KAYNAK: https://www.turkbitig.com/eskiturkcesozluk.html
Eski Türkçe Sözlük – Türk dilinin, öz Türkçe’nin köklerinden, bin yıl önceki halinden, güzel kapsamlı bir eski Türkçe kelimeler dizini, Divânu Lügati’t-Türk dizini.
Diğer Kaynaklar İçin:
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Kabalacı): https://drive.google.com/file/d/1_6LEeFuOOQLjEHeq7a35yDgJh0GvQ_fq/view?usp=sharing
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Türk Dil Kurumu): https://drive.google.com/drive/folders/1gqyZIVDDHhW5MOQMwoyR7pjAob8T41uQ?usp=sharing
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Türk Dil Kurumu Dizini): https://drive.google.com/drive/folders/1SM5W3Zm5A_AmBq92Jtj__PBXdAjrIQyD?usp=sharing
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Türkiyat Mecmuası): https://drive.google.com/file/d/1AOjK1MgLn_WDbndwJvgnAiqvVegmU4oH/view?usp=sharing
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Azerbaycan Türkçesi): https://drive.google.com/drive/folders/1IKxV-Hr4S-JL3WiTLmzeNZZWBeQZUMnG?usp=sharing
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Kazakça): https://drive.google.com/drive/folders/1Qkbq445UpRG-MKxwwLatKDETZm7so3km?usp=sharing
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Uygur Türkçesi): https://drive.google.com/drive/folders/1j9N4zBcbZhvw1me53O3KO4__-m4Vsf7o?usp=sharing
Dîvânu Lugâti’t-Türk (arapça) : https://drive.google.com/drive/folders/15g0bAvLFJtiRT9b9KFeeIudR5ZrJl7W6?usp=sharing
Dîvânu Lugâti’t-Türk (rusça): https://drive.google.com/drive/folders/1VOofYkZRa_H6rjInGfoQUETNJ2D3Bu2t?usp=sharing
Dîvânu Lugâti’t-Türk (ingilizce): https://drive.google.com/drive/folders/1cdCOjsmkkba1kttAzvI0sYBEM3O1_1g5?usp=sharing
Not: SÖZLÜK OLARAK KULLANMAK İÇİN: Sözcüklerden birine tıklayınız ve klavyenizi kullanarak “ctrl” + “F” kısayolu ile aramak istediğiniz sözcüğü arayınız..
- A: şaşalamayı anlatan bir edat — I, 39
- ABA: ayı — I, 86
- ABA: baba — I, 86
- ABA: ana — I, 86 bkz. ana, apa
- ABA: başı dağlarda yetişip dağlıların yediği hıyar gibi dikenli bir ot; yer mürveri, Cannabis sativa. I, 86
- ABAÇI: umacı, bununla çocuklar korkutulur; a ğır basma, kâbus — I, 136
- ABAKI: bostan korkuluğu, I, 136
- ABALI: bir şeyi az görme ve azımsama zamanında söylenen kelime — I, 137
- ABARÑ: eğer anlamına şart edatı, I, 134, 399, 442; II, 209
- ABIDMAK: gizlemek, saklamak — I, 216 bkz. ab ıtmak
- ABIMAK: gizlemek, örtmek. III, 250
- ABITGAN: daima gizleyen, saklayan — I, 154
- ABITMAK: gizlemek, saklamak, örtülmek — I, 206, 216 bkz.
- ABIDMAK: aç aç, karnı tok olmayan, I, 75, 79, 387, 452. 453, 517; II, 227
- AÇ: çağırma, ünde, ünlem edatı — I, 35
- AÇI: yaşlı kadın, hanım nine — I, 87 bkz. eçi
- AÇIG: nimet içinde yaşayış, I, 63
- AÇIG: hanın bahşışı — I, 63
- AÇIG: acı, acı olan her nesne; ekşi — I, 63, 279; II, 75, 299, 311; III, 272
- AÇIGLIG: bolluk içerisinde bulunan (kimse) — I, 147
- AÇIGLIG: ekşili, içine konanı ekşiten, I, 147 bkz. açıglık § açıglıg küp; içine konanı ekşiten küp, içinde ekşi bulunan küp — . I, 147
- AÇIKLIG: tutmak iyi gıdalar ile beslemek — I, 63 ,
- AÇIGLIK: acılık — I, 150 bkz. açıglıg
- AÇIGSAMAK: canı ekşi istemek — I, 279, 302
- AÇIGSIMAK: ekşimek, acılaşmak — I, 282
- AÇIK: büyük kardeş, I, 64
- AÇIKMAK: acıkmak — I, 21, 190
- AÇILMAK: açılmak — I, 193, 194; II, 71, 122 bkz. açl ınmak
- AÇIMAK: ekşimek, (yara, vücut) acımak — III, 252
- AÇINMAK: doyumluk ve yem vermek, açınmak; açılmak; açar gibi görünmek. I, 199, 200
- AÇIŞMAK: açmakta yardım ve yarış etmek — I, 180
- AÇIŞMAK: ekşimek, acılaşmak — I, 180
- AÇITGAN: daima ekşiten, acıtan, ekşitgen — I, 154
- AÇITMAK: ekşitmek; acıtmak, I, 207
- AÇLIK: açlık — I, 114
- AÇLINMAK: açılmak — I, 256, bkz. açılmak
- AÇLIŞMAK: açılmak . I, 239
- AÇMAK: açmak; aramak; fethetmek, I, 163, 354, 358; II, 188; III, 18, 217, 234, 235
- AÇMAK: karnı acıkmak — I, 172, 283
- AÇSAMAK: açmak istemek, I, 276
- AÇTURMAK: açtırmak, I, 218
- AÇUK: açık, I, 64, 94
- AÇUKLUG: koçak, huyu güzel — I, 147
- AÇUKLUK(G): açıklık, I, 150, § yüz açuklugı; yüz gülümseyişi — ı, 150 § kapug açuklugı; kapı açıklıgı. I, 150
- AÇURGAN: çok acıktıran, çabuk acıktıran. , I, 156; III, 68
- AÇURMAK: acıktırmak, aç bırakmak. I, 268
- ADAKLIK: üzüm çardaklarına ayak yapılacak ağaç — I, 149
- ADAŞ: arkadaş, dost — I, 61, bkz. adaş —
- ADAŞLIK: dostluk, arkadaşlık; sadakat — I, 149
- ADGUK: kim olduğu belli olmayan sığıntı adam — I, 99 bkz. aduk, aduk, agduk
- ADIN: başka, diger, ayrı — I, 45, 76, 98; III, 151, 222 bkz. ad ın, adruk, ayruk, edin
- ADUK: tanınmayan, bilinmeyen — I, 65 bkz. adguk, aduk, agduk
- AD: ipekli kumaş ve benzeri glbi dokuma cinsinden sanat eseri olan her şey — I, 79, bkz. ed,
- AD: iyilik ve uğur belgisi — I, 79
- ADAK: ayak — I, 32, 53, 59, 65, 84. 165, 181, 182. 241, 268, 342, 353, 361, 380, 382, 522; II. II, 16, 112, 131. 137, 142, 146, 158, 190. 195, 209, 215. 247, 327, 364; III, 97, 276, 280, 288, 296, 307, 337, 421, 430, 435 bkz. ayak, azak
- ADAKLAMAK: ayağa vurmak — I, 304
- ADAKLANMAK: ayaklanmak, ayak sahibl olmak — I, 293, 294
- ADAKLIG: ayaklı — I, 147
- ADAŞ: arkadaş, dost — I, 155 bkz. adaş
- AD: bolmak iyilik getirmek — , 79
- ADGIR: aygır — I, 18, 95, 152, 188, 234, 236; II. 96, 109, 153, bkz. ayg ır § ögütlüg adgır; dişisi bulunan aygır, I, 52
- ADGIRAK: kulakları ak, vücudunun öbür tarafları kara olan erkek geyik; dağ keçisi tekesi — 1, 144
- ADGIRLANMAK: aygırlaşnnak; aygır bulmak — I, 313
- ADIG: ayık — I, 63 § esrük adıg; sarhoş ayık — I, 63
- ADIG: ayı — I, 63, 84, 332 bkz. ayıg —
- ADIGLIG: ayısı çok olan — I, 147
- ADIG: merdegi ayı yavrusu — I, 480
- ADIKLAMAK: şaşalamak — III, 339 bkz. aduklamak —
- ADILMAK: ayılmak, I, 194
- ADIN: başka, diğer, ayrı, I, 45, 76, 98; III, 151, 222 bkz. ad ın, adrıık, ayruk, edin
- ADIRMAK: ayırmak — III, 228 bkz. edirmek, ödürmek, ödürmek, udurmak, üdürmek —
- ADIŞMAK: apışmak, ayrılmak. I, 181
- ADMA: bırakılan, salıverilen, başı bo; — I, 129 § adma yılkı; yaşlı olduğundan yük vurulmayan hayvan — I, 129
- ADNAGU: yabancı, başkası — III, 68
- ADNAMAK: değişmek; bozulmak — I, 288
- ADRI: buğday temizlemek için kullanılan araç, yaba, çatal, çatal de ğnek — I, 126; II, 22, 331
- ADRI: butlug bacakları açık kişi, eğri bacak, I, 126
- ADRIK: ayrık otu, Cynodon dactylon. I, 98, 113 bkz. ayr ık
- ADRILMAK: ayrılmak — I, 247
- ADRIM: eğerin altına iki yana konan keçe, teyelti I, 107
- ADRIŞ: ayrılış, ikiye ayrılan yolun başı — I, 96
- ADRIŞMAK: ayrışmak, birbirinden ayrılmak — I, 233, 234, 270. bkz. ayrışmak
- ADRUK: başka, ayrı — I, 98 bkz. adın, adın, ayruk, edin
- ADUK: tanınmayan, bilinnneyen, I. 65 bkz. agduk, aduk, adguk
- ADUKLAMAK: tanınmamak, garip görmek, yadırgamak — I, 304 bkz. adıklamak
- ADUT: avuç — I, 50, 83 bkz. avut
- ADUTLAMAK: avuçlamak — I, 298, 299
- AFILGU: bir deniz ağacı — III, 146 bkz. avılku
- AFTABI: kova — I, 432
- AG: iki bacak arasındaki boşluk — I, 80
- AGAN: er genizden laf söyleyen insan, genzek — I, 77
- AGARTGU: Şerbet gibi buğdaydan yapılan içki, bir çeşit buğday birası — III, 442
- AGDUK: bozuk, belirsiz, değişik — I, 65 bkz. aduk, aduk, adguk § agduk (ki şi); kim olduğu belli olmayan sığınti (adam) — I, 99
- AGI: ipek kumaş (altın veya gümüşle işlenmiş sırmalı). I, 89; II, 153
- AGICI: ipek kumaşları muhafaza eden kimse, hazinedar. I, 89, 136
- AGIL: ağıl, koyun yatağı; koyun plsliği. I, 65, 73
- AGIM: çıkım, yükselim — I, 75
- AGIR: ağır — I, 52, 53, 99; III, 68, 247
- AGIRLALMAK: ikram olunmak — III, 344 bkz. agırlanmak
- AGIRLAMAK: ağırlamak, ikram ve ihsan etmek, I, 53, 106, 300, 301; III, 344, 347
- AGIRLANMAK: ağırlanmak, ikram edllmek; pahalı bulunmak — I, 291, 292; III, 344 bkz. ag ırlalmak
- AGIRLIG: ağırlanan; — I, 45, 146 § agırlıg kişi; ağırlanan adam — I, 52
- AGIRLIK: ikram ağırlayış — I, 114
- AGIŞ: yükseliş, ; ıkı; — I, 61
- AGIŞMAK: yükseli; mek, çıkıçmak, çıkmakta yarış etmek, artırışmak; koğmakta yarış etmek — I, 185
- AGITGAN: daima çıkartan, yükselten — I, 155, 156
- AGITMAK: çıkarmak, yükseltmek — I, 212
- AGIZ: agız — I, 43, 55, 129, 193, 195, 383; II. 6, 26, 175, 188; III, 102, 110, 247, 257, 339
- AGIZLAMAK: ağza vurmak; ağız açmak — I, 302
- AGLAK: ıssız, çorak, oturulmayan yer, boş. , I, 119, 468 § aglak yer; boş yer — II. 365
- AGLAMAK: yalnız olmak, bo; olmak, III, 258
- AGLATMAK: savmak, uzaklaştırmak, ıraklaştırmak, boşaltmak, I, 265; III, 365
- AGMAK: çıkmak, belirmek; aşmak, yükselınek, ağmak; değişmek, başkala; mak, bozulmak, meyletmek, dönmek — I, 65, 167, 173, 309, 354; II, 43, 50, 61, 67, 68; III, 183, 219, 327
- AGNAMAK: (hayvanlar) yatıp debelenmek; kekemeleşmek, dili tutulmak — I, 289
- AGNATMAK: (hayvanları) yatırıp debelendlrmek; dili buruşturmak, dili ağırla; tırmak — I, 267
- AGRIG: ağrı — I, 98
- AGRIKANMAK: ağrısından şikâyet etmek — I, 213
- AGRIMAK: ağrımak, I, 46, 273, 274; III, 169
- AGRINMAK: ağrımak, acı duymak — I, 252
- AGRIŞMAK: ağrışmak, sızlaşmak, I, 235
- AGRITMAK: ağrıtmak — I, 261
- AGRUG: süñügi omurga kemiklerinin önce geleni, birincisi, ilki, I, 98
- AGRUK: pılı pırtı, ağırlık, yük — I, 99; III, 68
- AGRUKLANMAK: (bir iş veya yükü) ağırsınmak, ağır saymak — I, 313
- AGRUMAK: ağırlaşmak — I, 273
- AGSAMAK: (çıkmak, yükselmek, ağmak) istemek, I, 277
- AGTARILMAK: yere vurulmak, sarsılmak — I, 246 bkz. agtılmak
- AGTARMAK: aktarınak, devirmek, yenmek — II, 74 bkz. axtarmak
- AGTILMAK: yere vurulmak, sarsılmak, I, 246 bkz. agtarılmak
- AGU: agı, zehir, I, 89; III, 339
- AGUJ: ağız, memeli hayvanların doğurduğu zaman verdigi ilk süt — I, 55 bkz. aguz
- AGUJLUG: agzı, ilk sütü bulunan kişi, I, 146
- AGUKMAK: agılanmak. I, 191
- AGULAMAK: ağılamak, I, 310
- AĞURŞAK: ağırşak, I, 149
- AGUZ: agız, memeli hayvanların doğurduğu zaman verdigi ilk süt — I, 55 bkz. aguj
- AXLAMAK: göğüs geçirmek, ahlamak III, 118
- AXSAK: aksak, topal, I, 119
- AXSAK: buxsak topal ve çolaklar için söylenir. I, 465
- AXSAMAK: aksamak, topallamak. I, 276
- AXSATMAK: aksatmak, I, 262
- AXSUM: sarhoşlukta kavga eden — I, 116 bkz. axsuñ
- AXSUÑ: sarhoşlukta kavga eden — I, 116 bkz. axsum
- AXŞAM: akşam, I, 107
- AXTARMAK: aktarmak, I, 219, 516 bkz. agtarmak
- AJMUK: ak ; ap, I, 99 bkz. ıjmaklanmak — § ajmuk taz; başı şapla sıvanmış gibi kel I, 99
- AJUN: dünya, âlem — I, 41, 77, 160, 179, 407, 420, 463; II, 228, 283, 303, 335; III, 41, 52, 288, 303. 378 § bu ajun
- AK: ak, beyaz, I, 81, 134, 258; III, 39 bkz. örüñ, ürüñ § ak at; boz renkli at — I, 81
- AKA: turmak akıp durmak — I, 73
- AKI: eli açık, koçak, selek, cömert — I, 90
- AKILAMAK: selek (cömert) saymak; selekli ğe (cömertliğe) nispet etmek, seleklemek — I, 310; III, 329
- AKILIK: seleklik, cömertlik. III, 172
- AKILMAK: şaşırtmak, şaşalatmak — I, 39
- AKIM: akım, bir defada akacak kadar olan — I, 75
- AKIN: sel, akıntı. I, 15, 77, 96, 156, 212, 377; III, 39, 61, 398 § munduz ak ın; birden bire gelen sel, deli sel — I, 77 § akın munduzı; deli sel — I, 96
- AKINÇI: akıncı, geceleyin düşmanı basan asker, 1, 77, 134, 212
- AKINDI: akıntı
- AKIŞMAK: akışmak — I, 186
- AKITGAN: akıtan — I, 156
- AKITMAK: akıtmak; göndermek — I, 212
- AKIYAGAK: iç ceviz, iyi ceviz, I, 90
- AKLIŞMAK: akı; mak — I, 88, 241
- AKMAK: akmak, I, 15. 96, 168, 343, 377; II, 19, 45, 128, 228; III, 3, 39, 127, 159, 325. 398
- AKRU: yavaş — I, 114 bkz. akrun —
- AKRU: akru yavaş yavaş — I, 114
- AKRUN: yavaş — III, 361 bkz. akru
- AK: sakal saçı sakalı ağarmı; , kocalmış — I, 81
- AKTURMAK: aktırmak, akıtmak, I, 222; III, 17
- AKUR: ahır, I, 7
- AL: hile, al, I, 63, 81; II, 289; III, 412 bkz. yap, yup
- AL: hanlara bayrak, devlet adamlarının atlarına eğer örtüsü yapılan turuncu ipek kumaş, I, 81
- AL: al renk, III, 162
- ALA: acele etmeme anlamına bir kelime — I, 92; III, 26
- ALA: ala, alaca; ala tenli, alaca tenli ki; l kl bir çe şit deri hastalığından vücudunda alacalar olur, apraşlık. I, 81, 91 § ala at; alaca renkli, ala, k ır at — I, 81
- ALA: insanın içinde olan gizli ; eyler — I, 425
- ALAÇU: alaçuk, çadır — I, 136
- ALAÇULANMAK: alaçuk edinmek — III, 205
- ALAÑ: alan, düz ve açık yer, I, 135 bkz. añıl § alañ yazı; düz ova — I, 135
- ALAÑIR: geleni, tarla faresl — I, 161
- ALARMAK: kamaşmak (göz); kızarmak, al olmak, ala olmak, alacala şmak, I, 179
- ALARTMAK: belertmek (göz), yan bakmak — III, 428
- ALAVAN: timsah — I, 140
- ALÇAK: yumuşak huylu, ince ki; i, uslu — I, 41, 100
- ALDAMAK: aldatmak — I, 273, 472 alduzmak malını elinden aldırmak, soyulmak — II 87
- ALGU: alacak — I, 341
- ALIG: kötü, fena, alık, I, 64, 384
- ALIGSAMAK: almak istemek — I, 281 alık kuş gagası — I, 68
- ALIKMAK: alçalmak; bozulmak, azmak; kötüleşmek — I, 191, 192 bkz. alkmak
- ALIM: alacak; borç, I, 44, 75, 168, 188, 209, 294; II, 72, 96, 159, 176, 185, 214, 294; III, 184, 251, 288
- ALIMÇI: alıcı, alacaklı — I, 75, 409
- ALIMGA: hakanın mektuplarını Türk yazısıyle yazan kimse — I, 143 bkz. ılımga
- ALIMLIG: alacaklı, alacağı olan adam, I, 148, 149, 240
- ALIMSINMAK: alır gibi görünmek — I, 20 alın alın; cephe, dağın ön cephesl — I, 78; II, 79 alınlıg er geniş ve yüksek alınlı adam, I, 148
- ALINMAK: alınmak; kendi ba; ına alacağını almak. I, 22, 203; II, 159
- ALIŞ: borçluyu borcu yüzünden sorguya çekme. I, 62
- ALIŞ: su ağzı, suyun havuzdan veya suvattan döküldü ğü ağızlar. I, 62
- ALIŞ: beriş bir hakkı alma ve verme. I, 62
- ALIŞGAN: alış (veriş) yapan — I, 518, 519
- ALIŞMAK: alacak almakta yardım etmek — I, 188
- ALKALMAK: alkışlanmak, övülmek — I, 249
- ALKAMAK: alkışlamak, övmek I, 284
- ALKAŞMAK: alkışlamak, alkışta yarış etmek — I, 237
- ALKINMAK: mahvolmak, yok olmak, bitmek, tükenmek I, 82, 195, 254
- ALKIŞ: alkış, övme. I, 97, 249, 284
- ALKIŞMAK: birbirini mahvetmek, yok etmek; , yok etmekte yar ış etmek I, 237
- ALKMAK: bozmak, mahvetmek, yiyip bitirmek, bat ırmak. III, 188, 419, 447 bkz. alıkmak
- ALMA: elma — I, 130 bkz. almıla
- ALMAK: almak — I, 40, 41, 46, 51, 53, 99, 114, 149, 168. 175, 236, 329, 367, 373, 412, 421, 440; II, 13, 24. 87, 110, 219, 294; III, 6, 155, 161, 224, 371, 372
- ALMILA: elma — I, 130, 138; II, 311; III, 19, 272 bkz. alma § k ımız almıla; ekşi elma — I, 366
- ALP: alp, yiğit, kahraman, bahadır — I, 41, 123, 125, 139, 182, 183, 237, 239, 359, 370, 388, 413, 517; II, 223, 349; III, 65, 332, 393, 406 § alp tegin; yi ğit köle — I, 413
- ALPAGUT: tek başına düşmana saldıran, hiçbir yandan yakalanmayan yi ğit — I, 144; III, 422
- ALSAMAK: almak istemek — I, 278
- ALSIKMAK: alınmak, soyulmak, I, 243
- ALTIN: aşağı, alt — I, 108, 109
- ALTUN: altın, I, 52, 120, 147. 165, 185, 360, 371, 399, 504; II, 24, 153, 181, 192, 205, III, 138, 251 § altun bakan; altın halka,
- ALTUNLAŞMAK: altın öndül koyarak bahse girmek, II, 114
- ALTUN: tarım büyük kadınlara verilen ungun — I, 396
- ALTURMAK: aldırmak — I, 223
- ALUÇ: şeftali I, 122
- ALUÇIN: yenilen boğumlu bir bitki — I, 138
- ALUK: kel, dazlak, I, 67
- ALUK: kaba, haşin, I, 67
- ALVIRMAK: atılmak, sıçramak, I, 226 bkz. el — virmek
- AMAÇ: öküz; sapan ve benzerleri gibi çiftçi ayg ıtları — I, 52
- AMAÇ: hedef, nişan yeri, annaç — I, 52, 333; II, 329; III, 107, 276
- AMAÇLAMAK: nişanlamak, nişan almak, I, 299 bkz. emeçlemek
- AMAÇLIK: nişan yeri — I, 150
- AMIR: sis, kırağı — I, 54 bkı
- AMRULMAK: (kaynayan tencere, insan solu ğu) senmek, çekilmek — I, 53, 248, 249 bkz. em-rülmek
- AMRULMAK: yatıştırmak, dindirmek. III, 428 429 bkz. amurtmak, emrülmek
- AMŞUY: bir çeşit sarı erik — I, 115
- AMUÇ: doyumluktan verilen armağan — I, 140 bkz. armagan, yarmakan amul sakin, rahat, yava ş yavaş, seğnik, kımıl — damayan; yumuşak huylu adam — I, 74; III, 131
- AMURTMAK: yatiştirmak, dindlrmek, seğnitmek — III, 428, 429 bkz. amrulmak, emrülmek
- AMUŞMAK: çıkışma veya kınamadan dolayı apışıp kalmak. I, 190
- ANA: ana — I, 32, 93, 169, 236, 278, 508; II, 96. 175; III, 18, 33, 210, 212. 272 bkz. aba, apa
- ANAÇ: küçükken büyük bir anlay ış gösteren kız; anacık — I, 52
- ANALAMAK: ana edinnnek, ana demek — I, 311
- ANÇA: o kadar, öyle, öylece — I, 63, 88, 332; III, 133, 233
- AND: ant, yemin — I, 42, 459
- ANDA: orada, onda, ondan sonra — I, 109, 125, 130. 341; II, 96; III, 144, 224, 226, 240, 251
- ANDAG: böyle, öyle, o kadar — 1. 37, 118, 164, 200. 321; II, 274; III, 153, 155, 186, 247, 271 andan ondan, ondan sonra, I, 108, 109, 126, 130, 223; III, 422
- ANDGARMAK: yemin ettirmek, ant içtirmek I, 226, 312; III, 423 bkz. añarmak
- ANDIG: elek, kalbur gibi şeylerln kasnağı — I, 118
- ANDIKMAK: ant içmek, yemln etmek — I, 42, 243
- ANDIN: beylerin hizmetçisi; bunların adı yazılı defter, III, 77 bkz. ay
- ANDIN: ondan. 1 60, 281, 317, 323; II, 12, 245, 259, 345; III, 436
- AÑA: değersiz, kıymetsiz I, 128
- AÑARMAK: yemin ettirmek, ant içirmek — I, 226 bkz. andgarmak
- ANI: onu, ona, I, 27, 37, 40, 54, 170, 171, 172, 176, 177, 178, 192, 207, 212. 213, 216, 217, 224. 225, 226. 260, 261. 262, 264, 266, 267. 268, 271, 275, 276, 282, 284, 287, 299, 301, 304. 305, 307, 308, 310. 311, 312, 333, 340, 352, 354, 372, 376, 395, 407, 419,
- ANIN: onun, onunla, ondan — I, 155, 285, 301; II, 13, 133, 153, 172, 204; III, 183, 240
- ANIÑ: onun — I, 27, 47, 65, 84, 87, 97, 118, 126, 143, 164. 173, 176, 178, 179, 182, 184, 186, 192, 196, 197, 200, 207, 209, 211, 213, 217, 220, 223, 226, 227, 229, 231, 233, 235, 237, 242, 243, 247, 255, 264, 267, 268, 273, 283, 284, 290, 291, 296, 310, 315, 320,
- ANUK: hazır — I, 18, 68, 93
- ANUKLAMAK: hazır bulunmak — I, 305
- ANUKLUK: hazırlık, hazırlanma — I, 150
- ANUMAK: hazırlanmak — III, 256
- ANUMI: cüzam hastalığı, Elephantiasis — I, 137
- ANUNMAK: hazırlanmak — I, 114, 206; III, 161
- ANUTGAN: daima hazırlıklı, hazırlayan — I, 156
- ANUTMAK: hazırlamak — I, 215
- AÑ: bir kuş adı — I, 40
- AÑ: yanak — I, 40
- AÑ: yok, değil — I, 40
- AÑA: ona, I, 352; III, 94
- AÑAR: ona — I, 35, 48, 68, 69, 79, 89, 93, 94, 114, 129, 131, 174, 177, 184, 201, 204, 206, 208, 214, 216, 223, 225. 232, 236, 238, . 261, 265, 267, 268, 271, 274, 275, 287, 290. 296, 317, 335, 362. 407, 440, 462, 486, 494; II, 26, 61, 73, 86, 117, 123, 125, 127, 130. 13
- AÑDIMAK: yakalamak için hile yapmak, tuzak kurmak, etraf ını sarmak I, 311, 401
- AÑDUZ: andız, bu otun kökü çıkarılarak atın karnı ağrıdığı zaman tedavi edilir — I, 115
- AÑIL: büsbütün, tamamiyle — I, 94, 135 bkz. alañ
- AÑILAMAK: anırmak (eşek)I, 311
- AÑIT: ördeğe benzer kızıl renkli bir kuş, angut, I, 93
- AÑITMAK: şaşırtmak, II, 274 bkz. eñitmek
- AÑIZ: anız, hububatın biçildikten sonra tarlada kalan köke yak ın sapları — I, 94
- AÑLAMAK: anlamak — I, 290
- AÑUT: içecek şeylerde kullanılan hunl — I, 93
- AP: nefi ekl gibidir — I, 34 § ap bu ap ol; ne bu ne 0. I, 34
- APA: ana — I, 86 bkz. aba, ana
- APLAN: sıçan cinsinden bir hayvanc ık — I, 120
- AR: kestane rengi, kumral, konural, I, 80 bkz. arsal, ars ıl — arsik
- ARA: ara, arasında. I, 87, 317, 511, 528; II, 17; III, 60
- ARALAMAK: aralamak, arasını bulmak, barıçtırmak — I, 309 bkz. arılamak
- ARAN: ahır, at tavlası, I, 76
- ARANLIG: ahırlı, ahırı olan — I, 148
- AR: böri sırtlan — I, 79
- ARÇI: heybe — I, 124, 231, 250
- ARDUTAL: hamamotu — I, 145 bkz. ordutal, urdutal
- ARGAG: balık avlamak için kullanılan ucu eğri demir, olta — I, 141
- ARGARMAK: yormak. I, 225 bkz. argurmak argu iki dag aras ı, uçurum — I, 127
- ARGUÇ: 1nsanın aldandığı nesneler — I, 95 § arguç ajun; yalanc ı (aldaticı) dünya — I, 95
- ARGULAMAK: arasını yarmak, geçmek — I, 317
- ARGUN: sıçan cinsinden, yarım arşın uzunluğunda bir hayvan — I, 120
- ARGURMAK: yormak, I, 486 bkz. argarmak
- ARGURTMAK: yordurmak — I, 229 bkz. argurturmak
- ARGURTURMAK: yordurmak. I, 229 bkz. argurtmak
- ARI: arı. I, 87; II, 329; III, 156, 276
- ARIG: temiz — I, 12, 18, 63, 66, 103, 230, 237. 342, 376 bkz. arr ıg
- ARIG: epeyce, çokça, I, 241; II, 328; III, 41
- ARIG: ; adır örtüsü — I, 63
- ARIGLAMAK: iğdiş etmek; bir şey içinden iyisini seçmek ve toplamak — I, 303
- ARIGLIK: temizlik — I, 149
- ARIK: ırmak, ark, germeç, kaş, kanal, I, 7, 65, 302, 375. 382; II, 10, 59, 135. 333, 347; III, 182, 299.
- ARIK: zayıf, cılız — I, 66
- ARIKLANMAK: (su) akarak ark yapmak, su yerde kendine ırmaklar glbi yol ve hendek açmak — I, 294
- ÁRIKLIG: nehirli, ırmaklı. I, 147
- ARILAMAK: aralamak, I, 308 bkz. aralamak
- ARILMAK: yerinmek, kaygılanmak; kendine kızılmak. 11 123 bkz. irilmek § sarılmak
- ARILMAK: kızmak, darılmak — II, 123
- ARIMAK: temizlemek, temiz olmak, I, 19; III, 252 bkz. ar ıtmak
- ARINÇU: günah — I, 134 bkz. erinçü
- ARINMAK: temizlenmek istemek ve yunmak; iyile şmek; ot tutunmak I, 12, 201
- ARIŞ: eriş, dokumanın tezgâha sarılmış olan ve uzunluğuna dikine bulunan telleri, I, 61
- ARIŞ: arkag eriş argaç, dokumanın yanlamasına atılan ipleri. I, 61
- ARIŞMAK: aldatmak, birbirini aldatmak — I, 182
- ARIŞMAK: eriş argaç — I, 61
- ARITASI: arıtacak — II, 322 § tarıg arıtası yer; buğday arıtacak yer — II, 322 § tarıg arıtası neñ; buğday arıtacak nesne — II, 322 § tarıg arıtası ogur; buğday arıtacak zaman — II, 322
- ARITGAN: her zaman temizleyen, ayıklayan — I, 154
- ARITGU: arıtacak II, 321, 322§tarıg arutgu yer; buğday arıtacak yer — II, 321 § tarıg arutgu neñ; buğday arıtacak nesne, II, 322 § tarıg arutgu ogur; buğday arıtacak zaman — II, 321
- ARITIŞMAK: temizlemekte yardım ve yarış etmek — II, 322
- ARITMAK: temizlemek, I, 19, 208 bkz. arımak
- ARITMAK: taşağı çıkarmak, Iğdi; etmek; çocuğu sünnet etmek; erkekleşmek — I, 208 bkz. eredmek, eretmek
- ARI: yagı bal, I, 87; III, 156 bkz. bal
- ARJU: çakal — I, 127 bkz. arzu
- ARJULAYU: çakal gibi — I, 127; III, 401
- ARK: pislik — I, 42 § temilr arkı; demir boku — I, 42
- ARKA: arka, sırt; sıkıntılı anlarda yardım eden kişi, yardımcı. I, 123, 128, 139
- ARKAÇAK: ağıza ilâç akıtmak içln kullanılan içi delik bir aygıt, akıtınaç. I, 144
- ARKAG: argaç; bez, halı, kilim gibi şeyler dokunurken enlemesine at ılan ip veya iplik, I, 118
- ARKALANMAK: arka (yani yardımcı) sahibi olmak; bir şeye sırtını vermek, dayanmak — I, 297
- ARKAMAK: yoklamak, arayıp taramak, I, 283, 284
- ARKAR: boynuzundan bı; ak yapılan dişi dağ keçisi — I, 117, 214, 421
- ARKAŞMAK: yük yüklemekte yardım etmek; arka arkaya gelmek (çıkmak) — I, 237, 395
- ARKIN: gelecek yıl, öbür yıl, I, 89 bkz. arkun
- ARKIN: izi gelecek yıl, öbür yıl I, 89
- ARKIŞ: kervan; yurdundan uzak dü; mü; olan birine gönderilen kimse, elçi, haberci, mektup — I, 97
- ARKIŞ: büyü, afsun — I, 249 bkz. arvaş, arvış
- ARKUÇI: iki kişi arasında araç olan; evlenme zamanında dünürler arasında gelip giden kişi — I, 141
- ARKUK: iki duvar veya iki direk aras ına çapraz olarak konulan ağaç — I, 109
- ARKUK: aykırı — I, 109
- ARKUK: kişi söz dinlemez, kalp, inatçı klmse — I, 109
- ARKUKLANMAK: haylazlık etmek, dikbaşlılık etmek — I, 315
- ARKUN: yaban aygırıyle evcil kısraktan olan at — l, 107
- ARKUN: gelecek yıl, öbür yıl, I, 108 bkz. arkın
- ARKUN: izi gelecek yıl, öbür yıl — I, 108 bkz. arkın izi
- ARMAGAN: hısımlara doyumluktan verilen belek — I, 140 bkz. amuç, yarmakan
- ARMAK: yorulmak, dermansız kalnıak — I, 148, 149, 172
- ARMAK: aldatmak, I, 172; III, 62 bkz. armak tevmek, armak yuvmak
- ARMAK: tevmek hile yapmak, aldatmak — I, 172; III, 62 bkz. armak, armak yuvmak
- ARMAK: yuvmak hile yapmak, aldatmak — III, 62 bkz. armak, armak tevmek
- ARMUT: armut — I, 95; II, 284
- ARMUTLANMAK: armutlanmak. I, 312
- ARPA: arpa, I, 123, 343; II, 121, 316
- ARPAGAN: arpaya benzer başağı bulunan, evini bulunmayan bir bitki, I, 140
- ARPALAMAK: arpa vermek — I, 316
- ARPALANMAK: arpalanmak, arpa sahibl olmak — I, 296
- ARRIG: pek temiz. I, 143 bkz. arıg
- ARSAL: kumral, konural, I, 105 bkz. ar, ars ıl, arsik § arsal saç; kızıla çalar saç, kumral saç — I, 105
- ARSALIK: hem erkekliği hem dişiliği olan bir hayvan, aslık — I, 159
- ARSIKMAK: aldanmak — I, 21, 242
- ARSIL: kestane rengi, kumral, konural — I, 80 bkz. ar, arsal, arsik
- ARSIK: kestane rengi, kumral, konural — I, 80 bkz. ar, arsal, ars ıl
- ARSLAN: arslan — I, 75, 81, 125, 153, 231, 308, 409; II, 146, 289, 312; III, 5, 92, 263, 282, 412, 418
- ARSLANLAYU: arslan gibi, arslanımsı — I, 142; II, 13, 138
- ARSU: değersiz şey — I, 127
- ART: sırt, dag beli ve sırtı; sarp yer, yokuş; boyun, tepe — I, 42, 247, II, 27, 179; III, 4, 143, 197, 261 § art saç; arka saç — I, 42
- ARTAK: bozulmuş, bozuk, I, 119; II, 40
- ARTAMAK: bozulmak, kötüleşmek. I, 272; II, 17; III, 358
- ARTAŞMAK: birbirini bozmak, I, 230, II, 219
- ARTATMAK: bozmak, harap etmek — I, 203, 260; II, 360
- ARTIG: yükletilen yükün bir dengi, I, 98
- ARTIG: kadın mİntanı, gögüslük. I, 98
- ARTILMAK: yüklemek, binmek; ardılmak, bir binit üzerine başı bir tarafa ayakları bir tarafa gelmek üzere heybe gibi ardılmak; erişilmek. I, 244; II, 335
- ARTINMAK: yükletmek — I, 250
- ARTIŞMAK: bir şeyi hayvana ardmak ve yükletmekte yard ım ve yarış etmek, I, 231
- ARTLAMAK: enseyi tokatlamak, sille vurmak, III, 443
- ARTMAK: artmak — III, 425
- ARTUÇ: ardıç, Juniperus — I, 95, 377, 412, 424
- ARTUÇLANMAK: ardıçlanmak, ardıçı çok olmak — I, 312
- ARTUK: fazla, ziyade, I, 99; II, 137
- ARTUKLANMAK: aşırı gitmek, I, 313 arturmak artirmak; aşırı gitmek. I, 219
- ARTUT: armağan, beylere vb — büyüklere at ve benzer şeylerden verilen armağan ve belek — l, 109, 114, 182
- ARUBAT: temirhindi, tamarinde — I, 138
- ARUK: yorgun — I, 66. 148, 259, 298; II, 28
- ARUKLAMAK: dinlenmek — I, 304, 305
- ARUKLUK: yorgunluk, I, 150; II, 316
- ARUMDUN: boya — I, 138
- ARUŞMAK: erimek, I, 182 bkz. erilşmek
- ARUT: kuru, soluk, I, 50, 133 bkz. urut § arut ot; bir y ıl önceden artan kuru ot — I, 50; II, 133
- ARVALMAK: büyü yapılmak, afsunlanmak — I, 249
- ARVAMAK: büyü yapmak, afsunlamak — I, 283
- ARVAŞ: büyü, afsun — I, 283 bkz. arkış, arvış
- ARVAŞMAK: birlikte büyü veya afsun tekerlemesi, duas ı söylemek — I, 236, 237
- ARVIŞ: büyü, afsun, I, 249 bkz. arkış, arva;
- ARZU: çakal III, 401 bkz. arju
- ARZULAYU: çakal gibi — III, 410
- AS: kakım, hermelin — I, 80 bkz. az
- AS: cariyelere verilen bir ad — I, 80
- ASIG: fayda, kazanç, kârI, 64, 494; 111. 13
- ASIGLIG: faydalı, kazançlı — I, 147
- ASILMAK: asılmak — I, 196
- ASILMAK: uzamak, uzatılmak, I, 196 bkz. esilmek
- ASINMAK: blr ; eyi çekmek, germek — I, 201 bkz. esinmek
- ASIŞMAK: asışmak, asmakta yardım etmek — I, 184
- ASLINMAK: bir şey bir şeye takılmak, I, 258, 259 bkz. eslinmek
- ASMAK: asmak, I, 173
- ASÑARMAK: haylazlaşmak, işten uzakla; mak — I, 289
- ASRA: alt, aşağı — I, 126
- ASRI: kaplan; kaplan gibl iki renkli, I, 126 bkz. esri § asr ı yışıg; iki renkli ip — I, 126
- ASRUŞMAK: aksırışmak. I, 234
- AST: sokak, I, 42
- ASTIN: aşağı, alt — I, 108
- ASTURMAK: astırmak — I, 220, 221
- ASURGAN: çok aksıran — I, 156
- ASURMAK: aksırmak — I, 178
- ASURTGU: aksırtan — III, 442
- ASURTGUK: anlayı; lı, akıllı — III, 442
- ASURTMAK: aksırtmak — III, 442
- AŞ: kenet — I, 80
- AŞ: yemek, aş — I, 20. 45, 75, 80. 93, 102, 156. 210, 227, 310, 318, 372. 443, 515, 516; II, 18, 73, 74, 130, 147, 158, 191, 241, 278, 299, 308, 309; III, 31, 37, 61, 64, 67, 116, 133, 185, 186, 249, 257, 261, 264, 270, 368, 382, 391, 397. 439
- AŞAÇ: tencere, III, 382 bkz. aşıç, eşiç
- AŞAK: aşağı; dağ dibi — I, 66
- AŞAKLAMAK: aşağılamak, küçük saymak — I, 305
- AŞAMAK: yemek, aş 701116^III, 253, 261
- AŞATMAK: yemek yedirmek — I, 210
- AŞBAR: saman, kepek ve ot gibi şeyler karıştırı-lıp ıslatıtarak hazırlanan hayvan yemi — I, 117; II, 351
- AŞGINMAK: aşınmak — I, 254
- AŞIÇ: tencere — I, 52, 116, 223, 248, 258, 313, 323, 327, 357, 409, 411, 514, 518; II, 12, 72, 78, 178, 201, 253, 302, 333, 356, 357; III, 142, 191 206, 249, 280, 409, 430 bkz. e şiç, aşaç
- AŞLAKA: aşlara, yemeklere. II, 54
- AŞLALMAK: kap kenetlenmek — I, 295
- AŞLAMAK: kap kenetlemek — I, 80 , 268
- AŞLATMAK: kap kenetletmek — I, 265
- AŞLIK: aş evi, mutfak, yenıeklik — I, 114, 373; II. 204 bkz. tar ıg
- AŞMAK: aşınak, bir tepeyi öbür yana geçmek — I, 173; III, 261
- AŞNU: önce, evveL I, 130
- AŞRULMAK: aşırılmak, tepeden aşırılmak — I, 247
- AŞSAMAK: tepeyi aşmak istemek; yemek yemek istemek — I, 277
- AŞSATMAK: yemek arzulatmak — I, 262
- AŞTAL: ogul birinin en son çocuğu — I, 105
- AŞU: kırmızı toprak, a; ı toprağı — I, 89
- AŞUK: insanın aşığı, topuğu; topuk kemiği, I, 66
- AŞUK: demir başlık, tulga — I, 67 bkz. yaşuk, yışıklıg
- AŞUKMAK: özlemek . I, 191; II, 165
- AŞUKMAK: özlemek — I, 191; II, 165
- AŞUKLAMAK: aşık kemiğine vurmak — I, 305
- AŞULMAK: örtülmek, örtünmek — I, 197 bkz. eşülmek
- AŞUMAK: koşmak, aşmak — I, 123
- AŞUNMAK: geçmek, aşmak — I, 202
- AŞUTMAK: örttürmek-I, 210 bkz. eşütmek
- AT: ad, isim, unvart, lakap, I, 78; III, 77, 250, 367, 384
- AT: at — I, 16, 34, 53, 80, 104, 115, 123, 147, 178, 184, 201, 203, 206, 225, 244, 255, 273, 275, 276, 278, 285, 289, 292, 296, 297, 300, 322, 324, 326, 329, 338, 343, 361, 363, 390, 395, 406, 417, 426, 427, 430. 436, 446, 458, 461, 470, 472, 481, 483, 491, 507, 513,
- ATA: baba, ata, I, 32, 86, 206. 288, 508; II, 80; III, 87, 210, 383
- ATAÇ: büyüklük gösteren çocuk — I, 52; II, 80 § ataç ogul; büyliklük gösteren çocuk — I, 52
- ATAKI: babacığım anlamına sevgi bildiren bir söz, I, 136, 262, 445; II, 120, 178, 196, 311; III, 87, 210, 212, 272, 291
- ATAMAK: takma ad (lakap) vermek — III, 250, 374
- ATAN: iğdi; edilmiş deve — I, 75
- ATANLANMAK: iğdiş deve sahibi olmak — I, 295
- ATANLIG: iğdiş edilmiş devesi olan kimse — I, 148
- ATASAGUN: hekim, doktor — I, 86, 403
- ATATMAK: atlaşmak, (tay) at olmak — I, 206, 207; III, 158
- AT: bırkıgı atın ve eşeğln genizden ses çıkar-ması. I, 33, 35, 53, 74, 94, 128, 155, 164, 167, 173, 175, 176, 199, 225. 227 229 267 291, 302. 304, 307, 309, 316, 328, 333, 363, 367, 381, 441, 461, 472, 486, 515; II, 3, 13, 20. 21, 74, 78, 92, 118. 137, 140. 149, 150, 177,
- ATGAK: karında blriken sarı su hastalığı, kay — gıdan yüz sararması. I, 118
- ATGAK: sarı renkte blr bitki, I, 118
- ATGARMAK: ata bindirmek — I, 225
- ATILMAK: atılmak; (çiçek) açılmak; herhangi bir şey büsbütün aynlmayarak açılmak. I, 21, 193
- ATIM: atıcı, nişancı, I, 75; III, 379 § atım er; nişancı, lyi atan adam, I, 75
- ATIM: atış, atım — III, 59
- ATINÇU: atılan — I, 133
- ATINMAK: bir tarafa atılmak, yuvarlanmak; atar gibi görünmek I, 199
- ATIŞ: atışma. I, 60
- ATIŞGAN: daima atışan, I, 157
- ATIŞMAK: atışmak — I, 180
- ATIZ: iki dere arasındaki su geçecek set — I, 54 bkz. etiz
- ATIZLAMAK: ark açmak; set yapmak; toprağı parçalara ayırmak, evlek yapmak, I, 301 bkz. etizlemek
- ATIZLANMAK: (tarla hakkında) maşalaya ayırmak, sulanmak ve ekilmek için parçalara ay ırmak — I, 292
- AT: kamçısı at siki I, 417
- ATLANMAK: ata binmek, atlanmak; bir şeyin üzerine çıkmak, atlaşmak, at haline gelmek, I, 255, 256, 285, 353; II, 254
- ATLAŞMAK: at ortaya koyarak bahse girmek, at ı öndül koyarak yarış etmek, II, 114, 226
- ATLIG: adlı, unvanlı; ulusun büyüğü, I, 79
- ATLIG: atlı, süvari. I, 97, 166; II, 175; III, 37, 64, 435
- ATMAK: atmak, I, 21, 116, 129, 160, 170, 236, 237, 280, 403, 528; II, 20 26, 221, 226, 303, 306, 326; III, 106, 356, 370, 374
- ATSAMAK: atmak istemek, I, 275, 280
- ATTIRMAK: attırmak — I, 217
- AV: av — I, 32
- AV: emir verenin emrini tanımamayı bildirir bir edat, I, 40
- AV(Ş)N: agaç — I, 84
- AVLAŞMAK: toplanmak, yığılmak — I, 240 bkz. avlaşmak, evleşmek
- AVUT: avuç — I, 83 bkz. adut
- AV: av — I, 81
- AVA: acımak bildiren bir kelime — I, 89
- AVALAMAK: (karışıklık çıktığında) toplaşmak, üşüşmek — I, 310 bkz. avmak, avlamak
- AVÇI: avcı — I, 63, 311, 425
- AVIÇGA: kocamış klşi, ihtiyar adam — I, 143
- AVILKU: kırmızı meyveleri olan ve meyvesinin suyu tutmaca kat ılan, göz ağnsına ilâç yapılan ve elbise boyanan bir ağaç — I, 489 bkz. afılgu
- AVINÇ: alışma, avunma — I, 132; III, 449
- AVINÇU: avunulan, alışılan — I, 134
- AVINMAK: alışmak, avunmak — I, 132, 202, 263
- AVLALMAK: avlanmak, I, 295, 296 bkz. avlanmak
- AVLAMAK: avlamak — I, 287, 421; II, 45
- AVLAMAK: toplanmak, üşüşmek — I, 287 bkz. avmak, avalamak
- AVLANMAK: avlanmak, I, 298 bkz. avlalmak
- AVLAŞMAK: toplanmak, yığılmak — I, 240 bkz. avlaşmak, evleşmek
- AVLAŞMAK: evini ortaya koyup kumaroynamak, evini öndül koymak, I, 240, 241 bkz. evle şmek
- AVLATMAK: avlatmak — I, 263, 265
- AVMAK: toplaşmak, üşüşmek; etrafını çevirmek, avlanmak, I, 174, 310; II, 137; III, 401 bkz. avalamak, avlamak
- AVRAN: demirci ocağı biçiminde yapılan ekmek fırını. I, 109
- AVRINDI: kırıntı, döküntü — I, 145
- AVUJGUN: deri sepilenen palamut ağacı meyvesi I, 157
- AVURTA: daya, süt nine — II, 144
- AVUS: mum, balmumu — I, 59 bkz. lav
- AVYA: ayva — I, 114, 311
- AVZURI: buğday ve arpa unu glbi şeyler karıştırılarak yapılan ekmek, karışık ekmek, I, 145
- AY: yılın on ikide biri olan zaman; gökteki ay, kamer — I, 82, 258. 259, 270. 288, 348, 507; II, 5, 143; III, 33 § ay evi
- AY: buyruğu tanımamayı bildiren bir söz, I, 40
- AY: hitap edatı — I, 74
- AY: turuncu renkte ipek kumaş — I, 40
- AY: beylerin hizmetçisi, kölesi; bunlar ın adı yazılı defter — II, 193; III, 77 bkz. andın
- AYA: avuç içi, aya — I, 85, 348
- AYAG: lakap, takma ad, I, 271
- AYAK: çanak, kâse, kadeh, I, 80, 84, 178, 265, 286. 295, 324, 375, 497; II, 17S, 346, 446; III. 15, 143, 296. 306, 371, 397 bkz. çanak
- AYAK: ayak — I, 84 bkz. adak, azak
- AYAKÇI: kâseci, çanakçı, III, 296
- AYAKLIG: kaseli — III, 50
- AYALAMAK: el ayalarını birbirine vurmak — III, 328
- AYAMAK: lakap vermek; korumak — I, 271
- AYAS: ayaz; kölelere verilen adlardan, I, 123
- AYA: kök açık hava, I, 123
- AYA: yersgü yarasa — III, 433 bkz. yarısa
- AYBAÑ: (er) kel (adam) — I, 116
- AY: bitigi askerin adıyle azığının yazıldığı defter — I, 40
- AYDIÑ: aydın, ay aydınlığl. I, 117
- AYGIR: aygır — III, 122 bkz. adgır
- AYIG: ayı, I, 84 bkz. adıg
- AYIG: ne iyi, ne fena yerine kullan ılan bir edat, iyi ve kötüye delâlet eden kelimelerde pekitme edatı — I, 84
- AYIK: vaat, söz verme — I, 84; II, 45
- AYILMAK: söylenmek — I, 268
- AYITGAN: soran — III, 52
- AYITMAK: söylemek, sormak, I, 215, 216
- AYLUK: ayluk öyle öyle — I, 113
- AYMAK: söylemek I, 36, 37, 52, 88, 89, 93, 94, 109, 110, 118. 174, 207. 321, 339, 352, 367, 377. 419, 492. 494; II, 45. 105; III, 80, 158, 208, 212, 218, 245, 357, 363, 368, 375
- AYRAN: ayran — I, 120
- AYRIK: ayrık otu — I, 113 bkz. adrık
- AYRIŞMAK: ayrışmak, birbirinden ayrılmak — I, 233. 234, 270 bkz. adrışmak
- AYRU: başka, I, 126
- AYRUK: başka, ayrı. I, 113, 417 bkz. adın, adın, adruk, edin
- AYTIG: hltap; hatır sorma — I, 113 bkz. aytış
- AYTILMAK: sorulmak; söylenmek — I, 270
- AYTINMAK: sormayı kendi üstüne almak — I, 270
- AYTIŞ: hatır sorma — I, 113 bkz. aytıg
- AYTURMAK: söyletmek I, 269
- AZ: uzunlamasına çizlk, tırnak yarası, I, 71 bkz. ezik, iz
- AZ: kakım, I, 80 bkz. as
- AZ: az — I, 75, 80
- AZAK: ayak — I, 32 bkz. adak, ayak
- AZAK: nereden ve kimden geldiği belli olmayan ok — II, 20 bkz. azuk
- AZGAN: kuş burnu, yaban gülü; ağaçların en kötüsü olup gül glbl sar ı, beyaz çiçek1eri olan bir ağaçcık, küpe gibi kırmızı meyveleri olur — I, 439
- AZIG: azı dişi — I, 64
- AZIGLAMAK: azı dişlyle ısırmak; azı dişine vurmak — I, 304
- AZIGLIG: azı dişi belirmiş olan — I, 147
- AZILMAK: azılmak. I, 196
- AZIMAK: sızmak; gürültüden ağır duyar olmak, III, 253
- AZITGAN: daima yoldan çıkaran, azdıran, I, 155
- AZITMAK: yoldan çıkarmak, azıtmak — I, 208, 209; II, 234
- AZLANMAK: azımsamak, az görmek — I, 297
- AZMA: taşağının derisi yarıldığı için aşamayan koç — I, 130
- AZMAK: azmak, yoldan çıkmak — I, 93, 173
- AZRAK: daha az, III, 361
- AZU: iki şeyden birini dilemeyi anlatır, yahut, veya — I, 88, 429
- AZUK: azık, I, 7, 16, 66, 342. 381
- AZUK: yolunu kaybeden, nereye gltti ği ve nereden geldiği belli olmayan — I, 66 bkz. azak § azuk ok; nereden geldigi ve kimin attığı belli olmayan ok — § azuk munk; kaçan, yoldan ç ıkan, azan — I, 66
- AZUKLANMAK: azık sahibi olmak, I, 294
- AZUKLUG: azığı olan, azıklı — I, 148
- AZUKLUK: azıklık, azık için hazırlanmış şey — I, 150, 274
- BAÇAK: Isa’lıların (Hıristiyanların) orucu, pehrizi — 1, 411
- BAÇIG: and, sözleşme. I, 371 bkz. bıçıg, bıçgas
- BAÇIG: kılmak andlaşmak, ahidleşmek. I, 371
- BADAR: gürültülü ses anlatan bir kelime, tekrarlanarak kullan ılır, “patır patır” gibidir — l, 360
- BADAR: kılmak sesle çarpmak, itmek — I, 349
- BADGAMAK: güreşte ayak yakalamak, çelme vurmak, III, 288, 289 bkz. bagdamak
- BADIÇ: asma çardağı — I, 502 bkz. badıç
- BADIÇLIK: yıgaç üzüm asmalarına çardak yapılmak üzere ayrılan agaç, I, 502
- BADIÇ: asma çardağı, I, 295 bkz. badıç
- BADRARN: bayram, sevinç ve eğlence günü — III, 176 bkz. bedrem, beyrem
- BAG: bağ, düğüm, bağlanacak ip vb. ; odun vb, ba ğlamları — I, 409; II, 21; III, 152, 153
- BAG: bağ, üzüm asması — III, 152, 212
- BAGDAMAK: güreşte sarmaya almak, sarmalamak, ayak yakalamak, çelme vurmak, II, 364; III, 276, 277, 289 bkz. badgamak
- BAGDATMAK: güreşte sarmaya aldırmak — II, 327, 364, 365
- BAGIR: bagır; karaciğer — I, 272, 360; III, 85, 255 § ya bagr ı; yayın orta yeri, I, 360
- BAGIRÇAK: eşek semeri — I, 502
- BAGIRDAK: kadın göğüslüğü . I, 502
- BAGIRLAK: bağırtlak denen kuş, Pterocles, 1, 503, 505
- BAGIRLAMAK: bağrına vurmak; yayın tutamagını düzeltmek — III, 331
- BAGIRLANMAK: pıhtılaşmak, akar şey koyulaşmak, II, 264
- BAGIRLIG: kimseyi dinlemeyen — I, 494 § bedük
- BAGIRLIG: bagırsak merhametli; gönül alıcı — I, 502
- BAGIRSAMAK: canı ciğer istemek — III, 332
- BAGIRSUK: bağırsak — I, 502
- BAGIŞ: parmakların ve başka uzuvların ek yerleri; kamış ve benzerlerinin boğumları, I, 367
- BAGIŞLALMAK: bağışlanmak — III, 344 bkz. bagışlanmak
- BAGIŞLAMAK: bağışlamak — III, 334, 355
- BAGIŞLANMAK: bağışlanmak — III, 344 bkz. bagışlalmak
- BAGLAMAK: bağlamak — III, 292, 309 bkz. boglamak
- BAGLANMAK: bağlanmak — II, 238 bkz. boglanmak
- BAGLATMAK: baglatmak, bohçalatmak, II, 341
- BAGNA: merdiven basamağı — I, 434
- BAGRAM: kum geniş büyük kumluk yer, I, 484
- BAGRIKMAK: bağrı (ciğeri) göğüs kemiklerlne yapışmak — II, 227
- BAKA: kurbağa, I, 73; III, 226 § müriğüz baka; kaplumbağa — III, 226
- BAKAÇUK: bakanın küçültmesi, küçük baka; e ğe kemiği lle kol arasındaki et parçası — III, 226
- BAKAN: halka, toka — I, 399, 432 bkz. k ılide §altun bakan; altın halka — I, 339
- BAKANAK: çatal tırnaklıların iki tırnakları arası ve iki tırnaktan her biri — III, 177 bkz. bakayak
- BAKANLIG: halkalı, tokalı, I, 499 § bakanlıg kadış; halkalı, tokalı kayış — I, 499
- BAKANUK: at tırnaklarının ortasındaki tümsecik et parçası — III, 177 bkz. bakayuk
- BAKATURMAK: baka durmak — I, 73
- BAKAYAK: çatal tırnaklıların iki tırnakları arası ve iki tırnaktan her blri — III, 177 bkz. bakanak
- BAKAYUK: at tırnaklarının ortasındaki tümsecik, et parçası — III, 177 bkz. bakanuk
- BAKIG: bakma, bakış — I, 373
- BAKILMAK: bakılmak — II, 131
- BAKINMAK: bir şeyin sonuna bakmak ve düşünmek; beklemek, II, 142, 160
- BAKIR: Çin parası — I, 361
- BAKIR: bakır- I, 360
- BAKIRLIG: bakırlı, I, 495 § bakırlıg tag; bakırlı dag — I, 495
- BAKIRMAK: bağırmak — III, 186
- BAKIR: sokum Merih yıldızı — I, 361, 398; III, 40
- BAKIŞ: bakış, bakışma, gözle birbirine bakış — I, 367
- BAKIŞGAN: herkese göz ucu ile bakan — I, 519
- BAKIŞMAK: bakışmak (göz ucu ile)I, 170, 183; II, 103
- BAKITMAK: baktırmak, bakıtmak — II, 308
- BAKKU: tepe, yüksekçe yer — III, 226 bkz. baku
- BAKLAN: kuzı taze ve semiz kuzu — I, 444
- BAKMAK: bakmak — I, 102, 192, 340, 425; II, 16, 26, 33, 144, 250. 292; III, 23, 194. 272, 295, 440
- BAKU: tepe, yüksekçe yer, yoku ş — III, 219, 226 bkz. bakku
- BAKURMAK: baktırmak — II, 83
- BAL: bal, II, 267, 354; 111. 103, 156. 338 bkz. ar ı yagı
- BALA: kuş ve hayvan yavrusu — II, 274; III, 91, 232
- BALA: bir adamın içlerinde (çok kere çiftlik i şlerlnde) yardımcısı, çırağı — III, 232
- BALALAMAK: kuş yavrulamak — III, 92
- BALÇIK: balçık, sıvık çamur — 1. 248, 267
- BALDIR: çağı başında yapı1an iş ya da ilk olarak meydana gelen şey — I, 456
- BALDIR: üvey — I, 456 § baldır ogul; üvey oğul — 1, 456 § baldır kız; üvey kız — I, 456
- BALDIR: dağın burun gibi çıkan yeri — I, 456
- BALDIR: kuzu llk doğan kuzu — I, 456
- BALDIR: tarıg ilkbahar başında ekilen ekin — I, 456
- BALDIZ: karının kendinden kilçük kız kardeşi — 1, 457; III, 7
- BALDU: balta, I, 14, 418; III, 421
- BALIG: yaralı, I, 192, 242, 252, 407
- BALIK: çamur — I, 248 bkz.
- BALK: balık kale, şehir — I, 379
- BALIK: balık — 1. 73, 379; II, 216, 231, 233, 349
- BALIKÇIN: balıkçıl kuşu, I, 512
- BALIKLANMAK: balıklanmak; çamurlanmak; bir yerde kale yap ılrnak — II, 265
- BALIKLIG: çamurlu yer, I, 498
- BALIKLIG: balığı olan, balıklı — I, 498, 501
- BALIKMAK: yaralanmak — II, 119
- BALIKSAMAK: balık yemek istemek — III, 334
- BALK: çamur — I, 379 bkz. balık
- BALMAK: bağlanmak, II, 27 bkz. banmak
- BALU: balu — ninni — III, 232
- BAMAK: bağlamak; örgü yapmak, III, 224, 247, 250
- BANDAL: ağaçtan omuz başı şeklinde çıkarılan parça, bunu çocuklar al ıp yakarlar, geceleyin közünü blrbirlerine atarlar, Buna “ot bandal” denir — Çevgen oyununda oynan ır. I, 482
- BANMAK: bağlanmak, II, 27 bkz. balmak
- BANZI: bağ bozulduktan sonra asmaların üzerindeki üzüm kınntıları, neferneme — I, 422
- BAÑ: bağırma — III, 355
- BAR: var, mevcut. I, 44, 47, 84. 320, 341, 360, 373, 375, 427; II, 28, 40; III, 15, 147
- BAR: büyük — III, 147
- BARAGAN: çok varan, çok giden — I, 24, 33
- BARAK: çok tüylü kôpek — 1. 377
- BARAKLIG: köpeği olan kişi — I, 497, 501
- BARASI: varılacak, gidilecek — I, 33 § baras ı yer; gidilecek yer — I, 33
- BARÇA: bütün, hep — I, 210, 236, 399, 417; II, 213, 216, 312; III, 322
- BARÇIN: — ipekli kumaş — I, 153, 175, 216, 358, 509; III, 17, 28. 143, 156, 335, 338, 394 § yolak barç ın; ; yol yol çizgili ipek kumaş — III, 17
- BARDAÇI: gidici, varan — I, 24; II, 32, 48. 49
- BARDUKI: vardığı, varışı — II, 42; III, 309
- BARGALI: kaldı gideyazdı — I, 22
- BARGAN: mersin ağacı yemişi — I, 438 bkz. bazgan
- BARGAN: varan, giden, gidicl — II, 53
- BARGU: varılacak, gidilecek, I, 33; III, 211 §bargu yer; gidilecek yer — I, 33
- BARGUÇI: varıcı, gidici — II, 49, 54
- BARGULUK: gitmeyi hakeden (kimse) — I, 24; II, 56
- BARIG: kokmuş şey (yalnız kullanılmaz) — I, 372bkz. bırıg
- BARIG: gidiş — I, 24, 26, 27, 371; II, 55, 57, 58
- BARIGLI: varmayı, gitmeyi, dileyen; varmak, gitmek üzere olan (kimse) — I, 25; II, 57
- BARIGSAMAK: varmak, gitmek istemek — I, 281; III, 333 bkz. barsamak
- BARILMAK: varılmak, gidilmek — II, 130, 139
- BARIMSINMAK: gider gibi görünmek — II, 258, 259, 260
- BARINMAK: gider varır görünmek — II, 141, 158
- BARINMAK: aybaşı kanı boşanmak — II, 141
- BARIŞLIG: varılan, gidilen (yer); konuk odas ı, I, 370
- BARIŞMAK: birbirine gitmek, gitmekte yardım ve yarış etmek — II, 94
- BARK: bark, mülk-III, 333
- BARKIN: kişi kendini yolundan hiç bir şeyin alıkoymadığı yolcu — I, 440
- BARLIG: mallı, zengln — III, 438
- BARMAK: peyda olmak; vermek — III, 155 bkz. bermek
- BARMAK: varmak, gitmek. I, 20, 22, 24, 26, 27, 37, 38, 40, 43, 46, 66, 74, 85, 87 , 88, 96, 134, 167, 281, 294, 319, 327, 340, 354, 371, 384, 392. 398, 399, 403, 423, 430, 435, 445, 484; II, 6, 31, 32, 34, 35, 36, 38, 40, 42, 43, 45, 46. 47, 49, 53, 55, 58, 59, 60,
- BAR: mu var mış I, 430, 462
- BARS: pars, I, 344 bkz. pars
- BARS: pire, bit gibi ha/vanların ısırmasından hasıl olan kabarti — I, 348
- BARSAMAK: varmak, gitmek istemek, I, 281 bkz. bar ıgsamak
- BARS: bolmak kabarmak, I, 348
- BARS: yılı Türkler’in on ikili hayvan takvimindeki y ıllardan biri, pars yılı. I, 344, 346
- BART: su içilen bardak; şarap ve benzeri akıcı nesnelerin ölçüsü — I, 341 bkz. yart
- BART: burt tutmak ansızın her yandan yakalamak, I, 341 bkz. yart yurt tutmak
- BARTURMAK: vardırmak, göndermek I, 20; II, 171, 179; III, 424
- BARUÇI: varıcı, gidici — II, 52
- BAR: yigde iri iğde, Zizypha rubra — III, 147
- BASA: sonra — III, 224
- BASAN: ölü gömüldükten sonra yenilen yemek — I, 398, 399
- BASAR: dağ sarımsağı — I, 360
- BASARLIG: tag sarımsaklı dağ — I, 494
- BASIG: gece baskını yapılacak olan ve ansızın düşmanın yakalanacağı yer — I, 372
- BASIKMAK: düşman tarafından basılmak II, 116 bkz. bassıkmak basınçak er zayıf görülen, önem verilmeyen adam — I, 501
- BASINMAK: zayıf görmek; basmak; kahretmek, II, 116, 142, 165
- BASIŞMAK: basmakta yardım etmek — II, 100, 101
- BASMAK: basmak, üzerine çökmek, yıkrnak — I, 434, 516; II, 10, 74, 119, 165
- BASRUK: baskı, basrık — I, 466
- BASSIKMAK: basılmak, baskına uğramak, II, 116, 119, 228 bkz. basıkmak
- BASTURMAK: bastırmak; bağlamayı ve bastırmayı emretmek; bastırılmak — II, 171
- BASU: demir tokmak, III, 224
- BASURMAK: bastırmak, II, 77
- BASUT: yardım; arka; acıyan; yardımcı — I, 354, 459
- Baş: baş — I, 59, 70, 100. 102, 107, 125, 160, 171, 179, 193, 259, 273, 274, 290, 305, 307, 313, 336, 349, 384. 397, 399, 439, 492; II, 24, 105, 112, 135, 152, 153, 178, 179, 191, 233, 234, 281, 283, 293. 312, 326, 356; III, 9, 58, 64, 126, 133, 151. 169, 217, 230
- Baş: yara — I, 191, 192, 272. 386; II, 72, 240, 291, 294, 317; III, 53, 62, 85, 96, 151, 283, 301, 406
- BaşAK: okun veya mızragın ucuna geçirilen demir, temren; ok temreni, ok ba; a ğı — I, 378; II, 14, 129, 328; III, 220
- BaşAK: pabuç, I, 378; III, 417 bkz. başmak
- BaşAKLAMAK: başak, demir uç takmak, III, 337
- BaşAKLANMAK: ok temrenlemek, oka temren takılmak — II, 264. 265
- BaşAKLIG: başlı, temrenli — I, 497
- BaşAMAK: kertik yapmak, kertiklemek; agaçlar birbirine dayal ı olarak konmak . III, 265, 266
- BaşGAK: oyluk kemiklerinin üstü — I, 470
- BaşGAN: 50-100 rıtl ağırlığında büyük bir balık — I, 438
- BaşGIL: başı ak — I, 481 bkz. başıl § başgıl yılkı; başı ak, dört ayaklı hayvan — I, 481
- BaşIL: tepesinde beyazı bulunan. I, 392 bkz. başgıl § başıl koy; tepesinde beyazı bulunan koyun — I, 392
- BaşLAG: başıboş, bırakılmış — I, 461 § başlag yılkı; başıboş bırakılmış hayvan — I, 461 bkz. boş yılkı
- BaşLAMAK: başlamak, kılavuzluk etmek, komutanlık etmek, III, 291, 292
- BaşLANMAK: başlanmak; yönelmek; hayvan dağa doğru sürülmek; başaklanmak — II, 238; III; 235
- BaşLATMAK: başlatmak, II, 341
- BaşLIG: başlı, III, 227
- BaşLIG: yaralı — II, 172
- BaşMAK: pabuç — I, 378, 466; III, 417 bkz. ba şak
- BaşMAKLANMAK: başmak sahibi olmak, II, 274
- BaşNAK: er başında tulgası, eğninde zırhı olmayan kimse — I, 466
- BaşTAR: orak — I, 455
- BATGA: üzerinde külâh yapmak için yünve keçe kesilen tahta — I, 424
- BATIG: batak; ırmak ve ırmağa benzer ; eylerin derin olan yerleri — I, 371
- BATLAMAK: kolalamak — III, 291 bkz. patlamak
- BATMAK: batmak, gözden kaybolmak, I, 528; II, 128, 293, 294
- BATMAN: batman — I, 444
- BATMUL: kara bibere benzer bir bitki, darü fülfül — I, 481 bkz. bibIi, butmul
- BATRAK: ucuna bir ipek parçası takılan mızrak — I, 465 bkz. bayrak
- BATRUŞ: bulanık, koyulaşmış (çorba vb — hakkında), I, 459 § batruş suv; bulanık su — I, 459
- BATRUŞMAK: birbirini batırmak, batırışmak. II, 203
- BATSIG: batı, garp — I, 463 § kün batsıg; gün batısı — I, 463
- BATURGAN: saklayan (kimse) — I, 515
- BATURMAK: saklamak; batırmak; bağlatnnak — II, 73; III, 192
- BAY: zengin, I, 349; III, 158, 239
- BAYA: az önce, I, 37
- BAYBAYUK: kelebek kuşu — III, 179
- BAYIK: doğru söz — III, 166
- BAYIN: koyu kırmızı, gelincik çiçeği rengi — III, 20 bkz. yipin, yipkil, yipkin
- BAYNAK: pislik, gübre. III, 175
- BAYRAK: bayrak — II, 205; III, 183 bkz. batrak
- BAYUMAK: zenginlemek, zenginleşmek. III, 274, 406
- BAYUTMAK: zenginletnıek — II, 325
- BAZ: yat, yabancı, garip. III, 148, 159 bkz. yat
- BAZGAN: mersin ağacının yemişi — I, ”18bkz. bargan
- BE: koyun melemesi bildirir — III, 206
- BEÇEL: sünnet edilmiş kadın; hadım edilmiş erkek; iğdiş edilmiş at ve başka hayvanlar — 1. 392
- BEÇKEM: alâmet, belge; ipekten veya yaban s ığırı kuyruğundan yapılan alâmet olup savaş günlerinde yiğitler takınırlar — I, 483 bkz. perçem
- BEÇKEMLENMEK: savaş gününde ve başka günlerde belge takınmak — II, 277
- BEÇKÜM: evin sofası — I, 484
- BEDÜK: büyük, I, 93, 360, 385, 499. 500 bkz. bedük
- BEDÜKLEMEK: büyük saymak — III, 340
- BEDÜMEK: büyümek — I, 319; III, 359
- BEDER: burhan heykel — I, 436 bkz. bedez burhan, burhan, furxan
- BEDHEZ: burhan heykel — I, 436 bkz. beder burhan, burhan, furxan
- BEDIZLIG: ev süslü ev — I, 507
- BEDMEK: göz zayıf görmek — III, 439
- BEDREM: bayram, sevinç ve eğlence günü. I, 263, 484; III, 176 bkz. badram, beyrem § bedrem yer gönül açan yer — I, 484
- BEDÜK: büyük — I, 94 bkz. bedük
- BEDÜTMEK: büyütmek, II, 300, 301
- BEG: bey, koca, evli erkek, I, 22, 35, 48, 49, 54, 64, 70, 78, 81, 82, 89, 97, 103, 168, 178, 182, 185, 199, 206, 212, 240, 249, 260, 274, 285, 287, 296, 300, 301, 302, 304, 320, 358, 362, 376, 378, 421. 424, 428, 462, 466, 486, 521; II, 8, 9, 10, 19, 21, 38, 75, 84,
- BEGEÇ: beyceğiz (küçültme ile birlikte acıma ve sevme bildirir I, 357
- BEGLEMEK: bey saymak, bey diye ad vermek — III, 292, 293
- BEGLENMEK: kadın evlenmek, koca sahibl olmak, koca edinmek — II, 239, 254
- BEGLIG: beylik — I, 362
- BEGSIK: bey gibı, beye benzer, III, 128
- BEK: muhkem, kavi, pek, sailam, sıkı — I, 333, 349, 455; III, 11 bkz. berk
- BEK: bekeç tekinlerin sanı — I, 357
- BEKIŞMEK: pekişmek, sağlamlaşmak. II, 105 bkz. beküşmek
- BEKITMEK: pekitmek, sağlamlaştırmak II, 309 bkz. bekütmek
- BEKLEMEK: beklemek, gözetmek; saklamak, hapsetmek; pekitmek; kapatmak — I, 504; III, 292, 445 bkz. berklemek
- BEKLENMEK: bekişmek, sağlamlaşmak; kapanmak, kapatılmak; saklannnak — II, 239
- BEKLEŞMEK: muahede yapmak, ahitleşmek; kapatmakta y»rdım etmek; beklemekte, gözetlemekte yardım etmek, II, 203, 204
- BEKLETMEK: bağlatmak; hapsettirmek; bekletmek, gözettirmek — II, 341
- BEKMES: pekmez — I, 440, 459 bkz. pekmes
- BEKNI: buğday, darı, arpa gibl şeylerden yapılan içki; boza — I, 434; III, 60, 81
- BEKREŞMEK: pekişmek. III, 278 bkz. bekrişmek
- BEKRIŞMEK: peklimek — III, 278 bkz. bekreşmek
- BEK: turmak yerinde, sağlam durmak, I, 455
- BEKÜMEK: berkişmek — III, 270
- BEKÜŞMEK: pekişmek, sağlamlaşmak. II, 105 bkz. bekişmek
- BEKÜT: gizli, saklı — III, 8 bkz. yaşut (yalnız kullanılmaz “yaşut” ile birlikte gelir)
- BEKÜTMEK: pekitmek, sağlamlaştırmak. II, 309 bkz. bekitmek
- BELEK: armağan, konuğun hısımlarına getirdiği armağan, bir yerden başka yere gönderilen armağan. I, 385, 408
- BELEKLEMEK: armağan kılmak, vermek, hediye etmek, I, 307; III, 340 bkz. beliklemek
- BELELMEK: batmak, bir şeye bulanmak, III, 196
- BELEMEK: koyun melemek — III, 206, 270
- BELGÜ: alâmet, nişan, im, belge, I, 427, 428
- BELGÜLÜG: belli- I, 354, 384, 528; II, 40; III, 160
- BELGÜRMEK: meydana çıkmak, belirnnek, açığa çıkmak — 1. 387; II, 172
- BELIK: yara yoklamak için kullanılan mil — I, 385
- BELIK: fitil, kandil fitill — I, 267, 385; II, 323
- BELIKLEMEK: armağan kılmak — I, 304 bkz. beleklemek
- BELIKLIK: kebez fitillik, fitll yapmak için hazırlanmış olan pamuk — I, 510
- BELIÑ: düşman gelmesi yüzünden halka düşen ürküntü ve korku — III, 370
- BELIÑÇI: çok korkak, çok ürkek — III, 371
- BELIÑLEMEK: belinlemek, korku ile uykusundan s ıçramak, hayvan habersizce bir şeyden korkup sıçrayarak ürkmek, III, 409
- BEL: kılmak bir kimseye dileğinden çok yemek vermek — III, 133
- BEN: ben — I, 31, 339 bkz. men
- BENEK: bakır para, I, 386
- BENEK: tane, habbe — I, 386
- BERGE: kamçı, III, 323 bkz. berke
- BERK: muhafaza edilmiş, tahkim edilmiş, sağlam — I, 349; III, 445 bkz. bek
- BERKE: döğme, sürmek için kullanılan deynek, kamçı — I, 427 bkz. berge
- BERKITMEK: berkitmek, sağlamlaştırmak — II, 340
- BERKLEMEK: saklamak, hapsetmek — III, 445, 446 bkz. beklemek
- BERKELENMEK: kanla dolmak; kamçı sahibi olmak, III, 201, 202
- BERKLETMEK: korutmak, muhafaza ettirmek, korumakla emretmek — III, 424
- BERTINMEK: berelenmek; el yorgunluğu peyda etmek, II, 237
- BERTIŞMEK: sertleşmek, birbirini kesmek ve yaralamak, II, 203
- BERTLENMEK: hırkalanmak, hırka giymek — III, 200 bkz. bertülenmek
- BERTMEK: berelemek — III, 425
- BERTÜ: hırka, pardesü — I, 416 bkz. partu bertülenmek h ırkalanmak, hırka giymek — III, 200 bkz. bertlenmek
- BERÜ: beri, tarafına. I, 35, 219; II, 55, 259; III, 65, 212, 245
- BESBEL: bir tel iplik, bir söğüm iplik I, 481
- BEŞ: sayıda beş — I, 121. 132; III. 125, 449
- BEŞINÇ: sayıda beşinci — I, 132; III, 449
- BEYREM: bayram, sevinç ve eğlence günü. I, 484; III, 176 bkz. badram, bedrem
- BEZEK: nakış, I, 385, 412; II, 99
- BEZELMEK: bezenmek, nakışlanmak. II, 131 bkz. bezenmek
- BEZEMEK: bezemek, nakışlamak. III, 263
- BEZENMEK: süslenmek, bezenmek — II, 142, 155 bkz. bezelmek
- BEZEŞMEK: nakşetmekte yardım ve yarış etmek, II, 99
- BEZETGEN: daima bezeten — II, 319
- BEZETMEK: bezetmek, süsletmek, II, 305, 318
- BEZGEK: titreme, tltreticl sitma — II, 289, 305 bkz. bezig
- BEZIG: titreme. , 385 bkz. bezgek
- BEZINÇ: ipek ve yün yumağı — III, 373
- B(E)Z(I)NÇ: dalları ve yaprakları kızıl olup, bağlarda biten ve ilâç olarak yenen bir bitki — III, 373
- BEZITMEK: Titretmek II, 305
- BEZMEK: titremek — I, 385; II, 8
- BEG: koca — III, 133 bkz. beg bel bel, III, 133
- BELEMEK: belemek, beşige bağlamak; bu!aştırmak, III, 270
- BERGIL: borç, verecek — I, 427
- BERIGLI: vermek isteyen, II, 58
- BERIGSEMEK: vermek istemek; vere yazmak — III, 334
- BERILMEK: verilmek — II, 131
- BERIM: verim, borç, verecek, I, 409; II, 185, 214; III, 288
- BERIMÇI: borçlu, I, 75, 409
- BERIMLIG: verimli; borçlu — I, 240
- BERIŞMEK: verişmek II, 94, 95
- BERMEK: vermek, gelmek bkz. barmak — I, 35, 63, 79, 97, 102. 120, 128, 130, 131, 210, 219. 243 274, 320, 321, 354, 357, 459, 498; II, 61, 83. 249, 343; III, 14, 46, 129, 133, 145, 166, 180, 212, 217, 220, 222, 226, 333, 355, 359, 362, 364, 371, 372, 448, 449
- BERT: efendisinin köleden her yıl aldığı vergi — I, 341
- BEŞIK: (beşik) beşik, I, 236, 248, 261, 275, 408; III, 58, 78, 185
- BEŞIKLIĞ: uragut beşikli, emzikli kadın — I, 509
- BEZ: bez; etle deri arasında bulunan bez — III, 123
- BIÇASI: biçecek, kesecek — I, 14; II, 70 § y ıgaç bıçası neñ
- BIÇGAS: üluslar vb — arasında yapılan and ve bağlantı — I, 459 bkz. baçıg, bıçıg
- BIÇGIL: eldeki, ayaktaki çatlaklar, b ıçılgın; yerdeki yarıklar ve çatlaklıklar — I, 480 bkz. bıçılgan § bıçgıl yer
- BIÇGU: bıçkı, bıçak, I, 13; II, 69
- BIÇGUÇ: makas, sındı — I, 452
- BIÇIG: and, sözleşme — I, 371 bkz
- BIÇILGAN: elde, ayakta ve yeryüzünde olan yar ıklıklar I, 519 bkz. bıçgıl
- BIÇILMAK: kesilmek, blçilmek — I, 15; II, 122, 356
- BIÇIM: kesim, dilim, I, 15, 395
- BIÇINMAK: kendi için doğramak; kendini dograr gibi göstermek; kendi ba şına doğramak — II, 141
- BIÇIŞ: büyüklerin konukluğuna, düğününe, davetine gidenlere verilen ipekll kuma ş — I, 366
- BIÇIŞMAK: biçmekte ve kesmekte yardım ve yarış etmek, II. 91, 92
- BIÇMA: biçme, kesme, I, 431 § bıçma yorınçga; biçilmiş yonca — I, 431
- BIÇMAK: kesmek, kestirmek I, 13, 15, 282, 338, 427, 434; II, 4, 268
- BIÇTURMAK: biçtirmek, kestirmek — II, 171
- BIÇUK: keslk, parçalanmış her çeyin yarısı, buçuk — I, 377
- BIDIK: bıyık, I, 377
- BIGRIG: çuval, dağarcık, tulum gibi ; eylerin tıka basa dolu olmasından sonra bu gibi şeylerde olan girinti ve çıkıntı — I, 461 bkz. bıgrıl,
- BUGRIL: bıgrıl tulum ve benzeri kapların dolunca hasıl ettiği büküntü, girinti ve çıkıntı — I, 481 bkz. bugrıl,
- BIGRIG: bıkın böğür, boş böğür, I, 399
- BILDIR: bıldır, geçen yıl, I, 456
- BIRIG: kokmuş — I, 372 bkz. barıg
- BIRKIG: atin veya eşeğin genizden ses çıkarması — I, 461 § at bırkıgı; atın ve eşeğin genizden ses çıkarması — I, 33
- BIRKIRMAK: homurdanmak, genizden ses çıkarmak — II, 171
- BIRUK: teşrifatçı, hakanın yanına, aşamasına göre büyükleri alan ve yer gösteren adarn ın adı — (aslı buyruktur), I, 378
- BI: kısrak, III, 88, 206. 310
- BI: böy denen böcek — III, 206 bkz. bög, böy
- BIBLI: darü fülfül 430 bkz. batmul, butmul
- BIÇEK: bıçak — I, 384, 473; II, 176, 196, 231, 260, 262, 271, 293, 310, 317, 325; III, 18. 82, 91, 126, 169. 254, 270, 273, 299, 350, 420, 442
- BIÇEKLEMEK: bıçaklamak, bıçakla vurmak. III, 340
- BIÇEKLENMEK: bıçak sahibi olmak — II, 265
- BIÇIN: maymun — I, 346, 409
- BIÇIN: yılı Türkler’in on ikili yıllarından biri. I, 346, 409
- BILDÜZMEK: bildirmek, öğretmek — II, 202
- BILE: ile, beraber. I, 44, 82, 100, 170, 237, 242, 248, 354, 389, 417, 430, 434, 469, 528; II, 5, 22, 28, 79, 97, 128, 176, 212, 214, 215, 219, 226, 343; III, 11, 15, 22, 66, 71, 101, 166, 392, 393, 443
- BILEGÜ: bileği — I, 447
- BILEK: bilek, I, 325, 385, 518; II, 148, 214
- BILEKLIG: bilekli, güçlü kuvvetli — I, 509, 511
- BILEMEK: bilemek, II. 260, 325; III, 270, 272
- BILEMSINMEK: biler görünmek — II, 260, 262
- BILETMEK: biletmek — II, 310, 325
- BILEZÜK: vez)k, I, 518; II, 82
- BILEZÜKLENMEK: bllezik takınmak — III, 205
- BILGE: bilge, hakim; akıllı, bilgin, alim — I, II, 51. 88, 207, 385, 388, 419. 428; III, 45, 46, 59, 137, 155, 158, 212, 303, 370, 380, 440 § bilge beg; bilgin, ak ıllı ve hakim bey — I, 428 § bügü
- BILGE: akıllı kişi, I, 428 § külüg bilge; ünlü ki şi — 1. 428
- BILGEDMEK: akıllanmak — II, 340, 341 bkz. bilgetmek
- BILGELENMEK: akıllanmak, akıllılaşmak — III, 202
- BILGETMEK: akıllanmak — II, 340 bkz. bilgedmek
- BILGIMSINMEK: kendini akıllı gösternnek — III, 202
- BILIG: akıl, us; hikmet; bilgi — I, 61, 89, 92, 119, 140, 232, 252, 261, 385, 386, 467. 511; II, 22, 148. 243; III, 81, 228, 358, 385, 393
- BILIGIN: bilgi ile, II, 91
- BILIGLIG: bilgili — I, 510
- BILIGSEMEK: akıllanmak; akıllı olmak istemek — III, 334
- BILIGSLZLIK: bilgisizlik — I, 440
- BILIMSINMEK: bilir görünmek — I, 262
- BILINÇEK: bir zaman sonra hırsızın veya başkasının elinde bulunan her çalınmış malın adı — I, 510 § bilinçek neñ
- BILINMEK: kendi işini bilmek; itiraf etmek; bilinmek, anla şılmak — II, 23, 143, 228
- BILIŞ: biliş, tanış; bilen, bilici — I, 12, 367
- BILIŞMEK: bilişmek, tanışmak, II, 107; III, 71, 188
- BILMEDÜK: bilinmemiş, tanınmamış, bilinmeyen, tanınmayan — III, 160
- BILMEK: bilmek I, . 11, 12, 22, 38, 44, 63, 127, 212, 300, 332, 394, 425, 456, 510; II, 22; III, 20, 222, 233, 259, 359, 372
- BILMIŞ: bilinmiş, tanınmış, bilinen tanınan — III, 160
- BILSIKMEK: bilinmek I, 21
- BILTÜRMEK: ögretmek, bildirmek — II, 176
- BIR: bir — I, 15, 48, 50, 75, 107, 185, 186, 187, 189, 196, 219, 231, 232, 237, 239, 241, 258, 274, 283, 288, 296, 318, 321, 322, 329, 341, 349, 358, 369, 373. 382, 385, 387, 389. 391, 395, 396, 397, 398, 427, 429. 444, 523; II, 26, 42, 89, 92, 93, 94, 103, 107,
- BIRIN: birin birer birer — III, 360
- BIRINÇ: sayıda birinciIII, 373
- BIRLE: ile, beraber — I, 49, 61, 157, 167, 177, 180. 181, 182, 184, 185, 186, 190, 221, 231, 233, 234, 235, 236, 237, 240, 242, 333, 367, 371, 414, 424, 430, 474, 518, 519, 520; II, 3, 26, 77, 87, 88, 89, 91, 92, 93, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 102, 106, 107, 108, III,
- BIRTEM: uzun müddet — I, 484
- BISTE: tecimeni evinde konuklatıp onun mallarını satıveren ve koyunlarını toplayan ve tecimen giderken yirmi koyunda bir alan şahıs — III, 71
- BISTIK: eğrilmek üzere hazırlanmış, atılmış pamuk sümeği I, 476 bkz. pistik
- BISTIK: fitil-I, 476 bkz. pistik
- BIT: bit — I, 320, III, 291 § tarıg biti tahıl biti — I, 320
- BITI: gökten inen kitaplardan her biri. III, 217
- BITIG: yazma, yazı, bkz. bitik
- BITIGÜ: Türk diviti ve başka divitler. III, 174
- BITIK: kitap; mektup, yazma, yazı, yazış; yazılı şey, kâğıt, |, 71, 156, 186, 197, 202, 212, 226, 232, 302, 384, 459; II, 7, 21, 39, 75, 88, 95, 113, 119. 127, 131, 133, 139, 140, 145. 149, 160, 298, 318, 320, 321, 325, 333; III, 59. 64, 94, 105, 254, 305, 353, 43
- BITIK(G): muska, afsun, üfrük — I, 384; III, 164
- BITIKLIG: yazı yazılacak nesne sahibi — I, 508, 511
- BITIKLIK: yazı yazılmak için hazırlenan şey — I, 508
- BITILGEN: daima yazılan — I, 521
- BITILMEK: yazılmak. II, 119, 139, 160; III, 119
- BITİMEK: yazmak — II, 325
- BITINMEK: yazılmak, yazınmak, kendisi için başkasının yardımı olmaksızın yazmak, II, 139, 140, 141, 160
- BITIŞMEK: yazmakta yardım ve yarış etmek — II, 88, 113
- BITIŞMEK: ikrar etmek, II, 88
- BITITDECI: yazdırıcı. II, 318
- BITITEÇI: yazdırıcı — II, 318
- BITITGÜ: yazdıracak — II, 321 § bitig bititgü oruñ; yazı’ yazdıracak yer — II, 321
- BITITKÜÇI: yazdırıcı. II, 318
- BITITMEK: yazdırmak — II, 298, 299, 312, 325
- BITITMIŞ: yazılmış — II, 320 § bititmiş bitik; yazılmış yazı, eser — II, 320
- BITLEMEK: bit aramak — III, 291
- BITRIK: fıstık — 1. 476 bkz. buturgak
- BITRIK: kadınların avret yerinde bulunan dilcik, d ılak — I, 476
- BIZ: biz, I, 24, 25, 46, 94, 325, 341, 452, 509; II, 61, 66. 68, 274; III, 370 bkz. miz
- BIZI: ekmeğin üzerinde yanmaktan dolayı peyda olan siyahlık — III, 223
- BOD: boy — I, 412 bkz. bod
- BODUG: renk; boya — I, 175 bkz. bodug
- BOD: boy, kamet — III, 121, 216 bkz. bod
- BOD: toy kuşu — III, 121
- BOD: misk ile râmek’ten yapılan şey — III, 121 §bod moncuk; cariyelerin misk ile râmekten yaparak takındıkları boncuk — III, 121
- BODLUG: boylu, III, 121, 138, 156
- BODUG: boya; kına — II, II, 304 bkz. bodug
- BODUMAK: boyamak; yapıştırmak — III, 260
- BOG: bohça, boğ, eşya konan heybe — II, 133, 141; III, 127
- BOGARMAK: ağaca kertik kertmek, II, 80 bkz. bogramak
- BOGAZ: boğaz, I, 364; II, 244 bkz. boguz
- BOGIM: boğum — I, 395 bkz. bogum, bogun
- BOGLAMAK: boğlamak, bohçalamak — III, 292 bkz. baglamak
- BOGLANMAK: bohçalanmak, II, 239 bkz. baglanmak
- BOGLUNMAK: boğulmak, II, 239
- BOGMAK: boğmak, I, 86; II, 14, 24, 173; III, 406
- BOGMAK: gömlek düğmesi. I, 466
- BOGMAK: gerdanlık, gelin gerdanlığı — I, 466
- BOGMAKLALMAK: düğmelenmek — III, 350 bkz. bogmaklamak, bogmaklanmak
- BOGMAKLAMAK: düğmelenmek — III, 350, 351bkz. bogmaklalmak, bogmaklanmak bogmaklanmak
- BOGNAKLANMAK: bulut parça parça olmak — II, 274
- BOGRA: her hayvanın aygırı, boğa, deve aygırı, pohur — I, 187, 188, 420, 443, 521, 11. 223, 287, 334; III, 254, 282, 293
- BOGRALANMAK: pohurlanmak, pohurlaşmak — III, 200, 201
- BOGRAMAK: ağaçta kertik kertmek — II, 80; III, 277 bkz. bogarmak
- BOGRUŞMAK: ağaç yontmakta yardım ve yarış etmek — II, 203
- BOGSUK: kölelerin boyunlanna geçirilen lâle — I, 465 bkz. bohsuk
- BOGTURMAK: boğdurmak, II, 171
- BOGULMAK: boğulmak, II, 131
- BOGUM: boğum — I, 399 bkz. bogım, bogun
- BOGUN: boğum — I, 399 bkz. bogım, bogum
- BOGUNDI: hayvanların sidikliği, mesane (yalnız hayvanların, insanların değil) . 1, 449 bogunmak
- BOGURDA: saç kıvırcık saç — I, 488
- BOGUŞMAK: birbirini boğmak — II, 101
- BOG(U)Z: boğaz — II, 24, 130, 290, 306; III, 264 bkz. bogaz
- BOXSUK: kölelerin boyunlarına geçirilen lâle — I, 465 bkz. bogsuk
- BOXSUKLANMAK: eli boynuna bağlanmak — II, 272
- BOXTAY: elbise bohçası, heybesi — III, 239 bkz; boxtuy
- BOXTUY: elbise bohçası, heybesi — III, 239 bkz. boxtay
- BOK: bok — III, 129
- BOKA: boğa — II, 79; III, 226
- BOKADMAK: boğalanmak, boğa olmak, II, 308 bkz. bokatmak
- BOKATMAK: boğalanmak, boğa 0111^. II, 308 bkz. bokadmak
- BOKLAMAK: boklamak, pislemek — III, 292
- BOLGU: olma, oluş — I, 139
- BOLMAGU: olmayacak (iş vb. ) — § boldiñ erinç
- BOLMAGU: ; olmayacak bir şey oldun — III, 245
- BOLMAK: olmak — I, 26, 36, 37, 42, 47, 49, 51, 53, 54, 55, 59, 62, 64, 66, 69, 75, 79, 82, 89, 92, 93, 95, 104, 115, 138, 139, 186, 192, 200, 205, , 219, 243, 250, 251, 252, 288. 307, 309, 318, 322, 325, 326, 330, 333, 342, 348, 349, 358, 369, 390, 400, 402, 410, 42
- BOLMIŞ: olmuş — I, 93 § bolmuş aş; olmuş (pişmiş) yemek — I, 93
- BOLUŞ: sözle yardım — I, 367
- BOLUŞ: kılmak sözle yardım etmek — I, 367
- BOLUŞMAK: birinden yana çıkmak, birinin dileğine uymak — II, 108
- BOR: şarap, süci — III, 119, 121
- BORGUY: üflenerek öttürülen boru — III, 241
- BORI: ok ucuna geçirilen temren oyu ğu halkası; hokka ve taş gibi şeylerin yarılmaması için ağızlarına geçirilen halka — III, 220
- BORIK: huy, gidiş — I, 378 bkz. yorık, yoruk
- BOŞ: boş hür, ergin; boşanmış; sölpük, pörsük gevşek; salıverilmiş, boşaltılmış. I, 330; III, 124, 125 § boş yılkı; başıboş salınmış hayvan sürüsü, I, 330 bkz. ba şlag yılkı — I, 461 § ol işler boş; o kadın boştur; — o kadını boşadı, bıraktı, unuttu, I, 330
- BOŞANMAK: (kadın) boşamak, bağı çözülmek, II, 142
- BOŞATMAK: boşaltmak; çözmek, çözülmek, bırakılmak, (kadın) boşatmak — II, 306, 307
- BOŞGUNMAK: boş kalmak, boş olmak, işten yorulmak — II, 238 bkz. boşunmak
- BOŞ: kılmak bırakmak, azat etmek, I, 330
- BOŞLAGLANMAK: kızmak, öğüt tutmanıak — II, 272
- BOŞUG: hanın, elçiye dönmesi için izin vermesi, izin — I, 372 §
- BOŞUG: aşı izin yemeği, I, 372
- BOŞUGU: salıverme zamanı, I, 446
- BOŞUMAK: boşalmak; boşanmak, çôzulmek, gevşemek; izln verip bırakmak; boşamak — III, 266
- BOŞUNMAK: boşalmak — II, 238 bkz. boşgunmak
- BOŞUTGAN: çok yumuşaklık (ishal) veren, çok yumuşatan — I, 514
- BOŞUTMAK: bırakmak, boş bırakmak, serbest bırakmak; yumuşaklık, (ishal) vermek, I, 210
- BOTU: potuk, deve yavrusu — I, 120; II, 341 bkz. botuk
- BOTUK: potuk, deve yavrusu — III, 218 bkz. botu
- BOY: boy, ulus, kavim, kabile, aşiret; hısım — I, 44, 51, 237, 238, 338; II, 209, 274, 316; III, 141
- BOY: yenilen bir ot, poy otu — III, 141
- BOYIN: boyun, tutamak, III, 169 bkz. boyun
- BOYMAŞMAK: dolaşmak, açılmamak (ip gibi şeyler ve işler), karışmak — III, 194
- BOYMUL: boynunda beyazlık olan hayvan, moymul — III, 176
- BOYNAK: dağ boynu, belen — III, 175
- BOYNAK: yılana ağı veren keler, III, 175
- BOYNAMAK: kurulmak, gururlanmak, böbürlen-mek, mağrur olmak, dik başlı o1mak — I, 226; III. 377
- BOYNATMAK: dik başlılık ettirmek — II, 357
- BOYUN: boyun — I, 127, 213, 370, 518; II, 3, 74, 76, 164, 180, 218, 219, 233, 235, 236; III, 194, 230, 248, 288, 325. 427, 431 bkz. boyın
- BOYUNDURUK: boyunduruk — III, 179
- BOYUNLAMAK: boyuna vurmak — III, 145
- BOZ: boz reflk — II, 12; III, 122, 224
- BOZLAMAK: ses vermek, bağırmak; bozlamak — I, 120; III, 291
- BOZLATMAK: böğürtmek, II, 341
- BOZMAK: bozmak, yıkmak — II, 8
- BOZUK: bozuk, kırık yıkık, I, 378
- BOZULMAK: bozulmak, yıkılmak — II, 131
- BOZUŞMAK: bozmakta yardım ve yarış etmek, II, 99
- BÖG: bir çeşit örümcek, böğ — III, 131, 141 bkz. bi, böy
- BÖGRÜL: bögrü ak olan hayvan — I, 481 § bögrül at; bö ğürleri ak olan at — I, 481
- BÖGÜR: böğrek, böbrek — I, 316
- BÖGÜRLEMEK: böğüre vurmak; harp safını karşılaşmadan sağ veya soldan vurup yenmek — III, 332, 345
- BÖK: aşığın sırtının, tümseğinin yukarı gelmesi, III, 130 bkz. çik bök
- BÖKE: turmak bükülmek, eğilmek III, 231
- BÖKMEK: eğilerek yere kapanmak, yemekten b ıkıp, doyup usanmak, bıkmak, gözü doymak, kanmak. II, 18, 19 bkz. bükmek
- BÖKÜTMEK: doyurmak, bıktırmak II, 309
- BÖLÜK: bölük-I, 385
- BÖLÜKMEK: hayvanlar bölüklere aynlmak — II, 118
- BÖÑ: iri yarı, yoğun, obur — III, 354
- BÖÑ: ağır bir şeyin düşmesiyle çıkan ses — III, 354
- BÖRI: kurt — I, 36
- BÖRK: başlık, külâh, börk, I, 349; II, 93, 281, 303; III, 175, 200, 336, 351, 361 § kuturma
- BÖRK: önde, arkada iki kanadı bulunan külâh — I, 490 § sukarlaç börk uzun külâh — I, 493 § kad ıglıg börk kenarlı, kıyılı külãh — I, 496
- BÖRKÇI: takkeci, serpuşçu, külâh yapan ve satan — I, 26; II, 41, 52
- BÖRLEYÜ: kurt gibi I, 189
- BÖRÜÑ: suların yerde yaptığı yarıklar — III, 370
- BÖY: bir çeşit örümcek — III, 141, 206 bkz. bi, bög
- BÖZ: bez — I, 21, 49, 117, 152, 382, 477; II, 129, 308, 337, 345, 365; III, 51, 69, 101, 122, 198, 208, 291, 296, 352
- BU: bu — I, 34, 36, 46, 49, 64, 72, 74, 77, 94, 126, 128, 132, 136, 141, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 186, 190, 193, 197, 204, 230, 235, 238, 244, 246, 253, 255, 259, 266, 270, 288, 291, 292, 294, 297, 313, 315, 318, 323, 326, 329, 340, 362, 373, 374, 376, 391,
- BU: buğ, buhar, bugu — III, 206
- BUÇ: buç kuşun ötmesi için “güzel güzel” yerinde söylenen bir söz, II, 290
- BUÇGAK: bucak; açı, zaviye ve benzeri — I, 465
- BUÇGAK: kesilmiş hayvan derisinden çarık yapılan uçlar — I, 465
- BUÇGAK: kutur — I, 465
- BUÇGAKLANMAK: köşelenmek — II, 273
- BUÇI: bir çeşit kubuz; iyi ses veren, çok inleyen ut — III, 173, 219
- BUÇ: kubuz inleyen utlardan bir ut — III, 173
- BUDGAY: buğday — III, 240 bkz. bugday
- BUDUN: halk, ulus kavim, I, 155, 238, 239. 241, 352, 438, 439; II, 216, 223, 250; III, 398, 420 bkz. budun, buyun § budun başkanı
- BUDUNLUG: bukunlug ulusu, oymağı olan — I, 499
- BUDURSIN: bıldırcın — I, 513
- BUDMAK: buymak, donmak ve ölmek — III, 439
- BUDUN: halk, kavim, ulus — I, 45, 231. 398, 466, 512; II, 110, 127, 211, 216; III, 4, 47, 69. 75, 80, 90, 147, 185 bkz. budun, buyun
- BUDUŞMAK: bir şey açılmak, ayrılmak (eğri bacaklar gibi), ap; ak olmak — II, 93
- BUDUTMAK: soğukta dondurarak öldürmek — II, 302 bkz. yudutmak
- BUGA: Hindistan’dan getirilen bir ilâç, III, 224
- BUGDAY: buğday — II, 235, 319, 363; III, 4, 73, 240, 254, 325 bkz. budgay
- BUGRIL: tulum ve tuluma benzer dolu kapların hasıl ettiği büküntü, girinti ve çıkıntı. I, 481 bkz. bıgrıg, bıgrıl
- BUXSAMAK: kabul etmemek; zorla yapmak — III, 284
- BUXSATMAK: dik başlılık ettirmek, II, 335
- BUXSI: pişmiş buğday ile badem içl üzerine bal ve süt ile yap ılmı; bulamaç dökülerek meydana getirilen bir yemek — I, 423
- BUXSUM: boza, darıdan yapılan bir içki — I, 485
- BUJIN: çöpleme denilen ağılı bir ot — I, 398
- BUK: içi boş şeylerin yere düşerken çıkardıkları ses — III, 129
- BUKAÇ: su kabı, topraktan yapılan çömlek ve benzeri şeyler, I, 357, 411
- BUKAGU: hırsızların ellerlne vurulan kelepçe — I, 446
- BUKAK: kuş kursagı. II, 285
- BUKMAK: bükmek, kıvırmak, II, 16
- BUKRAMAK: hayvan sıçramak, çamışlık etmek — III, 279 bkz. bukrımak
- BUKRIMAK: hayvan sıçramak, çamışlık etmek — III, 279 bkz. bukramak
- BUKUK: çiçek topluluğu; çiçek tomurcuğu. II, 285
- BUKUK: boğazın iki yanında deri ile et arasında peyda olan et bezleri — II, 285
- BUKUKLANMAK: tomurcuklanmak, kabarmak — I, 437; II, 285
- BUKUKLUG: er boğazı urlu adam, I, 497
- BUKULMAK: bükülmek, burkulmak, toplannnak — II, 131, 132
- BUKUNMAK: bükmek, kıvırmak — II, 142, 143
- BUKURMAK: indirmek — II, 82, 83
- BUKURSI: sapan demiri. III, 242
- BULADMAK: tencere buğusunda pişirtmek — II, 310 bkz. bulatmak
- BULAK: at boyu kısa, sırtı geniş at — I, 379
- BULAMAK: pişirmek — III, 270
- BULAN: Kıpçak illerinde avlanan büyük bir yaban hayvan ı — I, 413
- BULATMAK: tencere buğusunda pişirtmek — II, 310 bkz. buladmak
- BULDUKMAK: bulunmak — II, 227
- BULDUNI: içerisine yaş ya da kuru üzüm konan hoşmerim — I, 492
- BULDUR: buldur güldür güldür, I, 456
- BULDUR: buldur etmek güldür güldür etmek — l, 456
- BULDUZMAK: buldurmak — II, 202
- BULGAK: düşman gelmesi yüzünden halk arasına düşen karışıklık — I, 467 bkz. bulga;
- BULGAK: bulanık — III, 320 bkz. bulgayuk
- BULGAMA: yağsız ve tatsız bulamaç — I, 491
- BULGAMAK: bulandırmak, karıştırmak, bulanıp kusayaznnak; öfkelendirmek — III, 289, 320
- BULGAMAK: can sıkmak (yalnız kullanılmaz). III, 291 § bulgamak telgemek can s ıkmak — III, 291
- BULGANMAK: bulanmak; kızmak, öfkelenmek; karışmak, II, 238, 242; III, 21
- BULGAŞ: düşman gelmesi üzerine halk arasına düşen karışıklık. I, 460 bkz. bulgak
- BULGAYUK: bulanık — III, 179 bkz. bulgak
- BULGUNA: ılgın ağacına benzer gevrek, kırmızı bir agaçtır, develer yer, I, 492 bkz. malguna
- BULIT: bulut — I, 138, 139, 173, 186, 212, 251. 257, 258, 354, 376; II, 222, 223; III, 50, 147, 282, 298, 319, 398 bkz. bulut
- BULITLANMAK: bulutlanmak — II, 264
- BULMADUK: bulunmamı; — I, 419
- BULMAK: bulmak — I, 123, 215, 304, 360, 384, 398, 407, 445, 463, 508; II, 21, 22. 29, 316; III, 12, 90, 440
- BULMIŞ: bulunmuş — III, 361
- BULNAMAK: esir etmek, tutsak etmek — I, 60, III, 29, 301
- BULNATMAK: esir ettirnnek — II, 350
- BULUN: esir, tutsak, I, 215, 307, 399; II, 150, 307; III, 63, 85, 97
- BULUÑ: köşe, bucak, zavlye — II, 371
- BULUNMAK: bulunmak — II, 143
- BULUŞ: kişinin yaptığı bir işten elde ettiği kazancı, kâr — I, 367
- BULUŞMAK: buluşmak, II, 107, 110
- BULUT: bulut — III, 39, 190, 217 bkz. bul ıt
- BURBAG: işi uzatma, işi yarına bırakma, sürüncemede bırakma — I, 461 bkz. yurbag
- BURBALMAK: karışmak, II, 228, 229
- BURBAMAK: işi sallamak, savsaklamak, üzerine du şmemek — III, 275 bkz. buybamak, yubalmak, yubamak, yubanmak
- BURBaşMAK: karışmak — II, 203, 227
- BURBATMAK: karıştırmak ve geciktirmek — II, 327 bkz. yap yup k ılmak, yubatmak, yubılamak, yuplamak
- BURÇAK: burçak — I, 466
- BURÇAK: ter taneleri — I, 466
- BURÇAKLANMAK: burçaklanmak; (akar hakkında) tane tane akmak, burçak burçak olmak, l, 466; II, 273, 279
- BURDUZ: bahçe, bostan — I, 457 (öz Türkçe de ğil)
- BURXAN: put, buda — I, 343, 436, III, 84 bkz. beder burhan, bedez burhan, furhan
- BURIŞ: deride ve elblsedeki buruşukluk, I, 367 bkz. burkug
- BURKI: ekşi yüz, kırışık I, 18, 427
- BURKITMAK: (yüz) buruşturmak, ekşitnnek — II, 339
- BURKUG: deri ve deri gibi şeylerin büzülmesi — I, 461 bkz. bur ış
- BURKURMAK: buruşmak, büzülmek. II, 171, 188
- BURMAK: kokmak (iyi), buğusu yükselmek, buğulanmak — II, 6; III, 180
- BURSLAN: aslında “bebür” denen hayvan; erkek ad ı — III, 418
- BURT: kâbus, karabasan — I, 341; II, 10 § köti burt; kâbus, I, 341
- BURTA: altın kırıntıları. I, 416
- BURTALAMAK: altın varaklar veya kınntılar yapıştırmak — III, 351, 352
- BURTALANMAK: altın kırıklan lle süslenmek — III, 200
- BURUN: burun, öne doğru çıkınti yapan yer; önce — I, 375, 398, 412, 515. 518, 524, II, 85, 313; III, 107, 273 § kıval burun
- BURUNDUK: /ular, buruna geçirilen yular, burunduruk, I, 501; II, 16 buru ışg ok atımı yer — llt, 370
- BURUNLAMAK: buruna vurmak, III, 341, 342 buruşmak (yüz) buru; mak — II, 94 burutmak buğulandırmak, kokutarak yellenmek — II, 302
- BUŞAK: içi sıkıntılı, mükedder I, 154, 378 bkz. buşgan, puşak
- BUŞGAN: içi sıkıntılı, mükedder — I, 154 bkz. buşak, puşak
- BUŞGUT: çırak — I, 451
- BUŞGUTLANMAK: çırak, çömez sahibi olmak — II, 270 bkz. tu şgutlanmak
- BUŞMAK: sıkılmak, can sıkılmak, usanmak — I, 373; II, 12, 145; III, 262 bkz. pu şmak
- BUŞUG: can sıkıntısı. I, 373 bkz. puşug
- BUŞULGAN: (ş) eli işe yatkın — III, 53
- BUŞURMAK: can sıkmak — II, 78
- BUT: but, I, 254; III, 120
- BUT: değerli ve büyük peruze — III, 120
- BUT: büyük bir adamın armağanını getirene verilen bahşiş, III, 120
- BUTAK: budak, dal — I, 44, 159, 168, 277, 377; II, 264 bkz. but ık
- BUTAKLAMAK: budamak — III, 336, 337 bkz. butıklamak, butımak
- BUTAKLANMAK: budaklanmak, tomurcuklanmak, kollar ı ayrılmak. II, 264, 269
- BUTANMAK: budanmak — II, 141
- BUTAR: hasır dokumasında kullanılan ip, I, 360
- BUTIK: budak, dal, ağaç — I, 377; III, 19, 55, 58, 78, 83, 95 bkz. butak
- BUTIK: küçük testi, kırba, boduç — I, 377
- BUTIK: atın ayak derisi çıkarılarak yapılan tulum, I, 377
- BUTIKLAMAK: budamak — III, 336, 337 bkz. butaklamak, but ımak
- BUTIMAK: budamak — III, 337
- BUTLAMAK: buduna varmak; budunu ısırmak, III, 291
- BUTLU: devenin burnuna geçirilen burunsal ık; (deve) burnundaki yumuşak yer, I, 430; II, 16
- BUTMUL: karabibere benzer bir bitki, darü fülfül I, 481 bkz. batmul, bibli
- BUTURGAK: pıtrak, fıstık biçlminde çengelli bir diken-I, 502 bkz. bitrik
- BUYBAMAK: savsaklamak, yüz üstü bırakmak — III, 310 bkz. burbamak, yubamak
- BUYUN: kavim, ulus — III, 169 bkz. budun, budun
- BUYURMAK: buyurmak, emretmek III, 186 buz buz, I, 186, 353, 425; II, 214, 346; III, 123, 297
- BUZAGU: buzağı I, 59, 446, 528; III, 91
- BUZAGULAMAK: buzağılamak, buzağı doğurmak — III, 91
- BUZLUK: buzluk, içerisine buz konularak yaz için saklanan yer, I, 466
- BUZTILI: sıçan gibi küçük bir hayvan — I, 446
- BÜDIK: oynayış, zıplayış, raks — I, 412 bkz. büdik
- BÜDIK: oyun, raks, III, 259 bkz. büdik
- BÜDIMEK: oynamak, raksetmek, III, 259
- BÜDÜŞMEK: oyunda ve raksta yarışmak. II, 93
- BÜDÜTMEK: oynatmak. II, 302
- BÜGDE: hançer — I, 31, 418; III, 272 bkz. bükte
- BÜGDELEMEK: hançerlemek, III, 352 bkz. bükdelemek
- BÜGLÜNMEK: toplanmak, birikmek. II, 239
- BÜGMEK: durdurmak, hareketine mani olmak; kapanmak, sed çekilmek, toplanmak; bükülmek, I, 100; II, 19 bkz. bükmek
- BÜGRI: (bukri) eğri büğrü — I, 219. 420
- BÜGÜ: bilgin, akıllı, hakim. I, 428; III, 228, 303 bkz. bükü
- BÜGÜ: bilge akıllı — III, 228
- BÜGÜLMEK: büğenmek, önü büğenerek toplanmak ve çoğalmak — II, 132
- BÜGÜŞMEK: su büğemekte yardım ve yarış etmek, II, 105
- BÜK: bük , sık ağaçlık — I, 245, 260, 333
- BÜK: köşe, bucak, I, 333
- BÜK: tomurcuk. I, 233
- BÜKDELEMEK: hançerlemek. III, 352 bkz. bügdelemek
- BÜKE: ejderha, büyük yılan — III, 227
- BÜKEN: karpuz, hint kavunu — I, 399
- BÜKIN: erliksiz, puluç, I, 399
- BÜKLÜNMEK: kıvrılmak — II, 239
- BÜKMEK: durdurmak, toplanmak, bükmek I, 100 bkz. bügmek
- BÜKMEK: yere kapanmak, yemekten doyup, usanmak, doymak, kanmak, II, 18, 19 bkz. bökmek
- BILKSEK: kadının göğsü ile boynu arasında gerdanlık takılan yeri. I, 476
- BÜKSÜKLENMEK: kızda meme tomurmak — II, 277
- BÜKSÜLMEK: çatlamak, yanlmak — II, 229
- BÜKTE: hançer-I, 31 bkz. bügde
- BÜKTEL: orta boylu (insan hakkında); yassı arkalı, oturamaklı (at hakkında). I, 481
- BÜKTIR: dağlardaki çukur ve sert yerler; da ğların inişli çıkışlı yerleri, I, 455, 456
- BÜKÜ: bilgin, akıllı, hakim. III, 228 bkz. bügü
- BÜKÜ: bilge bilgin, akılli, hâkim. III, 228
- BÜKÜLMEK: bükülmek; kesilmek — I, 437; II, 132, 285
- BÜKÜM: etük kadın pabucu, I, 395 bkz. mükim, mükin
- BÜKÜN: kör bağırsak — I, 399
- BÜKÜŞMEK: bükmekte yardım etmek, II, 105
- BÜL: zaman geçerek eskiyen herhangi bir şey, 1, 335 § bül at; ayakları sekili olan, ayaklarında aklık bulunan at — I, 335 § bül tarıg; üzerinden yıllar geçerek tadı bozulan tahıl — I, 335
- BÜN: çorba, I, 31 bkz. mün
- BÜRGE: pire — I, 427
- BÜRGE: kişi bir yerde durmayan, zevzek, taşkın kimse I, 427
- BÜRGELENMEK: öfkeden pire gibi sıçramak, pirelenmek. III, 202
- BÜRME: don, torba gibi şeylerin ağı — II, 94
- BÜRMEK: büzmek — II, 6
- BÜRÜK: sofra başı, şalvar uçkuru gibı şeylerde bulunan yuvar-lak ip ve iplikler — I, 385
- BÜRÜLMEK: buruşturulmak, bükülmek. II, 131
- BÜRÜNÇÜK: bürüncük, kadın baş örtüsü — I, 510; II, 151
- BÜRÜNMEK: bürünmek. II, 141
- BÜRÜŞMEK: yuvarlak ; ey dikmekte yardım etmek, II, 94
- BÜSKEÇ: çörek — I, 452 bkz. püşkel
- BÜSTELI: kara pazı denen sebze, I, 493 bkz. püstüli
- BÜŞINÇEK: üzüm salkımı, I, 506
- BÜTE: çok anlamına bir kelime; kısa zaman, III, 217 bkz. kibe
- BÜTKÜ: kaka, büyük abdest (çocuklara söylenir) — I, 430
- BÜTMEK: ses kısılmak, alçalmak; borcu veya alaca ğı gerçekleşmek; yara kapanmak; sona ermek, yok olmak; bir şeye inanmak, ikrar etmek — I, 219; II, 294; III, 137, 166. 240
- BÜTMEK: bitmek (nüşvü nema), yaratılmak, doğmak — II, 294
- BÜTMIŞ: kapanmış, iyileşmiş (yara) — I, 245 bkz. yetmiş
- BÜTRÜŞMEK: muhâkeme olmak ve şahit getirmek. II, 203
- BÜTSEMEK: iyileşmeğe yaklaşmak — III, 284
- BÜTÜGE: patlıcan, I, 447
- BÜTÜN: doğru, dürüst, sahih; bütün — I, 224, 398
- BÜTÜNLEMEK: gerçekliğini aramak, III, 341
- BÜTÜRMEK: sağaltmak, sağlam hale koymak; alacağını tanıklamak, ispat etmek — II, 72, 73 bkz. pötürmek;
- CILDAY: atların gögsünde çıkan bir hastalık. III, 240 bkz. çildek
- CIGI: sağlam (dikişte) — III, 229 bkz. yi, yigi
- CINCÜ: inci. I, 31, 417; III, 30, 229 bkz. yincü yinçü, yünçü
- CUGDU:
- DEVENIN: uzamış olan 10/11. I, 31 bkz.
- YOGDU, : yogru, yogruy,
- YUGDU, :
- CÜVÜT: boya, III, 16Î
- ÇA: benzetme edatı — III, 207 bkz. çe çabak Türk gölünde bulunan ufak bir bal ık — I, 381
- ÇABAK: er soysuz, mayası bozuk, sütsüz adam, I, 381
- ÇAÇIR: çadır — I, 406 bkz. çaşır, çatır
- ÇADAN: çiyan, kuyruğu örü, akrep — I, 409; III, 367
- ÇAFLI: şahin — I, 431
- ÇAG: çug gürültü, çar çur — III, 128
- ÇAGI: gürültü — III, 225 bkz. çogı, çugı
- ÇAGIG: kamçı, sırım II, 210 bkz. çavıg
- ÇAGILAMAK: bağırmak, çağırmak. III, 324 bkz. çogılamak
- ÇAGILAMAK: çağlamak. III, 324 bkz. jagılamak, şagılamak
- ÇAGIR: şarap, şıra — I, 363; II, 336; III, 286, 385
- ÇAGIR: dar yol, küçük yol, çığır — I, 363 bkz. çıgır
- ÇAGIRLAMAK: şıra yapmak; şıra içmek — III, 331
- ÇAGIRLANMAK: şıra veya şarap sahibi olmak — II, 267
- ÇAGIRLIG: şaraplı, şarabı olan — I, 494
- ÇAGLANMAK: börtmek; yarı pişmek (et) — II, 245
- ÇAGMUR: şalgam — I, 16, 457 bkz. çamgur
- ÇAGRI: doğan kuşu; çakır ku; u — I, 421; II, 343; III, 332
- ÇAGRUK: sertleşen, katila; an — I, 469
- ÇAXA: çakmak, I, 9
- ÇAXŞAK: dağ tepelerindeki taşlık yer — I, 469
- ÇAXŞAK: kurutulmuş kaysı, üzüm gibi meyveler, I, 469
- ÇAXŞAMAK: çağıl çuğul etmek, takılan süs eşyası ses vermek — III, 286
- ÇAXŞU: filiz herç çakses anlatan bir söz — I, 333
- ÇAK: bir şeyin özunü, aynını bildiren kelime, “tam, işte, aynı” sözleri gibi — I, 333
- ÇAK: çuk odun, ceviz, kemik gibi çeylerin k ırılmasından çıkan ses, I, 333
- ÇAK: çuk etmek odun, ceviz, kemik gibi şeyler kırılırken ses çıkarmak — I, 333
- ÇAK: etmek ses çıkarmak — I, 333
- ÇAKILMAK: çakılmak; ateş çakmak; eri; tirilmek — II, 133
- ÇAKINMAK: çakınmak, kendisi için çakmak — II, 149
- ÇAKIR: gök gözlü, çakır gözlü, çakır — I, 363
- ÇAKIŞMAK: çakmakta yardım ve yarış etmek — II, 104
- ÇAKLANMAK: çalkamak — I, 513
- ÇAKMAK: çakmak; erişmek, II, 17, 23; III, 26
- ÇAKMAK: (kuş) aşağı inmek — III, 46 bkz. çokmak, çukmak
- ÇAKMAK: çakmak (yakma aracı) — I, 469; II, 17, 104, 133, 149, 181; III, 26
- ÇAKRAK: kel, daz, 1. 469
- ÇAKRATMAK: gözü çakırlaştırmak — II, 334
- ÇAKRIŞMAK: çağrışmak — II, 209
- ÇAKTURMAK: çaktırmak; iki kişiyi kızı; tırmak — II, 181
- ÇAL: alaca, kır — III, 156
- ÇALAÑ: geveze, bağıran, çalçene — III, 371 § çalañ ba şı; çalçene, bağıran kişi — III, 371
- ÇALAÑ: yanmış gibi siyah, ot bitmeyen, çorak yer — III, 371
- ÇALDIR: çaldır ses ifade eden bir söz — I, 457
- ÇALDIR: çaldır etmek çaldır çaldır etmek I, 457
- ÇALDRAMAK: ; ağıl çuğul etmek, ses vermek, III, 447, 448
- ÇALGAY: ku; kanadının uçları — III, 241
- ÇALIG: yitik arama; bey|erln önemli bir işi çıktığında gelmeleri için köylere, obalara gönderdi ğl haber, I, 374
- ÇALINMAK: kendini yere atmak; kulağına söz erişmek; anklannnak, zayıflamak — II, 149, 150
- ÇALIŞ: çelme, güreş — I, 368
- ÇALIŞMAK: bir şeyin çatlakları, ekleri, araları açılmak; güreşmek. II, 108, 114
- ÇALKAN: yaranın bir yerden başka blr yere yürümesi veya 20^651. I, 441
- ÇALK: çulk itmenin çıkardıgı ses, I, 349
- ÇALK: çulk kılmak itmek, çarpmak — I, 349
- ÇALMA: kerme, kemre, koyun ağıllarında veya deve ahırlarında toplanıp, kurutularak kışın yakmak Içln kesilen kesek, kuru tezek, I, 433
- ÇALMAK: yere çalmak, vurmak, yenmek
- ÇALPAK: kir, pislik — 1. 470 § çalpak i ş; karışık iş — I, 470
- ÇALPAÑ: sıvık çamur — III, 385
- ÇALPAŞMAK: çarpışmak, mücadele etmek; sertleşmek; bir şey kötüleşip pisleşmek — II, 207
- ÇALPUŞLANMAK: yapışkan olmak, çelpeklenmek. II, 271
- ÇALTURMAK: yere çeldirmek, yere çaldırmak; aratmak, aramasını emretmek; işittirmek için çağrılmak. II, 182
- ÇAMGUK: koğucu, kovcu — I, 470
- ÇAMGUR: şalgam, I, 457 bkz.
- ÇAGMUR: çamı gürültü, bağırtı (yalnız kullanılmaz, “çogı” ile gelir). III, 234
- ÇAMRAK: çoluk çocuk, I, 469 bkz. çar çarmak
- ÇANAK: kekez kimse, korkak, gevşek, I, 358
- ÇANAK: kap kacak, çanak, tuzluk ve tuzlu ğa benzer ağaçtan oyulmuş kap — I, 84, 381; III, 32, 109 bkz ayak
- ÇANAKLAMAK: birini arık (zayıf) saymak veya bulmak; arıklığa, gevşekliğe, kekezliğe nispet etmek — III, 330 ça(n)aklık kekezlik, gevşeklik, perişanlık — I, 503
- ÇANÇU: erişte hamuru açılan oklava — I, 417
- ÇANDIŞMAK: birbirine sertleşmek, birbirinden kaçınmak, çekinmek — II, 207, 208
- ÇAÑILAMAK: döğülerek çenilemek; kötü söyleyip ba ğırmak — III, 404
- ÇANKA: bir çeşit tuzak — I, 427
- ÇANTURMAK: caydırmak — II, 182 bkz. çındu — turmak
- ÇAP: çap ses bildiren bir kelime, vurulan kamç ının ve dudağın şıpırdamasında çıkar — I, 318
- ÇAP: çap yemek şapır şupur yemek — I, 318
- ÇAPGUT: çaput, ; ilte — I, 451
- ÇAPILMAK: Ince, iyi yumuşak çamurla sıvamak; boynu vurulmak — II, 119
- ÇAPINMAK: kamçılamak; yüzmek, II, 149
- ÇAPITGAN: çok saldıran — I, 513 çapıtgan er cellât, boyun vurnn, I, 513 çap ıtmak saldırmak, vurdurmak, II, 298 çapmak yüzmek; arı çamurla sıvamak; vurmak — II, 3, 149
- ÇAPSAMAK: yüzmek istemek III, 284
- ÇAPTURMAK: suda yüzdürmek; çamurla sıvatmak; boyun vurdurmak, II, 180
- ÇAR: çar herhangi bir akarın çıkardıgı ses, I, 324 bkz. şar şar
- ÇAR: çarmak çoluk çocuk — I, 469; II, 148, bkz. çamrak
- ÇARÇUR: abur cubur — I, 323
- ÇARÇUR: yemek eline geçeni yemek, bir şey bırakmamak, I, 323
- ÇARLAMAK: cırlamak, ağlamak, bağırmak — III, 295 bkz. çoglamak
- ÇARLAŞMAK: ağlaşmak, bağrı; mak, kükremek — II, 210
- ÇARLATMAK: cırlatmak, ağlatmak — II, 344
- ÇARS: çars ses ifade eden bir kellme — I, 348
- ÇARS: çars urmak çat çat dövmek — I, 348
- ÇART: parça, I, 341
- ÇART: çurt her şeyln ufağı, döküntusü — I, 341
- ÇARUK: çarık — I, 318
- ÇARUKLAMAK: çarıklamak, Türk çarığı giymek; çaruk boyuna nispet etmek, III, 337, 338
- ÇARUKLANMAK: çarıklanmak — II, 266
- ÇARUKLUG: çarıklı. I, 497
- ÇARUKLUK: çarık yapılmak üzere yapılmış deri — I, 503
- ÇARUN: çınar agacı — I, 414 bkz. çünük, şünük
- ÇAŞIR: çadır — I, 406 bkz. çaçır, çatır
- ÇAT: kuyu — III, 146
- ÇAT: çat bir şeyin düştüğü zaman çıkardığı sesi anlatır — I, 320
- ÇATLLAMAK: şaklamak. III, 323
- ÇATIR: çadır, I, 406 bkz. çaçır, çaşır çatır nı; adır — I, 406
- ÇATMAK: kuzuyu koyuna katmak, II, 294
- ÇATPA: köy muhtarının ırmak, çeşme sularının yollarını kazmaya gitmeyen kimseterden aldığı tutu, I, 416
- ÇATUK: Çin’den getirilen bir balık boynuzu — III, 218
- ÇAV: şöhret, ; an; ses, I, 45; II, 250
- ÇAVA: delikanlılara verilen adlardan — III, 225
- ÇAVAR: ateş yakmaya yarıyacak nesne, tuturak, I, 17, 411
- ÇAVAR: çuvar ateş yakmaya yarıyacak nesne, tuturak — I, 411
- ÇAVARLIG: yer yavşan gibi tuturak yapmaya yarar odun bulunan yer — I, 495
- ÇAVIG: kamçı, kamçı ucu, I, 374; II, 231 bkz. çagıg
- ÇAVJU: dalı, budağı, meyvesi kırmızı bir ağaç olup meyvesi acıdır — Kadınların parmağı kırmızılıkta buna benzetilir, I, 422
- ÇAVLANMAK: sanlanmak, şöhretlenmek, ün sahibi olmakII, 245; III, 200
- ÇAVLI: ateş yakılan meyve kabukları, III, 442
- ÇAVUŞ: çavuş, savaşta safları düzelten ve askeri zulüm etmeğe bırakmayan kimse. I, 368 çaydam yatağa doldurulan veya yağmurluk yapılan Ince keçe — III, 176 bkz. çiydem
- ÇE: benzetme edatı, III, 207 bkz. ça
- ÇEÇEK: çiçek I, 119, 179, 193, 233. 388 437; II, 122, 285
- ÇEÇEKLENMEK: çiçeklenmek II, 266
- ÇEÇEKLIK: çiçeklik, I, 508
- ÇEÇGE: çulha tarağı, I, 429
- ÇEFŞEÑ: koyun kırpılan makas, kırkı — III, 385
- ÇEK: çizgili, kumaş gibi bir pamuk dokuma — III, 155
- ÇEK: çük malın en değersizi, kıvır zıvır, I, 334
- ÇEKEK: çiçek hastalığı, I, 388
- ÇEKIK: nokta — II, 149, 181, 287 bkz. çikik
- ÇEKIK: küçük çocuk çükü — II, 287 bkz. çübek
- ÇEKIK: serçeye benzer alacalı bir kuş ki siyah kayalıklarda bulunur — II, 287
- ÇEKILMEK: kitap (10^^111^. II, 133, 134
- ÇEKLNMEK: kendisi için kitaba nokta koymak — II, 149
- ÇEKINMEK: bohça bağlamayı üzerine almak, kendi kendine ba ğlamak, II, 149
- ÇEKIŞMEK: nokta koymakta yardım ve yarışetmek — II, 107
- ÇEKLEŞMEK: kur’a çekmek — II, 210
- ÇEKMEK: kitap noktalamak; attan kan almak; s ıkılan oku çekmek — II, 21
- ÇEKMEK: çekerek bağlamak — II, 21 bkz. çıkmak
- ÇEKREK: kapa yünden yapılan kölelerin giydigi cepsiz blr kaftan — I, 477
- ÇEKTÜRMEK: noktalatmak; kan aldırmak — II, 181
- ÇEKÜK: çekiç — II, 287
- ÇEKÜN: ada tavşanı yavrusu, göcen — I, 402
- ÇEKÜRGE: çekirge — I, 490
- ÇELIÑ: çini; Çin’den gelme — III, 371 § çeliñ ayak; Çin kâsesi, III, 371
- ÇELPEK: göz çapağı — I, 477
- ÇELPEKLENMEK: çapaklanmak, II, 277, 279 çeuğ zil, çalpara — III, 357 çeñel er şer adam, şerli adam — II, 290 çeışğlik sarmaşık otu, III, 383
- ÇEÑLI: merigli birçocukoyunu; salıncak — III, 379
- ÇEÑŞÜ: küçük hırka — III, 378
- ÇEPIŞ: altı aylık keçi yavrusu, çepiç — I, 368
- ÇEPIŞLENMEK: çepiç olmak, çepiç haline gelmek, II, 266
- ÇER: vücudun ağırlığını bildiren bir kelime, I, 322
- ÇER: savaşta karşılıklı duran saflar — I, 323
- ÇER: vakit, I, 323
- ÇERIG: asker, asker dizisi, ordu, I, 123, 128, 323, 388, 442, 519; II, 97, 103, 209; III, 332
- ÇERIK: her şeyin karşısı; her şeyin vakti, sırası, I, 388
- ÇERKEŞMEK: saf haline gelmek, sıralanmak, dizilmek, düzelmek. I, 179, 442; II, 209, 210, 283, 303
- ÇERLENMEK: vücut ağırlaşmak, agrımak, hastalanmak — I, 322; 11. 244, 245
- ÇERLETMEK: bozmak; ajrıtmak; ağırlık vermek — II, 345
- ÇERLIK: karşı, I, 323
- ÇERLIK: vakit — I, 323
- ÇERMELMEK: bir ; eyln ucu kıvrılmak, bükülmek — II, 231
- ÇERMEŞMEK: bükmekte yardım ve yarış etmek — II, 210
- ÇERMETMEK: bir şey fltil gibi bükülmek; ördürülmek. II, 349
- ÇERTILMEK: yok edilmek; ortadan yok olmak, ölmek, kaybolmak, uzakla şmak, elden çıkmak — I, 103; II, 148, 229; III, 41
- ÇEŞ: perüze, firuze — I, 330; II, 79, 192
- ÇEŞKEL: çanak çömlek — I, 482
- ÇETGEN: gem dizgini — I, 443
- ÇETÜK: kedi — I, 388; III, 127 bkz. muş § küvük
- ÇETÜK: ; erkek kedi — I, 388
- ÇEVRÜLMEK: çevrilmek, döndürülmek. II, 230
- ÇEVRÜŞMEK: çevrlşmek. II, 208
- ÇEVŞEÑ: gözü sulu, gôzü her zaman akan ki şi — III, 385
- ÇEVÜRGEN: her zaman çevlren, I, 522
- ÇEVTIRMEK: çevirmek, bir şeyi sol elin baş parmagı üzerinde çevirmek — II, 82
- ÇETMEK: eri; mek — II, 314 bkz. yetmek, yetmek
- ÇIBIK: çubuk, yaş olan dal, I, 318
- ÇIBIKLAMAK: taze çubukla vurmak. III, 337
- ÇIBIRTMAK: çırpıçtırmak, taze ; ubukla döğmek — III, 430
- ÇIÇALAK: serçe parmak, sırça parmak, I, 487
- ÇIÇAMUK: yüzük parmağı — I, 487
- ÇIF: hurma ve üzüm gibi şeylerin şırasının çömlek veya benzerlerinde kaynamas ından çıkan ses — I, 332
- ÇIFILAMAK: çığıl çığıl ses verı — nek, şıra kaynarken ses vermek. III, 325
- ÇIG: göçebelerin sele sazı (çığ otu) lle yaptıkları çadır örtüsü — III, 128
- ÇIG: bir Türk arşını, Arap arşının üçte ikisi kadardır, göçebeler bununla bez ölçerler — III, 128
- ÇIGAN: fakir, yoksul — I, 31 bkz. çıgay
- ÇIGAY: fakir, yoksul — I, 31, 214, 248, 349; III, 238, 239 bkz. ç ıgan
- ÇIGIL: tıgıl ses bildiren bir söz — I, 393
- ÇIGIL: tıgıl kılmak çığıl çığıl etmek, I, 393
- ÇIGILVAR: okı bir çeşlt küçük ok — I, 493, 494
- ÇIGIR: daryol, küçükyol, çığır, I, 363 bkz. çagır
- ÇIGIRLAMAK: çığır açmak; çığır açmağa yönelmek; karda ayağıyla yol açmak — III, 331
- ÇIGIRLANMAK: çığırlar peyda olmak — II, 267
- ÇIGLAMAK: Türk arşını ile ölçmek — III, 296
- ÇIGLANMAK: ölçülmek — III, 198 çıglatmak uzunluk ölçtürmek — II, 345
- ÇIGMAK: dürmek, çıkınlamak, bağlamak, II, 14, 15
- ÇIGRI: çıkrık, değirmen, çark, dolap gibi şeylerin çıkrığı, ip çıkrığı ve her türlü makara; değre, felek — I, 421, II, 82, 230, 241, 255. 303 § kök ç ıgrısı; felek, gök değresi- I, 421
- ÇIGRITMAK: çiğnetmek; çiğneterek sertleştirmek; işte pişirmek (insan için) — II, 333
- ÇIGRUMAK: gevşek şey sertleşmek, III, 280
- ÇIXANSI: nakışlı bir Çin ipeklisi — I, 489 bkz. ç ıxansı, çınaxsı
- ÇIXŞANSI: nakışlı bir Çin ipeklisi — I, 489 bkz. ç ıxansı, çınaxsı
- ÇIJMAK: binilmek veya yüklenmek istenen yag ırlı hayvan eğinmek. II, 9 bkz. çijtürmek
- ÇIK: inciten ve korkutan kişiye karşı koyamayacak adama söylenen bir korkutma deyimi — III, 130
- ÇIKAN: yiğen, hala ve teyze oğlu — I, 402
- ÇIKARMAK: çıkarmak — II, 83
- ÇIKILMAK: çıkılmak, II, 133
- ÇIKI: ; menfaat, çıkar — I, 368
- ÇIKIŞMAK: çıkmakta yardım ve yarış etmek — II, 104
- ÇIKMAK: çıkmak — I, 81, 305, 343, 362, 420, 424; II, 17, 18, 116, 246; III, 16, 120, 144, 161 bkz. taşıkmak, tışıkmak
- ÇIKMAK: çekerek bağlamak, II, 21 bkz. çekmek
- ÇIKMAK: nemlenmek — III, 183, 184
- ÇIKRAMAK: gıcırdamak. III, 280
- ÇIKRAŞMAK: çokça gıcırdamak, çıkırdamak — II, 209
- ÇIKRATMAK: gıcırdatmak (diş, kapı, kalem gibi şeyler), II, 334
- ÇIKRIŞMAK: çıkarmakta yardım ve yarış etmek (bir şeyi çıkarmak, meydana çıkarmak gibi). II, 208, 209
- ÇIKTURMAK: çıkartmak — II, 181
- ÇIKTURMAK: ıslatmak, ıslak yere koymak — II, 181
- ÇILANMAK: yaşlıktan ıslanmak; at terlemek — II, 150
- ÇILAŞMAK: ıslatmakta yardım etmek, II, 108
- ÇILATMAK: ıslattırmak, atı terletmek — II, 310 bkz. çıylatmak
- ÇILDAMAK: çıldır çıldır etmek — III, 281 bkz. çılramak
- ÇILRAMAK: çıldır çıldır etmek, III, 281 bkz. çıldamak
- ÇILRATMAK: seslendirmek, çığıl çığıl ettirmek — II, 333
- ÇIMGUKLANMAK: koğcu (dedikoducu) olmak — II, 275
- ÇIN: doğru, gerçek, sahih, I, 86. 339; III, 138 § ç ın bütün kişi; kendine güvenilebilen, do ğru dürüst kişi, I, 398
- ÇINAXSI: nakışlı bir Çln ipeklisi, I, 489 bkz. ç ıxansı, çıxşansı
- ÇINDAN: sandal ağacı — I, 436; 11 , 122
- ÇINDAN: at kula renkli at — I, 436 çınduturmak caydırmak — II, 182 bkz. çanturmak
- ÇIÑARMAK: araştırmak, tahkik etmek — II, 182
- ÇINIKMAK: gerçekleşmek — II, 117
- ÇINLAMAK: tahkik etmek, gerçekliğini araştırmak — III, 296
- ÇINLATMAK: gerçekleştirmek, tasdik ettirmek — II, 345
- ÇIÑ: çınlama, çan ve leğen gibi ; eylerln verdiği ses, III, 357 bkz. çirig
- ÇIÑ: etmek çınlamak — III, 357
- ÇIÑIL: çıñıl bir şeyin çingil çingil ses ç ıkarması, III, 366
- ÇIÑIL: çıñıl etmek çingil çlngil etmek — III, 366
- ÇIÑRAK: gür ve pürüzsüz ses, III, 383
- ÇIÑRAMAK: çınlamak III, 402
- ÇIÑRATMAK: çınlatmak — II, 358
- ÇIP: her ince ve yumuşak dal — I, 318
- ÇIPIKAN: innap, vücutta çıkan kırmızılık — I, 448 bkz. çıpkan
- ÇIPKAN: innap, Zizyphus vulgarls; vücutta ç ıkan kırmızılık — I, 448 bkz. çıpıkan
- ÇIR: elbise yırtmakta, yırtılmakta çıkan ses — I, 323
- ÇIRGUY: ok temreninin şişkince olan yeri — III, 241
- ÇIRGUY: elbise kuşağının geçeceğl iki taraflı köprücük — III, 241
- ÇIVI: cinlerden blr bölük — III, 225
- ÇIYLATMAK: ıslattırmak, at terletmek, II, 310 bkz. çılatmak
- ÇI: toprakta yaşlık, yaş — III, 207
- ÇIBEK: karguy delice doğan, moymul, at-macaya benzeı- bir ku; — I, 388; 111. 241
- ÇIBEK: karkuy delice doğan, moymul, at-macaya benzeı- bir ku; — I, 388; 111. 241
- ÇIBEK: kırguy delice doğan, moymul, at-macaya benzeı- bir ku; — I, 388; 111. 241
- ÇIBEK: kırkuy delice doğan, moymul, at-macaya benzeı- bir ku; — I, 388; 111. 241
- ÇIFŞEÑ: ekşi, ekşimiş III, 385
- ÇIGILLEMEK: Çiğil*lerden saymak, Çigil’lere nisbet etmek — III, 345
- ÇIGILLENMEK: Çiğil kılıgına girmek, II, 269
- ÇIGILMEK: düğüm sıkıştırılmak, ip düğümlenmek — II, 134 bkz. çiklişmek, çiktürmek
- ÇIGIR: çigir ekmek içerisinde taş kırıntıları olduğu zaman di; in ezemeyerek çıkardığı ses, I, 363
- ÇIGIT: pamuk çekirdeği — I, 356
- ÇIGNE: mala, çiftçilerin “sürgü” dedikleri aygit — I, 435 bkz. çikne
- ÇIJ: demir çivi, zırh çivileri ucu — III, 123, 214
- ÇIJTÜRMEK: hayyan yükten belini çökertmek — II, 180 bkz. ; ıjmak
- ÇIK: bök aşığın sırtının tüseğinin yukarı gelmesi — III, 130 bkz. bök
- ÇIK: çik oğlağı çağırmak ve gütmek için kullamlan bir söz — I, 334 bkz. çilik çilik
- ÇIKIK: nokta — II, 107 bkz. çekik
- ÇIKIN: ibrişim. I, 414
- ÇIKIN: üzüm bağlarında biten hayvanların yediği başaklı bir ot — I, 414
- ÇIKLIŞMEK: sıkışmak, düğüm sıkışmak — II, 210 bkz. çigilmek, çiktürmek
- ÇIKNE: çiftçilerin “sürgü” dedikleri ayg ıt — III, 301 bkz. çigne
- ÇIKNEMEK: sıkı dikmek, altın tellerle (yani kılaptan denen altın sarılı tellerle) ipek kumaş üzerine nakış işlemek; yere sürgü çekmek, I, 414; III, 301
- ÇIKREMEK: bir şeydekl yabancı şey gıcırdamak — III, 280, 281
- ÇIKTEN: eğer örtüsü — I, 435
- ÇIK: turmak aşık oyununda aşık yan yatınca çukur tarafı yukarı gelmek — I, 334
- ÇIKTÜRMEK: sıkıştırmak, düğüm sıkıştırmak, II, 180 bkz. çigilmek çikli şmek —
- ÇIL: çokluk bildiren sıfat edatı — III, 56, 57
- ÇIL: bere, döğmek yüzünden deri üzerinde olan iz — I, 336; III, 134
- ÇIL: çirkinlik, çil — III, 134
- ÇILDEK: atın göğsünde çıkan bir çıban — I, 477 bkz. cılday
- ÇILE: öğrekteki atın yaş gübresl, III, 233
- ÇILEMEK: yaşartmak, ıslatmak — III, 271
- ÇILGÜ: at al at — I, 430
- ÇILIK: çilik oğlağı çağırmak için kullanılan bir söz-I, 388 bkz. çik çik
- ÇIM: bir şeyin çiğ veya ya; olmasında obartma istenildiği zaman kullanılan bir edat — I, 338 §çim yig et; çim çig et — I, 338 § çim öl ton; çip ıslak elbise — I, 338
- ÇIM: ayrık otu — I, 338
- ÇINIŞTÜRÜK: bir ağaç meyvesi (fındığa benzer, kırmızımsı beyazı olur, ilk yazda yetişir, yenir), I, 530
- ÇINÜŞTÜRÜKSEMEK: canı “cinüştürük” istemek — I, 280
- ÇIÑ: iyice, büsbütün. III, 357 § çiñ tolu; iyice dolu, büsbütün dolu — III, 357
- ÇIÑ: leğen ve benzeri şeylerin çıkardığı ses — III, 370 bkz. çıñ
- ÇIR: yag — I, 323
- ÇIRT: ses ifade eden bir söz — I, 341 §çirt sudmak; di şler arasından “çirt” diye tükürük ç ıkamak — I, 341
- ÇIŞ: çiş kadın çocuğu işetmek istediği zaman söyler; at hakkında da böyledlr, I, 331
- ÇIŞEMEK: çişemek, çiş etmek, pislemek (çocuklarda) — III, 267
- ÇIŞETMEK: çiş ettirmek, abdest bozdurmak — II, 307
- ÇIT: kamıştan veya dikenden yapılmış duvar veya hüğ, çardak, I, 320
- ÇIT: üzeri alaca nakışlı Çin ipeklisl, III. 120
- ÇIVGIN: yağlı, doyurucu, besleyici — I, 443 bkz. kevgin § çivgin a ş; besleylci yemek — I, 443 § çivgin ot; hayvanları semirten ot — I, 443
- ÇIVGÜNLENMEK: vücuda yararlı besleyici bulmak — II, 278
- ÇIYDEM: yatağa doldurulan veya yağmurluk yapılan ince keçe — III, 176 bkz. çaydam
- ÇOBULMAK: elmanın yarısı, blr ; akı, elma kakı, 1, 503
- ÇOCUK: domuz yavrusu; herşeyin küçüğu — I, 381 çodın tunç ve çözülmüş bakır, bakır — I, 409 § çoğın esiç; bakır tencere — I, 409
- ÇOG: eşya konan heybe, bohça — III, 128
- ÇOG: ateş alevi, ateş yalını, güneşin yalını, saçaklarL III, 128
- ÇOGI: savaş — I, 41
- ÇOGI: gürültü, bağırtı. III, 225, 234 bkz. çagı, çugı
- ÇOGILAMAK: bağırmak, çağırmak — III, 324, 325 bkz. çagılamak
- ÇOGLAMAK: fil bağırmak — III, 295 bkz. çarlamak
- ÇOGLAMAK: bağlamak, bohçalamak, III, 295, 296
- ÇOGLANMAK: ateş yalınlanmak, güne; yalını yere düşmek — II, 245
- ÇOGLANMAK: toplanmak, akışarak toplanmak — II, 245
- ÇOGLANMAK: bağlanmak, heybelenmek — III, 198
- ÇOGLATMAK: bohçalatmak, sardırmak, II, 345
- ÇOGMAK: sarmak, sıkı bağlamak — I, 210
- ÇOGULMAK: bağlanmak, bohçalanmak — II, 133 çok kötü, alçak — III, 130
- ÇOKMAK: süzülüp inmek, konmak — Il, 17; III, 46 bkz. çakmak, çukmak
- ÇOKMAKLANMAK: yılan çöreklenmek II, 275, 279
- ÇOKRAMAK: (pınarda su ve tencerede bir şey) kaynamak — III, 280
- ÇOKRAMA: yul suyu çok olan, fışkıran kaynak; fışkırma I, 492; III, 4
- ÇOKRAŞMAK: çoğalmak ve dalgaIanmak. II, 208
- ÇOKRATMAK: kaynatmak. II, 333, 334
- ÇOKTURMAK: saldırtmak, üzerine indirtmek II, 181
- ÇOLAK: çolak — I, 381
- ÇOMAK: asâ, çomak, I, 381
- ÇOMAK: üygurlar’ca ve bütün Müslüman olmayan halk taraf ından Müslümanlar’a verilen ad, Müslüman . I, 381; II, 3 § çomak eri; Müslüman. I, 381
- ÇOR: avret yeri bitişik olan kadın, sarılgan bitki — III, 121, 122
- ÇOVLI: tutmaç süzgeci, III, 442
- ÇÖGEN: topu çekmek için kullanılan ucu eğri bir değnek, çevgen — I, 187, 223, 242, 402
- ÇÖJÜLMEK: gevşek ip gerilmek; uzayıp silnmek — II, 132 bkz. çüjülmek
- ÇÖK: çök deveyi ıhtırmak için kullanılır bir söz — I, 334
- ÇÖKDI: kulağın altında “kafa baltası” denen yer — I, 418
- ÇÖKMEK: diz çökmek, dibe çökmek — II, 21, 33
- ÇÖKTÜRMEK: çöktürmek, maden ayırıp çök-türmek — II, 181, 182
- ÇÖKÜRMEK: çökermek, ıhtırmak — II, 84
- ÇÖKÜT: kısa — I, 356 çökütlük kısalık, cücelik. I, 506
- ÇÖMÇE: kepçe, çömçe — I, 417
- ÇÖMGEN: her zaman dalan, I, 401
- ÇÖMMEK: dalmak, çimmek I, 401
- ÇÖÑEK: çömçe, kutu — II, 290
- ÇÖP: tutmaç parçası — I, 318
- ÇÖP: şarabın tortusu, her şeyin çöküntüsü, çöp, çör çöp; herhangi bir şeyin çökeli I, 318; III, 119
- ÇÖP: çep kişiler değersiz kimseler. I, 318
- ÇÖPIK: meyve yenildikten sonra atılan şey, çör çöp — I, 390 bkz. şöpik
- ÇÖREK: çörek — I, 388
- ÇÖREKLEMEK: çörek yapmak — III, 340
- ÇUBARTMAK: çalıp, soyup çıplak bırakmak, cıbırlatmak — III, 429, 430 bkz. çubartus ımak
- ÇUBARTUSIMAK: çalıp soymak ve çıplak bırakmak, III, 430 bkz. çubartmak
- ÇUFGA: çabuk gitmek isteyen bir postac ının, yoldan alıp başkasını buluncuya değin binip gittigi at — 1. 424
- ÇUFGA: kılavuz, başbuğ — I, 424
- ÇUGI: gürültü — III, 128 bkz. çagı, çogı
- ÇUGLAN: Karluk büyüklerinnin adlarından — I, 444
- ÇUGURDAN: uçurum, yar — I, 512
- ÇUH: çuh atı yürütnnek ve azarlamak için ç ıkarılan ses — III, 117, 118
- ÇUKMAK: süzülüp inmek, konmak — bkz. çakmak, çokmak
- ÇUKMIN: kurabiye blçlminde yapılan bir ekmek, çömlekte su buğusunda pişirillr — I, 444
- ÇUKUBARI: pota yapılan çamur, lüleci çamuru — III, 243 bkz. hukubar ı
- ÇULBUŞ: elbiseye ve ele yapi{an meyve yap ı; kanlığı — I, 460
- ÇULIK: çulluk, öveyik büyüklugünde alacal ı bir su kuşu — I, 381
- ÇULIMAN: su birikintisi — I, 448
- ÇULUMAN: ış içinden çıkılamayan iş, çepreşik iş — I, 448
- ÇULK: cılk, büsbütün, dibelik. I, 349 § çulk esgürük (esrük); c ılk sarhoş, bütün bütün sarhoş — I, 349
- ÇULKUY: bir tarafa çarpılmı; — III, 242 § çulkuy elig; eli çolak, III, 242 § çulkuy etük; topu ğu çarpık papuç — III, 242
- ÇUMALI: karınca — I, 448
- ÇUMGUK: ayağı ve başı kızıl, kanadında ak tüy olan karga, ala karga — I, 33, 470 bkz. çumuk
- ÇUMILI: bolmak sıcaktan göz kararmak, I, 448
- ÇUMMAK: insan suya dalmak — II, 26
- ÇUMRUŞMAK: dalmakta yardım ve yarış etmek — II, 208
- ÇUMTURMAK: çimdirmek II, 182 çumuk ala karga — I, 33, 470 bkz. çumguk
- ÇUMURMAK: suya daldırıp batırmak — II, 85
- ÇUMUŞLUK: aptesane, ayakyolu — I, 503
- ÇUMUŞMAK: suya dalmakta yarış etmek, I, 441; II, 111
- ÇUNMAK: yıkanmak, II, 314 bz
- ÇUPAN: köy büyüğünün (muhtarının) yamağı, gizir. I, 402
- ÇUPRA: eski elbise — I, 421
- ÇURAM: diğerlerinden daha uzağa glden yegnl bir ok atılı; ı — I, 412 § çuram okı; dlğerlerinden daha uzağa gidecek ; ekilde atılan ok, l, 413
- ÇUR: çur hayvan sagılırken sütün kapta çıkardığı ses, I, 485 bkz. çür çür § tevl emgi çur çur; hayvan sağılırken sütün kapta çıkardığı ses (deve için), I, 485
- ÇURNI: Türk hekimlerinin yaptikları sürgünlük ilâcı — 1. 435
- ÇUTUR: huyu kötü, I, 363
- ÇUVAŞ: çadır — I, 195; II, 7. 190; III, 60
- ÇUVI: Hotan töresince hakandan iki derece a şağı kimselere verilen ungun — III, 225
- ÇUVLAMAK: börtmek, iyi pişmemek — III, 296
- ÇUVŞAMAK: kaynamak ve köpüklenmek; karn ı yanmak ve ekşimek — III, 286
- ÇUVŞATMAK: ekşitmek, II, 336, 337
- ÇUZ: yaldızlı kırmızı renkli bir Çin kumaşı — I, 325
- ÇÜ(ÇU): emirde (olumlu ve olumsuz) pekitme bildiren bir edat-III, 207 bkz. şu, şü
- ÇÜBEK: çocuk çükü — I, 388 bkz. çekik
- ÇÜBÜR: keçi kılı-I, 363
- ÇÜBÜR: çebür abur cubur, malın kötüsü ve değersizi — I, 363
- ÇÜBÜRLENMEK: keçi kıllanmak, keçinin kılı bitmek — II, 266 bkz. çüpürlenmek
- ÇÜJMEK: çekerek uzatmak, uzunluğunaçekmek. II, 9
- ÇÜJTÜRMEK: gerdirmek, çektirmek, II, 180
- ÇÜJÜLMEK: gerilmek, gevşek ip gerilmek, sakız veya macun gibi şeyler uzayıp sünmek — II, 132 bkz. çöjülmek ;
- ÇÜKREKLENMEK: yün elbise sahibi olmak ve giymek. II, 277
- ÇÜLÜKMEK: bozulmak, perişanlaşmak. II, 118, 119, 166
- ÇÜMERÜK: kişi her zaman gözü sulanan, gözü az gören adam — I, 488
- ÇÜMGEN: çimenlik, ayrıkotu, Panlcum dactylon —
- ÇÜMMEK: ördek suya iylce dalmak — II, 26
- ÇÜMTÜRMEK: suya daha derin daldırmak, II, 182
- ÇÜMÜRMEK: suya derin daldırmak — II, 85
- ÇÜMÜŞMEK: suya daha derin daldırmakta yarış etmek — II, 111
- ÇILNÜK: çınar ağacı, I, 388 bkz. çarun, şünilk
- ÇÜPÜRLENMEK: keçi kıllanmak II, 266 bkz. çübürlenmek
- ÇÜR: menfaat — I, 323
- ÇÜR: çür süt sağılırken kapta çıkardığı ses, herhangi bir akarın çıkardığı ses — I, 323 bkz. çur çur
- ÇÜRKÜ: çiş (çocuklar için). I, 430
- ÇÜRLEMEK: menfaat elde etmek, I, 323
- ÇÜRLENMEK: faydalanmak — II, 245 çürletmek aşırtmak. II, 345
- ÇÜŞEK: ot, çayır — I, 389
- ÇÜVÜT: boya. III, 162 bkz. çüvüt § kızıl çüvüt; kızıl boya, zindfre, sülüğen — III, 162 § alçüvüt; al boya — 111. 162 § kök çüvüt; lacivert boya — III, 162 § ya şıl çüvüt; yeşil boya — III, 162 § sarıg çüvüt; sarı boya, zırnık. III, 162
- ÇÜVÜT: boya — III, 162 bkz. — çüvüt
- DAG: atlara ve başkalarına vurulan dağ, dağlamak — III. 153
- DAG: yok, değil III, 153 bkz. dag ol, dag, tegül
- DAG: ol değil — I, 393, III, 153 bkz. dag, dag, tegül
- DAKI: dahi, II, 195 bkz. takı
- DAÑ: dan diye ses verme. II, 357
- DANGAL: saman kesmiği — III, 384
- DAÑ: duñ etmek “dan dun” diye ses vermek — III, 357 bkz. tañ tuñ etmek-daş (-deş) iştirak, yakınlık gösteren bir ek — I, 407
- DAVA: ılgın ağacı meyvesi. III, 237
- DAVA: yün sümeği — III, 237
- DEDE: baba, III, 220
- DEVE: deve — II, 195; III, 225 bkz. devey, teve, tevey, teve, tevey, tevi, tivi
- DEVEY: deve — I, 31 bkz. deve, teve, tevey, teve, tevey, tev!, tivi
- DIDEK: gelin giderken yat kimselere görünmemek için örtülen örtü — I, 408
- DIDIM: geline gerdek gecesi giydirilen taç — I, 397
- DIK: dik — I, 334
- DIK: turmak dik durmak — I, 334
- DÜK: şu kadar, birkaçI, 334; III, 367 § dük miñ
- DÜK: urmak yumruğu ile yavaşçavurmak — I, 334
- DÜLEK: ağzı kırık saksı ve testi, I, 389
- DÜNÜŞGE: sülüklü pancar denen sebze — I, 490
- DAG: yok, değil, III, 153 bkz. dag, dag ol, tegül
- EBEK: (çocuk dilinde) ekmek — I, 68
- EÇ: eç atları gayrete getirmek ve sıkıştırmak için çıkarılan ş65. II, 282 bkz. heç heç
- EÇE: büyük kız kardeş — I, 86 bkz. eke, eze
- EÇI: yaşlı kadın, hanım nine — I, 87 bkz. açı
- EÇKÜ: keçi — I, 95, 128; II, 14, 117, 266 bkz. keçi
- EDERMEK: aramak — III, 11 bkz. edermek
- EDIN: başka, dışında. III, 11 bkz. adın, adın, adruk, ayruk
- ED: ipekli kumaş ve benzeri gibi dokuma cinsinden sanat eseri olan her şey — I, 79 bkz. ad
- EDER: eğer, hayvan eğeri — II, 224, 253, 283, 327; III, 300
- EDERGEN: çok arıyan; hakkını arayan — I, 157
- EDERLEMEK: eğerlemek — I, 300 ederlig eğerli, eğeri olan, I, 151
- EDERLIK: üzerine eğer konulan ağaç — I, 151
- EDERMEK: aramak, takip etmek, kovalamak — I, 447 bkz. edermek
- EDGERMEK: iyi görmek, iyi bulmak, kulak asmak, dinlemek; düzeltmek, onatlamak — I, 227, 237; II, 29
- EDGÜ: iyi. I, 34, 64, 79 , 114. 128 177, 221, 319, 386, 428, 432, 458, 523. 524; II, 153; III, 43. 155, 161, 214, 367, 374, 384, 435 § edgü yavlak; iyi kötü — I, 432
- EDGÜLÜG( — K): iyiIik. I, 44, 129, 158, 420; II, 26, 91, 112
- EDIRMEK: ayırıp seçmek, ayırmak, I, 177, 178 bkz. adırmak, ödürmek, ödürmek, udurmak, üdürmek
- EDIZ: yüksek, yüksek yer, her şeyin yükseği — I, 55, 94, 122 § ediz tag; geçit vermeyen da ğ — I, 55
- EDIZLENMEK: engel ve sarp saymak — I, 292, 293
- EDIZLIK: yükseklik. I, 152
- EDLELMEK: ıslah olunmak; araştırılmak. I, 295
- EDLEMEK: ülkü yapmak, değer vermek, ehemmiyet vermek, aklına getirmek; tesir etmek, I, 86. 286; III, 155
- EDLENMEK: bir şey bir dllek için kullanılmak, bir şey dilek edinilmek. I, 257
- EDLEŞMEK: saygı dolayısıyle birbirini aramak, I, . 239
- EDLETMEK: iyileştirmek, ıslah ettirnıek — I, 264
- EDLIG: faydalanılan, faydalı. I, 103
- EĞMEK: ( — admak) yaradılış gösteren isimlerden fiil yapma edat ı — II, 340
- EDNETMEK: değişmek, bulunduğu halden başka bir hale girmek. I, 266,
- EF: ev, III, 207, 212, 266, 313, 314 bkz. ev, ev, öv, üv, üv
- EGET: gerdek gecesi gelin içln gönderilen hizmetçi kad ın — I, 51
- EGETLEMEK: cariye göndermek, birisi ile birlikte güveyin evine hizmetçi göndermek — I, 299 egetlenmek gelin kendisi ile birllkte gönderllen cariye sahibi olmak, I, 291
- EGETLIG: cariye sahibi gelin — l — 151
- EGETLIK: kara baş gerdek gecesi gelinle birlikte gönderilen hizmetçi kad ın, sağdıç kadın — I, 150
- EGILGEN: daima eğilen, eğilebllen — I, 159
- EGILMEK: eğilmek I, 198; III, 215
- EGIN: eğin, sırt — I, 77, 110
- EGIN: eni bir buçuk karış, uzunluğu dört arşın gelen bir bez — I, 78
- EGIR: karın ağrısını sağaltmak için kullanılan bir kök (ilâç), Acorus calamus — I, 53
- EGIRGEN: çok eğiren — I, 158
- EGIRMEK: sevketmek; döndürmek, eğirmek, çevirmek; bir yeri kuşatmak, sarmak. I, 178, 179; II, 13, 137
- EGIRSEMEK: egir (ilâç) kullanmak ıstemek — I, 302
- EGIRSEMEK: eğirmek istemek, (çevirmek, bir yeri ku şatmak) istemek — I, 302
- EGIRTMEK: eğirtmek; kalenin etrafını kuşatmayı emretmek — III, 428
- EGIŞ: maden eritildiği zaman çıkan pislik, I, 122
- EGIŞMEK: çevgen eğmekte yardım ve yarış etmek — I, 187
- EGIT: nazar değmennesi için çocukların yüzüne sürülen bir ilâç, bu ilâç safrana blrtak ım şeyler katılarak yapılır. I, 51
- EGLEŞMEK: birbirine uyup durmak; bir şeyi ayakla çlğnemekte birblrine yardım etmek. , I, 241 bkz. iklemek, ikleşmek, yiklemek
- EGME: evin kemeri. I, 130
- EGMEK: eğmek I, 100, 168
- EGRI: eğri, I, 127, 458
- EGRIK: egirtilen ip, egrilmiş ip — I, 105
- EGRILMEK: kale ku; atılmak, sarılmak; ip eğrilmek, I, 248
- EGRIM: düden, suyun toplanıp kaynıyarak dönerek aktığı yer — I, 107
- EGRIMLENMEK: (su göllerde) eğreklenmek, kaynayarak ve akarak dönmek, düdenlenmek I, 314
- EGRINMEK: kendi için eğirmek, kendini eğirir gibi göstermek — I, 253
- EGRIŞMEK: bir yeri sarmakta, kuşatmakta yar-, dım etmek, ip eğirmekte yardım ve yarış etmek — I, 186, 236
- EGSEMEK: eğmek istemek — I, 277
- EGTÜRMEK: eğdirmek, I, 223
- EGÜRGEN: taneleri olan bir bitki, Karluklar bunu yerler — I, 158
- EKDI: sığır, koyun gibi hayvanların kesildiği yer, mezbaha — I, 125
- EKDÜ: kılıç kını ve benzeri şeyleri oymakta kullanılan ucu eğri bıçak, I, 125
- EKE: büyük kız kardeş, koca vey» karının kendinden büyük kız kardeşi, I, 68, 90; III, 7 bkz. eçe, eze
- EKEÇ: akıllı küçük kız, büyüklük eseri gösteren küçük k ız, I, 52
- EKEK: ortaya düşmüş. I, 78 § ekek işler; ortaya düşmüş kadın — I, 78
- EKEK: işlerlik kadının arsızlığı, yüzsüzlüğü — I, 153
- EKEKLEMEK: söğmek, “ortaya düşmüş karı”demek, kötülüğe nispet etmek — I, 306, 307
- EKELEMEK: abla diye aytamak, “büyük k ızkardeş, abla” demek, I, 310
- EKEME: bir çeşit çalgı, III, 174 bkz. ikeme
- EKILMEK: ekilmek I, 198
- EKIM: bir kez ekilecek kadar olan yer — I, 75
- EKIN: çiftlik, ekin ekilen yer, I, 78
- EKINDI: öbürü, öteki — III, 75, 103 bkz. ikindi
- EKINDI: tarıg ekilen tohum, I, 140
- EKINMEK: ekinmek, kendisi için ekmek — I, 203
- EKIŞMEK: ekmekte yardım ve yarış etmek — I, 187
- EKITMEK: ektirmek — I, 212, 213
- EKLEMEK: çiğnemek, basmak — III, 443 bkz. erklemek
- EKMEK: bir şey ekmek — I, 64, 168
- EKSÜK: eksik, I, 105 § eksük yarmak; eksik para — I, 105
- EKSÜMEK: eksilmek. I, 278, 326
- EKŞIG: ekşi, I, 105
- EKTÜRMEK: ektirmek, I, 223
- ELDIRI: oğlak derisi, I, 127 bkz. elri
- ELDRÜK: üzerlik otu ve tohumu; Peganum harmala — III, 12, 412, bkz. ilrük, y ıdıg ot, yüzerllk
- ELGELMEK: elenmek — I, 250
- ELGEMEK: elemek — I, 284
- ELGENMEK: kendisi içln elemek — I, 255
- ELGEŞMEK: elemekte yardım ve yarı; etmek, I. 238
- ELGETMEK: eletmek — I, 264
- ELIG: el — I, 72, 82, 134, 164, 197, 202, 242, 253, 288, 410, 448; II, 44, 78, 82, 105, 123, 134, 135, 147, 158, 231, 237, 238, 271, 292, 328, 346; III, 53, 62, 63, 79, 124, 134, 142, 154, 193, 242. 297, 307, 425 § oñ elig; sag el — I, 72 § sag elig; sa ğ el — I, 72 § sol elig;
- ELIGLIG: elli, eli olan — I, 336
- ELIGLIK: eldiven, elcik — I, 153
- ELIKLEMEK: alay etmek, I, 307 bkz. elük —
- ELKIN: yelici, koşan; konuk, misafir, yolcu, seyyah — I, 31, 44, 102; II, 242; III, 37, 85 bkz. yelkin, yelkin
- ELRI: oğlak derisi. I, 127 bkz. eldiri
- ELŞEMEK: acıkmaktan dolayı göz kararmak — I, 283 bkz. ölşemek
- ELŞETMEK: açlıktan gözünü karartmak, I, 263 bkz. öl şetmek
- ELÜK: alay etme, maskaraya alma — I, 122 bkz. eliklemek
- ELVIRMEK: sıçramak, atılmak — I, 226 bkz. alvırmak
- EM: kadının dişilik aygıtı, am — I, 38, 335
- EM: ilaç. I, 38, 95, 407; II, 363; III, 157
- EMÇI: ilâç yapan adam, eczacı, I, 38; III, 252
- EMDI: şimdi. I, 36, 37, 41, 46, 74, 125, 192, 200, 367, 380, 442, 498; II, 110, 209, 264; III, 356, 372 bkz. imdi emeçlemek
- EMEK: olmak I, 494; II, 29
- EMET: evet — I, 51; III, 8 bkz. evet, evet, yemet
- EMGEK: emek, zahmet, I, 110, 205, 420; II, 121, 130, 228, 233, 288; III, 372
- EMGEKLENMEK: zahmetli saymak, I, 315
- EMGEMEK: emek çekmek, zahmet çekmek — I, 284, 362
- EMGENMEK: emenmek, zahmet çekmek — I, 255
- EMGEŞMEK: birbiri yüzünden zahmet çekmek — I, 238
- EMGETMEK: yordurmak, emek çektirmek — I, 264
- EMIK: (emig) meme — I, 72, 407; II, 70 § tevi emiki; deve memesi, I, 485 emik ılık, soğuduktan sonra ısınıp sıcaklığı artmayan — I, 72 § emik kün; ılık gün. I, 72
- EMIKDEŞ: bir memeden emen iki çocuk, süt karde ş, I, 407
- EMIKLEMEK: memesine vurmak, I, 308
- EMIGLIG: işler emzikli kadın — I, 153
- EMIR: kırağı, sis — I, 54 bkz. amır, imir, iñir
- EMIRÇGE: kıkırdak, III, 442
- EMITMEK: eğilmek, meyletmek — I, 69, 214; II, 312. 325
- EMLELMEK: ilaçlanmak I, 296
- EMLEMEK: ilâçlamak, sağaltmak (yalnız kullanılmaz, “samlamak” ile beraber gelir), I, 287, 380; III, 85, 295, 298
- EMLENMEK: kendine ilâç etmek — I, 259
- EMLEŞMEK: ilâçlanmak — I, 242
- EMLETMEK: ilâçlatmak, ilâç ettirmek — I, 266; II, 363
- EMMEK: emmek I, 169
- EMRIMEK: kaşımak — I, 275
- EMRIŞMEK: uyuz vb — şeylerden dolayı kaşınmak, deri karıncalanmak — I, 236, 463
- EMRITMEK: kaçıma ve gidiştirme yüzünden gıdıklaniTiak — I, 261, 262
- EMRÜLMEK: (kaynayan tencere, insan solu ğu) senmek, çekilmek — I, 53, 248, 249 bkz. amrulmak
- EMRÜLMEK: yatıştırmak, dindirmek — III, 428, 429 bkz. amrulmak, amrutmak
- EM: sem ilãç — I, 407 bkz. samlamak, sem
- EMSEMEK: emmek istemek — I, 278
- EMŞEN: (amşan) kuzu derisi, kürk yapılan deri, I, 109
- EMÜRMEK: emzirmek — III, 264 bkz. emilzmek
- EMÜZMEK: emzirmek I, 180; II, 264 bkz. emürmek
- ENDEK: satıh, bir nesnenin üst yanı; dam — I, 105
- ENDIK: şaşkın — I, 106 § endik er; budala adam — I, 105
- ENÜÇ: göze inen perde — I, 52
- ENÜÇLEMEK: göze inen perdeye ilâç koyn ıak, I, 299, 300
- ENÜÇLENMEK: göze perde inmek, I, 291
- ENÜK: hayvan yavrusu, enik, arslan, s ırtlan, kurt, köpek yavruları. I, 72
- ENÜKLEMEK: eniklemek, yavrulamak — I, 308; III. 92
- ENÜKLENMEK: eniklemek, enik sahibi olmak, I, 294
- ENÜKLÜG: yavrulu — I, 153
- EÑEK: ağzın iki yanında, azıların bittiği yer, avurt — I, 135
- EÑEK: kadınların baş örtülerini bağladıklan ip — I, 135
- EÑITMEK: şa; ırtmak — II, 274 bkz. angıtmak
- EÑLIK: kadınlann yanaklarına sürdükleri allık — I, 115
- EÑGMEGÜ: imtihan, sınav — I, 252
- EÑMEK: şaşmak — I, 174, 252
- EÑREŞMEK: canı sıkılmak, inlemek, mızmızlanmak (çocuk hakkında) — I, 258, 289; III, 39
- EÑTÜRMEK: işinde şaşırtmak, dandırnnak — I, 290
- EP: pekitme ve obartma edatı — I, 34
- EPMEK: ekmek — I, 101
- ER: er, erkek, adam — I, 16, 21, 24, 33, 34, 35, 36. 37, 38, 49, 54, 63, 71, 99, 104, 124, 128, 139, 146, 147, 148, 152, 154, 155, 156, 157, 158, 160, 162, 164. 166, 167, 168, 169, 170, 172, 174, 178, 181, 190, 191. 192, 194, 195, 196. 198, 199, 200, 201, 205, 216
- ERDEM: fazilet, edep, terbiye; hüner — I, 51, 89, 103, 107, 252; 336, II, 97, 229, 243, 343; III, 41, 133, 143, 211, 303, 440 bkz. erdem
- ERDINI: iri 100. I, 71, 141
- ERDEM: fazilet, edep, terbiye; hüner. I, 482 II, 8 bkz. erdem
- EREĞMEK: erkekleşmek, I, 208 bkz. arıtmak, eretmek
- EREN: erin kural dışı çoğul şekli, I, 45, 74, 76, 85, 149, 183, 187, 210, 229, 230, 247, 359, 362. 370 384, 518; II, 17, 83, 101, 104, 220; III, 119. 155 230, 378, 393, 406 § kurç eren; dayanıklı, yiğit adam — I, 343
- ERENTÜZ: Terazi yıldızı; Müşteri yıldızı — I, 76; III, 40 bkz. Karakuş, Karakuş yulduz
- ERETMEK: taşağı çıkarmak, iğdiş etmek; çocuğu sünnet etmek; erkekleşmek. I, 208 bkz. arıtmak, eredmek
- ERGÜRMEK: eritmek. I, 227; II, 198
- ERGÜRMEK: erişmek, vaktinde yetişmek — I, 227, 228
- ERIK: yağ ve yağa benzer eriyen şey, erimiş. I, 70
- ERIK: yüğrük. I, 139 § erik yılkı; yorga hayvan — 1, 70 § erik at; yürüyen at — I, 70 § erik er; becerikli, yürekli adam — I, 70
- ERIKLIK: hayvanın istekliliği, I, 152
- ERIMEK: erimek III, 367 bkz. erilmek
- ERINÇ: olur ki, belki — I, 132; III, 65, 245, 309, 449
- ERINÇIL: günah, bkz. I, 134 arınçu
- ERIÑEN: ergen, bekâr — I, 117
- ERINMEK: erinmek, üşenmek — I, 201
- ERITMEK: eritmek. I, 208 bkz. erütmek
- ERK: saltanat, sözü ve buyruğu geçerlik, kudret, iktidar, gücü yeterllk, I, 43
- ERKEÇ: erkeç, genç teke — I, 95
- ERKEK: her hayvanın erkeğl — I, 111; II, 102; III, 6, 178 § erkek takagu
- ERKEN: iken anlamına hal bildiren edat — I, 108, 121, 376, 526; II, 68, 249, 301, 333; III, 168, 317
- ERKEN: erken — I, 389
- ERKI: şüphe ve sorgu bildlren edat — I, 129
- ERKLEMEK: çiğnemek, basttiak. III, 443 bkz. eklemek
- ERKÜZ: suv ilkbahara doğru karların ve buzların erimesinden hasıl olan su — I, 96
- ERLENMEK: kadın evlenmek, er sahibi olmak — I, 257
- ERLEŞMEK: erkeklikte yarış etmek, I, 239
- ERLIK: erkeklik. I, 104
- ERMEGIL: tembel, eringen — I, 42, 70, 138
- ERMEGÜRMEK: tembelleşmek — III, 349
- ERMEK: olmak, imek — I, 24, 25, 74, 89, 109, 164, 215, 384, 399, 418, 430, 458, 516; II, 56, 57, 74, 169, 256. 257, 297, 320, 361; III, 38. 44, 168, 218, 219, 315. 333, 385 bkz. ermek
- ERNEK: parmak — I, 104 bkz. errigek
- ERÑEK: parmak. I, 104, 121, 248; III, 130, 443 bkz. ernek
- ERÑEYÜ: altı parmaklı adam — I, 136
- ERÑEYÜ: çok kısa boylu, cüce — I, 136
- ERRE: sidik; eşek kaşandırılmak istendiği zaman iki üç kere bu söz söylenir — I, 38
- ERSEK: ortaya düşmüş azgın kadın, orospu — I, 104; II, 56
- ERSEKLENMEK: kadın azgınlığından erkek isternek — I, 314
- ERSIG: ere benzeyen, erkek gfbı, III, 128
- ERSINMEK: erkekleşmek I, 253
- ERTIK: işlek yol, I, 103
- ERTIŞMEK: geçmekte yarış etmek — I, 231
- ERTMEK: geçmek-III, 233, 425, 427
- ERTTINI: özük bedeni inci gibi kadın, I, 141
- ERTÜRMEK: vazgeçmek, bağışlamak, kabullenmek; geçirmek — I, 220
- ERÜK: kendisiyle deri sepilenen nesne — I, 70
- ERÜK: ; eftali, kaysı, erik gibi meyvelere verilen genel ad — I, 69, 318; II, 282 § tülüg erük
- ERÜKLEMEK: sepilemek. I, 70, 306
- ERNKLENMEK: eriklenmek, erik meyvesi vermek, I, 294; III, 348
- ERÜKLÜK: eriklik, erik bahçesi I, 152
- ERÜKSEMEK: eriksemek, canı erik istemek — I, 303
- ERÜMEK: erimek. II, 198; III, 252 bkz. erimek
- ERÜŞMEK: erimek; erişmek — I, 182, 186 bkz. aruşmak
- ERÜTMEK: eritmek — I, 208 bkz. eritmek
- ES: fenalık, kötülük, ayıp şey; avret yeri. I, 210
- ES: yırtıcı, vahşş hayvanların avı, payı — I, 17, 36; III, 46
- ESBERI: külde pişirilen bir çeşit ekmek — I, 141
- ESEN: sağ, salim — I, 62, 77
- ESENLEMEK: selamlamak I, 308
- ESGÜRÜK: sarhoş, I, 349 bkz. esrük
- ESILMEK: uzamak, uzatılmak. I, 196 bkz. asılmak
- ESIN: esinti, rüzgâr, I, 77, 165, 266, 288; II, 223; III, 147
- ESINMEK: bir şeyi çekmek, germek, uzatmak, I, 201 bkz. as ınmak
- ESIRGEMEK: acımak, eseflenmek — I, 306
- ESIRGENMEK: acınmak — i, 291
- ESIŞMEK: ip ve benzeri şeyleri (çekmek, germek ve uzatmakta) yard ım ve yarış etmek — I, 185
- ESITMEK: uzatmak — I, 209
- ESIZ: yazık, esef, III, 51 bkz. essiz, ısız, ıssız, isiz
- ESIZLIG: fenalık, kötülük, haşarılık — III, 161 bkz. ısızlık, ıssızlık, isizlik
- ESKI: eski, I, 129
- ESKIRMEK: eskimek, I, 228
- ESKÜ: kalbur, elek, I, 129
- ESLINMEK: bir şey bir şeye takılmak — I, 258, 259 bkz. aslınmak
- ESMEK: esmek; kalburlayarak savurrnak; uzatmak — I, 165
- ESNEMEK: esmek; esnemek, I, 288; II, 223; III, 147
- ESNETMEK: estirmek; esnetmek — I, 266, 267
- ESRI: kaplan; tekir renk, kaplan rengi — I, 126 bkz. asr ı § esri yışık; alaca, iki renkli ip — I, 126
- ESRILEMEK: nakışlamak, süslemek — I, 316
- ESRÜK: sarhoş — I, 105, 194; II, 213, 289; III, 281 bkz. esgürük
- ESSIZ: acınmaa — nlatır, yazık, vah — I, 143; II, 188 bkz. esiz, ısız, ıssız, isiz
- ESTÜRMEK: uzattırmak, çektirmek, gerdirmek; elettirmek, I, 221
- ESÜRTMEK: sarhoş etmek — III, 427
- EŞ: eş, arkadaş — I, 47, 458
- EŞEK: eşek — II, 246 bkz. eşgek, eşyek
- EŞGEK: eşek — I, III, 114 bkz. eşek, eşyek
- EŞGEKLENMEK: eşek sahibi olmak — I, 315
- ESIÇ: tencere, çömlek — I, 52, 166, 223, 248, 258, 313, 323, 327, 357, 409, 411, 514, 518; II, 12, 72, 78, 178. 201, 253, 302, 333, 356, 357; III, 142. 191, 206, 249, 280, 409, 430 bkz. a şaç, aşıç § eşiç bukaç; tencere, bardak, tas — I, 357, 411
- EŞIÇLENMEK: tencere sahibi olmak — I, 291
- EŞIK: eşik- I, 42
- EŞIKLIK: eşiklik I, 152 § eşiklik yıgaç; eşik yapmak için hazırlanan ağaç — I, 152
- EŞILGEN: daima eşilen — I, 158
- EŞILGEN: her zaman uzayan, çekılen — I, 158
- EŞILMEK: eşilmek I, 197
- EŞILMEK: uzamak — I, 158
- EŞIŞMEK: toprak eşmekte yardım ve yarış et-mek, I, 185
- EŞITMEK: eştirmek, araştırmak — I, 211 bkz. üşetmek
- EŞITTÜRMEK: işittirmek — I, 222 bkz. eştlirmek
- EŞKIN: uzun yol — I, 109
- EŞKINCI: koşa koşa glden at postası — I, 109
- EŞKIN: toprak akıp inen, üğünen toprak — I, 109
- EŞKÜRTI: ipekli, nakı; lı Çin kuma; ı — I, 145
- EŞLIG: genç kadından eşi bulunan kimse, eşli, eş sahibi I, 47
- EŞMEK: eşmek; taşmak; (at hakkında) yorga yürümek — I, 166
- EŞTILMEK: işitilmek; I, 246
- EŞTÜRMEK: eştirmek — I, 222
- EŞTÜRMEK: işittirmek — I, 221 bkz. eşittürmek
- EŞÜK: büyüklerin ölümünde mezarları üstüne serilmek üzere gönderilen ıpek kumaş; bu kumaş sonra parçalanarak fakirlere da ğıtılır, I, 72
- EŞÜK: bürgü, örtü, üste giyinilen, bürünülen her nesne — I, 14, 72
- EŞÜKLIG: bürgülük kumaş sahibi. I, 153
- EŞÜKLIK: barçın bürgu yapılmak için hazırlan-mış olan ipekli kuma; — I, 153
- EŞÜLMEK: örtülmek, örtünmek — I, 197 bkz. aşulmak
- EŞÜMEK: örtmek, bürümek, I, 14; III, 253, 254
- EŞÜTMEK: örttürmek — I, 210 bkz. aşutmak
- EŞYEK: eşek, I, III, 114, 244, 311, 492; III, 62, 326, 330 bkz. e şek, eşgek
- ET: et, I, 35. 36, 95, 169, 173, 177, 184, 196, 209, 220, 223, 236, 323, 338, 348, 379, 397, 401, 429, 444, 479, 485, 495; II, 4, 15, 78, 102, 120, 126, 129, 141, 156, 157, 174, 211, 217, 222, 230, 240, 243, 245, 248, 252, 254, 281, 282, 292, 293, 342, 348; III, 7, 16. 23,
- ETÇI: kasap, II, 48, 49
- ETEÇ: çocukların ceviz oynadığı çukur, I, 52 bkz. etiç
- ETEÇLIK: ceviz oynamak için çukur aç ılmış yer — I, 151
- ETEK: etek — I, 68
- ETEKLENMEK: eteklenmek — I, 294
- ETEKLIG: etekli, eteği olan, I, 122
- ETEKLIK: eteklik I, 152
- ETETMEK: sıkıntıya koymak — I, 207
- ETIÇ: çocukların ceviz oynadıkları çukur — I, 52 bkz. eteç
- ETIK: pabuç, mest — III, 283 bkz. etük
- ETIKMEK: (çocük) yetişmek, tombullaşmak, büyümek. I, 192
- ETILGEN: her zaman düzelen — I, 158
- ETILGEN: atlarda bulunan bir hastalık — I, 158
- ETILGEN: sayılgan birçok işlere giren, çıkan, I, 158
- ETIZ: iki dere arasındaki su geçecek sed — I, 54 bkz. at ız
- ETIZLEMEK: ark açmak, set yapmak, topragı parçalara ayırmak, evlek yapmak — I, 301 bkz. atızlamak
- ETIZLENMEK: parçalara ayrılmak, (tarla hakkında) maşalaya ayırnnak — I, 292 bkz. atızlanmak
- ETLELMEK: et yapılmak — I, 295
- ETLEMEK: etlik yapmak, et yapmak, I, 284, 285
- ETLENMEK: etlenmek, şişmanlamak — I, 256, 285
- ETLETMEK: kestirip et haline getirtmek, I, 264
- ETLIG: kişi etli, şişman. I, 101
- ETLIG: ki ; i et sahibi olan kimse — I, 101
- ETLIK: et asılacak çengel, I, 101
- ETLIK: kesilmek için hazırlanan koyun — I, 101 § etlik koy; etlik koyun, I, 101
- ETMEK: (etmek) yenecek ekmek I, 102, 166, 197, 202, 211, 247, 262, 329, 391; II, 28, 30, 98, 112, 138, 197, 235; III, 93, 223, 280, 287, 304, 352, 426, 428
- ETMEKÇI: ekmekçi — II, 48, 49
- ETMEKLENMEK: ekmek sahibi olmak — I, 314
- ETREK: rengi kızıla çalan sarı adam — I, 101
- ETSEMEK: canı et istemek — I, 275, 279
- ETSETMEK: ete istek getirtmek, I, 262
- ETÜK: pabuç, edik, I, 68, 218, 395; II, 49, 315; III, 97, 242, 426, 430 bkz. etik § büküm
- ETÜK: ; kadın ayakkabısı — I, 395
- ETÜKÇI: pabuççu, kavaf — II, 49
- ETÜKLENMEK: ayakkabı, edlk sahibi olmak, I, 294; III, 348
- ETÜKLÜK: sagrı ayakkabı yapmak için ayrılan sahtiyan I, 152
- ET: yer yumuşak yer — I, 35
- ETYIN: vücut — I, 463
- EV: ev, I, 32, 211, 516 bkz. ef, ev, öv, üv, üv § ev k ızı; aile kızı — I, 326
- EVET: evet, peki — I, 51 bkz. emet, evet, yemet
- EVIN: tane, I, 84 bkz. evin
- EVLEŞMEK: evini ortaya koyup kumar oynamak, I, 240, 241
- EVLIG: ev sahibi. II, 106, 176
- EVLÜK: kadın, I, 251
- EV: ev — I, 24, 25, 32, 33, 37, 38, 85, 104, 124, 147, 148, 169, 191, 197, 214, 225, 226, 227, 231, 251, 253, 257, 281, 283, 293, 298, 323, 343, 370, 375, 377, 378, 384, 422, 435, 446, 447, 464, 495, 496, 498, 499, 501, 504, 507, 514, 515; II, 3, 4, 6, 8. 17, 1
- EVDILMEK: ele geçirilmek, toplanmak — I, 246
- EVDIMEK: toplamak — I, 273
- EVDINMEK: toplamak, toplamayı üzerlne al — mak, kendi kendisine toplamak — I, 251; II, 254
- EVET: evet, peki, I, 51 bkz. emet, evet, yemet
- EVIN: tane — I, 77, 84 bkz. evin
- EVLENMEK: hâlelenmek; kendine ev edinmek — 1. 258, 259
- EVLENMEK: evlenmek — III, 87
- EVLEŞMEK: toplanmak, yığılmak — I, 240 bkz. avlaşmak
- EVMEK: bir şeyin etrafına koşuşmak I, 167
- EVRIŞMEK: uğraşmak, çabalaşmak, bir işin üstüne düşmek; çevirmekte ve bir şeyin altını üstne getirmekte yardım etmek, I, 235, 248
- EVRÜLMEK: yönelinen yerden çevrilmek. I, 248
- EVSEMEK: evini özlemek. I, 277, 279
- EVSETMEK: evini özletmek, Istetmek, I, 262
- EVSINMEK: evi benimsemek, kendi evi saymak. I, 253, 258
- EVŞÜK: bir adama sonradan gelen hal, hastal ık ve benzeri, arıza; evin merteği, direği — I, 105
- EVŞÜKGEN: tevürgen her zaman evirip çeviren, güç işleri başaran — I, 157, 521
- EVÜRGEN: tevürgen her zaman evirip çeviren — I, 521
- EVÜRMEK: çevirmek, evirmek, döndürmek, altını üstüne getirmek, I, 178; II, 82
- EVÜSGÜ: savurma aygıtı — I, 13
- EVÜŞMEK: savurmak — I, 13
- EVZEMEK: koğlamak, müzevirlik etmek I, 275
- EYEGÜ: her hayvanın eyeğisi, eye kemiği, kaburga; yan; çadırın yanı, I, 137; III, 174, 425
- EYEGÜ: yer dağın ortası — I, 137
- EYLE: öyle — I, 113, 166; III, 186
- EYMENMEK: utanmak; çekinmek — I, 270; III, 377
- EZE: buyük kız kardeş, I, 90 bkz. ece, eke
- EZIK: uzunlamasına çizik, tırnak yarası — I, 71 bkz. az, iz
- EZITMEK: uzunluğuna yirmek, I, 209
- EZMEK: kazımak, sıyırmak — I, 165
- EZTÜRMEK: yirdirmek-I, 220
- EL: i1, vilâyet — I, 48, 106, 168, 219, 354; II, 9, 10, 18, 25. 29, 238
- EL: atı anlatır bir isim — I, 48 el açıklık, boşluk — I, 48
- EL: kötü, değersiz. |, 49 el iki bey arasında barışıklık — I, 49
- EL: başı ata bakan, seyis — I, 49
- EL: bolmak sulh olmak, banşmak — I, 49
- EL: kuş kartala benzeyen alacalı bir kuş — I, 49
- EN: çukur; iniş. I, 49; III, 4 bkz. in § en yer
- EN: en, yan tarafa olan genişlik, yan — I, 49
- ENEMEK: enemek; kulaktan bir parçasını keserek imlemek III, 256
- ENETMEK: enetmek; kulağın bir parçasını keserek imletmek — I, 215
- ER: delik açmak için kullanılan aygıt, delgiç, I, 45
- ER: yer — I, 45 bkz. yer
- ER: yerin güneye bakan güneşli tarafı — I, 464 bkz. ir
- ERILMEK: gedilmek, gedik açılmak; eksikleşmek — I, 270
- ERIN: dudak, I, 70, 77 bkz. ir(i)n
- ERINÇ: iyi ya; ayı; , nimet içinde geçiniş, nimet, bolluk, I, 46, 132; III, 449 bkz. erinj
- ERINÇÜ: günah — I, 134 bkz. arınçu
- ERINJ: nimet, bolluk, I, 132; III, 449 bkz. erinç
- ERLE: yurtluk, yurt tutulan yeı\ III, 251 bkz. irle
- ERMEK: i. rkilmek, yalnızlık duymak; (duvar) yarmak — I, 172, 173
- ERMEK: olmak, imek, I, 24 bkz. ermek
- ERTE: erte — I, 124
- ERTELEMEK: erken başlamak — I, 316 bkz. ırtalamak
- ESILMEK: eksilmek. I, 270
- EŞITMEK: işitmek. I, 212, 508, bkz. işitmek
- ETILMEK: düzelmek; edilmek, yapılmak — I, 53, 442; II, 209
- ETINMEK: edlnmek, hazırlanmak — I, 82
- ETIŞMEK: bariştırmak, beraber yapmak — I, 76
- ETMEK: (yardımcı fiil) yapmak, etmek, eylemek, kılmak — I, 171, 324, 332, 333. 342 361. 456, 457, 486; 11. 25; 111. 128 129, 130, 357, 366, 370
- ETTÜRMEK: büktürmek — I, 267, 268 bkz. iytürmek
- ETTÜRMEK: onartmak, düzeltmeyi emretmek. I, 217, 218
- EVEK: acele, ivme; aceleci, iven — I, 77, 104, 387; II, 13, 19 § evek er; aceleci adam, I, 122
- EVEKLIK: işlerde ivme, acelecillk — I, 153
- EVET: acele, ivnne — III, 26
- EVILMEK: ivilmek, acele edilmek. I, 271
- EVIŞMEK: koşu; mak, acele edl; mek — I, 186
- EVMEK: acele etmek, I, 167 . 168; II, 12; III, 26, 183
- EVSEMEK: ivmek, acele etmek (lstemek) — I, 277
- FURXAN: put — I, 343 bkz. burxan, beder burxan bedez burxan —
- FURHAN: evi put evi, puthane — I, 343,
- GE: zarf (mefulüileyh) edatı — III, 212, .
- GERÜ: . . . doğru III, 251
- GEŞÜR: havuç, I, 431 bkz. gezer, gizri, sar ıg, turma
- GEZER: havuç, I, 431 bkz. geşür, gizri, sarıg turma
- GIZRI: havuç. I, 431 bkz. geşür, gezer, sarıg turma
- GINE: küçültme eki — III, 359 bkz. — kıya, -kiye
- GU: fiillerin emir kipi üzerine gelerek zaman, yer ve ayg ıt ismi yapan edat — III, 211
- HANA: ana, I, 32 bkz. ana
- HATA: ata, I, 32 bkz. ata
- HEÇ: heç atları gayrete getirmek ve sıkıştırmak çıkarılan ses I, 321; II, 282 bkz. eç eç
- HOÇ: hoç keçilergüdülüp sürülürken söylenen, — II, 282
- HUKUBARI: pota yapılan çamur, lülecl çamuru — için ç ıkarılan ses, III, 243 bkz. çukuban
- XAFSI: hokka — I, 423
- XAKAN: Afrasyab’a verilen ungun, III, 157
- XAMIR: emir, bey — I, 112
- XAN: han, Türkler’in en büyük başbuğu, Afrasyab oğullarına verilen ungun — I, 63, 82, 199, 255, 271, 410, 427, 459; II, 3, 7, 190, 273, 288; III, 60, 127, 141, 157, 266. 327, 368
- XANDA: nerede — I, 46, 418; III, 69, 173, 218 bkz. kanda, kayda, kayuda
- XASNI: çocukları semirtmek için bir kese içine konularak a ğızlarına verilen bir deva, Hin-distan’dan gelir — I, 435
- XAYU: hangi, hani, I, 31; III, 218, 237, 367 bkz. kanu, kayu
- XIYAR: maraz ücretle çalışan adam, ırgat — I, 411 bkz. maraz
- XIZ: kız — III, 218 bkz. kırkın, kırnak, kız
- XULIÑ: Çin’den getirilen birçok renkleri olan ipek kuma ş, III, 371
- XUMARU: andaç olarak verilen mal, ölen büyük bir adam ın malından hakana ayrılan güzel parça, uzağa giden adamın hısımlarına bıraktığı mal I, 445
- XUMARU: miras I, 445; III, 440
- XUMARULANMAK: mirasa konmak; dostunun veya ba şkasının malından kendine azık edin-mek, III, 205
- XUN: kaba, faydasız. III, 138
- XUN: xara ışlamak kaba, faydasız iş i; lemek — III, 138
- XÜÇÜNEK: kırlangıç dahi denilen benekli, güzel kokulu küçük kavun, y ılkıç — I, 488
- IÇGIN: kaçırmak; kaybedilmek, yok edilmek, elden gitmek; yellen^iek. I, 253, 254; III, 307
- IDILMAK: salıverilmek, boşanmak — I, 194
- IDINÇU: saç erkeğin sonradan bırakılan saçı — I, 133
- IDINÇU: yılkı yük vurulmayarak bırakılan hayvan — I, 134
- IDIŞMAK: birbirine armağan vermek, armaganlaşmak ve bunda yarış etmek — I, 182
- IDMAK: salmak, gôndermek, serbest bırakmak, I, 210, 421; III, 172, 230, 343, 438 bkz. tonatmak, tonıdmak
- IDSAMAK: göndermek istemek — I, 276
- IDU: zaruret, zahmet — I, 110
- IDUK: kutlu ve mübarek olan; aslında sahibininyaptığı bir adak için saklanarak yünü k ırkılmayan, sütü sagılmayan, yük vurulmayarakbaşıboş bırakılan, salıverilen her hayvana bu ad verilir. I, 65
- IDUK: tag geçitsiz sıra dağlar — I, 65
- IGLAMAK: ağlamak — I, 286, 287 bkz. yıglamak
- IGLAŞMAK: ağla; mak — I, 240 bkz. yıglaşmak
- IJMAKLANMAK: bir yerde veya bir şeyde çok şap bulunmak; kelliği artmak, azmak — I, 313bkz. ajmuk
- IK: soğuk su içilerek üzerine ekmek yenildikte gögsü kabartarakç ıkan bir hıçkırık, hık — I, 37
- IKILAÇ: asil, yüğrük at — I, 139
- IK: tutmak hıçkırık tutmak, hık tutmak — I, 37
- ILDURMAK: indirmek I, 224
- ILIG: ılık, I, 31, 64 bkz. yılıg
- ILIMGA: hakanın mektuplarını Türk yazısıyle yazan kimse — I, 143 bkz. al ımga
- ILINMAK: ilişmek, tutulmak, uğramak, takılmak — I, 204; II, 288; III, 358 bkz. ilinmek
- ILIŞMAK: inmekte yarış etmek, ini; mek — I, 190
- ILIŞMAK: blrbirine ilişmek; çatışmak; asmakta yardım etmek I, 188, 190 bkz. ilişmek
- ILMAK: inmek — 1. 169, 175; III, 69, 220 bkz. inmek
- ILSAMAK: inmek istemek — I, 278 bkz. insemek
- IMGA: malmüdürü, tahsildar, hazinedar. I, 128
- INAL: anası hatun (kökten), babası ortalık adamı olan bütün gençlere verilen ungun, I, 122
- INANÇ: güvenilen, inanılan, I, 133; III, 450 § ınanç beg; inanılan, güvenilen bey — I, 133, 206
- INANMAK: inanmak, güvenmek — I, 206; III, 161
- INIŞMAK: inişmek I, 190
- IÑAN: dişi deve — I, 120, 289 bkz. iñen
- IÑRAMAK: deve inlemek — I, 120
- IÑRANMAK: inlemek — I, 289
- IÑRAŞMAK: inleşmek III, 398
- IÑRATMAK: inletmek, II, 357, 358
- IR: ır, ırlama — III, 4 bkz. yır
- IR: utanma bildiren bir söz — I, 36 bkz. ıra, ırra, ir
- IRA: utanma — I, 39 bkz. ır, ırra, ir
- IR: bulmak utanmak. I, 36
- IRGAG: donmu; olan buzu, buzluga çeklp getirmek için kullan ılan kanca, I, 141
- IRGALMAK: sallanmak, ırgalanmak. I, 249
- IRGAMAK: sallamak, ırgalamak, I, 283; III, 316, 321
- IRGANMAK: ırgalanmak — I, 254
- IRGAŞMAK: ırgalamakta yardım ve yarış etmek — II, 322
- IRGATMAK: ırgalatmak, sallatmak — I, 263
- IRK: kâhinlik, fal, yürektekini d ı; arı çıkarma, I, 42
- IRKLAMAK: kâhinlik etmek, ırk (fal)a bakmak — III, 443
- IRRA: utanma — I, 39 bkz. ır, ıra, ir
- IRTALAMAK: erken başlamak — I, 316 bkz. ertelemek
- ISINMAK: ısınmak; sevmek — I, 201, 202 bkz. isinmek
- ISIRGAN: ısırgan, çok tsıran — I, 156
- ISIRMAK: ısırmak, sokmak — I, 178; II, 329
- ISIRTMAK: ısırtmak — III, 428
- ISIŞMAK: ısınmak, bir nesnenln bütün parçalar ı arasına sıcaklık yayılmak, I, 185 bkz. isişmek
- ISIZ: ele, avuca sığmayan, haşarı çocuk, utanmaz, arsız, ırsız, fena, kötü — I, 122, 386; II, 117 bkz; esiz, essiz, ıssız, isiz
- ISIZLIK: fenalık, kötülük, haşarılık. III, 161 bkz. esizlig, ıssızlık, isizlik ıslanmak ; islenmek — I, 298 bkz. işlenmek
- ISRIK: çocukları perilere ve göz dokunmasına karşı afsunlamak için ilâç yapıldığı zaman tekrarlanarak söylenir. I, 99
- ISRILMAK: ısırılmak, I, 247
- ISRIM: kişi suratsız, sıkıntilı adam — I, 107
- ISRINMAK: öfkelenip derlenmek, toplanmak, çekilmek, büzülmek — (Bu kellme sebzelere iyice pi şmeden soğuk su konmasıyle pişme yerek çiğ kalması, sinirsek olması halinde 50/10^. Yumuşak huylu bir kimsenin ser-telmesi de bôyledir) — I, 251, 252
- ISRIŞMAK: ısırışmak — I, 234, 285
- ISRUMAK: ısırmak — I, 163
- ISSIZ: kişi yüzsüz, lyilik bilmez adam — I, 142 bkz. esiz, essiz, ısız, isiz
- ISSIZLIK: , fenalık, kötülük, haşarılık. III, 161 bkz. esizlig, ısızlık, isizlik
- IŞ: iş — I, 47, 53, 64, 141, 146, 147, 155, 156, 157, 158, 168, 171, 179, 186, 187, 190, 193, 197, 201, 204, 209, 217, 220, 221. 230, 235, 238. 244, 255, 270, 271, 272, 295, 300, 307, 313, 315, 316, 320, 348, 368, 376, 391, 410, 428, 448, 459, 462, 470, 494, 52
- IŞÇI: işçi — I, 468 § tarfak ışçı; kıvrak, çalışkan işçi — I, 468
- IŞGUNMAK: Fársça’sı “aşhun” Arapçası el-rşbâs olan bitki — I, 18, 109
- IŞ: küdük iş güç — I, 391
- IŞLAMAK: işlemek — III, 138 bkz. işlemek
- IŞLAR: kadın — II, 150, . 171 bkz. işiler, işler
- IŞLIG: i; sahibi olan (kimse). I, 495, 509 § ışlıg küdüglüg; işli, güçlü — 1. 509
- IT: it, köpek — I, 35. 116, 156, 157, 164, 178, 228, 294, 308, 336, 346, 363, 365. 375, 483; II, 7, 8. 10, 16, 24, 73, 84, 177, 221. 292, 298, 305; III, 23. 70, 73, 214. 232, 255, 262, 291, 294, 300, 324, 353, 404, 405, 410, 429
- ITLAMAK: köpekletmek, söğmek- I, 285, 286
- ITLIG: itli, köpekli I, 98
- ITLIG: yılı Türkler’ln on Ikill yıllarından biri — I, 346
- IVIK: kırlarda, taşlı yerlerde yaşıyan geyik — I, 67, 239, 265
- IVRIK: ibrik I. 99, 100; III, 131
- IYINMAK: ıkınmak, I, 269
- ÎÇ: iç — I, 35, 91, 225, 245; II, 208
- IÇEGÜ: kaburga kemiklerinin iç tarafında bu — lunan şeylerin adı, II, içirik I, 137
- IÇ: et ciğere bitişik olan ince et — I, 35
- IÇGERMEK: içeriye koymak; suçlarını sôylemek, koğlamak — I, 227
- IÇI: yaşça büyük olan erkek karde ş; kocanınyaşça büyük erkek kardeşL I, 87; III, 7
- IÇIKMEK: savaşta kendi dileğiyle teslim olmak — I, 192; II, 118
- IÇILMEK: içilmek . I, 194
- IÇIN: ara, iç anlamını bildiren birek, I, 76, 230
- IÇIŞMEK: içişmek, içmekte yardım ve yarış etmek, I, 181 içkin er düşmanlardan iken bu yana geçen, kendisine dokunulmayan, baysall ık verilen kişi, mülteci — I, 108
- IÇKUR: iç kuşağı, uçkur, I, 35, 324
- IÇKÜ: içki, içilen şey, I, 128 içlemek iç geçirmek, astarlamak, I, 286
- IÇLENMEK: içlenmek, tanelenmek, içi olmak — I, 256, 257
- IÇLIK: eger keçesi, içlik, I, 102, 104
- IÇMEK: içmek, bir şeyi içmek veya sorup içine çekmek. I, 35, 47, 142, 164, 192; II, 6
- IÇMEK: kuzu derisinden yapılmış olan kürk — I, 102
- IÇMEKLENMEK: kuzu kürkü giymek ‘ve buna sahip olmak, I, 314
- IÇRE: de, içinde, içerisinde. I, 223, 367, 393; II, 83, 250; III, 235, 247, 339, 448
- IÇRÜŞMEK: içirişmek, içı’rmekte yardım ve yarış etmek, I, 233
- IÇSEMEK: içmek 1516010^I, 20, 276
- IÇ: söz yürekteki gizli şey, sır — I, 35
- IÇTONLAMAK: iç donu giymek — I, 314 bkz. iştonlanmak
- IÇTÜRMEK: içirmek, su içirmek, I, 218; II, 173
- IÇÜK: samur, tegin gibi hayvanların derisinden yapılan kürk, I, 69
- IÇÜKLEMEK: samur, teğin gibi hayvanların kürkünden urbasına iç geçirmek, iç kaplatmak, I, 305
- IÇÜRGEN: çok içiren — I, 157
- IÇÜRMEK: içirmek I, 47, 177. 218; II, 173
- IDIŞ: kadeh, tas, bardak, tencere gibi her nevi kap — I, 61 bkz. idi ş
- IDI: sahip, efendi; Tan^ı. I, 87. 320, 330, 410; II, 243
- IDIŞ: kadeh, kap; mal mülk, III, 61, 131, 232 bkz. idi ş
- IDRIK: katı nesne — I, 102 bkz. irik
- IG: iğ, I, 48, 85 bkz. ik, yig, yik
- IG: hastalık. I, 48, 296; III, 30, 224, 278, 281
- IGÇIL: hasta, III, 57
- IGEMEK: eğelemek, gıcırdatmak, III, 254, 255
- IGEMEK: inat etmek, III, 255
- IGENMEK: benimsemek; (kısrak) gebe kalmak; çamışlaşmak, harınlaşmak; çekinmek — I, 104, , 200, 203
- IGEŞMEK: arka olmak, güvenmek — I, 187
- IGEŞMEK: eğelemekte yardım ve yarı; etmek; çarpışmak, ısırı; mak, boğufmak — I, 187, 188; II, 287
- IGIŞ: harınlaşan, inatlaşan hayvan, at — I, 122
- IGLELMEK: hastalanmak, I, 296
- IGLEMEK: hasta olmak — I, 287, 380
- IGLENMEK: bir parça hastalanmak
- IGLEŞMEK: hastalaşmak — I, 241
- IGLETMEK: hastalandırmak — I, 266
- IGLIG: hasta — I, 79, 196, 273; II, 351
- IK: iğ — III, 144 bkz. ig, yig, yik
- IKDILMEK: terbiye edilmek, eğitllmek; beslenlenmek — I, 246
- IKDI: ; anaları bir olan — III, 382
- IKDÜK: peynlr gibi süt ve yoğurttan yapılıp yenen bir azık, I, 105
- IKEME: bir çeşit saz, kubuz gibi çalınan bir çalgı — I, 137; III, 174 bkz. ekeme
- IKI: sayıda iki; ikisi I, 49, 131, 233, 256; II, 45, 251; III, 45, 101, 244, 363, 382 bkz. ikki
- IKIDMEK: terbiye etmek, eğitmek, yetlştirmek, I, 213 bkz. ikitmek
- IKINÇ: sayıda 1^1110. I, 131, 132; III, 449
- IKINDI: bazısı, öteki, ikinci — I, 140, 185, 186, 231, 238. 239; II, 89, 103, 203, 214, 217 bkz. ekindi
- IKINDI: ikindi, I, 140
- IKIRÇKÜN: tereddüt, ikircim; tereddütlü, ikircimli. III, 419
- IKIT: yalan — I, 51
- IKITMEK: terbiye etmek, yetiştirmek . I, 213 bkz. ikidmek
- IKKI: iki, birblri, ikisi, iklden her biri — I, 182, 187, 188. 189, 234, 237, 239. 268, 270, 308, 317, 410, 519; II, 17, 88, 89, 93, 98, 99, 101, 102, 104, 105, 107, 108, 109, 112, 196, 203, 206, 207, 209. 211, 215, 217, 218, 220, 221, 222, 224, 258, 287; III, 71,
- IKKIZ: ikiz, I, 143 § ikkiz oglan; ikiz çocuk — I, 143
- IKLEMEK: çiğnemek, basmak — I, 287, 380; III, 310 bkz. egle şmek, ikleşmek, yiklemek
- IKLEŞMEK: birbirine uyup durmak, bir şeyi ayakla çiğnemekte birbirine yardırn etmek, I, 241 bkz. egleşmek, iklemek, yiklemek
- IKLETMEK: çiğnetmek, bastırmak — I, 265
- IKTÜ: ekti, elde beslenen hayvan, I, 114
- IKTÜLEMEK: ot vermek; beslemek — I, 317
- ILEL: (beylere ve hanlara cevap verilirken) evet — I, 78
- ILENÇ: düşüncesinin yanlışlığı belli olan bir ki-şinin bir iş üzerine sözsöy]emesini kınama; ayıplama, tekdir, çıkışma — I, 133, 204; III, 450
- ILENMEK: kötü dua etmek, ilenmek; ayıplamak, tekdir etmek, I, 204, 205
- ILERMEK: göze ilişmek, belirmek, gôrünmek — I, 179; II, 283
- ILERSÜK: şalvar uçkuru — I, 152
- ILERTMEK: iliştirmek, iliştirtmek. III, 427, 428
- ILETMEK: iletmek, götürmek — I, 214, 369; II, 263
- ILIK: ilik I, 72. bkz. yilik
- ILI: kapug iliştirilivermiş, anahtarsız açılabilen kapı — I, 92
- ILINMEK: tutulmak, yakalanmak — I, 204, 205, 206; II, 288; III, 358 bkz. ılınmak
- ILIŞMEK: birbirine ilişmek; çatışmak; asmakta yardım ve yarış etmek — I, 188, 190 bkz. ılışmak
- ILK: ilk, her şeyin evveli — I, 43
- ILMEK: ilişmek I, 169
- ILRÜK: üzerlik tohumu, Peganum harmala — I, 105 bkz. eldrük, y ıdıg ot, yüzerlik
- ILTÜRMEK: iliştirtmek, astirtmak — I, 224
- IM: parola, orduda başbuğun askerler arasına silâh veya kuş adlarından birini belge olarak koyduğu kelimeler — I, 38
- IMDI: şimdi. I, 36, 37, 41 bkz. emdi
- IMIR: aydınlıkla karanlığın birbirine karışması — I, 94 bkz. emir, imir, iriğir
- IMLELMEK: gôz kırpmakla ve buna benzer şeyle işmar olunmak — I, 296
- IMLEMEK: işmar etmek, işaret etmek, göstertmek — 1. 82, 287, 288; III, 84, 295, 310 bkz. yimlemek
- IMLEŞMEK: işaretleşmek — I, 242
- IMLETMEK: işaret ettirmek — I, 266
- IMREN: yurttaşlardan toplanan her yığnak — I, 88, 107
- IMTILI: düşünüp taçınılmadan birdenbire yapılma. I, 141
- IN: çukur — I, 49 bkz. en
- IN: yırtıcı hayvan ini. I, 49, 55 bkz. yın, yin
- IN: koyun pisliği — I, 49 bkz. yin
- INÇ: rahat, içi sakin, yüreği dölek — I, 74; III, 437
- INÇIKMEK: duygusu gitmek, bayılmak, büzülmek, titremek — I, 243, 244
- INEGIL: vücut içerisinde, göbek kar şısında kulunca benzer bir hastal ık — I, 137
- INI: yaşça küçük kardeş, kocanın küçük erkek kardeşi — I, 93; III, 7
- INILMEK: inilmek. II, 130
- INMEK: inmek I, 169; II, 204; III, 61 bkz. ılmak
- INSEMEK: inmek istemek — I, 278 bkz. ılsamak
- IÑEK: 1116^I, 111; III, 91 iñek kaplumba ğanın dişisi — I, 111
- IÑEK: küçi küçü otu tohunnu — III, 121
- IÑEN: dişi deve, I, 120, 289 bkz. ıñan
- IÑES: kişi yabancı gibi sağına, soluna bakan adam — I, 94
- IÑIR: aydınlıkla karanlığın birblrine karışması, alaca karanlık. l, 94 bkz. amır, emir, imir
- IÑLIÇ: kebapla yenir, sarımsağa benzer blr dağ otu — I, 115
- IPRÜK: içerisine pekllk gelene (içlni sürdürmek için) yo ğurt ile süt karıştırılarak verllen ilâç — I, 101
- IR: yerin güney, güneşli yanı — I, 464 bkz. er
- IR: utanma bildiren bir söz, I, 36 bkz. ır, ıra, ırra
- IR: bolmak utanmak, I, 36
- IRDEMEK: aramak — III, 228
- IRIK: katı olan nesne — I, 71, 102 bkz. idrik
- IRIK: kel ve uyuzun kafası — I, 71
- IRIK: erpik ve eski olan her nesne, I, 70
- IRIK: otuñ odun kırıkları, kıymık I, 70
- IRILMEK: kaygıdan titremek, kendi kendini yermek — I, 196 bkz. ar ılmak
- IR(I)N: dudaklar, ağız — III, 74 bkz. erin iririg 11-10. I, 135; III, 59
- IRK: dört yaşına girmek üzere bulunan koyun — I. 43
- IRKEKLENMEK: dalgalanmak; erkek olmaki ür-permek — I, 315 bkz. erkeklenmek
- IRKEŞMEK: topla; mak. I, 144 bkz. irkişmek
- IRKILMEK: toplanmak, çoğalmak I, 249
- IRKIN: irkilen, iriken şey — I, 108 § irkin yagmur; günlerce süren ya ğmur, I, 108 § irkin suv; irkinti su — \, 108
- IRKINMEK: irkmek, mal irkmek, kendisi için toplamak — I, 254, 255
- IRKIŞMEK: irkmekte yardım ve yarış etmek, toplaşmak — I, 238, 325 bkz. irkeşmek
- IRKMEK: toplamak — III, 420
- IRLE: yurtluk, yurt tutulan yeı\ III, 251 bkz. erle
- IRPELMEK: bıçkı ile biçilmek, bo2ulmak — I, 244
- IRPEMEK: bıçkılamak, biçmek, bozmak — I, 271
- IRPETMEK: bıçkı ile biçtirmek, bozdurmak. I, 260
- IRTELMEK: aranmak, araştırılmak; istenmek. I, 245
- IRTEMEK: arkasına düşmek; istemek — I, 245, 272; III, 356 bkz. istemek
- IRTEŞ: araştırma, irdeme; isteme; iş hususunda vaki olan bahis, dögü ş, kavga, I, 97, 402; II, 214; III, 416
- IRTEŞ: kopmak bahis kızı; mak — I, 97
- IRTEŞMEK: araştırmak. I, 230
- IRTETMEK: istetmek, aratmak, I, 260
- IRÜK: duvar ve duvara benzer şeylerdeki gedik — I, 70
- IRVI: Hindistan’dan gelir bir ilâç — I, 128
- IRVI: ince uzun — I, 128 § irvi kulak; ince uzun kulak — I, 128
- ISIG: sıcak — 1. 72; III, 400
- ISIGLEMEK: çok sıcakta gitmek — I, 306
- ISIGLENMEK: bir şeyi sıcak bulmak — I, 294
- ISIGLIK: sıcaklık. I, 152
- ISIGLIK: sevda — I, 152
- ISIG: yer uzayıp giden bozkır — I, 72
- ISIMEK: ısınmak — III, 253
- ISINMEK: ısınmak; sevmek — I, 201, 202 bkz. ısınmak
- ISIRGENMEK: sıcak yüzünden isiriklenmek — I, 290
- ISIŞMEK: ısınmak, bir nesnenin bütün parçalar ı arasına sıcaklık yayılmak — I, 185 bkz. ısışmak
- ISITMEK: ısıtrnak; ısıtmaya tutulmak — I, 209, 210
- ISIZ: kötü, fena — II, 91 bkz. esiz, essiz, ısız, ıssız,
- ISIZLENMEK: sevimsizleşmek, yaramazlaşmak — I, 293
- ISIZLIK: şer, kötülük I, 152 bkz. esizllg, ısızlık, ıssızlık, isizlik
- ISKEMEK: ditmek — I, 284
- ISKENMEK: (kıl, ot vb — hakkında) koparmak, yolmak, ditmek — I, 255
- ISRE: aşağı; sonra, I, 126
- ISTEK: istek; ara; tırma — I, 120
- ISTEK: kopmak istek gelmek, I, 120
- ISTELMEK: istenmek, aranmak, I, 246 i
- STEMEK: istemek, arkasına düşmek, aramak — I, 272 bkz. irtemek
- ISTETMEK: istetmek, aranması için arkasından adam göndermek. I, 260
- IŞ: is, kandil dumanı — I, 37
- IŞ: iş — I, 132, 253, 265; II, 166, 315; III, 68 bkz. ış
- IŞ: bolmak islenmek, klrlenmek — I, 37
- IŞENMEK: güvenmek, inanmak I, 202
- IŞILER: kadın — I, 117 bkz. ışlar, işler
- IŞILMEK: işe yatmak, işe yordam hasıl etmek — I, 197 bkz. yişilmek, yuşılmak, yuşulmak, yüşilmek, yüşülmek
- IŞITMEK: işküm saraylarda hanlar 1çin kurulan, büyük çanak gibi ayaks ız sofra — I, 107
- IŞLELMEK: işlenmek — I, 295
- IŞLEMEK: işlemek, I, 286 bkz. ışlamak
- IŞLENMEK: Islenmek, dumanla örtülmek, tütsülenmek; kendini i ş yapar göstermek — I, 297. 298; II, 72 bkz. ıslanmak
- IŞLER: kadın — I, 117, 153, 158, 314, 330, 477; III, 18, 57, 205, 432 bkz. ışlar, işiler
- IŞLEŞMEK: iş yapmakta yarış ve yardım etmek, I, 240
- IŞLETMEK: işletmek I, 265
- IŞTONLANMAK: iç donu giymek, I, 314, 315 bkz. içtonlanmak
- ITEGÜ: değirmende dönen taşın üzerlne bindirilen ağaç parçası, ünun biraz kalın olması istenirse taş, bununla biraz yukarı kaldırılır, ince olması istenirse aşağı indirilir, I, 137
- ITILMEK: itilmek, defedilmek; serpilmek, büyümek; imeklemek; sürünmek I, 193; II, 139
- ITINÇÜ: nerig itilen nesne, I, 133
- ITINDI: neñ itilmiş nesne, itik — I, 140
- ITINMEK: itilmek, sürünmek II, 139
- İTİŞ: itişme, iki kişi arasında elle müdafaa — I, 61
- ITIŞMEK: itişmek, bir şeyi müdafaada yardım ve yarış etmek I, 180
- ITLINMEK: itilmek — I, 256
- ITLIŞMEK: itilmek, itilişmek, I, 239
- ITMCK: itmek. , I, 171; III, 137, 251
- ITSEMEK: itmek istemek, itsemek — I, 276
- IYTÜRMEK: büktürmek — I, 267, 268 bkz. ettürmek —
- IZ: yerde ve deride uzunlamasına olan çizik, 80 bkz. az, ezik
- IZDERIG: balık avlanan bir çeşit ağ, I, 116
- IZI: öbür yıl, gelecek yıldan sonrakl yılı, 89
- IZLIK: kesilen hayvanların derisinden yapılan Türk çarığı. I, 104
- JAGILAMAK: çağlamak, III, 324, 325 bkz. çagılamak, şagılamak
- KA: kap, akar konan kap, zarf — I, 407; III, 211 bkz. kaça, kakaça
- KA: kalın kelimelerde “de” anlamına zarfedatı — III, 211, 212
- KA: Arapça’daki “ilâ ve izafet l’ı” anlamlarına edat, III, 212
- KABAK(G): kabak, yaş iken yemeği yapılan bir sebze, I, 382
- KABAKLIK: kabak tarlası, kabak biten yer — I, 503, 505
- KABARGAN: vücutta kaşınmak ve sıcak yüzünden çıkan kabartı, sivilce — I, 516
- KABARMAK: kabarmak — II, 71
- KABARTGAN: kabartan, şişiren, obartan (kimse) — I, 516
- KABARTMAK: kabartmak, şişirmek, obartmak — III, 430
- KABIRÇAK: tabut, (çok kere) ölü tabutu — I, 501
- KAÇ: kaç, sayı soran bir edat — I, 321, 476, 498
- KAÇA: kap — III, 238 bkz. ka, kakaça
- KAÇAÇ: ipekli Çin kumaşı; cariye adı — II, 285
- KAÇAÇ: kir, II, 285 bkz. kakaç
- KAÇALAMAK: kaba koymak — III, 323
- KAÇAN: ne vakit, vaktaki, ne zaman — I, 352, 403, 467; II, 69; III, 207, 272
- KAÇAR: kaç kere — III, 247 bkz. kaçur
- KAÇGIN: kaçan — I, 21, 79
- KAÇIGAY: kaçan — III, 106 § kaçıgay er; kaçan adam, I, 106
- KAÇI1MAK: kaçılmak — II, 134
- KAÇINMAK: kaçar görünmek. II, 154, 155
- KAÇIŞ: halk arasındaki uyuşmazlık, döğüş, I, 369
- KAÇIŞMAK: kaçışmak — II, 92
- KAÇITMAK: kaçırtnnak — II, 300
- KAÇ: kaç cin çarpmasına karşı üzerlik ile yapılan tütsüde söylenen söz — III, 163
- KAÇMAK: kaçmak; gitmek, I, 12, 60, 142, 195, 235, 272, 386, 529; II, 5, 33, 87, 164, 225, 234, 335; III, 40, 178, 208
- KAÇRUMSINMAK: kaçırır görünmek, II, 261, 262
- KAÇRUŞMAK: birbirini kaçırmak, II, 218, 225
- KAÇTURMAK: kaçırtmak — II, 89 kaçur kaç kere — III, 247 bkz. kaçar
- KAÇURGAN: her zaman kaçıran — I, 516, 517
- KAÇURMAK: kaçırmak. I, 47; II, 75, 87, 164, 166, 225, 261, 262
- KAÇURTMAK: kaçırtmak — III, 431
- KAÇUT: savaş ve kavgada yiğitlerin blrblrleriyle çarpışmaları.I, 356
- KAÇUT: kısa mızrak — I, 12
- KADAŞ: kardeş, hısım, akraba, I, 86, 403. 407; II, 102; III, 62, 96, 143, 245, 382 bkz. kada ş
- KADAŞLIK: kardeşlik, hısımlık — I, 503
- KADGU: kaygı, III, 295, 309 bkz. kağgu kadılmak seyrekçe dikilmek — II, 134 bkz. kadumak kad ır güç, sarp, zor — I, 364; II, 54 § kad ır han; hakanlann sert ve çetin olan ı; “Hakanlı” ulusunun büyükleri — I, 364 § kadır
- KADIRMAK: döndürmek, reddetmek — I, 144, 508
- KADIŞMAK: seyrekçe (ikileme) dikiş dikmekte yardım ve yarış etmek — II, 93
- KADITMAK: inat etmek, dik ba; lı olmak, boyun egmemek, I, 513 bkz. kad ıtmak
- KADITMAK: geri dönmek, çekinmek; soğuktan ölmek.II, 301
- KADITMAK: seyrekçe diktirmek. II, 301
- KADRAK: dağ katları ve kıvnmları, yamaç, yan — I, 320, 471 § kat
- KADRAK: ; yan, yamaç I, 472
- KADRINMAK: huyunu çetinle; ir göstermek — II, 267 bkz. kad ırlanmak
- KADRUKLANMAK: dağın girintisi, çıkıntısı, sert yeri çok olmak — II, 275
- KAD: kar fırtınası, insan öldüren bora, tipl — II, 223; III, 147
- KADAG: kanal, ırmak — II, 190
- KADAŞ: kardeş glbi yakın olan hısım, akraba, I, 369; III, 23, 327 bkz. kada ş
- KADGU: kaygı, tasa, I, 106, 425, 486; III, 374 bkz. kadgu
- KADGULANMAK: kaygılanmak. III, 201
- KADGURMAK: kayırmak; kaygıya düşmek, kaygılanmak. II, 192, 193; III, 193. 194 bkz. kay-gurmak
- KADLLG: ikileme dikiş, çifte dikiş, I, 375
- KADIK: ağaçtan oyulmuş nesne — I, 382
- KADIN: kayın, dünür, hısım.I, 32, 403, 528; II, 110; III, 245 bkz. kay ın, kazın
- KADIN: kadnagun kayın ve kayınbabalar; “kayın mayın” gibi bir deyim — I, 523
- KADIÑ: kayın ağacı, I, 32, 356; III, 134, 151. 369bkz. kay ıñ
- KADIRGAK: çok çalışmak yüzünden elde peyda olan nas ır — I, 502
- KADIRGAN: daima egdiren, daima büktüren, I, 518; II, 74
- KADIRLANMAK: huyunu çetinleşir göstermek — II, 267 bkz. kadrınmak
- KADIRMAK: büktürmek, eğdirmek, burdurmak; reddetmek — I, 370; II, 76, 164
- KADIRTMAK: bıiktnrmek.III, 431
- KADIŞ: kayış.I, 369, 499; III, 10, 325
- KADIŞLAMAK: kayış yapınak. III, 335
- KADITGAN: kimseye boyun egmeyen, inatçı, dik başlı, I, 513
- KADITMAK: inat etmek, dik başlı olmak, kimseye boyun egmemek.I, 513 bkz. kad ıtmak
- KADIZ: ağaç kabuğu, I, 365
- KADIZLANMAK: kabuklanmak — II, 267
- KADMAK: tipiden ölmek — III, 440
- KADNAGUN: kadın ile birlikte kullanılır, “kayın mayın” gibi bir deyim. I, 528
- KADRANMAK: kızmak, köpnrmek. II, 249
- KADRILMAK: bükülmek, egilmek — II, 235
- KADRIŞMAK: bükmekte yarış etmek; karşılıklı olarak birbirinin sözlerini reddetmek, II, 218, 219
- KADUMAK: seyrekçe dikmek, III, 260 bkz. kad ılmak
- KAFÇITMAK: kızdırmak. II, 329 bkz. kavçımak
- KAFGAR: safran renginde ipek kumaş — III, 438
- KAFTAN: kaftan, elbise; kapama. I, 435; III, 109, 287, 298
- KAGIL: üzüm asmaları bağlanan yaş söğüt dalı, I, 409
- KAG: kug kazın çıkardığı ses — III, 128 bkz. kak kuk
- KAG: kug etmek kaz ses vermek, III, 128
- KAGRULMAK: kavrulmak.II, 144, 235 bkz. kagurmak, kavrulmak, kovurmak, kugurmak, kuvurmak
- KAGRUŞMAK: kavruşmak — II, 219 220 bkz. kavruşmak
- KAGUN: kavun — I, 15, 88, 174, 214, 268, 269, 395, 410; II, 290; III, 107, 129, 146, 190, 435
- KAGUNLANMAK: kavun sahibi olmak, III, 206
- KAGUNLUG: kavunlu — I, 499
- KAGUNLUK: kavunluk, kavun tarlası — I, 504, 505
- KAGUNSAMAK: canı kavun ıstemek — I, 280
- KAGURMAK: kavurmak — II, 81 bkz.kagrulmak, kavrulmak, kugurmak, kuvurmak
- KAGUT: kavut, darıdan yapılan bir yemek, I, 406; III, 163 bkz. kavut
- KAH: kah köpeği çağırmak için kullanılan söz, III, 118
- KAK: erik, kaysı gibl meyvelerin kurusu, II, 282; III, 155
- KAK: kurutulmuş nesne — II, 282
- KAK: göl, kurumuş göl, su birikintisi.I, 179; II, 282. 283; III, 155
- KAKAÇ: kir, pas, bulaşık.I, 358; II, 285 bkz. kaçaç kakaça içine akarlar konan kap; kap kacak, III, 211, 238 bkz. ka, kaça
- KAKA: turmak kaka durmak, dürte durmak, döge durmak — I, 73
- KAKIG: kakıma, kızma, istemezlik, rağmen, I, 376
- KAKILGAN: her zaman itilip kakılan — I, 520, 525
- KAKILGAN: sokulgan itilip kakılan — I, 520. 525
- KAKILMAK: kakılmak.II, 135
- KAKILMAK: sokulmak itilip kakılmak — II, 135
- KAKIMAK: birine kızmak, danlmak. III, 269 bkz. kakumak
- KAKIŞMAK: birbirine kızışmak, birbirinln başına vuruşmak. II, 104, 105
- KAKITGAN: daima kızdıran, can sıkan — I, 514
- KAKITMAK: kızdırmak, canını sıktırmak — II, 308
- KAK: kuk kazın çıkardığı ses — III, 130 bkz. kag kug
- KAKKUK: yarma, kurutulmuş et veya meyve. III, 130 bkz. kakuk
- KAKLANMAK: kurutulmak, kakaç yapılmak, su toplanmak — II, 252
- KAKLATMAK: kurutturmak II, 348
- KAKMAK: kakmak, hafifçe vurmak, I, .102; II, 293, 356
- KAKRAŞMAK: su çekilmek, şiş ve ur inmek., II, 220
- KAKRATGU: kaçırmak için çalınan şey, II, 334
- KAKRATMAK: davul çalarak zararlı hayvanları, kuşları kaçırtmak — II, 334 bkz. kokratmak
- KAKSIMAK: kakaç olmak, kakaç olayazmak — III, 286
- KAKTURMAK: başına kaktırmak — II, 191
- KAKUK: yarma, kurutulmuş et veya meyve — III, 130 bkz. kakkuk
- KAKUMAK: birine kızmak, darılmak — III, 269 bkz. kakımak
- KAKURGAN: yağla yogrulan bir ekmek hamurudur, fırında veya tandırda pişirilir. I, 518
- KAL: yaşlı adam, I, 409
- KAL: aç kalın ve bekleyin anlamınadır — Halaç oymağının adı buradan gelmi; denir. III, 415
- KALAMAK: yığmak, sandığa koymak, III, 249 bkz. kamak
- KALATMAK: kaplatmak, kılıf geçirtmek, bir şeyi sargıya veya sandığa koydurmak.II, 310; 311; III, 311
- KALBUZ: lokma, yudum — I, 458
- KALBUZLAMAK: yutmak; tıkım veya lokma yapmak, I, 458′; III, 350
- KALDRAMAK: hışırdamak III, 447
- KALDRUGA: hışırtı yapan her nesne için verilen s ıfat, III, 442
- KALI: eğer, hasıl, nice, artık, ne kadar, ise, olduğunda anlamlarında bir edat — I, 82, 93, 207, 274, 425; II, 234; III, 26, 137, 158, 233, 234, 239, 272, 288
- KALIK: hava, gök, sema, I, 354, 383; III, 46
- KALIMA: güne; lik, yüksek çardak, III, 174
- KALIMAK: sıçramak, çamiflanmak — III, 272
- KALIN: kalabalık, çok, sürü, kalın, kesif, yıgarlı olan her nesne — I, 149, 371, 404, 424, 487; III, 216
- KALIÑ: öncül mihir olarak kadına verilen çeyiz — III, 371, 372
- KALIÑUK: ba; taki kepekler, kürk ve deriye yap ışkan bir şey bulaşmasıyle olan kıvrıntı — III, 383 bkz. kalñuk
- KALIÑULAMAK: suyun yüzüne çıkmak, şudan başını yüksek tutmak. III, 410 bkz. kalugulamak
- KALIŞMAK: sıçraşmak; halkı terketmekte iki kişi yarış etmek, II, 109
- KALITGAN: her zaman kalkıtan, sıçratan — I, 515
- KALITMAK: kalkıtmak, sıçratmak — I, 515
- KALKAN: kalkan, I, 441; II, 356; III, 82, 221, 386 bkz. kalkañ
- KALKAÑ: kalkan, III, 386 bkz. kalkan
- KALMAK: kalmak, bırakmak — I, 41, 45, 68, 85, 110, 219, 294, 362, 370, 376, 384, 409, 410; II, 25, 250; III, 30, 49, 156, 221, 222, 258, 309, 367, 378, 384, 398
- KALNADMAK: kalınlaşmak — II, 350 bkz. kalnatmak, kalnumak
- KALNATMAK: kalınlaşmak — II, 350 bkz. kalnadmak, kalnumak
- KALÑU: suyun yüzünde durma, suyun yüzüne ç ıkma — III, 379
- KALÑUK: başta hasıl olan kepekler; kürk ve deri gibi şeylere yapışkan bir şey bulaşmaşsıyle olan
- KIVRINTI — : III, 383 bkz. kalıñuk
- KALÑULAMAK: suyun yüzüne çıkmak, sudan başını yüksek tutmak — III, 379 bkz. kal ıñulamak kalnumak kalınlaşmak, III, 302 bkz. kalnadmak, kalnatmak
- KALTUK: yaban sığırı boynuzu — I, 475
- KALTURMAK: geçmek, arkada bı^akmak. II, 191
- KALVA: öğrence oku, üzerinde temreni bulunmayan, yuvarlak bir tahta parças ı bulunan ok — I, 426, 528
- KAM: kam, şaman, kâhin. I, 236, 283; III, 157, 443
- KAMAK: kılmak, III, 231 bkz. kılmak
- KAMAK: yığmak; sandıga koynnak — III, 249 bkz. kalamak
- KAMAMAK: kamaşmak — I, 340; II, 311; III, 272
- KAMAŞMAK: ekşi yemeden diş kamaşmak — II, 110, 111
- KAMATGAN: çok kamaştıran — I, 515
- KAMATMAK: kamaştı^mak. II, 311 kamçı kamçı — I, 417 § kılıç kamçı; içinde kılıç olan kamçı — I, 417
- KAMÇI: at, deve ve sığırın erkekllk aygıtı — I, 417
- KAMÇIGU: ağızda ve parmaklarda ; iddetli ağrı ve sıcaklık yüzünden çıkan bir sivilce.I, 491 kamçılamak kamçılamak, kamçı ile vurmak — III, 352
- KAMDU: dört arşın boyunda, bir karış eninde bir bez parçasıdır, üzerlne üygur Hanı’nın mührü basılıp alış verişte para yerine kullanılır I, 418
- KAMGAK: eylerin açık yerlerine ertülür, kamış gibi yüksekçe bir ot, semer otu — I, 475
- KAMGI: eğri büğrü, çarpık — I, 426 § kamgı yüzlüg; çarpık yüzlü — I, 426
- KAMGIRMAK: çarpılayazmak, eğrlleyazmak — II, 194
- KAMIÇ: kepçe, kaşık, I, 52, 359; II. 75
- KAMIÇAK: kurbağa yavrusu da denen su böce ği.I, 487
- KAMIÇLAMAK: kepçelemek, kepçeyi daldırmak, III, 331
- KAMIŞ: kamış, kamışlık.I, 369, 439; III, 193, 391
- KAMIŞLANMAK: kamışlık olmak, II, 268
- KAMIŞLIG: kamışlı — I, 495
- KAMMAK: çok (dövüleni öldüresiye, kuvveti kesilesiye) dövmek — II, 27
- KAMTURMAK: bayıltmak, sesl kısılayazmak — II, 191
- KAMUG: bütün, hep, kamu, hepsi — I, 44, 103, 179, 183, 186, 190, 191, 235, 236, 239, 241, 274, 359, 376; II, 17, 45, 92. 98, 101, 104, 110, 128, 204, 205, 206, 210, 211, 213, 214, 215, 216, 217, 220 , 221, 222, 245, 274, 283, 350; III, 6, 65, 74, 88, 102, 105, 131, 1
- KAMULMAK: söykenmek, yana yatmak — II, 135, 136
- KAN: kan — I, 192, 272, 498; II, 115, 128, 141, 171, 184, 188, 264; III, 53, 66, 70, 77, 79, 157, 196, 270, 325, 356
- KANAK: kaymak — I, 383 bkz. kayak, kıyak, konak
- KANAMAK: kanamak, kan gelmek, kan almak — II, 323; III, 263, 273 bkz. kan ımak
- KANAT: kanat — I, 34, 357; II, 4, 183
- KANATGAN: daima kanatan — I, 515
- KANATLANMAK: binek sahibi olmak; uçmak, kanatlanmak, kanad ı çıkmak, bitmek, II, 267
- KANATMAK: kanatmak. II, 313, 323
- KANÇA: nereye, I, 74, 354; III, 40
- KANÇIK: dişi köpek; bir kadına sögülürken de böyle denir.I, 188, 475
- KANÇUK: nereye?, nasılş — I, 195
- KANDA: nerede? I, 46, 418; III, 69, 173, 218bkz. handa, kayda, kayuda
- KANDIR: sepilenmeye yarayan deri yüzüldükten sonra etin üzerinde kalan ince zar, I, 457
- KANDURMAK: su ve başka şeylere kandırmak — II, 192 bkz. kanturmak
- KANGU: nişter, kan alacak aygıt — I, 477
- KANI: nere? III, 237, 238
- KANIG: sevinç — I, 376, 377 bkz. kan ık
- KANIK: kanmış, kanık; sevinç — I, 46 bkz. kahıg
- KANIMAK: kanamak — III, 274 bkz. kanamak
- KANITGAN: her zaman şevke getiren, I, 515
- KANITMAK: şevke getirmek, I, 515
- KANMAK: su ve başka şeylere kanmak, I, 377; III, 184, 261
- KANTURMAK: su ve ba; ka şeylere kandırmak. II, 192 bkz. kandurmak
- KANU: hangi, hangi şey, I, 31; III, 237 bkz. hayu, kayu
- KAÑ: kazın çıkardığı ses — III, 358
- KAÑDAŞ: babaları bir olan — III, 382 bkz. kañsık
- KAÑ: etmek kaz ses vermek, III, 358
- KAÑLI: kagnı arabası (yük 1^).III, 379
- KAÑRAK: damak-III, 383
- KAÑRAK: çan, III, 383
- KAÑSIK: üvey — III, 383 bkz.
- KARIGDAŞ: kap kap, tulum, çuval, dağarcık; zarf; anası karnında, çocuğun bulunduğu torba — I, 195, 268; II, 122, 127, 128, 164, 170, 189, 218, 229; III, 15, 16, 77, 81, 146, 174
- KAP: egreti hısım — III, 146
- KAPA: kaba ve yüksek olan her nesne, III, 217
- KAPAK: göz kapağı, I, 382
- KAPAK: kızın kızlığı, bekâret. I, 382
- KAPAKLAMAK: kız bozmak, III, 338
- KAPAKLIG: kız kız oğlan kız, I, 496 bkz. kapıglıg
- KAPÇAK: su kollarının birbirine kavuştuğu yer, I, 471
- KAPGA: büyük kapı, kale kapısı — I, 425
- KAPGAK: kapak, sadağın kapağı — I, 471
- KAPGAKLANMAK: kapaklanmak — II, 275
- KAPGUÇI: kapıcı, kapan, çalan vb — II, 50
- KAPIGLIG: kız oğlan kız, I, 496 bkz. kapaklıg kız
- KAPILMAK: kapanmak, hapsedilmek; kapılmak — II, 120
- KAPINMAK: yağma eder görünmek; hastalığa kapılmak, yakalanmak — II, 154
- KAPIŞ: kapış, kapıp alma, yağma etme, çalma — I, 369
- KAPIŞMAK: kapışmak — II, 88 bkz. kapuşmak
- KAPLANMAK: kap sahibi olmak, III, 199
- KAPLIG: ogul anne karnından torbası ile doğan çocuktur ki uğurlu olur — III, 146
- KAPMAK: kapmak, çalmak; dokunnnak, çarpmak, uçurmak; hücum ve defi etmek — II, 4, 90, 113; III, 33, 80, 422
- KAPSAMAK: kaplamak, kaplamak istemek; etrafını kaplamak, sarmak; kapmak istemek — I, 155, 463; III, 285
- KAPTURMAK: kaptırmak, çaldırmak. II, 189
- KAPUG: kapı — I, 48, 64, 94, 150, 163, 180, 218, 239, 256, 276, 337, 375, 478, 506. 511, 520; II, 11, 27, 108. 135, 203, 308; III, 49, 57, 76, 83, 94, 167, 234, 262, 268. 280, 292, 330, 345. 348, 376 § kapug sedrekmek; parmaklıklı kapı
- KAPUGLUG: kapılı — I, 495
- KAPULGAN: daima sıkı; an — I, 520
- KAPULMAK: sıkş; mak — I, 520
- KAPUŞMAK: kapışmak — II, 113 bkz. kapışmak
- KAR: kar — 1. 7, 186, 326, 386; II, 99, 134.193, 204, 211. 305, 347; III, 39, 148, 263, 319, 324
- KARA: kara; karanlık, I, 7, 60, 338, 354, 382; II, 163, 223
- KARABaş: gerdek gecesi gelinle birlikte gönderilen hizmetçi kad ın, sağdıç kadın; köle ve cariyelere verilen adlardandır — “kara baş” anlamınadır.I, 150; III, 222
- KARAÇI: kapıları dolaşan dilenci — I, 445
- KARA: ermek kararmak, II, 163 bkz. kararmak
- KARA: erük erik I, 69
- KARA: etmek bir çeşit ekmek — III, 222
- KARAGU: zaç denilen kara boya, I, 446
- KARAGU: kör — I, 446
- KARAGUNI: akşamleyin çocukların oynadıkları bir oyun.III, 243
- KARAK: göz bebeği, gözün renkli yeri; göz — I, 382; II, 116; III, 29 § kara karak; göz karas ı, I, 382 § ürüng karak
- KARAKAN: dağ ağaçlarından bir çeşit ağaç — I, 448
- KARA: karak göz karası — I, 382
- KARAKLAMAK: yol kesip mal almak — III, 338
- KARAKLIG: gözlü, gözü olan her hayvan, I, 497
- KARAKSIZ: gözsüz. I, 497
- KARA: kura yan yana söylenen iki kelime — III, 222
- KARAKUŞ: Müşteri, (jüpiter), Mizan yıldızı, (Libra), I, 331, 332 III, 40, 221 bkz. Erentüz, Karaku ş, yulduz
- KARAKUŞ: kara kuş, tavşancıl — I, 331; III, 221
- KARAKUŞ: deve tabanının uçları.I, 332; III, 221
- KARA: Kuş Yulduz Müşteri gezegeni, Jüpiter. III, 221 bkz. Erentüz, Karaku ş
- KARALAMAK: karalamak; pislemek. III, 324, 329
- KARAMUK: karamuk — I, 487
- KARAMUÑ: karakun, kara belâ — III, 33
- KARAÑGU: karanı, karanlık — III, 388 bkz. karañku
- KARAÑKU: karanlık — III, 217, 290 bkz. karañgu
- KARA: orun sin, mezar — III, 221, 222
- KARA: ot Hindistan’dan gelen ağılı bir bitki; baldıran otu, Aconitum — III, 222
- KARARMAK: kararmak — II, 77, 163 bkz. kara ermek
- KARARTMAK: kaı’artmak, III, 431
- KARA: yag neft — III, 222
- KARÇAMAK: katılaşmak — III, 276
- KARÇ: kurç “hatır hutur” gibi bir ses bildirir I, 343
- KARÇ: kurç yemek hatır hutur yemek — I, 343
- KARDU: zemheri sıralarında su üzerinde yüzen fındık büyüklüğündeki buz parçaları, I, 419
- KARGA: karga, I, 254, 425; II, 26
- KARGAK: lânet, kargış, II, 288 bkz. kargış
- KARGAK: tarmak bir çeşit bitki I, 467
- KARGALMAK: lânetlenmek — II, 236
- KARGAMAK: lânet etmek, beddua etmek; lânetlemek — I, 284; III, 290 bkz. alkamak, kargamak arkamak, kırgamak, kızgamak kargamak
- KARKAMAK: lânet etmek, kötülüğü sayıp dökmek — t, 284 bkz. alkamak, kargamak, k ırgamak, kızgamak
- KARGANAMAK: kendine lânet etmek II, 249
- KARGAŞMAK: birbirine lânet etmek, II, 220
- KARGATMAK: lânetletmek, II, 338
- KARGILAÇ: kırlangıç kuşu — I, 526, 529; III, 178 bkz. karlıgaç
- KARGIŞ: lânet, beddua, 1161^0.I, 274, 461 bkz. kargak § karg ış kişi; lânetlenmii adam — I, 461
- KARGU: dağ tepelerine minare biçlminde yapılan yapı olup düşman geldiği zaman herkesin hazır bulunması için üzerinde ateş yakılır — I, 426 bkz. karguy
- KARGUY: atmaca — III, 241 bkz. karkuy, kırguy, kırkuy § çibek karguy; atmacaya benzer bir ku ş, III, 241
- KARGUY: dağ doruklarında düşmanı ihbar için yapılan kuleler — III, 241 bkz. kargu
- KARI: yaşlı, ihtiyar; yaşlı olan herhangl bir şey — I, 425; II, 30; III, 128, 222, 223, 421
- KARI: karış, ölçü, bez ölçülen arşin — I, 117; III, 223 bkz. karış
- KARIKMAK: kardan göz kamaşmak. II, 115, 116
- KARI: kurı tay kısrağın arkasında geri kaldığı zaman bu sözlerle çağrılır. III, 223 bkz. kurıh kurıh, kurı kurı, kurrıh kurrıh
- KARILAMAK: yaşlı saymak, ihtiyarlığa nispet etmek — III, 324, 329
- KARILAMAK: boylamak, karışlamak, arşınlamak, ölçmek — I, 309; III, 324, 329
- KARILAMAK: karlamak, ses çıkararak kar getirmek, III, 324
- KARILMAK: karışmak, karılmak — II, 134 bkz. katılmak, katılmak karılmak
- KARIMAK: kocalmak, yaşlanmak, kocamak, I, 147; III, 263
- KARIMSINMAK: boğulur gibi olmak II, 260
- KARIN: karın.I, 32, 171, 226, 324, 403, 486, 514; II. 201, 202, 288, 315, 337; III, 222, 244, 286. 289, 439
- KARIN: atmak hayvan boğazlandıktan sonra, işkembe nişan alınarak ok atılır, Vuran adam etinden bir parça alarak götürür.I, 403
- KARINÇA: karınca.I, 501; III, 375 bkz. karınçak
- KARINÇAK: karınca — I, 501 bkz. karınça
- KARINDAŞ: kardeş — I, 407
- KARINLAMAK: karına vurmak — III, 345
- KARINLIG: karınlı — I, 499, 500
- KARIŞ: karış, I, 369; II, 365 bkz. karı
- KARIŞ: yünlü kumaş, III, 28
- KARIŞLAMAK: karışlamak — III, 335
- KARIŞMAK: karışmak; kamaşmak; karşılanmak; karşı koymak I, 367; II, 95, 97, 98; III, 11
- KARIT: söğme, kufür — I, 356
- KARITMAK: kocatmak — II, 304
- KARIZAN: çok kocamış k.iy, I, 448
- KARKAG: çöl, suyu ve bitkisi bulunmayan k ırlar, I, 465
- KAR: kur ses anlatan bir kelime — I, 324
- KAR: kur etmek guruldamak.I, 324
- KARKUY: atmaca kuşu — III, 241 bkz. karguy, kırguy, kırkuy
- KARLAMAK: karlamak. I, 463; III, 298, 319
- KARLANMAK: karlanmak, kar yağmak — III, 197
- KARLATMAK: kar yağdırmak — II, 347
- KARLIGAÇ: kırlangıç — I, 527 bkz. kargılaç
- KARLUKLAMAK: Karluk boyundan saymak, Karluk boyuna nispet etmek — III, 351
- KARLUKLANMAK: Karluk kılığına girmek — II, 275, 276
- KARMA: yağma. I, 410, 433
- KARMAK: bir şeyi bir şeyle karıştırmak, katmak, karmak; boğazda su durmak, su bir yerde durmak, taimak — I, 432; ‘II, 187; III, 182
- KARMALAMAK: yağma etmek, kapmak, yağmalamak.I, 433; III, 354
- KARMALAŞMAK: yağmalamakta yarış ve yardım etmek II, 221 bkz. karmaşmak
- KARMAŞMAK: yağmalamakta yarış ve yardım etmek, II, 221 bkz. karmalaşmak
- KARNAGU: er koca karınlı adam — I, 491 bkz. karnak er
- KARNAK: er koca karınlı adam — I, 473 bkz. karnagu er
- KARS: deve veya koyun tüyünden yap ılan elbise — I, 348
- KARSAK: derisinden güzel kürk yapılan bir hayvan, bozkır tilkisi.I, 473
- KARS: kars el çırpmaktan çıkan ses — I, 348
- KARS: kars aya yapmak el ayalarını birbirine vurarak ses çıkarmak — I, 348
- KARŞAG: elbisenin bir karış kadar olan parçası I, 464
- KARŞAMAK: karışlamak, ölçmek III, 286, 287
- KARŞATMAK: ölçtürmek, karışlatmak — II, 337, 365
- KARŞI: hakan sarayı, köşk, I, 255, 423; III, 374
- KARŞI: karşı, zıt, I, 423 bkz. karşu
- KARŞI: iki bey arasındaki uyu; mazlık — I, 424
- KARŞU: karşı — III, 272 bkz. karşı
- KARŞUT: zıt — I, 451
- KART: yara — I, 342; II, 234, 248, 255
- KARTAL: et parçalanmış et, I, 483
- KARTAL: koy aklı karalı, alaca koyun — I, 483
- KARTALMAK: azmak, yaranın başı koparılmak — II, 234
- KARTAMAK: tırmalamak; sağaltmak — I, 245, 272; II, 255 bkz. kartanmak, k ırtlamak
- KARTANMAK: sağaltmak.II, 248, 455 bkz. kartamak, k ırtlamak
- KART: er huysuz adam — I, 342
- KART: kurt ses bildiren bir kellme.I, 342
- KART: kurt etmak çitlamak — I, 342
- KARTURMAK: tıkamak; kardırmak, karıştırmak — II, 190. 197
- KARU: ..karşı ..dogru anlamına edat — II, 83 bkz. kerü
- KARVAMAK: ararken bir şeye dokunmak, III, 290 bkz. karvamak
- KARVI: ince, yayımsı — III, 239 § karvı kaşlı kişi; yay gibi ince kaşlı adam — III, 239
- KARVAMAK: ararken bir şeye dokunmak — III, 290 bkz. karvamak
- KARVANMAK: aramak, II, 250
- KARVAŞMAK: aramakta yardım etmek; karanlıkta el ile bir şey aramak, II, 221
- KARVATMAK: gözü ile görmeden eliyle dokunarak aratmak — II, 339
- KAS: kabuk, her ağacın kabuğu; sertllk, katilık, I, 356, 382; III, 134, 151, 369 bkz. kasuk, kaz
- KASI: hayvanlara ağaçtan yapılan ağıl — III, 224
- KASIG: ağzın içi, sag ve sol yanları, avurt — I, 375; III, 345
- KASIGLAMAK: iteklemek, itmek; avurda vurmak, III, 336, 345 bkz. k ısıglamak
- KASIRKU: kasırga — I, 489
- KASNAMAK: zırıncımak, çeneleri birbirlne vurmak; titre şmek II, 223; III, 147, 302 bkz. kasnatmak, kıstaşmak
- KASNATMAK: titretmek — II, 350 bkz. kasnamak, kıstaşmak
- KASUK: ağaç kabuğu — I, 382 bkz. kas, kaz
- KASUK: at derisinden yapılan tulum — I, 382
- KASUKLUG: er kendisinde kımız tulumu bulunan adam.I, 497
- KAŞ: kaş, lekesiz beyaz veya kara ta; — I, 330; III, 22, 152
- KA: herhangi bir şeyin kıyısı — III, 152
- KAŞ: göz üstündeki kaş — I, 424, 524; II, 328; III, 152
- KAŞAK: kındıra otu, halfa — I, 383; II, 328
- KAŞAÑ: köleye söğmekte kullanılan bir kelime, “alçak” anlamınadır.III, 370
- KAŞANMAK: (hayvan, at) i; emek — II, 155
- KAŞGA: at yüzü ak, gözlerinin çevresi kara olan at, peçeli at — I, 426 § ka şga koy; başı ak, başka yerleri kara olan koyun — I, 426
- KAŞGALAK: ördekten küçük blr su kuşu — I, 528
- KAŞIK: kaşık — I, 504 bkz. kaşuk
- KAŞIKLAMAK: kaşıklamak, III, 338 bkz. kaşuklamak
- KAŞIKLIK: müñüz kaşık yapmak içtn hazırlanan boynuz, I, 504
- KAŞIMAK: kaşımak — I, 438; III, 267
- KAŞINMAK: I, 261 kaşıtgan çok kaşitan, I, 514
- KAŞITMAK: kaşıtmak, II, 307
- KAŞLAMAK: kaş, germeç yapmak; kaşa vurmak — III, 299
- KAŞLIG: kaşlı — III, 239
- KAŞUK: kaşık — I, 383; III, 347 bkz. kaşık
- KAŞUKLAMAK: kaşıklamak. III, 338, 347 bkz. kaşıklamak
- KAŞUKLANMAK: kaşık sahibi olmak — II, 268, 269
- KAŞUKLUG: kaşıklı. I, 497
- KAT: kat — I, 320; III, 27
- KAT: nezd, yan — I, 64, 320; III, 240
- KAT: mugaylan dikeni meyvesi; dikenli ; eylerin meyvesl; her bir a ğacın meyvesi — II, 146, 147
- KATA: kere, defa, kez, I, 321, 498; III, 218
- KATARGAN: her zaman geri döndüren — II, 74
- KATARMAK: geri döndürmek, yöneltisinden döndürmek, çevirmek.II, 74; III, 193 bkz. kaytarmak
- KATGI: katı, sert — I, 441 bkz. katkı
- KATGURMAK: gülerek katilmak — II, 188, 192, 201
- KATIG: katı, sert, sıkı, kuvvetli, I, 110, 375, 472; II, 338, 354; III, 44, 219, 287, 373
- KATIGLANMAK: çabalamak, uğra; mak — II, 268, 270; III, 159
- KATIGLIG: soysuz, katiklı — I, 496
- KATIGLIK: felâket — III, 233
- KATIK: katgı, herhangi bir nesneye katılan; sirke, yoğurt gibi tutmaç yemejine katılan nesne — I, 382
- KATILGAN: karılgan her işe her zaman katılan, karışan — I, 520
- KATILMAK: karıştırılmak; erkek kadın çiftleşmek, II, 121 bkz. karılmak, katılmak karılmak katılmak karılmak
- KATINMAK: sertelmek — I, 498
- KATINMAK: katar görünmek — II, 154
- KATIR: katır, I, 364, 495; III, 302
- KATIRTMAK: döndürmek; reddetmekle emretmek — III, 430, 431
- KATIŞMAK: katmakta yardım ve yan; etmek, II, 89
- KAT: kadrak yan, yamaç — I, 472
- KATKI: katı, I, 427 bkz. katgı § katkı kişi; kimseye boyun eğmeyen adam — I, 427
- KATKI: (a?) ç çıyana benzer bir böcek — I, 455
- KATLANMAK: meyvelenmek; dikenll ağaçlar meyvelenmek .III, 196, 197
- KATLIŞ: katlış; su kollarının kavşıtında olan su birikintisi — I, 460
- KATLIŞMAK: su kolları kavu; mak — I, 460
- KATMAK: katmak, karıştırmak; katılaşmak, sert olmak; mihnete ve sıkıntıya düşmek, yorulmak — I, 205, 432, 440, 467; II, 295
- KATMAK: karmak katmak, karıştırmak.I, 432
- KATNATMAK: tekrar ettirmek — II, 349
- KATRUNMAK: duraklamak, çekinmek, II, 249
- KATTURMAK: büktürmek, katlatmak, kattırmak — II, 189, 190
- KATUN: kadın, hatun, Afrasyab kızlarından olanların adı — I, 138, 376 , 410; III, 240
- KATUNLANMAK: hanımlanmak, han karısı şekline girmek — III, 206
- KATURGAN: çok sevlnen, çok öğünen, çok gülen — I, 516
- KATURLUG: ok temreni ağıya bulaştırılmiş ok, II, 284
- KATURMAK: katılaştırmak.II, 74
- KATURMAK: sevinmek, öğünmek, gülmek.I, 516
- KATUT: katık, II, 284
- KATUT: kak, yarma — II, 284
- KATUT: pabuçcu çirişi — II, 284
- KAVIK: kepek, darı kepeği, III, 165 bkz. kavık
- KAVUK: mesane, sidiklik; kavuk, III, 165 bkz. kavuk
- KAVUT: kavut — III, 163 bkz. kagut
- KAVUZ: şaraptaki çör çöp, tortu — III, 164
- KAV: kav-III, 155
- KAVÇIMAK: saldırmak, üstüne du; mek — III, 276 bkz. kafç ıtmak
- KAVDINMAK: acınmak, şefkat göstermek, fenalıktan kurtulması yollarını aramak — II, 249 bkz. kavdunmak
- KAVDUNMAK: acınmak, ; efkat göstermek, fenalıktan kurtulması yollarını aramak — II, 249 bkz. kavdınmak
- KAVIK: kepek, darı kepeğl; kavuz — I, 221, 383; III, 165 bkz. kav ık
- KAV: kuv dikişin büzülmesi, çekllmesi, elblsenin dikilirken k ırışıp büzülmesl — III, 129, 155
- KAV: kuv bolmak diklllrken büzülmek, çekilınek, kötü dikilmekten kıvrışmak.III, 129
- KAVRAMAK: sıkmak, kavramak — II, 82 bkz.kavurmak
- KAVRULMAK: kavrulmak, II, 235 bkz. kagrulmak, kagurmak, kovurmak, kugurmak, kuvurmak
- KAVRUŞMAK: kavurmakta yardım etmek — II, 219, 220 bkz; kagruşmak
- KAVŞI: ince, çatık — I, 424
- KAVŞUT: iki hanın, ülkelerinin baysallıği için, buluşarak barışmaları. I, 451; II, 102
- KAVUK: sidiklik, mesane; kavuk, I, 383; III, 165 bkz. kavuk
- KAVURMAÇ: kavrulmuş buğday — I, 493 bkz. kogurmaç, kovurmaç
- KAVURMAK: kavramak, sıkmak, I, 518; II, 82 bkz. kavramak
- KAVUŞMAK: kavuşmak, yaklaşmak.II, 102, 103; III, 153, 188
- KAYA: kaya — I, 73; II, 7, 19, 20, 170 § yal ım kaya; sarp dağın eteği — III, 19, 20
- KAYAÇUK: güzel kokulu bir dağ otu — (“Safran”denen bitki olmak ihtimali vard ır).III, 177
- KAYAK: kaymak (yenecek) — III, 167 bkz. kanak, k ıyak, konak
- KAYA: körmek uzaktan görmek — III, 219 bkz. kıya körmek — kura körmek, kuya körmek kayda nerede — I, 52, 419; III, 173 bkz. handa, kanda, kayuda
- KAYGIK: kayık, I, 100; III, 175 bkz. kayguk
- KAYGUK: kayık — I, 186 bkz. kaygık
- KAYGURMAK: kayırmak, kaygılanmak — II, 193; III, 193, 194 bkz. kadgurmak
- KAYIG: yer yoldan sapa olan yer — III, 166
- KAYIN: kardeş, hısım ve akraba — I, 32 bkz. kadın, kazın
- KAYINMAK: kaynamak. III, 191 bkz. kaynamak
- KAYIÑ: kayın ağacı — I, 32 bkz. kağıñ
- KAYIR: kum, kaba topraklı yer — I, 158, 166; III, 165
- KAYIRLIG: düz ve kaba topraklı — III, 178
- KAYIŞMAK: birbirine acımak, birbirini kayırmak — III, 188 bkz. kaymak, kışmak
- KAYMAK: meyletmek, kaymak; caymak; acımak, kayırmak, tınmak, iltifat etmek — I, 403; II, 45; III, 182, 245, 246 bkz. kayışmak, kışmak
- KAYNAMAK: kaynamak; karşı gelmek, kabulden çekinmek, sözünü reddetmek — I, 166, 225, 248, 390, 441; III, 191, 280, 302 bkz. kay ınamak
- KAYNATMAK: kaynatmak — II, 357
- KAYRIŞMAK: bükmekte yarış etmek — III, 194, 195
- KAYTARGAN: daima geri döndüren, kaçıran.I, 516, 517
- KAYTARMAK: yöneltisinde döndürmek, çevirmek, III, 193 bkz. katarmak
- KAYTARMAK: saldırtmak, III, 429
- KAYTIŞMAK: birbiri ardına gitmek, III, 195
- KAYTURMAK: kayırttirmak, yardım ettirmek — III, 193
- KAYU: hangi, hani, nice — I, 31; III, 218, 237, 367 bkz. hayu, kanu
- KAYUDA: nerede, I, 99, 419; III, 173 bkz. handa, kanda, kayda
- KAYUKLANMAK: kaymaklanmak.III, 197, 198
- KAZ: kaz — I, 100, 104, 254, 256, 487; II, 177, 181, 359; III, 128, 130. 149, 332, 358, 384
- KAZ: her ağacın kabugu — III, 151 bkz. kas, kasuk
- KAZAÑKU: karma karışık, dolaşık (ip), III, 388
- KAZGAN: sel sularının yardığı yer — I, 18 § kazgan yer; içerisinde yarlar, batakl ıklar, çatlaklıklar bulunan yer — I, 439
- KAZGANÇ: kazanç — III, 386
- KAZGANMAK: kazanmak — II, 249, 250
- KAZI: etlilikten insan karnındaki girlnti ve çıkıntılar, at karnı içinden çıkan yağ — III, 223
- KAZILMAK: kazılmak — II, 135
- KAZIMAK: kazmak ve eşmek, deşmek, kazımak — III, 264
- KAZIN: kayın, dünür, hısım — I, 403 bkz. kadın, kayın
- KAZINDI: toprak kazılmış toprak — I, 449
- KAZINMAK: kazılmak, kazmayı iş edinmek, kazar görünmek — II, 155
- KAZIŞMAK: kazmakta yardım ve yarı; etmek, II, 100
- KAZLINMAK: kazılmak, çukurlar yapılmak, II, 251
- KAZMAK: kazmak, at hafarılanarak ve çamışlanarak ayağıyle yerl kazmak, kazılmak — II, 10, 59
- KAZÑUK: kazık, III, 383 bkz. kazuñuk
- KAZTURMAK: kazdırmak — II, 190
- KAZUK: kazılmış — I, 382 § kazuk arık; kazılmış ark — I, 382
- KAZUÑUK: kazık — III, 383 bkz. kazñuk
- KEBELI: ışık etrafında geceleri uçan kelebek, pervane, evelek — I, 448
- KEBEZ: pamuk, I, 293, 303, 510 bkz. kepez
- KEBEZLIG: pamuklu, pamuk sahibi — I, 507
- KEBEZLIK: pamukluk, pamuk biten yer — I, 507
- KEBIMEK: bazı yerleri kurumak — III, 257 bkz. kepimek
- KEBIT: dükkân, magaza, içkl içllen yer, meyhane, I, 357 bkz. kepit
- KEBITMEK: kurutmak — II, 298 bkz. kepitmek
- KEÇE: keçe, III, 219
- KEÇE: karpuz ve hıyara ben2er şeylerin taşındığı sele ve sepet — III, 220
- KEÇI: keçi, III, 219 bkz. eçkü
- KEÇIK: köprü, geçit, I, 390; III, 191 bkz. keçi ş
- KEÇILMEK: geçilmek — II, 136
- KEÇIŞ: geçit, ırmağın, derenin geçidi, I, 369 bkz. keçik
- KEÇIŞMEK: geçmekte yardım ve yarış etmek, II, 93
- KEÇITMEK: geçirtnnek — II, 300
- KEÇMEK: geçmek, ölmek — I, 44, 79, 80, 82, 94, 245, 451; II, 5, 6, 87, 164, 225; III, 5, 9, 33, 85, 121, 288
- KEÇRÜMSINMEK: geçer görünmek — II, 261
- KEÇRÜŞMEK: birbirini geçmek, geçirmekte yard ım etmek — II, 222, 225, 257
- KEÇSEMEK: geçmek istemek — I, 155
- KEÇSETMEK: geçmek umudunda bulundurmak — II, 336
- KEÇTÜRMEK: geçtirmek II, 194
- KEÇÜNMEK: geçer görünmek — II, 156
- KEÇÜRGEN: her zaman başaran — II, 521, 522
- KEŞÜRGEN: çok bağışlayan — I, 521
- KEÇÜRMEK: evirip çevirmek, başarmak; bağı; lamak, I, 47
- KEÇÜRSEMEK: geçirmek istemek — III, 247
- KEÇÜRTMEK: geçirtmek.III, 431, 432
- KED: bir şeyi anlatmakta obartma ve pekitme istenirse kullan ılan edat — I, 321 bkz. ked, key
- KEDKIRMEK: hayvan çamışlık etmek, üstüne yük vurdurmaz olmak — II, 196
- KEDRIM: et derisi yüzülmüş et — I, 485
- KEDÜK: tulganın altına giyilen tüyden yapı1mış takke — I, 390
- KEDÜK: yağmurluk-I, 508 bkz. kedük
- KEDÜKLÜG: yağmurluk sahibi — I, 509
- KEDÜKLÜK: kidiz yağmurluk yapmak için ayrılmış, hazırlanmış keçe — I, 508
- KED: obartma, pekitme bildiren blr edat — I, 322 bkz. ked, key
- KEDGÜ: giyilecek nesne, I, 430
- KEDILMEK: giyilnıek — II, 136
- KEDINDI: ton çok giyilen elbise I, 449
- KEDIRMEK: hayvan derisi yüzmek, bir hayvan ı kakaç (pastırma) yapmak — II, 76
- KEDLEMEK: çabalamak. III, 299, 300
- KEDMEK: giymek — I, 12, 394; II, 296; III, 20, 156, 441 bkz. ketmek
- KEDRILMEK: et soyulup kurutulmak, kakaç (past ırma) yapılmak — II, 237
- KEDRIŞMEK: et soyup kurutmakta yardım etmek, II, 222
- KEDRÜLMEK: giyilmek — II, 237
- KEDRÜŞMEK: birbirine giydirmek, II. 222
- KEDÜK: kepenek, yağmurluk; elbise, giyecek, I, 390; III, 38 bkz. kedük
- KEDÜKLÜG: kepeneği olan kimse — III, 256
- KEDÜRMEK: giydirmek.II, 76, 161
- KEDÜRSEMEK: giydirmek istemek III, 332
- KEDÜT: çamaçır, giyecek, gelin ve güveyin h ısımlarına armağan olarak giydlrdlkleri elbise — I, 12, 357
- KEFEÑ: zahire armağanı — III, 385 bkz. kefşeng
- KEFGEK: peltek, kekeme kimse — II, 289
- KEFREMEK: gevşemek, I, 103 bkz. kevremek, kövremek, küfremek
- KEFŞEÑ: harman temizlendikten sbnra gelen kimseye verilen zahire armagan ı. III, 385 bkz. kefeñ
- KEGIRMEK: geğirmek — II, 84
- KEK: kin, hınç, öç; sıkıntı, zahmet, mihnet I, 44, 230, 479; II, 283 bkz. kekmek, kekmen
- KEKLIG: kinli, hınçlı — II, 283
- KEKLIK: keklik — I, 479
- KEKMEK: er tecrübeli adam — I, 479 bkz. kek, kekmen
- KEKMEN: başından geçen sıkıntı ve zahmetlerle pişmiş, pekleşmiş adam.I, 480 bkz. kek, kekmek
- KEKRE: develerin yediği acı bir ot — I, 422
- KEKTEŞMEK: hınçlaşmak, kin bağlaşmak — II, 222
- KEKÜK: seksek kuşu; kemiği büyü ve tılsım için kullanılır — II. 287
- KEKÜŞ: ; işlik iç!n sürülen blr ilâç, aks ırgan otu; “Saponaria” veya “Veratrum album” — I, 407
- KELDEÇI: gelici, gelen — I, 24
- KELDÜGI: geli; i.I, 36; II, 42
- KELDÜRMEK: getirmek.I, 20, 71, 93, 94. 97, 251, 340; II, 195; III, 144 bkz. keltürmek
- KELEÇÜ: söz — I, 445
- KELEGEN: gelen — I, 24
- KELEGÜ: tarla sıçanı soyundan bir hayvancık, geleni- I, 448
- KELEP: Türk yaylalarında biten bir ot; davarı çabuk semirtir.I, 353
- KELEPLENMEK: bir yer “kelep” otuna sahip olmak — 11. 269
- KELER: keler, kertenkeleler!n genel ad ı — I, 364
- KELESI: gelme zamanı — II, 69
- KELGELIMET: gelmek için — I, 144, 325
- KELGIN: büyük ırmaklann veya denizlerin taşar gibi kabarması, med — I, 443
- KELGIRMEK: gele yazmak, gelmek istemek, II, 196
- KELGÜ: gelme zamanı, geliş, gelecek — I, 119; II, 68
- KELGÜÇI: gelici, gelen — II, 54
- KELGÜLÜK: gelmeye hak kazanmış (kimse).I, 25
- KELIG: gelecek, gelecegi.I, 26; II, 41, 52, 58, 172; III, 160
- KELIGLI: gelmek üzere olan — I, 25; II, 58
- KELIGSEK: gelmeye istekli olan; II, 55
- KELIGSEMEK: gelmek istemek — III, 285, 335 bkz. kelsemek
- KELIMSENMEK: gelir görünmek.II, 259
- KELIN: gelin — I, 404; III, 12, 242
- KELIŞ: geliş.I, 370
- KELIŞ: barış geliş gidiş.I, 370
- KELIŞLIG: barışlıg ev konuk odası, I, 370
- KELIŞMEK: gelişmek.II, 110
- KELIŞMEK: barışmak birbirine gelip gitmek — II, 110
- KELMEK: gelmek, I, 20, 24, 26, 35, 36, 37, 53, 76, 77, 82, 87, 88. 93, 97, 108, 125, 126, 129, 130, 132, 136, 165, 212, 219, 226, 315, 319, 323, 325, 328, 334, 339, 350, 387, 391, 403. 409, 417, 441, 442, 445, 462, 463, 468; II, 25, 26, 35, 38, 41, 43, 46. 59, 60, 6
- KELÑIZ: sel I, 343
- KELÑIZLEYÜ: sel gibi.I, 343
- KELSEMEK: gelmek istemek, gelsemek — III, 285 bkz. keligsemek
- KELTÜRMEK: getirtmek — II, 195 bkz. keldürmek
- KEM: hastalık — I, 338; II, 363
- KEMDÜK: söñük sıyrılmış, eti yenmiş kemik. I, 480
- KEMEK: pamuktan yapılmış çubuklu ve nakışlı bir dokuma; bundan bürgü yapılır, Kıpçaklar yagmurluk yaparlar — I, 392
- KEMİ: gemi — I, 179; III, 235 bkz. kimi
- KEM(I)ŞMEK: saldırmak, çıkarmak, atmak, sürmek; bir ; eyi çıkarıp atmak — I, 309, 441, 472; II, 112, 115
- KEMLEMEK: kötülemek, hasta olmak, III, 301 bkz. kemlenmek
- KEMLENMEK: hastalanmak — I, 338; II, 253 bkz. kemlemek
- KEMLETMEK: sıkıntı veya zarar vermek, kötületmek, hasta etmek — II, 348, 349, 363
- KEMRÜŞMEK: kemirişmek, kemirmekte yariş etmek — II, 224
- KEMÜRMEK: kemirmek. II, 85, 86
- KEN: dogu ülkelerinde her şehre verilen bir addır — I, 339 bkz. kend, kent
- KENÇ: genç, çocuk; her hayvanın küçügü — I, 169, 278; II, 304, 307; III, 181, 270, 438
- KENÇEKLENMEK: Kençek kılığına girmek, Kençekleşmek II, 277
- KENÇLIYÜ: hanların düğünlerlnde veya bayramlarda ya ğma edilmek üzere yapılan sofra — III, 438
- KEND: şehir; kale — I, 22, 178, 236, 248, 302, 339, 343, 344; III, 150 bkz. ken, kent kendü
- KENDI: , zat, nefs, kendisi. I, 127, 419; III, 29
- KENDÜK: küp gibi topraktan yapılan büyükçe bir kap, küp — I, 480; II, 129
- KENPE: bir ot adı — I, 416
- KENT: şehir — III, 34 bkz. ken, kend
- KENZI: kırmızı, sarı, ye; il gibi birtakım renkleri bulunan bir Çin dokuması — I, 422
- KEÑEMEK: danışmak, görüşmek, tedbir etmek — III, 396
- KEÑES: sığ, az, kolay, hafif — III, 364
- KEÑEŞ: işlerde danışma, görüşme, düşünme, tedbir — III, 365
- KEÑEŞLIK: danışıklı, tedbirli, I, 232; III, 358
- KEÑEŞMEK: kar; ılıklı danı; mak, tedbir etmek — III, 393, 394
- KEÑEŞSIZ: danışıksız, tedbirsiz — I, 232
- KERİGIRSIMEK: dlbi yanmak, dibl yanarak koku yükselmek — III, 409
- KEPEK: unda ve başta bulunan kepek, I, 390; II, 310; III, 93, 101
- KEPEKLIG: kepeği olan, I, 508
- KEPEKLIK: kepek konan yer — I, 508, 510
- KEPEK: yincü küçük inci — I, 390
- KEPEZ: pamuk-I, 293, 303, 510 bkz. kebez
- KEPIMEK: bazı yerleri kurumak, III, 257 bkz.kebimek
- KEPIT: dükkân, mağaza, meyhane — I, 357 bkz. kebit
- KEPITMEK: kurutmak — II, 298 bkz. kebltmek
- KEREGÜ: çadır; kışlık ev, I, 404, 447, 448
- KEREGÜLENMEK: çadırlanmak, çadır edinmek, çadıra girmek — III, 205
- KEREK: gerek, olmalı, yaraşır, lâzım, ihtiyaç, gerekli. 1 126, 152, 163, 391; III, 44, 216, 371
- KEREKLEMEK: yokluğu dolayısıyle aramak, araştırmak, III, 341
- KEREKLIG: gerekli — I, 509
- KEREM: izbe — I, 398
- KEREY: saç tıra; eden ustura, III, 174 bkz. yüligü
- KERGEMEK: yaraşmak — I, 362
- KERGÜK: koyunun içerisinde, kırkbayır ile beraber bulunan şirden gibi ; ey — II, 289
- KERIK: geniş — I, 94
- KERILGEN: her zaman gerilen, gerinen, esniyen — I, 523 kerilmek gerllmek, gerinmek, esnemek — I, 119; II, 136 kerim duvarlara örtülen, kaplanan dokuma nesneler.I, 398
- KERIŞ: üstüne çıkılabilen dağ tepesi — I, 370
- KERIŞ: atin karnı, sırtı — I, 370
- KERIŞ: savaşta dayanma, I, 370
- KERIŞ: kavga, çeki; — I, 370
- KERIŞMEK: uğraşmak, kavga etmek, çekişmek — I, 370; II, 99, 115
- KERIŞMEK: germekte yardım ve yarış etmek — II, 98
- KERITMEK: havlatmak, ürdürmek — II, 305
- KERJÜ: tüfekte atılan yuvarlak taneler, III, 441
- KERKI: dülger keseri, keser — I, 430
- KERMEK: germek, çeklp uzatmak; kapatmak; ürümek, havlamak — II, 8; III, 39
- KERPIÇ: kerpiç — I, 455; III, 119 § pışık kerpiç
- KERŞEGÜ: at kürek kemiğinin altında yağırı bulunan at — I, 491
- KERTIK: ekmek ve ekmeğe benzer şeylerin sayısını bilmek için bir ağaçta yapılan kertik, çetele — I, 478 bkz.
- KERTÜK: kertilmek kenilmek; (insanlar için) horlanmak — I, 160; II, 236
- KERTIŞMEK: kenmekte yardım ve yarış etmek — II, 222
- KERTMEK: kertmek (köleyi yola getirmek için söylenir) — III, 427
- KERTÜK: ağaçta açılan kertik- I, 478 bkz. kertik
- KERTÜK: kemrük kesik, gedik — I, 478
- KERTÜRMEK: gerdirmek, serdirmek — II, 194
- KERÜ: geri, .. den ise — I, 205, 361; II, 133 bkz.karu
- KES: parça — I, 329 bkz. kesek
- KES: kesek, abdest bozduktan sonra bununla temizlenilir.I, 329
- KESEK: kesik, parça — I, 14, 391 bkz; kes
- KESGÜ: kesecek nesne — I, 13
- KESGÜK: halka, köpeğin boynuna geçirilen halka, tasma — II, 289
- KESILGEN: her zaman kesilen — I, 523
- KESILMEK: kesllmek — I, 339; II, 136, 137
- KESINMEK: kesinmek — II, 157
- KESLŞMEK: kesmekte yardım ve yariş etmek — II, 101
- KESLEMEK: kesekle koğmak — III, 300
- KESLINÇÜ: sarı keler, III, 242
- KESLINMEK: kesilmek — I, 352; II, 253
- KESLIŞMEK: kesilip ayrılmak — II, 224
- KESME: enli ok 100^01^.I, 434
- KESME: kakül, zülüf, perçem, I, II, 233, 434
- KESMEK: kesmek — I.11 13, 14. 434; II. 11
- KESMELENMEK: zülüflenmek, kâküllenmek — III, 203
- KESTEM: geceleyin davetsiz gelen adamlara verilen içki ziyafeti — I, 485
- KESTER: saksı — I, 457
- KESTÜRMEK: kestirmek — II, 195
- KESÜRGÜ: dağarcık, kap — I, 358, 490; 111. 48
- KETEN: zahmet, sıkıntı, I, 404
- KETIŞMEK: ayrılmak, ayrışmak — II, 89, 90
- KETKI: at sırtı dar, yanları geniş at — I, 430
- KETMEK: giymek — II, 296 bkz. kedmek
- KETMEN: yeri kazmak için kullanılan aygıt — I, 444
- KETÜ: çolak — III, 219
- KETÜT: ekşi suratlı, buruşuk yüzlü — II, 284
- KEVÇI: Uygur ellerine kadar Kâşgaristan’da kullanılan 10 rıtllık bir hububat ölçeği — I, 417
- KEVEG: burundaki kıkırdak — I, 391
- KEVEL: at yürüyüşlü, küheylan at, soylu at — I, 395; II, 133
- KEVELMEK: gevşemek, zayıflamak, I, 397 bkz. kevllmek
- KEVGIN: aş doyurmayan aş — I, 443 bkz. çivgin
- KEVILMEK: gevşemek, zayıflamak — II, 131, 137, 138 bkz. kevelmek
- KEVLI: ırmak ağzı, III, 442
- KEVMEK: gevelemek, gevmek; gevşetmek — II, 16; III, 288
- KEVREK: gevrek, yunnu; ak (bitki) — I, 479
- KEVREMEK: zayıflamak; gevşemek — III, 41, 282 bkz. kefremek, kövremek, kilfremek
- KEVRETMEK: gevşetmek — II, 334, 335
- KEVRIK: gürgen ağacı — I, 479
- KEVŞEK: gevşek, yumuşak. I, 479 bkz. küvşek § kevşek etmek; bir çeşit ekmek — III, 287
- KEVŞEMEK: geviş getirmek; gevşemek, III, 287
- KEVŞENGEN: çok geviş getiren — II, 256
- KEVŞENMEK: geviş getlrmek — II, 252, 255
- KEVŞEŞMEK: birbirini görerek geviş getlrmek — II, 351
- KEVŞETMEK: gevşetmek, yurnuşatmak; geviş getirtmek — II, 338
- KEVTÜRMEK: gevşetmek — II, 195
- KEVÜRKEN: dağ soğanı — I, 525 bkz. kümürgen, kümürken, küvürken
- KEY: pek, gâyet, sağlam — I, 459 bkz. ked, ked
- KEYIK: geyik, yaban hayvanı, aslında yabani olan her şey, eti yenen hayvanlardan ceylân, s ıgın, dağ keçisi gibi hayvanlar, yabani (vah şi) -evcil (ehli) karşıtı-, av hayvanı ve av, I, 26, 155, 157, 171, 206, 224, 228, 263, 295, 306, 311, 421; 11, 8, 10, 16, 120, 14
- KEYIK: maymun yapılı (insanlar için) — III, 168
- KEYIK: söğüt yaban sogüdü — III, 168
- KEYLIG: maynıun — III, 175
- KEYLIG: kişi şaşkın veya yabanş gibi iki tarafına bakarak yürüyen adam. III, 175
- KEYÜK: kebe ve kepenek gibi ; eyler — III, 168
- KEZ: gez — I, 326; III, 106, 318
- KEZ: süt ve un gibi şeylerin tencere dibinde yap ışıp kalan parçaları. I, 327
- KEZ: ipekli bir Çin kumaşı — I, 327
- KEZGERMEK: gezlenmek, geze getirmek — II, 196; III, 106
- KEZIK: gezek; sıtma, nöbet, işte nöbet — I, 391
- KEZIK: cesaret — I, 391
- KEZIŞMEK: gezmekte yari{mak — II, 100
- KEZITMEK: gezdirmek — II, 306
- KEZLEMEK: gezlemek, gezini düzeltmek, temizlemek. III, 300, 318 —
- KEZLENMEK: gezlenmek; dibi tutmak, II, 252, 253
- KEZLEŞMEK: gezlemekte yardım ve yarış etmek — II, 224
- KEZLETMEK: gezletmek — II, 348
- KEZLIK: küçük kadın bıçağı, kadınlar üst elbiselerine takarlar — I, 478
- KEZMEK: gezmek, dolaşmak — II, 10
- KEÇ: geç (vakit).I, 294; III, 121
- KEÇE: gece, III, 219
- KEÇILMEK: geciktirilmek. III, 195
- KEÇITMEK: geciktirmek — II, 300
- KEÇMEK: gecikmek — III, 180, 183
- KEÇÜRMEK: geciktjrmek — III, 187
- KEÑÜTMEK: genişletmek, II, 326
- KETERMEK: §1(161-1116^ III, 164
- KI: nida “ya”sı yerine; çağırma edati — III, 212
- KI: hısımlık bildiren isimler sonuna gelerek ac ıma ve sevme anlatan bir edat — III, 212
- KIÇI: hardal — III, 238
- KIÇILAMAK: gıdıklamak — III, 323, 329
- KIÇURMAK: kınamak, ayıplamak; başkasınm kaygısından ferah duymak — III, 187
- KIDIŞMAK: kenar dilkmekte yardım etmek, değirmi bir şeyin kenarını dikmekte yardım etmek — II, 93 , 94
- KIDITMAK: kenar diktlrmek, kıyılatmak — II, 301
- KIDIG: kıyı, yan, kenar 1. 375, 496
- KIDIGLAMAK: kıyı dikmek, kıyılamak — III, 336
- KIDIGLANMAK: kıyılanmak, kenarlanmak.II, 268
- KIFÇAKLAMAK: Kıpçak boyundan saymak — Kıpçak boyuna nispet etmek — III, 351
- KIFÇAKLANMAK: Kıpçak kılıgına girmek — II, 279 bkz. Kıvçaklanmak
- KIFTU: makas, kırkı. I, 416
- KIFTULAMAK: sındı ile kırkmak, kırpmak, III, 352
- KIG: topragı kabartmakta kullanılan gübre — III, 129
- KIGLATMAK: fışkı ile gübreletmek; (at) sıçırtmak, tersletmek — II, 348
- KIKI: gürültü — III, 227 bkz. urı kıkı
- KIK(I)RMAK: yüksek sesle çağırmak, bagırmak, haykırmak, I, 441, 442; II, 83
- KIKRIŞMAK: çagrışmak, bağrişmak — II, 220
- KIL: kıl (insanda ve hayvanda) — I, 337
- KILDRUK: buğday vb — başaklanndakl kılçık, III, 417
- KILGAN: çok kılan, çok yapan — I, 470
- KILGU: kılı; , yapış, kılgı — I, 494
- KILIÇ: kılıç — I, 183, 321, 339, 359, 397, 417; II, 116, 129, 147, 197, 246, 281, 308. 344, 356; III, 70, 77, 135, 169. 268 277, 296, 373, 437
- KILIÇLAMAK: kılıçlamak, kılıç ile çalmak ve vurmak, III, 331, 346
- KILIÇLANMAK: kılıç sahibi olnnak — II, 267
- KILIG: kılış, yapış — II, 40
- KILIK: huy, gldi; — I, 383; II, 230 bkz. k ılk
- KILINÇ: iç, amel, ahlâk, nninez, huy, fena huy, kad ın naz ve kırışması — II, 156; III, 374
- KILINÇLANMAK: nazlanmak (kadın), kırışmak — III, 374
- KILINMAK: tavır takınmak (kadın), nazlanmak; yapılmak, kılınmak, işlenmek I, 64, 394, 508; II, 156; III, 20
- KILIŞMAK: yapmakta yardım ve yarış etmek — II, 109
- KILIDE: gerdanlık — I, 432 bkz. bakan
- KILK: huy, gidiş — I, 383 bkz. kılık
- KIL: kudruk kıl kuyruk; ördeğe benzer bir kuş — I 337
- KIL: kuş ördeğe benzer bir kuş, I, 337
- KILMA: yapma, yapı; , I, 150; III, 213
- KILMAK: kılmak, yapmak, etmek, eylemek, olmak — I, 36, 39. 44.74, 113, 114, 141.171, 237. 263, 274, 321, 330, 342, 349. 350 367 371, 374, 376, 393, 399, 459, 462; 11. 25; III, 17, 122, 133, 159, 179, 213, 216, 224, 234, 239, 381, 432, 449 bkz. kamak
- KILMIŞ: yaptıgı, I, 205, 221, 253, 407
- KILTIK: başta bulunan kepek, konak — I, 475
- KILTURMAK: yaptırmak — II, 191
- KIMIZ: kımız.I, 365; II, 12; III, 197
- KIMIZ: almıla ekşi elma — I, 366
- KIMIZLANMAK: kımız sahibi olmak, II, 268
- KIN: kın, bıçak ve kılıç kını, kılıf — I, 183, 339, 359, 397; II, 246; l1l, 140
- KINAMAK: işkence etmek, cezalandırmak; bir şeye kın yapmak — III, 273
- KINATMAK: işkence yaptırmak, cezalandırmak — II, 313
- KINIŞMAK: istekle işe koyulmak, II, 113
- KINLAMAK: kın yapmak — III, 299
- KIÑIR: kızgın, şiddetli.I, 170, 183, 359
- KIÑIR: aşı, yan bakış — III, 363 bkz. kıñru
- KIÑRAK: et ve hamur kesilen satıra benzer büyük bıçak — III, 382
- KIÑRU: yan, şaşı — III, 23 bkz. kıñır
- KIR: kır, basık dağ, açık yer — I, 94, 324; III, 39
- KIR: su bendi, §61-1116^I, 324
- KIR: kır rengi — I, 324
- KIRAGU: kırağı — I, 446
- KIRBAS: er başında saç olmayan adam — I, 459
- KIRÇALMAK: değmek, değip sıyırmak — II, 234
- KIRÇAMAK: amacın kenarına dokunmak, silip geçmek — III, 276
- KIRÇATMAK: sıyırtmak, yaralamak, amacı delip geçmek — II, 328, 329
- KIRGAG: bey ve hanın eli altındakilere kızması ve kakıması — II, 288
- KIRGAG: elbisenin yanı, kenarı — II, 288
- KIRGAMAK: kakımak, birine kızıp ondan yüz çevirmek, birine k ızıp uzaklaştırmak (yalnız yapan insan olduğu zaman söylenir) — II, 288; III, 290 bkz. alkamak, kargamak, kargamak arkamak (Tanr ı için), kızgamak
- KIRGAŞMAK: birbirinin tarafını dilemek — II, 220
- KIRGATMAK: koğulamak, kızarak yüz çevirtmek — II, 338, 339
- KIRGIL: kırçıl, I, 483
- KIRGUY: atmaca — II, 95; III, 241 bkz. karguy, karkuy, k ırkuy
- KIRILMAK: kabuğu soyulmak; malı alınmak, yoksullaşmak; kar kürünmek II, 134
- KIRINDI: her şeyin kınntısı, kazıntısı, soyuntu su — I, 449
- KIRINMAK: soyar veya kazır görünmek — II, 155
- KIRIŞMAK: kazımakta ve sıyırmakta yardım ve yariş etmek — II, 98
- KIRK: sayıda kırk, I, 349; II, 331
- KIRKILMAK: kırkılmak I, 236
- KIRKIN: cariye.II, 110 bkz. xız kırnak, kız
- KIRKIŞMAK: kırkmakta yardım etmek — II, 221
- KIRKLUM: dolusu bir klle edip orancıların kullandıkları bir ölçeğe verilen sıfat, III, 418
- KIRKMAK: kırkmak — III, 422
- KIRKUY: atmaca — III, 241 bkz. karguy, karkuy, k ırgüy
- KIRLAMAK: kazmak, yerde çukurlar açmak — III, 298, 299
- KIRLANMAK: kırla; mak, kıraçlaşmak, yerde çatlaklar ve hendekler meydana gelmek — II, 251
- KIRLATMAK: kıyı, kenar yaptirmak — II, 347
- KIRMA: söbü (mahrut) şey — I, 433 § kırma topık; herhangi söbü (mahrut) topaç — I, 434
- KIRMAK: kazımak, bir şeyi kökünden çıkarmak; kırmak, II, 7. 24, 401, 406
- KIRNAK: cariye — I, 473 bkz. xız, kırkın, kız
- KIRT: kısa, I, 342 § kırt ot; kısa ot — I, 342
- KIRTIŞ: yüz rengi; yüz — I, 460 § yer kırtışı; yeryüzü. 1 461
- KIRTIŞLAMAK: kazımak — III, 350
- KIRTIŞLANMAK: güzelleşmek, güzelliği artmak — II, 272
- KIRTIŞLIG: yüzlü — I, 461
- KIRT: kişi kötü huylu ve plnti adam — I, 342
- KIRTLAMAK: kötü huylu saymak, yarayı iyi etmek — III, 445 bkz. kartamak, kartanmak
- KIRTURMAK: kazıtmak, sıyırtmak, II, 190
- KIRUK: sakat — I, 382 § kıruk adak; topal — I, 382 § kıruk er; çolak — I, 382
- KIRUK: adak topal — I, 382
- KIRUK: er çolak, I, 382
- KIR: yagı gizll düşman — I, 324
- KISGA: kısa — II, 11
- KISGAÇ: kısgaç — I, 455
- KISGANMAK: kıskanmak; pintilik etmek, kısmırlanmak — II, 250 bkz. kısırkanmak
- KISIG: kısı, hapis, sıkınti — I, 376
- KISIGLAMAK: itelemek, itmek, avurduna vurmak — III, 336 bkz. kas ıglamak
- KISILMAK: kısılmak, arada kalmak.II, 135
- KISINMAK: kısmakcimrilik etmek; sidiği tutulmak — II, 155
- KISIR: kısır, doğurmayan insan veya dört ayakl ı hayvan; kısrak — I, 236, 364; III, 88
- KISIR: bolmak (kısraktan başka hayvan) kısır kalmak — III, 88 bkz. yozamak kısırkanmak
- KISIRGANMAK: , yedirmekten çekinmek — II, 263, 264 bkz. k ısganmak
- KISLINMAK: kısılmak, araya sıkışmak II, 251
- KISMAK: kısaltmak, daha kısa yapmak, kısarak çalmak; kıstırmak — II, 11
- KISMAK: üzenginin iki yanında bulunan kayış, ilmikli ip, kement — I, 474; II, 219
- KISRAK: kısrak — I, 203, 207, 364, 474, 491, 500; II, 96
- KISRAKLANMAK: kısrak sahibi olmak — II, 275, 279
- KISRUŞMAK: kısmakta yardım etmek, II, 219
- KISTAŞMAK: titreşmek, sı2laşmak. II, 221, 222 bkz. kasnamak, kasnatmak
- KISTURMAK: kıstırmak, işkence ile cezalandırmak; kısalmasını emretmek, azalmasını em-retmek — II, 190, 191
- KISURMAK: kısaltmak II, 78
- KIŞ: kış — I, 13, 22, 82, 170, 332; II, 26, 54, 97, 204; III, 159, 278
- KIŞLAG: kışlak, kışlanacak yer, I, 13, 464; III, 88
- KIŞLAGLANMAK: kışlak edinmek, kışlamak — II, 273
- KIŞLAMAK: kışlamak; III, 299
- KIŞLATMAK: kışlatmak, bir şeyi üzerine alıp saklamak.II, 348
- KIŞLIK: kışlık, kış için hazırlanmış şey — I, 474
- KIŞMAK: meyletmek, kaymak — III, 182 bkz. kay ışmak, kaymak
- KIV: devlet, kut, baht — I, 301, 332 bkz. kuv
- KIVAL: çekme, düzgün — I, 412 § kıval burun; çekme burun — I, 412
- KIVÇAKLANMAK: Kıpçak kılığına girmek, II, 276 bkz. Kıfçaklanmak-kıya küçültme eki — III, 170, 359 bkz. -gine, -kiye
- KIYAK: et suyu yağı, tereyağı, kaymak, III, 32 bkz. kanak, kayak, konak
- KIYA: körmek yan bakmak, arkaya bakmak, I, 369 bkz. kaya körmek, kura körmek, kuya kârmek
- KIYIK: cayma, caymak; iğrilik, igri olan, sözde durmama, sözde durmayan — I, 70; III, 167 k ıyılmak inmek; geçmek; agaç igrilemesine
- KIYILMAK: sözden dönülmek — III, 190
- KIYIM: düşman gelmesi yüzünden bir vilâyet halk ının korku ve dehşete düşmesi — III, 168
- KIYIŞMAK: igrilemesine ağaç kesmekte yardım ve yarış etmek — III, 189
- KIYMA: kıyılmış, III, 173 § kıyma ügre hamuru serçe dili gibi i ğri kesilen bir çeşit erişteIII, 173
- KIYMAÇ: Çiğiller’in giydiği tiftikten yapılan beyaz başlık. III, 175
- KIYMAK: sözden dönmek; kıymak, eğrilemesine doğramak — III, 246
- KIYTURMAK: iğrilemesine kestirmek — III, 193
- KIZ: kız, kız çocuk; cariye; pahalı nesne — I, 7, 236, 280, 291, 299, 312, 326, 382, 412, 442, 474, 496; II, 10. 25, 94, 96, 109, 182. 220, 272, 276, 277, 304, 340; III, 120, 137, 170, 203, 218, 259, 260, 265, 272, 289, 301, 328, 338, 371, 380, 408, 411, 450 bkz.
- KIZAMAK: kızlık bozmak, III, 265
- KIZARMAK: kızarmak — II, 77, 163 bkz. kızıl ermek
- KIZARTMAK: kızartmak — III, 431
- KIZGAMAK: (kul) kızıp uzaklaştırmak, kakımak — III, 290 bkz. alkamak, kargamak, kargamak arkamak, kırgamak
- KIZGUL: at boz ile kır arasında olan at — I, 483
- KIZGURMAK: işkenceye koymak, cezasını çektirmek, cezalandırmak. II, 194, 200
- KIZGUT: ceza, işkence, başkaları görerek çekinmeleri için yap ılan ceza ve işkence — I, 451
- KIZGUTLANMAK: suçunun cezasını görerek rüsva olduğundan bir işten çekinmek. II, 271
- KIZIL: kızıl, kızıl renk, kırmızı — I, 40, 60, 362, 394, 395; II, 133; III, 20, 162, 183, 219, 325, 363
- KIZIL: ermek kızarmak — II, 163 bkz. kızarmak
- KIZILMAK: yaptığı suça bir daha dönmemek üzere ceza görmek, nedamet etmek, k ıyılmâk. II, 135, 200
- KIZ: kırkın cariye — I, 326
- KIZ: kişi pinti kişi, I, 326
- KIZ: kuş insan üzerine düşecek gibi alçaktan uçan ve tüylerinin rengi bukalemuna benzeyip aç ılınca renkten renge giren bir kuş, I, 326, 332
- KIZLAMUK: kızamık, I, 528
- KIZLANMAK: pahalı bulmak, II, 251; III, 198, 199
- KIZLANMAK: kız edinmek, kız çocuk sahibl olmak — II, 251, 254; III, 198
- KIZLAŞMAK: bahse bir kız (cariye) koymak II, 221
- KIZUMAK: pahalılanmak, fiyatı yükselmek. III, 265
- KIBE: az zaman, kısa zaman — III, 217 bkz. büte
- KIBE: bolmak az zaman geçmek, III, 217
- KIÇIK: küçük, küçüklük — I, 227, 390; II, 29, 95, 268; III, 87, 175 bkz. kiçük
- KIÇIKLEMEK: küçük saymak, III, 341
- KIÇIMEK: kaşınmak, gidişmek. III, 259
- KIÇINMEK: orospu olmak, gidişmek, ka; ınmak — II, 156
- KIÇITMEK: kaşıtmak — II, 300
- KIÇÜK: küçuk — I, 93 bkz. kiçik
- KID: arka, âon, sonra — I, 200, 225; II, 142; III, 14 bkz. kid
- KID: arka, son, sonra — II, 25 bkz. kid
- KIDIZ: keçe, Türkmenler’in çadır örtüleri ve göç zamanı bürgüleri gibi — I, 316, 366, 508; II, 96, 304; III, 262, 329 bkz. kiviz, küvüz
- KIDIZGEK: tazeliği gidip keçeleşmiş (kavun için) — II, 290
- KIDIZLIG: keçe sahibi olan — I, 507
- KIDLZLIK: yüng keçe yapmak için hazırlanan yün — I, 507
- KIKÇTIRMEK: iki klşiyi birblrine kışkırtmak, sürttürmek II, 195, 196
- KIKMEK: bilemek, bir şeyi bir şey üzerine sürtmek — II, 293
- KIKRÜLMEK: sokulmak, II, 237
- KİM: kim.I, 125, 192, 200, 325, 338, 353, 362, 371. 377, 425, 440, 506; II, 118. 274, 284; III, 22, 106, 123, 141, 239. 251 288
- KIMI: gemi — III, 235 bkz. kemi
- KIMIŞKE: Kaşgar’da çıkan nakışlı bir keçe — I, 490
- KIMSEN: başlıklan ve kavukları süslemek için kullanılan aitın kırıntıları — I, 437
- KIMÜNÇE: sivri sinek — III, 358 bkz. kümiçe
- KIRIG: geniş — III, 358
- KIÑITMEK: genişletnıek — III, 396
- KIÑRÜNMEK: genişlemek, bir zaman nimet içinde yaşamak. III, 400
- KIÑÜMEK: genişlemek, III, 396
- KIÑÜRMEK: genişletmek. III, 392
- KIP: kalıp, benzer, öğür, I, 483; III, 23, 61, 119
- KIPI: gibi, I, 483; III, 23, 61, 119
- KIR: kir — II, 212, 230
- KIRDEŞ: bir avluda beraber oturan k6mşu — I, 461
- KIRGÜ: girme zamanı, gırecek — II, 68; III, 6
- KIRGÜCI: girici, giren.II, 51
- KIRIGSEMEK: girmek istemek — III, 334, 335
- KIRIKMEK: kirlenmek II, 117, 119. 165 bkz. kirlenmek
- KIRILMEK: girilmek. II, 136
- KIRIMSINMEK: girer görunmek — II, 260
- KIRINMEK: girinmek, girer göstermek, girmek — II, 156, 157, 160
- KIRIŞ: kiriş, yay kirişi, yay — I, 198, 370; II, 83; III, 215
- KIRIŞ: bir adamın akarlarından olan geliri — I, 370
- KIRI: ; mek glri; mek, glrlşmekte yarış etmek — II, 99
- KIRIT: anahtar, kilit — I, 357; III, 345
- KIRITLEMEK: kilitlemek III, 330, 345, 348
- KIRITLIG: anahtarlı, kilit kilit , I, 306, 506 § kiritlig kapug; killtli kap ı — I, 506
- KIRKIN: boğranın, devenin kızgın zanıanı — I, 443
- KIRLENMEK: klrlenmek; yumulmak.II, 252 bkz. kirikmek
- KLRMEK: girmek.I, 87, 362, 395, 422, 443, 457, 488; II, 8, 18, 44, 55, 61, 67, 223; III, 65, 120. 147, 212, 222, 226
- KIRMIŞÇE: girmiş gibi — I, 251
- KIRPI: kirpi — I, 415
- KIRPIK: kirpik. I, 478
- KIRPILENMEK: sertle; erek kirpi gibi buzülmek, yüzü as ılmak — III, 200
- KIRPÜKLENMEK: gözde kötü kıl bitmek — II, 277, 279
- KIRŞEN: üstübeç; yüze sürülen düzgün. I, 437; II, 353
- KIRŞENLENMEK: yüze düzgün sürünmek II, 278
- KIRTGINSEMEK: tasdik etmek istemek — I, 280
- KIRTGÜNMEK: inannnak, gerçeklemek — III, 423 bkz. kirtinmek
- KIRTINMEK: inanmak I, 416 bkz. kirtgünmek
- KIRTÜ: yemin, ant; gerçekllk, doğruluk — I, 416
- KIRTÜÇ: kişi kimseyi ; ekemeyen huysuz kişi — I, 455
- KÜRTÜLEMEK: tasdiklemek — III, 352
- KIRTÜRMEK: girdirmek, II, 195
- KIRÜ: geri, arka, III, 65, 245, 246
- KIS: karı, I, 329. 333
- KIŞ: sadak, I, 393, 457, 494; II, 275, 333; III, 126, 281
- KIŞ: samur.III, 126
- KIŞEMEK: kösteklemek, bağlamak — III, 268
- KIŞEN: köstek — II, 13
- KIŞI: kisi, adam, insan, kimse; halk; kar ı, kadın — I, 24, 44, 45, 46, 64, 74. 87 91, 98, 106, 109, 127, 129, 140, 142, 146, 147. 152, 154, 155, 156, 166, 167, 174, 179, 186, 187, 216, 240. 243, 265, 287. 296, 307, 308, 310, 317, 319, 326, 332, 342. 356, 363, 365,
- KIŞIRGEK: er evinde birini görünce canı sıkılan, evi kendine dar gelen ki şi, II, 290
- KIŞ: kurman ok ve yay konan kap — I, 444
- KIŞ: kurugluk sadak, gedeleç — I, 504
- KIŞNEMEK: kişnemek I, 236, III, 302
- KITERMEK: gidermek, kaldırmak.I, 440; III, 187
- KITMEK: gitmek, çekilmek.II, 296; III, 48
- KIVIZ: yaygı, halı, kilim gibi şeyler — I, 366 bkz. kidiz, küvüz-kiye küçültme eki, III, 170, 359 bkz. -gine, -k ıya
- KIYIM: kiyim uyuşukluk, ne çalışmak ne işi büsbütün bırakmak, gaflet, elevaylık — III, 169
- KIZ: kutu, misk kutusu, taht, kürsü, sand ık, kap, heybe gibi ieyler — I, 327; III, 318
- KIZLEMEK: gizlemek-I, 100; II, 172, 264; III, 71, 300, 318
- KIZLENÇÜ: gizli.III, 242
- KIZLENMEK: saklar görünmek, kendi kendine saklamak, II, 253
- KIZLEŞMEK: birbirinden gizlemek — II, 224
- KIZLETMEK: gizletmek — II, 348
- KOÇ: koç — I, 321; II, 184 bkz. koçñar
- KOÇMAK: kucaklamak — II, 5
- KOÇÑAR: koç, I, 321; II, 101; III, 102, 381, 382 bkz. koç
- KOÇTURMAK: kucaklatmak, koçturmak — II, 189
- KOÇU: kucaklaşma, koçuşma, I, 369
- KOÇUŞMAK: kucakla; mak — II, 92; III, 188
- KODI: a; ağı, aşağıya, arkası sıra — III, 46, 61, 69 bkz. kudı
- KODUŞMAK: birbirine güvenmek — II, 94 ,
- KODMAK: koymak, bırakmak, terk edilmek, koyuvermek — II, 29, 54, 140, 263, 295; III, 39, 172, 440 bkz. kotmak, koymak
- KOG: göze veya yemeğe düşen çör çöp, pislik. III, 128
- KOGIŞ: deri, II, 355 bkz. koguş
- KOGŞAK: gevşek, çürük — I, 474
- KOGŞAMAK: katı şey gevşek olmak — III, 287
- KOGŞAMAK: koğuş ağacı dalı iIe cilâlamak, perdahlannak — III, 287 bkz. kov şamak
- KOGŞAŞMAK: birlikte gevşemek, II, 350 bkz.kohşaşmak
- KOGŞATMAK: kuvvetini gevşetmek, II, 337 bkz. kohşatmak
- KOGURMAÇ: kavr — ulmuç buğday — I, 493 bkz. kavurmaç, kovurmaç
- KOGU: ; okları perdah etmek içln koğu; (huş) ağacından yapılan aygıt — I, 369
- KOGUŞ: oluk, su oluğu, değirmen oluğu, I, 369
- KOGUŞ: sepili, sepisiz (tabaklanmış, tabaklanmamiş) deri, kayı; — I, 369; II, 205. 210; III, 140, 308, 319 bkz. kogış
- KOGUŞLANMAK: su fışkırmak — II, 268 koh; aşmak birlikte gevşemek, II, 350 bkz.kogşaşmak
- KOXŞTMAK: kuvvetini gevşetmek, II, 334, 337 bkz. kogşatmak
- KOKITMAK: kokutmak, II, 309, 323, 324
- KOKMAK: fena kokmak, kokusu yükselmek (su) senmek, (hastal ık) sakinleşmek — II, 293, 323; III, 184
- KOKRATMAK: eksiltmek, davul çalarak zararl ı hayvanları kuşları kaçırtmak, II, 334 bkz. kakratmak
- KOL: kol — III, 134, 161, 288
- KOL: kılıç veya bıçakta bulunan yol biçimi oyma — III, 134, 135
- KOL: dağın tepesinden a; ağı inen ve derenin ortasından yüksekçe olan yer — III, 134
- KOLAÇ: kulaç — I, 358 bkz. kulaç
- KOLAN: kolan, bağırdak; yaban eşegi, I, 214, 263, 404, 415, 424; III, 122
- KOLDAÇI: dilenci — I, 417
- KOLDAŞ: koldaş, arkadaş — I, 461; III, 11
- KOLDAŞLANMAK: arkadaş olmak, arkadaş saymak — II, 272
- KOLGIRMAK: isteyeyazmak — II, 194
- KOLMAK: rica etmek, istemek I, 274, 399; II, 25
- KOLTIK: koltuk — I. 475
- KOLTUKLAMAK: koltuklamak, koltuğuna almak, koltuğa vurmak — III, 351
- KOLTURMAK: istetmek — II, 191
- KOLUNMAK: rica etmek, kendi kendlne rica etmek, istemek .I, 22; II, 156
- KOLUŞMAK: birbirinden istemek, isteşmek — II, 109, 110
- KOM: deve havudu — III, 136
- KOMIMAK: (bir şeye karşı) 02161110^III, 273
- KOMINMAK: coşmak — II, 324
- KOMITGAN: her zaman özleten, her zaman coşturan — I, 515
- KOMITMAK: coşturmak, heyecana getirmek. I, 69; II, 311. 312, 324 bkz. komutmak
- KOMŞUY: kanla dolmuş kene — III, 241
- KOMUK: at gübresi. I, 383 bkz. kumuk
- KOMUKLAMAK: pislemek, terslemek; Komuk boyuna nispet etmek — III, 339 bkz. kumuklamak
- KOMUTMAK: coşturmak, I, 214 bkz. komıtmak
- KON: koyun — I, 31, 309; III, 140, 244 bkz. koy
- KONAK: bir çe; it kaba darı, I, 384; III, 347 bkz.koyak
- KONAK: kaymak (yenecek), I, 383 bkz. kanak, kayak, k ıyak
- KONAKLAMAK: darı yemek — III, 347
- KONAT: birbirlerine yanaşan, toplanan insan kümesi — I, 357
- KONATMAK: kondurmak, oturtmak, II, 313
- KONDURMAK: kondurmak, üzerine koymak — II, 192
- KONMAK: konmak, bir yere konmak — I, 319; II, 331; III, 184, 185
- KONŞI: komşu, I, 435 bkz. koşnı
- KONUK: konuk, misafir; ruh — I, 45, 46, 85, 332, 384, 517; II, 312
- KONUKLAMAK: konuk etmek; ev sahibinin rızası olmadan evde gecelemek — III, 339, 347
- KONUKLAŞMAK: birbirine konuk olmak, II, 258
- KONUGLUG: konuk sahibi olan .1, 498
- KONUKLUK: konukluk, misafirlik I, 274, 504
- KONUM: ‘yurt, konulan yer, konak — I, 114; II, 103, 313
- KOÑRAGU: çıngırak, konrak, tongurak, çan, I l, 358; III, 387, 402
- KOÑRAGU: kulağın altındaki çıkıkça kemik — III, 387
- KOÑRAMAK: ses kalınlaşmak; bir şey
- KOÑUR: (yani kestane rengi) olmak, III, 402
- KOÑUR: boğuk ses — III, 363
- KOÑUR: kestane rengi — III, 363
- KOÑURMAK: sökmek, kanırmak, III, 392
- KOÑUZ: osurgan böceği — III, 363
- KOP: çok, pek, obartma ve pekitme edat ı — I, 319
- KOP: sevinç, ferah, hop — III, 119
- KOP: kılmak sevinmek, ferahlamak, içi hop etmek — III, 119
- KOPMAK: kopmak, gelmek; kalkmak; başlamak, çıkmak; baş kaldırmak — I, 88, 97, 104, 120, 142, 234, 258; II, 4; III, 128, 137, 367
- KOPRUŞMAK: bir şeyi yerinden kaldırmakta yardım etmek — II, 218
- KOPSAMAK: çıkmak istemek — III, 285
- KOPURGAN: çok koparan, I, 517
- KOPURMAK: yerinden kaldırmak, kurcalamak — II, 72
- KOPURTMAK: yerinden kaldırtmak — III, 430
- KOPUŞMAK: kalkışmak, kalkmakta yardm ve yarış etmek — II, 88
- KOR: ziyan , III, 122
- KOR: yoğurt mayası — III, 122
- KORDAY: kuğu kuşu, kuğu cinsinden bir kuş, II, 177; III, 240
- KORIG: koru, küçük orman — I, 17, 18, 375; II, 98
- KORIMAK: korumak — III, 263
- KORINMAK: sıkılık etmek, pintilik etmek, II, 155 bkz. korunmak
- KORIŞMAK: korumakta yardım etmek — II, 98
- KORKITMAK: korkutmak.II, 339 bkz. korkutmak
- KORKLUK: korkak — III, 417
- KORKMAK: korkmak — II, 312, 331; III, 282, 377, 421, 422
- KORKULMAK: korkulmak — II, 236
- KORKUNÇ: korkunç — II, 365; III, 168, 387
- KORKUNMAK: korku duymak ve korkusunu saklamak — II, 250
- KORKUŞMAK: birbirinden korkmak, korkuşmak II, 221
- KORKUTMAK: korkutmak — II, 365 bkz. korkıtmak
- KORLUK: içinde kımız biriktlrilen küçük testi — I, 473 bkz. kurluk
- KORU: kendisine “demir dikeni” ad ı verilen bitkinln “putrak” veya “p ıtrak” denilen meyvesi — III, 223 bkz. yapuşgak
- KORUGÇI: korucu, bir koruyu koruyucu .III, 242
- KORUM: kaya, I, 398; III, 61, 105
- KORUMLUG: taşlı, çakıllı — I, 498
- KORUNMAK: sıkılık etmek, pintilik etmek — II, 155 bkz. kor ınmak
- KOSIK: fındık I, 382; III, 347 bkz. kosuk
- KOSIKLAMAK: fındıklanmak-III, 347
- KOSIKLIG: fındıklı — I, 497
- KOSUK: fındık III, 347 bkz. kosık
- KOŞ: çift, çifte, herhangi bir şeyin çifti, eşi — I, 359; III, 126 bkz. koşa
- KOŞA: çift — III, 33, 60 bkz. koş
- KOŞ: at hakan yanındaki yedek at — III, 126
- KOŞLANMAK: koşlunmak iki şey birblrine yakın olmak, öğür kılınmak, hayvan bir araya koşulmak — II, 251, 252
- KOŞMAK: koymak, katmak; türku düzmek, II, 14
- KOŞNI: komşu — I, 435; III, 220 bkz. konşı
- KOŞUG: şiir, kaside — I, 376
- KOŞULGAN: her zaman koşulan, katılan — I, 520
- KOŞULMAK: birleşmek, katılmak, tertip edilmek, öğür kılınmak — II, 128, 135; III, 102
- KOTKI: alçak gönüllü, yumuşak huylu, mütevazi I, 427
- KOTKILIK: gönül alçaklığı, tevazu, II, 140
- KOTMAK: bırakmak — II, 295 bkz. kodmak, koymak
- KOTRULMAK: boşaltılmak — II, 234, 235
- KOTRUŞMAK: boşaltmakta yardım etmek, II, 218
- KOTURMAK: boşaltmak, aktarmak — II, 71, 72, 164
- KOTURMIIŞ: boşalmış. II, 170 § koturmuş kap; boşalmış kap, II, 170
- KOVA: kova — I, 147; III, 237
- KOVA: Türkler’in kullandığı gemlerde atların burnuna dogru dikilen kay ış — III, 237
- KOVI: içi kof ve çürümüş olan — III, 226 bkz. kovuk, kov ı, kovuk
- KOVUÇ: cin çarpması eseri, III, 163 bkz. kovuz
- KOVUÇ: kovuç cin çarpmasına karşı üzerlik ve ödağacı ile yapılan tütsüde cinlere “kaç, kaç”demek üzere söylenen kelimeler. III, 163
- KOVUK: içi boş olan her şey — III, 164 bkz. kovı, kovı, kovuk
- KOVUZ: cin çarpması eseri — III, 163 bkz. kovuç
- KOVI: içi kof ve çürümüş olan — III, 225 bkz. kovı, kovuk, kovuk
- KOVI: talihsiz, uğursuz, III, 226
- KOVMAK: kogmak, kovalamak, sürmek. II, 16; III, 183
- KOVŞALMAK: perdahlanmak, huş ağacından yapilmış aygıtla perdahlanmak — II, 236
- KOVŞAMAK: koğuş ağacı dalı ile cilâlamak — III, 287 bkz. kog şamak
- KOVŞAŞMAK: koğuş ağacı ile cilâlamakta yardım etmek — II, ‘ 350, 351
- KOVŞATMAK: perdahlatmak, koğu; ağacıyle perdah yaptırmak — II, 338
- KOVUK: kovuk, içi boş olan her şey, I, 383; III, 164 bkz. kovı, kovuk, kovı
- KOVURMAÇ: kavrulmuş buğday — I, 493 bkz. kavurmaç, kogurmaç
- KOVURMAK: kavrulmak, II, 114, 235 bkz. kagurmak, kagrulmak, kavrulmak, kugurmak, kuvurmak
- KOVUŞMAK: koğmağa, tardetmege çalışmak — II, 103
- KOY: koyun, I, 31, 173, 193, 199, 215, 263, 264, 284, 295, 306, 317, 326, 346, 387, 389, 392, 411, 426, 472, 483; II, 14, 15, 27, 50, 76, 90, 118, 142, 152, 184, 185, 237, 238. 310, 330, 355, 359; III, 5, 60, 88, 95, 122, 126, 130, 132, 142, 148, 156, 157, 167, 17
- KOY: elbisenin koynu; kucak — III, 142 bkz. koyun koy derenin koyag ı, dibi, düzlüğü, III, 142 bkz. kuy
- KOYAK: konak darısı — III, 167 bkz. konak
- KOYAR: hayvanlara ve kölelere sö ğülen bir kelime; “ağızdan salya saçan” anlamınadır — III, 171
- KOYGAŞMAK: koynuna girmek, I, 243
- KOYKA: deri, kürk, III, 173
- KOYKALAMAK: derinin kıllarını temizlemek, yolmak.III, 173
- KOYLUŞMAK: dökülüşmek — III, 195
- KOYLUŞMAK: koyula; mak, III, 195
- KOYMAK: koymak, koyuvermek, bırakmak, dökmek, çalkamak — II, 45; III, 39, 171. 246 bkz; kodmak, kotmak
- KOYTURMAK:
- KOYU: koyu, kalın, sık — III, 367
- KOYUG: (akarlarda) koyu — III, 166
- KOYUGLUK: koyuluk, (akarlarda) koyuluk — III, 178
- KOYULMAK: akar (nesne) koyulmak — III, 190
- KOYUN: koyun, kucak, II, 339, 346; III, 18, 297 bkz. koy
- KOYUNMAK: kendine su koymak, dökünmek.III, 191
- KOYUŞMAK: koyı — nakta yardım etmek, III, 189
- KOY: yılı koyunyılı; Türkler’in on ikili yıllarından biri.I, 346; III, 142
- KOZANMAK: süslenmek, bezenmek (“bezenmek” fiili ile birlikte gelir), II, 155
- KÖÇ: saat, an, müddet — I, 321
- KÖÇ: göç — I, 321
- KÖÇMEK: göçmek — II, 5
- KÖÇRÜM: belinleme, telâş, köy halkının şehre kaçışması, I, 485
- KÖÇÜK: sagrı; bir hayvana binen iki adamdan arkadaki I, 390
- KÖÇÜKLEMEK: sağrıya vurmak — III, 341
- KÖÇÜRGEN: göçüren, uzaklaştıran — I, 522
- KÖÇÜRMEK: göçürmek; yazmak, istinsah etmek, nakletmek, II, 75, 76köçürme oçak; bir yerden öbür yere göçürülebilen ocak, I, 490
- KÖÇÜRME: oyun “on dört” adı dahi verlien bir oyun — I, 491
- KÖÇÜT: at — I, 357; II, 76
- KÖDÜŞMEK: bekleşmek, birbirini bekleşmek, II, 94 bkz. küdüşmek
- KÖDEÇ: bardak, testi — I, 360 bkz. közeç, közüç
- KÖDEZMEK: saklamak, beklemek, korumak, gözetmek, II, 86, 162; III, 43, 263 bkz. köz atmak, közetmek
- KÖDMEK: gözlemek; görmek — II, 87; III, 23
- KÖG: şiirin vezni, aruzu, ırın ölçüsü, ırlamakta sesin yükselip alçal ışı.III, 131
- KÖG: bir şehir halkı arasında bir sene içinde çıkıp gülünen şey, gülmece — III, 131
- KÖG: koç veya ba; ka hayvanlar ın kı; a yakın aşması, III, 132
- KÖG: ayna yüzünde meydana gelen pas; kad ınların yüzüne düşen çillik — III, 132
- KÖGEN: ilmikli köstek, süt sağılacağı zaman hayvanların ayağına vurulur I, 415
- KÖGERMEK: göğermek, gök rengini almak — II, 84
- KÖGLEMEK: (hayvan) yeşil ot yemek — III, 300, 301
- KÖGLEMEK: ırlamak, taganni etmek — II, 255; 301 bkz. köglenmek
- KÖGLENMEK: yüzde çiller çıkmak; şarkı söylemek, ırlamak, taganni etmek, sesi yükselte alçalta şarkı çağırmak, I, 253; II, 253, 255; III, 131 bkz. köglemek
- KÖGÜZ: göğüs — I, 366 bkz. köküs
- KÖG: yılkı başıboş yayılan hayvan — III, 131
- KÖK: gök, hava, sema — I, 64, 123, 139, 193, 244, 338, 361, 362, 421; II, 27, 78, 81, 170, 252, 264, 283, 289, 307; III, 27, 124, 132, 282, 439
- KÖK: gök rengi, gök renk, lâcivert. III, 132, 162 § kömgök; gömgök, I, 328, 338 § köpgök; gömgök — I, 328
- KÖK: şehrin dört yanını saran yeşil bölge, III, 132
- KÖK: eğer bağı — II, 283
- KÖK: kök, asıl — II, 284
- KÖKDEDMEK: eğer tahtalarını diktirmek, bağlatmak- II, 328 bkz. kökletmek
- KÖKEGÜN: gök sinek I 188; II, 287
- KÖKLEMEK: eğer bağını sıkı bağlamak, III, 300
- KÖKLENMEK: sıkı bağlanmak; asaletli veya zengin olmak — II, 253
- KÖKLEŞMEK: ilişip sokulmak; eğer bağlamakta yardım etmek; hısımlıkla bağlanmak, II, 224, 225 bkz. kökteşmek
- KÖKLETMEK: eğer tahtalarını diktirmek, bağlatmak — Il, 327, 328 bkz. kökdedmek
- KÖKREMEK: kükremek — I, 125, 142, 354; II, 13, 138; III, 282, 398
- KÖKREŞMEK: gürlemek, kükremek, kişnemek, kükreşmek — II, 222, 223; III, 147
- KÖKŞIN: göğümsü, gök renkte — I, 186, 437
- KÖKTEŞMEK: ilişip sokulmak, eger bağlaınakta yardım etmek; hısımlıkla bağlanmak — II, 224 bkz. kökleşmek
- KÖK: tubulgan bir kuş adı — I, 519 bkz. kök tupulgan
- KÖKÜRŞGÜNLEŞMEK: güvercini öndül koyarak yar ışa gitmek.II, 226
- KÖKÜRÇKÜN: güyerdn — III, 419
- KÖK(Ü)S: göğüs — I, 230 bkz. kögüz
- KÖKYUK: köylü ve Türkmen büyüklerine verilen ungun — III, 133
- KÖL: göl, havuz, birikmiş su, I, 104; II, 79, 265; III, 135, 137, 357, 360
- KÖL: denizin kendisi, III, 136
- KÖLERMEK: göl hallne gelmek, gölermek, toplanmak, su göllenmek.I, 179; II, 84, 283
- KÖLIGE: koyu gölge — I, 448; III, 174 bkz. köllk
- KÖLIK: gölge — I, 409 bkz. kölige
- KÖLIKLIK: gölgelik — I, 510
- KÖL: suv Karluk büyüklerine verilen ungun — I, 108
- KÖLÜK: arka; gölük, yuk yükletilen herhangi bir hayvan — I, 392
- KÖLÜKLÜG: gölüklü — I, 510
- KÖLTIÑ: kuşların indiği su birikintisl, gölcuk — I, 73; III, 372
- KÖMÇÜ: gömü, define, hazlne — I, 418 bkz. kömüç § Tavgaç kömsi; Âd ulusundan kalma hazine, I, 418
- KÖMEÇ: küle gömülerek pişirilen çörek — I, 12, 360
- KÖMMEK: gömmek. I, 12; II, 27
- KÖMTÜRMEK: gömdürmek — II, 196
- KÖMÜÇ: gömü, deflne — I, 360 bkz. kömçü
- KÖMÜLDÜRÜK: at göğüslüğü.I, 17, 530 bkz. kümüldürük
- KÖMÜNDI: neñ gömülmüş nesne, I, 450
- KOMÜNMEK: gömülmek; gömer görünmek — II, 158
- KÖMÜR: kömür — I, 506
- KÖMÜRLÜG: kömür sahibi, kömürü olan — I, 506
- KÖMÜRLÜK: kömür yapmak içln yakılan ağaç ve kömür konan yer, I, 506
- KÖMÜŞMEK: gömmekte yardım etmek — II, 111
- KÖN: at derisi veya gönü, ham derl, gön — III, 140, 335, 353, 425
- KÖNDGERMEK: doğrultmak, düzeltmek, dikmek yola kılavuzlamak; Ikrar ettirmek — II, 199; III, 423 bkz. köndgürmek, köngermek
- KÖNDGÜRMEK: doğrultmak — II, 199 bkz. könd — germek, köñermek
- KÖNDGÜRTMEK: dogrultmak, diktirmek — III, 424
- KÖNEK: matara, ibrik, su tulumu (kırba) — I, 392
- KÖNI: düz, dogru; emniyetli.III, 151, 237
- KÖNIKMEK: arkadaşlarından geri kalacak derecede zay ıflık. II, 165
- KÖNITMEK: dogrultmak, II, 313
- KÖNMEK: düzelmek, doğrulmak; yola gelmek; inkârdan sonra ikrar etmek; yola ç ıkmak — II, 29, 30, 199
- KÖÑERMEK: doğrultmak; doğru yolu göstermek, kılavuzlamak; doğruyu söyletmek — II, 196, 197 bkz. köndgermek, köndgürmek
- KÖÑLEK: gomlek — III, 350, 383
- KÖÑLEKLENMEK: gömleklenmek, gömlek giymek — III, 411
- KÖÑÜL: gönül, kalp, yürek; anlayış — I, 69, 89, 152, 194, 207, 212, 214, 225, 245; II, 15, 125, 178, 203, 238, 243; III, 108, 137, 154, 239, 245 — 246, 289, 295. 309, 366, 391, 419
- KÖÑÜLDE: ; gönül arkadaşı, I, 407
- KÖÑÜLLENMEK: gönüllenmek; (çocuk) düşünmek ve anlamak; arzu etmek, III, 408
- KÖÑÜLLÜG: gönüllü .I, 63; III, 366
- KÖP: çok, bütün, hep; (saç ve ağaç hakkında) gür, sık, I, 319; II, 328
- KÖPÇÜK: eğerin ön ve arka yastıkları — I, 478
- KÖPITMEK: diktirmek, oyulgatmak — II, 298 bkz.kübimek, kübitmek
- KÖPRÜG: köprü — I, 478
- KÖPSÜN: şilte, minder — I, 437
- KÖPÜK(G): köpük, I, 390; III, 136
- KÖPÜLMEK: dikilmek — II, 120 bkz. kübülmek
- KÖPÜRMEK: köpürmek- II, 72
- KÖPÜRTMEK: köpürtmek. III, 430
- KÖPÜŞMEK: diknnekte yardım ve yarış etmek — II, 88 bkz. kübüşmek
- KÖRDÜGÜÑ: gördüğün — II, 42
- KÖRK: güzellik. I, 353; II, 340; III, 161
- KÖRKE: ağaçtan yapılmış tabak — I, 430
- KÖRKEDMEK: güzelleşmek.II, 340 bkz. körketmek
- KÖRKETMEK: güzelleşmek.II, 340 bkz. körkedmek
- KÖRKLÜG: iyi, güzel ve gösterişli; dostça, I, 45, 319, 353. 461; III, 43
- KÖRKÜTMEK: göstermek — II, 340
- KÖRMEK: görmek, bakmak, I, 62, 79, 85, 108, 139, 149, 167, 205, 212, 274, 281, 352, 369, 373, 380, 384, 404, 420, 456, 464, 497, 528; II, 8, 17, 18. 41, 58, 82, 157, 283; III, 23, 26, 46, 60, 69. 119, 130, 137, 143, 245, 258, 265, 295, 317, 327, 339, 355, 365, 426 bk
- KÖRMIŞ: görmüş — III, 125
- KÖRPE: körpe, mevsimi geçtikten sonra ç ıkan şey; zamanından sonra dogan yeni hayyan — I, 415 § körpe ot; yeni bitmiş ot — I, 415 § korpe yemiş; vakti geçtikten sonra çıkan taze meyve, yemiş — I, 415 § körpe ogul; yazın doğan çocuk — I, 415
- KÖRPELEMEK: körpe ot yernek, III, 351
- KÖRPELENMEK: yeniden çıkmak, yeniden bitmek — III, 200
- KÖRSEMEK: görsemek, görmek istemek, I, 281; III, 285 bkz. körügsemek
- KÖRTÜRMEK: gördürmek.II, 194, 195
- KÖRÜGSEMEK: görsemek, görmek veya ka — vuşmak istemek, I, 281; III, 285, 334 bkz.körsemek
- KÖRÜK: kuyumcu veya demirci körüğü — I, 391
- KÖRÜKLEMEK: körüklemek.III, 341, 348
- KÖRÜLMEK: görülmek.I, 119; II, 136, 139
- KÖRÜNÇ: görülecek şey; blr ; ey seyreden halk — I, 167; III, 373 bkz. közünç
- KÖRÜNMEK: görünmek, kavuşmak, I, 75, 191; II, 157; III, 43, 126
- KÖRÜŞ: bakış .I, 370
- KÖRÜŞMEK: (gözle) bakmak — II, 99
- KÖRÜŞMEK: güreşmek.II, 97 bkz. küreşmek
- KÖSEKÇI: yemeklere i; tahlı — I, 153
- KÖSEMEK: arzu etmek — III, 265
- KÖSEŞMEK: istemek, öğünmek, II, 101
- KÖSGÜK: göz değmesinden sakınmak için üzüm bağlarına ve bostanlara dikllen nazarl ık — II, 289
- KÖSRÜK: tuşag atın ön ayaklarına vurulan köstek, I, 479
- KÖSÜLMEK: (ayak) uzanmak, uzatılmak — II, 137
- KÖSÜRGE: köstebek, tarla sıçanı soyundan bir hayvan — I, 490 bkz. küsürge
- KÖSÜRGEN: birçe; it köstebek, I, 522 bkz. kösürken
- KÖSÜRKEN: bir çeşit köstebek, I, 522 bkz. kösürgen
- KÖSÜRMEK: hayvanın ön ayaklarını kösteklemek — II, 78
- KÖŞIGE: açık gölge, zayıf gölge, gölgemsi.I, 448; III, 174
- KÖŞIK: örtü, perde, gölge — I, 409
- KÖŞIKLIK: gölgelik, I, 509
- KÖŞIMEK: kapatmak, örtmek, III, 267, 268
- KÖŞINMEK: gölgeye çekilmek, kendini gizlemek örtmek — II, 157 bkz. kö şünmek
- KÖŞITMEK: örtmek II, 307, 308
- KÖŞÜNMEK: gólgelenmek, gölgeye çekilmek, kendini gizlemek, örtmek II, 157 bkz. kö şinmek
- KÖT: göt, arka — I, 321
- KÖTI: burt kâbus, kara basan — I, 341
- KÖT: iç genç çocuğa söğüldüğü zaman söylenen bir kelime — I, 360
- KÖTI: kızlak kuyruğu kırmızı bir çeşit kaba kuş — I, 473
- KÖTKI: tepe, dağlık yer, tòprak yığını, tepecik, I, 18, 430
- KÖTLEMEK: fenalık yapmak — III, 299
- KÖTLETMEK: düzdurmek — II, 348
- KÖTLÜK: söğmek için kullanılır; puşt, I, 478
- KÖTRÜM: üzerinde oturulan kerevet, seki, dükkân — I, 485
- KÖTRÜŞMEK: kaldırıp götürmekte yardım etmek, II, 222, 225
- KÖTÜ: dam — I, 269, 278; III, 219
- KÖTÜRGEN: her zaman götüren — I, 521
- KÖTÜRGÜ: götürge, kendisiyle bir şey taşınıp götürülen nesne — I, 490
- KÖTÜRMEK: götürmek, II, 44, 75, 166
- KÖTÜRSEMEK: götürmek istemek — I, 280
- KÖVEZ: kurumlu — I, 325 bkz. küfez, küvez
- KÖVEZLIK: şımarıklık, kurumluluk — I, 507, 508, 511
- KÖVREMEK: gevşemek — III, 282 bkz. kefremek, kevremek, küfremek
- KÖYDE: altın ve gümüş eritilerek suzülen ocak, III, 173
- KÖYMEK: yanmak; yakmak, I, 43, 448; II, 188; III, 47, 246, 435
- KÖYTÜRMEK: yakmak; yaktırmak — III, 187, 193 bkz. köyürmek
- KÖYÜK: yanmış, yanık — III, 168
- KÖYÜRMEK: yanmak, yaktırmak, II, 133; III, 187, 188 bkz. köytürmek
- KÖZ: göz — I, 46, 55, 157. 170, 178, 179, 183, 212, 222, 243, 291, 296, 299, 340, 359, 379, 464, 477, 515, 524; II, 45, 115, 130, 157, 172, 176, 228, 232, 245, 247, 252, 277, 279, 280, 306, 311, 334, 345; III, 5.14, 17, 33, 42, 55, 64, 76, 83, 84, 86, 97, 124, 151,
- KÖZ: ateş koru, köz, I, 337
- KÖZ: atmak gözetmek, gözetilmek. II, 86 bkz.ködezmek, közetmek
- KÖZEÇ: bardak, testi — I, 360 bkz. ködeç, közüç
- KÖZEGÜ: küskü, ateş çekmek veya aktarmak için kullan ılan aygıt — I, 448
- KÖZEMEK: ateş çevirmek, karıştırmak, toplamak — III, 265
- KÖZEŞMEK: ateş ölçermekte ve karıştırıp altüst etmekte yardım ve yarış etmek — II, 100
- KÖZETDEÇI: gözetici, II, 318 bkz. közetteçl
- KÖZETGEN: gözeten, II, 319.
- KÖZETGÜ: gözetecek — II, 321
- KÖZETIGLI: gözetmeyi düşünen .II, 320
- KÖZETLGLIK: gözetmeye hak kazanan, II, 320
- KÖZETIŞMEK: gözetmekte yardım ve yarış etmek — II, 322
- KÖZETKÜÇI: gözetici.II, 318
- KÖZETLIG: gözetilen, saklanan, esirgenen — I, 506
- KÖZETMEK: gözetmek, gözetilmek muntazır, olmak II, 86, 234, 306 bkz. ködezmek, közatmak
- KÖZETMIŞ: gözetilmiş.II, 170, 320
- KÖZETTEÇI: gözetici. II, 318 bkz. közetdeçi
- KÖZGERMEK: gördürmek, görüştürmek.II, 196
- KÖZGINE: gözceğiz — III, 359
- KÖZI: çerlig gece görüp gündüz göremeyen, bulutlu günde görüp bulutsuz günde göremeyen kimse; Nyctalopie’ye tutulmuş adam — I, 477
- KÖZKIYE: gözceğiz, III, 359
- KÖZLEMEK: göze vurmak — III, 300
- KÖZLER: gözler, III, 105
- KÖZLEŞMEK: görme içinde (gözlemekte) yarış etmek — II, 224
- KÖZLEYÜ: göz gibi, I, 100
- KÖZLÜG: gözlü — I, 521
- KÖZLÜK: at kuyruğundan yapılmış bir dokumadır, göz ağrıdığı veya kamaştığı zaman üzerine konur I, 478, 530 bkz. közüldürük
- KÖZMEN: közde plşirilen eknnek, közleme, gömme — I, 444; II, 27
- KÖZÑÜ: ayna — III, 379 bkz. közüñü
- KÖZÜÇ: çömlek — I, 506 bkz. ködeç, közeç
- KÖZÜÇLÜG: çömlek sahibi, I, 506
- KÖZÜÇLÜK: titik çömlek yapmak için ayrılan çamur — I, 506
- KÖZÜLDÜRÜK: at kuyruğundan dokunur bir bez parçasıdır, I, 529 bkz. közlük
- KÖZÜNÇ: bir şey seyreden halk, III, 373 bkz. körünç
- KÖZÜÑÜ: ayna, III, 45, 132, bkz. közñü
- KÖZÜNMEK: görülmek.II, 157 bkz. körmek
- KUBA: at rengi kumral (konur al) lle sarı arasında olan at — III, 217
- KUBSALMAK: kubuz çalınmak
- KUBURGA: baykuş — I, 489
- KUBUZ: ut, kopuz, kubuz — I, 19, 365; II, 235; III, 173, 283 § buç ı kubuz; inleyen utlardan bir ut — III, 173
- KUBUZLUG: kişi kubuzu olan adam — I, 495
- KUBZALMAK: kubuz çalınmak, II, 235 bkz. kupsalmak, kubzalmak, kupzalmak
- KUBZAŞMAK: kubuz çalmakta yarış etmek — II, 220 bkz. kupzaşmak
- KUÇAK: kucak — I, 382 bkz. kuçam
- KUÇAKLAMAK: kucaklamak — III, 338
- KUÇAM: kucak — I, 398 bkz. kuçak
- KUÇGUNDI: soğan — I, 493
- KUDGU: karasinek, sinek — I, 425 bkz. kudgu
- KUDRUÇAK: kuyruk kemiği — III, 179 bkz. kuduçak
- KUDRUK: kuyruk, göt, kıç — I, 472 bkz. kudruk
- KUDUÇAK: kuyruk kemiği.III, 179 bkz. kudruçak
- KUDUG: kuyu III, 122, 282 bkz. kudug, kuyug
- KUDURGAK: kaftanın arka eteklerinden biri — I, 502 bkz. kudurgak
- KUDURMAK: kudurmak; üstüne düşmek, çabalamak, I, 144; II, 76 bkz. kuturmak
- KUDGU: sinek, III, 367 bkz. kudgu
- KUDGULANMAK: sineklenmek, kendinden sinek ko ğmak — III, 201
- KUDI: kuyu, çukur; a; ağı, aşağıya — I, 100, 164, 169, 190; II, 24, 83, 228; III, 46, 61, 69, 220 bkz. kodı
- KUDRUK: kuyruk — I, 513; ll , 298; III, 164, 256, 367 bkz. kudruk
- KUDUG: kuyu — I, 375, 456, 457; II, 155; III, 166. 226, 448 bkz. kudug, kuyug
- KUDUGLUG: kuyulu — I, 496
- KUDURÇUK: bebek, kukla — I, 501
- KUDURGAK: kaftanın iki eteğinden biri — I, 17 bkz. kudurgak
- KUDURGUN: kuskun, egerin kuskunu — I, 17, 518
- KUDUZ: dul kadın — I, 365
- KUDUZLANMAK: dul karı ıle evlenmek — II, 267, 268
- KUGU: kuğu kuşu, III, 225, 250
- KUGURMAK: kavurmak — II, 81 bkz. kagurmak, kavrulmak, kogurmak, kovurmak, kuvurmak
- KUKUN: kıvılcımI, 404
- KUKUNLUG: kıvılcımlı — I, 499
- KUL: kul, köle — I, 27, 33.165, 276, 302, 320, 330, 336, 385, 386, 475; II, 5, 10, 152, 180, 219, 236, 277, 292, 294, 305, 338; III, 85, 84, 97, 263, 268, 336, 409, 421, 423, 427, 450
- KULA: kula renk — III, 233
- KULABUZ: kılavuz — I, 487 bkz. kulavuz
- KULAÇ: kulaç — I, 358 bkz. kolaç
- KULAÇLAMAK: kulaçlamak III, 330
- KULAK: kulak, I, 209, 212, 220, 377, 383; II, 17, 23, 73, 133, 150, 154. 161, 337, 352; III, 31, 253, 286, 357, 358, 370.405, 410 bkz. kulhak, kulkak
- KULAKLAMAK: kulaga vurmak — III, 338, 339
- KULAKLIG: kulaklı-I, 498
- KULAK: ton yenlerl kısa elbise — I, 383
- KULAVUZ: kılavuz — I, 487 bkz. kulabux
- KULHAK: kulak — I, 383 bkz. kulak, kulkak
- KULKAK: kulak — I, 383 bkz. kulak, kulhak
- KULNAÇI: kısrak doğuracak kısrak, I, 491
- KULNAMAK: kulunlamak, kısrak yavru dogurmak, III, 92. 302, 319 bkz. kulunlamak
- KULSIG: er köleye benzeyen, huyu köleye benzeyen adam — I, 465; III, 128
- KULUN: tay — I, 215, 404; II, 90; III, 92
- KULUNLAMAK: kısrak yavru doğurmak — III, 92bkz. kulnamak
- KULUNLUG: tay sahibl olan — I, 500
- KUM: kum, I, 197, 222, 268, 338, 457, 484; II, 80, 212
- KUM: dalga, su dalgası — III, 137
- KUMA: urmak birbirine kuvvetle vurmak — III, 382
- KUMGAN: kova; ibrik; gügüm, gülsuyu şişesi — I, 432, 440; II, 353
- KUMLAK: Kıpçak illerınde yetişir, yaprağı fasulye yapragına benzer sarmaşik gibi bir ot, I, 475
- KUMMAK: dalgalanmak — II, 27
- KUMTURMAK: dalgalandırmak — II, 192
- KUMUK: at gübresi — I, 383 bkz. komuk
- KUMUKLAMEK: pislemek, terslemek; Kumuk boyuna nispet etmek — III, 339 bkz. komuklamak kumu şmak
- KUNÇUY: hatundan birderece aşağı kadın, bige, prenses — III, 240
- KUNDIGU: döven, harman dövenl — I, 491
- KUNDIMAK: parlâtgıçla blr şeyi parlatmak — III, 277
- KUNDUZ: kunduz, su köpegi — I, 458
- KUNDUZ: kayrı kunduz taşağından yapılan bir ilâç, I, 458
- KUNMAK: soymak, çalmak — II, 29
- KUNUŞMAK: birbirine soymakta yarış ve yardım etmek, birbirini soymak, çalmak, II, 112, 113
- KUÑ: et kas, adale — III, 358
- KUPSALMAK: kubuz çalınmak — II, 235 bkz. kubsalmak, kubzalmak, kupzalmak
- KUPZALMAK: kubuz çalınmak — II, 235 bkz. kubzalmak, kubsalmak, kupsalmak
- KUPZAMAK: kubuz çalmak — I, 19; III, 283
- KUPZAŞMAK: kubuz çalmakta yarış etmek, II, 220 bkz. kubzaşmak
- KUPZATMAK: kubuz ; aldırmak — II, 335
- KUR: kuşak, kemer — I, 324; § iç kur; iç ku şağı, uçkur — I, 35; 11. 249, 255, 337; III, 84. 305
- KUR: mertebe, a; ama — I, 324
- KUR: kuru, III, 122 bkz. kurug, kuruk kura
- KÖRMEK: uzaktan görmek, III, 219 bkz. kaya körmek, k ıya körmek, kuya körmek
- KURAM: mertebe, aşama; sırasına göre.I, 413 § kuram kişiler; sankı hakanın yanında oturur gibi sırayla oturmuş olan kimseler — I, 413
- KURARMAK: kurtarmak II, 199, 200 bkz. kutgarmak
- KURASI: kuracak — II, 68
- KURBAKA: kurbağa, III, 122
- KURÇ: katı, içi dolu ve sorn nesne; çelik — III, 287
- KURÇ: eren dayanıklı ve yiğit adamlar — I, 343
- KURÇ: temür çelik I, 343
- KURDAŞMAK: bir dereceye, bir sıraya oturmak — II, 218
- KURGADMAK: kuraklamak. II, 338 bkz. kurgatmak
- KURGAK: kurak — III, 69
- KURGALIR: kurmak üzere bulunan — II, 67
- KURGAMAK: kurunnak — III, 290, 318
- KURGATMAK: kuraklamak, kıtlık olmak — II, 338 bkz. kurgadmak
- KURGIRMAK: kurumak, II, 193, 194 ‘
- KURGIRMAK: zevzeklik etmek, yeğnilik etmek — II, 194
- KURGU: zevzek, kararsız, huyu yeğni kişi — I, 18, 426
- KURGU: kuracak — II, 68
- KURGUÇI: kurucu — II, 50
- KURGULANMAK: taşkınlık ve yeğnilik etmek, III, 201
- KURGULUK: taşkınlık, yeğnilik, zevzeklik — I, 528
- KURI: bir şeyin etrafı, I, 127, 324
- KURIGU: kuruyacak zaman; kurumak üzere olan nesne, I, 446 kur ıh
- KURIH: tay kısrağın arkasında geri kaldığı zaman bu kelimelerle çağırılır — III, 223 bkz. karı kurı, kurı kurı, kurrıh kurrıh
- KURI: kurı tay kısrağın arkasında geri kaldığı zaman bu kelimelerle çağırılır — III, 223 bkz. karı kurı, kurıh kurıh, kurrıh kurrıh
- KURIMAK: kurumak, I, 12, 20; II, 188; III, 140, 263, 264 bkz. kurumak, kuz ımak
- KURINMAK: kurunmak, kurulanmak, I, 505; II, 155, 160 bkz. kurunmak
- KURIRMAK: kurumaya yüz tutmak — II, 77 bkz. kururmak
- KURIŞMAK: kuruşmak, kurumakta yardım ve yarış etmek — II, 97 bkz. kuruşmak
- KURITGAN: her zaman ve çok kurutan, I, 514, 524
- KURITMAK: kurutmak, II, 304 bkz. kurutmak
- KUR: kur etmek guruldamak — I, 486
- KURLAMAK: kuşak yapmak ve bağlamak — III, 298
- KURLANMAK: acınmak, tasa, acı duymak, ziyan görmek; katılaşmak, koyulaşmak, mayalanmak, ekşimek — II, 250, 251; III, 197 bkz. korlanmak
- KURLUK: içinde kımız biriktirilen küçük testi, l, 473 bkz. korluk
- KURMAK: kurmak, germek, toplamak; himaye etmek — II, 7, 8, 37, 59. 61, 65, 66, 67, 83, 198; III, 62, 219, 318
- KURMAK: yuvmak erişmek, varmak, mal vererek gönül almak, III, 62 bkz. yavsamak, yüvmek, yüvsemek
- KURMAN: gedeleç, yaylık, yay kabı — I, 444; III, 16
- KURMIŞ: kurulu — I, 198; II, 59; III, 215
- KURRIH: kurrıh tayı çağırmak içln nida.I, 9 bkz; karı kurı, kurıh kurıh, kurrıh kurrıh
- KURŞAG: kuşak kuşanma — I, 464
- KURŞAG: tura; yünden dokunur, bel kuşağına benzer bir nesne olup çadıra sarılır — I, 464
- KURŞAMAK: kuşanmak, kuşağı bağlamak, II, 255; III, 287 bkz. kurşanmak
- KURŞANMAK: kuşanmak, ku; ak kuşanmak, II, 249, 255 bkz. kurşamak
- KURŞATMAK: kuşak kuşatmak, II, 337
- KURT: solucan soyundan olan hayvanlar; y ırtıcı hayvanlardan olan kurt — I, 342; III, 6
- KURTANMAK: bitten kaşınmak, koyunlarda bit aramak — II, 248
- KURTGA: kocakarı — III, 259
- KURTLAMAK: kurt çıkarmak — III, 447
- KURTULMAK: kurtulmak, doğurmak — II, 121, 233, 234, 237 bkz. kut bulmak, kutulmak
- KURTURMAK: kurdurmak, toplatmak — II, 190, 198 kurug kuru; as ılsız — I, 12, 198, 375, 383; III, 82, 122 bkz. kur, kuruk
- KURUG: ev içinde kimse bulunmayan ev — I, 375
- KURUGJIN: kurşun — I, 512; II, 293 bkz. kuşun
- KURUGLAMAK: kuru olarak kullanmak III, 336
- KURUGLANMAK: kuru bulmak — II, 268
- KURUGLUG: sadak, okluk, gedeleç — I, 501 bkz. kurugluk
- KURUGLUG: ya kurulu, kurulmuş yay — I, 496, 500, 501
- KURUGLUK: kuruluk — I, 503, 505
- KURUGLUK: sadak, okluk, gedeleç — I, 504 bkz. kuruglug § ki ş kurugluk; sadak, okluk, gedeleç — I, 504
- KURUGSAK: kursak, 01^6.I, 17, 502; III, 334
- KURUGSIMAK: kurumaya yüz tutmak — III, 334
- KURUK: kuru — I, 383 bkz. kur, kurug
- KURULGAN: daima kurulan, I, 520
- KURULMAK: kurulmak; büzülmek I, 195; II, 134, 138
- KURUMAK: kurumak, II, 206 bkz. kurımak, kuzımak
- KURUN: kurum, duvara, ocaga sıvaşmış, toplanmış olan duman eseri — ‘l, 404
- KURUNÇI: dumandan kirlenmiş olan keçe — II, 242
- KURUNLUG: kurumlu — I, 499
- KURUNMAK: kurunmak, II, 155 bkz. kurınmak
- KURURMAK: kurumaya yüz tutmak — II, 77 bkz.kurırmak
- KURUŞMAK: kurmakta yardım ve yarış etmek, Il, 98, 114 bkz. kunşmak
- KURUŞMAK: her tarafı kurumak, II, 98
- KURUT: keş, çökelek, yağı alınmış yoğurttan yapılan lor peyniri, kurut, kuru yogurt, I, 357; II, 15, 81
- KURUTLUG: çökelekli.I, 494
- KURUTMAK: kurutmak — I, 19 bkz. kurıtmak
- KURUTSAMAK: kurut istemek III, 332
- KURVI: çuvaç hana ait yuvarlak çadır, I, 195
- KUSGAÇ: küçük, kara bir hayvancık, insanı 1511-11-. I, 455
- KUSIG: kusu, kusma, I, 376
- KUSINÇIG: kusunç, iğrenç — III, 232
- KUSMAK: kusmak; (boya) solmak, bezikmek — II, 10, 11
- KUSTURMAK: kusturmak, (boya) soldurmak II, 190
- KUŞ: kuş, I, 22, 34, 36, 156, 163, 176, 233, 253, 280, 299, 319, 331, 439, 483; II, 4, 7, 12, 17, 18, 45, 83, 173, 181, 183, 192, 199, 204. 218, 239, 267, 324, 331, 348, 359; III, 6, 63, 92, 144, 184, 194, 232, 328, 357, 358, 390, 397, 403 § ürüñ ku ş; akdoğan — I, 331,
- KUSGAÇ: serçe kuşu — I, 455
- KUŞGUN: hayvanların yedlği taze kamı; — I, 440
- KUŞGUN: ekşi bir çeşlt ot — I, 440 bkz. uşgun
- KUŞIL: atmaca — I, 331
- KUŞLAG: kuşların çok olduğu yerdir, burada av yapılır — I, 465
- KUŞLAGLANMAK: kuş avlağı yapmak — II, 273
- KUŞLAMAK: kuş avlamak, I, 22; III, 299 kuşlatmak kuş tutturmak, kuş avlatmak — II, 343, 348
- KUŞLUK: kuşluk vaktl — I, 474
- KUŞUN: kur; un, I, 513 bkz. kurugjın
- KUT: kut, uğur, devlet, baht, talih, saadet, I, 85, 92, 164, 200, 272, 301, 304, 320, 384. 508; II, 177. 229 kut almak
- KUTALMAK: mesut olmak — II, 121 bkz. kut almak, kutatmak
- KUTANMAK: kutlu olmak, ulu nasipli olmak — II, 154
- KUTARMA: börk önde arkada Iki kanadı bulunan bork. I, 490
- KÜTATMAK: kutlu olmak, baht ve devlet sahlbi olmak — II, 299 bkz. kutalmak, kut almak
- KUT: bulmak baht bulmak- II, 122 bkz. kurtulmak, kutulmak
- KUTGARMAK: kurtarmak.II, 192, 199, 201 bkz; kurarmak
- KUTLUG: kutlu, I, 60. 82, 320, 413. 463, 464 §
- KUTLUG: tegin ; uğurlu köle — I, 413
- KUTRUŞMAK: oynamak ve sevlnmek — II, 218
- KUTSUZ: kutsuz, işlerl ters giden adam — I, 457
- KUTULGAN: daima kurtulan, I, 520
- KUTULMAK: kurtulmak; doğurmak, II, 121, 234 bkz. kurtulmak, kut bulmak
- KUTURMAK: haddini aşmak, kudurmak, azmak — I, 508; II, 74. 75 bkz. kudurmak
- KUTUZ: yaban sığırı — I, 365
- KUTUZ: ıt kuduz köpek, kudurmuş köpek — I, 365
- KUTUZLUK: yaban sığırı sahibi — I, 495
- KUV: kut, saadet — I, 320 bkz. kıv
- KUVURMAK: kavurmak. II, 81 bkz. kagurmak, kavrulmak, kogurmak kovurmak, kugurmak
- KUY: dere; kuytu yer, dip — III, 65.106, 142 bkz. koy
- KUYA: körmek uzaktan görmek, III, 219 bkz. kaya körmek, k ıya körmek, kura körmek
- KUYAŞ: güneş; koyu sıcak, güneşin şiddetli vurması — 1. 155; 353; II, 337; III, 172
- KUYMA: bir çeşit yağlı ekmek — III, 173
- KUYMA: herhangi bir madenden (çekiçle dövme ile de ğil, eritilerek dökme ile) yapılmış havan, çırakman, çekiç gibi aygıtlar — III, 174
- KUYMAK: üremek III, 246
- KUYUG: küyu — III, 166 bkz. kudug, kud, ug
- KUYUTMAK: ürkütmek — II, 326
- KUZ: güne; gormeyen yer, gölgeli yer — I, 325; 326; III, 124
- KUZGIRMAK: kar sağnak halinde esmek — II, 193
- KUZGUN: kuzgun — I, 439; III, 240
- KUZI: kuzu — I, 7, 208. 303, 444, 520; II, 294, 310; III, 102, 224, 270. 408, 444 kuz ımak kurumak; yemeğe iştihası gelmek — III, 264 bkz. kurımak, kurumak
- KUZUTMAK: boğazını kurutmak; yemeğe iştihasını getirmek II, 306 bkz. kurutmak
- KÜ: ün, şan — III, 212
- KÜBEN: deve havudunun altına konulan çul; gölüğe gerekli olan çul ve çula benzer şeyler — I, 404 klibe yarık bütun vücuda giyilen zırh — III, 15, 217
- KÜBIMEK: sık dikişli dikmek. III, 257 bkz. köpitmek, kübitmek kübitmek diktirmek, oyulgatmak — II, 298 bkz. köpitmek, kübimek
- KÜBÜLMEK: dikilmek, oyulgan II, 120 bkz. köpülmek
- KÜBÜŞMEK: kaba dikmekte ve oyulgamakta yard ım ve yarış etnnek — II, 88 bkz. köpüşmek
- KÜÇ: kuvvet, zor, güç; zulüm — I, 81, 167, 183, 237, 359, 381, 397; II, 13, 18, 103, 137, 138, 195, 289, 334, 335; III, 120, 239, 282, 288, 412
- KÜÇ: susam, künçü, III, 121
- KÜÇELMEK: zulmetmek; malı zorla elinden alınmak — II, 136
- KÜÇEMÇI: zulmeden kimse — III, 121
- KÜÇEMEK: zulmetmek, zorla fe’nalık etmek, III, 258, 259
- KÜÇENMEK: gücü kuvveti kalmamak; zulmetmek; ag ırlaşmak, fazla yüklenmiş olmak — II, 148, 156
- KÜÇEŞMEK: yağmada yardım ve yarı; .etmek — II, 93
- KÜÇETMEK: yağma ettirmek — II, 300
- KÜÇLENMEK: kuvvetlenmek, II, 252 küçlig güçlü, kuvvetli. I, 509
- KÜÇLÜG: güçlü, kuvvetli — III, 121, 161
- KÜÇ: tegin kuvvetli tegin — I, 413
- KÜDEN: düğün yemeğl, düğün, I, 404
- KÜDÜK: iş güç, alış verl; (yalnız kullanılmaz, “ış” ile birlikte 86111-).I, 391 bkz. küdük § ış küdük; iş güç, I, 391
- KÜDILŞMEK: bekleşmek — II, 94 bkz. ködüşmek
- KÜDEGÜ: güveyi. III, 12, 166
- KÜDMEK: durmak, beklemek, gözlemek, gütmek, I, 321; III, 441 bkz. kütmek
- KÜDÜK: iş güç, alı; veriş.I, 509 bkz. küdük § ışlıg küdüklüg; işli güçlü — I, 509 küfeç, gem, damakl ı gem, III, 256 bkz. küvüç
- KÜFEÇLIK: gemli, III, 256
- KÜFEZ: kurumlu, kasalak, I, 411 bkz. kövez, küvez
- KILFREMEK: gevşemek — I, 103 bkz. kcfremek, kevremek, kövremek
- KILFYENMEK: üstüne düşmemek. III, 196 bkz. küyfenmek
- KÜJIK: perçem, zülüf — I, 391
- KÜKÜ: hala — III, 232 bkz. küküy
- KÜKÜY: hala, III, 232 bkz. kükü
- KÜL: kül I, 129, 337
- KÜLDREMEK: güldür güldür etmek-III, 448 bkz. külremek
- KÜLERGEN: her zaman karnı şiş; en ve yıkılıp yere yayılan — I, 523
- KÜLERMEK: yıkılıp yere yayılmak, karın şişkinliğinden ve benzeri şeylerden yere yıkılıp yayılınak.II, 84 külf gürültü (ses taklidi) — I, 348
- KÜLGEN: daima gülen — II, 54
- KÜLGÜ: gulüş, gülme; kalb sektesiI, 96, 430 bkz. kültgü
- KÜLGUÇI: gülücü-II, 51
- KÜLI: yarmaksızın çeklrdeğiyle kurutulan zerdali, kay ısı, ; eftali ve erik glbi meyveler — III, 234
- KÜLIMEK: gömmek — III, 272
- KÜLIŞMEK: gömmekte yardım etmek — II, 110
- KÜLITMEK: gömdürmek II, 311
- KÜLMEK: gülmek 129; II, 26, 35, 54, 65, 192, 249, 260; III, 43
- KÜLREMEK: gürlemek, güldür güldür etmek — III, 282, 283 bkz. küldremek
- KÜLSIRGEN: gülümseyen-II, 256
- KÜLSIRMEK: gülümsemek, gülümser görunmek — II, 196
- KÜLTGÜ: kalb sektesi — I, 430 bkz. külgü
- KÜLTÜRMEK: güldürmek II, 195 kültürmek (at) bağlatıp kö!tekletmek ve yıktırmak — II, 195
- KÜLÜG: iğreti .I, 391
- KÜLÜG: ünlü, şanlı .III, 212 § külüg bilge; ünlü şanlı .III, 212
- KÜLÜMSINMEK: gülümsemek, güler görünmek, gülümsenmek — I, 20; II, 259, 260
- KÜLÜNÇ: gülünç, III, 374
- KÜLÜNMEK: eli ayağı yorulup zayıf olmak II 158
- KÜLÜŞMEK: gülü; mek, II, 110
- KÜLÜT: halk arasında gülünç olan nesne — I, 357
- KÜMIÇE: sivrisinek I, 445 bkz. kimünçe
- KÜMÜLDÜRÜK: at göğüslüğü — I, 17, 530 bkz. kömüldürük
- KÜMÜRGEN: dag soğanı — I, 522 bkz. kevürken, kümürken, küvürken
- KÜMÜRKEN: dâğ soğanı — I, 522, 525 bkz. kevürgen’, kümürken, küvürken
- KÜMÜŞ: gümüs; akça; kadın adı, I, 165, 370, 371, 413; II, 153, 181; III, 251
- KÜN: gün, güneş, gündüz, I, 69, 70, 72, 82, 100 124, 165, 202, 245, 288, 320, 331, 340, 423, 515; II, 5, 9, 14, 97, 125, 128, 140, 143, 157, 163, 170, 172, 232, 293, 303, 304, 311, 313, 335; III, 52, 63, 77, 83, 86, 128, 167, 169, 182, 190, 247, 258, 267, 333, 3
- KÜNÇEK: yaka, urba yakası — I, 480 bkz. künçük
- KÜNÇÜK: yaka, urba yakası — I, 480 bkz. künçek
- KÜNÇÜKLENMEK: yaka yapılmak. II, 277
- KÜNDI: aşağılık, kötü (sözün arkası akla gelmediği zaman söze yardım olarak kullanılır) I. 419
- KÜNDÜZ: gündüz, gün ışığı, I, 458; III, 87, 288
- KÜNI: kuma — III, 237
- KÜNLÜK: , gün hesabıyle yapılan iş, gündelik. I, 480
- KÜNLÜK: yem günlük azık, I, 480
- KÜN: togsug doğu — I, 463
- KÜN: yıpar misk göbeği — I, 340
- KÜRIĞ: cariye — II, 82, 186, 248; III, 358, 428
- KÜNGRENMEK: harınlaşarak kendi kendine söylenmek — III, 399, 400
- KÜÑÜZ: örenliklerde, yıkıntılarda bulunan küllük, gübre, III, 363
- KÜP: küp — I, 147, 154, 209; III, 119, 246, 253, 325
- KÜPE: küpe, III, 217
- KÜPIK: hırka, bezin iki katı arasına pamuk koyarak dikme; seyrek diki ş, kaba dikii, I, 408
- KÜR: yiğit, sarsılmaz, pek yürekli, kabadayı — I, 324, 325
- KÜREMEK: kaçmak — III, 263
- KÜREŞMEK: güreşmek — I, 474 bkz. körüşmek
- KÜREŞMEK: kürümekte yardım ve yarış etmek — II, 99
- KILRETMEK: kaçırtmak, II, 305
- KÜRETMEK: küretnnek — II, 305 kürgek kürek — 11. 289
- KÜRILEMEK: kebap kızartmak — III, 444 bkz. kürplemek
- KÜRIMEK: eşinmek, yeri e; mek, kürümek, (hayvan) ha şarılık etmek, III, 256, 263
- KÜRIN: kürün; içerisinde kavun, karpuz, h ıyar gibi şeyler taçınan küfe — I, 404
- KÜRK: kürk, I, 353
- KÜRKÜM: safran, I, 486
- KÜRLENMEK: gürlemek — II, 252
- KÜRMET: pek kuvvetli — I, 325
- KÜRPLEMEK: kebap kızartmak.III, 444 bkz. kürilemek
- KÜRSEMEK: kanlanmak, etlenmek; hamur gibi şeyler kap içine konduktan sonra mayalan ıp taşmak.III, 421 bkz. kürsmek
- KÜRSMEK: kanlanmak, etlenmek; hamur gibi şeyler kap içine konduktan sonra mayalan ıp taşmak — III, 420, 421 bkz. kürsemek
- KÜRŞEK: darı özü suda veya sütte kaynat ıldıktan sonra üzerine yağ dökülerek yenen bir yemek — I, 478
- KÜRT: kayın ağacı, bundan yay, kamçı, değnek gibi şeyler yapılır — I, 343
- KÜRT: kürt yemek bir şeyi “kütür kütür” ses çıkararak yemek, I, 343
- KÜSMEK: küsmek. II, 12
- KÜSRI: kaburga kemikleri; göğsün yanları — I, 422
- KÜSÜRGE: tarla sıçanı soyundan bir hayvan — I, 490 bkz. kösürge kü şermek dolmak, taşasıya dolmak — I, 73; II, 79
- KÜTMEK: gütmek, II, 264 bkz. küdmek
- KÜTTÜRMEK: güttürmek — III, 187
- KÜVÜÇ: küçük — III, 163 bkz. küfeç
- KÜVÜÇ: yügün küçük yular, çilbir — III, 163
- KÜVÜK: erkek — III, 165 bkz. küvük § küvük mu ş; erkek kedi- III, 165
- KÜVÜK: saman — III, 165
- KÜVÜZ: yaygı, yünden dokunmu; döşek ve yaygı gibi şeyler — III, 164 bkz. kidiz, kiviz
- KÜVENMEK: öğünmek — II, 157
- KÜVEZ: gurur, magrur, gururlu, I, 252; II, 140 bkz. kövez, küfez
- KÜVIJ: söğüt gibi çürüyen, içi kovalan her a ğaç; tadı bozulan, kaçan her ; ey, I, 366 § küvij turma; tadı bozulan, tadı kaçan turp — I, 366
- KÜVLÜK: çamurdan fındık büyüklüğünde yapılan yuvarlaklar, kururnadan önce ve kuruduktan sonra zıp zıp gibi atılır, I, 479
- KÜVRE: hayvan ölerek, içerisindeki nesneler çürüdükten, eti kemikler üzerinde kuruduktan sonraki kalıbı — I, 422
- KÜVRÜG: kös, davuLI, 479
- KÜVŞEK: gevşek, yumuşak, sölpük — I, 479 bkz. kevşek § küv; ek et; gevşek, sölpük et — I, 479
- KÜVŞEK: etmek iyi hamurdan yapılan ekmek, I, 479
- KÜVÜK: erkek — I, 391 bkz. küvük § küvük mu ş; erkek kedi — I, 391
- KÜVÜRGEN: dağ soğanı. I, 522 bkz. kevürken, kümürken, küvürken
- KÜVÜRKEN: dağ soğanı — I, 522 bkz. kevürken, kümürken, küvürgen
- KÜYE: güve III, 170
- KÜYELEMEK: güve silkmek, güveden kurtarmak ve korumak, III, 329
- KÜYFENMEK: üstüne dü; memek — III, 196 bkz. küfyenmek
- KÜZ: güz, güz mevslmi, sonbahar, I, 327; II, 172; III, 160
- KÜZEMEK: güzlemek — III, 265
- KÜZERMEK: güzleşmek II, 77
- KÜZGERMEK: güzleşmek, güze doğru gitnnek — II, 196
- KÜZKÜNEK: çakıra ve kelere benzer bir kuş, hava yutmakla geçlnir, I, 528
- KÜZKÜNI: bok böceği cinsinden bir böcektir, geceleri ses vererek uçar, ate ş böceği — I, 493
- KÜZÜK: çulha aygıtlarındandır, blrblri üzerine düğünnlenen birtakıın Iplikler olup, onunla üst eri ş, alt erişten ayrılır Kumaş ve kumaşa benzer şeyler dokuyanlara da böyle denir, I, 391
- KÜZÜKMEK: güzleşniek — II, 118
- KÜZÜN: kendisiyle serçe kuşu, tarla sıçanı, köstebek gibi şeyler avlanan sıçan cinsinden bir hayvan — I, 404-la işin tahakkukunu ve bitmesini gösteripfiiller sonuna gelen bir ek — III, 213 veya balgam akmak. I, 127
- LAÇIN: şahin; yiğit adam — I, 410
- LAGUN: ölçek gibi oyulmuş bir şey olup ayran, süt gibi şeyler içilir I, 410
- LATU: kar, buz gibi şeylerle sogutulup içerisine baharat konarak so ğukluk yerine yenen bir çeşit şehriye çorbası , III, 237 bkz.
- LAV: mühür mumu III, 155 bkz. avus-lıkın (-likin) “ile” anlamına ek — II, 91
- LIMGEN: sarı erik — I, 444
- LIŞ: salya, balgam — III, 127 § liş akmak salya veya balgam atmak I, 127
- LITÜ: kar buz gibi şeylerle sogutulup içerisine baharat konarak sogukluk yerine yenen bir çe şit şehriye çorbası, III, 237 bkz. latu
- LIYU: kuruyunca balçık haline gelen ince kumlu çamur, III, 238
- LOXTAY: üzeri sarı benekli kırmızı bir Çin İpeklisi.III, 240
- LÜÇNÜT: imice; buğday ve buğdaya benzer şeyleri temizlemekte, köylülerin yard ımlaşması — I, 451;
- MA: emirlerin sonuna gelen nefi eki — III, 213
- MA: al, işte anlamına bir kelime — III, 213 bkz. mah, meh
- MAH: işte, al anlamına bir şey verildiği zaman söylenen bir kelime, III, 118 bkz. ma, meh
- MALGUNA: ılgın ağacına benzer bir ağaç — I, 492 bkz. bulguna
- MAMA: harmanda ortada bulunup öteki öküzlerin etraf ında döndükleri öküz, III, 235 bkz.op
- MAMU: gerdek gecesi gelinle beraber gönderilen kad ın (öz Türkçe degil), III, 235
- MANÇU: sanat sahlbine verilen ücret — I, 418, 419
- MANÇUK: heybe, torba gibi at eğerine takılan iey — I, 476
- MANÇUKLANMAK: elbiseyi eğer heybesine koy-mak ve heybeyi egerin arkas ına asmak, II, 276
- MANDAR: ağaçlara sarılan bir bitki, sarmaşık — I, 457
- MANDARLANMAK: sarmaşıklanmak II, 271
- MANDU: bir çeşit sirke — I, 420
- MANDÜRMAK: kuşattırmak; bandırmak — II, 197
- MANGIRMAK: bandırayazmak, II, 197
- MANILMAK: banılmak, II, 138
- MANMAK: kuşanmak; banmak — II, 30
- MAN: yaşlıg koy dört yaşını geçen koyun (yalnız koyun için) — III, 157
- MAÑA: bana — I, 20, 26, 36, 63, 69, 84. 126, 132, 174, 176, 180, 182. 183, 184, 185, 187, 188, 202, 205, 210, 212, 215, 218, 221, 223, 224, 226, 231, 232, 233. 234, 235, 238, 251, 254, 261, 264, 265, 267, 269, 276, 308, 318, 354, 367, 399; II, 12, 16, 24, 28, 33, 5
- MAÑIG: adım — III, 365
- MAÑRAMAK: bağırmak — III, 402 bkz. müñremek
- MAÑRAŞMAK: bağrışmak — III, 398 bkz. müñreşmek
- MAÑRATMAK: bağırtmak. II, 358 bkz. müñretmek
- MARAZ: karanlık gece, I, 411
- MARAZ: ücretle çalı; an adam, ırgat — I, 411 bkz. hıyar maraz
- MAT: öyle, ancılayın — I, 321 § andag mat; o öyle — I, 321
- MAYAK: hayvan gübresi (en çok deve için) — III, 167, 168
- MAYGUK: paytak klmse; top tırnaklı hayvan-lardan tüyleri kısa olan — III, 175
- MAYIL: olgun; meyvelerde çürümeye yakla şma halL III, 168
- MAYILMAK: gev; emek, II, 190
- MAYIŞMAK: buyurulan bir Işi yapmaktan çe-kinmek; tembellikten yere yap ışıp kalmak, III, 189 bkz. yamaşmak;
- ME: oğlakların ve kuzuların seslerlni bildlren bir kelime. III, 214
- MEH: al, işte anlamına blr kellnne — III, 213 bkz. ma, mah
- MEKKEH: Çin’den getlrilen bir çeşlt mürekkep, Türk yazısı bununla yazılır — III, 424
- MEJEK: pislik — I, 392 § ıt mejeki; it plsliği — I, 392
- MELDEK: keçeleşen, sölpıiyen nesne — I, 480
- MEN: ben — I, 20, 22, 25, 26, 31, 37, 40, 51, 52, 53, 61, 69. 80, 87, 109, 120, 125, 130, 131, 163. 166, 167, 169, 171, 174, 179, 180, 181, 184, 185, 186, 190, 198, 199, 201, 202, 204, 206, 207, 209, 211, 215, 216, 217, 223, 225. 226, 231, 233, 237, 240, 256, 26
- MENDIRI: gelin ile güveyinin başlarına, gece-le/in, saçı saçmak için toplanılan yer, I, 492
- MEÑ: yem, tane, kuş yemi — I, 425; II, 18; III, 358
- MEÑ: yüzdeki ben, III, 359
- MEÑDEMEK: /olmak, ditmek — III, 401, 402 bkz. mirigdetmek
- MEÑDEŞMEK: kıl yoluşmak. III, 399 bkz. mirig-deşmek
- MEÑGÜ: ebedi, daima, sonsuz, ebedilik, son-suzluk, I, 44; III, 65, 378
- MEÑGÜ: ajun sonsuz dünya, âhiret — III, 378
- MEÑILEMEK: beyin yemek; beyni için koyun kesilmek; yan ında güzel gıdalar bulunmak — III, 405, 406 bkz. mürigilemek;
- MEÑ(I)Z: beniz, yüz, I, 60, 65. 486; III, 363
- MEÑIZLENMEK: benizlenmek, güzelleşmek, benzine renk gelmek — III, 407, 408
- MEÑLENMEK: kendine tane toplamak — II, 290
- MEÑLETMEK: yemletmek — II, 359
- MEÑLIG: benli.III, 359
- MEÑZEMEK: benzemek — III, 403
- MEÑZETMEK: benzetmek.II, 358
- MERDEK(G): ayı yavrusu, domuz yavr — usu.I, 480
- MEŞIÇ: üzüm kara üzüm — I, 360
- MI(MI): yalnız füllerin üçüncü ; ahıs’ sorgu şekli edatı — III, 214 bkz. mu (mü)
- MIRIGAR: pınar, su gözü — III, 280, 363, 376
- MIÑUY: kâğıt yapjştırılan bir çeşit hamur — III, 241
- MIN: ben — I, 60, 69 bkz. ben, men
- MINDETÜ: ipek elbise- I, 491
- MIÑ: sayıda bin — I, 243, 334, 417; III, 14, 360, 367
- MIÑDEŞMEK: kıl yolu; mak — III, 399 bkz. meıiğ-deşmek
- MIÑDETMEK: dittirnıek — II, 358 bkz. meñ-demek
- MIÑEŞMEK: birlikte ^1115010^III, 399 bkz. müñe; mek
- MIÑI: beyin — II, 299
- MIZ: biz — I, 327 bkz. biz
- MONÇUK: boncuk, süs Için boyuna tak ılan değerli taşlar-I, 475; II, 123; III, 121
- MONÇUK: atın boynuna takılan değerli taş, arslan tırnagı, muska gibi şeyler — I, 475
- MONÇUKLANMAK: boncuklanmak — II, 276
- MÖRIGMEK: ayaklarını toparlayıp tekme atmak — III, 391
- MU: (mü) soru edatı, Isim ve fül sonuna gelir — I, 88; III, 147. 154, 214, 224, 256, 437 bkz. m ı (mi)
- MUGUZGAK: bal arısına benzeyen blr sinek — I, 504
- MUN: hastalık, ayıp — III, 140, 141
- MUNDA: bunda, burada — I, 74, 160, 219, 352, 419, 420; II, 55, 56, 57, 61; III, 54, 143, 333 mundag böyle — I, 36, 64, 160; III, 154
- MUNDIN: buradan, II, 57
- MUNDUZ: budala, alık, I, 458
- MUNDUZ: akın ansızın gelen sel — I, 77, 96, 458
- MUNDUZ: yorıga at yorga yürıiyüşten başka yürüyüş bilmeyen at — I, 458
- MUNGAN: geveze, bo; boğaz — I, 440, 476
- MUNI: (munu) “işte, bu” anlamına edattır, “kanu”ya cevap olur, bu, bunu — I, 126; III, 237, 238, 372
- MUN: kişi yüreği dölek, gönlü selek adam — III, 140
- MUNMAK: saçmalamak — II, 30
- MUÑ: sıkıntı, ıztırap, bun, mihnet — I, 425; III, 33, 359, 360
- MUÑADMAK: bunaltnak — II, 84
- MUÑAR: buna, bunda, I, 352; III, 363, 375
- MUÑKARMAK: bunaltmak, sıkıntiya sokmak, III, 397, 398
- MUÑLUG: bunlu, sıkıntılı — III, 382
- MUÑ: tag kişi kendine gelip 16-17 yaşına girdiğinde çıkan di; , ergenlik dişi. III, 359
- MUÑUKMAK: bunlanmak, sıkıntılanmak — III, 395
- MURÇ: karabiber- I, 343; II, 186
- MUŞ: kedi — I, 438; II, 14, 105; III, 127, 165, 267 bkz. çetük § küvük mu; ; erkek kedi, I, 391 § küvük muş; erkek kedl — III, 165
- MUYAN: sevap, hayır, III, 172, 179
- MUYANÇILIK: muyancılık, aracılık, barjştırıcılık. III, 179
- MUYANLIK: yollarda yolcuların su Içmelerl için yapılan hayrat, III, 172
- MUYAVMAK: miyavlamak — II, 14
- MÜK: bükük — I, 335
- MÜKIM: kadın pabucu, I, 395 bkz. büküm, mükin
- MÜKIN: kadın pabucu — I, 395 bkz. büküm, mükim
- MÜK: turmak rükû eder gibi durmak, eğilınek — I, 335
- MÜN: çorba — I, 31, 36. 75, 163, 176, 198, 209, 232, 245, 340; III, 122, 253, 331 bkz. bün münderü ipekle süslenmiş gelin odası — I, 529 k
- MÜNDÜRMEK: bindirmek. ll’, 197,
- MÜNELMEK: uçları ve artıkları kesilmek. II, 138
- MÜNEMEK: eğriliğini düzeltmek için bir şeyinuçlarını kesmek, III, 274
- MÜNLEMEK: çorba içmek — III, 301 —
- MÜNMEK: binmek I, 421; III, 30, 48, 60, 177, 429
- MÜNÜLMEK: binilmek — II, 138
- MÜÑEŞMEK: birlikte binişnnek — III, 399 bkz miñefmek
- MÜÑILEMEK: nimet bulmak — III, 406 bkz. meñilemek
- MÜNGREMEK: böğürmek — III, 403 bkz mañramak
- MÜNGREŞMEK: böğrüşmek, gürültü etmek — II, 79; III, 398 bkz mañra şmak
- MÜÑRETMEK: böğürtmek; büngüldetmek. II, 358 bkz. mañratmak
- MÜÑÜZ: boynuz, I, 504; II, 327; III, 145, 363, 364
- MÜNGÜZ: baka kaplumbağa — III, 225, 226
- MÜÑÜZGEK: çalışma yüzünden elde peyda olan kat ılık, nasır — III, 388
- MÜÑÜZLENMEK: boynuzu çıkmak, boynuzlanmak — III, 408
- MÜÑÜZ: müngüz blr çe; it çocuk oyunu ve bu oyunda söylenen bir söz — III, 363, 364
- NAMIJA: kadının kız kardeşinin kocası, bacanak, I, 446
- NARU: bir taraf, ‘ yan, bir yana, nereye, nere, I, 199, 352; II, 140, 193; III, 223
- NE: ne, nasıl, (soru anlamıyle) ne — I, 44, 53, 72, 74, 79, 87, 94, 126, 132, 320, 406; II, 287; III, 131, 207, 214, 215, 236, 360, 364
- NE: Araplar’daki şaşalama, “ma”sı yerine bir edat, III, 214 ‘
- NECE: (neçe) ne kadar, nice, kaç — I, 49, 63, 332, 384, 458; III, 157, 220
- NEÇÜK: neden, 111^111.I, 79, 392
- NE: elük nasıl-I, 94 bkz. nelek, nelik, nelük
- NEGÜ: ne anlamına edat — III, 215 bkz. nü nek timsa^1. III, 155
- NE: kerek ne gerek — I, 392 bkz. nerek
- NEK: yılan ejderha — III, 155
- NEK: yılı Türkler’in on ikili yıllarından biri, timsah yılı, I, 346; III, 156
- NELEK: niçin.I, 370, 498 bkz. ne elük, nelik, nelük
- NELIK: niçin — III, 385 bkz. ne elük, nelek, nelük
- NELÜK: niçin, neden, I, 392; III, 188, 245 bkz. ne el ılk, nelek, nelik
- NEME: ne kadar, III, 38
- NEME: bilmem anlamına bir kelime, “ne” anlamında pekitme edatı — III, 214, 215, 236
- NEÑ: nesne, şey, mal — I, II, 12, 13, 14, 15, 31, 34, 50, 53, 84, 98, 126, 140, 143, 145, 147, 157, 159, 162, 164, 169, 170, 177, 179, 185, 189, 193, 196, 197, 204, 227, 238, 239, 241, 245, 246, 247, 251, 254. 256, 257, 258, 264, 268. 269, 270, 272, 273, 278, 281, 282, 28
- NEREK: neye, I, 392 bkz. ne kerek
- NETEK: nice, nasıl-I, 27, 378, 392; II, 40, 52; III, 15. 123, 366
- NIJDAG: bileği taşı — I, 465
- NOM: millet; şeriat, yasa — III, 137
- NÜ: ne anlamına, “ve” yerine blr edat — III, 215 bkz. negü
- OBA: oba — I, 86
- OBRAK: eskimiş — I, 118 bkz. oprak
- OBRAMAK: eskimek, I, 273 bkz. opramak
- OBRATMAK: yıpratmak — I, 261 bkz. opratmak
- OBU: üstübeç ; .I, 86
- OBUZ: katı olan — I, 54
- OBUZLUG: sarp, I, 146 bkz. opuzlug § obuzlug yer; sarp, engebeli yer, I, 146
- OÇAK: ocak, I, 64, 490
- OÇAKLANMAK: ocaklanmak — I, 293
- OÇAKLIG: ocaklı — I, 147
- OÇAKLIK: titik ocak yapılacak çamur ve benzeri olan her nesne — I, 150 oçakl ık yer ocaklık yer — I, 150
- OĞGARMAK: düşünme sonunda anlamak, I, 255
- ODGUÇ: ateşin alevi.I, 95, 177, 248
- ODLUK: kol kemiğinin kalın yeri — I, 98
- ODUNMAK: sönmek, I, 200 bkz. udınmak, udunmak
- OGLA: genç, yiğit — I, 129
- OGLAGU: bolluk içinde büyüyen — I, 138
- OGLAGU: katun asaletli, asil kadın, I, 138
- OGLAK: oğlak — I, 65, 119, 468; II, 22, 266, 294; III, 102, 145
- OGLAK: ay ükbahar, I, 347 bkz. ulug oglak ay
- OGLAN: oğlan, oğul, çocuk, çocuklar — I, 74, 119, 143, 192, 193, 208, 209, 240, 263, 286, 289, 293, 373, 386; II, 4, 19, 26, 74, 93. 121, 154. 209, 210, 212, 218. 244, 272, 294, 300, 302, 329, 340, 341, 344, 348, 351. 354, 366; III, 80, 102, 108, 125, 145, 196, 202, 25
- OGLANSIG: çocuk gibi, çocuk huylu — III, 128
- OGLITMAK: üretmek, çoğaltmak — I, 265
- OGRADAÇI: uğrayan, uğrayıcı — III, 314 ograg niyet, kurma, kas ıt; uğrama, uğrak — I, 118 ograg dağ yamacı, derenin dönemeci — III, 65 bkz. ogrug, ovrug
- OGRAGAN: uğrayan — I, II, 314
- OGRAGLI: uğramak isteyen — III, 315
- OGRAGLIK: uğramak hakkı olan — III, 315
- OGRAGSIK: uğramak hakkı olan — III, 315
- OGRAGUÇI: uğrayan, uğrayıcı — III, 314
- OGRAKLANMAK: Ograk kılığına girmek, I, 313; II, 279 bkz. Ugraklanmak
- OGRALMAK: uğranılmak — I, 247
- OGRAMAK: uğramak — I, 125, 160, 274; III, 106, 272, 311, 312, 313. 321 372
- OGRAMSINMAK: uğrar görünmek, III, 322
- OGRAŞMAK: uğraşmak — I, 170, 234, 235
- OGRATMAK: göndermek, uğraştırmak — I, 261
- OGRI: gizli, I, 380; II, 234
- OGRI: hırsız; hırsızlık — I, 126, 224, 300, 483; II, 29, 171, 174, 197. 341; III, 75, 89, 423, 429
- OGRILAMAK: çalmak, hırsızlık etmek — I, 316, 317
- OGRILIK: hırsızlık II, 208
- OGRUG: kemiğin ek yerleri, bel kemlğinln boyu-na birleştiği yer; dağ yamacı ve dağın bittiği yer; derenin dönemecl — I, 98, 118; III, 65 bkz. ograg, ovrug § tag ogrug ı; dağın dönemeci — I, 98
- OGRULAYU: hırsız gibi — I, 102
- OGRULMAK: kemlk yarılıp ayrılmak. I, 247, 248
- OGRUŞMAK: kemik yarıp ayırmakta yardım ve yari{ etmek — I, 235
- OGUK: çizme — I, 67
- OGUL: ogul, çocuk, I, 37, 51, 68, 74, 86, 123, 180, 206, 220, 246, 253, 256, 262, 264, 288, 299, 319, 370, 415, 440, 515, 524; II, 14, 80, 84, 120, 143, 173, 175, 178, 183, 240, 249, 302, 311, 330. 333, 335. 343, 357; III, 33, 58. 78, 87, 105, 128, 137, 141, 146, 159,
- OGULÇUK: ana rahmi, oğulduruk — I, 149
- OGULMUK: üstüne hatıl atilmak için uzatılmış olan düz direk — I, 149
- OGUR: karşılık, ivaz — I, 53
- OGUR: bir işte imkân ve fırsat — I, 53
- OGUR: uğur, bereket, devlet — I, 53
- OGUR: vakit, zaman — I, 33, 53, 136, 273, 294; II, 68, 321, 322, 362; III, 55, 317
- OGUR: bolmak yol uğurlu, hayırlı olmak I, 53
- OGURLAMAK: vaktinde yapmak; çalmak, hırsızlık etmek — I, 300
- OGURLANMAK: vakti yaklaşmak; uğurlanmak, uğurlu olmak; bağışlananın karşılığı verilmek — I, 292
- OGURLUG: bolmak sırasında ve yerinde olmak — I, 53
- OGURLUG: ış vaktinde ve yerinde yapılan 1; .I, 146
- OGURLUK: karşılık, ivaz olan, I, 114
- OGURMAK: kemik yarıp ayırmak — I, 178
- OGUŞ: oymak; hısım, akraba — I, 61, 88, 114; II, 83, 103
- OGUŞLANMAK: aile, hısım sahibi olmak, I, 293
- OGUŞLUG: aile, hısım sahibi — I, 146
- OGUZLAMAK: Oğuz saymak, Oğuzlar’dan saymak, Oğuzlar’a nispet etmek, I, 302; II, 345
- OGUZLANMAK: Oğuzlaşmak, Oğuz kılığını almak, Oğuz kılığına girmek, kendini Oguz’lar’dan saymak, I, 293; II, 269
- OXSINMAK: pişman olmak, I, 253 bkz. oxsunmak
- OXSUNMAK: pişman olmak III, 373 bkz. oxsınmak
- OXŞAG: benzeyen, benzer. I, 118
- OXŞAGU: oyuncak; (mecazen) kadın — I, 138
- OXŞAMAK: okşamak, şakalaşmak; benzemek; (at) uyumak. I, 282, 283; II, 286
- OXŞANÇIG: okşanmaya deger, III, 232 oxşatmak benzetmek — I, 262
- OK: ok, I, II, 21, 37, 157, 160, 166, 170, 171, 180, 193, 199, 217, 222, 237, 267, 275, 326, 393, 457, 493, 494, 522
- OK: paylar ve toprak hisseleri üzerine üle şmek için atılan ok, çekilen kur’a, mirasta düşen pay — I, 37, 48
- OK: hâl anlamına yakın anlamlı bir edat; fiillerde pekitme edat ı; vakit, zaman — I, 37, 71, 160; III, 16
- OKA: kefillik, kefâlet. I, 40
- OKA: almak kefil olnnak — I, 40
- OKÇI: okçu — II, 199
- OKILMAK: okunmak — I, 197 bkz. okınmak
- OKIMAK: okumak; çagırmak. II, 333; III, 254
- OKINMAK: okunmak, okur görünmek — I, 202, 203 bkz. ok ılmak
- OKIŞMAK: okuşmak, okumakta yardım ve yarış etmek; (ağrı; mak — I, 186, 359 bkz. okuşmak
- OKITGAN: çok okutan — I, 156
- OKITMAK: okutmak I, 212 ,
- OKITSAMAK: okutmak istemek, çagırtmak istemek — I, 302
- OKLUG: kirpi büyük kirpi, oklu kirpi — I, 415
- OKLUK: sadak, I, 100 okramak yem zamanında kişnemek, homurdanmak — I, 275
- OKRAŞMAK: yem zamanında birlikte ki; nemek — I, 235, 236
- OKTAM: ok atımı; okluk, I, 107 § bir oktam yer; bir ok atim ı yer — I, 107
- OKTAMAK: ok atmak, I, 26; II, 97
- OKTAŞMAK: ok atışmak; kur’a içln ok atıçmak — I, 231
- OKTATMAK: ok attirnnak — I, 260
- OKTA: yazturmak ok atmakta yanıltmak — III, 95
- OKUŞMAK: çağrı; mak — I, 183; II, 103 bkz. okışmak
- OK: yılan kendisini insan üzerine atan y ılan, I, 37; III, 29
- OL: o, -dır, -dir, -dur, -dür.I, 20 21, 22, 24, 25, 27, 33, 34, 36, 37, 38, 39, 40, 46, 60. 61, 71, 72, 76, 77, 97, 108, 126, 129, 132, 136, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 164, 165, 166, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 176 , 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184,
- OLDAÑ: pabuç altı, tabanı, mestin alt yanı — I, 116 bkz. uldañ
- OLDRUM: kötürüm, yatalak, oturum — III, 412
- OLDUK: nalsız, yalın ayak — I, 101 bkz. ulduk
- OLDURMAK: oturmak — III, 235 bkz. olturmak
- OLGUN: olgun — III, 167
- OLGUTMAK: oturtmak — I, 260 bkz. olhutmak
- OLHUTMAK: oturtmak — I, 260 bkz. olgutmak
- OLMA: testi, çanak çömlek — I, 130 , 375; II, 234; III, 182 bkz. ulma
- OLTURMAK: oturmak — I, 219, 224, 374, 413; II, 21; III, 230 bkz. oldurmak
- OLUK: oluk, yalak — I, 67
- OLUK: küçük kayık, I, 68
- ON: sayıda 011. I, 49, 69, 219
- ONU: onu — III, 238
- ONUNÇ: sayıda onuncu — I, 132, 133; III, 449, 450
- OÑ: kolay — I, 41 bkz. oñay
- OÑ: sağ, solun karşıtı — I, 41 § oñ elig; sağ el — I, 41, 72
- OÑAY: kolay — I, 41, 244, bkz. ong
- OÑIKLANMAK: zülüflü olmak, takma saçlanmak. I, 311, 312 bkz. öñlklenmek
- OÑMAK: solmak — I, 175 bkz. oñukmak
- OÑUKMAK: solmak, rengi atmak, hastalık ve benzerlerinden dolayı buruşmak, tazeliğlni ve parlaklığını kaybetmek — I, 175. 216; III, 394, 395 bkz. oñmak
- OÑULMAK: iyileşmek, düzelmek, lyl olmak, 1 216, 217; III, 395
- OP: harman dövmek Için koşulan öküzlerin ortasında bulunan öküz — I, 34 bkz. mama
- OPMAK: höpürdeterek içmek, I, 172 bkz. öpmek
- OP: op eşeğin ayağı kaydığında , söylenen söz — I, 34
- OPRAK: yıpranmış, yıpramış, eskimiş — I, 118; III, 16, 38 bkz. obrak
- OPRAMAK: yıpramak — I, 273; III, 358 bkz. obramak
- OPRAŞMAK: yıpraşmak, yıpranmaya başlamak — I, 231. 232
- OPRATMAK: yıpratmak — I, 261 bkz. obratmak
- OPRI: obruk, çukur; dere — I, 125; III, 134
- OPRUŞMAK: içmekte yardım ve yarış etmek — I, 232 bkz. öprüşmek
- OPUZLUG: sarp, I, 146 bkz. obuzlug
- OR: at donu al ile doru arasında bulunan at — I, 45′
- ORDU: hakanın oturduğu şehir.I, 124
- ORDU: sıçan, köstebek gibi yerde ya şayan hayvanların yuvası — I, 124
- ORDU: başı hakanların döşeyicisi, yaygıcısı. I, 124
- ORDULANMAK: başşehir edinmek — I, 296 bkz. ordulanmak
- ORDUTAL: hamamotu. I, 124 bkz. arğutal, urdutal
- ORDULANMAK: yurt tutmak, yerleşmek — II, 294 bkz. ordulanmak
- ORGAK: orak — 1. 14, 119; II, 128, 244, 307; III, 45, 267
- ORILAŞMAK: bağrışmak, çağrışmak.I, 239 bkz. orlaşmak, urılamak, urılaşmak, urlamak, yurlamak
- ORLAŞMAK: bağrışmak, çağrışmak.I, 239 bkz.orılaşmak, urılaşmak, urlamak, urlaşmak, yurlamak
- ORMAK: kesmek, biçmek, vurmak, urmak — I, 14, 172; III, 45
- ORNAMAK: yerleşmek, yer tutmak, yer edinmek; (güneş) batmak, kaybolmak.I, 288
- ORNATMAK: yerine koymak — I, 266
- ORPATMAK: ürpertmek, saçını dağıtmak, I, 259, 260 bkz. örpeşmek, ürpekmek, ürpermek, ürpeşmek
- ORTAK: ortak — I, 99, 439; III, 71
- ORTAKLIK: ortaklık II, 90
- ORTU: orta, I, 124, 125 bkz. otra, otru, utru § ortu er; orta ya şlı adam — I, 124 § kün ortu; ögle vakti.I, 124
- ORTULAMAK: ortalamak, ortasına varmak, I, 316
- ORU: şalgam, buğday ve buna benzer şeyleri saklamak için kazılan çukur, I, 87
- ORULMAK: biçlmek I, 194, 195
- ORUM: kesim — I, 75 § bi orum ot; bir orakta ç ıkarılan ot — I, 75
- ORUN: yer, mekân, ınevki.II, 72, 177; III, 222, 430
- ORUNÇ: rüşvet, gevik — III, 449 bkz. urunç
- ORUNÇAK: emanet — I, 148, 149
- OSRUK: osuruk — I, 99
- OSRUŞMAK: osuruşmak — I, 234
- OSUG: bir nesnenin bir nesneye de ğişmesi, bir nesnenin bir nesne ile kar; ılandırılması — I, 64 osuglamak hile ile kilit açmak — I, 306 bkz. üsüglemek
- OSURGAN: osurgan, çok osuran — I, 156
- OSURMAK: osurmak — I, 178
- OT: ot, hayvan yemlerinin hepsi — I, 14, 35, 65, 75, 169, 172, 195, 225, 255, 342, 415, 469; II, 79, 108, 133, 294, 330, 348, 351; III, 4, 47, 68, 122, 141, 200, 263, 277, 287, 374, 436, 442 § çivgin ot; hayvanları semirten ot — l, 443
- OT: ilâç, em, zehir. I, 35, 47, 154, 514, 515; II, 72, 116, 127, 176, 315, 345; III, 224, 252
- OT: ateş, duman, I, 43, 164, 176, 177, 183, 195, 200, 202, 208, 230, 332, 400, 499, 513, 514, 522; II, 78, 100, 133, 144. 176, 245, 292, 293, 299, 302, 353, 358; III, 16, 23, 63, 65, 96. 97, 265, 341, 348, 430
- OTAÇI: hekim, ilâç yapan, I, 35, 299
- OTAG: otag — III, 208
- OTAMAK: ısınmak, odun yakmak; ilâç yapmak — III, 252
- OTGARMAK: otlatmak — I, 225
- OTGUN: eğerin solunda kolanın geçirilerek dile bağlanan enli bir kayışı — I, 107
- OT: karak gözün gören yeri — I, 382
- OTLAMAK: otlamak, I, 285
- OTLANMAK: ateşlenmek, ateş kesilmek, ateş gibi olmak; öfkelenmek — I, 297
- OTLUG: otlu — I, 98
- OTLUG: yemlik, ahır, I, 98
- OTRA: orta, ortada, arada, I, 125, 188, 308; II, 89, 287 bkz. ortu, otru, utru
- OTRAN: don, elbise, I, 108
- OTRU: karşı, ön, ara, orta, ortasında — I, 68, 126, 494; II, 28, 145; III, 40, 156, 422 bkz. ortu, otra, utru
- OTRUG: ada — I, 97
- OTRULANMAK: yüz yüze gelmek — I, 296, 297 bkz. utrulanmak
- OTRUNMAK: karşı koymak istemek — I, 251 bkz. utrunmak
- OTRUŞMAK: karşı koymak, karşı gelmek, karşılaşmak — I, 232 bkz. utru; mak ottuz sayıda otuz — I, 142
- OTULMAK: ekini bozan bitkiler keslimek, ba şi vurulmak.I, 193 bkz. utulmak
- OTUÑ: odun — I, 14, 67, 70, 134, 272, 449; II, 238, 341; III, 153, 187, 246, 249, 252, 292, 351 otuñluk odunluk, I, 162 ot yem karabiber, klmyon glbi tohum ve baharlar, III, 5
- OVRUG: kemiğin ek yerlerl, bel kemiğinln boyunla birleştiği yer; dagın yamacı ve bittiği yer, I, 118 bkz. ograg, ogrug
- OVUNMAK: oğuşturmak, I, 202; II, 147 bkz. uvunmak
- OY: yerdeki oyukluk, çukurluk — I, 49, 146
- OY: at yagız at, I, 49
- OYMA: çizme yapılacak Tnrkmen keçesi — II, 100, 207
- OYMAK: oymak, yerleştirmek, sıkıştırmak, I, 174
- OYNAGU: yer oynanacak yer, I, 121 oynak i şler oynak kadın — I, 120
- OYNAMAK: oynamak.I, 225. 226, 240; II, 114, 226; III, 131, 377
- OYNAŞ: oynaş, başka biriyle sevişen kadın, I, 120
- OYNATMAK: oynatmak, I, 271
- OY: obuz basık, düz yer — I, 54
- OY: obuzlug yer sarp, engebeli yer — I, 146 bkz. oy opuzlug yer
- OY: opuzlug yer sarp, engebeli yer — I, 146 bkz. oy obuzlug yer
- OYTURMAK: oydurmak, bastırmak, sıkı; tırmak — I, 269
- OYUK: hayal, belge, bostan höyügü — I, 81, 85, 384
- OYULMAK: oyulmak, çukurlaşmak, sıkıştırılınak — I, 268, 269 oyun oyun, yar ış, I, 85; II, 25
- OYUŞMAK: oymakta ve basmaktâ yardım ve yarış etmek — I, 268
- OZGAN: at çok ileri giden, başkalarını geçenat — I, 470
- OZITGAN: daima ileri sürüp geçerek kazanan — 1, 155
- OZITMAK: ileri sürmek — I, 155
- OZMAK: başkasından lleri geçmek — I, 173 bkz uzmak
- OZUK: at koşu ve benzerlerinde lleri glden ve ba şka atları geçen at — I, 66
- ÖÇ: öç, hınç, kin, 111^111.I, 41, 43, 44, 50, 230; II, 103
- ÖÇEŞ: yarış, t, 61
- ÖÇEŞMEK: yarış etmek — I, 61, 181
- ÖÇLÜG: öcü ve hıncı olan, II, 283
- ÖÇRÜŞMEK: söndürmek, yatıştırmak.I, 233
- ÖÇÜRMEK: söndürmek, yatiitırmak, soluğunu kesmek — I, 176, 177, 522 bkz. üçürmek
- ÖÇÜT: öç, I, 50
- ÖD: duvarda ve ağaçta delik, I, 31 bkz. öt
- ÖD: zaman, vakit; mevsim, hava — I, 44, 330, 353; II, 77, 101; III, 125 bkz. öd
- ÖD: sığır, öküz, I, 45, 346 bkz. ud, ud
- ÖDÜRMEK: seçmek, üstün tutmak, III, 11 bkz.ad ırmak, edirmek, ödürmek, udurmak, üdürmek
- ÖD: öz, kendi. f, 243 öd zaman, vakit — I, 245, 477; II, 68, 321; III, 190, 191
- ÖD: dag arasındaki dere, geçit — I, 110 bkz. öz, özi
- ÖDIK: sevgi — II, 144, 311 bkz. üdik
- ÖDLEK: zaman, felek, I, 41, 82, 103; II, 196, 234, 304. 335; III, 41, 233, 425
- ÖDRÜLMEK: ayrılmak, seçilmek — I, 247
- ÖDRÜM: her şeyin seçilmişi.I, 107
- ÖDRÜNDI: üründülenmiş, seçilmi; — I, 145
- ÖDRÜŞ: birtakım şeyler arasında muhayyerlik, seçim — I, 96
- ÖDRÜŞMEK: seçmekte yardım ve yarış etmek, I, 234
- ÖDÜRGEN: her şeyi seçen, üyürtleyen. I, 157
- ÖDÜRMEK: seçip ayırmak. I, 144, 370; III, 228 bkz. adırmak, edirmek, ödürmek udurmak, üdürmek,
- ÖFKE: öfke — I, 195 bkz. öpke
- ÖGDI: alkış, I, 515
- ÖGE: çok akıllı, yaşlı kimse, ulusun büyüğü.I, II, 48, 90, 310, 356
- ÖGELEMEK: öge demek, “öge” adı vermek I, 310 bkz. öklemek
- ÖGE: tegit orta halli adamların büyüklerine ve hakan çocuklar ının küçüklerine verilen ungun, I, 356
- ÖGEY: üvey — I, 123 § ögey ogul
- ÖGMEK: ögmek, sena etmek — I, 174, 472; II, 38
- ÖGRENMEK: 1
- ÖGRETMEK: öğretmek — I, 261
- ÖGREYÜK: görenek, âdet, I, 159, 160
- ÖGSEMEK: öğmek istemek — I, 277, 278
- ÖGTÜRMEK: öğdürmek I, 223
- ÖGÜLMEK: öğülmek, ögünmek — I, 198; III, 343
- ÖGÜNÇ: ögünç, öğünme.I, 132; III, 449
- ÖGÜNGÜÇI: kendini öğen — I, 203
- ÖGÜNMEK: kendini öğmek — I, 140, 203. 252, 309
- ÖGÜR: koyun, geyik, bağırtlak ku; u, deve, cariye gibi şeylerin toplu bir halde bulunmas ı, bunların sürüsü, bölük — 1. 54, 236, 285, 389; II, 153; III, 6
- ÖGÜRLENMEK: at sürüsü, aygıra sahip olmak, başka hayvahlar sürü ve bölük hallne gelmek — I, 292
- ÖGÜRLÜG: er koyun ve benzerl hayvanlardan sürüsü bulunan adam — I, 152 § ögürlüg adg ır; kısrakları, eşleri bulunan aygır — I, 152
- ÖGÜŞMEK: öğü; mek — I, 187
- ÖGÜT: ögüt, vaaz — I, 51, 89, 102, 440; III, 46, 155, 440 bkz. ötlük, övüt
- ÖGÜTLEMEK: ögüt vermek, öğütlemek I, 299
- ÖK: akıl ve anlayış, I, 48, 96, 243 bkz. öksüz
- ÖK: orta yaşı bulup büyümüş hayvan — I, 48 § ök at; dört ya şını geçmiş at — I, 48
- ÖK: kendi — I, 71
- ÖKIL: çok, J, 74
- ÖKLEMEK: öge adı vermek — I, 310 bkz. ögelemek
- ÖKLENMEK: dinlenmek; önceden anlamayıp sonradan anlamak; (çocuk) büyumek, I, 259, 298
- ÖKLIMEK: aıtmak, çoğalmak; büyümek.I, 287, 362; II, 366
- ÖKLITMEK: çoğaltmak II. 366
- ÖKLÜNMEK: yığılmak.I, 258
- ÖKLÜŞMEK: birbiri üzerine yığılmak, toplanmak — I, 241
- ÖKLÜTMEK: çoğaltmak, arttırmak.I, 264
- ÖKME: yığılan her ; ey, I, 130 bkz. ökmek § ökme toprak; y ığma toprak, I, 130
- ÖKMEK: yığmak, biriktirmek — I, 168
- ÖKMEK: toplanmış olan her nesne — I, 105 bkz. ökme
- ÖLSEMEK: ölmek istemek I, 278
- ÖLŞEMEK: acıkıp gözleri kararmak, açlıktan bayılayazmak — I, 283 bkz. elşemek
- ÖLŞETMEK: acıktırarak gözü görmez etmek — I, 262, 263 bkz. el şetmek
- ÖLÜG: ölü, I, 15, 72, 463; II, 27, 110, 127, 128, 139, 179, 311, 324; III, 272, 309, 424
- ÖLÜGSEMEK: ölmek istemek — I, 303
- ÖLÜM: ölüm — I, 47, 75, 516; II, 74, 134; III, 327. 339
- ÖLÜT: birbirini öldürme, öldürüşme — I, 52
- ÖLÜTÇI: öldüren, katil — I, 52
- ÖLÜT: er kuvvetten düşmüş, yaşlı kimse — I, 52
- ÖLÜTLEMEK: çarpı; mak, aralarında ölüm olayazmak — I, 299
- ÖMEK: düşündükten sonra anlamak.I, 11
- ÖMGEN: şah damarının iki tarafında bulunan damar, I, 1 — 20
- ÖMZÜK: eğerin ön ve arka tarafları, 11011.I, 105
- ÖKMEK: kadınların kulaklarına taktıkları altın veya gümüşten yapılmış halka — I, 105
- ÖKMEKLENMEK: küpelenmek, küpe sahibi olmak — I, 314
- ÖKSEMEK: yıgmak istemek I, 278
- ÖKSÜZ: öksüz; şaşkın, akılsız — I, 96 bkz. ök
- ÖKTÜRMEK: yığdırmak — I, 223
- ÖKÜLGEN: daima yığılan, I, 159
- ÖKÜLMEK: yığılmak, toplanmak, I, 198, 437; II, 285
- ÖKÜM: yığın. I, 75 bkz. ökün § öküm toprak; bir tarafa toplanm ış toprak — I, 78
- ÖKÜN: para, gül ve buna benzer şeylerin yığını — I, 75, 78 bkz. öküm
- ÖKÜNÇ: pişmanlık — I, 132; III, 449
- ÖKÜNMEK: pişman olmak I, 132, 200, 203; III, 361
- ÖKÜŞ: çok I 62, 89, 167, 233, 467, 477, 516; II, 156; III, 373, 374
- ÖKÜŞLENMEK: çok saymak; çok sanmak — I, 303
- ÖKÜŞ: yılkı haşarı hayvan, harın at — I, 62 390, 438, 498, 501,
- ÖKÜŞ: yılkı haşarı hayvan,
- ÖKÜZ: ırmak, dere, I, 59, 513; III, 191, 341
- ÖKÜZ: öküz — I, 59, 446, 528; III, 421
- ÖKÜZLENMEK: öküz sahibi olmak I, 293
- ÖL: ıslak, yaş, nem, I, 48, 338
- ÖLDECI: ölecek, I, 438; III, 267
- ÖLDÜRMEK: öldürmek-I, 224, 522
- ÖLIMEK: ıslanmak — II, 324; III, 256
- ÖLIŞMEK: nemlenmek, yaşlık yayılmak — I, 189
- ÖLITMEK: ısıtmak I, 213; II, 324
- ÖLMEK: ölmek I, 15, 38, 41, 54, 115, 228; III, 47
- ÖNDÜRMEK: (bitki) bitirmek, yetlştirmek; yöneltmek — I, 225
- ÖNMEK: (bitki) bitmek, yetişmek, neşvünema bulmak; bitmek , I, 35, 65, 169, 424; II, 21, 204, 328; 111. 359
- ÖÑ: ön, önce, öndün.1, 40, 115
- ÖÑ: renk, bir şeyin rengi, I, 41
- ÖÑDÜN: öndün, önce — I, 40, 115
- ÖÑDÜNKI: önceki, III, 14
- ÖÑEYÜK: bir şeye, bir kimseye mahsus olan, ayr ılan, özel I, 162
- ÖÑI: ba; ka, I, 135 bkz. öñin
- ÖÑIK: kadınların takma olarak keçi kılından yaptıkları zülüf — I, 135 § öñik yörgeyek; ulanm ış zülüf — I, 135
- ÖÑIKLENMEK: zülüflü olınak, takma saç (zülüf) takmak. I, 311, 312 bkz. oñ ıklanmak
- ÖÑIN: başka, başkası — I, 94, 135 bkz.
- ÖÑI: öñlenmek renklenmek, kızarmak, hastalıktan sonra rengi yerine gelmek — I, 289
- ÖÑLÜG: renkli.I, 41
- ÖÑMEK: delmek — I, 174 bkz. öñmek
- ÖÑÜK: yastıkların uçlarına yapılan ipek Sal kımlar, saçaklar — I, 135
- ÖPKE: akciğer, ciğer — I, 128; II, 144; III, 393
- ÖPKE: öfke, kızgınlık — I, 125, 128, 158, 164, 176, 233; III, 392, 428 bkz. öfke
- ÖPKELEMEK: ciğerine vurmak; öfkelenmek, I, 317; III, 208 bkz. öpkilemek
- ÖPKLIEMEK: öfkelenmek, kızdığı için yüz çevirmek — i, 317 bkz. öpkelemek
- ÖPMEK: öpmek — I, 163, 280
- ÖPMEK: içmek, I, 163; III, 122 bkz. opmak
- ÖP: öp bir kimse çok öğünüp de dediğini tanıklayamazsa, o kimse için söylenir — I, 43
- ÖPRÜLMEK: -içiilmek 1. 245, 246
- ÖPRÜŞMEK: içişmek, höpürdetişmek, içmekte yardım ve yarış ^ş0^I, 232 bkz. opruş-mak
- ÖPSEMEK: öpmek istemek — I, 275, 280
- ÖPTÜRMEK: öptürmek I, 217
- ÖPÜLMEK: öpülmek .. I, 193
- ÖPÜM: yudum — I, 75
- ÖPÜNMEK: içer gibl görünmek — I, 198
- ÖPÜRGEN: daima, çok içiren I, 157
- ÖPÜRMEK: içirmek I, 171, 176
- ÖPÜRTMEK: içirtmek III, 427
- ÖPÜŞ: öpüş (iki kişi arasında) — I, 60
- ÖPÜŞMEK: öpüşmek — I, 180
- ÖR: kaftanın koltuk altları — I, 45
- ÖRÇÜK: örülmü; saç — I, 103 bkz. örgüf, örküç
- ÖRDEK: ördek — I, 103, 104, 222, 528; II, 26; III, 17, 391
- ÖREN: her şeyin kötüsü — I, 76
- ÖRGEN: urgan, I, 108, 195
- ÖRGÜÇ: kadınların başlannda bulunan saç ör-güsü, örülmü ş saç — I, 95, 103 bkz. örçük, örküç
- ÖRGÜÇLENMEK: örgülü saç sahibi olmak — I, 312, 313
- ÖRIMEK: içten çürümek — III, 252, 253 bkz. ürimek
- ÖRK: yular; at tavlası, 1; 43
- ÖRKLEMEK: örklemek, sıkı sıkıya bağlamak. III, 443
- ÖRKÜ: örküç, hörküç, I, 129
- ÖRKÜÇ: örülmüş saç, I, 103 bkz. örçük, örgüç
- ÖRKÜÇ: dalga — I, 95
- ÖRKÜÇ: sacayagı.I, 95
- ÖRKÜÇLENMEK: dalgalanmak.I, 95, 312
- ÖRKÜÇLENMEK: sacayaklanmak.I, 313
- ÖRLENMEK: belirmek, çıkmak, yükselniek.I, 257, 258 bkz. örmek
- ÖRMEK: belirmek, çıkmak, kopmak, yükselmek (bulut).I, 139, 173, 257; III, 398 bkz.örlenmek
- ÖRMEK: örmek, I, II, 172, 173
- ÖRME: saç örme saç, I, II, 129
- ÖRPEŞMEK: (tüy) ürpermek. I, 229, 230 bkz.orpatmak, ürpekmek, ürpermek, ürpe şmek
- ÖRT: yangın, yanan nesne — I, 42
- ÖRTELMEK: yakılmak. I, 245
- ÖRTEMEK: yakmak. I, 129, 245, 272; III, 356
- ÖRTENMEK: yanmak, tutuşmak, kızarmak — I, 251; II, 133
- ÖRTEŞMEK: karşılıklı birbirini yakmak; saldırışmak .I, 231; II, 219
- ÖRTETMEK: yaktırmak — I, 260 örtgün samanı ayrılmış harman, çeç — III, 412, 416 bkz. örtkün
- ÖRTKÜN: harman, samanı ayrılmış harman, çeç; harman zamanı — I, 402, 526; II, 214; III, 412, 416 bkz. örtgün
- ÖRTRNEK: örtmek — II, 26; III, 425
- ÖRTMEN: dam, satıh — III, 412
- ÖRTÜK: bir şeyin örtüsü, eğer örtüsü — I, 103
- ÖRTÜLMEK: örtülmek, kapalı kalmak; kanşmak — , I, 139, 244; II, 237
- ÖRTÜNMEK: örtünmek — I, 250
- ÖRTÜŞMEK: örtmek, örtmekte yardım etmek, birbirini örteyazmak — I, 230, 231; II, 97
- ÖRÜK: örülmüş olan her nesne — I, 69
- ÖRÜK: bir yerde bir müddet kalmak — I, 69
- ÖRÜLEMEK: ayakta kesmek, boğazlamak, I, 309, 310
- ÖRÜMÇEK: örümcek, I, 152
- ÖRTIÑ: gençlerin tirnakları üzerinde bulunan aklık, I, 134 bkz. ak, ürüñ § tırñak örüñi; tırnak beyazlığı — I, 134
- ÖRÜÑ: arpacıya (afsuncuya) verilen para — I, 134
- ÖRÜŞMEK: belirmek, yükselmek. I, 186
- ÖRÜŞMEK: örmekte yardım ve yarış etmek I, 183 örü tartmak birbirine yard ım etmek — III, 382
- ÖSTIKMEK: özlemek, istek göstermek, I, 244 bkz. öztikmek
- ÖŞERGEN: açlık ve benzerlerinden daima gözü kararan.I, 157
- ÖŞERMEK: açlıktan göz kararmak. I, 178; III, 68
- ÖT: acılık; öt kesesi — I, 43
- ÖT: delik, çukur — I, 31, 43, 276; II, 119, 247; III, 263 bkz. öd
- ÖTELMEK: çalışmak, yorulmak, I, 193
- ÖTEMEK: ödemek, III, 251
- ÖTGEN: çok öten.I, 473
- ÖTGÜNMEK: yansılamak, takllt etmek ve bunda yar ış etmek, I, 254
- ÖTGÜRMEK: ötüıtmek, sürdürmek; göndermek bir şeyi bir şeyin içinden öteye geçirtmek.I, 226, 227
- ÖTGÜRÜŞMEK: bir şeyi bir şeye geçirmekte yardım ve yarış etmek; mektupla; nnak — I, 232 bkz. ötrü şmek
- ÖTKI: ivaz, bedel, karşılık — I, 128
- ÖTKÜNÇ: hikâye, I, 161 bkz. ötükünç
- ÖTKÜNMEK: hikâye söylemek; hakana dilek sunmak — I, 161, 199 bkz. ötünmek
- ÖTLEŞMEK: yağma zamanında eşya dellk deşik olmak. I, 238, 239
- ÖTLEŞMEK: savaşmak, uğraimak, I, 239
- ÖTLÜG: delikli, delinmiş .III, 30
- ÖTLÜK: ögüt, I, 102 bkz. ögüt, övüt
- ÖTMEK: ötmek — I, 529; II, 290; III, 178, 194, 240, 384
- ÖTMEK: bir şeye geçmek; delmek; boşalmak, (karın) sürmek, I, 171, 371, 424; II, 303
- ÖTMEK: (yenecek) ekmek — II, 268, 276; III, 57
- ÖTNÜ: ödünçI, 130 bkz. ötünç
- ÖTRÜM: müshil, sürgün ilacı I, 106, 226
- ÖTRÜŞMEK: göndermek, herhangi bir şeyde yardım ve yarış etmek — I, 232 bkz. ötgürüşmek
- ÖTSEMEK: öte geçmek istemek, delip geçmek istemek I, 276
- ÖTTÜRMEK: öttürmek — I, 217 bkz. ötürmek
- ÖTUŞ: ötuş bir çeşit çocuk oyununda “arkada şını, yanındakini, it” anlamına söylenen söz — I, 61
- ÖTÜG: kusma — I, 68
- ÖTÜK: hikâye; hakana sunulan dilek — I, 68, 199
- ÖTÜKÇI: ötüncü, hakan yanında şefaatçi .II, 144
- ÖTÜGLÜK: kişi hakandan dileği olan kimse — I, 152 ,
- ÖTÜKÜNÇ: hikaye.I, 161 bkz. ötkünç
- ÖTÜNÇ: ödünç — I, 131; III, 448 bkz. ötnü
- ÖTÜNMEK: büyüklerden bir dilek istemek — I, 376 bkz. ötkünmek ötünmek hikâye söylemek — I, 199 bkz. ötklinmek
- ÖTÜRMEK: hatırlatmak — I, 267
- ÖTÜRMEK: delmek, I, 176; II, 44
- ÖTÜRMEK: hatırlatmak I, 176 bkz. öttürmek
- ÖTÜŞ: bir çeşit çocuk oyunu; bu oyunda ütme, yutma — I, 60 bkz. ütü ş
- ÖVÜT: öğüt, nasihat- I, 102 bkz. ögüt, ötlük
- ÖV: ev — I, 81 bkz. ef, ev, ev, üv, üv
- ÖVMEK: ufalamak I, 166 bkz. uvmak, uvmak
- ÖYEZ: öyez, övez, bir çeşit sivrisinek I, 84
- ÖYLE: öğle vakti — I, 113 bkz. özle
- ÖZ: öz, kendi, nefs; can, ruh, gönül, I, 45, 46, 63, 154, 201, 202, 203, 206.210, 243, 251, 254, 296, 298, 300, 309, 384, 433. 464, 504, 513; II, 141, 145, 146, 147 , 149, 150, 151, 155, 157, 159, 238, 240, 241, 244, 245, 248, 249, 252, 254, 313, 315; III, 5, 14, 33, 43,
- ÖZ: yürek ve karnın içindeki nesne — I, 46
- ÖZ: yağ — I, 36, 45
- ÖZ: iki dağ arasında bulunan dere, I, 46 bkz. öğ, özi
- ÖZ: ağaç özü — I, 46
- ÖZ: sağır — I, 45 bkz. üz § öz kül; sağır adam — I, 45
- ÖZEK: beliniç yanında bulunan damar — I, 71
- ÖZEKLEMEK: ; ah damarını kesmek, şah damarına vurmak, I, 306
- ÖZELMEK: özlemek III, 131
- ÖZI: iki dağ arasındaki yol, geçit — I, 89 bkz. öd, öz
- ÖZ: kişi hısım — I, 46 özle öğle vaktl — I, 114 bkz. öyle
- ÖZLEMEK: külde plşlrmek, közleme yapmak, I, 286
- ÖZLÜG: yağlı — I, 36, 45
- ÖZLÜK: hususi, hususi at — III, 438
- ÖZTIKMEK: özlemek, istek gösternnek — I, 244 bkz. östlkmek
- ÖZÜK: kadınlara verllen ungun — I, 71 § altun özük; alt ın gibi temiz ruhlu kadın, I, 71 § ertini özük; bedeni inci gibi temiz olan kad ın — I, 71
- ÖZÜK: oyularak havuz yapılan her yer — I, 71
- ÖZÜK: suv büyük derelerden ayrılan her çay, kol — I, 71
- PAMUK: pamuk, I, 380; III, 346
- PARS: yırtıcı bir hayvan; Türkler’in onikili y ıllarından 611-1.I, 344, 346 bkz. bars
- PARTU: üste giyilen hırka, pardesü — I, 416 bkz.bertü
- PAT: cibre, her nesnenin çöküntüsü.I, 319
- PAT: ses ifade eden kelime — I, 319, 320
- PATLAMAK: kolalamak, mayalı bir tortu ile tortulamak, III, 291 bkz. batlamak
- PAT: tüşmek ağır bir şey düşerken ses çıkarmak — I, 320
- PEKMES: pekmez, I, 448 bkz. bekmes
- PERÇEM: alâmet, belge, I, 483 bkz. beçkem
- PIŞIG: pişmiş.I, 372, 373, 379, 455; II, 124; III, 23, 321 bkz. p ışık
- PIŞIG: kerpiç pişmiş kerpiç, tuğla, kiremit — I, 373, 455
- PIŞIGLAMAK: pişirmek — III, 335, 336
- PIŞIK: pişmiş — I, 379; III, 23 bkz. pışıg
- PIŞMAK: pişmek, olmak, kımız tulumıınu olması için sallamak.I, 169; II, 12, 120; III, 321, 382
- PIŞRILMAK: pişirilmek. III, 32
- PIŞURMAK: pişirmek, II, 78
- PIS: pis, dağar ve tulum gibi şeylerin dibinde kalan çöküntü, tortu — I, 328
- PISTIK: egrilmek üzere hazırlanmı; , atılmış pamuk sümeği — I, 476 bkz. bistik
- PISTIK: fitil — I, 476 bkz. bistik
- PORSMUK: porsuk — III, 417 bkz. porsuk
- PORSUK: porsuk — III, 417 bkz. porsmuk
- POV: bayatsımak veya kokuşmak sonu ekmek üstünde beliren ye şillik. III, 129
- PÖTÜRMEK: sağlam hale koymak ispat etmek — II, 72, 73 bkz. bütürmek
- PUS: sis, duman — III, 124 pusarmak pusarmak, sislenmek — II, 78
- PUS: bolmak puslanmak, duman |nmek — III, 124
- PUSMAK: pusu kurmak, pusuya girmek, I, 434; II, 10 bkz. püsmek
- PUSUG: pusu — I, 372, 407 bkz. püsüg
- PUSUGLUG: pusu kuran — I, 496 § pusuglug yag ı; pusu kuran düşman — I, 496
- PUSUKMAK: pusuya girmek, II, 116
- PUSUŞMAK: birbirine pusu kurmak — II, 101
- PUŞAK: kederli. I, 154, 378 bkz. buşak, buşgan
- PUŞMAK: sıkılmak (can), usanmak — I, 373; II, 12, 145; III, 262 bkz. bu şmak
- PUŞUG: can sıkıntısı — I, 373 bkz. buşug
- PÜRÇEK: insanın kâkülü, perçeml, atın perçemi. I, 476
- PÜRÇEKLENMEK: pürçeklenmek, yelesi çıkmak, kâkül (perçem) çıkmak — II, 276
- PÜRKÜRMEK: bulutlanmak, bürünmek; püskürmek, f ışkırmak.II, 170, 171
- PILRLENMEK: tomurcuklanmak, filizle^mek. II, 237, 238
- PÜSMEK: pusu kurmak; çok dövmek, I, 385; II, 10 bkz. pusmak
- PÜSTÜLI: karapazı denilen, yenilen bir ot — I, 451 bkz. büsteli
- PÜSÜG: pusu, I, 385 bkz. pusug
- PÜŞKEL: yufka, pide glbl ince ekmek, çörek — I, 481 bkz. büskeç
- RAK: fazlalık bildiren edat — I, 7
- RAPÇAT: angarya, beyin halkın gölüklerini alıp üzerine yük yükletmesi .I, 451-sa şart bildiren ek, III, 207
- SA: sen anlamına bir kelime — III, 208
- SABAN: sapan, çift ve çiftçi takım ve aygıtları; çifçilik — I, 402; II, 214; III, 216
- SABANLAMAK: sapanla sürmek — III, 342 bkz. sapanlamak saç saç (ba ştaki) — I, 14, 42, 69, 172, 176, 246, 319, 321, 342, 354, 403, 488; II, 126, 145, 316, 358; III, 47, 84, 85, 207, 260, 386, 401
- SAÇ: tava — III, 347
- SAÇGAK: kişi malını saçan, israf eden kişi I, 470
- SAÇGIRMAK: saçtırayazmak — II, 187 bkz. saçgurmak
- SAÇGURMAK: saçtırayazmak — II, 187 bkz. saçgırmak
- SAÇILMAK: saçılmak — I, 258; II, 122
- SAÇINDI: nerig saçılan, yayılan şey — I, 449
- SAÇINMAK: saçmayı iş edinmek — II, 150
- SAÇITMAK: saçtırmak, dağıtmak, dağıtmayı emretmek.. II, 299
- SAÇLANMAK: saçlanmak — II, 246
- SAÇLAŞMAK: birbirinin saçlarını yakalamak. II, 215
- SAÇLIG: saçlı — I, 464
- SAÇMAK: saçmak — I, 79, 272; II, 4
- SAÇRAMAK: sıçramak — II, 133
- SAÇRATGU: bir çeşit kuş tuzağı — II, 331 bkz. saçrıtgu
- SAÇRATMAK: istemeksizin sıçratmak — II, 331, 332 bkz. saçrıtmak
- SAÇRITGU: bir çeşit kuş tuzağı — II, 331 bkz. saçratgu
- SAÇRITMAK: istemeksizin sıçratmak — II, 331, 332 bkz. saçratmak
- SAÇTAŞMAK: birbirinin saçlarını yakalamak — II, 211
- SAÇTURMAK: saçtırmak, II, 183, 184
- SAÇU: elbise ve mendil saçağı, II, 219
- SAÇUK: neñ saçık, saçılmış nesne — I, 381
- SAÇULAMAK: saçaklamak, saçak yapmak — III, 323
- SAFDIÇLANMAK: sepet sahibi olmak — II, 271
- SAG: sağlık, esenlik — I, 89; III, 154 sag sa ğ, tatII, iyi, temiz, halis; sağ, sağlam; sıcak — III, 154 § sag yag; sade yag, sag ya ğ — III, 154, 159
- SAG: akıl, zeyreklik, anlayı; — III, 153, 154
- SAG: yün atmak ve kabartmak için kullan ılan “sağ” denen çubuklar — III, 154
- SAGDIÇ: sagdıç, dost — I, 455; III, 374
- SAGILMAK: sağılmak — II, 124, 163
- SAGIM: sağış, sağım — I, 397 § bir sagım süt; bir sağışta sağılan süt — I, 397
- SAGIN: sağmal — I, 499
- SAGINLIG: sağmal sahibi, sağmalı olan — I, 499
- SAGINMAK: sağar görünmek — II, 152
- SAGINMAK: sanmak, zannetmek; sözle yardım etmek — II,
- SAGIR: içerisine şarap konulan havana benzer söbü bir kap — I, 406
- SAGIŞMAK: sağmakta yardım ve yarış etmek — II, 101
- SAGIZ: sakız — I, 365 bkz. sakır, sakız
- SAGIZLIG: sakızlı, sakızı olan — I, 495
- SAGIZLIG: çamurlu yapışkan — I, 495
- SAGIZ: toprak yapışkan toprak — I, 365
- SAGLIG: sayılı olan her ; ey — I, 464
- SAGLIK: dişi koyun; sağmal, sağılan hayvan — I, 471, 520; II, 22; III, 102
- SAGLIKLANMAK: sağmal sahlbl olmak — II, 275
- SAGMAK: sağmak. I, 389; II, 15, 37, 43. 50, 51, 61, 66; III, 325, 339
- SAGNAGU: kurumu; kabak — I, 491
- SAGRAK: sürahi, kâse, kap — I, 100, 468, 471
- SAGRI: deri, her şeyin derisi — I, 421, 422; III, 350 § yer sagr ısı; yeryüzü — I, 422
- SAGRILAMAK: kaba derlyi sertle{tirmek — III, 353
- SAGTURMAK: sağdırmak — II, 185
- SAGU: ölçek — III, 225, 418
- SAGULAMAK: ölçeklemek, ölçekle ölçmek — III, 325
- SAGURMAK: su içmek, suyu Içlrmek, suyu çektirmek, kurutmak, suyunu s ızdırarak keş haline getirmek; tükürmek — II, 18, 80, 81 bkz. sudmak, sutmak
- SAG: yag sade yag — III, 154, 159 saht e ğerlere, kemerin ba; ına, tokalara işlenen altın veya gümüş l{leme — I, 107 bkz; üstem sak i’şte uyanık ve zeyrek olan — I, 333
- SAKA: dağ yamacı — III, 226
- SAKAK: çere — I, 282; II, 286
- SAKAL: sakal — I, 230, 282, 390; II, 286; III, 228
- SAKALDURUK: külahın başta durması ve yere düşmemesi için çene altından geçirilerek bağlanan ipekten örülmüş bir kaytan — I, 530
- SAKALDURUKLANMAK: sakalduruğu bağlamak — III, 205
- SAKIG: ılgın, yalgın, serap — I, 191; III, 268
- SAKIMAK: hayal imiş gibi görünmek — III, 268, 269
- SAKINÇ: sakınacak şey; sıkıntı, sakınma, kaygı — I, 69, 100, 142; III, 333, 374
- SAKINMAK: sakınmak; sanrnak, düşünmek — I, 242, 419; II, 153, 167; III, 61, 361
- SAKIR: elbiseye bulaşan meyve suyu veya hurma pekmezi gibi nesneler — I, 365 bkz. sag ız, sakız
- SAKIRGAN: büyük sıçan, geme — I, 521 bkz. sıkırkan
- SAKIRKU: kene, sakırga — I, 489
- SAKIŞ: sayma, sayış, III, 247 bkz. sakmak, samak, sanamak, sanmak
- SAKIZ: elbiseye bulaşan meyve suyu veya hurma pekmezi gibi şeyler — I, 365 bkz. sagız, sakır
- SAKIZLIG: sakızlı, yapışkan şeyler yapışmış olan — I, 495
- SAKLANMAK: saklanmak, çekinmek — II, 247
- SAKLAŞMAK: saklaçmak, gizlennnek — II, 216 “
- SAKLIK: uyanıklık — I, 471
- SAKMAK: saymak, I, 85, 384 bkz. sakış, samak, sanamak, sanmak
- SAK: sak nöbetçinin, bekçinin kaleyi ve at ı koruyablimek için uyanık olmasını emreden söz — I, 333
- SAL: sal — III, 156
- SAL: kaplardaki sır — III, 157
- SALÇI: aşçı, mutfakta bulunan kimse — III, 442 § salç ı biçek; aşçı bıçağı, III, 442
- SALGA: at gem alınaz, başı sert, çamış at — I, 425
- SALI: sıva aygıtı, mala — III, 233
- SALIMLAŞMAK: çarpışmak ve saldıri{mak — II, 258
- SALINDI: atılan, çıkarılan; erkegin arkaya doğru salıverdiği saç — I, 449 bkz. sulındı § salındı otuñ; sellerin getirerek kıyıya attığı odun — I, 449
- SALINMAK: sarkmak — II, 154
- SALIÑULAMAK: yukandan aşağı sarkmak; taşlamak — III, 410
- SALIŞMAK: sallaşmak, birbirini güreşte sallamak, silkişmek, birbirine sallamak; işaretleşmek, II, 109
- SALMAK: átmak; bir ; eyle işaret etmek; göndermek, götürmek; toplamak, toplu hale getirmek — II, 24
- SALÑU: çakıl taşı atılan sapan — III, 379
- SALTURMAK: saldırtmak; sallatmak, sallamayı emretmek; çıkarıp atmayı emretmek II, 187 samak saymak, I, 281; III, 247, 250 bkz. sak ış, sakmak, sanamak, sanmak
- SAMAN: saman, I, 415; II, 316
- SAMANLIG: saman sahibi olan — I, 499, 500
- SAMDA: ayağa glyilen sandal — I, 418
- SAMDUY: ılık yemek — III, 240
- SAMLAMAK: ilâç etmek; sağaltmak — III, 298 bkz. em sem, sem
- SAMSITMAK: incitmek — II, 336
- SAMURSAK: sarımsak, sarmısak — I, 527 bkz. sarmusak
- SAMURTUG: ış içinden çıkılamayan karışık i; , I, 494
- SAN: sayı, sayma, addü itibar, III, 157, 429
- SANAÇ: dağarcık — I, 358 § sanaç kesürgü; k ırmızı dağarcık — I, 358
- SANAMAK: saymak — III, 274 bkz. sakış, sakmak, samak, sanmak
- SANÇIKMAK: yenilmek; vurulmak, sancılmak — II, 228
- SANÇILMAK: saplanmak, sancılmak; (asker, ordu) yenilmek. II, 231
- SANÇIŞMAK: birbirine hançer, bıçak gibi şeyler saplamak, birbirine sanc ımak; birbirlyle savaş yapmak — II, 217
- SANÇMAK: sançmak, dürtmek, sokmak; yenmek — III, 420
- SANDIRIŞ: kavga, çekişme — I, 402; II, 214; III, 416 bkz. sandr ış, sandruş
- SANDIRIŞMAK: kavga etmeki saçmalamak — II, 214 bkz. sanr ışmak, sanruşmak
- SANDRIMAK: saçmalamak — III, 281 bkz. sanrımak
- SANDRIŞ: çekişme — III, 416 bkz. sandırış, sandruş
- SANDRUŞ: çekişme — III, 416 bkz. sandırış, sandrış
- SANDUVAÇ: bülbül — I, 529; III, 178, 311
- SANGARMAK: bir şeyden saymak, bir şeye nispet etmek — II, 188, 189
- SANMAK: saymak, sayılmak; sanmak, I, 68; II, 28 bkz. sak ış, sakmak, samak, sanamak
- SANRIMAK: saçmalamak.III, 281 bkz. sandrımak
- SANRIŞMAK: saçmalamak — II, 214 bkz. sandırışmak, sanruşmak
- SANRUŞMAK: saçmalamak — II, 213 bkz. sandırışmak, sanrışmak
- SAÑ: kuş pisliği — III, 357
- SAÑA: sana — I, 391, 392, 423; II, 57, 78, 193; III , 156, 208, 272, 285, 313, 315, 322, 368, 372, 440
- SAÑAN: tadı buruk olan — III, 376
- SAÑLAMAK: kuş pislemek. III, 403
- SAÑLATMAK: kuş pisletmek. II, 359
- SAP: sap, kılıç veya bıçak sapı — I, 384; III, 145
- SAP: bir söze verilecek cevapta s ıra, yanut; değirmende, su!amada ve gezekte sıra — III, 145
- SAPANLAMAK: sapanla sürmek, III, 342 bkz.sabanlamak
- SAPIG: çadırın eteği — I, 374
- SAPILMAK: saplanmak, birisi giderken yan ına takılmak, katılmak — II, 120
- SAPIMAK: sallamak, hareket ettirmek — III, 256, 257
- SAPINMAK: saplamayı üzerine almak, saplar gibi görünmek II, 150
- SAPITGAN: daima sallayan — I, 513
- SAPITMAK: sallamak, hareket ettirmek; sallatmak II, 298
- SAPLAMAK: sap yapmak — III, 296
- SAPLATMAK: saplatmak, sap taktırmak — II, 344
- SAPLIK: saplık, kılıç ve bıçak gibi şeylere sap olmaya yarayan nesne — I, 470
- SAPMAK: ipliği iğneye geçirmek, saplamak; bir şeyi sarmak, cinsinden eksik kalan bir şeyi başkasıyle tamannlamak — II, 3, 4
- SAPTURMAK: ördürmek, yamatmak. II, 183
- SARAGUÇ: kadın yaşmağı — I, 487
- SARAGUÇLANMAK: başörtüsü örtmek — III, 205
- SARAN: hasis, cimri, II, 250
- SARANLAMAK: pinti saymak, pintilere nispet etmek — III, 345
- SARANLIK: pintilik, cimrilik I, 504
- SARGAN: çorak yerlerde biten bir ot — I, 438
- SARGAN: kamış kamışı kurutan tepe — I, 439
- SARGAN: yer “sargan”ın bittiği yer — I, 438
- SARGARMAK: sararmak — I, 69, 486; II, 187, 188
- SARIÇGA: çekirge, I, 489 bkz. sırıçga
- SARIÇGA: er gevşek ve tembel adam — I, 489
- SARIG: sarı, sarı renk — I, 329, 374, 395; III, 162, 224 § sap sarıg
- SARIG: erük kayısı, zerdali — I, 69
- SARIG: kezik sarılık hastalığı — I, 391
- SARIGLAMAK: sarılamak, sarı yapmak — III, 336
- SARIGLIG: sarılık hastalığı olan — I, 496, 500
- SARIGLIK: sanlık — I, 503 sarıg surıg herhangi bir sarı renk — I, 374
- SARIG: suv karında toplanan sarı su — I, 374
- SARIG: turma havuç — I, 431 bkz. geşür, gezer, gizri
- SARILMAK: kırmak, darılmak — II, 123 bkz; sarmak, sermek, sürmek
- SARILMAK: sarılmak II, 123
- SARIM: ibrik, testi glbi şeylerden içilecek olan nesnenin süzülmesi Için bu kaplar ın ağzına gerilen ipek kumaş parçası — I, 397
- SARIÑULAMAK: buz ve benzeri ; eyler üstıinden kaymak. III, 409, 410 bkz. seriñülemek
- SARINMAK: bir şeyi sarınmak, örtünmek; bir işe sanlmak — II, 151
- SARIŞMAK: sarmakta yardım ve yarış etmek — II, 96
- SARITMAK: sardırmak, sarmayı emretmek — II, 304 bkz. sarutmak
- SARKAÇ: karamuk; yaban hindibasına benzer bir ot — I, 454; III, 240
- SARKAÇLANMAK: yerde yaban hindibasına benzer bir ot bitmek, karamuk otu bitmek II, 271 bkz. surkuçlanmak
- SARKANIK: hayvanlardaki “kırk bayır” denen işkembe — III, 179 bkz. sarkayık
- SARKAYIK: hayvanlardaki “kırk bayır” denen işkembe — III, 179 bkz. sarkanık
- SARKIM: soğuk günlerde kar glbi yağan çiğ — I, 485
- SARKINDI: suv iri su damlası — I, 493
- SARKIŞMAK: çok damlamak.II, 214, 215
- SARKITMAK: damlatmak — II, 339
- SARKMAK: akar şey sızıp damlamak; uyuşmak, III, 421
- SARKURMAK: damlatmak — II, 189
- SARLAMAK: sarmak, III, 296
- SARLANMAK: sarınmak, sarılmak.II, 246
- SARLAŞMAK: sarmakta yardım ve yarış etmek — II, 215
- SARLATMAK: sardırmak, II, 346
- SARMAÇUK: bir çeşit şehriye .I, 527
- SARMAK: bir şeyi süzmek ve ayırmak; olgun hale gelmek, III, 167 bkz. sarmalmak, sarma şmak, sarmatmak, sermetmek
- SARMAK: kızmak, çıkışmak, sertelmek, sert söz söylemek II, 38, 39; III, 181 bkz. sar ılmak, sermek,
- SÜRMEK:
- SARMALMAK: süzülmek, dolanmak II, 233, 237 bkz. sarma şmak, sarmatmak, sermetmek
- SARMALMAK: sarılmak, dolanmak.II, 233, 237
- SARMAŞ: sarmaş, bir şeyin bir ; eye sarılması.I, 460
- SARMAŞ: bolmak halk birbirine kanşmak — I, 460
- SARMAŞMAK: sarmakta yardım etmek — II, 216
- SARMAŞMAK: karışmak; süzülmek; bir akarın içinden başka bir şey çıkmak, bunda yardım ve yarış etmek, II, 216, 217 bkz. sarmak, sarmalmak, sarmatmak, sermetmek
- SARMATMAK: sardırmak. II, 349
- SARMATMAK: bir şeyi sudan ayırıp çıkartmak, süzdürmek. II, 349 bkz. sarmak, sarmalmak, sarma şmak, sermetmek
- SARMUSAK: sarmısak, sarımsak — I, 527 bkz. samursak
- SARNIÇ: deve derisinden yapılan su tulumu; ağaçtan oyulmuş kap — I, 454
- SARSAL: sansar, samura benzer bir hayvanc ık — I, 483
- SARSIG: katı ve sert olan her şey — I, 464 § sarsıg söz; katı söz, I, 464
- SARSITMAK: sert ve kaba muarnele yaptırmak, II. 336
- SART: tacir, tecimen, satıcı, I, 66, 342; III, 13
- SARTLAMAK: sart (tecimen, tacir) saymak — III, 444
- SART: surt “zart zurt”, “fart furt” gibi ses bildiren söz — I, 342
- SART: surt kılmak “zart zurt”, “fart furt” gibi ses ç ıkarmak — I, 342
- SARUMAK: sarmak — III, 262
- SARUTMAK: sardırmak, sarmayı emretmek — II, 304 bkz. sarıtmak
- SASIG: kokmuş — I, 372
- SASIG: barıg kokmuç, sası — I, 372
- SASIK: saksı — I, 382
- SASIMAK: sasımak, kokmak — III, 265
- SAŞ: ürkek, III, 152
- SAŞTURMAK: sayışmak, kesişmek — II, 185 bkz. sayışturmak
- SAŞURMAK: arasını ayırmak — II, 79
- SATA: mercan, III, 218
- SATGALMAK: çiğnenmek; borç, takas yapılmak — II, 233
- SATGAMAK: çiğnemek; bir yol bir yola çatılmak; uğramak; ödeşmek; kar; ılaştırmak — III, 288
- SATGAN: satan, çok satan, II, 296
- SATGAŞMAK: rastgelnnek, kavuşmak; sataşmak, saldırışmak; sayışmak, ödeşmek, II, 214
- SATGUÇI: satıcı — II, 296
- SATGULUK: satmaya hakkı olan — II, 297
- SATIG: satış, satma — I, 374
- SATIGLAMAK: satışmak — III, 336 bkz. satıglaşmak
- SATIGLAŞMAK: satışmak — III, 336 bkz. satıglamak,
- SATIGLI: satmak azminde olan — II, 297
- SATIGLIK: satılık — I, 503
- SATIGSAK: satmak isteyen — II, 296, 297
- SATIGSAMAK: satmak Istennek — III, 333
- SATILMAK: satılmak II, 121
- SATINMAK: satar görünmek — II, 150
- SATIR: piç, aslı belirsiz anlamına sövme .I, 406
- SATIŞGAN: alışgan daima alıp satan, I, 518, 519
- SATIŞGAN: tavışgan daima satan ve tasarruf eden; daima alan satan — I, 519
- SATIŞMAK: satmakta yardım ve yarış etmek, karşılıklı alış veriş etmek II, 89; III, 71
- SATLANMAK: cesaret göstermek, cüret etmek, atılmak — II, 248
- SATMA: kulübe, bağ bekçisinin geceleri barınmak için ağaç üzerinde yaptığı çardak — I, 433
- SATMAK: satmak. I, 519; II, 193, 219, 294, 295, 296
- SATSAMAK: satmak istemek — III, 284
- SATTAÇI: satıcı — II, 296
- SATTURMAK: sattirmak — II, 183
- SATULAMAK: faydasız söz söylemek, gevezelik etmek — III, 194, 323
- SATURMAK: saydırmak — III, 186, 187, 192
- SAV: şöhret, san — III, 43
- SAV: söz, haber, salık; mektup; risale; atalar sözü, darb ımesel; kıssa, hikâye, tarihsel şeyler, I, 97, 207, 362, 409, 471, 508, 523, 524; II, 20; III, 154, 155, 158, 441
- SAVAŞMAK: sava; mak, çarpı; mak — II, 102
- SAVÇI: elçi, peygamber; hısım ve dünürler ara sındaki elçi — III, 154, 441
- SAVDIÇ: sepet, sele, I, 173, 455
- SAVILMAK: savulmak; (güneş) inmek I, 106; II, 170 bkz. savulmak
- SAVLAMAK: söylemek, atalar sözü söylemek — III, 297
- SAVLANMAK: atalar sözu söylemek — III, 199
- SAVLAŞMAK: birbirine sav söylemek; sal ık vermek; herhangi bir şey üzerine konuşmak, II, 215, 216
- SAVRAMAK: savulmak; azalmak, seyrekleşmek, savsamak, gevşemek; savmak, sağalmak — III, 41, 278, 281 bkz. savrımak, sevremek
- SAVRIMAK: azalmak, seyrekleşmek, III, 278 bkz. savramak, sevremek
- SAVRUKMAK: savrulmak, akan su köpüre kö-püre dalgalanarak çalkalanmak, II, 172, 228
- SAVRULMAK: savrulmak, saçılmak — II, 232
- SAVRUŞMAK: savurmakta yardım etmek — II, 212, 213
- SAVULMAK: bulunduğu halden ayrılmak, bir yana eğilmek, batmak; savulmak, gitmek II, 125, 163; III, 80 bkz. savılmak
- SAVURMAK: savurmak, saçmak — I, 330; II, 82
- SAVURTMAK: savurtmak III, 431
- SAY: kara taşlık yer — III, 158
- SAY: vücuda giyilen zırh, III, 158 § say yarık; demir göğüslük III, 15, 158
- SAYGIRMAK: yer kara taşlı olayazmak. III, 193
- SAYIKMAK: yer kara taşlı 0111^.III, 189, 190
- SAYILGAN: etilgen birçok işlere giren çıkan — I, 158
- SAYIŞ: ödenek — III, 126 bkz. seyş
- SAYIŞTURMAK: sayışmak, kesişmek, II, 185 bkz. saşturmak
- SAYPAMAK: israf etmek III, 310, 311
- SAYPATMAK: israf ettirmek II, 357
- SAYRAMAK: şakımak, ötüşmek; saçmalamak, hezeyan etmek, I, 467; III, 240, 311
- SAYRAMLANMAK: su azalmak, sığ bir hal almak, su biraz çekilmek — III, 205
- SAYRAM: suv topuktan yukarı çıkmayan sığ su II, .111, 176
- SAYRATMAK: çok söyletmek II, 357
- SAZINÇI: taşı alçı taşı — III, 375
- SEÇE: serçe kuşu — III, 219
- SEÇIŞMEK: saçmakta yardım ve yarış etmek — II, 92
- SEDRETMEK: seyrek hale getirmek; seyretmek. II, 332
- SEDREK(G): seyrek, I, 384, 477 § sedrek böz; seyrek bez — I, 477
- SEDREK: kapug parmaklıklı kapı — I, 478
- SEDREMEK: incelmek, seyremek, seyrekleşmek; elbise erpimek.III, 167, 277
- SEDREŞMEK: seyrekleşmek. II, 211
- SEFINÇ: memnun olma, sevinç — III, 377 bkz. sevinç
- SEGIRTMEK: segirtmek, koşturmak II, 274; III, 429 bkz. sekirtmek
- SEGREMEK: seğirtmek — I, 142 bkz. sekremek, sekrimek
- SEGRIŞMEK: seğrişmek, koşuşmak, seğirtmekte yardım ve yarış etmek — I, 214; II, 225 bkz. sekrişmek
- SEKIRTMEK: seğirtmek, koşturmak — II, 274; III, 429, 431, 432 bkz. segirtmek
- SEKITMEK: sektirmek — II, 310
- SEKIZ: sayıda sekiz — I, 365 bkz. sekkiz
- SEKIZ: on sayıda seksen — I, 437 bkz. seksün
- SEKKIZ: sayıda sekiz — I, 365 bkz. sekiz
- SEKREMEK: seglrtmek, I, 142 bkz. segremek, sekrimek
- SEKRIMEK: seğirtmek — I, 354; III, 281 bkz..segremek, sekremek
- SEKRIŞMEK: seğrişmek, koşuşmak, sejlrtmekte yardım ve yariş etmek I, 214; II, 225 bkz. segrişmek
- SEKRITMEK: sıçratmak, atlatmak — II, 333
- SEKSÜN: sayıda seksen — I, 437 bkz. sekiz on
- SEKÜ: dükkân; seki — III, 230
- SELÇÜK: sü-başı Selçuk hanlannın dedesi olan kişi-I, 478
- SEM: ilâç — III, 157 bkz. em sem, samlamak
- SEMIZ: semiz — I, 365 bkz. semüz
- SEMIZLIK: semızlik. I, 507
- SEMRIMEK: semirmek, yağlanmak — II, 365; III, 281
- SEMRIŞMEK: semizleşmek II, 213
- SEMRITMEK: semirtmek.II, 333
- SEMÜRGÜK: bülbüle benzer bir kuş — II, 290
- SEMÜZ: semiz — I, 285 bkz. semiz
- SEN: sen — 1, 36, 43, 74, 76, 79, 87, 110, 126, 134, 207, 281, 339, 353. 365, 391, 403, 412, 462, 529; II, 40, 42, 69, 167, 185, 204, 347; III, 26, 124, 131, 138, 145, 147, 154, 173, 178, 179. 207, 208, 214, 222, 233, 234, 256, 349, 357, 367, 440-
- SENKEÇ: fındık küçüklüğünde akı ve kırmızısı olan bır çeşit tatlı elma.I, 455 bkz. señeç
- SENLEMEK: sen diye aytamak, küçük say ılmak III, 298
- SENLETMEK: sen ile aytatmak — II, 346, 347
- SEÑEÇ: fındık gibi küçük ve tatlı bir elma — III, 381 bkz. senkeç
- SEÑEK: su içilen testi; ağaçtan oyulmuş su kabı, III, 367
- SEÑIL: insanın yüzünde çıkan siyil, ergenselik; yüzde olan çi ğit hastalığı — I, 483
- SEÑIR: dağ çıkıntısı, dağ burnu; herhangi bir duvarın ucu .III, 360, 362
- SEÑREGÜ: her zaman burnundan sümük akan çocu ğa sövmede kullanılan kelime — III, 387
- SEÑREGÜ: at engi hastalığına tutulmuş olup burnundan irln gibi sümük akan at — III, 387
- SEP: gelinin malı olan çeyiz — I, 319
- SEPTÜRMEK: çeyizlemek, çeyizle güveyin evine gönderme ği enrıretmek — II, 182
- SERGEK: sarhoşun, sarhoşluk yüzünden iki tarafa sallan ınası — II, 289
- SERGEKLEMEK: yalpalanmak, iki yana sallanmak II, 289
- SERILMEK: sarsılmak, sendelemek, yalpa ile dü şeyazmak — 1. 196; II, 123
- SERINMEK: sabretmek, II, 167; III, 233
- SERIÑÜLEMEK: buz ve benzeri şeyler üstünden kaymak — III, 400, 410 bkz. sar ıñulamak
- SERK: saksı ve saksı kırıkları — I, 353
- SERKER: haydut, yol kesen — I, 457
- SERMEK: sabretmek — II, 7, 38
- SERMEK: kızmak, çıkışmak, sertelmek, sert ve kaba söz söylemek, II, 38, 39; III, 181 bkz. sar ılmak, sarmak, sürmek
- SERMETMEK: bir şeyi sudan åyırıp çıkartmak, süzdürmek. II, 349 bkz. sarmak, sarmalmak, sarma şmak, sarmatmak
- SERÜ: evlerde üzerine eşya konan raf — III, 221
- SESINMEK: niyetlenmek, hazırlanmak; (at) bağından çözülmek üzere olmak — II, 152 bkz. se şilmek, seşlinmek, seşümek
- SEŞILGEN: daima çözülen — I, 524, 525
- SEŞILMEK: çözülmek, ayrılmak.II, 124; III, 102 bkz. sesinmek, se şlinmek, seşümek
- SEŞLINMEK: çözülmek, bagından boşanmak. II, 247 bkz. sesinmek, seşilmek, seşümek
- SEŞMEK: çözmek — II, 13, 14 bkz. şeşmek
- SEŞTÜRMEK: çözdürmek, II, 184, 185, 187 bkz. şeştürmek
- SEŞÜK: çözük, çözülmüş — I, 390
- SEŞÜMEK: gevşemek, çözüleyazmak. III, 267 — bkz. sesinmek, se şilmek, ‘seşlinmek,
- SEVINÇ: sevinç, I, 12; III, 373, 374 bkz. sefinç
- SEVINMEK: sevinmek. I, 12. 100, 142, 285, 419; II, 167, 268; III, 87, 159 bkz. sevünmek
- SEVIŞMEK: sevişmek — II, 102
- SEVMEK: sevmek — II, 15; III, 175, 385
- SEVREMEK: seyremek — I, 103 bkz. savramak, savrımak
- SEVRITMEK: eşyayı boşaltmak, işi bitirmek ve işten vaz geçmek II, 332, 333, 335
- SEVTIIRMEK: sevdirmek.II, 185
- SEVÜK: sevgili, seviIen. I, 94, 390
- SEVÜKLÜK: sevgi- II, 172
- SEVÜKSÜZ: sevgisiz — II, 250
- SEVÜNMEK: sevinmek. II, 153 bkz.
- SEVINMEK: sey ; ödenek — III, 126 bkz. sayış
- SEZINMEK: sezinmek, sanmak — I, 419; II, 152
- SEZIK: seziş, sezme — I, 408; II, 152
- SEZIKMEK: sezmek — II, 117
- SIBIZGU: düdük, boru — I, 217, 246, 489 bkz. s ıbuzgu
- SIBUZGU: düdük, boru — I, 176 bkz. sıbızgu
- SIÇGAK: sıçırgan, sık sık sıçan — I, 470
- SIÇGAN: sıçan, fare — I, 75, 345, 409, 438; II, 263; III, 263, 267. 282, 412
- SIÇGAN: yılı Türkler’in onikili yıllarından biri — I, 345, 438
- SIÇITMAK: sıçırtmak — II, 300
- SIÇMAK: sıçmak, I, 343; II, 4
- SIÇTURMAK: sıçtırmak .II, 184
- SIDIRGAK: çatal tırnaklı olan sığır, geyik gibi hayvanların tırnakları — I, 502
- SIDRIM: sırım.I, 485 bkz. sıdrım
- SIDRIM: ışlıg er işlediği işi bitiren, başkasına bırakmayan adann — I, 485
- SIDRIŞMAK: sıyırmakta, kar kürümekte yardım etmek II, 211 bkz. sıdrışmak
- SIDIG: kaftanın göğse kadar olan iki eteğinden biri.I, 374, 389 bkz. sidig
- SIDIG: diş etleri arasındaki a(iklık — I, 374 bkz. sıgzag
- SIDIRGAN: sıyırmak yaratilışında olan, daima sıyıran — I, 517
- SIDIRMAK: sıyırmak — I, 517
- SIDRILMAK: sıyrılıp kaçmak, kaymak; bütün kıvrıntı ve büküntüleriyle yola bak ılmak ve düşünülmek. II, 231, 232
- SIDRIM: sıyrım; sırım — I, 517 bkz. sıdrım
- SIDRIŞMAK: sıyırmakta ve kar kürümekte yardım etmek — II, 211 bkz. sıdrışmak-sıg ( — sig) isim sonuna getirilen benzetme eki, III, 128
- SIGAN: saç sığanmış saç, kıvırcık olmayan saç — I, 403
- SIGDATMAK: ağlatmak — II, 327 bkz. sıgtatmak, sıhtatmak
- SIGINMAK: sığınmak — II, 152, 160
- SIGIR: hanların halk ile beraber yaptığı sürgün avı- I, 364
- SIGIR: sığır — I, 364; II, 79, 189 § suv
- SIGIRI: ; manda — I, 368
- SIGIRÇIK: sığırcık kuşu — I, 501 bkz. sıgırçuk
- SIGIRÇUK: sığırcık kuşu — I, 505 bkz. sıgırçık
- SIGIRLAMAK: sığırdan saymak, sığıra nispet etmek, III, 331
- SIGIRLIG: sığırlı, sığır sahibi — I, 495
- SIGIT: ağlama, ağlayı; — I, 356 bkz. sıhıt
- SIGMAK: sığmak; tesir etmek, dokunmak, koymak — I, 183, 359, 397; II, 15
- SIGRA: iki dağ arasındaki geniş dere — I, 422
- SIGRUŞMAK: 51^5111-11^.II, 212
- SIGTAMAK: ağlamak. III, 275, 355 bkz. sıhtamak
- SIGTAŞMAK: ağlaşmak. II, 211 bkz. sıhtaşmak
- SIGTATMAK: ağlatmak, II, 360 bkz. sıgdatmak, sıxtatmak
- SIGTURMAK: sığdırmak — II, 185
- SIGUN: yaban sığırı, dağ keçisi tekesi — I, 409
- SIGUN: ot kökü insana benzeyen, çiftle; me kuvveti kalmayanlarca kullan ılıp erkeğl ve dişisi bulunan ve erkeği erkeğe, dişisi kadına verilen bir ot — I, 409
- SIGURMAK: sığdırmak.II, 81
- SIGZAG: dişlerin arasındaki açıklık, I, 464 bkz. sıdıg
- SIGZALMAK: bir şeyi bir şeye sığdırmak, sıkıştırmak — II, 232, 233
- SIGZAMAK: dişek ve hilâl ile diş kurcalamak; papuçta dikiş arasına parça koyarak sızgı yapmak, iki şeyin arasına bir şey sıkıştırıp koymak, III, 283
- SIGZIG: mest ve ayakkabı gibi şeylerde iki dikiş arasına konulan sahtiyan — I, 464
- SIGZIG: iki şeyi birleştiren kenet — I, 464
- SIXIT: aglama — III, 275 bkz. sıgıt
- SIXTAMAK: ağlamak.III, 275 bkz. sıgtamak
- SIXTAŞMAK: aglaşmak — II, 211 bkz. sıgtaşmak
- SIXTATMAK: aglatmak, II, 327 bkz. sıgdatmak, sıgtatmak
- SIK: az, III, 130
- SIKAMAK: el ile sığamak — III, 269
- SIKILMAK: sıkılmak — II, 125
- SIKIRKAN: büyük sıçan, geme, I, 521; II, 263 bkz. sak ırkan
- SIKIRMAK: ıslık çalmak — II, 83
- SIKIŞ: itişme, çarpışma — I, 368
- SIKIŞMAK: sıkışmak, sıkmakta yardım ve yarış etmek — II, 104
- SIKLIŞMAK: sıkışmak, sıkılmak., II, 216
- SIKMAK: sıkmak — II, 18
- SIKMAN: üzüm sıkma zarnanı — I, 444
- SIKRIŞMAK: birlikte ıslık çalmak, II, 213
- SIKTURMAK: sıktırmak, sıkılnmak, II, 186
- SIMAK: kırmak; bozmak; yenmek, galebe etmek, I, 282, 382, 473; III, 249
- SIMSIMRAK: bir çeşit yemek — III, 136
- SIN: boy, bos — III, 138
- SIN: mezar — III, 65, 138
- SINALMAK: sınanmak — II, 126
- SINAMAK: denemek, sınamak — I, 242; III, 273
- SINATMAK: sınatmak, tecrübe 0111^0^II, 312, 313
- SINÇGAN: mugaylan dikeni, Lycium europeum — III, 146
- SINDU: makas — I, 418
- SINLIG: boylu poslu — III, 138
- SINMAK: kırılmak, bozulmak, incitmek I, 254; II, 19, 29; III, 365
- SINUK: sınık, kırılmı; — III, 365 bkz.
- SIÑUK: sııigar bir şeyin tarafı, yanı — III, 375
- SIÑARLAMAK: yalnız ve yardımcısız bulduğu için zayıf görüp öç almak — III, 409
- SIÑARSUK: iki kişi bir ata bindiğinde ikincinin oturduğu yer, III, 388
- SIÑILAMAK: soğuktan zırıncımak, donacak halde soğumak; çınlamak — III, 405
- SIÑUK: sınık, kırılmış — III, 365 bkz. sınuk
- SIP: iki yaşına girmiş olan tay — I, 207, 319; III, 158
- SIP: akur hayvan torbası — I, 487 § sıp akurı; hayvan torbası; ikl yaşındaki tayın yem yedigi yer — I, 487
- SIR: kendisiyle Çin kâseleri dlâlan ıp üzerine nakış yapılan macun, sır — I, 324
- SIR: ağustos böceginin, kalem ve kaleme benzer şeylerin çıkardığı sesi anlatan bir kelime. I, 324
- SIR: etmek (agustos böcegi) ötmek — I, 324
- SIRIÇGA: sırça — I, 489
- SIRIÇGA: çekirge — I, 489 bkz. sarıçga
- SIRIÇGA: er gevşek ve tembel adam, I, 489
- SIRILMAK: bulaşmak, yapı; mak — II, 123, 124
- SIRIMAK: pislemek, siymek; sık dlkişle dlkmek — III, 262
- SIRIŞMAK: sık dikmekte yardım etmek — II, 96
- SIRITMAK: sık diktirmek — II, 304
- SIRLAMAK: sırlamak, sır vurmak — III, 296
- SIRLANMAK: (işe) hazırlanmak; sırlanmak — II, 246, 247
- SIRLATMAK: sırlatmak — II, 346
- SIRLIG: sırlı, nakışlı.I, 324 § sırlıg ayak; sırlı kâse — I, 324
- SIRMAK: eşek palanındaki teyeltl — I, 471
- SIRT: kıl, kalın kıl; bayır, yokuş, sırt, küçük dere — I, 342
- SIRTIG: herhangi bir sözün izeridir kl hepsl de ğil bir parçası anla; ılabilır — I, 463 sırtıg bulmak sözün izerini bulmak — I, 463
- SIRTLAMAK: kuyruğu iple bükmek; küçük bir dereden yukar ı çıkmak.III, 444
- SIRUK: sırık, çadır direği. I. 381
- SIRUKLUK: sırıklık, I, 503, 505
- SIŞ: şiş, tutmaç şişi.I, 331; II, 15, 174; III, 125bkz. şış
- SIŞ: şişmiş olan her nesne, yumru — III, 125, 184 bkz. s ışılmak, siş
- SIŞILMAK: kabına sığmayacak kadar su ile şişmek, II, 124 bkz. sış, siş
- SITGALMAK: sığanmak, sığanılmak II, 233
- SITGAMAK: sığamak — I, 325; 111. 288
- SITGANMAK: sığanmak — II, 245, 246
- SITGAŞMAK: sıgaşmak, sığamakta yardım ve yarış etmek — II, 214
- SITURMAK: kestirmek, kıydırmak, kırdırmak. III, 187
- SIYUMAK: yenmek, bozmak, yarmak.I, 123, 128
- SIZGURMAK: sızdırmak, eritm — ek; arıklatmlak, zayıflatmak — II, 188
- SIZITMAK: sızdırmak, I, 374; II, 305, 306
- SIZLAG: soğuk su içmekten veya buz çiğnemekten dişlerin üşüyerek uyuşması, I, 464
- SIZLAMAK: sızlamak, ağrımak. III, 297
- SIZLATMAK: sızlatmak, soğuktan ağrı veya ‘sızı duyurmak — II, 346
- SIZLATSI(-SI): sónu sâkin kelimelerde izafet edat ı — III, 209, 210
- SIZMAK: sızmak, erimek; (güneş) belirmek, ucu görünmek; arıklamak, zayıflamak — II, 9, 10; III, 182
- SIBEK: değirmen taşının üzerinde döndüğü demir.I, 389
- SIBEK: sübek, çocuğun içine işemesi için beşiğe konan kamış, I, 389
- SIBIZ: kişi alık, dalgın adam, I, 406
- SIDÜK: sidik — I, 389 bkz. sidük
- SIDIG: kaftanın iki yanından, sağ ve sol taraflarından birisi, I, 389 bkz. sıdıg
- SIDITMEK: işetmek — II, 302
- SIDMEK: işemek, siymek, II, 295; III, 321, 440 bkz. sitmek
- SIDTÜRMEK: işetmek, siydirmek — II, 183 bkz. sittürmek
- SIDÜK: sidik, III, 321 bkz. sidük
- SIGIL: siyil — I, 394
- SIGRIG: dağda atlamakla geçilen yer — I, 478 bkz. sikrig
- SIK: sik, I, 201, 334
- SIKILMEK: sikilmek II, 126
- SIKIŞ: sikiş, I, 369
- SIKIŞMEK: sikişmek — II, 107
- SIKITMEK: düzdürmek, siktirmek II, 309
- SIKKEN: her zaman siken — I, 401
- SIKMEK: sikmek — I, 401; II, 22
- SIKRIG: dağda atlamakla geçilen yer — I, 478 bkz. sigrig
- SIKTÜRMEK: siktirmek II, 186
- SIL: her yemekten tiksinen, bogazs ız insan; az yem yiyen hayvan — III, 134
- SILIG: temiz, ince, yakışıklı, tatlı dilli. I, 390
- SILKMEK: silkmek, III, 422, 423
- SILKINMEK: silkinmek; ürpermek — II, 246
- SIN: sen — III, 138
- SINÇÜ: somunla yufka arası bir çeşit ekmek, pide. I, 417
- SIÑ: çınlama, vızlama sesi — III, 358
- SIÑDÜRMEK: sindirmek, hazmettirmek; saklamak — III, 397 bkz. siñirmek, singürmek
- SIÑ: etmek çınlamak, vızlamak — III, 358
- SIÑEK: sinek, sivrlsinek, karaslnek. II, 13, 352; III, 100, 367
- SIÑI: içe sinen, hazmolunan, III, 368
- SIÑIL: kocanın kendinden küçük kız kardeşi I, 57; III, 7, 366
- SIÑILLENMEK: kız kardeş edinmek.III, 408
- SIÑIR: 51^1-.I, 520; III, 362
- SIÑIRLEMEK: sinir sarmak — III, 409
- SIÑIRLENMEK: sinirlenmek, siniri çoğalmak, sinir sarılmak.III, 407
- SIÑIRMEK: sindirmek, emdirmek III, 392 bkz. siñdürmek, siñürmek
- SIÑIŞMEK: çekilmek; başkasının parçaları arasına sinip sızmak (akarlar için) III, 394
- SIÑMEK: sinmek, hazmedilmek; işlemek, girmek; saklanmak, sahibine sormadan bir yere girip sinmek III, 155. 391
- SIÑÜRMEK: yutmak, hazmetmek. III, 392, 397bkz. siñdürmek, siñirmek
- SIÑÜT: karşılığına bir şey verilmeyen ve geri gönderilmeyen arma ğan. III, 362 bkz. süñüt
- SIPÜT: karabiber, kimyon gibi yemeğe katılan bir ot — I, 356
- SIRKE: sirke, I, 191, 207, 209, 430; II, 30, 138, 295, 337; III, 121, 252, 284
- SIRKE: bit yumurtası, sirke — I, 430
- SIRKELEMEK: (bir şeye) sirke katmak; (baştan) sirke toplamak III, 353
- SIRKELENMEK: sirkelenmek, (baş) bit yavrusu (sirke) ile dolmak — III, 202
- SIŞ: şişmiş olan her nesne, yumru. bkz. sış, sışılmak
- SITMEK: işemek II, 295 bkz. sidmek
- SITTÜRMEK: işetmek, siydirmek — II, 183 bkz.sidtürmek
- SIZ: siz, büyük ve sayılan kişilere “sen” yerinde aytanan söz, I, 25, 339, 365. 376, 407; II, 347; III, 124
- SIZLEMEK: aytarken büyüklemek — III, 298
- SIZLETMEK: siz diye aytatmak, hitap ettirmek II, 347
- SOGAN: soğan, I, 409 bkz. sogun
- SOGAN: yılan tulum gibi irl bir yılan — I, 409
- SOGIMAK: soğumak. III, 268
- SOGLIMAK: aramak için elini koynuna sokmak — III, 297 bkz. sogl ıtmak, sogratmak, sugratmak
- SOGLITMAK: aramak için elini koynuna sokturmak II 346 bkz. sogl ımak, sogratmak, sugratmak
- SOGMAK: elde etmek, edinmek — II, 15 bkz. sogratmak, sogurmak, sugratmak
- SOGRAŞMAK: sormak, emmek, II, 212
- SOGRATMAK: aratmak, aratarak her şeyi görmek — II, 332 bkz. soglımak, soglıtmak, sogmak, sogurmak, sugratmak ;
- SOGUK: soguk — I, 503
- SOGUKLANMAK: soguk bulmak veya soğuk saymak — II, 266, 267
- SOGUKLUK: sogukluk için hazırlanmış — I, 503
- SOGULGAN: daima çabuk soğulan, sızıp kaybolan. I, 520
- SOGULMAK: (su) topraga sızıp kaybolmak, (su, süt) çekilmek, azalmak.II, 124, 125, 139, 163, 170
- SOGUN: sogan. I, 409 bkz. sogan
- SOGUNLUG: soğanlı, I, 499
- SOGUNMAK: üşümek; sidikten ve benzerlerinden temizlenmek. II, 152
- SOGUR: ada tavşanı, kelere benzer bir çeşit ada tavşanı.I, 363; II, 227 bkz. sugur
- SOGURLUG: tavşanı çok ve bol olan — I, 494
- SOGURMAK: elde etmek, edinmek — II, 15 bkz. sogmak, sogratmak, sugratmak
- SOGUŞMAK: soğumağa yüz tutmak — II, 101
- SOGUT: bumbar dolması, bumbar yemeği — I, 356 bkz. soktu
- SOGUT: ekşi sütten yapılan peynir, I, 356
- SOK: aç gözlü; alçak — III, 130 bkz. suk § sok er; aç gözlü; alçak adam — III, 130
- SOKAR: boynuzsuz hayvan; başı saçsız adam, I, 411 § sokar koy; boynuzsuz koyun, I, 411
- SOKIM: bir agaç parçasıdır ki çam kozası şeklinde kesilerek içi oyulur, üç taraf ından delinerek okun üzerine konur, I, 397
- SOKKU: havan — III, 226 bkz. soku
- SOKLUK: oburluk.I, 471
- SOKLUNMAK: sokulmak — II, 247
- SOKLUŞMAK: birbirine sokulmak ve yerleşmek II, 216
- SOKMAK: sokmak, delmek, döverek inceltmek, toplamak I, 425; II, 18; III, 142 bkz. sukmak
- SOKRU: izinsiz, gizlice. I, 422
- SOKTU: sucuk; karaciğer, et ve baharat karıştirılarak doldurulan ve pi; irildikten sonra yenen bağırsak dolması — I, 416 bkz. sogut
- SOKTURMAK: sokturmak; bir nesneyi dövdü rerek inceltt ırmek.II, 185, 186
- SOKU: havan. III, 226 bkz. sokku
- SOKULMAK: bir şeyin içine sokulmak; dövülerek inceltilmek II, 125
- SOKUŞMAK: döverek inceltmekte yardım ve yarış etmek, II, 104
- SOL: sol.I, 72; III, 134
- SOLAMUK: solak, I, 487
- SOLUŞMAK: solmak; yaş meyve veya sebze tazeliğini kaybetmek. II, 109
- SON’: som, içi dolu madenden olan şey — III, 138
- SOÑ: bir adamın çolugu çocuğu; her şeyin ve her işin sonu, sonra — III, 357
- SOÑDAMAK: arkasından kovalamak.III, 400, 401
- SOÑKUR: sonkur kuşu, yırtıcı kuşlardan biri. II, 95; III, 381
- SOÑRAMAK: kabulde tembellik etmek ve sözü ikircimlemek III, 402
- SOÑUK: son, bir şeyin sonu — III, 107
- SORGU: hacamat aygıtı, kendlsiyle kan alınacak ve emilecek aygıt ve şişe — I, 16, 425; II, 69
- SORIŞMAK: yüzü ek; inıek — II, 96
- SORITMAK: emdirmek; buruşturmak, sorutmak, II, 304
- SORMAK: emmek, sormak — I, 16; II, 70; III, 181
- SORMAK: (sorgu) sormak, aramak. III, 181
- SORTURMAK: sordurmak (sorgu) sordurmak; emdirmek II, 184
- SORUG: sorma, soru, arama; kaybolan şey, aranan şey, I, 374; II, 184
- SORUGÇI: sorucu, kaybolan şeyi arayıcı — III, 242
- SORUKMAK: kaybolan ; eyin arandıktan sonra haberi alınmak, aranıp sorularak salık almak — II, 115
- SORUŞMAK: (suyu veya teri) sormak II, 96
- SOVUŞGAN: solucan yüzünden olan sarılık has talıgı — I, 519
- SOYMAK: soymak; deri yıizmek.III, 244
- SOYSUKMAK: soyguna uğramak — I, 21 bkz. soyukmak
- SOYUKMAK: malı soyulınak — III, 189 bkz. soysukmak
- SOYULMAK: açılmak, dağılmak, (deri veya elbise) soyulmak. III, 190
- SOYUŞMAK: bir şeyi soymakta yardım etmek, III, 188
- SÖBI: uzun veya sivri nesne (yuvarlak olmayan). III, 217 bkz. sub ı
- SÖGE: turmak sövmekte devam etmek, III, 230
- SÖGMEK: söğmek, sövmek I, 27; III, 184 bkz. sökmek
- SÖGTÜRMEK: sövdürmek.II, 186 bkz. söktürmek
- SÖGÜK: küfür, sövme. I, 27
- SÖGÜŞ: sövme, sövüşme — I, 368
- SÖGÜŞ: kebap etmeye yarar oğlak veya kuzu — I, 369
- SÖGÜŞMEK: sövüşmek II, 89, 107
- SÖGÜT: sögüt ağacı — I, 319, 356; III, 134, 168. 369 bkz. söküt § keyik
- SÖGÜT: ; yaban söğüdü, III, 168
- SÖGÜTLENMEK: söğütlük olmak, II, 266
- SÖGÜTLÜG: söğüt sahibi olan, I, 506
- SÖGÜTLÜK: söğütlük, sögüt ağacı biten yer, I, 506, 510
- SÖKE: diz üstü çökmek, III, 230
- SÖKEL: hasta, II, 10, 40, 216, 394; III, 181, 286, 395
- SÖKE: olturmak diz çökerek oturrT.ak. II, 21; III, 230
- SÖKE: turmak diz üstü oturmak III, 230
- SÖKLÜNÇÜ: kebap, II, 309; III, 242
- SÖKLÜNMEK: kebap edilmek, kebap etmek, kendi kendine et kebap etmek II, 248, 254
- SÖKMEK: sövmek — I, 27 bkz. sögmek
- SÖKMEK: sökmek, yarmak, yırtmak; diz çökmek, I, 444; II, 21, 22
- SÖKMEN: yiğitlere verilen ungun — I, 444
- SÖKMENLENMEK: kahramanlaşmak, kendini kahraman saymak — II, 278
- SÖKTI: kepek, I, 416
- SÖKTÜRMEK: sövdürmek II, 186 bkz. sögtürmek
- SÖKTÜRMEK: söktürmek. II, 186
- SÖKÜLMEK: sökülmek, bozulmak. II, 125, 126
- SÖKÜLMEK: kızartılmak, kebap 0(^010^II, 126
- SÖKÜNMEK: diz çökmek; söker görünmek II, 154
- SÖKÜŞMEK: sökmekte ve yıkmakta yardım ve yarış etmek — II, 90, 107
- SÖKÜT: söğüt ağacı — I, 319, 356; III, 134, 168, 369 bkz. sögüt
- SÖMRÜŞMEK: sömrüşmek ve bunda yarış et-mek, II, 213
- SÖMÜRGEN: daima sömüren — I, 523, 525
- SÖMÜRMEK: sömürmek, II, 85
- SÖVLEMEK: söylemek, III, 278
- SÖVLENMEK: fısıldamak, III, 278
- SÖZ: söz, I, 35, 92, 96, 122, 156, 174, 197, 215, 216, 221, 223, 227, 228, 229, 230, 243, 246, 267, 268, 269, 270, 275, 277, 290, 305, 319, 374, 383, 428, 463, 464, 515, 525; II, 9, 15, 16, 17, 23, 73, 76, 84, 86, 112, 117, 118, 130, 133, 150, 218, 247, 312, 315, 325, 3
- SÖZEÑRI: saçma sapan söyleyen — III, 389
- SÖZKELI: söze, III, 145
- SÖZKIYE: sözceğiz. III, 359
- SÖZLEMEK: söylemek, konuşmak — I, 339, 402; III, 208, 296, 297
- SÖZLENMEK: söylemek, sözü açıklamak — II, 247
- SÖZLEŞMEK: söyleşmek, konuşnnak — II, 215; III, 104
- SÖZLETMEK: söyletmek, II, 346
- SUBI: uzun ve sivri nesne (yuvarlak olmayan) — III, 217 bkz. söbi
- SUBILAMAK: enll şeyi söbü yapmak, ucunu sivriltmek, yanlar ını daraltmak — III, 323
- SUBIMAK: uzamak, incelmek, söbüleşmek — III, 257
- SUBITMAK: sivriltmek, söbütmek — II, 298
- SUBURGAN: maşatlık — I, 516 bkz. subuzgan
- SUBUZGAN: maşatlık .I, 516 bkz. suburgan
- SUÇ: suç, cürüm, bir çeyin sapmasını bildirir.I, 321
- SUÇGURMAK: sıçrayayazmak — II, 187
- SUÇIMAK: sıçramak. III, 258, 279 § suçımak burkımak; sıçramak — III, 279
- SUÇITMAK: sıçratmak — II, 300
- SUÇ: kılmak sapmak, kesmemek, I, 321
- SUÇ: kılmak işl üzerine almaktan çekinmek. I, 321
- SUÇLUNMAK: sıyrılmak, bir şey yerlnden çekilip çıkarılmak II, 246
- SUÇLUŞMAK: bir şeyi dışarı çekip çıkarmakta yardım ve yarış etmek — II, 215
- SUÇULMAK: (çiçek) açılmak, çıkmak; (elbise) çıkarmak, soyunmak; (koyun) yıizülmek. II, 122
- SUÇUŞMAK: sıçraşmak, kalkı; mak — II, 92
- SUDMAK: tükurmek, II, 81, 295; III, 132, 321, 439 bkz. sagurmak, sutmak
- SUDTURMAK: tükürtmek II, 183 bkz. sutturmak
- SUDUK: tükrük, I, 381; III, 102, 321
- SUF: su, III, 427, 431 bkz. suv
- SUF: yün ipliklerinden elie örülen ku şak, III, 129
- SUFSAMAK: fısıldamak, okuyup üflemek — III, 286 bkz. suf şamak, şuvşaşmak, şuvşatmak
- SUFŞAMAK: fısıldamak, okuyup üflemek — III, 286 bkz. sufsamak, şuvşaşmak, şuvşatmak
- SUGDIÇ: kışın dostlar arasında sıra ile yapılan şölen — I, 455
- SUGRATMAK: aratmak, aratarak her şeyi görmek — II, 332 bkz. soglımak, soglıtmak, sogmak, sogratmak, sogurmak
- SUGUR: kelere benzer bir çeşit ada tavşanı.I, 363 bkz. sogur
- SUK: aç gözlü; alçak, III, 130 bkz. sok § suk er
- SUKAK: sığın, geyik, be/az geyik — I, 214; II, 287
- SUKAKLIG: geyikli, geyiği çok olan — I, 498
- SUKARLAÇ: börk uzun külâh, börk, I, 493
- SUK: erıñek işaret (şahadet) parnnağı — III, 130
- SUKIMAK: parmağıyla gıdıklamak — III, 269
- SUKINMAK: yıkanmak — II, 153, 154
- SUKMAK: delmek — I, 425 bkz. sokmak
- SUK: yalñus er kendine yardım eden bir kimsesi ve arkadaşı bulunmayan, yapyalnız adam — I, 333
- SULAK: dalak — I, 411 bkz. talak
- SULINDI: erkeğin arkaya doğru salıverdiği saç — I, 449 bkz. salındı
- SULUK: sarık — III, 262 bkz. suvluk
- SUMA: önce ıslatılıp sonra kurutularak öğüdülen ve bulamaç, ekmek gibi şeyler yapılan bugday, aynı suretle hazırlanıp şerbet hamurunda kullanılan arpa — III, 234
- SUMAK: itaat etmek; bükülmek üzere sümek göndermek III, 248. 249
- SUMLIM: Türkçe bilmeyen kimse.I, 486; II, 347
- SUMLIMAK: Türkçe’den başka bir dille konuşmak, III, 298
- SUMLIM: Tat hiç Türkçe bilmeyen Farslı — I, 486 sumlışmak yabancı dil konuşmak — II, 216 bkz. sumluşmak
- SUMLITMAK: yabancı dil ile söyletmek, II, 347
- SUMLUŞMAK: yabancı dil konuşmak.II, 216 bkz. sumlışmak
- SUNDILAÇ: yund kuşu, çayır kuşu, I, 526, 529; III, 178
- SUNDIRI: deniz — I, 492 bkz. sundurı
- SUNDURI: deniz. I, 492 bkz. sundırı
- SUNI: evin kirişleri .III, 236
- SUN: kişi yumuşak huylu, yüreği selek adam — III, 138
- SUNMAK: sunmak — II, 28
- SUNU: çörek otu, Nigella sativa — III, 238
- SUNUŞMAK: birbirine sunmak — II, 112
- SUNZI: pire soyundan bir hayvan — I, 422
- SURAMAK: kullanmak — I, 428
- SURÇITMAK: sürçtürmek — II, 328 bkz. sürçitmek, silrçmek
- SURKAÇ: lök agacı zamkı — I, 454 bkz. surkuç
- SURKUÇ: lök ağacı zamkı, I, 454 bkz. surkaç
- SURKUÇLAMAK: lök macunu ile sap peklştirmek — III, 350
- SURKUÇLANMAK: lök macunu ile sıkiştırılmak, berkitilmek. II, 271
- SURKUÇLANMAK: yerde yaban hindibasına ben-zer bir ot bitmek, karamuk otu bltmek — II, 271 bkz. sarkaçlanmak
- SURPLAMAK: kur’a çekmek — III, 443, 444. 446 bkz. sürllemek
- SUR: sur dudağın çıkardığı ses — III, 122
- SUR: sur öpmek şarul şurul içmek — III, 122
- SURUŞ: buğday başaklarındaki taneler sertleş-meden önce başak alevde ütülür, sonra dövülerek yenir, ütme, firik I, 368
- SURUŞLAMAK: başak ütmek, başak kavurmak — III, 335
- SUSGAK: susak, kendisiyle su ve benzeri ; eyler dald ırılarak alınan nesne — I, 470
- SUSIK: kova — I, 382
- SUTMAK: tükürmek — II, 295 bkz. sagurmak, sudlmak
- SUTTURMAK: tukürtmek, II, 183 bkz. suğturmak
- SUVIK: sıvık, cıvık, sulu, durultularak akar haline getirilen her şey; ağaç ve kuyruk gibi şeylerin upuzun ve çırıl çıplak kalmış hali — III, 164 bkz. suvuk, suv ıglanmak § suvık kudruk; katır kuyruğu gibi kılsız ve uzun kuyruk — III, 164
- SUVUK:
- SUV: su — I, 15, 20, 31, 73, 75, 79, 95, 140, 144, 155, 164, 168, 172, 177, 179. 186, 191, 194, 212, 218, 222. 246 258, 276, 294, 312, 314. 315, 325, 369, 374, 375, 379, 387, 389, 396, 401, 424. 440, 443, 449. 450, 459, 560, 492, 493, 520, 525, 528; II, 3, 4, 5
- SUVALMAK: sulanmak, su verilmek, su saç ıltnak — II, 125, 162; III, 240
- SUVALMAK: (çamur vb.) sıvanmak. II, 125
- SUVARMAK: sulamak, suvarmak — I, 498
- SUVAŞMAK: (çamur vb.) sıvamakta yardım veyarış etmek, II, 102
- SUVGARDAÇI: sulayan, sulayıcı — II, 256
- SUVGARGUÇI: sulayan, sulayıcı, su veren — II, 50, 256
- SAVGARGULUK: sulamak hakkı olan — II, 256
- SUVGARIGLI: sulayan — II, 257
- SUVGARIGSAK: sulamak dileğind — e, azminde olan, II, 257
- SUVGARIMSINMAK: sular görünmek, suvarır görünmek. II, 202, 261
- SUVGARIŞMAK: sulamakta yardım etmek — II, 201
- SUVGARMAK: sulamak, su vermek.II, 44, 188, 199, 255 bkz. suvrarmak
- SUVGARTMAK: sulatmak, sulatmak için birini göndermek — II, 256
- SUVGARUNMAK: sular görünmek II, 202
- SUVIGLANMAK: sulu bulmak, II, 267 bkz. suvık, suvuk
- SUVIŞMAK: sıvıklaşmak, cıvıkla; mak — II, 102
- SUV: katlışmak su kollarının kavşıtında su birbirine karışmak — I, 460
- SUVLAG: hayvan sulanacak yer, yalak, I, 464
- SUVLAMAK: sulanmak, su içmek; sulandırmak, su koymak — III, 297 bkz.
- MAK:
- SUVLAÑ: dalı budağı olmayan ağaç; kıvırcık olmayıp düz olan saç, III, 386
- SUVLANMAK: sulanmak, sulu olmak II, 247
- SUVLATMAK: sulatmak — II, 346
- SUVLUK: sarık, mendil ve benzerleri. — I, 201, 471; II, 96, 151, 215, 246, 304, 346; III, 296, 323 bkz. suluk
- SUVRARMAK: sulatmak .II, 199, 200 bkz. suvgarmak
- SUVSAMAK: susamak — I, 281; tII, 284
- SUVSATMAK: susatmak — II, 336
- SUV: sıgırı manda, dombay — I, 364, 368
- SUVSIMAK: sùlanmak, sulu olmak — I, 282; III, 284
- SUVSUŞ: buğdayın kuvveti gittikten sonra al ınan son suyu; üzerine su kat ılmış ayran, I, 460
- SUV: tirkeşi dere kolları suyunun toplandığı yer — I, 460
- SUVULMAK: bkz. suvlamak
- SUYAGU: horozun ayağındaki mahmuz — III, 174
- SUYRAN: minare ve buna benzer şeyler gibi uzun olan her nesne, I, 436
- SÜ: asker I, 69, 144, 195, 249, 307, 321, 353, 371, 399, 443, 490, 516, 521; II, 5, 7, 19, 29, 190, 209, 231. 239, 245. 274, 312; III, 59, 77, 78, 81, 94, 104, 105, 114, 180, 192, 208, 249, 260, 292, 305, 339
- SÜCINMEK: tadını bulmak, mahzuz olmak — II, 150 bkz. süçünmek
- SÜÇIK: tatlı; içilecek şey, şarap — I, 154, 157, 211, 282, 338, 373, 408; III, 164, 166, 397, 427 bkz. süçük § kızıl
- SÜÇIK: şarap — I, 408
- SÜÇIMEK: tatlılanmak ve güzelleşmek III, 258
- SÜÇIRMEK: tatlılaşmak, tatlanmak — II, 75
- SÜÇIŞMEK: tatlılanmak, II, 92 bkz. süçüşmek
- SÜÇITMEK: iyileştirmek, tatlılandırmak — II, 299, 300
- SÜÇÜK: şarap — II, 190 bkz. süçlk
- SÜÇÜNMEK: tadını bulmak, mahzuz olmak, II, 150 bkz. süçinmek
- SÜÇÜŞMEK: tatlılanmakII, 92 bkz. süçişmek —
- SÜGLIN: sülün, I, 444 bkz. süvlin
- SÜGRÜG: kadının avret yeri — I, 478
- SÜKEN: eşek yükünün bir tarafında olan sepet, sele gibi şeyler, seklem — I, 403
- SÜKNEGÜ: et ile tirnak arasında çıkan sivilce I, 491
- SILKNEMEK: siğile ilãç yapmak, sağaltmak — III, 301, 302
- SÜKSÜK: dağdağan denilen bir agaç, Kaloxylon ammodendron — I, 486
- SÜKÜL: siğil — III, 301 sül ette ve ağaçta olan yaşlık ve tazelik — I, 1, 356; III, 134, 369
- SÜLEMEK: düşmana karşı asker göndermek, savaş yapmak, III, 271, 272
- SÜLLÜG: çiğ, pişmemiş. III, 134
- SÜMSÜÇIK: tap tatlı, pek tatlı nesne — I, 338
- SÜÑIŞ: savaşta saldırma ve süngü durtme — III, 365 bkz. süñü ş
- SÜÑÜ: süngü, mızrak, kargı — I, 349, 441, 497; II, 264; III, 337, 368
- SÜÑÜK(G): kemik. I, 178, 235, 247, 380; II, 85, 224; III, 52, 297, 367
- SÜÑÜKLENMEK: kemiklenmek, büyümek.III, 408
- SÜÑÜLEMEK: süngülemek, süngü ile dürtmek III, 405, 406
- SÜÑÜŞ: savaşta saldırma ve süngü dürtme — III, 365 bkz. süñi ş
- SÜÑÜŞMEK: çarpmak, süngüleşmek, savaşta süngüleşmek — III, 393, 394
- SÜÑÜT: karşılıgına bir şey verilmeyen ve geri gönderilmeyen arma ğan .III, 362 bkz. siñüt
- SÜPRÜK: süprüntü; bir adama kızıldığında söğme olarak kullanılır — II, 231
- SÜPRÜLMEK: süpürülmek. II, 231
- SÜPRÜNDI: sıiprıintıi.I, 493
- SÜPÜRGÜ: süpürge, I, 490
- SÜPÜRMEK: süpürmek — II, 85
- SÜRÇEK: gece toplantısı, müsamere — I, 478 bkz.sürçük
- SÜRÇITMEK: sürçtürmek — II, 328 bkz. surçıtmak, sürçmek
- SÜRÇMEK: sürçmek, ayak kaymak — III, 420 bkz.surç ıtmak, sürçitmek
- SÜRÇÜK: gece toplantısı, müsamere — I, 478 bkz.sürçek
- SÜRGÜCI: sürücü — II, 51
- SÜRILEMEK: kur’a çekmek, III, 443, 444, 446 bkz.surplamak
- SÜRK: soğuktan donma, katıla; ma, I, 353
- SÜRKILEMEK: kovalamak, sürmek, kovalayıp sürerek üzerine saldırmak.III, 353 bkz. sürkülemek
- SÜRKÜLEMEK: kovalamak, sürmek, kovalayıp sürerek üzerine saldırmak, III, 353 bkz. sürkilemek
- SÜRMEK: sürmek, kovmak, sürgün etmek; devam etmek — II, 7, 39, 51, 90, 177; III, 217 bkz. sar ılmak, sarmak, sermek
- SÜRSEMEK: sürmek istemek III, 284
- SÜRTMEK: sürtmek; sürmek, III, 426, 427
- SÜRTÜK: ezilen, sürüştürülen her şey — I, 477 § sürtük işler; sürüştüren, kendis!ne sürüştürülen kadın; sevici kadın — I, 477
- SÜRTÜLMEK: sürtülmek, dövülmek; ezilmek II, 231; III, 303
- SÜRTÜNMEK: sürtünmek, 3111-11^6^ II, 245
- SÜRTÜRMEK: sürdürmek, sürttürmek — II, 184
- SÜRTÜŞMEK: sürmek ve sürtmekte yardım ve yariş etmek — II, 210, 211
- SÜRÜG: sürü, I, 389; III, 102
- SÜRÜLGEN: her zaman, her yerden sürülen — I, 523, 525
- SÜRÜLMEK: sürülmek; ezllmek, II, 123
- SÜRÜNDI: er her yerden sürülen, sürüntü adam — I, 449
- SÜRÜNMEK: kendini kaşımak; sert bir şey dövülerek ezilmek — II, 151
- SÜRÜŞMEK: (aygır aşmak Istediğinde kısrağı) dişleyerek sürüklemek; itiçmek; borcu alacakla ödemek II, 96, 97
- SÜSGEN: (süsegen) çok süsen — III, 364
- SÜSGIRMEK: süsmek istemek, süsmeğe saldırmak — II, 189 bkz. süsgürmek
- SÜŞGÜRMEK: süsmek istemek, süsmeğe saldırmak — II, 189 bkz. süsgirmek
- SÜSMEK: süsmek — II, 293 süst(irmek süstürmek, tos yapt ırmak, II, 184 süslinmek (başını) vurur gibi görünmek — II, 152
- SÜSILŞMEK: süsüşmek, II, 101
- SÜT: süt — I, 157, 180, 181. 193, 218, 397. 398, 449, 468. 523; II, 13, 37. 43, 51, 61. 66, 72. 85, 101, 124, 139; III, 102, 120, 129, 167, 181, 195, 197. 198, 264
- SÜTGERMEK: süt gibl sulu, duru yapmak, II, 189
- SÜT: ötrüm mercimeğe benzer ishal veren bir ot — I, 107
- SÜVÜN: sülün — I, 444, 447; III, 11 bkz. sügün
- SÜVRI: sivri — I, 422
- SÜVRITMEK: sivriltmek — II, 332
- SÜZGÜN: rengi kara, dikenli bir dağ ağacı — I, 443
- SÜZLÜNMEK: süzülmek — II, 247
- SÜZLÜŞMEK: süzülmek — II, 215
- SÜZME: keş denilen yağsız kuru peynlr, ayran süzmesi — I, 433
- SÜZMEK: süzmek, I, 450; II, 9
- SÜZTÜRMEK: süzdürmek — II, 184
- SÜZUK: süzük, süzülmü; — I, 389
- SÜZÜLMEK: süzülnnek — II, 124, 139
- SÜZÜNDI: suv süzülmüş su — I, 449, 450
- SÜZÜNMEK: süzülür glbi görünmek — 11. 151152
- ŞA: alacalı bir kuş, III, 211 § erdemsiz şa
- ŞAGILAMAK: çağlamak — III, 324 bkz. çagılamak, , jagılamak
- ŞALAŞU: bir çeşit Çin dokuması — I, 446.
- ŞAMUŞA: yenilen bir ot, poy otu — I, 446
- ŞAP: şap vurmada çıkan ses, yemekte ağızda çıkan şapırtı, III, 145, 146
- ŞAR: şar yağrnurun sağnak halinde yağmasından çıkan ses, herhangi bir akarın çıkardığı ses — I, 324 bkz. çar çar
- ŞAT: cüret, cesaret — I, 320 —
- ŞAV: üç’ta biten ve elbise temizlenen çöven gibi bir ot — III, 155
- ŞEBENG: demirden yapılmış baston, cop — III, 354 bkz. şebing
- ŞEBIÑ: küçük demir çomak, demir baston, III, 369 bkz. şebeñ
- ŞEBÜK: çabuk — I, 147
- ŞEKIRTÜK: fıstık, I, 507
- ŞEL: şül udumsuz, yöntemsiz — I, 336
- ŞENBUY: ba; ka bir davetten sonra geceleyin gidilen içki ziyaføti — lil, 239
- ŞEP: ivmeyi, aceleyi anlatan bir edat — I, 319
- ŞEP: kelmek çabuk gelmek, I, 319
- ŞEŞMEK: çözmek — II, 293 bkz. seşmek
- ŞEŞTILRMEK: çözdürmek — II, 187 bkz. se; tilrmek
- ŞIN: taht; sedir, III, .140
- ŞIŞ: şiş, tutmaç yedikleri ş1ş.II, 179, 282 bkz. sış
- ŞI: Çin hakanlarının selâmlandığı bir kelime. III, 211
- ŞÖPIK: meyve yenildlkten sonra atılan şey, çör çöp, I, 390 bkz. çöpik
- ŞU: emir ve nehiyde sona gelerek pekitme bildiren “çu” yerine kullan ılan bir kelıme.III, 211 bkz. çu, çü, şü
- ŞUGLU: tilki üzümü, Solanum nigrum — I, 431
- ŞUTI: kırkayak, örümcek, çıyan glbi bir böcek, III, 218
- ŞUVŞAŞMAK: gizli söz fısıldaşmak — II, 350 bkz. sufsamak, sufşamak, şuvşatmak
- ŞUVŞATMAK: fısıldatmak, II, 337 bkz. sufsamak, suf şamak, ; uvşaşmak
- ŞÜ: emir ve nehiyde sona gelerek pekitme bildiren “çü” yerine kullan ılan bir kellme — III, 211 bkz. çu, çü, şu
- ŞÜK: susturma edati — I, 335
- ŞÜK: turmak sükut etmek, I, 335
- ŞÜNÜK: çınar ağacı — I, 390 bkz. çarun, çünük
- ŞÜÑLE: Argu diyarında biten ve kökü yenen bir ot, III, 379
- ŞÜT: soy, asıl — III, 120
- ŞILTÜK: sığır boynuzundan yapılan divit — I, 390 şütük sakal köse sakal, I, 390
- TABA: yan, taraf, cihet; “. . . e, . . . e dogru. . . . e yan ına” aniamlarına ve Arapça “ila” ve “rağmen” karşılığında bir edat ve kelime — I, 94, 214. 425, 445; II, 103, 312; lil, 23, 216, 235, 272
- TABALAMAK: kınamak, ayıplamak — III, 322, 327
- TABAN: taban; deve tabanı — I, 400, 405
- TABANLAMAK: (deve) tepmek, III, 342
- TABANLIG: tabanlı, I, 499
- TABARU: . . . ya dogru, “. ya karşı anlamına edat — I, 445; III, 69, 440 tabızmak bilmece söylemek ve sormak — II, 164 bkz. tabuzmak, tapuzmak
- TABLAG: rıza, muvafakat — I, 462 bkz. taplag
- TABUZGU(NEÑ): bilmece. l, 489 bkz. tabuzguk, tapzug, tapzuguk
- TABUZGUK: bilmece — I, 502; II, 164 bkz. tabuzgu, tapzug, tapzuguk
- TABUZMAK: bilmece söylemek veya sormak, I, 462; II, 86 bkz. tab ızmak, tapuzmak
- TADA: on adımdan görülebilen yer parçası — III, 220 bkz. tata
- TADGUN: Fırat ve ona benzer akan dere — I, 438
- TADU: insanın tab’ı ve tabiatı — III, 220
- TADUN: bir yaşındaki buzağı, III, 171
- TADUN: tosuñ, iki yaşında olan sığır I, 400
- TAFARÇI: yük taşıyan — III, 149
- TAFRAK: çabuk, acele, kıvrak, çalı; kan — I, 468 bkz. tavrak, tofrak § tafrak i şçi; kıvrak, çalışkan işçi — I, 468
- TAG: dag, I, 89, 100, 148. 156, 160, 169, 173, 179. 185, 186, 190, 212, 224, 256, 277, 278, 292, 297, 312, 325, 398, 424, 451, 466, 494, 495, 498, 499; II, 43, 50, 61, 67, 68, 77, 103, 130, 157, 238, 275, 278, 283, 288, 294, 296, 355, 357; III, 18, 106, 124. 153, 195
- TAGAR: çuval, dağarcık, içerisine buğday ve başka şeyler konan nesne, harar — I, 17, 244, 411; II, 147, 306
- TAGAY: dayı — III, 238
- TAGIKMAK: dağa çıkmak, daga kaçmak, yozlaşmak — I, 192; II, 117
- TAGILMAK: (bıçak gibi keskin ; eyler) körle şmek — II, 129 bkz. tıgmak, tigmek
- TAGLAMAK: dağlamak — III, 294 taglatmak daglatmak — II, 344
- TAGNA: yava kasnı ağacı püsresi olup yogurtla kariştırılarak tutmaca katilan ve ona renk veren bir deva — I, 434
- TAGUZMAK: er etine dolgun, bodur ki; i — I, 504 bkz. takuzmak
- TAHÇEK: bir çeçit Çin ipeği. ‘I, 476 bkz. taxtu
- TAH: tah salındıktan sonra doğanı veya ; ahini çagırmak için bir nida — I, 9; III, 117, 118
- TAXTU: eğrilmeıniş ham ipek, I, 416 bkz. tahçek
- TAKAGU: tavuk (cins adı) — I, 217, 447; III, II, 97 bkz. takuk § t ışı takagu; tavuk — I, 447
- TAKAGU: yılı Türkler’in on ikili yıllarından biri I, 346, 447
- TAKI: dahi. I, 73, 274, 412, 456, 468, 494; II, 110, 118, 177, 195, 263, 335, 356; III, 188, 226, 278, 378, 398 bkz. dakı
- TAKILMAK: takılmak, dizilmek — II, 129 takır takır ses blldiren bir kellme, I, 361 bkz. tikir tikir
- TAKMAK: takmak — II, 16, 17
- TAKTURMAK: taktırmak, dizdirmek — II, 174
- TAKUK: horoz, tavuk — II, 286; III, 114 bkz. takagu § takuk yal ıgı
- TAKUKLUG: tavuklu, I, 497
- TAKUZMAK: er etlne dolgun, bodur kişi — I, 504 bkz. taguzmak
- TAL: dal, yaş dal, I, 412; 11. 105; III. 156
- TALAGU: çabuk öldüren ağı; iç ağrısı — I, 447
- TALAK: dalak — I, 411 bkz. sulak
- TALAS: at yarı; ında, top ve çevgen oyununda çizilmi ş sınır ve gerilmiş ip — I, 366, 392 bkz. tasal
- TALBINMAK: (kuş) dalbınmak, çırpınmak — II, 239, 240 bkz. talpınmak, talpırmak, talpışmak
- TAL: bodlug boyu düzgünce kişi; (en çok) ince uzun cariyeler için kullan ılır — III, 156
- TALGAG: Insanı öldürecek derecede şiddetli tipi, II, 288
- TALGAN: ig sara, tutarık, I, 438
- TALGIRMAK: kar tipisi kopmak — II, 179 bkz. talgurmak
- TALGUÇ: hayvan sırtına yükletilen yükü sıkiştirmak için kullanılan agaç, I, 453
- TALGUK: baltanın sapını sıkıştırmak Içln çakılan çivi — I, 469
- TALGURMAK: kar tipisi kopmak — II, 179 bkz. talg ırmak
- TALGURMAK: (mide, iç) bulanmak, karışnrtak — II, 178, 179
- TALIG: tat, lezzet — I, 408
- TALKA: koruk — I, 179, 427 bkz. tarka
- TALKALANMAK: koruklanmak, salkım koruk olmak, III, 201 talkan kavut, kavrulmu; dövülmü ş arpa — I, 440; II, 89, 154, 189, 190
- TALKIG: dağların çatıçtığı yer — I, 463
- TALKIG: işleri sürüncemede bırakma — I, 463
- TALKILMAK: itilmek, kakılmak, defedilmek, savulmak — II, 230
- TALKIMAK: ayıp sayılnnak. II, 304
- TALKIŞMAK: dürmekte ve bükmekte yardım etmek, II, 207
- TALKITMAK: işi geciktirmek; yükü çarpıtmak, çarpık yapmak; yükle ip arasına bir ağaç parçası koyarak yükü düzeltmek için bük türmek, II, 339 bkz. t ılkatmak
- TALKMAK: (talkamak) zarar vermek — I, 506
- TALKU: eğrilmiş, bükülmü; nesne — I, 427 § talku y ışıg
- TALPINMAK: (kuş) dalbınmak, çırpınmak — II, 239, 240 bkz. talbınmak, talpırmak, talpışmak
- TALPIRMAK: kanat çırpmak, dalbınmak — II, 173 bkz. talbınmak, talpınmak, talpışmak
- TALPIŞMAK: kanat çırpışmak, dalpışmak, dalgalanmak. II, 204, 205 bkz. talb ınmak, talpınmak, talpırmak
- TALU: seçme — III, 232 talulamak seçmek — III, 326, 347
- TALVIR: keklik- II, 173 tam duvar, dam, kale — I, 153, 172, 176, 214, 270, 307, 348, 398; II, 13, 22, 44, 108, 146, 147, 152, 174, 177, 231, 232, 242. 325, 354; III, 32, 54, 57, 74, 81, 82, 89, 93, 111, 137, 157, 267, 306 § tam ul ı
- TAMAK: boğaz, I, 33 bkz. tamgak tamar damar — l”362; III, 201 bkz. tam ır, tamur
- TAMA: tama damlaya damlaya — III, 360
- TAMÇIRMAK: damlamak, serpilmek — II, 201 bkz. tamçurmak
- TAMÇURMAK: sepelemek — II, 175 bkz. tamçırmak
- TAMDU: kuvvetli, alevli ateş, tuturuk — I, 418 bkz. tamduk
- TAMDUK: kuvvetli, alevli ate; , tuturuk — I, 418 bkz. tamdu
- TAMDURMAK: yaktışmak. II, 176 bkz. tamturmak
- TAMGA: denize , göle veya dereye dökülen suyun bir kolu; gemilerin demlr att ıkları iskele veya liman — I, 424
- TAMGA: damga, hakanın ve başkalarının damgası, 1. 424
- TAMGAK: boğaz, damak — I, 33; 467, 469 bkz. tamak
- TAMGAKLAMAK: boğaza vurmak III, 351
- TAMGALAMAK: hakanın damgasını (turasını) vurmak, III, 353
- TAMGALIG: blr kişilik sofra; küçük ibrik; hakan ın damgası bulunan eşya — I, 527 bkz. tamgalık
- TAMGALIK: küçük ibrlk; bir kişilik sofra; hakanın damgası bulunan eşya — I, 527 bkz. tamgalıg
- TAMGIRMAK: dannlayayaznıak — II, 179 bkz. tamgurmak
- TAMGURMAK: damlayayazmak. II, 179 bkz. tamgırmak
- TAMINDI: sıv su damlası, I, 450
- TAMINMAK: yağ çıkarmak, taktir etmek — II, 149
- TAMIR: damar, sinir , I, 495 bkz. tamar, tamur
- TAMIRLIG: damarlı — I, 495
- TAMIŞMAK: damlaşmak — II, 110, 111
- TAMITMAK: damlatmak — II, 311
- TAMMAK: damlamak — I, 60, 376; II, 26. 87; III, 123, 360
- TAMTURMAK: damlattirmak, damzııtmak. II, 175
- TAMTURMAK: yaktırmak — II, 176 bkz. tamdurmak
- TAMU: cehennem — III, 234
- TAMU: hele, cümlenln anlamını pekitme için gelen bir edat — I, 420
- TAMULAMAK: sıkılamak, sıkıştırmak, pekitmek — III, 327
- TAMUR: damar — I, 362 bkz. tamar, tamır
- TAMURGAN: her zaman kanayan, damlayan — I, 518, 524 bkz. yamurgan
- TAMURMAK: (burun) kanamak, damlamak. II, 85 bkz. yamurmak
- TAMUZMAK: damlatmak, damzırmak — II, 86, 164
- TAN: sabah, ak; am esen serin esinti — III, 157
- TANÇAMAK: bozulmak, çürümek — III, 303 bkz. tançgamak, tanç ımak, tınçamak, tınçımak, tunçımak
- TANÇGAMAK: bozulmak, çürümek — III, 303 bkz. tançamak, tanç ımak, tınçımak, tunçımak
- TANÇIMAK: bozulmak, çürümekIII, 303 bkz. tançamak, tançgamak t ınçamak, tınçımak, tunçımak
- TANÇIŞMAK: bozulup kokuşmak II, 217
- TANÇU: lokma, tıkım, III, 392 bkz. tunçu
- TANÇULAMAK: (ağızda) çiğnemek, III, 352
- TANIŞMAK: birbirine karşı borçlarını inkâr etmek — II, 112
- TANMAK: inkâr etmek — III, 184
- TANTURMAK: inkâr ettirmek — II, 176
- TANUK: şahit, tanık, I, 18, 380; II, 37; III, 166
- TANUKLUK: şahitlik, tanıklık; tutak — I, 503
- TANULMAK: söz söylenmek, söz geçilmek; i şaret edilmek II, 130
- TANUMAK: danışmak; işaret etmek; söylemek, emretmek; tavsiye etmek — II, 112; III, 273 bkz. tanıışmak tanuşmak
- TANUTMAK: başkasına söz eriştirmeyi tavsiye ve emretmek — II, 312
- TAÑ: şaşacak, şaşılacak nesne, danılacak şey, acayip şey, I, 62; III, 355
- TAÑ: tan, sabah vakti. I, 170, 251; III, 355, 356 tañ eski zamanlardan kalm ış olan yapı — III, 356
- TAÑ: elek, III, 355
- TAÑ: atmak tan yeri ağarmak. III, 356
- TAÑILMAK: iple sarılmak. III, 395
- TAÑINMAK: bir sargı ile sarmak; bir işi başlı başına yapmak. III, 395
- TAÑIZMAK: şişmek. III, 392, 393
- TAÑLAMAK: danlamak, taaccüp etmek III, 403
- TAÑLAŞMAK: şaşmak, taaccüp etmek, I, 395; III, 398
- TAÑLATMAK: danlatmak, şaşırtmak — II, 350, 359
- TAÑMAK: bir şey ile sarmak, III, 390
- TAÑSUK: şaşılacak, acayip; nefis — III, 382
- TAÑ: tuñ etmek “tan tan” diye ses vermek — III, 357 bkz. dañ duñ etmek
- TAÑUK: hakanlara sefer ve benzeri zamanlarda yemek ve ipek kuma ş gibi şeylerden verilen armağan — III, 365
- TAÑUK: çevgen oyünunda topu gerilen ipten geçirebilene verilen ipek kuma ş — III, 365
- TAÑUK: savaşta mızrakların ve bayrakların uçlarına takılan ipek kuma; — III, 365 tap elverir, yeter, I, 318
- TAP: yaralama veya dövme izleri . III, 145
- TAP: bolmak elvermek, yetmek — I, 318
- TAPÇAN: erişilemeyen üzüm salkımlarını kesmek için toplayının üzerlne çıktığı sofra biçiminde üç ayaklı bir nesne — I, 435 bkz. tapçañ
- TAPÇAÑ: eri; ilemeyen üzüm salkımlarını kesmek için toplayanın üzerlne çıktığı sofra biçiminde üç ayaklı bir nesne — III, 385 bkz. tapçan
- TAPÇURMAK: tapşırmak, ulaştırmak, teslim etmek — II, 175 bkz. tapşurmak
- TAPI: bir şeye razı olma — III, 216
- TAPI: ne uzun ne kısa, orta — III, 216
- TAPINDAÇI: tapan, tapınan — II, 168
- TAPINGAN: tapınan, daima tapan, II, 168
- TAPINGUÇI: tapan, tapınan, II, 168
- TAPINGULUK: tapınmaya hakkı olan — II, 169
- TAPINIGLI: tapan, tapınan. II, 169
- TAPINMAK: tapmak, tapınmak, hizmet etmek — II, 140, 160, 161, 167, 168
- TAPIŞ: iki kişinin işlerini birbirine tapşırması, vekilleşme, yekeleşme — I, 367
- TAPLAG: rıza, muvafakat — I, 462 bkz. tablag
- TAPLAMAK: kabul etmek, razı olmak — III, 293
- TAPLAŞMAK: bir işe razı olmak, uzlaşmak II, 206 bkz. tepleşmek
- TAPLATMAK: razı etmek — II, 341
- TAPLUK: yer yarıkları — I, 467
- TAPMAK: tapmak, hizmet etmek; bulmak, sezmek — I, 425; II, 3; III, 222
- TAPRAŞMAK: sıçraşmak (yalnız deve için ). II, 217
- TAPRIMAK: sıçramak (yalnız deve için)III, 277
- TAPŞURMAK: tapşırmak, ulaştırmak, teslim etmek, II, 175 bkz. tapçurmak
- TAP: tap çabuk çabuk — III, 145
- TAPUG: hizmet, tapma, tapı — I, 373, 376; II, 168; III, 58, 251
- TAPUGÇI: hizmetçi — I, 376
- TAPUGLUG: devamlı hizmeti olan — I, 495
- TAPUGSAK: hizmet eden, hizmet etmeyl seven — II, 168; III, 377
- TAPULMAK: (kaybolan şey) bulunmak, II, 119
- TAPUZMAK: bilmece sormak ve seylemek — I, 462 bkz. tab ızmak, tabuzmak
- TAPZUG: bilmece — I, 462 bkz. tabuzgu, tabuzguk, tapzuguk
- TAPZUGUK: halkın birbirini sınamaya çektikleri bilmece — I, 462, bkz. tabuzgu, tabuzguk, tapzug
- TAR: dar — III, 97, 148. 259
- TAR: kelek, (ırmaklarda) sal, III, 148, 157
- TAR: yağ tortusu — III, 148
- TARALMAK: taranmak, II, 126
- TARAMAK: taramak, dağıtılmak, I, 14
- TARANMAK: taranmak, kendini yardımsız taramak. II, 145
- TARASLAMAK: bir şeyi kuvvet ile dağitmak — III, 332
- TARGAK: tarak, I, 14, 467
- TARGIL: (attan ba; ka her hayvan için) alaca — I, 15, 482 § targ ıl yılkı; alaca hayvan — I, 482
- TARHAN: islamlık’tan önce verilmi; olan bir addır, “bey” demektir. I, 436
- TANDAÇI: çiftçi — II, 51 bkz. tarıgçı
- TARIG: ekin, bitki, arpa, buğday, tane, tohum, zahire. I, 19, 140, 154, 165, 168, 187, 193. 194, 198, 203. 208, 212, 213, 223, 256, 293. 302, 320, 373, 499, 509, 514; II, 49, 74, 81, 82, 106, 124, 125. 126, 145, 159. 162, 204, 212, 219, 232, 238, 240, 259, 263, 307, 319,
- TARIG: biti tahıla düşen ufak hayvan — I, 320
- TARIGÇI: çiftçi, ekinci. II, 49. 51; III, 242 bkz. tar ıdaçı
- TARIGLAG: tohum ekilecek yer, tarla, ekerge — I, 496, 500
- TARIGLANMAK: ekin sahibi olmak — Il, 269
- TARIGLIG: ek!n bulunan yer, ambar — I, 496 § tar ıglıg ev; buğdaylı ev — I, 501
- TARIGLIG: yer ambar — I, 496, 501
- TARIGLIK: ambar — I, 503
- TARIKMAK: daralmak — II, 115
- TARILMAK: (bir nesne, ötekisi içine) da ğılmak, yayılmak; ayrtlmak — I, 15; II, 126. 209; III, 6
- TARILMAK: ekilmek — II, 126 tarım tekinlere ve Afrasyab soyundan olan hatunlara ve bunlar ın çocuklarına karşı söylenen bir kelime, Hakanlı hanları oğullarından başkasına söylenmez — I, 396 § altun ta rım; büyük kadınların ungunu — I, 396
- TARIM: göllere, kumluklara dökülen çay kollar ı — I, 396
- TARIMAK: (ekin) ekmek — III, 262
- TARIMLAMAK: ırmağı bir adadan öbür adaya atlamak suretiyle geçmek — III, 341
- TARIMSINMAK: ekin eker görünmek — II, 259
- TARINMAK: yalnız başına ekmek; ekin eker görünmek II, 145, 159
- TARIRKU: otları birbirine karışmamı; olan yer, otu az yer — I, 489
- TARITGAN: ekincilik eden — I, 514; II, 319
- TARITGU: (ekin) ekecek — II, 321
- TARITIGLI: çiftçllik etmek üzere olan — II, 320
- TARITIGLIK: çiftçllik yapmak hakkı olan — II, 320
- TARITIGSAK: çiftçiliğe düşkün olan — II, 319
- TARITMAK: eklncilik etmek, ektirmek — I, 514
- TARKA: koruk- I, 427 bkz. talka
- TARMAK: dağıtmak, yaymak, ayırmak — I, 399; III, 180, 260 bkz. taramak
- TARMAK: yırtıcı hayvanların pençesi. I, 467
- TARMAKLANMAK: kol kol kuş pençesi glbl akın etmek; pençe sahibi olmak (ku ş); kol kol olmak (su) — II, 274 bkz. tarmutlanmak
- TARMAMAK: tirmalamak — II, 364
- TARMAŞMAK: tirmalaşmak, birlikte kaşınmak — II, 207 bkz. tırmaşmak
- TARMATMAK: tırmalatmak — II, 349, 364
- TARMAZ: ; en hıyarı — I, 457 bkz. turmuz
- TARMUT: dağların tepelerl, derelerl, I, 451
- TARMUTLANMAK: (su) kollara ayrılmak — II, 270 bkz. tarmaklanmak
- TARTAR: kumruya benzer bir kuş — I, 485
- TARTIG: yük ipi, denk sargısı; blr iş çıkması üzerine hakanın adamlarını çağırması — I, 462
- TARTIGÇI: davetçi — I, 462
- TARTILMAK: tartılmak; gerllemek ve çekilmek — II. 229, 237
- TARTIN: ylyecek, başka bir yerden getirilen zahire — I, 435; III, 426
- TARTINMAK: 6zlemek; acınmak; götürür görünmek, II, 240
- TARTIŞMAK: tartışmak, taıtmada yardım etmek; germekte yardım etmek; birblrinl cezbetmekte ve çekmekte ve kurmakta yardımetmek; sızlamak, I, 230; II, 205; III, 255
- TARTMAK: tartmak; cezbetmek; çekmek, uzatmak, germek; getirmek, almak, ç ıkarmak, III, 426
- TARUMAK: daralmak — III, 261 262
- TARUNMAK: canı sıkılmak, usannnak, sıkılmak — II, 145
- TARUS: evin çatısı — I, 366; II, 105
- TARUSLAMAK: çatı yapmak, III, 332
- TARUTMAK: darla; tırmak — II, 302 —
- TAS: her nesnenin kötüsü, bayağısı, I, 329
- TASAL: çevgen oyununda çlzilmlş sınır — I, 392 bkz. talas
- TASGAMAK: tokatlamak — III, 287, 288
- TASGAŞMAK: tokatlaşmak; tokatlamakta yardım ve yarış etmek, II, 220 bkz. yasgaşmak
- TASGATMAK: tokatlatmak, II, 338
- TAŞ: taş, kaya, I, 135, 163, 254, 256, 276, 517; II, 7, 14, 23, 129, 133. 184, 234; III, 58, 152, 187, 280. 282 286, 372, 375. 426 435, 447, 448
- TAŞ: dış, taşra, gurbet; geniş açıklık; yazı; yabancı yer — I, 91, 435; II, 74; III, 152
- TAŞAK: erkeklik aygıtı. I, 380, 438; III, 267
- TAŞAKLIG: taşaklı — I, 497
- TAŞGURN: -ıak taşayazmak, II, 178, 201
- TAŞIKMAK: dışarı çıkmak — II, 116 bkz. çıkmak, tışıkmak
- TAŞIRKAN: közlüg patlak gözlü, lokma gözlü — I, 521
- TAŞIRMAK: tafirmak — I, 521
- TAŞITGAN: daima taşıtan, taşınan — I, 514
- TAŞITMAK: taşitmak — II, 307
- TAŞLAMAK: taşlamak; gurbete gitmek, dışarılıklı olmak, III, 294
- TAŞLATMAK: taşlatmak; taşraya yollamak. II, 343
- TAŞMAK: taşmak — II, 12
- TAŞRA: dışarı — I, 424
- TAŞUG: taşınabilen mal, eşya, menkul mal — I, 411
- TAŞUMAK: taşımak; çıkarıp atmak, kovmak — I, 102; III, 266
- TAŞURGAN: daima ta; ıran — I, 518
- TAŞURMAK: taşırmak, II, 78
- TAŞUTMAK: taşitmak — I, 210
- TAT: tat, yabancı; müslüman olmayan; üygur, Farslı, Acem, Farsça konuşan — I, 36, 349, 454, 483, 486; II, 3, 216, 280, 281, 294
- TAT: kılıç ve benzeri şeylerin üzerine çöken pas — II, 281 bkz. tut
- TATA: on adımdan görülebilecek yer parças ı, III, 220 bkz. tada
- TATGANMAK: tatlı bulmak, tat almak — II, 241
- TATIG: tat, lezzet — I, 408
- TATIGLANMAK: tatlanmak — II, 265
- TATIGLIG: tatlı — I, 495, 496
- TATIGMAK: tat, lezzet — I, 408
- TATIGSAMAK: canı tatlı istemek, I, 279; III, 332, 333
- TATIG: talıg tat, lezzet, I, 408
- TATIKMAK: Tatlaşmak; Farslaşmak — II, 116, 281
- TATIKMAK: paslannnak — II, 281 bkz. tutukmak
- TATILMAK: tadılmak, tadına bakılmak, II, 120
- TATIMAK: tat vermek — III, 257
- TATINDI: süt bol süt — I, 449
- TATINMAK: tadar görünnnek — II, 158
- TATIRGA: tirşe denen sepilenmiş beyaz deri — I, 489
- TATIRLIG: yer toprağı düz ve sert olan yer, bozkır, I, 494
- TATIR: yer kıraç yer, I, 361 tatıtmak tadılmak, tadına tesir etmek, tat vermek, II, 299
- TATLAMAK: Fars, ve Farslı saymak — III, 293
- TATLAŞMAK: Farsça veya üygurca konuşmak, II, 206, 207ı
- TATLIG: tatlı — I, 45, 529; III, 178, 194
- TATRUŞMAK: birbirine tattırmak — II, 217
- TAT: Tavgaç üygur ve Çinli; Farslı ve Türk — I, 454; II, 280
- TATURGAN: daima tattıran — I, 515, 516; II, 74
- TATURMAK: tattırmak — II, 73; III, 186
- TAVAR: mal, davar — I, 79, 234, 235, 238, 264, 265, 300. 303, 362; III, 310, 334, 338, 419, 420, 445, 447 bkz. tavar
- TAVUŞ: duygu ve kımıldanma — III, 165 bkz. tavış, tavuf
- TAVAR: mal, mülk, eşya — I, 22. 79, 86, 114, 189, 210, 238, 255, 261, 264, 284, 291, 295, 362, 411, 498, 514; II, 17, 19, 29, 50, 55. 58, 61, 81, 87, 89. 93, 101, 112, 113, 121, 125, 136, 153, 154, 155, 156, 158. 183 189, 224, 237, 249, 250, 253, 295, 296, 297, 3
- TAVARLIG: mallı, mal sahibi. I, 495
- TAVARLUK: mal konan yer, hazine. I, 503
- TAVARSAK: mal sever — II, 56
- TAVGAÇ: edi Araplar’ın “Âd ulusunun izeri” dedikleri büyük ve eski yap ılara verilen ad — I, 454
- TAVGAÇLARMAK: Maçinli saymak — III, 350
- TAVGAÇLANMAK: Maçin halkı kılığına girmek II, 271
- TAVGAÇ: yudası susam çiçeğinin (urfağının) yaprağına benzer yaprakları bulunup ilaç için kullan ılan bir
- AĞAÇ — : I, 454
- TAVILGUÇ: tabarhun; innap dediklerl meyve; k ızıl ağaç; bakam ağacı; tarhun denen sebze; kızıl söğüt, I, 488, 489 bkz. tavılku
- TAVILKU: tabarhun — I, 489 bkz. tavılguç
- TAVIŞ: duygu ve kımıldanma. III, 165 bkz. tavuş, tavuş
- TAVIŞGAN: tavşan — I, 513, 525
- TAVIŞGANLAŞMAK: öndül olarak tavşan koyup yarış (bahis) etmek — II, 226
- TAVIŞGAN: yılı Türkler’in on ikili yıllarından biri. I, 346, 513
- TAVMAK: tasarruf etmek, I, 519
- TAVRAK: çabuk, acele, kıvrak, çalışkan, çabukluk — I, 156, 468, 520; III, 46, 69, 258 bkz. tafrak
- TAVRAMAK: davranmak; büyümek, kuvyetlenmek, I, 103; III, 41, 279 bkz. tuvramak
- TAVRAN: şalvar uçkuru ve sapan kolu yapmak için örülmü ş ip, I, 436
- TAVRANMAK: davranmak — II, 240
- TAVRATASI: davrandıracak — II, 362 § tavratası yer; davrandıracak yer — II, 362
- TAVRATGAN: daima acele ettiren, daima davrand ıran — II, 360
- TAVRATGU: davranılacak. II, 362 § tavratgu ogur; davran ılacak zaman — II, 362
- TAVRATGUÇI: acele ettiren, davrandıran. II, 360
- TAVRATIGLI: acele ettiren ve işe başlatmak üzere olan — II, 361
- TAVRATIGLIK: davrandırma, acele ettirme hakkı olan, II, 361
- TAVRATIGSAK: acele ettirmek, davrandırmak isteyen II, 360, 361
- TAVRATIGSI: davrandırına, acele ettirme hakkı olan. II, 361
- TAVRATIŞMAK: ivmekte ve yürüyüşte yarış etmek, II, 363
- TAVRATMA: davrandırrria. II, 360
- TAVRATMAK: acele etmek, acele ettirmek, davrand ırmak; (ip) eğirmek — II, 330, 335, 336, 360 tavratmış kıvratılmış. II, 362 § tavratmış yıp; kıvratılmış ip, II, 362
- TAVRATTAÇI: acele ettiren, davrandıran — II, 360
- TAVUŞ: duygu ve kımıldanma — I, 367 bkz. tavuş, tavış
- TAVUŞLAMAK: kımıldanma, duyu ve hareket belirtmek III, 335
- TAY: tay, I, 206, 207, 313; III, 71, 158
- TAYAGU: taş ve tezek parçası — III, 174
- TAYAK: dayak, dayangaç — I, 417; III, 166
- TAYAKLANMAK: dayak, baston sahibi olan III, 197 , 198
- TAYAMAK: dayak koymak, dayak dikmek, dayamak, III, 274
- TAYANMAK: dayanmak, III, 161, 190, 191, 380
- TAYAÑU: mabeyinci, perdeci — III, 380
- TAYGAN: tazı, av köpeği. I, 421; II, 15, 343; III, 174, 175
- TAYIG: kaygın — III, 165
- TAYIŞMAK: kaymakta yarış etmek — III, 188
- TAYITMAK: kaydırmak — II, 325, 326 bkz. tayturmak
- TAYLAÑ: er ince, kibar, güzel, boylu boslu, rengi parlak, elbisesi temiz adam (en çok gençlerde kullanılır) — III, 386 bkz. tayuk § taylañ yigit; dalyan (daylan) gibi genç, III, 386
- TAYMAK: kaymak — III, 166, 243, 244
- TAYTURMAK: kaydırmak, 2iyındırmak — III, 192 bkz. tayıtmak
- TAYUK: er ince, kibar genç — III, 166 bkz. taylañ
- TAYUKLANMAK: dayılanmak, kibarlanmak. III, 197, 198
- TAZ: kel, daz, boynuzsuz, bitkisiz, çorak — I, 26, 313; II, 41, 52; III, 148, 149 § taz koy; kel koyun, boynuzsuz koyun, III, 148 § taz yer; bitkisi az olan çorak yer, kel toprak — III, 148
- TAZARMAK: kelle; mek — II, 77 bkz. tazgarmak, tazg ırmak
- TAZ: at alacalı at — III, 148
- TAZGARMAK: kelleşmek, dazlaşmak, II, 178 bkz. tazarmak, tazgırmak
- TAZGIRMAK: dazlaşmak, kelle; mek — II, 178 bkz. tazarmak, tazgarmak
- TAZLAMAK: birine kel demek, birini kel saymak. III, 293
- TEBIZ: çorak yer; haset eden — I, 19, 365; II, 208
- TEBIZLIK(G): çekememezlik, haset — I, 506
- TEF: dek, al, hile — I, 332 bkz. tev
- TEFÇITMEK: sıkıca geçmeli olarak diktlrmek — II, 329 bkz. tevçimek
- TEGDEG: sebep, I, 160 bkz. tıldag
- TEGDI: ziyaretçi. III, 230 bkz. teki
- TEGILMEK: şaşıla; mak, tek gözlü olmak, II, 130
- TEGIN: değin I, 349
- TEGINMEK: bir büyük adamın yanına gelmek veya oradan gitmek. II, 143
- TEGIÑ: tekin, samur — III, 370
- TEGIR: değer, kıymet — I, 352; II, 82
- TEGIRME: çörek, değirmen taşı, para gibi değirmi olan her nesne — I, 490
- TEGIRMEK: yaklaştırmak — II, 148
- TEGIRMEK: deve üzerine ikl taraflı atılarak içerisine binilen sepetle, sepete benzer nesne — I, 506 bkz. ügürmek
- TEGIRMEN: değirmen, değirmen taşı — I, 369; II, 128; III, 266. 267, 282, 355
- TEGIŞ: değişme. I, 368
- TEGIŞMEK: muhakeme olmak; (bir yere) değmek; dürüm dürüşmek. II, 105, 106
- TEGME: değme, her, her bir, türlü türlü — I, 157, 241, 296, 433, 434, 437, 523; II, 156, 285; III, 26 tegmek değmek, dokunmak, ermek, erişmek, varmak, yakalamak, dü; mek; hücum etmek — I, 48, 104, 167, 319, 363, 375, 410, 429, 471, 472, 522; II, 19, 20, 91 , 129; III, 44, 4
- TEGRE: etraf, çevre, daire, değre, I, 310, 421, 424; II, 13, 45, 137; III, 285, 401, 422
- TEGREK(G): herhangi bir şeyin halkası, değresi — I, 477
- TEGÜ: kadar, dek, III, 237
- TEGÜL: değil. I, 329, 393; II, 57, 68; III, 153 bkz. dag, dag ol, dag
- TEGÜRGEN: daima degiren, eriştiren . I, 522
- TEGÜRMEK: eriştirmek, dokundurmak, değirmek — I, 207, 335, 376; II, 84; III, 134, 158
- TEJIK: Tacık, Farslı — I, 387
- TEJIKLEMEK: Farslı saymak, Farslılığa nispet etmek, III, 340
- TEK: tek, sadece, bir şey dilemeyerek; gibi, benzetme edat ı, I, 334, 353, 354, 490, 497; III, 155
- TEKE: teke, boynuzundan yay yapılan’ erkek geyik — III, 102, 228 § teke sakal; teke sakall ı, köse adam — III, 228
- TEKI: ziyaretçi — III, 230 bkz. tegdi
- TEKIŞ: her şeyin sonu, bitimi. I, 368
- TEKNE: tekne — I, 434
- TEKŞÜT: değişit, karşılık, bedel — I, 451
- TEK: turmak susmak — I, 334
- TEKÜZ: atın alnındaki akıtma, I, 507 bkz. tüküz
- TEKÜZLIG: akıtmalı. I, 507
- TELGEMEK: sıkmak, can sıkmak, III, 291
- TELGENMEK: kızmak, içlenmek — II, 242
- TELIK: delik — I, 388
- TELIM: çok, pek çok, bol, fazla, daima, hep, pek — I, 44, 73, 110, 132, 156, 157, 166, 167, 200, 235, 249, 255, 397, 427, 467, 514, 515, 520, 521, 522, 523; II, 38, 179, 241, 260, 315, 342; III, 20, 52, 159, 194, 297, 311, 323, 404
- TELINMEK: delinmek — II, 147, 148
- TELIŞMEK: delmekte yardırn ve yarış etmek, II, 108
- TELMEK: delmek; sıirüye katmak — II, 22
- TELMIRMEK: sağa sola bakınmak (bir şey istemek için). II, 179, 180
- TELTÜRMEK: deldirmek. II, 174, 175
- TELÜ: deli, çılgın III, 156, 232 bkz. telve
- TELVE: deli, I, 426 bkz. telü
- TEM: tırkaz — I, 337
- TEMEN: büyük iğne, çuvaldız, I, 402; III, 35, 367 bkz. tümen § temen yiñne; büyük i ğne, çuvaldız — I, 402 § temen yigne; büyük igne, çuvald ız, III, 35
- TEMLEMEK: tırkazlamak — I, 337
- TEMREGÜ: temregi — I, 491
- TEMÜR: demir. I, 42, 187, 361, 520; II, II, 21; III, 253
- TEMIIRÇI: demirci — III, 268
- TEMÜRGEN: ok temreni . I, 522 bkz. temürken
- TEMÜR: kazñuk kutup yıldızı; demir kazık — III, 383 bkz. temür kazuk (kazuñuk)
- TEMÜR: kazuk kutup yıldızı; demir kazık, III, 40 bkz. temür kazñuk
- TEMÜRKEN: ok tenıreni — I, 522 bkz. temürgen
- TEMÜRLÜG: demir sahibi — I, 506
- TEMÜRLÜK: demir eritllen ve süzülen yer — I, 506
- TEN: vücut — II, 307
- TENÇMEK: ısırmak, kötüleşmek, yoksullaşmak — II, 281; III, 303 bkz. yençimek, yunç ımak
- TENE: tane; susam, mışmiş gibi şeyler — III, 44, 236
- TENRIMEK: uyuyamamaktan baş dönmek, III, 282
- TEÑĞ: imkân, fırsat, sıra — II, 103; III, 355 terig göl, batakl ık — I, 528
- TEÑ: denk, ögür, akran — III, 355 § teñ
- TUŞ: denk, eş, küfüv — III, 355
- TEÑEK: hava — III, 366
- TEÑELGÜÇ: dölengeç kuşu — III, 388 bkz. terigelgün
- TEÑELGÜN: dölengeç kuşu — III, 388 bkz. teñelgüç
- TEÑERMEK: iki şeyi birbirine denklemek, denkle ştirmek — III, 398
- TEÑEŞMEK: denkleşmek, ikl şey birbirine denk olmak III, 393
- TEÑIL: ön ayakları çizgili — III, 366
- TEÑIRGEN: Tanrıya tapınan bilgin. III, 389 bkz. Teñrigen
- TEÑITMEK: havaya doğru yükseltmek — III, 396 bkz. tüñitmek
- TEÑIZ: deniz — I, 100; II, 45; III, 136, 363, 370
- TEÑLEMEK: Iki şeyi birblrine denklemek, denk etmek, denkle ştirmek. I, 427, III, 403
- TEÑLENMEK: işi düşünmek, çare düşünmek — III, 400
- TEÑLEŞMEK: iki şey birbirine denkle; mek, III, 398
- TEÑMEK: havalanmak, havaya yükşelmek, göz-den kaybolmak, III, 390
- TEÑRI: gök, sema — III, 377
- TEÑRI: büyük bir dağ, büyük bir ağaç gibi göze ulu görünen Her şey — III, 377
- TEÑRI: Tanrı. I, 53, 68, 150, 171, 206. 212, 225, 266, 280, 300, 301, 304, 373, 416, 461, 472, 475; II, 3, 77, 140, 152, 160, 161, 162, 167, 169, 173, 179, 185, 192, 200, 201, 288, 294, 303, 315, 316, 324, 325, 347, 356, III, 52, 53, 84, 95, 137, 271, 273, 290, 34
- TEÑRIGEN: Tanrı’ya tapınan bilgin, bilgin kimse — III, 377, 389 bkz. Teñirgen
- TEÑRIGERÜ: Tanrı’ya doğru, Tanrı’ya yönelerek, III, 251 bkz. Teñrikeri
- TEÑRIKERI: Tanrı’ya doğru, Tanrı’ya yônelerek. III, 251 bkz. Teñrigerü
- TEÑTÜRMEK: elindekini havaya doğru saldırmak, yükseltmek, III, 397
- TEÑÜÇ: saçayağı gibi yarım arşın yüksekliğinde olan her şey — III, 381
- TEÑÜRMEK: havaya doğru yükselip kaybolmak, yükselen bir ; eyl sal ıvermek. III, 392
- TEPIK: tepiş, tepme — I, 27, 386
- TEPILMEK: tepilmek — II, 119
- TEPINMEK: tepmek, bir şeyi ayakla kımıldatmak — II, 140
- TEPIŞMEK: tepişmek, II, 87, 113
- TEPLEŞMEK: bir işe razı olmak, uzlaşmak — II, 206 bkz. taplaşmak
- TEPMEK: dövmek, vurmak, tepmek, I, 27, 178, 386, 526; II, 3, 33, 113
- TEPREMEK: tepremek, kımıldamak III, 277
- TEPRENMEK: teprenmek, II, 240
- TEPREŞMEK: oynamak, tepreşmek, kaynaşmak — I, 88; II, 204
- TEPRETESI: tepretilecek. II, 362 § tepretesi yer; tepretilecek yer — II, 362
- TEPRETGEN: çok tepreten — II, 360
- TEPRETGÜ: tepretilecek, II, 362 § tepretgü ogur
- TEPRETGÜÇI: tepreten, II, 360
- TEPRETİGLIK: tepretme hakkı olan — II, 361
- TEPRETIGSEK: tepretmek dlleğinde olan — II, 360. 361
- TEPRETIGSI: tepretmek hakkı olan ve tepretmekte acele eden — II, 362
- TEPRETIŞMEK: tepretmekte yardım ve yarış etmek — II, 363
- TEPRETME: teprendirme. II, 360
- TEPRETMEK: tepretmek, teprendirmek, kımıldatmak, saldırmak; (yalnız deve için) sıçratmak, II, 329, 330, 360
- TEPRETMIŞ: tepretilmiş, II, 362 § tepretmiş neñ
- TEPRETTECI: tepreten — II, 360
- TEPSEMEK: haset etmek, günülemek, çekememek — I, 463; III, 283 bkz. tepzemek
- TEPSETMEK: haset ettirmek — II, 336 bkz. tepzetmek
- TEPÜK: kurşun eritilerek iğ ağırşağı şeklinde dökülür, üzerine keçi kılı veya başka bir şey sarılır,
- ÇOCUKLAR: bunu teperek oynarlar — I, 386
- TEPZEMEK: haset etmek, günülemek, çekememek, I, 19; III, 283 bkz. tepsemek
- TEPZEŞMEK: hasetleşmek — II, 206 tepzetmek haset ettirnşek, II, 335, 336, bkz. tepsetmek
- TER: ter, I, 181, 322, 466; 11. 96, 273, 279, 303, 336; III, 148, 196
- TER: ücret, çalışana verilen para — III, 148, 212
- TER: atmak beden teri dışarı atrnak — II, 303
- TERITMEK: teri ötmek
- TER: bolmak terlemek, utanmak, mahcup olmak — I, 322
- TERÇI: ücretle çalışan, ırgat — I, 417; III, 148
- TERGÜŞI: deren, toplayan — II, 51
- TERI: deri, I, 70, 165, 306; II, 149, 229, 231, 303, 354; III, 188, 190, 221, 244, 392
- TERIGSEK: dermeyi, toplamayı dileyen — II, 55
- TERINÇEK: iki parçadan yapılan kadın carı — I, 510
- TERIÑ: (yalnız su için) engin, geniş, derin, her derin ve çok şey — III, 370
- TERINGÜKLENMEK: (su) derlnlemek, ; oğalmak — III, 411
- TERI: ötmek ter derlden geçmek, II, 303 bkz. ter atmak, teritmek
- TERITMEK: terlemek — II, 303, 304 bkz. ter atmak, teri ötmek
- TERK: tez, çabuk, I, 350, 441 bkz. terkin
- TERKEN: egemen, hükümdar, mellk; vilâyet üzerine vali olan kimseye kar şı hakanlann aytası; “kendisine itaat edilen” anlam ına I, 376, 441, 442; 11. 209
- TERKIN: toplu olan, toplanmiş olan her şey — I. 442, 443; II, 209
- TERKIN: tez, çabuk, I, 441 bkz. terk
- TERK: kelmek tez gelmek — I, 350
- TERK: kılmak çabuk olmak — I, 350
- TERKLEMEK: ivmek, acele etmek — III, 445
- TERLEMEK: terlemek; kaşağılamak, gebrelemek, silmek — III, 293
- TERLENMEK: terlemek, II, 242, 254
- TERLETMEK: terletmek — II, 342
- TERLIK: teri çekmek için eğerln veya palanın altına konulan keçe — I, 476
- TERÑEK: su sızıntısı, su blrikintisi; kaynak, II, 291, 328 bkz. terñük
- TERÑÜK: kaynak — II, 6 bkz. terñek
- TERS: güç olan her nesne — I, 348
- TERSINMEK: terslemek, kızmak; (yara kapandıktan sonra) azmak — II, 240, 241
- TERS: ters urmak her yanından, her yanına vurmak — I, 348
- TES: obanma edatı — I, 328 § tesdegirme; des- değirmi — I, 328
- TEŞIK: obur, karnı dolduğu halde gözü dolmayan kişi — I, 387 bkz. teşüklemek
- TEŞILMEK: yarılmak, değilmek II, 127, 128
- TEŞRÜM: eğrilmiş ip yumağı — I, 485 bkz. tüşrüm
- TEŞÜK: taşagı yarık; deşik, yarık, I, 387
- TEŞÜKLEMEK: obur, aç gözlü saymak, III, 340 bkz. te şik
- TETIK: akıllL III, 33 bkz. teytik
- TETRÜ: her şeyin tersine dönüşü — I, 420
- TETRÜLMEK: çevrilmek, ters olmak, kötü olmak, kötüle şmek — II, 229, 230
- TEVE: deve — III, 139 bkz. deve, devey, tevey, teve, tevey, tevi, tevi, tivi
- TEVEY: deve — III, 314, 342, 447 bkz. deve, devey, teve, tevey, tevi, tevi, tivi
- TEV: al, hile, aldatma, I, 332 bkz. tef
- TEVÇIMEK: oyulkamak, seyrekçe dikmek — III, 276 bkz. tefçitmek
- TEVE: deve — II, 181 bkz. deve, devey, teve, tevey, tevey, tevl, tevi, tivi
- TEVEY: deve, I, 31; II, 84, 195, 206, 217, 255, 256, 329, 351; III, 49, 60, 67, 113, 136, 140, 168, 186, 200, 225, 309 bkz. deve, devey teve, tevey, teve, tevi, tevi, tivi
- TEVGEN: her zaman 0126^I, 401
- TEVI: deve — 1. 127, 385, 485; II, 21, 75, 246, 252, 338; III, 139, 277. 287 bkz. deve, devey, teve, tevey, teve, tevey, tevi, tivi
- TEVINMEK: tasalanmak, utanmak, sıkılmak, II, 147
- TEVIŞMEK: şişe et dizmekte yardım ve yarış etmek — II, 102 bkz. tüvi; mek
- TEVLÜG: alcı, aldatıcı — I, 477; III, 33 bkz. tevlük
- TEVLÜGLENMEK: kendini hileci saymak, hileci olmak, II, 277 bkz. tevlüklenmek
- TEVLÜK: alcı, hileci, aldatıcı, III, 33 bkz; tevlüg
- TEVLÜKLENMEK: kendini hileci saymak, hileci olmak, II, 277 bkz. tevlüglenmek
- TEVMEK: eti şişe saplamak, dizmek. I, 401; II, 15
- TEVSI: tepsi, sofra — I, 423; III, 50
- TEVŞELMEK: ufalanmak; karışmak. II, 235, 236 bkz. tevşülmek
- TEVŞEMEK: karı; mak, dolaşmak (ip), III, 286
- TEVŞETMEK: karıştırmak, dolaştırmak (ip); birinin terini burçaklat ıncaya kadar yormak, II, 336
- TEVŞINMEK: çalışmak, çırpınmak. II, 241 bkz. tevşünmek
- TEVŞÜLMEK: karışmak — II, 236 bkz. tevşelmek
- TEVŞÜNMEK: çalışmak, çırpınmak — II, 241 bkz. tevşinmek
- TEVÜRGEN: her zaman çeviren — I, 521 § evürgen tevilrgen; her zaman evirlp çeviren — I, 521
- TEVÜRMEK: çevirmek — II, 82 § evürdi tevürdi; evirip çevirdi, alt üst etti; tasarruf etti — II, 81
- TEYITILMEK: akıllanmak, zekile; mek — II, 121
- TEYTIK: akıllı, zeki — III, 33 bkz. tetik
- TEZEK: tezek, at gübresi — I, 386
- TEZEKLEMEK: pislemek. III, 340
- TEZGEK: (er) işten ve işe benzer şeylerden kaçan, çekingen — II, 289 bkz. tezik
- TEZGI: düşman gelmesi yüzünden halk arasında olan ürkuntü, panik — I, 429 bkz. tezik
- TEZGI: bolmak düşman gelmesi yüzünden ürküntü meydana gelmek, I, 429
- TEZGINÇ: dağ dönemeci, dağ büklümü — III, 387 bkz. yörgenç
- TEZGINÇ: yol büküntülü, kıvrımlı yol- III, 387
- TEZGINMEK: dönmek, tavaf etmek; çevrilmek — II, 241, 255, 303, 312
- TEZIK: halk arasında ürküntü, panik, I, 387 bkz. tezgi
- TEZIK: (kişi) işten kaçan kimse — I, 387 bkz. tezgek
- TEZINMEK: kaçar görünmek. II, 146
- TEZIŞMEK: blrbirinden kaçışmak, II, 99
- TEZITMEK: kaçırmak, II, 305
- TEZMEK: kaçmak, tezlkrnek — II, 8
- TEGIN: aslında “köle” anlamına; sonraları hakan okullarına verilen ungun — I, 355, 357, 413; III, 368 bkz. tigin § kümüş tegin; rengi gümüş gibi saf köle — I, 413 § alp tegin; yi ğit köle I, 413 § kutlug tegin; uğurlu köle. I, 413
- TEGIT: tegin kelimesinin çoğul şekli. I, 355, 356
- TEMEK: demek, söylemek — I, 43, 74, 79, 87, 127, 178, 403; II, 287; III, 214, 215, 233. 245, 247, 259 bkz. timek
- TEMIN: demin — I, 409
- TERGELIR: dermek, toplamak üzere o1an — II, 67
- TERGEŞMEK: arka arkaya gelerek derleşmek — II, 206 bkz. tirkeşmek
- TERGI: sofra, I, 429; II, 54 bkz. tergü
- TERGÜ: sofra üzerindeki çeşitli yemek; s ıra, dizi — I, 428 bkz. tergi
- TERIG: derme, derl{; dernek, derge, I, 388; II, 41 bkz. tirik
- TERILGEN: her zaman derilen, toplanan — I, 521, 523
- TERILMEK: derilmek, toplanmak — II, 127; III, 6
- TERIMSINMEK: derer gibi görünmek — II, 261
- TERINMEK: kendisine dermek, II, 146
- TERIŞMEK: toplanmak, toplamakta ve dermekte yard ım ve yarış etmek — I, 107; II, 95, 96
- TERKEK: bohça — II, 21
- TERMEK: dermek, toplamak — II, 39, 44, 62, 66, 83; III, 181
- TERNEK: dernek, işlerini konuşmak için ulusun toplandığı yer — I, 477
- TETÜRMEK: söyletmek, dedirtmek. III, 186
- TEVI: deve — I, 389, 499 bkz. deve, devey, teve, tevey, teve, tevey, tevi, tivi
- TIDIŞ: engellik, engel oluş — I, 407
- TIDIGLIG: neñ kendisine varılması yasak edilmiş nesne — I, 496
- TIDIGMAK: bir şeyden alıkoyma, engel o1ma — I, 373
- TIDILMAK: kaçınmak, çekinmek, alıkoymak, engel olmek — II, 126 bkz. t ıdınmak
- TIDIN: vakit bildiren bir kelime — III, 171
- TIDINDI: nerig esirgenen, yasak edilen şey — I, 449
- TIDINMAK: kaçınmak, esirgenmek, yasak edilmek I, 449; II, 144, 145 bkz. t ıdılmak
- TIDIŞMAK: engel olmakta, alıkoymakta yarış etmek — II, 93
- TIDLINMAK: kaçınmak, tıyınmak; söz söylerken duraklamak. II, 242
- TIDMAK: geri koymak, men etmek — II, 292; III, 244, 439 bkz. t ıtmak, tıymak
- TIG: al ile doru arası at rengi, konur al — III, 127
- TIGDAMAK: diğrek, sert, katı olmak III, 278 bkz. tıgramak, yavramak
- TIGMAK: eğmek; değmek; bir yere değerek keskinliği gitmek, körleşmek I, 307; II, 14, 83; III, 231 bkz. tagılmak, tigmek
- TIGRAK: yılmaz; yiğit, bahadır — I, 468; II, 212
- TIGRAK: elçi, haberci, postacı — III, 65
- TIGRAKLANMAK: yiğitlik göstermek, yiğitlenmek — II, 274
- TIGRAMAK: diğrek, katı, sert olmak — III, 277, 278 bkz. tıgdamak, yavramak
- TIGRAŞMAK: gürbüzleşnıek, bahadırlaşmak. II, 212
- TIGRATMAK: sıkıştırmak; becerikli, tıgrak yapmak, II, 330
- TIKILAMAK: tık diye ses vermek — III, 326 bkz. tiki, tikilemek
- TIKITMAK: tıkılmak, sıkışmak, II, 129
- TIKINMAK: teperek tıkmak, doldurmak, fazla yemek — II, 147
- TIKIŞMAK: tikılmak, sıkı; mak — II, 104
- TIKITMAK: tıktırmak, sıkı; tırmak — II, 308
- TIKMA: (üzüm) sıkışık, birbirine girmiş (üzürn) — II, 16
- TIKMAK: tıkmak, doldurmak — II, 16
- TIKTURMAK: tıktırmak, bastırmak — II, 174
- TIL: dil, söz, lûgat — I, 107, 335, 336, 429; II, 20; III, 43, 133, 134, 161
- TIL: durumunu öğrenmek için düşmandan yakalanan tutsak, çaşıt, casus — I, 336; III, 134
- TILAK: kadının kadınlık aygıtı, avret yeri, I, 335, 411
- TILDAG: bahane, I, 160, 462 bkz. tegdeg
- TILIKMAK: konuşmak, haber vermek; dile düşmek — II, 116, 117
- TILKATMAK: işi geciktirmek; yükü çarpitmak, çarp ık yapmak; yükle ip arasına ağaç parçası koyarak yükü düzeltmek için büktürmek. II, 339 bkz. talk ıtmak
- TILLIG: dilli — III, 313
- TIL: tegürmek dil uzatmak, söz dökundurmak, dille (sözle) incitmek. I, 336
- TIL: tutmak düşmanın durumunu öğrenmek üzere blr adam yakalamak — I, 336; III, 134
- TIN: ruh, nefes, soluk — I, 164, 177. 179 192, 249, 339; II, 118, 283 bkz. t ınıg
- TIN: dinmiş; haylaz, işslz; tembelleşmiş, harın- lafmış III, 138
- TINÇAMAK: bozulmak, çürümek, III, 303 bkz. tançamak, tançgamak, tanç ımak, tınçımak, tunçımak
- TINÇIMAK: bozulmak, çürümek, III, 276, 303 bkz. tançamak, tançgamak, tanç ımak, tınçamak, tunçımak
- TINDURMAK: rahatettirmek, dinlendirmek, 11, 176
- TINIG: nefes alma, soluk alma — II, 40 bkz. t ın
- TINILMAK: dinlenilmek, rahat edilmek. II, 130, 131
- TINMA: susma — II, 28
- TINMAK: dinlenmek, solumak, nefes almak; dinmek, sonu gelmek, I, 206, 207, 529; II. 28, 40, 176, 204, 316; III, 158 tın
- TIIT: sus — II, 28
- TIÑILAMAK: agır bir şey yere düşerek ses vermek, III, 404 bkz. tiñilemek
- TIÑLAMAK: dinlemek — III, 403 bkz. tlñlemek
- TIÑLAŞMAK: dinlemekte yarış etmek — III, 398
- TIÑLATMAK: dinletmek-II, 359
- TIRMALMAK: tırmalamak II, 230
- TIRMAŞMAK: tırmaşmak, kaşınmak — II, 207 bkz. tarmaşmak
- TIRÑAK: tırnak. I, 134, 177; III, 382
- TIRT: tekrarlanarak “cart” diye ses vermek — I, 341
- TIŞ: diş, I, 464; II, 20, 97, 110, III, 209, 311, 334; III, 25, 73, 125, 216, 254, 270, 272, 280, 283, 297
- TIŞ: sapan demiri — III, 125
- TIŞ: alın akıntisı gözü önüne varıp kulaklarına çıkmayan ve burnuna inmeyen ikisi ortas ı kalan at — III, 125
- TIŞI: dişi, her hayvanın dişisi; kadın — I, 396, 400, 447, 529; II, 102; III, 6, 178, 224, 229 bkz. ti şi tışıkmak dışarı çıkmak — II, 116 bkz. çıkmak, taşıkmak
- TIŞI: takagu tavuk — I, 447
- TIŞLATMAK: dişletmek. II, 343, 344
- TIT: dağda biten çam fıstığı ağacı, Pinuslarix. III, 120
- TITILMAK: didilmek II, 120
- TITIŞMAK: ditmekte yardım etmek, yırtılmak — II, 89 bkz. titişmek
- TITLANMAK: çamlanmak, çam sahibi olmak — III, 199
- TITMAK: geri koymak men etmek — II, 292 bkz. tıdmak, tıymak
- TITMAK: ditmek, ziyadesiyle parçalanmak, II, 292
- TIYMAK: men etmek — III, 244 bkz. tıdmak, tıtmak
- TIGIN: aslında “köle” anlamına iken sonra hakan oğullarına verilen ungun — I, 355 , 357, 413; III, 368 bkz. tegin
- TIGMEK: egmek, III, 231 bkz. tagılmak, tıgmak
- TIGRETMEK: ses çıkartarak, hışıldatarak yürütmek, II, 330, 331 bkz. tikretmek
- TIKEMEK: dikmege gücü yetmek — I, 117
- TIKEN: diken — I, 204, 400; II, 215, 280; III, 44 bkz. tikken
- TIKI: geceleri işitilen ses, III, 230 bkz. tıkılamak, tikilemek
- TIKIGLIG: dikilmiş (elbise), I, 509 bkz. tikiklig
- TIKIKLIG: dikilmiş. I, 509 bkz. tikiglig
- TIKILEMEK: ses, hışırtı çıkarmak, III, 326 bkz. tıkılamak, tiki
- TIKILMEK: dikilmek, (ağaç) dikilmek, bir şeyi dikine koymak, II, 130
- TIKIM: parça, I, 396 bkz. tikkü, tikü tikir
- TIKIR: at nalının çıkardığı sesi bildiren bir kelime. I, 361 bkz. tak ır takır
- TIKIŞMEK: (agaç, elbise) dikmekte yardım etmek, II, 106, 113
- TIKKEN: diken, I, 401 bkz. tiken
- TIKKÜ: parça, lokma — III, 229 bkz. tlkim, tikü
- TIKLINMEK: (ağaç ve benzeri) dikilmek. II, 244
- TIKLIŞMEK: (ağaç ve benzeri) dikilrnek. II, 207
- TIKME: (neıiğ) dikilmiş (nesne), I, 433
- TIKMEK: bir şeyi delmek, dürtmek, sokmak, (ağaç) dikmek, bir şeyi dikey hale getirmek; (diki ş) dikmek. I, 195, 201; II, 20; III, 25, 367 § tikmeginçe; dikilmedikçe — II, 21
- TIKREMEK: ses vermek; gelişmek, yeti; mek. II, 280
- TIKREŞMEK: ses vermek; büyüyüp serpilmek. II, 209
- TIKRETMEK: ses çıkartmak, hışıldatarak yürümek — II, 330, 331 bkz. tigretmek
- TIKTÜRMEK: (dikiş) diktirmek — II, 174
- TIKÜ: parça, lokma — III, 229 bkz. tikim, tikkü
- TIKÜÇ: ekmekçilerin ekmek üzerine nak ış yapmak için kullandıkları nesne, kuş yeleği — I, 358
- TIKÜLEMEK: lokma lokma vermek; rüşvet vermek — III, 326
- TILDÜRMEK: dildirmek — 11. 176 bkz. tiltürmek
- TILEK: dilek, I, 412; II, 148; III, 90
- TILEMEK: dilemek, istemek; beklemek, aramak — I, 21, 36, 51, 126, 252, 459; II, 8, 112, 260, 262; III, 87, 90, 143, 271
- TILEMSINMEK: diler, ister gibi görünmek — II, 259, 261
- TILENMEK: aranmak, dilenmek — I, 407; III, 43
- TILEŞMEK: dilemekte yanş etmek — II, 108
- TILETMEK: istetmek, diletmek. II, 310
- TILGE: dilim, uzunlamasına kesilen her şey — I, 429 bkz. tilim
- TILI: ok temreni üzerine sarılan sırım, III, 233
- TILIM: dilim. I, 397 bkz. tilge
- TILIMSINMEK: dilim yapar görünmek — II, 262
- TILINMEK: uzunlamasına dilinmek — II, 149
- TILLŞMEK: dilmekte yardım ve yarış etmek — II, 108
- TILKI: tilki — II, 343 bkz. tilkü
- TILKÜ: tilki. I, 54, 421, 429; II, 15; III, 5, 175, 244 bkz. tilki
- TILKÜLENMEK: tilkilik etmek, yaltaklanmak — III, 202
- TILMEK: dilmek, uzunluğuna yarmak veya kesmek, II, 23
- TILTÜRMEK: dildirmek. II, 175 bkz. tildürmek
- TIM: şarap dolu tulum; şarap satan, III, 136
- TIMCI: şarap satan, meyhaneci — III, 136
- TIMEK: demek — III, 231 bkz. temek
- TIN: yular I, 339; III, 138 § tin tizgin; yular dizgin — I, 339
- TIÑ: dik- III, 356
- TIÑILEMEK: ağır bir şey yere düşerek ses vermek — III, 404 bkz. tıñılamak ,
- TIÑLEMEK: dinlemek . I, 96 bkz. tıñlamak
- TIÑ: turmak dik durmak — I, 356
- TIREGÜ: direk, kendisine bir ; ey dayan ılan ve kendisiyle bir şey durdurulan her nesne, direcen ve buna benzer şeyler, I, 447
- TIREK: direk; kavak — I, 387, 412
- TIREKLIG: direk sahibi. I, 509
- TIREKLIK: direklik ağaç yetişen yer, kavaklık; direklik — I, 509, 511
- TIREMEK: dayak veya direk dikmek — III, 262
- TIRENMEK: dayanmak; direnmek, çekinmek — II, 14S, 146; III, 233
- TIREŞMEK: direşmek, çekinmek, diremek, şıkıntidan yürümez olmak (hayvan); çeki şmek — I, 414; II, 95, 96
- TIRGÜRMEK: diriltmek II, 179, 200, 324; III, 424
- TIRIG: diri, canlı, yaşayan — I, 14, 62, 386; III, 333 § tirigle; diri iken, hayatta iken. III, 257
- TIRIK: derme, deriş; dernek, derge — I, 388 bkz. terig
- TIRILGEN: her zaman yaşayan — I, 523, 524
- TIRILMEK: dirilmek, yaşamak — I, 14; II, 127, 139, 200, 324; III, 6, 65
- TIRIÑ: kulağın tınlamasına benzer sesi bildiren kelime. III, 370
- TIRIÑ: etmek tın etmek — III, 370
- TIRIÑ: ettürmek tın etmek III, 370
- TIRKEŞ: yığlışma; kalabalık yüzünden yürümekte güçlük — I, 460 § suv tirke şi; dere kollarının suyunun toplandığı yer — I, 460
- TIRKEŞMEK: toplanmak, toplaşmak, derleşmek — I, 149, 459; III, 65 bkz. tergeşmek
- TIRSGEK: göz kapaklarında çıkan sivilce, it dirseği, arpacı — k. III, 424
- TIRSGEK: dirsek — III, 424
- TIŞEK: şişek, iki yaşını bitirerek üçüne basmış olan koyun — I, 387
- TIŞELMEK: bilenmek, di; enmek — II, 128
- TIŞEMEK: dişemek — III, 266, 267
- TIŞETMEK: dişetnnek, II, 307
- TIŞI: dişi, her hayvanın dişisi; kadın — I, 396, 400, 447, 529; II, 102; III, 6, 178, 224. 229 bkz. t ışı
- TIŞLEMEK: dişlemek, dişle ısırmak — III, 294
- TIŞLENMEK: dişlenmek; dişenmek, bilenmek II, 244
- TITIG: (yara, ağrı) acıma, acıyı; — I, 386
- TITIK: çamur — I, 386, 506; III, 297 § oçakl ık
- TITIK: çamur ve çamura benzer ocak yapılacak her nesne — I, 150
- TITINMEK: dayanmak, direnmek, dik bakmak — II, 144
- TİTINÜ: bakmak dik, keskin bakmak, II, 144
- TITIR: dişi deve — I, 361; III, 291
- TITIŞMEK: ditmekte yardım ve yarış etmek; yırtılmak. II, 89 bkz. tıtışmak
- TITIZ: tadı hel; le glbi kekremsi olan — I, 365
- TITIZLIK: kek^elik. I, 506
- TITMEK: (yara) acımak — I, 386
- TITMEK: direnmek, karşı koymak; dik bakmak — II, 292
- TITREŞMEK: titreşmek II, 217, 218
- TITRÜ: bakmak dik bakmak, keskin gözle bakmak, II, 292; III, 272
- TIVI: deve, III, 139 bkz. deve, devey, teve, tevey, teve, tevey, tevi, tevi
- TIZ: yüksek yer — II, 344; III, 123 § tar ıg art tiz; Kaşgar’a yakın bir yayla — III, 123
- TİZ: diz, III, 123
- TIZGIN: dizgin, I, 339, 424
- TIZIG: (tizik) sıra, saf, dizi. I, 214, 387
- TIZILDÜRÜK: çedik ve mest gibi çeylerin ucuna tak ılan pullar — I, 529
- TIZILMEK: dizilmek — I, 233, 331; II, 127; III, 131
- TIZIM: dizi — I, 396
- TIZINMEK: dizinmek. II, 146
- TIZIŞMEK: dizmekte yardım ve yarış etmek — II, 100
- TIZLEMEK: dizle ezmek, çiğnemek III, 293, 294
- TIZLETMEK: dizletmek, dizle teptirmek — II, 342
- TIZLINMEK: dizilmek — II, 243
- TIZME: alvarın uçkurluğu, torbanın bağı ve buna benzer nesneler — I, 433
- TIZMEK: dizmek — II, 9, 31
- TO: bulamaç gibi pişirllen blr un — III, 207
- TODUNMAK: doyar gibi görünmek — II, 144 tod toy ku şu — III, 142 bkz. toh, toy
- TODGURDAÇI: doyuran, doyurucu — II, 256
- TODGURGAN: her zaman doyuran — I, 517; II, 256 bkz. todurgan
- TODGURÇI: doyuran — II, 256 todgurguluk doyurmak hakk ı olan, II, 256
- TODGURMAK: doyurmak, bıktırmak — I, 261; II, 76, 176, 177, 255, 324; III, 424 bkz. to ğurmak
- TODGURMIŞ: doyurulmu; — II, 257
- TODGURTMAK: doyurtmak. II, 256
- TODGURUGLI: doyuran — II, 257
- TODGURUMSINMAK: doyurur görünmek — II, 263 bkz. todgurunmak
- TODGURUNMAK: doyurur görünmek. II, 202 bkz. todgurums ınmak
- TODGURUŞMAK: doyurmada yarış etmek — II, 201
- TODMAK: doymak. I, 32; II, 324; III, 244, 439 bkz. toymak
- TODURGAN: her zaman doyuran — I, 517; II, 256 bkz. todgurgan
- TODURMAK: doyurmak — II, 76; III, 68 bkz. todgurmak
- TOG: at ayaklarının kazdıgı çukurlardan çıkan toz, toz, III, 127
- TOGA: hastalık, iç ağırlIğı. III, 224
- TOGMAK: doğmak, meydana çıkmak, belirmek; yükselmek, havalanmak, gö ğe ağmak — I, 65, 96, 301, 332, 340, 429, 456; II, 14, 80, 128; III, 183, 194, 247, 282, 333, 378 § kün togs ıg dogu — I, 463
- TOGRADAÇI: dograyan, dograyıcı. III, 314 bkz. tograguçı
- TOGRAGAN: daima dograyan — III, 314
- TOGRAGI: doğrama — III, 317
- TOGRAGLI: doğramayı düşünen. III, 315
- TOGRAGLIK: dogramak hakkı olan — III, 315 bkz; tograksık
- TOGRAGSAK: dogramak isteyen, III, 314
- TOGRAGSIK: dogramak hakkı olan — III, 315 bkz. tograglık
- TOGRAGU: doğranacak — III, 317
- TOGRAGUÇI: dograyan, dograyıcı. III, 314 bkz. togradaçı
- TOGRAK: kavak agacı — I, 468
- TOGRALMAK: doğranmak, parçalanmak, (ayakta ve dokumada) yar ıklar peyda olmak — II, 230
- TOGRAMA: dograına. III, 311
- TOGRAMADAÇI: doğramayıcı. III, 316
- TOGRAMAGLI: dograyan. III, 316
- TOGRAMAK: dogramak — I, 125; II, 278; III, 277, 278, 311, 312, 313, 316
- TOGRAMIŞ: doğranmış, III, 316
- TOGRANMAK: dograr görünmek. II, 240
- TOGRAŞMAK: doğramakta yardım etmek, parçalanmak ve yarılmak. II, 211, 212
- TOGRATMAK: dogratmak, II, 330
- TOGRIL: yırtıcı ku; lardan bir kuş, bin kaz öldürür, bir tanesini yer; erkek ad ı da olur — I, 482; III, 381
- TOGRIL: et ve baharatla doldurulan ba ğırsak, bumbar dolması, I, 482
- TOGRUMAK: doğrulmak, yönelmek. II, 80
- TOGRUŞMAK: yola duruşmak, yürümekte yariş etmek, II, 212
- TOGTURMAK: dogurtmak — II, 173 bkz. togurtturmak
- TOGURMAK: doğurmak — II, 80
- TOGURTTURMAK: doğurtmak — II, 173 bkz. togturmak
- TOH: toy kuşu, III, 142 bkz. tod, toy
- TOK: tok, aç olmayan; saçsız insan; boynuzsuz hayvan, I, 79, 332, 358, 387; III, 239 § tok er; başında Türkler gibi saçı olmayan, Türkler gibi saç bırakmayan — I, 332, 358 § tok yılkı; boynuzsuz hayvan — I, 332
- TOKILMAK: dövülmek, dokunmak, adam dövülmek I, 21; II, 129 bkz. tokulmak
- TOKIMAK: (insan) dövmek, (demir) dövmek, vurmak, çarpmak; dokumak; dokunmak; götürmek ve batirmak — I, 12. 21; III, 268
- TOKIMAK: tokmak, çamaşır tokmaêı — III, 177
- TOKINMAK: (insan) dövülmek; çarpmak; dövülerek sertle ştirmek; dokunmak — II, 147; III, 12
- TOKIŞ: savaş, cenk — I, 367; III, 172 bkz. toku ş
- TOKIŞMAK: çarpışmak, harp etmek, I, 359; II, 103; III, 183 bkz. toku şmak
- TOKITMAK: vurdurmak, dövdürmek; dokutmak, II, 308
- TOKLI: toklu, altı aylık kuzu — I, 106, 431
- TOKLUK: tokluk; insanın ba; ı saçsız ve hayvanın başı boynuzsuz olması — I, 469
- TOKSUN: sayıda doksan — I, 437 bkz. tokuz on
- TOK: tok bolmak arada geçimsizlik olmak — I, 333
- TOK: tok etmek taşın taşa vurmasından çıkan ses gibl ses çıkarmak — I, 332
- TOKU: toka, kemer tokası, III, 226
- TOKUÇ: çörek — I, 358
- TOKULAMAK: toka yapmak, III, 325, 326
- TOKULMAK: dövülmek, dokunmak; adam dövülmek, II, 129 bkz. tok ılmak
- TOKUM: boğazlanacak, kesilecek hayvan; bo ğazlanan, kesilen hayvanın derisi. I, 396, 472; II, 147 bkz. tugum
- TOKUNMAK: hayvan kesmek, boğazlanmak — II, 147
- TOKURKA: ibrik ve benzeri şeylerin emzigi — I, 489 bkz. tütek
- TOKUŞ: savaş, II, 83 bkz. tokış
- TOKUŞGAN: her zaman çarpışan, kavgacı — I, 519
- TOKUŞMAK: vuruşmak, ; arpı; mak, harp etmek — I, 170, 183; 11. 103 bkz. tok ışmak
- TOKUŞMAK: yayılmak, bulaşmak — III, 74 bkz. yukuşmak
- TOKUZ: sayıda dokuz — III, 127
- TOKUZ: on sayıda doksan — I, 437 bkz. toksun
- TOLARSUK: ayak ökçesi I, 502
- TOLGAG: kadın küpesi — II, 288
- TOLGAG: sıkıntı, kulunç ve iç ağrısı — II, 288
- TOLGAMAK: takınmak, dolamak; ağrı tutmak, iç bulanmak, burulmak. II, 288; III, 289
- TOLGANMAK: dolanmak, kendine dolamak, içi bulan ıp kusma gelmek — II, 241
- TOLGAŞMAK: dolaşmak, dolamakta ve bükmek-te yanş etmek, burulmak — II, 220, 221
- TOLI: gökten yağan dolu — I, 139, 354; III, 233
- TOLMAK: 811-010^I, 431
- TOLTURMAK: 00^1-1113^II, 175
- TOLU: dolu, boş olmayan — I, 100; III, 232, 357
- TOLUM: silah — I, 183, 215, 359, 397; II, 30
- TOLUMLANMAK: silahlanmak II, 266
- TOLUMLUG: silahlı I, 498
- TOLUN: ayın on dördü, dolun — I, 82, 288, 402; III, 33 § tolun ay; ay ın on dördü. I, 402
- TOMRUM: yıgaç ağaçtonnruğu üzerinde pabuçla-rın sahtiyan ve gön gibi şeyleri kesilen ağaç kütük — I, 485
- TOMRUŞMAK: tomruk yapmakta yardım ve yarış etmek — II, 213
- TOMŞUK: kuş gagası — I, 469
- TOMURMAK: tomruk yapmak, kesmek — II, 85; III, 69 bkz. yamurmak, yemilrmek
- TON: elbise — I, 19, 37, 41, 45, 48, 118, 129, 152, 181, 204, 213, 228 , 231, 261, 268, 271, 273, 294, 305, 320, 323, 338, 341, 358, 383, 449, 495, 509, 524; 11. 4, 20, 23, 24, 76, 77, 88, 89, 93, 96, 106, 107, 113, 117, 119, 120, 122, 125, 134, 136, 138, 154, 161, 163, 165, 171, 17
- TONATMAK: giydirmek, donatmak, II, 312 bkz. ton ıdmak
- TONIĞMAK: elbise göndermek, donatmak, II, 312 bkz. tonatmak
- TONLUK: elbiselik — II, 11
- TOÑ: içi boş olmayan, sonn olan, III, 356
- TOÑ: (soğuktan) donmuş, don — III, 356
- TOÑA: bebür, kaplan cinsinden bir hayvan; ki şi adı — III, 368
- TOÑALAMAK: yiğit ve kuvvetlilerin yaptığı işi yapmak — III, 405
- TOÑ: kamış halfa, kandıra otu — III, 356
- TOÑMAK: soğuktan donmak — III, 390, 391
- TOÑ: tuñ etmek katı blr şey sert blr şey üzerine düşerek ses vermek — — III, 353
- TOÑUŞMAK: gözlerini dikerek bir şeye saldırmak; bir işi kabulden çekinmek; emreden ki şiye, gözlerlni dikerek, iğrenerek, bakmak — III, 394 bkz. töñü şmek
- TOÑUZ: domuz — I, 304, 346; II, 343; III, 363, 394 § toñuz merdegi; domuz yavrusu — I, 480
- TOÑUZ: yılı Türkler’in on ikili yıllarından biri. I, 346; 363
- TOP: buğday su ile kaynatılır, arpa hamuru ile yoğrularak bir keçeye sarılır, sıcak bir yere bırakılır, eridikten sonra yenir. I, 318
- TOP: top — I, 318; III, 119 bkz. topık
- TOPIK: topuk; top, çevgenle vurulan top, topaç — I, 190, 318, 380; 11. 22, 88, 113; III, 61, 74, 80, 96, 112, 119, 306 bkz. top
- TOPIK: süñük topuk kemiğinden yapılan yemek, paça — I, 380
- TOPRAK: toprak, I, 15, 185, 198, 267, 278, 467, 514; II, 305; III, 19, 22, 80, 183, 434 §ag ız toprak
- TOPRAMAK: kurumak- III, 277
- TOPRAŞMAK: kuruyup tozlaşmık, toz olayazmak — II, 206
- TOPRATMAK: (hayvan) yeri kurutasıya dek otunu yemek — II, 330 bkz. töpretmek
- TOPULGAK: kulunç — I, 502
- TOPULGAK: yaraya konulan bir ot, topalak otu, Cyperus — I, 502
- TOPURGAN: ayak basıldıgında tozıyan yumuşak toprak — I, 516 § topurgan yer; ayak bas ıldığında tozıyan yumuşak toprak — I, 516
- TOPUZ: yük üzerinde durulamayan, üstüne binilemeyen hayvan yükü — I, 365
- TOR: tuzak, ağ — III, 39, 57, 121
- TORIG: at doru renkli at — I, 374 bkz. torug
- TORKU: ipek kumaş — I, 18, 427; III, 72, 380 bkz. turku
- TORUG: at rengi, doru renk — I, 373 bkz. tor ıg § tüm torug at; düz, tamamlyle doru at — I, 338
- TORUM: torum, deve yavrusu, I, 396 § tışı torum; dişi torum — I, 396
- TORUMLUG: torumlu, I, 498
- TOSUN: haşarı (atlar içın), tosun tay — II, 30; III, 429
- TOŞGURMAK: taşarak doldurmak — II, 178; III, 32
- TOVIL: davul, avda doğan kuşu için çalınan davul, III, 165
- TOY: ordu kuragı, I, 522; III, 141
- TOY: ilâç yapılan bir ot — III, 141
- TOY: çanak yapılan çamur. III, 141 § toy eşiç; toprak tencere — III, 142
- TOY: toy kuşu, III, 142 bkz. tod , toh
- TOYIN: toyın, (islâm olmayan Türkler’de) Buda dininin, din ulusu — I, 274; III, 84, 169, 377
- TOYMAK: doymak, III, 244 bkz. todmak
- TOZ: toz — I, 296; III, 123, 186 bkz. tör
- TOZ: yaylara sarıtan sırım. III, 123
- TOZARMAK: tozacmak, toz yükselmek. III, 186 bkz. tozmak
- TOZGIRMAK: tozarmak, toz kalkar gibi olmak — II, 178
- TOZITGAN: çok tozutan, I, 514
- TOZITMAK: tozutmak — II, 305
- TOZLUG: tozlu, III, 16
- TOZMAK: tozarmak, toz ynkselmek. III, 186 bkz. tozarmak
- TÖGI: darının kabuğu çıkarıldıktan sonra kalan oz, III, 229
- TÖGMEK: döğmek, dövmek, inceltmek III, 184
- TÖGÜN: dağ, dağlama, dögün. I, 414 bkz. tükün
- TÖGÜŞMEK: döğmekte yardım ve yarış etmek — II, 106 bkz. töküşmek
- TÖKLEŞMEK: dökülüp akmak, II, 207
- TÖKLÜNMEK: dökülmek, II, 244
- TÖKMEK: dökmek — II, 19
- TÖKTÜRMEK: döktürmek, II, 174
- TÖKÜGLÜG: dökölmüş. I, 509 bkz. töküklüg
- TÖKÜKLÜG: dökülmüş. I, 509 bkz. töküglüg
- TÖKÜLMEK: dökülmek. II, 129
- TÖKÜŞMEK: döğmekte ve dökmekte yardım ve yarış etmek, II, 106, 107 bkz. tögüşmek
- TÖL: yavrulama zamanı, yavru, döl. III, 133
- TÖLEK: dölek, gönlıi sakin kişi — I, 387
- TÖLEMEK: döllenmek, kuzulamak, III, 271 bkz. tülemek
- TÖNMEK: dönmek. III, 184
- TÖÑDERMEK: döndermek, altını üstüne getirmek, III, 397
- TÖÑÜLMEK: ümidini kesmek, vaz geçmek, I, 74; III, 395
- TÖÑÜŞMEK: gözlerini dikerek bir şeye saldırmak; işi kabulden çekinmek; emreden ki şiye, gözlerini dikerek, igrenerek bakmak, III, 394 bkz. toñu şmak
- TÖPRETMEK: (hayvan) yeri kurutasıya dek otunu yemek, II, 330 bkz. topratmak
- TÖR: evin veya odanın en lyi, en önemli yeri, sediri — III, 121 bkz. töre
- TÖR: toz — I, 301, 456 bkz. toz
- TÖRE: evin önemli yeri ve sediri III, 221 bkz. tör
- TÖRPIG: törpü, keser — I, 476 bkz. törplgü
- TÖRPIGÜ: agaç yontacak keser, I, 476, 491 bkz. törpig
- TÖRPIMEK: yontmak, törpülemek — III, 275
- TÖRPITMEK: törpülettirmek. II, 327
- TÖRPÜLMEK: yontulmak, törpülenmek — II, 229
- TÖRPÜŞMEK: törpülemekte yardım ve yarış etmek — II, 204
- TÖRT: sayıda döıt — I, 132, 341; III, 449
- TÖRTGÜL: (törtgil) dört köşeli, murabba — III, 417
- TÖRTÜNÇ: sayıda dördüncü — I, 132; III, 449
- TÖRÜ: düzen, nizam, görenek, âdet — I, 106; II, 18, 25; III, 120, 121
- TÖRÜMEK: yaratılmak — III, 262
- TÖRÜTMEK: yaratmak; bir şey takdlr veya ıslah edilmek — II, 303 bkz. türütmek
- TÖŞ: döş, göğsün başı, III, 125, 346
- TÖŞEK: döşek. I, 387, 511; II, 128, 147, 162, 307; III, 49, 50, 70, 93, 266, 305
- TÖŞEKLIG: döşeli, döşennıi; — I, 511
- TÖŞEKLIG: döşekli, döşek sahibi. I, 509
- TÖŞEKLIK: döşeklik, döşek ve benzeri şeyleri yapmak üzere hazırlanıp ayrılmış olan — I, 509, 511 § töşeklik barçın
- TÖŞELMEK:
- TÖŞEMEK: döşemek — III, 266
- TÖŞENMEK: döşenmek, kendi kendine döşemek. II, 147
- TÖŞETMEK: döşetmek — II, 307
- TÖŞLEMEK: döşe, göğse vurmak. III, 346
- TÖŞLETMEK: döşüne vurdurmak, II, 342
- TÖZMEK: soğuktan acıkmak — III, 182
- TUBLU: mezar — I, 430, 431 bkz. tuplu
- TUBULGAN: her zaman yarıp yırtan, delen — I, 519 § kök tubulgan; bir ku ş adı, I, 519
- TUBULMAK:
- TUBUN: yemekte bulunan çör çöp parçalar ı; bugday kesmigi. I, 400, 405 bkz. tupun, tübün tubunlug
- TARIG: kesmikli buğday, 1. 499 bkz. tupunlug tarıg
- TUÇ: tunç — II, 353; III, 120
- TUDRIÇ: fışkı — I, 453
- TUDUN: köyün büyüğü, tanınmışı, köylülere kaynaktan Içme su/u da ğıtan adam, su beyi — I. 400; III, 171
- TUG: hakan yanında çalınan kös ve davul, nöbet davulu; tu ğ; bayrak, sancak — I, 194; III, 127 tug herhangi bir nesnenin tıkacı, kapağı; su bendi, büvet, germeç III, 127
- TUGAKLIK: süzgeç yapılacak ağaç — I, 503 bkz. tukaklık
- TUGLAMAK: suyun gedigini, yarığını kapatmak, III, 294
- TUGLUG: bayraklı, sancaklı — III, 127
- TUGRAG: tuğra — I, 462
- TUGRAG: dönüşte geri alınmak üzere savaş zamanında askerin binmesi için hakan taraf ından verilen at — I, 462 bkz. tugzag
- TUGRAGLANMAK: alay ve biniş günlerinde han tarafından sonra alınmak üzere at verilmek, atlandırmak; tuğra ile mühürlenmek II, 272, 273 bkz. tugzaglanmak
- TUGRU: parazvana, kılıç, bıçak, hançer gibi şeylerin saplarının içlerlne geçirilen ince demir — I, 421
- TUGSAK: dul kadın, I, 468 bkz. tul
- TUGUM: kesilecek hayvan — III, 59 bkz. tokum
- TUGZAG: dönüşte geri alınmak üzere savaş za-manında askerin binmesi için hakan taraf ından verilen at — I, 462 bkz. tugrag
- TUGZAGLANMAK: alay ve biniş günlerinde han tarafından sonra geri alınmak üzere at veril-mek, atlandırmak; tuğra ile mühürlenmek — II, 272, 273 bkz. tugraglanmak
- TUKAKLIK: süzgeç yapılacak ağaç, süzeklik — I, 505 bkz. tugakl ık§ tukaklık yıgaç; süzek yapmak içln ayrılmış ağaç — I, 505
- TUL: dul, III, 133 bkz. tugsak § tul tugsak; dul kad ın — I, 468
- TULDRAMAK: herhangi bir şey her yanından dağılmak — III, 447
- TULDURMAK: çarpmak, II, 175
- TULKUK: tulum, örülmüş ve şişirilmiş tuluk — II, 289
- TULKUKLANMAK: tulum gibi şişmek, II, 351
- TULMAK: topa vurmak, II, 22, 23
- TULUN: kulakla ağız arasındaki kemlk; gemin iki yanında bulunan parçalar, I, 401 bkz.
- TULUÑ: tuluñ dulun, kulak altı; gemde kulak altında bulunan bir halka — III, 371 bkz. tulun tuluñlamak duluna, kulak altına vurmak — III, 409
- TUM: soğuk — I, 338, 463 bkz. tumlıg, tumlug
- TUMA: buhsun küpte bulunan darı şarabının köpüren, fışkıran kısmı — III, 234
- TUMAGU: nezle, ingi, dumağı — I, 447
- TUMAK: kapatmak, tıkamak — III, 247
- TUMAN: duman, sis — I, 139, 236, 414; II, 6
- TUMLIG: soğuk — I, 463; II, 8, 217, 221 bkz. tum, tumlug
- TUMLIMAK: soğumak. III, 294, 295
- TUMLITMAK: akarları soğutmak — II, 344 bkz. tumlutmak;
- TUMLUG: soğuk, soğuk nesne — I, 119, 211, 338, 463; II, 54, 301, 302, 305, 350; III, 107, 182, 302, 400, 439 bkz. tum, tumlıg
- TUMLUGLANMAK: soğuk bulmak; soğuk davranmak, surat asnnak — II, 273
- TUMLUTMAK: sogutmak, II, 344 bkz. tumlıtmak
- TUN: dinlenme, dölenme — III, 137
- TUN: kadının ilk çocuğu; kadının ilk kocası — III, 137
- TUNÇIMAK: kokmak, bozulmak. II, 281 bkz. tançamak, tançgamak, tanç ımak, tınçamak, tınçımak
- TUNÇU: tıkım, lokma . I, 417 bkz. tançu
- TUNÇUKMAK: kaygıdan soluyamaz olmak; hayvan kış için inlne girip bahara dek ç ıkamamak. II, 227, 228
- TUNMAK: kapanmak, tıkanmak; bulutlanmak. II, 27
- TUNTURMAK: kapatmak, örtmek — II, 176
- TUNGRA: bedendeki kir — III, 378
- TUÑRA: tüşmek yüz üstü düşmek, III, 378 bkz. uñra yatmak tuñu sa ğır — III, 368
- TUPLU: mezar — I, 430, 431 bkz. tublu
- TUPLUNMAK: delinmek. II, 242 bkz. tubulmak, tupulmak
- TUPULGAN: her zaman yarıp yırtan, delen — I, 519 § kök
- TUPULGAN: blr kuş adı — I, 519
- TUPULMAK: delinmek — I, 520 bkz. tubulmak, tuplunmak
- TUPUN: buğday kesmiği. I, 499 bkz. tubun, tübün
- TUPUNLUG: tarıg buğdaylı — I, 499 bkz. tubunlug tarıg
- TURA: kalkan, siper; düşmandan gizlenmek için kullanılan şey — II, 356; III, 106, 221
- TURAG: sığnak — II, 152
- TURASI: duracak — I, 33; II, 68 § turası yer; duracak yer, I, 33
- TURBI: yardımcı, yaver, uyuntu; tosun — I, 415
- TURBINLAMAK: araştirmak, kıyas etmek, ölçümlemek — I, 435 bkz. turbunlanmak
- TURBUN: araştırma, ölçme, kıyas etme — I, 435
- TURBUNLANMAK: bir şeş hakkında araştirmalarda bulunmak — II, 278 bkz. turbınlamak
- TURDAÇI: durucu, duran — II, 32, 48, 49 bkz. turguç ı
- TURDUKI: durduğu, kalktıgı — Jl, 42 § turdukı turmadukı bir; kalktığı, kalkmadıgı bir — II, 42
- TURGU: duracak — I, 16. 33, 420; II, 68; III, 211 § turgu ogur; duracak zaman — II, 33
- TURGUÇI: durucu, duran — II, 49 bkz. turdaç ı
- TURGULUK: durmak hakkı olan, durmayı dileyen — II, 56 bkz. turıgsak
- TURGURMAK: durdurmak; kaldırmak, dikmek, yapmak, inşa etmek; zayıflatmak, yordurmak, durgunlaştırmak — I, 486; II, 177, 178, 198; III, 295, 355
- TURIGA: turga kuşu, bir çeşit serçe — III, 174
- TURIGSAK: durmayı seven, durınak dileğinde olan, II, 55 bkz. turguluk
- TURK: bir cismin uzunluğu, boyu, I, 349
- TURKIGLANMAK: üstelemekten çekinmek, gocunmak, sayg ı göstermek — II, 272 bkz. turkuglanmak
- TURKINMAK: utanmak, sıkılmak, çekinnıek — II, 241 bkz. turkunmak
- TURKLAMAK: ölçmek III, 445
- TURKU: ipek kumaş — I, 18, 427; III, 72, 380 bkz. torku
- TURKUG: hayâ, utatnma. I, 462
- TURKUG: bolmak utanır olmak, I, 462
- TURKUGLANMAK: üstelemekten çekinmek, gocunmak, sayg ı göstermek. II, 272 bkz. turkıglanmak
- TURKUN: durgun, I, 440
- TURKUNMAK: utanmak; duraklamak — II, 255 bkz. turk ınmak
- TURLAK: zayıf, her hayvanın arığı, insanın ihtiyarlayışında zayıflıgı — I, 467
- TURMA: turp, I, 366, 431
- TURMAK: toplanmak — I, 139 bkz. türümek
- TURMAK: durmak; çıkmak, yükselmek; ayakta durmak, kalkmak, kalk ımak; zayıflamak — I, 20, 73, 139, 149, 214, 236, 334, 335, 361, 455, 494; II, 6, 7, 31, 32, 35, 36, 38, 42, 43, , 49, 55, 58, 61, 64, 65, 67, 170, 198, 206, 297; III, 26, 180, 181, 219, 230, 231, 233, 25
- TURMUZ: bir çeşit hıyar — I, 343 bkz. tarmaz
- TURNA: durna, turna kuşu — III, 239
- TURPLAMAK: örnegini yapmak, ölçümlemek III, 443
- TURŞU: turşu eşegi durdurınak için söylenen kelimeler — III, 224 bkz. tu şu tuşu
- TURUÇI: durucu, durmayı iş edlnen, II, 52
- TURUGI: durıuşu, II, 52
- TURUG: dağlarda sığınılacak yer — I, 373
- TURUGLAG: durulan, durulacak yer — I, 496, 500
- TURUGLI: durmayı düşünen, tasarlayan — II, 57
- TURUGSAK: durmayı seven, durmak dileğinde olan — II, 57
- TURUGSAMAK: durmak istemek — III, 333, 334
- TURUK: zayıf, I, 380
- TURUKLAMAK: durgunlaştırmak, arık saymak — III, 337
- TURUKLANMAK: durgun, argın saymak. II, 265, 266
- TURUKLUK: durgunluk, cılızlık I, 503, 505
- TURIIKMAK: durmak; toplanmak — I, 192; II, 115
- TURULMAK: usanmak, bıkmak — II, 126
- TURUM: durum, birinin boyu kadarınca olan uzunluk — I, 396
- TURUMLAMAK: suyun derinliğini boyu lle ölçmek — III, 341
- TURUMSINMAK: kalkar görünmek — II, 260
- TURUMTAY: yırtıcı bir ku; ; erkek adı — II, 110; III, 243
- TURUNMAK: dayatmak, durup direnmek; arıklaşmak; duruklamak. II, 145, 146
- TURUR: -dır, mazisi ve mastarı olmayan bir fiil. III, 180, 181, 316
- TURUŞGAN: daima karşı koyan — I, 182, 518; II, 95 turuşmak ayaga kalkışmak, duru; mak, karşı durmak, I, 20; II, 95
- TUS: tus keçe ve elbise gibi her yumu; ak şeye vurmaktan çıkan ses — I, 329; III, 124
- TUS: tus urmak tıp tıp vurmak. I, 329
- TUSU: menfaat; ; ifa — III, 224
- TUSU: bolmak yaramak, fayda vermek — II, 127 bkz. tusulmak
- TUSUKMAK: iyi gelmek, faydası olmak, yaraşmak, II, 116
- TUSULMAK: yaramak, fayda Yermek — II, 127 bkz. tusu bolmak
- TUŞ: denk, öğür, benzer — III, 125
- TUŞ: karşı, bir şeyin kar; ısı, III, 125
- TUŞ: kemer kayışları ucuna takılan altın veya gümüş toka, III, 125
- TUŞAG: köstek, at ayagına vurulan bukagı — I, 411 bkz. tuşagu
- TUŞAGU: köstek — I, 446 bkz. tuşag
- TUŞALMAK: dolaşmak, , kösteklenmek — II, 146 bkz. tu şanmak
- TUŞANMAK: dolaşmak, kösteklenmek — II, 146, 147 bkz. tu şalmak
- TUŞGURMAK: kavuşturmak — II, 178 bkz. tuşmak, tuşurmak
- TUŞGUTLANMAK: çırak, çömez sahibi olmak — II, 270 bkz. bu şgutlanmak
- TUŞIAMAK: hizasına, karşısına durmak
- TUŞ: kılmak kavuşmak, inmek — III, 17 bkz. tüş kılmak, tüşlenmek
- TUŞLANMAK: yönelmek, karşılaşmak — II, 243, 344
- TUŞLATMAK: karşısına gelecek surette durdurmak, II, 342, 343
- TUŞMAK: kavuşmak, rastlamak, yetişmek — I, 26; II, 12, 13 bkz. tuşgurmak, tuşurmak
- TUŞNAMAK: karşılaşmak, harekete geçmek, I, 236
- TUŞURMAK: kavuşturmak — II, 78, 178 bkz. tuşgurmak, tuşmak
- TUŞU: tuşu eşeği durdurmak için söylenen kelimeler — III, 224 bkz. tur şu turşu
- TUT: kılıç ve benzeri şeylerin üzerine çöken pas, II, 281 bkz. tat
- TUTAŞI: yakın, komşu; her zaman, daima, muttasıl, I, 423 bkz. tutçı, tutşı
- TUTÇI: daima, her vakit, durmadan; komşu, yakın — I, 159, 376, 423, 515, 518, 520, 521, 523, 524; III, 53, 54, 55, 378 bkz. tutaşı, tutşı
- TUTGAK: geceleyin düşmanın gözcülerini ve ileri karakollar ını yakalamak için çıkanlan atlı bölük — I, 467
- TUTGAN: daima tııtan — II, 296
- TUTGUÇ: kahvaltı, bir parça yemek — I, 453
- TUTGUÇI: tutucu, II, 296 bkz. tuttacı
- TUTGULUK: tutmak hakkı, isteği olan — II, 297
- TUTGUN: tutgun, yakalanan, esir, tutsak — I, 194, 205, 438; II, 219
- TUTMA: aç tutmaç I, 453 bkz. tutmaç
- TUTMAÇ: herkesçe bilinen bir Türk yeme ği. I, 452; II, 233, 349; III, 119, 289 bkz. tutma aç
- TUTMAK: tutmak, yakalamak — I, 37, 45, 63, 68, 81, 93, 125, 133, 195, 230, 325, 333, 336, 341, 372, 376, 399, 421, 428, 452, 504; II, 12, 24, 28. 33, 68, 74, 97, 118, 172, 289, 291, 292, 296; III, 11, 12, 15, 39, 71, 118, 133, 134, 156, 359, 412, 429
- TUTRUG: vasiyet — I, 79 bkz. tutsug
- TUTSUG: vasiyet — I, 462 bkz. tutrug
- TUTSUKMAK: tutulmak, yakalanmak — II, 227
- TUTŞI: yakın, komşu — I, 423 bkz. tutaşı, tutçı
- TUTTACI: tutucu — II, 296 bkz. tutguçı
- TUTTURMAK: tutturmak, yakalatmak — II, 174
- TUTUG: efsun, büyü tutması — I, 373
- TUTUG: rehin, tutu — I, 373; III, 63
- TUTUGLI: tutmaya azmeden — II, 297
- TUTUGLUG: yer tekln olmayan yer, cin çarpan yer, I, 496
- TUTUGSAK: tutmak isteyen — II, 296, 297
- TUTUK: enenmlş, iğdi; edllmiş — I, 380
- TUTUKLAMAK: enemek, enenmişliğe nispet etmek, III, 337
- TUTUKLANMAK: hadım köle sahibi olmak — II, 265
- TUTUKMAK: paslanmak, II, 116, 281 bkz. tatıkmak
- TUTULMAK: tutulmak, yakalanma'< — II, 120
- TUTUNÇU: ogul evlâtlığa alınmış çocuk — III, 375
- TUTUNMAK: tutulmak, edinmek, tutmak, yalnız başına tutmak, tutuşniak — II, 23, 143, , 144 bkz. tütünmek
- TUTURGU: buyrulması ve tutulması haklı olan şey, I, 489
- TUTURKAN: pirinç, döğü — I, 521
- TUTUŞ: çıkışma, çekişme — I, 367
- TUTUŞMAK: tutuşmak — I, 170; II, 88 bkz. tütüşmek
- TUTUZMAK: emretmek — I, 462; II, 86
- TUVIRMAK: kulak dikmek, kulak kabartmak — II, 73 bkz. tuvurmak
- TUVRAMAK: davranmak; büyümek, kuvvetlenmek I, 103; III, 279 bkz. tavramak
- TUVURMAK: kulak dlkmek, kulak kabartmnak. II, 73, 162 bkz. tuv ırmak
- TUVUZ: büyük, iri III, 279
- TUY: halk — III, 447
- TUYAG: at tırnağı, hayvan tırnagı, tuynak — II, 96; III, 165
- TUYAGLI: tırnaklı III, 178
- TUYIN: pinti; sıkıntılı III, 169
- TUYMAK: duymak. I, 44; III, 244
- TUYSUKMAK: duyar gibi olmak — III, 195
- TUYTURMAK: duyurmak; anlatmak, III, 192
- TUYUK: sisli, puslu, kapalı; canı sıkılmış III, 166, 167
- TUZ: tuz — II, 18, 104, 106. 299; III, 31, 123, 184. 359
- TUZ: güzellik. I, 296
- TUZAK: tuzak — I, 380
- TUZAK: sevgili, sevgi için söylenen sö ı — I, 380 bkz. tuzakı
- TUZAKI: sevgili. I, 380 bkz. tuzak
- TUZAMAK: tuzlamak, I, 206, 358, 380, 425; II, 234; III, 304 bkz. tuzlamak
- TUZGU: yoldan geçen hısımlara veya tanıdıklara armağan olarak çıkarılan yemek — I, 424
- TUZGULANMAK: yemek hediye etmek — III, 201
- TUZGUN: armağan — I, 419
- TUZKIYA: sevgili, güzel III, 359
- TUZLAMAK: tuzlamak — III, 263, 293 bkz. tuzamak
- TUZLANMAK: tuzlanmak — II, 243
- TUZLATMAK: tuzlatmak. II, 342
- TUZLUG: tuzlu — I, 209
- TÜ: tüy, kıl, saç; renk, at tonu — I, 406; II, 24; III, 207
- TÜB: dip, asıl, kök — I, 52, 73 bkz. tüp
- TÜBLÜG: asaletli III, 40
- TÜBILN: yemekte bulunan çör çöp parçalar ı; buğday kesmiği — I, 400, 405 bkz. tubun, tupun
- TÜBÜTLEMEK: Tibet’li saymak, Tibet’e nispet etmek, III, 330
- TÜBÜTLENMEK: Tibet’li kılığına girmek, II, 265
- TÜDEŞ: birbirine benzeyen, aynı renkte olan, I, 406, 407; III, 207
- TÜGE: düğe, iki yaşına girmiş olan buzağı, III, 229
- TÜGLÜNMEK: düğümlenmek, düğülmek II, 244
- TÜGLÜŞMEK: birbiriyle düğümlenmek II, 207
- TÜGME: düğme . I, 433
- TÜGMEK: düğmek, düğümlemek, bağlamak — I, 472; II, 20, 243
- TÜGMELENMEK: düğmelenmek, ilikleri ilikle mek — III, 202, 203
- TÜGSIN: dört köşeli düğümlenen bir çeşit düğüm . I, 436, 437; II, 285
- TÜĞÜLGEN: her zaman duğülen, her zaman can sıkıntısından kaşıgözü düğülen, çatılan — I, 524
- TÜGÜLMEK: düğülmek, dügümlenmek; yemek boğazda kalmak. I, 198, 437; II, 130, 162, 285; III, 215
- TÜGÜN: düğüm — I, 400, 437, 524, 525; II, 20, 106, 124, 130, 134, 142, 143, 162, 180, 184, 187, 210, 285, 293, 307; III, 59, 73, 78, 95, 105, 110, III, 112, 266, 267, 270
- TÜGÜNMEK: kendi başına düğüm yapmak, II, 143
- TÜGÜŞMEK: düğüm düğmekte yardım ve yanş etmek — II, 106
- TÜKEK: halka, yük yükletilirken yükü s ıkıştırmaya yarayan ve Ipe takılan halka — II, 287
- TÜKEL: tamamen, büsbütün — I, 60, 214, 456; II, 24, 223, 228; III, 147
- TÜKEMEK: tükenmek, bitmek; yetmek, kifâyet etmek, III, 270
- TÜKETMEK: tüketmek, bitirmek II, 309
- TÜKLÜG: kör — I, 477
- TÜKNEMEK: yara dağlamak — III, 301
- TÜKSIN: halktan olup handan üç kat a şağı bulunan kişi, I, 437
- TÜKÜN: dağlama, dağ döğün — I, 414 bkz. tögün
- TÜKÜ: tükü köpek enlğlni çağırmak için kullanılan kelime, III, 229
- TÜKÜZ: atın alnındaki akıtma — I, 367 bkz. teküz § tilküz at; aln ında bir parça beyaz olan at — I, 365
- TÜLEK(G): dört ayaklı hayvanların tüylerlnl atıp döktükleri sıra, koyun kırkımı I, 387 § tülek yılkı; tüliyen, kış tüyünü döken hayvan, I, 412
- TÜLEMEK: tüyünü dökmek — III, 270, 271
- TÜLEMEK: döllemek, kuzulamak — III, 271 bkz. tölemek
- TÜLETMEK: kuzulatmak, doğurtmak — II, 310
- TÜLFIR: kumaştan ve ipekten yapılan örtü ve perde, I, 457 bkz. tülvir
- TÜLÜG: tüylü — I, 406; III, 207 § tülüg yad ım; tüylü yaygı, halı — III, 19
- TÜLÜG: erük feftali — I, 69, 318; II, 282
- TÜLÜG: yadım tüylü yaygı, halı, III, 19
- TÜLVIR: gelin odası tülleri . III, 100 bkz. tülfir
- TÜM: at tonlannda düz renk — I, 338
- TÜMEN: tümen tümen, pek çok — I, 233, 402 § tilmen mi ıig; bin kere bin, I, 402
- TÜMEN: büyük iğne — III, 367 bkz. temen
- TÜMILEMEK: timbildemek, sekerek koşmak — III, 326, 327, 330 bkz. tümilenmek
- TÜMILENMEK: timbildemek, sekerek koşmak — III, 327 bkz. tümilemek
- TÜMRÜK: dümrük, def, I, 478
- TÜMSE: minber — I, 423
- TÜN: gece — I, 82, 100, 245, 331, 339, 423; 11. 77, 97, 232, 303; III, 247, 258, 288, 377
- TÜNEK: hapishane, zından, I, 408
- TÜNEMEK: gecelemek. III, 273
- TÜNERMEK: karanlık olmak, kararmak, gece olmak-II, 86
- TÜNERIK: karanlık; mezar, I, 488
- TÜNETMEK: geceletmek — II, 312
- TÜNLE: geceleyin. I, 251, 339, 434; II, 5; 111. 87
- TÜÑITMEK: eğmek — II, 326 bkz. tüñütmek,
- TÜÑITMEK: yukarıya doğru yükseltmek — II, 326 bkz; teñitmek
- TÜÑLÜK: pencere, ocak, baca gibi evdekl delikler, II, 18; III, 120, 127, 383
- TÜÑŞÜ: şamdan. III, 378
- TÜÑÜR: dünür, karının hısımları — II, 110; III, 362, 372
- TÜÑÜRLEMEK: birinl — kendlne dünür saymak, dünürlü ğe nispet etmek, III, 408
- TÜÑÜRLENMEK: kendini birine dünür salmak — III, 407
- TÜÑÜŞMEK: baş eğmek-III, 393, 394 bkz. tüñütmek, tüñütmek
- TÜÑÜTMEK: eğmek-III, 396 bkz. tüñitmek, tüñüşmek
- TÜP: asıl, kök, dip, temel, herhangi bir şeyin aslı, kökü, insanın aslı — I, 52, 73; II, 280; III, 119, 123 bkz. tüb
- TÜPÇIL: tipisi çok olan yer, III, 56
- TÜPI: tipi — I, 219; II, 4, 71; III, 57, 97, 216, 217, 324
- TÜPIRMEK: rüzgâr eserek toprağı savurtnnak — II, 71 bkz. tüpürmek
- TÜPKERMEK: araştırmak, izine düşmek. II, 179
- TÜPLEMEK: diplemek, kökten aramak, III, 293
- TÜPLENMEK: kökleşmek; zenginle; mek — II, 242
- TÜPLEŞMEK: aslını araştırmak — II, 206
- TÜPLETMEK: aratmak, II, 342
- TÜPLÜG: asaletli III, 40, 119 § tüplüg y ıldızlıg; asaletli, köklü — III, 40
- TÜPÜ: tepe, insanın başının üst tarafı — I, 309; II, 79; III, 216
- TÜPÜLEMEK: tepelemek, tepesine vurmak — III, 322, 323, 327
- TÜPÜRMEK: rüzgâr eserek toprağı savurtmak. II, 71 bkz. tüpirmek
- TÜRÇIMEK: başlamak. III, 275, 276
- TÜRÇITMEK: başlatmak. II, 329
- TÜRGEK: bohça- II, 289 bkz. türkek
- TÜRI: tadı kekre olan; huyu sert olan — I, 47; III, 220 bkz. türü
- TÜRK: vakit anlamına gelen bir kelime — I, 353 § türk kuya ş ödi; gün ortası — I, 353 § türk üzüm ödi; üzümün olgunluk vakti — I, 353 § türk yigit; gençlik ça ğının ortasında olan genç — I, 353
- TÜRKEK: türkeklenmek dürülmek, bohçaya sarılmak — II, 351
- TÜRKLEMEK: Türkler’den saymak (Araplar’a gôre) Acem, yani Arap’tan ba şka, saymak — III, 446 türkün oymakların, hısımlann toplandığı yer; ana baba evi — I, 441, 442; II, 209
- TÜRKÜNLENMEK: kendini bir yerden saymak ve o yeri kendinin say ıp oturmak — II, 278
- TÜRLÜG: türlü. I, 119, 296, 402, 476, 477; II, 122
- TÜRLÜNMEK: dürülmek, bükülmek — II, 243
- TÜRMEK: dürmek — II, 7, 39
- TÜRMEK: kadınbudu denllen yemek, dürüm. I, 396, 477; II, 106
- TÜRMEKLENMEK: dürüm yapılmak — II, 276
- TÜRTMEK: sürtmek, sıvamak, çalmak — III, 425, 426
- TÜRTÜLMEK: sürulmek — I, 486; II, 229
- TÜRTÜNMEK: (yag) sürünrnek, sürünür görünmek, II, 240
- TÜRTÜŞMEK: (yağ) sürmekte yanş etmek — II, 205
- TÜRÜ: tadı kekre olan, buruşturan — I, 47 bkz. türi
- TÜRÜLMEK: dürülmek. II, 127
- TÜRÜMEK: toplanmak — I, 139 bkz. turmak
- TÜRÜNMEK: kendi başına dürmek. II, 145
- TÜRÜŞMEK: dürmekte yardım ve yarış etmek, II, 95
- TÜRÜTMEK: yaratmak; blr ; ey takdir veya ıslah edilmek, II, 303 bkz. törütmek
- TÜŞ: eğlek, durak, yolculukta dinlenilecek yer ve konulacak zaman, I, 330
- TÜŞ: düş, rüya, düş azması, ihtilam, III, 18, 125, 266
- TÜŞEMEK: düş görmek, ihtilam olmak, düşü azmak- III, 266
- TÜŞ: kılmak inmek, toplanmak . III, 17 bkz. tuş kılmak, tilşlenmek
- TÜŞKÜN: dikenli kitre ağaçcığı — I, 443 bkz. tüşürkün
- TÜŞKÜNLENMEK: dağda kitre ağacı çoğalmakII, 278
- TÜŞLENMEK: inmek, toplanmak, I, 222; II, 242 bkz. tu ş kılmak, tüş kılmak
- TÜŞLÜK: konulacak yer — I, 477
- TÜŞLÜK: ödi dinlenmek için yolcuların gece yarısından sonraki konak vakltleri — I, 477
- TÜŞMEK: düşmek; inmek I, 320, 456; II, 13, 81, 137; III, 5, 14, 65, 122, 129, 132, 378, 439
- TÜŞ: ödi konulacak zaman, kuşluk vakti — I, 330; III, 125
- TÜŞRÜM: eğrilmlş ip yumağı — I, 485 bkz. teşrüm
- TÜŞÜK: işten güçten kalan, haylaz, dü şkün. I, 387
- TÜŞÜRGÜ: çayın ırmağa karışan agzı, degirmenin blr ırmağa olan savağı — I, 490
- TÜŞÜRKÜN: kitre ağaçcığı — I, 522 bkz. tüşkün
- TÜŞÜRMEK: düşürmek, indirmek — II, 78, 79, 316
- TÜTEK: ibrik ve benzeri şeylerin emziği I, 386 bkz. tokurga
- TÜTETMEK: tütütmek — II, 299 bkz. tütitmek
- TÜTITMEK: tütütmek — II, 299 bkz. tütetmek
- TÜTKÜRMEK: saldııtmak, kışkırtmak — II, 73 bkz. tütürmek
- TÜTSÜK: kinci . I, 476 § tütsük kişi; kinci adam, yaman düşman — I, 476
- TÜTÜ: türlü — I, 179; II, 283
- TÜTÜN: duman I, 400; II, 72, 299; III. 16
- TÜT(Ü)NMEK: duman tütmek, II, 23 bkz. tutunmak
- TÜTÜRMEK: saldırtmak, kışkırtmak II, 73 bkz. tütkürmek
- TÜTÜŞMEK: kavga etmek, tutuşmak, çekişmek, avı yakalamağa yardım ve yarış etmek, II, 71, 88, 89 bkz. tutuşmak
- TÜVEK: patlangıç — I, 388
- TÜVEKLIK: patlangıç için oyulan ağaç dalı — I, 508
- TÜVIŞMEK: şişe et dizmekte yardım ve yarış etmek — II, 102 bkz. tevişmek
- TÜVŞEMEK: ter, tane tane olmal< — III, 286
- TÜZ: halk, reayâ — III, 123
- TÜZ: asıl, kök, soy sop, III, 123
- TÜZ: düz — I, 60, 121, 325, 376, 433; III, 123
- TÜZERMEK: düzelmek — II, 77
- TÜZEŞMEK: düzlemekte yardım ve yariş etmek — II, 99, 100 bkz. tüzüşmek
- TÜZGERMEK: armağan vermek, II, 179 bkz. tüzgürmek
- TÜZGÜRMEK: amnağan vermek — II, 179 bkz. tilzgermek
- TÜZLINMEK: düzelmek, rnüsavileşmek — I, 349 bkz. tüzlünmek, tüzülmek
- TÜZLÜNMEK: düzeltmek — II, 243 bkz. tüzlinmek, tüzülmek
- TÜZMEK: düzmek, düzeltmek — II, 9
- TÜZÜLMEK: düzelmek, tertip ve tanzim edilmek. II, 71, 127, 243; III, 131 bkz. tüzlinmek, tüzlünmek
- TILZÜN: yumuşak huylu — I, 221, 414
- TÜZÜNLÜG: yumuşaklık. III, 188 bkz. tüzünlük
- TÜZÜNLÜK: yumuşaklık II, 250 bkz. tüzünlüg
- TÜZÜŞMEK: düzlemekte yardım ve yarış etmek — II, 99 bkz. tüzeşmek
- U: uyku — III, 247 bkz. ud, udu
- UBANMAK: gizlenmek — I, 198
- UÇ: Türkler’in kalem yaptıkları bir ağaç — I, 35
- UÇ: bir nesnenin tükenmesi, bitmesi; uç, kenar — I, 44, 319; III, 426 § uç el; s ınır, sınırdaki il — I, 44
- UÇA: sırt, arka, uca — I, 87
- UÇAN: iki yelkenli gemi — I, 122
- UÇGUK: uçuk, ingi, dumagu — I, 98
- UÇLANMAK: uç peyda etmek, I, 257
- UÇMAK: uçmak, cennet — I, 118, 119; III, 374
- UÇMAK: uçmak — I, 163, 164, 483; II, 45, 324; III, 240
- UÇRUŞMAK: uçurmakta yardım ve yarış etmek I, 233, 529; III, 178
- UÇUKMAK: sonuna varmak — I, 191
- UÇUN: sebep bildiren bir edat, için — I, 76, 86; II, 290; III, 358
- UÇURGAN: çok uçuran — I, 156
- UÇURMAK: uçurmak; düşürmek I, 176; II, 199, 324
- UÇURSAMAK: uçurmak istemek — I, 280; III, 247
- UÇUZ: ucuz, hor ve alçak, değersiz — I, 54
- UÇUZLAMAK: hor ve alçak görmek, hakaret etmek — I, 54, 301
- UÇUZLANMAK: ucuz bulmak, ucuz saymak — I, 292
- UÇUZLUK: değersizlik, küçüklük, ucuzluk — I, 149
- UD: sığır, öküz — I, 45, 346 bkz. öd, ud
- UDUKLUK: insanın bir ; eyden gafleti ve dalg ınlığı, I, 149 bkz. udugluk
- UD: yılı Türkler’in on ikili yıllarından biri — I, 45, 346
- UD: uyku, I, 46, 200 bkz. u, udu
- UD: sığır, öküz — II, 358
- UDGARMAK: uyandırmak, uyarmak — I, 46 bkz. udgurmak, uygurmak
- UDGIRMI: uyanmış — II, 257
- UDGURGAN: daima uyandıran — II, 256
- UDGURGUÇI: uyandıran — II, 50
- UDGURMAK: uyandırmak, uyarmak — I, 46, 225, 260; II, 44, 193, 255 bkz. udgarmak, uygurmak
- UDIK: er uyuklayan kişi — I, 65
- UDIKLAMAK: uyuklamak — III, 349 bkz. uduklamak
- UDIM: arkası sıra, ard, arka, müteaklp — III, 401 bkz. udu
- UDIMAK: uyumak I, 39; III, 259, 260 bkz. udumak
- UDINMAK: sönmek, III, 26 bkz. odunmak, udunmak
- UDIŞMAK: uyumakta yarış etmek; uyuşmak, katılaşmak, -pıhtılaşmak. I, 181, 182 bkz. uduşmak
- UDITGAN: çok uyutan, hep uyutan — I, 154
- UDITMA: yaş peynir, taze peynir, I, 143
- UDITMAK: uyutmak; katilaştirmak, peynlr yapmak; söndürmnek. I, 207, 208
- UDLAŞMAK: birbiri ardınca yürümek — I, 239 bkz. üdleşmek
- UDLATMAK: uydurmak, arkasına düşürmek I, 264, 265
- UDLUK: sığır glbl hayvanların ahırda yattığı yer, I, 98
- UDMAK: uyan, çırak, şâkirt; uşak, ırgat — I, 99
- UDMAKLANMAK: uşak ve ırgat sahlbl olmak — I, 313
- UDU: uyku — I, 39; II, 193; III, 247 bkz. u, ud
- UDU: art, arka, arkası sıra, müteaklp, arkasında; yüzünden, dolayı — I, 87, 110, 167, 272, 399; II, 17, 303; III, 80, 231, 309. 401 bkz. ud ım
- UDU: tepe, I, 87 § kum
- UDU: kum yığını — I, 87
- UDUG: uyanık, I, 63 § udug köñüllilg er; uyan ık gönüllü, anlayışlı adam — I, 63
- UDUGLUK: işlere karşı (^111^1^I, 149 bkz. udukluk
- UDUKLAMAK: uyuklamak, III, 339 bkz. udıklamak
- UDUKMAK: ardına dü; mek, kovalatmak — III, 231
- UDULAMAK: uymak — I, 308
- UDUMAK: uyumak — I, 39 bkz. udımak
- UDUNMAK: uyanmak. I, 200; III, 194
- UDUNMAK: uyanmak I, 200 bkz. odunmak, udınmak
- UDURMAK: seçip ayırmak — I, 370; III, 228 bkz. adırmak, edirmek, ödürmek, ödürmek, üdürmek
- UDUŞMAK: uyumakta yarış etmek; uyuşmak, katılaçmak, pıhtila; mak — I, 181 bkz. udışmak
- UDUZ: uyuş I, 54, 55; II, 300; 111. 5, 63, 74
- UDUZLAMAK: uyuzuna ilâç yapmak — I, 301
- UDUZLUG: uyuzlu — I, 146
- UFUT: hayâ, utanma, ut — I, 309 bkz. uvut, uvut
- UFUT: bolmak utanmak, I, 309; III, 208 , 231
- UG: çadırın üst yanındaki köşelerden her biri I, 48
- UGAN: her şeye gıicü yeten, kadir, I, 77 § ugan Teñri; gücü yeten Tanr ı — I, 77
- UGANÇA: gücü yetinceye kadar — I, 44
- UGARAT: alnındaakı olanat — I, 53
- UGLI: Kaşgar’da yetişen ve yenen beyaz ve tatlı bir havuç — I, 129
- UGRAKLANMAK: Ograk kılığına girmek, I, 313 bkz. Ograklanmak
- UGUT: içki yapılan bir çeşit hamur — I, 50
- UXAK: kaysı, erik gibi meyvelarin sıkılmış suyu — I, 122
- UJLAÑ: kaya keleri, I, 116
- UKIMAK: kusmak, III, 254
- UKMAK: anlamak . I, 168; II, 228; III, 20, 46
- UKRUK: kement — I, 100; III, 215
- UKSAMAK: anlamak istemek — I, 277
- UKTURMAK: anlatmak I, 223
- UKULMAK: bilinmek, anlaşılmak , I, 197
- UKU: anlayı; — I, 62
- UKUŞLUG: anlayı; lı — I, 62, 147
- UKUŞMAK: anlamak — I, 186 ul duvar temeli — I, 48
- ULA: kırda belge, alâmet — I, 92
- ULAG: ulak, beyin emriyle koşa koşa giden postacının başka bir ata erişip bininceye değin bindiği at — I, 122
- ULAG: yama, elbise yaması — I, 122
- ULAGA: savaş atı, III, 172
- ULAGU: neriğ kendisiyle bir şey ulanan nesne — I, 136
- ULAMAK: ulamak, eklemek; ulaşmak ve buluşmak III, 255
- ULANMAK: ulanmak, vasıta olmak, I, 64, 204
- ULAR: erkek keklik — I, 122; II, 213
- ULARLIG: kekliği çok olan — I, 148
- ULAS: köz süzgün ve yakışıklı göz — I, 59, 60
- ULAŞMAK: ulaşmak, bitişmek — I, 189
- ULATMAK: ulatmak — I, 213
- ULATU: burun temizlemek için koyunda ta şınan ipek kumaş parçası — I, 136
- ULDAÑ: pabuç altı, tabanı, mestin alt yanı, I, 116 bkz. oldañ
- ULDIMAK: yalın ayak, nalsız kalmak; ayağı ya-ralanmak, ayağı aşınmak — I, 104, 273
- ULDUK: nalsız, yalın ayak — I, 101 bkz. olduk
- ULGADMAK: büyümek, ulu olmak, I, 263, 505; II, 268; III, 87 bkz. ulgatmak
- ULGATMAK: büyümek — I, 263; II, 366 bkz. ulgadmak
- ULIÇ: erkek çocuklara sevgi bildirmek içln söylenen bir kelime I, 52; II, 250
- ULIGU: uluyacak zaman — I, 136
- ULIMAK: ulumak — III, 255
- ULINÇ: yol kıvrımlı yol, iğri, büğrü, büküntülü yol, düz olmayan yol — I, 133; III, 450
- ULINMAK: usanmak, bıkmak; kıvrılmak, dolanmak, I, 204, 205; II, 241 bkz. ulunmak
- ULIŞMAK: ulaşmak I, 189
- ULITGAN: çok ulutan — I, 156
- ULITMAK: ulutmak — I, 213
- ULITMAK: eğdirmek, büktürmek — I, 213
- ULMA: testi, çanak çömlek — I, 130, 371; II, 234; III, 182 bkz. olma
- ULMAK: erpimek, eriyecek ve dağılacak halegelmek, eskiyerek y ıpranıp yırtılmak. I, 169
- ULNATMAK: altını üstüne getirerek düzelttirmek, çevirtmek. I, 267
- ULTURMAK: erpitmek, yıpratmak — I, 223, 224
- ULUG: ulu, büyük, yüce, büyüklük, ululuk — I, 51, 64, 301, 304, 324, 347, 348, 367; 11. 19, 28, 40. 54 95, 328; III, 69, 70, 175
- ULUG: ay senenin “ulug oglak ay”dan sonra gelen parças ı, yaz ortası — I, 348
- ULUGLAMAK: yüceltmek — I, 304
- ULUGLUK: büyükluk, ululuk, Irilik; ya şça kocalık — I, 64, 150, 352, 505; II, 91
- ULUG: oglak ay senenin “oglak ay”dan sonra gelen ve o ğlakların büyüduğü parçası — I, 347 bkz. oglak ay
- ULUGSAMAK: bir şeyin büyüğünü istemek, I, 302, 303
- ULUK: atın onnuzbaşı — I, 68
- ULUK: (ton) eskimiş, yıpranmış (elblse) — I, 67 ulun temrensiz ok, I, 78 ulunlug (er) temrensiz, yeleksiz okları bulunan (kişi) — I, 148
- ULUNMAK: usanmak, bıkmak; kıvrılmak, dolanmak — I, 204 bkz. ulınmak
- ULUŞ: köy, şehir, I, 62
- ULYAN: kokulu bir bitklnin köküdür ki yenllir — I, 121
- UM: karın şişkinliği, kursak bozukluğu, I, 49
- UMA: ana — I, 92
- UMA: eve gelen konuk — I, 92, 93, 106; II, 316
- UMAK: geciktirmek, I, 93
- UMAK: kudreti olmak, gücü yetmek — I, 44, 77
- UMAY: son, kadın doğurduktan sonra karnından çıkan sonu — I, 123
- UM: bolmak kursak bozulmak, çok yemekten kursak bozulmak, bulanmak — I, 49
- UMDU: istek, dilek; tamah — I, 125
- UMDUÇI: dilençi. I, 125, 141
- UMDURMAK: umdurmak — II, 54
- UMMAK: ummak — I, 169
- UMUNÇ: umma, umut etme — I, 133; III, 450
- UMUNÇLUG: umulan, umutlu — I, 155
- UMUNMAK: umunmak, umutlanmak, unnmak — I, 206; III, 429
- UN: un, I, 49, 174, 238, 250, 255, 264, 268, 269, 284, 286; II, 15, 16, 71, 81, 102, 129, 174; III, 40, 102, 107, 340, 436
- UNAMAK: razı olmak, kabul etmek, I, 215; III, 256
- UNAŞMAK: uyuşmak, kabullenmek — I, 190 bkz. onaşmak
- UNATMAK: razı etmek, I, 125
- UNITGAN: çok unutan — I, 156, 525
- UNITMAK: unutmak, I, 215; II, 325 bkz. unutmak
- UNUTMAK: unutmak — I, 215 bkz. unıtmak
- UNUTMIŞ: unutulmuş — I, 228
- UÑAMUK: (er) solak (adam) — I, 162
- UÑRA: yatmak sırt üstü yatmak — III, 378 bkz. tuñra tü şmek
- URAGAN: daima uran — I, 33 bkz. uran
- URAGUN: Hindistan’dan gelir bir ilaç — I, 138
- URAGUT: kadın, avrat — I, 138, 153, 178, 180, 201, 250, 253, 255, 257, 259, 275, 302, 306, 308, 311, 314, 401, 509; II, 9, 22, 56, 80, 107, 121, 126, 141, 142, 146, 151, 153, 155, 156, 233, 239, 254, 265, 278, 302, 304, 307, 309, 317, 330, 355; III, 36, 50, 58, 64, 85,
- URAN: daima uran — I, 33 bkz. uragan
- URDI: tokıdı vurdu, dövdü — III, 268
- URDUTAL: hamamotu — I, 124 bkz. ardutal, ordutal
- URGA: büyük ağaç — I, 128
- URGU: kendisiyle bir şeye vurulacak nesne veya ayg ıt. I, 13; II, 69
- URI: ses, gürültü — I, 87, 88
- URI: erkek evlât — I, 88, 251 § urı oglan; erkek çocuk — I, 88
- URI: dere, yol, III, 370 § teriñ urı; geniş dere ve yol — III, 370
- URI: kıkı gürültü, haykırı; — III, 227 bkz. kıkı
- URILAMAK: bağırmak, sesini ynkseltmek. I, 309 bkz. or ılaşmak, orlaşmak, urılaşmak, urlamak, yurlamak
- URILAMAK: kendini övmek, kendini övmekte ileri gitmek I, 309
- URILAŞMAK: bağrışmak, çağrışmak — I, 239 bkz. orılaşmak, orlaşmak, urılamak, urlaşmak, yurlamak
- URIŞMAK: vuruşmak — I, 367 bkz. uruşmak
- URK: ip, urgan, I, 42, 258 bkz. uruk
- URLAMAK: bağırmak, ulumak — I, 189 bkz. orılaşmak, orlaşmak, urılamak, urlaşmak, yurlamak urlaşmak bağrışmak, çağrışmak — I, 239 bkz. orılaşmak, orlaşmak, urılaşmak, urlamak, yurlamak
- URMAK: urmak, vurmak, dövmek; koymak, yapmak; takmak, I, 12, 13. 20, 27, 93, 164, 165, 177, 213. 242, 320, 329, 333, 334, 348, 386, 407, 483; II, 54, 61, 138, 152, 174, 191, 358; III, 120, 124, 127, 145, 260 bkz. ürimek
- URRA: erkeklerde olan kasık yarıklığı, kavlıç — I, 39
- URSAMAK: vurmak istemek, I, 276
- URSUKMAK: dövmede, dövüşte yenilmek, dövülmek. I, 242, 243
- URT: iğne deüği, iğne yurdu — I, 42
- URUG: tane, tohum, evin — I, 53, 64, 449
- URUG: dövüş, vuruş — I, 27, 386
- URUGLAMAK: çekirdeğini çıkarmak, çekirdekten ayırmak — I, 303, 304; III, 346
- URUGLANMAK: tane tutmak — I, 293
- URUGLUG: (altun) para olarak kesilmiş, urulmuş (altın) — I, 147
- URUGLUK: (buğday) tohumluk için saklanmış (buğday) — I, 146
- URUG: turıg hısımlar — I, 64
- URUK: ip, urgan — I, 42, 66, 209, 221; II, 136, 205; III, 110, 330 bkz. urk
- URUKLUG: (kova) ipli (kova) — I, 147
- URUKLUK: (yüñ) ip yapmak için hazırlanmış(yün) — I, 150
- URULMAK: vurulmak, dövülmek; kurulmak — I, 194, 195; II, 138
- URULMAK: (ip ve benzeri) örülmek I, 195
- URUMDAY: kendisiyle ağının zararı giderilen bir taş — I, 159
- URUNÇ: rüşvet, gevik, I, 132, 354; III, 217, 449 bkz. orunç
- URUNMAK: pişman olup vurunmak, dövünmek; sarınmak, örtünmek I, 201
- URUNMAK: dikilmek, kalkmak — I, 201
- URUŞ: urma, sava; , vuruş, vuruşma — I, 61, 221, 414; II, 83
- URUŞMAK: vuru; mak — I, 20, 182; II, 89 bkz. uruşmak
- URUŞ: tokuş uğraşma ve savaşma — I, 12
- URUT: kuru (geçen yıldan kalma ot için). II, 79 bkz. ar ııt
- URU: yazmak vurayazmak, döveyazmak — III, 59
- US: hayır ve şerri ayırt ediş, I, 36
- US: kerkes kuşu, I, 36, 228; III, 46
- USAL: kişi gafil, iş bilmeyen — I, 122
- USAYUK: (er) gafil (adam) — I, 160
- USITGAN: çok susatan, I, 155
- USITMAK: susatmak — I, 209
- USLAMAK: anlamak, hayrı şerden ayırt etmek — I, 286
- USLAYU: kerkes kuşu gibi, II, 17
- USMAK: susamak; sanmak — I, 166; II, 165
- USNATMAK: benzetmek, I, 267 bkz. üsnemek
- USRIK: uyuklayan adam. I, 99
- USUKMAK: susamak — I, 191; II, 165
- USUZ: uykusuz, I, 122
- UŞ: şimdi, işte, §161. I, 36; II, 45, 128
- UŞ: agaç, dal, boynuz gibi şeylerin özü — I, 36 §müñüz uşı; boynuz özü — I, 36
- UŞAK: küçük, ufak, I, 67; III, 279 § u şak oglan; küçük çocuk — I, 67 § u şak otuñ
- UŞAK: koğuculuk, koğu, dedikodu, kogucu — I, 122; II, 20 § u şak söz; kogu olarak söylenen söz — I, 122
- UŞAKLAMAK: koğlamak — I, 305
- UŞAKLIK: işte gösterilen çocukluk — I, 150
- UŞALMAK: ufalanmak — I, 197 bkz. uşatmak, uvşatmak, üşelmek, üşetmek
- UŞATMAK: ufalatmak — I, 211, 262 bkz. uşalmak, uvşatmak, üşelmek, üşetmek
- UŞGUN: ekşi bir çeşit ot, poy otu — I, 440 bkz. kuşgun
- UŞUN: omuz başı, çigin başı — I, 77
- UŞ: uş öküzü suvarmak için söylenen 502. I, 36
- UTAMAK: yapraklarını, başağını kesrnek, ekin biçilmek, budamak — III, 250, 251
- UTANÇ: (ış) utanılacak (1; ). III, 448 bkz. utunç
- UTANMAK: utanmak, I, 199, 291 bkz. uvutlanmak
- UTMAK: oyunda yutmak, oyunda ütmek I, 170, 200; II, 103
- UTRU: önce; karşı, orta I, 68, 494; II, 145; III, 40 bkz. ortu, otra, otru
- UTRULANMAK: yüz ytize gelmek — I, 296, 297 bkz. otrulanmak
- UTRULMAK: kesilmek, kırkılmak, kısaltılmak. I, 246, 247
- UTRUNMAK: dayatmak ve karşı koymak istemek; yönelmek. I, 251 bkz. otrunmak
- UTRUŞMAK: karşı koymak, kaı — şi gelmek, karşılaşmak. I, 232 bkz. otruşmak
- UTRUŞMAK: makasla kesmekte yardım etmek — I, 233
- UTSUKMAK: oyunda yutulmak — I, 242
- UTULMAK: (ekini bozan bitkiler) kesilmek, ba şı vurulmak I, 193 bkz. otulmak
- UTUN: degersiz, alçak, küstah — I, 123, 414
- UTUNÇ: (ış) utanılacak (iş) — I, 131; III, 448 bkz. utanç
- UTURMAK: (saç ve elbise) kesmek — I, 176
- UTUŞMAK: oyunda yutu; mak — I, 180
- UVA: çagıran kişiye cevap için “ne buyuruyorsun?” anlam ında bir edat — I, 40
- UVA: içine şeker ufalanan bir çeşit yemek — I, II bkz. uva
- UVMAK: ufalamak, I, 11 bkz. övmek, uvmak
- UVUT: ut, hayâ, ar — I, 83 bkz. ufut, uvut
- UVA: soğukluk olarak yenen bir çeşit şekerli pirinç yem’egi — I, 90 bkz. uva
- UVMAK: ufalamak — I, 166 bkz. övmek, uvmak
- UVŞATMAK: ufalatmak — I, 262 bkz. uşalmak, uşatmak, üşelmek, üşetmek
- UVULMAK: ufalanmak, ezilmek — I, 197; II, 6
- UVUNMAK: kendi kendine ufalamak, I, 202
- UVUNMAK: ovuşturmak. I, 202; II, 147 bkz. ovunmak
- UVURGARMAK: utandırmak — I, 290
- UVUŞ: ufalanmış nesne — I, 61
- UVUŞ: etmek ufalanmış ekmek — I, 61
- UVUŞMAK: ufalamakta yardım ve yariş etmek, I, 185
- UVUT: utanma, hayâ, ut, ar — I, 51, 83, 116, 131, 469 bkz. ufut, uvut
- UVUT: yemege veya beyin yanına çağırma, davet — I, 51
- UVUTLANMAK: utahmak — I, 291 bkz. utanmak
- UVUTLUG: utanan, utangaç — I, 146
- UYA: kuş yuvası, I, 85
- UYA: hısım, kardeş, I, 85, 86
- UYADSILIK: utanan, utangaç — I, 160
- UYADMAK: utanmak — I, 55, 216 bkz. uyatmak
- UYALAMAK: yuva yapmak, III, 328
- UYALMAK: çekinmek, utanmak — I, 269
- UYATMAK: utanmak — I, 216 bkz. uyadmak
- UYGURMAK: uyarmak, I, 269, 270 bkz. udgarmak, udgurmak
- UYMAK: uymak, birine bağlı olmak — III, 146
- UYUGLUG: kemerli. III, 50
- UZ: usta, mahir — I, 46 § uz kişi; eli uz, eli işe yaraşıklı, udumlu kişi I, 46
- UZA: geçmiş zaman, I, 88, 89, 385
- UZAK: uzun; eski, uzak — I, 66, 380 § uzak ış; uzayan bitmeyen iş — I, 66
- UZAKLIK: işte ağırlık. I, 150
- UZATMAK: uzatmak; geciktirmek I, 209; II, 234 bkz. uzutmak
- UZLANMAK: ustalaşmak — I, 297
- UZLUK: sanat — I, 253
- UZMAK: başkasından ileri geçmek — I, 88 bkz. ozmak
- UZSAMAK: koparmak istemek, I, 276, 277 bkz. üzsemek
- UZUN: uzun, I, 77, 448; II, ’11, 78; III, 36, 89, 121
- UZUTGAN: her zaman uzatan — I, 155
- UZUTMAK: uzatmak — I, 155 bkz. uzatmak
- ÜBGÜK: ibibik kuşu — I, 78, 110 bkz. übüp
- ÜBÜP: ibibik kuşu, I, 78 bkz. übgük ,
- ÜÇ: sayıda üç — I, 35; II, 283
- ÜÇGIL: müselles, üçgen, üç köşeli şe/ — I, 105
- ÜÇGÜL: müselles, üçgen, üç köşeli şey, I, 105
- ÜÇLENMEK: üç olmak, üçlenmek — I, 256
- ÜÇLÜÇ: başları bir demirle birleştirilerek üç çubukla yapılan tavşan tuzağı — I, 95
- ÜÇÜKMEK: sesi, soluğu, nefesi kesilmek — I, 192; II, 118
- ÜÇÜNÇ: sayıda üçüncü — I, 131; III, 448
- ÜÇÜRGEN: çok söndüren, I, 522
- ÜÇÜRMEK: söndürmek — I, 176, 177 bkz. öçürmek
- ÜDÜRMEK: seçmek, üstün tutmak, III, 11 bkz. a ğırmak, edirmek, ödürmek, ödürmek, udurmak
- ÜDERMEK: uymak, izince gitmek — I, 178
- ÜDIK: aşk ve sevgi coşması, sevda, hasret — I, 69, 212; II, 144, 188, 311; III, 258 bkz. ödik
- ÜDLENMEK: kösnemek, erkek istemek — I, 257
- ÜDLEŞMEK: birbiri ardınca yürü; mek — I, 239 bkz. udlaşmek
- ÜDREK: artan, az iken artan şey, I, 103
- ÜDREMEK: üremek, çoğalmak , I, 273
- ÜDREŞMEK: artmak — I, 232
- ÜDRETMEK: üretmek, çoğaltmak — I, 261
- ÜGI: baykuş — I, 9, 161; III, 118, 238 bkz. ühi, yabakülak
- ÜGIMEK: öğütmek — III, 254
- ÜGIT: buğday ve benzeri şeyleri öğütme. I, 51
- ÜGITÇI: un öğüten kimse — I, 51
- ÜGITMEK: öğüttürmek — I, 213
- ÜGITSEMEK: öğütmek istemek — I, 302
- ÜGRE: tutmaca benzer ve ondan daha sulu şehriye çorbası, erişte. I, 127; III, 173
- ÜGRILMEK: sallanmak — I, 248
- ÜGRIMEK: sallanmak, kımıldatmak; birisine karşı yaltaklanarak hilesini saklamak, I, 275, 354
- ÜGRIŞMEK: sallamakta yardınn etmek, I, 236
- ÜGRITMEK: sallatmak, I, 261
- ÜGRÜK: çocugun beşigini sallama — I, 105
- ÜGÜR: darı. I, 54; II, 121; III, 9 bkz. yügür § yag ügüri; susam — I, 54
- ÜGÜRLÜG: darı sahibi olan — I, 152
- ÜGÜRLÜK: dan konulan yer — I, 152
- ÜGÜRMEK: deve üzerine iki taraflı yükletilerek içerisine binilen sepet ve benzeri ; ey — I, 507 bkz. tegirmek
- ÜGÜŞMEK: öğütmekte yardım ve yarış etmek — I, 187
- ÜHI: baykuş , I, 9, 161; III, 118, 238 bkz. ügi, yabakulak
- ÜJME: dut ağacı — I, 130
- ÜJÜK: hece, harf, I, 71, 72
- ÜJÜKLEMEK: hecelemek, I, 71
- ÜJÜMLENMEK: dutlanmak, dut vermek, I, 297
- ÜKEK: tabut, sandık — I, 78
- ÜKEK: şehrin etrafında savaş için hazırlanmış olan burç — I, 78
- ÜKEKLEMEK: burç yapmak; sandık yapmak — I, 307
- ÜKEKLIG: tam burçları bulunan kale — I, 153
- ÜKEKLIK: sandık yapmak için ayrılan ağaç — I, 153
- ÜLEMEK: dağıtmak, yaymak, üleştirmek — I, 51; III, 255
- ÜLEŞMEK: paylaşmak, üleşmek I, 189
- ÜLETMEK: paylaştırmak, dagıtmak, I, 214
- ÜLIKE: ökse otu — I, 137
- ÜLKER: Ülker yıldızı, Süreyya yıldızı. I, 95; III, 40
- ÜLKER: çerig harp usulünde bir hile tarzı — I, 95 ,
- ÜLKÜ: ahit, peyman. I, 129
- ÜLÜG: pay, nasip, hlsse, I, 62, 72 bkz. ülük, ülü ş
- ÜLÜGLÜG: üleştirilmiş, pay edilmiş, dağıtılmı; — I, 511
- ÜLÜK: pay, naslp, hisse — I, 62, 72 bkz. ülüg, ülü ş
- ÜLÜ: pay, halk arasında taksim, hisse — I, 62 bkz. ülüg, ülük
- ÜM: şalvar, don — I, 38, 117, 203
- ÜMGLIK: imik, çocukların tepesinde bulunan yumuşak yer I, 110
- ÜMLEŞMEK: şalvarını ortaya koyarak kumar oynamak — I, 242
- ÜNLÜG: şalvarlı, I, 224
- ÜN: ses; ün, san — I, 38, 49. 219; II, 294; III, 194, 240, 402
- ÜNDEMEK: ünlemek, çagırmak. I, 273; III, 69
- ÜNDEŞMEK: çağırı; mak — I, 231
- ÜÑMEK: delmek — I, 174 bkz. öñmek
- ÜÑTÜRMEK: deldirmek I, 290
- ÜÑÜJIN: çölde insanı öidüren umacı, gulyabani — I, 145
- ÜÑÜLMEK: oyulmak III, 395
- ÜÑÜR: in, mağara — I, 94
- ÜP: renkte pekitme edatı — I, 34 § üpürüng; apak — I, 34
- ÜPLELMEK: yağma edilmek — I, 295
- ÜPLEMEK: yağma etmek — I, 284
- ÜPLENMEK: yağmalanmak — I, 255; III, 90
- ÜPLEŞMEK: yağma edişmek, yağmalaşmak. I, 238
- ÜPLETMEK: yağma edilmek I, 264
- ÜRIMEK: takmak, urmak, III, 120 bkz. urmak
- ÜRIMEK: içten çürümek III, 252, 253 bkz. örimek
- ÜRKMEK: ürkmek, III, 420
- ÜRKÜLMEK: ürkülmek — I, 250
- ÜRKÜNÇ: ürküntü, kargaşalık, I, 250 bkz. ürkünmek
- ÜRKÜNÇE: üfleyeceğine, I, 337
- ÜRKÜNMEK: düşman yüzünden ulus arasına düşen ürküntü, telâşla kalelere ve sığınaklara kaşışma — I, 108 bkz. ürkünç
- ÜRKÜŞMEK: ürküşmek, I, 155
- ÜRKÜTMEK: ürkütmek I, 263, 264
- ÜRMEK: üflemek; ürmek, ‘havlamak — I, 55, 164, 337; III, 5
- ÜRÑEK: kireç — I, 121
- ÜRÑERMEK: ağarmak — I, 289
- ÜRPEK: tüyleri ürpermiş insan ve hayvan — I, 103
- ÜRPEKMEK: (tüy) ürpermek. I, 229, 230 bkz. orpatmak, örpe şmek, ürpermek, ürpeşmek ürpermek (tüy) ürpermek I, 217 bkz. orpatmak, örpeşmek, ürpekmek, ürpeşmek ürpeşmek birbirine karşı kabarmak, I, 229, 230 bkz. orpatmak, örpe şmek, ürpekmek, ürpermek
- ÜRÜLGEN: her zaman şişen, kabaran — I, 158
- ÜRÜLMEK: şişmek, kabarmak, üflenmek, şişirilmek I, 195
- ÜRÜÑ: ak olan nesne, ak, beyaz, gençlerin t ırnakları üzerinde bulunan aklık — I, 134, 330, 382; II, 12 bkz. ak, örüñ § tırñgak ürüñ; tırnak beyazlığı. I, 134
- ÜRÜÑ: karak göz akı, I, 382
- ÜRÜÑ: kuş akdoğan — I, 331
- ÜRÜŞMEK: üflemekte yardım ve yarış etmek I, 183
- ÜSKE(N-T)EÇ: kuru üzüm — I, 159
- ÜSNEMEK: benzemek — I, 288; II, 223; III, 147 bkz. usnatmak
- ÜSTEK: üstelik, ziyadelik. I, 120
- ÜSTELMEK: artmak, çoğalmak, artırılmak. I, 246
- ÜSTEM: eğerlere, kemerin başına, tokalara işlenen altın ve gümüş — I, 107 bkz. saxt
- ÜSTERMEK: üstün gelmek için yarış etmek; inkâr etmek I, 221
- ÜSTÜN: üstün — I, 108 § andan üstün; ondan üstün — I, 108
- ÜSÜGLEMEK: hile ile kilit açmak. I, 306 bkz. osuglamak
- ÜŞELMEK: aranniak — I, 197
- ÜŞELMEK: ufalanmak, II, 235 bkz. uşalmak, uşatmak, uvşatmak, üşetmek
- ÜŞEMEK: yer ve benzeri şeyleri aramak üzere eşmek III, 253
- ÜŞERIG: (taş) düz (kaya), I, 135 bkz. yüşeırg
- ÜŞETMEK: araştırmak. I, 211 bkz. eşltmek
- ÜŞETMEK: ufalatmak — I, 211 bkz. uşalmak, uşatmak, uvşatmak, üşelmek
- ÜŞGÜRMEK: üşürmek, kışkırtmak; ıslık çalmak — I, 228 bkz. üşkürmek
- ÜŞIK: yemişleri kavurarak büyümekten alıkoyan soğuk — I, 72
- ÜŞIKLEMEK: üşümüşken yakalamak — I, 306, 307
- ÜŞIMEK: soğuktan üşümek II, 137; III, 254 bkz. üşümek
- ÜŞKÜRMEK: üşürnnek, kışkırtmak; ıslık çalmak — I, 228 bkz. üşgürmek
- ÜŞKÜRMEK: hatırlamak — I, 228, 229
- ÜŞKÜRTMEK: hatırlatmak. I, 229 bkz. üşkürtürmek
- ÜŞKÜRTÜRMEK: hatırlatmak. I, 229 bkz. üşkürtmek
- ÜŞMEK: üşmek, üşüşmek, toplanmak; delgiç ile delmek, I, 166
- ÜŞTÜRMEK: deldirmek, delik delmeyi emretmek, dar deli ği genişletmek — I, 222
- ÜŞÜMEK: üşümek, I, 463 bkz. üşimek
- ÜŞÜTMEK: üşütmek, soğutmak için soğuğa koymak — I, 211
- ÜTIMEK: (kıl) ütülemek — III, 252
- ÜTMEK: (kıl) yakmak, ütmek — I, 171
- ÜTRÜK: hileci, ütücü adam, I, 101
- ÜTÜG: kusma, I, 68 bkz. ütük
- ÜTÜK: ütü, I, 68
- ÜTÜK: kusma — I, 68 bkz. ütüg
- ÜTÜLMEK: yanmak, (kıl) ütülenmek, I, 193
- ÜTÜŞ: bir çeşit çocuk oyunu; bu oyunda utme, yutma — I, 60, 61 bkz. ötü ş
- ÜY: ev, I, 81 bkz. ef, ev, ev, öv, üv
- ÜV: ev — I, 81 bkz. ef, ev, ev, öv, üv
- ÜYÜK: tepe gibi yüksek olan yerler — I, 85
- ÜYÜK: (yer) sulu ve buna benzer yerlerde ayak bas ıldığı zaman kaybolan ve ayağı çıkarması güç olan kumluk (yer) — I, 85
- ÜYÜKMEK: (ayak) gömülmek, incinmek, burkulmak — I, 268
- ÜZ: sağır — I, 45 bkz. öz § üz kişi; sağır adam — I, 45
- ÜZE: üstünde, üzerinde, üzere, üzerine, üzerindeki . I, 44, 66, 149, 197, 219, 237, 241, 244, 258, 331, 343. 456, 461, 468, 469; II, 23, 72, 192, 249, 288, 303, 328, 331, 356; III, 131, 161 üzelmek yorulmak, sıkılmak, ögüç işe düşmek — I, 196, 233
- ÜZITMEK: çok söylemekten kulak sa ğır (ağır) olmak; sirke küpten ekşiliğinden dolayı sızmak — I, 209
- ÜZLENMEK: yemekte yağ üste çıkmak, kabarmak — I, 258
- ÜZLÜNMEK: (ip) üzülmek, kopmak — I, 258
- ÜZLÜŞMEK: üzüşmek, kopmak; (kan, koca) ayrılmak; alacaklı borçludan ilişilgi kesmek, I, 240 üzmek (ip ve benzeri şeyleri) kesmek — I, 165, 522
- ÜZNEMEK: kar; ı koymak, söz dinlememek — I, 288
- ÜZSEMEK: koparmak 1510^6^I, 276, 277 bkz. uzsamak
- ÜZTÜRMEK: üzdürmek, kopartmak — I, 220
- ÜZÜKLÜK: kesilme — I, 152
- ÜZÜLGEN: daima üzülen — I, 158
- ÜZÜLMEK: üzülmek, kesilmek — I, 196
- ÜZÜM: üzüm. I, 75, 88, 180, 184, 282, 289. 353. 360, 514; II, 16, 18, 104, 125. 186, 265; III, 8, 119, 201, 265, 331, 410
- ÜZÜMLENMEK: üzümlenmek. I, 295
- ÜZÜŞMEK: üzüm toplamakta yardım ve yarı; etmek; ip ve beñzeri şeyleri kesmekte ve üzmekte yardım ve yarış etmek — I, 184
- ÜZÜTLEMEK: birini pinti görnıek — I, 299
- ÜZÜTLÜK: bir şeyde pintilik — I, 150
- VA: vay anlamına söz söyleyen veya emreden kimsenin emrini inkâr yerine bir söz, III, 215 bkz. ya
- YA: va edatı gibi “vay” anlamına inkâr edatı III, 215 bkz. va
- YA: ok, yay — I, 280, 496, 500, 501; II, 7, 37, 5059, 61, 65, 66, 67, 68, 97, 98, 114, 134, 138, 190, 198, 205; III, 16, 50, 59, 73, 78, 215, 219, 239, 318, 331, 370, 407, 409 § ya bagr ı; yayın orta yeri — I, 360,
- YABA: yaş ve ıslak olan herhangi bir ; ey — III, 24
- YABAKU: yün ve yapağı yoluntusu — III, 36
- YABAKU: bolmak baştaki saç keçelenmek — III, 36
- YABAKULAK: baykuş — III, 56 bkz. ügi, ühi
- YABI: eğerin üstüne ve altına konan keçe, eğer yastığı — III, 24
- YABITAK: çıplak, egersiz — III, 48, 177 bkz. yap ıtak
- YAÇANMAK: utanmak, ocunmak, sıkılmak — III, 83
- YADAG: yayan, yaya — III, 28 bkz. yadag
- YADIÑ: yere yayılmış olan az şey — III, 372
- YADAG: yaya, yayan — I, 381 bkz. yadag
- YADAGLIK: yayalık, yaya yürüyüş — III, 51
- YADIGLIG: yayılı, yayılmış — III, 49, 50
- YADILMAK: yayılmak, dağılmak, ayrılmak — I, 442; III, 77, 148, 159, 192 bkz. yay ılmak
- YADIM: döşek, yaygı, sergi. I, 15, 119; III, 19
- YADINMAK: yayılmak. III, 83
- YADIŞMAK: yaymakta yardım ve yarı; etmek — III, 70
- YADLIŞMAK: dağılışmak, yayılı; mak — III, 104, 105
- YADMAK: döşemek, yaymak, sermek — I, 15, 45; II, 313, 314; III, 434 bkz. yatmak
- YADSAMAK: yaymak ve dağıtmak istemek — III, 305
- YADTURMAK: yaydırmak, III, 93 bkz. yaturmak
- YADTURMAK: bir şeyi bohça veya benzeri içinde saklatmak — III, 94 bkz. yatturmak, yittürmek
- YAFA: kolgan dikeni — III, 24 bkz. yava, yava
- YAFA: sıcak, kuytu (yer) — III, 24, 27 bkz. yava, yava
- YAFAŞ: yavaş, yumuşak huylu — III, 12 bkz. yavaş
- YAFGU: halktan olup hakandan iki derece a şağı bulunan kişiye verilen ungun — III, 32
- YAFIŞGU: kızılcık veya “güren” denen dağ yemi; l — III, 48 bkz. yumuşga
- YAFUZ: her şeyin kötüsü, fenası — III, 10 bkz. yavuz
- YAG: yağ, iç yagı — I, 182, 208, 227, 326; II, 9, 89. 123, 149, 154. 188, 189. 190, 197, 198, 205. 210, 229, 231, 240, 245. 293, 305, 354; III, 63, 77, 119, 157, 182. 223, 252, 307, 319, 392, 425, 426, 435 § kara yag
- YAGAK: ceviz. I, 90, 267, 417; III, 8, 29
- YAGAKLIG: cevizli — III, 50
- YAGAKLIK: cevizlik, ceviz biten yer — III, 51
- YAGAN: fil — III, 29 bkz. yañan, § Yagan Tegin
- YAGANLIK: filli olan, filci — III, 50
- YAGI: düşmün I, 41, 88. 168, 205, 206, 215, 234, 251, 273, 305. 336 397, 441, 456, 496, 516, 517, 520, 522; II, 6, 10, 29, 74. 83, 116, 165, 204, 227, 228, 329; III, 24, 44, 134, 237, 271, 272. 301 322, 328, 339, 395, 400, 420
- YAGIKMAK: düşmanlaşmak — III, 76
- YAGILAMAK: düşmanlık etmek, düşmanla savaşmak, çarpişmak — III, 325, 328 bkz’
- YAGILMAK: yağdırılmak. III, 79
- YAG(I)R: at, katır ve eçek gibi hayvanların sır-tında semer, eger ve yük vurmasından meydana gelen yara, yagır — I, 58, 370; III, 9
- YAGIRLAMAK: yağırı sağaltmak, iyi etmek — III, 342
- YAGIRLANMAK: yağırlanmak, yağırı çoğalmak, yağırdan kaşınmak — III, 113, 114
- YAGIRLIG: yağırlı, sırtı yaralı — II, 9; III, 9, 49
- YAGIŞ: putlara kesilen kurban — III, 10
- YAGITGAN: her zaıpan yağdıran — III, 53
- YAGITGAN: her zaman dü; manlık eden — III, 53
- YAGITMAK: yağdırmak — II, 316
- YAGITMAK: düşmanlık etmek, III, 53 bkz. yagılamak, yaguşmak
- YAGIZ: yağız, kızıl ile kara arası renk — III, 10
- YAGKU: yağmurluk — III, 25, 227 bkz. yaku
- YAGLAMAK: yağlamak — III, 308, 319
- YAGLANMAK: yağlanmak — III, 111
- YAGLATMAK: yağlatmak — II, 355
- YAGLIG: yağlı — I, 70; II, 309; III, 121, 156, 306. 392
- YAGMAK: yağmak, I, 139, 376, 457, 494; II, 122; III, 60, 61
- YAGMALANMAK: Yağma kılığına girmek, onların huyu ile huylanmak — III, 203
- YAGMUR: yağmur. I, 16, 272, 354; Il, 28, 122, 175, 316, 352; III, 38, 39, 53, 79, 93, 95, 380, 436 bkz. yamgur
- YAGMURÇIL: yağmuru çok olan (yer) — III, 56
- YAGRIMAK: yağır olmak, I, 104 yagrınlamak yarnına, sırta, vurmak — III, 343 bkz. yarınlamak yagrıtmak
- YAGRU: çevre, yakı^lık. III, 13 bkz. yakru
- YAGSAMAK: yağ istemek. III, 305, 306 bkz. yags ımak
- YAGSIMAK: yağ tadını almak, III, 305, 306 bkz. yagsamak
- YAGTURMAK: yağdırmak — III, 95
- YAGUK: yakın, 1113101. I, 433; III, 23, 29, 76, 255 § yak yaguk; (115101^1-. III, 29 § yaguk yer; yak ın yer — III, 29
- YAGUMAK: yaklaşmak — II, 148; III, 89 bkz. yaguşmak
- YAGUŞMAK: düşmanlık etmek — II, 90 bkz. yagılamak, yagıtmak
- YAGUŞMAK: birbirine yakla; mak — III, 73 bkz. yagumak
- YAGUTGAN: daima yaklaştıran — III, 52
- YAGUTMAK: yaklaştırn-ıak. II, 316
- YAG: ügüri susam — I, 54
- YAH: evet, peki anlamına bir kelime — III, 118 bkz. yeh
- YAXSINMAK: kollarını yenlerine sokmadan, belini iliklemeden, elbiseyi e ğinine (sırtına) almak, III, 109
- YAHŞI: iyi; güzel, her şeyin güzeli I, 64; III, 32
- YAK: çanak ve kap bulaşığı — III, 4 bkz. yak yuk, yok, yok yak, yuk, yuk yak
- YAKA: yaka, elbise yakası — I, 189, 253; III, 24, 307
- YAKIG: (şişkinlik ve benzeri şeylere yakılan) yakı — I, 407; III, 13, 62, 74, 96
- YAKILMAK: dokunulmak, yaklaşılmak — III, 81
- YAKIN: yakın. III, 22, 23
- YAKIŞMAK: yaklaşmak, dokunmak, yakına gelmek; yakı yakmakta yardım etmek I, 170, 383; II, 103; III, 74
- YAKI: yukı (er) alçak gönüllü ve yaltaklan ıcı (adam) — III, 25
- YAKMAK: yaklaşmak, dokunmak; yakmak — I, 456; II, 69; III, 22, 62, 63
- YAKRI: yağ, iç yağı, yağlı — 11. 105; III, 31, 32, 204; 306
- YAKRIKAN: fındık büyüklüğünde kırmızı meyvesi olan bir bitki — III, 56
- YAKRIKAN: buz yağı — III, 56
- YAKRILANMAK: yağlanmak — III, 203, 204
- YAKRU: çevre, yakınltk. III, 31 bkz. yagru
- YAKTURMAK: dokundurmak; (yakı) yaktırmak; (ateş) yaktırmak — İII, 96
- YAKU: yağmurluk. III, 25, 226 bkz. yagku
- YAKURMAK: yaklaştirmak — III, 68
- YAKURMAK: sık sık solumak, yüksek bir solumaya tutulmak, III, 68
- YAK: yuk kaptaki 611^. III, 143, 160 bkz. yak, yok, yok yak, yuk, yuk yok
- YAL: at yelesi — III, 13, 160 bkz. yal ıg, yıl
- YALA: töhmet, itham, birl hakkında kötü sanıda bulunma. III, 25, 82
- YALAÇI: insanı her şeyde çarçabuk suçlu gibi gören, itham eden, III, 36
- YALAÇI: (yuga) bir çeşit ince katmerli (ekmek, yufka) — III, 25, 35
- YALAFAR: insanlar arasında elçi, hakanın gönderdiği elçi II, 288; III. 47
- YALALMAK: töhmetlenmek, itham edilmek, III, 82
- YALAMAK: töhmetlennek — III, 89
- YALAVAÇ: elçi, peygamber — I, 66, 83, 97; III, 47, 266, 438 bkz. yalavaç
- YALAVAÇ: elçi, peygamber — I, 83; III, 47 bkz. yalavaç
- YALBI: yassı, enli, derinliğl olmayan — III, 30
- YALDRAMAK: az ışımak, az parlamak — III, 437 bkz. yaldrımak
- YALDRIMAK: az ışımak, az parlamak — III, 437 bkz. yaldramak
- YALDR(I-U)K: cilâlı, parlak, süslü — III, 432 bkz. yoldruk, yuldruk
- YALFATMAK: yalatmak — II, 354 bkz. yalgatmak
- YALGAMAK: yalamak. I, 253; III, 306, 307 bkz. yalvamak
- YALGAN: yalan — III, 37
- YALGANDURMAK: yalanlamak — III, 116
- YALGANMAK: yalanmak — III, 109, 110
- YALGAŞMAK: yalaşmak — III, 103
- YALGATMAK: yalatmak ve yutturmak. II, 354 bkz. yalfatmak
- YALGIL: yelesi ak, ak yeleli — III, 228
- YALGU: ahmak, beyinslz adam — III, 33
- YALIG: at yelesi; ibik; eğer kaşı, II, 327; III, 13, 14 bkz. yal, y ıl
- YALIGLANMAK: horoz ıbiklenmek; at yelelenmek — III, 114
- YALIM: sarp, dik, yalçın, III, 19, 20
- YALIMAN: dağınık şekilde yapılan çapul — III, 38 bkz. yelimen
- YALIN: alev — III, 23
- YALINÇGA: (aş) tadı, tuzu, yağı olmayan yemek, III, 433 bkz. yılınçga
- YALINDAK: çıplak, III, 51
- YALINMAK: soyunmak III, 85
- YALIÑ: çıplak, kından çıkmış veya kınından çıkarılmış III, 373
- YALIÑUK: insan I, 44, 195, 230, 395; II, 303, 315, 335; III, 65, 141, 222, 262, 384, 385 bkz. yalñuk
- YALIÑULAMAK: iple, salıncakla, oynamak, III, 411 bkz. yalñu
- YALIŞMAK: töhmetlemek, itham etmek — III, 75 bkz. yılışmak
- YALKMAK: kanmak, bıkmak, yağlı yemekten bıkmak — III, 435, 447
- YALMA: kaftan, kalın kaftan, yağmurluk. III, 34
- YALMAK: yalınmak, alevlenmek; (yara) iltihaplanmak; güne ş yüzü yalıyarak çalıp karartmak- III, 63
- YALMAK: yanmak — III, 65 bkz. yandurmak, yanmak, yundurmak, yunmak
- YALÑU: cariyelerin oynadığı bir oyun, salıncak oyunu — III, 380 bkz. yalñulamak
- YALÑUK: insan kişi, insanlara verilen genel ad, âdem; Âdem atam ız — I, 44, 195, 230, 395; II, 303, 315, 335; III, 65, 141, 222, 262, 384, 385 bkz. yal ıñuk
- YALÑUK: cariye — III, 385
- YALÑUS: yalnız, kimsesiz. I, 333; II, 133, 384
- YALPATMAK: (ot, saman ve yem) ıslatmak, II, 351, 352 bkz. yelpetmek, yelpetmek
- YALRATMAK: parlatmak, yalabıtmak. II, 353 bkz. yalrıtmak, yolratmak, yolrıtmak
- YALRITMAK: parlatmak, yalabıtmak — II, 353 bkz. yalratmak, yolratmak, yolr ıtmak
- YALT: yalçın, sert — III, 7
- YALTGA: bir şeyle alay etme — III, 432 bkz. yoltga, yultga
- YALTGA: kılmak alay etmek, maskanaya almak, III, 432
- YALTURMAK: ateşi alevlendirmek — III, 97
- YALU: tayları bağlamak için kullanılan ip, örk, III, 26
- YALVAMAK: yalamak, III, 307 bkz. yalgamak
- YALVANMAK: dilini çıkarmak, dili ağız içinde dolaştırmak. III, 110
- YALVARMAK: yalvarmak, dileğinin yapılmasını istemek I. 494, 498; III, 99, 100
- YALVI: büyü, sihir. III, 33, 359 bkz. yelvi
- YALVIÇI: büyücü, sihirbaz — III, 33
- YALVIRMAK: yelpimek, III, 100 bkz. yelvirmek
- YAM: çör çöp, pislik, çapak, göze ve ba; ka yere kaçan çör çöp — III, 5, 160
- YAMAG: yama — II, 21; III, 28
- YAMAGLIG: yamalı, yaması olan — III, 49
- YAMAGLIK: yamalık, yama olmak üzere hazılanmış . III, 51
- YAMAGU: yamanması gerekli — III, 36
- YAMALMAK: yamanmak. III, 82
- YAMAMAK: yanıannak — III, 91
- YAMAN: kötü, her şeyin kötüsü — III, 30 § yamanig; yaman hastallk, miskinlik hastal ığı — III, 30
- YAMANMAK: kendi kendine yamamak — III, 85
- YAMAŞMAK: yamamakta yardım ve yarış etmek, III, 75
- YAMAŞMAK: tembelliğinden yere yapı; ıp kalmak, buyurulan işi yapmaktan çekinmek — III, 189 bkz. mayışmak
- YAMATA: yağlı tavuk veya yağlı et kızartılacağı zaman yağın dışarı sızmaması içln içine sarılan kadayıf hamuru gibi ince bir hamur — I, 445
- YAMDU: kasık — III, 31
- YAMGUR: yağmur, III, 38 bkz. yagmur
- YAMIZ: kasığın iki tarafı, kalçanın ıç yandan uçları. III, 10
- YAMLAMAK: silmek, süpürmek — III, 84, 310
- YAMLAN: bir çeşit sıçan, geme, III, 37
- YAMLAŞMAK: süpürmekte yardım etmek, III, 105
- YAMLATMAK: sıipürtmek. II, 356
- YAMLIG: ( — köz) içerisine çör çöp kaçmış olan (göz) — III, 42
- YAMRAŞMAK: kuzular anaları ile karışmak. III, 102, 103
- YAMU: fiilin anlamında pekitme yapan bir edat, III, 236 bkz. yanu
- YAMURGAN: her zaman damlayan, kanayan — I, 524 bkz. tamurgan
- YAMURMAK: damlamak; kanamak. II, 85 bkz. tamurmak
- YAMURMAK: tomruk yapmak, kesrnek, III, 69 bkz. tomurmak, yemürmek
- YAN: yan — II, 19
- YAN: uca kemiği, uca kemlğinin başı — III, 160
- YANA: gene, yine, tekrar, ikinci defa olarak; geri dönme bildiren edat — I, 60, 119, 144, 441, 472, 508; II, 285; III, 6, 26, 170
- YANÇIK: torba, kese, II, 250 bkz. yançuk
- YANÇILMAK: incinmek, ezilmek — I, 188; II, 287; III, 107
- YANÇUK: torba, kese (para-tütün). II, 6; III, 45 bkz. yanç ık
- YANDAK: çeker havadan çiğ gibi yagan kudret helvası — III, 44
- YANDAK: tiken geven dikeni — III, 44
- YANDIK: soysuz, III, 44
- YANDRU: tekrar, III, 406
- YANDRUMAK: döndürmek; kusmak; korkutmak — III, 98, 99 bkz. yalmak, yanmak, yundurmak, yunmak
- YANIG: kusma; korkutma, tehdit — III, 14
- YANLIK: çoban çantası — III, 45
- YANMAK: dönmek, döndürmek; korkutmak, tehdit etmek; kusmak; yanrnak — III, 14, 64, 65, 98 bkz. yalmak, yandurmak, yundurmak, yunmak
- YANU: fiilin sonuna gelip anlamında pekitme yapan bir edat — III, 236 bkz. yamu
- YANULMAK: ele sürtülerek bilenmek — III, 82
- YANUMAK: bilemek, el üzerlnde kılağılamak — III, 91
- YANUT: karşılık, bedel, ıvaz, cevap — III, 8, 28
- YANUTMAK: biIetmek, bilemeği veya el üzerlnde kılağılamayı emretmek, II, 317 bkz. yıtıtmak
- YAÑ: bir şeyin merkezi; kalıbı. III, 361
- YAÑA: herhangi bir ırmağın, bir yanı, geçesi. III, 369
- YAÑAK: yan, taraf — I, 241, 434
- YAÑAK: ağzın iki yanında dişlerin oturduğu kemik; kapı söğesi; her şeyin yanı, III, 376
- YAÑALDURUK: kukuleta, başlık, kepenek arkasına dikilen blr keçe parças ı, III, 389
- YAÑAN: alaca karga, yalnız başı ak olan karga — III, 240, 376
- YAÑAN: fiL II, 210; III, 295, 376 bkz. yagan,
- YAÑI: yeni — I, 376; III, 369 bkz. yengi
- YAÑILA: yeniden, tekrar, ikinci defa — III, 381
- YAÑILAMAK: yenilemek. III, 407
- YAÑILGAN: her zaman yanılan, unutan — III, 388
- YAÑILMAK: yanılmak — III, 59, 380
- YAÑKU: sesin geri gelmesi, yankı, aksi savt, aksi seda — III, 379, 380
- YAÑKULAMAK: ses vermek, yankılamak, ses gelmek, III, 410, 411
- YAÑKURMAK: ses duymuş gibi sağına soluna bakmak, III, 400
- YAÑLUK: işte, sözde ve benzeri şeylerde ve yerlerde yapılan yanlışlık — III, 385
- YAÑRAK: dağ kıvrımı ve büküntüsü — III, 384
- YAÑRAMAK: saklanması gerekenl açığa vurmak, söylemek — III, 404 bkz. yañzatmak
- YAÑŞAK: yanşak, geveze — I, 467; III, 384
- YAÑŞATMAK: bir klmsenin ba; ını çok sözle, yanşaklıkla ağrıtmak — II, 359
- YAÑZATMAK: saklanması gerekeni söyletmek, ikrar ettirmek — II, 359 bkz. yañramak
- YAP: değirmi olan herhangi bir şey — III, 3 § yap yarmak; değirmi para, sağ para, III, 3
- YAP: yapağı — III, 3 § yung yap; yün yapağı — III, 3
- YAP: hile, al — III, 142, 159 bkz. al, yup
- YAPÇAN: yavşan otu — III, 37 bkz. yavçan
- YAPÇINMAK: yapıştırılmak — III, 108 bkz. yapçunmak, yapçurmak, yap şunmak, yapşurmak, yavçunmak, yavçurmak
- YAPÇUNMAK: yapı; tırılmak, III, 108 bkz. yapçınmak, yapçurmak, yapşunmak, yapşurmak, yavçunmak, yavçurmak
- YAPÇURMAK: yapıştırmak — III, 97, 98 bkz. yapçınmak, yapçunmak, yapşunmak, yapşurmak, yavçunmak, yavçurmak
- YAPGAK: kuş avlanan blr çeşit tuzak — III, 42
- YAPGUÇ: eşek ve benzeri hayvanları sürmekte kullanılan değnek, III, 39
- YAPGUT: yün veya kıl d!dintilerl doldurulmuş minder ve benzerl şeyler — III, 38
- YAPIGLIK: kapalı, kapanmı; — III, 49
- YAPINMAK: örtünmek, kendl başına kapamak — III, 82, 83
- YAPIŞMAK: yapişmak — IH, 70 bkz. yapuşmak
- YAPITAK: çıplak, eğersiz — III, 177 bkz. yabıtak
- YAPMAK: örtmek, kapamak; kurmak, yapmak, I, 348, 374; III, 33, 57
- YAPRATMAK: at, blr ; eyden korktuğu veya bir çeye tekme atacağı zaman kulağını dikmek — II, 352
- YAPRI: düz ve enli (yer); sarkık (kulak), III, 31
- YAPRULMAK: yapışmak; yıpranmak — III, 107
- YAPRUŞMAK: yer düzlennekte yardım etmek, III, 101
- YAPSAMAK: (örtmek, kapamak, yapmak) istemek — I, 463; II, 172; III, 304
- YAPŞUNMAK: yapı; tirılmak — III, 109 bkz. yapçınmak, yapçunmak, yapçurmak, yapşurmak, yavçunmak, yavçurmak
- YAPŞURMAK: yapıştırmak — III, 99 bkz. yapçınmak, yapçunmak, yapçurmak, yapşunmak, yavçunmak, yavçurmak
- YAPTAÇ: yağmur ve karda çobanların giydiği küçük bir kepenek, kebe — III, 38 yapturmak kapatmak; yaptırmak — III, 93 yapulmak kapanmak, örtulmek — III, 76
- YAPURGAK: yaprak (agaç, bjtki, kltap) — III, 51
- YAPURGAN: daima gizleyen, saklayan — III, 53 yapurmak parlatmak, süpürtmek; gizlemek — III, 67 yapurtmak
- YAPUŞGAK: dikenli bir ot, pitrak; her söylenen i şe karışan kimse — 1)1, 51 bkz. koru
- YAPUŞGAN: daima yapışan, yapışkan — III, 53
- YAPUŞMAK: yapışmak — III, 53 bkz. yapışmak
- YAP: yup hile, al (“yup” kelimesi yaln ız kullanılmaz, her zaman “yap” ile birlikte gelir) — III, 142, 159, 328
- YAP: yup kılmak hile kılmak, al etmek — III, 159 bkz. yubılamak, yuplamak
- YAR: yar, suların açtığı uçurum — I, 375; III, 34, 142, 152, 355
- YAR: salya — II, 81; III, 3
- YARAG: yarık, gedik — III, 294
- YARAG: fırsat, imkân, tav — I, 300; II, 90, 234; III, 13, 28, 355
- YARAGLIG: mümkün . III, 49
- YARAGLIG: zırhlı, cebeli — III, 49
- YARAMAK: yaramak, uygun gelmek, yaraşmak — III, 38, 87 § yol yarasın
- YARAMAK: yarmak — II, 356
- YARAMAK: karşı koymak, uzaklaşmak — III, 422 bkz. yıramak
- YARAMSINMAK: dalkavukluk etmek, II, 263
- YARANMAK: yaranmak, yaltaklık etmek; koşakta koşturularak alıştırılmak, I, 394; III, 20, 83
- YARAŞMAK: uyuşmak, anlaşmak, yaraşmak — II, 105; III, 11. 71, 72
- YARATGAN: yaratan — III, 52
- YARATMAK: yaratmak, oranlamak, oranlayıp yapmak, kendinden uydurmak — I, 330; II, 315
- YARIGSAMAK: yarlıganmak istemek — III, 333
- YARIK: oylukların çenetlere bitiştiği yer, oyluk kemikleri başı — III, 15
- YARIK: zırh, zırh ve kalkana verilen genel ad, III, 15, 158, 217 § say yar ık; demirgögüslük. III, 15, 158
- YARIKLANMAK: zırhlanmak — III, 114, 115
- YARIKLAŞMAK: zırh öndül koyarak bahse girmek, II, 258
- YARILMAK: yarılmak, yirilmek, açılmak — I, 119; III, 15, 77, 78
- YARIM: yarım, bir şeyin yarısı, herhangi bir şeyin ikiye ayrılmış olan parçalardan her birisi III, 19
- YARIMLAMAK: yarılamak — III, 343
- YARIMLANMAK: yarımlanmak. III, 115
- YARIN: yarın — II, 250
- YARIN: kürek kemigi, çigin kemlğl — III, 21
- YARINDAK: kayı; , sırım, Türk sırımı — II, 23, 108, 175, 262; III, 51
- YARINLAMAK: yarnına, sırta vurmak — III, 343 bkz. yagrınlamak
- YARINMAK: kendi kendine yarmak, yarınmak — III, 83, 84
- YARISA: yarasa — III, 433 bkz. aya yersgil
- YARIŞ: yarı; , at yarişi — II, 191; III, 10
- YARIŞ: iki adam arasında mal üleşme — III, 10
- YARIŞMAK: yarışmak, yariş etmek, at yarişi yapmak; yarı yarıya üleşmek I, 367, 474; II, 226; III, 10, 72
- YARLAMAK: tükürmek III, 308 bkz. yarsıtmak, yarsudmak
- YARLIG: emir, hakanın mektubu, fermanı, buyruğu — I, 87; III, 42
- YARLIG: fakir, yoksul, acınan, yarlıganmış. I, 93; III, 42
- YARMA: uzunlamasına yarılan herhangi bir ; ey — III, 34
- YARMAK: yarmak, bir şeyl keserek zorla yarmak, parçalamak; yere s ınır çizmek, I, 399, 437; III, 33, 57. 58
- YARMAK: para — I, 20. 22 35, 75, 130, 131, 142, 143, 168, 175, 180, 214, 219, 223, 242, 281, 297, 298, 303, 321, 322, 334. 341 377 397, 398, 402; II, 22, 39, 41, 44, 51, 62, 66, 67, 78, 92. 122, 127, 131, 103, 229, 237. 249, 250, 260; III, 3. 43 67 80, 84. 94, 121
- YARMAKAN: armağan — I, 140 bkz. amuç, armagan
- YARMAKLANMAK: para sahibi olmak — II, 279; III, 116
- YARMANMAK: tırmanmak. III, 111
- YARMAŞ: iri ögüdülmüş bulgur ve buna benzer şeyler — III, 40 § yarmaş un; ince un, III, 40
- YARMA: (yuga) blr çeşit katmer — III, 34
- YARP: sağlam — III, 6
- YARP: insan sevinince yüzüne gelen parlakl ık, yalabıklık — III, 6
- YARPADMAK: iyileşmek, ayağa kalkmak, serpilip büyümek — II, 351 bkz. yarpatmak
- YARPATMAK: iyileşmek, ayağa kalkmak; serpilip büyümek, II, 351 bkz. yarpadmak
- YARPUZ: güzel kokulu b!r ot, kır nanesl, Majoran, III, 39
- YARPUZ: yılan yiyen bir hayvan, firavun s ıçanı, ichneumon — III, 39, 40
- YARSGAG: dagda ve başka yerde ayağın kayabilecegl yer — III, 433
- YARSIKMAK: birbirinden ayrı dü; mek, III, 105. 106
- YARSIMAK: murdar bulmak ve iğrenmek, III, 305
- YARSINÇIG: murdar, pis iğrenç — III, 56
- YARSITMAK: tiksindirmek II, 353 bkz. yorlamak, yars ğumak
- YARSUDMAK: tiksindiği şey yüzünden tükürmek — II, 353 bkz. yarlamak, yars ıtmak
- YARŞI: bir şeyi yarıya bölen kimse; bir ; eyin yar ısı, yarı yarıya ortak — III, 32
- YARŞIM: bir yarışlık yer — III, 47
- YART: su içilen bardak, I, 341 bkz. bart
- YARTIM: ayrılmiş — III, 46
- YARTMAK: para — III, 432 bkz. yarmak
- YARTU: yonga, talaş, III, 30
- YARTU: üzerine bir şey yazılan levha, tahta — III, 30
- YARTURMAK: yardırmak — III, 94, 95
- YART: yurt tutmak ansızın her yandan yakalanmak — I, 341 bkz. bart burt tutmak
- YARUK: yerde, duvarda, dağda, sırçada ve benzer şeylerde yarık — III, 15
- YARUK: ışık, aydınlık, parlak — I, 46, 96; III, 15, 194 § yapyaruk; çok ayd ınlık. III, 15
- YARUKLUK: nur, ışık, aydınlık; rahatlık — II, 316; III, 51. 194
- YARUK: yelim balık tutkalı — III, 20 bkz. yaru yelim
- YARUK: yulduzı tan yıldızı — I, 96
- YARUMAK: ışımak — I, 96; III, 86, 87, 89
- YARUMAK: yaşumak keyiflenmek. sevinmek — III, 89
- YARUTGAN: her zaman aydınlatan — III, 52
- YARUTMAK: aydınlatmak — III, 52
- YARU: yelim balık tutkalı — III, 24 bkz. yaruk yelim
- YAS: zarar, 2iyan — III, 159
- YAS: ölüm, helâk — III, 159
- YASGAÇ: yastıgaç, hamur tahtası — III, 38 bkz. yası yıgaç
- YASGAŞMAK: tokatlaşmak ve bunda yardım ve yarış etmek — II, 220 bkz. tasgamak, tasga şmak
- YASI: yassı, enli — III, 24 bkz. yasul
- YASIÇ: yassı ve uzun temren, III, 8
- YASIGLIG: gedeleçli — III, 50
- YASIK: gedeleç — III, 16 bkz. kurman
- YASILAMAK: yassılamak, yaymak; sözü açık, geniş ve kinayesiz söylemek — III, 328
- YASILMAK: dağılmak; terk olunmak, bırakılmak — III, 78, 79
- YASIMAN: su boşaltilırken boğazı “gır gır” eden testi, III, 38
- YASI: yıgaç yastıgaç, hamur tahtası — III, 38 bkz. yasgaş
- YASMAK: dağıtıp yaymak, çözmek — III, 59, 60
- YASTALMAK: dayanmış olmak; amacın bir yanına ilmek — III, 107
- YASTAMAK: yastık dayamak, yaslanmak; söz dokundurmak — III, 302, 303, 320
- YASTUK: yastık, III, 43, 107, 302, 320
- YASUL: yassı, yayvan, yassı ve engln olan her yer — III, 18, 19 bkz. yas ı
- YAŞ: yaş, taze nesne, zerzevat, sebze, ye şillik; yaş (gözden gelen); yaş (insanın yaşadığı). I, 316; II, 109, 172. 228, 232; III, 4, 47, 83, 84, 159, 433 §ya şot
- YAŞAGU: yaşamağa haklı — III, 36
- YAŞAMAK: yaşamak — III, 89
- YAŞAÑURMAK: (göz) yaşarmak, yaşlı olmak — III, 407
- YAŞARMAK: yeşermek — II, 79; III, 18, 68
- YAŞARTMAK: ye; ertmek — III, 436
- YAŞIKMAK: (göz) yaçlanmak, kamaşmak — III, 76
- YAŞIL: yeşil. I, 41, 330, 394, 395; III, 19. 20, 143, 162 § yapya şıl
- YAŞIL: yuşul yeşil meşil — III, 19
- YAŞIN: şimşek, I, 236; II, 356; III, 22, 310, 319
- YAŞINLIG: şimşekli — III, 50
- YAŞLAMAK: yaş ot yemek — III, 308
- YAŞLIG: yaşlı, genç olmayan — III, 42
- YAŞLIG: yaşlı, yaşı olan (göz) — III, 42
- YAŞMAK: gizlemek, saklamak — I, 425; III, 60, 208
- YAŞNAMAK: şimşek çakmak, parlamak — I, 236; III, 310, 319
- YAŞNATMAK: şimçek çaktırmak, parlatmak — II, 356
- YAŞRU: gizli — III, 31
- YAŞRUŞMAK: gizlemekte birlefmek — III, 101
- YAŞSAMAK: gizlemek istemek — III, 305
- YAŞUK: demir başlık, tulga — I, 67 bkz. aşuk, yışıklıg
- YAŞUMAK: keylflenmek, sevinmek, III, 89
- YAŞURGAN: her zaman gizleyen — III, 53
- YAŞURMAK: örtmek, örtülmek, gizIemek. II, 79; III, 68
- YAŞUT: gizli — II, 228; III, 8 bkz. beküt
- YAT: yabancı-I, 433; III, 43, 148, 159 bkz. baz
- YAT: taşlarla yagmur ve rüzgâr için yapılan kamlık, yadataşı ile yapılan bir türlü kamlık, kâhinlik. III, 3, 159
- YAT: baz yabancı — III, 148, 159
- YATÇI: ; aman — III, 307
- YATGAK: hakanın ve ülkenin koruyucusu, muhaf ızı — III, 42
- YATGAŞMAK: yatışmak, birlikte yatmak. III, 103
- YATGAŞUK: bir yerde başkası ile yatan — III, 55
- YATGAŞUK: ogrı yatsı, yatma 2amanı. III, 55
- YATGURMAK: yatırmak, uyutmak — III, 99
- YATIG: uyku; yatılacak yer — III, 12 bkz. yatık
- YATIK: uyku; yatacak yer — III, 15 bkz. yat ıg
- YATIKMAK: yabancılaşmak, yadlaşmak — III, 76
- YATLAMAK: yada taşı ile afsun yapmak; yabancı saymak — III, 307, 308
- YATLATMAK: yada taşı ile okutmak — II, 355
- YATMAK: yatmak — I, 36, 233, 243, 386; II, 313; III, 42, 378
- YATMAK: yaymak, sermek, II, 313 bkz. yadmak
- YATSAMAK: yatmak veye uyumak istemek III, 304
- YATTURMAK: yaydırmak — III, 93, 94 bkz. yadturmak, yittürmek
- YATUK: atılan, unutulan her şey; tembel; şehirlerden — çıkmayan bir kısım Oğuzlar — III, 14
- YATUK: iki cins iplikten (erişi yünden, argacı pamuktan) dokunan bir dokuma — III, 14
- YATURMAK: yaydırmak, III, 93 bkz. yadturmak
- YAVA: kolgan dikeni; hint ayvas ı; suyu tutmaca renk veren bir bitki I, 84; III, 26 bkz. yafa, yava
- YAVA: sıcak, kuytu (yer) — III, 27 bkz. yafa, yava
- YAVA: kolgan dikeni; hint ayvas ı; suyu tutmaca renk veren bir bitki I, 84; III, 27 bkz. yafa, yava
- YAVA: sıcak, kuytu (yer), III, 27 bkz. yafa, yava
- YAVALMAK: yavaşlamak, I, 397
- YAVA: ; yavaş, yumuşak huylu — III, 10, 11 bkz. yafa ş
- YAVAŞLANMAK: yavaşlanmak, dölekleşmek, yumuşak huylu olmak — III, 114
- YAVÇAN: yavşan 0111. III, 37 bkz. yapçan
- YAVÇUNMAK: yapıştırılmak — III, 109 bkz. yapçınmak, yapçunmak, yapçurmak, yapşunmak, yapşurmak, yavçurmak
- YAVÇURMAK: yapıştımak. III, 98 bkz. yapçınmak, yapçunmak, yapçurmak, yapşunmak, yapşıırmak, yavçurmak
- YAVGAN: yavan. III, 37
- YAVGANLANMAK: yavan bulmak — III, 116, 117
- YAVLAK: kötü, fena, değersiz, yavuz, dü; kün, her şeyin kötüsü — I, 177, 432, 516, 519; II, 74, 204; III, 43, 44, 133 § yavlak kişi
- YAVRAMAK: digrek, sert, kati olmak, III, 278 bkz. t ıgdamak, tıgramak
- YAVRIMAK: hali kötüleşmek, yoksulluk veya hastal ık yüzünden arıklamak — III, 304
- YAVRITMAK: kötületmek, zayıflatmak, arıklatmak, I, 139; II, 352, 353
- YAVSAMAK: gönül almak istemek, III, 306 bkz. yüvsemek
- YAVUG: sel suyunun yüksekten yuvarlad ığı kaya parçası — III, 13
- YAVUZ: kötü, fena — I, 84, 85, 103, 227, 248. 439, 483 bkz. yafuz
- YAVUZLAMAK: kötü bulmak — III, 342
- YAVUZLANMAK: kötü bulmak — III, 114
- YAY: ilkbahar, yaz, I, 13. 82, 96, 170, 463; II, 97; III, 160, 161, 188
- YAYA: insanın kuyruk sokumu bölgesl, kıçı (yalnız insanlarda) — III, 26, 170
- YAYGARU: yaza doğru, III, 278
- YAYGUK: kısrağın meme uçları, III, 27 bkz. yazguk
- YAYIG: huyu dönek — III, 23 bkz. yayık
- YAYIK: huyu dönek — III, 23 bkz. yayıg
- YAYIKMAK: yaz olmak, baharla; mak — III, 191
- YAYILGAN: yayılan, durmayan — III, 55 § yayılgan kişi; bir kararda durmayan, bir işte sebat etmeyen kimse — III, 55
- YAYILMAK: ırgalanmak, yayılmak, salınmak — I, 412; III, 108, 191, 192bkz. yad ılmak, yazılmak
- YAYINMAK: kendi kendıne yaymak — III, 86
- YAYKALMAK: çalkanrnak; her ; eye gönlü meyil göstermek — III, 108
- YAYLAG: yayla, yaylak, yazlanan yer, I, 13, 214; II, 355; III, 47, 265
- YAYLAMAK: yaylamak — III, 311
- YAYLATMAK: yaylatmak. II, 357
- YAYMAK: çalkamak, kımıldatmak, sallamak, meyletmek, meylettirmek III, 245, 246, 247
- YAYSAMAK: haset etmek, çekememek, I, 155
- YAYTURMAK: çırptırmak, kımıldatmak. III, 100
- YAZ: ilk yaz, yaz — II, 172, 285; III, 159, 285
- YAZAK: otlak, III, 16
- YAZAMAK: yazlamak, yazı geçirmek — III, 88
- YAZGUK: kısrağın meme uçlan — III, 28 bkz. yayguk
- YAZI: kır, ova, yazı, boş ve açık yer, boşluk, açıklık, alan — I, 94, 135, 329, 447; III, II, 24, 255 yaz ıkçı yazıcı, hısımlar arasında mektup getirip götüren elçi — III, 55
- YAZIGLIG: çözülmüş, bağından çözülmüş — III, 49, 50 bkz. yazuk
- YAZIKMAK: yaz olmak III, 76 bkz. yayıkmak
- YAZILMAK: açılmak, yayılmak; yalabımak, güzelleşmek; çözülmek — I, 195, 233, 409; II, 285; III, 6, 78, 112 bkz. yadılmak, yayılmak
- YAZINMAK: kendi kendine çözmek, çözünmek, çözülmek III. 84, 112
- YAZIŞMAK: (çözmekte ve yaydan kirlşi çıkarmakta) yardım ve yarış etmek, III, 73
- YAZLATMAK: yazlatmak, yazı geçirtmek, yaylatmak — II, 355
- YAZLINMAK: çôzülmek — III, 110, 112, 228
- YAZLIŞMAK: çözülmek III, 105
- YAZMAK: şaşmak, yanılmak; çözmek; yazmak — I, 92; II, 20; IIl, 59, 111
- YAZMAS: şaşmayan, yanılmayan — III, 59, 379
- YAZOK: et pastırma — III, 16,
- YAZSAMAK: çözmek istemek, III, 305
- YAZTURMAK: çözdürmek; yanıltmak — III, 95
- YAZUK: boşanmış, bağından çözülmü; — III, 16bkz. yazıglıg
- YAZUK: günah, suç — I, 16, 203, 220, 521; II, 75, 135, 143, 169, 222, 261; III, 16
- YAZUKLAMAK: suçu yüzünden yakalamak — III, 342, 343
- YAZUKLUG: günahlı, III, 50
- YAZUKSUZ: günahsız — I, 400; III, 16
- YEBEÑ: kumlu, batak — III, 372
- YEH: evet — III, 26, 118 bkz. yah
- YEH: mü “tamam mı” anlamına bir kelime — III, 26 bkz. ye mü?
- YEK: şeytan — I, 267; II, 236, 338; III, 156, 160
- YEL: cin; cin çarpması — III, 144, 163
- YELIM: tutkal, kendisiyle tüy ve tüye benzer şeyler yapıştırılan tutkal — III, 20, 70, 99, 108bkz. yelim,
- YILIM: yelimlenmek tutkallanmak — III, 115 bkz. yelimlenmek
- YELKIN: yelici, koşucu; misafir, yolcu, konuk — I — 31; III, 33, 37, 288, 309 bkz. elkin, yelkin
- YELNEMEK: memesi dolup sarkmak — III, 310, 319 bkz. yelnemek
- YELPETMEK: (ot, saman ve yem) ıslatmak, II, 351, 352 bkz. yalpatmak, yelpetmek
- YELPETMEK: yelpazeletmek — II, 352 bkz. yelpetmek
- YELPIRMEK: rüzgâr esmek, cin tutmuş gibi sağa sola sallanmak; nemlenmek, yeri ıslatmak — III, 93
- YELVI: büyü, sihir, III, 33, 359 bkz. yalv ı
- YELVLÇI: büyücü, sihirbaz III, 33
- YEM: baharat — Itl, 5 (“yem” kellmesl yaln ız kullanılmaz, “ot” ile birlikte gelir) —
- YEME: hep, bütün, tamamiyle; yine, dahi, I, 47, 106, 144, 459; II, 75, 118; III, 41, 278. 366 435 yemeçük buğday taşınan küçük çuval — III, 48
- YEMEK: yemek, yeylp telef etmek, I, 55, 66, 79, 88, 116, 318, 323, 342, 343, 504; II, 69, 70. 311; III, 9, 16, 31, 67, 146, 159, 220, 222, 249
- YEMET: evet — I, 51; III, 8 bkz. emet, evet, evet
- YEMIŞ: meyve, I, 251, 263 bkz. yemiş
- YEMRÜ: ; mek ağaç sökmekte yardım etmek — III, 103
- YE: mü “bu sôzü kabul ettin mi? söyledi ğimi yapmak için kafana koydun mu?” anlam ına bir kelime. III, 26 bkz. yehmü?
- YEMÜRGEN: dalma söken, koparan, III, 54
- YEMÜRMEK: kesmek — III, 54 bkz. tomurmak,
- YAMURMAK: yençimek ısırmak, kötüleşmek — III, 303 bkz. tençmek, yençmek, yunç ımak
- YENÇMEK: ısırmak, yere vurup ayağıyle ezmek, dişle ısırarak parçaları birbirine katmak, kötüleşmek — III, 303. 435 bkz. tençmek, yençimek, yunç ımak
- YENIG: yeğni, hafif — III, 92 bkz. yenik
- YENIGÜ: doğurmak üzere olan, III, 36
- YENIMEK: doğurmak (yalnız kadın için), III, 91, 92
- YENITMEK: doğurtrnak — II, 317
- YEÑEÇ: yengeç — III, 384
- YEÑEK: heybe, bohça — III, 70 bkz. yetgek
- YEÑGE: yenge, büyük kardeşin karısı — III, 380
- YEÑI: yenl — I, 376; III, 369 bkz. yangi
- YEÑMEK: yenmek, alt etmek — III, 391
- YEÑŞÜRMEK: sıcağa soğuk karı; tirarak ılıştırmak, III, 400 bkz. yiñşürmek
- YERÇÜ: sın, mezar — III, 30
- YERDE: hemşeri. I, 407; III, 40
- YER: kırtışı yeryüzü — I, 461
- YERKÜÇ: tahtadan yapılmış kılıç gibi uzunca, enli bir ağaç parçasıdır, fırındaki ekmeği çevirmek için kullanılır — I, 452
- YERMEK: yirmek, yaf bir şeyi demirle kesmeksizin uzunlamas ına yirmek, kolayca yarmak — III, 58 bkz. yırmak, yirmek
- YER: sagrısı yeryüzü; yer yaygısı — I, 422
- YERTÜRMEK: yirdirmek. III, 95
- YERÜK: yirilmiş, uzunlamasına yirilmiş ve güzelligi gitmiş olan her şey, yirik, gedik — III, 18 bkz. yirük
- YETEN: ok atılan tahta yay; atımcı yayı, hallaç yayı — III, 21 bkz. yeteñ
- YETEÑ: yün atılıp kabartılan atımcı yayı — III, 372 bkz. yeten
- YETGEK: heybe, bohça — III, 70, 77, 344 bkz. yerigek
- YETIGEN: yedi kardeşler adı verilen yıldız, III, 37, 40, 247 bkz. yetiken
- YETIKEN: yedi kardeşler adı verilen yıldız, III, 247 bkz. yetigen
- YETILMEK: güdülmek, yedilmek. I, 106 bkz. yetilmek
- YET(I)ŞMEK: yetişmek, erişmek. III, 183 bkz —
- YETIZ: enli, enine geniş şey — III, 10
- YETIZLIK: genişlik, bir şeyin eni — III, 52
- YETMEK: yetişmek, erişmek II, 314 bkz. çetmek, yetmek
- YETMEK: yetmek, yedeğinde götürmek — II, 314
- YETMIŞ: kapanmış, iyileşmiş (yara) — I, 245 bkz. bütmiş
- YETRÜLMEK: eriştirilmek; ilhak edilmek. III, 107 bkz. yetrülmek
- YETRÜM: bırakılmış, salınmış — III, 47
- YETRÜM: saç bırakılmış, salınmış saç — III, 47 bkz. yetüt saç
- YETRÜŞMEK: birbirine erişmekte yardım etmek III, 101 bkz. yetrüşmek
- YETTI: sayıda yedi — III, 27 bkz. yeti
- YETÜT: askere imdat . II, 287
- YETÜT: saç sonradan bırakılan saç, II, 287 bkz. yetrüm saç
- YEVTILMEK: erişmek; olgı^nlaşmak. III, 81, 356 bkz. yıgılmak, yuvulmak
- YEZEK: asker öncüsü, III, 88 bkz. yizek
- YEZEMEK: aramak üzere dolaşmak, III, 88, 89
- YEZNE: büyük kız kardeşin kocası — III, 35
- YEDIŞMEK: kenar dikmekte yardım etmek — III, 70, 71 bkz. yedilmek, yedmek, yidmek
- YEDILMEK: dikilmek ve içine eşya konulmak — III, 77 bkz. yedişmek, yedmek, yidmek
- YEDMEK: bohça veya heybeyi toparlamak, uçlar ını birleştirmek III, 434 bkz. yedişmek, yedilmek, yidmek
- YEG: yeğ, üst, üstün, daha lyl, lyl, hay ırlı — I, 59, 337, 384; III, 43, 133, 144, 160
- YEL: yel, rüzgâr, esinti — I, 95, 251. 319, 354; II, 4, 154. 192, 229, 298; III, 93, 98, 108, 144, 161, 226, 247. 268, 360
- YELDIRMEK: estirmek, ësmek — III, 98
- YELIM: tutkal, kendlsiyle tüy ve tüye benzer şeyler yapı; tırılan tutkal, ökse — III, 20, 70, 99, 108 bkz. yelim, yilim
- YELIMEN: dağınık şeklide yapılan çapul — III, 38 bkz. yalıman
- YELIMLEMEK: yelek yapıştırmak; yolu araştırmak III, 343
- YELIMLENMEK: tutkallanmak, III, 115 bkz. yelimlenmek
- YELIN: kısrak memesi, tırnaklı hayvan memesi — III, 23
- YELIÑ: yeli çok olan, III, 373
- YELKIN: yelic!, ko; ucu; müafir, ‘yolcu, konuk — I, 31; III, 33, 37, 288, 309 bkz. elkin, yikin
- YELMEK: koşmak, III, 64
- YELMEK: (aş, yemek) yenmek, yenilmek — III, 64, 185
- YELNEMEK: memesi dolup sarkmak — III, 310, 319 bkz. yelnemek
- YELPETMEK: (ot, saman ve yem) ıslatmak, II, 351, 352 bkz. yalpatmak, yelpetmek
- YELPETMEK: yelpazeletmek — II, 352 bkz. yelpetmek
- YELPIK: cin ve yel çarpması — III, 46
- YELPINMEK: yele, cine çarpılmak, yel çarpmak, cin çarpmak; yelpazelenmek — III, 108, 144
- YELPIŞMEK: nem çekmek, nem almak, taneler yaşlıktan yapışmak; yelpazelemekte yardım etmek — III, 100, 101
- YELVIRMEK: yelpimek — III, 100 bkz. yalvırmak
- YEM: azık, yemek, taam — I, 468, 480; III, 144
- YEMIŞ: meyve — I, 251, 263; II, 12, 95, 146, 254; III, 12 bkz. yemi ş
- YEMIŞLENMEK: yemi; lenmek, yemiş, meyve vermek, meyvelenmek. II, 269; III, 114, 197
- YEMSINMEK: yenneksizin yer gibl göriınınek. III, 109
- YEMŞEN: Kıpçak ülkeslnde blten blr k ır yemişi — III, 37
- YENIK: yeğni, hafif — III, 18 bkz. yenig
- YEN: giyen, elbise; yeni. II, 109, 187, 233; III, 362
- YER: yer, yeryüzü, toprak — I, 15, 16, 33, 75, 97, 107, 119, 139, 146, 147, 150, 164, 219. 234, 247, 265, 268, 287. 288, 292, 296. 301, 309, 313, 325. 361, 364. 416 422, 423, 429, 438, 439, 461, 465, 466, 468. 469, 488. 489, 494, 495, 496, 498, 509, 510, 517. 523, 525; I
- YER: kumaşın veya ağacın bir yüzü. III, 142
- YERE: yöre, çevre — III, 24 bkz. yöre, yüre
- YERETMEK: yerinmek, tembellik etmek — II, 315, 316
- YERGÜ: hakir, yerilmiş. II, 29
- YERMEK: yermek, beğenmemek, iğrenmek, zemmetmek, hakir görmek — I, 149, 419; III, 185
- YERSINMEK: bir yeri yurt 001111110^III, 109
- YETI: sayıda yedi — III, 227 bkz. yetti
- YETIK: işlerinde becerikII, güç işleri başaran — III, 18
- YETILMEK: erişilmek, yetişilmek III, 77
- YETILMEK: güdülmek, yedilmek — I, 106 bkz. yetilmek
- YET(I)ŞMEK: yetişmek, erişmek . III, 183 bkz. yet(i)şmek
- YETMEK: yetişmek, erişmek — I, 192, 421, 424; II, 274, 314; III, 406 bkz. çetmek, yetmek
- YETRÜLMEK: eriştirilmek; ihkak edilmek III, 107 bkz. yetrülmek
- YETRÜŞMEK: birbirine erişmekte yardım etmek III, 101 bkz. yetrüşmek
- YETSEMEK: yetişeyazmak — III, 304
- YETSIKMEK: erişilmek; ya; lanmak, kocalıp düşkünle; mek — I, 21; III, 106
- YEYSEMEK: yemek istemek — I, 20; III, 304
- YIDIŞMAK: bir şeyin parçaları birbiri içinde çürüşmek, yıpraşmak. III, 70
- YID: koku — III, 48 bkz. yid
- YIDIG: kötü kokan her şey, III, 12
- YIDIGLIK: kokmuşluk, yıpranmışlık — III, 51
- YIDIG: ot üzerlik otu, III, 12 bkz. eldrük, ilrük, yüzerük
- YIDIMAK: kötü, fena kokmak, bozulmak — III, 86, 260
- YIDLAMAK: koklamak, III, 308
- YIDLANMAK: kokmak, bozulmak — III, 110
- YIDLAŞMAK: koklaşmak — III, 104
- YIGAÇ: ağaç, ağaç parçası; erkegin erkeklik aygıtı; fersah (eskl bir yer ölçüsü) — I, 14, 18, 152, 174, 198, 219, 244, 249, 251, 254, 260, 263, 271, 283, 290, 294, 297, 312, 319, 439, 485, 502, 503, 505, 511; 11. II, 20, 24, 29, 37, 69, 70, 80, 85, 91, 101, 122, 1
- YIGAÇLANMAK: ağaçlanmak — III, 113
- YIGAÇLIK: ağaçlık, ağaçlı olan yer, kereste bulunan yer, III, 51
- YIGDAÇI: yığan, toplayan; engel — olan, al ıkoyan — III, 106
- YIGILGAN: daima yığılan — III, 54
- YIGILMAK: toplanmak; çeklnmek, kaçınniak — III, 79, 80
- YIGILMAK: erişmek, olgunlaşmak — III, 81 bkz. yevülmek, yuvulmak
- YIGIM: yığılmı; — III, 19 bkz. yıgın
- YIGIN: yığın, küme, yığılmış — I, 15; III, 19, 22 bkz. yıgım
- YIGINMAK: kendi kendine yığınmak — III, 84
- YIGIŞMAK: yığışmak, yığmakta yardım ve yarış etmek — III, 73
- YIGLAMAK: ağlamak I, 272, 504; II, 232; III, 258, 309, 321 bkz. ıglamak
- YIGLAŞMAK: ağlaşmak — III, 322 bkz. ıglaşmak
- YIGLATMAK: ağlatmak — II, 355
- YIGLIŞMAK: toplaşmak — III, 105
- YIGMAK: yığmak, toplamak; bir şeye engel olmak, alıkoymak. I, 15, 399, 504; III, 61
- YIGRILMAK: kötüleşmek, büzülmek, titremek I, 248; III, 107, 108
- YIGTURMAK: yıgdırmak; bir şeyden alıkoydurmak — III, 95, 96
- YIKILGAN: daima yıkılan, yıkılgan — III, 54
- YIKILMAK: yıkılmak — I, 348; III, 81, 82
- YIKIŞMAK: yıkmakta yardım etmek — III, 74
- YIKMAK: yıkmak, yıkılmak — I, 85, 343, 384; III, 20, 63
- YIKSAMAK: yıkmak istennek — III, 306
- YIKTURMAK: yıktırmak — III, 97
- YIL: yıl, sene — I, 345, 346, 349, 447, 513; II, 118, 331; III, 5, 7, 69, 76, 131, 162
- YIL: at yelesi — III, 13 bkz. yal, yal ıg
- YILAN: yılan — I. 17, 228; II, 18; 20, 275, 279; III, 29, 39, 367 § nek y ılan; ejderha — III, 155 § ok yılan; kendini insan ve başka şeyler üzerine atan bir yılan — I, 37; III, 29 § sogan yılan; tulum gibi iri bir yılan — I, 409
- YILAN: yılı Türkler’in on ikili yıllarından biri , I, 346; III, 30
- YILDIZ: ağacın kökü, damarı, III, 40
- YILDIZLANMAK: köklenmek, bir yere yerleşmek, soylanmak — III, 116
- YILDIZLIG: köklü — III, 40 § tüplilg
- YILDIZLIG: asaletli, köklü, III, 40
- YILGIN: ılgın, ılgın ağacı, Tamariska — III, 37
- YILGINLANMAK: ılgın ağacına sahip olmak, III, 117
- YILIG: ılık, sıcakla soğuk arası, I, 31, 64; III, 14, 51 bkz. ılıg
- YILIMAK: ılımak — III, 91
- YILINÇGA: (aş) tadı, tuzu, yağı olmayan yemek, III, 433 bkz. yalınçga
- YILIRMAK: ılımak, az ışınmak — I, 179; II, 283
- YILIŞMAK: ılıçmak, ılıklaşmak — III, 74, 75
- YILIŞMAK: birbirini töhmetlemek, itham etmek — III, 75 bkz. yal ışmak
- YILITMAK: sıtma tutmak, sıtınadan vücudu ısınmak; ılıtmak, II, 316, 317
- YILKI: hayvan, yılkı, hayvan sürüsü, dört ayakl ı hayvanlara verilen genel ad — I, 21, 91, 241, 257, 285, 330, 332, 412, 461, 481, 482; II, 96; III, 34, 76, 90, 104, 131, 178, 292, 300
- YIMIRTGA: damarsız olan her türlü yeşillik; hıyar gibi gevşek olan her nesne — III, 433
- YIN: in — III, 6 bkz. in, yin
- YINÇGE: ince — III, 380 bkz. yinçge
- YIP: ip, tel kendisiyle at bağlanan uzun örk — I, 158, 165, 178, 185, 213, 220, 236, 253, 302, 414, 523, 524; II, 8, 9, 98, 120, 132, 180, 189, 194, 207, 227, 236, 244, 330, 334, 354, 362; III, 3, 104, 255, 286, 388, 426, 428, 444
- YIPAR: misk I, 327; II, 4, 6, 122; III, 7, 28, 48, 96. 180, 308 bkz. yipar
- YIPARLIG: misk kokan, miski, anberi olan — III, 48, 50
- YIPLAMAK: ip üzerinde oynamak, cambazlık etmek, III, 308
- YIPLAMAK: iple kıl aldırmak — III, 307
- YIPLAŞMAK: iple birbirinden kıl yolu; mak — III, 104
- YIPLATMAK: ipletmek, iple kıl yoldurmak — II, 355
- YIR: koşma, türkü, hava, ır, musikide ırlama, gazel — II, 14, 135; III, 3, 131, 143
- YIRAGU: çalgıcı, şarkıcı, çağırıcı — III, 36
- YIRAK: uzak, ırak — I, 97, 309, 456; III, 28, 29
- YIRAKLANMAK: uzak bulmak — III, 115
- YIRAKLIK: uzaklık, ıraklık — III, 51
- YIRAMAK: uzakla; mak, ırak olnnak — III, 88, 366, 422 bkz. yaramak
- YIRATMAK: uzaklaştirmak — II, 315
- YIRLAMAK: şarkı, gazel söylemek, ırlamak III, 3, 308
- YIRMAK: yirmek — III, 58 bkz. yermek, yirmek
- YIRTILMAK: yırtılmak. I, 41; III, 106, 107
- YIRTINMAK: yırtar görünmek. III, 108
- YIRTIŞMAK: yırtmakta yardım etmek, III, 101
- YIRTMAK: yırtmak — I, 323, 341; III, 435
- YIŞ: sıkışma — III, 4 bkz. yuş
- YIŞ: iniş, yokuş — III, 4, 143 § art
- YIŞ: yokuş iniş — III, 4
- YIŞ: bolmak sıkı; mak — III, 4
- YIŞIG: ip; kayıştan örülmüş bağ; boyundurukkayışı — I, 126, 158, 165, 183, 196, 209, 276, 427; II, 123, 216, 349; III. 13
- YIŞIGLIG: ipli, ipi olan — III, 49
- YIŞIKLIG: tulgalı, tulga giymi; — III, 50 bkz. aşuk, yaşuk
- YITITMAK: biletmek — II, 317 bkz. yanutmak
- YI: sık ve birbirine girmiş; elbisenin yivi, dikişi, dikiş, pabuç diki; l; dağ yivi; diş ve ağaçların birbirine girınesi. III, 25, 216, 229, 283 bkz. cigi, yigi
- YIÇI: terziII, 3; III, 216
- YID: koku, III, 48 bkz. yıd
- YIDMEK: bohça veya heybeyi toparlamak, uçlar ını birleştirmek III, 443 bkz. yedişmek, yedilmek, yedmek
- YIG: iğ, I, 48, 85 bkz. ig, ik, yik
- YIG: gemin damağa gelen parçası — III, 144
- YIG: çiğ, pişmemiş. I, 338; III, 144 bkz. yik
- YIGDE: iğde — I, 31; III, 31, 147 bkz. yikte
- YIGI: sık, birbirine girmiş, sıralanrnış, (dikişte)sağlam. III, 25, 216, 229 bkz. cigi, yi
- YIGIRME: sayıda yirmi. III, 48 bkz. yigirmi
- YIGIRMI: sayıda yirmi — III, 48 bkz. yigirme
- YIGIRMINÇ: sayıda yirminci. I, 132; III, 449
- YIGIT: yiğit, genç, her şeyln genci — I, 25, 263, 400; II, 113; III, 8, 16, 917, 356, 386. 420
- YIGITLIK: yiğitlik, gençlik, I, 143, 511; III, 51
- YIGNE: igne, II, 3, 120, 150; III, 35
- YIGRENMEK: tüyü ürperrnek, iğrenmek III, 109
- YIGTÜRMEK: bir şeyle iyilik etmek, III, 96 bkz. yiktürmek, yüftürmek, yüvmek
- YIGTÜRMEK: incitmek III, 97
- YIK: iğ — III, 144 bkz. ig, ik, yig
- YIK: çiğ, pişmemiş — I, 338 bkz. yig
- YIKEN: hasır yapılan kovalak otu — III, 23
- YIKLEMEK: çiğnemek — III, 309, 310 bkz. egleşmek, iklemek, ikleşmek
- YIKTE: iğde, I, 31 bkz. yigde
- YIKTÜRMEK: bir şeyle iyilik etmek — III, 96 bkz. yigtürmek, yüftürmek, yüvmek
- YILIK: ilik — I, 72, 119 bkz. ilik
- YILIKLIG: ilikli, iliği olan, III, 52
- YILIM: tutkal II, 20, 70, 99, 108 bkz. yelim, yelim
- YILMIRMEK: ılımak, ılır gibi olmak — III, 100
- YIMLEMEK: gözle işaret etmek, III, 310 bkz. imlemek
- YIN: beden, vücut, insan bedeni — I, 179, 261, 275; II, 151; III, 92, 145, 154, 278
- YIN: tüy, £101-1. I, 167, 217, 315; III, 109
- YIN: koyun pisliği, davar tersi, hayvan pisli ği — I, 49; III, 5 bkz. in § koy yini; koyun 101-51. III, 5
- YIN: in, hayvan ini — I, 49; III, 5 bkz. in, y ın
- YINCÜ: inci — I, 31 bkz. cinçü, yinçü, yünçü
- YINÇGE: ince — III, 380 bkz. yınçge § yinçge turku; ince ipek kunia ş — III, 380
- YINÇGE: kız odalık kız — III, 380 bkz. yinçke kız
- YINÇGE: kişi Tanrı’ya ibadet eden, tapan — III, 380
- YINÇGELEMEK: ince saymak, inceltilek III, 411
- YINÇGELENMEK: alçak gönüllülük etmek; odal ık edinmek; Tanrı’ya karşı küçüklük göstermek, tapmak, ibadet etmek — III, 450
- YINÇKE: kız yatağa alınacak, yetişkin cariye ve kız, kız oğlan kız — I, 326 bkz. yinçge kız
- YINÇÜ: inci; cariye — I, 31, 273, 387, 390. 396, 419; II, 9, 31, 79, 100, 122, 127, 146, 154, 243, 288; III, 30, 229, 289 bkz. cincü, yincü, yünçü
- YINDMEK: aramak, sormak — III, 66 — bkz. yinmek
- YINDÜRMEK: kayıbı arattırmak. III, 99
- YINEDMEK: sağalmak; yeğnilmek — II, 317 bkz. yinetmek
- YINETMEK: sağalmak; yeğnilınek — II, 317 bkz. yinedmek
- YINMEK: arannak, sormak- III, 66 bkz. yindmek
- YIÑ: sümük — II, 326; III, 362
- YIÑ: atmak sümkürmek — II, 326 bkz. yiñitmek
- YIÑDEGÜ: sümüklü (çocuklara bununla sövülür) — III, 387
- YIÑITMEK: sümkürmek II, 326 bkz. yiñ atmak
- YIÑŞÜRMEK: sıcağa soğuk karı; tırarak ıliştırmak, III, 400 bkz. yeñşürmek
- YIPAR: misk — I, 327; 11; 4. 6, 122; III, 7, 28. 48, 96, 180, 308 bkz. y ıpar
- YIPIN: koyu kırmızı, kızıl — III, 21 bkz. bayın, yipkil, yipkin
- YIPKIL: erguvan renginde olan — III, 46, 47 bkz. bay ın, yipin, yipkln,
- YIPKIN: menekşe rengi, erguvan renginde olan, konur, koyu k ırmızı — I, 395; III, 37, 47 bkz. bayın, yipln, yipkil
- YIRILGEN: daima çatlayan, yarılan, yirilen. III, 55
- YIRIŞMEK: yirişmek, ylrilmek, ayrılmak; gülümsemek; kuvvetsizleşmek — III, 72, 73
- YIRMEK: yirmek, III, 58 bkz. yermek, yırmak
- YIRÜK: yirilmiş, uzunlamasına ylrilmiş ve güzelliği gitmiş olan her ; ey, yirik, gedik — III, 18 bkz. yerük
- YIŞILMEK: eli işe yatışmak, udumlaşmak — III 79 bkz. işilmek, yuşılmak, yuşulmak, yüşilmek, yüşülmek
- YIŞIM: soğukta dizlere giyilen nesne, bir çe şit çakşır — III, 19
- YIŞIMLENMEK: yişim giynnek, tozluk giymek — III, 115
- YITIK: keskin, bilenmiş — I, 384; III, 18
- YITIK: yitik şey, kaybolan şey, II, 182 bkz. tiyül, yitük
- YİTIKLEMEK: kaybolanı aramak, III, 343
- YITIM: keten tohumıı — III, 24
- YITMEK: kaybolmak, yitmek. I, 467; II, 314
- YITTILRMEK: kaybettirmek, ‘ bir şeyi bohça ve bohçaya benzer şeylerde saklatmak — III, 94 bkz. yağturmak, yatturmak ;
- YITÜK: kaybolan şey, yıtik. II, 115, 182; III, 18, 181 bkz. yitik
- YITÜKLIG: bir şey yitiren, kaybeden, III, 18
- YITÜRMEK: kaybetmek, yitirmek. III, 67
- YIZ: sele otu, çiğ otu, sele sazı, Artemlsia abrotonon (kamı; tan daha ince ve yumuşak olup göçebelerce çadır örtüsü yapılır) — III, 135, 143
- YIZEK: askerin önde giden bölüğü, öncül — III, 18 bkz. yezek
- YODLUŞMAK: silinmek III, 105
- YOĞMAK: silmek, bozmak, mahvetnnek — III, 434
- YOĞSAMAK: silmek Istemek — III, 305
- YODTURMAK: sildirmek III, 94 bkz. yutturmak
- YODULMAK: silinmek, yok edilmek — III, 77
- YODUNMAK: sllinmek — III, 83
- YODUŞMAK: (leke, kitapta yanlı; vb. ) silmek ve gidermek işinde yardım etmek, III, 70
- YOG: matem, yas, ölü gömülmesinden sonra üç veya yedi güne kadar verilen yemek. III, 143
- YOG: basan ölü gömüldükten sonra verilen yemek — I, 399
- YOGDU: devenin çenesi altındaki uzun tüyler III, 30 bkz. cugdu, yogru, yogruy, yugdu
- YOGLAMAK: ölü için yemek vermek. III, 309
- YOGRI: çanak, III, 31, 32
- YOGRU: deve tüyünün uzunları . III, 31 bkz. cugdu, yogdu, yogruy, yugdu
- YOGRULMAK: yogrulmak. I, 248; III, 107
- YOGRUM: bir defada yoğrulacak kadar olan — III, 47
- YOGRUŞMAK: yogruşmak, yoğrulmak, yoğurmakta yardım etmek — II, 122; III, 102
- YOGRUY: deve tüyünün uzun olanları . III, 31 bkz. cugdu, yogdu, yogru, yugdu
- YOGUN: yogun, şişkin, kalın — III, 29
- YOGURGUÇ: şehriye ve benzeri şeylerin açılmasında kullanılan oklağı — I, 493
- YOGURKAN: yorgan — I, 197, 210; II, 137, 141; III, 54, 110, 253
- YOGURMAK: yogurmak — II, 102
- YOGURT: yogurt, I, 182, 208; II, 189, 295; III, 164, 190
- YOGURTMAK: yogurtmak — III, 436
- YOK: çanak bulaşıgı, III, 4 bkz. yak, yak yuk, yok yak, yuk, yuk yak
- YOK: yok — I, 68, 70, 323, 360, 368, 420; II, 28; III, 3, 143, 147, 151, 154, 239
- YOKADMAK: yok olmak, III, 384
- YOKAR: yukarı — I, 142, 320 bkz. yokaru, yukaru
- YOKARU: yukarı — II, 4, 6, 35, 81, 198, 260; III, 285 bkz. yokar, yukaru
- YOKLAMAK: yükselmek, çıkmak — III, 212, 221
- YOKLATMAK: yükseltmek, dağa çıkartmak — II, 355
- YOK: yak çanak bulaşıgı — III, 4 bkz. yak, yak yuk, yok, yuk, yuk yak
- YOK: yer yokuş yer — III, 4
- YOL: yol, sefer, ani yola çıkma — I, 53, 63, 66, 92, 155, 173, 196, 204, 208. 247, 292, 332, 342, 458; II, 8, 29, 98, 176, 197, 212, 214, 232; III, 64, 87, 144, 187, 288, 292, 343, 387, 423, 450
- YOLAK: çay — I, 222; III, 17 bkz. yul, yulak
- YOLAK: çıgır, çılga, kırlardaki küçük yol; yol yol çizgili olan her ; ey — III, 17 § yolak barç ın; yol yol çizgileri bulunan ipek kumaş — III, 17
- YOLDRAMAK: (maden ve cevher) parlamak — III, 437 bkz. yoldr ımak yoldrımak (maden ve cevher) parlamak — III, 437 bkz. yöldramak
- YOLDRUGA: kılıç gibi uzunca bir bitki, III, 433 bkz. yoldurga
- YOLDRUK: cilâlı, parlak, süslü, III, 432 bkz. yaldruk, yuldruk
- YOLDURGA: kılıç glbi uzunca blr bltki — III, 433 bkz. yoldruga
- YOLGIRMAK: yolda rastlamak — II, 193
- YOLIÇ: keçi kıllarrnın diplerinde bulunan yumuşak ince yün — III, 27 bkz. yovl ıç, yulıç
- YOLITMAK: yagma ettirmek — II, 316 bkz. yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak, yuluşmak, yulutmak yolkaşmak
- YOLKMAK: sıyırmak; çatlatmak; yolmak, bir şeyden herhangi bir şeyi çıkarmak, soymak; faydalanmak, elde etmek, III, 435, 436
- YOLKUNMAK: sıyrılmak, III, 110
- YOLKUŞMAK: birbirinden kâr veya fayda elde etmek, III, 103, 10
- YOLMAK: yolmak, yolmak için kaynar suya b ırakmak; kurtarmak, bırakmak, salıvermek; istinsah etmek, II, 24; III, 63, 64
- YOLRATMAK: parlatmak — II, 353 bkz. yalratmak, yalr ıtmak, yolrıtmak
- YOLRITMAK: alevlernek, parlatmak — II, 353 bkz. yalratmak, yalr ıtmak, yolratmak
- YOLSUZ: yolunu azıtan kimse — III, 40
- YOLTGA: bir ; eyle alay etme — III, 432 bkz. yaltga, yultga
- YOLTGA: kılmak alay etmek, maskaraya almak — III, 432
- YOLTURMAK: para verdirerek köleyi azat ettirmek; yoldurmak. III, 97
- YOLUG: fidye, feda, kurban — I, 210, 243, 399; III, 13, 333
- YOLUGLUG: fidyeli, fidyesi verilmiş olan — III, 49
- YOLUNMAK: yolunmak; azat edllmek, bırakılmak, bo; anmak — III, 85
- YOLUŞMAK: yağnıala{mak — III, 75 bkz. yolıtmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak yuluşmak, yulutmak
- YOLUTMAK: yağma ettirrnek — II, 316 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yulıtmak, yulumak, yuluşmak, yulutmak
- YONAK: hayvanların sennerleri altına konan şey, çul çuval parçası III, 29
- YONINDI: yonuntu, talaş, III, 30
- YONINMAK: yonar göstermek, III, 86 bkz. yo-nunmak
- YONULMAK: yonulmak, III, 82
- YONUMAK: yonmak I, 384
- YONUNMAK: yonar göstermek — III, 86 bkz. yonınmak
- YONUŞ: yontmakta yardım ve yarış etmek — III, 75
- YOÑAG: beye birini geçme, gammazlık etme — III, 376
- YOÑAMAK: beye birini geçmek, gammazlık etmek, yanılmak, şikâyet etmek III, 397
- YOÑATMAK: koğulamak, II, 326, 327
- YORÇI: usta kılavuz, III, 30
- YORIDAÇI: hısımlar, dünürler arasında gelip giden adam — II, 51
- YORIGA: yorga yürüyen (at için) — III, 174
- YORIGÇI: hısımlar, dunürler arasında gelip giden adam — II, 51
- YORIGLI: yürümeyi düşünen — I, 326
- YORIGU: yürünecek yer ve zarnan — III, 36
- YORIK: akma, yürüme, gidiş, huy — I, 378; II, 40; III, 15 bkz. bor ık, yoruk
- YORIK: tabir (rüya vb. ) sözün gidişi, anlaşılışı III, 18 bkz. yormak, yörük
- YORIK: uz dilli — III, 15
- YORIK: tıl fasih dil III, 15
- YORIMAK: yürümek, gitmek, varmak; ismi varıp yayılmak; yürüyüp yorulmak — I, 167; II, 41; III, 31, 87, 219, 375 bkz. yormak
- YORINÇA: yonca — III, 375 bkz. yorınçga
- YORINÇGA: yonca — I, 431; III, 433 bkz. yorınça
- YORIŞMAK: yürüşmek; yol yol olmak, yıpramak — III, 72
- YORITMAK: yürütmek, (ilâç) içini sürdürmek I, 115; III, 315
- YORMAK: tabir etmek, yorrnak — III, 125 bkz. yor ık, yör(ik
- YORMAK: yürümek. I, 456; III, 87 bkz. yorımak
- YORTMAK: dört nala koşturmak, bir işe başlamak üzere yürümek, III, 356, 435
- YORTUG: savaş gününde veya bir yere giderken hakan ın yanında bulunan kimseler — III, 42
- YORTUŞMAK: at yürütmekte yarış etmek — III, 101
- YORUK: gidiş, huy, I, 27 bkz. borık, yorık
- YORULMAK: çözülmek. III, 78 bkz. yörmek
- YORUTGAN: çok osuran, osurgan — III, 52
- YORUTMAK: osurmak, III, 52
- YOTTURMAK: sildirmek — III, 94 bkz. yoddurmak
- YOVLIÇ: keçl kıllarının diplerindeki yumuşak ince yün — III, 27 bkz. yol ıç, yulıç
- YOZAMAK: (kısraktan başka hayvan) kısır kalmak — III, 88 bkz. kısır bolmak
- YOZMAK: çok aknnak — I, 192 bkz. yilzmek
- YÖK: kuş tüyü, kuş yeleği, ok yelegi. 111 143 bkz. yüg, yük, yüñ
- YÖKLETMEK: oka yelek taktırmak. II, 356 bkz. yükletmek
- YÖRE: yöre, çevre, bir ; eyin etrafı — III, 24 bkz. yere, yüre
- YÖRGEK: örtü — II, 289
- YÖRGEK: bolmak örtülmek, gök kara dumanla örtülmek II, 289
- YÖRGEMEÇ: işkembe ve bağırsağın incecik kıyılarak bağırsak içinde kızartılması veya pişirilmesi suretiyle yapılan yemek — III, 55
- YÖRGEMEK: sarmak, III, 307
- YÖRGENÇ: dağ dönemed, dağ büklümü, buküntülü, kıvrık — III, 387 bkz. tezginç
- YÖRGENÇ: ağaçlara sarılıp onları kurutan bir çeşit bitki, sarmaşık — III, 387
- YÖRGENÇÜ: sargı, dolak — II, 346; 111. 296
- YÖRGENMEK: örtülmek, sarılmak. I, 331; II, 303; III, 110 bkz. yörkenmek, yürgenmek
- YÖRGEŞMEK: sarılmak, birbirlne girmek, dolaşmak, karışmak. I, 395, 437; II, 285; III, 104 bkz. yörke şmek, yürgeşmek ;
- YÖRGETMEK: sardırmak — II, 354
- YÖRGEYEK: ulanmış, I, 135
- YÖRKENMEK: örtülmek, sarılmak. I, 331; II, 303; III, 110 bkz. yörgenmek, yürgenmek
- YÖRKEŞMEK: sarılmak, birbirine girmek, dolaşmak, karışmak. I, 395, 437; II, 285; III, 104 bkz. yörge şmek, yürgeşmek ;
- YÖRMEK: çözmek III, 58, 185 bkz. yorulmak
- YÖRÜK: tabir (rüya vb. ) sözün gıdişi, anlaşılışı — III, 18 bkz. yorık, yormak
- YU: kadınların bir şeyden utandıkları zaman söyledikleri bir kelime — III, 215
- YUBAGU: üzerinde durulmayan, yapılmaması gereken, III, 36
- YUBAKULAK: sıtmadan titreme — III, 56
- YUBALMAK: ihmal edilmek, yüzüstü bırakılmak, üzerinde durulnnamak — III, 76
- YUBALMAK: karışmak — III, 76 bkz. burbaşmak, yubanmak
- YUBAMAK: ihmal etmek, yüzüstü bırakmak, üstüne düşmemek. III, 86 bkz. burbamak, buybamak
- YUBANMAK: karışnnak — III, 83 bkz. burbaşmak, yubalmak
- YUBANMAK: çekinmek, bırakmak — III, 83
- YUBATMAK: savsaklatmak, savsaklamay ı emretmek — Asıl anlamı burbatmak, yap yup kılmak, yubılamak, yuplamak,
- YUBILAMAK: aldatmak, hile yapmak, al etmek. , II, 315; III, 327, 328 bkz. burbatmak, yap yup k ılmak, yubatmak, yuplamak
- YUDKI: karanlık, ekşi — II, 250
- YUDRUKLANMAK: elini yumruk yapmak — III, 116
- YUDRUK: yumruk. III, 42, 43
- YUDUG: başkasının suçu yüzünden kendine sötgelen kimse-III, 12
- YUDUG: çocuklara sövülen bir kelime — III, 13bkz. yud ııt
- YUDURMAK: almak, yükleırıek — I, 371 bkz. yüdürmek
- YUDUT: hayırsız, kendine hayrı olmayan; bir çeşit küfür (sövme) — III, 8, 13 bkz. yud ııg
- YUDUTMAK: soğukta dondurarak öldürmek — II, 302 bkz. budutmak
- YUFGA: ogulluk, oğulluğa alınmış — lll; 32
- YUFGADMAK: yozlaşmak, dik ba; lı olmak — II, 354 bkz. yufgatmak, yuvgalanmak
- YUFGATMAK: yozlaşmak, dik başlı olmak II, 354 bkz. yufgadmak, yuvgalanmak
- YUFKA: ince, yufka, ucuz, II, 294, 350; III, 34, 204, 302 bkz. yupka, yuvga
- YUFKALANMAK: yaltaklanmak, yavuncımak — III, 203, 204
- YUFLUŞMAK: yuvarlanmak. III, 105 bkz. yuvluşmak
- YUFUŞMAK: yardımlaşmak, birbiriyle dost olmak, III, 73 bkz. yüfü şmek
- YUGA: katmer, yuka, yufka — III, 27, 34, 35 bkz. yuvga § katma yuga; ya ğda pişirilen ufalanmış ekmek I, 433
- YUGAÇ: bir dere veya ırmagın karşı tarafı — III, 8, 9 bkz. yuguç
- YUGAK: su kuşu — I, 222; III, 17
- YUGÇI: yuyucu, yıkayıcı — II, 171
- YUGDU: devenin uzamış olan tüyleri . I, 31; III, 30 bkz. cugdu, yogdu, yogru, yogruy
- YUGRUŞ: Türkler’ce halktan vezirlik derecesine ç ıkan adann, hakandan bir derece a şağıdır, yalnız Türkler’e özgedir — III, 41
- YUGUÇ: ırmak ve derenin arkası — I, 18 bkz. yugaç
- YUK: çanak bulaşığı, kaptaki bulaşık — III, 4, 143 bkz. yak, yak yuk, yok, yok yak, yuk yak yukaru yukarı — III, 180 bkz. yokar, yokaru
- YUKMAK: bulaşmak, sıvanmak, sirayet etmek — III, 63
- YUKTURMAK: sürdürmek, bulaştırmak, III, 96
- YUKULMAK: bulaşmak, sıvanmak — III, 81
- YUKUŞMAK: bulaşmak, yayılmak — III, 24, 74 bkz. tokuşmak
- YUK: yak çanak bulaşiğı, kaptaki bulaşık — III, 4 bkz. yak, yak yuk, yok, yok yak, yuk
- YUL: kaynak, çay, pınar, su pınarı, kaynağı, gözü — 111, 4, 144 bkz. yolak, yulak § yul yulakş küçük küçük bir çok su p ınarları. III, 17
- YULA: kandil — I, 200; III, 25, 26
- YULAK: küçük küçük birçok su p ınarları. III, 17 bkz. yolak, yul
- YULAKLANMAK: pınarlanmak, pınarlar çogalmak, III, 115
- YULAR: at yuları. III, 9, 28 yularlamak yularlarnak, baglamak. III, 9
- YULARLANMAK: yularlanmak, yular takılmak. III, 114
- YULARLIG: yularlı, yularlanmış — III, 49
- YULDRUK: cilâlı, parlak, süslü — III, 432 bkz. yaldruk, yoldruk
- YULDUZ: yıldız, yıldızların genel adı — I, 96; II, 303; III, 40, 149, 378
- YULIÇ: keçi kıllarının diplerlnde bulunan yumuşak ince yün — III, 27 bkz. yol ıç, yovlıç
- YULITMAK: yagma ettirmek II, 316 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulumak, yuluşmak, yulutmak
- YULKUNMAK: sıyrılmak — III, 110 bkz. yolkunmak
- YULTGA: bir şeyle alay etme — III, 432 bkz. yaltga, yoltga
- YULTGA: kılmak alay etmek, maskaraya almak. III, 432
- YULUMAK: birine yardım etmek; birini yağma etmek, III, 90, 91 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yuluşmak, yulutmak
- YULUN: murdar ilik, kokar ilik , III, 23
- YULUŞMAK: yağmalaşmak — III, 75 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak, yulutmak
- YULUTMAK: yağma ettirmek — II, 316 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak, yuluşmak
- YUL: yulak küçük küçük birçok su p ınarlan III, 17
- YUMAK: yıkamak. III, 45, 66, 157, 249
- YUMDARMAK: toplamak — III, 98
- YUMGAK: yumak, yuvarlanan ve yuvarlak olan her şey, III, 44 § yumgak tene; yuvarlak tane, ki şniş. III, 44
- YUMGAKLANMAK: yumak, yuvarlak yapılmak — III, 116
- YUMGI: toplu, çok, III, 35
- YUMGIN: toplu olarak, toptan, hep birden, bütün — II, 294; III, 240
- YUMINMAK: yumar gibi görünmek III, 86 bkz. yumunmak
- YUMITGAN: daima toplanan — III, 53
- YUMITMAK: toplanmak — I, 69; II, 312, 317 bkz. yumutmak
- YUMIZ: (er) etli, tiknaz (adam), III, 10 bkz. yumuz er
- YUMLUŞMAK: yumulmak — III, 105
- YUMMAK: yummak — III, 64 bkz. yümmek
- YUMŞAK: yumuşak — II, 74, 295; III, 44, 276, 320
- YUMŞAKLANMAK: yumıışamak, yaltaklannnak — III, 116
- YUMŞAMAK: yumuşamak, I, 110, 441; III, 306, 320
- YUMŞATMAK: sepiletmek, yumuşatmak, sözü veya kitabı çabuk çabuk söylemek ve okumak — II, 354
- YUMULGAN: daima yumulan, III, 55
- YUMULMAK: yumulmak — III, 55 bkz. yümülmek
- YUMUNMAK: yumar gibi görünmek III, 86 bkz. yumınmak
- YUMUR: hayvanların göden bağırsağı. III, 9
- YUMURLAMAK: yumru yapmak, toplarrıak — I, 389
- YUMURLANMAK: toplanmak, II, 270; III, 114
- YUMURTGA: yumurta, bütün kuşların yumurtaları, insanların ve hayvanların taşakları. II, 313; III, 433
- YUMUŞ: hizmet, vazife, elçilik, iki ve ikiden art ık kimse arasında elçilik I, 484; III, 12
- YUMUŞÇI: melek, III, 12
- YUMUŞGA: kızılcık veya “güren” denilen dag yemi şi — III, 48 bkz. yafışgu
- YUMUTMAK: toplanmak — I, 214 bkz. yumıtmak
- YUMUZ: (er) etli, tıknaz (adam) — III, 10 bkz. yumız er
- YUNÇIG: kederlenmiş, bitap, düşkün, kötü, zayıf, cılız, arık, hali fena çürüklüğünden ele alınamayan. I, 93
- YUNÇIMAK: kötüleşmek, yoksullaşmak, yoksulluktan kötüleşmek; ısırmak — II, 281; III, 303 bkz. tençmek, yençimek, yençmek
- YUNÇIRMAK: kötülemek — III, 98
- YUNÇITMAK: incitmek. II, 352 bkz. yunçutmak, yünçitmek, yilnçiltmek
- YUNÇUTMAK: incitmek — II, 352 bkz. yunçıtmak, yünçitmek, yünçütmek
- YUND: at (cins adı), atlar, at sürüsü . I, 235, 292, 389; II, 153; III, 7, 9, 223
- YUNDAK: at fışkısı, at gübresi, III, 44, 168
- YUNDI: yemek yendikten sonra kabın yıkantısı — III, 31
- YUNDURMAK: döndürmek; kusmak; korkutmak — III, 98, 99 bkz. yalmak, yandurmak, yanmak, yunmak
- YUND: yılı Türkler’in on ikili yıllarından biri — I, 346; III, 7
- YUNGAK: çögen, kôkü sabun gibi köpüren bir bitki — III, 44, 45
- YUN: kuş tavus kuşu — III, 144
- YUNMAK: yunmak, yıkanmak — II, 314; IIII, 66 bkz. çunmak
- YUNMAK: döndürmek; kusmak; korkutmak — III, 98 bkz. yandurmak, yanmak, yundurmak yuñ yün, yün sümeği I, 150, 284, 507; II, 89, 147, 220. 221, 236, 241; III, 3, 248, 289, 361, 362 bkz. yüñ yuñ ciğere bitişik bezli bir et (yalnız kadınlar yer) — III, 361
- YUÑLAMAK: yün kırpmak — III, 404
- YUÑLATMAK: yünletmek, yün kırktırmak — II, 359, 360
- YUÑ: yap yün yapağı, III, 3
- YUP: hile, al — III, 142, 159 bkz. al, yap
- YUPKA: yufka — III, 34 bkz. yufka, yuvga
- YUPLAMAK: hile yapmak, al etmek — III, 142 bkz. burbatmak, yap yup k ılmak, yubatmak, yubılamak
- YURBAG: sürünceme, lşl uzatma, i; i yarına bırakma, I, 461 bkz. burbag
- YURBaş: (ış) neresinden çıkılacağı belli olmayan karişik (iş) — I, 459
- YURÇ: karının küçük erkek kardeşl, küçuk kayın — III, 7
- YURLAMAK: haykırmak — I, 189 bkz. orılaşmak, orlaşmak, urılamak, urlamak, urlaşmak
- YURT: delik — I, 93
- YURT: yurt; eski izerler, ören — III, 7, 258
- YURUN: ipek kuma; parçası — III, 22 § yurun
- YUKA: (yaka) ipek yaka — III, 22
- YURUNLUG: ipek kumaş parçası olan — III, 50
- YUŞ: yeşillik, III, 4, 143
- YUŞ: sıkışma, III, 4 bkz. yış
- YUŞ: bolmak sıkışmak — III, 4
- YUŞILMAK: udumlaşmak, eli işe yatışmak; emzikten akıtilmak — III, 79 bkz. işilmek, yişllmek, yuşulmak, yüşilmek, yüşülmek
- YUŞMAK: emzikten akıtmak — III, 60 bkz. yüşmek
- YUŞUL: yeşil — III, 19 § yaşıl yu; ul; yeşil mişil — III, 19
- YUŞULGAN: daima akan — III, 53
- YUŞULMAK: eli işe yatkın olmak, III, 53
- YUŞULMAK: akıp dökülmek, fışkırmak — II, 128; III, 79, 102 bkz. işilmek, yişilmek, yuşılmak, yüşilmek, yüşıilmek
- YUT: kışın soğukta hayvanları öldüren felâket — III, 142
- YUTIKMAK: yutamak, soguktan hayvan telef olmak — III, 76 bkz. yutukmak
- YUTMAK: yutmak. II, 313
- YUTTURMAK: sildirmek III, 94 bkz. yodturmak
- YUTUKMAK: kuraklıktan arıklamak, ölüm haline gelmek, I, 21 bkz. yut ıkmak
- YUVGA: katmer, yuka, III, 27 bkz. yuga
- YUVMAK: yuvarlamak III, 393 bkz. yuvmak
- YUVUG: sellerin dağdan yuvarladıgı kaya parçaları. III, 164 bkz. yuvug
- YUVALMAK: yuvarlanmak — I, 397 bkz. yuvulmak
- YUVGA: zayıf, ince, yufka, âciz — II, 6; III, 80, 156 bkz. yufka, yupka
- YUVGALANMAK: yaramazlaşmak. III, 203 bkz. yufgadmak, yufgatmak
- YUVILMAK: yumşamak. I, 441 bkz. yuvulmak
- YUVKA: her şeyin incesi, yuka, III, 33
- YUVLUNMAK: yuvarlanmak, kendi kendine yuvarlanmak. III, 111, 112, 113
- YUVLUŞMAK: yuvarlanmak III, 105 bkz. yırfluşmak
- YUVMAK: koşmak — III, 62
- YUVMAK: yuvarlamak — III, 61, 112, 113 bkz. yuvmak
- YUVSAMAK: yuvarlamak istemek III, 306
- YUVTURMAK: yuvarlatmak. III, 96
- YUVUG: sellerin dağdan yuvarladıgı kaya parçaları, III, 164 bkz. yuvug
- YUVULMAK: uslandırılmak; akıtılmak; yuvarlanmak; toplanmak — I, 397; III, 80, 112, 113 bkz. yuvalft ıak
- YUVULMAK: erişmek, olgunlaşmak, III, 81, 356 bkz. yevülmek, yıgılmak
- YUVUŞMAK: yuvarlaşmak — III, 74
- YÜDRÜK: yüklük, üzerine eşya ve elbise konan şey, dolap, masa ve benzerı şeyler — — III, 45
- YÜD: yüz, II, 250 bkz. yüz
- YÜDMEK: yüklemek, yüklenmek — I, 404; III, 434
- YÜDÜRMEK: yüklemek. I, 371; III, 67, 68 bkz. yudurmak
- YÜDÜŞMEK: yükleşmek, yüklemekte yardım ve yarış etmek — III, 71
- YÜFTÜRMEK: bir şeyle iyilik etmek- III, 96 bkz. yigtürmek, yiktürmek, yüvmek
- YÜFÜŞ: hısımların (çok kere gerdeğe konulan gelini çeyiz sahibi etmek üzere) elbise veya mal ile yardımlaşması. III, 11
- YÜFÜFLÜG: armağanlı. III, 12
- YÜFÜFMEK: yardımlaşmak; birbiriyle dost olmak — III, 73 bkz. yufu şmak
- YÜG: ok yeleği III, 45, 70. 97, 143 bkz. yök, yük, yüñ
- YUBANMAK: karışnnak — III, 83 bkz. burbaşmak, yubalmak
- YUBANMAK: çekinmek, bırakmak — III, 83
- YUBATMAK: savsaklatmak, savsaklamay ı emretmek — Asıl anlamı burbatmak, yap yup kılmak, yubılamak, yuplamak,
- YUBILAMAK: aldatmak, hile yapmak, al etmek. , II, 315; III, 327, 328 bkz. burbatmak, yap yup k ılmak, yubatmak, yuplamak
- YUDKI: karanlık, ekşi — II, 250
- YUDRUKLANMAK: elini yumruk yapmak — III, 116
- YUDRUK: yumruk. III, 42, 43
- YUDUG: başkasının suçu yüzünden kendine sötgelen kimse-III, 12
- YUDUG: çocuklara sövülen bir kelime — III, 13bkz. yud ııt
- YUDURMAK: almak, yükleırıek — I, 371 bkz. yüdürmek
- YUDUT: hayırsız, kendine hayrı olmayan; bir çeşit küfür (sövme) — III, 8, 13 bkz. yud ııg
- YUDUTMAK: soğukta dondurarak öldürmek — II, 302 bkz. budutmak
- YUFGA: ogulluk, oğulluğa alınmış — lll; 32
- YUFGADMAK: yozlaşmak, dik ba; lı olmak — II, 354 bkz. yufgatmak, yuvgalanmak
- YUFGATMAK: yozlaşmak, dik başlı olmak II, 354 bkz. yufgadmak, yuvgalanmak
- YUFKA: ince, yufka, ucuz, II, 294, 350; III, 34, 204, 302 bkz. yupka, yuvga
- YUFKALANMAK: yaltaklanmak, yavuncımak — III, 203, 204
- YUFLUŞMAK: yuvarlanmak. III, 105 bkz. yuvluşmak
- YUFUŞMAK: yardımlaşmak, birbiriyle dost olmak, III, 73 bkz. yüfü şmek
- YUGA: katmer, yuka, yufka — III, 27, 34, 35 bkz. yuvga § katma yuga; ya ğda pişirilen ufalanmış ekmek I, 433
- YUGAÇ: bir dere veya ırmagın karşı tarafı — III, 8, 9 bkz. yuguç
- YUGAK: su kuşu — I, 222; III, 17
- YUGÇI: yuyucu, yıkayıcı — II, 171
- YUGDU: devenin uzamış olan tüyleri . I, 31; III, 30 bkz. cugdu, yogdu, yogru, yogruy
- YUGRUŞ: Türkler’ce halktan vezirlik derecesine ç ıkan adann, hakandan bir derece a şağıdır, yalnız Türkler’e özgedir — III, 41
- YUGUÇ: ırmak ve derenin arkası — I, 18 bkz. yugaç
- YUK: çanak bulaşığı, kaptaki bulaşık — III, 4, 143 bkz. yak, yak yuk, yok, yok yak, yuk yak yukaru yukarı — III, 180 bkz. yokar, yokaru
- YUKMAK: bulaşmak, sıvanmak, sirayet etmek — III, 63
- YUKTURMAK: sürdürmek, bulaştırmak, III, 96
- YUKULMAK: bulaşmak, sıvanmak — III, 81
- YUKUŞMAK: bulaşmak, yayılmak — III, 24, 74 bkz. tokuşmak
- YUK: yak çanak bulaşiğı, kaptaki bulaşık — III, 4 bkz. yak, yak yuk, yok, yok yak, yuk
- YUL: kaynak, çay, pınar, su pınarı, kaynağı, gözü — 111, 4, 144 bkz. yolak, yulak § yul yulakş küçük küçük bir çok su p ınarları. III, 17
- YULA: kandil — I, 200; III, 25, 26
- YULAK: küçük küçük birçok su p ınarları. III, 17 bkz. yolak, yul
- YULAKLANMAK: pınarlanmak, pınarlar çogalmak, III, 115
- YULAR: at yuları. III, 9, 28 yularlamak yularlarnak, baglamak. III, 9
- YULARLANMAK: yularlanmak, yular takılmak. III, 114
- YULARLIG: yularlı, yularlanmış — III, 49
- YULDRUK: cilâlı, parlak, süslü — III, 432 bkz. yaldruk, yoldruk
- YULDUZ: yıldız, yıldızların genel adı — I, 96; II, 303; III, 40, 149, 378
- YULIÇ: keçi kıllarının diplerlnde bulunan yumuşak ince yün — III, 27 bkz. yol ıç, yovlıç
- YULITMAK: yagma ettirmek II, 316 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulumak, yuluşmak, yulutmak
- YULKUNMAK: sıyrılmak — III, 110 bkz. yolkunmak
- YULTGA: bir şeyle alay etme — III, 432 bkz. yaltga, yoltga
- YULTGA: kılmak alay etmek, maskaraya almak. III, 432
- YULUMAK: birine yardım etmek; birini yağma etmek, III, 90, 91 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yuluşmak, yulutmak
- YULUN: murdar ilik, kokar ilik , III, 23
- YULUŞMAK: yağmalaşmak — III, 75 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak, yulutmak
- YULUTMAK: yağma ettirmek — II, 316 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak, yuluşmak
- YUL: yulak küçük küçük birçok su p ınarlan III, 17
- YUMAK: yıkamak. III, 45, 66, 157, 249
- YUMDARMAK: toplamak — III, 98
- YUMGAK: yumak, yuvarlanan ve yuvarlak olan her şey, III, 44 § yumgak tene; yuvarlak tane, ki şniş. III, 44
- YUMGAKLANMAK: yumak, yuvarlak yapılmak — III, 116
- YUMGI: toplu, çok, III, 35
- YUMGIN: toplu olarak, toptan, hep birden, bütün — II, 294; III, 240
- YUMINMAK: yumar gibi görünmek III, 86 bkz. yumunmak
- YUMITGAN: daima toplanan — III, 53
- YUMITMAK: toplanmak — I, 69; II, 312, 317 bkz. yumutmak
- YUMIZ: (er) etli, tiknaz (adam), III, 10 bkz. yumuz er
- YUMLUŞMAK: yumulmak — III, 105
- YUMMAK: yummak — III, 64 bkz. yümmek
- YUMŞAK: yumuşak — II, 74, 295; III, 44, 276, 320
- YUMŞAKLANMAK: yumıışamak, yaltaklannnak — III, 116
- YUMŞAMAK: yumuşamak, I, 110, 441; III, 306, 320
- YUMŞATMAK: sepiletmek, yumuşatmak, sözü veya kitabı çabuk çabuk söylemek ve okumak — II, 354
- YUMULGAN: daima yumulan, III, 55
- YUMULMAK: yumulmak — III, 55 bkz. yümülmek
- YUMUNMAK: yumar gibi görünmek III, 86 bkz. yumınmak
- YUMUR: hayvanların göden bağırsağı. III, 9
- YUMURLAMAK: yumru yapmak, toplarrıak — I, 389
- YUMURLANMAK: toplanmak, II, 270; III, 114
- YUMURTGA: yumurta, bütün kuşların yumurtaları, insanların ve hayvanların taşakları. II, 313; III, 433
- YUMUŞ: hizmet, vazife, elçilik, iki ve ikiden art ık kimse arasında elçilik I, 484; III, 12
- YUMUŞÇI: melek, III, 12
- YUMUŞGA: kızılcık veya “güren” denilen dag yemi şi — III, 48 bkz. yafışgu
- YUMUTMAK: toplanmak — I, 214 bkz. yumıtmak
- YUMUZ: (er) etli, tıknaz (adam) — III, 10 bkz. yumız er
- YUNÇIG: kederlenmiş, bitap, düşkün, kötü, zayıf, cılız, arık, hali fena çürüklüğünden ele alınamayan. I, 93
- YUNÇIMAK: kötüleşmek, yoksullaşmak, yoksulluktan kötüleşmek; ısırmak — II, 281; III, 303 bkz. tençmek, yençimek, yençmek
- YUNÇIRMAK: kötülemek — III, 98
- YUNÇITMAK: incitmek. II, 352 bkz. yunçutmak, yünçitmek, yilnçiltmek
- YUNÇUTMAK: incitmek — II, 352 bkz. yunçıtmak, yünçitmek, yünçütmek
- YUND: at (cins adı), atlar, at sürüsü . I, 235, 292, 389; II, 153; III, 7, 9, 223
- YUNDAK: at fışkısı, at gübresi, III, 44, 168
- YUNDI: yemek yendikten sonra kabın yıkantısı — III, 31
- YUNDURMAK: döndürmek; kusmak; korkutmak — III, 98, 99 bkz. yalmak, yandurmak, yanmak, yunmak
- YUND: yılı Türkler’in on ikili yıllarından biri — I, 346; III, 7
- YUNGAK: çögen, kôkü sabun gibi köpüren bir bitki — III, 44, 45
- YUN: kuş tavus kuşu — III, 144
- YUNMAK: yunmak, yıkanmak — II, 314; IIII, 66 bkz. çunmak
- YUNMAK: döndürmek; kusmak; korkutmak — III, 98 bkz. yandurmak, yanmak, yundurmak yuñ yün, yün sümeği I, 150, 284, 507; II, 89, 147, 220. 221, 236, 241; III, 3, 248, 289, 361, 362 bkz. yüñ yuñ ciğere bitişik bezli bir et (yalnız kadınlar yer) — III, 361
- YUÑLAMAK: yün kırpmak — III, 404
- YUÑLATMAK: yünletmek, yün kırktırmak — II, 359, 360
- YUÑ: yap yün yapağı, III, 3
- YUP: hile, al — III, 142, 159 bkz. al, yap
- YUPKA: yufka — III, 34 bkz. yufka, yuvga
- YUPLAMAK: hile yapmak, al etmek — III, 142 bkz. burbatmak, yap yup k ılmak, yubatmak, yubılamak
- YURBAG: sürünceme, lşl uzatma, i; i yarına bırakma, I, 461 bkz. burbag
- YURBaş: (ış) neresinden çıkılacağı belli olmayan karişik (iş) — I, 459
- YURÇ: karının küçük erkek kardeşl, küçuk kayın — III, 7
- YURLAMAK: haykırmak — I, 189 bkz. orılaşmak, orlaşmak, urılamak, urlamak, urlaşmak
- YURT: delik — I, 93
- YURT: yurt; eski izerler, ören — III, 7, 258
- YURUN: ipek kuma; parçası — III, 22 § yurun
- YUKA: (yaka) ipek yaka — III, 22
- YURUNLUG: ipek kumaş parçası olan — III, 50
- YUŞ: yeşillik, III, 4, 143
- YUŞ: sıkışma, III, 4 bkz. yış
- YUŞ: bolmak sıkışmak — III, 4
- YUŞILMAK: udumlaşmak, eli işe yatışmak; emzikten akıtilmak — III, 79 bkz. işilmek, yişllmek, yuşulmak, yüşilmek, yüşülmek
- YUŞMAK: emzikten akıtmak — III, 60 bkz. yüşmek
- YUŞUL: yeşil — III, 19 § yaşıl yu; ul; yeşil mişil — III, 19
- YUŞULGAN: daima akan — III, 53
- YUŞULMAK: eli işe yatkın olmak, III, 53
- YUŞULMAK: akıp dökülmek, fışkırmak — II, 128; III, 79, 102 bkz. işilmek, yişilmek, yuşılmak, yüşilmek, yüşıilmek
- YUT: kışın soğukta hayvanları öldüren felâket — III, 142
- YUTIKMAK: yutamak, soguktan hayvan telef olmak — III, 76 bkz. yutukmak
- YUTMAK: yutmak. II, 313
- YUTTURMAK: sildirmek III, 94 bkz. yodturmak
- YUTUKMAK: kuraklıktan arıklamak, ölüm haline gelmek, I, 21 bkz. yut ıkmak
- YUVGA: katmer, yuka, III, 27 bkz. yuga
- YUVMAK: yuvarlamak III, 393 bkz. yuvmak
- YUVUG: sellerin dağdan yuvarladıgı kaya parçaları. III, 164 bkz. yuvug
- YUVALMAK: yuvarlanmak — I, 397 bkz. yuvulmak
- YUVGA: zayıf, ince, yufka, âciz — II, 6; III, 80, 156 bkz. yufka, yupka
- YUVGALANMAK: yaramazlaşmak. III, 203 bkz. yufgadmak, yufgatmak
- YUVILMAK: yumşamak. I, 441 bkz. yuvulmak
- YUVKA: her şeyin incesi, yuka, III, 33
- YUVLUNMAK: yuvarlanmak, kendi kendine yuvarlanmak. III, 111, 112, 113
- YUVLUŞMAK: yuvarlanmak III, 105 bkz. yırfluşmak
- YUVMAK: koşmak — III, 62
- YUVMAK: yuvarlamak — III, 61, 112, 113 bkz. yuvmak
- YUVSAMAK: yuvarlamak istemek III, 306
- YUVTURMAK: yuvarlatmak. III, 96
- YUVUG: sellerin dağdan yuvarladıgı kaya parçaları, III, 164 bkz. yuvug
- YUVULMAK: uslandırılmak; akıtılmak; yuvarlanmak; toplanmak — I, 397; III, 80, 112, 113 bkz. yuvalft ıak
- YUVULMAK: erişmek, olgunlaşmak, III, 81, 356 bkz. yevülmek, yıgılmak
- YUVUŞMAK: yuvarlaşmak — III, 74
- YÜDRÜK: yüklük, üzerine eşya ve elbise konan şey, dolap, masa ve benzerı şeyler — — III, 45
- YÜD: yüz, II, 250 bkz. yüz
- YÜDMEK: yüklemek, yüklenmek — I, 404; III, 434
- YÜDÜRMEK: yüklemek. I, 371; III, 67, 68 bkz. yudurmak
- YÜDÜŞMEK: yükleşmek, yüklemekte yardım ve yarış etmek — III, 71
- YÜFTÜRMEK: bir şeyle iyilik etmek- III, 96 bkz. yigtürmek, yiktürmek, yüvmek
- YÜFÜŞ: hısımların (çok kere gerdeğe konulan gelini çeyiz sahibi etmek üzere) elbise veya mal ile yardımlaşması. III, 11
- YÜFÜFLÜG: armağanlı. III, 12
- YÜFÜFMEK: yardımlaşmak; birbiriyle dost olmak — III, 73 bkz. yufu şmak
- YÜG: ok yeleği III, 45, 70. 97, 143 bkz. yök, yük, yüñ
- YÜGLÜG: ok yelekli ok, III, 217
- YÜGMEK: toplamk — II, 243
- YÜGRÜK: koşucu, geçici, yüğrük — I, 110; III, 45, 175
- YÜGRÜK: bilge bilgin akıllı, erdemIi, udumlu kişi . III, 45
- YÜGRÜM: bir koşuluk yer — III, 47
- YÜGRÜŞMEK: koşuşmak — III. 102, 367
- YÜGÜN: gem, III, 144, 366. 371 § küvüç yügün; küçük yular, çilbir — III, 163
- YÜGÜR: darı, III, 9 bkz. ügür
- YÜGÜRGEN: Çin’den İslam diyarin — gelen kervanın müjdecisi; her zaman koşan, koşucu — II, 15; III, 54
- YÜGÜRGEN: (at) koşucu yüğrük at — III, 54
- YÜGÜRGÜN: darı gibi kırmızı taneli bir bitki — III, 54
- YÜG(Ü)RMEK: (at) koşmak, yüğrükçe koşmak, geçmek, seğirtmek; beze erlş yïpmak. I, 360; II, 13, 133, 137; III, 68. 69
- YÜGÜRTMEK: koşturmak, II, 274; III, 437
- YÜK: yük bohça — I, 75, 138. 210, 237, 247, 280, 365, 521; II, 44, 75, 149, 166, 180, 222, 225, 230, 246. 339, 355; III, 4. 67, 309. 314, 316, 322, 434
- YÜK: kuş tüyü, kuş yeleği, ok yeleğl, III, 45, 70, 97. 143 bkz. yük, yüg, yürig
- YÜKLEGSEK: yüklemek isteyen — III, 314
- YÜKLEMEDEÇI: yüklemeyici, yüklemeyen — III, 316
- YÜKLEMEGLI: yüklemek dileğinde, azminde olan — III, 316
- YÜKLEMEK: yüklemek, III, 309
- YÜKLEMSINMEK: yükler görünmek — III, 322
- YÜKLETMEK: yükletmek, yüklettirmek — II, 355, 356
- YÜKLETMEK: oka yelek taktırmak — II, 356 bkz. yökletmek
- YÜKLÜG: ok yelekli ok — III, 217
- YÜKSEK: yüksek — II, 294; III, 45, 46
- YÜKSEK: terzi yüksüğü — III, 46 bkz. yüksük
- YÜKSEMEK: yükselmek, uzamak, I, 320; III, 306
- YÜKSETMEK: yükseltmek — II, 354
- YÜKSÜK: terzi yüksüğü — III, 46 bkz. yüksek
- YÜKÜNÇ: namaz, ibadet; baş eğme — I, 171; II, 25; III, 375
- YÜKÜNDEÇI: ibadet eden, baş eğen, II, 168
- YÜKÜNGEN: her zaman yükünen — II, 168
- YÜKÜNGÜÇI: ibadet eden, baş eğen — II, 168
- YÜKÜNMEK: secde etmek, ibadet etmek, namaz kılmak, büyük önünde eğilmek, ba; eğmek — II, 167; III, 84, 167, 375
- YÜLEGÜ: destek, dayak, III, 36
- YÜLEKLIG: dayanmış, söykenmiş . III, 52
- YÜLELMEK: direk dikilmek, III, 82
- YÜLEMEK: desteklemek, destek vurmak; güvenmek — III, 89, 90
- YILLIGÜ: saç tıraş eden ustura — III, 174 bkz. kerey
- YÜLILMEK: yolunmak — III, 82
- YÜLIMEK: yülümek, tıraş etmek — III, 90
- YÜLITMEK: yülütmek, tıraş ettirmek — II, 316bkz. yülütmek
- YÜLILTMEK: yülütmek, tıraş ettirmek II, 316 bkz. yülitmek
- YÜMMEK: (göz) yummak — III, 64 bkz. yummak
- YÜMTILRMEK: yumdurmak — III, 97
- YÜMÜLGEN: dalma yumulan — III, 55
- YÜMÜLMEK: yumulmak — III, 55 bkz. yumulmak
- YÜNÇITMEK: incitmek — II, 352 bkz. yunçıtmak, yunçutmak, yünçütmek
- YÜNÇÜ: inci III, 279 bkz. cincü, yincü, yinçü
- YÜNÇÜTMEK: incitmek — II, 352 bkz. yunçıtmak, yunçutmak, yünçitmek
- YÜÑ: yün, yün sümeği; pamuk — I, 150, 284, 507; II, 89, 147, 220, 221, 236, 241; III, 248, 289, 361, 362 bkz. yurig yüñ kuş yeleği, III, 97 bkz. yök, yüg, yük
- YÜRE: çevre, muhit — II, 45 bkz. yere, yöre
- YÜREK(G): yürek, I, 41, 325; II, 144; III, 18, 33
- YÜREKLENMEK: cesaret göstermek, yiğitlenmek- III, 115
- YÜREKLIG: yüreği pek, yiğit, cesur, yıirekll. III, 18, 51
- YÜRGENMEK: örtülmek, sarılmak — I, 331; II, 303; III, 110 bkz. yörgenmek, yörkenmek yürge şmek sarılmak, birbirine girmek, dolaşmak, karışmak. I, 395, 437; 11. 285; III 104 bkz. yörgeşmek, yörkeşmek
- YÜRGEYEK: ulaşmış — I, 135
- YÜŞEÑ: (taş) düz cilalı. I, 135; III, 372 bkz. üşeng
- YÜŞILMEK: eli işe yatişmak, udumlaşmak; em zikten akıtılmak. 111 79 bkz. işilmek, yişilmek, yu; ılmak, yuşulmak, yüşülmek
- YÜŞMEK: akitmak, III, 60 bkz. yuşmak
- YÜŞÜLMEK: eli işe yatişmak, udumlaşmak; emzikten akıtılmak. III, 79 bkz. işilmek, yişilmek, yuşılmak, yuşulmak, yüşilmek
- YÜVMEK: blr şeyle yardım etmek — III, 172 bkz. yigtürmek, yiktürmek, yüftürmek
- YÜVSEMEK: gönül almak istemek — III, 306 bkz. yavsamak
- YÜZ: yüz, çehre, veçhe — I, 47, 60, 69, 102, 150, 173, 216, 226, 243, 250, 256, 366, 422, 463, 486; II, 8, 81, 96, 144. 171. 183 , 188, 194, 230, 253, 295, 304, 339. 349, 353, 355, 363; III, 33. 43, 63, 104, 132, 143, 307, 308, 327. 394, 434, 439 bkz. yü ğ
- YÜZ: sayıda yüz — I, 80
- YÜZER1IK: üzerlik otu, Peganum harnnala — III, 12 bkz. eldrük, ilrük, y ıdıg ot
- YÜZKEŞMEK: yüze çıkmak, I, 395
- YÜZLENMEK: yüzünü dönmek; saygı sahlbi olmak; halktan hizmet istemek III, 110, 111
- YÜZLÜG: yüzlü, I, 426; III, 45
- YÜZMEK: yüzmek, soymak; yayılmak ve dağılmak, çok akmak — I, 472; III, 59 bkz. yozmak
- YÜZTÜRMEK: yüzdürmek, III, 95
- YÜZÜK: yüzük (parmağa takılan) — III, 18
- ZAK: zak koçları tos yapmağa kışkırtmak Için kullanılan bir söz — I, 333
- ZANBI: gece öten çekirgeye benzer bir böcek, orak ku şu — III, 441
- ZAP: zap çabuk çabuk yürümede çıkan ses — I, 319
- ZAP: zap barmak zıp zıp koşmak, çabuk gitmek — I, 319-
- ZARGUNÇMUD: bir çeşit güzel kokulu ot, fesleğen — I, 17, 530
- ZERENZE: yaban mersini veya “durdabak” denilen bir ot — I, 449 §
- ZERENZE: urugı bu bitkinin tohumu — I, 449
- ZÜNKÜM: bir çeşit Çin ipekllisi — I, 485