Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver'in anılarında Hafız Râkım Ertür ve Edirne

EdirneDr. Rıfat Osman
Güncelleme:
Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver'in anılarında Hafız Râkım Ertür ve Edirne

Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver, Dr. Rıfat Osman'la olan dostluğu sonucunda Edirne'yi, bir Edirne sevdalısından, gerçek bir Edirneliden öğrenme imkanına kavuştuğu gibi, onun vasıtası ile son dönem Edirnelilerle de tanışma imkanına ulaşmıştır (1). Süheyl Ünver'in Rıfat Osman'dan sonraki Edirne'deki kaynağı onun vasıtası ile tanıştığı Hafız Râkım Ertür olmuştur .

Rıfat Osman'ın tanıştırmasıyla başlayan bu dostluk, Râkım Ertür'ün ölümüne kadar sürmüş, Süheyl Ünver Edirne'ye yaptığı ziyaretlerinde Râkım Hocanın yanından hiç ayrılmamıştır. Bu iki dost, bir birlerinden ayrı kaldıklarında, mektuplar yazarak dostluklarını sürdürdükleri gibi karşılıklı fikir alış verişinde de bulunmuşlardır.

Bu mektuplarda, Süheyl Ünver, Râkım Ertür'e "Aziz ve Değerli Üstadımız", Râkım Ertür'de "Muhterem Üstadım" diye hitap etmeleri, onların birbirlerine karşı olan derin sevgi ve saygısının ifadesidir.

Süheyl Ünver, Râkım Ertür'ün 6.1.1960 tarihli mektubuna cevap olarak yazdığı 13.1.1960 tarihli mektubunda :

"Edirne Haftası kitaplarını sattığınıza memnun oldum. Daha 20 tane söylediğiniz adrese gönderilecektir. Paraları Üniversite muhasebesine irat (gelir) kaydedilecektir. Şimdi zimmetimdedir. Rıfat Osman eserinden de takdim ederiz.

Edirne kabirlerini (mezarlarını) tanzim etmenize memnunum. Size Paşamızın bir ricasını da ekledim. Badi Efendi listesinden kaybolan taşların yerleri hakkında bir liste hazırlanırsa iyi olur.

Edirne'nin iki kartına sevindim. Ben gelemiyorum diye o teşrif ediyor. Baharda inşallah bir hafta için geleceğim. Nazmi Paşa'ya yazdıklarınızı tevdi ettim.

Edirne'nin eski kart ve Mevlevî resimleri vaadinize teşekkürler. İnşallah çalışmalarımız iyi bir sonuca varacaktır. Oradaki zevâta hürmetler eder, ellerinizden öperim. Sağ ve var olun" (2)

Gördüğümüz gibi, Hafız Râkım Ertür, Dr. Rıfat Osman Bey'in ölümünden sonra, Süheyl Ünver'e Edirne ile ilgili bilgiler sunmuş, onun Edirne' de ki en büyük yardımcısı olmuştur.

1957 yılında Edirne Üniversite Haftası için Edirne'ye gelen Süheyl Ünver; bu hafta dolayısıyla tutmaya başladığı ve "Edirne Medeniyetinden Örnekler ve İntibalar" adını verdiği defterine başlarken :

"Bu defteri Edirne Fatihi I.Murat, Banisi II.Murat'a, Dr. Rıfat Osman'a, Râkım Ertür Hocamıza ilhaf ediyorum" diyordu.

Defterin,1961 yılında Edirne'ye yapmış olduğu ziyaretinin anlatıldığı bölümün başında ise;

Restore

Hafız Râkım Ertür
Hafız Râkım Ertür

RAKIM

Nakli mekân eyledi âlem'î mânâya Râkım
Hatm'i kitap eyledi Hazreti Mevlâya Râkım
Aşk'ı mânâ, meclûb'u Hazreti Mevlâna âdem
İşte uçtu sessizce kuş gibi ukbâya Râkım

A. R. A
30. 12. 191
Râkım Ertür

Ali Rıza Ataktürk'ün Râkım Ertür'ün ölümü üzerine yazmış olduğu dörtlük yer almakta ve bu dörtlüğün hemen altında Râkım Hocanın 1. X. 1961 tarihinde çekilmiş bir fotoğrafı bulunmakta ve yanında fotoğrafla ile ilgili olarak şunlar yazmaktadır:

Restore

1. X. 1961 de Meriç Köprüsü üzerinde Râkım Ertür üstadımız ve Valimiz Sadri Bey. Kim derdi ki bu aziz hocamızı birkaç ay sonra kaybedeceğiz. Şimdi Edirne Defterinin Tâcidârı O. Râkım Ertür ve Edirne Valisi Sadri Sarptır
1. X. 1961 de Meriç Köprüsü üzerinde Râkım Ertür üstadımız ve Valimiz Sadri Bey. Kim derdi ki bu aziz hocamızı birkaç ay sonra kaybedeceğiz. Şimdi Edirne Defterinin Tâcidârı O. Râkım Ertür ve Edirne Valisi Sadri Sarptır

Râkım Ertür ve Sadri Sarp
Râkım Ertür ve Sadri Sarp

Defterin diğer sayfasında; Hafız Râkım Hocanın Edirne Valisi Sabri Sarptır ile Bulgar sınırında moteller önünde 1. X. 1961 tarihli bir fotoğrafı altında Süheyl Ünver tarafından yazılmış bir not bulunmaktadır.

1-Gönül Ülkemizin Valisi Râkım Ertür
2-Edirne Ülkemizin Valisi Sadri Sarptır.
iki Valimiz bir arada.

Süheyl Ünver 1957 yılından sonra 1960, 1961 yıllarında da Edirne'yi ziyarete gelmiş. Bu şehirde, konuşmalar yapmış, sergiler açmış çok sevdiği dostu Râkım Beyle birlikte olmuştur.

Türk Tarih Kurumu tarafında Edirne'nin 600. fethi yıl dönümü çalışmalarında görevlendirilen Prof. Dr. A. Süheyl Ünver 25 Ağustos 1960 Perşembe günü Edirne'ye gelip, 1 Eylül 1960 Perşembe gününe kadar Edirne'de kalarak Râkım Hoca ile birlikte çalışmalar yapmıştır. Anılarında da buna yer vererek şunları yazmaktadır :

Tarih: 26. VIII. 1960

Sabahleyin 6.30 da hazır olup sokağa çıktım. Saraçhane Köprüsü tarafına gittim. Beylerbeyi Camii harabesi resmini suluboya çizdim. Resim bitince Saraçhane Köprüsü resmini ve dönüşte meydan çeşmesini çizdim ve boyadım. Cuma namazına Eski Camie yetiştim. Üstadımız Râkım Ertür'ün hutbesini dinledim. Minbere kıbleden çıkıp indi. Namazdan sonra konuştuk. Ben sonra Sultan Selime gittim.

Yemekten sonra Tugay bahçesine çıktım. Beni tanıyan pek nazik Salih Korhan ve Yusuf Korhan adlarında iki öğretmen yanlarına çağırdılar. Sonra Süreyya Mutlu, Râkım Bey ve iki öğretmen geldiler. Sohbet ettik ve oradan Muzaffer Batum ile geç vakit ayrıldık.

27. VIII. 1960

Sabahleyin saat 6.30'da çıkarak bizim Ayşekadının İstanbul yolundan bir kahveden resmini yaptım. Saat 10.10 da Râkım Beye giderek birlikte Vali Sadri (Saptır) Beyi ziyarete gittik. Yanımızda Sıtma Mücadele Doktoru (Dr. Ratıp Kazancıgil) vardı. Oradan çıkınca Te... Medresesi resmini, Üç Şerefeli Cami'in minarelerinden birinin resmini yaptım. Akşam saat 9.00 da Tugay bahçesinde dostlardan Râkım, Süleyman, Öğretmenler, İbrahim İlgün, Salih Zorlutuna ile buluştuk. Sonra Salih Bey bizi evinin bahçesine götürdü. Gecenin yarısına kadar sohbet ettik. Râkım Bey'in hikâyelerini dinledik.

29. VIII. 1960

Süleymaniye Cami'inde: Vakıfların anlayışı ile onarılmaya başlanan bu Camiin revakları ve kubbesi mütahiddin para hırsı ile çürük ve hileli iskelesine dayanamayarak çökmüş ve bir moloz yığını haline gelmişti. Mahalinde buna çok üzüldüm. Şimdi bu sebeple diğer kısımların onarımı durduğundan faaliyet yok. Bunda kontrol mimarının da kabahati çok. Zira işi dikkatli takip etmemiş. Süleymaniye Camii bana çok dokundu.

Eylül son günlerinde Râkım ve Uğur Beylerle buraya yeniden uğradık. Molozlar kaldırılıyordu. Arka kısmı yeniden yapmaya başlanmışlardı. Kendisini bir masum gibi tanıtan mütahhid bize zararını söyledi. Güya vakıflara ihtarda bulunmuş.

Mimar Koca Sinan'ın Secdagâhında__Uğur Dermanımız ile. Bu kısım Râkım Bey ve arkadaşlarının himmeti ile kurtarılmış. Temiz de bakılıyor. Ayda 20 lira aylıkla bir de bekçi koymuşlar.

Âşıkı billah Ali ağa

Edirne Sarayının Bostancıbaşısı. Avcı Sultan Mehmet zamanında Edirne Sarayı Cedidi Âmiresi üzerine emir-i Padişah-i (Padişah emri) ile bir risale yazmış. Dilâver Bey merhum Dr. Rıfat Osman Bey'e vermiş. Bulgar yağmasında çalınmış. Mezar taşını Râkım Bey secdegâha dikmiş.

Prof. Dr. A.Süheyl Ünver, Eczacı Uğur Derman'la birlikte 24 Eylül 1960 Cumartesi günü ikinci defa Edirne'ye gelerek 1 Ekim 1960 tarihine kadar Edirne'de kalarak "Edirne'nin 600. Fethi Yıl Dönümü" çalışmalarına devam etmişlerdir.

Süheyl Ünver'in defterinde, Edirne'ye 1960 yılında yapmış olduğu bu ikinci ziyareti ve Râkım Ertür ile ilgili olarak şunlar yazılıdır.

24 Eylül 1960

7.45' te evden çıktım. 8'de Vapur, 9.10'da otobüs. 5 saat sonra Edirne.

Edirne'ye bu sefer yine gidiyorum. Gitmesem olurmu idi. Belki. Zaif (zayıf) ihtimal. Kurumum beni Edirne'nin 600 üncü çalışmalarına memur etmesi sebep. Bir ay müddetin bir haftası geçen sefer bitti. Bugünde ikinci haftaya başlayacağım. Edirne'ye gitmesem olabilirdi. Fakat çalışmalarım yarım kalırdı. Bu fırsatta her zaman ele geçmez. Mutlaka faydalanmalı. Sonra Edirne'nin hâlen yazar çizeri yok denecek kadar az. Edirne yi seviyorum.

1957'de "ben artık Edirne için yaşıyorum" diye vaatte bulundum. Edirne'de vaktiyle bir Rıfat Osman vardı. Yerimi dolduruyordu. Şimdi onsuz Edirne bana boşalmış gibi geliyor. Bereket versin Râkım ve Arif Beyler Edirne'de Rıfat Osman havasını teneffüs ediyorum gibi geliyor bana. İlk gün Râkım Beyi gördük. Yanımda Uğur Derman'da var.

25 Eylül 1960

Sabah, yanında evi ile Hızır Ağa isimli harab bir mescidin resmini yaptım. Bu evde Sultan Selim mahyacısı oturmuş. İstanbul'dan Ratip Bey'e (Ratip Kazancıgil) misafir gelen, bizim sınıftan Halil Çavdar ile görüştüm. Râkım Bey'de geldi. Selimiye'de çalıştım.

26 Eylül 1960

6.30 da sokaktaydım. Beylerbeyi türbesinin resmini yaptım. Kuşcu Doğan Cami'ini gezdik. Yazıları gördük. Arif Ağa Cami'ini harap görerek üzüldük.

Saat 10. da Râkım Beyle Süleymaniye ve Evliya Kasım Paşa Camilerini gezdik. Yeşilce (Mezit Bey) Cami'inin yanında Râkım Efendinin hocası, Hacı Ali Efendi Mektebini, Şair Hayali'nin kabrini, Fazlullah Paşa türbesini ziyaret ettik. Yolda Hacı Salih Efendiye rastladık. Birlikte Eski Camiye kadar geldik. Kendisi çok halsiz yürümekte zorluk çekiyordu. Gece Vali Sabri Bey'e, arkadaşım Râkım ve Uğur Beylere Kervan otelinde akşam yemeğine şeref vermelerini rica ettim. Gece güzel geçti. Vali Bey'le Edirne'nin 600 üncü yılı kutlamaları programında mutabık kaldık.

27 EYLÜL 1960

Sabahleyin Ekrem Demiray Bey bizleri Karaağaç'da evine ve bahçesine götürdü. Râkım Beyle, Rıfat Osman Beyin akrabası Zehra Hanımın biraderi (kardeşi) oğluna giderek bazı levha ve fotoğraflarını teslim aldık. Kooperatife bıraktık. Maarif Müdürünü makamında ziyaret ederek konferans ve seminer programını hazırladık. Sokullu Hamamı motifini aldık.Râkım ve Uğur Beyle bir Edirne hatırası fotoğrafı çektirdik.

Soldan sağa: 1-Ord.Prof.Dr.A. Süheyl Ünver, 2-Hafız Râkım Ertür, 3- Ecz.Uğur Derman (Edirne hatırası)
Soldan sağa: 1-Ord.Prof.Dr.A. Süheyl Ünver, 2-Hafız Râkım Ertür, 3- Ecz.Uğur Derman (Edirne hatırası)

Öğleden sonra Râkım ve Uğur Beyle Kız Sanat Enstitüsü'nü ziyaret ettik. Fikret Hanımı gördük. Faytonla Kız Muallim Mektebi'ne giderek "Edirne de Tarihi çiçek Buketleri resimleri" seminerime başladım. Konuşmam ilgi gördü. Toplantı 2 saat sürdü.

29 EYLÜL 1960

Saat 6.30'da Sıtma Mücadele Başhekimi Dr. Ratip Bey bizi, Râkım Beyle birlikte 30 kilometre mesafede Mahmut Paşanın eski debdebesinden eser kalmayan Hasköy'üne götürdü. Dolaştık resimler aldık ve öğleye doğru döndük. Akşam yemeğinden sonra gece Arif Dağdeviren Beye oturmağa gittik Râkım ve Uğur Beylerde vardı.

30 EYLÜL 1960

Sabahleyin erken kalktım. Râkım Beyi de alarak Kıyık tarafına gittik. Yıldız Köşkün yanına çıktık. Râkım Beyin anlattığına göre, Yavuz Selim, Fatih'in kucağına burada oturmuş. Beni okşadığını hatırlarım dermiş. "Dedemin Şâkır burunlu" olduğunu da hatırlarım sözünü bizde, güya söylenen bu yerde hatırladık. Eğer vâka burada oldu ise.

Buradan Topyolu Tabyası görülüyor. 18 tane kabarık varmış. Hepsi ayrı ayrı birer tabya. Edirne'nin manzarası buradan çok güzel. Çiftliğin önünde ovada namazgah da var. Râkım Bey, Yıldız Köşkü'nü bilen ihtiyarlara yetiştim diyor. Bu semtte, Buçuk Tepe'de araba ile dolaştık. Çeşme yanında bu isimle anılan kabristanda (mezarlıkta) birkaç Edirne Buketi çizdim.

Mimar Sinan'ın su deposu, Mimar Sinan'ın Edirne su yolu...

Uzaktan Yıldırım semtinde demokrat çingenelere rey toplama evleri. Boş çingeneler bile yerini beğenmemiş.

Sonra Hıdırlık, Yıldırım semtlerini de dolaştık. Eski Cami'de Cuma namazını kıldık ve Râkım Bey'in nefis bir hutbesini dinledik.

1 EKİM 1960

Sabahleyin 9.00 da Râkım Bey'le Edirne'nin eski müftüsü Süleyman Efendinin torunlarının evinde merhumun yazma kitaplarından 200 kadarını gözden geçirdim. Kıymetlilerini ayırdım. Hepsinin Selimiye Kütüphanesi'ne verilmesinin uygun olacağını söyledim. Öyle yapacaklar.

Prof. Dr. A.Süheyl ÜNVER, 1960 yılında Edirne'ye yaptığı bu ziyaretlerin sonunda orada görüştüğü kişilerden isteği ile ilgili de şunları yazmaktadır:

"1962 de Edirne'mizin 600 üncü yılı için temas ettiklerimden istediğim en önemli iş:

Burada her yeni tamire ve hatta yeniden yaparcasına ihyaya lüzum yok. Zira lâzım olan milyonlar bulunmaz. Amma İtalyanların Roma'da olduğu gibi temiz bir harabe haline sokmak. Yine muhafazası güç olur dediler. Ben de dedim ki; Böyle bir yer temizlettin. Etrafını dikenli telle çevirin ve o civardakilerin namusuna tevdi edin (bırakın). Saklasınlar.

Hafız Râkım Bey böyle bir yer hazırlatalım ve oradakilere teslim edelim dedi." (3)

Süheyl Ünver'in anılarında da gördüğümüz gibi Edirne'ye yapmış olduğu ziyaretlerinde hep yanında Râkım Ertür vardır. Edirne'nin 600. fethi yıl dönümü çalışmalarında o, Edirne'yi, Râkım hoca ile birlikte dolaşmış, kutlamalar için gerekli hazırlıkları birlikte yapmışlardır. Fakat ne yazık ki, Râkım Ertür hocamızın ömrü bu kutlamaları görmeye yetmemiştir.

Süheyl Ünver'in; 6 Eylül'de Edirne'ye gitmiş olduğunu ve 13 Eylül Akşamı da Edirne'den dönmüş olduğunu yazan 6 Eylül 1963 tarihli defterinde:

"Bu sefer sekiz gün kalabildim. Lâkin hava gündüzleri çok sıcak geçti. Saat 12-17 arası dışarıda dolaşmak ve resim yapmak kâbil değildi. Buna rağmen bir şeyler yapmaya çalıştım. Bu defterim ona şahittir." Dedikten sonra şu dörtlüğü yazmaktadır.

Kim demiş bakayım Râkım Ertür hocamız öldü diye?
Bu sahife benim kalbimin aynası işte.
Onun aksi Edirne lehülhamd yerli yerinde
Fakat sırrolmuş nereye? Yine içimize (4).

Dörtlüğün de olduğu gibi Râkım Ertür'ü içinde yaşatan Süheyl Ünver, daha sonra kendisine Râkım Ertür'ün ölüm haberini veren Dr. Ratip Kazancıgil'e yazdığı mektubunda Kazancıgil'i bu çok sevdiği dostunun yerine koyarak ona "Edirne'deki Râkımımız" diye hitap edecektir (5).

KAYNAKLAR:

1-Sayar A.G., A. Süheyl Ünver Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986, İstanbul, Eren yayıncılık ve Kitapcılık Ltd. Şti. 1994, s:157.

2- Prof. Dr. Süheyl Ünver'in, Râkım Ertür'e yazdığı 13.1.1960 tarihli mektubu.

3- T.Ü. Tıp Fakültesi Dr.Ratıp Kazancıgil kütüphanesinde bulunan Prof. Dr. A.Süheyl ÜNVER'in,Edirne anılarını toplamış olduğu defter.

4-İşli N.E., "Bir Edirne Tarihçisi, Arşivcisi: A.Süheyl Ünver ve Edirne", Edirne : Serhattaki Payıtaht, İstanbul, Yapı Kredi Kültür Sanat yayıncılık, 1998, s.616

5- Prof. Dr. Süheyl Ünver'in, Dr. Ratip Kazancıgil'e yazdığı 3.1.1962 tarihli mektubu.

Ölüm yıldönümlerinde Hafız Râkım Ertür hakkında yazılanlar

Öğr. Gör.Nilüfer Gökçe

Edirne'ye hizmet etmiş, yazdıkları ile Edirne'nin geçmişi hakkında bizleri aydınlatan yenilikçi, yapıcı ve aydın fikirli bir din adamı olan Hafız Râkım Ertür'ü 31 Aralık 1961 tarihinde kaybettik. Onun ölümünden sonra, hakkında her yıl dönümlerinde olmasa da ölüm yıl dönümlerinde yazılar yazılarak anıldı. Onun, unutulmamış olduğunun kanıtı olan bu yazılarla, genç kuşaklarca da tanınması sağlandı.

Onu kaybettiğimiz 31 Aralık 1961 tarihinden üç ay sonra, "Edirne Sesi" adlı yerel gazetede, "Bir Konserin Akisleri" başlığı ile yazılmış Edirneli imzası ile çıkan yazıda :

"Pazar akşamı Edirne Musiki Cemiyetinin verdiği konser hakkında görüş ve düşüncelerimizi derleyip toparlayarak okurlarımıza sunuyorum. Rahmetli Hafız Râkım Ertür'ün temelinde harcı ve emeği bulunduğu cemiyetin bu eseri, onun son demlerinde bile ilgisini gösterdiği bir konunun müsbet sonucudur. Merhum ebedi istirahatgâhında müsterih(rahat) yatabilir... Onun kadirbilir takipçileri de bu durumdan paylarına düşecek gönül ferahlığını hissedebilirler" demektedir (1).

Hafız Râkım Ertür hayatta olduğu sürece onun yanından ayrılmayan, onun yakın dostu, arkadaşı olmayı başaran ve ölüm döşeğinde de onun yanında olan Dr. Ratıp KAZANCIGİL, onun ölüm yıl dönümü dolayısıyla yazdığı ve 31 Aralık 1966, Cumartesi tarihli EDİRNE SESİ, adlı yerel gazetede çıkan yazısında şunları yazmaktadır.

Râkım Hocamızı Anarken

Onu ölümsüzler ale mine uğurlayışımızın üze rinden beş yıl geçti.

Kendisini tanımak bahtiyarlığına erişmiş o lanlar nezdinde ki canlı ha tıraları, unutulmak şöyle dursun, gün geçtikçe kıy metlenmekte ve yokluğun dan dolayı duyulan acılar daha da derinleşmektedir.

O, dünyaya damgalı gelenlerdendi.

Cenabı Hak onu cöm ert eliyle meziyetler tims ali olarak yaratmıştı.

Temas kurduğu mu hitte, yaş, baş, cins ve mezhep gibi uydurma sı nırları aşmış kayd çerçevesi ni parçalamış ender insanlardan biriydi. Her kesle görüşür, iş yapar ve dostluklar kurardı. Yetmi şi aşkın yaşına rağmen i htiyarlamamıştı. Ruhu hep yeniliklerden ve gençlikten yana idi.

Meclisinde ağırlık hissedilmezdi.

Mevleviliğinden kalma hudutsuz müsamaha ve nezaketi, hakiki dindarlı ğın verdiği tevâzu'u ve hilkat vergisi lâtife ve esp ri gücü ile etrafında toplanan zıt yaratılışları der hal sihirli potasında eritir ve birleştirirdi.

Mûsikiye olan vüku fu dolayısıyla, yalnız saz ları değil, falso sesler ve ren çarpık ruhları da a kort etmesini bitirdi.

Yaradılıştan çok cepheli oluşu dolayısıyla, ha yatı boyunca, birbiriyle bağdaştırılamayacak sanı lan değişik hizmetleri, ekseriyetle ayni zamanda ifa etmiştir.

Öğretmen Okulunda H oca, Mevlevihane mutri binde neyzen, Eski Cami de imam, Koza Kooperati finde reis, Eski Eserleri Koruma Derneğinde Kurucu, Edirne Musiki Derne ğinde başkan ve folklor ekip şefi ve daha birçok derneklerin kurucusu veya faal üyesi.

Bu sebepten kendisi ne; Râkım Hoca, Hafız Ra kım Efendi, Râkım Bey ve Edirnelilerin samimiyet ifadeleri olan Hafız abi ve Hafız ağacı gibi türlü sıfatlarda hitap edilirdi.

Kendisi, hakiki mânadâ okur-yazar idi.

Usta malı kullanmaz, yazı ve sözleri hep şahsi etüd ve görüşlerine dayanırdı.

Medeniyetçi ve akıl cı idi. Eskimişi önüne ka tar, yeniliğin öncülüğünü yapardı.

İslâmiyet'in safiyetini bozanların, hele yobazlık ve geriliğin dik karşısında idi.

Hasılı, asırlar boyu hasretini çektiğimiz, "de diği yapılacak" ve "gittiği yoldan gidilecek" en der yetişen hakiki bir hoca idi.

Onun göçüşüyle Edir ne'de meydana gelen boşlu ğun büyüklüğünü, ancak onu tanıyanlar ve bilhassa onunla dostluk şerefine erişmiş olanlar daha iyi takdir ederler. Nur içinde yatsın.

Onu, yılda bir gün değil, her gün anarız.

Andıkça da, yanar, yanar, yanarız.

31.12.1966, Edirne" (2)

Hafız Râkım Ertür'ün, çok yönlü kişiliğini ortaya koyan bu yazıdan sonra, Ratıp Kazancıgil, 31 Aralık 1968 Salı günlü Edirne gazetesinde yine hocamızın 7. ölüm yıl dönümünde yazmış olduğu yazısında onu şöyle anlatmaktadır:

Yaşayan Hafız Râkım

Derler ki insanlar iki defa ölürler. Birincisi, toprağa verildikleri, ikincisi de unutuldukları gün.

Zannımca asıl ölüm bu ikincisi olsa gerek.

Unutmamak ve anmak suretiyle ölümü yarı yarıya yenmek de yaşayanlara düşen bir vazife olmalı. Zaten ölümden kurtarabildiğimiz, yalnız a nılış değil midir? Göçen kalanda yaşıyorsa tamamen ölmüş sayılmaz. Bu ölçü üzerinden değerlendirecek olursak rahmetli hocamız, yarı yarıya değil, kendi sini yakından tanımak bahtiyarlığına ermiş olan lar yanında üçte iki nispetinde yaşıma becer miş nadir kişilerden biridir.

Göçtüğü zaman oldukça yaşlıydı. Fakat eskim emişti eskinin temsilcisi olmaktan ziyade yeni nin öncüsü idi. Unutulmamasının başlıca sırrı da bu değil mi?

Hoca idi fakat, dediğini yap da gittiği yol dan gitme, denilen tipteki samimiyet yoksulların dan değildi. Daima söylediği yoldan gider ve gitti ği yolu da cesaretle söylerdi. Etrafına saldığı göl ge, ulu bir ceviz ağacınınki kadar geniş, fakat söğ üt gölgesi kadar hafif ve serinletici idi. Fazlaca coşkun ve atılgan değildi. Onda, yatağına girmiş engin sulara mahsus emniyet verici bir vakar vardı. Yaş, baş, mevki ve servet farkı gözetmeksizin herkesle konuşur ve herkes için sadece ve sadece iyilik düşünürdü. Gerçi iki cins meyve veren ağaç görülmemiştir. Fakat bu insan ağacı, iyilik merha met, sevgi, yardım, şefkat, sabır, hudutsuz hoş görme, bilgi, san'atın her türlüsü ve daha sayılmak la tüketemeyeceğimiz ve her biri tek başına bir faniyi baki kılabilecek bin bir türlü meyve ile süsl ü idi. Elinizi ne niyete uzatırsanız onun dalından arzuladığınızı bol bol alabilirdiniz. Bu sebepten ; değil midir ki, vefalı Edirneliler O'na "Hafız Ağa'cı" derlerdi.

Ebedî mekânda ruhun şad olsun Hafız Ağacı." (3)

Şerif Ercan'ın 2 Ocak 1989 tarihli Vatan gazetesinde, Hafız Râkım Ertür'ün 27. ölüm yıl dönümü dolayısı ile yazmış olduğu yazısında onu, hatıraları ile birlikte bizlere anlatırken, onunun çok yönlü kişiliği hakkında şunları yazmaktadır:

"Unutulmayacak Büyüğümüz Hafız Râkım Hoca'mız

Bundan tam yirmi yedi yıl evvel 31 Aralık 19 61 günü Hafız Râkım Hocamızı ebedi istirahatgahı na tevdi etmiştik...

Rahmetliyi sağlığında tanımak bahtiyarlığı na erişenlerin, O'nu unutması esasen mümkün değ ildi. Ancak, Edirne'li genç kuşak hemşehrilerime bu örnek büyüğümüzü biraz olsun tanıtabilmek amacıyla, bu yazımı kaleme almayı görev addettim.

Hoca'mızın vefatından sonra ailesi dışında en büyük görevi O'nu her yıl anmak kadirşinaslığını gösteren ve O'nun Balkan Harbi esnasında kaleme aldığı "Edirne Savunması Günleri" adlı notlarını, bir kitap halinde bizlere kazandıran Yrd. Doç. Dr. Ratıp Kazancıgil ağabeyimiz yapmıştır.

Bunun dışında yine her yıl anma yazılarını esirgemeyen merhum Ali Rıza Ataktürk ağabeyimiz ve birer yazıları ile de olsa merhum Yusuf Cemil Üner ve merhum Ahmet İhsan Gökçe Hocalarımız göreve katılanlar arasında yer almışlardır.

Bu vesile ile Hoca'mız için emeği geçenlere sonsuz şükranlarımı arz etmeyi bir borç biliyor, ve ebediyete göçmüş olanları da rahmet ve minnetle anıyorum.

Hoca'mız çok yönlü bir insandı O'nun kişiliği hakkında bir fikir verebilmek için aşağıdaki gruplandırmayı yapmakta yarar görüyorum.

Tarihi bir kişiliğe sahipti: Gençlik yıllarında, vatan ve milletinin selame ti için inandığı siyasi hareketlerin içinde yer al maktan çekinmemiş, ve bu uğurda onurlu mücadeleler vermiştir.

Aydın bir din adamı idi:

Medrese tahsili görmüş bir aileye mensup olması, O'nu İslâmiyet'in gerçek bilgeleri ve akılcı anlayışı ile dopdolu bir kişiliğe bürümüştü.

Yobazlığın ve gericiliğin şiddetle karşısında i di. Eski Cami İmam ve Başhatibi olarak görev yaparken, Mimber'deki güncel konulu hutbeleriyle gönüllerde taht kurar, Ramazan aylarında kıldırdığı teravih namazlarına davudi sesiyle okuduğu tecvitli sureleri ve her dört rekâtta bir değiştirdi ği makamlarıyla biz inananları, Rabbine daha da yakınlaştırma başarısını gösterirdi.

Lâik bir kişiydi :

Edime Emniyet Manifatura Marazasının ku rucu ortaklarından olması, Edirne Koza Koopera tifinin Başkanlığını deruhte etmesi; O'nun din ile dünya işlerini birbirinden ayırt etmesini bilen bir kimse olduğunu gösteren örneklerdir.

Cemiyetçi idi :

Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kuru mu gibi hayır kurumlarında görev almış olması, Eski Eserleri Koruma Derneği ve Musiki Derne ği'ndeki kurucu ve başkanlık gibi etkin görevleri O'nun cemiyetçi kişiliği hakkında bir fikir vermeye yeter sanıyorum.

Tarihçi, Araştırmacı Folklorcu idi:

Tarihi olayları çok iyi bilir yer, zaman ve şahıs belirterek objektif bir şekilde ortaya koyardı.

B alkan Harbinde tuttuğu "Edirne'nin Savun ma Günleri" notları hazırladığı Edirne Valileri Listesi, Benli Mehmet Çavuş, Börekçi Mustafa H oca hikâyeleri, Gaziler Helvası tarifnamesi Fin can Oyunu açıklamaları, Eski Eserler ve Şahıslar hakkındaki notları ve bir kısmı şahsıma yazılmış eğitici teşvik edici mektupları, O'nun bu yönünün bazı çalışmalarından örneklerdir.

Musikişinastı:

Tekke Mûsikisinin yanında, Klasik Türk Musikîsinin vukûfiyeti Hamasî Edirne ve Rumeli Türkülerinin Neyzen Hüsamettin Bey'le birlikte derilmiş bulunması Mevlevi olmasının etkisiyle Neyzen'liği O'nun ne kadar güzel ruhi gıdalarla beslendiğinin birer kanıtıdır.

Gerçek bir Hoca idi:

Yetiştirdiği Din Görevlilerinin dışında, Yetim ler Okulu ve Öğretmen Okulundaki resmî; musikî ve eski yazı öğretmenliği gibi özel sıfatlı öğ retmenlikleri, dikkate değer yanı olarak hatırlanmaktadır.

Sevenleri ve tanıyanları için bir Hafız Râkım Bey, Hafız Râkım Efendi Hafız Ağabi ve Hafız Ağacı olan akrabaları için Dayı ve Amca sıfatını taşıyan, biricik kızı Münire Hanım Ablam ve de ğerli Damadı Mehmet Bey Ağabeyim için müm taz bir Baba ve Talia ve Selma ismindeki şirin t orunları için bir Dede olan Muhterem Büyüğüm; benim için bir Ağabey, bir Amca bir Baba, bir Hoca ve en önemlisi de bulunmaz meriyetlere sa hip çok olgun bir Arkadaştı.

Şu anda O'nu düşünürken:

A.Süheyl Ünver ve İ.Hakkı Uzunçarşılı Beyefendilerle İmam Evinde eski Edirne Türkülerini çalıp birlikte okuyuşumuz ve de Muhterem eşlerinin zarflı mangalda, meşe koru üzerinde kahve pişirmeleri;

Eski Kırkpınar Ağalarından meşhur Ah met Merter Bey'in Edirne'ye gelişlerinle Koza Koo peratiflerinde eşraftan kimselerle yaptıkları sohbetler;

İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr .A. Sû heyl Ünver Bey'in gönderdiği tarihçi asistan öğ rencilere mihmandarlık edişi ve hep birlikte balıkçı kayığı üzerinde, Meriç Nehri'nde grubu seyredişimiz;

Eşimle dinî nikâhımızı kıyışı, ilk kızımın kulağına Ezan ve Kur'anla Yasemin adını söyleyişi;

Mayosunu giyerek yakın ahbapları ve biz öğrencileri ile birlikte Meriç'in kumlarında güneşlenişi;

Edirne Lisesinin salonunda verdiğimiz bir k onserde Tamburi Dr.Vedat Atlığ ile Kemani Vehbi Hoca arasında baş gösteren anlaşmazlığı, basi retli ve hürmete layık davranışı ile çözüşü;

Tarihi Kırkpınar güreşlerinde okuyacağı mız Edirne türkülerini bizlere şevk ve heyecan i le öğretişi;

Ankara radyosunda Edirne'mizin Kurtu luş Bayramı münasebetiyle sunduğum program sırasında rahmetli Muzaffer Sarısözen Hoca'ya "Hafız Râkım Ertür'den alınan bir Edirne türküsü" diye anons ettirmemden duydukları haz;

Her yıl yakılan Mevlana törenlerinde oku nan Naatları, evindeki radyodan birlikte dinlenir ken dayanamayıp usul vurarak okumaya başlaması;

Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk'ün Edirne'mizi teşrifleri münasebetiyle verilen baloda başında rölöve, şapka smokin ve yakasında papyon kravatla çektirmiş oldukları güzel ve çok anlamlı fotoğraf;

Ve nihayet 1961 yılının son gününde yakın akrabası Hediye Hanım Teyzem, kızları Münire Ablam ve bendenizin kollarında "üzülmeyin, geldik gidiyoruz" şeklindeki son sözleri ve benim büyük bir yeisle olayı ilk önce çok sevdiği ve değer verdiği ismini rahatsızlığı süresince dilinden düşürmediği aziz dostu Dr. Ratıp Ağabeyime haber verişim;

Gözlerimin önünde birden can verdi şu anda...

Demek ki önemli olan "şu kubbede hoş bir sâdâ bırakabilmek" imiş.

Muhter EDİRNE SESİ em hocamız, son derece çalışkan ve uyumlu kişiliği ile ve de örnek yaşamı ile sanıyorum başardı.

O'nu ölüm yıl dönümü münasebetiyle bir kere daha rahmet ve minnetle anıyor, ruhunun şad olmasını diliyoruz."(4).

Kaynaklar

  1. Edirneli, Edirne sesi "gazete" 2 Mart 1962 Cuma, No.235
  2. Kazancıgil R., 31 Aralık 1966, Cumartesi,Sene:5, No:1718,Edirne Sesi "gazetesi"
  3. Kazancıgil R., 31 Aralık 1968, Salı,Sene:6, No:1737,Edirne "gazetesi"
  4. Ercan Şerif., 2 Ocak 1989 Pazartesi,Yıl:41, Sayı:10529, Vatan "gazetesi"