TENGRI BIZ MENEN!…

Araplar Puta taparken, Türkler Araplardan bin yıl önce Tanrı’yı biliyordu!

Ne kadar sade ve kalpten bir dua. Arapların putlara, Perslerin ateşe taptıkları dönemden 800 sene önce, bir ve tek olan Tanrı’ya inanan Türk Hun Hükümdarları şu duayı okurlardı:

“Ulu Tanrı. Her şeyi yaratan Tanrı. Yenilmez, yıkılmaz, ölmez, bitmez, yitmez, yok olmaz Tanrı. Suyu donduran, buzu eriten, buzdan su yürüten, sudan ırmak coşturan, ırmaktan göl dolduran, gölde balık gezdiren Tanrı. Kuru derelere pınar koşturan, ota ağaca can yürüten, ottan ağaçtan çiçek çıkartan, çiçeklerden oğul veren, arıya bal yaptıran Tanrı. Günümüzü aydınlatan, gecemizi yıldızlarla süsleyen Tanrı. Bize yeni bir yıl veren Tanrı. Bu yıl bize bol ver, bolluk ver! Otumuz otlağımız bol ver. Kulunlarımız kuzularımız bol ver. Yapağımız yünümüz, yağımız sütümüz, peynirimiz, kımızımız bol ver. Yağmurumuz suyumuz, Avlağımız avımız bol ver. Urısı, kızı oğulumuz bol ver. Anamızı balamızı, oğulumuzu kızımızı, gencimizi yaşlımızı, bu Kara Yer üzerinde hepimizi kara çorlardan sakla, işizlikten bizi esirge Yüce Tanrı. Yayımız yaman, okumuz şaşmaz, kılıcımız keskin kıl. Yağının başını munsuz, bileklerimizi güçsüz, yüreklerimizi umutsuz koma. Bahar geçsin yaz gelsin, yaz geçip güz gelsin, güz buduna yeğni gelsin. Kuzumuz, kulunumuz, oğulumuz çok olsun. TÜRK çoğalsın Acun üzre bey olsun. Aç, çıplak kalmasın, acun düzen dirlik bulsun. Yer ve gök ülüşü için, atalarımız tini için sunduğumuz iduklarımızı una. Yüce Tanrı. TÜRK Budun ilsiz kılma, TÜRK Budun başsız kılma, TÜRK Budun töresiz kılma, Hun Budun yüzün yere vurma, TÜRK Budun tutsak kılma, hatun olacak kızlarımızı kun, bey olacak oğullarımızı kul kılma. TÜRK budununu koru.”.. Sonraki zamanlarda Türklerin GökTengri’yi bırakıp (kılıç zoruyla) arap tanrısına tapması, Türklerin araplaşmasına, kadınların aşağılanmasina, kendi öz benliklerinden kopmasına, ve yavaş yavaş yok olmasına yol açtı…

Tengri Biz Menen Sözü Nereden Gelmektedir? 

Tanrı bizimledir anlamına gelen Tengri Biz Menen, kadim yazıtlarda ve kitabelerde yer almaktadır. Eski Türk Beylikleri ve devletleri tarafından slogan haline getirilen bu deyiş, savaşlardan ve ibadetlerden önce hep birlikte söylenirdi.

Kaynak : Ronald Cohn Jesse Russell, Tengriism, bookwika, VSD (1 ocak 2012)

UZAKTAN GELEN TWİTTER HESABINDAN ALINTIDIR

Om Namah Shivaya

Na-mah-şi-va-yah şeklinde beş heceden oluştuğu için mantraya Pançakşara (Panchakshara) Mantra da denilir. Beş elementin mantradaki şu hecelere karşılık geldiği düşünülür: Na toprak, Ma su, Şi ateş ve Va hava, Ya esir veya akaşa veya boşluk.

oṁ namaḥ śivāya (Sanskrit: Sanskritçe:  ॐ नमः शिवाय; IAST: Om Namaḥ Śivāya) en popüler Hindu mantralarından biri ve Şaivizm mezhebinin en önemli mantrası. Pek çok yoga grubunda özellikle de Sivananda ve Siddha Yoga geleneklerinde kullanılır.

Anlam ve kökeni

Mantra’nın anlamı “Şiva’ya selam”dır. Mantra’ya giriş hecesi “Aum” Hindistan’da evrenin başlangıcında yer alan kutsal hecedir ve pek çok mantranın girişinde kullanılır.

Na-mah-şi-va-yah şeklinde beş heceden oluştuğu için mantraya Pançakşara (Panchakshara) Mantra da denilir. Beş elementin mantradaki şu hecelere karşılık geldiği düşünülür: Na toprak, Ma su, Şi ateş ve Va hava, Ya esir veya akaşa veya boşluk.

Etkileri

Mantra’nın zikrini yapana bir kısmı aşağıda listelenen yararları olduğuna inanılır:

Beşli yapısı hava, su, toprak, ateş ve boşluğa karşılık gelen mantranın kişinin asıl doğasını idrak etmesini sağlar.

Kişinin bedeni üzerinde şifalandırıcı etkisi vardır. Düzenli zikredilmesiyle depresyon, uyku bozukluğu ve zihinsel rahatsızlıklar şifaya kavuşur.

Mantra kişinin nefsini (soul) arındırıp daha erdemli ve ruhsal bir yaşama yöneltir. Kişinin ruhu, varlığın daha önce keşfedilmemiş bölgelerini keşfeder.

Kaynakça (Wikipedia dan Alıntıdır)

^ David Frawley, Mantra Yoga and Primal Sound, Lotus Press, 2010, s.2

Aptal Puma Sendromu

Aptal Puma Sendromu Nedir? Pumayı bilirsiniz. Hani vahşi kedilerin uzak atalarından. Yaklaşık iki metre uzunluğundaki yırtıcı. Birçok özelliği ile ünlüdür bu ormanların harika kedisi. Ama en çok hızlı ve kıvrak koşusu ile tanınır.

Puma

Avının peşine düştüğü andan itibaren giderek hızlanan ve vücudunun tüm eklem ve kaslarını ortaya koyan hareketlerini seyretmek bir zevktir. Bu ölüm koşusu bazen pumanın, bazen ise hayatı için koşan kurbanın zaferi ile sonuçlanır. Peki bir puma avının peşinden ne kadar koşar?

İşte ormanların vahşi avcısını uygarlıkların kurucusu insana örnek yapacak olanda pumanın bu özelliğidir. Puma avının peşinden sürdürdüğü “ölüm koşusunu” her zaman avının cüssesine göre ayarlar.

Yani bir ceylan ele geçirmek için koştuğu süre ile, bir tavşanın peşinden geçirdiği süre asla aynı değildir. Çünkü puma akıllı bir hayvandır ve koşarken harcadığı enerji miktarı, avdan elde edeceği potansiyel enerji miktarını aştığı anda puma koşmaktan vazgeçer.

Yenilgiyi kabul edip başka av arar. Bu nedenle ceylanın peşinden fazla, tavşanın peşinden çok daha az koşar.

İşte “aptal puma sendromu” bunun tersini yapan insanların ruh halini ifade etmek için, yani bir tavşanın peşinden yıllarca koşan, sonra da yakaladığı avı bir öğünde bitiren akılsızlar için kullanılır.

Yapılması gereken, kendimize gerçekten uğraşmaya değecek hedefler koymak ve enerjimizi bunlar için harcamaktır. Bir işe atılmadan kendinize şu soruyu sorun: “Elde edeceğim şey, harcadığım emeğe değecek mi?”

(Sıradışı Bilgiler den Alıntıdır)

Orhun Yazıtı Bilge Kağan

Bilge Kağan Yazıtı, Orhun Irmağı yakınları, Moğolistan..

Şöyle diyor:

  1. Tengri (yaratan) Tektir.
  2. Her kim ki Tengri’den kut almak dilerse, başkasına yakarmasın.
  3. Bir İl, bir Kağan, bir Tengri
  4. Bir kına iki kılıç girmez. Bir hatun iki er alamaz ve bir budunda iki töre olmaz. Töre tektir. Töre kesin ve keskindir. Kim ki töreye uya kutlanır. Kim ki töreye. Kıya katlanır
  5. Kimse töreden üstün değildir. Dirlik ve birlik için töre budur.
  6. Bir çoban sürüsünden, bir er ailesinden, bir Kağan budunundan sorulur.
  7. Her er eşine, atına, pusatına sahip çıkacak.
  8. Ana babaya ve ataya tazim durulacak.
  9. Hısmına sarılacak, komşusunu gözetecek.
  10. Er kişi yalan söylemeyecek.
  11. Mal çalan, mülk çalan misliyle ödeyecek. Hesabı ya malıyla ya canıyla sorulacak.
  12. Kim ki bir ırza musallat olursa, canından olacak.
  13. Her kim olursa olsun haksız, aldatıcı iş tutarsa hesabı hemen sorulacak.
  14. Cenkten beri duran ya da kaçan tamuya(cehennem) uçacak.
  15. Aman dileyene kılıç üşürülmeyecek, sığınana arka dönülmeyecek.
  16. Baş kaldıranın başı alınacak, hak isteyenin hakkı verilecek.
  17. Kimse kimseye üstünlük taslamayacak. Ne ak etin karadan, ne karanın kızıldan, ne kızılın sarıdan farkı olmayacak.
  18. Kin ve gururdan uzak olunacak.
  19. Mazluma merhamet, zalime azap duyulacak.
  20. Zayıfa, yaralıya, çocuğa ve kadına el kaldırılmayacak.
  21. Kızı isteyen kağan da olsa, bey de olsa kız istediğine verilecek.
  22. Gereksiz yere ağaç kesmeyeceksin, suyu kirletmeyeceksin.
  23. Bilmeyip de bildim demeyeceksin, bilene danışacaksın.
  24. Bugünün işini yarına bırakmayacaksın.
  25. Kusur görmeyecek, kusur
    aramayacaksın.
  26. Güçlüyken affet, zayıfken sabret.
  27. Yazgına asi olma.
  28. Yaptığın iyiliği unut, yapılan iyiliği unutma.
  29. Herkes adaletle iş görecek.
  30. Her ne edersen et, yargılanacağını her daim akılda tut.
  31. Milletine yaban kalma. İpeğin iyisine, sözün güzeline kanma, onlara boyanma.
  32. Kağan odur ki adaleti üstün tutsun, töreyi yaşatsın. Töre yok olursa İl yok olur. İl olmazsa budun kul olur.
  33. Ey Türk Oğuz beyleri, ey milletim işitin !!!
    ” Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir.

Meğer Davullar Denkmiş…

“İlk defa İsveç’te bir kızla çıktık.
Muhabbet ediyoruz,
kız sevdiğim filmleri soruyor,
okuduğum kitapları soruyor,
gezdiğim ülkeleri soruyor.
Ama işimi sormuyor.
Ben alışmışım Türklere, adın nedirden sonra
ikinci soru işin nedir?
Yok abi döndük dolaştık sevdiğimiz yemeklere falan geldik
hala sen ne iş yaparsın demiyor kız bir türlü.
En son ben sordum, dedim ki ya her şeyi sordun da, sen ne iş yaparsın diye sormadın.
Dedi ki kız, ne iş yaptığını sorarsam dolaylı olarak sosyal statünü, kaç para kazandığını da sormuş olurum.
Ayıptır.
Ben paranı, statünü merak ettiğim için değil seni merak ettiğim için buradayım.
O gün anladım ki bizde kast sistemi var. Atasözümüz var davul bile dengi dengine diye. Meğerse her davul denkmiş.
Başka gün yüksek mühendis bir amcayla tanıştım.
Ne projeler yapmış.
Tüneller, köprüler, havaalanları vs…
Senin yaşında oğlum var dedi.
O da mühendis mi dedim.
Hayır işçi, duvar ustası dedi.
Dedim o nasıl oldu, mühendisin oğlu işçi olur mu?
Bizde olsa babam döve döve okutur mühendis yapar.
Adam kızdı.
Niye öyle diyorsun benim oğlum çok iyi bir duvar ustasıdır. Zorla kötü mühendis olacağına, iyi bir duvar ustası olmasının ne kötülüğü var dedi.
Adam gurur duyuyor oğluyla.
Utandım.
Utandım çünkü biz toplum olarak buyuz.
Böyle yetiştik, yetiştirildik.
Bizde kast sistemi var.
Mühendisin oğlu gerekirse zorla kötü bir mühendis yapılır,

iyi bir duvar ustası olmasına izin verilmez…”

Ancient Secrets Facebook sayfasından alıntıdır…

AKDENİZ’İN EN YAKIŞIKLI ÇOCUĞU; ADONİS


Bir Akdeniz efsanesidir. İki versiyonu bulunmaktadır.
Hazırlayan: Seher Bilhan Sürme

Suriye Kralı Theias veya Kıbrıs Kralı Kinyras’ın Myrrha veya Smyrna adında bir kızı vardır. Afrodit’in lanetine uğrayan bu güzel kız; babasına aşık olmuş ve onunla birlikte olmak için her şeyi yapmış. Dadısının ve bir düzeneğin yardımı ile babasıyla beraber olmayı başarmış. 12 gece birlikte olmuşlar. Kız; son gece hamile kalmış. O gece; babası yanında yatanın, kızı olduğunu fark etmiş. Bu korkunç günahtan kurtulmak için; kılıcını alarak kızına doğru yürümüş. Ama tanrılar Myrrha’ya acımış ve O’nu Mersin Ağacı’na çevirmişler. On ay sonra bu ağacın kabuğu çatlamış ve içinden çok güzel bir çocuk çıkmış.

Bu çocuğa aşık olan Afrodit; O’nu büyütmesi için Yeraltı Tanrıçası Persephone ‘e götürmüş. Persephone de çocuğa aşık olunca; O’nu Afrodit’e geri vermek istememiş. Sorunu Zeus’a götürmüşler. Zeus; Adonis’in 4 ay Persephone, 4 ay Afrodit ve 4 ay da istediği yerde kalmasına karar vermiş. Adonis; yılın 8 ayında Afrodit’in yanında kalmak istemiş. Adonis’in Afrodit’e olan aşkını kıskanan Ares veya Artemis; Adonis’in üzerine bir yaban domuzu yollamış. Kasığından yaralanan Adonis; kanaya kanaya can vermiş.
Toprağı sulayan kanından; şu an Manisa Lalesi olarak bildiğimiz çiçek bitmiş. Sevgilisinin yardımına koşan Afrodit’in ayağına diken batmış. Sıyrılan yerden akan kan; tanrıçasın çiçeği olan beyaz gülü kırmızıya boyamış.

Ares ve Afrodit



Kışın yeraltına saklanan, baharla yeryüzünü cennete çeviren bitki varlığının simgesi olan Adonis’e; özellikle Suriye’de kadınlar tapardı. Yılda bir yapılan festivalde; saksılara tohumlar ekilir, sıcak suyla sulanan bitkiler hemen açar ama hemen solardı. Adonis Bahçeleri denilen bu çiçeklerin karşısında kadınlar yas tutardı. ”O ton Odonin” , ”Vah Adonis!” diye dövünürlerdi.

Adonis efsanesi Sümer ve Hitit kaynaklarından gelmektedir. Adonis; İbranice ‘efendi’ anlamına gelen Tammuz (Türkçe Temmuz) adının Yunanlaştırılmış şeklidir. Bazı uzmanlar da Hitit metinlerindeki Telepinu efsanesi ile bağ kurmuştur. En ünlü Temmuz – Dumuzi efsanesi ise Sümerler’den gelmektedir.
#mitoloji #DünyaTarihiveMitolojisi #Akdeniz #Suriye #mit #aşk #Adonis #Afrodit #Persephone

Afrodit

Savaşı Durduran Aşk Şarkısı

Bu ağır sis dağıldığında, Kim duracak o sokak lambasının altında, Lili Marlen


Birinci Dünya Savaşı sırasında, her akşam saat 21:55’te tüm cephelere yayın yapabilen Belgrad Radyosu’nda bu şarkı çalınıyordu. Şarkıyı ilginç kılan nokta ise aynı anda karşı cephedeki askerlerin de siperlerinde şarkı ile kendilerinden geçmeleridir. Hatta düşman askerler siperlerinden başlarını çıkararak Almanlar’a, “Radyonuzun sesini biraz daha açar mısınız” diye seslenirlermiş. Şarkı bitene kadar ise cephelerde bulunan hiçbir asker tek bir kurşun bile atmaz, hayallere dalarak geride bıraktıkları sevdiklerini düşleyerek şarkının sona ermesini beklermiş. Böylece Lili Marlen türküsü hiçbir komutanın emri olmadan savaş durduran tek şarkı olarak tarihteki yerini aldı.

Lili Marlen türküsü, Rus Cephesi’nde görev alan Alman askeri Hans Leib’in kışla önünde sokak lambasının altında nöbetteyken sevgilisiyle buluşmasını ve sonrasında iki aşığın hüzünlü vedasını konu alır. 1915 yılında Hans Leib’in Birinci Dünya Savaşı sırasında cephede aşık olduğu iki kadını bir şiirde buluşturmuştu.
Lili ve Marlen…
Lili cepheye giderken ardında bıraktığı sevdiği kız, Marlen ise, cephede aşık olduğu hemşiredir.
Şarkı kaldırım serçesi Edith Piaf’ın sesinde ölümsüzleşti ve cephelere yayılarak silahları bir anlıkta olsa susturdu….

Şu sıralar en çok ihtiyaç duyduğumuz, barış, merhamet, sevgi ve şefkat gibi erdemlerimizin daha da çok hatırlanması dileğiyle.




https://youtu.be/H5PtGgrwfkU

Adalet Mülkün Temelidir…

1750 yılında, Alman Prusya Kralı Büyük II. Frederick, Berlin yakınlarındaki Potsdam Ormanları’nda gezinirken, bir değirmenin bulunduğu alçak bir tepe üstünde durur.
Manzara güzel, hava nasıl ferahtır.
– Yazlık sarayımı burada yapalım! der, sessiz ve sakin kapanıp okumayı çok seven, kütüphanesiyle ünlü kral..
– Değirmeni satın alıp yıkın, yerine saray yapın! der adamlarına..
Adamları değirmenciye gider ve kralın bu isteğini iletirler.
Değirmenci malını satmak istemez.
Kral değirmenciyi huzuruna çağırtır;
– Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaça satarsınız? diye sorar.
– Yanlış anlamadım efendim.
Adamlarınıza da söyledim.
Değirmenim satılık değil! der değirmenci.
– Beyefendi inat etmeyin! Paranızı fazlasıyla vereceğim, diye ısrar eder Kral..
Değirmenci direnir;
– Sen koskoca kralsın, paran çok.
Git Almanya’nın istediğin yerinde saray yap!
Burayı benden önce babam işletiyordu.
O’na da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım.
Değirmenin bahçesinde dedemin, babamın mezarları var.
Ben de ölünce yanlarına gömüleceğim.
Burası bizim aile ocağımız. Satılık değil!
Sabrı tükenen ve sinirlenen Kral Frederick ayağa fırlar ve gürler;
– Sen benim Prusya Kralı Friedrick olduğumu bilmiyor musun yoksa?
Değirmenci;
– Senin kral olduğunu biliyorum ama ben de bu değirmenin sahibi Sans-Souci’yim.
Kral öfkeden deli olur;
– Madem benim kim olduğumu biliyorsun, o halde zorla alabileceğimi de biliyor olmalısın.
Bakalım o zaman ne yapacaksın?
Değirmenci hiç telaşa düşmez ve tarihe geçecek ve dünyanın her yerinde Adalet’in sloganı olacak ünlü lafını söyler;
– SEN KRALSIN AMA.. BERLİN’DE DE HAKİMLER VAR!.
Kral, kendi ıslah ettiği adalet sistemine ve o düzenin yargıçlarına halkın nasıl güvendiğini ve mahkemelere kralın bile laf geçiremeyeceğine inandığını anlar ve adamlarına, ayni tarihe geçen sözünü söyler;
– Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir!
Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz.” Kral II. Friedrich bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve sarayını hemen onun altına inşa ettirir.
Değirmencinin ismini, Sarayının da adı yapar..
“SANS – SOUCI SARAYI”
Saray ve değirmen günümüzde hala bir “Adalet Simgesi” olarak o tepede arka arkaya duruyorlar.
Ne güzel bir adalet ki.. Kralın arka bahçesinde bir değirmenci olabiliyor.
Ne güzel bir adalet ki, bir kralla, bir değirmenciyi komşu ve dost yapıyor..
Belki de sabahları Prusya Kralı II. Frederick, arka bahçeye çıktığında, değirmenci O’na seslenirdi;
– Hey Frederick, sımsıcak ekmek yaptım, göndereyim mi?
Belki, Prusya Kralı II. Frederick anlatırdı;
– Adalet her sabah bana, taze ve sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi..
Yıllar sonra genç bir Osmanlı subayı, bir yılbaşı gecesi Berlin’de bir davete katılır.
Arkadaşlarına bu hikâyeyi anlatır ve teklif eder;
– Haydi gidelim ve bu sarayı görelim!
Değirmen de hala duruyormuş, sarayın arkasında..
Kimse yılbaşı balosunu bırakıp o soğukta dışarı çıkmak istemez.
Genç subay kararlıdır.
Tek başına çıkar gider.
Tek başına bu eşsiz anıta bakar..
O genç subay, Mustafa Kemal’dir.
Ve Kurucu Lider Mustafa Kemal ATATÜRK, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm mahkeme salonlarında, yargıçların arkasındaki duvara asılacak sözü yazdırır;
ADALET, MÜLKÜN TEMELİDİR!
Sunay AKIN

Simurg Nam-î Diğer Zümrüd-û Anka Kuşu

Simurg mitosundan, yani diğer adıyla Zümrüd-ü Anka kuşundan Pers mitolojisi diğer Doğu mitoloji ve efsanelerinde de bahsedilmektedir. Türk mitolojisinde ‘Tuğrul kuşu’ olarak da bilinir. Bu kuşun öleceği zaman, bir tür ateş olup kendi kendini yaktığı ve kendisinden yeniden doğduğu söylentiler arasındadır.
Simurg Efsanesi;
‘Efsaneye göre kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka ), Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş’
Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürlermiş. Ama içlerinden Simurg’u gören olmamış. Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip, yolunda gitmeyen şeyler için yardım istemeye karar vermişler.
Kaf dağına varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, Bu vadilerin her biri bir diğerinden daha çetinmiş.

Birincisi; İSTEK,

ikincisi; AŞK,

üçüncüsü; MARİFET,

dördüncüsü; İSTİSNA,

beşincisi; TEVHİD,

altıncısı; ŞAŞKINLIK ve

yedincisi ; YOK OLUŞ vadileriymiş.

“ZAL”OĞLU KÜRT RÜSTEM…

“Dünya Mitleri”ni okurken karşınıza hem Türk, hem de Persi mitoloji kahramanı olarak çıkıyor Rüstem…

İranlılar için önemli bir halk kahramanı olan Rüstem, Kürt Zal’ın oğludur.Efsane “Simurg”la başlar; Zümrüd-ü Anka olarak da bilinen Simurg; Pers mitolojisinde kendini yakıp, küllerinden yeniden doğan efsanevi yaratıktır,kimine göre kuş,kimine göre iyilik timsalidir…

Ayrıca Simurg’un şeytani hastalıklara iyi geldiği ve evrenin en bilge yaratığı olduğu inancı da vardır. Bilgi ağacında yaşar ve her kanat cırpışında bilgi tohumları dünyaya yayılır. Simurg, Firdevsi’nin Şahname’sinde de yer alır….

Şahnameye göre Kral Sam’ın oğlu Zal doğuştan “albino”dur ve bu yüzden ölüme terk edilir. Zal’ın ağlamasını duyan Simurg, Zal’ı yanına alır ve onu büyütür ve dünyaya inmek istediğinde Simurg, ona kendi tüylerinden birini verir, ihtiyacı olduğu anda tüyü yakmasını söyler…

Zal dünyaya iner inmez bir kıza aşık olur ve evlenirler. Gün gelir Zal’ın eşi hamile kalır, ancak doğum sırasında Zal, karısının öleceğini anlar ve tüyü yakar. Simurg hemen yardıma gelir ve Zal’ın sezeryan benzeri bir yöntem uygulayarak karısına yardım etmesini sağlar. Doğan çocuk en ünlü Pers kahramanlarından Rüstem’dir.

Efsaneye göre Rüstem, bir günlük bir bebekken bir yaşında gibi görünmüş, beslenebilmesi için kendisine süt anne tutulmuş, on kişinin yiyebildiği kadar yemeği yiyerek kısa zamanda çok güçlü ve iri yarı bir hal almıştır.

Eşsiz silâh kullanma yeteneği ve bilek gücü, pehlivanlığı, yiğitliği ve korkusuzluğu ile ünlenerek adından söz ettirmiştir.İran, Türkistan ve Doğu Anadolu dolaylarında yaşamış olma ihtimali bulunan Rüstem’e İranlılar kadar Türkler de sahip çıkmış ve kendi millî kahramanları olarak görüp, yaşatmışlardır.

Babası Zal’ın çalınmış olan kılıcını bulmak için Şiraz’dan Semerkand’a doğru yola çıkan Rüstem, yolculuğu sırasında, zamanının ünlü pehlivanlarından olan Demir Pehlivanın kızını görüp aşık olur. Kızı alabilmek için, müstakbel kayınpederini yenmek zorunda olan Rüstem, Demir Pehlivan ile üç gün boyunca müsabakaya tutuşur. Ancak, hiçbiri diğerine üstün gelemez.

Aradan geçen bir süre sonra Demir Pehlivan hastalanıp yatağa düşer, Lokmanların tavsiyesi üzerine Rüstem, kayınpederini kurtarmak için aslan kanı bulup getirmek üzere ava çıkar.Kendi kadar iri bir aslanla boğuşur ve onu öldürüp kanını getirir. Kayınpederi için bu kan şifa olmuştur. Demir Pehlivan iyileşmiş olmakla birlikte kısa bir süre sonra ölmüştür. Rüstem de bu ünlü pehlivanın kızı Rübab ile evlenmiştir.

Rüstem, İran ve Turan Türkleri arasında meydana gelen savaşların anlatıldığı efsanelere de konu olmuş ve kahramanlığı, sahip olduğu yenilmez gücüyle ön plana çıkmıştır. Bu sebepten dolayıdır ki, özellikle yiğitliği, pehlivan yapısı ile kendilerinden söz edilen hükümdarlar için de Rüstem benzetmesi yapılmıştır. İranlılar ve Turan Türkleri arasında meydana gelen savaşlarda ön plana çıkan Türk kahraman ve savaşçılarından biri Alp Er Tonga’dır. Alp Er Tonga ile Rüstem arasında bir çok çarpışma olacak ve bu iki isimden çok söz edilecektir….

Bilhan Seher Akkaya dan alıntıdır.

Zaratuştra #Zerdüştizm

Pers Dini…
Günümüzden 2.600 yıl kadar önce Anadolu topraklarına da hükmeden Pers dini : Zaratuştra ya da Zerdüşt olarak daha çok tanıdığımız bir düşünürün ortaya koyduğu dinin etkisi ile yer buluyor…

40 yaşlarında Zerdüşt’e vahiy meleği Vohu Manah tarafından tanrı Ahuramazda’nın öğretilerinin vahyedildiğine inanılıyor…

İyilik prensibini Ahuramazda, kötülük prensipini de Ahriman temsil ediyor…

İyilik ve kötülük her zaman mücadele halinde…

Persler Ahuramazda’ya inanç getirip, vücudunu ve ruhunu temiz tutarak, aynı zamanda fenalıkla da  savaşarak ölümsüzlük (cennet) dünyasına geçeceklerine inanıyorlardı. Kıyamet inancı onlarda da var. Onlar için inancı olmayan ve günahkârlar cehennemde bin bir türlü işkence görecektir…

Ahuramazda görünmezdir.

Kimseye benzemediği için onu temsil eden bir heykeli de yoktur. Lakin rahiplerin idaresinde ağıtlar okunduğu esnada, sunaklar üzerinde temizliğin temsilcisi sayılan ateş yakmak süretiyle tapınılır. Zerdüşt’ün bu dini İbrani peygamberleri gibi ortaya çıkan ve bu dini yayan peygamberler gibi görünür. Daha sonra bu din “magos” olarak gösterilen rahipler tarafından yayılır. 
Kitaplarının ismi : Avesta…