Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
Fırat University Journal of Social Science
Cilt: 20, Sayı: 1, Sayfa: 471-488, ELAZIĞ-2010
ANA HATLARIYLA SELÇUKLU’DAN CUMHURİYET’E
EĞİTİM-ÖĞRETİMDE KURUMSAL DEĞİŞİM
An Outline of Institutional Change in Education from Seljuk Era to Republican Ere
Numan Du rak AK SOY *
Hali s Adnan ARS LANTAŞ
ÖZET
Betimleyici metodun kullanıldığı bu araştırmanın amacı ana hatlarıyla bir dönüşüm
örneklemi olarak medrese kurumunun geçirdiği evreleri Selçuklu ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
kadar ele almaktır. Bu sınırlandırma nedeniyle Türk eğitim-öğretiminin gelişimi, Selçuklu,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini odağa koyarak bir tasnife tabi tutmuştur. Bu şekilde bir
tasnifleme yapılınca da dini (İslami) eğitim-öğretim medrese kurumunun yaşadığı kurumsal
dönüşümün ortaya çıkarılmasında bir hareket noktası olarak seçilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Medrese, Eğitim, Öğretim, Tanzimat, Cumhuriyet.
ABSTACT
This study attempts to illustrate by a descriptive method. The objective of this article is to
study an outline of madrasah institution as a transformation model. Because of this the
development of Turkish education had been classified into three periods; Seljuk era, Ottoman era
and Republic era. As a result of this classification, it is necessary to choose the religious education
as the starting point of the explanation of the subject for an outline of madrasah institution as a
transformation model.
Key Words: Madrasah, Education, Instruction, Reorganization, Republic.
*
Yrd. Doç. Dr., İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü.
Dr., İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği Bölümü.
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
1. Giriş
Sürekli bir dönüşüm sahnesine sahip olan dünya büyüme, yenilik ve yetenek
arayan eğitim kurumlarını toplumların arayış merkezlerine yerleştirmiştir. Bu yerleştirme,
her toplumu kendi sınırlarının ötesine bakmaya zorlarken sahip oldukları varlıkları
korumaya hazırlanmalarını da bir amaç edindirmiş, bu anlamda yapılan tüm uygulamalar,
coğrafi bölgelerin ve ülkelerin yeteneklerini algılamalarında temel bir dönüşümü temsil
etmiştir.
Söz konusu dönüşüm, kurumların dünya ayak uydurma çalışmalarını yürütmelerini
ve işbirliği yapmalarını sağlayan bir altyapı gerektirmiştir. Bu altyapı her yerde hazır bir
ağı zorunlu kılmış; tüm kişileri, konumları, uygulamaları ve aygıtları birbirine bağlayan
tek öğe görevi görmüştür. Bu öğe katkısıyla toplumlar, diğer toplumlarla güçlü ilişkiler
kurabilmiş, ilişkilere etkin katılımlar sağlayarak karar verme süreçlerine hazırlanmış ve
ittifaklar bu sayede daha hızlı geliştirilmiştir.
Böyle bir sürece hazır eğitim-öğretim kurumları öğrenciler açısından sadece
toplumun kültür ve değerlerini elde etmelerini sağlamamıştır. Aynı zamanda onların
kişilik gelişimlerine zemin hazırlayarak onlara toplumun yapısına müdahale etme becerisi
de kazandırmıştır. Bu nedenle eğitim-öğretimin yaşadığı kurumsal dönüşümler
toplumların vazgeçemeyecekleri kadar ciddi bir konu olmuştur. Bu nedenle olmalıdır ki
eğitim-öğretim kurumlarının dönüşümündeki dün, bu gün ve yarın ile ilgili problemler
tarihçi, sosyolog, psikolog, hukukçu ve hatta din adamları tarafından sürekli olarak ele
alınmıştır.
Bilindiği üzere Osmanlı eğitim-öğretim kurumlarının oluşturulmasında Selçuklu
eğitim-öğretim kurumları önemli bir hemzemin hazırlamıştır. Selçuklulardan sonra da
Osmanlı Türkleri eğitim-öğretim konusunda apayrı bir yer edinmiştir. Bu ayrıcalıklı yerin
tespitinde İslami eğitim-öğretim tarihi önemli bir faktördür. İslam’ın sürekliliğini ve
tebliğini sağlayacak bir dizi yeni kurumun oluşturulması (Hamidullah, 1993: 717-756) ve
kurumsallaşma süreci Emevilerle başlamış ve Abbasilerle devam ederek Arabistan’da
yaşayan halkların yerleşik kavramlarında, ilişkilerinde ve davranışlarında köklü sosyal
değişmelere neden olmuştur. Söz konusu sosyal değişmelerin yaşanmasına neden olan
kurumlar Ulema Evleri, Cami, Küttab, Sarayda İlköğretim, Kitap Satış Evleri, Edebiyat
Salonları, Badiye(Çöl) lerdir. (Savaş, 1993:14, 153).
İslami eğitim-öğretimin önemli mekânlarından biri olan Ulema Evlerinin varlığı
mescitlerden önceki zamanlara dayandığı için İslami eğitim-öğretimin verildiği ilk
yerlerin buralar olabileceği düşünülebilir. Buralarda eğitim-öğretim önce gizli sonra da
aleni verilmiştir. Gizliliğine İslam’ın erken dönemini, aleniliğine ise daha sonraki
472
Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e...
dönemleri örnek verilebilir.
Camiler, İslam eğitim-öğretim müesseselerinin resmi ilk mekânıdır. (Wensick,
1993: 47. Kazıcı, 1991, Naşabi, 1992). Eğitim-öğretim kurumu olarak Caminin en parlak
dönemi, H.II. yy. başı ile III. Yy. sonuna rastlamaktadır (Naşabi,1992:92,94). Hz.
Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra Müslümanların toplanması ve
ibadetlerini gerçekleştirmesi maksadıyla yapılmış olan Cami, daha sonraki yıllarda
işbirliği ve çatışma gibi önemli kararların alındığı bir kurum olarak gelişmiş ve hatta
bizzat Peygamber tarafından ilk İslam eğitim-öğretim1 yine burada verilmeye
başlanmıştır. İslami yazılı geleneğin de başlangıç yeri olan Cami, Peygamberin
vefatından sonra Hulefa-i Raşidin ve Abbasiler dönemlerinde de bir eğitim kurumu olarak
işlevine devam etmiştir. Camilerin bu şekilde resmi eğitim-öğretim mekânları olarak
kabulü, sonraki İslami eğitim-öğretim süreçlerini etkileyecek önemli ipuçları sunmuştur.
Caminin ardından Badiyeler (çöl), ilk Emevi halifelerinin, çocuklarını bedeviler arasına
göndererek yetiştirmeye çalıştıkları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bedeviler
arasında fasih Arapçayı öğrenmek, iyi ata binmek, ok atmayı bilmek, kılıç kullanmayı
öğrenmek çöl eğitiminin ilköğretim düzeyinde gerçekleştirdiği programlardır. Ayrıca, çöl
bedevileri arasında sağlam bir tarzda sürüp giden ve fazilet ilkelerinden sayılan cesaret,
sabır, cömertlik, misafirperverlik ve ahde vefa gibi ahlaki değerleri (Aka ve Diğerleri,
1986). Prenslere kazandırmak da yine bu çöl tahsili döneminde öğretilip benimsetilen
hususlardandır. Halife Abdulmelik’ten itibaren, Emevi saraylarında prensleri yetiştirmek
için bir terbiyeci öğretmen bulundurma geleneği başlatılmıştır. Sarayda öğretimi devam
ettiren kişiye müeddib denilmiş ve müeddib kelimesi, “edeb” kökünden türetilen ve
hükümdar çocuklarının muallimine verilen bir unvan olmuştur (Çelebi, 1983: 38, 49).
Edebiyat Salonlarına gelince, Edebiyat Salonlarına Emeviler döneminde mütevazı bir
şekilde ortaya çıkmış, (Vagleri, 1998: 109) Abbasiler devrinde de yabancı kültürlerin
etkisiyle gelişmiştir. (Çelebi, 63).
Badiyelerin ardından zikredilmesi gereken kitap satış evleri Abbasi Devletinin
kuruluş devresinde camilerin etrafında açılmıştır. Kitap alım-satımı yapan bir ticari
kuruluş olmanın yanında, eğitim-öğretim ve araştırma yeri olarak kütüphaneler gibi cami
yanlarında görev ifa etmişlerdir. Bu yerlere pek çok bilim adamı gelip gitmiş ve buralarda
çeşitli ilmi konular konuşularak tartışılmıştır (Savaş, 150–151).
İslam eğitim-öğretim tarihi başlangıçta yaygın eğitim-öğretim şeklinde bir yapıya
1
Kur’an-ı Kerim: Maide, “Ey Rasül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun
elçiliğini yapmamış olursun”, 5/67.
473
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
sahiptir. Bu Arap toplumunda İslam’dan önce kurumlaşmış eğitim-öğretimin hiç olmadığı
anlamına gelmez. Örneğin Küttab, çok az yayılmış bir eğitim-öğretim kurumu olarak
İslam’dan önce de vardır. İslam’ın kabulünden sonra ise, Emeviler Döneminde İlk defa
paralı olarak Kufe’de Ebul Kasım el-Belhi tarafından (Ö.723’te) açılmıştır. (Savaş, 152).
Camilerin bitişiğine yapılan bu mekteplerde okuma yazma, Kur’an, din ve aritmetik
eğitimi verilmiştir. Burası, eğitim-öğretimin ilköğretim düzeyinde kurumsallaşmasının ilk
basamağıdır. Yüksek Öğrenimde kurumsallaşma ise, İslami politik kurguyla görülecektir.
2. Selçuklu’da Örgün Eğitim-Öğretim
Selçuklularda devlet adamları eğitim-öğretime büyük değer vermiş bu dönemde
medreselerin ülkenin her tarafına yayılması için çalışmışlardır. Bu medreselerinin ilki
1040 yıllarında, Nişabur’da, Tuğrul Bey tarafından açılmıştır. Selçuklularda medreselerin
açılmasıyla medrese dışındaki eğitim-öğretim halkalarının sayısı bariz bir şekilde
azalmış, (Naşabi, 92-94) bu kurumsallaşma sürecinde orta ve yüksek düzeyde eğitimöğretim kurumları denilince ilk olarak akla medreseler gelmiştir. Arapça “d-r-s”
kökünden gelen medrese; “talebenin eğitim-öğretim gördüğü yer” manasında kullanılan
ve genel olarak sıbyan mektebinin üstünde eğitim ve öğretim yapan bir yer olmuştur.
(TDK Türçe Sözlük, (II). 1001) Nizamülmülk ile özdeşleştirilen medreseler
(M.1065/1067) (Keskioğlu, 1987: 25). Nişabur, Bağdat, Belh, Musul, Herat gibi çeşitli
yerlerde kurulmuştur (Wencsink, 53).
İslam dünyasında kurumlaşmış olarak yani öğrencilerin barınma ve beslenme
ihtiyaçlarının karşılandığı, burslarının verildiği, hocalarının maaşlarının ödendiği,
müstakil öğretim binalarının yapıldığı şekliyle gerçek bir üniversite görünümündeki
yüksek öğretim kuruluşları bu medreselerin açılmasıyla oluşmuştur. Buralarda zamanın
şartlarına göre, Dini İlimler, Arapça, Felsefe, Mantık, Matematik ve diğer bilimler
öğretilmiştir. Bu medreseler sonraki zamanlarda Osmanlı ideolojisinin taşıyıcıları olan
eğitim-öğretim kurumlarının da belkemiği olacaktır. Medreselerde bilim dili Arapça olup
yıl esası yerine kitap bitirme sistemi takip edilmiştir. Öğretim daha çok ezbere
dayanmaktadır. Hocalar hükümdar veya vezir tarafından atanan ve toplumda saygınlığı
olan kişilerdir. Öğrenciler için belli bir yaş sınırı olmayıp öğretim bursludur ve öğrenciler
medreselerde barındırılmaktadır. Medreselerin gelir kaynakları ise vakıflardır.
Selçuklularda Nizamiye Medreselerinin yanında “Danişmentli Medreseleri” ve “Konya
Selçuklu Medreseleri” isimleri ile başka medreseler de kurulmuştur. Bu döneme özgü
medreselerden başka bir eğitim kurumu olarak söz edilmesi gereken bir diğer kurum ise
Ahiliktir. Yaygın bir eğitim kurumu olarak Ahilik, 13. yüzyılda, Kırşehir’de yaşayan Ahi
474
Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e...
Evren tarafından kurulmuştur. Eğitimi iş dışında ve iş başında yapılmaktadır. Dinin
esasları, okuma yazma, insanlık terbiyesi, temizlik, ocağın düzen ve geleneği, başlıca
öğretim konularıdır. (Akyüz, 45, 56). İlköğretim düzeyinde daha önce de dile getirilen
Küttab bu dönemde de devam eden bir kurumdur (Yıldız, 1993: 97).
3. Osmanlı’da Örgün Eğitim-Öğretim
Tarihsel olarak Emeviler, Abbasiler, Gazneliler ve Selçuklulardan sonra Osmanlı
Türkleri eğitim-öğretim konusunda ayrı bir yere sahiptir. Osmanlı döneminde medreseler,
hem program hem de mimari alanda önemli gelişmeler göstermişlerdir. Bu bakımdan,
Osmanlının kentsel gelişmesinde medreselerin önemli bir yeri olduğu söylenebilir.
Anadolu Selçuklularında kurulmuş olan Konya’da Sırçalı Medresesi (640/1242–1243),
Karatay Medresesi gibi medreselerin gerek teşkilat, gerekse idari bakımdan devamı olan
bu medreseler (Adıvar, 1982: 16: Tekindağ, 1973: 11: Halaçoğlu, 1991: 115). Osmanlı
zamanında ilk olarak İznik’te kurulmuştur. Orhan Gazi, İznik’in fethinden sonra, burayı
beyliğin merkezi yapmış, 1330 yılında oradaki kiliselerden birini medreseye çevirerek
müderrisliğine tahsilini Mısırda tamamlayan, Davud-u Kayseri’yi atamıştır (Paşazade,
1970: 46). Orhan Gazi tarafından yaptırılan bu ilk medrese, Osmanlı ilim tarihinin de
hareket noktası ve başlangıcıdır. Ancak bazı kaynaklarda ilk Osmanlı medresesinin
İznik’ten önce İzmit’te fethi müteakiben Süleyman Paşa tarafından kurulduğu hakkında
bilgiler de söz konusudur. (Halaçoğlu, 1991: 116).
Osmanlı devrinin ikinci medresesi Bursa’da kurulmuştur. Orhan Gazi Bursa’yı ele
geçirince beylik merkezini İznik’ten buraya sevk ederek burada Manastır Medresesi
olarak bilinen medreseyi inşa ettirmiştir. Bundan sonra burada pek çok medrese inşa
edilmiştir. Örneğin Orhan Gazi tarafından yapılan Lala Şahin Medresesi, I. Murat devri
medreselerinden Hüdavendiğar Medresesi, Esediye Medresesi, Yıldırım Beyazid
tarafından yapılan Ali Paşa Medresesinden söz edebiliriz. Orhan Gazi zamanında inşa
ettirilen ilk medreselerden sonra, Osmanlı vezir ve beylerbeyleri ile diğer ümera yeni ele
geçirilen yerlerde medrese, cami vs.. tesis etmişlerdir (Özdemir, 1990: 11). Bu yeni alınan
yerlerden biri olan Edirne’ye Darul Hadis ve Üç Şerefeli Medrese yaptırılmıştır (Akyüz,
1993: 55). Bundan sonra da İznik, Bursa ve Edirne haricinde diğer Osmanlı kentlerinde
pek çok medrese inşa edilecektir. Afyon’da Umur Bey, Alaşehir’de Yıldırım, Amasya’da
Birinci Beyazıt Medreseleri bunlardan sadece bir kaçıdır.
Osmanlı’nın ilk bir buçuk asır içinde yaptırmış olduğu medreseler derece ve sınıf
itibariyle İznik, Bursa, Edirne sınırları içinde kurulmuş, teşkilatlanma süreçlerinde ise,
Fatih Sultan Mehmet dönemi önemli olmuştur. Fatih Sultan Mehmed’in Sahn
475
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
Medreseleriyle birlikte oluşan yeni medrese teşkilatı Kanuni Sultan Süleyman’ın,
Süleymaniye Camii ile birlikte yaptırdığı külliye içerisindeki yedi medrese ile de
desteklenmiştir. Osmanlı devlet teşkilatının bütün elemanlarını yetiştiren Osmanlı
Medreseleri, Fatih’in Sahn-ı Seman Medreseleriyle kemalini bulmuş ve Kanuni
zamanında ise son şeklini almıştır (Akgündüz, 1990: 228). Sahn- Seman Medreselerinin
kurulması, Osmanlı topraklarındaki medrese teşkilatında bir yeniliğe esas olmuş ve ilmi
faaliyetlerine göre derecelendirilmişlerdir. Kurulan bu medreseler, İlahiyat ve İslam
Hukuk Fakülteleri konumundadır ve Osmanlı Medreseleri bu medreselere göre
düzenlenmiştir. Mesela kuruluşta İznik Medresesi, beyliğin birinci dereceli medrese
olurken, Bursa’nın fethinden sonra burada yapılan Manastır Medresesi, Yıldırım
Medresesi, Yeşil Medrese İznik Medresesini ikinci plana düşürmüştür. Edirne devlet
merkezi olduktan sonra buradaki büyük medrese ve Darul Hadis, o tarihte Osmanlı
medreselerinin en üstünde yer almıştır. Tedris ve tahsisat icabı Bursa’daki Sultan
Medresesi ikinci dereceye inmiştir (Uzunçarşılı, 1988: 2, 3). İstanbul’da Sahn-ı Seman ve
Musıla-i sahn yani Tetimme medreseleri yapıldıktan sonra Osmanlı sınırları içinde
medreselerde yeni bir teşkilatlanmaya gidilmiştir. Bu yeni yapılanma içinde medreseler
aşağıdan yukarıya Haşiye-i Tecrit, Miftah, Kırklı, Hariç, Dâhil ve Sahn-ı Seman olarak
beş sınıfa ayrılmıştır (Uzunçarşılı, 1988: 13).
3.1. Sahn-ı Seman Medreseleri ve Okutulan Dersler
Sahn-ı Seman medreseleri Fatih külliyesinin bir parçası olarak 1470 (875)’te
faaliyete geçmiştir. Bu tarihten Sultan I. Ahmet’in tahta geçtiği tarihe kadar Sahn’da ders
veren 290 ilim adamı, telif, şerh, hâşiye, hâmis, ta’likât, kelimât, tasnif ve tercüme
niteliğinde 520 eser yazmışlardır. (Unan, 26).
Fatih Kanunnamesinde Sahn-ı Seman adıyla meşhur olan bu medreselere eski
vakfiyesinde “Medaris-i Semaniye” denilmektedir. Sahn Medreseleri sekiz tane olduğu
ve sekiz rakamı da Arapçada “seman” ile ifade edildiği için bu medreselere “Sahn-ı
Seman” denilmiştir. Osmanlı Medreselerinde temel bilgilerin elde edilmesinin ardından
hocanın oluruyla bir üst birime geçilmektedir. Sahn-ı Seman İdadisi olarak bilinen
Tetimme-i İkmal’den sonra ise, Semaniye’de hücre sahibi olunmakta ve medreseler,
Haşiye-i Tecrid (Telvih), Hariç ve dahil (her ikisi de yevmiyesi, Sahn Müderrisliği gibi
elli akçe) gibi kısımlara ayrılmaktadır (Wencsik, 73). XV. asır sonlarına doğru yayınlanan
bir kanunnameye göre aşağıdan yukarıya, yani Haşiye-i Tecrid Medresesi’nden
başlayarak çeşitli medrese derecelerinde Mantık’tan Şerh-i Şemsiye, daha yukarı bir
medresede ise yine mantık’tan Metali Şerhi, Kelamdan Haşiye-i Tecrit, Belağat’tan
476
Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e...
Mutavvel, daha yukarı medresede Miftah Şerhi, Usul-ü Fıkıhtan Tavzih ile bunun
şerhinin şerhi olan Telvih, yine Usul-ü Fıkıhtan Abduh Şerhi ve Bidaye ve en son Tefsir
dersi okutulmuştur. Bu herhangi bir dersin ilk sınıflarda muhtasarı ve sınıf derecesi
yükseldikçe bunun daha detaylı halinin okutulduğu anlamına gelmektedir. Görüldüğü gibi
Osmanlı’da medreseler derece derecedir ve bu derecelere göre de müderrislerin aldığı
yevmiye farklılaşmaktadır. Öğrenci düzenlemesi ilk tedris hayatına giren bir öğrenci için
muhtasarat denilen derslerle başlamaktadır. Öğrencinin Haşiye-i Tecrid medresesine
devam etmesi ve oradaki derslerde başarılı olmasının ardından o medresenin
müderrisinden bir vesika almakta ve bir yukarı derecedeki Miftah Medresesine devam
edebilmektedir. Tüm bunların ardından da Kırkılı ve Hariç-Dahil Medreseleri dersleri
görülmekte ve daha sonra da Sahn-ı Semana’a gidilerek Danişmend olunmaktadır
(Uzunçarşılı, 1988:19, 23).
3.2. Sahn-ı Seman Medreselerinde Okutulan Ders Süresi
XVI. yüzyılın II. Yarısında 29 Şevval 983’te İstanbul, Edirne ve Bursa kadılarına
ve onlar vasıtasıyla müderrislere hitaben gönderilen bir fermanda şöyle denilmektedir.
“ve her Danişmend Haşiye-i Tecrid ve Miftah medreselerinde ekalli bir yıl şuğl etmeden
yukarı medreselere hareket etmeye”,“Miftah Medreselerinde dahil ekalli iki ay şuğl edip
derslerin okumadın ahar müderrislere varmayalar”, “Kırklı Medreselerinde ekalli üç ay
şuğl edip, kırklı derslerin okumadın ahar müderrislere varmayalar”, Hariç elli
müderrislerinde ekalli beş ay şuğl edip derslerin okumadın yukarı medreselere
varmayalar”, Paye-i Sahn Medreselerinde ekalli altı ay şuğl edip derslerin okumadın ahar
müderrise varmayalar”, “Paye-i Sahn medreselerinde ekalli altı ay şuğl edip derslerin
okumadın ahar müderrise varmayalar” Bu fermandan anlaşıldığına göre Haşiye-i tecrid
medresesi ile danişmentliğe başlayan bir öğrenci, derslerinde başarılı olursa üç senede
Haşiye-i Tecrid, Miftah, Kırkılı, Hariç ve Dahil medreselerini tamamladıktan sonra Sahnı Seman medreselerinden birine girebilmektedir. Bu süreç, medreselerin ders sürelerinin
de bir göstergesi olmaktadır (Uzunçarşılı, 1988: 14).
3.3. Süleymaniye Medreseleri ve Okutulan Dersler
Osmanlı Medrese teşkilatının önemli bir merhalesi Kanuni Sultan Süleyman
tarafından Süleymaniye Medreselerinin kurulmasıyla gerçekleşmiştir. Fatih’in Sahn-ı
Seman Medreselerinde müspet ilimlere mahsus olan tıp ve riyazat fakülteleri yoktur.
Kanuni, varolan medreselere ilaveten Süleymaniye’de Dar-ül Hadis, Tıp, Babiiye,
Riyazat vs.. dini, hukuki ve edebi eğitim vermek için altı medreseyle, hastane, imaret,
tabhane, hamam vs. müştemilat kurdurmuştur (Karal, 1983: 169). Bu altı medreseden
477
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
derece itibariyle en yüksek medrese Dar-ul Hadis olup, müderrisinin yevmiyesi 100,
diğerlerinin ise 60 akçedir (Halaçoğlu, 120). Bu teşkilata göre Osmanlı Medreselerinde
tahsil, dâhilden sonra biri hukuk, (ilahiyat ve edebiyat eğitimi veren Sahn-ı Seman’da)
diğeri Riyaziyat ve Tıp eğitimi veren Süleymaniye’de olmak üzere iki kola ayrılmıştır.
Osmanlı medreseleri bilhassa teşkilat bakımından bir takım değişmeler daha yaşamıştır.
Atmışlı adı altında yeni bir derece oluşturularak Hariç, Dâhil ve Atmışlı Medreseleri,
İbrida ve Hareket adıyla ikişer kısma ayrılmış, farklı uygulamalarla Süleymaniye ile
Musıla-i Süleymaniye arasına yeni bir derece ilave olunmuştur. Bu şekilde Osmanlı
Medreseleri teşkilat bakımından değişikliklerden sonra son zamana kadar devam etmek
üzere on iki dereceye ayrılmıştır. Bunlar; İbtida-i Hariç, Hareket-i Hariç, İbtida-i Dahil,
Hareket-i Dahil, Musıla-i Sahn, Sahn-ı Seman, İbtida-i Atmışlı, Hareket-i Atmışlı,
Musıla-i Süleymaniye, Havamis-i Süleymaniye, Medaris-i Süleymaniye, Dar-ul Hadis’tir.
Medreselerde eğitim veren müderrislerin dereceleri ise, Fatih ve Kanuni medreselerinin
yüksek tahsil talebelerine “Danişment”, asistanlarına “Mu’id” ve hocalarına ise
“Müderris” denilirdi. Medreselerin arasındaki mevcut dereceler müderrisler için de
geçerliydi. Müderrisleri şu şekilde sıralamak mümkündür. Birinci sınıf; Kibar-ı
Müderrisin: Bunları Yukarıdan aşağıya şöyle sıralayabiliriz. 1-Dar-ul Hadis Müderrisleri
2-Süleymaniye Müderrisleri 3-Hamise-i Süleymaniye Müderrisleri 4- Musıla-i
Süleymaniye Müderrisleri. İkinci Sınıf; Yukarıdan aşağıya doğru 1- Hareket-i Atmışlı
Müderrisleri 2- İbtida-i Atmışlı Müderrisleri 3-Sahn-ı Seman Müderrisleri. Üçüncü Sınıf
Müderrisleri Musıla-i Sahn Müderrisleri ve daha aşağı olan medrese hocalarıdır
(Akgündüz, 156).
3.4. Medreselerde Bozulma ve Yenilik Hareketleri
XVI. asır başlarında bir medrese kanunnamesinde “medreseye devam edenlerin
mürettep medrese tahsilini yapmadan bir yolunu bularak iltimas ile medreseden mezun
olup, müderrislik ve kadılık için vilayetlerden İstanbul’a mülazemetle geldikleri ifade
edilerek bir talebenin müderrislikten almış olduğu vesikayı bir yukarı dersin müderrisine
göstermedikten sonra kabul edilmemesi istenmiş”se de (Uzunçarşılı, 1988: 13). bu
olumsuzluğun önüne geçilememiştir. Hatta Padişahların emriyle 10–15 bin akçeye
mülazemet elde edenler olduğu gibi bazı kimseler nüfuzları sayesinde küçük yaşta
bulunan oğullarına müderrislik rüusu dahi almışlardır (Wenscınk, 75). Bu türden
usulsüzlükler ilk olarak II. Beyazıt tarafından başlatılmış ve daha sonra da bunun çeşitli
kişilerce devam ettirilmiş olduğu şeklinde tarihi kaynaklarda bilgiler vardır (Uzunçarşılı,
1988: 68). III. Ahmet zamanında (XVIII yy. ilk yarısında) bazı iyileştirici emirler
478
Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e...
verilmiş ancak istenen sonuca ulaşılamamıştır. Bu konuda I. Mahmut devri ıslah
çalışmaları daha ciddi içerikler sunmuş ama yine XVIII. yy. sonlarına kadar herhangi bir
düzelme görülmemiştir. XVIII. yy. sonlarında III. Selim bu gidişatı düzeltmek için tıpkı
askeri konularda yapılan ıslahatlar gibi bir dizi ıslahata girişmiş ve çeşitli fermanlar
yayınlayarak bir nebze de olsa başarılı olmuştur. Bu dönem Osmanlı elitlerinin epistemik
bir dönüşüm yaşadığı dönemdir. Osmanlıdan günümüze ilk epistemik cemaatler elçilikler
kanalıyla bu dönemde ortaya çıkmıştır (Barners, 1990: 8).
III. Selim tarafından yapılmaya çalışılan bu ıslahat 1908 yılında II. Meşruiyetin
ilanına kadar geçerliliğini korumuş ve 1908 yılında ciddi anlamda medreselerin ıslahı
fikri ortaya çıkmıştır. Bu konuda ilk resmi teşebbüs, 1909’da Fatih Tabhane
Medresesinde yapılmıştır. Bu örnek medrese için düzenlenen programda İslami
ilimlerden başka Fizik, Kimya, Cebir, Hendese ve Coğrafya gibi dersler de vardır. Ancak
gerek bu gerekse müteakip teşebbüslerden de herhangi bir sonuç elde edilememiştir.
Nihayet Şeyhülislam Hayri Efendi zamanında 1941’de “Islah-ı Medaris Nizamnamesi”
ile medreselere yeni bir şekil verilmiştir. Bu nizamname gereğince İstanbul medreseleri,
“Dar-ül Hilafet-il Aliyye” adıyla, tek bir medrese itibar edilmiş ve “tali kısm-ı evvel”,
“tali kısmı-ı sani” ve “ali” olmak üzere, üç devreye ayrılarak her devrin tahsil müddeti
dört sene olarak belirlenmiş, Dar-ül Hilafe Medreselerinin kısımlarına İptida-i Hariç,
İptida-i Dahil ve Sahn isimleri verilmiştir (Uzunçarşılı, 1988: 257, 267). Tali sınıfların
programında, İslami ilimlerle birlikte, müspet ilimler ve yabancı diller yer almıştır.
Bundan başka, “Medreset-ül Muhaddisin” kurulmuştur. Bu medreseye daha sonra
Süleymaniye Medresesi ismi verilmiştir. “Dar-ül Hilafe Medresesi” mezunlarının kabul
olunacağı bu medrese “tefsir, hadis”, “kelam”, “felsefe ve tasavvuf” kısımlarından oluşan
üç şube üzerine kurulmuştur.
4. Tanzimat Dönemi
1839 Tanzimat Fermanında eğitim-öğretim reformlarına hiç yer verilmemesi
oldukça manidardır (Kodaman, 1987: 8). Bu durum Sultan Abdülmecit tarafından fark
edilmiş, (Ayas, 1948: 375). “meclis-i maarif-i umumiye” (1846) adında eğitimle ilgili
sorunları tespit edecek ve gerekli reformları yapacak bir kurum oluşturulmuştur (Unat,
1964: 18). Özellikle Abdülmecid’in kurulmasına vesile olduğu “meclis-i maarif-i
umumiye” Tanzimat’ın bu konudaki eksikliklerinin giderilmesine çok önemli rol oynamış
ve onun katkılarıyla modern anlamda birçok yeni mektep kurularak modern anlamda
merkezî eğitim teşkilatının temeli atılmıştır. Mekâtib-i Umumîye Nezareti’nin
kurulmasıyla da Evkaf Nezaretinin, dolayısıyla medrese zihniyetinin etki ve
479
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
denetiminden mektepler kurtarılmıştır. Yine bu dönemde dini gelenekten uzak modern bir
üniversite eğitimi verme amacı ile 1846’da kurulmak istenen Dar-ul Fünün açılması
prensipte kabul edilmiş ancak 13 Ocak 1863’te açılmıştır. Ardından da 1873’te de
kapatılmıştır. (İhsanoğlu, 1992: 400). Abdülmecit’ten sonra eğitim konusuna II.
Abdülhamit de eğilmiş ancak medrese ve ilmiye konusunda ciddi bir çözüm
üretememiştir. Bu dönemde eğitimde bir sistem değişikliğinden daha çok 1869 Maarif
Nizamnamesi’nin tatbik edilmesine gayret gösterilmiştir. Bu dönem devletin ekonomik
sıkıntılar içinde olduğu önemli bir dönem olduğu da unutulmamalıdır.
Tanzimat dönemi eğitim-öğretim konusundaki gelişmelere genel olarak şöyle
bakılabilir: Her konuda olduğu gibi eğitimde de merkezci ve çeşitli eğitim kurumları
arasında dengeye dayanan bir siyaset söz konusudur. Modern eğitim-öğretim bu dönemde
yerleştirilmeye çalışılmış, (Yaltkaya, 1940: 445, 47) ve bu arada devlet, eğitimöğretimdeki görevinin şuuruna varmıştır. Yeni mekteplere devletçe yardım, mektep
yapma, Müslüman-Hıristiyan karışık bulunulan yerlerde her toplum için ayrı bir mektep
kurulması2 bu dönemin bir özelliğidir.
1856’de ilân edilen Islahat Ferman’ında (Karal, 1983: 258). Tanzimat Fermanından
farklı olarak eğitim konusuna da yer verilmiştir. Ancak fermanda eğitimle ilgili belirtilen
konuların hepsi Gayri Müslimlere verilen bir takım haklardan ibarettir. Mevcut bu durum
eğitimin bir devlet politikasıyla yürütülmesi ve kontrol edilmesini gerektirmiştir. Söz
konusu bu durum ise merkezî bir maarif teşkilatının 1857‘de “Maarif Umumiye Nezareti”
kurulmasıyla bir çözüme ulaştırılmış, bu çözümle beraber de ilk defa Eğitim Bakanlığının
temeli atılmıştır. 1867’ye kadar Rüştiye okullarında sadece Müslüman öğrenciler eğitimöğretim görebilirken 1867’den sonra devlet tarafından açılan Rüştiyelerde Türkçe
imtihanından başarılı olmak şartıyla Hıristiyan çocukları da eğitim-öğretim görmeye
başlamıştır. Bu uygulama eğitimde ayrım yapılmadığının bir göstergesi sayılmıştır
(Karal, (VII) 201). 1867 yılına gelindiğinde ise, Sultan Abdülaziz “Mekteb-i Sultani” yi
diğer bir adıyla “Galatasaray Sultanîsi”ni açmıştır (1868). Okulun eğitim süresi beş yıldır.
Fakat üç yıllık hazırlık sınıfıyla beraber 8 yıl öğrenim verilmektedir. Okul, Fransız
modeline göre kurulmuş, yönetici ve öğretmenlerin çoğu Fransızlardan seçilmiştir.
Öğretim Türkçe konuların haricinde Fransızca yapılmıştır. Bu yeni durum Batı diliyle
orta öğrenimde ilk ciddi teşebbüs olarak görülerek Batıya açılan bir pencere olarak
2
480
Osmanlı devleti ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde azınlık ve yabancı okullarının yönetimi
hakkında daha fazla bilgi için bkz. Hidayet Vahapoğlu: Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı
Okullar, İstanbul 1997.
Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e...
yorumlanmıştır (Lewis, 1984). Bu okul çeşitli din, ırk ve mezhepten olanlara Osmanlılık
fikrini aşılamak amacıyla açılmış olmasına rağmen Türk ve Müslümanlardan ziyade gayri
müslimlerin çıkarlarına yaramıştır. Bu okullarda Bulgar, Rum ve Ermeniler için millî
duygular aşılanırken Türkler, Osmanlı toplumundan kopuk, Fransız kültürü etkisinde
kalan aydınlar yetiştirmiştir (Kodaman ve Saydam, 1992: 486, 487).
Sıbyan Mekteplerine Kur’anı Kerim ve İlmihal dersinin yanında ilk defa “Yazı”
dersinin konulması, (Ergin, 1977: 85, 86) her mahalle ve köyde en az bir mektep
yapılması, ancak inşa, tamir ve öğretmen giderlerinin ilgili toplum tarafından
karşılanması, öğretmen yetiştirme, devletçe öğretmen tayini, merkez ve taşra teşkilatının
kurulması, Dar-ul Fünün’un açılması ve ayrıca tüm bunların Türklerin çoğunlukta olduğu
yerlere, özellikle Anadolu’ya yönelik olması eğitimdeki şuurlaşmanın göstergeleri olarak
görülmeye uygundur. Öte yandan azınlık mektepleri ve yabancı mektepler az çok kontrol
altına alınmıştır. Bu mekteplere Türk öğretmenler tayin edilmiş, fakat daha önce verilmiş
olan haklar nedeniyle, bu mekteplerin çeşitli faaliyetlerinin önüne geçilememiştir. II.
Abdülhamit döneminde Batılılaşma hareketi içinde eğitimle ilgili olarak yapılmış olan
çalışmalar genel olarak şu şekilde sıralanabilir: Türkçe resmi dil olarak kabul edilmiş,
Mülkiye okulu teşkilatlandırılmış, Hukuk okulu açılmış, Maliye ve Ticaret okulları
açılmış ve kapatılmış, Mühendis ve Baytar okulları, Güzel Sanatlar Okulu, Şehzadeğan
ve Aşiret Okulları ve Dar-ul Fünün açılmış, latin harfleri konularının gündeme gelmesi,
siyasi, tarihi ve içtimai eserlere ek olarak bazı kelimeler yasaklanmıştır. Sıbyan
Mektepleri bu dönemde din esasına göre eğitim-öğretim veren kurumlar olarak kalmış,
medrese ve dereceleri: İbtida-i Hariç, Hareket-i Hariç, İbtida-i Dahil, Hareket-i Dahil,
Musıla-i Sahn, Sahn-ı Seman, İbtida-i Atmışlı, Hareket-i Atmışlı, Musıla-i Süleymaniye,
Havamis-i Süleymaniye, Medaris-i Süleymaniye, Dar-ul Hadis şeklindedir. Batılı Tarzda
Eğitim-Öğretim Veren Kurumlar ise, Askeri Teknik ve İhtisas Okulları, Mühendishane-i
Bahri Hümayun, (Ergin, (II) 265) Mühendishane-i Berri Hümayun, (Beydilli, 1995: 34)
Tıphane-i Amire, Mektebi Ulum-ı Harbiye, Muzıka-i Hümayun, (Lewis, 1984: 84, 85).
Cerrah Hane-i Mamure, Mektebi Ulum-ı Edebiye, Mektebi Maarif-i Adliye şeklinde
olmuştur. Orta öğretim ise, Rüştiye, İdadiye, Sultaniye şeklinde üç bölümden
oluşturulmuştur. 1847 yılında yayınlanan talimatname ile Sıbyan Mektepleri programında
önemli yenilikler yapılmış, öğretim süresi dört yıl olan Sıbyan Mekteplerinden sonra
öğretim süresi iki yıl olan ve yeni kurulan Rüşdiye mektepleri de zorunlu öğretim
kapsamına alınmıştır. Böylece altı yıl süreli zorunlu öğretim gerçekleşmiş,1846 yılından
itibaren de taşralarda genel rüşdiyeler açılmaya başlamıştır (Akyüz (b), 1994b: 1, 479).
Sultaniyelerin ise Birinci Heyet-i İlmiye’de “Sultani” adı “Lise” olmuş, Liseler birinci ve
481
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
ikinci devreli şeklinde iki kademeye ayrılmıştır. 1923’ten önce 55 olan ortaöğretim
kurumunun sayısı cumhuriyet döneminde 74 (Cicioğlu, 1985: 133, 134) olacak ve orta
öğretim konusunda Birinci Milli Eğitim Şurası 1939, İkinci Milli Eğitim Şurası, 1943,
Üçüncü Milli Eğitim Şurası, 1946, Dördüncü Milli Eğitim Şurası, 1949, Beşinci ve
Altıncı Milli Eğitim Şuraları, Yedinci Milli Eğitim Şurası 1962, Sekizinci Milli Eğitim
Şurası 1970, Dokuzuncu Milli Eğitim Şurası 1974, Onuncu Milli Eğitim Şurası 1981
vb… günümüze kadar gelen çeşitli şuralar yapılacaktır.
5. Cumhuriyet Dönemi
Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan hızlı gelişmenin en önemli itici güçlerinden
birisi şüphesiz eğitimdir. Eğitime yönelik talep artışının nedenleri arasında Atatürk
ilkelerine bağlı millî, demokratik, lâik ve çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan ve
çağın gereklerine cevap verebilen eğitim sisteminin toplum tarafından kabul edilmiş
olmasını ve Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar eğitim stratejileri ve
uygulamalarını neden olarak görebiliriz. Eğitim stratejileri ve uygulamaları konusunda
İkinci Meşrutiyet, İttihat ve Terakki dönemleri, eğitim alanında yenileşme hareketlerinin
devam ettirilmek istendiği ancak tüm gelişme ve yeniliklerin teorik anlamda ya da
kanunlarda ve nizamnamelerde kaldığı, uygulamaların çok sınırlı olduğu dönemlerdir.
Eğitim-öğretim 1924’te kabul edilen “Tevhidi Tedrisat” kanunuyla yeni bir döneme
girmiştir. Söz konusu dönem öğretimin birleştirilmesi, eğitimin örgütlenmesi, yasalarla
eğitimin amacının belirlenmesi, eğitimin niteliğini geliştirme, eğitimi yaygınlaştırma,
Yüksek Öğretmen Okulları, iki yıllık Eğitim Enstitülerinin kurulması gibi alanlarda
çalışmaların hız kazandığı bir dönem olma özelliğine sahiptir. Bu nedenle de, Cumhuriyet
eğitiminin sembolü, ilköğretimde medrese ve mektep’e karşılık “okul”, yüksek
öğrenimde ise medrese yerine “üniversite”dir. Ülke sınırları içindeki hızlı okullaşmayla
okuma yazma oranı hızla yükselmiş, tüm bunlar yapılırken de öğretim programları ve
sistemlerinin şahsiyetli kişiler yetiştirecek biçimde düzenlenmesine dikkat edilmiştir.
(Palazoğlu, 1999: 213). Bu istemin ardında yatan gerçek, eğitim-öğretimin çağdaşlaşma
ve kalkınma aracı olarak görülmesidir (Eskicumalı, 2003: 15). Eğitim, siyasal birliğin,
toplumsal uyumun, katılım (MEB, 1999) ve devlete yönelik sadakatin sağlanması
amacıyla kurgulanmış ve laik bir tarzda demokratikleştirilmiştir. Latin harfleri kabul
edilmiş, bunun için en etkili araç olan ilkokul eğitimi zorunlu hale getirilerek ilköğretim
yüzde yüz gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyet dönemi’nde değişim,
Cumhuriyetin varlığını koruyucu, sürekliliğini sağlayıcı özelliklerle kurgulanmıştır. Bu
anlamda zengin içerikli müfredat programları oluşturulmuş, özellikle Sosyal Bilgiler
482
Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e...
Müfredatı zengin bir içerikle donatılmıştır. Aslında rejimin korunması için yapılan bu
çaba ilk değildir. Daha önceleri de Sultan II. Abdülhamit zamanında (1876–1909), Maarif
Nezareti'ne bağlı, Usul-i Cedide uygun olarak eğitim veren öğretim yapan birer
ilköğretim kurumu olan iptidailerin programları da bu içeriğe sahiptir. Bunda yurtsever ve
nitelikli yurttaşları yetiştirme politikasının önemli bir etkisi olmuştur. Bu bağlamda, iç ve
dış siyasetteki bazı önemli gelişmelerin de etkisiyle geleneksel İslamcılık ideolojisi
bırakılmış, Türkçülük siyaseti ve Türk eğitim sisteminin ana hatları bu çizgi
doğrultusunda Atatürk tarafından belirlenmiştir. Cumhuriyet Döneminde eğitim-öğretim
dinî otoritelerin tekelinden devlet yönetimine ve denetimine geçirilmiş, sivil kamusal
ihtiyaçlar içinde düşünülmüştür.3 Bu ideoloji, hem programlarda hem de okullardaki
eğitim ve öğretim uygulamalarında tarihten günümüze biçimlendirici bir rol oynamıştır.
Örneğin, öğrencilere vatan sevgisiyle birlikte, eğitim ve öğretimle olayların sebep-sonuç
ilişkilerini ve bunlar arasındaki ilişkileri bulup çıkarmaya yöneltmek ve muhakemeleri
kuvvetlendirilmek istenmiştir.
Cumhuriyet dönemi programlarının temel felsefesi, yeni yetiştirilecek nesillere
cumhuriyet rejiminin fazilet ve nimetlerini benimsetmek ve bu benimsemeyi geliştirmek
olmuştur. Programlar millî niteliklidir. Bu anlamda Mustafa Kemal beklentilerini şu
şekilde dile getirmiştir. “Benim anladığım gençlik, Türk İnkılâbı’nın fikirlerini ve
ideolojilerini benimseyip, gelecek nesillere aktarabilecek kimselerdir” (Kocatürk, 1992:
704). Bu anlamda gençler, ülke ve milli benliklerini koruyacak bilgi ve bilince sahip
vatanseverler olarak yetiştirilmelidir. Cumhuriyet dönemi Eğitim-öğretim kurumları da
bu hedef üzerine yapılandırılmış, bir fert, bütün millet için, bütün millet bir fert için
anlayışı hâkim kılınmak istenmiştir. İstanbul Milletvekili Kazım Karabekir de TBMM’de
yaptığı bir konuşmada: ideal olarak, “her milletin bir ferdinin bütün millet için, bütün
millettin de bir fert için var olduğunu dile getirmiş ve bunu böyle fiilen, kavlen her ferde
zerk etmek lazım geldiğini dile getirmiştir. Maarif Vekillerinden Esat Bey de 12 Temmuz
1931’de, lise ve öğretmen okulu müdürlerine yaptığı bir konuşmada, eğitimde en önemli
noktanın “cemiyetin menfaatlerinin fert menfaatlerinden üstün” olduğunun bilinmesi ve
nesillerin bu bilinçle yetiştirilmesi olduğunu söyleyerek milli terbiyenin temelini
belirtmiştir. Bu şekilde yetişecek Türk genci, milletine, memleketine ve Cumhuriyetine
borçlu olduğu vazifeleri daha iyi anlayacak ve yerine getirebilecektir. (Cumhurbaşkanları,
3
Bunun için de önce eğitim ve öğretimin birleştirilerek laikleştirilmesi gerekmiş, bu da 3 Mart 1924
tarihinde çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla gerçekleştirilmiştir. Bkz. Genç, Reşat: Türkiye’yi
Laikleştiren Yasalar, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara,1998, s. 19.
483
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, (II)
1961: 17- vd.)
Vatanseverliğin, idealizmin ve fedakârlığın milletin bekası için ne kadar önemli
olduğunu yaşayarak öğrenen Türk devlet ve siyaset adamları, bu vasıflara sahip nesiller
yetiştirmeyi amaç olarak benimsemiş ve bunu bir devlet ve eğitim politikası hâline
getirmişlerdir. Nitekim 1924 Anayasasında Türk Devletinin milliyetçi ve halkçı olduğu
kabul edilmiş, bu niteliklere sahip nesiller yetiştirmek Türk eğitiminin amaçlarından biri
olarak eğitim politikasını belirleyen metinlerde yer almıştır. Milletini ve vatanını seven,
idealist ve fedakâr bir gençlik yetiştirmek, Atatürk döneminden sonra da Türk eğitiminin
temel hedeflerinden biri olmaya devam etmiştir. (Başgöz, 1999: 306). Bu amaçla Türk
inkılâbının anlamını kavratmak, kültürün nasıl uzun bir geçmişin ürünü olduğunu
belirtmek, insanların çevreleri üzerinde nasıl etki ettiklerini göstererek büyük adamların
rolleri hakkında öğrencileri bilgilendirmek vb.. Cumhuriyet dönemi eğitim-öğretiminin
önemli bir özelliği olmuştur. Dersleri öğrencilerin dinleyerek öğrenmemeleri, öğretimde
çocuğun ilgisini uyandırmanın gereği, öğrencileri ezberden sakındırmak, kavramaya ve
anlamaya önem verilmesi, konularının somutlaştırılması, uygulamalı bilgilere önem
verilmesi, yakın çevreden hareket ederek uzak çevreyi kavratmanın esas oluşu, eğitimde
öğrenci güdülenmesi gibi konular da önemli yöntemler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüzde bu hedeflerin yerine getirilmesinde de Millî Eğitimi Geliştirme Projesi,
Öğretmen Yetiştirmede Kalite, Akreditasyon Çalışmaları, Okul Gelişim Modeli (Plânlı
Okul Gelişimi), Temel Eğitim Programı, Eğitim Yönetiminde Kalite, Uygulama
Yönergesi ve Projesi, MEB’de Uygulama Süreci, Toplam Kalite Yönetimi
Uygulamalarının Yaygınlaştırılması, Eğitimde Sürekli Çağdaşlaşma ve Katılımcılık gibi
konulara sürekli dikkat edilmeye çalışılmaktadır.
Gelinen bu süreçte önceki zamanların en etkin kurumu olan din kurumunun eğitimöğretim içindeki konumu yeniden belirlenmiştir. Örneğin 1924 İlkokul programında din
dersi, Kur’an-ı Kerim ve din dersleri adı altında görülmekte, birinci sınıf hariç diğer
derslerde haftada iki saat okutulmaktaydı. Ancak 1930’ların başlarında kent
ilkokullarından ardından da köy ilkokullarından bu ders kaldırılmış, Şubat 1949’da CHP
hükümetince ders saatleri dışında müfredat dışı olarak haftada 2 saat tekrar
okutturulmuştur. Din derslerinin tekrar müfredat içine alınması 1950’de DP döneminde
gerçekleşmiştir (Akyüz: a.g.e: 303). Kurumsal anlamda din, Diyanet İşleri Başkanlığı
bünyesine alınmış, Camilere din adamı yetiştirme görevi son yıllara kadar Milli Eğitim’e
bağlı İmam Hatip Lisesi mezunlarınca yürütülmüşse de günümüzde bu uygulamaya son
verilmiş, camilerde görev yapacak din adamları da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
484
Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e...
Öğretmenliğinde olduğu gibi İlahiyat Fakültelerinden yetiştirilmeye başlanmıştır. Ancak
hem din adamı hem de öğretmen yetiştiren İlahiyat Fakültelerinin bazıları artık sadece
İmam Hatip Liseleri meslek derslerinde görevlendirilecek öğretmenler ve Diyanet İşleri
Başkanlığı bünyesinde çalışacak İmamlar yetiştiren fakülteler konumundadır. İmam
Hatipler dışındaki eğitim kurumlarında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi verecek
öğretmenler ise yine bazı İlahiyat ve Eğitim Fakültelerinin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
Öğretmenliği Bölümlerince yetiştirilmektedir.
5. Sonuç
Türk eğitim-öğretim kurumları uzun yılları kapsayan bir süreçle değerlendirilebilir.
Söz konusu bu süreçte birçok eğitim-öğretim kurumu defalarca değişim ve dönüşüme
uğrayarak günümüze kadar gelmiştir. Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı ve Cumhuriyet
dönemleri bu eğitim-öğretim kurumlarının değişim ve dönüşümlerin en önemli zaman
dilimlerini kapsamaktadır. Osmanlı eğitim-öğretiminin öncesini oluşturan Selçuklu
eğitim-öğretim kurumları dini içerikli bir yapıya sahiptir ve bu yapı, kurumsallaşma
süreci içerisinde ardılı olan Osmanlı’yı da etkilemiştir. Ancak Osmanlı’da olduğu gibi
Selçuklu eğitim-öğretim kurumlarında kendi dönemine ait Batı tarzında bir reformlar
silsilesi söz konusu değildir.
Selçuklu Devletinin eğitim-öğretim kurumları söz konusu edilince ilk olarak akla
gelen ve şöhreti Selçukluyla sınırlandırılamayan Nizam-ül Mülk Medreseleridir. Bu haklı
şöhretten faydalanmasını bilen ve eğitim-öğretimde Selçuklu’nun kurumsal mirasını
kullanan ve zamanla bu mirası geliştiren Osmanlı Devleti, kuruluşunun ilk yıllarından
itibaren Selçuklu gibi eğitim-öğretime büyük bir önem vermiş, hatta yükselme devri
olarak anılan zamanlarına eğitim-öğretime verdiği önem sayesinde ulaşabilmiştir. Ancak
zamanla Osmanlı eğitim-öğretim kurumlarının işleyişindeki yozlaşmalar, iltimaslar,
tarafgirliklerin meydana gelmesi devlet yapısı ve devlete işlerlik kazandıran organları
bozmuş ve böylece devlet yıkılma sürecine girmiştir. Osmanlının mevcut bu durumu
dikkat edilmesi gereken önemli bir özellik sergilemektedir. Selçuklu yıkılışıyla arasındaki
fark, beklide bu dikkat noktasından daha rahat görülebilir.
Son dönem Osmanlı devletinin eğitim konusunda yapmış olduğu reformlar, bir
anlamda batıyı yakalama yarışı şekline sokulmuş olduğu için Batılı eğitim-öğretim
kurumları örneği daima ön plana çıkarılmış, ancak eğitim-öğretime verilmesi gereken
bütüncül önem gözden kaçırılmıştır. Bu gözden kaçırılış, başarısızlıkların da diğer bir
temel nedeni olmuştur. Bu başarısızlıkta Osmanlı’nın reform adına yapmış olduğu
şeylerde kendisine ait kültürel bir uyarlamaya sahip olmamamsı ve uyarlamaların Batıyı
485
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
taklitten öteye gidememesi önemli bir etkendir. Hatta Tanzimat devri olarak bilinen
dönemde dahi eğitim-öğretim konusunda çok önemli yenilikler yapılmışsa da burada da
eğitim-öğretim konusunda bütüncül bir vizyona sahip olunmadığı için başarılı
olunamamıştır.
Cumhuriyet devrinden itibaren Osmanlı devri eğitimi-öğretimi son bulmuş ve daha
önceleri gerçekleştirilemeyen bütüncül bir vizyon uygulanmaya çalışılmıştır. 1924
“Tevhidi Tedrisat” kanunuyla okul ve üniversite dönemi başlamış ve bu eğilim günümüze
kadar çağa uygun bir tarzda devam ettirilmiştir. Bu süreçte yeni kurumlar, eski eğitimöğretim kurumlarından her yönüyle birçok farklılıklar içermektedir. Her şeyden önce
eğitim-öğretim dili Türkçedir ve müfredata önceki zamanlarda olduğu gibi dini içerik
hâkim olmadığı gibi, ders verenler de medrese mezunu değildir. Ayrıca gelinen süreç,
eğitim-öğretim kurumlarını ümmetin kurumları olmaktan çıkarmış, Türk ulusunun
kurumu haline getirmiştir. Eğitim-öğretim, artık bu gerçeğe göre yapılandırılmıştır. Bu
anlamda, Türk eğitim-öğretim sisteminin iki ana özelliği vardır. Birincisi, demokratik,
modern, laik ve karma eğitime sahip bir karakterinin olmasıdır. İkinci olarak ise, Türk
insanı ve toplumunun mutluluk ve refahını arttırmak, desteklemek, ekonomik, kültürel ve
sosyal gelişmeleri ulusal bütünlük ve birleşme içerisinde kolaylaştırarak Türk ulusunu bir
çatı altında toplamak ve böylelikle uygarlığın yaratıcı ortağı yapmaktır.
486
Ana Hatlarıyla Selçuklu’dan Cumhuriyet’e...
KAYNAKÇA
ADIVAR, A. (1982). Osmanlı Türklerinde İlim. İstanbul.
AKA, İ.ve Diğerleri. (1986). Emeviler Döneminde İdari Müesseseler ve Kültürel Faaliyetleri.
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi. C. II. İstanbul: Zafer Matbaası.
AKGÜNDÜZ, A. (1990). Osmanlı Kanunnameleri Ve Hukuki Tahlilleri. İstanbul.
AKYÜZ, Y. (1993). Türk Eğitim Tarihi. İstanbul.
AKYÜZ , Y. (1994). İlköğretimin Yenileşme Tarihinde Bir Adım Nisan 1847 Talimatı. OTAM. S:
5, Ankara.
AŞIKPAŞAZADE. (1970). Tevarih-i Al-i Osman. İstanbul: Atsız Neşri.
AYAS N. (1948). Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi Kuruluşlar ve Tarihçeler. Ankara.
BALTACI, C. (1976). XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri. İstanbul.
BARNES, B. (1990). Bilimsel Bilginin Sosyolojisi. (H. Arslan, Çev). Ankara: Vadi.
BEYDİLLİ K. (1995). Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne, Mühendishâne
Matbaası ve Kütüphanesi (1776-1826). İstanbul.
CİCİOĞLU, H. (1985). Türkiye Cumhuriyeti’nde İlk ve Ortaöğretim (Tarihi Gelişimi). 2. Baskı,
Ankara.: AÜ Basımevi.
ÇELEBİ, A. (1983). İslam’da Eğitim-Öğretim Tarihi, (A. Yardım, Çev.). İstanbul.
ERGİN, O. N. (1972). Türk Maarif Tarihi. II. İstanbul: Eser Matbaası.
GENÇ, R. (1998). Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları.
HALAÇOĞLU, Y. (1991). XIV-XVII Yüzyıllarda Osmanlı Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı,
Ankara. .
HAMİDULLAH, M. (1993). İslam Peygamberi, C: II, (S.Tuğ, Çev.). 5. bsk. İstanbul: İrfan
Yayımcılık ve Ticaret.
HİŞAM, N. (1992). “Eğitim Kurumları”, (E.Topçuğil, Çev.). İslam Şehri. R.B. Serjant. (Ed).
İstanbul,.
KARAL, E. Z. (1983). Osmanlı Tarihi. Ankara.
KAZIC, Z. (1991). İslam Müesseseleri Tarihi. İstanbul.
KESKİOĞLU, O. (1987). İslam’da Eğitim ve Öğretim. Ankara.
KODAMAN, B. (1987). Abdülhamit Devri Eğitim Sistem. Ankara.
LEWIS B. (1984). Modern Türkiye’nin Doğuşu. Ankara.
ÖZDEMİR, M. Ç. (1990). Fetih Medreseleri. Türk Yurdu Dergisi. (X) 33. İstanbul.
PALAZOĞLU, A. B. (1999). Atatürk’ün Eğitimle İlgili Düşünceleri. Ankara: Millî Eğitim
Bakanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı Yayınları.
SAVAŞ, H. (1993). İslam Tarihi Emeviler ve Abbasiler Devri. Kayseri.
T.D.K: Türkçe Sözlük, Medrese Maddesi, II. Türk Dil Kurumu. Ankara.
487
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
TEKİNDAĞ, Ş. (1973). “Medrese Dönemi”, Cumhuriyetin 50. Yılında İstanbul Üniversitesi
Sempozyumu. İstanbul.
UNAN, F. (2009). Osmanlı Medrese Uleması: İlim Anlayışı ve İlimi Verim. Sosyal Bilimler
Dergisi. ordam.manas.kg/ekitap/pdf/Manasdergi/sbd/sbd5/sbd-5-02.pdf.
UNAT, F. R.(1964). Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış. Ankara.
UTKAN K. (1992). “Atatürk’te “Gençlik’ Kavramı ve Atatürkçü Gençliğin Nitelikleri”, Atatürkçü
Düşünce, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara.
UZUNÇARŞILI, İ. H. (1988). Osmanlı Devletinde İlmiye Teşkilatı. Ankara.
VAGLERİ, L. V. (1998). Raşid Halifeler ve Emevi Halifeleri”, (İ. Kutluer. Çev.). İslam Tarihi
Kültür ve Medeniyeti.(1) İstanbul: Hikmet Yayınları.
WENSINCK, A.J. (1993). İslam Ansiklopedisi. Mescit. (VIII) 47.
YALTKAYA M. Ş. (1940). Tanzimat’tan Evvel ve Sonra Medreseler”, Tanzimat I. İstanbul.
YILDIZ, D. H. (1993). Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi. İstanbul.
488