SİCİLYA diye yola çıktık, ara yollara saptık… Napoli, Pompei, Etna Yanardağı bonus oldu

Gezgin ruhum yıllardan beri Sicilya diye sayıkladı hep ama denk düşmedi. Her seferinde bir şeylere takıldık, en fazla da direkt ulaşım olmamasına. Ama sosyal medyadaki bir paylaşım yeni ufuklar açtı. Meğerse direkt uçuş olmasa da çok zor değilmiş Sicilya’ya ulaşım. Malta’dan da, Napoli’den de ulaşım mümkünmüş. Ve internetten epeyce bir araştırma ve incelemenin ardından biraz kaotik, fazlaca maceralı, uzun ama belki de hayatımızın en iyi ve en ucuz gezilerinden birini yaptık. Neden ucuz; çünkü ekim ayı gibi mevsim sonu sayılan bir dönemi seçtik, çok iyi araştırma yaptık ve sırt çantalı yola çıktık. Neden kaotik; çünkü 4 uçak, 4 otel, 10’a yakın tren ve sürekli otobüs kullandık el yordamıyla. 8 günde 7 kenti, ayrıca Pompei antik bölgesini ve Etna Yanardağı’nı ziyaret ettik.

Geziyi planlarken ilk adım tabii ki ulaşım imkânları. Larnaka ve Baf’tan düzenli seferler olan Napoli ve Malta’dan Sicilya adasına ulaşım olduğunu fark edince, her tür alternatifi inceledik. Önce Malta’dan yaklaşık bir saatlik gemi yolculuğuyla gitme imkânlarına baktık, ama gemi seferleri eylül sonuna kadar. O tarih itibarıyla fiyatlar yüksek olduğu için ekim ayına yönelince, bu sefer gemi ihtimali ortadan kalktı. Uçak seçeneklerine bakınca Larnaka’dan değil ama Baf hava limanından Rynair ile çok ucuz seçenekler bulduk. Seçenekler artınca coştuk, yolu uzattık. Neden Malta’dan gidip dönelim! Napoli’den gidelim, Malta’dan da dönelim dedik ve öyle yaptık. 6 kişi böyle bir maceralı yolculuğa çıktık ekim ayının 7’sinde. Ucuz uçak biletleriyle tabii ki, sırt çantalarıyla ve uçakta koltuk numarası seçmeden. Sırt çantaları yeter mi 8 güne; zor ama mümkün, üstelik daha önceki gezilerden tecrübeliyiz. Minimum eşya, eksildiği yerde çitile giy, lüzumsuz hiçbir şey taşıma…

NAPOLİ’de ruhum kaldı

İlk durak Napoli, Baf’tan yaklaşık 3 saat. Kente inerken ve hatta kentten ayrılırken uçak ünlü Vezüv Yanardağı’nı neredeyse sıyırarak geçiyor. Bir saat farkımız var. Kentin eski bölgelerinde bir butik otel tercih ettik. 2 gün, bir gece kalacağız burada. Geziyi ayarlarken İtalya’nın bu bölgesi ile ilgili o kadar kötü şeyler okuduk ki, umutsuz vaka gibi! Zorunluluktan, neredeyse otelden çıkmayız moduyla gittik ama tüm okuduklarımızın, duyduklarımızın aksine çok memnun kaldık. Keşke bir gece değil hafta kalsaydık dediğimiz oldu tüm ekip.

Yanlış mı İtalya’nın bu kenti için söylenenler; değil aslında. Ama mesele galiba bakış açısı. Söylendiği kadar pis bir kent, her taraf çöp dolu. Kente giren insanın ilk izlenimi ağzına kadar dolu çöp bidonları. İnsana ‘bizim memleket temizmiş’ dedirten cinsten. Ayrıca kuralsız bir kent; tipik İtalyan. Kırmızı ışıkta hızla araba sürmeler, korna çalmalar, yayaların yürüdüğü kaldırıma çıkan motosikletliler, kaotik ortam. Ama bu kaotik ortam içinde ruh var sanki. Hatta İtalya’nın Roma, Floransa gibi diğer kentlerinden farklı, doğal bir ortam. O eski taş binalar, taş döşemeli yollar, insan deryası, sokakta yeme içmeler, her köşe başında müzik ve eğlence zamanda yolculuk gibi. Binlerce turisti ağırlayan yollarda çamaşır iplerine asılı donlar, sokağa kadar inen çamaşırlar. Evinin balkonundan atletiyle arya söyleyip turistleri çılgına çeviren, ardından da iple sepet sarkıtarak para toplayan çılgın İtalyanlar. Gün 24 saat hareketli sokaklar. Filtresiz veya bize benzer bir yaşam olduğu için belki, Napoli’yi çok sevdim. Belki şanstan, belki değişmiştir bilmiyorum, ama Napoli ile ilgili en fazla söylenen ‘her köşe başı kap kaç yapanlarla dolu, çantanıza/cebinize sahip çıkın’ uyarısı da iyi ki boş çıktı. En azından biz böyle bir sorun yaşamadık veya güvenlik kaygısı duymadık. Belki çok kısa süre kaldığımızdan, belki şansımızdan, belki de kentin bu konudaki intibasını yıkma çalışmalarının sonuç vermesinden…

Sokaklardan edindiğim bir diğer izlenim de futbol fanatiği bir kent. Daha ilginci Arjantinli Maradona, efsane sanki buralarda. Her yerde resimleri var, hatta çoraplarda bile. Bir zamanlar Napoli’de futbol oynamış, şampiyonluğa taşımış, hatta ‘ben Napoliliyim’ demiş ve o gün bu gündür efsane.

Napoli elbette pizzası, makarnası, limoncello’su, kruvasanı, ev yapımı şarapları, peyniri, kahvesiyle, sokak eğlenceleriyle ünlü ama biz bunlarla yetinmeyelim, Sicilya’ya uçmadan bölgede bir keşif yapalım dedik. Ne olabilirdi bu kadar kısıtlı zamanda; seçenek çok aslında ama en ünlüsü Pompei. Vezüv Yanardağı’nın 2 bin yıl önce küle çevirdiği ünlü antik kent.

POMPEİ (Pompeii)

Yola çıkmadan TrenItaly’nin sistemini incelemenin, cep telefonuna yüklemenin avantajıyla hemen biletlere baktık. Trenle bir saat mesafede Pompei, gidiş dönüş kişi başı 6.5 Euro.

Tren yolculuğumuz Vezüv Yanardağı’nın gölgesinde geçti. Yol boyunca eşlik etti bize bu görkemli, binlerce yıl önce bölgeyi küle çeviren yanardağ. Hâlâ aktif, hatta uzmanlara göre 2 bin yılda bir patlama eğiliminde (tam zamanı!).

Pompei bir kent, tren istasyonu da kentin göbeğinde. Tren istasyonundan kısa bir yürüyüşle antik kente girdik. Buraya giriş de 20 Euro. (Yürüyüş kolaylığı için sırt çantalarımızı istasyonda emanete bıraktık. Her biri 4 Euro.)

Nedir, nasıl bir yerdir Pompei! Milattan sonra 79 yılında Vezüv Yanardağı’nın patlaması ve 2 gün lav püskürtmesiyle küller altında kalan ve ateş toplarıyla kavrulan bir kent. 200 bin kişinin anında öldüğü tahmin ediliyor. UNESCO Dünya Mirası listesinde ve dünyanın en önemli arkeolojik bölgesi olarak kabul ediliyor. Çünkü kül ve lav tabakası altında kaldığı için o dönem evleri, insanları, yaşam şekli, yolları, inançları, tiyatrolarıyla bugüne taşındı. Günlük yaşamla ilgili inanılmaz veriler sunmuş bilim insanlarına.  İnsanlar oldukları yerde, otururken veya uyurken, hareket etmeye veya kaçmaya fırsat bulmadan yanıp oldukları gibi donmuşlar. Cesetleri saran kül sertleşip taşlaşmış. Cesetleri saran bu kül tabakasının içi doldurulunca da taşlaşan insanlar bugüne kadar gelmiş. Sonradan bu insanların içlerine beton doldurarak korumuşlar. Teknoloji geliştikçe insanların kemikleri ve bölge incelenerek yaşam şekilleriyle ilgili kanıtlar elde edilmiş. Kemikler incelenerek ölenlerin çoğunlukla köleler oldukları belirlenmiş örneğin. Evlerdeki fresklerden, bahçelerden, tuvaletlerden, mezarlardan, tapınak yerlerinden toplumsal konum belirlenmiş. Onlarca yorum veya farklı görüş var Pompei ile ilgili; ama şu net: Bu bir doğal felaket ama binlerce yıl öncesiyle ilgili hiçbir yerde olmayan kanıtlar sunan emsalsiz bir antik kent.

18. yüzyılda kazı çalışmaları başlayan bu bölge, yıllarca öyle atıl kaldıktan sonra hem tarihçilerin ve bilim insanlarının, hem turizmin hizmetine sunulmuş. Bölgeden çıkan önemli arkeolojik kalıntılar ise müzelere taşınmış.  

Donmuş, taşlaşmış insanlar uzun süre oldukları yerde sergilenmiş. Araştırmacılar yanında turistlerin de çok ilgi gösterdiği bu bölge sürekli düzenlenmiş. O taşlaşmış insanlar şimdilerde camlı bölümlerde koruma altında, antik kent içindeki sokak aralarında değil.

Pompei’ye biz ancak 3 saat ayırabildik. Zaman olsa tam gün, hatta günlerce sokak sokak gezilebilecek bir deniz derya.

Ve SİCİLYA… İlk durak PALERMO

Bu kısa ve bonus gibi ziyaretin ardından Napoli’ye yine trenle döndük, oradan da hava yoluyla Akdeniz’in en büyük adası Sicilya. İlk durak, bir saatten az uçuşla başkent Palermo. Önceden rezerv ettiğimiz kent merkezindeki otelimize yerleştik.

İlk gün bu tarihi kenti keşfettik. Her yanından tarih, uygarlık fışkıran bir kent. Napoli kadar kirli olmasa da temiz bir kent değil. Aynı tip binalar, kiliseler, katedraller, sanat merkezleri. Daha ilginci yeşil bir kent. İyi ağaçlandırılmış veya bol yağış alan verimli bir bölge.

MESSİNA ve TAORMİNA ara durak

ikinci gün keşfe devam. Gece diğer ünlü kent Katanya’ya gideceğiz ama günü boşa geçirmemek için yol üzerindeki kent/kasabalara dokunabiliriz. İnternetten baktık, bölgeyi gezenlerin önerilerini aldık ve iyi bir tercihle Palermo-Katanya yolunda iki kenti daha gördük. İlk durak, Palermo’dan yaklaşık 3 saatlik yolculukla Messina. Burada kısa bir molanın ardından, yine trenle 50 dakika yolculukla Taormina.

Görkemli, nefes kesen Taormina. Denize kıyısı olan kayalar üzerinde kurulu, Sicilya’nın belki en güzel manzaralı, tarih kokan, jet sosyetenin mekânı bir kent. Kapıları, anfi tiyatrosuyla ünlü.

Burada panoramik yürüyüşümüz yaklaşık 4 saat sürdü ve yola devam. TrenItaly’nin muhteşem sistemli seferleriyle gece konaklayacağımız Katanya’ya (Catania) vardık. (Tren sistemi muhteşem ama sık sık peron değiştiğini de dikkate almakta fayda var.)

KATANYA

Tam merkezdeki tatlı otelimiz bize kentin ana caddelerini iyice keşfetme imkânı sağladı. 5 dakika yürüyüşle. Kent merkezi hep aynı güzergâhta zaten, 2-3 sokak hep tarih. Ünlü katedral, filli heykel, Etna Caddesi, üniversite, tiyatro ve opera binaları, her şey bu alanda. Dumo Meydanı, kentin kalbi.

Küllerinden doğan kent olarak adlandırılıyor Katanya, orijinal adıyla Catania. Depremler ve volkanik patlamalarla yok olmuş, sıfırdan yeniden inşa edilmiş. Volkanik kayalar da her şeyde kullanılmış. Sadece kolyede, bilezikte değil, yol ve bina yapımınada da. O yüzden kentte bir siyah, gri hakimiyeti var.

SİRACUSA

Katanya’da kaldığımız süreyi de keşifle değerlendirmek istedik, tıpkı Palermo’da olduğu gibi. Kentin genel havasını aldıktan sonra nerelere gidilir, ne yapılır diye bakınca iki seçeneğe odaklandık. Biri, liman kenti Siracusa ve diğeri Etna. Yanardağ. Mümkün mü bakmak lâzım…

TrenItaly’nin tren sistemine alıştık nasıl olsa, Siracusa’ya tren ayarlamak zor olmadı. 1.5 saatlik mesafe. Koruma altındaki liman kenti burası. Çok ünlü bir kalesi var. Doğal hayatın görülebileceği bir yer. Yerli Sicilyalıların yoğun olduğu bölge. En doğalından bir balık yedik, limanı turladık… Sicilya boydan boya balık cenneti zaten, daha doğrusu deniz ürünleri. Bildik, bilmedik, ne ararsan denizden sofraya…

Ve ETNA

Etna için seçenekler çok ama zor. Zaman yeter mi, nasıl gideriz, otobüs veya taksi seçenekleri derken, kaldığımız otelin resepsiyon görevlisinin şoförlük görevini üstlenmesiyle 6 kişilik araba kiraladık. Böyle olunca zaman kazandık. Yaklaşık bir saatlik araba yolculuğuyla, ziyarete açık krater bölgesine ulaştık. Sürekli dumanı tüten, hep patlamaya hazır Etna’nın lav püskürttüğü bölge. Ama sanıldığı gibi yeni kraterler veya yeni lav akan bölgeler değil buralar. Kükürt karışımlı duman püskürten o bölgelere çıkmak yasak. Bizim ve turistlerin ziyaret ettiği bölgeler, yaklaşık 100 yıllık.

Taş ocağına benziyor krater bölgesi, sanki tonlarca beton dökülmüş gibi. Simsiyah ve gri. Lavlardan arta kalan kaya parçaları. İlginçtir, lav parçaları çok hafif ve boya çıkarmıyor. Belki o yüzden, her şeyde kullanıyorlar bu taşları.

Daha ilginci, bölgedeki vadilerde oluşan ortam. Bir yanı simsiyah, bir yanı yemyeşil. Bir yanı kupkuru, bir yanı vaha. İnanılmaz bir doğal ortam oluşmuş yıllar içinde.

Burası Avrupa kıtasındaki en yüksek ve en ünlü yanardağ. Püskürtmelere bağlı olarak yüksekliği değişiyor. 100 sene önce 20 metre daha yüksekmiş örneğin. Şu sıralar 3 bin 500 metre. Turistlerin, bizlerin çıktığı yükseklik sanırım 2 bin civarı. Sönmüş kraterler bölgesi.

Tek kelime dil bilmeden turizm yapan Sicilyalılar

Sicilya’da biri Palermo, biri Katanya olmak üzere iki ayrı otelde konakladık. 2’şer gece. Her iki oteli de kent merkezlerinde, butik otellerden seçtik. Şirin, küçük, sadece kahvaltı veren ucuz oteller. Genel tipleri hep benzer. Eski, tarihi binalar, asansörler 1950’lerden kalma…

Gerek Napoli, gerekse Sicilya’nın genelinde bina tipleri çok benzer. Bir yanda barok usulü eski, taştan, tek tip binalar, görkemli kilise ve katetraller, tiyatro ve opera binaları. Diğer yanda en yaygın bina tipi (bizim kaldığımız butik oteller dahil) kocaman kilitli kapısı olup gecenin belli bir saatinden sonra kilitlenen binalar. Bina demek doğru değil, çünkü o kilitli kapıdan girince hana girmiş gibisiniz. (Büyük Han gibi denebilir) İçinde konutlar, oteller, iş yerleri, ofisler var bu binaların. Otel dediğim de bir apartmanın tek katı. Bir üst katta başka otel. Küçük, daire gibi, ama işlevsel. O kadar turist var ki, her şey turizmin hizmetine sunulmuş. Herkes turizmci.

Napoli değil ama Sicilya ile ilgili eklemek gereken bir not da, İngilizce bilen Sicilyalı sayısının azlığı. Yılda kaç milyon turist ağırlıyor bilmiyorum ama tek bir kelime bilmeyen onlarca kişiyle karşılaştık. Bunlar turiste hizmet veren restoran da olabilir, taksi şoförü de, günde yüzlerce dondurma satan esnaf da. İtalyanca’dan da farklı, kendilerine özgü farklı dilleriyle, el kol hareketleriyle, bağıra çağıra anlaşıyorlar. Yabancı dillere direnç mi, kendilerine özgü yapı mı bilinmez ama giden turist de (biz dahil) galiba bu doğallığı, filtresiz yaşamı görmek istiyor.

Kendilerini İtalyan olarak kabul etmiyor zaten Sicilyalılar. Geleneklerine bağlı, yeme/içme/hareket tarzları farklı bir toplum.

Verimli topraklar… Limon ve kozalak simge… Masalara limon geliyor, ama zeytin yok

Sicilya’da beni hayrete düşüren şeylerden biri de, çok dağlık/kayalık olmasına rağmen tarım alanlarının yaygınlığı. Bağlar, narenciye bahçeleri, zeytinlikler, harnıplar, kekik, her şey var. Babutsa bizim babutsadan daha lezzetli. Grappa, kaliteli bir içki. Zivaniya tadında, hatta daha keskin. Yanardağların sadece kuruttuğunu, yok ettiğini sanırdım. Oysa oradaki gözlemler sonucu yaptığım araştırmaya göre, bir süre kurutuyor evet ama yıllar geçince toprağa besin oluyor. Hatta bir uzmana göre, en verimli topraklar volkanik olanlar.

En ünlü hediyelikleri de limon ve kozalak simgeli. Limon her yerde; kolyede, lambada, aynada. Çam kozalağı da tüm vitrinleri süsleyen bir hediyelik. Muhtelif her şeyde kullanmışlar. Ve kırmızı biber. Küpe, kolye, yüzük, anahtarlık, her şeyde kırmızı biber. Sanırım, nazar boncuğu niyetine satıyorlar.

İlgimi çeken bir not daha. Limonu bizim gibi kullanıyorlar. Beni en mutlu eden alışkanlıklarından. Balıkla, etle limon servis ediyorlar. Zaten limon bolluğu var. Ama zeytin için aynı şey söylenemez. Tıpkı Yunanlar gibi, zeytin bolluğuna rağmen, yemek masalarına zeytin koyma alışkanlıkları yok. Bizim gibi zeytin delileri talep edince de tuhaf bulup anlamakta güçlük çekiyorlar, balık yanında zeytin mi yenir diye…

Özerk bir bölge Sicilya, İtalyan anayasasına göre idari ve kültürel özerkliği var. Kendi bayrağı var. Resmi binalarda İtalyan ve AB bayrağıyla birlikte her yerde, adanın 3 ayrı noktasını temsil eden 3 bacaklı kadın sembollü Sicilya bayrağını görmek mümkün.

Ve Valletta…

Ve son durak Malta’nın başkenti Valletta. Katanya’dan uçakla 50 dakika. Burada da kent merkezinde otelimiz. Napoli ve Sicilya’da tren, burada otobüs seçeneği çok. Toplu ulaşım sorununu çözmüş ülkeler bunlar.

Diğer yerler gibi Valletta da deniz derya turist dolu. Buraları daha öncelerden gezdiğimiz için yorgunluk atma, dinlenme, eğlenme odaklı olduk. Kent merkezi, merkez etrafındaki tarihi yerler ve Mdina (Sessiz Şehir) dışında bir arayışa girmedik. 2 günlük Malta durağının ardından 2.5 saatlik yolculukla Baf’a, memlekete döndük.

Malta gezi yazısı için tıklayın https://neziregurkan.com/2019/11/01/eskiyi-korudu-doga-ile-oynama-dedi-300-km2-ile-turizmin-gozdesi-oldu/

Kent vergileri… İnternet…

Uçuşlar, trenler, otobüsler dışında Google’a göre 100 binden fazla adımla tamamladık bu macerayı. Ayak izimizi takip edecek varsa yanıltıcı olmamak için birkaç hayati notu eklemekte fayda var…

Her şeyden önce böylesi tursuz, el yordamıyla yapılan gezilerde ön hazırlık şart. Beklenmedik yerler, şanslar veya aksilikler olacak elbet ama iyi bir hazırlık kaçınılmaz. Nerelere nasıl gidilir, hangi araçlar kullanılabilir, mesafeler nedir vs.

Ve yola çıkarken iyi ve sürekli internet imkânı ile kredi kartı kaçınılmaz. Gittiğiniz ülkede internet imkânları ne kadar iyi olursa olsun (ki Napoli-Pompei ve Sicilya’nın genelinde çok iyi olduğu söylenemez) sürekli internet şart. Masrafsız veya az masraflı. Bunun için bu yolculukta Güney Kıbrıs’tan SoEasy denen kontürlü kartı kullandık. 20 GB. Avrupa ülkelerinde roaming’e girmeden kullanılabilen bir kart. O imkân olmasaydı tren ve otobüs biletlerini alamazdık örneğin. Ayrıca tek kart, paylaşım yoluyla 6 kişinin ihtiyacını karşıladı.

Ve kredi kartı da şart, çünkü bir çok yerde nakit imkânı yok. Özellikle on-line tren biletlerinde.

Gittiğimiz her kentte, eğer otelde kaldıysak kent veya çevre vergisi olduğunu da hatırlatmada fayda var. (Bizde de yasalarda var sanırım ama uygulanmıyor) Kişi başı uygulanan vergiler. Bizim 6 kişilik grubun toplamda ödediği vergilerin en pahalısı 24 Euro ile Katanya. Napoli 21, Palermo 8, Valletta 6 Euro.

Ve hiçbir şey uzaktan göründüğü gibi değil. Bizim isimlerini duyduğumuzda titrediğimiz yanardağlar, oralarda hayatın parçası. Kimsenin umurunda değil sanki. Napoli, Pompei ve nice kent Vezüv’ün, Katanya ve niceleri Etna yanardağının eteklerinde. Ama hayat normalinde, tedirginlik bile yok. Hatta yanardağın vadilerinde yapılaşma tam gaz devam ediyor. Katanya’nın tepesindeki en lüks evler yanardağ vadilerinde.

Duymak, okumak, dinlemek yararlı elbet ama görmenin, dokunmanın yerini tutan yok gibi…

Bir Cevap Yazın