Müvezzi

Yedigün dergisi müvezziyi çok güzel tarif eder bize: “Yağmurun, güneşin, sıcağın, soğuğun şiddetine aldırmadan, baş açık, eski püskü elbisesinin içinde oradan buraya, buradan oraya seğirten, tramvaydan tramvaya atlayıp, vapurlara girip çıkıp gazetenizi ayağınıza getiren küçük müvezziye hor bakmayınız. O bizim sağ kolumuz, en kıymetli mesai arkadaşımızdır. Makinenin gürültüsü gazetenin baskıya verildiğini müjdeler müjdelemez, müvezzi matbaa kapısının önüne gelir, oturur, bekler. Alacağı üç beş gazete onun ve evde bekleyen ihtiyar dul ana ile küçük kardeşlerin günlük rızkını temin edecektir. O günlük birkaç kuruşluk mütevazı kazancını tabiatın bütün şiddetlerine göğüs gererek, zayıf ve çıplak bacaklarıyla kilometrelerce mesafe kat ederek bazen gece yarılarına kadar temine çalışan bu küçük matbuat emekçisinin kendine mahsus meziyetleri, kanaatleri de vardır.”

Yazı müvezzilerin her kesim ve semte göre gazetelerin farklı manşetlerini öne çıkardığından da söz eder. Tabii bağırarak… Onların da sevdiği, sempati duyduğu gazete ve dergilerin var olduğunun altını çizer. Hep dürüst olduklarını söylemeyi de unutmaz. Yazı şöyle noktalanır: “Küçük müvezzi deyip de geçmeyelim. Onlar fikir hareketlerinin mütevazı, lakin vazgeçilmez yayıcılarıdır.”1

İlk fotoğraf: Hilmi Şahenk
(Cengiz Kahraman Arşivi);
Milliyet ve Akşam müvezzileri

Reşat Ekrem Koçu, müvezziliğin İstanbul’un işgal günlerinde ortaya çıktığını ileri sürer: “İstanbul’da çıkan Türk gazeteleri işgal kuvvetleri kumandanlığının sansürü altına konmuş idi; sansürün yayınını yasakladığı haberleri ve makaleleri İstanbul halkına duyurmak ve okutmak isteyen gazeteler kapanmayı göze alıp bunları yayınlar iken, müvezzi olarak da cezai ehliyeti olmayan çocukları kullandılar. Büyükşehrin ayaktakımı arasından seçilen, koşarlı, sırım gibi pırpırı oğlanlar, delikanlı ve olgun yaştaki müvezzilere nispetle hem korkusuzdu, hem de işgal zabıtası önünden çok daha kolaylıkla kaçıyorlardı. Yakalandıkları zaman da çocuk oldukları için yakayı birkaç tokatla kurtarıyorlardı. Sadece rivayete dayanarak kaydediyoruz, çocuk müvezziler eliyle dağıtılan ilk gazete, Hadisat’ın Süleyman Nazif tarafından yazılmış ‘Karagün’ başlıklı makaleyi içeren nüshasının işgal zabıtasınca toplanmasından sonra kaçak yayımlanan ikinci baskısıdır.”2

Gazete müvezzileri, artık tarihte kalmış olan ama bir zamanlar sık sık rastladığımız bir tipti. Koçu’nun yazdığının aksine tarihçeleri de 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanır. Niyazi Ahmet Banoğlu, Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul’da çıkan ilk gazetelerin dağıtımının bile yapılmadığına dikkatimizi çeker. Meraklıları gazete idarehanelerine uğrayarak gazetelerini edinirlermiş. 1855 yılında ise Tercüman-ı Hakikat gazetesinde şöyle bir ilan yayımlanmış: “Matbaamıza yakın kimseler, şimdiye kadar gazetelerini idarehanemizden alıyorlardı. Bu defa bir abone şubesi açtık. Beyazıt, Fatih gibi yakın yerlerde abone olanlara, memurumuz her gün gazetelerini götürebilecektir.” Banoğlu, semt müvezzilerinin ise daha sonraları ortaya çıktığını söyler: “Bunlar koltuklarının altına gazete tomarını sıkıştırır, koşarak giderlerdi. Kendi semtlerinde hem abonelere gazetelerini bırakır, hem de gelip geçenlere satış yaparlardı.”3 Refik Halid Karay da “Bu [ilk] dönemde müvezzi aramayınız” diye uyarır bizi. O yıllarda gazetelerin son sayfalarında satıldıkları yerler sıralanırmış: Sahaflar Çarşısı’nda Elhaç Feyzullah Efendi’nin kitaphanesi; Bahçekapı’da tütüncü Kırımlı Abdi Ağa ile Balıkpazarı’nda sarraf Kayserili Ohannes’in ve Beyazıt’ta Simkeşhane karşısında Elbasanlı Şerbetçi Bayram’ın dükkânlarında vb…4

Osmanlı döneminde müvezzi,
Cengiz Kahraman Arşivi

Müvezzilerin Tarihi

Cumhuriyet yıllarında Müvezziler Kahvesi’nde toplanan çocukları Akşam gazetesi muhabiri Ferhat Silacı anlatır bize: “Gazete müvezzii çok sempatik bir halk tipidir. Onu canımızın içinde buluruz. Dalavereyle, hileyle, karaborsacılıkla ilgisi yoktur. Onun mesleğini örneğin kasaplıkla, manavlıkla bir tutmayız. Her daim bir şiir, bir hikâye hazır gibidir onun yanında.” Röportajcımız bu edebi girişten sonra, mesleğin tarihini araştırmaya başlar. Müvezziliğin bizde ilk gazetenin yayımlanmasıyla birlikte başladığını tahmin etsek de bunu belirtecek bir bilgimiz olmadığını söyleyerek devam eder: “Ahmet Rasim’in Şair, Muharrir, Edip’ini okuyanlar bilirler. Orada Tönbekici Hasan’la Zenop’un adı geçer. Gazete basıldı mı, Tönbekici Hasan yandaki merdivenden alırmış, dükkânında satarmış. O zamanlarda gazete müvezzileri yoktu. Var idiyse bile ‘Gazete!’ diye bağıramazlardı. Neden derseniz softalar, lobotlu lobotlu usturalı kamalı hocalar müvezzileri döverlerdi. Hasan bile gizli satarmış. Zenop müvezzilerin ilki, piri imiş. Basiret gazetesinin ilk zamanlarında sırtında bir askeri aba, donsuz hâlde ‘Kedim!’ diye gezer, kazandığını kedilerle beraber yermiş. Meczuba yakın bir hâlde imiş.” Bizde müvezziliğin 1878 savaşıyla geliştiğini ekleyen Silacı, o dönemde müvezzilerin sokaklarda “İlave!” diye bağırdığını söyler. Ardından Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’ndeki Tazı Ali maddesinden alıntı yapar.5

Ana kaynağa, Ahmet Rasim’e geçelim. O da meczuba yakın bir adam olan Ermeni Zenop’un Çemberlitaş’taki Vezir Hanı’nda yatıp kalktığını belirtir. Sonrasını şöyle aktarıyor: “Ondan sonra Kitapçı Arakel ile Ohannes Ferit, Kirkor türediler. Arekel İstanbul, diğer ikisi Beşiktaş taraflarında bulunurlardı. Ben de iyice hatırlıyorum müvezzilik 93 muharebesinde (73 sene evvel) ilerledi. Bazı geceler ‘İlave’ diye tiz bir ses akseder ve mektebin kapalı demir kapılarından aşarak bizim yatak koğuşlarına kadar gelirdi.” Ahmet Rasim Bey o tarihte Darüşşafaka talebesiymiş.6

Cumhuriyetin ilk yıllarından
bir müvezzi

Şimendiferler ve Müvezziler

Müvezziler tarihinde “Küçük Şimendifer” lakabıyla tanınan Kenan’ı da Münir Süleyman Çapanoğlu anlatır: “Gerçekten akla durgunluk verecek derecede koşardı. Sirkeci’den kalkan trenle yarıştığını söylerlerdi, bu yüzden Babıâli yokuşunda yaman bir ün kazanmıştı.”7 Küçük Şimendifer, 1931 yılına ait bir gazete haberinde de karşımıza çıkar. O sıralarda 85 yaşında olan Kenan’ın lakabındaki “küçük” kısmı hâliyle kalkmış, sadece “Şimendifer”liği kalmıştır. Sinop kalesinde topçu çavuşluğu yaptıktan sonra gazete müvezziliğine başlayan Kenan’ın anlattıkları bu mesleğin tarihine de ışık tutar: “İstanbul’da büyük zelzele olduğu vakit askerliğimi henüz bitirmiştim. Evvela kabak çekirdeği filan satardım. Yunan patırtısı çıktı, ben de müvezziliğe başladım. Ama efendim, o vakit müvezzilik de bir ömürdü ya… İstanbul’un dört bir yanına gazete satmak… Ben o vakit de meşhurdum. Tarik, Basiret, Çaylak, Sadakat, İrtika gazeteleri hep benim elimden geçerdi.” Lakabının öyküsünü de şöyle anlatıyor: “Bir gün efendim, Mihran Efendi’nin matbaasında idim. Bizim patronun birkaç gündür büyük bir derdi vardı. Bakırköyü’ne gazeteleri yetiştiremiyordu. Diğer gazeteler fena hâlde rekabete başlamıştı. Mihran Efendi bana yaklaşarak: ‘Kenan’ dedi, ‘her gazete Bakırköy postasını bizden evvel yapıyor, biz bu işi nasıl becerelim?’ O vakit tren de işliyordu. Ben bu işi üzerime aldım. Öbür gün Sabah gazetesini koltuğuma aldığım gibi ver elini Makriköyü… Tam 45 dakikada gittim, hepsinden evvel gazeteleri sattım. Bana bundan sonra Şimendifer Kenan dediler. Ayastefanos’a 33 dakikada gider, Küçükçekmece, Halkalı, Safraköy… Buraları bir saat dolaşır, altı, yedi yüz gazete satar, sonra yeşilliklerde akşama kadar uyurdum.” Kenan, Sirkeci’den çeşitli semtlere ulaşma sürelerini şöyle sıralar: “Dolmabahçe 13, Beşiktaş 15, Eyüp 35, Kasımpaşa 10, Yedikule 15” dakika. Trenle rekabetini de şöyle aktarır bize: “Şimendifer çıktı amma ne o daha intizam kesp etmiş, ne de gazeteler de vaktinde çıkmaya başlamıştı. Tren bazen geç, bazen erken kalkardı. Ben matbaaların gönlü kalmasın diye evvela çıkan gazeteleri adamlarımla gönderirdim, en geç çıkanı da kendim yetiştirirdim. Koşmaktan korkmazdım amma şimendiferi kaçırdım mı fena olurdum. Hele onun ‘düüüüt’ diye düdük sesi yok mu… ‘Kenan, gene hapı yuttun!’ der tabanlara verirdim kuvveti. Evvel Allah, gene şimendiferden beş dakika evvel giderim gideceğim yere…”8

Orhan Seyfi Orhon da Şimendifer’in yaşlılık günlerinin tanıklarındandır. Şimendifer’in son günlerde koşamamakta, birkaç kuruş kazanmak için matbaa merdivenlerini güçlükle tırmanmakta olduğunu söyleyerek anlatmaya başlar: “Dün Babıâli’de bu Şimendifer’i gördüm. Yanakları sarkmış, göğsü açılmış, iki koltuk değneğiyle hareketsiz bacaklarını güçlükle sürüklüyordu. Yanından geçen benim gibi meslektaşları içinde başlarını çevirip de ona bakanlar bile yoktu.”9 Vefasızlığın ne denli acılar yarattığını anlatarak sözlerini noktalar.

Paris, Je t’aime

Hikmet Feridun Es, yaklaşık bir yıl kadar sonra yaptığı bir röportajda, bu kez “Tekerleksiz Şimendifer” lakabını taşıyan bir Küçük Fethi’den söz eder. Fethi, bir ayağının kesilmesine rağmen “en açıkgöz müvezzilerdendir”. Bu yazıda müvezzilerin matbaadan gazete aldığı anlar da şöyle anlatılır: “Saat tam on bir… Matbaanın sokağı gazete müvezzileriyle dolu… Günün bu saatinde bizim sokak bir âlem, bambaşka bir dünya olur… Acayip bir pazar… Köfteciler, şıracılar, turşucular, yazsa dondurmacılar, pişmiş yumurta satanlar… Artık şarkılar mı istersiniz? Hep bir ağızla orkestra çalmalar mı? Parmaklarıyla burun deliklerini bastırıp bando mızıka heyetleri teşkil edenler mi?...” Bu eğlenceli saatlerin gazete çıkıncaya kadar sürdüğünü söyleyen Hikmet Feridun şöyle devam eder: “Gazete çıkmasına 10-15 dakika kaldığı zaman havadis büsbütün artar… Ellerinde gazete kalıbı dökmeye mahsus kalın kartonlardan bükülmüş borular, başlarında gazete kâğıtlarından külahlar, hep birden: ‘Paris, je t’aime’ şarkısını söylerler. Sokakta: ‘Akşam… Akşam… Havadis!’ diye bağırarak önünüzden soluk soluğa geçen ve yüzüne bile bakmaya lüzum görmediğiniz gazete müvezzilerinin hayatı şayanı dikkattir. Bu satırları yazarken aşağıdan, sokaktan gelen şarkıları işitiyorum. Hepsi de en yeni şarkılar, son gelen sesli filmlerin şarkıları… ‘Adio’lar, ‘Paris, je t’aime’ler, bilhassa Milton’un, Moris Şövaliye’nin şarkıları…” Şarkılardan sonra iş nasıl yürür peki? “Gazete çıktı mı, bu garip dünyanın kahramanları, kollarının altına sıkıştırdıkları ellişer yüzer gazeteyle İstanbul’un yetmiş yedi mahallesine dağılırlar. İçtima ertesi gün saat on bire kadar muvakkaten tatil edilir. Ertesi gün gelirseniz yine bütün İstanbul’un gazete müvezzilerini bizim sokakta bulabilirsiniz.”10

Bir kartpostal üzerinde gazete müvezzi, Vakit gazetesi

Çocukların gazete dağıtırken en çok kullandığı araç otomobillerdir. Tramvaylar, otobüsler de kullanımdadır; lakin otomobiller daha revaçtadır. Tabii bütün bu taşıtların arka bölümleri söz konusudur… Boyabatlı Halit, 1937 model arabaları beğenmez mesela. 1938 model Opel’i bekler. Röportaj yapan Naci Sadullah şaşırır onun bu model merakına, sorar neden beğenmediğini… Cevap ilginç. “Çünkü” diyor Halit, “O arabaların arkalarında oturacak yerleri yok. Onlara binemediğimiz için, gazeteleri götüreceğimiz yerlere geciktiriyoruz. Müşteriler işi gücü bırakıp bizi bekleyecek değiller ya? Biz gecikince, daha erken çıkmış gazeteleri alıyorlar. Bu yüzden de bizim zahmetlerimiz boşuna gidiyor.” Bu arkaya takılma alışkanlığı her zaman kolay bir iş değildir elbette. Yine uzmanının görüşlerine başvuruyoruz. “Şoförlerden çektiğimiz de caba” diyor Halit: “İçlerinde öyle aksi insanlar var ki. Yolda giderken gözleri hep arkada. İliştiğimizi gördüler mi, hemen arabayı durdurup bizi indiriyorlar. İçlerinde dayak atmak için peşimizi kovalayanlar bile var.” Halit kızgındır onlara: “Böyle yapmasalar ne olacak sanki? Arabalarını yiyecek değiliz ya?”11

Müvezzilerin koşuculuğu bir yarışa bile vesile olmuştur. 1933 yılının 21 Nisan günü önce genç müvezziler arasında bir yarışma düzenlenmiş, Fatih’ten Cağaloğlu’na kadar yapılan yarışı 7 dakika 15 saniyede 13 yaşındaki müvezzi Garbis Efendi kazanmıştır. Büyük müvezziler ise Cağaloğlu’ndan Taksim’e kadar koşmuşlar, birinciliği büyük farkla 18 dakika 19 saniye ile Üzeyir Besim Efendi kazanmıştır. Çok heyecanlı geçen yarışlara elliye yakın müvezzi katılmıştır.12

İstanbul Ansiklopedisi’nde
Sabiha Bozcalı’nın çizimiyle müvezziler

Gazete Müvezzileri Derneği

1950’li yıllarda gazete müvezzii çocukların durumu ve sosyal hakları gündeme gelmeye başlar. Hıfzı Topuz, “2.000 gazete müvezzii nasıl yaşar bilir misiniz?” başlıklı yazısında İstanbul Gazete Müvezzileri Derneği’nin çalışmalarını anlatır. Derneğin fahri başkanı gazeteci Mahmut Erkan’ın anlattığına göre, şimdiye kadar Türkiye’de bu tür bir cemiyet kurulmamıştır. Müvezzilerin hemen hepsi yoksulluk içinde yaşamaktadır. Bunların büyük çoğunluğunu fakir çocuklar oluşturmaktadır. Bunlar da çalışmanın değerini bilen, dilenmeyen, çalmayan ve her şeye rağmen hayatla mücadele etmesini bilen çocuklardır. Dernek onları himaye etmek için her şeyden önce bir lokal bulmaya çalışacaktır; sonra sağlık sorunlarıyla ücretsiz olarak ilgilenecek doktor bulmak ve ilaç temin etmek hedefleri arasındadır. Müvezzilerin medeni bir insan gibi giyinmesi de amaçlar arasındadır. Fakat tüm bunlar paraya dayanmaktadır. Derneğin 150 kadar kayıtlı üyesi vardır, ama tahmin edilebileceği gibi bunlardan aidat almak olanağı yoktur. Bu nedenle “basının varlıklı insanları ile basın mesleğiyle ilgili müesseselerden” yardım almaya çalışılmaktadır. Bu arada 21 Ağustos günü bir sünnet düğünü organize edilmiştir. Mahmut Erkan’ın dediğine göre 20 yaşına gelmesine rağmen sünnet olamayan müvezziler vardır. Bu girişim ilgi uyandırmış, birçok müvezzi sünnet olmak için derneğe başvurmuştur.

“Büyük Sünnet Düğünü” ilanı,
19.8.1952

Röportajı yapan Hıfzı Topuz, müvezzilerin örgütlenmelerinden gazete patronlarının da memnun olmasının gerektiğini söyler ve devam eder: “Sicilleri malum olan, itimat edilir, yeri yurdu belli, temiz, bakımlı insanların gazete satmaları patronlar için çok daha verimli olacaktır.” Eğer bu memnuniyet gerçekleşirse eh artık onlar da ellerini ceplerine atıp derneğe yardım etse iyi olacaktır!13

Gerçekten de 1950’li yıllarda akşam gazetelerinin en büyük dayanağı yine müvezzilerdir. Bülent Akkurt anılarında anlatır: “Akşam gazeteleri o gün gerçekleşmiş ve gelişmiş olayların en vurucusunu, büyük ama çok büyük, şimşirden yapılmış 130-140 puntoluk harflerle basarak; işyerlerinin dağılımına yakın saatlerde yalın ayak başı kabak müvezzi çocuklarla tramvay ve otobüs duraklarıyla, tren istasyonları ve hemen hepsi köprü üstünden kalkan Kadıköy, Adalar ve Boğaz vapurlarına yetiştirirlerdi. Bu yoksul çocukların bir kısmı kendilerine verilen talimat gereği, Sultanahmet ya da Beyazıt ve Taksim meydanlarına bir an evvel yetişmeye çalışırlardı. Ya koşturarak ya da geçen tramvayların arkalarına asılarak…” Bu akşam gazetelerinin sayısı beş-altı civarındadır. Bunlar arasında öne çıkan isimler Hergün, Ekspres, Son Saat, Gece Postası, Son Posta gazeteleriydi.14

Hürriyet gazetesinin 1958 takvimi

İstanbul Seyyar Müvezzileri Cemiyeti’nin 1959 yılında Gazeteciler Cemiyeti binasında yaptıkları basın toplantısında isteklerini sıraladığını görürüz. Özetle şöyledir bu istekler: 1. Mesleğin şerefini korumak için basınımızın da yardımıyla ilgili makamlarla işbirliği yapmak, 2. Şehir içindeki nakil vasıtalarında parasız ya da olmuyorsa indirimli pasolarla seyahat imkânı sağlamak, 3. Belediyenin yardımıyla modern dergi ve gazete barakaları kurabilmek, 4. Bir spor kolu kurmak, 5. Her türlü ulaşıma uygun bir yerde tek tip bahçeli bir gazete müvezzileri sitesi kurmak için girişimde bulunmak, 6. Üyelerin fakirlik, sünnet, hastalık, ölüm gibi durumlarında gereken ilgiyi göstermek, 7. Üyelerin ve ailelerinin muayene ve tedavilerini yapacak bir doktor temin etmek, 8. Cemiyet adına bir kooperatif kurmak.15

1965 yılında ise on bin gazete satıcısını kapsayan Gazete Müvezzileri Sendikası kurulur. Sendikanın merkezi ve lokali Feriköy’dedir. Hergün gazetesinin yazdığına göre “274 sayılı kanun bu zümreye de elini uzatmış”tır. Sendika başkanı Ali Özyol, İstanbul’da on bin gazete müvezzii olduğunu söylerken, bunların altı bininin 12 ila 18 yaş arasında olduğunu ve bu çocukların çok az bir para karşılığı sokakları arşınladığını belirtir.16 Ama bu dernek ve sendika girişimleri istenen ölçüde başarılı olmaz ve müvezzilerin yaşamına hatırı sayılır bir katkı sağlamaz.

Müvezziler 1980’li yıllara kadar gazete dağıtımında önemli bir rol oynadı. Sabah karanlığında gazete önlerinde bekleyen genç, yaşlı müvezziler koltukları altındaki matris denen ve tipo baskı kalıbı almakta kullanılan kalın kartonlara aldıkları gazeteleri koyar, kartonu bir kayışla omzuna yerleştirir, bölgelerine doğru yola çıkardı. Bu mesleğin sonunu İskender Özsoy şöyle anlatır: “Gün geldi, toplumdaki değişme ve gazetecilik işkolundaki gelişme, dağıtım şirketlerinin kurulması, müvezzilik sistemini öldürdü. Mesleğini seven müvezziler bu yeni düzende ayakta kalmak için direndiler. Ama yenildiler. Bazı genç müvezzi heveslileri de Milliyet’in Cağaloğlu’ndaki binasının arka sokağında gazetenin ilk baskılarını satma uğruna tükendiler. İstanbul’da artık sadece Kurtuluş, Feriköy, Galatasaray ve Kadıköy’de Ermenice ve Rumca gazeteleri satan müvezziler var. Ama onların koltuklarının altındaki matris kartonu değil ve kartonları boyunlarına bağlayan kayış da yok.”17

Bahçekapı’da bir müvezzi ve müşterisi, Cengiz Kahraman Arşivi

1. “Gazetecinin sağ kolu: Müvezzi”, Yedigün 14 (344), 10 Ekim 1939.

2. Reşat Ekrem Koçu’dan aktaran Orhan Koloğlu, Osmanlı Döneminde Basın Teknikleri ve Araçları, İstanbul Üniversitesi İletişim Fak. Yay., İstanbul, 2010, s. 189.

3. Akt. Günvar Otmanbölük, Babıali’nin Yarım Asırlıkları, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1986, s. 23-24.

4. Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat, Semih Lütfi Kitabevi Yayınları, İstanbul t.y., s. 122.

5. Akşam, 5 Mayıs 1956.

6. Ahmed Rasim, Muharrir, Şair, Edib, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, 1980, s. 58-59.

7. Münir Süleyman Çapanoğlu, Basın Tarihimizde İlâve, İstanbul, 1960, s. 17.

8. Yeni Gün, 19 Mayıs 1931.

9. Orhan Seyfi Orhon, “Şimendifer”, Kulaktan Kulağa, Çınar Yayını, İstanbul 1943, s. 9.

10. Hikmet Feridun, “Havadis... Yazıyooooor!”, Akşam, 12 Nisan 1932.

11. Naci Sadullah, “Bütün Ümidim 1938 Modeli Otomobillerde”, Son Posta, 25 Nisan 1937.

12. Vakit, 22 Nisan 1933.

13. Hıfzı Topuz, “2000 Gazete Müvezzii Nasıl Yaşar Bilir misiniz?”, Akşam, 19 Ağustos 1952.

14. Bülent Akkurt, Yerinde Yeller Esen Bab-ı Âli, Myndos Yayınları, İstanbul, 2006, s.

15. “Gazete Müvezzilerinin Basın Toplantısı”, Şehir, 28 Ağustos 1959.

16. Her Gün, 6 Temmuz 1965.

17. İskender Özsoy, “Üstüne Güneş Doğmayanlar”, Bir Zamanlar Bâbıâli içinde, (haz. Orhan Koloğlu), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayını, İstanbul, 1998, s. 87.

dağıtım, gazetecilik, Gökhan Akçura, koşmak, medya (basın), müvezzi