Unutmak İyileşmekle Aynı Şey Değildir

Unutmak İyileşmekle Aynı Şey Değildir

Can kayıplarımız. Onlar en büyük bedeli ödeyenler. Tesellisini bulmak neredeyse imkânsız. Kader diyemeyiz. İhmale, sistemsizliğe, cehalete kurban verdiklerimiz. Ruhları şad olsun.

Büyük afetin sağ bıraktığı depremzedelerimiz. Tüm varlıklarını, yakınlarını, evlerini, ocaklarını yitirenlerimiz. Hayallerimize bile sığdıramadığımız ne zor ne çetin bir mücadele içindeler. Zorunuz kolay olsun!

Geriye kalanlar. Boğazımızdan geçen lokmanın, başımızı koyduğumuz yastığın, sıcak bir evin suçluluğunu duyup iyi bir haber için, küçük bir umut için, bir kampayaya katılabilmek için çırpınıp duran ama yaptığı hiçbir şeyin küçük bir teselliden öteye gitmediğini bilerek sistemsizliğe kızgın, gelecekten kaygılı, güvenini yitirmiş olan bizler…

Psikolojide “belirsiz kayıp” diye bir kavram vardır. Belirli kayıplardan daha da zordur onlarla baş etmek. Fiziksel belirsiz kayıp, sevilen bireyin fiziksel olarak yitirildiği ancak psikolojik varlığının devam ettiği kayıpları temsil eder. Kaybolmuş bir çocuk, doğal afette akıbeti belli olmayan biri, gözaltında kaybedilenler fiziksel belirsiz kayıplardır… Psikolojik belirsiz kayıp ise sevilen kişinin fiziksel olarak var olduğu ancak psikolojik olarak mevcut olmadığı kayıplardır. Alzheimer olmuş bir ebeveyn, psikotik hastalıklara sahip bir aile bireyi, ileri otizmli bir çocuk fiziksel olarak oradadır ama duygusal olarak ona ulaşmak mümkün değildir. Şimdilerde on şehrimizin yaşadığı kocaman belirli kaybın yanı sıra çokça belirsiz kayıp da yaşıyoruz.

Hepimiz sisteme, devlete, başımıza bir şey gelirse bizi koruyacağına inandığımız bir erkin varlığına ihtiyaç duyarız. Bu, fiziksel olduğu kadar psikolojik de bir ihtiyaçtır. Bu erk kimi zaman tanrıdır, kimi zaman devlet, çocukluk çağlarındaysak anne-babamız… İşte en büyük belirsiz kaybımız bu. Varmış gibi görünen bir erkin yokluğunu yaşıyoruz. Güvenimiz, inancımızı öyle kaybettik ki seksen milyonluk kocaman bir ailenin fiziksel varlığı psikolojik ve duygusal olarak kendimizi yapayalnız hissetmemize engel olamıyor, sesimizin duyulduğunu hissetmiyoruz. Birbirimize uzanan ellerimiz bu yalnızlığı gidermeye yetmiyor.

Yükümüz çok ağır olduğunda onu uzun süre taşıyamaz, bir an önce bırakmak isteriz. Bu öyküde hem maddi hem manevi yükümüz çok ağır. Balık hafızalı olduğumuzdan yakınıyoruz milletçe. İşte bu balık hafıza sürekli sayısı ve şiddeti artan travmalarımızla ilgili. Bu travmaları aşmak için kullandığımız bir savunma mekanizması “unutmak”… Unutmak istiyor bir yanımız, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak… Ama toplumsal hafızamızı yitirmek, 1999’da yaşadığımız felaketten çeyrek asır sonra neredeyse hiç ders çıkarmamış olarak bizi daha ağır bir darbeyle baş başa bırakıyor.

Ne yazık ki iyileşmek unutmakla mümkün değil, yarayı sarmak bu değil... İyileşmek için yaraya neden olanları bulmak, onu iyi görmek, ona iyi bakmak, tekrarlanmaması için gerekeni yapmak, mantığın ve bilimin ekseninden ayrılmadan yanlış olanı görüp düzeltebilmekle mümkün. Boş bir birlik beraberlik hamasetiyle değil, yarayı görmezden gelmekle değil, sorumluluğu kabul etmemekle değil…

Elbet hayat devam edecek, elbet üretmeye, yürümeye devam edeceğiz. Ancak hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Olmasın da! O kardeşlerimizin yıkıntılar içindeki görüntüleri hafızalarımızdan silindiğinde biz iyileşmiş olmayacağız, şartlar iyileşmiş olmayacak. Her birimiz hayat bizi mecbur etmeden konfor alanlarımızdan biraz feda edip kalıcı ve sürdürülebilir şekilde bu değişime nasıl katkı sağlayabileceğimizi düşünmeli ve yola koyulmalıyız. İyileşmek ve iyileştirmek için. Hemen. Şimdi!

Ne güzel bir yazı ! Hele şu içindeki anlamlı cümle "...Balık hafızalı olduğumuzdan yakınıyoruz milletçe..." muhteşem! Çok teşekkür ederim bu " konuşur gibi " yazı için.. Çok beğendim.

Beğen
Yanıtla
Müjgan Defne Şevketbeyoğlu - Marka Mühendisi

Marka Mühendisi I Eğitmen I Mentor I Eğitim Tasarımcısı I Stratejist I Dijital Pazarlama Danışmanı I İş Geliştirme

1y

Bu güzel yazı teşekkürler Ela Hanım.

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın