13 Mart 1955'te Türkiye tarihindeki “ilk futbol cinayeti” yaşandı. İnönü Stadı'nda (o zamanki adıyla Mithatpaşa Stadyumu’nda) oynanan Galatasaray-Fenerbahçe derbisi sırasında sarı-kırmızılı takımı destekleyen 17 yaşındaki Mehmet Girlay, Fenerbahçeli İbrahim Gürgün (kimi kaynaklara göre Kuzgun) tarafından öldürüldü. 14 Mart 1955 tarihli Milliyet gazetesi haberi şöyle verdi: "Dünkü Fenerbahçe - Galatasaray maçında müessif bir hadise olmuş ve ilk haftaymın sonunda kapalı tribünde bir genç öldürülmüştür. Bu, Türkiye'de stadda işlenen ilk cinayettir. Katil, İbrahim Gürgün adında 19 yaşında bir gençtir. Kıpti olduğu söylenen İbrahim, Anadoluhisarı, Yeni sokak 26 numarada, ağabeyi ve yengesiyle birlikte oturmaktadır. Cinayet kurbanı 17 yaşındaki Mehmet Girlay, Malkara orman memuru Hasan Girlay'ın oğludur. Su ve kalorifer tesisatı işlerinde çalışmaktadır. Taksim'deki bir inşaat şirketinde vazifesi vardır. Beşiktaş'ta Selamlık Caddesi'nde hasta annesi ve ablası ile oturmaktadır. Mehmet, maça üç arkadaşıyla birlikte karaborsadan temin ettikleri biletle gitmiştir. Kendisi koyu Beşiktaş taraftarıdır. Puvan cetveli ve dolayısıyla şampiyonluk hesaba katılırsa, bu maçta Fenerbahçe'yi tutması lazımdır. Nitekim iki arkadaşı da Fener'in yenmesini istemektedir. Ama nedense Mehmet maç boyunca Galatasaray'ı alkışlamıştır. Hadise ilk haftaymın sonunda cereyan ediyor. Fenerbahçeli olan İbrahim ile aralarında önce bir ağız kavgası başlıyor. Sonra da katilin bir tekme ve yumruğunu yiyince arkadaşının kucağına devriliyor. Bu esnada tribün birbirine giriyor. Çocuğu koridora taşıyorlar. Bir yandan da imdadı sıhhi'ye telefon ediliyor. Nihayet bir taksiye konularak İlk Yardım Hastanesi'ne kaldırılıyor. Fakat artık tıbbi müdahaleye lüzum yoktur. Çünkü Mehmet ölmüştür." Girlay, 16 Mart’ta çoğu Galatasaray taraftarı olan 1000 kişi tarafından defnedildi. Haberin iç sayfadaki devamında da yazıldığı üzere olaylar bu kadarla kalmadı, başka kavgalar da yaşandı. Dönemin milli boksörü, 'Arap' lakaplı Tayyar Kalça'nın başını çektiği bir grup Galatasaray'ın Beyoğlu'ndaki kulüp binasını bastı, kapıyı kırarak içeri girdi ve içeridekileri linç etmeye çalıştı. #galatasaray #fenerbahçe #inönüstadı #mehmetgirlay #ibrahimgürgün
Mehmet Gökcehan Temel tarafından yayınlanan gönderi
En İlgili Gönderiler
-
Tam 1466 yıl önce bugün 7 Mayıs 558'de Ayasofya’nın kubbesi çöktü. Doğu Roma imparatoru I. Justinianus kubbenin hemen onarımı için emir verdi. Birkaç ay önce, 14 Aralık 557'de yaşanan Konstantinopolis depremi kubbenin zayıflamasına sebep olmuştu. Ayasofya başına gelen kazalar, musibetler yüzünden tarihin en fazla açılış görmüş yapılarından biridir. Bugün bahsi geçen üçüncüsü. İlkinin, İstanbul’un Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti ilan edilmesinin hemen ardından, Constantius döneminde inşa edildiği tahmin ediliyor. Bu ilk kiliseden bugüne ulaşan hiçbir iz kalmamış. O dönemde adının Ayasofya olduğu bile düşünülmüyor. 5. yüzyıla kadar kaynaklarda çoğunlukla Büyük Kilise (Megale Ekklesia) olarak anılmış. Bugünküne pek benzemeyen, ahşap çatılı uzun bazilikanın açılış töreni 15 Şubat 360’da yapıldığında, İstanbul Patriği İoannes Krisostomos burada vaazlar veriyormuş. Aziz kabul edilen, güçlü belagati nedeniyle “altın ağızlı” denen bu patriğin ünü bugüne dek ulaşmış. İlk Ayasofya’nın sonunu da onun İç Anadolu’ya sürülmesi getirmiş. Patriğin taraftarları, 20 Haziran 404’te, çevresindeki pek çok yapıyla birlikte çatısı ahşap kiliseyi ateşe vermiş. İlk yapının yanmasının ardından İmparator Arcadius hemen ikinciyi inşa ettirmeye başlamış. Kısa süre içinde ölünce ise o sırada 7 yaşında olan 2. Theodosius’a kalmış inşaatı bitirmek. İlki gibi ahşap çatılı olan bu yapının açılışı ilkinin yanmasından 11 yıl sonra, 10 Ekim 415’te yapılmış. Şehrin merkezinde, her tür isyana karşı onu savunmasız bırakan ahşap örtüsü, 532’deki meşhur Nika İsyanı’nda yeniden kül olmasına sebep olmuş. Başarıya ulaştıklarını sanarak “Nika” yani “Zafer” diye bağıran isyancılar, kentin kalanını da yakıp yıkmış, ama sonunda İmparator 1. Justinianus tarafından hipodromda toplanıp katledilmişler. İmparator hemen üçüncü yapıyı, yani bugün bildiğimiz Ayasofya’yı yaptırmaya girişmiş. Roma geleneklerini hatırlatan bugünkü devasa yapının inşaatına 23 Şubat’ta, Nika İsyanı’ndan yalnızca 10 gün sonra başlanmış. İmparatorluğun her yanından malzemeler toplanmış. Bir kaynağa göre 100 ustabaşı, 10 bin işçi ile yapılan inşaat 5 yıl sürmüş. Açılış da 27 Aralık 537’de gerçekleştirilmiş. Ayasofya öylesine büyük, öylesine görkemliymiş ki dönemin tarihçisi Prokopios, onun İmparator’un aşırılıklarının en önemli sembolü olduğunu yazmadan duramamış; bu kadarının da artık bir nevi görgüsüzlük olduğunu ima etmiş. #ayasofya #roma #bizans #Justinianus #prokopios #nikaisyanı
Yorum görüntülemek veya eklemek için giriş yapın
-
Bundan tam 117 yıl önce Kadıköy'de bir evde alınan kararla Türk sporunun devlerinden Fenerbahçe kuruldu. Kuruluş ismi Fenerbahçe Futbol Kulübü idi. 1909'da Fenerbahçe Spor Kulübü adını aldı. 1907 yılının baharında 3 arkadaş, bugün Şükrü Saracoğlu Stadı’nın yükseldiği Papazın Çayırı’nda, yabancı takımlar arasında yapılan bir maçı seyretmişler, Moda’ya doğru yürüyorlardı. Bu 3 Kadıköylü genç, Fenerbahçe’nin ilk kurucuları Nurizade Ziya (Songülen) Bey, Ayetullah Bey ve Necip (Okaner) Bey’di. Bahriyeli Necip Bey’in Moda Beşbıyık Sokağı’ndaki evine ulaştıklarında salondaki masanın çevresine oturmuşlar, vakit geçirmeden konuya girmişlerdi: “Neden biz de bir takım kurup onların karşılarına çıkmayalım?” Nurizade Ziya, arkadaşlarının gönüllerine su serpen cümleyi söyleyiverdi: “Para işini bana bırakın... Ben o işi hallederim”. Anne ve baba tarafından zengin ailelerin torunuydu Nurizade Ziya. Böylelikle en önemli engel aşılmış oluyordu. İş artık takıma verecekleri isme gelmişti. Ayetullah Bey, salon penceresinden karşısında uzanan Fenerbahçe Burnu’nun üzerindeki mehtap ve dönen ışıklarıyla manzarayı daha da güzelleştiren fenere baktı. “Şu güzelliğe bakın” dedi. Birbirlerine baktılar ve ağızlarından şu isim dökülüverdi: Fenerbahçe! “Peki ya renkler...” diye söze girdi Ayetullah Bey. Nurizade Ziya atıldı: “Bu mevsimde Fenerbahçe papatyalarla doludur. Forma renkleri de papatyaların sarı-beyazı olsun.” Oysa ki, Fenerbahçe’nin lacivert gökyüzü ve denize yansıyan altın sarısı mehtap muhteşem görünüyordu ve Ayetullah Bey’in gönlündeki renkler de bunlardı. Ama bütün masrafları üstlendiği gibi formaları ve diğer malzemeleri de yaptırtacak olan Ziya Bey’i de kırmamak gerekti. Sarı-beyaz renklerde karar kılındı. Ayetullah Bey’in renk özlemi 3 yıl sonra gerçekleşecek, takımın renkleri 1909-1910 sezonuyla birlikte sarı-lacivert olacaktı. #fenerbahçe #ayetullahbey #ziyabey #şükrüsaraçoğlu #papazınçayırı
Yorum görüntülemek veya eklemek için giriş yapın
-
505 yıl önce bugün, 2 Mayıs 1519'da, Rönesans'ı başlatan İtalyan ressam, heykeltıraş, mimar ve mühendis Leonardo da Vinci öldü. Yalnızca "Mona Lisa" ve "Son Akşam Yemeği" gibi ünlü eserleriyle deği, geride bıraktığı defterleriyle de insanlığın ufkunu genişletmişti. Matematikten astronomiye, tıptan mühendisliğe, mimarlıktan metafiziğe pek çok alanda çalışan Da Vinci'nin defterleri parlak, cüretkar ve takıntılı bir insanın zihninin nasıl çalıştığını gösteren sorularla doluydu: "Gökyüzü neden mavi? Kalp nasıl çalışıyor? Neden soğukta titrer, sıcakta terleriz?" Üstelik hayata bir taşra çocuğu olarak başlayan Leonardo'nun öyle özenli bir eğitim aldığı da söylenemezdi. Biraz okuma-yazma ve aritmetik öğrenmişti. Latinceyi bile kendi kendine yıllar sonra öğrenene kadar, o dönem entelektüel sayılabilecek herkesin bildiği bu lisanı konuşamıyordu. Ondaki yeteneği fark eden babası Da Vinci'yi 15 yaşındayken dönemin önemli ressamlarından Andrea del Verrocchio'nun yanına çırak olarak vermese belki de verdiği ölümsüz eserlerin hiçbiri bugün karşımızda olamayacaktı. Uçmak ise Da Vinci'de neredeyse bir saplantıya dönüşmüştü. 1505'te notlarını aldığı "Kuşların Uçuşu Üzerine Kodeks" adlı kısa defterinde uçuşla ilgili çeşit çeşit çizimler yapmış; uçak, helikopter, paraşüt benzeri tasarımları ve kuş kanadı modellerinden bir kısmı daha sonra üretilerek müzelerde sergilenmeye başlanmıştı. #davinci #rönesans #monalisa #leonardodavinci #leonardo #sonakşamyemeği #Verrocchio
Yorum görüntülemek veya eklemek için giriş yapın
-
Bugün kutladığımız 1 Mayıs İşçi Bayramı Türkiye'de ilk defa bundan 103 yıl önce 1921’de Ankara sokaklarında kutlanmıştı. Yakın zamana kadar Türkiye’de 1 Mayıs’ın ilk kez 1922’de Ankara’da kutlandığı düşünülüyordu ama Rusya Tarihi Müzesi Arşivi’nde bulunan bir fotoğraf ilk kutlamanın 1 yıl önce gerçekleştiğini gösteriyor. 1 Mayıs 1924’te yapılacak kutlamaları, Türkiye Amele Birliği üstlenmişti. Yasaklamalara rağmen, başta Ankara olmak üzere bazı illerde kutlama girişimleri oldu. 1925 başında patlak veren Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu, ülkede her türlü gösteriyi yasakladı. 1 Mayıs 1925’te dağıtılan yasadışı “1 Mayıs nedir?” başlıklı bir broşürden sonra tutuklamalar başladı. Aralarında Nazım Hikmet’in de bulunduğu bazı kişiler, İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak 7 ila 15 yıl arasında hapis cezalarına mahkum edildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında, 1923-1925 aralığında, ünlü ressam Namık İsmail’in dönemin sosyalist dergilerinden biri için çini mürekkebiyle yaptığı desen çalışmasının üzerinde de: “İşçi Bayramı - 1 Mayıs” yazıyor. Resmî olarak "Emek ve Dayanışma Günü" ilan edildiği 2008'de 1 Mayıs’ı kutlama girişimleri, yine Taksim Meydanı’na kilitlendi. İstanbul’un çeşitli semtlerinde meydana gelen olaylarda, güvenlik kuvvetlerinin sert ve orantısız güç kullanımı tepki çekti. Özellikle Şişli Etfal Hastanesi bahçesine atılan gaz bombaları; yere yatırılıp, etkisiz hale getirilmiş kişilerin tekmelenmesi; basın kartını göstermesine rağmen “Cumhuriyet” muhabiri Alper Turgut’un dövülmesi hatıralarda ve fotoğraf karelerinde kalan görüntülerdi. İstanbul’da 38 kişi yaralandı, 530 kişi gözaltına alındı. Taksim 2010 yılında kutlamalara açıldı; ancak 3 yıl sorunsuz olarak kutlandıktan sonra 2013'de tekrar 1 Mayıs yasağı getirildi. #1mayıs #işçibayramı
Yorum görüntülemek veya eklemek için giriş yapın
-
Bundan tam 79 yıl önce 30 Nisan 1945'de Adolf Hitler, Eva Braun ile birlikte Berlin'deki sığınağında intihar etti. Hitler ölmeden önce köpeği Blondi’yi de uyutmuştu. Çiftin cesetleri yakıldı. 1943'ün ortalarından itibaren Almanya'nın savaşı kaybedeceği belli olmuştu. Şubat ayında Alman 6. Ordusu, Stalingrad'da büyük oranda yok olmuştu. Haziran 1944'de Normandiya çıkarmasını gerçekleştiren Müttefikler, Almanları Berlin'e doğru itmeye başladı. Temmuz 1944'de savaşın kaybedildiğine karar veren Alman generallerin Hitler'e düzenlediği suikast ve darbe girişimi başarısız oldu. Ocak 1945'de Hitler son günlerini geçireceği yerin 15 metre altındaki sığınağına çekildiğinde Sovyet ordusu Berlin'e yaklaşmaktaydı. 30 Nisan'da Sovyet ordusunun artık Berlin'in merkezine doğru ilerlemekte olduğu saatlerde Adolf Hitler yanındakilerin onu Berlin'den kaçırma önerisini reddetti. 1 gün önce evlendiği Eva Braun ile çalışma odasına geçerek intihar etti. Adolf Hitler'in ölümü, ilk olarak Hamburg'daki bir Nazi radyo istasyonu tarafından duyuruldu. Önce bir saat kadar yas müziği çalan radyo, sonra dinleyicilerine başkomutanın, birliklerinin başında çarpışarak öldüğünü duyurdu. 8 gün sonra, 8 Mayıs 1945'de Almanya koşulsuz olarak teslim oldu. #adolfhitler #hitler #evabraun #braun
Yorum görüntülemek veya eklemek için giriş yapın
-
86 yıl önce bugün 29 Nisan 1938’de Fransız mimar ve şehir planlamacı Henri Prost’un İstanbul için hazırladığı imar planı Şehir Meclisi’nde onaylandı. Prost’un Tarihî Yarımada, Galata ve Beyoğlu için önerilerinin bir kısmı uygulandı, bazıları rafa kaldırıldı. Uygulananların sonuçları ise pek iç açıcı olmadı. Henri Prost aslında 1936’da, Muhittin Üstündağ'ın belediye başkanlığı döneminde İstanbul’a davet edilmiş ve şehir için bir İstanbul planı oluşturmuştu. Çalışmalar ancak 1938’de göreve gelen Dr. Lütfi Kırdar’ın idaresinde başlayabildi. Yeni hastane binaları, opera, konser ve tiyatro salonları, stadyumlar, kapalı spor salonları, liman binaları, bulvarlar ve caddeler, kütüphaneler, oteller bu proje kapsamında inşa edilecek yapılardan bazılarıydı. Lütfi Kırdar, Prost’un planı doğrultusunda eski şehrin çevresinde yeni bir kent oluşturmak yerine, tarihî dokusunu o günlerde hâlâ korumakta olan İstanbul'un içine büyük ölçekli yeni yapı kütleleri yerleştirme yoluna gitti. Dolmabahçe Sarayı’nın arkasındaki, saraya ait atların bakıldığı Istabl-ı Âmire (Has Ahır) yıktırılarak açılan alana İnönü Stadı inşa edildi. Tarihî saray tiyatrosu ve saraya ait diğer bazı binalar Taksim-Gümüşsuyu-Dolmabahçe yolunun açılabilmesi için yıktırıldı. Taksim civarındaki tarihî Topçu Kışlası yıktırılarak yeri ağaçlandırıldı ve İnönü Gezisi haline geldi. Taksim’den Harbiye’ye kadar uzanan ve 1940’a kadar yerinde kalmayı başaran Surp Agop Ermeni mezarlığı da bu yıllarda Ermeni vakfının elinden alınarak belediyeye geçti, mezarlık arsası üzerinde apartmanlar inşa edildi. Tarihî mezar taşları ise kesilip kitabeleri kazınarak İnönü Gezisi’ne ve Eminönü’deki Yeni Cami’nin kaldırılan avlu duvarlarının yerine mermer basamak olarak döşendi… Taksim’i Yenikapı’ya bağlayacak bulvarın açılması için Yenikapı’dan ve Unkapanı’ndan başlatılan yıkımlarda yüzlerce tarihî bina inşaat makinalarının altında kalmıştı. Atatürk Bulvarı adını alan caddenin güzergahında yıkılan eserlerin bazıları İbrahimpaşa Hamamı, Oruçgazi Camii, Mahmudiye Mektebi, Revanî Çelebi Mescidi, Süleyman Subaşı Camii, Saliha Sultan Sıbyan Mektebi ile ünlü tarihçi Kâtip Çelebi’nin kabrinin bulunduğu mezarlıktı. Henri Prost’un şehir için öngördüğü ama hiçbir zaman hayata geçmemiş planları da vardı. Sultanahmet’teki Atmeydanı’nın ucundaki Ziraat ve Maden Nezareti’nin (bugünkü Marmara Üniversitesi rektörlük binası) yerine anıtsal boyutlarda bir “cumhuriyet abidesi” yerleştirmek, Yenikapı’ya şehrin en büyük limanını ve garını yapmak… Ancak 27 Aralık 1950’de Prost’un kontratına son verildi. 1950'lerde Adnan Menderes dönemi başlayacak ve İstanbul çok daha ağır bir yıkımla karşılacaktı. #henryprost #istanbul #şehirplanı
Yorum görüntülemek veya eklemek için giriş yapın
-
112 yıl önce bugün, 26 Nisan 1912'de, bir Osmanlı tayyaresiyle semalarımızda süzülen Mehmet Fesa (Evrensev) Bey, bunu başaran ilk Osmanlı pilotu olmuştu. Fesa Bey'in hayatının diğer kısımları da oldukça maceralıydı. 1911'de süvari teğmen olarak görevdeyken Avrupa’ya pilot eğitimi için gönderilecek subaylar arandığını duyan Mehmet Fesa Bey sınava katılmış ve birincilikle kazanıp Fransa'ya eğitime gitmişti. 1912'de Türkiye'ye döndüğünde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 1 numaralı brövesi ona verildi. Aynı yıl Balkan Savaşları başladı. Henüz kuruluş aşamasındaki Türk askerî havacılığı Balkan Savaşı’na hazırlıksız yakalanmıştı. Pilotların eldeki uçakları uzun mesafelere uçuracak deneyimi yoktu. Pilot sayısı da yetersiz olduğundan, eğitim için gönderildikleri İngiltere’den alelacele geri getirilen ve henüz bröveleri olmayan öğrenci-pilotlara bile görev verilmişti. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, pilot olarak Mehmet Fesa, Fethi, Salim, Nuri ve Fazıl Beyler; rasıt (gözlemci) olarak da Mehmet Ali, Kemal, Kenan, Tahsin ve Sadık Beyler, Çatalca’dan Edirne’ye kadar Trakya’nın çeşitli yerlerinde başarılı keşif uçuşları yaparak Çatalca muharebesinin kazanılmasında önemli rol oynadılar. Mehmet Fesa Bey, 1. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Kafkas cephesine atandı. Cepheye gitmek için bindiği gemi Karadeniz'de Ruslar tarafından batırıldı ve esir düştü. Yaklaşık 6 yıl Sibirya'da esaret altında kaldı. Esir kampından kaçarak yurda döndüğünde Kurtuluş Savaşı başlamıştı. Bu savaşta da Batı cephesinde görev yaptı. Savaştan sonra İzmir’deki Hava Okulu’na öğretmen olarak atandı. #mehmetfesabey #mehmetfesaevrensev
Yorum görüntülemek veya eklemek için giriş yapın
-
232 yıl önce bugün, 25 Nisan 1792’de giyotin, Fransa’da ilk kez Nicolas Jacques Pelletier’nin idamında kullanıldı. Giyotin idamlarda kullanılan kılıç, balta, asma, yakma gibi acı verici yöntemlere göre daha “insancıl” ve modern bir idam yöntemi arayışlarının sonucunda ortaya çıkmıştı. Paris milletvekili ve anatomi profesörü Dr. Joseph-Ignace Guillotin 1789'da Ulusal Meclis’te yaptığı konuşmayla Fransa’da idam cezası tartışmasını başlatmıştı. Guillotin, adi suçlular asılmak, yakılmak veya diğer işkence benzeri yöntemlerle infaz edilirken, aristokrat suçluların kılıçla hızlı bir şekilde kafaları kesilerek öldürülmesinin adil olmadığını savundu. Suçluların sınıflarına bakılmayan daha eşitlikçi bir idam cezası sistemi benimsenmesi yönündeki çağrısı diğer milletvekilleri arasında da ses getirdi. 1791'de Ulusal Meclis, Fransa'da kafa kesmeyi idam cezasının tek yasal biçimi haline getirdi. Ancak Ulusal Meclis'in kararı uygulamada bazı sorunlar yaratmaya gebeydi. Kılıçla kafa kesme sayısında yaşanacak artış düzinelerce yetenekli cellat ve çok sayıda yeni kılıç gerektiriyordu. Kılıçlar sıklıkla kırılıyordu ve Paris'teki celladın elinde yalnızca 2 kılıç vardı. Çözüm yine Guillotin’in önerisiyle geldi. Onun önerdiği kafa kesme makinesi arkadaşı Dr. Antonine Louis tarafından tasarlandı ve koyunlar üzerinde denendi. Sonrasında da Aralık 1791’de hırsızlık ve cinayet suçlamasıyla idama mahkum edilen Pelletier’nin infazı için Paris’te Hôtel de Ville’nin önündeki meydana kuruldu. İlk infazın ardından giyotin Fransa’da hızla popülerleşti. Küçük bebeklerin kafalarının kesilebildiği oyuncakları bile yapılmışı. Pelletier’nin idamını takip eden aylarda Fransiz Devrimi’nin “Terör Dönemi” olarak bilinen en kanlı dönemi başladı. Paris Celladı Charles-Henri Sanson bu dönemde 3 günde ortalama 300 kadın ve erkeği giyotinle idam ediyordu. Eski kraliyet celladı olan Sanson, 21 Ocak 1793’de Kral 16. Louis’nin idamını da yine giyotinle gerçekleştirecekti. Giyotin Fransa’da 1977 yılına kadar kullanılmaya devam etti.
Yorum görüntülemek veya eklemek için giriş yapın
-
Bundan 44 yıl önce 24 Nisan 1980'de ABD, İran'ın başkenti Tahran'daki elçiliğinde rehin alınan 52 vatandaşını kurtarmak için bir operasyon düzenledi. Sonuç büyük bir başarısızlık oldu. Hiç rehine kurtarılamadı. 1979’daki İran İslam Devrimi'nden sonra ülkede yabancı diplomatlar özellikle de ABD'liler için hayat zorlaşmıştı. Devrim sonrası ülkeden kaçan Şah Rıza Pehlevi ABD'ye tedavi için kabul edilmişti. Yeni rejim, Washington'dan Pehlevi'nin iadesini istiyordu. ABD yönetimi buna onay vermiyor, ABD'li diplomatlar sık sık kısa süreli gözaltılara maruz kalıyordu. Aralarında silahlı kişilerin de bulunduğu bir grup İranlı 4 Kasım 1979'da ABD'nin Tahran Büyükelçiliği'ni bastı. 90 kişi rehin alındı. Daha sonra kadın ve çocuklardan oluşan 38 kişi serbest bırakıldı. İran’ın yeni lideri Ruhullah Humeyni, büyükelçilik işgalini "ikinci devrim" olarak tanımladı. Nisan 1979’da ABD rehin tutulan 52 vatandaşını kurtarmak için “Operation Eagle Claw” (Kartal Pençesi Harekatı) adını verdiği planı devreye soktu. Operasyon yapılacak bölgenin ve elçiliğin maketi hazırlanıp defalarca tatbikat yapıldı. Plana göre ABD ordusunun Özel Kuvvetler birimine bağlı komandolar Tebes kenti yakınlarında çöle indirilecek, Umman Körfezi’ndeki ABD uçak gemisinden kalkacak 8 helikopterin de katılmasıyla birlik Tahran’a nakledilecek ve elçiliğe operasyon düzenlenerek rehineler kurtarılacaktı. Helikopterlerden en az 6’sının çöldeki buluşma noktasına varamaması halinde harekatın iptal edilmesine karar verilmişti. 2 helikopter yolda arızalandı, 1’i de kum fırtınasına yakalandı. Komutanların tavsiyesi doğrultusunda ABD Başkanı Jimmy Carter, harekatın iptal edilmesi emrini verdi. Bu noktada başarısızlığı daha da büyüten bir olay yaşandı. ABD birliklerinin çölden tahliyesi sırasında helikopterlerden biri, askerleri ve jet yakıtını taşıyan kargo uçaklarından biriyle çarpıştı. Çıkan yangında 8 asker öldü. Uzun süren pazarlıkların ardından rehineler 20 Ocak 1981'de Almanya'da serbest bırakıldı. Rehine krizi İran-ABD ilişkilerinin de sonu oldu. ABD, İran'a bugün de sürdürdüğü yaptırımları uygulamayı başladı. Tahran'daki ABD Büyükelçiliği ise günümüzde "İran halkına ABD'nin şeytani yüzünü göstermek için" müze olarak kullanılıyor. #jimmycarter #başkancarter #carter #rehine #rehinelrizi #iran #abd #rızapehlevi #şahrızapehlevi #eagleclaw #kartalpençesi
Yorum görüntülemek veya eklemek için giriş yapın