, Hazine Müsteflarl›¤›, SPK, Emeklilik Gözetim Merkezi (EGM) taraf›ndan yap›lan denetimlerin yan› s›ra, Aktüeryal Denetim, Ba¤›ms›z D›fl Denetim, ‹ç Kontrol Sistemi ve ‹ç Denetim olmak üzere alt› farkl› denetim faaliyeti yap›lmaktad›r. 8 350 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” A. Cengiz KÖSEO⁄LU Hazine Müsteflarl›¤› ve BEDK taraf›ndan emeklilik flirketlerinin emeklilik ve sigortac›l›k faaliyetleri y›lda bir defa, ola¤an olarak ve gerekli görüldü¤ünde her zaman ola¤an d›fl› olarak denetlenmektedir (4632 m.20; EfiY m.27). Bireysel emeklilik flirketlerinin, emeklilik ve sigortac›l›k faaliyetleri Müsteflarl›k; fonlar, portföy yöneticileri ve saklay›c›lara ait hesap ve ifllemler ise BEDK taraf›ndan denetlenmektedir. Emeklilik flirketlerinin, emeklilik yat›r›m fonlar›, portföy yöneticilerinin ve saklay›c› kurulufllar›n›n faaliyetleri y›lda en az bir kez SPK taraf›ndan denetlenmektedir (4632 m.20). Emeklilik yat›r›m fonlar›n›n kuruluflunda itibaren; organizasyon yap›s›, iç denetim ve ba¤›ms›z denetim, muhasebe, belge ve kay›t düzeni, kat›l›mc›lar›n bilgilendirilmesine iliflkin esaslar, fon türlerine ve portföy s›n›rlamalar›na iliflkin ilkeler, fon portföyündeki varl›klar›n de¤erlendirilmesine ve saklanmas›na iliflkin hususlar, fonlar›n birlefltirilmesine ve devrine yönelik esaslar SPK taraf›ndan düzenlenmektedir37. Bireysel emeklilik sisteminin güvenli ve etkin bir flekilde iflletilmesini sa¤lamak, kat›l›mc›lar›n hak ve ç›karlar›n› korumak amac›yla emeklilik gözetim merkezi (EGM) taraf›ndan, günlük gözetim ve denetim yap›lmaktad›r. Hazine müsteflarl›¤› taraf›ndan görevlendirilmifl EGM, bireysel emeklilik flirketleri taraf›ndan ortaklafla kurulan ve idare edilen bir denetim merkezidir (EfiY m.29). Yukar›da bahsedilen denetim mekanizmalar› d›fl›nda, emeklilik flirketlerinin mali yönden ba¤›ms›z d›fl denetimi, ba¤›ms›z denetleme kurulufllar› taraf›ndan y›lda en az bir kez yap›lmaktad›r. Bu denetimin y›lda bir kez yap›lmas› zorunludur (4632 m.21; EfiY m.30). Emeklilik flirketinin yapaca¤› ba¤›ms›z d›fl denetlemenin yaz›l› bir denetim sözleflmesine ba¤lanmas› ve sözleflme örne¤inin emeklilik flirketi taraf›ndan Hazine Müsteflarl›¤›’na gönderilmesi gerekmektedir. Denetleme sonunda düzenlenen y›ll›k denetleme raporu ve özeti, denetlenen emeklilik flirketinin yönetim kuruluna teslim edilmektedir. Hazine müsteflarl›¤› gerekli görürse, raporlar›n gazetede yay›nlanmas›na karar verebilir. D›fl denetimin ikinci yönü fonlar›n denetimiyle ilgilidir. Emeklilik fonlar›n›n hesap ve ifllemleri üçer ayl›k dönemler itibariyle d›fl denetime tabidir. Emeklilik flirketlerinin emeklilik ve sigortac›l›k faaliyetleri her y›l›n sonunda bir aktüer taraf›ndan aktüeryal denetime tabi olmaktad›r. Söz konusu denetim, emeklilik flirketinin faaliyet gösterdi¤i tüm branfllar› kapsayacak flekilde branfl baz›nda yap›lacak teknik analizleri içermektedir. Aktueryal denetim sonunda haz›rlanacak raporun Hazine Müsteflarl›¤›’na gönderilmesi gerekmektedir (EfiY m.28). Emeklilik flirketinin iç denetim mekanizmas› da bulunmaktad›r. Emeklilik flirketinin, mesleki deneyim süresi hariç olmak kayd›yla emeklilik yat›r›m fonlar›nda fon denetçisi olmak için gereken niteliklere sahip en az bir iç denetçi atamas› gerekmektedir. (EfiY m.31). XI. B‹REYSEL EMEKL‹L‹K S‹STEM‹NE SA⁄LANAN VERG‹ AVANTAJLARI Gönüllü kat›l›m›n esas oldu¤u bireysel emeklilik sisteminin baflar›l› olabilmesi için vergi avantajlar› desteklenmesi gerekmektedir. Sa¤lanacak vergi avantaj› ile sisteme kat›l›m aras›nda do¤rusal bir iliflki oldu¤u kabul edilmifl ve ne kadar çok vergi avantaj› sa¤lan›rsa, sisteme kat›l›m›n da o kadar fazla olaca¤› ileri sürülmüfltür38. Bireysel emeklilik sistemine vergi avantaj› sa¤lamaya yönelik düzenleme, 4697 say›l› “Baz› 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 351 vergi kanunlar›nda De¤ifliklik Yap›lmas› Hakk›nda Kanun” ile gerçeklefltirilmifltir39. 4697 say›l› Kanunla, Gelir, Kurumlar Katma De¤er, Damga ve Gider Vergileri Kanunlar›nda de¤ifliklikler yap›lm›fl, bu de¤iflikliklerle, sistemin do¤rudan ilgili taraflar› olan kat›l›mc›ya, iflverenine ve bireysel emeklilik flirketlerine yönelik vergi avantajlar› sa¤lanm›flt›r. Sa¤lanan avantajlar kat›l›mc› ve iflveren taraf›ndan ödenecek katk›lar, sistemden sa¤lanacak gelir ve ayl›klar, oluflturulan emeklilik fonlar›n›n de¤erlendirilmesi ve nihayet sistemle ilgili ifllemlere yönelik avantajlar olmufltur. Yukar›da an›lan Kanun uyar›nca, iflverenlerin çal›flt›rd›klar› ücretliler için BEfi’lere ödedikleri katk› paylar›, ticari kazançlar›n hesab›nda gider kaydedilebilecektir. (4697 m.4). Ancak, iflverenin ve ücretlinin gider kaydedilecek katk› tutar› toplam›, katk› paylar›n›n ödendi¤i ayda elde edilen ücretinin %10’unu, y›ll›k olarak da asgari ücretinin y›ll›k tutar›n› geçemeyecektir40. Bakanlar Kurulu, gider kaydedilebilecek tutar toplam›n› %20’ye ve asgari ücretin iki kat›na ç›karmaya yetkili k›l›nm›flt›r. Bu indirim, yaln›zca BEfi ile s›n›rl› tutulmam›fl, merkezi Türkiye’de bulunan bir sigorta flirketi ile akdedilmifl olmak flart›yla, kat›l›mc›n›n kendisi, efl ve çocuklar› için ödenecek hayat, ölüm, kaza, hastal›k, sakatl›k, anal›k, do¤um ve tahsil gibi flah›s sigorta primleri de vergilendirilecek ücretten indirilebilme imkan› getirilmifltir. Ücretliler için sa¤lanan bu indirim, gelirlerini y›ll›k beyanname ile beyan edenler için de sa¤lanm›flt›r. Nitekim, mükelleflerin kendileri, efl ve çocuklar› için ödemifl olduklar› flah›s sigorta primleri ve BEfi katk› paylar›, beyan ettikleri y›ll›k kazançtan indirilebilecektir (4697 m.7). Bu gruptakiler için sa¤lanan indirim tutarlar› da beyan edilen gelirin %10’u ile s›n›rl› olup, asgari ücretin bir y›ll›k tutar›n› aflamayacakt›r. Bireysel emeklilik sistemine 10 y›l katk› pay› ödeyerek emeklilik hakk› kazananlarla, 10 y›l süreyle katk› pay› ödemeden ayr›lanlar ve vefat, maluliyet veya tasfiye gibi zorunlu sebeplerle sistem d›fl›na ç›kanlara yap›lan ödemeler menkul sermaye irad› kabul edilmifl ve belirli esaslarda gelir vergisine tabi tutulmufltur. (4697 m.5 ve m.6). Öte yandan, BES’den elde edilen gelirler beyan edilmeyecektir (4697 m.6). Bu gelirler beyana tabi olmad›¤› için stopaj yoluyla ödenen vergi nihai vergi olacakt›r. Öte yandan, 4697 say›l› Kanunla, Kurumlar Vergisi Kanununda yap›lan de¤ifliklikle, Emeklilik Yat›r›m Fonlar›n›n kazançlar›, hem Kurumlar Vergisinden müstesna tutulmufl, hem de gelir vergisi stopaj› d›fl›nda tutularak ciddi bir vergi avantaj› sa¤lanm›flt›r (4697 m.9). Bu düzenlemeler birlikte de¤erlendirildi¤inde, bireysel emeklilik sisteminin baflar›l› olabilmesi için önemli vergi avantajlar› sa¤lanm›flt›r denilebilir. Özellikle, vergi avantajlar› ile ilgili s›n›rlar›n Bakanlar Kurulu kararlar› ile yükseltilebilecek olmas›, e¤er bir yetersizlik söz konusu olursa, bunun afl›lmas› için bir f›rsat olabilecektir. Bu noktada, özel sigortalara bu çerçevede bireysel emeklilik sistemine sa¤lanan vergi avantajlar› ile ilgili genel bir elefltiri gündeme gelmektedir. E¤er sistem, yaln›zca yüksek gelir gruplar›n› kapsama al›rsa, sa¤lanan vergi avantajlar›, düflük gelirlilerden yüksek gelirlilere do¤ru bir gelir transferine yol açabilecektir. Bu da sosyal aç›dan arzu edilen bir sonuç de¤ildir. 8 352 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” A. Cengiz KÖSEO⁄LU SONUÇ Kamu emeklilik programlar›n›n karfl›laflt›klar› demografik ve ekonomik sorunlar nedeniyle, emeklilik maafl› standartlar›n›n düfltü¤ü görülmektedir. Mümkün oldu¤unca herkese asgari düzeyde dahi olsa gelir vermeyi amaçlayan kamu emeklilik programlar›, bireylerin emeklilik dönemlerindeki yaflamlar›nda meydana gelen standart düflüklü¤ünün afl›labilmesi için özel emeklilik programlar› ile desteklenmeye bafllanm›fl ve uygulama yayg›nlaflm›flt›r. Ülkemizde de emeklilik gelirlerinin düflüklü¤ü ve sosyal güvenlik sistemimizin içinde bulundu¤u mali sorunlar, ilave emeklilik geliri teminini ve bu amaçla yeni bir emeklilik geliri kayna¤›n›n oluflturulmas› bir zorunluluk haline gelmifltir. 4632 say›l› Kanunla getirilen bireysel emeklilik sistemi, bütün olarak de¤erlendirildi¤inde flu sonuçlara ulaflmak mümkündür. Öncelikle belirtmek gerekir ki; bireysel emeklilik sistemi, çok ayakl› sosyal güvenlik sistemi modeli içerisinde üçüncü aya¤› oluflturmaktad›r. Sistem gönüllü kat›lama dayanmaktad›r. Sistem bireysel tasarruf sa¤lama fonksiyonunu ön plana ç›kartmaktad›r. Bu durumda mevcut sosyal sigorta kurumlar›, SSK, Ba¤-Kur ve Emekli Sand›¤› birinci ayak sosyal güvenlik kurumlar›n› oluflturur. Bireysel emeklilik sistemi üçüncü ayak sosyal güvenlik kurumudur. Sigorta fonksiyonuna a¤›rl›k veren ikinci ayak bofllukta kalacakt›r. Bu nedenle bireysel emeklilik sistemi halen mevcut olan hayat sigortalar›n›n alternatifi olarak görülecek, bu durum sistemin geliflmesinde engel teflkil edecektir41. Bireysel emeklilik sisteminde kat›l›m›n gönüllülük esas›na göre düzenlenmifl olmas›, ülkemizde yaflanm›fl olan özel sigorta tecrübesinden hareketle kat›l›m›n çok s›n›rl› olaca¤› izlenimini uyand›rmaktad›r. Kat›l›m›n s›n›rl› olmas›, sistemden beklenen amaçlar›n gerçekleflmesine imkan vermeyecektir. Gönüllü kat›l›m›n benimsenmifl olmas› nedeniyle, sisteme grup olarak kat›l›mlar›, özellikle iflverenlerin iflçileri için katk› pay› ödeme ihtimalini güçlefltirmektedir. Sistem düzenlenirken, birinci ayakta yer alan zorunlu sosyal güvenlik kurumlar›yla iliflkilendirilmeli ve sisteme kat›lacaklar, özellikle iflverenler, teflvik edilmeli idi. Bu amaçla, birinci ayak sosyal güvenlik kurumlar›na ödenecek sigortal› ve iflveren primlerinin indirilmesi, bu sistem aç›s›ndan yararl› olacak, primler indirildi¤inden uzun dönemde birinci ayak sosyal güvenlik kurumlar›ndan sa¤lanacak ayl›k ve gelirlerindeki düflme de bireysel emeklilik sistemine girmeyi zorunlu k›lacak ikinci bir sebep olabilecekti. Sisteminin geliflmesindeki en önemli engellerden birisi de, tekelleflme tehlikesidir. Emeklilik kurumlar›n›n faaliyetlerini düzenlemek için çok say›da kurul ve s›n›rlama getirilmifltir. Kat›l›mc›lar›n menfaatini korumak bak›m›nda olumlu gibi görülen bu düzenlemeler, sistemde tekelleflmeye gidilmesine yol açabilecektir. Nitekim, bireysel emeklilik flirketlerinin en az 100 bin kat›l›mc›ya hizmet verebilecek bir alt yap›y› oluflturmalar› istenirken, kat›l›mc› say›s› bak›m›ndan her hangi bir üst s›n›r getirilmemifltir. Bu durum, sistemin ilk kurulufl y›llar›nda baz› bireysel emeklilik flirketlerinin kat›l›mc› say›s›n›n önemli bir k›sm›n› bünyelerine almalar› sonucuna yol açabilecektir.Türkiye’de bu geliflme cep telefonu sektöründe çok belirgin bir flekilde yafland›. Sistemde arzu edilen rekabet ortam› sa¤lanamad›. Sistemin baflar›l› olabilmesi için rekabet ortam›n›n sa¤lanmas› çok önemlidir. Bu nedenle rekabeti ve sisteme yeni flirketlerin girmesini temin etmek için bireysel emeklilik flirketlerinin dengeli geliflmelerinin tedbirlerinin al›nmas› gerekirdi42. Kat›l›mc›lar›n emeklilik sözleflmesini imzalad›ktan sonra, isteklerine ba¤l› olarak birikimlerini bir baflka flirkete aktarabilmeleri, sistemin özüne uygun ve yerinde bir uygulamad›r. Ancak bu uygu- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 353 lama istikrars›zl›¤a yol açabilecek niteliktedir. Bu nedenle bu aktar›m›n daha uzun bir sürede gerçeklefltirilmesi uygun olurdu. Örne¤in, aktar›m›n takvim y›l›na ba¤l› olarak mümkün olmas› BEfi’lere daha sa¤l›kl› plan yapma ve gelecek dönemlerde ilgili faaliyetlerinde daha sa¤l›kl› çal›flmalar›na imkan verecektir. Yine, sistem emeklilik flirketleri aras›nda yo¤un bir rekabetin yaflanmas›na yol açacak, bunun sonucu olarak da, pazarlama, reklam ve ilan masraflar› artacak, giderler kat›l›mc› taraf›ndan ödenecek katk› paylar› veya kesintilerle karfl›lanaca¤› için, kat›l›mc›lar aç›s›ndan ciddi bir yük olarak görülebilecek ve sistemden uzak durmalar›na yol açabilecektir. Sistem, sosyal güvenlik sisteminin bir aya¤› olarak düzenlenmesine karfl›n, ekonomik yönüne a¤›rl›k veren bir iflleyifl ve kurumsal yap›lanmaya gidilmifltir. Ayr›ca sistem düzenlenirken sosyal taraflar›n sisteme kat›l›m›n› öngören düzenlemeler yap›lmam›flt›r. BEDK’da Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›na yer verilmesi ise, isabetli ancak yetersizdir. Oysa sistem düzenlenirken meslek odalar› ve sendikalar gibi sosyal taraflar›n sistem içerine al›nmas› yerinde olurdu. Örne¤in, meslek odalar› kendi mensuplar›, sendikalar da kendi üyeleri için bireysel emeklilik sözleflmelerinin yap›lmas›nda arac›l›k faaliyetinde bulunma potansiyeline sahip kurulufllard›r. Bir meslek odas›, bir emeklilik flirketi ile kendi mensuplar› için daha iyi avantajlar sa¤layan bir emeklilik sözleflmesinin yap›lmas›na arac›l›k edebilece¤i gibi, sendikalar da toplu ifl sözleflmesi görüflmelerinde iflverenleri sisteme prim ödemeye teflvik edici hükümleri gündeme getirebilecektir. 4697 say›l› Kanununla getirilen vergi avantajlar›n›n nispeten düflük ve emeklilik yafl s›n›r›n›n da 56 yafl gibi oldukça yüksek tutulmufl olmas›, sisteme olan ilgiyi azaltacakt›r43. 4632 say›l› Kanunun pek çok konunun düzenlenmesini yönetmeliklere havale etmesi de ayr› bir elefltiri konusudur ve sisteme olan güveni sarsabilecektir. Sisteme kat›l›m›n artt›r›lmas› için tasfiye edilme sürecinde olan zorunlu tasarruf fonlar›, bireysel emeklilik sisteminin kapsam›n›n geniflletilmesinde kullan›labilirdi44. Sonuç olarak sistemin sa¤l›kl› iflleyebilmesi sisteme duyulan güvenle do¤rudan alakal›d›r. Bunun sa¤lanmas› da bireysel emeklilik flirketlerinin görevidir. Tan›t›m, etkili reklam ve bireylerin bilgilendirilmesi sisteme ilgiyi artt›racakt›r. Sosyal güvenli¤in bireysel emeklilik flirketleri taraf›ndan sa¤lanmas›, yönetim maliyetlerini artt›rabilecektir. Bireyler firma seçiminde yanl›fll›klar yaparak zarara u¤rayabilir. Bireysel emeklilik sistemi uygulamas›nda iflçi ve iflverenler anlaflarak, zorunlu sigortadan kaçarak, bireysel emeklilik sistemine girebilecek ve kaçak iflçilik oran› artabilecektir. 8 354 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” A. Cengiz KÖSEO⁄LU D‹PNOTLAR 1 Kadir Ar›c›, Sosyal Güvenlik Dersleri, Ankara 1999, 3; Ali Güzel, Ali R›za Okur, Sosyal Güvenlik Hukuku, ‹stanbul 2004, 2; Ali Çubuk, Soysal Politika-Sosyal Güvenlik- Sosyal Sigorta ve ‹fl Hukuku, Ankara, 1975, 95; Ali Çubuk, Sosyal Güvenlik ve Sosyal Güvenlik Kurumlar›, Ankara 1982, 4; Sosyal Güvenli¤in tan›mlar›yla ilgili olarak bkz. A.Can Tuncay, Ömer Ekmekçi, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, ‹stanbul 2005, 3 vd.; Sait Dilik, Sosyal Güvenlik, Ankara 1991, 1 vd. 2 Yusuf Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m: Bireysel Emeklilik”, Çimento ‹flveren, Mart 2002, 13. 3 Suat U¤ur, Sosyal Güvenlik Sistemlerinde Özel meklilik Programlar›n›n Yeri ve Geliflimi, Ankara 2004, 154; Tuncay, Ekmekci, 404; Nam›k Do¤analp, “Tasarruflar›n Bireysel Emeklilik Sistemine Yönelmesi, Kalk›nma Aç›s›ndan Çok Önemlidir”, ‹flveren D., Aral›k 2001, (Çevirimiçi), http://www.tisk.org.tr/ isveren_sayfa.asp?yazi_id=422&id=25,_14.04.2005; A.Tuncay Teksöz, “Sosyal Güvenlik Sisteminde Reform”, ‹flveren D., Aral›k 2004, (Çevirimiçi) http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=719, 14.04.2005; Hanefi Bafl, “Bireysel Emeklilik Ne Getirecek”, http://www.isguc.org/bireysel_emeklilik.php 3.2.2005. 4 Ali Haydar Elveren, “Bireysel Emeklilik Sisteminin Makro Ekonomik Etkileri”, ‹flveren D., May›s 2003, 23; Do¤an Cans›zlar, “Bireysel Emeklilik Sistemi ve Emeklilik Yat›r›m Fonlar›”, ‹flveren D., Kas›m 2003, 6; Güzel/Okur, 611; U¤ur, Özel Emeklilik Programlar›, 154. 5 Sosyal güvenlik sistemlerinin bu üç temel fonksiyonu tek ayakl› bir yap› ile gerçeklefltirilmesinin mümkün olmayaca¤› düflüncesi, çok ayakl› sosyal güvenlik sistemlerinin oluflturulmas› sonucunu do¤urmufltur. Bkz. Can Tuncay, Yusuf Alper, Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yeniden Yap›lanma, TÜS‹AD, Ekim 1997, 47; http://www.kocportfoy.com.tr/ind_ret_funds/about.asp#4. 2.3.2005; Çok ayakl› bir sistemde birinci ayak; gelirin yeniden da¤›l›m› fonksiyonuna a¤›rl›k veren, fertlere yaflad›klar› toplumun bir üyesi olarak insan haysiyetine yarafl›r bir asgari hayat seviyesini garanti etmeyi amaçlayan, kamu taraf›ndan oluflturulan ve zorunlu kat›l›m›n esas oldu¤u sosyal güvenlik kurumlar›ndan oluflur. Bkz. Tuncay, Alper, 47-48; Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 13; Birinci ayak sosyal güvenlik kurumlar›n›n oluflturulmas›, sosyal devlet olman›n önemli unsurlar›ndan biri olarak kabul edilir. ‹kinci ayak, kamu ve özel sektör inisiyatifiyle oluflturulan, zorunlu veya gönüllü kat›l›m›n söz konusu olabildi¤i, ço¤unlukla iflyeri veya sektör bazl›, sigorta ve tasarruf fonksiyonunu yerine getirmeye yönelik olarak oluflturulan sosyal güvenlik kurumlar›ndan oluflur. Bkz. Tuncay, Alper, 48; Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 13-14; Birinci ayak sosyal güvenlik kurumlar›n›n sa¤lad›¤› garantinin üzerine ç›kmak ve/veya bu kurumlar›n boflluklar›n› gidermeyi amaçlar. Üçüncü ayak sosyal güvenlik kurumlar› ise, gönüllü kat›l›m esas›n›n geçerli oldu¤u ve tamamen özel sektör inisiyatifiyle oluflturulan, fon esas›na göre çal›flan sistemin tasarruf sa¤lama fonksiyonunun öne ç›kt›¤› kurumlard›r. Bkz. Tuncay, Alper, 48; Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 14; Burada amaç, daha yüksek bir hayat standard› temin ve devam ettirmektir. E¤er oluflturulan sistemde, zorunlu kat›l›m esas al›nm›fl, yönetimde kamu müdahalesi var ve sistemin finansman›na ifltirakçi d›fl›nda da kat›l›m söz konusu ise, daha çok ikinci ayak anlay›fl›yla oluflturulmufl bir sistemden bahsedilebilir. Gönüllü kat›l›m›n esas oldu¤u, özel sektör inisiyatifinde oluflturulmufl kurumlar›n faaliyet gösterdi¤i, tamamen fon esas›na göre çal›flan kurumlar söz konusu ise, sistemin üçüncü ayakta yer ald›¤› söylenebilir. Ancak genelde, sosyal güvenlik sistemlerinin karmafl›k bir yap›da oldu¤u ve hangi ayakta oldu¤u kolay tespit edilemeyen sistemlerin ortaya ç›kt›¤› görülmektedir. Bkz. Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 14. 6 Güzel, Okur, 611; Geliflmifl Ülkelerin durumuna iliflkin genifl bilgi için bkz. Tuncay, Alper, 50 vd. 7 Suat U¤ur, “Hukuki Aç›dan Bireysel Emeklilik Sistemi”, LEGAL ‹fl Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, Y.2004, C.1, S.2, 512-513. 8 Latin Amerika ve fiili modelleri için bkz. Abdulhalim Çelik, Küreselleflme Sürecinde Sosyal Güvenlik Sistemlerinin Dönüflümü ve Türkiye, Ankara 2002, 104 vd.; A.Can Tuncay, “Bireysel Emeklilik Rejimi Üzerine”, Çimento ‹flveren, Mart 2002, 5 vd.; Abdullah Sertkaya, “Sosyal Güvenlikte fiili Modeli”, Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Dergisi, Y.2, S.2, Ocak-Mart 1999, 59 vd; Tuncay, Alper, 56 vd.; At›f Özgen, “Sosyal Güvenlik Sisteminde Yeni Aray›fllar ve 2000 Y›l›nda Sistemin Karfl›laflabilece¤i Sorunlar”, Sosyal Güvenlik Dünyas› Dergisi, Y.2, S.7-8, fiubat-Haziran 2000, 100 vd. 9 Genifl bilgi için bkz. U¤ur, Özel Emeklilik Programlar›, 146 vd. 10 Gökhan Dereli, “Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yat›r›m Sistemi Kanunu Çerçeve Kanun Olarak ‹yi Kurgulanm›fl Bir Düzenlemedir”, ‹flveren D., Kas›m 2003, 12; Ülkemizde, çok ayakl› sosyal güvenlik sistemi oluflturma düflüncesi yeni de¤ildir. Çeflitli dönemlerde birinci ayak sosyal güvenlik sistemini tamamlayan, ilave nitelikli sosyal güvenlik sistemlerinin oluflturulmas› görüflleri çok s›k gündeme getirilmifl, kalk›nma planlar› ve hükümet programlar›nda konu ele al›nm›flt›r. Bu amaçla kamuda çal›flan memurlar 1971 y›l›nda uygulama konulan Memur Yard›mlaflma Kurumu (MEYAK), iflçiler oluflturulmas› düflünülen ‹flçi Yard›mlaflma Kurumu (‹YAK), ikinci ayak sosyal güvenlik kurumlar› olarak düflünülmüfltür. Bu konuda en kapsaml› düzenleme 1961 y›l›nda askeri personel için oluflturulan Ordu Yard›mlaflma Kurumu (OYAK) olmufltur. 1986 y›l›nda uygulamaya konulan Zorunlu Tasarruf uygulamas›nda da bir sosyal güvenlik sistemi oluflturma düflünce hakim olmufltur. DPT'nin haz›rlam›fl oldu¤u 5 y›ll›k kalk›nma planlar›nda da tamamlay›c› sosyal güvenlik kurumu olarak ikinci ayak sosyal güvenlik kurumlar›n›n oluflturulmas› düflüncesine yer verilmifltir. Bkz. Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 14-15. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 355 11 RG. 7.3.2001 24366; Yasa tasar›s›n›n de¤erlendirilmesi ve elefltiriler için bkz. Ali Naz›m Sözer, “Son De¤ifliklikler ve Emeklilik Sorunu”, Türk Sosyal Güvenlik Hukukunda Sorunlar ve Çözüm Önerileri, ‹stanbul 2001, 48 vd.; Tuncay, Bireysel Emeklilik, 12 vd. 12 Emeklilik fiirketleri Kurulufl ve Çal›flma Esaslar› Hakk›nda Yönetmelik (EfiY) (RG., 28.02.2002, 24681); Bireysel Emeklilik Sistemi Hakk›nda Yönetmelik (BEY) (RG., 28.02.2002, 24681); Bireysel Emeklilik Arac›lar› Hakk›nda Yönetmelik (BEAY) (RG., 03.03.2004 25391); Emeklilik Yat›r›m Fonlar›n›n Kurulufl ve Faaliyetlerine ‹liflkin Esaslar Hakk›nda Yönetmelik (EFY) (RG., 28.02.2002 24681). 13 Bireysel Emeklilik Dan›flma Kurulunun Çal›flma Esas ve Usulleri Hakk›nda Yönetmelik (RG., 31.10.2001 24569). 14 ‹brahim Halil Çanakç›, “Emeklilik Fonlar› Piyasalara Uzun Vadeli Bir Fon Ak›fl› Sa¤layacakt›r”, ‹flveren D., Kas›m 2003, 1-2. 15 Bireysel emeklilik flirketleri hayat ve kaza sigorta branfllar›nda da faaliyet gösterebilirler. 16 Faaliyet ruhsat› alm›fl olan flirket 3 ay içerisinde Sigorta Murakabe Kanunun 36. maddesi uyar›nca kurulmufl olan Türkiye Sigorta ve Reasürans fiirketleri Birli¤ine üyelik baflvurusu yapmak zorundad›r (Kurulufl ve Çal›flma Yön. M.33). 17 Ayr›nt›l› bilgi için bkz. Zerrin Yöney F›rat, “Yeni Bir Meslek: Bireysel Emeklilik Arac›lar›”, http://www.isguc.org/arc_view.php?ex=216.2.3.2005; U¤ur, Özel Emeklilik Programlar›, 188 vd; Cans›zlar, Bireysel Emeklilik Sistemi ve Emeklilik Yat›r›m Fonlar›, 5. 18 U¤ur, Hukuki Aç›dan Bireysel Emeklilik, 516; Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 17; Kadir Ar›c›, ‹flveren dergisi, Aral›k 2001, “Sosyal Güvenlik Sistemimizin ‹çin Yeni Bir Tecrübe: Özel Emeklilik Fonlar›”, (Çevirimiçi) http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=423&id=25, 14.04.2005; Elveren, 23; Sistemden beklenen ekonomik amaçlar belirtilirken, sistem sayesinde baz› ülkelerde yarat›lan fonlar›n ulaflt›¤› büyüklüklerden bahsedilmifltir. 1996 y›l› itibariyle, sistem sayesinde yarat›lan fon, ‹ngiltere'de GSY‹H'n›n %74.7'sine, ABD'de %58.2 sine, Hollanda'da %87.3 üne, Japonya'da ise %41.8'ine ulaflm›flt›r. Türkiye'de ise, orta vadede GSMH'nin %5-10 una ulaflaca¤› tahmin edilmektedir. Sistemle do¤rudan ilgili kesimlerin konu ile ilgili çal›flmalar›nda gelecek 10 y›ll›k dönemde 2.8 milyon kat›l›mc› say›s›na ulafl›laca¤› tahmin edilmektedir. Bu mevcut birinci ayak sigortal›lar›n %25 ine denk gelen ciddi bir rakamd›r. Bkz. Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 18. 19 Ar›c›, (Çevirimiçi) http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=423&id=25, 14.04.2005. 20 Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 18. 21 Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 19. 22 Emeklilik sözleflmesi kat›l›mc›n›n sisteme girmesine, sistemden ayr›lmas›na, emekli olmas›na, katk›lar›n ödenmesine, bu katk›lar›n bireysel emeklilik hesaplar›nda izlenmesine, fonlarda yat›r›ma yönlendirilmesine ve kat›l›mc› veya lehdar›na yap›lacak ödemelere iliflkin esaslar ile taraflar›n di¤er hak ve yükümlülüklerini düzenleyen, esas olarak kat›l›mc› ve flirketin taraf olarak yer ald›¤› bir sözleflmedir (m.4); Emeklilik Sözleflmesinin Hukuki niteli¤i hakk›nda genifl bilgi için bkz. Ça¤lar Özel, “Bireysel Emeklilik Sözleflmelerinde Cayma (Geri Alma) Hakk›, Çimento ‹flveren, Temmuz 2004, 5 vd. 23 4632 Say›l› Kanun, Bireysel emeklilik sözleflmelerinin yan›nda iflyerlerine yönelik grup sözleflmelerinden bahsetmemifltir. Ancak yasada buna engel bir düzenlemeye de yer verilmemifltir. Bununla beraber 193 say›l› Gelir Vergisi Kanununun 40. maddesinde 28.06.2001 tarih ve 4697 say›l› Yasayla yap›lan de¤ifliklikle vergi matrah›ndan indirilecek giderler aras›nda “iflverenler taraf›ndan ücretliler ad›na bireysel emeklilik sistemine ödenen katk› paylar›” eklenerek, iflverenlerin iflçiler ad›na sisteme prim yoluyla kat›lmalar›na imkan sa¤lanm›flt›r. Ayr›ca 193 say›l› Gelir Vergisi Kanunu m.63'te 4697 say›l› Kanunla yap›lan de¤ifliklikle iflverenlerin iflçileri için ödedi¤i katk› paylar›n›n belli bir oran›n›n vergi matrah›ndan düflebilmeleri kabul edilerek, grup emeklilik sözleflmeleri çekici hale getirilmek istenmifltir. Ancak bu oran ayl›k asgari ücretin %10'unu ve y›ll›k olarak da ayl›k asgari ücretin y›ll›k tutar›n› geçemez. Vergi d›fl› kalacak bu tutar kat›l›mc› iflçinin ödedi¤i katk› paylar› için de geçerlidir. Yine 28.2.2002 tarihli Bireysel Emeklilik Sistemi Hakk›nda Yönetmelik konuyla ilgili baz› hükümler getirmifltir. Bkz. BEY m.16 vd.. 24 Grup hayat sigortalar› grup emeklilik sözleflmesine benzemekle birlikte, hayat sigortalar›nda esas itibariyle, sigorta ettirilen kiflinin ölümü veya belli tarihe kadar hayatta kalmas›d›r. Bireysel emeklilik sözleflmesinde riziko, sigorta ettirilenin (kat›l›mc›n›n) belli yafla ulaflmas›d›r.Hayat sigortas›nda esas amaç sigorta ettirilen veya lehdara maddi menfaat sa¤lamak ise de bireysel emeklilik sözleflmelerinde bunun yan›nda ekonomiye kaynak yaratmak amac›da vard›r.Hayat sigortalar›nda sigorta flirketleri aras›nda geçifle izin verilmemiflken, bireysel emeklilikte geçifl mümkündür.Hayat sigortalar›nda sigorta fonksiyonu, bireysel emeklilik sisteminde tasarruf fonksiyonu ön plana ç›kmaktad›r. 25 fiu hususu belirtmek gerekir ki, iflveren, grup emeklilik sigortas›na yapt›¤› katk›lar› ilerde iflçilerin muhtemel k›dem tazminat› alacaklar›n› karfl›lamak amac›yla kullan›lamaz. Bu hem bireysel emeklilik sistemine hem de 1475 say›l› eski ifl kanunun yürürlülükte olan 14. maddesine ayk›r›l›k teflkil eder. An›lan hüküm uyar›nca “k›dem tazminat›ndan do¤an sorumlulu¤unu iflveren flah›slara veya sigorta flirketlerine sigorta ettiremez. Yine, iflverenin iflçiler ad›na ödedi¤i katk› paylar› ücret yada ücretin bir parças› say›lamaz. 26 Emeklilik Planlar› Hakk›nda Tebli¤i (Tebli¤ No:2003/1, Hazine Müsteflarl›¤›, 15.03 Tarih ve 25107 Say›l› RG). 27 Bireysel emeklilik sisteminde emeklili¤e hak kazanma, süre ve yafl olarak sosyal güvenlik kurumlar›na nazaran daha kolaylaflt›r›lm›flt›r. Buna göre kat›l›c›, SSK, Ba¤-kur veya Emekli Sand›¤›ndan emekli olma flart›n› yerine getirmeden emekli ayl›¤›na hak kazanabilecektir. Bu yolla özellikle ileri yaflta iflsiz kalanlar›n kamu sosyal güvenlik kurumlar›ndan ayl›k beklerken karfl›laflt›klar› güçlükleri azaltabilecektir. Bkz. Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 22; Ancak Sözer, bireysel emeklilik sisteminde emekli olabilmek için 8 356 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” A. Cengiz KÖSEO⁄LU 56 yafl s›n›r›n›n getirilmesi nedeniyle hayat sigortas› flirketlerinin avantajl› olaca¤›n›, hayat sigortalar› 56 yafl›ndan önce emekli edebileceklerini vurgulamaktad›r. Bkz. Sözer, Emeklilik Sorunu, 53. 28 U¤ur, Hukuki Aç›dan Bireysel Emeklilik, 518-519. 29 Faruk Pak, “Emeklilikte Yeni Ça¤: Bireysel Emeklilik”, Mercek, Ekim 2003, 73; U¤ur, Hukuki Aç›dan Bireysel Emeklilik Sistemi, 519. 30 Katk› pay›n›n miktar› kat›l›mc› ile flirket aras›nda imzalanacak sözleflmede belirlenece¤i ve emeklilik ayl›¤› katk› pay›n›n yöneldi¤i fonlar›n getirisine ba¤l› oldu¤u için sistemin “belirlenmifl gelir” esasl› de¤il, “belirlenmifl katk› pay›” esasl› emeklilik program›na dayand›¤› anlafl›lmaktad›r. Tuncay, Sosyal güvenlik, s.406; Belirlenmifl gelir modelinde, ayl›klar›n miktar› ve düzeyi fonlara göre de¤il, belirlenmifl hesaplama yöntemine göre belirlenir. Bu yolla fonlar›n iflletilmesi konusundaki riziko ilgili flirket taraf›ndan üstlenilmektedir. Yap›lacak yard›ma göre, gerekli fon miktar›n› belirleme sorumlulu¤u da emeklilik flirketine aittir. Önceden belirlenmifl katk› pay› modelinde, ödenen katk› paylar› sermaye piyasas›nda de¤erlendirilir. Ve emekli ayl›klar›n›n ya da ödenecek gelirin miktar›, fonlar›n borsa getirisine göre belirlenir. Burada biriktirme modeli en saf haliyle uygulan›r. Bilançolar›nda, yap›lacak yard›mlar›n miktar›n›n garantisi söz konusu de¤ildir.Bu sistemde yat›r›m riski kat›l›mc›ya aittir. Bizim bireysel emeklilik sistemi modelimiz de bu yöntem benimsenmifltir. Genifl bilgi için bkz. Suat U¤ur, Özel Emeklilik Türleri ve Bireysel Emeklilik”, Çimento ‹flveren, Temmuz 2004, 14 vd; Tuncay, Ekmekci, 406; Güzel, Okur, 612-613. 31 Uygulamada baz› emeklilik flirketlerinin söz konusu girifl aidatlar›n› taksitlendirdikleri, 3-5 y›l süreyle erteledikleri, ve belli bir süre flirketlerini de¤ifltirmeyen kat›l›mc›lardan girifl aidat› almayacaklar›na iliflkin emeklilik sözleflmelerine hüküm koyduklar› görülmektedir. Girifl aidat›n›n taksitlendirildi¤i veya ertelendi¤i durumlarda yap›lan ödemeler yürürlükteki asgari ücret üzerinden hesaplanmaktad›r. Bkz. U¤ur, Hukuki Aç›dan Bireysel Emeklilik Sistemi, 520. 32 Uygulamada emeklilik flirketlerinin yönetim gideri kesintisi olarak kademeli oranlar uygulad›klar› ve farkl› ödeme araçlar›ndan kredi kart›yla ödemeyi teflvik ettikleri görülmektedir. Bkz. U¤ur, Hukuki Aç›dan Bireysel Emeklilik Sistemi, 520. 33 Fon portföyü, afla¤›da belirtilen para ve sermaye piyasas› araçlar› ile ifllemlerinden oluflur: a. Nakit, vadeli ve vadesiz mevduat, b. Borçlanma araçlar›(ters repo dahil) ile hisse senetleri, c. K›ymetli madenlere ve gayrimenkule dayal› varl›klar, d. Repo ifllemleri, e. Vadeli ifllem ve opsiyon sözleflmeleri, f. Borsa para piyasas› ifllemleri, g. Yat›r›m fonu kat›lma belgeleri, h. Kurulca uygun görülen ve kamuya ilan edilen di¤er para ve sermaye piyasas› araçlar› (EFY m.5). 34 Mustafa Ali Su, “Sigortac›l›k Aç›s›ndan Bireysel Emeklilik Sistemi Çanakç›”, ‹flveren D., Aral›k 2001, (Cevirimiçi) http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=424&id=252; Dereli, 12-13, 14.04.2005. 35 Bireysel emeklilik fonlar› hakk›nda genifl bilgi için bkz. http://www.kocportfoy.com.tr/ind_ret_funds/ about.asp# 4. 2.3.2005. 36 Mustafa Su, “Bireysel Emeklilik Sistemi Fonlar› Reel Sektörün Finansman› Aç›s›ndan Önemli Bir ‹fllevi Yerine Getirecektir”, ‹flveren D., Kas›m 2003, 11; U¤ur, Hukuki Aç›dan Bireysel Emeklilik Sistemi, 521. 37 Cans›zlar, Bireysel Emeklilik Sistemi ve Emeklilik Yat›r›m Fonlar›, 5. 38 Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 27; U¤ur, Özel Emeklilik Programlar›, 181. 39 RG., 10.07.2001, 24458. 40 Örne¤in 1000 YTL ücret alan bir kifli ayl›k 100YTL katk› pay› ödedi¤inde, bu 100 YTL'nin tümünü vergi matrah›ndan indirebilir. Bu yolla ortalama vergi dilimi %25 olan bir çal›flan, reel olarak ödeyece¤i 75 YTL ile 100 YTL katk›da bulunmufl olacakt›r. 41 Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 30. 42 Alper, Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m, 31. 43 Do¤an Cans›zlar, “Bireysel Emeklilik Sistemi ve Sermaye Piyasalar›”, ‹flveren D., Aral›k 2001, (Çevirimiçi), http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=421&id=25, 14.04.2005. 44 Ar›c›, (Çevirimiçi) http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=423&id=25, 14.04.2005. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 357 KAYNAKÇA Alper, Yusuf, “Sosyal Güvenlikte Yeni Bir Ad›m: Bireysel Emeklilik”, Çimento ‹flveren, Mart 2002. Ar›c›, Kadir, “Sosyal Güvenlik Sistemimizin ‹çin Yeni Bir Tecrübe: Özel Emeklilik Fonlar›” ‹flveren D., Aral›k 2001, (Çevirimiçi) http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_ id=423&id=25. Ar›c›, Kadir, Sosyal Güvenlik Dersleri, Ankara 1999 Bafl, Hanefi, “Bireysel Emeklilik Ne Getirecek”, http://www.isguc.org/bireysel_emeklilik.php 3.2.2005. Cans›zlar, Do¤an, “Bireysel Emeklilik Sistemi ve Emeklilik Yat›r›m Fonlar›”, ‹flveren D., Kas›m 2003. Cans›zlar, Do¤an, “Bireysel Emeklilik Sistemi ve Sermaye Piyasalar›”, ‹flveren D., Aral›k 2001, (Çevirimiçi), http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=421&id=25, 14.04.2005. Çanakç›, ‹brahim Halil, “Emeklilik Fonlar› Piyasalara Uzun Vadeli Bir Fon Ak›fl› Sa¤layacakt›r”, ‹flveren D., Kas›m 2003. Çelik, Abdulhalim, Küreselleflme Sürecinde Sosyal Güvenlik Sistemlerinin Dönüflümü ve Türkiye, Ankara 2002. Çubuk, Ali, Sosyal Güvenlik ve Sosyal Güvenlik Kurumlar›, Ankara 1982 Çubuk, Ali, Soysal Politika-Sosyal Güvenlik- Sosyal Sigorta ve ‹fl Hukuku, Ankara, 1975 Dereli, Gökhan, “Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yat›r›m Sistemi Kanunu Çerçeve Kanun Olarak ‹yi Kurgulanm›fl Bir Düzenlemedir”, ‹flveren D., Kas›m 2003. Dilik, Sait, Sosyal Güvenlik, Ankara 1991. Do¤analp, Nam›k, “Tasarruflar›n Bireysel Emeklilik Sistemine Yönelmesi, Kalk›nma Aç›s›ndan Çok Önemlidir”, ‹flveren D., Aral›k 2001, (Çevirimiçi), http://www.tisk.org.tr/ isveren_sayfa.asp?yazi_id=422&id=25, _14.04.2005. Elveren, Ali Haydar, “Bireysel Emeklilik Sisteminin Makro Ekonomik Etkileri”, ‹flveren D., May›s 2003 F›rat, Zerrin Yöney, “Yeni Bir Meslek: Bireysel Emeklilik Arac›lar›”, http://www.isguc.org/arc_view.php?ex=216.2.3.2005. Güzel, Ali, Okur, Ali R›za, Sosyal Güvenlik Hukuku, ‹stanbul 2004 http://www.kocportfoy.com.tr/ind_ret_funds/about.asp#4. Özel, Ça¤lar, “Bireysel Emeklilik Sözleflmelerinde Cayma (Geri Alma) Hakk›, Çimento ‹flveren, Temmuz 2004. Özgen, At›f, “Sosyal Güvenlik Sisteminde Yeni Aray›fllar ve 2000 Y›l›nda Sistemin Karfl›laflabilece¤i Sorunlar”, Sosyal Güvenlik Dün yas› Dergisi, Y.2, S.7-8, fiubat-Haziran 2000. Pak, Faruk, “Emeklilikte Yeni Ça¤: Bireysel Emeklilik”, Mercek, Ekim 2003. Sertkaya, Abdullah, “Sosyal Güvenlikte fiili Modeli”, Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Dergisi, Y.2, S.2, Ocak-Mart 1999. Sözer, Ali Naz›m, “Son De¤ifliklikler ve Emeklilik Sorunu”, Türk Sosyal Güvenlik Hukukunda Sorunlar ve Çözüm Önerileri, ‹stanbul 2001. Su, Mustafa Ali, “Sigortac›l›k Aç›s›ndan Bireysel Emeklilik Sistemi Çanakç›”, ‹flveren D., Aral›k 2001, (Cevirimiçi) http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=424&id=252; Dereli, 12-13, 14.04.2005. Su, Mustafa, “Bireysel Emeklilik Sistemi Fonlar› Reel Sektörün Finansman› Aç›s›ndan Önemli Bir ‹fllevi Yerine Getirecektir”, ‹flveren D., Kas›m 2003. Teksöz, A.Tuncay, “Sosyal Güvenlik Sisteminde Reform”, ‹flveren D., Aral›k 2004, (Çevirimiçi) http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=719, 14.04.2005. Tuncay, A.Can, “Bireysel Emeklilik Rejimi Üzerine”, Çimento ‹flveren, Mart 2002. Tuncay, A.Can, Ekmekçi, Ömer, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, ‹stanbul 2005 Tuncay, Can, Alper, Yusuf, Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yeniden Yap›lanma, TÜS‹AD, Ekim 1997. U¤ur, Suat, “Hukuki Aç›dan Bireysel Emeklilik Sistemi”, LEGAL ‹fl Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, Y.2004, C.1, S.2. U¤ur, Suat, Sosyal Güvenlik Sistemlerinde Özel meklilik Programlar›n›n Yeri ve Geliflimi, Ankara 2004. 8 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 359 20 Mart 2005 Pazar 9. OTURUM: Türkiye’de Ça¤dafl Yönetim Sorunlar› Oturum Baflkan›: Prof. Dr. Burhan AYKAÇ KONUfiMACILAR Hikmet KAVRUK : Yerel Yönetim Reformu ve Yönetiflim Üzerine Ramazan ERDEM : Örgüt ve Yönetim Araflt›rmalar›nda Kültür Problemi Ahmet MUTLU : Yönetiflim Sanc›l› Bir Do¤um mu Olacak? 9 360 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” YEREL YÖNET‹M REFORMU VE YÖNET‹fi‹M ÖNGÖRÜSÜ Hikmet KAVRUK* G‹R‹fi De¤iflimin yönetilememesi, günün koflullar›na göre yönetimi gelifltirmenin yap›lamamas› sonucunda biriken sorunlar, yönetsel reform ihtiyac›n› do¤urmaktad›r. Yönetimi gelifltirme günü gününe yap›l›r ve mevcut dengeleri sarsmaz, de¤iflim hissedilmeden gerçekleflir ve bu nedenle de¤iflime karfl› direnç büyük olmaz. Yönetimi gelifltirme ihmal edildi¤inde sorunlar büyür ve yönetim günün ihtiyaçlar›ndan farkl› bir flekilde kendini gelifltirmeye çal›fl›r. Kamu hizmeti teflkilat› her alanda yönetimi gelifltirme ile beslenmedi¤inde sistem aksak geliflir. Çabalar da anlam›n› bulamaz. Sonuçta köklü bir de¤iflime ihtiyaç duyulur ki bu ihtiyac› yönetimi gelifltirme sa¤layamaz. Art›k sorunlar yönetsel reform ile çözülebilir. Köklü bir düzenleme olan ve dengeleri sarsmas› gereken, bu nedenle de dirençle karfl›lanabilecek yönetsel reform, uzun ve sistemli bir süreç gerektirecektir. Yerel yönetimler alan›nda yap›lacak köklü bir düzenlemenin, merkezi yönetimden ba¤›ms›z düflünülmesi imkâns›zd›r. Çünkü idarenin bütünlü¤ü ve hizmetlerin yeniden paylafl›m› reformun ana konular›ndan biri olmal›d›r. Bu nedenle reform giriflimine yerel yönetim reformu yerine kamu yönetimi reformu olarak bakmak daha do¤ru bir yaklafl›md›r. Kamu yönetimi sisteminin yeniden düzenlenmesi aksayan yönlerinin düzeltilmesi birçok ülkenin gündemini iflgal etmektedir. Reform yaklafl›m› ‹ngiltere de “kamu yönetiminin iyilefltirilmesi”, Avustralya’da “kamu yönetimi reformu”, Yeni Zelanda’da “yeni kamu yönetimi”, ‹skandinav ülkelerinde “kamu yönetiminin modernlefltirilmesi”, Fransa’da “ademi merkezileflme reformu”, ABD’nde “devletin yeniden keflfi-yap›land›r›lmas›”, Rusya’da “yeniden yap›lanma” ifadeleriyle kendini göstermekte1, Türkiye’de ise “devletin küçültülmesi, yerel yönetim reformu, kamu yönetiminin yeniden yap›land›r›lmas›, kamu yönetimi reformu, idari reform, bürokrasinin azalt›lmas›” gibi ifadeler kullan›lmaktad›r. Yönetiflim, yönetim bilimi teori ve uygulamas›nda son günlerin en popüler kavram› olarak görünmektedir. Kavram›n küreselleflme, özellefltirme, yerelleflme ve bunlara dayal› olarak kamu yönetiminin küçültülmesi, yönetsel reform istekleri ile birlikte ele al›nmas›, dönüflüm yap›lacaksa, bu yönetiflim do¤rultusunda olmal› beklentileri ve beraberinde karfl› görüfller gündeme tafl›nmal›d›r. YEREL YÖNET‹M REFORMU Bugüne kadar neden reform yap›lamad› Reformun bugüne kadar yap›lamamas› reform ortam›n›n olgunlaflmamas›ndan kaynaklanmaktad›r. Reform, ihtiyaçlar›n›n kamuoyuna mal olmas›, siyasal partilerin oy kayb›na u¤rama endiflesini tafl›mamas›, reformun di¤er sorunlar içerisinde öncelikli yer almas›, huzur ve güven ortam›n›n yakalanmas› ve gelece¤e dair beklentilerin olumlu yönde yo¤unlaflmas› reform ortam› olarak adland›r›la* Doç.Dr., Gazi Üniversitesi, ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 361 bilir. Reform giriflimini yürütecek siyasal iktidar›n, iktidara gelifl vaadinin de reformla ilgili olmas›, hükümetin ömrünün uzun olmas› ve tek bafl›na iktidar olunmas› süreci kolaylaflt›racak, reform yasalar›n›n Meclisten kolay geçirilmesine ve buna dayal› bürokratik düzenlemeleri daha rahat yapmaya imkân verecektir. 1950’lerden itibaren kamu yönetiminde reform yap›lmas› gerekti¤i hemen her hükümetin program›nda, kalk›nma plan›nda, bürokratik yaz›flmalarda ve literatürde ifllenmifltir. Giriflimler olmufltur ancak önemli sonuçlar elde edilememifltir. Çünkü sorunlar k›sa sürede alt›ndan kalk›lamayacak oranda birikmifltir. K›sa ömürlü koalisyon hükümetleri reform girifliminde bulunamam›flt›r. Askeri müdahaleler sonras› kurulan hükümetler de kendilerini reform hükümeti olarak adland›rmalar›na ra¤men reform sürecine ya girememifl ya da çabuk vazgeçmifllerdir. Yönetimde reform ihtiyac›n›n varsay›mlar›, devletin afl›r› merkeziyetçi oldu¤u, devletin kamu hizmetlerini sunmada, israf ve kay›plara neden oldu¤u, hantal devlet yap›s›, statükocu yöneticilik, memur zihniyeti, yasal prosedürlerin yetersizli¤i, bürokratik uyuflukluk ve k›rtasiyecilik, denetim tarz›, yerel yönetimlere güvensizlik gibi etkenler say›labilir. Özel sektörün güçsüzlü¤ü, nüfusta iç göç fleklindeki hareketlilik, d›fla kapal› ekonominin etkileri gibi genel nedenlerle birlikte reform süreci ile hükümetlerin ömürlerinin örtüflmemesi, 1980’li y›llara kadar yönetimde reform yap›lamay›fl›n›n bafll›ca dayanaklar›d›r. 1980 sonras› ise toplumsal, ekonomik, siyasal, teknolojik ve kültürel de¤iflim süreci yaflan›rken kamu yönetimine bak›fl ve devletin kamu hizmetlerindeki yerini sorgulama yaklafl›mlar› da de¤ifltirmifltir. Art›k hemen her çevreden devletin kamu hizmetlerinden kendini çekmesi ve yerel yönetimlere b›rakmas› gerekti¤i konusu ifllenmeye bafllanm›flt›r. Bu istekleri, 1984 y›l›nda ülke genelinde standart ve klasik olarak uygulanan belediyecilik yap›s›n› ilk defa de¤ifltiren 3030 say›l› Büyükflehir Belediyecili¤i Kanunu cesaretlendirmifltir. Günümüzde reform için olgunlaflm›fl bir ortam vard›r 1980 sonras› geliflmelerle reform ortam› olgunlaflt›r›lm›flt›r. Kamuoyu art›k devletin yapabildiklerinden ve iyi yapamad›klar›ndan haberdard›r. Devletin hantal yap›s› hemen herkes taraf›ndan kabul edilmifl bir gerçek olarak kamuoyunun zihninde yer alm›flt›r, reforma ihtiyaç oldu¤u, kamu yönetiminin yeniden yap›lanmas› gerekti¤i kamuoyunun iste¤i haline gelmifltir. Siyasal iktidar adaylar›, seçim öncesi seçim beyannamelerinde ve parti programlar›nda, iktidara geldiklerinde de hükümet programlar›nda ister istemez, yönetimde reform konusunu ifllemek zorunda kalm›fllard›r. Art›k reform ihtiyac› halka mal oldu¤undan siyasal iktidara aday olacak parti, oy kaybetme korkusu tafl›mamaktad›r. Aksine, yönetimde reform yap›lmad›¤› zaman oy kayb› olaca¤› durumuna gelinmifltir. Bürokrasinin reformlara karfl› direnci de eskisi kadar yo¤un de¤ildir. D›fla aç›lma ve uluslararas› ekonomik iliflkiler, özel sektörün canlanmas›n› ve güçlenmesini sa¤layacak yönetsel ve yasal zeminin haz›rlanmas›n› gerektirmifltir. Özel sektörün güçlenmesiyle kamuoyu, özel sektörün devletten daha iyi hizmet sunaca¤› düflüncesi içine girmifltir. Bugüne kadar yerel yönetimlere ya da özel sektöre kamu hizmetlerinin devri mümkün görülmüyordu çünkü her ikisi de güçsüzdü. Bugün hizmet özel sektör yönlü yap›labiliyorsa bu özel sektörün güçlenmesi ve her alanda kendini gelifltirmifl olmas›ndan kaynaklanmaktad›r. Çünkü yerel yönetim- 9 362 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Hikmet KAVRUK ler alan›nda fazla bir fley de¤iflmemifltir. Yerel yönetimler hala eskisi gibi güçsüz olmas›na ra¤men reform giriflimleri olmaktad›r. Öyleyse yönetimde reform yapabilmek ve merkezi yap›y› yerele kayd›rmak için özel sektörün güçlü olmas› önemli bir unsurdur. Yerel yönetimlerin araç-gereç ve nitelikli personel s›k›nt›s› hala devam etmektedir. Buna ra¤men hizmetler hala yerele devredilmek isteniyorsa, bunun sebebini özel sektörün güçlenmesinde ve özellefltirmeyle baflar›lm›fl uygulamalar›n cesaretlendirmesinde aramak gerekir. Yerel hizmetlerin özel sektöre gördürülmesi usulünün yayg›nlaflmas› son yirmi y›ll›k bir geçmifle sahiptir. Bu konuda baflar›l› örnekler oluflturmufl, güven telkin edilmifltir. Art›k yerel yönetimlerin kendi araç-gereç, teknoloji ve personeli olmadan da hizmetleri özel sektöre gördürerek, kendilerine devredilecek görevlerin alt›ndan kalkabileceklerine inan›lmaktad›r. Art›k idareler aras›nda görev ve hizmet paylafl›m›nda yerel lehine daha cesur olunabilir bir ortam içinde bulunulmaktad›r. Kamu yönetimi reformu, yirmi y›ld›r Meclis gündemini doldurmakta ve son y›llara kadar da ad› daha çok yerel yönetim reformu olarak adland›r›lmaktayd›. Oysa yerel yönetim reformu merkezi yönetim reformundan ayr› düflünülemez. Reformun devlet yap›s› içerisinde bir bütün olarak planlanmas› ve uygulanmas› esast›r. Günümüzde bu bütünlü¤e yönelik giriflimler olmaktad›r. Yasal düzenlemelerin ard›ndan idari düzenlemeler ve bu düzenlemeyi uygulayacak teknikler ve personelin yetifltirilmesi, araç ve gereçlerin uyumu gerekecektir. Tabelalar›n de¤iflimi, matbu evraklar›n yenilenmesi gibi klasik ve küçük çabalar ister istemez yap›lacakt›r. Ancak yeni kurulacak yönetsel sistemin dengelerini ça¤dafl teknolojik imkânlardan faydalanmak üzere e-dönüflüm benzeri projeler üzerine dayand›rmak ve personeli bu aç›dan yetifltirerek yap›lanmay› tamamlamak reform çabalar› içinde en önemli unsur olmal›d›r. Reform giriflimleri henüz ciddi bir dirençle karfl›laflmam›flt›r Henüz reform sürecinin bafl›nda bulunulmaktad›r. Gelinen aflama reform yasalar›n›n ç›kar›lma aflamas›d›r. Bu aflamada muhalefet partileri ve baz› sivil toplum kurulufllar› reformun gereklili¤ine inand›klar›n›, sadece iktidar›n uygulad›¤› reform yöntemlerini benimsemediklerini dile getirmektedirler. Mecliste ç›kar›lan yasalar›n Cumhurbaflkan›n›n vetosuna u¤ramas›n›n nedeni bir direnç de¤il, kanun tasar›lar›n›n komisyonlarda ve Meclis Genel Kurulunda olgunlaflt›r›lamamas› nedeniyle mevcut Anayasaya ayk›r›l›k halidir. Mevcut anayasa gözetilerek reform yasalar› ç›karmada güçlük yaflanabilmektedir. Oysa reform çal›flmalar›n›n yasa ç›karma döneminden önce Anayasan›n reform kapsam›na al›nm›fl olmas› iflleri daha da kolaylaflt›rabilirdi. Reform çal›flmalar›nda sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin sürekli yard›m›na baflvurulmam›fl sadece görüfl bildirmeye imkân tan›yan internet sitelerinde ortam yarat›lmakla yetinilmifltir. Reformun dar bir çal›flma grubuna mal ediliyor oluflu ileride yeni aksakl›klar›n habercisi olabilir. Oysa daha genifl bir çevrenin düflüncelerini davet etmekle reformun ufku genifllemifl olacakt›r. Yönetimde reform bir süreçtir ve süreç yeni bafllam›flt›r Meclise Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasar›s›, Büyükflehir Belediyesi Kanun Tasar›s›, Belediye Kanunu Tasar›s›, Mahalli ‹dare Birlikleri Kanun Tasar›s›, ‹l Özel ‹daresi Kanun Tasar›s›, Arsa Ofisi Kanun Tasar›s›, Köy Hizmetleriyle ‹lgili Kanun Tasar›s›, Kamu Mali Denetimi Kanun Tasar›s›, Yerel Yönetimlerin Mali Yap›lar›na ‹liflkin Kanun Tasar›s› gönderilmifltir. Bunlardan bir k›sm› 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 363 Meclis gündemine gelebilmifl, bir k›sm› Meclis Genel Kurulundan geçmifl, bir k›sm› ise yürürlü¤e girmifltir. Bunlardan yerel yönetimlerin temel kanunlar› olan, 5216 say›l› Büyükflehir Belediye Kanunu, 5272 say›l› Belediye Kanunu, 5302 say›l› ‹l Özel ‹daresi Kanunu yürürlü¤e girebilmifltir. Mahalli ‹dare Birlikleri Kanunun Tasar›s› henüz görüflülmemifl, Kamu Yönetiminin Temel ‹lkeleri Kanunu Cumhurbaflkanl›¤› vetosundan sonra henüz Mecliste yeniden görüflmeye al›nmam›flt›r. Bu aflamada mevcut çabalar› yönetimde reform olarak adland›rmak do¤ru de¤ildir. Meclise sevk edilen kanun tasar›lar› ve içerikleri ve ç›kar›lan kanunlar aç›s›ndan bir anlay›fl de¤iflikli¤inin öngörüldü¤ünü ve sonuçlar›n›n idari yap›y› büyük ölçüde etkileyece¤ini söylemek mümkündür. Bu bak›mdan de¤erlendirildi¤inde reform sürecine henüz yeni girildi¤i ve devam›n›n gelmek zorunda oldu¤unu söyleyebiliriz. Sürecin yar›da kesilmesi, mevcut dengeler bozuldu¤undan daha büyük sorunlara yol açar. Mevcut giriflimleri “reform” olarak adland›rabilmek için en az on y›ll›k bir zamana ihtiyaç vard›r. Bu süre zarf›nda yap›lan düzenlemelerin sonuçlar› al›narak geri besleme yap›labilecektir. fiu ana kadar yap›lanlar, reform için gerekli olan yasal düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerden sonra örgüt ve yönetim düzenlemesi, peflinden araç gereç ve personel iyilefltirmesi sa¤lanacak ve sonuçlar›ndan halk etkilenmeye bafllayacakt›r. Yasalara göre yap›lacak idari düzenlemeler kamu hizmetlerinin sunumunda esas olaca¤›ndan, uygulamalardan olumsuz etkilenenler idari yarg›ya gitmeye bafllad›kça reform yasalar›n›n yarg›dan test edilmesi sürecinin de yaflanmas› gerekecektir. ‹flte bu süreç de reform amaçlar› do¤rultusunda sonuç verirse, reformun tamamland›¤›n› ve art›k yerini yönetimi gelifltirmeye b›rakabilece¤ini söyleyece¤imiz aflamaya gelinmifl olunacakt›r. Reformun baflar›s›nda, örgütsel yap›da bir de¤iflim iste¤i de¤il, bununla birlikte yeni teknoloji ve yeni yönetim tekniklerine uygun olarak gerçeklefltirilme iste¤i belirleyici olacakt›r. Bu aç›dan yönetiflim kavram›n›n önemsenmesi ve e-devlet, e-dönüflüm projelerinin benimsenmesi önemlidir. Mevcut hükümetin reform aç›s›ndan avantajlar› bulunmaktad›r Mevcut hükümet kamu yönetimi reformunu bafllatabilecek baz› avantajlara sahiptir; tek bafl›na iktidar olabilmifltir, TBMM’deki sandalye say›s› anayasay› de¤ifltirebilecek düzeydedir. Seçimlerde halk, Meclise bir iktidar bir de muhalefet grubu oluflturacak düzeyde iki partiyi desteklemifltir. Bu nedenle hükümet, reform giriflimlerinde fliddetli bir muhalefet görmemektedir. Kamuoyu iktidar› tan›mak için süre tan›m›flt›r. Çünkü ilk kez iktidar olmufltur, henüz yeni bir partidir, siyaset içerisinde y›pranmam›flt›r.. Parti ve partililer icraat›yla birlikte tan›nmaya bafllanm›flt›r. Önceden kurulmufl ve muhalefette veya parlamento d›fl›nda kalm›fl bir parti de¤ildir. Özellefltirme sürecinin yasal ve idari zemini daha önceden kurulmufltur. Özellefltirme uygulamalar›, ekonomide liberalleflme ve d›fla aç›lma politikalar›n›n güdüldü¤ü ve sonras›nda da küreselleflmenin bu zemin üzerine yerleflti¤i dönem olan 1980 sonras› y›llar, reform giriflim ve isteklerinin gerçek zemini olarak kabul edilebilir. Bu y›llardan itibaren, yetiflmifl genç nesil, oy kullanm›flt›r. Bu nesil reform ihtiyaçlar›n›n sürekli gündeme getirildi¤i ama yap›lamad›¤› dönemde yetiflmifllerdir. Bu dönem kentli nüfusun k›rsal nüfustan daha fazla oldu¤u bir dönemdir. Kentsel hizmetlerdeki aksamalar›n daha fazla vatandafl› etkiledi¤i dönemdir. Bu dönem büyükflehirlerde de¤iflmenin yafland›¤› dönemdir. 1984 y›l›nda büyükflehir belediyecili¤ine geçilmifl ve büyükflehir belediye baflkan› olmak milletvekilli¤ine tercih edilebilmifltir. Bu dö- 9 364 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Hikmet KAVRUK nemde büyükflehirlerde yaflayan nüfus say›s› önemli düzeydedir ve büyükflehir belediyesi kentin tümüne hitap edebilmektedir. ‹letiflim ve haberleflme teknolojisinde yaflanan geliflmeler Yerel televizyonlar arac›l›¤›yla özellikle Büyükflehirlerde belediyeleri ve hizmetlerini dile getirmeye bafllam›fl, yerel temsilciler de kendilerini anlatma imkân› bulmufltur. Yerel yönetimler için reform ihtiyaçlar› bu düzeyde de gündemden hiç inmemifltir. Bu dönem kamu hizmetlerini do¤rudan görmek yerine, özel sektöre gördürme usullerinin yo¤un kullan›lmaya baflland›¤› dönem olmufltur. Belediyeler ayn› anda birçok yerel hizmeti para, malzeme araç gereç ve yeterli personel kayg›s› tafl›madan yapmaya bafllam›flt›r. Yap ifllet devret modeli, kiralama, imtiyaz, hizmet sözleflmesi ve di¤er özellefltirme yöntemleriyle birlikte kendi özel hukuka tabi flirketleri vas›tas›yla hizmet görmek ola¤an bir usul haline gelmifl ve yat›r›m giriflimleri bafllam›flt›r. Büyükflehir belediyeleri, yo¤un idari vesayete ra¤men uluslararas› düzeyde kredi temin edebilme imkân›n› bulabilmifllerdir. Sonuçta reform sürecine yasal ve idari zeminiyle önceden bafllan›lm›fl olmas› ve kamuoyuna mal olmas› AKP iktidar›n›n reform program›n› cesaretlendirmifltir. Enflasyon oran›nda hedefe ulafl›lmas›, bol s›f›rl› liradan yeni liraya geçilmesi, ekonomide h›zl› büyüme olumlu bir beklenti yaratm›flt›r. Reform çal›flmalar›n›n da olumlu sonuçlar yarataca¤› havas›na girilmifltir. Bu iyimser ve olumlu ortam reform giriflimlerini kolaylaflt›r›c› bir zemin olarak de¤erlendirilebilir. YÖNET‹fi‹M KAVRAMI Yönetiflim kavram›, son birkaç y›ld›r, yönetim bilimleri alan›nda, örgütlenme ve yeniden yap›lanma çal›flmalar›nda çok s›k kullan›lmaya bafllan›lan bir kavram olmufltur. Yönetim düflüncesini etkiledi¤i ve buna paralel olarak da kamu ya da özel kesimde uygulamay› etkilemeye bafllad›¤›n› söyleyebiliriz. Ça¤dafl yönetim düflüncesinin evriminde, 1880-1940 y›llar› klasik yönetim düflüncesi, 1940-1960 y›llar› neo-klasik yönetim düflüncesi, 1960-1970 y›llar› modern yönetim düflüncesi, 19701980 y›llar› da neo-modern yönetim düflüncesi olarak adland›r›lmaktad›r.2 Bu s›n›fland›rmaya dayanarak 1980 sonras› geliflmeleri de post-modern yönetim düflüncesi olarak isimlendirebiliriz ki bu dönemde toplam kalite yönetimi ve yönetiflim yaklafl›mlar›n›n ifllendi¤ini görmekteyiz. ‹kinci Dünya savafl› sonras›nda geliflen yöneylem araflt›rmas›, sistem yaklafl›m›, sibernetik, amaçlara göre yönetim gibi modern yönetim teknikleri, 70 li y›llardan itibaren geliflen ve 80 li y›llar›n özellefltirme ve liberal düflüncesini destekleyen durumsall›k yaklafl›m›, kalite çemberleri ve Japon yönetim modelleri, 90 l› y›llardan itibaren toplam kalite yönetimi ve peflinden yönetiflim kavramlar› yönetsel düflünce ve uygulamay› etkilemifltir. Her yönetim tekni¤i, yönetim düflüncesinin geliflimine katk›da bulunmufl ve bir sonraki yeni yönetsel anlay›fla zemin haz›rlam›flt›r. Kavram›n özellefltirme uygulamalar›ndan sonra ortaya ç›k›fl› ve yönetim düflünce ve uygulamalar›nda tutunmaya bafllamas› dikkat çekicidir. Özel sektörün güçlülü¤ü, demokratik bir ortam, kentsel dokunun geniflli¤i, e¤itim düzeyinde al›nm›fl önemli mesafe, temel kamu hizmetlerinin varl›¤›, ekonomik ve siyasal istikrar, belirli bir düzeyde geliflmifllik ve yerel yönetimlere yatk›nl›k yönetiflim için uygun bir ortam olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Yerel yönetimler aç›s›ndan, halk›n temsili demokrasi ile kendilerini temsil ederek hizmet sunacak yerel yönetim organlar›n› seçmeleri ve befl y›ll›k süre boyunca yönetilen konumunda kalmalar›, günümüz yönetiminde elefltirilmektedir. Halkla iliflkiler, kat›l›m›n teflviki dilek ve flikâyet kutular›, 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 365 hizmet içi e¤itim, organizasyon metot, özerklik, bürokratik ifllemlerin azalt›lmas›, toplam kalite gibi yaklafl›mlar halk› yönetilen olmaktan ç›karmamaktad›r. Bu tür yaklafl›mlar, mevcut örgüt ve yönetsel yap›lanman›n iflleyiflinde küçük iyilefltirmeler yapabilir. Ancak yöneten-yönetilen kutuplaflmas›n› gideremez. Di¤er yandan günümüz yönetsel anlay›fl›, kamu hizmetlerinin kimin taraf›ndan de¤il, en iyi sunan›n önemsenmesi ile ilgilidir. Merkezi yönetim, yerel yönetim yan›nda art›k bir de kamu hizmeti sunucusu olarak özel sektör bulunmaktad›r. Birinci ve ‹kinci Dünya Savafllar› sonras›nda merkezi yönetimlerin güçlenmeleri ve her alanda kendilerini göstermeleri do¤al karfl›lanabilir. Savafl sonras› y›k›m›n telafi edilmesi, temel kamu hizmetlerinin tek elden ve merkezi kararlarla ve planlamayla görülmesi uygundur. Ancak, demokrasinin yerlefltirilmesi, halka yak›n idarelerin güçlendirilerek, ihtiyaçlar›n yerinden tespiti ve özel giriflimin güçlenmesi sonucunda merkezin a¤›rl›¤›n›n tart›fl›lmaya bafllanmas› da do¤al bir süreçtir. Yönetiflim kavram›yla, mevcut otoriter devletlin güç ve yetkiyi tekelinde toplamas› elefltirilmekte, her alanda vatandafl ve grup kat›l›m› savunulmakta, sorgulanabilir bir kamu hizmeti öngörülmekte, kavram›n yeni bir demokrasi ve kalk›nma stratejisi oldu¤u anlat›lmaktad›r. Temel felsefesi kamu hizmetlerinin planlanmas›ndan sunumuna ve vatandafl›n tatminine kadar her alanda kat›l›m› öngörmesidir. Bunun için etkin, fleffaf, hesap verebilir, denetlenebilen, demokratik, kat›l›ma aç›k bir örgüt ve yönetim anlay›fl›n›n varl›¤› beklenilmektedir. Yönetiflim, yeni bir yönetim anlay›fl›d›r, siyasal ve ekonomik gücün toplumda daha yayg›n da¤›l›m›n› öngörmektedir. Baflka bir ifadeyle klasik devlet anlay›fl› ve yap›s›n›n güç ve yetkiyi kendisinde toplamas›na karfl›n, yönetiflim güç ve yetkiyi yeni aktörlere da¤›t›m›n› öngörmektedir.3 Ancak bu aktörlerden kas›t, devlet, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, vatandafl ve özel giriflim olarak belirtilmektedir. Bu aktörlerle, devlet (kamu kurum ve kurulufllar› ve siyasal örgütlenmeler), özel sektör (piyasadaki özel giriflimci gruplar› ve di¤er informel gruplar), sivil toplum örgütleri (devlet ile toplum aras›ndaki organize veya organize olmam›fl birey ve gruplar) olarak anlat›lmaktad›r.4 Yönetiflim kamu ve özel giriflim aras›nda birbirlerini etkileyerek sorumluluk paylaflarak oluflturduklar› yönetmedir. Bir aç›dan özel sektör ortakl›¤› içinde kamu iflletmecili¤ini anlatmaktad›r. Bu iliflki karfl›s›nda vatandafl›n yeni konumu, toplumda çok yönlü iliflki ve iletiflim kurabilen bir a¤dafl (network member) olarak aç›klanmaktad›r.5 Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Plan›nda yer alan ilkeler6 aras›nda yönetiflim kavram› ve kavram›n unsurlar›n› ilkeler halinde bulabilmekteyiz: Bu ilkeler aras›nda sürdürebilirlik, yaflanabilirlik, yapabilir k›lma, hakçal›k, kentli ba¤l›l›¤›, yönetiflim kavramlar› bulunmaktad›r. Yönetiflim kavram›n›n uygulama sahas› olarak en uygun alan kent yönetimleridir. Kamu hizmetlerinin günü gününe sunuldu¤u ve vatandaflla sürekli iliflkiler halinde olundu¤u kamu yönetimi yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimler demokrasinin befli¤i olarak adland›r›lmakta, halk›n kararlara kat›l›m› hep özendirilmek istenmekte, bu nedenle yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, özerkli¤i ve idari vesayet denetiminin azalt›lmas› istekleri sürekli gündeme getirilmektedir. Devletin küçültülmesi aray›fllar› çerçevesinde, yerelleflme ile birlikte yerel hizmetlerin özel sektöre gördürülmesi anlay›fl ve yöntemleri de gelifltirilmektedir. Bu nedenle çok aktörlü, hemflehri odakl› ve kat›l›ml› bir yönetim yaklafl›m›na gidilmesi için yerel yönetimler uygun bir ortam sunmaktad›r. 9 366 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Hikmet KAVRUK Kentsel ortam içerisinde mahalle baz›ndan bafllayarak anakent yönetimine kadar çok say›da iliflki yaflanmaktad›r. Bu iliflkiler kimi durumlarda kent ve ülke ölçe¤ini de aflabilmektedir. Kentsel yönetiflim, yerel demokrasinin sa¤lanmas›, yerel hizmet kalitesinin temini ve yörenin sorunlar›n›n çözümünde yerel bilgi kapasitesinin kullan›lmas›n› gerektirmektedir.7 Kentsel yönetiflimin ancak mahalle ölçe¤inden bafllat›lmas›yla gerçekleflebilece¤i,8 iflletmeci kentsel yönetiflim ile de yönlenebilece¤i belirtilmektedir. Yerel yönetimlerin hizmet alanlar›n›n küçüklü¤ü ve halkla sürekli muhatapl›¤› nedeniyle ve kamu hizmetlerinin de günü gününe görülmesi esas oldu¤undan, yerel yönetim d›fl›ndaki gruplar› da kapsayan çok aktörlü yönetiflim modeliyle ifllemesi mümkündür. Merkezi düzeyde ise çok aktörlülü¤ün daha çok örgüt içerisinde kalabilece¤i, komisyonlarla kat›l›m, çal›flanlar›n kararlara kat›l›m› ve üst kurullarla desteklenen bir modelle anlaml› olabilece¤i düflünülebilir. Bu aç›dan yaklafl›ld›¤›nda, hizmeti fiilen görmek de¤il de genel hizmet politikalar›n›n kararlaflt›r›ld›¤› merkezi düzeydeki yönetim örgütünde kurum içi yönetiflimin uygulanabilir oldu¤unu, çok aktörlü yaklafl›m›n genel olarak bu çerçevede kalabilece¤ini söyleyebiliriz. Yönetiflim kavram›na olumlu ve olumsuz elefltiriler de getirilmektedir. Olumsuz elefltiriler daha çok devletin güç ve otoritesinin zay›flayaca¤›, bu nedenle de gelecekte çökme tehlikesinin oldu¤u, geliflmifl ülkelerin, küresel güçlerin ve çok uluslu flirketlerin yolunu açabilmek için devlet otoritesini zay›flatarak yönetiflim kavram›na dayal› karar alma mekanizmalar›n› önerdiklerini, bu yolun yeni bir tuzak ve sömürü yolu oldu¤unu söyleyenler bulunmaktad›r. Di¤er yandan sosyal demokrat belediyecili¤in temel ilkelerini yönetiflim kavram›yla buldu¤unu y›llard›r savunulan kat›l›mc›l›k demokratikleflme, fleffafl›k, giriflimcilik, gibi ilkelerin yönetiflimle anlam›n› buldu¤unu savunanlar da bulunmaktad›r. Ayr›ca yönetiflimin, yönetme kavram›n› ortadan kald›rmayaca¤›, sadece geleneksel yollarla afl›lamayan sorunlara yeni bir yaklafl›m oldu¤u, bu nedenle s›rl› bir uygulama sahas›n›n bulundu¤u belirtilmektedir. Bu görüfle göre yönetiflim kavram› sadece özel sektör ve kamunun ortak menfaatinin bulundu¤u alanlarda uygulanabilir.9 58. Hükümetin Acil Eylem Plan›nda yönetiflim ve toplam kaliteye yönelik aç›klamalar bulunmakta ve bu anlay›fl›n yerlefltirilebilmesi aç›lar›ndan bir çerçeve kanun ç›kar›laca¤›ndan bahsedilmifltir. Bu çerçeve kanun kamu yönetimi temel kanun tasar›s› olarak haz›rlanm›fl, meclis gündeminde görüflülerek 5197 say›l› Kamu Yönetiminin Temel ‹lkeleri ve Yeniden Yap›land›r›lmas› Hakk›nda Kanun ad›yla yasalaflm›fl, ancak veto edildi¤inden yürürlü¤e girmemifltir. Di¤er üç temel kanunda ise klasik yönetim yaklafl›m›ndan, yönetiflim anlay›fl›na yumuflak geçifle yönelik baz› hükümler bulundu¤unu söyleyebiliriz. YEN‹ YEREL YÖNET‹M KANUNLARININ YÖNET‹fi‹M ÖNGÖREN DÜZENLEMELER‹ 5272 say›l› Belediye Kanunu, 5216 say›l› Büyükflehir Belediyesi Kanunu ve 5203 say›l› ‹l Özel ‹daresi Kanununun birçok maddesinde yönetiflim anlay›fl›n›n ifllendi¤ini görmekteyiz. Genel olarak her üç kanunun yaklafl›m› birbirine paralel düzenlemeler getirmektedir. Örne¤in her üç kanunun da 3. maddesinde tan›mlar yap›l›rken, yerel yönetim birimlerinden idari ve mali özerkleri ilk kez vurgulanmaktad›r. Ancak Büyükflehir Belediyesi Kanunu, kendi kanunlar›yla belediye ve il özel idareleri için getirilen baz› yeni oluflumlara yer vermemifltir. Hemflehri hukuku, kent kon- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 367 seyi, denetim komisyonu, meclis toplant› gündemi, faaliyet raporu, hizmetlere gönüllü kat›l›m, meclisin bilgi edinme ve denetleme imkân› gibi. Büyükflehir Belediyesi Kanununun 10. maddesinde belirtilen “Büyükflehir, ilçe ve ilk kademe belediyeleri; görevli olduklar› konularda bu Kanunla birlikte Belediye Kanunu ve di¤er mevzuat hükümleri ile ilgisine göre belediyelere tan›nan yetki, imtiyaz ve muafiyetlere sahiptir” hükmü sözü edilen yeni düzenlemeler aç›s›ndan yeterli de¤ildir. Kanunlar›n baz› hükümlerinde yerel halk›n oyuna, toplant›lara kat›l›m› ve görüfl bildirimine, üniversite, sendika, meslek kurulufllar› ve uzmanl›k alanlar›na göre sivil toplum örgütlerine yer veren, belediye meclisini belediye yönetimi üzerinde yetkilere kavuflturan, halk› denetim, faaliyet ve toplant› raporlar›ndan ve gündeminden haberdar etmeyi amaçlayan hükümler bulunmaktad›r. Bu hükümleri, mevcut geleneksel ve klasik kamu idaresi biçiminde çal›flan yerel yönetim anlay›fl›ndan yönetiflimci anlay›fla yönlendirebilecek, geçifl döneminin ilk olumlu düzenlemeleri olarak görmek mümkündür. Henüz yeni ç›kar›l›p yürürlü¤e giren bu kanunlar›n, uygulama süreci ilerledikçe, yeni düzenlemelere ihtiyac› olaca¤›, yarg› denetimi ile geçerlili¤inin aç›labilecek davalarla test edilebilece¤i de gön önüne al›nmal›d›r. 5272 say›l› Belediye Kanunu, 5216 say›l› Büyükflehir Belediyesi Kanunu ve 5203 say›l› ‹l Özel ‹daresi Kanununun yönetiflim anlay›fl›na uygun yeni düzenlemeleri k›saca afla¤›daki gibi de¤erlendirilecektir. Belediye kurulurken halk›n oyuna baflvurulmas› Belediye Kanununun 4. maddesine göre, belediye kurulmas›, il ve ilçe merkezlerinde zorunlu iken, nüfusu 5 binin üzerindeki yerleflim yerlerinde ise belirli bir prosedür ile belediye kurulabilmektedir. Zorunlu kuruluflun d›fl›nda, istek üzerine belediye kurmada, karar sahiplerinden biri olarak yerel halk (seçmenler) etkin k›l›nm›flt›r. Köylerin ve muhtelif köy k›s›mlar›n›n birleflerek belediye kurabilmeleri için, mesafe ve nüfus kriterine uyarak, ihtiyar meclisleri karar›n›n veya seçmenlerinin en az yar›dan bir fazlas›n›n iste¤inin belediye kurma ifllemini bafllatmaktad›r. Mahalli seçim kurullar› köy ve köy k›s›mlar›ndaki seçmenlerin oyunu alarak kurulufl ifllemlerine aflama kaydettirilmektedir. Yani belediye kurma imkan› yine yerel halk›n veya temsilcileri olan köy tüzelkiflilerinin iste¤i ve yine sonuçta yerel halk›n oylar› ile mümkün olabilmektedir. Belediye kurulmas›n› yerel halk de¤il de valilik istemifl olsa dahi seçmenlerin, belediye kurmak için seçmenlerin oylar›na baflvurulmaktad›r. Kendilerini temsil edecek ve yerel hizmetleri yönetecek kamu örgütünün oluflmas›na da yerel halk söz sahibi edilmifltir. Mahalle kavram›na ilgi duyulmaya bafllanmas› Belediye Kanununun 3. maddesinde mahalle kavram› ilk kez tarif bulmaktad›r. Mahalle, belediye s›n›rlar› içerisinde yer alan ortak ihtiyaç ve öncelikleri benzer özellikler gösteren ve sakinleri aras›nda komfluluk iliflkisi bulunan insanlar›n yaflad›¤› idari birim olarak tan›mlanm›flt›r. Kanun mahallenin idari bir birim oldu¤una karar vermifl, onu bir mahalli idare olarak düzenlememifltir. Belediye Kanununun 9. maddesinde mahalle ve yönetimi düzenlenmifltir. Mahalle kurulmas›, kald›r›lmas›, birlefltirilmesi, bölünmesi, adlar›yla s›n›rlar›n›n tespiti ve de¤ifltirilmesi, belediye meclisinin karar› ve kaymakam›n görüflü üzerine valinin onay› ile olmaktad›r. Kanun bir belediye kuru- 9 368 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Hikmet KAVRUK labilmesi için yerel halk›n oylar›n›n al›nmas›n› emretmiflken, mahalle gibi daha küçük ve belediye kurumuna göre sosyal bütünlü¤ünün nispeten daha yo¤un oldu¤u bir idari birimin oluflumu ve flekillendirilmesi için ayn› cömertli¤i gösterememifltir. Her ne kadar belediye meclisi mahallelerde oturan seçmenlerin oylar›yla oluflmufl olsa da, mahalle kurulmas›nda veya yeniden flekillendirilmesinde do¤rudan mahalle halk›n›n görüflüne baflvurmak, kanunun yönetiflim, demokratiklik ve kat›l›mc›l›k iddias›na daha uygun bir düzenleme olurdu. Mahalle muhtar›n›n görev ve yükümlülükleri aras›nda, mahalle sakinlerinin gönüllü kat›l›m›yla mahallenin ortak ihtiyaçlar›n› tespit etmek say›lm›flt›r. Kanunun ayn› maddesinde, belediyenin kararlar›nda mahallelerinin ortak isteklerini göz önünde bulunduraca¤› ve hizmetlerin mahallenin ihtiyaçlar›na uygun biçimde yürütülmesini sa¤lamaya çal›flaca¤› öngörülmüfltür. Ancak göz önünde bulundurmak ve sa¤lamaya çal›flmak kesinli¤i olan kavramlar de¤ildir; yönlendirici, tavsiye edici niteli¤i olan esnek kavramlard›r, denetimi ve sonucundaki yapt›r›m› da kolay ve belirgin olmayacakt›r. Kentsel ortamda, yerel yönetimler aç›s›ndan çok önemli bir kavrama “mahalle”ye sahibiz. Mahalle, bir imkân olarak yeterince de¤erlendirilememifltir. Mahalle kavram› yönetiflimin çok aktörlülük, kat›l›mc›l›k, demokratiklik özellikleri ile tam örtüflebilecek bir kavramd›r. Mahalle kavram›, hemflehri hukuku, kent konseyi, kentlilik bilinci aç›lar›nda de¤erlendirilmesi ve güçlendirilmesi gereken bir unsurdur. Hemflehri hukukunu ikamet esas›na dayand›rma 5272 say›l› Belediye Kanununun 13. maddesinde, hemflehri hukuku bafll›¤› alt›nda yeni bir yaklafl›m getirmektedir. Yeni düzenlemeye göre herkes ikamet etti¤i beldenin hemflehrisi olacakt›r. Bu yaklafl›m insanlar›n özellikle nüfus say›m› yap›ld›¤› s›ralarda ikamet ettikleri yerlerde say›lmaktan ziyade nüfusa kay›tl› olduklar› yerlerde say›lmak için aray›fllar içerisine girmelerinin sak›ncalar›n› ortadan kald›rmaya yönelik bir düzenleme oldu¤u anlafl›lmaktad›r. Belediyeler nüfuslar› oran›nda merkezi idareden pay ald›klar›ndan, nüfus say›m› s›ras›nda nüfuslar›n› mümkün oldu¤unca fazlalaflt›rman›n gayreti içine girebilmektedirler. Özellikle iç göçlere dayal› kentleflme hareketleri sebebiyle kalabal›klaflm›fl büyük flehir sakinleri, nüfusa kay›tl› olduklar› memleketine say›m öncesi giderek hemflehrilik görevlerini yapt›klar›n› düflünmektedirler. Bu anlay›fl›n kayna¤› 1580 say›l› Belediye Kanununun 13. maddesinde hemfleri hukuku bafll›¤› alt›nda düzenlenmifl olan “Her Türk, nüfus kütü¤üne yerli olarak yaz›ld›¤› beldenin hemflerisidir. Hemflerilerin belediye ifllerinde reye, intihaba, belediye idaresine ifltirake ve belde idaresinin devaml› yard›mlar›ndan istifadeye haklar› vard›r” hükmünden kaynaklanmaktayd›. Ancak nüfus say›mlar›nda kiflinin ikamet etti¤i yer d›fl›nda say›lmas›yla, belediyelerin gerçek nüfuslar›n›n yanl›fl ölçülmesine yol açmaktayd›. Ayn› flehirli olmak anlam›na gelen hemflehri kavram›, halk dilinde, daha genel kullan›lmakta, yerleflim yeri olarak flehir ölçe¤ini aflarak, il ve ilçe kavramlar›na dayal› olarak kullan›lmaktad›r. ‹kamet edilen yerden ziyade, do¤up büyüdü¤ü yeri veya nüfusa kay›tl› olunan yeri ifade etmektedir. Burada da yerleflim yeri ölçe¤inden ziyade mülki taksimat yani il, ilçe örgütü esas olmaktad›r. Dolay›s›yla hemflehrili¤in belirleyicisi merkezi idarenin taflra teflkilatlanmas› olarak görülebilir. Oysa kavram›n etimolojik anlam› ayn› flehirli olmak anlam›ndad›r bu haliyle de mülki taksimat de¤il, yerleflim yerine iflaret eder, yerleflim yerlerinin temsilci kurumu ise belediye ve köydür. fiehir ise belediye kurumunca temsil olunabilir. O halde hemflehrilik kavram›n›n il ve ilçe kavramlar› ile de¤il de be- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 369 lediye kavram›yla iliflkilendirilmesi, bu aç›dan da ikamet edilen belediyenin hemflehrisi olmak do¤ru bir yaklafl›md›r. Kanun, herkesin ikamet ettikleri beldenin hemflehrisi olaca¤›na, hemflehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine kat›lma, belediye faaliyetleri hakk›nda bilgilenme ve belediye idaresinin yard›mlar›ndan yararlanma hakk› oldu¤una hükmetmifltir. Belediye, hemflehriler aras›nda sosyal ve kültürel iliflkileri gelifltirilmesi, kültürel de¤erlerin korunmas› konusunda gerekli çal›flmalar› yapmakla mükelleftir. Bu çal›flmalar›n yap›lmas›nda, üniversitelerin, kamu kurum ve kurulufllar›n›n, sendikalar›n, sivil toplum kurulufllar›n›n ve uzman kiflilerin kat›l›m›n› sa¤layacak önlemleri almak zorundad›r. ‹kamet edilen kent ile hemflehrilik iliflkisinin kurulmas›, ayn› kentli olman›n yaratabilece¤i dayan›flma, kenti sahiplenme gururunu ve kentlilik bilincini oluflturabilecektir. Kanun bu düzenlemeleri ile yönetiflime yönelmeye imkân tan›makta ve zemin haz›rlamaktad›r. Kamuoyunun düflüncelerini ö¤renmek için araflt›rma yapmak Belediye Kanununun 15. maddesi ve ‹l Özel ‹daresi Kanununun 9. maddesinde belediyenin ve il özel idaresinin yetki ve imtiyazlar› düzenlenmifltir. Yetkileri aras›nda, halk›n belediye ve il özel idare hizmetleriyle ilgili görüfl ve düflüncelerini tespit etmek amac›yla kamuoyu yoklamas› ve araflt›rma yapabilece¤i öngörülmüfltür. Büyükflehir Belediyesi Kanununun 10. maddesi “Büyükflehir, ilçe ve ilk kademe belediyeleri; görevli olduklar› konularda bu Kanunla birlikte Belediye Kanunu ve di¤er mevzuat hükümleri ile ilgisine göre belediyelere tan›nan yetki, imtiyaz ve muafiyetlere sahiptir” hükmüyle bu kamuoyu yoklamas› ve araflt›rma yapma yetkisine sahiptir. Belediye Kanununun 60. maddesi, ‹l Özel ‹daresi Kanununun 43. maddesi ve Büyükflehir Belediyesi Kanununun 24. maddesinde, belediye, büyükflehir ve il özel idaresinin hizmetleriyle ilgili olarak yap›lan kamuoyu yoklamas› ve araflt›rmas› giderleri ayr› bir gider kalemi olarak say›lm›flt›r. Gider kalemleri aras›nda “Yurt içi ve yurt d›fl› kamu ve özel kesim ile sivil toplum örgütleriyle birlikte yap›lan ortak hizmetler ve proje giderleri” de belirtilmektedir. Meclis toplant›lar›n›n yeri zaman› ve gündemi halk› bilgilendirmek Belediye Kanununun 21. maddesi, ‹l Özel ‹daresi Kanununun 13. maddesi “Gündem” bafll›¤› alt›nda meclisin toplant›s›n›n belirli bir gündemi olmas›n› ve çeflitli usullerle halka duyurulmas›n› emretmifltir. Belediye Kanununun 20. maddesi ve ‹l Özel ‹daresi Kanununun 12. maddesi ve Büyükflehir Belediyesi Kanununun 14. maddesi meclis toplant›lar›n›n usulünü düzenlemektedir. Bu maddelere göre, toplant›n›n yeri ve zaman›n›n mutat usullerle halka duyurulmas› zorunlu hale getirilmifltir. Belediye meclis ve il genel meclisi toplant›lar› aç›kt›r. ‹çiflleri Bakanl›¤› meclis çal›flmalar›na ve kat›l›ma iliflkin esas ve usuller için yönetmelik ç›karacakt›r. ‹htisas komisyonlar›na kat›l›m ve raporlar›n halka duyurulmas› Belediye Kanununun 24. maddesi, ‹l Özel ‹daresi Kanununun 16. maddesi, Büyükflehir Belediyesi Kanununun 15. maddesi ihtisas komisyonlar› kurulmas› imkan› getirmektedir. Bu maddelere göre her bir yerel yönetim biriminin meclisi, kendi üyeleri aras›ndan her dönem bafl› toplant›s›nda, her siyasî parti grubunun ve ba¤›ms›z üyelerin meclisteki üye say›s›n›n meclis üye tam say›s›na oranlanmas›n› dikkate alarak ihtisas komisyonlar› kuracakt›r. ‹htisas komisyonu üye say›s› ve hangi komisyonlar›n kurulaca¤› konusunda farkl›l›k getirilmifl- 9 370 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Hikmet KAVRUK tir. Belediyelerde ve il özel idarelerinde komisyon üye say›s› en az üç, en çok befl kifliden, büyükflehir belediyelerinde ise en az befl en çok dokuz kifliden oluflacakt›r. Belediyelerde sadece il ve ilçe belediyeleri ile nüfusu 10 binin üstündeki belediyelerde plan ve bütçe komisyonu ile imar komisyonunun kurulmas›n› zorunlu tutmufltur. ‹l özel idarelerinde e¤itim, kültür ve sosyal hizmetler komisyonu, imar ve bay›nd›rl›k komisyonu, çevre ve sa¤l›k komisyonu ile plân ve bütçe komisyonu kurulmas› zorunludur ve bunlardan plân ve bütçe ile imar ve bay›nd›rl›k komisyonlar› en çok yedi kifliden meydana gelir. Büyükflehir belediyelerinde ise ‹mar ve bay›nd›rl›k komisyonu, çevre ve sa¤l›k komisyonu, plân ve bütçe komisyonu, e¤itim, kültür, gençlik ve spor komisyonu ile ulafl›m komisyonunun kurulmas› zorunludur. Komisyon raporlar› alenidir ve halka duyurulmas› emredilmektedir. Komisyon çal›flmalar›nda uzman kiflilerden yararlan›labilir. Belediye, büyükflehir belediyesi ve il özel idarelerinde, mahalle muhtarlar›, ildeki kamu kurulufllar›n›n amirleri, ildeki kamu kurumu niteli¤indeki meslek kurulufllar›, üniversiteler, sendikalar ve gündemdeki konularla ilgili sivil toplum örgütlerinin temsilcileri oy hakk› olmaks›z›n kendi görev ve faaliyet alanlar›na giren konular›n görüflüldü¤ü ihtisas komisyonu toplant›lar›na kat›labilir ve görüfl bildirebilir. ‹l özel idarelerinde kaymakamlar da toplant›lara kat›labilir. Stratejik plan haz›rlama ve çeflitli kesimlerin görüflünün al›nmas› Belediye Kanununun 41. maddesi, ‹l Özel ‹daresi Kanununun 31. maddesi stratejik plan ve performans plan› bafll›¤› alt›nda do¤rudan düzenleme getirmifltir. Belediye Kanunu, stratejik planlamay› nüfusu 50 binin üzerindeki belediyelere zorunlu k›lm›flt›r. Büyükflehir Belediyesi Kanununun 7, 18 ve 21. maddelerinde stratejik planlamaya iliflkin hükümler getirilmifltir. Belediyelerde belediye baflkan›, il özel idarelerinde vali, mahallî idareler genel seçimlerinden itibaren alt› ay içinde; kalk›nma plân ve programlar› ile varsa bölge plân›na uygun olarak stratejik plân ve ilgili oldu¤u y›lbafl›ndan önce de y›ll›k performans plân› haz›rlay›p meclislerine sunacaklard›r. 5216 say›l› Kanunda büyükflehir belediyesinin görev ve sorumluluklar›n›n say›ld›¤› 7. maddede, ‹lçe ve ilk kademe belediyelerinin görüfllerini alarak büyükflehir belediyesinin stratejik plân›n›, y›ll›k hedeflerini, yat›r›m programlar›n› ve bunlara uygun olarak bütçesini haz›rlamak büyükflehir belediyesinin görevidir. Büyükflehir belediye baflkan› da Belediyeyi stratejik plâna uygun olarak yönetmek, belediye idaresinin kurumsal stratejilerini oluflturmak, bu stratejilere uygun olarak bütçeyi haz›rlamak ve uygulamak, belediye faaliyetlerinin ve personelinin performans ölçütlerini belirlemek, izlemek ve de¤erlendirmek, bunlarla ilgili raporlar› meclise sunmakla görevlendirilmifltir (m.18). Büyükflehir belediyesinde hizmetlerin yürütülmesi belediye baflkan› ad›na onun direktifi ve sorumlulu¤u alt›nda mevzuat hükümlerine, belediyenin amaç ve politikalar›na, stratejik plân›na ve y›ll›k programlar›na uygun olarak genel sekreter ve yard›mc›lar› taraf›ndan sa¤lan›r (m.21). Stratejik plân, varsa üniversiteler ve meslek odalar› ile konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin görüflleri al›narak haz›rlanacak ve mecliste kabul edildikten sonra yürürlü¤e girecektir. Stratejik plân ve performans plân› bütçenin haz›rlanmas›na esas teflkil edece¤inden, mecliste bütçeden önce görüflülerek kabul edilecektir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 371 Yetki devrinin öngörülmesi Belediye Kanununun 42. maddesinde, ‹l Özel ‹daresi Kanununun 32. maddesinde yetki devri düzenlenmifltir. Belediye baflkan› görev ve yetkilerinden bir k›sm›n› uygun gördü¤ü takdirde yöneticilik s›fat› bulunan belediye görevlilerine devredebilecektir. Paralel bir düzenlemeyle, vali de görev ve yetkilerinden bir k›sm›n› uygun gördü¤ü takdirde yöneticilik s›fat› bulunan il özel idaresi görevlileri ile ilçelerde kaymakamlara devredebilecektir. 5216 say›l› Kanunda büyükflehir belediye baflkan›n›n görev ve yetkilerinin düzenlendi¤i 18. maddede, gerekti¤inde görev ve yetkilerinden bir veya birkaç›n› ilçe veya ilk kademe belediye baflkan›na devretmek öngörülmüfltür. Acil durum planlamas› yapmak ve halk› e¤itmek Belediye Kanununun 53. maddesi, ‹l Özel ‹daresi Kanununun 69. maddesi acil durum planlamas›n› benzer bir flekilde düzenlemifltir. Buna göre, belediyeler ve il özel idareleri, yang›n, sanayi kazalar›, deprem ve di¤er do¤al afetlerden korunmak veya bunlar›n zararlar›n› azaltmak amac›yla beldenin ve ilin özelliklerini de dikkate alarak gerekli afet ve acil durum plânlar›n› yapar, ekip ve donan›m› haz›rlarlar. Acil durum plânlar›n›n haz›rlanmas›nda varsa il ölçe¤indeki di¤er acil durum plânlar›yla da koordinasyon sa¤lan›r ve ilgili bakanl›k, kamu kurulufllar›, meslek teflekkülleriyle üniversitelerin ve di¤er mahallî idarelerin görüflleri al›n›r. Plânlar do¤rultusunda halk›n e¤itimi için gerekli önlemler al›narak bahsedilen idareler, kurumlar ve örgütlerle ortak programlar yap›labilir. Hizmet alanlar› d›fl›nda yang›n ve do¤al afetler meydana gelmesi durumunda, bu bölgelere gerekli yard›m ve destek sa¤layabilir. Büyükflehir Belediyesi Kanununun 7. maddesinde büyükflehir belediyesinin görev ve sorumluluklar› aras›nda “‹l düzeyinde yap›lan plânlara uygun olarak, do¤al afetlerle ilgili plânlamalar› ve di¤er haz›rl›klar› büyükflehir ölçe¤inde yapmak…” say›lmaktad›r. Denetim sonuçlar›n›n kamuoyuna duyurulmas› Belediye Kanununun 25. maddesi ve ‹l Özel ‹daresi Kanununun 17. maddesi ile denetim komisyonlar› kurulmaktad›r. ‹l ve ilçe belediyeleri ile nüfusu 10.000'in üzerindeki belediyelerde, belediye meclisi, her ocak ay› toplant›s›nda belediyenin bir önceki y›l gelir ve giderleri ile hesap ve ifllemlerinin denetimi için kendi üyeleri aras›ndan gizli oyla ve üye say›s› üçten az beflten çok olmamak üzere bir denetim komisyonu oluflturur. Komisyon, her siyasî parti grubunun ve ba¤›ms›z üyelerin meclisteki üye say›s›n›n meclis üye tam say›s›na oranlanmas› suretiyle oluflur. ‹l özel idareleri için de paralel hükümle denetim komisyonlar› öngörülmüfltür. T›pk› Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve hükümeti denetleme usulü gibi, belediye meclisleri ve il genel meclislerine de bilgi edinme ve belediye yönetimini ve il özel idaresi yönetimini denetleyebilmeleri imkan› yeniden düzenlenmifltir (Belediye Kanunu m.26 ve ‹l Özel ‹daresi Kanunu m.18). Buna göre belediye meclisi bilgi edinme ve denetim yetkisini, faaliyet raporunu de¤erlendirme, denetim komisyonu, soru, genel görüflme ve gensoru yoluyla kullanabilecektir. ‹l genel meclisinde ise bu yetki soru, genel görüflme ve faaliyet raporunu de¤erlendirme yoluyla kullan›labilmektedir. Benzeri düzenlemeler 1580 say›l› Belediye Kanununun 61. ve 67. maddelerinde de bulun- 9 372 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Hikmet KAVRUK maktayd›; 61. madde belediye meclisi üyeleri hakk›nda gensoru müessesesini, 67. maddede belediye baflkan›n›n haz›rlayaca¤› y›ll›k faaliyet raporunun yetersiz bulunmas›n› düzenlemekteydi. Her iki durumda da üyenin veya belediye baflkan›n›n azli için meclisin 2/3 ço¤unluk karar› aranmakta idi. 3030 say›l› Büyükflehir Belediyelerinin Yönetimi Hakk›ndaki Kanun da bu uygulamay› kabul etmifl, ancak büyükflehir belediye baflkan›n›n azlinde büyükflehir belediye meclisinin 3/4 ço¤unlukla karar alaca¤›n› emretmiflti. 5272 say›l› Belediye Kanununun 25. maddesine göre, meclis üyeleri, meclis baflkanl›¤›na önerge vererek belediye iflleriyle ilgili konularda sözlü veya yaz›l› soru sorabilir. Soru, belediye baflkan› veya görevlendirece¤i kifli taraf›ndan sözlü veya yaz›l› olarak cevapland›r›l›r. Meclis üyelerinin en az üçte biri, meclis baflkanl›¤›na istekte bulunarak, belediyenin iflleriyle ilgili bir konuda genel görüflme aç›lmas›n› isteyebilir. Bu istek meclis taraf›ndan kabul edildi¤i takdirde gündeme al›n›r. Belediye baflkan›nca meclise sunulan bir önceki y›la ait faaliyet raporundaki aç›klamalar, meclis üye tam say›s›n›n 3/4 ço¤unlu¤uyla yeterli görülmezse yetersizlik karar›yla görüflmeleri kapsayan tutanak, meclis baflkan vekili taraf›ndan mahallin mülkî idare amirine gönderilir. Vali, dosyay› gerekçeli görüflüyle birlikte Dan›fltaya gönderir. Yetersizlik karar›, Dan›fltayca uygun görüldü¤ü takdirde belediye baflkan›, baflkanl›ktan düfler. Meclis üye tam say›s›n›n en az üçte biri oran›ndaki üyenin imzas›yla belediye baflkan› hakk›nda gensoru önergesi verilebilir. Gensoru önergesi, meclis üye tam say›s›n›n salt ço¤unlu¤unun oyu ile gündeme al›n›r ve üç tam gün geçmedikçe görüflülemez. Gensoru önergesinin karara ba¤lanmas›nda ayn› usul takip edilerek Dan›fltaya gönderilir. ‹l özel idarelerinde, faaliyet raporundaki aç›klamalar, meclis üye tam say›s›n›n dörtte üç ço¤unlu¤uyla yeterli görülmezse, yetersizlik karar›yla görüflmeleri kapsayan tutanak, meclis baflkan› taraf›ndan gere¤i yap›lmak üzere ‹çiflleri Bakanl›¤›na gönderilir. Belediye Kanununun 55. maddesinde belediyelerde iç ve d›fl denetim yap›laca¤› ve denetimin ifl ve ifllemlerin hukuka uygunluk, performans ve mali denetimi kapsayaca¤› hüküm alt›na al›nm›flt›r. Böylece denetimin kapsam› geniflletilmifltir. ‹ç ve d›fl denetim 5018 say›l› Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümlerine göre yap›l›r. Ayr›ca, belediyenin malî ifllemler d›fl›nda kalan di¤er idarî ifllemleri, idarenin bütünlü¤üne ve kalk›nma plân› ve stratejilerine uygunlu¤u aç›s›ndan ‹çiflleri Bakanl›¤›, belediye baflkan› veya görevlendirece¤i elemanlar taraf›ndan da denetlenir. Belediyelere ba¤l› kurulufl ve iflletmeler de yukar›daki esaslara göre denetlenir. Denetime iliflkin sonuçlar kamuoyuna aç›klan›r ve meclisin bilgisine sunulur. ‹l Özel ‹daresi Kanununun 37. maddesi denetimin amac›n› tan›mlamaktad›r. Denetimin amac›, il özel idarelerinin faaliyet ve ifllemlerinde hatalar›n önlenmesine yard›mc› olmak, çal›flanlar›n ve il özel idaresi teflkilât›n›n geliflmesine, yönetim ve kontrol sistemlerinin geçerli, güvenilir ve tutarl› duruma gelmesine rehberlik etmek amac›yla hizmetlerin süreç ve sonuçlar›n› mevzuata, önceden belirlenmifl amaç ve hedeflere, performans ölçütlerine ve kalite standartlar›na göre tarafs›z olarak analiz etmek, karfl›laflt›rmak ve ölçmek, kan›tlara dayal› olarak de¤erlendirmek, elde edilen sonuçlar› rapor hâline getirerek ilgililere duyurmakt›r. Ayn› kanunun 38. maddesiyle il özel idarelerinde denetimin kapsam›, belediyelerin denetimine paralel olarak iç ve d›fl denetim fleklinde düzenlenmifl ve paralel bir hükümle denetim sonuçlar›n›n kamuoyuna aç›klanaca¤› ve meclisin bilgisine sunulaca¤› hüküm alt›na al›nm›flt›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 373 Büyükflehir Belediye Kanununda denetim komisyonu düzenlenmemifltir. Kanun 11. maddesinde büyükflehir belediyesinin, ilçe ve ilk kademe belediyelerinin imar uygulamalar›n› denetlemeye yetkili oldu¤unu ve imar uygulamalar›n›n denetiminde kamu kurum ve kurulufllar›ndan, üniversiteler ve kamu kurumu niteli¤indeki meslek kurulufllar›ndan yararlan›labilece¤ini düzenlemifltir. Faaliyet raporu haz›rlamak ve kamuoyuna duyurmak Belediye Kanununun 56. maddesi ve ‹l Özel ‹daresi Kanununun 37. maddesi faaliyet raporunu düzenlemektedir. Buna göre, belediye baflkan› ve valiler kendi örgütleri aç›s›ndan, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 41 inci maddesinin dördüncü f›kras›nda belirtilen biçimde; stratejik plân ve performans hedeflerine göre yürütülen faaliyetleri, belirlenmifl performans ölçütlerine göre hedef ve gerçekleflme durumu ile meydana gelen sapmalar›n nedenlerini ve borçlar›n›n durumunu aç›klayan faaliyet raporunu haz›rlar. Belediyeler faaliyet raporunda, ba¤l› kurulufl ve iflletmeler ile belediye ortakl›klar›na iliflkin söz konusu bilgi ve de¤erlendirmelere de yer verirler. Faaliyet raporu mart ay› toplant›s›nda belediye baflkan› ve vali taraf›ndan kendi meclislerine sunulur. Raporun bir örne¤i ‹çiflleri Bakanl›¤›na gönderilir ve kamuoyuna da aç›klan›r. Büyükflehir Belediyesi Kanununda faaliyet raporu düzenlenmemifltir. Belediyeler için getirilen ve meclisi ve kamuoyunu bilgilendiren bu faaliyet raporunun büyükflehir belediyeleri için de zorunlu k›l›nmas›, özellikle büyükflehir belediyelerinin kurdu¤u veya ifltirak etti¤i flirketlerin bu faaliyet raporlar› yoluyla denetiminin sa¤lanmas› olumlu sonuçlar verebilir. Böylece t›pk› belediyelerde ve il özel idarelerinde oldu¤u gibi, büyükflehir belediye meclisinin de büyükflehir belediye yönetimini faaliyet raporu yoluyla denetleyebilme yetkisine kavuflturulabilmelidir. Kent konseyinin görüfllerinin meclis gündeminde görüflülmesi Belediye Kanununun 76. maddesi kent konseyini düzenlemektedir. Buna göre kent konseyi, kent yaflam›nda; kent vizyonunun ve hemflehrilik bilincinin gelifltirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunmas›, sürdürülebilir kalk›nma, çevreye duyarl›l›k, sosyal yard›mlaflma ve dayan›flma, saydaml›k, hesap sorma ve hesap verme, kat›l›m ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmeye çal›fl›r. Belediyeler, kamu kurumu niteli¤indeki meslek kurulufllar›n›n, sendikalar›n, noterlerin, varsa üniversitelerin, ilgili sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin, kamu kurum ve kurulufllar›n›n ve mahalle muhtarlar›n›n temsilcileri ile di¤er ilgililerin kat›l›m›yla oluflan kent konseyinin faaliyetlerinin etkili ve verimli yürütülmesi konusunda yard›m ve destek sa¤lar. Kent konseyinde oluflturulan görüfller belediye meclisinin ilk toplant›s›nda gündeme al›narak de¤erlendirilir. 5216 say›l› Büyükflehir Belediyesi Kanunu kent konseylerine iliflkin herhangi bir hüküm getirmemifltir. Belediye hizmetlerine gönüllü kat›l›ma yer verilmesi 5272 say›l› Belediye Kanununun 77. maddesi ve 5302 say›l› ‹l Özel ‹daresi Kanununun 65. maddesi halk›n hizmetlere gönüllü kat›l›m›n› düzenlemektedir. Buna göre belediye ve il özel idareleri; sa¤l›k, e¤itim, spor, çevre, sosyal hizmet ve yard›m, kütüphane, park, trafik ve kültür hizmetleriyle, yafll›lara, kad›n ve çocuklara, özürlülere, yoksul ve düflkünlere yönelik hizmetlerin yap›lmas›nda dayan›flma ve kat›l›m› sa¤lamak, hizmetlerde etkinlik, tasarruf ve verimlili¤i art›rmak amac›yla gönüllü kiflilerin kat›l›m›na yönelik programlar uygular. Gönüllülerin nitelikleri ve çal›flt›r›lmalar›na ilifl- 9 374 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Hikmet KAVRUK kin usul ve esaslar ‹çiflleri Bakanl›¤› taraf›ndan ç›kar›lacak yönetmelikle belirlenir. Büyükflehir Belediyesi Kanununda hizmetlere gönüllü kat›l›mla ilgili bir hüküm düzenlenmemifltir. SONUÇ Reform giriflimine bafllan›lm›flt›r. Bu çerçevede haz›rlanan ve kabul edilen yerel yönetim yasalar› uygulamaya girmifltir. Yasalar›n olumlu ve olumsuz yönleri zaman içerisinde uygulamalar sürerken ortaya ç›kacakt›r. Ortaya ç›kabilecek sorunlar, idari yarg›ya götürülecek böylece yerel yönetim yasalar› uygulama sonras›nda süreç içerisinde yarg›da denetlenmifl olacakt›r ve tekrar yeni düzenlemelere ihtiyaç gösterebilecektir ki bu do¤al karfl›lanmal›d›r. Reform süreci bafllat›ld›¤›ndan ve mevcut dengeler bozuldu¤undan, yasalar›n öngördü¤ü yeni dengelere ulafl›ncaya kadar süreç devam edecektir. Süreç sona erdi¤inde istenilen sonuca ulafl›lm›flsa, yasalar›n ad› reform yasalar› olarak adland›r›labilecektir. Yasalar henüz tasar› halindeyken ve yürürlü¤e girdi¤i s›ralarda, bu yasalar›n Türkiye gerçeklerine uymad›¤›, moda kavramlar›n peflinden sürüklenildi¤i, amac›n gerçek reform de¤il, küresel güçler için kamu yönetiminin gücünün azalt›ld›¤›, devletin zay›flat›ld›¤›, yabanc› sermayenin kolayca ülke kurum ve kurulufllar›na hakim olman›n yolunun aç›ld›¤› ileri sürülmüfl, bu giriflimlerin tuzaklarla dolu oldu¤u konusunda özellikle siyasal çevrelerden endifleler dile getirilmifltir. Bu ba¤lamda yönetiflim kavram›n›n da ayn› kefede de¤erlendirildi¤i, yönetiflimin bir aldatmaca oldu¤u, aldatan›n Bat›l› küresel güçler ve çok uluslu flirketler, aldat›lan›n ise tüm ülke oldu¤u ve mevcut iktidar›n oyuna geldi¤i aç›klamalara da rastlan›lmaktad›r. Bu tür yaklafl›mlar›n teselli bulduklar› tek nokta ise kanunlar ne derece olumsuz olursa olsun sa¤duyulu uygulay›c›lar›n elinde olumsuz yönlerinin zamanla giderilece¤idir. Konu bu aç›dan de¤erlendirildi¤inde, kamu yönetiminde yerleflmifl olan, merkeziyetçi, hiyerarflik ve geleneksel yönetim anlay›fl› karfl›s›nda yönetiflim modelinin kolay benimsenemeyece¤i, yasa ç›karken tam gösterilemeyen direncin uygulama s›ras›nda yap›labilece¤i anlafl›lmaktad›r. Yerel yönetim yasalar›n›n birbirine paralel hükümler tafl›yarak getirmek istedi¤i yeni anlay›fl›n tamamen yönetiflim merkezli oldu¤u söylenemez. Yönetiflimin anlam›na uygun düzenlemeler bulunmakla birlikte, mevcut uygulama ve anlay›fl›n veri kabul edildi¤ini, bu veri üzerinden mevcut sorunlara çözüm getirici bir yaklafl›m benimsendi¤ini, do¤rudan yönetiflim öngörmedi¤ini, çok aktörlülük anlay›fl›nda mevcut kamu aktörünün hala neredeyse tek belirleyici oldu¤unu, di¤er aktörlerin ise sadece tatmin ve temsilinin sa¤lanmaya çal›fl›ld›¤›n› söyleyebiliriz. Oysa di¤er aktörlerin flimdiye kadar gizli köflelerde, lobicilik faaliyetleriyle, siyasal bask›larla, kendi lehine ve bazen hukuk kurallar›n› da zorlayarak tek belirleyici olan kamu yönetimini etkileyebildi¤i aç›kt›r. Yürürlü¤e giren yeni yasalar›n yönetimden yönetiflime geçiflte bir zemin oluflturabilecek, ileride yerel yöneyim yap›s›n› daha yönetiflim odakl›, kat›l›m› yüksek ve fleffaf, hesap verebilir ve denetlenebilir k›lmak mümkün olabilecektir. Bunun önkoflulu ise yasalar›n istenilen amaca ulaflmas› yani yar› yolda b›rak›lmamas›d›r. Di¤er yandan özellefltirmedeki baflar›, halk›n benimsemesi ve tatmini yönetiflimin di¤er aktörleri olarak s›nav vermektedir. Güçlü bir özel sektör ve sivil toplum yap›lanmas›, yerel yönetim yasalar›n›n olgunlaflt›r›lmas›nda etkili olabilecek ve yönetiflimin di¤er aya¤›n› tesis ederken kamu kesiminin sorumlulu¤unun bir k›sm›n› paylaflabilecektir. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 375 D‹PNOTLAR 1 Aykaç, Burhan (1999) “Türkiye'de Kamu Yönetiminin Küçültülmesi, Yerel Yönetimler ve Yerel Demokrasinin Amaçlar›” Gazi Üniversitesi ‹‹BF Dergisi, 1/99, 6; Tutum, Cahit (1994) Kamu Yönetiminde Yeniden Yap›lanma, TESAV Yay›nlar›, Ankara, s.3-4 2 Baransel, Atilla (1993) Ça¤dafl Yönetim Düflüncesinin Evrimi- Klasik ve Neoklasik Yönetim ve Örgüt Teorileri, 3.bask›, Cilt 1, Avc›ol Bas›m -Yay›m, ‹stanbul 3 Stoker, Gerry (1998) “Public-Private Partnership and Urban Governance”, Partnership in Urban Governance, (ed. Jon Pierre), Mac Millian Pres, s.36 4 Palab›y›k, Hamit (2003) “Yönetimden Yönetiflime Geçifl: Yönetiflim, Kentsel Yönetiflim ve Uygulamalar› ile Yönetimde Ölçülebilirlik Üzerine Aç›klamalar”, Yerel ve Kentsel Politikalar, (Ed. M.A. Çukurçay›rl› ve A. Tekel), Çizgi Kitabevi, Konya, s.233 5 Göymen Korel (2000) “Türkiye'de Yerel Yönetimler ve Yönetiflim: Gereksinmeler, Önermeler, Yönelimler”, Ça¤dafl Yerel Yönetimler Dergisi, 9/2, s.6 6 Habitat II, Ulusal Rapor ve Eylem Plan› (1996), ‹stanbul, s.76 7 Palab›y›k, Hamit: a.g.e., s.254 8 Chashin, Robert J. and Garg, Sunil (1997), “The Issue of Governance in Neighborhood-Based Initiatives”, Urban Affairs Review, May, Vol.32, Issue 5, s.632 9 Hirst, P. (1994) Associative Democracy: New Forms of Economic and Social Governance, Cambridge, Polity Press; Kooiman, J. (ed.) (1993) “Social-Political Governance: Introduction”, Modern Governance: New Government-Society Interactions, Sage Publications, London, s.1-3 (Göymen, Korel: a.g.e., s.7-8 den naklen). 9 376 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” ÖRGÜT VE YÖNET‹M ARAfiTIRMALARINDA KÜLTÜR PROBLEM‹ Ramazan ERDEM* Girifl Ça¤›m›zda bilginin ortaya ç›k›fl›, geliflimi ve yay›lmas› önceki dönemlere göre çok daha h›zl›d›r. Sosyal bilimler aç›s›ndan da özellikle geliflmifl ülkelerde ortaya ç›kan teori, yöntem ve uygulamalar›n geliflmekte olan ülkelere transferi söz konusudur. Bu ba¤lamda herhangi bir sosyo-kültürel ortamda üretilen modelin bir baflka toplumda de¤ifltirilmeden uygulanmas› son y›llar›n tart›fl›lan konular› aras›ndad›r. Çünkü herhangi bir yöntemin baflar›s› uyguland›¤› ortam›n kültürel özellikleriyle uyumuna ba¤l›d›r. Genel olarak sosyal bilimlerdeki bu durumun özelde örgüt ve yönetim bilimi aç›s›ndan tart›fl›lmaya bafllamas›nda Hollandal› bilim insan› Geert Hofstede’in 1968-1972 y›llar› aras›nda 52 ülkeyi kapsayan araflt›rmas› ve 1980’li y›llarda bas›lan Culture’s Consequences adl› kitab› önemli rol oynam›flt›r. Yine 1980’li y›llarda Japon yönetim anlay›fl› ile Bat›l› anlay›fllar›n›n karfl›laflt›r›lmas›, Japon baflar›s›n›n alt›nda kültürel faktörlerin vurgulanmas›, kültürün örgüt ve yönetim bilimi aç›s›ndan da incelenmesini gündeme getirmifltir. 1. Kültür Nedir? Kültür kavram› sosyal bilimlerin bir çok alan›nda (örn. Antropoloji, sosyoloji, psikoloji) kullan›lmaktad›r ve bu nedenle farkl› alanlarda farkl› flekillerde tan›mlanmaktad›r.1 Disiplinler aras› çal›flmalarda en çok baflvurulan kültür tan›mlar›ndan birisi Kluckhohn taraf›ndan 1952 y›l›nda yap›lm›flt›r: “‹nsan gruplar›n›n özgün yap›lar›n› ortaya koyan, yarat›lan ve aktar›lan sembollerle ifade edilen düflünce, duygu ve davran›fl biçimleridir; kültürün temelini geleneksel görüfller (tarihsel süreç içinde oluflmufl ve seçilmifl) ve özellikle onlara atfedilen de¤erler oluflturmaktad›r”2. Örgüt ve yönetim ba¤laml› araflt›rmalarda ise en çok kullan›lan tan›mlardan birisi Hofstede’nin tan›m›d›r: “Kültür, bir grubun üyelerini ya da insan gruplar›n› di¤erlerinden ay›ran kolektif zihin programlamas›d›r”3. Tan›mlardan da anlafl›laca¤› gibi kültür bir grup fenomenidir ve insanlar›n tutum ve davran›fllar›na yön veren bir referans sistemidir. 2. Kültürel Boyutlar Toplumlar› birbirleri ile karfl›laflt›rmak için daha çok antropologlar taraf›ndan çeflitli boyutlar gelifltirilmifltir. Karfl›laflt›rmal› kültürel yönetim alan›nda en çok Geert Hofstede’nin gelifltirdi¤i modele at›f yap›lmaklad›r. Farkl› kültürleri birbirleriyle karfl›laflt›rmak için Hofstede’nin ortaya koydu¤u kültürel boyutlar flunlard›r: güç mesafesi (power distance), belirsizlikten kaç›nma (uncertainty avoidance), bireycilik ve kolektivizm (individualism and collectivism) ile maskülinite ve femininite’dir (masculinity and femininity). * Dr, F›rat Üniversitesi, Sa¤l›k Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 377 Güç Mesafesi: Bu boyut toplumun veya bir sosyal grubun üyelerinin güç, statü, refah düzeyi vb. konularda eflit olmamas› ve dolay›s›yla üyeler aras›nda güç dengesizli¤inin bulunmas›n› ifade etmektedir. E¤er bir toplumda güç mesafesi düflükse bireylere eflitlikçi bir yaklafl›m vard›r, hiyerarflik pozisyonlar önemli prestij kaynaklar› de¤ildir. Güç mesafesi fazla ise, f›rsat eflitsizli¤i vard›r, hiyerarflik pozisyonlar, ünvanlar önemlidir, astlar ile üstler aras›ndaki mesafe korunur. Belirsizlikten Kaç›nma: Bu boyut belirsizlik ve bilinmeyen durumlar karfl›s›nda insanlar›n kendilerini nas›l hissettikleri ile ilgilidir. Di¤er bir ifade ile insanlar›n belirsizli¤e karfl› tahammül derecesini ifade eder4. Bu belirsiz durumlar daha çok gelecekte ne olaca¤› endiflesinden kaynaklanmaktad›r. Belirsizlikten kaç›nman›n düflük oldu¤u toplumlarda bireyler aras›nda stres ve endifle düzeyi de düflüktür, insanlar daha çok risk alma e¤ilimindedirler, de¤iflime ve yenili¤e karfl› daha aç›kt›rlar ve farkl› düflüncelere karfl› tolerans gösterirler. Belisizlikten kaç›nma e¤ilimi yüksek olan toplumlarda ise de¤iflim ve yenili¤e karfl› flüpheyle yaklafl›l›r, risk alma e¤ilimi azd›r, insanlar kendilerini güvenden hissedecekleri ortamlarda çal›flmak isterler. Kolektivizm ve Bireycilik: Kolektivizm ve bireycilik ay›r›m›, kültürler aras› çal›flmalardan en çok kullan›lan boyutlardan birisidir. Bu boyut, toplum içindeki bireylerin iliflkiler aç›s›ndan öne ç›kan e¤ilimini tan›mlamaktad›r. Bireyci toplumlarda, kifliler kendilerini di¤erlerinden ba¤›ms›z ünitelere olarak tan›mlarlar, önemli konulardaki kararlar›nda kendi isteklerini ön planda tutarlar ve bireysel baflar›ya önem verirler5. Kolektivizm ise s›k› toplumsal çerçeveleri anlat›r. Bu kültürlerde insanlar kendi kümeleriyle di¤erlerini ayr› tutarlar. ‹çinde etkinlik gösterilen akraba gruplar›, klanlar ve örgütler di¤erlerinden farkl›laflt›r›l›r. Bu gruplar üyelerini kollarlar ve karfl›l›¤›nda sadakat beklerler6. Maskülinite ve Femininite: Bu boyut bir toplumda cinsler aras›ndaki rollerin ay›r›m› ile ilgilidir. E¤er bir toplumda çok çal›flma, para kazanma, kiflisel rekabet, somut ç›kt›lar elde etme gibi e¤ilimler önemli görülüyorsa bu toplumun maskülin bir kültür yap›s›na sahip oldu¤u söylenebilir. Maskülin kültürlerde cinsiyet ay›r›mc›l›¤› daha yayg›nd›r. Yöneticiler erkek, sekreterler ise kad›n olabilir. Feminin kültürlerde ise paradan çok insan iliflkilerine ve yaflam kalitesine önem verme, yard›mseverlik, rekabetçi olmama gibi de¤erler daha ön plandad›r. Hofstede’nin bu dört boyutu d›fl›nda de¤iflik araflt›rmac›lar taraf›ndan incelenen farkl› kültürel boyutlar da bulunmaktad›r. Çeflitli araflt›rmalarda ç›kan sonuçlardan hareketle, farkl› örneklem gruplar›nda de¤iflik sonuçlar elde edilmekle beraber, genel olarak Türk toplumunun, baz› durumlarda bireyci e¤ilimleri bulunmakla beraber kolektivist e¤ilimleri öne ç›karan, hiyerarflik iliflkiyi tercih eden, güç mesafesi ve belirsizlikten kaç›nma e¤ilimi yüksek, maskülin ve feminin de¤erlerin her ikisinin de bulundu¤u bir kültüre sahip oldu¤u söylenebilir. 3. Örgüt ve Yönetim Anlay›fllar›nda Kültür Modern yönetim teorileri ve teknikleri genel olarak geliflmifl ülkelerde özellikle de ABD’de ortaya ç›kmaktad›r. Bu teoriler ve uygulamalar, geliflmekte olan ülkeler taraf›ndan endüstriyel geliflimleri h›zland›rmak için ithal edilmektedir7. Ancak bu model transferi ço¤unlukla istenen sonucu vermemektedir. 9 378 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ramazan ERDEM Örgüt ve yönetim disiplini içinde kültür faktörü ele al›n›ncaya kadar, Amerikan yönetim teorilerinin üstünlü¤ü, ABD’deki iyi bir yöneticinin di¤er ülkelerde de iyi bir yönetici olaca¤› ve etkili ABD yönetim uygulamalar›n›n her yerde geçerli olaca¤› gibi “her fleye tek çözüm” inanc› yayg›nd›. Bu görüfl ulusal kültürler aras›nda yönetsel tutum, davran›fl, de¤er ve etkilili¤in farkl›laflaca¤› bilgisiyle art›k geçerlili¤ini kaybetmeye bafllam›flt›r. Bir ifli yönetmek için en iyi tek yol yoktur. Ulusal kültürlerdeki farkl›l›klar, yönetim uygulamalar›ndaki farkl›l›klar› beraberinde getirmektedir8. 1980’lerden itibaren, özellikle Japon yönetimi üzerine yap›lan karfl›laflt›rmal› yönetim çal›flmalar› h›z kazanm›fl ve birçok çal›flma, geleneksel yönetim teorilerinin aksine, de¤iflik ülkelerdeki örgütlerin yap›laflmalar›nda, çal›flanlar›n tutum ve de¤erlerinde ve yönetim sistemlerinde kültürel farkl›l›klar oldu¤unu ortaya koymufltur9. Gerek karar alma, iletiflim ya da baflar›n›n ödüllendirilmesi, gerekse inançlar, ideolojiler ve toplumsal tasar›m, o toplumun kültürel yap›s›ndan soyutlanamaz. O zaman düflünen toplumu anlamaya çal›flanlar evrensel baz› do¤rular›n yan›nda, yerel baz› farkl›l›klar› da yakalayacaklard›r. Evresel baz› olgular sakl› kalmak kofluluyla, her kültürün kendine özgü bir düflünen toplum yaratt›¤› söylenebilir10. Örgüt teorilerine önemli katk› sa¤layan kültür kavram›, klasik yönetim anlay›fl›ndaki “en iyi tek yol” paradigmas›na alternatif yeni bir bak›fl aç›s› getirmesi ve evrensel olan (‘etik’) ile kültüre özgü olan (‘emik’) aras›nda birbirleriyle beslenen bir düflünce ve uygulama alan› gelifltirmesi aç›s›ndan pek çok araflt›rmaya konu olmufltur11. Kültürler aras› çal›flmalarda ‘etik’ ve ‘emik’ yaklafl›m bir yöntem tart›flmas› olarak yap›lagelmektedir. Etik yaklafl›m, bütün toplumlar› ayn› ölçek ve kriterlerle karfl›laflt›rmak, emik yaklafl›m ise her bir toplumu kendi iç dinamikleri ile incelemektir. Kültürel faktörler dikkate al›nmadan örgüt ve yönetim araflt›rmalar›nda tamamen bir etik bak›fl aç›s›n›n egemen oldu¤unu söylemek mümkündür. Çünkü belli bir merkezden (özellikle Kuzey Amerika) üretilen model, di¤er ortamlarda ölçülmekte, uygulanmakta ve merkezin standartlar›na göre de¤erlendirmeler yap›lmaktad›r. Bu “etnosentrik” yaklafl›m, kültürel farkl›l›klar› göz ard› etmekte, kendi yaklafl›m›n›n “tek do¤ru”, “en iyi yol” oldu¤u yan›lg›s›na neden olmaktad›r. Sadece örgütler kültüre özel de¤ildir, örgüt teorilerinin yazarlar› da kendi kültürlerinin ürünleridir. Teorisyenler de ailelerinin bak›fl aç›lar›yla büyürler, kendi kültürel ortamlar›ndaki okullara giderler ve belirli bir kültürel ortamdaki iflyerlerinde çal›fl›rlar. Onlar›n bu deneyimleri yaz› ve düflüncelerine de yans›maktad›r. Onlar mükemmel insan olabilirler ancak di¤er insanlar gibi onlar da kültürel e¤ilimlidirler12. E¤er çal›flan insan yerel kültürün etkisi alt›ndaysa, evrensel oldu¤u ileri sürülen örgüt ve yönetim kuramlar› alt›nda nas›l bir performans ortaya koyaca¤› düflünülmesi gereken bir olgudur. Baflka bir kültürün insan›n› verimli yapan, onu çal›flmaya özendiren yöntem ve ilkelerin, farkl› bir kültürde ayn› etkiyi gösterip gösteremeyece¤i tart›fl›lmas› gereken bir konudur13. Küreselleflme sonucunda iflletmeler farkl› ülkelerin ekonomik, sosyo-kültürel, teknolojik, hukuki ve politik çevreleriyle etkileflimde bulunurlar. Her ülkenin kendine özgü de¤er, norm ve inançlar› vard›r. Yine ülkelerin politik ve ekonomik sistemleri gibi hukuk uygulamalar› da farkl›l›k gösterecektir. Yöneticilerin tüm farkl› çevresel faktörleri incelemeleri ve özellikle kültürel farkl›l›klar› yö- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 379 netme konusunda da özel bir çaba harcamalar› gerekmektedir. Kültürel farkl›l›klar ve yönetimi say›lan problemler aras›nda belki de en karmafl›k olan›d›r14. Geleneksel örgüt teorileri kültürü dikkate almam›fllard›r, çünkü araflt›rmac›lar, araflt›r›lan konular ve bunlar› okuyanlar büyük ölçüde ABD merkezlidir. Kültür her yerde benzer olarak düflünülmüfl ve bu yüzden de az›nl›klar ve etnik gruplar üzerinde yap›lan araflt›rmalar d›fl›nda bu konu ile çok fazla ilgilenilmemifltir. fiimdilerde ise, globalleflen rekabet ortam›nda kültür alg›lama, davran›fl ve faaliyetlerdeki farkl›l›klar› aç›klamak için büyük bir olas›l›kla önemli bir faktör (hem teorik hem de istatistiksel olarak) olarak düflünülmektedir15. Kültürün örgütsel ve yönetsel uygulamalardaki öneminin fark edilmesi ile birlikte yönetim literatürü Karfl›laflt›rmal› Kültürel Yönetim bafll›kl› bir alan girmifltir. Bu konu ile ilgili yap›lan araflt›rmalar›n say›s›nda son y›llarda bir art›fl gözlemlenmektedir. Bunun yan›nda sadece karfl›laflt›rmal› kültürel yönetim alan›nda yay›n yapan dergiler de bulunmaktad›r. Bunlar aras›nda, International Journal of Cross-Cultural Management, Cross Cultural Management:An International Journal, Journal of International Management, International Journal of Intercultural Relations gibi dergileri saymak mümkündür. 4. Türkiye’de Durum Örgüt ve yönetim bilimi akademisyenlerinden Prof. Dr. Nakiye Boyac›giller’in bir makalesinde flu sat›rlara yer verilmektedir: “Okulumuzun müfredat›, fakültemizin kadrosu ve okudu¤umuz her fley tamamen ‘Amerikan’d›. Ak›ll› ve ileri düzeyde düflünme yetene¤ine sahip olan ve ço¤unlukla ‹stanbul’daki ifl dünyas› ile aktif dan›flmanl›k ba¤lar› bulunan hocalar›m, zaman zaman “Bu teroik olarak do¤ru, ama Türkiye’de ifller böyle yürümüyor” gibi fleyler söylerlerdi. Biz ö¤renciler de bu konuda hocalar›m›z› sorgulay›p “Peki Türkiye’de ifller nas›l yürüyor?” fleklindeki sorular›m›za nadiren cevaplar al›rd›k... Teorilerin do¤ru oldu¤u farz ediliyordu, yanl›fl olan ise Türkiye’deki uygulamalard›”16. Boyac›giller’in 1970’li y›llar›n ilk yar›s› için yapt›¤› bu de¤erlendirme 2000’li y›llar Türkiye’si için geçerlili¤ini tamamen yitirmifl de¤ildir. Yine sosyal bilimlerde Anglo-Sakson merkezli teoriler egemenli¤ini devam ettirmektedirler. Türkiye’de yine sosyal bilimler alan›nda görülen en büyük yanl›fllardan birisi çeviri anketler ile bilgi toplama ve bunlarla bilimsel savlar ileri sürmedir. Bugün bir çok üniversitede genç araflt›rmac›lar›n, yüksek lisans ve doktora ö¤rencilerinin araflt›rma yapmak için “geçerli” ve “güvenli” anket arad›klar› bir gerçektir. Bu anketler yabanc› dergilerden ve makalelerden çevrilerek Türkiye örneklemine uyguland›¤› zaman sonuçlar yan›lt›c› olabilmektedir. Çünkü anket sorular› farkl› bir kültürel ortamda üretilmifllerdir. Türk uzmanlar›n›n yetiflmesi ile azalma e¤ilimi göstermekle beraber, özellikle büyük flirketlerde yabanc› dan›flmanlar ve yöneticilere gere¤inden fazla önem atfedildi¤i düflünülmektedir. Bu yöneticilerin, Türkiye gibi kendilerininkinden farkl› bir kültürel ortamda baflar›l› olup olmad›klar› gerçekten araflt›r›lmas› gereken bir konudur. ‹stisnalar bulunmakla birlikte, farkl› kültürel ortamlarda yetiflmifl ve kendi ortamlar›nda baflar›l› olmufl bir profesyonelin, bu baflar›s›n› kendi kültüründen çok daha farkl› bir ortamda devam ettirip ettiremeyece¤i tart›fl›lmal›d›r. 9 380 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ramazan ERDEM Türkiye’de yönetim literatüründe önemli derecede Anglo-Sakson kültürel ürünlerinin egemenli¤i söz konusudur. Bu yay›nlarda tavsiye edilen tekniklerin Türkiye’deki yönetsel ve örgütsel problemlere çözüm olabilece¤ine de ihtiyatl› yaklaflmak gerekir. 5. Sonuç ve De¤erlendirme Son y›llarda örgüt ve yönetim uygulamalar›n›n etkilili¤inde kültürel farkl›l›klar›n önemli rolü oldu¤una iliflkin bir çok araflt›rma yap›lm›flt›r. Araflt›rmalarda ortaya ç›kan sonuç, kültürel farkl›l›klar›n dikkate al›nmas›, baflka kültürel ortamlardan al›nan teori, model ve uygulamalar›n kültürel aç›dan kritik edilmesi gerekti¤i üzerinde durmaktad›r. Hofstede’nin de vurgulad›¤› gibi, astlar›n ve di¤er çal›flanlar›n kültürel de¤erlerini ve kültürden etkilenen davran›fllar›n› göz önüne almadan, d›flar›dan liderlik becerileri ve yönetim stilleri aktarman›n pek fazla anlam› yoktur. Yap›lmas› gereken, yerel kültürün, yabanc› teknolojinin ifllemesine olanak verecek ö¤elerini ele alarak yeni bir kültürel sentez yakalamakt›r 17. Araflt›rmalarda art›k sorulmas› gereken soru, kültürün örgütler üzerinde etkisi olup olmad›¤› de¤il, bu etkinin nas›l, ne yönde ve ne kadar oldu¤udur. Araflt›rmalar bu sorular› yan›tlamak üzere gelifltirilecek kavramsal modeller çerçevesinde gerçekleflmelidir18. Kültürel farkl›l›klar›n örgüt ve yönetim alan›ndaki öneminin ortaya ç›kmas› her bir kültür için yeni bir yönetim ve örgütlenme anlay›fl› gelifltirme çabalar›n› da beraberinde getirmifltir. fiu an Japon yönetim tarz›, Amerikan yönetim anlay›fl›, Avrupa tipi yönetim (Euromanagement) gibi yaklafl›mlar yönetim literatürüne girmifltir. Türkiye’de ise Prof. Dr. Selami Sargut’un “Türk tipi örgütlenme ve yönetim modeline do¤ru” bafll›kl› tart›flmas›19 bu aç›dan önemlidir. Genelde tüm sosyal bilimlerde özelde de örgüt ve yönetim biliminde kültürel farkl›l›klar önemlidir ancak kültürel bak›fl aç›s› tüm sorunlar›n çözümü için tek bafl›na yeterli de¤ildir. Kültürün d›fl›nda da bir çok faktör yönetim ve örgütlenmenin etkilili¤ini etkileyebilmektedir. Son olarak örgüt ve yönetim bilimine iliflkin konular›n kültürel aç›dan kritik edilmesi, evrensel baz› do¤rular›n göz ard› edilmesine neden olmamal›d›r. Kültürel görecelik kadar bütün kültürlerin insanlar›n›n üzerinde anlaflaca¤› evrensen baz› do¤rular›n varl›¤› da göz önünde bulundurulmal›d›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 381 D‹PNOTLAR 1 Groeschl, S. ve Doherty, L.; “Conceptualizing Culture”, Cross Cultural Management: An International Journal, 7 (4), 2000, s.13. 2 Aycan, Z. ve Kanungo, R. N.; “Toplumsal Kültürün Kurumsal Kültür ve ‹nsan Kaynaklar› Uygulamalar› Üzerine Etkileri”, Türkiye'de Yönetim, Liderlik ve ‹nsan Kaynaklar› Uygulamalar› (Ed. Z. Aycan), Türk Psikologlar Derne¤i Yay›nlar›, Ankara, 2000, s.28. 3 Hofstede, G.; Culture's Consequences, Second Edition, Sage Publications, London, 2001, s.9. 4 Hofstede, G.; a.g.e., s.145. 5 Aycan, Z. ve Kanungo, R. N.; a.g.e., s.30. 6 Sargut, A.S.; Kültürler Aras› Farkl›laflma ve Yönetim, ‹mge Kitabevi, Ankara, 2001, s185 7 Jaeger, A.M.; “The Applicability of Western Management Techniques in Developing Countries: A Cultural Perspective”, Management In Developing Countries (Ed. A.M. Jaeger ve R.N. Kanungo), Routledge, London, 1990, s.1 8 Newman, K.L. ve Nollen, S.D.; “Culture and Congruence: The Fit Between Management Practices and National Culture”, Journal of International Business Studies, Fourth Quarter, 1996, s.753. 9 Wasti, S.A.; “Kültürel Farkl›laflman›n Örgütsel Yap› ve Davran›fla Etkileri: Karfl›laflt›rmal› Bir ‹nceleme”, ODTU Geliflme Dergisi, 1995, s.504 10 Sargut, A.S.; a.g.e., s.17-18 11 Bozkurt, T.; “Toplam Kalite Yönetimi Uygulamalar›n› H›zland›ran Kültürel Varsay›mlar ile ‹fl Tatmini ve Örgütsel Ba¤l›l›k Aras›ndaki ‹liflkiler: Kuramsal Bir Model Çal›flmas›”, Türkiye'de Yönetim, Liderlik ve ‹nsan Kaynaklar› Uygulamalar› (Ed. Z. Aycan), Türk Psikologlar Derne¤i Yay›nlar›, Ankara, 2000, s.120. 12 Hofstede, G.; a.g.e., s.378. 13 Sargut, A.S.; a.g.e., s.21-22. 14 Ataman, G.; ‹flletme Yönetimi, Türkmen Kitabevi, ‹stanbul, 2001, s.34 15 Mukherji, A. ve Hurtado, P.; “Interpreting, Categorizing and Responding to the Environment: The Role of Culture in Strategic Problem Definition”, Management Decision, 39 (2), 2001, s.110. 16 Boyac›giller, N.A.; “Örgüt Biliminden Türk Yöneticilerin Alaca¤› Dersler: Baz› Uyar›lar ve Öneriler”, Türkiye'de Yönetim, Liderlik ve ‹nsan Kaynaklar› Uygulamalar› (Ed. Z. Aycan), Türk Psikologlar Derne¤i Yay›nlar›, Ankara, 2000, s.5 17 Sargut, A.S.; a.g.e., s.140 18 Aycan, Z. ve Kanungo, R. N.; a.g.e., s.25. 19 Sargut, A.S.; a.g.e., s.219 9 382 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ramazan ERDEM KAYNAKLAR Ataman, G.; ‹flletme Yönetimi, Türkmen Kitabevi, ‹stanbul, 2001. Aycan, Z. ve Kanungo, R. N.; “Toplumsal Kültürün Kurumsal Kültür ve ‹nsan Kaynaklar› Uygulamalar› Üzerine Etkileri”, Türkiye’de Yönetim, Liderlik ve ‹nsan Kaynaklar› Uygulamalar› (Ed. Z. Aycan), Türk Psikologlar Derne¤i Yay›nlar›, Ankara, 2000:25-53. Boyac›giller, N.A.; “Örgüt Biliminden Türk Yöneticilerin Alaca¤› Dersler: Baz› Uyar›lar ve Öneriler”, Türkiye’de Yönetim, Liderlik ve ‹nsan Kaynaklar› Uygulamalar› (Ed. Z. Aycan), Türk Psikologlar Derne¤i Yay›nlar›, Ankara, 2000:3-23. Bozkurt, T.; “Toplam Kalite Yönetimi Uygulamalar›n› H›zland›ran Kültürel Varsay›mlar ile ‹fl Tatmini ve Örgütsel Ba¤l›l›k Aras›ndaki ‹liflkiler: Kuramsal Bir Model Çal›flmas›”, Türkiye’de Yönetim, Liderlik ve ‹nsan Kaynaklar› Uygulamalar› (Ed. Z. Aycan), Türk Psikologlar Derne¤i Yay›nlar›, Ankara, 2000:119-138. Groeschl, S. ve Doherty, L.; “Conceptualizing Culture”, Cross Cultural Management: An International Journal, 7 (4), 2000:12-17. Hofstede, G.; Culture’s Consequences, Second Edition, Sage Publications, London, 2001. Jaeger, A.M.; “The Applicability of Western Management Techniques in Developing Countries: A Cultural Perspective”, Management In Developing Countries (Ed. A.M. Jaeger ve R.N. Kanungo), Routledge, London, 1990. Mukherji, A. ve Hurtado, P.; “Interpreting, Categorizing and Responding to the Environment: The Role of Culture in Strategic Problem Definition”, Management Decision, 39 (2), 2001, s.110. Newman, K.L. ve Nollen, S.D.; “Culture and Congruence: The Fit Between Management Practices and National Culture”, Journal of International Business Studies, Fourth Quarter, 1996:753-779. Sargut, A.S.; Kültürler Aras› Farkl›laflma ve Yönetim, ‹mge Kitabevi, Ankara, 2001. Wasti, S.A.; “Kültürel Farkl›laflman›n Örgütsel Yap› ve Davran›fla Etkileri: Karfl›laflt›rmal› Bir ‹nceleme”, ODTU Geliflme Dergisi, 1995:503-529. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 383 YÖNET‹fi‹M SANCILI B‹R DO⁄UM MU OLACAK? Ahmet MUTLU* G‹R‹fi Son y›llarda yönetim yaz›n›nda dillendirilen en önemli kavramlardan birisi “yönetiflim”dir. Devlet merkezli yönetim yerine, toplum merkezli ve yapabilir k›lma stratejisini esas alan, kamu, özel ve sivil toplum iflbirli¤inde yönetime kat›lmak üzere, yerel, ulusal ve küresel alanda gerçekleflmesi öngörülen bir yönetim anlay›fl›, yönetiflim konusunda yap›lan çeflitli tan›mlar›n ortak vurgular›d›r. Bu ba¤lamda yönetiflim, hem bir yeni demokrasi projesi, hem de kalk›nma projesi olarak sunulmaktad›r. Yönetiflim nosyonu hakk›nda olumlu ya da olumsuz pek çok de¤erlendirme yap›lmaktad›r. Yönetiflimin temel aktörleri olan ulus devlet, sivil toplum örgütleri ve özel sektörün yönetim sürecinde oynayacaklar› roller ve bunlar›n ortaya ç›karaca¤› toplumsal-siyasal-ekonomik hareketlilikler, olumsuz de¤erlendirmelerin konular›ndan baz›lar›d›r. Bunlar içinde özellikle “yerelleflme” ile “çok aktörlülük” vurgular›, küreselleflme sürecinin ifllevselli¤i bak›m›ndan özel bir ilgiyi hak etmektedir. Çünkü, ulus-devletin yap›s›n› dönüfltürmek ve merkeziyetçi yap›lanmaya karfl›, yerel kimlikleri yeniden üretme ideali tafl›yan ”yerelleflme”nin, ayn› zamanda pazar faaliyetleri ile iliflkilendirilmesi soru iflaretlerine neden olmaktad›r. Yap›sal uyum programlar› kapsam›nda yerelleflmenin, çokuluslu flirketlerin, ulus-devletin ekonomiye yönelik korumac› politikalar›n› döngü d›fl› b›rakarak, yerel toplumlarla ya da yerel iflgücüyle do¤rudan iliflkiye girmek ve yerel birimler ile uluslararas› sermaye aras›nda do¤rudan hiyerarflik ba¤lar kurmak amac›na hizmet etti¤i ileri sürülmektedir. Küresel aktörlerin amaçlar›na ulaflabilmek için de yönetiflim sürecinde yerel ve etnik cemaatçilikten faydaland›klar›, bunun da bütüncül toplumsal yap›lara yönelik tehdit oluflturdu¤u s›kl›kla dile getirilen bir konudur. Ayr›ca, bu tür sosyo-politik öngörülerin, küreselleflme ile oluflacak s›k›nt›lar›n perdelenmesi yan›nda, merkeze yönelik olas› muhalefet hareketlerini parçalayarak, etkisiz k›lma amac› tafl›d›¤› da vurgulanmaktad›r. Küreselleflme sürecinin nimetlerinden faydalanmak, hemen her ülkenin temel hedeflerinden biridir. Ancak, bu hedefler ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlarla bo¤uflan özellikle geliflmekte olan ülkeler bak›m›ndan baflka bir önem tafl›maktad›r. Geliflmekte olan ülkelerde sözkonusu hedefi gerçeklefltirme u¤runa, ülke için toplumsal, siyasal, ekonomik ve ekolojik riskleri yeterince tart›fl›lmadan, egemen sistemin temel politikalar›n› hayata geçirme çabalar› yayg›n olarak gözlenmektedir. Türkiye de yukar›da de¤inilen sürecin d›fl›nda de¤ildir. Ülkemizde 1980’li y›llardan sonra liberalleflme ve özellikle son birkaç y›ld›r da yönetiflim kapsam›nda tan›mlanabilecek yeni bir yönetim anlay›fl›n› hayata geçirme çabalar› dikkati çekmektedir1. Bu çal›flman›n konusu yönetiflimin ülkemiz ba¤lam›nda irdelenmesidir. Çal›flman›n amac›, ülkemizde yönetiflime bak›fl›n boyutlar›n› ortaya koymak ve özellikle yerel kültür ve etnik kimlikler ba¤lam›nda, yönetiflimin ülkemiz için sorunlu olabilece¤ine dikkati çekmektir. Çal›flmada, yönetiflimin * Arfl.Gör., Gazi Üniversitesi, ‹ktisadi ‹dari Bilimler Fakültesi, Çorum 9 384 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ahmet MUTLU faydalar›ndan daha çok, yerel kültür ve etnik kimlik yap›lar›na ba¤l› olumsuzluklar›n Türkiye için de geçerli olup-olmad›¤›, -geçerli ise- bunlar›n nitelikleri irdelenecektir. Temel varsay›mlar olarak “yönetiflim, küreselleflme sürecinin bir politikas›d›r. Ülkemizde yönetiflime bütünlükçü de¤il, indirgemeci biçimde yaklafl›lmaktad›r. Yönetiflimin Türkiye’de sorunlu bir yönetsel süreç olmamas› için bütünlükçü bir yaklafl›mla ve çok boyutlu olarak de¤erlendirilmesine ihtiyaç vard›r” düflünceleri savunulmaktad›r. Çal›flma, yönetiflimin yerel kültür ve etnik kimlik boyutuyla s›n›rl› olup, literatür taramas›na dayal›d›r. I. KÜRESELLEfiME, YÖNET‹MDE YEN‹ E⁄‹L‹MLER VE YÖNET‹fi‹M 1. Küreselleflme ve Yönetimde Yeni E¤ilimler Kavram olarak “küresel (global)” sözcü¤ünün kullan›m tarihi 400 y›l öncesine dayansa da “küreselleflme (globalization)” kavram›n›n kullan›m› yenidir. ‹lk olarak 1960’l› y›llarda kullan›lmaya bafllanan küreselleflme kavram›, 1980’lerden sonra yayg›nl›k kazanm›fl, 1990’lardan itibaren de bilim adamlar› taraf›ndan ilgi görmeye bafllam›flt›r2. Modernitenin ilerlemeci mant›¤›na koflut olarak, pek çok niteli¤i itibariyle geçmiflten “kopufl”u ifade eden küreselleflme3 konusunda çeflitli tan›mlar yap›lmaktad›r. Küreselleflme, tek bir küresel kültürün oluflmas›n› hedefleyen, dünyan›n küçülmesiyle, hemen herkesin her fleyden haberdar olabildi¤i, bunlar›n ortak bilinç, ortak ekonomik, politik, sosyal eylemlere dönüflebildi¤i durumu ifade eden bir kavram olarak tan›mlanmaktad›r4. Bir baflka tan›ma göre5 ise “ günümüzde, sosyo-ekonomik, siyasal ve kültürel yönden dünyaya aç›lma, dünya ile bütünleflme” sürecine küreselleflme denmektedir. Küreselleflme konusunda baflka tan›mlarda vard›r. Yap›lan tan›mlamalardaki ortak özellikler, “uzak mesafelerdeki oluflumlar›n etkileflim içinde olmalar›” ve bunu sa¤layan “dünya çap›nda toplumsal iliflkilerin yo¤unlaflmas›”d›r6. Küreselleflme, tek bir süreci kapsamay›p, tersine, pek çok karmafl›k sürecin bir araya geldi¤i bir “olgular kümesi”dir. Bu niteli¤i nedeniyle, çeliflkili ya da birbirine karfl›t etkenlerin bir arada bulundu¤u bir süreç7 olarak görülmektedir. Küreselleflmeyle birlikte ekonomik, sosyal ve teknolojik güçler, uluslararas› iliflkileri, politika anlay›fllar›n›, kamu politikalar›n› ve kamu yönetiminin iflleyiflini dönüfltürmektedir. Dolay›s›yla, bu süreç ulus-devletin yap›s›n› ve kurumsal iflleyiflini de etkilemektedir8. Küreselleflme sürecinden etkilenen ulus devletlerin, bir yandan uluslararas› kurulufllarla, di¤er yandan da ulus-alt› (yerel ve bölgesel, sivil toplum örgütleri) birimlerle egemenlik haklar›ndan bir bölümünü paylaflma e¤ilimi içine girdikleri gözlenmektedir9. Bu ba¤lamda, küreselleflme ile ulus devlet aras›nda bir gerilim oldu¤u ileri sürülmektedir10. Buna gerekçe olarak, küreselleflme sürecinin ulus-üstü aktörleri olan Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Dünya Bankas› (WB)ve Uluslararas› Para Fonu (IMF) gibi kurulufllar›n ve uluslararas› flirketlerin ald›¤› kararlar›n, ulus-devlet için büyük ölçüde ba¤lay›c› hale gelmesi gösterilmektedir. Öte yandan, ulusal politikalar›n alan›n› daraltarak, hükümetleri daha çok ba¤layan ve güçlü yapt›r›m mekanizmalar› ile desteklenmifl olan ticaret, hizmetler ve fikri mülkiyet haklar›yla ilgili çok tarafl› anlaflmalar da (GATT, GATS ve TRIPS gibi) sözkonusu gerekçeler aras›nda yer almaktad›r11. Denebilir ki, “yerelleflme”ye yap›lan vurgu küreselleflme sürecinin yönetim anlay›fl›nda yapt›¤› 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 385 de¤iflmelerin özünü oluflturmaktad›r. Yerelleflme yönündeki bask›lar o kadar yo¤undur ki, hükümetlerin kontrolünün ötesindedir. Küreselleflme sürecinde önde gelen ülkelerin yan›s›ra, modern ekonomilerin ve kentli orta s›n›f›n do¤uflu, politik gücün üstesinden gelemeyece¤i bask›lar yaratmaktad›r12. Bu bask›lar karfl›s›nda hükümetler ve devletler, direnme niyetleri olsa bile genellikle boyun e¤me e¤ilimi içindedirler. Gerçekten de küreselleflme, ülkelerin ekonomik yap›lar›n› karfl›l›kl› ba¤›ml›l›k iliflkisi içine sokmufl, bu da ulus-devletlerin etkinli¤ini s›n›rland›rm›flt›r. Küreselleflmenin devletlere ve toplumsal yap›lara etkisi iki boyutludur: Birincisi, uluslararas› yap›lanman›n etkinlik kazanmas›yla ve ulus-devletlerin baz› ifllevlerini uluslar-üstü kademelere devretmesiyle “küresel yönetiflim” sisteminin ortaya ç›kmas›d›r. ‹kincisi ise devlet-toplum iliflkisinde meydana gelen de¤ifliklikler ve yerel ölçekte kat›l›mc› demokrasinin geliflmesiyle “yerel yönetiflim”in oluflmas›d›r13. Küreselleflme ile ulus-devlet aras›ndaki “gerilim”in her iki düzeyle de ilgili oldu¤u söylenebilir. Ulus-devletin “s›n›rland›r›lmas›/küçültülmesi” sonucunu do¤uran yukar›daki tart›flmalar›n arkas›nda ekonomik, teknolojik, sosyal, politik, ideolojik ve psikolojik nitelikli pek çok faktör bulunmaktad›r14. Dolay›s›yla, küreselleflme sürecinde ön plana ç›kar›lan yerelleflmeye dayal› yönetim anlay›fl›n›n da bu faktörler ba¤lam›nda yorumlanmas› gerekir. Küreselleflme politikalar›n›n uygulanmas›nda, görevlerin yönetim kademeleri aras›ndaki da¤›t›m› ve kademeler aras› iliflkilerin yeniden belirlenmesi önem tafl›maktad›r. Buna göre, küresel ölçekte yaflanan geliflmeler nedeniyle, ulus-devletin ekonomik aktörlerinin etkinlikleri göreceli olarak azalt›lmaktad›r. Buna karfl›l›k, yerel potansiyellerin kazand›¤› önem sonucu, ulusal hükümetler ekonomik yar›flabilirli¤i ulus-alt› (yerel) boyuttaki iyilefltirmeler yoluyla art›rmaya dönük politika araçlar› ve kurumsal yap›lanmalara yönelmektedir. Bu amaçla yerel yönetim kademesinin rolünün, “hizmet sa¤lama”n›n ötesinde, pazar faaliyetlerini de içerecek ve yerel birimin gelifltirilmesini sa¤layacak biçimde geniflletilmesi öngörülmektedir. Böylece yerel yönetimlerin, merkezi devletin bir uzant›s› ve devlet giriflimlerinin bir uygulay›c›s› olmaktan çok, ba¤›ms›z siyasal aktörler gibi davranabilmesi hedeflenmektedir. Bat›’daki yönetim sisteminin böyle ekonomik nitelikli bir anlay›fla göre yap›land›¤› görülmektedir. Sözkonusu öngörüler ve uygulamalara ba¤l› olarak, siyaset-piyasa iliflkisini vurgulayan ve kamu-özel sektör iliflkisine dayanan giriflimci yerel yönetim konusunda yeni bir ekonomi-politik gündeme gelmifltir15. Küreselleflmenin yönetime etkisiyle ilgili tart›flmalar›n daha çok, ulus-devletin yap›s› ve iflleyifli üzerine oldu¤u söylenebilir. Farkl› görüflleri birlefltiren ortak düflünceler, “küresel bir düzen” ile “küresel bir uygarl›k ve toplum” üzerinde yo¤unlaflmaktad›rlar. Tart›flmalar›n içeri¤i nas›l olursa olsun, küreselleflme süreci ile yönetim anlay›fllar›nda de¤iflmeler oldu¤u bir gerçektir. Giddens’›n iflaret etti¤i üzere16, yaflanan süreçte ulus-devletlerin egemenlik alanlar› küçülmektedir. Uluslar ve ulus-devlet, güçlerini korumakla birlikte, bunlarla küresel güçler aras›nda büyük “demokratik boflluklar” oluflmufltur. Küreselleflme ile ulus-devlet aras› iliflkinin sonuçlar› flöyle özetlenebilir17: 1. Küreselleflmenin, iç politikalar›n s›n›rlar›n› y›kan, devletin karar alma süreçlerini dönüfltüren ve politikalar›n dayand›¤› yasal ve yönetsel çerçeveyi sorunsallaflt›ran bir niteli¤e sahip olmas›, 2. Küresel dinamiklerin devlet egemenli¤ini s›n›rlamas›, ulus-devletin siyasal mekan›n›n uluslararas› ve bölgesel örgütlere aç›lmas›, 9 386 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ahmet MUTLU 3. Dolay›s›yla, ulus-devletin çözülüflüne yol açmamakla birlikte, küreselleflmenin devlet egemenli¤i söyleminin temellerini y›karak, bugün olandan daha karmafl›k bir siyasal mekan yaratarak, bunun küresel siyasal mekanlarla eklemlenmesi. Yukar›daki boyutuyla küreselleflme, ulus-devletin egemenli¤ini sorunsallaflt›rm›fl ve iç politikad›fl politika ayr›m›n› bulan›klaflt›rm›flt›r. Sözkonusu bulan›kl›k, ulusal güvenlik, ulusal ç›kar ve vatandafll›k gibi kavramlar›n anlam de¤ifltirmesi, devletin karar alma gücünün s›n›rlanmas›, ekonomik ve siyasal düzeylerde devletin ba¤›ms›zl›¤›n›n azalmas› gibi sonuçlar do¤urmufltur. Ulus-devlet, küreselleflmeyle birlikte kendi otoritesiyle belirli bir toprak üzerinde “yöneten” bir irade olarak de¤il, “yönetiflim” gibi alternatiflerin önerildi¤i, meflrulaflt›r›ld›¤› ve kontrol edildi¤i bir konuma indirgenmifltir. 1. Yönetiflim Olgusu Küreselleflmeyle birlikte yönetimde yeni e¤ilimlerin do¤uflunu haz›rlayan baz› önemli dinamikler vard›r. Tekeli18 taraf›ndan bunlar; sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçifl; fordist üretimden esnek (post-fordist) üretime geçifl; ulus-devletler dünyas›ndan küreselleflmifl dünyaya geçifl; ve modernist düflünceden, postmodernist düflünceye geçifl olarak s›ralanmaktad›r. Sözkonusu geliflmelere koflut olarak, klasik siyasal, sosyal ve ekonomik kurumlarda afl›nmalar olmas› kaç›n›lmaz görülmektedir. Yukar›daki dinamikler içinde modernist düflünceden postmodernist düflünceye geçifl, yeni yönetim anlay›fl›n›n biçimlenmesi bak›m›ndan di¤erlerine göre daha belirleyici görünmektedir. Postmodernizm, merkezden kaç›fl›, güç da¤›l›m›nda orant›s›zl›¤›, ço¤ulculu¤u, bölünme ve parçalar›n ön plana ç›kar›lmas›n› önermektedir. Bu ba¤lamda, kurallar y›k›lmal› ya da kald›r›lmal›, anayasal kurumlar ve ulus-devlet yap›s› yok edilmelidir. Önemli olan toplum de¤il, toplumu oluflturan topluluklard›r19. Postmodernizmin öngörüleri, ortaça¤daki, siyasi otoriteler ve di¤er ifllevsel özel yönetim biçimlerinin (dinsel topluluklar ve loncalar gibi), ço¤u zaman yar›flmaya dayal›, karmafl›k ve birbirine geçmifl yönetim yap›lar›n›20 an›msatmaktad›r. Dolay›s›yla, yönetiflim sürecinin, özellikle Avrupa’n›n sosyal ve politik tarihi perspektifinde düflünüldü¤ünde, “ulus-devlet öncesi bir feodal federalizme dönüfl e¤ilimi” gösterdi¤i ileri sürülmektedir. Nitekim, AB projesindeki gibi her etnik ve dinsel az›nl›¤›n kendi hukukuna göre yönetildi¤i bir sistem, ayn› zamanda “Osmanl› Millet Sistemi”ni and›rmaktad›r. Yönetiflimin temel de¤er oldu¤u AB ile yarat›lmak istenen bar›fl ortam› (Pax Europeana) ile antik ça¤ Roma Bar›fl› (Pax Romana) ve ortaça¤ Osmanl› Bar›fl› (Pax Ottomana) aras›nda ciddi bir farkl›l›¤›n olmad›¤› savunulmaktad›r21. Göymen’in “Türkiye’nin yerel yönetim birikimi” konusunda, özellikle “lonca sistemi”, “Osmanl› devrindeki vak›flar” ve “Osmanl›’daki kad›l›k sistemi”ni örnek göstermesi22 de yukar›daki sav› destekler niteliktedir. Gerçekten de 19. yy’a kadar Osmanl› ‹mparatorlu¤u idaresinin baz› hizmetleri yerel gruplara, dini cemaatlere ve vak›flara b›rak›lm›flt›. Örne¤in; baz› yol geçitlerinin korunmas› köylere b›rak›lm›fl, vergiler, cemaat yöneticileri ve flehrin ileri gelenlerinin oyuyla sal›n›p, mültezimler taraf›ndan toplanm›flt›r. Keza, asayiflin sa¤lanmas›, köy ve kasabalardaki halk, baz› loncalar veya bu görevi ihale usulü ile yüklenen kimseler taraf›ndan sa¤lanmaktayd›23. Bu konuda, gerek ülke, gerek ifllev bak›m›ndan çak›flan otoritelerin yak›n zamanda ortaça¤daki kadar karmafl›k bir hal alaca¤›n›n ima edilmesi, yukar›daki savlarla birlikte düflünüldü¤ünde, oldukça ilginç ça¤r›fl›mlar yapmaktad›r. “Yönetimden yönetiflime geçifl” olarak da adland›r›lan yeni süreç de “kat›l›ml›” bir yönetim ya- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 387 p›s› öngörülmektedir. “Yerel ve küresel aktörlerin, devletle birlikte ekonomik, sosyal ve siyasal kararlarda söz sahibi olmas›” olarak tan›mlanan24 “yönetiflim”, sözkonusu yeni yönetim anlay›fl›n›n temel kavram›d›r. Yönetiflim, devlet bürokrasisi, sivil toplum örgütleri ve sermayenin karfl›l›kl› iletiflim ve etkileflimi sonucunda, yönetimin her kademesinde sürekli bir dinamizm, yeniliklere aç›k olma ve sorunlar›n çözümünü baflar› olarak alg›layan -çözümsüzlü¤ü de baflar›s›zl›k olarak alg›layan, (reel politikçi)- bir yönetim yaklafl›m›d›r25. Dolay›s›yla, yönetiflimin öngörüleri ile birkaç yüzy›l öncesinin yönetim anlay›fllar› aras›nda “ilginç” benzerlikler vard›r. Küreselleflme sürecinde yerelleflmeye verilen önemin do¤al sonucu olarak, yönetiflimde yerel düzeyde yönetimi gelifltirme düflüncesi oldukça bask›nd›r. Bu bak›mdan yönetiflimde yerel yönetim kademesinin ekonomik yar›flabilirli¤i yüksek, karar alma yap›lar› daha etkin ve toplumsal taraflar›n isteklerine daha duyarl› k›lmak amac›yla “iflbirli¤i” kavram›na büyük önem verilmektedir. Karfl›l›kl› ekonomik ba¤›ml›l›k faktörüne karfl›n, ço¤ulcu toplumda farkl› görüfllerin ve ç›karlar›n nas›l ba¤daflt›r›laca¤› sorununu ele alan yönetiflim, siyaset-piyasa iliflkisine “yeni ço¤ulcu” bir bak›fl› yans›t›r. Buna göre, yönetim kademeleri aras›ndaki iflbirli¤inde karfl›l›kl› etkileflime dayanan “çok kademeli bir yönetiflim”, yerel ve merkezi kademeler aras›ndaki iflbirli¤inin, yerel giriflimlerinin uluslararas› yar›flma ortam›nda merkezi yönetim taraf›ndan desteklenmesini öngörmesi nedeniyle önem tafl›maktad›r26. Yönetiflim, ayn› zamanda küreselleflme sürecine eklemlenmek isteyen bütün ülkeler için öngörülen/dayat›lan bir yönetim yaklafl›m›d›r. Mevcut yönetiflim uygulamalar› çerçevesinde, ülkeler aras›nda büyük farkl›l›klar oldu¤u, bu farkl›l›kta ülkelerin refah düzeylerinin belirleyici oldu¤u gözlenmektedir27. Dolay›s›yla, ülkeler aras› refah farkl›l›klar›n›n, küresel iliflkiler sonucu artacak olan toplam refahtan pay alarak azalaca¤›n› öngören küreselleflme düflüncesi ve bunun arac› olan yönetiflim, bu yönüyle paradoksal bir içeri¤e sahiptir. Yönetiflimin paradoksal bir niteli¤i, onunla ilgili yorumlar› da çeflitlendirmektedir. 2. Yönetiflim Olgusuna Yaklafl›mlar Yönetiflim gibi çok yönlü bir olgunun ortaya ç›k›fl›n›n, farkl› ülke ve kurumlar›n kendi “gizli gündemleri”ne, “özyarar ve amaçlar›na” göre biçimlendikleri öne sürülmektedir28. Küreselleflme sürecinde oldu¤u gibi onun bir uygulama arac› olan yönetiflimin de “iyi” ya da “kötü” niteliklerin ötesinde bir “realite” oldu¤unu öne süren görüfller sözkonusu olmakla birlikte, bu konuda olumlu ve olumsuz görüfllerin a¤›rl›kta oldu¤u ileri sürülebilir. a. Yönetiflime Olumlu Bak›fl Yönetiflim düflüncesinde, “ klasik yurttafl”›n ifade etti¤i siyasal iliflkiler düzleminin yerini, toplumda çok yönlü iliflkiler ve iletiflim içinde olan “a¤ örgütlenmesi”ne dayal› düzlem alm›flt›r. Yönetiflimin yönetsel düzeyde sa¤layaca¤› en büyük katk›n›n, bu örgütlenme türü çerçevesinde ortaya ç›kaca¤› ileri sürülmektedir. Kooiman’dan yapt›¤› al›nt›da Göymen, yönetiflimle birlikte verimlili¤i azalan klasik yönetim yap›lar›n›n tek bafllar›na harekete etmelerinin yerine, “birlikte düzenleme, birlikte yönetim, birlikte üretim ve kamu-özel iflbirli¤i (ortakl›¤›)”nin geçirildi¤ini29 söylemektedir. Yönetiflimin, yönetim düflüncesine getirdi¤i bu yeni yönelimin varsay›m› flöyle ifade edilebilir: “20. yüzy›l toplumlar› ‘yöneten ve yönetilen’, ‘devlet’ ile ‘toplum’ aras›nda durmadan aç›lan bir uçurumla yaflamaya bafllam›flt›r. Devlet afl›r› büyümüfl, toplumun üzerine abanm›fl, toplumun taleplerini duy- 9 388 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ahmet MUTLU ma ve yerine getirme melekelerini yitirmifltir”30. Yönetiflim, yerel demokrasiyi gelifltirerek, sözkonusu uçurumu kapatmay› amaçlamaktad›r. Yönetiflimin sa¤layaca¤› katk›lar ba¤lam›nda hareket edilen temel nokta, “klasik yönetim anlay›fllar›n›n, geliflen ve de¤iflen dünya karfl›s›nda yetersiz kald›¤›” varsay›m›d›r. Nitekim, Tekeli de “ ….tek özneli, merkezi, hiyerarflik bir iflbölümü içinde üretim yapan, kaynak ve yetkileri kendinde toplayan yönetimden, …insan haklar›na dayal› performans ölçütlerini gerçeklefltirerek, çok aktörlü, yerinden yönetimci, a¤sal iliflkiler içinde, kendisi yapmaktan çok toplumdaki aktörleri yapabilir k›lan ve kaynaklar›n yönlendirilmesini olanakl›” k›lan bir yönetim anlay›fl›na geçildi¤ini söyleyerek31, yönetiflimin olumlu ve önemli bir olgu oldu¤unu vurgular. “‹flbirli¤i”, yönetiflimde savunulan önemli kavramlardan birisidir. Yönetiflim sürecinde iflbirli¤i ile kat›l›m dinamizminin harekete geçirilerek, toplumsal sinerjinin artaca¤› ve böylece “ortak iyi”yi yakalama flans›n›n yükselece¤i, bundan da bütün taraflar›n yarar sa¤layaca¤› ileri sürülmektedir32. Bunun yan› s›ra yönetiflim, yerel birimlerin, di¤er yerel birimlerle karfl›s›nda “yar›flma kapasiteleri”ni gelifltirmelerini öngören yeni kalk›nma paradigmas›n›n önemli bir argüman›d›r33. Buna göre, yerel güçler, yerel kaynaklar›n› hem harekete geçirecekler, hem de gelifltireceklerdir. Öte yandan yönetiflimin, ulus-üstü ölçekte sa¤layaca¤› yararlara da dikkat çekilmektedir. Buna göre; küresel yönetiflim sürecinde mal, hizmet ve sermayenin, dünya ölçe¤inde serbest dolafl›m›yla, az geliflmifl ülkeler, giderek daha yo¤un biçimde yeni düzene “uyum sa¤layarak” serbestleflme sürecine kat›lacaklar, bu da marjinalleflmeyi ve yoksullu¤u önleyecektir34. Bu düflünce, “damlama etkisi (trickle-down)”35 de denilen küresel öngörülü bir ekonomi politikas›ndan etkilenmifltir. b. Yönetiflime Olumsuz Bak›fl Yönetiflim kavram›na yöneltilen ciddi elefltiriler de vard›r. Göymen, bu elefltirilerin genel olarak; kavram›n “yeni sa¤” politikalar›n bir ürünü oldu¤u; temel ifllevinin geliflmekte olan ülkelere önerilen neo-liberal “reçeteler”in baflar›s›zl›klar›n› örtmek oldu¤u; kavram›n kaynakland›¤› Dünya Bankas›’n›n temel amac›n›n, üçüncü dünya ülkelerinin ald›klar› borçlar› geri ödeyebilmelerine olanak sa¤layan “iyilefltirmeler” yapmakla s›n›rl› oldu¤unu36 belirtmektedir. Di¤er deyiflle, elefltirilerin merkezinde, kavram›n kapitalizmle kurulan iliflkisi yer almaktad›r. Yönetiflimin kapitalizmle iliflkisi konusunda çeflitli elefltiriler yap›lmaktad›r. Bir görüfle göre37 yönetiflimin “kalbi” olan yerelleflme, küreselleflmeye kat›lmak için bir olanak olarak görülmektedir. Yerelleflme ile toplumun tüm unsurlar›n›n farkl›l›klar› ön plana ç›kar›larak, toplumsal özneler atomize edilmekte ve zay›flat›lmaktad›r. Dolay›s›yla, kriz sonucunda yerli sermayelerin uluslararas› sermaye ile bütünleflmesi için bütün olanaklar kullan›lmaktad›r. Di¤er bir görüfle göre38 de yönetiflim formülü, bir yandan iktidar› toplumun bir s›n›f›na açarken, di¤er taraftan özellikle az geliflmifl ülkeler için sömürgeleflme sonucunu do¤urmaktad›r. Yönetiflimle, önündeki her türlü engel kalkm›fl olan uluslararas› sermayenin ülkeye girifli bununla rekabet edemeyen yerli sermayenin saf d›fl› kalmas›na neden olmaktad›r. Bu görüfle göre, küresel sermaye, bir ülkedeki varl›klar› ve hizmet alanlar›n› ele geçirdikçe, oradaki yönetme hakk›na ortak olmak talebi artacakt›r. Böylece, üretim-hizmet alanlar› ile birlikte, yönetim alanlar› da halk›n eriflemeyece¤i mesafelere tafl›nacakt›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 389 Yönetiflimin kapitalizmle iliflkisi üzerinden yap›lan tüm bu elefltiriler, özünde küreselleflme sürecinde ”yerelleflme”nin pazar faaliyetleri ile iliflkilendirilmesine dayan›r. Buna göre, özellikle yeni dünya düzeninin dayatt›¤› yap›sal uyum programlar› kapsam›nda yerelleflmeye, çokuluslu flirketlerin (ÇUfi) ulus-devletin ekonomiye yönelik korumac› politikalar›n› döngü d›fl› b›rakarak, yerel toplumlarla ya da yerel iflgücüyle do¤rudan iliflkiye girmesini amaçlayan bir içerik yüklenmektedir. Ayr›ca, yerelleflmenin, eme¤in serbest dolafl›m›n› engelleyip, sendikalar› ifllevsizlefltirece¤i ve böylece iflgücünün daha da güçsüzlefltirilece¤i iflleri sürülmektedir.Bu bak›mdan yerelleflme, eme¤in yabanc› sermayenin sömürüsüne aç›lmas› ve ulus-devletin afl›lmas› için küreselleflmenin ayr›lmaz bir parças› olarak39 nitelendirilmektedir. Bu ba¤lamda, “daha fazla yerellik” söyleminin, özellikle güneydeki hükümetlerin kalk›nmadaki rollerini ortadan kald›rmaya ve yerel birimler ile uluslararas› sermaye aras›nda do¤rudan hiyerarflik ba¤lar kurma amac›na hizmet etti¤i40 savunulmaktad›r. Yukar›da sözü edilen kurgu, daha çok sermaye s›n›f›n›n lehine iflleyen bir süreç özelli¤i göstermektedir. Buna göre, kamu yönetiminin örgütlenmesinde etkili olan Dünya Bankas› (DB), Birleflmifl Milletler (BM) ve Uluslararas› Para Fonu (UPF)’nun deste¤iyle geliflen yönetiflim anlay›fl›, neo-liberal kat›l›mc›l›k modeli ve sermayenin iktidara ortak olma olana¤›yla, kamu kudretini kapitalizmin egemen s›n›f›na teslim etmek hedefini gütmektedir41. Bu konudaki geliflmeler ise ulus-devletin egemenli¤inin/gücünün k›r›lmas›n› gerektirmektedir. Yönetiflim konusundaki elefltirilerden birisi de yönetiflimle sa¤lanaca¤› ileri sürülen “geliflmifl demokrasi ve insan haklar›” üzerinedir. Yönetiflim, her ne kadar kat›l›mc› demokrasiyi gelifltirip, böylece insan haklar›n›n gerçek anlam›yla yaflanabilece¤i nosyonunu tafl›sa da bugün sözü edilen olgular›n “sürece de¤il”, “kiflilere ba¤l›” olarak gerçekleflti¤i ileri sürülmektedir. Di¤er deyiflle, günümüzde demokrasi ve insan haklar›yla ilgili olumlu ve olumsuz her türlü yönelim, BM, DB, ÇUfi ve ABD gibi aktörlerin yer ald›¤› ideolojik bir cepheden belirlenmektedir42. Dolay›s›yla, yönetiflim sürecinin “objektif” bir iflleyiflle, sözkonusu geliflmeleri sa¤layaca¤›n› söylemenin inand›r›c› olmad›¤› ifade edilmektedir. Özellikle “yerelleflme”nin yerel kültür ve etnik kimlik yap›lar›yla iliflkilendirilmesi, bu karamsarl›¤› destekler niteliktedir. c. Yönetiflimde Yerel Kültür ve Etnik Kimliklerin Önemi Küreselleflme sürecindeki aktörlerin rollerinin ne olaca¤›, bunun nas›l sa¤lanaca¤› tart›flma konusu olmufltur. Bu süreçte özellikle sivil toplum kurulufllar› ile “yerelleflme” olgusu üzerindeki tart›flmalar, ulus-devletin konumunu belirleyici oldu¤undan, tüm canl›l›¤› ile sürmektedir. Gerçekten de özellikle geliflmifl ülkeler taraf›ndan öne sürülen “ulus-devletler dönemi bitti, baflta ekonomik olmak üzere, sosyal, kültürel, siyasi ve hukuki bak›mlardan küresel sisteme entegre olmak, ulusal egemenli¤i uluslararas› kurum ve kurulufllarla paylaflmak, ayakta kalman›n zorunlu önflart›d›r”43 sav›, yukar›daki tart›flman›n dinami¤ini oluflturmaktad›r. Buna ba¤l› olarak da yerelleflme e¤ilimlerinin yükselifli, yerel otoritelere yetki devri taleplerinin art›fl›, yerel, hatta ölmüfl kültürlerin diriltilmesi, etnik ayr›flman›n derinlefltirilerek, farkl›laflman›n sa¤lanmas› gibi çabalar›n art›fl› dikkati çekicidir. Yönetiflim sürecindeki bu tür çabalar flu flekilde yorumlanmaktad›r: Etnik gruplarla politik kurumlar aras› etkileflime dayal› anlaflma, etnik çat›flmalar› azalt›rken, siyasetçileri ve di¤er yönetsel süreçte rol alan kiflileri, potansiyel politik fliddet uygulamaktan uzak tutaca¤› gibi kamusal planlama projelerinin ortaklafla yap›lmas›na da yard›mc› olacakt›r44. 9 390 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ahmet MUTLU Öte yandan, yönetiflimin yerel ve etnik yap›lar konusundaki “bar›flç› ve uzlaflt›r›c›” niteli¤inin, küreselleflme politikalar› çerçevesinde baflka ifllevleri oldu¤una da iflaret edilmektedir. Örne¤in; Dünya Bankas› (DB), yoksullukla mücadelede yönetiflimin sözkonusu niteli¤ine büyük önem vermektedir. DB’nin öngördü¤ü bafll›ca yoksullu¤u azaltma yöntemi, “sosyal sermaye”nin gelifltirilmesidir. Sosyal sermaye, bireylerin daha çok özel yaflam alanlar›ndaki dayan›flma ve yard›m a¤lar›n› ifade etmekte; yoksullu¤u azaltmak için aile üyeleri, komflular, yak›n arkadafllar aras›ndaki, etnik ba¤lar ve cemaatler temelindeki geleneksel iliflkilerin gelifltirilmesini öngörmektedir. DB, sosyal sermayenin “d›fl destek” yoluyla yarat›lmas›na yönelik politikalar oluflturmaktad›r. D›fl deste¤in, “sivil toplum kurulufllar›” arac›l›¤›yla sa¤lanmas› ve devletin de sivil toplum kurulufllar›n›n iflleyece¤i ba¤lam› ve iklimi biçimlendiren bir rolü olmas› istenmektedir45. DB’nin bu öngörüleri, küreselleflme sürecinde ulus-devlete biçilen rol ile tutarl› bir bütünlük içindedir. Yoksullukla mücadelede DB’nin önerdi¤i politikalar›n küreselleflme politikalar›yla koflutlu¤u yan›nda, baflka yönleri oldu¤una da dikkat çekilmektedir. Sosyal güvenli¤in özellefltirilmesinin öngörüldü¤ü bu süreçte DB’nin yoksullukla mücadele stratejisi, geleneksel topluluk iliflkilerinin, cemaatçi yaflam tarzlar›n›n ve topluluklar›n kendi içindeki hiyerarflik iliflkilerin canland›r›lmas›n› destekler. Di¤er deyiflle, temelinde sosyal güvenlik gibi araçlar›n bulunmad›¤› geleneksel toplum iliflkileri korunmak istenmektedir. Bu politikaya göre, yoksul bireylerin hayatta kalabilmeleri için bu hiyerarflik yap›lara ba¤›ml›l›klar›n› gelifltirmelerinden baflka yollar› yoktur46. Bu tür sosyo-politik öngörülerin, küreselleflme ile oluflacak s›k›nt›lar›n perdelenmesi yan›nda, merkeze yönelik olas› muhalefet hareketlerini parçalayarak, etkisiz k›lma amac› tafl›d›¤› da ileri sürülmektedir47. Ancak, bireyler aras› etnik ba¤lar›n sosyal sermayenin bir unsuru olarak kabul edilmesinin, devletin sosyal güvenlik alan›ndan d›fllanmas› yan›nda, etnik milliyetçili¤i teflvik edici bir yönü de bulunmaktad›r. Yerel kültür ve etnik kimlik yap›lar›n›n, yönetiflim olgusunun “aflil topu¤u” oldu¤u söylenebilir. Çünkü, küreselleflme süreciyle özellikle etnik kökenli bir çok sorunun yaflanabilece¤i 48 gün geçtikçe daha çok vurgulanmaktad›r. Gerçekten de küreselleflme, küresel bir bütünleflme nosyonu tafl›mas›na ra¤men, dünya h›zla bölünmeye do¤ru gitmektedir. Yerel kültür ve etnik kimliklerin ön plana ç›kar›lmas›n›n, özellikle dünya ekonomisindeki eflitsizlikler nedeniyle, küresel bir uygarl›¤a katk› yapmaktan çok, “köktendincili¤in” ya da “sald›rgan milliyetçili¤in” do¤uflunu haz›rlad›¤› ileri sürülmektedir49. Yönetiflimin “bütünleflme” amac›, zengin ve geliflmifl ülkelerde genellikle gerçekleflirken, geliflmekte olan ülkelerde yayg›n bir biçimde “mikro milliyetçilik (etnik, bölgesel, dinsel, mezhepsel vb.)” in bafl göstermesi 50, yukar›daki karamsar olas›l›klar› güçlendirmektedir. Sözkonusu olas›l›klar›n gerçekleflebilirli¤i konusunda toplumsal ve etnik bölünmelerden beslenen ayr›l›kç› e¤ilimlerin, Yugoslav halk›n›n kronik yoksullu¤u s›ras›nda h›z kazand›¤›n› 51 hat›rlamak gerekir. Kald› ki, yönetiflimin çeflitli ülkelerdeki uygulamalar itibariyle “kalite farkl›l›klar›” göstermesi52 de refah-yönetiflim iliflkisinin, gelece¤in belirlenmesinde nas›l geliflece¤i hakk›nda ip uçlar› sunmaktad›r. Geliflmifllik seviyesi ile yönetiflim kalitesi aras›nda bir koflutluk var gibi görünse de baz› Avrupa ülkelerinde ciddi az›nl›k sorunlar›n›n varl›¤›53, bu koflutlu¤u anlams›zlaflt›rmaktad›r. Az›nl›k sorunlar›n›n Avrupa’da da görülmesi, yönetiflim nosyonunun, gerçeklerle çok fazla örtüflmedi¤ini ortaya koymakta ve sanki, "geliflmifl ülkelerin, azgeliflmifller üzerindeki taleplerine hizmet eden bir araç oldu¤u”na yönelik elefltirileri hakl› ç›karmaktad›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 391 Küreselleflmeyle birlikte “kapitalizmin yeniden yap›lanma sürecinde oldu¤u” varsay›m› do¤ruysa, sözkonusu sürecin oluflumlar›n› tart›flabilmek için en az›ndan bafllang›ç noktalar›n›n yakaland›¤›54 ileri sürülebilir. Yönetiflim, her ne kadar hümanist bir nosyona sahipse de küreselleflme sürecinden ve onun ayr›lmaz parças› olan pazar koflullar›ndan soyutlanamaz. Bu ba¤lamda, yo¤unlaflan sermaye, dünyay› tek bir pazar olarak bütünlefltirmektedir. Bu, ulusal sosyolojik ve politik biçimleri aflan yatay bir bütünleflmedir. Pazar› geniflletmek ve en elveriflli koflullardan etkin flekilde yararlanabilmek için sermayenin co¤rafi ak›flkanl›¤› önünde hiçbir engel bulunmamal›d›r. ‹lerleyen biliflim ve iletiflim teknolojisi küreselleflmeyi desteklerken, ulusal toplum ve ulus-devlet, sözkonusu ak›flkanl›¤›n önündeki en büyük engel olarak görülmektedir. Çünkü, ulus-devletin “davran›fl rasyoneli”, küresel sermayenin ç›kar› de¤il, kendisi taraf›ndan tan›mlanan ulusal ç›kard›r55. Bu durumda, ulus-devlet yap›s› içinde yerel kültür ve etnik kimliklere biçilen rollere sorgulay›c› yaklaflmak, yönetiflim/yenilikler karfl›s›nda ürkek ya da statükocu bir davran›fl de¤il, rasyonel ya da reel politik bir davran›fl olarak nitelenebilir. II. TÜRK‹YE’DE YÖNET‹fi‹ME BAKIfi, UYGULAMALAR VE SORUNLAR 1. Türkiye Küreselleflme ve Yönetimde Yeni E¤ilimlerin Neresinde? Türkiye’nin, küreselleflmenin temel dinami¤i olan yeni sa¤ politikalar›n ilk uyguland›¤› ülkeler aras›nda say›lmas› yanl›fl olmaz. 1980’li y›llarla birlikte, ABD (Reaganism) ve ‹ngiltere’de (Thathcerism) bafllayan “liberalleflme rüzgar›” Türkiye’yi de etkileflmifltir. Türkiye’nin, küreselleflme sürecine fiilen 7 Ekim 1988’de (“Çok Tarafl› Yat›r›m Sözleflmesi/MIGA” konusunda) bir kanun hükmünde kararname ile girdi¤i kabul edilmektedir56. Geçen on y›llara bakarak, Türkiye’nin küreselleflme sürecinin tam da içinde oldu¤u ileri sürülebilir. Dolay›s›yla, yönetim politikalar› da küreselleflmeye göre yeniden biçimlenme e¤iliminde olmufltur. Çünkü, yukar›da da vurguland›¤› gibi “küresel yönetim politikalar›n›n uygulanmas› yönündeki bask›lar, hükümetlerin kontrolünün ötesindedir”57. Öte yandan, ülkemizde yönetiflime dayal› yönetsel anlay›fl›n geliflmesinde AB ile üyelik müzakereleri bafllatma çabalar›n›n ve 1996’da ‹stanbul’da düzenlenen Habitat II Konferans›’n›n önemli etkisi olmufltur. Bu süreçte, Türkiye’nin baz› çekincelerle kabul etti¤i Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik fiart›, demokratik ve kat›l›mc› yap›n›n gelifltirilmesinde yerel yönetimlerin öneminin anlafl›lmas› bak›m›ndan dönüm noktas› niteli¤indedir. Özellikle, sözkonusu flartta bulunan “hizmette halka yak›nl›k (subsidiarity) ilkesi”nin, 1998 ve 2004 yerel yönetim taslaklar›na do¤rudan yans›yacak kadar etkili oldu¤u58 ileri sürülmektedir. Habitat II Konferans› sonucunda ortaya ç›kan Ulusal Eylem Plan›, ülkemizde yeni yönetim anlay›fllar› çerçevesinde oluflturulan kurumsal çabalar›n öncüsü niteli¤indedir. Habitat II ve sözkonusu eylem plan›ndan sonra ülkemizde pek çok “Yerel Gündem 21” giriflimi ortaya ç›km›flt›r. Ayr›ca, “proje demokrasisi”59 ba¤lam›nda Ankara’da Hac›bayram Camii ve çevresinin düzenlenmesi ile Dikmen Vadisi Projesi hayata geçirilmifltir. Öte yandan, son y›llarda de¤iflik ölçekteki belediyenin resmi olmayan nitelikte “kent meclisi”, “dayan›flma konseyi”, “halk meclisi” vs. ad›yla oluflturduklar› alternatif yap›lar60 da ülkemizin yönetiflim gündemi içinde yer alan uygulamalard›r. Nitekim, 9 392 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ahmet MUTLU Göymen’in de belirtti¤i61 gibi son haz›rlanan Kamu Reformu Temel Yasa Tasar›s›’ndaki mant›k da yönetiflimi yans›tmaktad›r. Ülkemizde liberal politikalar 1980’li y›llardan bu yana uygulanmakla birlikte, özellikle 1990’lardan sonra küreselleflme süreciyle eklemlenmek ad›na h›zl› bir yasal ve kurumsal de¤ifliklikler sürecine girilmifltir. Geçmifltekiler sakl› kalmak kofluluyla, son birkaç y›ldaki en önemli yasal yenilik haz›rl›klar›, “Kamu Yönetimi Temel Yasa Tasar›s›” ve buna eklemlenen Yerel Yönetimler, Kamu Personeli, Kamu Maliye Yönetimi ve Kontrolü, ‹dari Usul Yasa Tasar›s›” olarak say›labilir. Sözkonusu tasar›lar›n gerekçesi bildik ve yayg›n bir söyleme dayanmaktad›r: “Türkiye’deki kamu yönetimi çok merkezli ve hantal yap›ya sahiptir ve sorunlar› çözmekten uzakt›r. Bu nedenle kamu yönetiminde bir de¤iflim gereklidir”. Bu söylemde hakl›l›k pay› bulunmakla birlikte, bu konudaki esas gerekçelerin, “küreselleflmenin temel ayaklar› olan özellefltirme, yerelleflme ve ticarileflmenin hayata geçirilmesi ve bunlar› dayatan UPF (IMF) oldu¤u”62 ileri sürülmektedir. Nitekim, küreselleflmenin ilerlemesi için özellikle ekonomik düzlemde kurumsal yap›lar›n h›zla oluflturulmas› (Enerji Piyasas› Denetleme Kurulu, Bankac›l›k Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Tütün, fieker, Rekabet Kurulu vb.) ve e¤itimden sa¤l›¤a pek çok sosyal ve kültürel alanda özellefltirmeye gidilece¤inin duyurulmas›, yukar›daki öngörüyü hakl› k›lar niteliktedir. Ekonomi merkezli kurumsal (yeniden) yap›lanmalar›n yan› s›ra toplumsal alana yönelik düzenlemelerden de söz edilebilir. Bu düzenlemelerde, devletle birey ve devletle sivil toplum iliflkilerini olumlu yönde gelifltirmeye dönük e¤ilimler oldu¤u dikkati çekmektedir. Çeflitli kesimlerin ya da sivil toplum unsurlar›n›n bir araya gelip, örgütlenmesini kolaylaflt›racak nitelikte yeni bir dernekler yasas›n›n kabul edilmesi, bu konudaki en iyi örnektir. Öte yandan, sözkonusu yasa ile yönetiflimin öngördü¤ü “gerçek nitelikli sivil toplum örgütleri” oluflturmaya yönelik düzenlemeler yap›lm›flt›r63. Bunlara ilave olarak, “bilgiye eriflim yasas›” gibi baz› yasalar›n ç›kar›lm›fl olmas› da önemlidir. Yönetiflimin yerel ve sivil toplum düzeyindeki yans›malar› göz ard› edilemeyecek kadar belirginleflmifltir. Yönetiflim nosyonu bak›m›ndan paradoksal bir nitelik tafl›yan “Bergama Olay›”64 bu konuda örnek olarak gösterilebilir. Bilindi¤i üzere, Bergama’da alt›n arama faaliyetleri olan çokuluslu bir flirkete karfl›, “yerel inisiyatif” olarak nitelenen örgütlenme, etkin bir direnme mücadelesi bafllatm›flt›r. Di¤er yandan, geçmiflten bugüne, hükümet d›fl›ndaki politika unsurlar›nda da küreselleflmeye ve yönetiflim olgusuna eklemlenme yönünde çabalar görülmektedir. 18 Nisan 1999 Genel Yerel Seçim kampanyas›nda de¤iflik siyasal partilerin ve belediye baflkanlar›n›n seçim bildirgelerindeki programlar aras›nda yönetiflim merkezli benzerliklerin oluflu65, bu çabalar› yans›tan tipik bir örnektir. Nitekim, bugün de bütün siyasal partiler ve yerel adaylar, yerel yönetimlere daha fazla ifllev, yetki ve kaynak aktar›lmas›n› öngören yeni bir toplumsal iflbölümü talep etmektedirler. Hemen bütün görüfller, devletle birey, yerel yönetimlerle yurttafl aras›nda, kentsel süreçlerin her safhas›nda etkin ve yayg›n kat›l›m›, saydaml›¤› ve çok yönlü denetimi amaçlayan yeni bir iliflki türüne vurgu yapmaktad›rlar. 2. Türkiye’de Yönetiflime Bak›fl ve Yönetiflim Uygulamalar›n›n De¤erlendirilmesi Sorunu 1992 Rio Konferans›’ndan sonra sürdürülebilir bir dünya oluflturmakta herkese bir rol biçilmesiyle bafllayan süreçte, dünya ölçe¤inde genel olarak yönetsel düflünce, özel olarak da yönetiflim uygulamalar› ba¤lam›nda yeni yönelimler bafllam›flt›r. Ancak, sözkonusu e¤ilimlerin hayata geçirilme- 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 393 si ve baflar›l› olmas›nda genellikle demokrasi prati¤inin yayg›nl›¤› ve refah düzeyiyle ilgili farkl›l›klar oluflmufltur. Bu konuda Bat›l› toplumlar baflar›l› iken, dünyan›n di¤er kesimlerindeki yönetiflim uygulamalar›nda sorunlar ortaya ç›km›flt›r. Ülkemizde de özellikle Gündem 21’den sonra baz› d›fl etkenlerin zorlamas›yla, hem yerel, hem de merkezi yönetimler düzeyinde yönetime vatandafl kat›l›m›n›n sa¤lanmas› yollar› aranmaya bafllanm›flt›r66. O zamandan günümüze, yönetiflim mant›¤›, ülkemizdeki uygulanabilirli¤i, bu konudaki bafll›ca sorunlar vs., yönetim yaz›n›nda en çok tart›fl›lan konulardan olmufltur. Yönetiflim konusu, de¤iflik çevreler taraf›ndan, de¤iflik biçimlerde yorumlanmaktad›r. Bunlardan birisi, devletin yönetiflim sürecinde öngörülen di¤er ortaklara bak›fl› ile ilgilidir. Yönetiflim konusunda “itici güç” olan devletin, di¤er ortaklar (sivil toplum örgütleri, sermaye çevresi) konusunda tereddütlü oldu¤una dikkat çekilmektedir. Merkeziyetçi gelene¤in do¤al bir sonucu olarak, devlet kendi denetiminde olmayan, bir anlamda kendi uzant›s› niteli¤i tafl›mayan bu kurulufllara kuflkuyla bakmaktad›r. Di¤er taraftan, kuflkuyla bakan yaln›zca devlet de¤il, toplumda bireyler de birbirlerine kuflkuyla bakmaktad›rlar67. Dolay›s›yla, güven faktörü, yönetiflimin uygulanabilirli¤i konusunda dikkat çekilen önemli sorunlardan birisidir. Güven sorunu yönetiflimin di¤er unsurlar› olan sermaye kesimi ile sivil toplum örgütleri (STÖ) için de geçerlidir. Sermaye kesimi ve STÖ’deki bu sorunun temelinde “ekonomik kayg›lar” oldu¤u ileri sürülmektedir. K›saca, Türk yönetim gelene¤inde, üst yap›n›n, her zaman alt yap›y› belirledi¤inden hareketle, ülkemizde yönetiflimin hayata geçirilmesinde belirleyicinin “devlet” oldu¤una68 yönelik yayg›n bir kanat vard›r. Yönetiflimin ülkemizde uygulanabilirli¤i konusunda baflka yorumlar da yap›lmaktad›r. Baz› görüfllere göre69 Türkiye’de yönetiflimin uygulanmas›ndaki engeller, ülkenin geçirmifl oldu¤u tarihsel süreçler ve halk›n sosyo-kültürel geliflmifllik düzeyi ile ilgili iken, baz› görüfllere göre70 de Türkiye’nin yönetiflim konusunda tarihi eskiye dayanan bir birikimi (lonca, vak›f, kad›l›k kurumu gibi) vard›r. Yönetiflimin, ülkemizde alt yap›s›n›n olup-olmad›¤›na yönelik tart›flmalar, asl›nda ülkemizde “yerel yönetim gelene¤inin olup-olmad›¤›” tart›flmalar› ile ilgilidir. Nitekim, halihaz›rda yönetiflim üzerine yap›lan tüm tart›flmalar›n, yukar›daki ana sorunsal çerçevesinde olufltu¤u söylenebilir. Türkiye’de yönetiflimin uygulanabilirli¤ini irdeleyen iki örnek çal›flmada471 ülkemizdeki yönetiflim konusunda dikkat çekilen bafll›ca sorunlar flöyle özetlenebilir: A. Olumsuz Koflullar 1. Siyasal otoritelerin ve kamu örgütlerinin karar al›m›nda yeni aktörlerin kat›l›m›na hofl bakmamas›, 2. Yerel yönetimlerin, merkezi yönetimin uzant›s› olarak alg›lanmas›, 3. Yetki-kaynak devrinin olmamas›, 4. Yerel yönetim reformlar›n›n söylemden öteye geçmemesi, 5. Yeterli temsilin olmay›fl› (befl y›lda bir olmas›), 9 394 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ahmet MUTLU 6. Yönetim sürecini belirleyen tart›flma toplant›lar›nda halkç› de¤il, seçkinci bir tav›r izlenmesi (uzman, akademisyen ve sermaye çevresinin kabul edilmesi, marjinal kesimlerin d›fllanmas›), 7. Kritik ve önemli olmayan kararlarda kat›l›ma izin verilmesi ve kat›l›m›n bir “meflruluk” simgesi olarak kullan›lmas›, 8. Kat›l›m taleplerinin üst yap›dan gelmesi, halktan bu konuda talep gelmemesi, 9. Gerçek anlamda sivil toplum örgütlerinin olmamas›, 10. Halk kat›l›m›n›n “flikayet etmek”le s›n›rl› kalmas›. B. Olumlu Koflullar 1. Baflar›l› “proje demokrasisi” uygulamalar›n›n varl›¤› (Ankara’daki Hac›bayram Camii düzenlemesi, Dikmen Vadisi projesi gibi), 2. Baflar›l› “yerel gündem 21” uygulamalar›n›n varl›¤›, 3. Çok say›da belediyenin yeni ortaklar›yla birlikte kurduklar› alternatif yap›lar›n varl›¤› (Kent meclisi, dayan›flma konseyi, halk meclisi gibi), 4. Halk›n sivil tepki verme yetene¤inin ortaya ç›k›fl› (Bergama Olay›’ndaki sivil inisiyatif gibi). Görülmektedir ki, yönetiflim konusunda dikkat çekilen sorunlar, genel olarak Cumhuriyet’ten ve hatta Tanzimat’tan bu yana yerel yönetimler konusunda dile getirilen sorunlardan çok farkl› de¤ildir. Bu durum, ülkemizde yerel yönetim kurumlar› ile yönetiflimin “ayn›” kurumlar olarak alg›land›¤›n›n bir göstergesi say›labilir. Oysa yönetiflim, klasik yerel yönetim kurumlar›n› aflan, daha çok aktörlü ve ifllevli bir olgudur. Dolay›s›yla, yerel yönetimlerle birlikte, ama ondan farkl› okunmas› gerekir. Öte yandan, ülkemizin temel gerçekleri olarak, kültür ve de¤erler ile refah düzeylerinden kaynaklanan sosyal çat›flma olgusuna, yönetiflimin ülkemizde uygulanabilirli¤i ba¤lam›ndaki tart›flmalarda neredeyse hiç de¤inilmemektedir. Bundan daha da önemlisi, küreselleflme sürecinin temel argümanlar›ndan olan yerel kültür ve etnik kimlik olgular›n›n, ülkemizdeki yönetiflim uygulamalar›nda ne tür/nas›l sonuçlar do¤uraca¤› konusu ihmal edilme e¤ilimi tafl›maktad›r. 3. Küreselleflme ve Türkiye Gerçe¤i Karfl›s›nda Yönetiflimi Yeniden Okumak Ça¤›m›z, bilim ve teknoloji bak›m›ndan h›zl› de¤iflmeler geçirirken, düflünceler de de¤iflmektedir. Modernli¤in afl›l›p, postmodern bir ça¤a girildi¤ine yönelik söylemler, marjinallikten kurtulmufl ve yayg›n bir çevrede kabul görmeye bafllam›flt›r. Günümüz yönetim yap›lar› da sözkonusu düflünsel de¤iflimlerden etkilenmektedir. Bu ba¤lamda, postmodern söylemlerin, bat›n›n yönetim yap›s›na nüfuz etti¤i ve bat›n›n geçmiflteki “modernlefltirici” misyonunun “postmodernlefltirici” misyona dönüfltü¤ü ileri sürülebilir. Yönetiflime geçiflte “d›fl bask›lar›n etkili oldu¤u” varsay›m› kabul edilirse, yönetimde postmodern e¤ilimlerin ülkemiz için de geçerli oldu¤u söylenebilir. Yönetim düflüncesindeki yeni e¤ilimler, ülkemiz aç›s›ndan paradoksal bir nitelik tafl›maktad›r. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 395 Çünkü, bilindi¤i gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulufl temeli “modernlik”e dayan›r. Hlihaz›rda yönetsel düflünce ba¤lam›nda, Türkiye Cumhuriyeti’nin “modernlik”i ile bat›n›n “postmodernlik”inin ayr› kategoriler oluflturdu¤u söylenebilir. Daha aç›k ifadeyle, örne¤in; Atatürk Devrimleriyle dinsel nitelikli örgütlenmeler ortadan kald›r›l›rken, yönetiflimle bu tür örgütlerin ön plana ç›kar›lmas› tezat oluflturmaktad›r. Burada, ilericilik ya da gericilik ba¤lam›nda bir farkl›laflmadan daha çok, bir “yöntem” de¤iflikli¤inden söz edilebilir. Gerçekten de yönetiflim kavram›na ülkemizde ve bat›da yap›lan vurgular›n belli baz› farklar tafl›d›¤› ileri sürülmektedir. Sözkonusu kavram›n Türkiye’de kullan›m› genellikle siyasal düzlemde kat›l›mc› bir yönetimle s›n›rl› kal›rken, bat›daki kullan›m› yayg›n olarak siyasal ve ekonomik karar süreçlerinin, bir bütün olarak ve iflbirlikçi bir anlay›fl çerçevesinde demokratikleflmesini ifade etmektedir72. Di¤er deyiflle, yönetiflim ülkemizde “indirgemeci” bir mant›¤a, bat›da ise “bütüncü” bir mant›¤a dayal›d›r. Ülkemizdeki indirgemeci mant›k, yönetiflimin uygulanmas›nda oldu¤u kadar, onun kavranmas›nda da etkilidir. Bu ba¤lamda yönetiflim, özellikle “ideolojik boyutu”ndan soyutlanarak ele al›nmakta, ideolojik boyutu sorgulayan yaklafl›mlar ise “küreselleflme karfl›t› ve marjinal” olmakla suçlanarak, etkisizlefltirilmeye çal›fl›lmaktad›r. Sadece yönetiflimin gündeme gelmesiyle de¤il, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’ndan bu yana önemini ve yönetsel süreçteki sorunsal niteli¤ini koruyan “yerel kültür ve etnik kimlikler” olgusunun yeni yönetim tart›flmalar› içinde yeterince olmay›fl›, onun önemsizli¤inden kaynaklanmamaktad›r. Tersine, olgu çok önemli ve yönetim sistemi bak›m›ndan yaflamsal niteliktedir. Çünkü, Türkiye’nin yönetimle ilgili olarak, iç ve d›fl dinamiklerin kullanmak istedi¤i “üç tane fay hatt›” oldu¤u ileri sürülmektedir. Bunlar; “etnik fay hatt›”, “dini fay hatt›” ve “mezhebi fay hatt›”d›r73. Dikkat edilirse, yönetiflim sürecinde canland›r›lmas› öngörülen yap›lar, ayn› zamanda ulus-devlet yap›s›na karfl› kullan›labilecek kozlar olarak de¤erlendirilmektedir. Ulus-üstü aktörlerin (DB, BM, IMF, ÇUfi vd.) ve özellikle AB’nin yönetiflim ba¤lam›nda yerel kültür ve etnik kimliklere yönelik taleplerini, sözkonusu co¤rafyalardaki yerel kültür ve etnik kimliklerin durumuna bakarak de¤erlendirmek, rasyonel bir yaklafl›m olacakt›r. Yukar›da da de¤inildi¤i gibi AB üyesi ülkelerden baz›lar›, hala yerel kültür ve etnik kimlik sorunlar›yla u¤rafl›p, yönetiflime dayal› çözümler üretememiflken, ülkemizde çok daha sorunlu olabilecek uygulamalar›n önerilmesi/dayat›lmas› karfl›s›nda, elefltirel yaklafl›m›n elden b›rak›lmamas› gerekir. Ülkemizde, sivil toplum örgütlerinde özellikle yerel düzeyde hemflehrilik, etnik köken ve dini inançlar do¤rultusunda yo¤un bir yap›lanma oldu¤u bilinmektedir74. Bu ba¤lamda, yerel, etnik ve dini kimlik temelinde talep oluflturan hiyerarflik bir yap›lanmaya dayal› ve sorgulanmaya aç›k olmayan bir yönetime sahip cemaatlerin, yönetiflimin de gere¤i olarak, ülkenin yerel düzeydeki kat›l›m örgütlenmeleri içerisinde ne tür bir yerlerinin olabilece¤i önemli bir soru olarak75 de¤erlendirilmektedir. Yönetiflimin yerel kültür ve etnik kimliklere yönelik politikas›, bu yap›lar›n “ulusal kültürle çat›flma içinde oldu¤unu kabul ederek, bu çat›flmay› çözebilece¤i” biçiminde gizli bir varsay›ma dayan›yor gibi görünmektedir. Öte yandan, böyle bir yaklafl›m dolayl› olarak, “her yerel kültür ve etnik kimlik, ulusal kültürle çat›flmal›d›r” gibi “güdümlü” bir düflünce de uyand›rmaktad›r. Di¤er bir deyiflle –abart›l› olmakla birlikte-, 1789 Frans›z Devrimi’nin milliyetçilik ak›mlar›n› güçlendirmesi gibi yönetiflim de “mikro-milliyetçilik” ak›mlar›n› bafllatabilir. Böyle bir olas›l›k karfl›s›nda yönetiflim 9 396 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ahmet MUTLU öngörülerinin dikkatle irdelenmesi gerekir. Ulusal kültürle, yerel ve etnik kültürleri birlefltiren (ortak) dinamikler, gerçekçi bir yaklafl›mla tespit edilmeli ve yönetsel yap› bu dinamikler üzerinden, tek yönlü ve tek eksenlilikten uzak olarak kurulmal›d›r. Bu ba¤lamda, ulusal nitelikli bir “Türk Yönetim Düflüncesi”76nin kuramsal temelleri oluflturulabilir. Ülkemizde yüzy›llara dayal› beraberli¤in ve Göymen’in de de¤indi¤i deneyimlerin77, ulus-devlet çat›s› alt›ndaki çeflitli yerel ve etnik kültürlerin, ulusal kültür “üst kimli¤i”nde buluflturulmas› için az›msanmayacak bir potansiyel oluflturdu¤u söylenebilir. Do¤ald›r ki, böyle bir yaklafl›m d›fla kapal›, otarflik bir yönetim anlay›fl›n› öngörmez, ancak, d›flar›dan öngörülen yaklafl›mlar›n sorgulanmas›n› gerektirir. Çünkü, postmodernizm, egemen oldu¤u bir ortamda, olgular, taraflara göre farkl› içerikle tafl›yabilmektedir. Daha aç›k ifadeyle, yönetiflim sürecinde d›flar›dan dayat›lan koflullarla, ulusdevletin belirleyece¤i koflullar örtüflmeyebilir. Nitekim, BM ve DB, ülkemizdeki yerel yönetim reformunu özellefltirmeye ba¤larken, AB ise ayn› reformu federal örgütlenmeye açmaktad›r78. Bu da küresel odaklardan gelen önerilerin, ülkemizin yönetsel alandaki geleneksel “merkez-yerel dengesi” tart›flmas›na de¤il, “özellefltirme-federalizm” tart›flmas›na dayal› oldu¤unu ortaya koyar. Dolay›s›yla, yukar›daki olanaklar›n araflt›r›lmas›, en az›ndan yönetiflim öngörülerinin ulus-devlet yap›s› içinde “kendine özgülük” ba¤lam›nda sentezlenmesi ak›lc› olacakt›r. Tersi durumda, pek çok f›rsat yarataca¤› öne sürülen yönetiflim, pek çok riskin de tafl›y›c›s› olabilir. SONUÇ VE ÖNER‹LER Ulusal yönetim politikalar›n› flekillendirme sürecinde, dünyadaki geliflmelerden soyutlanmak sözkonusu olamaz. Ancak, mevcut geliflme ve de¤iflme öngörülerinin kazan›mlar› yan›nda, yükümlülüklerinin de her zamankinden daha fazla sorgulanmas› gereken bir ortamda yaflanmaktad›r. Küreselleflme denilen süreç, herkesin farkl› flekillerde kullanabilece¤i politika araçlar› önermektedir. Öte yandan, bir politika belirlenirken, “yararl› yönlerini alal›m, zararl› yönlerini atal›m” mant›¤›yla hareket edilemez. Politika, bütüncül bir olgudur. Bu ba¤lamda, yönetiflim de Türk yönetim sistemi ad›na bütüncül olarak de¤erlendirilmek durumundad›r. K›sa vadede ulus-devlet yap›s› için sorunlu olabilecek yönlerini, zaman› gelince gündeme getirmek üzere “sümen alt›” yapmak, toplumdan kopuk, indirgemeci bir politik yaklafl›m olacakt›r. Yönetiflim olgusu de¤erlendirilirken, onun yerel, etnik ve dini kimliklere yapt›¤› vurgu ile ülkemizin çok kültürlü, etnik ve dini yap›s› gözden uzak tutulmamal›d›r. Hele de Türk toplumunun kültürel boyutta Bat› toplumlar›ndan önemli ölçüde farkl›laflt›¤›n› ortaya koyan araflt›rmalar79 çerçevesinde düflünüldü¤ünde, ulusal kültüre, farkl› kültürel önermeler getiren kural ve de¤erler sistemini kat› bir flekilde eklemlemeye çal›flmak, tutarl› bir yöntem olmayabilir. Bu ba¤lamda, genel olarak ça¤dafl anlay›fllar yaflama geçirilirken, ülkeyi geleneksel yap›s›ndan ve kimli¤inden uzaklaflt›racak unsurlar üzerinde hassas olmak gere¤i vard›r. Ça¤dafl geliflmeler karfl›s›nda, ulus-devletin ya da toplumun ihtiyaçlar›, “küresel karar vericiler” taraf›ndan de¤il, “yerel (ulusal) karar vericiler” taraf›ndan belirlenmelidir. Bu bak›mdan, öncelikle ulusal kimli¤in, psikolojinin ve siyasi kültürün yeniden yap›land›r›lmas› önemli görülmektedir. Unutmamak gerekir ki, küreselleflme süreci küresel sistemin içerdi¤i ortam›n koflullar›na en iyi 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 397 uyum sa¤layan ve bu koflullarda en baflar›l› sonuçlara ulaflmay› hedefleyen “yar›flmac› söylem”e dayal›d›r. Yar›flmac› geliflme anlay›fl›n›n, kutuplaflmay› pekifltirici, siyasal sisteme ve onun kurumlar›na verilen deste¤i düflürücü, çat›flmac› davran›fllar› art›r›c›, sosyal iletiflim a¤lar›n› zay›flat›c› ve zamanla sosyal bütünlü¤ü parçalay›c› sonuçlara yol açt›¤› vurgulanmaktad›r80. Küreselleflmeye eklemlenirken, yar›flmac› anlay›fl çerçevesinde, sözkonusu çok kültürlü, etnik ve dini yap›lar bir f›rsat olabilece¤i gibi ulus-devleti parçalayabilecek bir risk de olabilece¤i göz ard› edilmemelidir. Ulus-devlete yönelik bu tür risk öngörüleri genellikle, “Sevr Sendromu” olarak nitelenmekte ve önemsizlefltirilmeye çal›fl›lmaktad›r. Oysa, Sevr Olay›’n›n tarihi derinli¤i olan bir gerçek oldu¤u yads›namaz81. Yönetiflimin uygulanabilirli¤iyle ilgili olarak, tarihe, geçmiflteki birikim ve deneyim konusunda baflvurmak önemli görülüyorsa, geçmiflteki sorunlar konusunda baflvurmak da o kadar önemli olmal›d›r. Yönetiflim süreci, ütopik bir yaklafl›mla de¤il, gerçekçi yaklafl›mlarla ele al›nmak durumundad›r. fiaylan’›n da vurgulad›¤›82 gibi küreselleflme denilen süreçte ulusall›¤› aflan ve bütün insanl›¤› birlefltirip, bütünlefltiren karfl›l›kl› ba¤›ml›l›¤›n tutarl› iflleyifli eflitlik sorununun çözümüne ba¤l›d›r. Oysa ki yar›flmac› söylem, eflitli¤i sa¤lamak de¤il, tersine eflitsizli¤i art›rmak yönünde ifllev görmektedir. Bu durumda, daha eflitlikçi ve adil bir toplum ve dünya düzeni için ulus-devletin önemini korumaya devam edece¤i söylenebilir. Dolay›s›yla, yerel ve etnik kültürlere yönelik politikalar›n, “evrensel bir yönetiflim mant›¤›” çerçevesinden daha çok, “ulus-devlet ölçe¤i”ne göre sentezlenerek belirlenmesi daha mant›kl› görünmektedir. 9 398 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ahmet MUTLU D‹PNOTLAR 1 Ülkemizde görülen yönetiflimle ilgili uygulama ve düzenlemelerin, daha çok “küreselleflme” amaçl› oldu¤u söylenebilir. Di¤er deyiflle, mevcut uygulama ve düzenlemeler, “yönetiflim politikalar›”n›n de¤il, daha çok “küreselleflme politikalar›”n›n gere¤i olarak tasarlanmaktad›r. Ancak, sözkonusu çabalar, tam da yönetiflimin mant›¤›n› yans›tmaktad›r. Zaten, yönetiflimin de son tahlilde küreselleflmenin bir arac› oldu¤unu hat›rlamak gerekir. 2 Lubber, Rud, (23.11.2004). 3 Castells, Manuel, The Rise of Network Society, The Blackwell Publisher, Oxford, 1999. 4 Ça¤lar, ‹rfan, “Küreselleflme Süreci ve Küresel Yönetici Profili Üzerine Çorum KOB‹'lerinde Bir Araflt›rma”, Kooperatifçilik, S:143, Ocak-fiubat-Mart 2004, 72. 5 Öztürk, Azim, Küreselleflen Dünyada Yöneticilik, Nobel Kitabevi, Adana, 1998, 29. 6 Giddens, Anthony, Modernli¤in Sonuçlar›, Çev. E. Kufldil, Ayr›nt› Yay›nlar›, ‹stanbul, 1999, 62. 7 Giddens, Anthony, Elimizden Kaç›p Giden Dünya, Çev. O. Ak›nhay, Alfa Yay›nlar›, ‹stanbul, 2000, 5. 8 Ökmen, Mustafa; Bekir Parlak, “Küreselleflme Sürecinde Yerelleflme E¤ilimleri ve Yerel Haklar”, Yerel Yönetimler Sempozyumu, Ankara, 1-2 Kas›m 2000, 618. 9 Kelefl, Ruflen, “Yerel Seçimler Yaklafl›rken Yerel Demokrasimiz”, ‹ktisat Dergisi, S:439, Temmuz 2003, 11. 10 fiaylan, Gencay, De¤iflim Küreselleflme ve Devletin Yeni ‹fllevi, ‹mge Kitabevi Yay›nlar›, 1. Bask›, Ankara, 1995, 218. 11 Y›k›lmaz, Necla, Yeni Dünya Düzeni ve Çevre, Sosyal Araflt›rmalar Vakf›, ‹stanbul, Tarihsiz, 75. 12 Hoca, Bülent, “Dünya Bankas› ve Desantralizasyon”, ‹ktisat Dergisi, S:439, Temmuz 2003, 43. 13 Alp, Ali, “Küreselleflme ve Politika Yak›nlaflmalar›”, http://www.liberal-dt.org.tr/guncel/Di¤er/alp.kuresellesme.htm (22.11.2004). 14 Schachter, Oscar, “The Decline of the Nation-State and Its Implications for International Law, Colombia Journal of Transnasyonal Law, Vol.: 36, 1997, 7. 15 Sökmen, Polat, “Dünya Sistemine Eklemlenme Ça¤›nda Yeni Geliflme Anlay›fllar›, Yeni Yönetim Biçimleri”, Yerel Yönetimler Sempozyumu, Ankara, 1-2 Kas›m 2000, 598. 16 Giddens, Anthony, Elimizden Kaç›p Giden Dünya, Çev. O. Ak›nhay, Alfa Yay›nlar›, ‹stanbul, 2000, 93. 17 Y›k›lmaz, a.g.e., 73-74. 18 Tekeli, ‹lhan, Tekeli, ‹lhan (1996). “Yönetim Kavram› Yan›s›ra Yönetiflim Kavram›n›n Geliflmesinin Nedenleri Üzerine”, Sosyal Demokrat De¤iflim, S:1, 1996, 23-24. 19 Ergun, Do¤an, “Postmodernizm ve Kamu Yönetimi”, Amme ‹daresi Dergisi, C:30, S:4, Aral›k 1997, 13. 20 H›rst, Paul; Grahame THOMPSON, “Küreselleflme ve Milli Devletin Gelece¤i”, http://www.turkiyevesiyaset.com/sayi5/0516.htm (10.10.2004). 21 Merih, Kutlu, “Türkiye'nin AB ‹le ‹liflkilerinde Ulus-Devleti Aflma Sorunlar›”, http://www.turkab.net/ab/wkmerih02 (23.11.2004). 22 Göymen, Korel, “Röportaj”, www.siviltoplum.com.tr/roportaj_6.htm (22.11.2004). 23 Ortayl›, ‹lber, “Tanzimat ve Meflrutiyet Dönemlerinde Yerel Yönetimler”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 10. Cilt, ‹letiflim Yay›nlar›, 232-233. 24 Palab›y›k, Hamit, “Yönetimden Yönetiflime Geçifl: Yönetiflim, Kentsel Yönetiflim ve Uygulamalar› ‹le Yönetiflimde Ölçülebilirlik Üzerine Aç›klamalar”, Yerel ve Kentsel Politikalar, Edit. M.A. Çukurçay›r; A. Tekel, Çizgi Kitabevi Yay›nlar›, Konya, 2003, 230-233. 25 Alodal›, Fatih; Erdal Arslan; Okan Mete, “Yerel Yönetiflim ve Yönetiflimden Beklentiler”, Yerel Yönetimler Kongresi, Biga/Çanakkale, 3-4 Aral›k 2004, 141-146. 26 Sökmen, a.g.m., 598-599. 27 Yönetiflim kalitesi bak›m›ndan ülkeler aras›ndaki karfl›laflt›rmalar için bkz. Aktan, C. Can, “Yönetiflim Kalitesi Yönünden Ülkeleraras› Mukayese: Hangi Ülkeler Daha ‹yi Yöneltiliyor?”, http://www.canaktan.org/politika/yonetisim/yonetisim_kalitesi.htm (19.11.2004) ; Palab›y›k, Hamit, “Yönetimden Yönetiflime Geçifl: Yönetiflim, Kentsel Yönetiflim ve Uygulamalar› ‹le Yönetiflimde “TheDynamicof Globalization”, http://www.itcilo.it/english/actrav/telearn/global/ilo/globe/new_page.htm 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 399 Ölçülebilirlik Üzerine Aç›klamalar”, Yerel ve Kentsel Politikalar, Edit. M.A. Çukurçay›r; A. Tekel, Çizgi Kitabevi Yay›nlar›, Konya, 2003, 225-278. 28 Göymen, Korel, “Türkiye'de Yerel Yönetimler ve Yönetiflim: Gereksinimler, Önermeler, Yönelimler”, Ça¤dafl Yerel Yönetimler, C:9, S:2, Nisan 2000, 8. 29 Göymen, Korel, “Türkiye'de Yerel Yönetimler ve Yönetiflim: Gereksinimler, Önermeler, Yönelimler”, Ça¤dafl Yerel Yönetimler, C:9, S:2, Nisan 2000, 6. 30 Güler, Birgül, “Devlette Reform”, www.zmo.org.tr/odamiz/devlette_reform.php - 101k (12.11.2004). 31 Göymen, Korel, “Türkiye'de Yerel Yönetimler ve Yönetiflim: Gereksinimler, Önermeler, Yönelimler”, Ça¤dafl Yerel Yönetimler, C:9, S:2, Nisan 2000, 7. 32 Sökmen, a.g.m., 598-599. 33 Köne, A. Çi¤dem, “Kalk›nma Yaz›n› Aç›s›ndan Yerel Yönetim Analizi”, ‹ktisat Dergisi, S:439, Temmuz 2003, 8. 34 Köne, a.g.m., 48. 35 “Damlama etkisi (trickle-down)”, refah art›fl›n›n toplumsal da¤›l›m› ile ilgili bir kavramd›r. Buna göre, bafllang›çta büyüme gelir da¤›l›m›n› bozup, yoksulluk yaratsa da uzun vadede büyümeden toplumun geri kalan k›sm› da yararlanacak, refah di¤er kesimlere de yans›yacakt›r. Bizdeki “komfluda pifler, bize de düfler” sözü, kavram›n mant›¤›na uygun düfler. 36 Göymen, Korel, “Türkiye'de Yerel Yönetimler ve Yönetiflim: Gereksinimler, Önermeler, Yönelimler”, Ça¤dafl Yerel Yönetimler, C:9, S:2, Nisan 2000, 7. 37 Köne, a.g.m., 48. 38 Güler, a.g.m. 39 Geray, Cevat, “Kentleflme Sorunlar›n›n Çözümü Aç›s›ndan Küreselleflme, Özellefltirme, Yerelleflme ve Yerel Yönetimler”, Ça¤dafl Yerel Yönetimler, C:10, S:4, Ekim 2001, 8. 40 Özdek, Yasemin, “Küresel Yoksulluk ve Küresel fiiddet K›skac›nda ‹nsan Haklar›”, Yoksulluk, fiiddet ve ‹nsan Haklar› Konferans›, Ankara, 6-7 Aral›k 2001, 6. 41 Güler, a.g.m. 42 Özdek, a.g.m., 39. 43 ‹skendero¤lu, Muharrem, “Küreselleflme, Ulus-Devletin Gelece¤i ve Türkiye”, http://www.turkiyevesiyaset.com/sayi5/0518.htm (10.10.2004). 44 World Bank, “Governance Social Development Social Capital in Africa”, http://econ.worldbank.org/view.php?id=115&topic=13 (20.11.2004). 45 Özdek, a.g.m.,14. 46 Özdek, a.g.m.,14. 47 Akdo¤an, Argun, “Toplumsal Sermaye: Yeni Sa¤›n Küresel Yüzü”, Yoksulluk, fiiddet ve ‹nsan Haklar› Konferans›, Ankara, 6-7 Aral›k 2001, 71-85. 48 Ökmen, M.; B. Parlak, a.g.m., 616. 49 Bozkurt, Veysel, “Küreselleflme”, http://iktisat.uludag.edu.tr/dergi/8/veysel2.htm (22.11.2004). 50 fiaylan, a.g.e., 219. 51 Chossudovsky, Michel, Yoksullu¤un Küreselleflmesi, Çev. N. Domaniç, Çivi Yaz›lar›, ‹stanbul, 1999, 249. 52 Aktan'›n, Huther ve Shah'›n çal›flmas›ndan yapt›¤› al›nt›ya göre, 80 ülke aras›nda yönetiflim kalitesinin en iyi oldu¤u ülkeler s›ralamas›nda en baflta ‹sviçre, Kanada, Hollanda, Almanya, ABD, Avusturya, Finlandiya, ‹sveç ve Avustralya gibi ülkeler yer almaktad›r. S›ralamada, en düflük kalitenin oldu¤u ülkeler ise s›ras›yla, Liberya, Sudan, Raunda, Zaire, ‹ran, Malawi, Sierra Leone, Senegal, Yemen ve Uganda'd›r. Türkiye, 48. s›radad›r. Dikkat edilirse, etnik çat›flma ya da anlaflmazl›klar›n yo¤un oldu¤u (fakir) ülkeler, yönetiflim uygulamas› bak›m›ndan baflar›s›zd›r. Yönetiflimin, sözkonusu çat›flmalar› çözme hedefinin, bu ülkeler ya da di¤er çok kültürlü ülkeler için ne kadar geçerli olabilece¤i önemli bir sorudur. Bkz. Aktan, C. Can, “Yönetiflim Kalitesi Yönünden Ülkeleraras› Mukayese: Hangi Ülkeler Daha ‹yi Yöneltiliyor?”, http://www.canaktan.org/politika/yonetisim/yonetisim_kalitesi.htm (19.11.2004) ; Palab›y›k, a.g.m., 225-278. 53 AB co¤rafyas›nda yer alan Galler, ‹skoçya, Katalanya, Güney Tyrol gibi bölgeler, ba¤l› olduklar› “ulus-devlet”ten ayr› olarak kendi- 9 400 VIII. Oturum “Toplum ve Hukuk” Ahmet MUTLU lerini yönetmek istemektedirler. Bkz. Özcan, Mehmet, “Subsidiarite ‹lkesinin Avrupa Birli¤i'nde Uygulamas› ve Yerel Yönetimler Ba¤lam›nda Türkiye'de Uygulanabilirli¤i Üzerine Bir De¤erlendirme”, Yerel Yönetimler Sempozyumu, Ankara, 1-2 Kas›m 2000, 653. Baz› AB üyesi ülkelerde de az›nl›k karfl›t› politikalar yayg›nd›r. Örne¤in; Yunanistan, Arnavutlar, Makedonlar gibi az›nl›klar›n varl›¤›n› kabul etmeye istekli de¤ildir. Keza, Müslüman Türk az›nl›¤a ve Bulgarca konuflan Pomaklara karfl› ayr›mc› politikalar izlemektedir. Öte yandan Fransa, Basklar›n, Bretonlar›n, Alsacl› Almanlar›n, Katalanlar›n, Korsikal›lar›n, Hollandal› ve Provence'l› az›nl›klar›n temel kültürel ve dilsel haklar›n› reddetmifltir. Belçika'da etnik kimlikler nedeniyle, ulus-devlet yap›s›n›n parçalanmas›ndan endifle duyan ülkeler aras›nda yer almaktad›r. Öte yandan, 1998'de yürürlü¤e giren Avrupa Konseyi'nin “Ulusal Az›nl›klar›n Korunmas›na ‹liflkin Çerçeve Sözleflmesi”, Konsey üyesi toplam 46 üyeden 35'i taraf›ndan imzalanm›flt›r. Bkz. Baflkan, Argun, Avrupa Birli¤i-Türkiye ‹liflkileri ve Az›nl›k Haklar›”, http://www.kafder.org.tr/nart.php?yazi_id=168 (22.11.2004). 54 fiaylan, a.g.e., 135. 55 fiaylan, a.g.e., 138-139. 56 www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=1812&yorum=182 (12-11-2004). 57 Hoca, a.g.m., 43. 58 Akdo¤an, Argun, “Yerel Yönetimlere Halk›n Kat›l›m›: S›n›rl›l›k ve Yeni Aç›l›mlar”, Yerel Yönetimler Kongresi, Biga/Çanakkale, 34 Aral›k 2004, 274. 59 Proje demokrasisi, kentliye, özellikle büyük ölçekli projeler hakk›nda bilgi vermek, onlar›n önce ilgisini çekmek ve sonra projelerin her safhas›nda aktif kat›l›mlar›n› sa¤lamay› amaçlayan yöntemin ad›d›r. Bkz. Göymen, Korel, “Türkiye'de Yerel Yönetimler ve Yönetiflim: Gereksinimler, Önermeler, Yönelimler”, Ça¤dafl Yerel Yönetimler, C:9, S:2, Nisan 2000, 10. 60 Göymen, Korel, “Türkiye'de Yerel Yönetimler ve Yönetiflim: Gereksinimler, Önermeler, Yönelimler”, Ça¤dafl Yerel Yönetimler, C:9, S:2, Nisan 2000, 10. 61 Göymen, Korel, “Röportaj”, www.siviltoplum.com.tr/roportaj_6.htm (22.11.2004). 62 Befliktepe, Celal,“Do¤rudan Demokrasi Alan›:Yerel Yönetimler”, ‹ktisat Dergisi, S: 439, Temmuz 2003,34-40 63 Bu ba¤lamda sözkonusu yasa, ülkemizde oldukça yayg›n bulunan kamu kurum ya da kuruluflu bünyesinde oluflturulan dernek, vak›f, kooperatif vb. örgütlerin, art›k kamu kurumu kimli¤i alt›nda faaliyet yapamayacaklar›n›, di¤er deyiflle, ancak kamu kurumlar›ndan ba¤›ms›z olduklar› takdirde kurulabileceklerini ve faaliyet yapabileceklerini öngörmektedir. 64 Bergama Olay›'n›n paradoksal niteli¤i; bir yanda yerel kaynaklar› ÇUfi'un kullan›m›na açan bir durum varken; di¤er yanda da yönetiflimin öngördü¤ü bir modeli ça¤r›flt›ran bir inisiyatifin, sözkonusu ÇUfi'un faaliyetini engelleme girifliminden kaynaklanmaktad›r. Bergama Olay› hakk›nda daha fazla bilgi için bkz. K›l›ç, Selim, Çevre Korumada Yerel Giriflimler (‹nisiyatifler) ve Bergama Olay›, Yay›nlanmam›fl Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2002. 65 Göymen, Korel, “Türkiye'de Yerel Yönetimler ve Yönetiflim: Gereksinimler, Önermeler, Yönelimler”, Ça¤dafl Yerel Yönetimler, C:9, S:2, Nisan 2000, 5. 66 Haktankaçmaz, M. ‹lker, “Türk Kamu Yönetiminde Yönetiflimin Uygulanabilirli¤i”, Amme ‹daresi Dergisi, C:37, S:1, Mart 2004, 46. 67 Göymen, Korel, “Röportaj”, www.siviltoplum.com.tr/roportaj_6.htm (22.11.2004). 68 Haktankaçmaz, a.g.m., 45. 69 Haktankaçmaz, a.g.m., 54. 70 Göymen, Korel, “Röportaj”, www.siviltoplum.com.tr/roportaj_6.htm (22.11.2004). 71 Göymen, Korel, “Türkiye'de Yerel Yönetimler ve Yönetiflim: Gereksinimler, Önermeler, Yönelimler”, Ça¤dafl Yerel Yönetimler, C:9, S:2, Nisan 2000, 3-13;Haktankaçmaz, a.g.m., 45-62. 72 Sökmen, a.g.m., 610-612. 73 www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=1812&yorum=182 (12-11-2004). 74 20 derne¤in ve 88 vakf›n Türkiye Cumhuriyeti'nin temel özelliklerini ortadan kald›rmay› hedefleyen dini bir cemaat örgütü ile iliflkili oldu¤u bir savc›l›k iddianamesinde yer alm›flt›r. Bkz. Akdo¤an, Argun, “Yerel Yönetimlere Halk›n Kat›l›m›: S›n›rl›l›k ve Yeni Aç›l›mlar”, Yerel Yönetimler Kongresi, Biga/Çanakkale, 3-4 Aral›k 2004, 277. 75 Akdo¤an, Argun, “Yerel Yönetimlere Halk›n Kat›l›m›: S›n›rl›l›k ve Yeni Aç›l›mlar”, Yerel Yönetimler Kongresi, Biga/Çanakkale, 34 Aral›k 2004, 277. 76 “Türk Yönetim Düflüncesi”nin kuramsal niteli¤i konusunda bir öngörü için bkz. Ça¤lar, ‹rfan, “Yönetim-Kültür Ba¤lam›nda Türk Yönetim Modelinin Saptanmas›na Yönelik Kavramsal Bir Çal›flma”, G.Ü.‹.‹.B.F. Dergisi, 3/2001, 125-148. 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 401 77 Göymen, Korel, “Röportaj”, www.siviltoplum.com.tr/roportaj_6.htm (22.11.2004). 78 Güler, a.g.m. 79 Sargut, Selami A., Kültürleraras› Farkl›laflma ve Yönetim, Verso Yay›nlar›, Ankara, 1994, 140. 80 Sökmen, a.g.m., 601-602. 81 Avrupal›lar'›n “fiark Meselesi” ilan edip, Osmanl› ‹mparatorlu¤u'nda Hristiyan az›nl›klar›n haklar›n› koruma ad› alt›nda, ülkenin parçalanmas›nda etkili olduklar› tarihi bir gerçektir. 1870-1920 y›llar› aras›nda Osmanl› ‹mparatorlu¤u topraklar›n›n % 85'ini, nüfusunun da %75'ini kaybetmifltir. Az›nl›klar üzerinde oluflturulan ayr›mc› ak›mlar da bunda etkili olmufltur. Keza, Birinci Dünya Savafl›'nda Anadolu iflgale u¤rad›¤›nda, baz› etnik ve dini az›nl›klar›n, iflgal güçleri ile iflbirli¤ine girdikleri de tarihi bir gerçektir. Bkz. www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=1812&yorum=182 (12-11-2004). 82 fiaylan, a.g.e., 219.. 9 402 21.yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu SEMPOZYUM TAKVİMİ 18 Mart 2005 Cuma 14.00-14.15 Aç›l›ş Konuşmas› Prof. Dr. Şükrü KOÇ 14.15-15.15 Aç›l›ş Konferans› Alev ALATLI 15.15-15.45 Çay Kahve İkram› 15.45-17.00 1. OTURUM: Toplum ve Değişme Oturum Başkan› Prof. Dr. M. Cihat ÖZÖNDER 17.00-17.15 Çay Kahve İkram› 17.15-18.15 Konferans Taha AKYOL 18.15-19.30 Aç›l›ş Kokteyli (Davetiyeli) 19 Mart 2005 Cumartesi 09.30-10.45 2. OTURUM: Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar› Oturum Başkan›: Prof. Dr. M. Fikret GEZGİN 3. OTURUM: Türkiye’de ve Dünya’da Düşünce Sorunlar› Oturum Başkan›: Prof. Dr. Süleyman Hayri BOLAY 10.45-11.15 Çay Kahve İkram› 11.15-12.30 4. OTURUM: Kalk›nma İstikrar ve Uluslararas› Ekonomi Oturum Başkan›: Doç. Dr. C. Sencer İMER 5. OTURUM: Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi Oturum Başkan›: Prof. Dr. Celal GÖLE 12.45 -13.45 Öğle Yemeği (Davetiyeli) 14.00-15.00 Konferans Doç. Dr. C. Sencer İMER 15.00-15.30 Çay Kahve İkram› 15.30-16.45 6. OTURUM: Sivil Toplum Kuruluşlar› ve Medya Oturum Başkan›: Fatih KARACA 7. OTURUM: Tarih ve Kimlik Oturum Başkan›: Prof. Dr. Mehmet ÖZ 18.30-19.30 Akşam Yemeği (Davetiyeli) 21.00-21.45 Konferans Attila İLHAN (İnteraktif) 20 Mart 2005 Pazar 10.30-11.45 8. OTURUM: Toplum ve Hukuk Oturum Başkan›: Prof. Dr. İhsan ERDOĞAN 9. OTURUM: Türkiye’de Çağdaş Yönetim Sorunlar› Oturum Başkan›: Prof. Dr. Burhan AYKAÇ 11.45-12.30 Çay Kahve İkram› 12.45-13.45 Konferans Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU 14.00-15.00 Konferans Prof. Dr. İlber ORTAYLI 15.00-15.30 Kapan›ş İkram› 21. yy’da Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunlar› Sempozyumu 403 SEMPOZYUMUN AMACI Yeni bir yüzy›l›n baş›nda Türkiye, kalk›nma modernleşme ve toplumsal değişmeyle ilgili sosyal sorunlarla yoğun bir şekilde yaşayan bir ülke durumundad›r. Bu sorunlar›n anlaş›l›p, aş›lmas› için üretilecek politikalar›n dayanmas› gereken temel, bilgi ve bilimsel veri üretimiyle ilgilidir. Bu bağlamda Sosyal Bilimlerin büyük bir ihtiyaç olduğu söylenebilir. Böyle bir sempozyumu düzenleyerek; Türkiye’de Sosyal Bilimlerin durumu ve Toplum Sorunlar›n› ele al›p, ülkemizin ve toplumumuzun karş› karş›ya olduğu meselenin çözümüne katk› yapmak istiyoruz. SEMPOZYUM KONULARI • Toplum ve Değişme • Sivil Toplum Kuruluşlar› ve Medya • Türkiye’de Kültür ve Sanat Sorunlar› • Toplum ve Hukuk • Türkiye’de Çağdaş Yönetim Sorunlar› • Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi • Kalk›nma, İstikrar ve Uluslararas› Ekonomi • Tarih ve Kimlik • Türkiye ve Dünya SEMPOZYUM TAKVİMİ 15.11.2004 Bildiri Özetlerinin Gönderilmesi 01.12.2004 Yazarlara Ön Kabulün Duyurulmas› 31.12.2004 Bildiri Tam Metinlerinin Teslimi 15.01.2005 Bilim Kurulu İncelemesinin Yazarlara Bildirilmesi 01.02.2005 Sempozyum Program›n›n ve Davetiyelerinin Bildiri Sahiplerine Duyurulmas› 03.03.2005 Sempozyumun Başlamas› KONFERANSLAR Alev ALATLI Attila İLHAN C. Sencer İMER Erol MANİSALI İlber ORTAYLI Oktay SİNANOĞLU 9 404 Sempozyumdan Görüntüler Sempozyumdan Görüntüler 405 9 406 Sempozyumdan Görüntüler Sempozyumdan Görüntüler 407 9 408 Sempozyumdan Görüntüler