Yürüyüş

Page 1

-

uv

»

•• T

YALÇIN

KUÇUK • •

• •

*

,r

\

1

.

v

'i

>tt*ı )

t

>

*f /

^

* \r

/

*

1

:>

t

t

«

/

t

/ *

/

\f /

l\ 4 %

s

1

X ^t

C3

?

«P

t

" İ t . '

t l -U l \ 1*K *

*

K

c/>

\

/ < 1

•»

f

V

\ -*

\


İÇİNDEKİLER

Giriş / Tarih Felsefesi ························-·························

3

Birinci Bölüm TEKELLİ BÜROKRATİK DEVLET

Yer/eştirme •••.•....••...••....•.........•.•....••.........•.... , .. Zehir •. . .. . . •.. • ,...........•... ..•••..••••••.•............•.••••.•....• Domino •...............•••...••.•......•......••....••.•..•.•....••.• Coşkun Kin .. .....•...•......•...••.....•••••••.••••........... . Hat .............•...........•......••.•................•............ Tutkal ...•.........•...•••....................•...•••.•••••••.••••••••• Yalan Yanlış ······················································ Çil Kötürüm ............ ... .... ............... .... .... . .................. Divan �

• • •• •• • 4· · · · · · ·· · · ··· · · · · · · · ·· · · · · · · · ··· · · · · · · · · · · ·· · · · ·· ········· ·····

••••• ••••••• ••••• •• •• • •• •• • •• • • • • ••••• • • ıl

•• • • • •• ••••• •• ••••• •• •••• •

41 48 53 59 67 75 83 93 99 105

İkinci Bölüm YE KLİK

Kiyeçi ·······························································-· Son Şarkısın Se·'en .............................................. Hassas Noktalar ................................................. Acı ....•...••..•.....•...........................•...••..••.•.••••••.....• Yeklik ................................................................... . . Dünyaca •• ••••••• •••• • •••••••••••••• ••••••••••• • •• • •• •• • •• •• ••••••••• Dil ve Tarih ••••• •••••••••••• •••••••••••• •••••••••••• ••••• • •••• ••••

V

115 120 125

131 135

140 146


Üçüncü Bölüm YARANMACISOLCULU� Az Nazımlı Olsun .............................................. Haydi ......•..........................•................••••..••.••.... Şey ····································································· Dalga ································································ /lan ...................................................................... .

157 163 168 175 183

Dördüncü Bölüm

İKTİDARA YÜRÜYÜŞ

Politika ............................................................... Türkiye Zindan Konferansı ............................... Kin ....................................................................... Sac Ayagı ........................................................... . Eşber ile Erıugrul ............................................ . Fetret ·································································· Çador ...•.........•.•..•.•••..••.•••••••••............•••••........... .. .. .. Yuruyuş ................................................................

Ek:

197 203 211 215 225 233 243 257

YARGI ÜZERİNE YARGI

Bir: Ytrgıtay'a .................................................... 1ki : DGM'ye ......................................................... Üç: Yargıtay'a. ....................... ........................... .. V D ort: , argıta)' ,a ................................................ "

VI

271 279 284 296


SUNUŞ ..

Eliııizdeki kitabın hemen hemen tümü, Yalçın Küçük'ün Ozgür Politika... gazetesinde Agustos-Ara/ık '95 tarihleri arasında ve 'Döneın' köşe başlıgıyla yazdıgı makalelerden oluşuyor. Ancak, buna ragmen .'Yürüyüş' bir tekrar kitap degil. Çünkü makalelerin yayınlandığı O. Politika gazetesi, özü_nde kürt devrimci mücadele­ sinin ürünü olan bir günlük yayın zincirinin halkası olmakla bir­ likte, yaıılızca Avrupa'da çıkıyor ve bu toprakların insanına ulaşamıyor. Devlet erkanıııın günü gününe izlediğini ve degerlendirme yaptıgını ise biliyoruz. iktidardaki yöneticilerin, yüksek bürokrat­ ların ve tekelli basın yöneticilerinin, faks yoluyla ya da büyükel­ çilikler kanalıyla, Yalçın Küçük'ün yazılarını ve Med televizyonun­ da katıldığı programlardaki konuşmalarını günü gününe izlemele­ ri, yaptıkları değerlendirmeler nedeniyle ön�m kazanıyor. Kimi zaman bu degerlendirmeler devletin icracı kurumlarının eylem kılavuzu olabiliyor. Türkiye yönetenlerinin Med televizyonu ve başka kurumlara yönelik. uluslararası girişimlerinde, Yalçın Küçük soru11ılu kabul edilip şikayet edilebiliyor ya da televizyon kanallarında "Yalçın Küçük öldü" bantı geçiriliyor. Böyle bir ha­ berin yayııılandığından televizyon yöneticilerinin bile haberi ol­ muyor4

***

Kuşkusuz, devletin "Yalçın Küçük degerlendirmesi" yeni degil. Kimi zanıan savcılık kurumunun dilinden, iddianaıneye geçecek şekilde, "Şeytana pabucunu ters giydirecek kadar zeki" oldugu ilan ediliyor. Kinıi zaman tekelli basında, "solculugu bırakmayan tek aydındır" deniyor ve devlet aydınlarının agzından "parlak bir

VII


beyin, atna iirettiklerinin tüınü kötüdür" bııyuruluyor. Yürüyüş'iin 'Yargt Uzerine Yargı' böliimiinde de yer alıyor; en son deger­ lendir111eye göre, Yalçın Küçük'ün yazdıkları, savcılık tarafından "bıtgünkii ülke koııjönktürüııe aykırı" bıtlunuyor.

** *

Kuşkıısuz başka değerleııdirmeler var. Eski sol ve aydınınıız da Yalçın Küçük'iin iirettiklerinin "kötü" olduğunu vaaz ediyor. Ancak, eski sol ve Kürt sagı içiıı Yalçın Kü.çük "one ınan show"dur; ..devlet ise" one ınan of arnıy", tek kişilik ordu, olarak göriiyor. Onenıli olan halklarımızın ve devriıncilerin degerlendir­ ınesidir. Gazete yazıları ol11ıasa da, Med televizyonundaki yoru11ı ve açıkoturuı11 program kasetlerinin cezaevlerinde izlenebildiği duyuluyor. Son döneınde sık kullanılan adlandırmayla varoş'taki halkıı1ıı­ zın "toplıı izlenıe" yönteıni geliştirdikleri biliniyor. Devletin bildiğini, halkları11ıızın bilmesi kaçınılmazdır. Halk­ larıınızın özgürce düşüııebilıneleri ve bagıınsız değerlendirnıe ya­ pabilı11eleri için dogru bilgilendirilıneleri ger�gine inanıyoruz. 'Yürüyüş', bu görev soruınluluğuyla yayını/anıyor

***

Kitabııı, ·aııa gövdesini oluşturan Ö. Politika yazıları ile sınırlı olıııadıgıııı belirt,nek gerekiyor ... 'Giri;' bölümünü oluşturaıı Tarih Felsefesi' ve ek böliinı 'Yargı Uzer{ne Yargı' bu türden ya'zıları içeriyor. Henı bunların ve heın de O. Politika yazılarının kapsanıı dışında ka/aıı iki yazı ise ,netin içi ek şeklinde kullanıldı. Kitaptaki bölüınleııdirıııe ve bölünı başlıkları bize aittir. Düzeııle11ıe sırasında iki tür kaygı hiç eksik ol111adı. Birincisi, kitabın ·,,1akalelerde11 oluşınası ve bu özünün korunınası geregiydi. lkiııcisi ise, böyle olınak/a birlikte eldeki 11ıalzeıneyi bir kitap bütünlüğüne kavuşturına gayretiydi. Yazıları tarih sırasıyla peş peşe yayınlamak� okuıııa ve bakış ·kolaylığı sağladığı kadar estetik açıdan da öneınli olabilen bölümleıne iınkanını ortadan kaldıracaktı. İçindeki yazıların yığılnıış halde dıtrduğu bir kitap yerine, tarih siirekliligini belli ölçülerde gözardı etıne yolunu seçtik. Her böliiın ise keııdi içinde tarih sırasına göre düzenlendi. Gazete yazı/arındcın oluşan her kitapta karşılaşılabilecek iki sorundaıı daha sözetınek gerekiyor. Kurgusu birbirinden bagımsız yazılar kitap olarak biraraya geldiginde, tekrarlar kuşkusuz göze çarpıyor. Ancak buna bir çöziiın bulanıadık; ayıklaına yoluna gi.

,

VIII


dilseydi, yazıların iç bütünlügü bozulacaktt.__ Bunun dışında, yazıların içinde özellikle de Med televiz)'onuııa sık sık atıfta bulunuluyor. Söz konusu ifadelerin geçtigi sayfalara dipnot diişme geregi dıtyn·ıadıkp Çünkil, atıfta bulunulan prograın­ ların tümiinün bilgisine u.laşılsa bile, okurun da bu görsel kaynak­ ları diledigiııde edinebilme iınkanının buluıımadıgını kabul etmek gerekiyor. Yazılar ilk yayınlandıkları haliyle kitaba alınnııştır. Ancak yi­ ne de kiıni degişikliklerdeıı söz etı1ıek gerekiyor. Kitap, okura da­ ha rahat ulaştırma kaygısıyla, hukuk denetinıinden geçirilı1ıiştir. Hukukçu doslarıınızın öıJerilerinin tümünü gözönüne aldıgımızı ise söylerenzeyiz. Son O. Politika yazısının Aralık '95 'te yayınlaııdıgı gözönüne alınırsa epeyce bir gecikıneyle yayımladıgıınızı itiraf etıneıniz ge­ reken 'Yürüyüş'ün, bu topraklardaki 'dogru'ya duyulan pratik ihtiyacı öneı1ıli ölçüde karşılayacagıııa inanıyoru:. AKIŞ YAYINCILIK

IX


GİRİŞ

tarih felsefesi


TARİH FELSEFESİ .

Acaba, ben, bugüne bakıp tarihi mi anlamaya çalışıyorum? Yoksa ben, tarihi inceleyip bugüne mi bakıyorum? Bu soru üzerinde son zamanlarda çok düşünüyorum. Acaba, ben, dünyaya bakıp Türkiye'yi mi anlamak istiyorum? Yoksa ben, Türkiye'nin gizlerini çözüp dünyayı mı görmek istiyorum. Önceki soru tarih boyutlu ise, bu izleyeni, coğrafya düzlemindedir; son zamanlarda benim karanlık .gece­ lerimi yırtıyor, uykumu bu sorular aydınlatıyor. , Acaba, ben, uzun yıllar, Ankara'dan mı Moskova'yı gördüm; yoksa ben, hiç ayak basmadığım Moskova'da bir burçtan Türkiye'yi gözleme mi alıyordum, bu sorunun hala cevabını bu­ labilmiş değilim. Bildiğim, Türkiye'nin ilk So�yet uzmanı, ilk "sovyetolog"u olduğumdur; hem Sovyet sosyalizmine ve hem Sovyet toplumsal yapısına yönelirken kafamda hep Türkiye vardı, bu da kesindir.Peki, şimdi Bolşevik Devrimi'nin tarih olduğu bir zamanda Sovyet deneyimine baktığımda ne görüyorum? Görmek, özü gör111ektir. Öz ise, en az söz'e indirgenmiş bütündür. Sovyet düzeni, hem Sovyet halkı ve hem de 9ünya gericiliği için, an­ cak ikinci Dünya Savaşı içinde ve sonunda _ rüştünü kanıtla­ yabildi; .bu, ''stabilize oldu" anlamına geliyor. Yalnız tam stabili3


ze olduğu bir zamanda çöküşünün dinamiklerine de teslim olu­ yordu. Şimdi çok az söz'le bunu çözümlemek istiyorum. Dünya gericiliği, sosyalizmi içinden ve kalesinden çözeme­ yeceğine karar veriyordu. Demir Perde'yi asıl kendisi için çekiyordu; kendisini bolşevik virüsten koruyabilmek için bir de­ mir perdeye ihtiyaç duyuyordu. Ancak hiçbir perde, yeteri kadar demir değildir; bu nedenle dünya gericiliği, yüksek duvar1arın içine aldığı Batı dünyası halklarını değiştirmeyi temel korunma olarak gördü. Bir: Gericilik, Batı dünyasında bütün halkları değiştirmeyi te­ mel savunma stratejisi olarak kabul ediyordu: Bu, insanltğın tanıdığı büyük ''transfQrmasyon" süreçlerinden birisidir ve ''Soğuk Savaş", bu transformasyon sürecinin hem mekanizma­ sı ve hem de kodadı'dır. Diğer cephede ise. zayıf sınıfsal ve ideolojik temelde gerçekleştirilmiş Sovyet Düzeni, kendisini stabilize ettiği zamanda çok yorulmuş görünüyordu ve yeni sınırlara açılmak yerine elde edilenleri korumayı amaçlıyordu. Elde edilenleri koruma, kendisini dünya gericiliğine beğendirme eğilimi olarak ortaya çıkmıştır. iki: Yıkılışı hazırlayan ikinci din�­ miğe, ..yaranma politikası" adını veriyorum. Yıkılıiıcaya kadar Sovyet iktidarının bütün fraksiyonları, kendi aralarında, sadece yaranmanın ölçüsü ve hızı üzerinde kavga ediyordu. Şimdi da­ ha iyi görebiliyorum, eğer temel iki dinamik bunlarsa, yıkılış ka­ çınılmazdır. Bu çözümlemem gerçeğe uygun mu ya da gerçeğin kendisi midir; kuşkusuz tartışmaya açıktır. Yalnız burada benim soru­ num bu değil; ben, benim, sadece Sovyetler'e bakarak değil, daha çok Türkiye'ye yönelip Türkiye üzerinde yoğunlaşarak, bu iki dinamiğe ulaşmış olmamdan kuşkulanıyorum. Kuşku'dur; .bunun bilimsel yönelişlerin başında mutlaka olması gereken sağlıklı kuşku olduğunu sanıyorum. Son zamanlarda, nasıl düşündüğüm sorusu, beni çok tutuyor. Ne önemi var? Bulduklarımın, kafamın içini rahatlatmasının yanında ve karşısında, gönlümü son derece rahatsız eden bir yanı. olduğunu en çok ben duyuyorum. Bunu gösterebilmek için ise, bu dinamiklerin başka düzleme iki izdüşümünden söz et­ mek istiyorum. Bir: Türkiye gericiliği, arkadaşlarımın "kirli sa4


vaş" ve beni m ise daha çok "hain savaş" olarak dillendi rdiğim Kürt Savaşı'nı, kendi insanını değiştirmenin bir manivelası ve mekanizması olarak kullanmayı bir strateji olarak seçmiştir.* Türkiye de kendi insanını kirletmeyi amaç edinen büyük bir transformasyon savaşına tabidir. iki : Özellikle Kürt mücade­ lesinin açık ve kent alanlarında, özellikle açık parti ve açık basın planlarında, "yaranma" politikası, temel çizgi olma eğili.. mindedi�. Uç: Böyle bir çizginin, eylülist darbeden sonra, Türkiye soluna kakılmak istenen temel yaranma çizgisiyle birleşmesi kaçınılmazdır.

**

*

insanın kendisine yönelmesi son derece insani bir durum­ dur. Aslında insanlığın, tarih ve ruhbilim alanlarında, son üç yüz yıllık gelişmesini bu yönelmeye borçlu bulunuyoruz. insanın ve insanlığın, kendi içine ve kendi geçmiş eylemliliğine yönelik büyük merakı, insanlığımızın en mutlu meraklarından birisi olu­ yor. Yalnız böyle bir merakın, daha uygun bir biçimde söyleyecek olursam, böyle yü ce bir kuşkunun arkasında· mutla­ ka güçlü bir konum olmalıdır; modern tarihin ve tıp biliminin do ­ ğuşu, Batı insanının, kendisini güçlü duymaya başlamasıyla eş zamanlıdır. Veba kırımından çıkış, b·üyük keşifler, pap?tlığın oto ­ ritesinin sınırlandırılması, durduru_lmaz görünen Türklerin Avru­ pa uçlarına kadar yürüyüşünün Viyana önünde iki kez üst üste püskürtülmesi** Batı Avrupa'ya sıkışmış bir avuç nüfusa güven vermiştir. Copernicus-Kepler-Galileo-Newton türünden insan­ lığın büyük fışkırması, bu güveni daha da artırıyor; güvenen in­ san, içini ve geçmişin! öğrenmeye cesaret edebiliy or. Görülüyor, ben, Copernicus, Kepler, Galileo ve Newton'a,

* ilerde genişleterek düzeltecegim , aslıııda,

otuz yıllık ''iç Savaşlar" dönemiııde de, değiştirme stratejisi uyg ıılamadad,,.. Kürt Savaşı, bu stratejiyi, ıe.mel politika Jıaline geıirmi�·tir. ** Türkler, en sev<:figi oğlıı.n u bogdurmak türünden valışi eylemlerin sahibi Süleyman'a "kanuni" diyorlar ve Batılılar ise "muhteşem" nitelemesiyle anı­ yorlar; belki de güçlerini abartma ilıtiyaçındandır. lıısanların püskürttüklerinin "muhteşem" olmasını istedikleri zamaıılar da vardır.

5


somut insandan daha çok, insanlığ ın büyük fışkı rmaları olarak bakıyorum. Einstein'in, dilini ç ıkard ığı ünlü fotoğrafına bakmak da, bana hep güven veriyor. Öyle sanıyorum, Einstein'in, beynini incelemeye bırakması , benim burada ele ald ığım sorunla i lgilidir ; yapt ı klarının önemini bilen Einstein'in kendi düşünmesini merak ettiği sonucunu çıkarıyorum. Üst düzeyde çok insani'dir. Burada kendimi anlatamamaktan ve yanlış anlaşılmaktan korktuğum bir no�taya geliyorum; ben PKK sürecine ve Serok Apo'ya ·bir de çok soğukkanlı bakmaya çal ı ştım ve çalış ıyorum. Ciddiyetle ve bilimsel olarak bakmak adetimdir; bunun karşılı­ ğ ında hep abarttığı"m eleştirisi ve hatta suçlamasıyla karşılaşı­ yorum. Beni Apo'yu abartmakla suçlayanların çoğu Kü rt'tür ya da Kü : imkanlarında karnını doyurup kariyerini yaptıktan sonra çekilen Tü rk'tür ; işin bu yaninı ise insanlık dışı buluyorum. Suçlamalar ı kesinlikle kabul etmiyorum ve kabul etmeden de sürdürmek istiyorum; Yoldaş Apo'nun kendine yönelik merakını hep övünme ola rak aldılar. Bana hiç öyle gelmedi ; çok içten ve son derece insani bir kuşku olarak gördüm; hala öyle görüyorum. Apo, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni sarsan ve Ort'". · doğu coğrafyasını tartışmaya açan yürüyüşünü ve bu yürüyü­ şün içindeki kendi rolünü , giderek, kendisini merak ediyordu ve bütün bunlara kendine has bir kuşkuyla yaklaşıyordu; araştır­ maya davet etmesi ve bunun için bütün ç ıplaklığıyla kendisini açması normaldir. Ben bunda hiç övünme görmedim; ayrıca·, övünme tutkusu olan insanın kalabalıkların içine girmeye tutku­ lu oldukları n ı biliyorum. Apo, eli ndeki bütün imkanlara karş ın, bir hücre yalnızl ığ ını seçebiliyor; övünmeyi bulan,ıyorum. Kuşkusuz, PKK Lideri'nin, kendisi ne yönelik bilimsel tar­ tışma için çağrıda bulunmak zorunda olması, bunun kendi­ liğinden ve büyük bir doğallıkla ortaya çıkmaması, toplumumu­ zun bir eksikliği ve hatta dramıdır. Benim de kendi dü şünme yöntemimi çözebilmek için uykusuz geceler geçirmem, bana çok acı geliyor ; ama çaresizlik içinde yürüdüğümüz kesindir. Üstelik çok zordur. Çünkü insanoğ lunun yapabileceği en zor işlerden birisinin kendisine karşı tarafsız kalabilmek olduğunu biliyorum . Bazan ancak "yoz" insanın kendisine karş ı tarafsız 6


olabi ldiği ni düşü nüyo-rum ; so nra vazgeçiyorum , çü nkü , "yoz", çok zaman ke ndisini aşağ ıl amaktan büyük hazlar çıkararak kendisi ne tarafs ızlığın ı bozabiliyor. Doğrusu bi r kez , bu çaresizlikte n çıkabileceğim izlenimini edi ndiği m oldu ; daha önce Orta Doğu Tekni k Ü niversitesi 'nde öğrenci m olan , şimdi Türkiye · ünive rsitele ri nin bi risinde çok sayg ı n bir profesör* , aynı ölçüde sayg ı n ol mad ığı n ı düşündü­ ğüm, di nsel hareketler üze ri ne yazan bi r diğer öğreti m üyesiyle bi rlikte , be nim de yardımı mı isteyerek, bir araşt ırmaya başla­ d ıkları n ı . h abe r ve rmi şti ; arkas ı n ı n gelmeyeceği ni seziyordum ve sad ece sözde kaldı . Bu profesörü n sorunu şuydu : "Herkes , Türk ordu su nu kemalist olarak düşünüyordu . Siz ise , 1 2 Eylül Darbesi'nden hemen önce çıkan · kitabı n ızda** Ordu'nun yöneti mi alacağ ı nı , Erbakan'ı hapse atacağ ı n ı ve Erbaka n'dan daha çok di nci bir po litika izleyeceğini söylüyordunuz . Bu , bütü n söylenenlerin v� beklenenlerin tersiydi ; bunu nası l düşü­ nebildiniz?" Bunun çok profesörce bir soru olduğu nu bi liyor­ dum ; "o lur, araştı rman ız başlayı nca konuşuruz" demekle yeti n. di m. Araşt ı rman ı n .b aşlamayacağ ı n ı dü şü nüyordum . · i ki nedenle bu araştı rman ın başlamayacağ ı nı çıkarabiliyor­ dum. Bi r: Doğruyu bilmek bir cü ret ve sağlık i şi dir. Türkiye düzeni , sağ lıkl ı bir toplumda ayakta kalamayacağ ı n ı n bili nci ndedi r ve doğruyu bi lmekten son derece korkuyor. i ki : Beni i se , tam o zaman olmasa bile bi r sü re sonra, büyük bir televizyo n kanal ıyla, Tü rkiye aydı nları içinde çizgisi ni hiç değişti rmeye n ve yolunda i nat eden tek Türk ayd , n ı o larak i lan etti ler: bu doğru olmayabi li r ve be n başka insanları m ız ı n da ol­ duğuna i nanıyoru m . Ancak böyle bi r ilan durumunda, önemli

*

Yeni ya:ılarımda 9 anonim çöziin1lemelere dalıa çok agırlık vermek istiyorum. lıısanlar, kendi tipolojileriyle tümüyle özdeşleşmedikçe, isim vermek istemiyorum. Bu lıem bir yöntem farklılıgını ı·e Jıem de artık eski aydınlarımızın önemlerini yi­ tirmelerini anlatıyor. ** 1980 Eylül ayıııın ilk lıaftasıııda yayınlanan,''Bir Yeni Cumlıuriye, için" adlı kitabımdan söz ediliyor. Bıı kitabım , sıkıyönetim mahkemesi kararıyla yasak­ lanmıştır ve lıala · yasaktır. Aslında bu iııceleme, dalıa önce, 1979 yılıııda çıkmaya başlayan ve eylülist darbe ile yayını sona eren, "Sosyalist iktidar" Der· g imiz'de yayıı1lanmı1 ve dalıa sonra kitap lıaline getirilmi1ti.

7


doğruları benim gördüğüme dayalı bir araşt ırma imkans ızdır ; bunu, biliyorum. Belki as ıl çare, çaresizliktedir. Düşünme ise büyük çare'dir. Ben yine sınırlı bir çaresizlikle kendi düşünme dinamiğimi bulmaya çalışı yorum. Fakat henüz bulmaktan çok uzağım; bu nedenle yazabileceklerim son derece s ınırlı kalıyor. Bununla birlikte iki noktaya işaret edebiliyorum. Birincisi, insanoğlunun düşünme ve bulma serüveninde, hep sağlam bir dayanak esastı r. "Nirengi noktası", tartış ılma­ yan başlang ıç doğruları , "pusula" veya kartezyen koordinatlar, hep bir başlang ıçtır ; bunlara dayanılarak görü lmeyenler görül­ meye çalışıtıyor. Ben böyle yapm ıyorum; genel olarak tam ola­ rak görülmeyen iki düzlemi birbirinin karşı s ı na koyarak , bir ta­ rafta görünenlerle karşı tarafta görünmeyen bölgeleri bulmaya çalışı yorum. Sürekli olarak, iki düzlemin görünenleriyle görünmeyenleri arasında mekik dokuyorum; yöntemimdir. Benim için ne bugün ne de tarih ayna'dı r; ikisi birbirinin aynası oluyor. Benim için ne dünya ve ne Türkiye ekse n'dir; ikisini birbirine karşı hareket e­ derken görmeye çalışıyorum. Hep Sovyet Devrimi'ni tuttum, an­ cak hep Moskova'dan ayrı değerlendirmeler yapmaya çal ı ştım; Ekim Devrimi büyüktü, fakat, kendi insan ı mızın serüvenini de önemsiyordum. Moskova tarafından doğru lanmaya önem ver­ medim ; yalaıılan maktan ise hiç korkmad ım. Bunun benim düşünme dinamiğime yansıdığı kesindir* ; düzlemlerin hiçbiri ­ sini tüm ve net görmüyordum. ikincisi ise, benim düşünme alanımın savaş meydanı olmas ıyla ilgilidir. Benim için her dü­ şünce bir vektör'dür, bir ok'tur ya da hareket halinde bir or­ du'dur. Benim iç in yü rümeyen bir düşünce yoktur; yürümeyen, * Generallerin yönetimi alacaklarına dair bulgularıma, 1978 yılında tamam ..

ladıgım, ' PJ�nlama " kitabımın dördüncü baskısına bir bölüm olarak koydugum, Türkiye ekonomisi üzerindeki yeııi ve uzun incelemelerimle ulaıtım. Bunu, Tip yönetimine ilettim; artık gelen bir darbeye gq_re lıazırlanmak gerektigini belirt­ tim; heyecanlandılar ve uzun uzun tartıştık. Oyle sanıyorum, o sıralarda Mosko.. va da Türkiye'de sol bir yönetime yatkın görünüyordu; fakat ne oldu bilmiyorum, aynı anda Tkp, Tsip içinde tasfiye hareketleri başlatıldı ve Tip de, beni "anıi­ sovyet ve anti-komünist'' ilan ederek Tkp ile birleşti. O zaman anladım, o zamana 4

8


düşüncesizlik'tir.

*

**

Benim için filosof, artık düşünmeyi seven insan değildir. Bana göre fi losof, düşünmenin en etkin silah olduğuna �na ­ nan kimsedir . Bunu en üst düzeyde görebilen ve yazan, Hegel'dir. Ancak inanıyorum, eğer zamanında olsaydı, Hegel, düşün­ ceyi bir laser silahıyla anlatırdı; çok hızlı ve önündeki bütün ci­ simleri delebiliyor. Hegel'in , bu yanını en iyi anlayan Marx'tır. Ancak Marx'ta düşünce silahı, Hegel'deki kadar mistik değil, laser kadar so­ muttur veya somut yapıların içine girmek zorundadır. Marx'ı hep laser'ini arayan bir titizlik olarak görüyorum. Lenin'de laser, örg9ttür. Lenin için düşünce hazır ; eksik olan örgütt_ür. Einstein'in dilini çıkarmış şakacı ve iyimser halini hep seviy­ orum. Lenin'in sürgündeki fotoğraflarını ise genellikle sevmiyo­ rum; birisi ise oldukça kilolu ve yüzünde umutu eksiktir; hiç beğenmiyorum. Bu nedenle Lenin'in örgüte aşırı vurgusunu anlayabiliyorum. Kendimi ise gittikçe daha teorik bulmaya başlıyorum. Bura­ da anlatmak istediğimin, teori sahibi olmakla hiçbir ilgisi yoktur; bu tür iddialar benim dışıma düşüyor. Bir: Doğru olduğunu kadar Moskova beni önemsiyordu; yalııız, bugün bir bölümü ödlekler partisinde kurucu olan Tip'liler, bana karşı en büyük kampanyayı A nkara'daki Sovyet elçiligiıuie sürdürüyordu. Bu kampanyalar etkili oldu, Aııkara 'daki Sovyet Elçiligi, beni davet listesinden çıkardı. Ayrıca B ulgaristan Elçiligi, bu kampanyalardan be­ ni haberdar ediyordu; ödlek/ere , "siz Yalçııı K iiçük Yoldaş'a karşı kampanyanızı bizim elçiliklerde sürdürüyorsunuz , Yoldaş ise bundan bize hiç söz etmiyor" dedik.. /erini aktarıyorlardı. Beıı ise hiç önem vermiyordum ; alı/ak ve .kafa bagımsıilıgımı korumaya özen gösteriyordum. Burada belirtecegim bir nokta dalıa var-; başta Türk sosyalistleri, bütün Tiirkiye, ikinci Savaş'ın sonlarında , Sovyetler'in Türkiye'den toprak ve üs istediklerine inanıyordu. Ben buııun tersini, kanıtlarıyla ortaya koydum; ancak ortaya koydugumda yarım agızla olsa da, şimdi altını çizdigim ''yaranma" politikasının bir geregi olarak, Moskova, bu iddiayı kabul ediyordu. Beni lıiç ilgilendirmedi; çünkü ben bıı yalaııı çürüıürkeıı Sovyetler'i degil, Türkiye'yi ve Türkiye sosyalizmini düşünüyordum. Şimdi ise ayrıca memnu. num, Sovyetler'in yıkılmasına ve bütün arşivlerin sosyaliznıin düşmanlarının eline geçmesine karşın, Sıalin 'iıı Türkiye'den toprak ve üs istedigi yollu bir tek belge bi­ le çıkartılamadı. Yalan, benim dogrumla birlikte, tarihe karıştı.

9


dü şü ndükle ri mi açıklamaktan ke ndimi alam ıyoru m. 1 3 Haziran 1 993 tari h i nde , M adam Çiller, kendisi ne başbakanl ı k_ yo lunu açacak bi r koltuğa, Dyp başkanlığın a otu rtu ldu ; be n 1 5 Haziran 1 993 tari hinde , bu nu n bi r darbe olduğu nu , bi r bası n açıkla­ ması yla halklarımıza duyu rdu m . Bu nu söyle mek çok . zordu , yan l ı ş ç ıkabi lirdi m : ancak ben doğ ru olduğu nu düşünüyordu m ve açıklamaktan ge ri dura mıyordum. iki : Böyl e düşündüğü m için benimle alay · eden le r oldu ,· yazdı ğ ı m gazetede , Ragıpların birisi ni n , Madam' ı pek demokratik gö rdüğünü ve. Kürtler adı na Madam'la masaya otu rmayı h ayal ettiğini , bu neden le beni iyi­ ce paylad ığı nı dah a sonra öğre ndi m ; ancak ben inandığım yol­ da h areket ediyo rdum . Teorik o l ma ile bunu anlatmaya çal ı ­ ş r yoru m ; önce eli mdeki bütü n i mkanlarla bu M adam'ı · çökert­ meye çalışıyordu m ve başka nedenlere ek olarak; bi r de bu değerlendi rme nede niyle , ü lke d ı ş ı na ç ıkıyordu m . Fi losof, d üşü ncenin e n güçlü si lah olduğunu düşü nendi r. Teori k i nsan, teori nin yeni le mez old uğuna i na nand ı r. Şu s ı rad a beni m bu nla.ra i n anmam içi n pek çok nedeni m var. Bun ları n ikisinden söz etmek istiyoru m. Bir: Yetmiş dokuz yı lı nda e n zor koşullarda ve sı kıyöneti m altında çı kardığ ı m ız "Sosyali st iktidar" Dergimizi düşünüyorum.* Bugü n a�ı na bi r so syalist parti var ve bu parti , bi r diğer sosyalist partinin, tıpkı 1 937 y ı l ı nda TKP'nin kendisini tasftye etmesi tü rü nden , hai nce bir teslimiyete tabi tutulmas ı ndan sonra, şu anda ü lkemizdeki tek sosyalist parti'dir. iki : 1 996 yı l ı n ı n şu bat sonu nda harçlar için üniversite eyle mi yapı ldı ve lstanbu l Ü niversitesi'ndeki yeni ku şak eylemleri nin afişle rini görd ü m ; "tekelci polis devleti n diyorlard ı . Çok doğ rudur; ancak bu nlar bizi m ısrarla gelişti rdiği­ miz ve Türkiye'deki "e� �i " solun ısrarla reddettiği doğrularımı z­ d ı r. Eskide n kalma, aıtp:·u ştı yı llarda iki Sovyet broşürü okuyup . orada kalanları n bir türlü kabu l etm edikleri doğru değerlen-

*

Sabiha ·ve Zekeriye Sertel'in çıkardık/arı ve Nazım Hikmet'e bir siyasal· kimlik veren kısa süreli Resimli Ay, 1 970 yılında Aybar'a karşı muhalefeti örgütleyen bi­ zim Emek, bizim Sosyalist iktidar ve bizim Toplumsal K(ırıuluş dergilerimizi Cum­ huriyet döneminin eıı önemli dört dergisi olarak görüyorum. 1/epsi de aylık ve en uzun ömürlüsü sonuncusu olan bu dört dergiyi incelemek, Türkiye solundaki sol damarı da bulmak demektir.

10


dirme ler, barikatlardan f ı şkı rıyor . . Burada bi r noktayı açıklamak i stiyoru m ; ne Sosyalist i ktidar Partisi ile ne de barikatlarda bizim doğ ru ları mızı bayrak yapan­ larla hiçbi r örgütsel bağlant ı m bu lun muyor. ikinci leri tanı mı­ yoru m; birincileri n öne mli bi r bölü münü n lise yaşları nda bizim Sosyalist iktidar çevremizde çal ıştıkları n ı biliyoru m . Yaln ız şu anda bana bir yakınlıkları o lduğu nu sanm ıyoru m ; bi ldiğim ka­ darıyla beni eleşti riyorlar. Beni de as ı l sevindi ren işin bu yanıdı r; bize örgüt planında çok uzak olanları n bil e bizim t�ori­ mizi bü yütmele ri , hem sevindi ricidir ve hem de , beni m teoriye bağl ı l ığ ı mı artı rıcı yöndedir.

***

Sabancı kardeşlerde n bi risi, toyota otomotiv sanayi genel müdü rü ile birli kte öldürü ldü . TC başbakanı hem Adana'ya ce­ nazeye �koştu ve h e m de ayrıca eve giderek başsağlığı di liyor­ du . Cu mhu riyet ile özdeş J ith alatcı , uluslararası tekelleri n te m­ si lcisi ve sanayici Ve hbi Koç öldü ; TC Cumhu rbaşkan ı cenaz e namaz ı na kat ı l ı yordu . Bu , ne demektir? Bu mezarlık ve cami zi­ yaretle ri ni n teorik özü nedir? Bu nun içi n baz ı ek bilgilere d ah a i hti yaç var. Osmanlı düzeninden beri , TC dahil , başbakanları n res mi uçakla özel ki şilerin ce nazesi ne gitmeleri protokol d ış ıd ı r; e. n çok, başbakanl ık özel kalem müdürü veya yard ı mcı ları n ı n ya­ pacakları bir işti r. Devlet başkanla rı n ·ı n ise iş a�amları n ın cena­ ze namazları n ı kı lmaları , h e m Osmanl ı düzeni nde ve hem de Cumh u riyet Türki yesi' nde düşü nü l mesi imkans ız i şle r aras ı nda yer alıyor; devlet başkan ı yaverleri nden bi ri sinin kat ı lmas ı düşünülebili r ve mümkündü r. iş adamları n ı n ölü mü nedeniyle düzenle nen başsağl ığı ve mezarl ı k töre n leri , oligarklar yan ında, TC başbakanı ve devlet başkanın ı , özel kalem müdürü veya yaver duru muna dü şür­ müştür. Başbakan ve devlet başkan ı koltuğu nu işgal �pe n iki i nsan , o ligarklara yaranma yarı şında her türlü ölçüyü kaç ı rd ılar; daha önceki başbakan ve devlet ·başkanları n ı n ayrıcal ı klara boğarak . yarattıkları bu iki soygu ncu ailesi ni n özel kalem müdü rü ya da yaveri du ru mu na düş mekten kaygı lan madı lar. 11


Bu sadece ortaya çıkan tablonun bir bölümüdür; Vehbi Koç'un ölümü üzerine. Türkiye televizyon ve gazetelerinin yayınlarını da bunlara eklemek zorundayız; dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş bir övgü ve ağıt kampanyasına tanık olduk. Bü tün yayınlar, bir yandan .. Vehbi Koçlar ölmez" ve diğer yandan da "nice nice Vehbi Koçlara" sloganlarını günlerce tekrarladılar. Toplumumuzda adalet ve eşitlik duygularının kökünü kazıya­ bilmek için hunhar bir taarruza tanık olduk. Sadece bu kadar değil; yeni kuşakların, bilimde, sanatta, müzikte, tarihte, fizikte yükselme özlemlerinin üzerine napalm saldırıları düzenlendi. Daha dün, Erol Toy'un , estetik yanı pek zayıf "imparator.. ro­ manı, Vehbi Koç'un kurtlu peynir satarak ve Amerikan Ford Fir­ ması'nın acentalığını alarak zengin oluşunu yazdığı ve Koç'u hem sağlık düşmanı ve hem de ülkemizin bağımsızlığı hiçe sa­ yan bir komprador olarak gösterdiği için, satış rekorları kırıyo rdu. Bugün, Toy'un lmparator'unu okuyarak fıkra yazarı veya televizyon yorumcusu olanlar, toplumumuzda zenginliğe tapınmanın dışında hiçbi r inanç bırakmamak için utanmazlık yarışına gird� ler; şimdi toplumuzda her ne yolla olursa olsun zengin olmanın dışında bir ahlak kalmamış bulunuyor. Bunlar, halkımız ın belleği ni si lebi lmek için, önce kendi bel­ leklerini kazıyorlar. Belleksiz bir toplum oluyoruz. Belleksiz olmak, sanıldığından daha tehlikelidir; birikimsiz olmak anlamına geliyor. Bugün Türkiye toplumu , ne yazık bütün devrimci yükselişine karşın, Kürt Toplumu'nu da etkisi alt ı na almaya başlıyor, sade­ ce bel leksiz değil, aynı zamanda birikim tanımaz bi r haldedir. Belleksiz olmak, birikim tanımazlık anlamına geldiği için, birikim tanı mazlık da değer bi lmezlik demek oluyor; Türkiye toplumu , . inanılmaz ölçüde, değer bilmez bir topluma dönüşüyor. Ne yazık ekle, nek zorundRyım; bütün devri mci yükselişine karşın, değer bilmezlik, Kürt Toplumu'nu yeniden etkisi altına alıyor. Yalnız, söylediklerimin bir istisnası var: Ü (kemiz, sermaye birikiminden başka bütün birikimlerin reddedildiği bir yapıya dönüşmek üzeiedir. Toplumdaki bütün birikim damarları 12


boşaltılmış, ağızları mühürlenmiş ve yerine sadece sermaye bi­ rikimi kapısı açı lmıştır . Toplumuzda tek değerl_i olan , artık ser­ maye biriktirmek'tir . Art ık toplumuzda bütün değerler , sermaye biriktirebilenlerindir. Bu büyük bir tahribatt ır . N e yazık, bu tahribatı biraz daha açmak zorunluluğunu duyuyorum. Bunu yaparken gözler önünde olanların görün­ meyen yanlarını göstermek istiyorum. Şu spiker tartışmasına nasıl bakacağız; eğer bir insan manken olabiliyorsa, ülkemizde derhal bir büyük televizyon kanalında sunucu ya da spiker ola­ biliyor; buna, spikerlik için belli . bir kültür, ;diksiyon· becerisi, yurt ve dünya olaylarına yakınlık ve dolayısıyla belli bir yetişme süresi gerektiğini düşünenler itiraz ediyor lar, ancak itirazlar ının herhangi bir etkisi olduğunu sanmıyorum. Çünkü artık "birikim" kavramı nı ve gereğini, Türkiye toplumunda anlatmak çok zor­ dur . Çünkü ülkemizde birikim'in yerini, yüzeysellik almış bulu­ nuyor. Toplumumuz. üst-üste konmuş paranınki dışında bütün derinliklerden korkuyor. M anken imajından söz ettim; toplulumuzdaki yeni olan her gelişmeyi anlatt ığı için sözünü ediyorum. Yazılı basının da bun­ dan bir farkı nı göremiyo rum; artık "f ıkra" yazarı olabilmek ile bir televizyo n ekranında görünebilmek eş anlamlıdır. " Fıkra" yazarı olabilmenin gerektirdiği her türlü birikim ihtiyacı , tarih, politika, edebiyat, mizah bilgileri bir ta'r afa atılabiliyor ; sadece bir ekran­ da imaj sahibi olmak yetebiliyor . Sanki insanl ığımız, insan imaj­ ını çizmeyi yasaklayan Muhammet Peygamber'den intikam alıyor ; tek birikim, hiçbir derinliği olmayan bir imaj'dır . Felsefi anlamda "arabesque" olan da budur; felsefede, de­ rinliği limitte sıfır olan kavramların, kendisini tekrarlayan imajla­ ra dönüştürülmesine. "arabesque" diyoruz. Türkiye'de "arabes­ que" olan sadece Gencebay' ın şark ıları değildir ; toplumumuz, tepeden tırnağa arabesque olma yolundadır. iki eğilim yan yana gidiyor . Bir : Toplumumuz, Canetti'nin önemli ro·manının başlığıyla, güçlü bir "körleşme" sürecinin etki­ sindedir. Görme, fizikte olduğu gibi, bir derinlik işidir; derinliğin ortadan kaldı rı lmasıyla körleşme, aynı fiziksel sürecin iki ayrı kutuptan görülmesidir. Bir yandan körleşmeyi yaş ıyoruz. iki : 13


Görsel olanı tek gösterge yapıyoruz. Bu halimizle, körler dünyası nda resmi tek sanat ve bilim yapan bir toplum düzenine yol alıyoruz. Bu, tekelli düzendir. Bugünkü iç savaş, tekelli düzeni yerleştirmek isteyenlerle bi ­ zim aramızdadır . . Kabul etmek gereki yor, tekelli düzenin ahlak ve ideolojisi, kendisinden daha yerleşi k duruma gelmiştir. Devam etmek için, birkaç paragraf üste çıkmak zorundayım ; toplumumuzun belleğini yitirdiğini, bi ri kim tanımaz ve değer bil­ mez hale geti rildiğine işaret ettim. Ne demek oluyor? Bir toplumun bellek yitirmesi , birikim tanımaması, değer bil­ memesi ne demektir? Bu soruya marksizm-leninizmin özüne değil de sözüne bağlı olanlara şaşırtıcı gelebilecek bi r cevabım var; bu bir devrimci duru m'du r. A�cak devrimci bir duru mda, bellek temizlenir, mevcut birikimin çoğu kırılır ve eski değerler tanınmaz hale getiri li r; kuşkusuz, bu bir devrimci durum'du r. Çünkü Türkiye'deki du rum, aynı zamanda · karşı-devrimci du­ rum'dur. Tekelli düzeni yerleşti rmeye çalışmak, bir karşı-devrimci konum'dur. Marx'ın parlak bir biçimde işaret ettiği üzere, her karşı­ devrimci konum , aynı zamanda bi r devrimci durumdur. Yakın zamanda ülkemizde g ördüğümüz sadece oligark güzellemesi değildi r; aynı zamanda, inanılması zor boyutlarda ve h ızlı bir ölçüde, polis güzellemesine de tanık oluyoruz . Yakın zamanların çarpıcı g_elişmelerinden bi risi de şudur: Türk filmlerinin klasik "kötü" polis teması artık tarih olmuştur. Bunun yerini , utanmazlık ölçüsü nde, "iyi " polis imajının ald ığını görü ­ yoruz; televizyonlar, birbiri arkasından "fedakar ve koruyucu" · polis resimleri çiziyorlar. Bin dokuz yüz doksan beş yılının sonlarında yapılan genel seçimleri n çarpıcı özelli klerin<;jen birisi burada yatıyor. Bu seçimle ortaya çıkan en önemli yeni liklerden birisi, millet mecli ­ si üyelerinin atama yoluyla beli rlenmesidi r; artık, partilerin adaylarını herhangi bir seçime gerek duymadan ve doğrudan doğruya merkez bü rokrasilerinin tayini yoluyla seçmesi, bir ktı14


rala dönüşmüş durumdadır. Eylülizm sonrası nda bazı partilerin ısrarla seçtikleri bu yol, "erken seçimler" bahanesiyle kurala dönüşüyor; artık "yüce meclis üyeleri" tayin ediliyorlar. Bu tayin yöntemi, çeşitli partilerin listelerinin ön sıralarını , polis şefleri ve oligarklarla süslemelerini kolaylaştırıyor; bütün partiler, çeşitli ölçülerde, bunu yaptılar. Bunu da önemli bir karşı -devrim ögesi olarak görüyorum. Türkiye'de, tari hler boyunca, zaptiye şefleri· ve büyük para ba­ baları nın, halka çok uzak olduğuna inanılıyo rdu; bu nedenle çeşitli "temsili" organlarda bunlar ya hiç ya da pek az temsil ediliyordu. Şimdi bunlarla övünülüyor ve asıl önemlisi, toplum­ da bu gelişmelere �arşı hiçbir tepki bulunmuyor. Şu anda polis şefleri, ülkemizde, oligarklarla birlikte "en ünlü " kişilerdir. Ülkemi zde, belli başlı büyük kentlerin emniyet . . müdürlerinin ve hatta yardımcılarının atanmaları işi, bakan atamalarından çok daha önemli, tartı şmalı ve yankılı olabiliyor. R adyolar, vali atamalarını haber yapmazken, emniyet müdür­ lerini ilk önce duyuruyorlar ve emniyetteki önemli şube müdür­ le ri bile , kamu yönetimindeki herhangi bir genel müdü rden da­ ha çok merak ediliyor. Yakın zamanlardaki bi r gün, son derece semboliktir. Düşük kadın başbakan, hü kümeti kurma konusunda kendisine yeni­ den şans tanınca, i lk iş olarak lstanbul'a geli p, ülkenin önde ge­ len oligarklarıyla buluşuyor; partiler ve ı:neclis sistemi , açıkça bir kenara atılıyor ve bir başbakan adayı, hükümet formülünü önce oligarklara sunuyor. Bunu son derece temsili buluyorum. Aynı lstanbul ziyaretinde düşük kadın başbakan, masla­ hatgüzar olarak sürdürdüğü başbakanlık sıfatıyla , öldürülen bir gazetecinin ölümüyle ilgili soru şturma hakkında bilgi alabilmek iç�n, lstanbul emniyet müdürünü odasında ziyaret ediyo r; bunu da son derece temsili görüyorum.. Burada yeni olanı açı·k Jıkla saptamak gerekiyor; öğretici olan yeniliği saptayabilmektir� Bir: Başbakanların oligarşi ile içiçe olmaları hiçbi r zaman yeni değildir. Yeni olan bunların, hiçbir sınır tanımadan ve hiçbir yanı gizlenmeden, bir hükümet formülü arayışı olduğu açıklıkla belirtilerek yapı lmasıdı r. Yeni o lan toplumun hiçbir kesiminin b�nda yadırganacak bir şey 15 '·


görmemesidir. Diğerinde ise yeni olan şudur: Bir il polis şefinin, başbakanlarla aynı masaya oturması son derece yeni bir ge­ lişmedir.* Başbakanların bir polis soruşturması nedeniyle bilgi­ ye ihtiyaçları olduğunda ilk muhatapları içişleri bakanları'dır; daha tek nik düzeyde bilgi ihtiyacı doğarsa, emniyet genel müdürleri de çağrılabiliyordu. Bir soruşturma hakkında bilgi ala­ bilmek için büyük illerin polis şeflerini odalarında ziyaret etmek yepyeni bir durumdur; oir yanıyla, düşük kadın başbakanın, başbakanlığ ı nın bilincinde olmadığ ını gösteriyor. Bir de. her ye­ ni'nin iyi ve güzel olmadığını anlatıyor; bu karşı-devrimci bir ge­ lişmeyi çok açıklıkla gözler önüne koyuyor. örneklerle yazmak usulüm değildir; aslında, şu sırada, bu alanda temsili örnekler sayılamayacak kadar artıyor.** Bütün bu örneklerin hepsi bir yeni niteliğe işaret ediyor: Türkiye tekelli bürokratik devlet konumundadır. "Te�elli-polis devleti" yerine, "tekelli general ve polis. şefleri" devleti demek daha doğru gelebilir; ancak isimlendirme açısından pek uygun bulmuyorum. General ve polis kümesini anlatabilmek için ve daha iyisi bulununcaya kadar "bürokrat" ve bu nedenle de "tekelli bü rokrat devlet" ya da ''tekelli-bürokratik" devlet demeyi seçiyorum. *** Bu bizi, ordunun durumu nu biraz daha tartışmaya itiyor. Generaller , seksenli yılların ortaları nda, polis kastının bu ka­ dar ön plana çıkmasından rahatsızlık duydular ve · bunları bir ölçüde de politik problem haline getirdiler. Ancak bu rahatsızlık şimdi Q.eride k 9 1mış görünüyor. Polise bağlı terörle mücadele masa.larının bir silahlı ve illegal ..siyasi parti" örgütlen mesine * Türk politika tarihinde, Istanbul polis şefinin bu kadar ön plana çıkışııuıı bir diğer örnegi de, altmış .Yılının hemen öncesinde, zanıanın başbakanı Adnan Men­ deres'in lsıanbul'daki gizli aşk buluşmalarında, lstanbııl Emniyet Müdürü'nün bi­ nanın çevresinde gözcülük yapmasıdır. Şimdiki büyük terfi olarak ortaya cıkcyor. ** Türkiye Jde bakanlık da yapan eski bir bürokratın, yakın zamanlarda, Sabancı Holding yönetim kurulı!.n a seçilmesi nedeniyle pek cılız tepkilere karşı kendisini savunması çok acıdır. Ozetle şöyle diyordu: "Beni seçtiklerine göre bende deger buluyorlar ve ben bundan iftihar ediyorum. Kaldıki, henüz sadece bir yoklama yaptılar ve kesin atama olacagı da belli degildir. " Bu, Türkiye'ııin bugiinkü ' yönetenlerinin sonsuz zavalllığını sergileyen çok açık bir tablo oluyor.


dönüştürülmesi ve olağ�nüstü hal bölgelerinde, polisin, daha kirli i şlere. ve gösterişli başarısızlıklara bi r paravan işlevi görme- . si 1 generalleri, polis partisinin de iktidar ortaklığını kabule zorlu­ yor; bu kabul var. Bu kabul, ayrıca Türkiye gericiliğinin ihtiyaçlarına da uygun düşebiliyor. Ordu, böyle bir durumda daha laik ve kemalist görünme şansına sahiptir; çünkü, polis, çok daha islamcı bir konumdadır. Bu ayrılık, Türkiye gerici liğinin etkinliğini artırabili­ yor. Bu söyledikleri mi şu şekilde daha da açık hale getirebile­ ceğimi sanıyorum: Hürriyet gazetesi, tümüyle, Genelkurmay•ın yayın organı'dır. Kuruluşu eski olmayan ve yakın zamanda i�aj değiştiren Tgrt'yi ise tümüyle polis şeflerinin yayın organı ola­ rak düşünmek mümkündür. ikisi arasındaki eşgüdüm ise , Mit'in i lgili daireleri nin sorumluluğuna düşüyor. Tgrt, ölçüsüz ölçüde polis ideolojisini yayıyor. H ürriyet, tümüyle Genelkurmay'ın direktifleriyl� hareket edi­ yor. Hürriyet gazetesi, G enelkurmay'a stkıca bağlı bir yayın or. ganı olarak, sonuna kadar, Refah Partili bir hükümet kuru­ luşunu önlemeye çalı şıyordu. Tgrt ise çeşitli tarikatlar ta­ rafından paylaşılmı ş polis kastının da eğilimlerine uygun ola­ rak, Refah Partili bir hükümeti sevinçle karşılıyordu. Bunlar, ba­ na çok açık görünüyor; yalnız, bu kadarla kalmıyor. Kardak Krizi ve bu krizde Hürriyet gazetesinin rolü , benim heı:n bu çözümleryıemi ve hem de Hürriyet gazetesi ile ilgi li öteden beri yaptığım değerlendirmeleri şaşmaz bir · biçimde doğruluyor. Kriz'i başlatan doğrudan doğruya Hürriyet gazetesi olmuştur ve krizle birlikte ölçüsüz bir ordu övgüsü başlatılm ı· ştır.

•••

Ege Denizi'nin bu küçQcük kayalıklarının yarattığı kriz, Türkiye tarihi açısından çok büyük aydınlı klara gebe görünüyor. Bunu. aydınlıkların doğumunu, dört başlık altında toplamak istiyorum. Bir: Genelkurmay yayını olarak Cumhuriyet gazetesinin yeri17


ni Hürri yet gazetesi almıştır. Bu, çok yakın zamanın bir ge­ lişmesi değildir ; ancak yakın zamanın olayları bunu aydınlıkla gösterebiliyor. Hürriyet gazetesinin h�ç adları duyulmamış ga­ zetecileri nin , uygun bir zamanda helikopterle Bodrum'a eğlen­ meye giderken, yukardan, aşağıda bir ada görmeleri, binlerce adacıkla dolu Ege Denizi'nde, birden bire bu adanın Yunanilere deği l Tü rklere ait olduğunu bilmeleri, üstelik helikopterden adacıkta bir Yunan bayrağı görmeleri ve üstelik helikopterlerin­ de tesadüfen bir Türk bayrağı bulunması ile iki nci Dünya Sa­ vaşı'nın son günlerinde, 3 Aralık gününde, birdenbire birkaç okuyucunun Cumhuriyet gazetesine gelerek Behice Boran ..ve arkadaşlarının çıkardıkları "Görüşler" dergisinin ismindeki "G" harfinin tersine çevrildi ğinde orak-çekiç olduğunu fark etmeleri, Cumhuriyet gazetesinin hemen ikna olması, bu nu 4 Aralık ta­ ri hli sayısının birinci sayfasında yayınlaması , �ynı gün, bir rast­ lantı sonucu , başka bir gazetede başyazar Hüseyin Cahit Yalçın'ın bir başyazıyla gençliği komünistlere karşı kıyama çağ ı rması, böylece en büyük sağ terör eylemlerinden birisinde Boran'ın G örü şler dergi si . ile Sabiha ve Zekeriye Se rtel'i n Tan gazetesinin yerle bir edilmesi, bi r ve aynı niteli kte olaylardır.* Cumhuriyet gazetesi, Genelkurmay ile bağlarını sürdürüyor ; ancak önemini yitirmiştir ve asıl rolünü, Hürriyet'e bırakiyor. iki: "Kardak Zaferi" ile, 1 92 1 yılı başlarındaki birinci "lnönü Zaferi" arasında yakın paralellikler görebilecek durumdayım. Önce, kendi düşünme yolum uzeri ne dü şüncelerimtn bir bölü ­ müne de yer verdiğim bu incelememde, Birinci lnönü Zaferi'ni reddeden bulgular,ma nasıl_ ulaştığım konusuna da, kısaca, değinmek istiyorum. Ben, Birinci lnönü Zaferi'nin olmadığı sonucun·u veren araştırmalarıma, herkesin demir kadar güçlü bir biçimde · varlığına inandığı bu zaferden kuşkulanmam, gerektiren bazı verilere rastlayarak başlamadım; başlangıc ı � kesinlikle ampiri k değil, tümüyle teoriktir. Halkı bir mücadeleye katabilmek için

*

Yakın zamanda, dönek Türk aydınlarının Tarilı Vakfi 'nın, Cumh.!uiyet gazetesi başyazarı ilhan Selçuk'ıı Sabilıa-Zekeriye Sertel Demokrasi Odülü'ne layık görmesi ve ödıilü Sertellerin, Sertel'lere hiç layık olmayan kızları Yıldız'ın ver­ mesi, ülkemizdeki bellek silinmesinin acı göstergelerinden birisidir.

18


g üven kaynağı sayılan Sovyet bağlantısın ı temsil ede n Mustafa Suphi ve arkadaşlarıyla güçlü bir ge rilla pratiği sergilemiş olan Çerkez Ethem ve arkadaşlarını tasfiye eden bir önderliğin, mut­ laka güçlülük imajına ve bu nedenle bir zafere ihtiyacı olduğunu varsayarak .h arekete geçtim; bundan sonra da bütün bilimsel yürüyüşlerde olduğu üzere determinizr11i, temel felsefe saydım. Önderliğin tam ihtiyaç duyduğu sırada Yunanilerin bo­ yunlarını uzatarak Mustafa Ke mal ve arkadaşlarına bir zafer hediye etmele rini çok "ilahi" görüyordum; bu nedenle. reddede­ rek işe başladım. Çok güçlü bir reddiye kurdum ve bundan son­ ra kanıt ve veri toplamaya başladım. Bu yürüyüş, bendeki teorinin her türlü pratikten önce geldiği konusundaki inancı, çok güçle ndirmiştir . Einstein'in, Hesein­ berg'le yaptığı çok sevi ndirici bi r sohbet-tartışmada, kendisinin d aha önceki imaj larını reddederek, teoriyi başlangıç sayması ise, ek bir güç olmuştur. Ben�e böyle bir güçlü ön-teo ri oluşunca , daha önce oku­ duğum pek çok kaynakta, zaman ın tanıklarının, l nönü Zaferi ile alay ettiklerini ya da bunu uydurduklarını açıkça söyledikleri ni hayretlerle gördüm; daha önce gözlerim bağlı oldu ğu için göremiyordum. Yunanilerin bir tür keşif ya da manevra sayılacak yürüyüşlerinde Tü rk tarafının bir-iki sokak çat ı şma­ sından sonra çekilrrıeye başlaması ve bundanlardan habersiz Yunan kuvvetlerinin dönüşe geçtikleri bir zamanda küçük bir çobanın getirdiği haber üzerine Türk kuvvetlerinin bir kaç takip hareketi yapmaları , bir zafer olarak ilan edilebiliyordu. Çünkü , Mustafa Kemal önderliğtnin, bu sırada bir zafere ihtiyacı bulu­ nuyordu. Kardak Krizi, Türkiye yöneticHerinin paranoya haline alan bir bitmişlik krizi ortasında çıkıyor veya çıkarılıyor. Ayrıca, 1 993 yılı ortasında, Demi rel'in cumhurbaşkanlığı ve Madam Çiller'in başbakanlığa oturtulmasıya başlayan PKK• gerillaların a yönelik g erçekten topyekün taarruzun, bir zafer ile sonuçlanmad ığının, içerde ve dışarda çok açık bir biçimde ortaya çıktığı sırada patlıyor. Türk silahlı Kuwetleri de bir zafer imajına muhtaç görünüyor ; böyle bir zamanda çıktığı kesindir. 19


Yanındaki başka bir adacığa çıkart ılan ve büyük reklamlara konu olan, henüz kendisini hiçbir yerde kanıtlamamış deniz ko­ mandolarının, Kardak Krizi'nden kısa bir zaman sonra, acemi bir kazayla hayatlarını yitirmeleri, işin trajik yanıdı r. Ancak tele­ vizyon kamaraları ve yeni çıkma fıkra yazarlarının katılımıyl� gerçekleştirilen bu çıkış sırasında, Washington'un emriyle, vu ... nan tarafının geri çekildiği görülüyor; ama yine de kısa süreli bir zafer edebiyatı ülkemizi etkisi altına alıyor. Edebiyatın uzun sürmemesinde ve hatta yönetenlerden birisine "kardak" soyadı verilmemesinde , yaşanmakta olan siyasal kriz nedeniyle yönetenlerin çoğunun geçici sayılmasının etkisi olduğunu düşünebiliriz. Üç: Burada, gerektiği ölçüde açıklamam ve geliştirmem mümkün görünmüyor; ancak yine de not etmeden kendimi alamıyorum. Bu saptamamın arkasındaki maddi olgular kuşkusuz, Kardak Krizi ile sınırlı değildir; ancak formülasyona imkan veriyor. Görebildiğim şudur: Türkiye'de bir tükenme süreci içinde, politik kadrolarda ve kuşkusuz politika sanatında bir tıkanma ve gerileme var. Ancak bu tıkanmaya ve Türkiye politikasının kendisine açık yollar açısından çok dar imkanlı ol­ masına karşın, Genelkurmay, polis şefleri, Mit yönetimi, Tüsiad arasında pişiri len politik senary·o ıara . baktığımızda, Türk yönetenlerinin politika becerilerinin , Yunan politik kadrolarının, · Ermenistan'daki, Amerika ve Fransa'ya yayılmış Ermeni politik becerileriyle, Bölge'deki bütün ayaklara yayılmış ve Avrupa'da etkin olan açıktaki Kürt politika sanat ve· becerisinden çok üstün kaldığını kaydetmek durumundayız. Bunun herhalde çok çeşitli nedenleri vardır; emperyal bir yönetimin mirascısı olmak ve maddi güçlerin çeşitlilik ve gelişkinliğinin az olduğu böyle bir emperyal düzlemde politik senaryoları daha serbestçe formüle . . edebilmek, ilk anda aklıma gelen nedenler ara·sında yer alıyor. Dört: Ekonomizm, Lenin'in zamanlı ve yerinde işaretine karşın, Le nin dahil her yerde etkisini sürdürebilen bir tartısızlık hastalığıdır. Bunda herhalde, insanlığın modern uyanışında, toplumsal alanda bilim olarak, öncelikle iktisat ve tarihi bul­ mamızın katkısı büyüktür; iktisat bakışının kendisi ekonomistti r ve her ciddi tarih de, materyalist ve bu anlamda ekonomist


yazılmak zorundadır. Bu nedenle 9konomizm, toplumsal çözümleme yapan hepimizde, kendimizi sürekli olarak tetikte tutmadığımız sürece, zorunlu olarak bulunan bir meslek has­ talığı durumundadır. Bu hastalığın etkisiyle, emperyalizmin Türkiye'ye yak­ laşımını ve Türkiye mülk sahipleri sınıflarının emperyalist dev­ letlere bakışını, hep ekonomik çerçevede ele alıyoruz. Böyle bir alış, özünde doğrudur; özünde doğru olanlar, her zaman uzun dönemde daha çok doğrudur. Yalnız bu iç içe iki doğ­ ru lukla birlikte gözümüzden kaçan şudur : Kısa zamanda eko­ nomik çıkarların değişmesine karşın ve özellikle emperyalist devletler arasındaki güç kaymalarına, karşılıklı rekabetin med cezirine karşın, bütünüyle e�peryalist blok için, Türkiye'nin varlığını sürdürmesi · çok önemlidir. Bu önem zaman içinde azalıp artabiliyor; ama belki Sakarya Muharebesi'nden beri, li­ derliği değişen Batı dünyası için, Türkiye'nin Türkiye olarak kal· ması çok önemlidir. Belli bi r paradoksla ekleyebiliyorum; bu So­ vyetler Birliği için de böyle olmuştur.* Washington'un ve zaman zaman da Moskova'nın Kürt Sorunu'nu Irak ve lran'ı terbiye et· mek için kullanmasına benzer bir biçimde, Moskova da Türkiye solunu, Ankara Hükümeti'ni zaman zaman rahatsız edecek bir alet olarak görmüştür. Ancak bu dönemde hem emperyalist ve hem de sosyalist dünya için, Türkiye'nin yaşaması temel politi­ kadır. Bu saptamam, eğer gerçeği yansıtıyorsa, ekonomizmin boyutlarını aşan bir öneme sahip bulunuyor. Batı'nın son iki yüzyılın Türkiyesi'ne sadece ekonomik bakmadığını düşünüyo­ rum; başka nedenier bir yana, uzun yüzyıllar Batı dünyasını korkutmuş Türklerin, bir zamanlar gururlu Türklerin, son iki yüzyılda, belki dinleri hariç bütün değerlerini� Avrupalı insana benzeyebilmek için, teker teker atması ve bundan neredeyse

* Benim, birinci Türkiye işçi Partisi'nin yıkımının, zama,ıı,ı başbakanı Demirel'in

imzaladıgı büyük ticaret anlaşması ve belli yumuşama politikaları karşılıgında, Sovyetler Birligi Komünist Parıisi'nin inisiyatifiyle başlatıldıgı yollu tezim, bu çerçevede ele alınmalıdır. Tkp bu yıkımın aleti olmuştur. iyi niyetli, Thkp-Thko geııçligine ise kazmaları indirmek dü§miiştür. Waslıington'un özellikle otuzlu yıllarda Ankara ile anlaşmasından beri, lıerlıaııg i bir zamanda, Türkiye'nin istik­ rarına son vermek istedigini düşünemiyorum. Sovyetler · Birligi Komünist

21


şehvete yakın bir haz çıkarması, Batı başkent ve üniversiteleri için, bulunmaz b_i r tatmi n olmalıdır. Batı'nın bu denemeyi sür­ dürmek 1stemesi ve başka · nedenlerle birlikte, bunun içi n de, Türkiye Cumhuriyeti'nin varl ığını temel politika yapmasını anla­ yabiliyorum. Ekonomist yan Lyla vezinsiz aydı nımızın anlamakta güçlük çektiği bu noktayı, en çok anlayanlar da, mülk sahi pleri ol­ muştur . "Tezl�r" dizilerinde var ve şimdi açıklıkla yaz ıyorum : Türk mülk sahiplerinin de, Batı i le kaynaşmak istemesi, Na­ to'ya, Ortak Pazar'a, Gümrük Birliği ' ne girmek istemesi , hep po­ litik olmuştur. Türk mülk sahipleri, kendi sınıfsal iktidarının istik­ rarını , hep batı ittifakında bulmuştur. Bu açıdan bakı ldığ ında, ben Ortak Pazar'a girmeni n veya Gümrük Birliği için onur k ı_ rıcı bi r çaba göstermenin Türk ekono­ mi�i üzerindeki muhtemel tahribatlarını görüp, mülk sahiplerini uyarmak isteyen ve onları çıkarlarını göremeyen aptallar olarak algı layan Türkiye solcuları na hep güldüm; tahribatlar doğrudur, ancak, bunlar sadece şolun kaygısıdır. Hem bunlara, hem em­ peryalist bloklar arasındaki sürtüşmeleri abartanlara ve hem de Türkiye'nin ekonomik nedenlerle iflas edeceği ni ileri sürenlere hep gülümsemeyle yaklaşt ım; yetmi şli yıllardaki büyük ekono­ mik kriz nedeniyle Türkiye'nin çökeceğini söyleyenlere karşı , o sıralarda anti-ekonomist bi r mücadele verdiğimi hatı rlıyorum . Şimdi de, Kü rt Savaşı'.n ın yarattığı ekonomik yükle , Türkiye'ni n çökeceği veya bu nedenle barış masasına geleceğini söyle­ yenleri, aynı gülümsemeyle, uyarmayı sürdürmeyi devam edi· -yorum. Parıisi'ııiıı, yetmişli yılların soıılarıııa dogru böyle bir projeyle oyııadıgııız gösteren işaretler var. Sovyeıler Birligi Komünist Partisi'ııin o zamaııki genel söylemi, Tkp içindeki degişimler ı'e yeni egilimler, bunuıı karşılıg uıda, Dogu Pe­ rinçek ve arkadaşlarının , mııhtemele,ı Batı A lman istilıbaraıırıın tahrikiyle, Sovy�t Or{fııları 'ııın Doğu'dan g irmek üzereoldugıuıu temel politika olarak bilme­ leri, yayınlarını buna göre ayarlamaları, "beşinci kolu çökertmek" maskesi altında, gizlideki devrimcileri,ı isim ı·e adreslerini yayııılamaları çok dıişüııdürü­ ciidür. Ancak bu- projenin çok ıızuıı olarak ıuıulduguııu sa,ımıyorum; Afgaııistaıı , Polonya ve Türkiye'deki eyliUisı darbe, yeni egilimlere işaret ediyor. Tip, Tsip ve Tkp de aynı zamanda, Moskova ıalırikli tasfiyelere salıne oluyor; lıer iiç parti de içindeki sol ve deırimci unsurları, acımasızca atıyorlar. Gelmekte olan darbeyi, beııinı yazmama ve Tkp Başkanlık Kurulıı'11un ıartı§masına karşııt, unutabiliyor­ lar.

22


· ikinci Tü rkiye işçi Partisi'nin yetmişli yıllarda bana yönelik kampa.n yaları karşıs ı nda s ık sık , "hiç kimse kendi eksi kliği ni bende aramasın" diyordum. Şi mdi de tekrarlıyorum: Asıl eksik­ liğimizi , yanlış yerlerde görmememiz gerekiyor. Bakış ve çözü­ l üş, hep siyasi olmak duru mundad ı r. Bir: Hala, Batı için, Tü rkiye'nin stabilizasyonu temeldi r. Batı, Körtez Savaş ı sonucunda ve Kü rt Savaşı nedeniyle , Türki­ ye'ni n destabilize olacağ ı endişeleri içindedir. iki : 'Türkiye oligarşisi , emperyalizme po litik bakması nı öğ­ ren miştir. Üç : Türkiye sofu ve kaybolan ayd ı n ı , politik bakamamak­ tadır. Burada , bu görüşle ri mi n kan ıtların ı sergileyecek duru mda değili m ; çü nkü , her za�an olduğu gibi bu rada da, bakı ş açı sı netleştirildikten sonra, kan ıtlar büyük bi r te laşla doluşuyorlar. Hem empe ryalizmi n Tü rkiye'ye ve hem de Tü rkiye'nin mü lk sa­ hipleri oligarşisinin emperyalizme politik bakışı n ı n . kanıtları ve dayanakları sayılamayacak kadar çok görülüyor; saymakta bir i mkansızl ığ ını var. 27 Mayıs önce si nde , Türkiye'de bir ciddi i stikrars ızl ık görüldüğü aç ı ktı r. 27 Mayıs sonras ınd a ise Ci a'ni n gel mekte olan askeri müdahaleyi haber aldığı ve Tü rk yönetenle ri ne ha­ ber vermediği kesine yakı n bi r biçi mde gösterilmiş bulunuyor. Bu nokta, 27 May ı s 1 960 tari hindeki askeri müdahale ni n Was­ hi ngton'un bi lgisi çe rçevesi nde gerçekleştiği yollu değerlen­ �i rmeleri n te melini oluştu ruyor. Bu müdahalenin , hiç u mulmad ık yeni i stikrarsızlı klara kapı aralamasının d ı ş ı nda, kendisini doğuran istikrars ızlığı ortadan kaldırd ığı kesindir. Şimdi ben , bu ortadan kaldırılan i stikrars·ı zlık üzeri nde durmak istiyo ru m. / lşci s ı nıf ı n ı n örgütlü mücadelesi zayıftı r. Güçlü bir aydın mu­ halefeti görü lüyor. Bunun ötesinde başında benim olduğum son c;ıerece etki n bir öğrenci eylemliliği var; enflasyon olarak yeni yeni adlandı rı lan fiyat artı şları ve ödemeler dengesi açık­ ları nedeniyle ithal malları sıkıntı ları , daha sonraki yı llardaki­ ölçülere göre çok masu m kalmakla birli kte , dah a önceki yıllarla 23


karşılaştı rıldığında, savaş yılları hariç, dayanılmaz sayılıyor. ''Sabit gelirli ler" olarak bilinen memu rlar ve bu arada subayların yaşam koşulları ise çok açık olarak kötüleşmiş durumdadı r; zamanın başbakanı , subaylarla, gazi nolara gittikleri zaman en çok bi r gazoz içebildikleri için "gazozcular" diye alay edebiliyor­ du . Böyle bir durumda, Bayar-Menderes istibdat rejiminin , bi r is­ tikrar sağlayabilmek içi n çeşitli manivelaları harekete geçir­ meye çal ıştığını görüyoruz. Bir: Kürdizm ile yakınlaşma yollarını arıyor. Bu yakınla­ şman ın çeşitli yolları nı görüyoruz; o zamanlar bizim yaşımız­ daki Şeyh Sait'in torunu Abdülmelik Fırat'ın, yaşı büyütülerek milletvekili yapı lması son derece semboliktir. Bu, rejimin genel olarak Bölge·ye açılmasının sadece bir parçasıdır. Ancak bu açı lım ciddi görünüyor; çünkü, üniversite gençliği içindeki bizim özgürlük ve devlet denetiminden kurtulma mücadelemizde, bi­ zim içimizde de Kürt öğrenci ler bulunmakla birlikte, Bayar-Men­ deres tarafı tümüyle Kürt üniversite öğrencileri tarafından yöneti liyor ve Kürt rengini fazla saklamak gereğini duymuyor­ lardı. iki : Bayar-Menderes tarafı , dine yönelik çok net bir açılım içinde görünüyor. Nurculuğun kurucusu Said-i Nursi ya da Sa­ id-i Kürdi , sistemi stabilize etmek üzere harekete geçiri liyor. Cumhuriyet öncesinde kürdist politikalarıyla tanınan Said'in çıkışı , hem muhalefetteki cumhuriyetin kurucu kadroların ı tah­ rik ediyor ve hem de kürdizm ile islamizm arasında köprü işlevi görüyor. Üç: Bu dönemde, hapisten yeni çıkan tanınmış komünist Dr. Hikmet Kıvı lcımlı·nın açıkta politik mücadele yaptığına ve en­ gellenmediğine tanık oluyoruz. Yalnı z Dr. Kıvılcımlı , sosyalizm adına, çok açık bir biçimde iktidardaki Menderes Rejimi'ni des­ tekliyor ve bu nedenle bizim türümüzden, bi r yandan M enderes istibdat. , ile mücadele eden ve diğer yandan komünist örgütleri arayan gençleri , yanına çekememek bir yana itiyo r. Bunun, Menderes Rejimi için de bir sorun olması ihtimal dahilindedir; çünkü , 1 960 yılı baharında, Tür1<iye'de, Profesör Akgüç'ün baş24


kanl ığ ı nda bi r sosyalist parti ku ru l muş olduğu nu öğreniyoru z.* Bu parti nin ku ru lu şu i le zamanı n başbaka n ı Menderes'in, Mos­ kova'yı ziyaret edeceği ni n duyu ru l mas ı eşzamanl ıd ı r. Bunları son derece öğ retici bu lduğu m için kaydediyo ru m ; M enderes'i n , Moskova'ya gitmek için Was hi ngto n'dan vize ald ığı ko nusunda bilgi lere sah ip değiliz . Wash ington'u n, askeri müdah ale hazı rlığını Menderes'e duyu rmamas ı nda bu nokta­ n ın etkili olması mümkündür. Yaln ız bütün bu nlar, beni m çö­ zümleme zi ncirim içi nde iki nci planda kal ıyo rlar; Tü .rkiye'de is­ tikrarsız l ığı n solcu luk, islamiz m ve kürdizm di namikleri n i n siya­ set sah nesi ne çıkışıyla ilgi li . olmaş ına daha çok önem veriyo­ ru m. 27 M ayıs' ın sağladığı istikrar ise, önce solcu luğun ve çok daha büyük bi r güçle sahneyi kaplamaya başlamasıyla bozul­ maya başlıyor. Yetmişli yıl lara gelirken, bu üç vektörü n de , bağ ı rTlsızlık peşi nde koştukların ı ve kendi senaryolarını oyna­ mak istedikle ri ni görüyoru z . Bu üçlüde , yetmişli yıllara geli rken e n güçlü ve aktif olan solcu luk ekse nidir; islam , yine devletin içindedi r ve bu kez solcu luk i le kürdizm, Tü rkiye işçi Parti si 'ni n . içi nde bi r ittifak hali nde görünüyorlar. Ordu içi nde ise çok güçlü radikal örgütlenmeler bu lunuyor; bu örgütlenmele r sola yakın , ancak islamizm ve kü rdi zme çok u zak duruyor� ar. 1 2 Mart 1 97 1 ve izleyen 1 2 Eylül 1 980 da rbelerinde Was­ hi ngton'un parmağı uzeri nde çok duru lmuştu r; bu konuda her­ hangi bi r kuşku da bu lunmuyor. Ayrıca bu parmak, artık bir oyu n kuralı nite liği ni almı ş görü nüyor; darbe plancı ları nı n , Wash i ngton'u n vizesini almaları esast ır. Wash i ngto n da, bu h e r iki darbeye , kendi operasyonu gözüyle bakmıştı r; hem kendi sis. temi içi nde ve hem de Avrupa'da, d arbelere karşı tepki leri karşı lamayı ve yu muşatmayı da üzerine al ıyo r. Bu kadar d eği l ; özellikle sonuncusunda Washi ngton sadece bi r vize makam ı · o larak değil , tam bir uygu lamacı olarak hareket etmi ştir. Darbe ö ncesi ve zaman ı n ı n büyükelçi si Spain , uygulamada ve kadro-

* Beııim için bu öğrenme tarihseldir. O sırada politikayla çok yakıııdaıı ilgi�{ ol­

m�ma karşııı. pek haberimi: olmamıştı ; ayrıca başkanı hakkında, Dr. Ozıin Akgüç 'üıı babası ve daha sonra Tsip Başkan ı olan Ahmet Kaçmaz'ııı kayıııpederi olmasından başka bir bilgimiz de bulunmuyor.

25


ların düzenlenmesi nde aktif rol oynarken , darbeden hemen sonra Tü rki ye'de büyü k elçi olan Straus-Hupe darbenin ku ru m­ laşmasın ı n mimarları ndan bi risi konumu na gelebi liyor. Yal nız şi mdi ben bunlardan daha çok yakı n zamanın ge­ lişmeleri ile i lgi liyi m ; kısaca ve sondan başlayarak üç ge­ lişmeden söz etmek istiyoru m . Bir: Türkiye'deki k ısmi anayasa değişiklikleri , umulmad ık bi r zamanda ve bi rdenbi re , 1 995 yılı nın yaz ayları nda bi r temmuz günü nde gerçekleşti ri ldi . Ben , Meclis'te anayasa içi n oylama yap r l ı r ve mesut so nuç alın ı rken Cia'nin yeni başkanı Deutch'ı n Ankara'da bulund uğunu sap­ tamış bu lu nuyoru m . Asl ı nd a bu saptama zor bir iş değil ; Cia Başkanı 'n ı n beklenen ziyareti , ziyaret gerçekleştiri ldikten bir süre sonra bası na duyu ru luyor; benim yaptığı m, Ankara ziyare­ ti i le anayasa oylamaları nın ayn ı tari he geldiği ni , basit bi r par­ mak hesabıyla çıkarmaktı r. Dolayıs ıyla, gizli belgeleri deği l , ga­ zete takvi mle ri ni dillendirmiş oluyorum. Washi ngton'u n 1 995 yaz müdah alesini , o zamana kadar iz­ leyen yo lla, Türkiye'de istikrarı n sağlanmas ı n ı n i mkans ızl ığ ı n ı n kabülü olarak görüyoru m. C i a Başkan ı 'nı n getdiği sırada, hükü­ met kan atl arın ı n bir erken seçi me de ikna edildikleri gö rü lüyor. Daha önemli si , muhalefetteki sağ partilerde n bi risi , başkanı ka­ nalıyla, diğerine karşı bir haçl ı hücü muna raz ı ediliyor; Cia Başkanı'n ı n ge ldiği zamanda M esut Yı lmaz , seçi mlerden sonra kendisi ni çok zor duruma sokacak bir biçi mde , Refah Partisi'ni rejim düşmanı ilan ediyor. Öyle görünüyor, Cia-Genelkurmay­ Tüsiad , ayaklanan kü rdi zmi pasifize etmek, islamizmi geri püskürtmek ve potansiyel bir tehlike kabul edilen solculuğu ise şaşı rtmak içi n ye ni se naryolarda anlaşmı ş bulu nuyor; Doğu Pe­ ri nçek'in işçi Partisi'ne Cumhuriyet gazetesi ayd ınlarıyla bi r do­ ping yapmak ve Kü rt mücadelesiyle birleşme i şaretleri ve ren ve alttan gele n radikalizasyon dalgalarıyla karş ı laşan Are n'in Sosyalist Partisi 'ni , yol kesici Dev-Yol i le tasfiye etmek işte bu s ı rada kararlaştırı l ıyor. Bir kez daha o rtaya çıkıyor; Türkiye'de stabi lizasyon, hep, bu üç dinamiği , solculuk, kürdizm ve i slamizmi , merkezin kontroluna alabi l mektir. iki : Madam Çiller'i n Dyp genel başkan ı seçi ldiği gü n de, Amerika Dışişle ri Bakan ı Chri stopher, anl aşı l26


mas ı zor bir ziyaret için Tü rkiye'dedir; Ankara'ya uğramadan sonuçları lstanbul'da bekliyor. Ben, bu bekleyişin, Amerikan yu rttaşı Madam. Çi ller'in , iki rakibi Sezgin ve Toptan'ı n, birinc i turdan sonra seçi mden çekilmeleri ni sağlamada etkili olduğunu hep düşü ndüm; dah a kıdemli ve o zamana kadar mülayim tan ı nan , Sezgi11 ve Toptan' ın, bi rbi ri lehi ne seçi mden çeki lme­ meleri son derece düşündürücüdür. Şimdi ayn ı partide kardeş kardeş varlıkları n ı sü rdüren bu i ki eski politikacının, ilk dene� meden sonra, başkanlığı bir Ameri kan yurttaşına bı rakmaları içi n , herhalde iş çevreleri . ve başka çevreler taraf ından uy­ arılmış olmaları gerekiyor; zamanı n meclis başkanı Ci ndo­ ruk'un daha sonra, Demirel'in kendisi ni , genel başkanl ı k ada­ yl ığı ndan cayd ı rdığını söylemesi , bu yönde düşü nmeyi sürdür­ memi gerektiriyor. Şi mdi daha iyi görüyoruz ; 1 6 Nisan 1 993 tari hinde , PKK ta­ rafı ndan , mu htemelen Devlet Başkan ı Özal i le dolaylı görü ş­ melerden sonra, tek taraflı olarak ilan edilen ateşkeste n bi r gün sonra ôzal'ın beklenmedi k bir biçimde ölümü , h em tari hin akı ş ı n ı h ız land ı rıyo r ve hem de Ame ri ka ile Türk Genelku r­ mayı'nın pek fazla i şi ne geliyor� Bu ö lü m , hemen öncesinde ve beni m "vezir düşürmesi" yaz ı s ıyla siyasal cinayet olabi leceğini i leri sürdüğüm Jandarma Genel Ko mutanı · ve Kürt M asası yet­ ki lisi Gene ral Bitli s'i n ve yazar Uğur M u mcu'nun ö ldü rü lmeleri­ nin hemen arkası ndan gerçekleşiyor. Özal'ın boşluğundan son­ ra, i smet l nönü'nün oğlu Erdal l nönü'nü n büyük ihanetiyle , kor­ kak ve yı pranmı ş politikacı Demi rel, cu mhurbaşkanlığ ı na ve Amerikan misyo ner oku lu Robert Kolej mezunu , zaman zaman temyiz kudretinden yoksun izlenimi veren, ancak kesi nlikle gö­ zükara , Madam Çille r'i n başbakanlığa oturtu lmas ı kolay oluyor. Ben bu nu , zamanında, "darbe" olarak i lan ettim . Bugünden baktığı mızda ve uluslararası uzman yayı nları in­ celediğimizde , bütü n bunları n, son derece mantıklı gelişmeler olduğu sonucuna varabiliyoru z ; çünkü, böyle bi r yeniden görev­ l endi rme ile PKK geril laları na karşı , topyekün bi r taarruzun başlat ı ld ığı nı görüyoruz. M adam' ın kadın olması, beyni nin sa­ d ece ve sadece en son söylediklerini kaydetmesi ve kaydettik­ leri ni çok kısa bir zaman aral ı ğ ı nda otomatik olarak silmesi , en27


gin bir birikimsizliği temsil etmesi , medyatik sayılan bir dönem­ de, önemli görülen imaj ihtiyacına uygun düşü yor; Cia kompü­ tü r1eri , başbakanlık koltuğu için , Mart 1 97 1 tarihinde Profesör Nihat Erim'i ve Haziran 1 993 tari hinde ise Profesör Madam Çiller'i çıkarıyor. Burada topyekün taarruzdan söz ettiğim zaman, sadece bütün silahlı kuwetlerin, özel timin, korucuların, Türk medya­ sının kullanılmasından söz etmiyorum; daha fazlası var. Aynı zamanda bütün büyük devletler de bu hücuma katılıyorlar; bu, Batı'nın Türkiye'nin istikrarına verdiği önemle ilgili benim vurgu­ larımı doğruluyor. Bölge'deki büyük askeri taarruz, Avrupa'da PKK yandaşı ve sempatizanları ile açıkça PKK karşıtlığı yap­ mayan Kü rt örgütlenmelerine karşı büyük bir hücumla d�stekle­ niyor. Taarruzda, Ortadoğu'da Amerika, Avrupa'da Almanya · , i nisiyatifi belirliyorlar . Üç: 1 99 1 yaz ayları ise benzer bi r ziyarete ve çok önemli gelişmelere tanık oluyor. Bu kez ziyaretçi Amerika Cumhur­ başkanı Bush'tur ve Bush'un ziyareti için yapılan hazırlıklarda , Diyarbakır'da özgürlük savunucusu Vedat Aydın'ın kaçırılarak i şkence ile öldürülmesi ve öyle sanıyorum çok ciddi bir Cia is­ tihbarat yardımıyla, Türk polis partisini n silahlı güçlerinin Dev­ Sol'un lider kadrolarının önemli bir bölümünü öldürmeleri de yer alıyor. Ben, bu iki ölümü , zamanında, yeni bir iç savaş ilanı olarak nitelendirmiştim; şimdi iç savaş çözümlemesine bağlı kalmak üzere peryodizasyonda değişiklik yapmak durumun­ dayım. Aynı zamanda zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz'ın, hiç ge­ rekli olmadığı halde, çoğunlukla hükümet etmesine karşın, bir erken seçim kararı aldığını da görüyoruz. Benim düşünme yöntemimde, Marx'ın Ricardo'dan alıp kristalleştirdiği düşünme yolunda, normal olmay�n değişiklikler çok önemli ve uyarıcıdır; Yılmaz'ın kendisini h(jv�·jmetten uzaklaştıran erken seçim kararı normaldışıdır. Bir yanıyla, Washington ve Genelkurmay ta­ rafından zorlandığını ve diğer yanıyla da, Mesut Yılmaz'ın, ken­ disine açıklanan vahşet politikasının dışında kalmak için bir süre hükümetten ayrılmayı planladığını · hep düşündü m ; Ma­ dam Çiller'in uzun yıllar ve siyasal polemik içinde, Yılmaz için, 28


"kaçtı" demesi ni , bu şeki lde anlıyorum. Burada bir parantez açma gerektiği duyuyo ru m. Dostumuz M usa Anter öldürüldüğünde Demirel hemen, .. bi rbiri ni öldür­ dü ler" demişti ve biz bu söze büyük tepki duymıJŞtuk; hat ı rl ı­ yoru m. Şimdi ise bu sözü çok önemli buluyoruITT, okuduğu m pek çok yabancı ve uzman araşt ırmacı bu söz üzeri nde durdu­ lar ve benim diktati mi çekmiş oldular; bu söz, Demi rel'i n anı nda Anter Dostumuz'un nasıl öldürüldüğünü kesi nlikle bildiği nin kan ıt ıd ır. Şi mdi biz de çok iyi biliyoruz ; Musa Hoca, kendisi nin devri mci o larak tanıdığı ve güvendiği ancak, çok kısa bir süre önce itiratç·ı olan bir Kü rt taraf ı ndan katledi lmişti r. Bunu biz şimdi , aradan çok zaman geçtikten ve bu tür cinayetleri n pek çok kez tekrarlan ması ndan sonra biliyoruz ; ancak cinayetin o lanca � ,cağ ı nda Türkiye Devlet Başkanı 'n ı n bunu bilmesi son . . derece ü rkütücüdür. Çü nkü cinayeti n s ıcağ ında kendi si ne, yetkili makamları n ci nayetin nas ı l işlendiği konusunda çok doğru bi lgi verdikleri anlaş ı l ıyor; bu nu n ise i ki anlam ı vard ı r. Bi r: Yetki­ li makamları n cinayeti n nasıl i şlendiğini , ci nayetin s ıcağ ı nda bil­ meleri , ancak ci nayeti örgütlemeleriyle mü mkündü r. i ki : Bir devlet başkanı nı n bunu doğru kabu l etmesi ve hemen açı kla­ mas ı i se , bu prati kten önceden haberli olduğu anlamı ndad ır. Şimdi bu parantezin yardı mıyla bi r önemli so nuca gelmiş bulunuyo ru m; ben başbakanl ıkta daire başkanlığı yaptı m ve Demi rel, başbakanl ığa geldiği 1 965 y ı l ı nda, beni orada bu ldu . Demi rel'le çalışmak istemedi m ; Demirel, o za manlar güve ndiği Turgut Özal' ı bize müsteşar olarak gönderiyordu ve benden çok önceki kuşaktardan olmaları na ka rş ı n, 27 May ıs'tan sonra Ozal ve Demi rel bizim yan ımızda yedek uzman olarak çalı ş­ tı lar, bu nedenle özal'ı tan ıyordu m, çok yeteneksiz birisi olarak biliyordu m, ayrıldı m . He m devlet pratiği m var ve hem d e i ncele­ yerek teori si ni öğrenmeye çalı şt ı m; bi ldiği m, Türkiye Cumhuri­ yeti tarihinde , önemli cinayetleri n, en üst makamlara danışı­ lmadan kesi nlikle uygu lamaya konma_m asıdır. Kuşkusuz her zaman isi mler düzeyinde bi r izi n alma söz konu su değildir; ama bir içsavaşı n ilanı ya da insan ları mız ın mahkemeye götürül­ meden ortadan kaldırı lrrias ı n ı n bir devlet politik�sı olmas ı , A­ merikan Başkan , Bush'uri geldiği zamanda kabu l edilen ve be29


nim içsavaş olarak nitelediğim politika budur, en üst noktadaki yetkililerin onayı olmadan imkansızdır. Yakın tarihimiz de bu imkansızlığın gözkamaştırıcı iki örne­ ğiyle süslüdür. Bunlardan birisi, ellili yılların ikinci yarı-sındaki istikrasızlıkla ilgilidir. O sırada önplanda gençlik politikası içinde olan bizler, zamanın Devlet Başkanı Bayar'ın, ismet lnönü için "öldürürüz, bir güzel cenaze töreni yaparız" dediğini duyuyor­ duk; ismet Paşa da sürekli siyasi suikastlardan korkuyordu. Bazı denemelere karşın sonuçlanmadı; Ordu'nun bu kararı uy­ gulamadığını biliyo ruz. Diğeri ise "düzeni değiştireceğiz" slo­ ganıyla iktidara yürüyen ve kütleleri harekete getirerek hükü­ mete yaklaşan Ecevit'le ilgili suikast girişimidir; yetmişli yılların ikinci yarısındaki bu suikast girişimi, tam teşebbüs başlamış­ ken, zamanın Başbakanı Demirel, bir yazıyla, Bülent Ecevit'e ihbar etmiştir. "General Ersun Suikastı" olarak da bilinen ve büyük bir ihtimalle Si lahlı Kuvvetler içinde hazırlanan bu gi­ rişimi, i hbar ederek Demirel boşa çıkarıyor; bu, Silahlı Kuvvet­ ler nezdinde de Demirel'�n kişiliğinin bir yanını apaçık hale geti­ riyor. Bir : Demirel, kendisine sorumluluk getirmeyeceğini düşün­ düğü her türlü cinayeti büyük bir demagojiyle savunuyor. Bi r Mayıs cinayatlerini savunması, Albay Türkeş'i hep tutması ve başbakanlık yardımcılıklarına getirmesi, ülkücü cinayetlerinin üzerini örtmesi, kişiliğinin bu yanının aynasıdır. iki: Ancak daha açık cinayetler, meşruiyet duygularını olmasa bile korku duvar­ larını delebilmektedir; Özal'ın ölümü üzerine ben Demirel'in Çankaya'ya çıkartılmasını, bu açıdan da, generaller için bir me­ sut gelişme olarak değerlendirdim. Kuşkusuz bu nedenle, Çankaya'da Demirel ile Başba�an­ lık'ta Madam Çiller arasında en ufak bir çelişki ve sonlfl . görmedim. Birbirine ve 1 993 yaz ayından sonraki politikalara, bu iki liden daha uygununu düşünemiyordum; bu nedenle de, tüm yazılanların aksine. Demirel'in Hüsamettin Cindoruk'un başbakanlığa yürüyüşünün önünü ısrarla keseceğini düşünü­ yordum. Cindoruk, tutarlı bir politikacı olmamakla birlikte bu düzenin ve gündemdeki senaryoların kabul edemeceği kadar meşruiyet duyguları olan bir politikacıdır. Bu nedenle de Demi30


rel ile Cindoruk'u hep yanyana değil ve karşı karşıya koydum; olayların gelişimi , benim düşünme sistematiğimi doğrulamış bulunuyor. * *· *

"iç Savaş" sorununa dönmek istiyorum. 1 99 1 yaz ayında

yeni bir "iç savaş" ilanından söz ediyordum; şimdi zamanla­ mayı değiştirniek zorunluluğunu duyuyorum. Bir hatırlatmaya gerek var; benim bilgime · göre , benim dışımda, Türkiye tarihinde iç savaş çözümlemesi yapılma­ mıştır. Benim "Fatih Sultan Mehmet" çalışmam yö·ntem açısından çok önemlidir; burada, bana göre Osmanlı'nın tam kendisi olan bir dönemi, tümüyle çekişkiler ve siyasal partiler mantığıyla çözümlemeyi denedim. Bu, Osmanlı tarihini tekdüze gören bütün çalışmalardan önemli bir ayrılıktır; buna ek olarak yakın zamanlara bazı iç savaş dönemleri ekledim. Bir: 1 8061 826, bir iç Savaş dönemidir. Tanzimat'ın stabilizasyonu, bu döne�in arkasından geliyor. iki : 1 906- 1 926, bfr iç savaştır. Cumhuriyefin stabilizasyonunu, Kürt Ayaklanmaları'nın sü r­ mesine karşın istikrarını, 1 925- 1 926 tari hinden i tibaren baş­ latmak eğilimindeyim. Üç: Altmışlı yıllarının ikinci yarısından sonra çeşitli iç savaş dönemleri ilan ettim ; 1 99 1 iç Savaşı, bu­ nun sonuncusudur. Şimdi bu görüşlerimi toplamak zorunlu­ luğunu duyuyorum; bana göre, 1 966- 1 996 bir iç savaş dönemidir. Benim daha önceki iç savaşları kapatan çözümle­ melerim gerçeği yansıtmıyor; aslında aynı iç savaş içinde ateşin hafif lemesi veya kesilme olarak ortaya çıkıyor. Şimdi bu­ nu daha iyi görüyorum: yaklaşık olarak Demirel'in başbakanlığa oturduğu dönemden bugüne Türkiye bir "Otuz Yıl Savaşları" dönemini yaşıyor. Kürt Savaşı, bunun dışındadır. Ancak Kürt Savaşı, bu iç savaş ile çakışıyor. Bu otuz yıl savaşlarında, bizim taraf, iki büyük kayıp yaşa- · mıştır. Bir: Örgütlü işçi sınıfı sendikacılığımız yıkılmıştır. Şu an­ da Disk. başkanı ve sekreteri ile bir mafyanın elindedir ve hiçbir gücü temsil etmiyor. Başkanı. gümrük birliği söz konusu ol­ duğunda. Brüksel'de oligarşi ile birlikte kulis yapacak kadar 31


s ıkı lmaktan uzak bi risidir. Başkan ı aynı zamanda , o ligark cena­ zelerinde oligarklarla öpüşmeden haz alan b i r zavallıdı r . i ki : Biz, bu iç savaş'ta, ayd ı n h areketi mizi kaybettik. Şu anda Tü rki­ ye h erh angi bi r aydı n etkinliğinden yoksu n bulunuyor. Biz, bu iç savaşı çok yak ı nd an ve göğüs göğüse yaşamı ş bulu nuyoruz. Yetmişli yıl lar ortası nda çı kan bizim Yürü yüş D e r­ gi miz , en çok Disk'in, oligarşiye tesli m edi lmesi ne karş ı bi r sa­ vaştı ; kaybettik. Bizi m, seksen li y ılların iki nci yarı s ı nda çıkan Toplu msal Ku rtuluş de_rgi mi z , en çok ayd ı n hareketi ni n çökü ­ şünü önlemeye yönelik bi r savaştı ; bütü n varl ığ ı m ızla girdiği miz bu savaşı da kaybettik. . işçi örgütü müzü ve ayd ı n hareketi mizi kaybet mek , i n ­ san ı mızı öksüzleştirmişti r. Bu ise, i nsa n ı m ızı kimliksizleştirme k ve kişi liksizleşti rmek isteyenlere çok elveri ş li bir ortam haz ı rla­ m ıştı r. iç S avaş , bi r yanıyl a tekelli bürokratik devleti yerleşti rmek · ve diğer yan ıyla i nsan ı m ızı , i nsanl ı ğ ı ndan çı karmak içi ndi r; bu i kisi , bi r madalyonu n i ki yüzü duru mundad ı r. Kü rt Savaş ı , bu politikan ın, tek politika haline geti ri lmesi içi n de ku llan ı l ıyor; bu , Türkiye oligarşisi içi n yönetmeyi kolaylaştirıyor. Kürt Savaşı i le içiçe gi ren iç savaş, toprakları mızda büyük bi r transfo rmasyo n sü reci ne .dö nü şmüş bul u nuyor ; ancak ayn ı zamanda, karş ı s ı nda da, "yaranma" eğili ml eri ni güçlendiriyor. Bu eği li m, bugün içi n, her iki cephede de var; ancak, Kü rt mücadelesi nin açı k alanları nda dah a belirgin olarak o rtaya ç ıkıyo r. �ugü n, açı ktaki mücadele nin politik, id eolojik ve bas ın .. yayı n alanları nda yaranma kanalları ön plandad ır. Bunu n mutlaka nesnel nedenleri bulu nmak du rumu ndad ı r. Kürt devri mci mücade lesi nin, iktidardan önce, bu tür mücadele­ lerde görü lmemi ş bi r kütlesel liğe ve olanak genişliği ne u laş­ mas ı, san ıyoru m, bu kal ı n yaranma çizgilerinin altı ndaki en ö nemli dinamikti r. Çü nkü bu olanak zengin liği , sıcak temasları n d ışı nda, çok güçlü bi r karyeriz m eği li mi doğruyor; bugü n aç ı k Kü rt h areket li liğinde karyerizm , en tehdit edici hastalı k o la rak görülüyor. Karyerizrnin politik yans ı mas ı , yaranma çizgisidi r. Bu çizginin , ilk planda görü leni n çok ötesinde olumsuz so­ nuçları olduğu nu düşü nüyo rum. Karye ri zm ve yol açt ığ ı yaran32


ma çizgisi , Türk yönetenlerinde, kentsel alanlarda, istedikleri sonuca ulaştıkları izlenimini . uyandırıyor; böyle bir değerlen­ dirme içinde , Türk yönetenleri nin sorunun sadece kırsal kesime hapsedildiği ni düşünmeleri normaldir. Bu ise, bu yaranma çiz­ gisinin pek iyi niyetlerle geli ştirildiğinin düşü nülmesi halinde bi­ le, amacına tam zıt sonuçlar doğurmasını önleyemiyor; böyle bir değerlendirmenin pek hoş olmadığ ı nı kabul ediyorum. * * * Hoş olmayan sor:,uçlara yönelen eğilimleri saptamak, siyasal iktisatın genel çizgisidir. Yalnız ben siyasal iktisatı n sı­ n ırlarını aşmak istiyorum . . Ayrıca, bu arada, kendimi hiçbir zaman koruma savaşlarıyla sınırlamadığımı ifade etmek gereğini duyuyorum . Kişiliğimden olabilir ; en umutsuz ve imkansız zamanlarda da, savunma için değil, daha yeni mevziler ·için savaş etmeyi seçtim. Bilmiyorum, belki de kaybımızın· bir nedeni de budur; böyle düşünmüyorum, ama, yine de yazmadan geri kalmıyorum . Toplumsal Kurtuluş mücadelemizde de, aydını savunmak değil, daha ileriye götür­ mek istedik ; bizim Kürt Cehpesi'nde yerimizi almamız, bi r ay­ dını canladırmak ve Türkiye sosyalizmini yeniden tan ımlamak hücumudur. Aydın mücadelesinde yenik savaşımızı n belli aşamaları var. Bir : Aydın Belgesi ve Ekin-Bilar yürüyüşlerimiz* oligarşi kadar , yurtdışındaki sol birlik'i ürküttü; o sırada Sofya'da toplanan, Be­ hice Boran, Kemal Burkay, Teslim Töre, Ahmet Kaçmaz ve Na­ bi Yağcı'nın parti leri adına katıldıkları toplantıda yükselen aydın hareketimizi durdurmak ve bölmek için karar alındığını biliyo­ rum. Bu toplantı nedeniyle bana ulaştırılan bilgiler doğruysa,

* Ödp'nin

kuruluşu sırasında yapılan "aşk ve devrim " şölenine 011 beş bin kişinin katıldıgıııın terörist medyada övgü konusu olması. bu partiııin yönetimin-de, bunu bir başlangıç sayma egilimine yol açıyor. Seksenli yılların başlarında bizim Ekin­ Bilar toplantılarımız içiıı, Taksim 'de Hilton'ıın önündeki Elmadagı Caddesi'nin saatlerce trafigiıı durdıığııııu, toplantılarımıza girmek isteyenlerin biııa kapılarını kırdıkları, toplantı salonlarımızın kalabalık nedeniyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kqldığı , pek çabuk ııııuıuluyor. Biz üstelik, o zaman lstanbııl'da emııiyeti yöneten Uııal Erkan-Mehmet Ağar çiftiyle de boguşuyordıık. Bu, belleksizligin saıııldıgından yaygın oldııgunu11 işaretidir,; ba11a sürpriz gelmiyor. Çünkü korku­ yu hep belleksizlik olarak algılıyorum.

33


Tip ad ı na Boran, önce bizi destekliyor; ancak delegasyonda bulu nan Sargın ve Sakalsız' ı n zorlamasıyla görü şlerini değiş­ ti riyor; Aziz Nesin'i n, hiç yokken bana karşı hücuma geçe rek ayd_ı n hareketimizi bölmesi , sol bi rlik'in Sofya toplantısı son ­ ras ı na rastl ıyor.* iki : Aziz Nesi n-H aluk Gerger'i n , bazı Tip' lileri de yan ı na alarak Peri nçek'i n Ayd .. ı n l ık gazetesi ne katı lmaları , bu bölme işleminin devamıd ı r. Uç : Ancak 1 995 Seç i mleri , bu alanda sonuç al ıcı adı mların atı lması n ı nede n _ oluyor. Genel­ kurmay, Cumh u riyet gazetesi aracığ ıyla aydı nları n büyük bi r bölümünü, kemalist ve Kü rt Yükselişi'ne karşı bi r tutum alan Peri nçek'i n Parti si'nde topluyor. Dört: Bu topla manın kuşku u yand ı rdığ ı bir zamanda i se , terörist medyan ı n büyük desteğiy­ le, Ödp ku ruluyor. Ödp, bi r yan ıyla, Türkiye ayd ın harek�ti nin sonu ve toplu mezarlığıdır. Son seçimlerde Tü rkiye ayd ı nları n ı n kütle halinde Pe­ ri nçek'in Partisi'ne destek yağdı rmaları ve ge ri kalanları n , seçi mden h eme n önce Kü rt lttifakı'nı kı rabil mek içi n , sonradan ad ı Ödp olan oluşumu gerçekleşti rmek istemeleri , ayd ı n cephe­ si nde bizim ve bu arada beni m mutlak yenilgi mdi r. Ayd ı nı mızın tü ke nişi , kalan aydınımız içi n kesin bir yeni lgidi r; bundan kuşku duymuyoru m ve açıklıkla yazıyorum . Bunu n çıkış zamanlamas ı , bu radaki bütü n çözümlemele ri m çerçevesinde yerli yerindedir. Ü lke dışında ü ç önemli ge­ lişmenin arkası ndan geliyo r. Bi r: Bulgaristan'da dah a sağ lıklı bir sosyalist arayışı gerçek­ leşiyor. Ciddi sayı labi len ve Batı'yı ü rküten bir sosyalist hare-

*

Ben bu ugursuz işe Aziz Nesin'in, istemeden ve "şaka" olarak girdigini diişüniiyorum. Bunlara uymazdı; ancak benim de aydın hareketini "maceralara siirüklememden" kaygılanıyordu; iistelik, o aşamada bile devlet ile mesafemizi, Nesin'in düşündügüııden çok dalıa fazla açmıştık. Bu işte asıl ugursuz rol Sa­ duıı Areıı'e aiııir. Benim yakın dostum da olan Areıı, Tkp 'ye yaranmak ve belki de eski ihanetlerini unutturabilmek için, bu bölme işinin perde arkasından örgütleyicisi oldu. Ben , Profesör Areıı 'in, Sosyalist Parti'deki fedakar çabalarını görünce bunları uııutııım; sosyalizmi zayif, ancak inançlı bir insan olarak görmeye başladım. Yanlız nerede ise seçime girecek kadar ilçe örgütü kurmuş bir partiyi, tasfiye etmesi üzerine yanıldıgımı anladım. Profesör Aren, başkanı ol­ dugu Parıi'ııin Kıüı politikacılarıyla seçim ittifakı yapmasına karşı çıktı, önl.emeye çalıştı ve bunu önlemeyince, Parıi'yi kapatmaya ve bu yolu tümüyle tıkayacak kapıları çalmaya karar verdi. Bu Devlet Partisi'ııin direkıifiydi.

34


ket yeniden iktidara geliyor. iki : Rusya'da komünist ler kendile­ ri ni , beklenenden çok daha hızlı bir biçimde, tazeliyorlar. Üç: 1 995 yılı nın sonunda Fransa işçi sı nıfı, bütün dünyaya örgütlü i şçi sınıfının gücünü bir kez daha gösteri yor . Bütün bunlar, emperyalist başkentleri, sola karşı yeni senaryoları düşünme­ ye zorluyor. Bizi m solumuza gelince, ne yazık, d ı ş dünyadaki olum,u ve olumsuz gelişmelerden çok hızlı etkileniyor; bunu biliyoruz. Bi­ line n iç ge lişmeler de buna ekleniyor; ancak saymak gereği duymuyo ru m. Başkan Apo, . son bir televizyon oturumumuzda, bu kuru­ luşun emperyalist merkezlerde hazırlanmış olabileceğini, çok nazik bir biçi mde söyledi ; ben de, bu yönde dü şünüyorum . Kurucularını, itici lerini biliyorum; ancak bunun üzerinde dur­ mak istemiyorum. Sadece çok öğretici olduğuna inandığım bir örneğe i şaret etmek istiyorum. · 1 992 yılı yazı nda, Avrupa'da çeşitli toplantılar için bulun­ duğumuz bir zamanda, Hollanda'da Kliseliler Birligi çatısı altında insan hakları kuruluşu ile görüşme yapıyorduk; o sıra­ daki ·Hep Başkanı Feridun Yazar, bazı · milletvekilleri beraber­ dik. Karşımızdakilere Tü rkiye'deki "i nsan hakları i h lallerini" an­ latıyorduk ye karşımızdaki bir saygın din adamı, her söyle­ diğimg itttale karşı çıkıyordu ve Türkiye'nin gü listan olduğunu --antatmaya çalışıyordu . "Bizi m de bilgilerimiz var" diyordu; de­ vam etti ve ben de hem dinlemeye ve hem de bilgilerini dik­ katle incelemeye başladım . Sonra birden buldun:ı, lngilizce ko­ nuşuyorduk, birden "siz bu bilgileri Murat Belge'den alıyorsu­ nuz" dedi m ; "hayır" diyemedi , "evet" dedi . Ad ımı bir daha ver­ dim, hep yanlış bilgiler verdiği ni bildiğimizi, Belge'ye söyleme­ si ni rica ettim. Ü nlü silah taciri Kavala'nın paras ıyla y�yıncılık yapan ve dolayısıyla yaşayan Belge, Türkiye solunda, batılı ların hoşu­ na giden düşüncelerin ithalatı ve acentalığını yapmakla tanınıyor ; birkaç kez politikayı bıraktığın ı ilan etmesine karşın, bu Parti'nin mümtaz kurucularından birisi olduğu söyleni yor. Rica edilmiştir ve görev verilmiştir ; �uşku duymuyorum. Baş35


kaları var; burada tutuyorum. *

*

*

Kuşk�suz, tümüyle yenilgili bir tarihimiz yok ; çok iyimser ol­ duğumuz yanlarımız da var. Bir: Ben , bizim Kürt Devrimi ile yaptığımız ittifakı, kişisel ve salt aydınsal görmüyorum. Biz bütün bu olumsuzlukla r içinde, Kürt Devrimi ile birlikte yü rüyüş yolunu seçtik; başlarken hiçbir pazarlığımız olmadı. Bana göre, her türlü yan yana yürüyüşte olabilecek pürüz ve uyumsuzluklarla birlikte, mükemmel bir biçimde gelişti; örnek sayıyorum. iki: Kuşkusuz, her türlü birlikte yürüyüşün verimli olabilmesi için, yan yana yürüyenlerin birbirine yakın güçte olmaları gere­ kiyor; ilk bakışta, böyle bir denklik görülmüyor. Bizim örgüt­ lülük düzeyimiz ile Kürt Devrimi'nin örgütlülük düzeyi arasında, biz yanyana yürüyüşü seçtiğimizde, önemli farklar vardı; za­ manla bunlar daha arttı. Ancak böyle düşünmenin, daha doğrusu ilk 1Jakışa fazla ağırlık vermenin doğru olmadığını düşünüyorum ; bu yürü yü- · şün bir yanında sadece Dr . Beşikci veya Dr. Küçük'ün olduğu­ nu düşünmüyordum. Ben başından beri, bir yanda Türkiye aydını o lduğunu düşünüyordum : yan yana biz değil, Türkiye aydını yürüyordu. Bi z sadece temsilciydik ; ittifak , Kürt Devrimi ile Türkiye aydını arasındaydı. Dolayısıyla, aydın cephesindeki "yenilgi" değerlendirmem­ de bir değişiklik yapmak durumundayım ; aydınımız kırıldı, bü­ yük bölümü kendisini bataklığa atarak intihar etti, ancak aydınımıza aydınlık yolu açabildik. Üç: Burada bir yenilgi deği l, yenilenme söz konusudur. Dört : Yalnız yaptığımız sadece bir aydın yürüyüşü değildi; aynı zamanda çok politik bir iş yaptığımızı başından beri biliyordum. Ben, en olumsuz zamanda, Türkiye Devrimi 'ni, Kürt Pınarı'na çektiğimi düşünüyordum. Eğer bugün bizim top­ raklarımızda t başka pek az toprak örneği, sosyalizm bütün saflığıyla var ise, bu bir yanıyla Kürt Devrimi ve diğer yanıyla bizim u sta poHtikamız sonucundadır. Bugün geldiğimiz nokta, 36


bize sadece umut veriyor. Bu, budur.

***

Aydınımızı tazeledik. Sosyalizmimizi saflaştırdık. Cumhuriyet'i yenilemek du rumundayız. Otuz Yıllık iç Savaş'ın bu noktasında, 1 920 yıllarına ve belki de daha öncesine döndüğümüzü düşünüyoru m.

37


BİRİNCİ BÖLÜM

tekelli bürokratik devlet


YERLEŞTiRME Bir kez de televizyonda anlattı m, bunu seviyo ru m, an .. l attıkça da gü lüyorum; otuz yı l bi rbiri ni izleyen iki ajan üzerinedi r. Birisi Kgb ve diğeri Ci a'den; otuz yı l bi rbirini izleyi n­ ce mahpus ile gardiyanı örneği , dost oluyorlar ve emeklilikleri ni birlikte geçiriyorlar. !avla oynuyorlar, pulları vu ru rker:ı de, Ci a'den emekli maaşı alan, "söyle , söyle , o ü niversitede dört öğrencini n ölümüne · yol açan gösteriyi siz örgütledi niz" diye bastırıyor. Diğeri, "hadi dostuz . Çernobil'de santralı siz uçu rdunuz, deği t mi , haydi bakalım" diyerek zarını atıyor. Bi rbi­ ri ni sıkı şt ı rıyo rlar, eski Cia ajan ı bir ara dayanamaz oluyor, san­ ki boğuluyor ve "bak" diyor, "Çernobil 'de bizim hiç rolü müz yok, ama artık sana söylüyorum, yeter artık öğren, kesin açıklıyorum, Garboçov'u oraya biz yerleşti rdik" diye bağ ırıyor. Emekli Cia ajanı na göre Garbaçov'u Sovyetler'i n baş ı na Cia · yerleşti rmiştir. Doğ ru mu ; her şakada bi r gerçek payı olduğunu söylerler, bilemem. Ancak bu şakaya beni m eklediklerime artık kesi nlikle i nan ıyorum: Erdal lnönü'yü kesinlikle Ci a yerleş­ ti rmiştir. Artık bundan hiç kuşku duymuyorum. Küstü gitti , geri getirdile r, gitti geldi yenide n yerleştirdi ler, yaptıkları nın bir bölümünü özetliyoru m. Bir: l nö nü başkan, De­ niz Baykal sekreteriydi , sonra birbirine düştü ler, ancak Paris Konferansı'na katılan Kürt kökenli mi lletveki lleri ni Shp'den ko­ varken birleşmekte hiç güçlük çekmediler. iki : Çölaşan, "iki ü nlü" gazeteci nin marifeti olarak yazmışt ı , Emi n , Uğur Mumcu , ü nlü. hai nlerden Hikmet Çetin ve Emin'i n teyzesi oğlu Hüsa­ mettin Cindoru k, bir araya geldi ler ve sonunda, Tü rk i lerici­ liğinin büyük düşman ı , ü n lü iş adamı , ünlü faşi st Albay Tür1

41


keş'in ortağı Morison Süleyman'ı başbakan önerdiler, . Erdal lnönü Demirel'i başbakan yaptı. üç: Az geldi, bu Cia yer· leştirmesi Erdal lnönü ,. Washington'un yıllanmış politikacısı Mo­ rison Demirel'i Çankaya'ya çıkardı. Dört : Az geldi, Amerikan yurttaşı bir Madam'ı başbakan koltuğuna · oturttu. Beş: Az gel­ di, yap-satçı i deolojinin uşağı ve Madam'ın sekreteri Murat Pa­ rayalçın'ı veliahtı yaptı. Altı: Tutmadı , yeri ne ünlü hainlerden Heko Çeto'yu çıkardı. Yedi : Yetmedi. gitti geldi, dışişleri bakanı koltuğuna yerleşti ve başkaları bir yana, Ankara'nın Kürt politi­ kasını yine Washington'un istediği ·rotaya soktu. Sekiz: Bu, bir ispattır . Garbaçov'u bilemem, Erdal lnönü'yü koltuğuna Ci.a'nin yerleştirdiği kesindir. Zaten bir · yerleştiren olmasa koltuğunu hiçbir zaman bu.l amayan bir tip'tir. Bir parantez açmak zorundayı m . Bir: Ayrıntıları kitaplarımda ve bazı ispatları, hazırladığım yeni inceleme ve çalı şma­ ıardadır; altmış yılını esas alıyorum, �ashington'un kontrolün­ de olmayan hiçbir kimse dışişleri bakanlığına getirilememiştir. Soysal'ınki bakanlık değil eğlencelik oldu ve Ecevit , "en so lcu0 olduğu zamanda bile Washington'un güvenini kazanamayan Hasan Esat lşık'ı dışişleri bakanı yapmadı. iki : 27 M ayıs'ın dış­ işleri bakanı, belgeleri kitaplarımdadır, ünlü yalancı ve Ameri­ kan casusu Seli m Sarper'dir. On -iki Mart dışişleri bakanını Na­ to'dan getirmiştir. On iki Eylül'ün dışişleri bakanı Türkiye'ye gel­ miş en Amerikancı diplomat olan ve darbe sabahı erkenden Amerikan büyükelçisi Spain'i telefonla arayıp dışişleri bakanı olacağını haber veren llter Türkmen'dir. üç: S hp-Chp hattında üç dışişleri bakanının da genel başkan qlmaıarı tesadüf görü n ­ müyor. Hainlikleri daha kolay gizleyebileceklerini düşündükleri kesindir. Şimdi devam ediyc, rum ve şu saptamayı yazma gereğini du­ yuyorum: Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman Türkiye, bugünkü kadar. bir yabancı ülkenin kuc.ağını oturmamıştır. Bu tarihin bö­ lümünü okuyarak ve bir bölümünü yaşayarak biliyorum; Türki ­ ye'de şu anda tepeden tırnağa kadar her noktaya Amerika ege­ mendir. Fakat Amerika'nın böylesine ve bu hızla istediklerini çıkarmasına yine de şaşırıyorum. Bu Amerika hegemonyası nda ve işlerini uygulamadaki hız.4 2


da, medyanı n aktüel diktatoryasının yanında yine bizim Top-­ l�msal Kurtuluş·ta bulup üzerine pek çok yorumlar yaptığımız, �ashi ngton'un "seçmeli caydırıcılık" doktrini çok önemli bir rol oynuyor. Burada önemli olan, bu yeni doktri nde Washington'­ u n, emperyalist politikala�ın ı uygulama�a, ekonomik ve askeri manivelalar yanınoa , basına, devlet içine, bankalara, mesleki odaların� yerl�ştirdiği ajanları na verdiği stratejik roldür. Bu açıdan bakıldığında empe ryalizmin kolonizasyon politikalarına döndüğünü söylemek mümkü n görünüyor; sadık adamlar ve casuslar daha çok ön plana çıkıyor. Washi n·gton, özellikle On iki Eylül darbesinden itibaren her yere sağlam adamlarını yer­ leşti riyor. iradesine gölge düşürenleri ise, General Eşref Bitlis örneği biliniyor, içerdeki ajanları vasıtasıyla öldü rebiliyor. Bu yerleştirmeyi izlemek ve kadrolaşmayı bozmak beni.m işimdir ; yıllardır bunu yapmaya çalışıyorum. Eylü_l'ün Amerikan Büyükelçisi Spain hemen çekilmiş ve yerine , sağcı kampanya­ ların deneyimli adamı, yaşlı Straus-Hupe büyükelçi getirilmiştir. Bir: Bu Amerikan büyükelçisinin Amerikan tarafı için , bası nda yaptığı ilk büyük örgütleme Hasan Cemal'ledir. Cemal-Selçuk zaman ında Cumhuriyet, anti-sovyet, anti-sosyalist, .anapçı is­ lamcı ve kuşkusuz Amerikancı bir yayın organıdır. iki: Hasan Cemal'in, Straus-Hupe'ye sunduğu ikinci adam Ufuk Gü lde­ rnir'dir; kısmen Ermeni kökenli olduğunu duyduğum Güldemir, bunu bir eksiklik olarak yazmı yorum, Hasan Cemal tarafından Washington'a gönderilmiş, yetiştirilmiş, Amerikan taraf ı na bü­ yük hizmetler yaptıktan sonra dönmüş, lstanbuJ'da hep Ameri­ kan yanlısı bası nda çalışmıştır. Almancıların yoğun olduğu Mil­ liyet'te ise rahat etmemiş ve kaçırılmıştır, normal karşılamak ge.rekiyor. Üç: Cemal'in tekrar Washington'a gönderdiği ve öğ­ renciliğinde bizim çevremizde · olan şimdiki Hürriyet temsilcisi Sedat Ergin'i şu anda izliyorum. Dört : Bab-ı Ali'deki bir büyük kadrolaştırma da Ertuğrul Özkök adı'yla da bilinen Ertuğru l Öz� faks'dır. Ben son zamanlarda, Cia'nin Türkiye'nin iç ve d ı şpolitfkayla ilgili bütün açı lımlarını Özfaks'tan izliyorum. Devam ediyorum. W�shington'daki George -- Town Ü niversi­ tesi genellikle Amerikan emperyalizmi için kadro yetişti rir. Bir: Madam'ın hiç tanımadığı Tayfun ÖzgU ner, bir George-Tow � 43


yetiştirmesidir ve Trt'nin başına yerleştirilmiştir ve Trt, şu anda Washington'un kesin kontrolündedir. iki: Bütünüyle kendisini Mit'e teslim etmiş olan Emin Çölaşan'ı Mit'çi kuşları yanılttılar; Çölaşan. bu adamın değişecegini ilan etti ve gün verdi ancak güçleri yetmedi.. Üç: Mit'in yapabildiği, sağlam adamlarından bi­ risi olan Ali Baransel'i, Trt kurulunun başına getirmektir; Mit'çi­ lerle washingtoncular arasında şu anda Türkiye'de bir örgütsel öncelik kavgası yapılıyor. Dört : Cia'nin dışişlerinde transferle­ rinde Atina ve Moskova görevleri çok önemlidir. Amerikan yurt­ taşı Madam'ın, hiç tanımadan Moskova büyükelçisi Volkan Vu­ ral', dışişleri'ne müsteşar yapmaya çalışması boşuna değildir; bu adam bir M it müsteşarının oğlu olan llter Türkmen'den son­ ra dışişlerine gelmiş en önemli Amerikan kuludur. Beş: Fran­ sa'da yayınlanan Le Canart Gazetesi'nin Boşnak olduğunu . yazdığı şimdiki müsteşar Öymen. amcası oğlu Altan Öymen ör­ neği Bonn'a yakındır, ancak kişiliksizliğini kanıtlamış bulunuyor. Solcu olduğu için bir yıl dışişlerine alınmayan Onur Öymen, Bonn'da Mehmet Ağar'ın bir polisi olarak çalışmıştır. Altı : Onur Öymen- Erdal lnönü ikilisinin yönetimindeki dışişle ri, Washing­ ton'un direktifine uygun bi r biçimde Dublin Çizgisi'ni yeniden Türk dışpolitikası yaptılar. Şimdi yapılanları özetlemek durumundayım, gelişmelerin baş döndürücü bir hızı var. Bir: Yine günü gününe televizyonda parmak bastım, Cia başkanının Ankara'ya geldiği ve kaldığı za­ man, Meclis'te anayasa değişiklikleri için oylamanın yapıldığı zamandır. Cia başkanı, oylama yapılırken, neredeyse sandık kurulu başkanı olarak çalışıyor. iki: Cia başkanının bu ziyareti sırasında Meclis'j n kuzu kuzu anayasa çevirmesinin yanında daha önemli olan, Mesut Yılmaz'ın, büyük bir değişiklikle, "Re­ fah en büyük tehlikedir" demesidir. Yılmaz, Cia başkanı ile An­ kara'da görüşmediğini, ancak bir süre önce Washington'da ko­ nuştuğunu açıklamıştır. Bu, olayların mantığını açıklamak için daha uygun bir buluşmadır. Üç: Yer olmadığı için Çeçenya'daki gelişmeleri bir kenara bırakıyorum, ancak New York Tlmes'ın da yazdığı türden Erdal lnönü zamanında ünlü faşist Albay, Türk dışpolitikasının önemli bir adamı haline gelmişti r. Çünkü, Cia, Çeçenya'da bozkurtların olduğu ve bunlarında faşist Al44


bay'dan emir aldıkları inancındadır. Dört : Faşist Albay'ın Özfaks Ertuğru l'un . sütununda ve Hürriyet gazetesinde hızla övülmeye başladı ğı zamanla Cia'nin Çeçenya için Ankara'dan beklentile ri arasında tam bir zamanla saptayabilmiş du rum­ dayım. Beş : Courrier lnternational ve diğer uzman yayınlar, bundan bi rkaç ay önce, Saddam'a karşı kurulmuş olan Irak U lusal Cephesi'nin çöktüğünü haber verdiler; Londra merkezli bu cephede PKK dışındaki Irak Kürdistanı'nda etki li partiler yer alıyordu, Türkmenler ve Araplar d'a vardı, çökmüştü. Bu arada Cia, bu cepheyi yeniden onardı . Altı:. Aktüel dergisinde , 30 Ağustos 1 995 tarihlipir, çok ilginç bir haber-yorum yer alıyor; buna göre, bu cephenin lideri , hem Amerika ile "mükemmel ilişkiler kurmuş duru mdayız" diyor ve hem de Ankara'yı gizlice ziyaret ediyor. Dergiye göre ziyaret tarihi 27 Temmuz'dur ve Tür�iye'nin öteden beri kapalı olduğu bu ziyaret, Cia başkanı Deutch'un Ankara ziyaretinden dört gün sonra gerçekleşiyor. Yedi : Dublin toplantısı bu ziyareti izliyor; herkesin bildiği bu top­ lantıyı, Hürriyet gazetesi büyük bir utanmazlıkla "atlama haber" olarak sunuyor, Cia'nin Saddam'ın damatlarını kaçırması ile Dublin toplantısı aynı zamana denk getiriliyor. Özfaks, Türki­ ye'nin bu toplantıya katılmasıyla hem "diplomatik zafer" olarak gösteriyor ve hem de sıkılmadan Türkiye'nin bu toplantıya bir "tehdit" sonucu gittiğini kaydediyor. Cia yerfeş�irmesi Erdal lnönü zaman ında, Ankara 1 993 Dar­ besi'yle ayrı ldığı ve Özal' ı n kıskançlıkla uyguladığı Washington politikas ına dönüyor. Şimdi bu politikanın esaslarını özetlemek istiyoru m. Bir: Amerikan Harp Akademisi'nin dergisi Militaıy Re­ view'de Binbaşı S.H . Button'un da yazdığ ı , Washington , yakın zamanda, Türk Ordusu'nun PKK-'yi yenebileceğini inanmıyor. iki: Şu anda Türkiye'nin istikrarına çok muhtaç görünüyor. Üç: Bunu , Kuzey lrak'ta. Ankara'ya bağımlı bir · · Kürt devletimsi yap ısı ile Türkiye'de ve yumuşama i le yapılabileceğini inanıyor, Saddam·ın yaşatılması ve lrak'ın toprak bütünlüğü geri plana atılıyor, Türkiye bu savlardan cayıyor. Dört : Wash ington'u n, An­ kara'dan bir başka noktada da ayrılarak, bütün bu adımları ata­ bilmek için PKK'ni n yenilmesi ş ıkkından ayrılmaya başladığını düşünmek durumundayız, işaretler var. Genelkurmay ta45


raf ı ndan çı.k artılan Aydınlık dergisinin, Amerika'nı n Adana Kon-· solosu.' nu n açl ık grevi ndeki PKK yakınlarını ziyaret etmesinden böylesine rahats ız olmas ı , herhalde General Karadayı taraftar­ ları nın rahatsızl ığ ıdır ve önemli bir işarettir. PKK Genel Baş­ kan ı öcalan'ın da, beni m yönettiğim · bi r televizyon açıkotu ru ­ munda, Washington'da başka eği li mleri n de bulunduğuna i şa­ ret etmesi . bu nu doğruluyor. Beş : Washi ngton ve yandaşları için PKK mese lesini · zamana bırakma eğili mi kuvvet kazan ıyor. Altı : Washi ngton'un Tü rkiye'yi teslim almak için "PKK ile görüş­ me .. kartı n ı i leri sü rmü ş olması mümkündü r; Özfaks Ertuğru l'un sözü nü ettiği "tehdit" bu olabi lir ve Genelku rmay·ı temsil eden Ayd ın l ık dergisini n bi r konsolosu n b,r açl ık grevi ni ziyaret etme­ sine bu kadar kızması da böyle düşü nmeyi zorluyor. Türkiye'ni n aptal başbakanı n ın " Plevne" kadar önem verdiği Tü rkiye'nin son Gü ney Savaş ı nedeniyle de söyledim ; bu gi riş, Kuzey ile Güney'i teorik olarak birleştirmiştir. PKK, bu teorik ge­ lişmeye parelel olarak, Gü ney'de, Barzani bölgesi nde yeni bi r cephe açmı ş bulunuyor. Bu , so nucu ne olursa olsu n , kaçı­ n ı lmaz olan bir gelişmedir. Dubli n Yolu zorlan ırsa, Ankara'nın Güney'de kendi Vietnamı 'na düşmesi i hti mali yükselmiş bulu ­ nuyor. iki gelişme daha ortaya çıkıyor. Bi r : Washi ngton'da De­ utch'la görüştükten sonra ve nerede i se Deutch'un Ankara ziya­ reti ne denk gelecek bir biçimde Mesut Yı lmaz'ı n "Refah en büyük teh likedir" çıkışı , dah a da ö nem kazanıyor. i ki : Suud'un idamları karşısında, Amerikancı bası nı n Erbakan' ı sıkı ştı rmak istemes� ve s ı kıştırmas ı , Tü rkiye'ni n bütün politikaları n ı e li ne alan Am e rika'nın senaryoları doğ ru ltusu ndadı r. Üç: Seçimlere kadar, bu tür sıkıştı rmaları n artmas ı n ı beklemek du ru mu n­ dayız. ikinci nokta şudur ve biti riyorum. Bir: Ben, Yalçı n Doğan' ın yazdıkları nı n aksi ne ve "ayak oyunu" politikaları n ı iyi bilen Ci n­ doruk'un bir kaş ık mektupta fırtına yaratmas ına karşın, Was -­ hington'u n M adam'a mesafeyi açtığ ını düşünüyor�m. i ki : Sek­ senli yıllarda Büyükelçi Straus-Huppe'nin veliahtları Baykal ve Dalan'dı . M adam ve Yal ı m Erez, bu grubun içi nde ve Was­ hi ngton'un ·Özal'ı n yerine planladığı. Bedrettin Dalan' ı d es46


tekçile ri olarak yerleştirilmişlerdi . Üç : Artık Deniz Baykal'ı n Amerikan yanl ı l ığ ı n ı n yetersiz kald ığ ı anlaşı lıyor. Cia' ni n yer­ leşti rmesi l nönü kendisiyle, Parayalçı n'la ve ü nlü h ai nlerden H eko Çeto i le Baykal'ı du rduramayı nc�, kendisi ni "fasü lye gibi nimetten sanma" h astal ığ ı ndan özü rlü ve ayrıca teneke sesli Lütfü Divaneli'ye u mut bağlamı ş bu lu nuyo r. Baykal' ı n kronik destekçisi Sabah ise rakip gazetenin kadrosu na geçmesine karşı n Divane li i le oyun oynuyor. An laşılan Washi ngton'un çoçukları , Baykal'ı te rbiye etmek istiyo rlar. Terbiyelidir ve terbi­ ye edi lmeye h az ı rdır. Ama Rusyalı lar o kadar te rbiyeli değiller, Garbaçov'a dokun­ mad ılar . Biz doku nuruz, o kadar terbiyeli deği liz ; biz eski ajan­ lara ancak hapiste tavla oynatı rız . Fakat yi ne de, kol veya ba­ cak kesen, kelle uçu ran Suud ya da Ali Kemal örneği berber­ den a·lıp linç ede n kemali stle r kadar uygarl ıktan uzak deği liz. Ben , kendi hesab ı m ıza casuslar ve tüm a . çocukları içi n , Su­ u d'unki nden ve dgrn'lerden çok daha tarafsız yarg ı ku ru llar ga­ ranti edebiliyo ru m. El! mden g elen budur .

47


ZEHiR Bir söz var, çok sevdikleri m arası nda yer alıyo r ve bu ne­ denle s ık s ık tekrarl ıyorum ve bir kez daha tekrarlamaktan ken­ dimi alamıyorum. "Bir i nsanı duayla öldürmek mümkün" diyor­ l ar, "ancak kahvesine yeterli ölçüde zehir koymak şartıyla" diye e kliyorlar. Deniz Baykal'ı n ilk icraatı buna uygun düşüyor, Bay­ kal'ın yaptığı duasını okumaktı r; bu nedenle Madam' ı n kahvesi­ ne kimin zehir koyduğunu araştı rmak gerekiyor. Bana göre M a­ dam'ı şi mdi düşürenler, M adam·, o koltuğa otu rtanlard ır. iki yı l ö nce kimler kucaklayıp oturttularsa, şimdi bun lar iteleyip kaka­ layarak düşü rmüşlerdi r. Zehi ri yutturan lar, koltukçu lard ı r; Deniz i se düşü rmeni n bahanesidir. Televizyon sohbetlerimi izlemek ve yaz ı ları mı oku mak im­ kan ı n ı bulanlar içi n, babası h ırs ız , kocası arsız ve kendisi akı ls ız bu M adam' ı n bu son istifası sürpriz olmamalıd ı r; ben Türk bası n ı nda yazı lanları.n aksi ne , Washington ö nünde bile M adam· ı n durumunu n zayıfladığı n ı ileri sürüyordum. Deniz Baykal' ı n da Chp için başkan seçi lmesini , M adam'a "bir siyasal komiser atama" biçiminde değerlendiriyo rdum; komiser biraz fazla bast ı rm ı ş olmalı ve böylece de M adam' ı fazlaca i ncitmiş o lması mümkü ndür. Ancak bir sorun var, belalıların ı n her bastı rması nda bir ayağ ı nı kaldı rarak sadakat yeminleri eden M adam' ı n yi ne bir veya iki ayağ ını kaldı rarak ve gözleri ni süzerek bir kez daha yemin etmemesi ve Necdet H ı nz ı r adlı bir polis memu runa aşkı yüzünden "boşsun" sözüne razı o lmas ı düşündürücüdü r. Şi mdi bu rada o kuyucu larımla birlikte düşün48


dürücü olan ı düşünmek ve irdelemek istiyorum. Sosyal ve politik so ru nlara, tıpkı bir roman yazarı türü nden ve olayları n çevresiyle bi rlikte yaklaşmayı öneriyoru m. Bir: Ben son helikopter olayı nda, as ıl se naryonun, Madam'ı n bir kolunu ya da kanad ını biçmek üzere oluşturulduğunu sanıyorum. Bazı çevreler Kad ı n'ı terbiye etmek i stiyorlardı , helikopte r pervanesi ­ ni kullanacaklar, Madam' ın bir tarafını tıraş edeceklerdi , öyle bekliyordum; yanlışl ık olmuştu r ve bir işgüzar polis memuru biçilmiştir. Bi r ro man yazarı olarak bakt ığ ı mda, kaza'nın biçmede deği l yanl ış biçmede düğümlendiğini görebi liyorum, polis memuru kazaya ku rban gitmişti r. iki : Madam yakı n bi r za­ manda, Avrupa Parlamentosu adına gele n lerden bi ri ne . "artı k yeter, bana sekiz doğu rttu nuz, benden paso" demişti r, bi r ro ­ man yazarı olarak bu sözün psikoanalizine i nme gereği duyuyorum. �oğrusu yak ınlarım tanıktır, ben , bu konuşmayı M adam'ın çok bastırı ldığı na ve her yerden sı kıştırı ldığı na, çimdik yediğine , yorumlamış bulunuyorum. Çünkü sekizin ünlü muhalifle ri nden Coşku n Kırca bi le dönmüş, Paris ve Washing­ to n'un istekleri ne uygu n olarak, yabancı h eyetlere "bu işi merak etmeyi n, zaten ben baktım, bu sekiz asil Tü rk milleti ne uygun deği ldir" buyurmuştur. Gerçekten de son zamanlarda sekizin kötü lüğü üzerinde Washington, Paris, Bonn, tüsiad ve oligarşi ittifakı sağlanmışke n Madam· ı n bundan yoru lmas ı n ı an­ lamıyo ru m. Tersti r ve bütü n terslikler tü rü nden beni düşündürmüştür. işi n aslına bakıl ı rsa, Madam'a teşhis koymada, önceliği kim­ seye bı rakmak istemiyoru m . Babasın ı n müthiş bir h ı rs ız, ko­ cas ın ı n inan ılmaz bir arsız, kendi si nin ise akı lsız o lması bir ya­ na sık s ı k hiç duymadan sevdiğini ilk olarak yazdığı mı il.e ri sürüyorum. Ancak şi mdi beni m teşhisim çok yavan kaldı , ben çok aş ı lmış · du ru mdayı m; Madam'a Anap Başkan ı Yı lmaz, "hasta", Refah Başkanı Erbakan, "isterik" , C hp Sekreteri Kes­ kin, "zibidi" teşhisi ni koyarak benim daha önceki teşhisi mi geçersiz yaptı lar. El elden üstündür, fakat yi ne de bir merak noktas ı var, beni meraklandıran, acaba bu muh alif devlet yöneticileri ni n bir bildiklerini n olup olmadığ ıd ı r. Çünkü ortada garip işaretler var, bi rbirini destekliyor; bu nlardan birisi meclisi 49


gençleştirmek üzere Özfaks'a söyledikleridir. Ben Ma�am'ın · bu gençlik aşkında kızılacak bir yan göremedim ve bunu Ma­ dam'ın kronik sayıklamalarından birisi olarak kabul ettim. Fakat aynı konuşmada psikiyatristleri i lgilendiren başka yanlar vardı ve şimdi aktarıyorum; "Ben hiçbir saplantı içinde değilim. Ama öbür tarafta Papandreu bana bulaşıyor. Her g ün, her gün. Be­ nim beyanım bir defa oldu. ı mentioned (ifade ettim) 1 2 mile çıkar That's the reason for war (bu savaş nedenidir) dedim, ama bunu iç politika için demedim. Dışarıda aynı şeyi söyle­ d im. Onu söylediğim zaman anladılar ki ben bunu yapacağım. " Aradaki noktalar, parantez içindeki Türkçe bana değil, Ertuğrul Özfaks'a aitti r; bu konuda hiç sağlıklı görünmüyor. ilgi nç olan şudur, şimdiye kadar Madam'ın makyajcılığın ı hakkıyla yapan Hürriyet'in Özfaks'ının bu sözleri hiç düzeltme­ den ya yınlaması Madam'a ayıp· olmuştur. Daha da önemlisi bunları Bakırköy doktorlarının okuyup okumadığını bi lmiyorum. Ç ü nkü bildiği m başka devlet sırları var ve birisi şudur; 27 Ma­ yıs'ın başkomutanı General Cemal ·Gürsel'in cumhurbaşkan­ lığının bir dönem.i nden sonra, zamanın başbakanı ismet lnö­ nü'nün cebinde, doktorlardan alınmış ve Gürsel'i n ckıl durumu­ nun devlet yönetimine elverişli olmadığını yazan bir rapor ol­ duğunu duyuyorduk. Belki yine öyle bir rapor vardır; yoksa Yıl­ maz·ın, Erbakan'ın ve Keskin'in böyle konuşmayacaklarını düşünüyorum. Şimdi roman yazmayı bırakıyorum ve "siyaset bilimi" alanına dönmek istiyorum. Bir: ·Madam, koltuğuna üçlü bir koa­ lisyonun gerçekleştirdiği bir siyasi darbe sonuncunda otur­ muştur. Önce oturduğu yere kendi imkanlarıyla oturduğunu sanmış, bu nedenle Türki ye'de bir "Bask Modeli" uygulana­ cağını iddia etmiş ve kendi işini yanlış anladığı, "Bas Modeli" uygulaması gerektiği anlatılmıştır ve hemen anlamıştır. iki : Ma­ dam, Amerikan Dışişleri Bakanı C hrıstopher'in l stanbul'a gelip dolaştığı bir gün, Washington, Türk Genelkurmayı ve Tüsiad·ın anlaşması sonucunda, koltuğa itilmiştir. Üç: Zaman içinde otur­ tanların ü çü nde de yanlışlık yaptıkları konusunda hisler doğmaya başlamıştır. Dört : 1 2 Mart darbesine damgasını vu­ ran oligarşi nin örgütü olan Tüsiad, Madam'ın, Kürt haini Yalım 50


Erez ile özel yakınlığ ını , sistemin imkanlarını, bütün tüccar ve sanayicilere peşkeş çekmeye vardırhıasından son derece ra­ hatsızdır. Tüsiad, odalar birliğini halk ya da "popül" saymakta ve bu politikalara "popülist" damgasınını vurup çok kızmak­ tadır. Sistemin imkanları daraldığı için bunları tekeller düzeni ile tüm kapitalistlerle paylaşılmasında sorunlar çıkmaya başla­ mıştır, yakın zamanda önde gelen oligarklardan Rahmi Koç, büyük ve terörist medyanın temsi lcilerini yanına alarak gittiği Manisa domates fabrikasında kredilerinin kısılması nedeniyle salçalarını satamayacağın ı açıkca haykırmıştır. Madam'ın d ü ­ şürülmesinden sonr� Tüsiad bi r bildiri yayınlayarak Madam'sız hükümet istemiştir. Oligarşi Madam' ı beğenmez olmuştur. Beş : Washington önce Madam'ın hoppalığından rahatsı z olmuş , el öptürme neyse, Kohl'dan sonra Chirac'a kur yapılmasını bir al­ datma olarak görmüştü r. Buna Saddam'ı yaşatma yolunda Ge­ neral- Ecevit formülünü benimsemesi eklenmi ş; ancak · Clin­ ton'un sert çıkış ından sonra Madam , bir yemin ve iki gözyaşı ile durumu kurtarmı ş ve Washington'a y eniden teslim olmuştur. Fakat , Washington , Moskova ile arası bozuld.ukça Türkiye'de· stabilizasyona çok önem veriyor ve Madam·ın tarikatlara yapı şmasını endişeyle izliyor. Daha önemlisi , doksan üç darbe­ sinden sonra, metropollerde geçici ·olabilecek bir sükunet elde etmesine karş ın, Kürt Cephesi'nde, sa·vaş ve diplomasi alanında inisiyatifin tümüyle PKK'ye geçtiğini saptı yor. Patron rahats ızdır ; Kürt halkına uygulanan acımasızl ıkların Tü rkiye'yi daha da destablize etmesinde ve asıl düşmanı Türkiye devrim­ ci solunun kendine gelmesinden endişeleniyor. Yedi : Genelkur­ may kesimi ise Kürt Cephesi'nde Madarn'ın tümüyle Washing­ ton'a teslim olmasına çok kızıyor . Aslı nda şu sırada Genelkur­ may da Washington·a teslim olmuş durumdadır ; yalnız Genel­ kurmay'da teslimiyetlerini sivillere yükleme ve fırsat yaratıp sözlerinden geri dönme politikası esastır. Zehiri verenler, önce Madam'ı otu_rtanlardır. Tü rk paşalarına son gidişten dönmek için bir fırsat gerekiyordu ve yaratılmı ştır. Madam, PKK tarafından tek yanlı olarak ilan edilen bir ateş­ kes'ten hemen sonra bir darbeyle koltuğa oturtulmuştur ve PKK tarafından yine tek yanlı bir yeni ateşkes'irı ilan edileceğinin du51


yulduğu bir zamanda zehirlenmiştir. Düşmüştür. Şimdi artık düşüktür. Peki sonra? Bir kez de olsa düşük yapması iyidir ve düşüklük Madam'a yak ışıyor. Her sabah, bir küveti kanla doldu­ rup, banyo yapmak kolay değildir. Şimdi düşüktür. ikincisi , yet­ miş dört yılındaki Ecevit- Erbakan koalisyonunda da iyi pa­ zarlıkçı olduğunu gösteren Baykal iyi başlamıştır ve bir hava yaratmıştır; ancak hep idare-i maslahatçı olan ki şiliğinden kur­ tulup ku rtulamayacağını görmek gerekiyor. Üç: Eğer çok sağ­ lam bir parti çoğunluğu yoksa M eclis'i erken seçime götürmek zordur. Dö rt: Derme çatma sayıyla Madam tekrar hükümet ku­ rabilir mi ; zordur ve Demirel'i tahmin etmek daha zordur. Çünkü Türk politikasına gelmiş en korkak ve en ilkesiz politi kacıdır. Politi ka mı? Karş ı tarafın gücünü kırma ve kendi nde güç toplama sanatıd ır � Biraz ağır ama i yi gidiyor. Karşı tarafın gücünü kırıyoruz ve Kürt cephesi ayrı ve Türkiye cephesinde gücümüzü kurmak zorundayız.

52


DOMiNO Çok korkuyorlardı ve korkularını dillendirebilmek için "domi­ no" teorisini icat ettiler. Kısaca şudur: Vietnam, komünizme geçerse, burada kalmayacağını düşünüyorlardı. Kapitalist dev­ letleri birbirine dayanmış domino taşları sayıyorlardı; Hindistan düşecekti, Türkiye izleyecekti, Yunanistan zaten saUanıyordu ve en sonunda, kapitalizmin sembol kenti Paris de, gecikmiş bir biçimde komünizme düşecekti; teoriyle korku içiçe giriyordu . Biz ise korkmuyorduk ve bizim de bir domino dönemimiz ol­ duğunu hiç aklımıza getirmiyorduk. Sovyetler yıkıldı, komünist partiler düştü, bunu sosyalist partilerin yozlaşması izledi, bunun arkasından sosyal demokrat partilerin tekellerin sözcülüğün­ den utanmadıkları bir zaman geldi ve en sonunda dünya aydın har�keti bitti. Bu bizim domino düzenimizdir. Bilmiyorduk, ko- rk­ muyorduk; şimdi yaşıyo ruz. Şimdi utanmazlığın okyanusunda yaşıyoruz . Bizim yolumuz insanlık yoluydu, bazılarını ışığı mızla ve bazılarını ise utandırarak insanlık çizgisine çekebiliyorduk. Şimdi yıkıldık, artık hem bizden korkmuyorlar ve hem de utanmıyorlar. Bu aşamadayız. Ben ise bu durumdan utanıyorum. Dahası var, bu utan­ mazlık okyanusundan kendimizi ve kuşkusuz, başta kendimi sorumlu tutuyorum. Sorumlu tutmak ve sorumluluk duymak, hareket etmektir. Bu nedenle herkesi izlemeye ve herkesi utandırmaya devam etmek istiyorum ve ediyorum. Bir aktarma yapmak durumundayım, ülkeden bana gelen 53


son yayınlar çuval ı ndan ayırdıkları m aras ı ndad ı r. Bir paragrafı şudur: Deniz Baykal' ı n listesine To mris Han ı m' ı koyan kafanın kaç ku su ru var: 1 ) Bu kafa ku rnaz , 2) F ı rsatçı , 3) De neyi mler­ den ders almamış , 4) Politikan ı n tezgahtarl ı kla yü rüyeceğini san ıyor, 5) Şehit albay ı n onurlu an ıs ı n ı ku llanıyo r. 6) Kü rtçü lere göz kırp ı yor." Bunu yazan ki m olabi lir? Ge nç okuyucu ları ma Ah met Kabaklı 'yı nas ı l ar:1ıatabi li ri m ? Bi r Tercüman gazetesi vard ı , bu nun öğ retmenlikten gele n bir yazarı va rd ı , ü lkemizin ileriye dö nük bütü n insanlarına küfreder, bütün özgürlüklere gözleri ni kapkara kapat ı rd ı . Bu nu yazan iki nci Ah met Ka­ baklı 'd ı r. Devam ediyoru m, işte Deniz Baykal e ki bi To mris Özden i le bi.rleşerek "Kü rtçü lere göz kırpmak" dahi l bütün rezaletleri sah ­ neye koydu lar; Kabaklı üzülüyor, ama Bi nbaşı Ü lkü Coşku n ye­ ti şiyor ve bu oyu nu bozuyor . Okuyucuları m Bi n başı Coşkun'u unuttu lar m ı ; Ankara Devlet Güven li k M ahkemesi'nde Nusret Demi ral' ı n yard ı mcı s ı d ı r. Akl ı nı vatan ı n teh likede olmas ıyla bozmuştu r, bi r de Red Kit deği l de M it raporları nı oku man ı n hastas ıd ı r ; bizle ri de M it rapo rları ndan bi li rdi ve ö nüne her ç ı kt ığım ızda tutuklatmak isterdi , tutuklatamay ı nca . . da ağlayacak o lu rdu . U nutulmaması ge reke n bir tip'ti r ve be n Ulkü Coşku n'u hat ı rlatt ı ktan sonra bu ikinci Kabakl ı'n ı n yaz ı s ı ndan aktarmayı sürdü rüyoru m. "Ne varki bi r te rslik oldu , arkadaş ımız Ü lkü Coşkun Hü rriyet'te i lgi nç bi r gerçeğin örtü sü nü açt ı . " Kuşku suz Kabakl ı, bu rada akl ı n ı bozmaktan başka bir kusuru olmayan Bi nbaş ı Coşku n'u n ad ı nı ve rmiyor, ben kolaylı k ol­ ması içi n değişti rdim, ikinci Kabakl ı aslı nda "arkadaş ı m ız Emin Çölaşan Hürriyet'te" diye devam ediyor. N e f ar1<eder; tahrifat yapmad ı ğ ıma ve dah a aydı nlat ıc ı olduğu ma i nanıyoru m . De­ vam ediyorum , böylece 1 . Kabakl ı , şu anda ülke mizde sağ ın ve solun o rtak nefreti ni çok büyük başarı sağl ayan Emi n'i n de ar­ kadaşl ığı na koşmaktan s ı kılmıyor. Emi n h ep· "ne sağcı ne solcu" idi , ancak Emi n'in bu raya ge­ febi leceği ni hiçbiri mizi n tah mi n etmesi ne i mkan yoktu r. Bugün Emi n Çölaşan i le Dgm'de savcı Bi nbaş ı Ü lkü arası nda hiçbi r fark kalmam ışt ı r; ben bunu anlatmak istiyorum. Biz çöktük, E mi n'in ahlakı n ı n ve akl ı n ı n bütü n fren leri patlad ı ve Emi n 0

54


savcı binbaşının ve i lhan Selçuk da Kabaklı'nın yerini aldılar; asıl domino düzeni ve asıl dram · buradadır. Bizim ağırlığımız ortadan kalkınca, insanlık utanmazlığın okyanusuna düştü, ilhan Selçuk içindeki Kabaklı'yı buldu ve Cumhuriyet, "Tercüman" oldu . Bu yazıyı, eski adı· ilhan Selçuk olan birisi yaz ıyor, iş çevrelerin_i n · i lana boğdukları şimdiki Tercüman'da çıkıyor ve Genelkurmay'ın hislerine tercüman oluyo r. Domi­ no'dur. Bir zamanlar bizim ülkümüz, kendimize güvenimiz vardı, do­ mino düzeninden ise haberimiz yoktu, bu nedenle ölenlerimiz için bile "devrimciler ölmez" sözümüz vardı, şimdi "Kabaklılar ölriiez" sözü geçerlidir; ölmüyorlar ve ilhan Selçuk, sağın bu en yobaz · yazarının yerini almış bulunuyor. ilhan Selçuk ya da I. Kabaklı yazısını şöyle bitiriyor : "Güneydoğu'da nice dram, bir tek günde yaşanıyor. Orada ölümle burun buruna ve göğüse hergün peşrev yapanlara saygımızı korumalıyız. · lstanbul medyasında köşeyi dönüp beş yıldızlı otellerde fink atanların, Olağanüstü Hal Bölgesi'ndeki güvenlik gqçlerini incitecek dav­ ranışlardan kaçınmaları, insanlığımızın doğal erdemi gibi be­ nimsenmeli." Böyle bitiriyor; "ne demeli" diyorum. Sadece ilhan Selçuk veya Emin Çölaşan'ın, Dgm'de savcı veya yargıç ol­ madıklarına şükrediyorum. Şükrediyorum, "verilmiş sadakamız varmış, yine de ucuz atlatıyoruz" . diye seviniyorum. Bunlar bizleri yok yere bir kez bölücülükten bir kez de, ohal yerlerinde , ..güvenlik güçlerini incitecek davranışlardan" mahkum ederler. Doğru , domino'dur; sanıkların savcı ya da yargıç oldukları düzendir. Ancak bu gün Kabaklı veya Binbaşı Coşkun'u yazmak iste­ miyorum; niyetim domino düzeni üzerinde du rmaktır. Bir: Ağırlı­ ğımızdan kurtuldular. iki : içlerindeki en karanlık dünyaya kayı­ yorlar. üç: Marx, "catastrophe finale" derdi, "laik kıyamet" ola­ rak aktarabilirim; artık hiç inanmıyorlar. Bizden hiç korkmuyor­ lar. Dünya utanmazlığın korkusuz dönemine girmiştir. Bütün dünya karanlıktır. Bütün dünya ışığımızı. bekliyor. Bir: Amerika'da insanlar keyif için insanları öldürmeye başladı lar. iki:. Komünizmi n çökmesiyle birlikte Amerika'da zen. 55


ginlik doruğuna iki büyücü çıktı; bi risi sihi rbaz Davit Copherli ­ eld'tir ve diğeri sadece bir jönklör olan bilgisayarcı Bill Gates'tir. Bu i kincisinin de neden öne msiz bir sihirbaz olduğunu ·başka bir incelemede değineceği m; şimdi bırakıyorum, ancak şi mdilik kaydediyorum, bütün dünya televizyonlarında gösterildi, son oyu ncağının en büyük alıcıları ilk okul çocukları veya Brezilya dizilerinin seyi rcisi yaşlıca ve dul kadınlardı. Üç: Fransa'da en son moda lise çağındaki gençlerin arada bir, annelerini , baba­ larını kardeşlerini öldürdükten sonra önlerine çikan bir kaç kişinin de canını alıp intihar etmeleridir. Dört : Komünizm çök­ müş, ancak tekeller dünyasında ölmek. öldürmek ve intihar et­ mek· oyun olmuştur. Artık yaşam ile ölüm arasındaki sınır kalk­ mıştı r. Beş: Almanya'da son zamanlarda ki en kalabalık Alman yürüyüşü ilkokulların duvarlarındaki haç'ın kaldırılmasını önle­ mek içi n yapılmıştır. Altı: Gerçekten tersine bir domino oyunu var. Yedi : Gerçekten sosyalizme dünden daha çok muhtacız. Kabak tadı veren Kabaklıları bir kenara bırakıp Tü rki ye'ye dönebilir miyim? Bir: Uzun yıllar ülkemizde işveren sendikaları konfederasyonu başkanlığ ı yapmı ş Halit Narin'in annesi ölmüş , cenaze fotoğrafını gördüm. içim yandı; namaz kılarken bir yanında bir polis ·şefi diğer yanda bir başka polis şefi vardı. Acıdım; kurumayı , insansızlaşmayı, insanlıktan çıkmayı hep bu fotoğrafta gördüm; bu ölen kadının, bu adamın annesinin ve bu adamın, cenazesinin arkasında duracak iki polis memurundan #başka, hiç mi yakını yok? insan olanın cenazesinde , en ar­ kasında, iki yanında , insandan yakınları olur; insan olmayanı� cenaze namazını polisler kılıyorlar. iki : Bu polisler anlaşılan ka­ na doymadılar ve taze kan olmayınca cenazelere koşuyorlar. Üç : Şimdi Türkiye'deki en son moda , polis nezaretinde veya hapishanede insanların intihar etmesidir. Dört : Terörist medya da bundan hoşlanmaya başladı, "gık" bile demiyorlar, birbirini izleyen cezaevi intiharları etrafında anlaşılmaz şarkılar yazıyorlar. Beş : Polis şeflerinden açıklamalarından birisine hem çok güldüm ve hem yandım; polise ve hapse düşenler ve bunların yakınları bilirler, . polis ve gardiyanlara ilk ö·nce kemer veya ayakkabı bağlarımızı alı rlar. Hücrede beni m gözlüğü mü de alırlardı; hakları var, çünkü ayakkabı veya kemerle kendimi '

56


asabili ri m ya da gözlük camı m ı kı rıp onu nla bileği mi kesip inti­ h ar edebili rim. Ben b_u nları yapmad ı m , ancak ne kadar hakl ı ol­ d ukları ortaya çıkmıştır; gardiyanke n nezarete dü şen bir gencin ailesi içeriye gizlice kemer sokarak oğulları n ı n intiharı nı sağla­ mışlard ı r. Resmi açıklama budur ve te rö rist ve resmi medyayı tatmin etmiştir. i nsan aklı rriutlak deği ldir. insa nları n aptallaşması , kuş bey­ n ine gö re öykü leri çok duyması ve bunlara i nanmaya başlama­ s ıylad ı r. Bunlar ve terörist medya , şimdi bu öykülerle insan­ larım ı zı aptallaştı racakları na inanıyo rlar. Ama aptallığı b ı rakı p saymaya devam ediyorum. Alt ı : Sa­ vaşta iki taraftan ölenler yetmiyor, Kürt yükselişi ni i steyenleri n işkencede öldü rü l meleri yetmiyor ve şi mdi d e subayların Türk askerlerini döve rek ö ldürmeleri döne mi başlamı şt ı r. En azı ndan böyle iddialar var ve bu köyün ge nçleri , subayları tarafında� dövülerek öldü rülen köyle rinden bi r gencin ölümü açığa ka­ vuştu rulmadan köyden bir daha Tü rk Ordusu'na asker vermeyecekleri ni i lan ediyorlar. Ölüme doyulmuyor. Yedi : Her yanda ölüm var. Ölüm tutkusu nezarethane ve ceza evleri ni n içine s ı zd ı . Savaşta kendi asker ve subayların ı öldürmeye baş­ lad ı lar. Seki z : Artık başta terörist medya, toplumu kana alış­ tırd ı lar. Polis şeflerinin mesai leri , yoksu lların ölümleri ni ne�aret i le zenginlerin cenaze törenleri arası nda bölü nüyo r. Dokuz : Belki saba h , öğle ve akşam üç öğü n ölü yiyorlard ı r. Ben artık oligarkların yalı larında en önemli ağırlamaların seçki n cesetleri olduğu na ina nı yorum. Birbi rleri ne , "bir de bundan tad ı n, bunu yeni vurduk, çok kitap yazıyordu" dedi kleri ni duyuyo ru m. On : Ben e n büyük şefle ri n sabahları küveti kanla doldurup banyo yaptıkları na inan ıyorum. Onbir: Ortaçağ'dı r. Ölü lerle dans ediyorlar. Ölüle rimizle sevişiyorlar. Bitiriyorum , hiçbi r rahats ız l ığ ı m bu lunmuyor; önemli olan düşüncelerimin benzerlerinin f ı şk ı rması ve düşünceleri mi n yayı lmasıd ı r. Ben dah a sosyalizmi n çö.z ülmesinden önce in­ 1 san l ığ ı n yeni bi r Ortaçağ'a girdiği ni yazdım. Sonra Fransa da bir yazar, "Yeni Ortaçağ" dedi ve Batı'daki modalara meraklı ol­ duğu muz içi n P rofesör Mümtaz Soysal bu nu öne msedi ve Tü rklere duyu rdu . Şi mdi Gü lü n Ad ı'nı yazarak kendisi ni duy�57


ran Profesör Eco'nun da bize katıldığını, Ortaçağ'a gi rdiğimizi düşünmeye başladığını , Türk gazetelerinde okudum. Bir ka­ ranlık çağa girdiğimizi düşünenler artıyor. Domi no yüzündendir ; kendi oyunumuza duşmüş bulunuyoruz. Fakat en çok biz görüyoruz. En çok biz yaş ıyoruz. Bu ne­ denle de çıkı şı biz ·tutmak zorundayız. lşık' ın beşiğine döndüğünü görmek ve haykı rmak zorundayız .

58


COŞKUN KİN Xakınlarıma anlatırdım, şimdi yazmanın sırasıdır. Be nim si­ yasal eğitimimde Coşkun Kırca'nın ayrı bir yeri var, bir zaman­ lar Türk aydınının onuru sayılan Forum Dergisi hareketi içi nde Turhan Feyzioğlu, Muhammer Aksoy, Aydın Yalçın ile berabe r­ di , _bunlar profesör ve ben çok aktif bir öğrenciydim ve be ni kendi ekiplerinden sayıyor1ardı. 1 957 yılında ikiye ayrıldılar. ben üniversite ikideydim, o sıralar Ankara Ulus'taydı, otobüsten i nmiştim, koluma birisi girdi. Coşkun'du, bana ilk politik dersler­ den birisini veriyordu.· Durmaksızın, Aksoy'un o zamanki eşi sevdiğim Gülseren'den ve akrabası olan Aydın Yalçın'ın eşi N ilüfer'den söz ediyordu; politik ayrılıklar sırasında en ç ok kadınların konuşulduğunu işte o zaman ve Kırca'dan öğrendim. Şoktu, ama öğrendim, ilkelliktir. çürük bir yoldur, ama kuraldır; örnek olsun, Çü rü kkaya'nın da PKK'den ayrılırken bu çürük yo­ la başvurmasına pek şaşırmadım. Doğan Avcıoğlu ile birlikte Coşkun Kırca'yı çok yeteAekli bu­ lurduk; tanınmış hainlerden Hikmet Çetin'in Dışişleri ve Coşkun ile ilgili söyledikleri gerçek dışıdır. Kırca, . Menderes'i n ilk dışişleri bakanı Fuat Köprülü'nün damadıydı ve parlak bir diplo­ mattı, bıraktı, Siyasal'a asistan oldu ve aydın politikasına girdi . Bana yatak öyküleriyle özetlediği ayrılıktan sonra Chp araştır­ ma bürosunda Doğan Avcıoğlu'nun yardımcısı oldu; hain Heko Çeto ile ben de yardım ediyorduk. hain, Chp'li ben ise daya­ nışmacı bir bağımsızdım. Sonra tecellidir, hikayesi tersine çalıştı, karısı ve selefi Köprüıa·nan kızı. güzel Beyhan, daha ü n 59


lü bir solcu aydına hayranlık duydu, Coşkun bunu büyüttü ve aynldılar. O zaman, Coşkun'un sağa kayışı başlamıştır; Türk soluna ve aydınına karşı bitmez tükenmez bir kini vardır. Kalbi kin doludur ve parlak aklını egemenliği altına alıyor. �� Şimdi egemen olan bir coşku n kin'dir. O zamanlar Ecevit, çok ör:ıemsizdir. Herkesin küçümsediği , ancak herkese aşırı saygılı bir fıkra yazarıdır ; politik kariyeri, el ­ lili yılların sonlarında, ismet Paşa'ya tercümanlıkla başlıyor. Paşa, altmış sonrası koalisyon hükümetlerinde bu nu bakan yaptı, benim de genç bir . uzman olarak katıldığım yüksek plan- . lama kurulu toplantılarından hatırlıyorum, ağzını açtığında,. Ha­ ti poğlu ya da Çelikbaş gibi bakanlar Bülent'i terslerler, Bülent de kara yüzü kıpkırmızı , sesini keser otururdu. Komplekslidir ve bu zamanlar kompleks biriktiriyordu . Paşa'nın yerine bir aday arandığ·ı zaman, geçici olacağı ve istendiği zaman yerin­ den edi lebileceği düşünü ldüğünden üzerinde kolaylıkla an­ laşılm ıştır ; fakat koltuğuna hırsla sarılmasını bili yor. Solun yükseldiği bi r sırada üstü n bir sol demagoji ile iki kez başbakan oluyor ve ikisi nde de kısa bir süre içi nde, Demirel'in başba­ kanl ığında T.Orkeş ve arkadaşlarına kaybediyor. Kaybedişinin nedenini h içbir zaman kendisinde ara�ıyor ; Türkiye soluna ve aydın ına ve bir de Deniz Baykal ile arkadaşlarına bağlıyor. Bu nedenle Türkiye soluna ve Deniz Baykal'lı Chp'ye bitmez tü­ kenmez bir kin duyuyor. Ecevit , hareket eden bir kindir. Bülent Türkeş'i ayakta tutan ve yöneten bu kindir . Madam Çiller ile en iyi anlaşabilecek politikacıdır. Çünkü ya­ lanın bilincinde değildirler ; ikisi de bütün gerçekleri , en. son dü­ şüncelerine göre, yeniden anlatırken, bunuri kesinlikle yalan olmad ığına i nan�bilen bir garip . yaratık türünden geliyorlar. Bu , beyinleri, en son söylediklerine göre yeniden şeki llenen bir fa­ milyadır. Devam etmeden ,� .1ce bir noktanın altın ı çizmek istiyorum ; Bülent Türkeş, Madam Çiller'in Alpaslan Ecevit adlı faşist alba­ ya yeni faşist kadrolar için söz verdiğini duyarak rahatsı�lık ifa­ de ediyor. Kesinlikle şov'du r·; Bülent Tür1<eş'in böyle bir ra­ hatsız-lığı kesinlikle yoktur. Bülent Tü rkeş ile Alpaslan Ecevit arasında sol düşmanlığı açısından hiçbir fark bulunmuyor; şov, 60 ot -


.

görüntüyü kurtarma telaşına dayan ıyor. Kadroları faşistleştirmek Türkeş'in değil. Genelkurmay'ın ve Morison Soliman'ın politikasıdır.

***

Bir parantez açabilir miyim? Kurtul�ş'un yayın ı na son vereli kaç yıl oluyor, hatırlamıyorum; " Bülent Türkeş" veya "Alpaslan Ecevıt" isimlerini bi rbi rinin yerine geçecek biçimde kullanmaya orada başlad ık. Pek çok "tatlı su solcusu" kızıyordu, beni küfür­ bazlıkla suçluyo rdu , şimdi bu formülasyonumuzu, o zaman da bizi iyi okuyan terörist medyanın fıkra yazarları da hil herkes kullanıyor. Bu , bi rinci noktadır ve bunların, düşüncemizin yayıl­ masının, böyles�ne hızla yayılmas ının bizi sevindirdiğini söyle­ mek �urumundayım. Hızla yayılıyor. · Bülent Türkeş'in kariyeri de bizim için bir yay ılmadır. Özetliyorum. Bir: Yetmişli yılların ortasında Tip yeniden ku ruldu, yet­ mişyedi seçimleri geldi ve Tip yönetimi seçi me gi rme kararı alamıyordu ıve . ben karar için acele ediyor ve zorluyordum . Bu arada Tip Başkanı · sehice Boran ile Chp Başkanı Bülent f;cevit görüşmesi oldu ve Ecevit, benim Tip'ten at ılmam ve Tip'in seç­ imlere girmeme_s i üzerine pazarl ığa gi rdi, artık Tkp korucul arı aracılığıyla Disk'i eline geçirmi şti, benim kellem karşılığında, Tip'e, Disk'te bazı Tkp korucuların ın yerine post öneriyordu . Ancak pazarlık· olmadı, sonunda Tip yönetimi seçimden kaça­ madı, ya lnız seçimden sonra bana karşı kampanya baş�atıldı , beni ve arkadaşlarımı atıp Tkp ile birleştile�. so·nunda ve uzun zaman, Tip-Tkp, beni, Ecevit'e · ka rşı seçime girerek "sol güçle­ rin ittifakını bozmak"la suçladılar. bu suçu işledim. Onur duyuyorum ve h ep işlemeye söz ve riyorum. D ev-Yol ve Tkp, yetmişyedi seçiminde bize ve bana, küfre­ derek, işte bu Ecevit'i desteklediler. Bunlar, öteden be ri birHkti­ ler. Bu nedenle şimdi de birleşmelerinin gereğini hep dile getiri­ yorum. Bun ların belgeleri ve inandırıcı kanıtları , "Katkı" ad ıyla yaz­ dığım ve yayınlamadığım çalışmamda var. Bu· çalışmam da, Söz yazarlarından M etin Çulhaoğlu'nda olmalıdır, kuşku duyan61


lara al ıp bakmaları n ı sal ık veriyoru m. Çok yararlı olacağın ı bi li ­ yorum. iki : Seksen Eylü lü 'nü n i lk haftas ında, eylü list darbeden bi r hafta önce yayınlanan "Bir Yeni Cumhuriyet için" adlı ki­ tabımda, şai rlik iddias ında ve kültü rlü geçinen Ecevit'i cahi l ola­ rak niteliyo rdu m . ·S anı ldığı ndan çok daha cah ildi r. Üç : Seksenli yılların ortası nda çıkan "Tezler" dizisini n bi ri n­ de , konuşmaları n ın maddi analizini yaparak, Büle nt Tü rkeş'i n, henüz bu adı bu l mamıştım, askeri bi r yönetimin . başbakan­ lığına oynadığı nı yazıyordum. Kesi ndir; seçi mle ve kadroyla hiçbi r ilgisi bulu nmuyor. Hep Kenan Evren'e sahip çıkıyor ve generaller açısı ndan Özal'a nasi h at veriyordu . Bir de şunu ekliyordum: Generaller, sivil lider arıyorlar. Yalnız sivi l aday ı n kütle tabanı n ı n, generalle re kafa tutacak ka­ dar çok ve diğer sivillerin de küçümseyecekle ri kadar az olma­ ması gerekiyor. Kütle taban ı çok olursa sakı ncalı ve yüzde onun altında olursa generaller içi n makbuldur. Ecevit. bu na ve generalleri memnun edecek sol düşmanl ığı na ço k özen göste­ riyor. Tutars ızlık ve kadrosuzluk olarak görünen işte budu r; yal­ n ız, eğer benim su nduğum pe rspektiften bakı lacak olursa çok tutarlı çı kıyar. Dört: Ecevit'i n ası l seçmeni generallerdi r. Bu , genera lleri n çaresizli k hükümetidi r. * * *

Demek oluyor, politikacı lara fiziksel olarak bakmak zorunlu ­ dur. Ben, bunları n yaptıkları nı bi r araya geti riyorum ve tutarlılık sı naması ndan geçirerek bir yeni yapı kuruyoru m . Ecevit'in, kadro ve kütle gözü nde yoktu r ve kendi sini sadece seçmen ge­ nerallere beğendirmeye özen gösteriyor. Yalnız mı ? içi m yanarak yazıyoru m, bi r de Profesör Mümtaz Soysal var. Daha doğrusu , Ecevit'e artık Bülent Türkeş diye rek " Ecevit" soyadı n ı özgürleştirdiği m içi n bu nu M ümtaz'a ve ri yo­ ru m. Generalle rin seçimini ve işareti ni bekleyen bir de Mümtaz Ecevit bulu nuyor. Bülent Türkeş'i n davran ış ı tutarsız mı ? Bana göre bakılan gözlük bozuktur ve benim önerdiğim gözrükle bakı ldığ ı nda tu62


tarlı olduğu görülüyor. Mümtaz Ecevit tutarsız mı? Gözlük değiştirilmeli ve beni m önerdiğim gözlükle bakıldığında müthiş bir tutarlılık ortaya çıkıyor.

***

Şu anda Serok Apo ile Reis Saddam karşılıklı olarak oynuyorlar. Acaba Mümtaz Ecevit'in ansızın Saddam'la görüşmesi , Apo'nun makul bir hükümet alternatifi için ateşkesi gündeme getirriıesi üzeri ne midir? Mümtaz Ecevit, Saddam ile gö rüşme­ lerini, gazetesinin yazdığına göre, "yetkililere" aktarıyor; Genel­ kurmay'dan başka yetkili kaldı mı? Sonra hemen hükümet çıkı­ yor. Şu anda bana da, Hürriyet'in özetlediği Saddam'ın , Müm­ taz Ecevit aracıl ığıyla Türk Genelkurmayı'na sunduğu sapta­ maları özetlemek düşüyor. Bir: Barzani ve Talabani'ye dayanarak PKK'yi yenmek mümkün değildir. Saddam,. Türkiye'nin Barzani ve Talabani'ye yaklaşmasını yanlış ve sonuçsuz buluyor. iki : Washington , bir Kürt Devleti istiyor. Bu, lranlı mücahitlerin Tah ran'daki Amerikan .. Büyükelçiliği'ni zaptederek buldukları ve benim "Kürtler Uzeri ne Tezler" kitabımda yayınladığım belgelerde çok açıktır; artık daha da net­ leşiyor. Saddam, kendi açısından bunu bir kez daha doğru­ luyor. Üç: Saddam, Kuzey lrak'ta küçük bir al�nda kurulacak Kürt Devleti'nin orada kalmayacağını, Irak ve Türkiye aleyhine ge­ nişlemek zorunda olduğunu- da ekliyor. Buna l ra n'ı eklemek gereği var. Herhalde geçen Ağustos'ta PKK'nin Güney'de açtığı yeni cepheyi bu doğruluklar çerçevesinde almak mantıklıdır. Bu H ükümet, M ümtaz Ecevit'in Saddam'dan getirip önce özel olarak Genelkurmay'a ve sonra da Hürriyet aracılığıyla u­ muma ilettiği mesajlara paralel düşüyor; Saddam, Dublin Sü· reci'ni çok hatalı buluyo� ve hükümetin kuruluşunda bir dönüş arayışı önemli yer tutuyor. 63


Özetleyebilir miyim'? Bir: Dyp - Chp Hükümeti'ni Genelkur­ may bozmuştur. Çünkü Genelkurmay, Madarn·ın Washington'a yatmasından çok rahatsızdır ; bundan dönüş yolları arıyordu. Aslında Genelkurmay da Washington'a "evet'' demiştir, aslında birlikt� yattılar; M ed-Tv'de Serak Apo ile birlikte saptadığımız · un sivil­ gibi , Genelkurmay, kendi sözünden dönerken bile , bun lere yüklemekte ünlüdür. iki : G enelkurmay , daha mesut bir hükümet umut ediyordu ve sonunda buna razı olmak du ru­ mundadır; bu, Dernirel'in tamirciliğinde Genelkurmay tezga­ hından çı�an yeni bir askeri hükümettir. Demirel'e güvenenler yine yanıldılar. Ben Demirel'e hiç güven medim ve bu benim büyük doğru'larımdan birisidir: O ka­ dar öyle, daha bu krizin heme n başında, herkesin Demire l'in M adam'ı törpüleyeceğine inandıkları bir sırada, "Zehir " başlıklı incelernde şunları yazdım : "Derme çatma sayıyla Madam tek­ rar hükümet kurabilir mi ; zordu r ve Demirel'i tahmin etmek da­ ha zordur. Çünkü Türk politikasına gelmiş en korkak ve en ilke ­ siz politikacıdır.'' Demirel de beni doğru çıkarmak için zahmet ediyor. Dahası var; Med-Tv'de , Serok Apo ile Cindoruk'un Demi­ rel'e çok geldiğini saptadık. Cindoruk, i nançlarını sü rdüreme ­ yen ancak Demirel 'in zevklerine göre fazla ilkeli ve inançlı biri ­ sidir; şimdi Demirel tarafından bir kez daha satılmış olmanın burukluğunu yaşıyor. Madam'a karşı çıkarken, Demirel türün­ den bir politika komisyoncusuna sığınmanın sonuçlarıyla karşı karşıyadır. Acıyorum. Belki de hatırlayanlar var; adının hemen he men unutulduğu bir sırada ben H üsamettin"in Dp-Ap- Dyp zincirinde genel başkan olacağını yazdım; kitaplarımın birisinin önsözündedir. Doğru çıktı, oldu , bir daha olma şansını çok az buluyoru m. Ad­ nan Menderes'in gençlik kolla_rı genel başkanıydı, ben henüz politika iz leyen bir liseliydim, " Demokrat olmayan Demokrat Parti'den istifa ediyorum" dedi t etkilendim. Sonra Ankara'da Hürriyet Partisi'nin çok parlak il başkanı olarak buldum ; ben o sıralarda elimde bir idare lambası yer altında Tkp'yi arıyor ve yer üstünde de hem Hürriyet Partisi ve hem de Chp'yle idare ediyordum. Chp araştırma bürosunda çalışıyor ve Hürriyet Par64


.

tisi'nde seminerler düzenliyordum ; Şerif Mardin, Aydın Yalç ı n'a sosyalizmi a nlattı rıyordum. Bi r yandan da , Deniz ile, D e niz Baykal, münazarala rda çatışıyorduk ; Deniz, Hukuk ve ben Siyasal Bilgiler münazara takımındaydık. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Profesör Turhan Feyzioğlu'nun Menderes ta­ raf ından görevinden uzaklaşt ı rılması bu zamandadır ; Coşkun K ı rca , Aydın Yalçın, Muhammer Aksoy protesto ederek üniver­ siteden ayrıldılar. Biz şimdi ad ı bilinenlerden , Siyasal'da pro.fesör T_aner Timur ve diğer arkadaşlarla birlikte, öğrenciyi ayağa kaldırdı k , yakın zamanların i.l k büyük öğrenci hareketini örgütledik. i lk gözaltına alınmam bu nedenledir ; o zaman ki "si­ yasi şube" olan birinci şube "müdü rü" , şimdi milli eğitim ba­ kanlığ ından alınan Nevzat Ayaz'dı ; büyük olay oldu, birkaç gün sonra Hüsam'la buluşmu ştuk, Hüsam, Ankara'nın köylerini ge­ zerdi , bana, "Yalçın, köylüler, gençlik niye isyan etti diye soru­ yorlar" diyordu. Bu benim ald ığım ilk sosyal haberdi; Hüsa­ mettin Cindoruk'tan geliyordu . Ü niversite'den kovulmuştum , ama pek çok sevi ndiğimi hatırl ıyorum . Hüsam'ı beğenirdim, ancak biraz daha tanıyınca, içinde i smet l nönü ve Chp'ye karşı inanılmaz bir kin olduğunu gö�düm . l nönü ve Ch p'ye karşı kinin az·, iyidir, doğruya götürür; ancak kini n çoğu insanı kör ediyor. Hüsam, kör oldu ve 27 Mayıs'tan bir ay önce, bu kin ile Menderes'in Vatan Cephesi'ne ka�ıldı . Kördü, ancak içinde bir ilkelilik vardı; altmışlı yıllarda , "hırsız" sözcüğü ile "Demirel" adı hep yan yana söyleniyordu . H ü sam, Ferruh Bozbeyli ile bi rleşti ve Adalet Partisi içinde De­ mirel'in hükümetini devirdi. Yetmiş yıl ı nda, Demirel, kendi içinde yere serildi. Demirel'in bunu unutması mümkün değildir, çok korkak olduğu içi n çok kindardır . Hüsam ise bunu bilmiyor.

***

Albay Türkeş mi? Kim korkar hain kurt'tan? Bu bi r hedef şaşırtmasıdır. Biz Yü rüyüş'te de yazardı k, yirmi yıl oluyor; De­ mirel-Türke·ş ilişkisinde i pler, Demirel'in elindedir. Demirel'in her dönemi katliamlar zamanıdır ve Türkeş'in sahaya salındığı dö. nemlerdir. Bugün de, Komando Ayvaz'ı mi lletvekili yapan De·- · mirel'dir, faşist yüzbaşı savcı Baki Tuğ'u milletvekili ve bakan yapan Demirel'dir. Albay'ın korucubaşı, gümrük bakanlığı müs65


teşarı iken bakanlığı komandolarla dolduran ve Hürriyet ile Mil­ liyet'in sahibi süpürgeciler kralı Aydın Doğan'ın bacanağı Na­ mık Kemal Zeybek'i danışman olarak Çankaya'ya alan Demi­ rel'dir. O, faşistlerin başıdır. Soliman, bir faşist babasıdır. Ancak bu hükümet için Morison Soliman, sadece bir tamirci­ dir. Bu , bir kin hükümetidir. Eylülizim bir kin hareketiydi. Türkiye soluna ve Kürt halkına görülmemiş bir kinin adıdır. Ancak temelleri , 1 2 Eylül'den biraz daha önce atıııy·or ; Coşkun Kırca ile bizim Arslan'ın ağabeyi Adnan Başer Kafaoğlu , darbeden bir süre önce eylülizmin ana­ yasasının hazırlığına başlıyorlar, Büyük Ankara ôteli'nde açık­ ladılar. Bu, orada başlayan hazırlığın devamı ve bir kinin uygu­ lamasıdır. Bu hükümette en önemli adam, ne Soliman ne Madam, fa­ kat Coşkun'dur. Bu," kin'dir ve bu artık kendini tüketmeye başlayan ve kendine dönen bir kindir. Bu kin, bizim önümüzü açıyor.

66


HA T lngilizlerin yazılı olmayan bir anayasaları var ve bütün yazılı olan anayasalardan daha güçlü olduğuna inanılıyor. Moğolların bir "gizli tari hi" vardır, bütün resmi tarihlerden daha gerçekçidir. Batı Avrupa'da bir "çok gizli" demir yasa geçerlidir; Nato kurulduktan sonra bir komünist partinin hükümete ·ortak ol­ ması i mkansızdı. Komünist Partisi ltalya'da çok güçlüydü ve h içbir zaman hükümete giremedi . Fransa'da Mitterand , seçi lmek için muhtaçtı, Komünist Partisi'ni hükümete soktu , ancak hiçbir işe sokmadı ; önce Komünist Partisi'ni ve sonra kendi Sosyalist Partisi'ni rezil etti. Demir yasa yine işliyordu. _ Sovyetlerin çöküşünün dış etkenlerinin başındadır. Türkiye'de ve başta ne işliyor? Demir çizgi ya da hatlar üzerinde düşünmek gerekiyor. Bugün, yine birlikte düşünüp tartışmayı öneriyoru m. Türkiye'de, özellikle, yöneten sın ıf ya da klikler için düşünmek sadece önceki eylemi bilmektir; bu en ham ve en i lkel düşünme oluyor, fetişçilikten yalnızca bir adım ileridedir, Türkiye yönetiminde eylemleri işleyerek özünü çıkarma, düşünme'yi böyle tanımlamayı öneriyorum, bulunmuyor; sa­ dece 9nceki eylemi bir hat kabu l etme söz konusudur. Doğru mu? Hep'e uygulananlara bakılabilir, içinde yeni ne var, tümüyle Tip Deneyi'ne dayanıyor. Yöneti m. bütün solu ve hatta bir ölçüde Kürt Uyanışı'nı, Tip'in parlamento'ya on­ beş milletvekili sokmasına bağlıyor ve " bir daha asla" diye­ rek _bundan, bir avuç Hep temsilcisini meclis�e tutmama so67


nucu çıkarıyordu. Düşünme budur, mantık ilkeldir ve bütün çabalar bu yönde gelişiyor. "Bir daha asla" ilkelin düşün­ mesidir ve Hep'ten sonra bunu daha bağnazca tetrarlıyor. Eğer bu ikincisi daha kanlı ve daha inatçı olduysa, eğer Hep'e "bir daha asla" demeyi çok daha zor telaffuz edebildiyse, bu, bir yanıyla PKK'nin kararlılığından ve diğer yanıyla Kürt halkının kendi mücadelesine Tün< emekçilerin­ den daha çok sahip çıkmasındandır. Kan, her zaman dire­ nişin türevi olarak ortaya çıkıyor. Sö.ylediklerim ne anlama geliyor? Bu, çok büyük ölçüde, Türk yönetiminin içgüdüsel olduğu anlamındadır. Dü şünme ve analiz yapma ortadan kalkmıştır; şu anda ı·orkiye'de yönetenler cephesinde , üniversiteler dahil tek analiz yapan yer Genelkurmay'dır. �ü rkiye'de yönetim ve analiz, Genelkur­ may'a kadar ricat etmiştir ve şimdi orada sıkışmı ş duruyor . .. Ulkemiz, çözümleme yapmayı, askerlere bırakan bir rahatlık içindedir. Pek az insan bilir, bilardo topları kağıttandır, sıkıştırılmış kağıttan yapılıyor. Kağıdı sıkıştırıp birbi rine çarpan toplar yapma süreci, Tü rk Genelkurmayı'nın düşünme yöntemini de anlatıyor. Asker çözümü , hep kağıdı sıkıştırmak üzeri nedir. Gizli kitaplardan başlayıp kağıdı s1kıştırarak bilardo topu yapma süreci üzerinde düşündükçe aklıma Yavuz Gökmen geliyor; şimdi Hü rriyet'te memurdur. Üzerinde yazmamam ge­ rektiğini biliyorum, ancak bilim yolunda artık bulunmaz Qir vaka'dır; hep Yavuz'un akıl sağlığını işkencede mi, yoksa terörist medya içinde mi kaybettiğini merak ediyorum. Bir za­ manlar, karısı Füsun Özbilgen ile devlette memurdular, 1 2 Mart'a gebe günlerde, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına arka­ daşlık yaptılar ve sonrada M artçı Darbe zamanında ya­ taklıktan görülmemiş işkence gördüler. Vaka budur. Kader budur. Yataklıktan içeri girenler şimdi oligarklara yataklık yapıyorlar. Sevdiler. Ne olmuş? Fethullah adında bir nurcu imam, bir vaaz vermeye kalkmış, terörist medyanın bütün çifte tellileri , ismet Salak ve Yavuz Gökmen başta, dergahına girmek için biribi68


rini kı"rıp imam Fethullah'ın önünde diz çökmüşler ; imam • sayıklıyor. Said-i Kü rdi'ni n , Melik Fırat dostumuzun sözıe,ine göre , Kü rtlüğünü inkar eden bu çömezi , "çömez" sözcüğü benimdir, bir Kürt devletinin zor olduğunu, ancak kurulması halinde kendisinin çok başını ağırtacağını, gaipten · haber alır­ casına, anlatıyor ; Chp'nin madamla anlaşmasını çok istiyor ve bu nedenle tanınmış Türk ve Kü rt hainlerinden Hikmet Çetin ile sürekli telefon bağlantısı kuruyor. Hain çok çalışı­ yor, ama imama göre, beceremiyor. Bunların bir bölümünü , H ürriyet'te ismet Salak yazıyor, l smet'e yanlışlıkla değil, ken­ disini yakından bilen ve seven arkadaşları hep "salak" dedik­ leri için bende ".ismet Salak" diyorum ve Yavuz da, "ayrın­ tıları, toplantıda bulunan ismet Solak'ın kaleminden okuya­ caks ınız" diyerek kendisine gazeteciliQin kaymaklı kısmını ·ayır ıyor, Said-i Kürdi'nin bu çömezi için bazan "sakin bir edayla söyledi" notu nu düşüyor ve bazan "Hoca, hükümet krizinden tedirgin görünüyordu" sözleriyle yüreğimizi ağzıma getiriyor, ancak bunu bildiQi için olmalı, "Hoca'nın yüzü nde bir endişe ifadesi görmedim" sözleriyle de bizi teselli etmek­ ten geri kalmıyordu. Hepsi , bu; Martçı Darbe'de en çok işkence görenlerden bir devlet memuru, terörist medyada bir köşe tutunca, palazlanmış bir tarikat şeyhinin yüz ifadesi üzerine şehvet dolu bir fal açıyor. Vaka budur. Hepimiz açısından utanç vericidir. Ne denebilir? Osmanlı döneminde, sık sık, "ne utanmaz köpekleriz I kimi görsek etekleriz" diyorlardı ve diyenler içle­ rini boşaltıyorlardı. Benim söyleyeceğim ise şudur: Türk yö­ netici klikleri bu vakayı gö rdükten sonra kesinlikle işkence­ den vazgeçmezler . Biz ne yaparsak yapalım, Yavuz türün­ den insanlar yaşadıkça ve varoldukça, Türk devletine işken­ cenin kötü olduğunu anlatmamız imkansızdır. Çü nkü bu �o­ nucu başka türlü elde etmek . mümkün değildir; Türkiye'nin gizli hatt'ı aslı "hatt" olan bu sözcüğü , "çizgi" ve "yazı" an. lamlarında da kullanıyorum, bu çocuk ise bir vaka'dır ve hepsi budur. Vak'adır . ve türleri var. Bir: Şimdi ..devlef' , bu . sözcü ğün anlamının "nöbet" olduğunu yazmıştım, kırklı yılların or69


tasında fazla Türkçülük yaptığı gerekçesiyle üsteğmen Alpas­ lan Türkeş'in, ünlü Sansaryan H an'da, tırnaklarını sökmekle kötü mü yaptı? Tırnaklarını sökmese, devlet, bütün kirli işleri ve katliamları içi n, böyle şehvetli bir çavu şu nereden bula­ caktı? Kimse bu devlete işkencenin yanlış bi r yöntem ol­ duğunu anlatamaz; ortada Yavuz Gökmen ve Faşist Albay örnekleri var, bu ortaya çıkıyor. iki: Ki mse bu devlete . tehli­ keli olmakla birlikte, dini siyasete alet etmenin kötü olduğunu anlatamaz; kesindir. Erbakan H oca var; Erbakan Hoca olma­ sa, bu kana doymaz Albay'ı, bu son meclise kim sokacaktı? Shp ile Kürtler arasındaki ittifaka her gün küfredenler, Erba­ kan Hoca'nın Albay Tü rkeş'in yetmez tayf asrnı meclise sok­ masına ağı z açmadılar; çünkü devletin hattı'dır . Necmettin Erbakan, devletin hattından hiç çıkmayan birisidir; sol yüksekken solun, Kürt Yükselişi varke n Kürtlüğün düşmanı ve devletin yoludur. Üç: Yetmişli yıllarda biraz söz dinlemez oldular ve eylülist darbeyle birlikte bir süre misafir edildiler. Hepsi, budu r. Bunlar emekçi ve güzellik düşmanı korucu başlarldırtar. Dört : Ya Soliman ile Bülent Türkeş? özellikle Soliman artık tam bir balmumu tü rü dür; ben söylediklerinden sadece generallerin ne istediklerini çıkarıyorum. Artık "ben askeri dinlerim" · şarkısını da seve seve söylüyor. Beş: Bülent Türkeş'in "anadan doğma" bir yumuşakça olduğuna ve asıl işkenceyi ana karnı nda gördüğüne hep inandım ; hangi düşünce ağırsa onu söylüyor. Şimdi sola bu kadar düşman olmasının bir nedeni, solun çok hafiflemiş olmasıdır ve bu nedenle generallerin altında rahat edebiliyor.

* * *

Peki rahatlık ile utanmazlık arasındakı sınır nerededir? Bazan Avrupa havaalanlarında eşofmanlı yeni yetme Türk zenginleri görüyoru m , içi mden "herhalde öyle rah at oluyorlar" deyip geçiyo ru m. Kabul ediyoru m, eşofmanla gezmek ra­ hatlık oluyor; ancak ra�atlık o lduğu için eşofmanla cenazeye gitmenin utanm azlık olduğuna inanıyoru m. Demek oluyor, ra­ hatlık gerekçesiyle rah atlık zorlanınca, utanmazlık başlıyor. Şu anda türleri çoğalıyor. Şu anda biz çok rahatlatıyoruz. Bir: Aramızdan işkence 70


görenler çıkıyor ve bu nlar sonra posaya dönüyo rlar ve bi rer vaka oluyorl ar ve biz rahatlat ıyoruz. iki : Hafifledik, artık ağı rl ığ ı mızdan ve bizden çekin miyorlar ve bu nede nle rah at­ latıyoruz. Üç : Sazan çok rahatlatı yoruz ve sın ı rı zorlayanlar çok ç ıkıyo r. Adı nı n anlam ı n ı ve ne reden geldiğini bilmi yo rum, herhal­ de Hü rriyet gazetesinin üst bü rokratlarınd an bi ri si olmalıd ı r, h aberleri ne resi m koyuyorlar ve resimlerinden , Amerikan dizi­ l erindeki sevimli cadı lara benziyor; ad ı Ferai T ı nç'dı r. Bu se­ vi mli cad ı , son zaman larda, Türk devletinin d ış po litikası n ı kurtarm aya heves ediyor, bi r Yunanile�e kızıyor ve bi r se­ vi nçli haber veriyo r. Daha doğrusu uyduruyor ve be n bası n mesleği nde bu kadar rahat yalan h aber yazabi leni az bi liyo­ ru m. Rah atl ığı n sı n ı rları n ı çok zorluyor. Yin e sevimli cadı resmiyle süslediği haberi ni n başlığ ı nda "petrolde istediği miz old u" var; dü nyanı n e n büyük rezervle­ ri nden birisi olan Hazar Denizi petrolü nün Avrupa'ya aktarı mı i le i lgili son duru m üzeri ne yaz ıyor. Türkiye, bu büyük p rojeyi kesi nlikte kaybetmişti r; Sovyetle r çöktükten ve Ankara des­ tekli ırkçı Elçibey darbesi nden so n ra , çok u mutlandığ ı bu bü­ yük rezervi Türkiye üzeri nden lskenderun Körfezi'ne uzaya­ cak bir pipeli ne i le Avrupa'ya aktarma planı kesinlikle çök­ müştür. Buna karşı n , bu sevim li cad ı , çok büyük bir rah at­ l ı kla , "petro lde istediğimiz oldu" yollu yalan yazabiliyor. Önü mde bir de Paris'te yay ı mlanan Liberation gazetesi var, aynı tari h li ; ayn ı konudaki h abe r bi r de h aritayı� ze ngin­ leşti ri lmiş duru mdad ı r. Bu haritaya göre , Hazar De nizi ham petrolü , bi ri si Rusya'nın Novorosslisk ve diğeri Gürci stan'ı n Batum Li manı'na olmak üzere iki boru hattı i le Avrupa'ya ta­ ş-ı n mak üzere yola çıkartı lacaktı r; gazete , anlaşman ın, Was­ h i ngton i le Moskova aras ı nda çok i natçı müzakereleri n so nu­ cu nda ortaya çıktığı n ı ve bunu n bir kompro mi olduğunu belir­ tiyor, Rusya'nı n bütü n nakliyatı kontrol etmek istediği ni ve Amerika'n ı n bu ö nemli i mkanda tam bi r Rus egemen liği iste­ mediğini yazıyor. Tü r1<iye'den geçi ri lmesi sözkonusu d eği l ; sadece yayı n lan an haritada, h arita Azeri ler tarafından res ­ men dağıt ı l ıyor, Gürcista� hatt ı nda nokta nokta çizilmi ş ve 71


Türkiye'ye doğru uzanan bir hat daha yaral ıyor ve üzeri nde "muhtemel uzatma" extension pasibble ifadesi bulu nuyor. An­ cak Libaration'u n verdiği bi lgi lere göre, ası l hat, Ru sya hattıdı r ve Rusya hatt ı n ı n i nşaat ı diğeri nden dört ay ö nce bi­ tecek biçi mde planland ığ ı içi n , taşı manı n daha çok Rusya üzeri nde n yapı lması bekleniyor. Batum'dan yüklenecek tan­ kerleri lstanbul'dan geçi rmek durumunda olan Gürcistan pro­ jesini n tümüyle ih mal edi lmesi de mümkü n görünüyor. Liberation'u n bu haberinde başka öne mli bilgiler de var, özetlemek i stiyoru m. Rusya'nı n bu noktaya adı m adı m ge l­ diği ifade ediliyor. Bi r: Ankara yanlı s ı darbeyle Azerbay­ can'da bir ara yönetimi alan ırkçı Elçibey'i Moskova devi r­ miştir. iki : Moskova, Ali yev'e karşı bir darbe h az ırlayarak Ali­ yev'i kendi si ne bağlamıştır. Dağlık Karabağ'da kozları elinde tutan M oskova'dı r. Üç: Abhazya'yı isyan hali nde tutarak ve son bi r suikast girişimiyle de Şevarnadze'yi yola getiriyor. Dört : Kartlar, Moskova'n ı n elindedir, fakat, Gü rcistan h attına raz ı olarak, yine de Ameri ka'ya ödün veriyor. Beş: Bu ödün vermesi ni n bir nedeni , Çeçenya'da daha serbest olmak ve Türkiye s ı n ı rı n a yakı n yerlere yeni birlikleri konuşlandırmak için Washi ngton'u n onayı nı almak, Liberatio n·a göre Mosko­ va, istediklerini elde ediyor. iki nokta kal ıyor; bunlardan biri ncisi, yı llar önce, galiba Yeni Ülke'de, Kü rt soru nu çözülmediği sürece , boru hattı nı unutmak gerektiğini yazmıştım, hatı rl ıyoru m . Çok akı llı veya çok bi lgi li olduğum içi n deği l, bunu öküzler bi le görürle r; görmeyenler öküzdür ve ülkemizi hain;eri n idare ettiği kesi n­ dir. iki : Bu h ai nlerin en yakın yardımcı.. ları rahatlığı utanmazlık sı nırı na dayayan yalancı lardı r. U lke miz yalancı ları n boyundu ruğu altı ndadır. Hai nler ve yalancı ları , ü lkemizi.n çıkarları n ı ve halk­ larımızın rah atı n ı bi r kliğin mundar menfaati için , her güç merkezi ne peşke ş çekiyorlar. Biz ise bunu n karş ı s ı nda tek hattız ; bölgemizi n bütün ze nginliklerini ortakça ve emekçile ri­ mizle değerlendi rmek için var_ız. Dünyada ortaklık ülküsü kadar güzel ne var? Kant, iyiyi iste meni nin kendi si iyidir, diyordu . Her işte ortaklığı isteme nin 72


kendisi ise çok iyidi r. Bize yakışıyo r. Bize, çok soyut olarak utan mazl ıkları görüp, ü stüne keskin bi r hat o larak gitmek yakı ş ıyor. Ayn ı günkü g azetede bi r de başyazı vard ı . E rtuğru l Özfaks adı nda birisi yazıyordu ; bi r resmi nden sözetmiştim , o ligark sofraları nda karnını doyu rmaktan ensesi peh livan­ ları �ki ne benziyo rd u ; yaz ık, h albuki eski den zarif bir arka­ daş ı m ızd ı . Bu oligark sofraları kadar i nsanı çi rki nleştiren bir yer yoktur, bi liyoru m . Aynı gazetede bu yediği istakozlar en­ sesi ne yapı şmı ş Özfaks, artık açl ıktan yerinde duramayan emekçi lerin istekleri ni reddeden bu Amerikal ı M adam' ı övecek söz bulamıyor, Bü lent Tü rkeş i le Faşist Albay'a gidip · h emen eteklerini öpme leri ni tavsi ye ediyordu . Bir i nsan an­ cak, ru hunu oligarklara satarsa , bu kadar halk ve emekçi düş man ı olabilir; şu anda en çok halk dü şmanları rahat görünüyorlar. Türkiye tari hi nde hiçbir başyazarı n böylesi ne küstahl ı k ve açıkça e mekçi düşmanl ığı yaptığı n ı hatı rlamı ­ yoru m, ancak utand ı racağ ımız günlerin uzak olmad ı ğ ı n ı da biliyoru m . Ç ü nkü i nsanlığ ı , i yi lik, ortakl ık ve emekçi ü lkü sü nde n ko� parmak mü mkü n o lmuyor. Bu nu bi r kez daha gördük; Bi lge­ su'yla* Comedi e-Française·e gittik, 1 680 doğu mlu Comedie­ Française , Fransa' n ı n devlet ti yatrosudu r ve hala Hugo oynu­ yor. Hugo'nu n "Mi lle Franes Reco mpense·" oyunu , ölmekte olan bir yaşlı , kocas ı kayıp kız ı ve kız to runundan olu şan bi r üçlü evi ne icra me mu runun gelmesi üzerinedi r. Her emekçi ailesinin ha lidi r ve· bu radan . , Tü rkçede ancak "berduş" denebi lecek bir halk tipi nin çok çeşitli nu maralarıyla ku rtulabiliyorlar; ku rtaran ve mutlu sonu sağlayan emekçi , so nunda, sevi ­ ne sevine hapse gidiyor. Paris'te devlet tiyatrosu , bu nu oynu­ yor ve o güzeli m salonu izleyen insanl ar ı · bu son derece ba­ sit oyunu , büyük bi r heyeca nla . alkı şl ıyorlar. Ne güzel ; h ala i nsanlığ ı n erde mi ve e mekçi ni n kurtarıc ı l ı ğı üzeri ndeyiz . . Son söz mü ? Comedie-·Française'in çevresi ndeki kate­ restoranlarda pek entellektüel", ü nlü Frans ız salatalarına . 11

*

Bilg esu Erenus .

1

73


büyük yazarların adı n ı veriyorlar. Oyundan ö nce, Bilgesu bi r "komedyen" ve ben de "Moliere" yedik ; güzeldi . Fakat kes­ medi ; canı m hala, . Ertuğrul adlı bi r Hatay usulü kelle paça ve Ferai adı nda U rfa işi bi r kaburga yemek i stiyor ve yiye­ ceğimize i nanıyorum . Bizimki mi ? Tarihe eleşti rel bakan , emekçisine sanatla yaklaşan, hep ortaklığı arayan bir oktu r. Bizimki emekçi lik, sevgi ve ortakl ık ü zeri ne bir hat oluyor.

74


TUTKAL Beraberlikler var, evlilikler olur, yıllar sonra arada hiçbir cid­ di sorun olmadan bitiyorlar. Neden? Çünkü dünyalar küsüyor. Dünyaların küsmesi ne demek oluyor? Aynı dünyaya bakıp tam zıt dünya görmektir; dünyalarin küsmesini böyle anlıyo­ rum. Bu, bir ayrılıktır. Bir dünyanın. iki dünya olmasıdır. Şimdi bizim dünyalarımız ayrılmıştır ; şimdi Türkiye'de biz iki ayrı dü nyayız. Anlatabilmek için "arada hiçbir ciddi sorun olmadan" demek zorunda kaldım; aramızda devler boyu sorunları mız var, ayrıca biz onl arla evli değildik, şimdi ise tümüyle ayrıyız. Ayrı olmak , ayrı bakmaktır. Biz ayrı bakıyoruz. Ayrı olmak, ayrı görmektir. Artık ayrı görüyoruz. Anlatabil­ mek için "artık ayrı görüyoruz,. diyorum. Aslında sadece biz görüyoruz. Onlar, kördürler. Sadece bizi m dünyamız açıktır. Artı� ger­ çekler sadece bize görünüyor. Bu nedenle gerçekleri sadece biz söylüyoruz. Kanıt mı? Cindoruk'tan sözed ebilirim ; Başkan Apo'nun ka­ rargahından katıldı�ı ve benim stüdyoda olduğum Gü nay _ Ars­ lan'ın yönettiği Med-Tv açıkoturumu ortada duruyor. Başkan'la biz, Demi rel'in Cindoruk'un işini kolaylaştırmayacağını ile ri sü­ rüyorduk ; bu, kabul ediyorum, "öbür" dünyada yazılanlara göre tam bir deliliktir. Ben de bunu anlatmak istiyorum; onlar akıllıy­ sa "biz" kesin deliyiz. Dahası da var; eğer onlar gerçekten akıl­ lıysa, "biz" mutlaka de liliği seçmeliyiz. Bu konuya tekrar dönmeyi planlıyorum. Şu anda bizim 75


dü nyaya sadece ve sadece "kendi" dü nyamızdan baktığı mızı anlatmak istiyoru m. Bir: Hep başkanı olan Feh mi lşı klar'ın mil­ letvekilliği düşü rü lü rken ben bunu n huku kd ışı olduğunu yazd ı m . Bu nu , "öbür" dünyada bir tek Ci ndoruk savundu . ı srarlı olmad ı ; ancak Ge nelku rmay Partisi'ni n yol u na taş koyup i şini zo rlaştırdı . iki : Daha so nra, bizi m Hatip, Leyla H anı m , Ah met Bey ve diğer arkadaş ları mız ın doku nulmazlığ ı kald ı rı lı rken iti ­ raz sesleri yükseltiyordu . Düşü ncelerini tutarl ı bir biçi mde savu­ nam ıyordu , bu benim öteden beri bi ldiğ im Hüsam'dı r, ancak Genelku rmay Partisi'ni n çizgisi ne lekeler düşü rüyordu . Üç : Bu çizgi , bu kadarı nı bile kaldı ramaz ; biz bu nları söylüyoruz ve şimdilik söyledikleri miz aynen gerçekleşiyor. Dö rt : Neden gerçekleşiyor; çünkü "biz" sadece kendi gerçekliğimizden bakıyo ru z. Çü nkü baktığ ım ı z yer halkl arı mız ı n ceph esidir ve biz doğru'dan doğru'ya bakıyoruz. Bu , başlang ıç oluyor. Be n sözetmekten bıktı m , ancak şimdi yine körlere geliyoru m . Aslı nda bu nlardan sözetmemem ge re ki ­ yor; okuyucul arı mdan özü r di liyoru m , yaln ız , ben artı k Çölaşan veya Özkök'ü i nsan saymıyo rum. Bu nedenle sözetmede bi r zorunlu luk görmüyoru m ; bun lar, bu Gene lku rmay Partisi'nin iki sureti 'dir, köylü leri miz fotoğraf yerine "suret" derler, bu nlar in­ san su reti nde Genelkurmay Partisi'dirier. Dolayı sıyla su retin­ de n sözettiğim zaman aslın ı konuş mu ş oluyo ru m ; onlar kö rdür­ ler. Necdet H ı nzı r, ayd ı nl ı k yolumuzda, ö nü müze ko n mu ş kanlı taşlardan sadece birisiydi ; yuvarlad ı lar, yolumuzu n kenarı na attı lar. Kötü mü o ldu ? Her sabah insancıklarım ız ı n kanlarıyla saçları n ı parlatan bu zali m polis memu runun yuvarlanmasına üzülecek bir tek insan olabili r mi ? Ç ı ktılar. Ertuğrul Özfaks , bu kan içici polis memu runu "beraber çal ışt ığı i nsanlara sahip çıkan" sözleriyle övdükten sonra şu n ları da döktü rüyor: "Güle güle Necdet. Sen bizim gönlü müzden hiçbi r zaman istifa ede­ mezsi n. Biz daha sad ığ ız ." inanıl ır gibi değil ; bu sözleri ancak bir metres, tayi ni çıkan polis memu ru dostuna yaz abi li r, bu bi r metres yazısıd ır, başkas ı n ı düşünemiyo ru m . "Biz dah a sadığ ız" dediğine göre ya dah a önce yazd ığ ım tü rden , bunlar koruma­ ları na aşık koru mad ır ya da Özfaks, Necdet H ınzı r'ın yan ında 76


çal ış ıyor. ) Si nirle ri ni n bozu lmuş olduğu na daha önce işaret ettiğim Çölaşan' ı n ise H ınz ı r'ın yuvarlanması karşıs ında saçın ı başını yolup kendisini bir taştan diğeri ne atarak, bi r "yoz" örneği ken­ disini aşağı laması ise ibret vericidi r; zaval l ı , . H ınzı r'ın hep yerin­ de kalacağ ı nı sanıyormuş , "Biz ayakta uyuyorduk" diye yazı yor. Bi r de şunları yaz ıyo r: "Bizi lütfe n bağ ı şlay ı n . Bu nlar­ dan sonra bizi 'gazeteci' ola rak görmeyi n . M eğer bizim kulak­ ları mız tü müyle t ıkalı , gözleri miz hiç görmez, bu rnu muz koku almazmı ş da, haberi miz yokmu ş ! Vallah i özür di liyorum, bill ahi özü r diliyoru m." Özü r di lemesine hiç ge rek yok, "biz" zaten ga­ zeteci saymıyorduk, "kör" olduğu nu yaz ıyordum, bi r de "burnu­ muz koku al mazmış" diyerek ke ndi sini işe yaramaz bi r köpek yeri ne koyuyor; ben sadece "estağfu rullah" demekle yetiniyo­ ru m. Suret'ti rler. Bunları neden yazıyorum? Amacım yal n ızca günün somut politikaları na di kkat etmek ve bunları çözümlemek değil , da­ has ı var. Bu nlar, benim örnekleri m oluyorlar; tekelli dünyanı n bi li m adamların ı n çoğu na bakılabi li r, burunları nın ucu nu görmezler, marksistler bunl ara "miyop" diyorlard ı , de receleri arttı , şi md i kör oldular. Ası l yazmak istediği m yayg ı n ve her gün artan körlüktür. Hastalığ ın bi r sosyal afet olmas ı nda beyni kul­ lanmama var; ben zaman zaman bu körlük hastalığı na "ku ş be­ yi nli lik'� de diyo ru m, şimdi aramızdan göçük Aziz Nesin'in "mil- leti miz aptald ı r" sözünü alıp düzeltmem, bütün sömürgenl�ri n zamanla kuş beyi nli olacaklarını yaz mam, her gün bir problem çözen halkı m ız ı n aptal olmadığ ı n ı , ama düşü nmeyi bı rakan­ ların sadece başkası n ı n beyni ni kullananları n, zaman içi nde aptal ve aynı anlama gelmek üzere kör olacaklarını i leri sü rmem , bu nedenledi r. Emi n , körlüğünü kendisi söylüyor; Özfaks, bir polis memuru nu dost tutmu ş bi r beyi nsiz metresi n sureti olarak çıkıyor. Ancak benze rlerini , dünyanı n başka yerle­ ri nde, ü niversiteleri n , mahke me lerin tepele rinde bu lmak mü m­ kündür; bu nun için dönüp dönüp üzeri nde du ruyoru m. Biraz daha açabi li r miyi m ? i ster ku ş beyi n l i , isterse aptal ya da kör diyeli m, özellikle M adam yağcısı gazeteci ler bir "send­ ro m" bulmu şlard ı ; güya Shp veya Chp başın a geçenlerin hepsi , 77


M adam'a elle ri ni uzatı nca çarpılıyorlardı . Aptal Sedat Bi lgi n , Özfaks ve diğerleri bu nu s ık s ı k yazdılar; bunu yazanları n hep­ si kör'dürler. Daha konu şma bilmeyen , her gün bir yolsuzluğu ortaya çıkan , hakkı nda h içbir "rnenkibe" uydu ru lamayan, Pro­ fesör Soysal'ın "şı marık" , Erbakan'ın "i sterik", bi r başkası n ın "zi bidi" dediği bir kadın nasıl çarpar; bu nu sadece beyi nsizleri n yazacağ ı n ı tekra rl amak istiyoru m. Peki ne? Erdal l nönü , M u rat Karayalçı n , Hikmet Çetin, Ma­ dam'a yaklaştıkça kendi lerini kaybedip tüketmediler mi? Kesin doğrudu r ve bunlar artık bi rer siyasi kadavradı r; ancak bu nun Madam'ı n çarpmas ıyla hiçbir i lgisi bu lunmuyor. Bunlar, Genel­ kurmay'ı n çarptı klarıd ı r, as ıl çarpan Genelku rmay'dı r; bun lar, Madam'ı n eli ni tuttukları için deği l Genelku rmay'ı n emi re ri ol­ dukları için çarpı l ı p bittiler. Bugün asıl tüketen, ası l yamuk düşü ren Genelkurmay Partisi'dir ve bu partiye yapışanların hepsi felç o luyor ve kötürüm oluyorlar. l majları m ı n bi r bölü münü köylerden ve kasabalardan seçiyoru m . Kasabalarda yoksu l berbe rler veya buzdolabı olma­ yan kasaplar var; ars ız si neklerden korunmak için tutkala bu ­ lanmı ş bi r kağıdı dükkanları nda yukarıda n aşağıya sarkıtı ­ yorlar. Genelku rmay Parti si'ni böyle anlamak gerekiyor; yu­ karıdan aşağıya bir tutkall ı bulaş ık kağ ıt i niyor. Bu nu tutan yapışıp, ka lı yor; lnönü , Karayalçır., Çetin , Çi ller, şimdi bu tut­ kallı kağ ıtta yapışmış ç ı rpınıp duruyorlar. Körler bu nu görmüyorlar. Aslı nda görmek istedikleri de yok; karanlı k dünyaları nda sadece midelerini doldurmaya bakı­ yorlar. Bu kadar m ı ? Med-Tv açıkoturumunda, Başkan Apo i le bir­ likte saptandı ; M eclis'te güvenoyu alamayan , asl ında " Demi rel­ Çiller-Tü rkeş .Hükümeti" ve daha doğrusu da Gene lkurmay Par­ tisi'dir. Bu parti kendi ceph esinde bozgu na uğramıştır; bozguna uğratan, e mekçi lerimiz ve Kü rt özgürlük mücade lesidi r. Sap­ tadıkları mız aras ı nda bir de şu var: "Bizi m" taraf , şu anda, ü lke­ mizde kendi senaryomuzu uygulamaya koyabilecek duru mda deği liz ; ancak bütün oyu nları bozabilelecek güçteyiz. "Biz", bundan halklarım ızı n halkları mızın cephesini kastediyorum , şu anda kendi hükü metimizi ku ramasak bile bütün hükümetleri 78


i şl emez hale getirebi liyoruz ve bozuyoruz . Doksanbirden beri önümüzde hükü met dayanamıyor. Devam ediyoru m. Bi r : Güvenoyu alamayan hükümet i le ilgi li olarak bu körler korosu , Coşkun Kırca'nın, Tu nç Bilget'in , Ma­ dam'a söyle mediklerini b ırakmad ıkları n ı ve daha sonra da hükü mete gi rdiği ni yazıyorlardı . Bu körler, herkesin Madam'ı kendile ri ni n gibi gördüğü nü sanıyorlar. Çoğu nluk M adam'a baktıkça sadece bir kukla görüyo r. i ki : Mad amları bitmişti r. Üç: Güvenoyu alamayan hükümetleri ni n fiili başkanı Coşkun Kır­ ca'ydı . Madam, çıtalarına ayrı lmayı bekleyen bir ku kla o lm ayı sürdürüyor. Şimdiki pratik duru m budur. Peki teorik olan nedir? Tekrar M ed-Tv'ye ve ku ru luşu nun i lk açıkotu ru mu na dönüyorum. Bir: Barzani ve Talabani'ni n temsi l­ ci leri de vard ı ; M art 1 995 tarihi ndeki Güney Harekat ı 'ndan son­ ra , sözünü ettiğim açı koturumda, Kuzey ve Gü ney'in teori k ola­ rak birleştiği saptamasını yapıyorduk. iki : Arkası ndan Washing­ ton'u n da projelerinin aras ı nda bu bi rle ştirmenin olduğu o rtaya çıktı . Üç: Daha önemlisi i se , PKK, bu birleşti rmeyi pratiğe dökmeye başlad ı . Teorik o lan budur. Güçlü olan emekçi cephe­ sinden ve teorik olarak bakabi lmektir. M ed-Tv'nin i lk açık otu ru mundan sonu ncusu na geçmek i sti­ yoru m. Günay' ı n yönettiği bu aç ık otu rumla i lgi li olarak, bana pek çok beğeni te lefonu u laşt ı , benim telefo numun az bili nme­ sine karş ın bu nu şaş ı rtıcı ve sevi ndirici bu ldu m . Başkan'la bir­ likte yapt ığ r m ı z bu oturumda da söyledim ; bun ların video veya ses kasetleri mutlaka elden ele geçmelidir; i nsanları m ız ı n birbi­ ri ne M ed-Tv video ve ses kasetleri hediye etmeleri önerimi tek­ rarl ıyorum. Bu , ayrı , fakat Cindoruk ile De niz Baykal' ı n bu açık otu rumu ayrıca ve özenle izlemelerini yararlı buluyoru m. Çünkü "biz" görüyoruz. Biz onları da doğru görüyoruz . Bu so n açıkotu ru ma Tü rkiye'den telefo nla kat ı lan Faik B u lut arkadaşımız , Ci ndoruk'u n gö revle ndiri l mesi ni önünde bazı tek­ nik güçlükler o lduğunu ve diğer yandan bütün geltşmeleri nde , · Demi rel taraf ı ndan, Çi ller'i temizlemek ve Ci ndoruk'u hükümet yapmak içi n planland ığını , l stanbul ve Ankara'daki gazeteci ku­ lislerindeki yayg ı n görüş olarak bize aktarıyordu . Biz bu na katı lmadık; güvensizlik oylamas ı ndan bi rkaç saat sonra Cindo79


ruk'un hükümet kurması nı n önünde hukuk güçlükleri ol­ madığını ancak kurma şans ı nı n pek az olduğunu ilerr sürüyorduk. izleyen gelişme ler bizi m saptamalarımız doğrultusundadır. Bir: Ci ndoruk, Demi rel ve Genelkurmay'a göre, fazla ilkeli­ dir. iki : Genelkurmay, adam kabul etmiyor ve suret istiyor. Üç: Türkiye'nin yönetimine gelmiş en korkak ve en i lkesiz politikacı olan , memurken bozu lmuş ve daha sonra bakkall ık yaparke n daha çok bozulmuş taşra politikacıları n ı geçe meyen Demirel'i n hep Çiller türünü seçtiği ni ve onlarla rahat ettiğini söylüyorduk. Ayrıca seçtikleri nin Çiller ve tü rünün "kendisinde n de kötü o l ­ duğu nu" sürekli ileri sü rerek, "Abdurrah man Çelebi" sendro­ mundan yararland ığ ını da sapt ıyordu·k . Doğru çıkıyoruz ; bizim doğru çıkmamız Demirel'i n de sonu n yaklaştığ ı nın işaretidir. Eklenecekter var; bu korkak politikacı , Çankaya'dan yanı ltıcı haberler verme nin sac ayağ ını kurmuş bu lunuyor. Bi r: Başta Yürüyüş dergisi nde Mit'le i lişkili olduğu nu ı srarla yazdığı mız, sonra ilhan Selçuk'u n üvey kardeşi olarak Cumhuriyet'in Anka­ ra bürosu nu n başına geçen, Cumhuriyet gazetesi Mit'siz hiç yapamaz , Cüneyt Arcayü rek var. Cumhuriyet gazetesinden Çankaya Köşkü'ne çıkmı ş bulu nuyo r; bu cu m-mit'çi , basını sürekli Demi rel konusu nda yalan haberle rl e bombard ıman edi­ yor. iki : Milliyet'te eski solcu şi mdi zengin Yavuz Donat var; De­ mi rel'in dakti losu olarak yazıyor. üç: Hürriyet'te yakından tanı­ yıp da sevenlerin "salak" d edikleri ismet Sqlak bulunuyor; ismet , bir kez mi lletveki li olabi lmek içi n Demi rel ve Ecevit yağ­ cı lığında ve · yalan h a berci liği nde rekorlar kı rıyor. Ancak QOş, artı k Demire l'in de oyununu çökertmiş bulunuyoruz . Çocuğu o l­ madığ ı için ve belki de ..Soliman" kökünden geldiğinden ad ır11 "baba" ol arak değiştiren bu i lkesiz adam, son güvensizlik oyla­ masıyla dört yı llık maskesini kaybetmiş bu lunuyor. "Biz", bun­ dan Halk Cephesi'ni kastediyorum, Demi rel'in maskesini de yı rtmayı başarmış duru mdayız . Tekrarlıyo rum, Manukyan ve Madam tü rünün düşeceği zaman yakı n gö-rü nüyor. Devam ediyorum. Bir: 1 964 y ı l ı ndan itibaren Türkiye'deki bütü n katli am , yolsuzluk ve haks ızlıklarda birinci derece rolü vard ır. Korkaktır ve üzerini örtmeye çal ış ıyor. iki : Sadece 80


kişiliksiz olanlarla çalışabiliyor ; bugü nkü Dyp grubu tümüyle , Baba'nın seçtikleridir. Uç : Bir çizgi hariç, hiçbir bakımdan ben­ zemezler; Stalin ile sadece kişiliksizleştirme ve ki şi liksiz olan­ ları seçme konusu nda birleşiyorlar. Dört : 1 953 yılınd_a Stalin öldüğü zaman, bütü n anıları inceledim, başta Hruşov, hepsi . "babamız öldü" diyerek hü ngür hü ngür ağladılar. Öylesine ki şi liksizdile r ki, "babamız öldü, biz nasıl yö n�tiriz" diye ödleri kopuyor ve çığlıklarla ağlıyorlardı. Beş: Baktılar , yönetiyorlar ve üç yıl geçi nce, üç yıl önce ölümü ne hü ngür hü ngür ağladıkları , bana göre zaaflarıyla btrlikte tari hin en büyük reformatörleri n­ den birisi olan, Stalin'i cani ilan etmekten çekinmediler. Altı : C i ndoruk'u Dyp'den atanların en yakın arkadaşı veya Demi­ rel'i n adamı olması hiç öneml i değildir; bu nlar kişiliksizdir. De­ mirel'in yerinde kalmak için satmayacağı, adamların ın da basit çıkarları içi n sald ırmayacağı kimse yoktur. Yedi : Demirel yönetimi, insanlarımızı insanlıktan çıkaran ve suret yapan bir dönemdir. Bitiriyorum. a. Şimdiye kadar kurulan , Dyp-Shp veya Dyp­ Chp hükümetleri, Shp ile Chp'yi bi rbirinden ayırmadığımı belirt­ mek içi n tekrarlıyorum , aslında birer salt "Dyp hükümeti" oldu­ lar. b. Bu ku rulmakta olan Dyp-Chp hükümeti ise, görünürdeki bütü n işaretlere, meclis dengesi ne karşın salt bir C hp hüku ­ metidir. Teorik durum budur. c . Deniz Baykal'a şimdi böyle bir yol açılmış bulunuyor; bu, bir C hp Hükümeti'dir. d . Partilerin tümüyle tükendiği ve ortada sadece Genelkurmay Partisi' nin qu lunduğu sırada, meclis aritmetiğini gözönüne almakla birli kte fazla abartmamak gerekiyor. Baykal, Ge nelkurmay ve Was­ hi ngton·un desteğiyle hükümete geli yor. Hatırlıyorum, daha ö nceki yazılarımda, Baykal'ın M adam' ı n yanına bir "siyasi ko­ miser" olarak konduğu nu ileri sürüyordu m ; şimdi Madam sade­ ce bir düşü k'tür. Dyp grubu ise Demirel'in bir kişiliksizler ordu­ su ndan seçtiği bir kişili ksizlik mangasıdır. Herhangi bir inancı temsil etmiyorlar. Bu ndan yararlanır mı? Güvensizlik oylaması akşamı M ed­ Tv açık oturumu nu izlemesi gereğini tekrarl ıyorum; orada Apo'nu n çok önemli açılımların ın ipuçları var. Apo , zalimliği bırakacak, hainliği bırakacak olan politik kadrolara, çok ö nemli 81


kapı lar gösteriyor. Hem seçime kadar, hem de seçimden sonra bu kapılardan geçmeyi imkanl ı görüyoru m. Deniz bu kapılardan geçecek kadar yürekli midi r? Bunları görebi lecek gözü var mıd ı r? Bun ları soru olarak bırakıyoru m . Cevap olarak ise bütü n nehi rlerin çözüme doğru aktığ ı n ı yazıyorum. Bizim dü nyam ızda görü nen budu r.

82


YALAN YANLIŞ Sorbonne'da Farsça Profesörü Christophe Balay, ilk der­ sinde, aydın geleneği ve yaşamıyla ilgili, çok önemli ve unut­ tuğumuz bir çizgiyi hatırlatıyordu, Farsçanın bir şiir dili ol­ duğunu vurgu lamak isterken bu noktaya girdi. Fars dili , sesli h arfler üzerine ku ruludur; bunu anlatırken hala herkesin, her konuşmasına mutlaka şiir soktuğunu söylüyordu . Bu belki başlıbaşına önemli olmayabilir; Prof. Balay, şiir nasıl olursa olsun, iste rse edep dışı bulunsun, mutlaka doğru söylenmesi gerektiğine dikkat çekiyordu. Söylenmezse ne olur; her nere­ de olursa olsun yanlış söyleyen mutlaka hücuma u ğruyor ve düzeltiliyor, Farsça Profesörü Balay'ı rı ilk dersinde beni en çok etkiliyen ve sevi ndire n bu nokta oldu. Çünkü aydın ol­ manın vazgeçilmez gereklerinden birisi burada düğümleniyor; şiiri sevmeyi ay ırıyoru m, önemli olan, isterse bir köy kahve­ sinde de olsa, yanlışın üzerini çizmeden geçmek, aydın ol­ manın sonu de mektir. Bu ise, Türkiye'de de aydın damarının çok ·büyük ölçüde kuruduğunun · bir başka ispatıdır. Aydın olmak, dilde ve düşüncede aşırı titizlik demektir. Bu, sorumluluk anlamına geliyor. Bizde de bir gelenek vardı, eskiden adam olmak için ve özellikle önemli bir aydın sayılabilmek için mutlaka bir "di83


van" sahibi olmak zoru nluydu . Bu nu bı rakıyorum, şiir bi lmek­ le ayd ı n olmak eşitti ; nas ı l şi mdi hiç hapse gi rmede n aydın diplomas ı alı nmıyorsa, o zaman da, ayd ın şahadetnamesi şiirle veri liyordu . Ben şii rimizin tükenişini de bir kenara bı rakıyoru m ; art ık ü lkemizde herkes istediği yalana ve iste­ diği yant ış t istediği ses yüksekliğinde söyleyebiliyor, aydı nla birli kte bas ı n da bitmiş oluyor. Basın, bugü n tümüyle parsel ­ le nmiş du rumdadı r, her cahi l kendine veri len alanda hergün büyük bi r kü ltü rsüzlüğün yanında en cüretli yalan ları dökebi liyor. Be n, bugün bu döküntüler ü stünde durmak isti­ yorum. Son zaman larda topraklarımdan bi r küçük demet su ­ nuyorum. * * * Gazetecilik an ıları nda var, gazeteci liğe başlarken ilk elin­ den tutan bi rkaç kişi arasında beni gösteriyor; ancak ben Emin Çölaşan'ın buraya gelebi leceği ni, bir kez daha yazd ım, hiç tahmin etmiyordum. Kendisini böylesi ne h ızla kurutacağı aklı ma bile ge lmezdi ; birisine işaret etti m, hakkında açılan çok çeşitli hakaret davalarının hepsinin mahkemesinin Bakırköy'de o lması n ı n da arkası nda ko mplolar arıyordu . Eski­ den bası nda birisi böyle bir hata yapınca bütün basın eğle nirdi, şi mdi herkeste "tence re dibin kara benimki senden kara" felsefesi yerleşmiş durumdadı r. Bu nedenle, ki mse, bu­ nun bas ı n yasası nın bir zorunluluğu olduğunu , varak-pare-i hakaret, nam-ı diğer Hü rriyet Gazetesi hangi i lçede yayınlanıyo rsa davaları da orada açmak gereğinden ol­ duğu na işaret etmiyor. Ülkemizde "yalan-yanl ış özgü rlüğü" görkemlidi r. Bu , bi r tü r üvertü rdü r; Emin'i n, Necdet H ı nzır'ın sokağa atılmas ı na çok üzüldüğünü ve bu nedenle de kendisini n ga­ zeteci bile olmadığını kabul ettiğini haber vermi ştim. Bu yazıs ı nda asıl şu nokta önemlidir; "Necdet Menzir'in h ı rs ızlığı , yolsuzluğ u var m ıydı ? Hiç duymad ı m . O halde niçin istifa ettirildi?" bunları yazıyor ve kimse ağzını açmıyor. Ben açıyoru m. Bir: Duysalar yazarlar mı? iki : Eylülist dönemin i nfazcı , katil lstanbul Emniyet M üdürü Şükrü 84


Balcı'yı hiç yazdılar mı? Şükrü Balcı'nın yolsuzluğu, huysuz­ luğu yoktu da, emekli o lunca devlet neden Bal�ı'yı, neredey­ se bir estetik ameliyatla, yurtdışında hiç kimsenin bilmediği bir göreve gönderdi ve sadece cenazesini Türkiye'ye taşıd ı ? Üç: Peki, zaman zaman Hürriyet'te ve · zaman zaman Sa­ bah'ta yolsuzlukla ve en ağır biçimde suçlanan Cavit Çağlar ile bu Hınzır arasındaki ilişki nasıldır? Hınzır, bu zengin göç­ men çocuğunun dükkanını karın tokluğuna mı bekliyor? Hın­ zır, lstanbul'un başına zaptiye yapılmadan önce, Çağlar'ın bekçisi değil miydi? Görevinden ayrılması sözko nusu olunca, Çağlar'ın ricacı veya emir'ci olması istendiğine göre, bu ilişki sedece bir platonik aşk mıdır? Terörist medyanın işaret ettiği Çağlar yolsuzluğunda Hınzır'a pay düşmüyor mu; düşmü­ yorsa Hınzı-r göründüğü kadar aptal mı? Dört : Gazeteci nasıl yazar? Ben buradayım ve mümkün olan ölçüde Türkiye yayınlarını getirterek, dedikodu süt1:1nıarına kadar okuyorum. Gü nlük gazetede yazmasam, hiçbirisini okumayacağım, an­ cak mecburum; üstelik yararlı da oluyor, bunlardan birisi nde , polis memu ru Hınzır'ın, bir ara canının sıkıldığını ve bu ne­ denle de Amerika'da okuyan oğlu ile telefonla görüştüğünü de okudum. Acaba doğru mu? Şimdi Tü rkiye'de de Ameri­ kan üniversiteleri açılıyor, bir hesap yaptım, bir öğrencinin aylık gideri bin dolara geliyo r, Amerika'da ayda bin beşyüz • doları gözden çıkarmak gerekiyor; oğluna ayda en az yetmişbeş milyon okuma ücretini bu polis memuru Hınzır nere­ den buluyor? Umuyorum , okuduklarım bir dedikodudur; değilse Emin'e bir kez daha yazıklar olsun.

*

* *

Gazeteci ne demektir? Her duyduğunu yazan adam mı? O zaman gazetecinin Özfaks Ertuğrul'dan ne , farkı kalır? Faks, gittiği yemekleri, kendisine oligarkların faksla ilettikleri davetlere, "ben öğrendim, kimsenin haberi yok" diye her gün tefrika ediyor. Ancak gazeteci hiçbir zaman Özfaks olma­ malıdır; ilerde okullarımızda bir gazetecinin nasıl o lmayacağ ı anlatılırken hep Ertuğrul Özkök adında birisinin çizileceği ni biliyorum. Güzel. ama Derya Sazak'a ne oluyor; bu ülkede 85


birkaç tane gazeteci o lduğunu söyleyebi lmek iç_i n benim büyük bir hoşgö rüyle yaklaşt ığ ım i nsanlardan bi risidir. Yine bu polis me mu ru . H ı nz ı r'd an söz ederken , altmış yıl ları n ı n başları nda ü nlü plancı ların i stifas ı nedeniyle , "CH P'nin dene­ yimli yö neticileri nden bi risi" tarafı ndan anlat ı ld ığ ı nı söylediği bir yalanı aktarıyor. Başbakan l nönü'nü n , "getiri n istifa­ ları nız ı " diye rek, "i şi" çözdüğü nü yazıyo r. Sazak , bi r o layı an­ latırken , olay ı n içinde olanlar, adları n ı yaz ı s ı nda veriyor, hep­ si h ayattayke n , olayla hiç ilgisi ol mayacak bir C H P'liye başvuruyor; gazeteciliği n te meli olan e n az iki kaynaktan kontrol i lkesini , hoyratça bir kenara atıyor. Hiç asl ı yok; o zamanın başbakanı ismet Paşa da, kamu ­ nun ö nü ne parlatılarak çıkarı lan bü ro kratları n bu kez kendile­ ri nden gele n istifalarından rahats ız o lmu ştu ; bi rçok aracıyla, şimdi aramızdan göçük Tu rhan Feyzioğlu i le Bülent Ecevit bu nlar ara s ı ndad ır, i stifaları önlemeye çalı şıyordu . Neden mi? Tü rkiye'de devleti n siyasal yapıs ınd a bürokrasi var; eski ­ den "yöneten-planlayan" bürokrasi önemliydi ve şimdi "infaz eden-ö ldüre n" memu rlar önemlidir. Bu devlette en itibars ız o lan lar politikacı lard ır; bazen bi lim mesleği nden ve bazan da zaptiye tayf ası nd an i nsan larla ken­ dile ri ni süslüyorlar. Süsleri ni atmakta da s ıkıntı çekiyorlar. Bu , devletin bir ayağ ıdı r. *

* *

Geliştik mi? Dil bilmek ve bilenleri n sayıs ı n ı n artması ge­ lişmek mi ? Yoksa dünyaya açı lmak mı , biz özellikle Kürt sa­ vaş ı n ı n yükselmesi ve diplomati k alanlarda etki nliğini art­ tı rmasıyla bi rlikte dı şarıya daha mı açı ld ık yoksa kapand ı k mı? Dünyadaki nden ayrı bi r de bizi m kendi mizi n özel "Demi r Perdemiz" olmas ın? Ya geri ledik ya d a ölçüleri miz tutmuyor; dil bi lenle ri n özel likle lngilizce okuyanları n sayısı nı n çok art­ mas ı na karş ı n, d ış dünyaya daha da kapanmış bulunuyo ruz. Daha çok yalan söyleyebi liyoruz. Bu nl ardan birkaçına yıllar­ d ı r deği niyorum; terö rist medya yı llard ı r u luslararası buluş­ malarda hep Türk başbakan ı veya devl et başkan ı nı n Ameri­ ka ve Büyük B ritanya yöneticileriyle ayn ı masaya otu rduğunu 86


yaz.ıyor ve bundan da ülkemizin it�barını n ne kadar yüksek olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. ·: Ben de hep bunu düzeltiyorum ; bunun itibarla hiçbir ilişkisi bulunmadığını, bizim ülkemizin adı "T" ile, lngiltere'_n in resmi adı "United Kingdom" ve Amerika'nınki de "United Sta_­ tes", "U" ile başladığı için, bunu, harflerinin alfabede yanya­ na düşmesine bağlıyorum; iti barımız Latin alfabesindedir. Devletler, resmi oturum ve yemekleri Latince yapıyorlar, yok­ sa, fotograf çektirmeye veya görüşmelere gelince son New York buluşmasında, kimsenin yıpranmış Türk liderini h atırlaması mümkün olmadı ; ama yalancı medya, Demi"rel'i yine Clinton·un yanına almaktan geri kalmıyor. Hürriyet'ten Milliyet'e ve M illiyet'ten Sabah'a geçiyo rum; ancak söylemem gereki_yor, herhalde bir çocuk yanın:, var, yine de şaşırı­ yorum. Burada televizyonları izliyorum ve Avrupa basınını okuyorum; Fransa gazetelerinde yayınlanan haritalardan biri­ sini de M ed-Tv'de gösterdim, Azeri petrolünden yeniden _ sözediyorum. Benim bildiğim bu proje ilk çıktığında, hfç so­ run yoktu ve tümüyle "Türk projesi" idi. Azeri petrolü 6akü'den Akdeniz'e akıtılıyordu ; ben de "güzel ama" diye yazıyordum, "bu hain savaşa son verilmedikçe mümkün değildir" diye ekliyordum. O zamanlar ortada sorun yoktu ; son ra, eski deyimle, "Rus Ayısı" çı ktı, projeye el koydu . "Ayı" kaptı petrolü götü rü yor, bütün bunlara karşın, yalancı meqya, "Türkiye'nin Zaferi" diye başlıklar koyuyor, yazılar yazıyor ve birbirini kutluyor; bir yalan ki bunun yanında, ma­ kus talihi ·yenen, "lnönü Zaferi" yalanı pek masum kalıyor. Şaşırıyorum, aynı gazete ve dergileri dönüp dönüp yeniden inceliyorum, "acaba ben mi yanılıyo ru m" diye düşünup duru­ yorum. Milliyet üstelik bir de harita yayınlıyor ; petrolü Kuzey'de Ruslar taşıyorlar ve altta da Gürcüler naklediyorlar. Bu nor­ mal, batı basınında da .bu harita çıktı ; ancak Milliyet'e göre petrol, Bakü'den Gürcistan'ın Karadeniz kıyısında Batum'a kadar taşınıyor ve oradan denize ulaştıktan sonra, ben an­ lamıyorum, birden aşağı dönüyor ve karadan tekrar 87


lskenderun Kö rtezi'ne iniyor. "Zafer" bu, ama ben bu zaferi hiç anlamıyo rum, çü nkü bi r üçgenin iki kenarının toplamının bir kenarından daha uzun olduğunu biliyorum, Azeri petrolü. Akdeniz'e i necekse neden önce bir Karadeniz'e uğruyor ; bu­ nu aklım hiç almıyor. Belki de diyo rum, petrol de M ustafa Kemal'i n emirlerin e alışmıştır, çünkü Ku rtuluş Savaşı'n ın bir yanını hiç anlayamadım, Komutan Kemal Paşa, "Ordular ilk hedefi·n iz Akdenizdir, ileri" di ye komut verince, bütü n askerler Ege'ye, lzmi r'e , koşuyorlardı ; belki de petrol de askerdir. Bel­ ki Bakü'den Karadeniz'e gider gibi yapıp, kimseye görün­ meden Akde niz'e inecektir; belki öyledir, anlayamıyorum . Sabah'a geliyorum; Cengiz Çandar, Kurtuluş Savaşı'nda olsaymış l nönü 'den sonra çok daha cömert davranırmış , öyle inanıyoru m . Çü nkü bu büyük " Petrol Zaferi" üze rine kimlere madalya vereceğini şaşırmış görünüyor, adeta bir madalya aptalı olmuşa benziyor, pek çok kimseye madalya veriyor ve "sonuç, Tü r1<iye'nin parlak ufuklarına kaydedilecektir" diye bu­ yuruyor, ben de, böylece bu zaferi kaydedecek bir yer bulun­ duğu için seviniyorum. Acaba insanlar bu zafer yazılarını da benim kadar dikkat­ li, saf saf, emin olmak için bi rkaç kez okuyorlar mı? Oku­ duğum, zaferden emin olmak istedim ve Çandar'ın yazısında bulabildiğim şudur: "Gürcistan güzargahı, hayata geçirildiğj anda, Bakü-Ceyhan hattının inşa edilmesi haklı ve anlamlı hale gelecek." işte hepsi bu, doğrusu be n inanamıyorum, ama okuyucularım belki ge rçeği görü rler; zafer, Gürcistan hattın,n yapılması halinde, petro lü Ceyhan'a doğru akıtmanın anlamlı olacağı üzerinedir. Biz böylece bir "anlam ihtimali üzerine" zafer kazanmış oluyoruz; yalanın böylesi çok az görülmüştür. H erkesi n yalandan bir şatosu var, kimse dokun­ muyor; anlaşılan bana bir de Don Kişot rolü kalıyor. Kimse sevinmesin, ben Don Kişot'u da seviyo ru m, bu ne ­ denle de, başka yalanlara geçiyo rum, ye rim de azald1 ; a ncak yine de buradaki gerçek üzerine çok kısaca durma gereği duyuyorum . Bir: Washington, Sovyetler'in yıkılması üzerine 88


ciddi bir hayal kırıklığı nı yaşamayı sürdü rüyor. iki : Şimdi "Soğuk Savaş" sözünün yerini "Soğuk Barış" sözü almış bu­ lunuyor. Üç : Rusya, Amerika'nın bazı Doğu Avrupa ü lkelerini N ato'ya üye yapma fikrini bir savaş ilanı sayıyor ve bunu açıkça ilan ediyor. Dört : Rusya, ayrıca, Garbaçov'un, Mosko. va'nın Türkiye sınırları dahil Kafkaslar'da da ağır silahlarını sınırlandırma sözünü geçersiz görüyor ve istediği yere iste­ diği kadar silah yığma hakkını istiyor. Birleşmiş Milletler yıldönümü nedeniyle New York'taki Clinton-Yeltsin görüşme­ lerinin düğümleri bu ikisidir. Beş : Türkiye, Sovyetler yıkıldık­ tan sonra da, Washington-Moskova çatışmasının piyonu rolünü üstlenmiştir. Anlaşılan biz karakolu, karakol polisleri ni ve ileri karakol olmayı çok seviyoruz. Anlaşılan biz en çok "ileri Amerikan karakolu" olmayı istiyoruz. Altı : Azeri petrolü için Türkiye, doğrudan doğruya Ceyhan'a taşıma projesini çoktan kaybetmiştir, ancak, Washington, bu büyük rezervleri, çok sert bir düşmanlığa kayma ihtimali yüksek Moskova'nın kontrolüne kaptırmak istemiyor ve bunun için Gürcistan hattında ısrar ediyor. Yedi : Gürcistan Hattı'na, "Türkiye Tezi" demek, Türkiye'yi yeniden Amerika'nın bir eyaleti saymak an­ lamına geliyor. Bu hattın bile olacağına Batı kaynakları kuşkuyla bakıyor. Hattın olup olmayacağı, WashingtonMoskova pazarlık ve itiş-kakışına bağlı görünüyor. Tekrar Hürriyet'e dönüyorum. Kötü romancılar vardır, ek­ sikliklerini politikayı artırarak gizliyorlar. Kötü politikacılar ·var­ dır, eksiklerini kötü roman yazarak örtüyorlar, Mümtaz $oy­ sal bu yolu - seçmiş bulunuyor. F ıkra yazarı mı, politikacı mı, artık karar vermek mümkün olmuyor. Baykal yönetimindeki Chp'nin Madam Ç iller ile yeni ortaklığı denemesine çok kızmış görünüyor; olabilir. Ancak en önemli kızgınlık ge­ rekçelerinden bi ri si, "Tü rkiye'nin siyaset sahnesinden çekilip gitmesi gereken bir kişiyi ku rtarmak" olarak ortaya çıkıyor ; ben hiç anlamıyorum. Chp'nin amaçları beni ilgilendirmiyor, ama, amaçları arasında Madam'ı siyaset sahnesinden uzak­ laştırmanın olduğunu da sanmıyorum. M hp'yi kapatmak ola­ bilir, h er zaman kapatılması gereken bir partidir ; Dyp'yi silip 89


süpü rmek veya De mirel'i h er an i ndi rmek sayı labilir. Ancak Dyp ve M hp kaldıkça başındaki çok mu önemlidir; ayrıca baş ında birisi kalacaksa, bunun M adam olmas ı Chp için en uygun görünendir. M adam, bu kokuşmuş düzenin en çü rü k karn ıd ır ve zaten düşüktü r. Bi r Profesö rü n liderliğini düşündüğü bir partiye, bu kadar düşük bi r hedef koymas ı nı utandı rıcı bu luyoru m. Fakat daha da utand ı rıcı olan var. Profesör Soysal'ın Hürriyet'te yazması ndan art ık be n utanıyorum . Bir: Özelleştirmeye karşıyd ı , güzel ; karşıs ı nda Tezcan adı nda bir Vehbi Koç yetişti rmesi vardı . iki : Sonra, Koç'un Si rkeci'de süpürgelerini taksitle satar­ ken bası n kralı olan Ayd ın Doğan , bu Koç çocuğu Tezcan' ı gazeteı·e rini n başı na geti rd i ; Profesör Soys al'ı n başı na otu rt­ tu , Soysal h ala orada duruyor. Bu Türk aydını ad ı na utanılacak bi r duru mdur. Üç : Patronun i se gazetecilikle hiç bir işi yok, taksitçi bi r adam ve bu nun gazetesi nde yaz ıyor. Dört : Öyle an laşılıyor, Sabah , bu süpürgeci ler krallığı ndan b�s ın krallığ ına geçen Doğan'ı eleştiriyor ve . adamları savunma yetiştiriyorlar. Öz­ faks'ı n sav unmas ı n ı alıyoru m : "2 ,2 trilyon lira vergı veriyor. Tıpkı Fi at' ı n sahibi Agnelli Ailesi gibi , Doğan Ai lesi de bu ülkeye bir şeyler vermenin gururunu yaşıyor. Biz bu nunla övü nüyoruz. " Daha güzel olabilir mi? Ülkemizde insan lar, utanmas ı gereke n durumlarda övü nüyorlar. Ayrıca açıkça ya­ lan söylüyorlar, "2.2 tri lyon vergi ödüyor" sözü tam bi r ya­ land ır. Yakı n zamanda Doğan'ı n 200 milyar vergi ödediği ni ve bunu n için . ödül aldığ ı n ı ilan ettiler; sıkılmaz Özfaks , "Doğan Ai lesi" işçi lerini n, bu arada kendisinin , Profesör Soy­ sal' ı n , Koç çocuğu Tezcan' ı n ödediği vergileri de , "Doğan Ai ­ lesi" hanesine yaz ıyorlar. S ıkı lmazlar, kendi lerini , Doğan Ai le­ si'nin kapıku lu sanıyorlar ve bir de "övü nüyoruz" diye yazıyorlar. Şecaat arzederken me rdi kıpti sirkatin söyler; çinge nenin yiğiti kah ramanlığ ını anlatı rken h ı rsızlığını söylermiş, yaptıkla� rı budu r. 90


Doğan Ailesi, çok güçlüymüş ve Ôzfaks da özgürmüş ; Ortaçağ'da pek çok serf , hiç bi r özgürlük �orunu olmadığını düşünüyorlardı, bunlar serttir. Bu nlar sert olduğu için , işçilerin açlık parasını vermeyen Madam Çiller'i, "de�ir kadın" diye övüyorlar ; öven Hürriyet gazetesidir ve bu söze karşı ç ıkan da yine Hürriyet'te Profesör Soysal'dır. Galiba, ik­ tidarımızda hem Doçent Ôzfaks'ın ve hem de Profesör Soy­ sal'ın akademik rütbelerini geri almak zorunda kalacağız ; öyle görü nüyor. Bu bir tekelli bürokratik devlettir. Doğan Ailesi, bunun tekelli ve Hınzır polis de bürokratik ayağıdır. Özfaks'ın işçilere açlık parası vermeyen M adam'ı göklere çıkartıp, Hınzır' ı n ayrılışına, "Necdet, seni unutamam" türü nden histerik yazılar yazması, böylelerinin de, tekelli bürokratik aygıtın kulu olma­ larından geliyor. Bizim yolumuz açılıyor. *

* *

Pazar Günü, Paris çok. güzeldi; Büyük Devrimi'nin noktası Bastille ise öğle üze'ri çok daha güzeldi. Ben, tari h ile mo­ dernitenin yan yana gelişini çok seviyorum, içini pek çağdaş ve görkemli bulduğu_m Bastille Operası'nda, Brecht'in Maha­ gonny Operası sahneleniyordu; bir Alman · prodüksüyonunda şarkıcıları ve dekor ile ışığı özellikle sevdim. Brecht, bu operasında, kapitalizmin şehir yaratmaya fa­ h işe ve genelevle başladığını yazıyor, bir tür M adam Manukyan Operası'dır. Fakat sonu nda, bütün pezevenkler ve bütün fahişeler birer birer düşüp, görkemli bir ·cehenneme gi­ diyorlar; bunu seyrediyorduk, bir adam geldi. Belki b_izden başka kimse farketmedi-, ben Bilgesu·y�, ".Adalet Bakanı Tou­ bon" diye fısıldadım . Bizi oturtan genç yer göstericiler Ba­ kanı da oturttular, yeri biraz önümüzdeydi, hiçbir yönetici yanına gelmedi, Paris'in müthiş korunduğu bir sırada gö·rü­ nürde bir tek koruma yoktu . Burada ancak böyle küçük ayrıntılar beni mutlu ediyor. Ama bir de tersi var : Emin'i ıi korumasıyla övündüğünü duydum. Ertuğrul'un bir arkadaş ziyaretine gittiğinde mahalle 91


sakinleri nin işgale uğrad ıkları n ı sandıklarını öğrendi m . Bunlar artık bi r bölükle gezebiliyorlar. Çandar'ın da böyle olmas ı ge­ rekiyor. Bu zavallı köleler, aramızda ancak, bi r bölük korumayla dolaşabi liyorl ar. Sonları nı görüyoru m . Bu nlar. zindanların ı gö rmeyen kör­ ıerdi r.

92


ÇİL Yine hayranlıklarımla söze başlamak istiyorum, bazı insan­ lara gıpta ediyoru m, bir iş ya da konunun çok az yan ı nı biliyor­ lar, ama yine de üzerinde pek güzel konuşuyorlar. Şaşırıyorum, az biliyorlar, fakat, yine de biliyorlar. Ben işte bu­ n u hiç yapamıyoru m ; benim için bilmek tam bilmekti r. Benim için az bilmek ise hiç bilmemektir; az bildiğim konularda tıkanıp kalıyorum, bu nedenle, açılabilmek _içi n , eldeki konu ne kadar basit olursa olsun tam bilmek için çabalıyorum. Bu "çil" soru­ num da öyle oldu; ilk önce aklıma "çil yavrusu gibi dağıldılar" tekerlemesi geldi, depoya . çekilmek için yarışan zalim bürok­ ratlar nedeniyle aklıma takılıyordu . Hırsız ve infazcı lstanbul polis şefi Balcı'nın yeti şti rmeleri Ağar ve Erkan, zalim ve biryan­ tinli polis . memuru Necdet Hınzır, Fakülte'de çıplak ayakla fut­ bol topunun arkasında koşarken hatırladığım Hayri, yök başkanları, rektörleri, emekli · general Gü reşleri, hele hele Kay­ seri·den faşist degemeci Durdu , son zamanlarda zulme başlayanların alayı bi r yandan çil yavrusu gibi dağılıyorlar ve bir yandan da güvenli bir garaj arıyorlar, ben öyle görüyorum . Çok da seviniyorum; çünkü artık meclis bir politikacı garajıdır; önemli olan, bunların, gizli bir elle , hep birlikte yerlerinden edil­ meleridir. Gerçi yaptıklarından korktukları kesindir, eskilerin . sözüyle "kan tutması" mümkündür; ancak bunları bir gizli elin de zorladığını görebiliyoru m. Sevindirici buluyorum da, kime teşekkür etmemiz gerektiğini henüz çıkaramıyorum. Bunu bırakıyoru m, çünkü, son günlerdeki benim takıldığım soru , "çil" üzerinedir. Nereden geliyor; kuşkusuz Kürtçe oku­ duğumu okuyucularım biliyorlar, Kürt dili bir yana, Kürt tarihini 93


biliyorum, Mahabat Cumhuriyeti'nin ilan edildiği ve Gazi'nin asıldığı yerin adı "Çil Çeşme" idi ; sözcüğün bir "kı rk" anlamı var, "Kırk Çeşme" demek oluyor. Fakat merakım burada kalmıyor ; doğrusu benim Kırmanci ve Sorani merakım da bura­ da kalmadı, temeli öğrenmek istediğimden , lran di llerine doğru yol aldım ve bu arada Sorbonne'da Farsça öğrenmeye de başladım , şimdi her sözcüğün Farsça karşılığ n ı bulmaya çalışıyorum. Aslında parantez açmak zorundayım, Kürtçe ve Farsça benim için yepyeni bir kapı oldu ; kendi dilim ve tarihim üz.eri ndeki çalışmalarıma yepyeni ışıklar tutuyor. Ben Türkçenin, okumuşlar Türkçesinin değil, Türkmen ve köylü Türkçesinin bu kadar Farsçanın etkisinde olduğunu bi lmiyor· dum; bunu öğrendim ve bununla ilgili yeni kanıtlar da topluyo­ rum. Bu arada yaptığım çalı şmalar nedeniyle, Osmanlı kurul­ madan önceki insanı tanımak için bol bot seyahatname okuyo­ rum, şu anda elimde lbn Batuta var. H�rkesin bildiği gibi lbn Batuta, on dördüncü yüzyılı n başı için bulunmaz bir hazinedir, Anado lu'yu nefis çiziyor; garip seyyah, Anadolu'da ve Türklerin bulunduğu diğer yerlerde Arapça anlayan bir tek · insan bile bu­ lamıyor. "Bir ahi var" diyorlar, onunla da anlaşamıyor. Ahi de, Batuta ile anlaşamayınca, lbn Batuta'nı n yazdığına göre, çevresine, "işan 'arabi kihna miguan ve men 'arabi numida­ nem" diyor; (lbn Batuta, Vogayes, i l . De La Mecqu e aux step­ pes russes, p. 1 83) yazılışını biraz değiştirdim, bu söz Batı Ana­ dolu'da söyleniyor ve Farsça "onlar eski Arapça konuşuyorlar, ben modern Arapça biliyorum" anlamına geliyor. Kuşkusuz Arapça bilmediği nin anlaş ılmaması içi n u yduruyor, ancak, bu uydurma ile de, on dördüncü yüzyılda Anadolu'da sı radan i n ­ sanların da Farsça bildiği belli oluyor. Tuhaf, şimdi çocuklu� ğumda köyümün insanlarının konuşmalarını hatırlıyorum, bi lmi­ yordum; pek çok söyleyiş, Kürtçe ağza yak ı n Farsça çıkıyor. Bu nedenle, "çil" sözcüğünün karşılığını bulmak üzere Farsça sözlüğe bakmaya karar veriyorum. Farsça sözlük, (Gencinei Güftar Ferhengi Ziya, s.7 1 5) "çil" sözcüğünün karşılığrnın ahmak olduğunu bildiriyor. iki anlatımı var; onlara da değineceğim, ancak "ahmak" olduğunda, kuşku bulunmuyor. Develioğlu'nun, Osmanlıca Tü rkçe Ansiklopedik 94


Lügat'ı da, (s-. 1 90) Türkçedeki "çil" sözcüğünün Farsça kökenli olduğu nu doğ ru luyor; dolay ı s ı yla "çil'' sözcüğü ah mak demek­ tir. "Çi l", bir ah mak anlam ı na geliyor_, ku şkusuz çoğu lu merak edildiğinde, Farsçanı n çoğu l ekleri ne bu rada gi rmek i stemiyo ­ ru m. Ancak, Türkçedeki "ler". çoğul e ki d e her zaman çoğu l an­ lamı nda o lmuyor; çok zaman ai leyi bel li ediyor. Bu nu h�pi miz bili riz� çocu kluğu muzda, an nemiz babamız bize nerede ol­ duğumuzu sorduQunda , "Ali ler"deydi m veya "Ahmetler"deydim diyorduk; bütün "Aliler"in arası nda d eğil, Ali 'nin ailesinde , evin­ d e , olduğumuzu anlatıyorduk. Dolayı sıyla, "Çiller" dediğimizde bütü n ah maklar değil , "ah mak ailesi" akla geliyor; bu kesindi r. Bu kesi ndi r; eli mdeki Farsça sözlük, "ah mak" ü ze ri nde kuşku olmamas ı için , sözlüğe bir de Sarrac'dan bi r küçük şiir koş muş ; "Ahmak kı rk sene bi lgi ler kazansa da anlayı şlı ki mse­ lerden da ha olgu n nas ı l olur", bu , Sarrac' ın şiiri ni n düzyaz ıya dökülmüş biçi midir. Bu , bir ah mak, doktora yapsa da, profesör o lsa da yi ne ahmakt ır anlam ı na geliyor; Sarrac , deği nmiyor a ma ben çok deği ndim, eğer doktora ve profesörlük iktisatta i se doğuştan ve aileden gelen ah maklı k daha da artıyor. Bu da kesi ndi r. Bütün bu yazdıklarımı n , kuşku suz, Madam Çiller i le bir i lgisi bulunmuyor; ancak ;: bi ldiğimiz bir tek "Çiller" soyadı bu nlarda olduğu için, ister iste mez aklı mıza geliyor ve ben , M adam Ç i ller'i n h ı rs ız babas ını kutluyoru m ; daha �ygun bi r soyadı bu­ l amazd ı ve bu uygu nluk, kan yoluyla olmasa bi le evlilik ve soy­ adı transplantasyo n yoluyla , bi r aids vi rü sü tü ründen, da­ mad ına da geçiyor. Doğ rµ su çok makyaj yapmad ığ ı . özel likle yabancı ajanları n ı n tavsiyesine u yu p da yüzünü Ajda Pekkan türü nden germediği zama nlar M adam . kocas ı Çille r ve bi r kez fotoğrafı n ı gördüğü m yedek subay oğ lu . Çiller ai lesi bir bütün olarak hep ahmak fotoğrafı veriyorlar. Farsça lügat doğrudu r. B e lki f arkediliyor, son zamanlarda M adam'a ilgi mi çok aza ltı m , çü nkü nele r olduğu nu an lad ığ ı n ı bile sanmıyorum. En­ g els'i n bi r sözü var, "Büyük adam ları kaldırı n , yeri nde bi r boşluk kalacaktır" anlamı na ge liyor. Tari� . çok zorlandığ ı za­ man bi r büyük adamı çıkar·ı yor; boşluk var, birisi o rayı dolduru­ yor. Ben şi mdi bu nu tersi ne çevi riyoru m ve şu nu i leri 95


sürüyoru m : "Madam Çiller'i kaldırı n , yok edin , toz olsun , Türkiye , b u son seneler için mutlaka ü lkeyi h al laç pamuğu gibi atar, en ah makın ı bu lup başbakan yapard ı " , ben bunu söylüyorum . Çünkü ü lkemiz, o kadar çaresiz , o kadar vic­ dansız, o kadar zali m , o kadar cahil , o kadar bedbah bi r yönetici kliği ni n elindeki , bunlar öylesine kuru muşlar, öylesi ne ışıksızlar ve o kadar çok kalpazan ortada ki , ancak bi r ahmak, aklı nı yitirmeden başbakanl ı k yapabili r, diyo ru m. Tü rkiye'de bu koşu llarda bir ahmak başbakanlık yapabi li r ve başbaka � ko­ nuşacağı zaman herkes televizyonu n karş ıs ı na geçer ve "şimdi ne patavatsız l ı k yapacak" diye bekler. Sonra gittikçe büyüyen bi r. kalabal ı k ahmakın ahmakl ığına ahmakça gü ler; be n bunu i leri sürüyoru m . Ahmakı n ak-l ı n ı yiti rmesi mü mkü n deği l , çün kü kıttı r. Madam Çi ller, bu radan sağ sali m ayrıl ırsa, mu htemele n çok daha ze ngin ayrılmış olacakt ı r; ancak "çi l" özelliği nden kay­ bedeceği yoktu r . Çiller, çil geldi , çil gidecekti r. Birinci anlamı böyle özetliyoru m. Devam ediyo ru m, Farsça sözlük, "çil" içi n, ikinci anlamı ola­ rak, "sağ eliyl e sol eli beyaz olan at'' diyor. M adam duymas ı n , kı rat'ı karışttrıyordu , beni iyi okuduğu nu da sanı yoru m ; artık bi r yandan da, "beyaz at" daha doğrudur ve diğer ya.n dan da, "ben Dyp'ye doğuştan layığ ı m" demesi mümkü ndü r . Ancak pek tav­ siye etmiyorum ; "çil" eni nde sonunda "leke" demektir, "Çiller" lekeli ai le anlam ı na geliyo r. Dilimizi n , Farsçadan al.d ığ ı ou sözcüğü gelişti rerek Çiller'e bi r "leke" yüklediği anlaş ı lıyor; nite­ ki m, Tü rk Di l Ku ru mu'nun Türkçe Sözlük'ü (Beşi nci Baskı , s. 1 68) Çi l'le ri , "Tü yü nde küçük lekeler bulu nan hayvan" ola rak tan ımlıyor. Bir de "tavukgillerden , eti içi n avlanan , ormanlarda yaşayan bir kuş" dedikten sonra "dağtavuğu" diye ekliyor. Ben_ Madam Çilleri dağtavuğu'ndan te nzih ediyo ru m ; fakat Türk Dil Kurumu sözlüğü , "Çi l yavrusu gibi dağ ıldılar" söyleyi şini burada tanımlıyor ve " Perişan bi r halde her bi r bi r yana dağ ı lmak" karşı l ığ ı n ı veriyo r. Bu , işte budur; zalim bürokratlar, çil yavrusu tü ründen ve perişan olarak dağ ı lıyorlar. Artık ko numu dağ ıtmadan biti rmek i stiyoru m , çocukluğu mda lstanbul'da tra mvay beklerdik, bazan boş geli rdi , bizi almazdı ve çünkü üzerinde "depoya gider" yazard ı ; çok si nirlenirdik, 96

..


"tramvay nasıl depoya gider" diye ayrıca sinirlendiğimi ve tram,vay yöneticilerini cahillikle suçladığımı hatırlıyorum. Depo'nun Fransızcada "garaj" deme � olduğunu çok sonra öğrendim, dili­ miz, bir yandan Farsça ve diğer yandan da Fransızca ta­ rafından kolonize edilmiştir, bilincine da h a çok varıyorum. Bu n­ ları ayrıntıyla geliştireceğim kitaplarıma bırakıyorum; ancak ga­ raj anlamındaki bu depoyu şimdi daha çok tutuyorum. Artık biz­ de Meclis bir depo'dur; bu za lim bürokratlar çil yavrusu örneği ve içleri perişan depoya sığınmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Tam çözebilmiş değilim; bunlar korkuyorlar ve bunları, "bir görünmez el" , ancak bu kez Adam Smith 'inki değil, itiyor. Yerle­ ri temizliy9r. Ben bu lekeli dönemin sonunda, bu zalim bO rokratların sergiledikleri bu çi lli yarışta · kaçma kadar da bir boşaltma görüyorum . Ayrıca hep birlikte depoda o lmaları dağınık olmalarından daha iyidir. Dah a da önemlisi, bunu tekelli bürokratik devlette , tam olmasa da bir çözülü şün ilk başı olarak görüyorum. H ep tekrarlıyorum; henüz yönetme anlamında irademizi et­ kili yapamıyoruz. Fakat çözme anlamında önemli başarıl ar elde ediyoruz . Farsça ve Kürtçenin bu "çil" sözcüğüne verdiği üçüncü ve sonu ncu a nlama geliyorum ; "çil" ya da "çi hl" kırk demek oluyor. "Kırk" ise bi.z im dünyamızda çok önemlidi r, bebekleri n kırkı, ölümlerin kırkıncı günü hep yarı kutsaldır; kırk bir de , "kırk katır ve kırk satır" için de önemlidir. Eskiden özgürlük varmış ; iyi sul­ tanlar yine de zalimlere "ölümlerden ölüm beğen, kırk katır mı istersin , kırk satır mı?"- diye soruyorlar. Ya katırın arkasına bağlayıp . sürüklüyorlar ya da boynuna satırı indiriyorlar. Özgürlük buradad ı r. Ölülerin boynuna satır vurulur mu? Eylülizmin büyük in­ fazcısı, seksenli yılların başlarında, lstanbu l caddelerine teker teker gençlerimizi çıkartıp, "kaçıyordu" diye kurşu nlayan lstanbul polis şefi Şükrü Balcı'yı mezarından çıkartıp boynunu satırla vurmak mümkün müdür? Bilmiyorum. Bildiğim, ikinci Mahmut'un esnaf ordusu yeniçeriliği tasfiye ettiği zaman Saray­ burnu'nu n önü, hain asker cesetleriyle dolmuştu, ama yine kini­ ni alamıyordu . Bu yüzden Karacaahmet M ezarlığı' nda yatan 97


yeniçerileri bir daha öldürmeye başladı ; mezarlı kta, bugü n bile bazı mezar taşlarında kavukları n kırık olmas ı eli ve kini yüzü ndendir. Bu esnaf askerleri n boynunu bi r daha vura­ mayınca, kavuklarını kı rd ı rıyor; kini kindir. Bir tarihtir. Bunları bırakıyorum. Dil üzeri ne başladığı m yazımı yine dil üzerine bitirmek istiyoru m. Bütün dille r türü , Türkçe de güzeldi r ve ben dilimi çok seviyorum . Tek ·başına şu "sat ır" sözcüğü kaç anlama geliyor; burada saymam mümkün görünmüyo r. Bi risi, boyna satır i ndirmektir ve bunları satırcıbaşı deni len adamlar yapıyor. Zalimler, yüksek bü rokratlar, "satı r" sözcüğü nden de çok zaman bu nu anl ıyorlar. Anlamak da bazan başları na i ş açıyor; "satı r olayı" i stiklal Mahkemesi'nde geçiyor. Elazığ'da kurulan bir istiklal Mahkemesi mezbaha türünden çalışıyor. Ge­ len yüksek bür9kratlar, paşalar, genel müdürl er, poli s şefleri , titreye titreye ifade veriyorlar; çoğu, akşam ası lıyor. Yine böyle bir yarg ılama zamanı ndadı r; bir bürokrat, belki de bir genel müdür, belki bir general, yargılan ıyor; mahkeme başkan ı "ge­ reği düşünüldü" diyo r, ayağa kalkıyorlar. Mahkeme başkan ı , kati be , "Oğ lu m , tamam mı , kağıdı taktı n m ı , tamam, öyleyse başlıyoruz" diye son uyarıların ı yapıyor ve sonra devam ediyor, "Gereği düşünüldü , satı rbaşı üç nokta" diyor. önce zalim bürokrat eskisi , "sat ı rbaşı" sözü nü i şitir işitmez , boylu boyunca yere düşüyor ve bayılıyor; zavallı zalim, mahkeme başkan ı nın satı rcıbaşı n ı çağ ırdığını sanıyor. Yüreksiz, o zamanlar i nfazı , mahkede sanıyor. Yüreksiz ; korkusundan bi r kez ölüme kadar gidip geliyor. Bu , zali m bürokratları n yazgısıdır: Çil yavrusu gibi dağılıyorlar. Çü nkü ölü mden korkuyorlar. Ç i l çil depoya koşuyorlar.

\

98


KÖTÜRÜM Asl ı nda beni m işim deği ldi , Başbakan lık'ta geçiyor, Planla­ ma'da uzun vadeli planlar bö lümünü yönetiyordu m, ancak Müsteş ar M e mdu h Aytür başka daireleri de i lgilendi ren ve ba­ zan özel bir yatkınl ık isteyen i şleri de bana veriyo rdu ; altmışl ı y ı l ları n baş ı nda Kıbrı s 'taki i lk başarısızl ıklardan sonra, Milli Güvenli k Kurulu paşaları kazan kaldı rıyorlar(j ı , te rsanelerin, çi mento sanayiioi n ve i lgili baz ı işleri n yönetimini askeriyeye al­ mak i stiyo rlard ı . Genelku rmay'ı bu istekten döndürmek görevi bana ve ri ldi ; çal ışma yaptım. i lk önce o zaman buldu m, askeri­ yeyi ikna edebilmek için, çok kolay anlayabi lecekleri basitlikler­ le h içbir zaman anlayamayacakları karışıklıkları birlikte söylemek gerekiyor; öyle yaparak, çok basit gerçekleri birtakım eko nometri k modellerle süsleyip ö nce bir rapor gönderdim . Son ra görüşmeye gittim ; işler planl�dığım gibi gitti , Genelkur­ may·ı n i lgili daire yönet_en:eri çabuk ikna oldular, ner�deyse bütü n askeri gide rlerden vazgeçiyorlardı , tahmini mden fazla ik­ na edici olmuştu m , paşaları mızla vatan ve mi l let sevgisi üze ri ne neredeyse gözyaşları mız ı n pı narları nı kurutuyorduk ve paşalarla el -sıkı şıp h emen gitmek i stiyordum . Öyle de yaptı m, sevi nçle kapıdan çıkarken, ilgi li dairenin ileri gelen lerinden bir kurmay albay, birden sanki beni i lk kez görüyormuş gibi tutum değiştirdi, daha önce başka türlü . hitap ediyordu hitabı nı · da ye­ niledi ve "ama asteğme nim ya kuzeydeki ayı hart derse 0 diye beni durdurdu . Önce anlamadım, son ra kuzeydeki ayı'nın So99


vyetler olduğunu çıkardım , sonra "hart" demenin de taarruza geçmek anlamına geldiğinin bilincine vardım. Bütün emeklerim ve becerim boşa gitmişti, hepsi sil baştan oldu , Genelkurmay eski isteklerinden daha fazlasını istiyordu . "Ayı" i şin içine girin­ ce bütün akıl duruyordu. Bu benim alanımın dışındaydı, ayı "hart" der mi, derse nasıl der, bir de ne kadar der, bunların hepsini benim tartmam mümkün değildi ; ayrıca kararlar ayının "hart " deme ihtimali üzerine dayanacaksa, hem akla ve hem de araştırmaya gerek kalmıyordu. Ben ayıların dünyasını da çok iyi bilmediğim için, "hart" demeyeceklerinden de emin olamıyordum ; artık sorunu­ muz ayılar dünyasJna giriyordu ve ayıların uzmanlığını gerekti­ riyordu. Benim aklım işe yaramaz olmuştu; aklımın kötürüm ol­ duğunu hissediyordum. Ayılar dünyasının ayrı olduğunu öğreniyordum .

***

Şimdi telefon dinlemek ayıp degil mi? Ayıptır ve suçtur. Ü stelik terbiyesizliktir ; artık, çok ·şükür, bunu herkes kabul ediyor. Yine çok şükür, şu cep telefonları çıktı, başkasının tele­ fonunu kullanmak imkanı doğdu ve devlet telefon dinlemede güçlükle karşılaştı. Ama, gazetelerde oku�um, "yeni ve ta­ rafsız" Ulaştırma Bakanı, bu cep telefonlarının dinlenebilmesi için . dünyanın ilerlemiş devlet ve firmalarıyla anlaşma yapıyormuş ; bunu övünerek ilan ediyor. Neden mi; "şimdi" diyor, ..telefon dinlemeyeli'm , iyi ama ya bu cep telefonlarını Apo da kullanırsa" bunları söylüyor ve artık kesin haklı oluyor. Gerçekten ya Apo da cep telefonu kul­ lanırsa? Deği l mi ya? Artık bütün terbiye, bütün yasalar , bütün ahlak, hepsi duruyor, ya Apo da kullanı rsa? Art ık Türk devleti aklını ve halkımızın aklını kötürüm etmenin bir yolunu bulmuş görünüyor. *

**

Peki hırsızlık kötü müdür ; �ötüdür, ancak eskiden kötüydü , şimdi o kadar kötü olmuyor. Bir başbakanın babasını n h ırsız ol1 00


ması ayıp mıdır? Bu başbakanın ne yaptığına bağlıdır ve eğer, "en kukla" başbakan ise babasının hırsız olması artık ayıp ol­ muyor. Eğer bir başbakanın hasta bakıcılığından emekli anne .. si, hem hırsız değildir ve hem de bu dövizlerin bir bankanın yöneti cisi olduğu sırada rüşvet almaktan yargılanan · damadına ait olması ihtimali yoktur. Öyle anlaşılıyor ve sonra hırsızlık o lsa ne çıkar; bu kukla başbakanın " PKK'yı yendik sıra eko nomide" dediği doğru değil mi; eğer doğruysa, babasının hırsız ve hasta bakıcı anasının döviz istifçisi olmasın da hiçbir sakınca yoktur . Bu nedenle · başbakanın babasının hırsız, kocasının arsız, kendisinin akılsız ve anas ı nında, devlet hastenelerine gelen paralı yabancı has.. talardan bahşiş döviz alarak bunları yastığının altında biri ktirmesi yeri ndedir. Ben ·anlamıyorum, ama, öyle anlaşılıyor. Devletin bir bankasını , süpü rgeciler krall ığından basın krallığına geçen bir Sirkeci esnafına hediye etmesi ayıp mıdır? Sabah gazetesi, M illiyet ve Hürriyet gazetelerini n patronu Aydın Doğan'a devletin bir banka hediye ettiğini ciddi deli l lerle o rtaya koydu; artık ayıp değildir. Çü nkü , Aydın Doğan, gazete­ leri nden birisini, Hürriyeti, kontr-gerillanın, diğerini, Milliyet'i Ma­ dam'ın emrine vermiştir; bir banka bile azdır . Artık ülkemizde, eğer her gün PKK'ye "hain" koroları tutturuluyorsa büyük hırsızlıklarda ayıp sayılmıyor. Biz bu PKK sayesinde bütü n ahlakı mızı değiştiriyoruz da haberimiz olmuyor. Biz kötürüm o luyo ruz da, kimselere haber veremıyoruz.

*

* *

Gazeteler habere , "Senato'nun bir pisliği daha" diye ve Trt'de çalışmış, mesbaşlayabiliyorlar. Uzun yıllar basinda .. leğini n sonunda bir Esen U nür, örnek olması için adını alıyorum, böyl e haber yazabiliyor . Bi r başkası , haberine hep "Türkiye'nin yeni diplomatik zaferi" başlığıyla başlıyor ; zafer_l eri. miz bitmiyor. Madam'dan, bizim Madam'dan değil, onların Ma­ dam'ından, Madam Mitterand'dan söz ederken hep isminin başına bir "hain" koyuyorlar. Hep bunları yapıyorlar ; akıllarına tı iç bunları yapmak için gazeteci olmaya gerek kalmadığı gel1 01


miyor. Bunlar, son on yıl içinde gazetecilik mesleğini de kötü rüm etmişler, haber veren bulunmuyor. Türkiye tek tek hücreleri kötürüm olan bir canlıya benziyor. *

**

Ben buradayım, mahkemeler, hızlarını alamıyorlar; Türk Devleti , benim Türkiye'de mi yoksa burada mı olmamın kendi­ leri için daha zararlı olduğuna karar veremez gurumdadır. Bu� na itirazım yok; ancak kararlara bakıyorum, benim mahkum ederken, "sözde Kürdistan Parlamentosu toplantısına· katıldığı saptanmıştır" da diyorlar ya da Osman Dedem'e özenerek çete reisi olduğumu ileri sürüyorlar ve buna kanıt olarak da "Frank­ furt yürüyüşüne katıldığı duyulmuştur" buyuruyorlar. Bunların hiçbirisi dava dosyasında yok, bunların hiçbirisiyle ilgili bir iddia ile ne ben ve ne de avukatım karşılaşıyor ; bunlar dosyanın içinde değil altındaki istihbarat raporunda yazıyor. Doğru mu; şu an da doğru olup olmaması hiç önemli görünmüyor. Önemli olan mahkemelerin, bizim katıldığımız duruşmalara göre değil gizli polis ve zaptiye raporlarına göre karar verdiklerinin ortaya çıkmasıdır. Ben bunu anlıyorum. Fakat eğer bizler istihbarat raporları veya zaptiye fezlekelerine göre mahkum edileceksek, hukuk eğitimine ne gerek var; ben bunu . anlamıyorum. Ben, artık Türkiye'de yargının da kötürüm olduğunu görüyorum. *

*

*

ırkçılık kötü müdür? artık Tü rk sisteminde insanların ırkçı ve faşist olmaları kötü olmaktan çıkmıştır ; eskiden · kötüydü . Şimdi, kötü değildir. Önümde, öbür basın ailesinin, Dinç Bilgin tayfasının çıkardığı "Aktüalite" Dergisi var; bir bayramı sevinçle yazıyor. Bayram şudur; Bölge'de ülkücü ler çıkmışlar ve ülkücülük gelişiyormuş, seviniyorlar ve Kürtlere karşı çareyi bulduklarını ilan ediyorlar. "Hevaı, tı ji işarete Bozkurt e bide" diye yazıyorlar; yeni yetme Kürt ırkçıla.rı birbirine böyle sesleniyor­ muş, Amerikan borazanı Dinç Bilgin'in dergisi yazıyor. Bunlar, Kürtlerin eski türden büyük bir utanç içinde tutulmasını ancak Türk ı rkçılığının Kürtlere de benimsetilmesinde buluyorlar ve 1 02


bu yeni ırkçı güruhun birbirine, Kırmanci dilinde, "arkadaş, sen de Bozkurt selamı ver" demesini bayram sayıyorlar. Artık bu düzen i kendisini ancak, yaşadığımız topraklarda her canlı hücreyi kötürüm yaparak sürdürebileceğini inanıyor. Ben de bunu yazıyorum. Yazıyorum ve işimizi görüyorum. Yazmak, ödevlerimizi ve sorumluluğumuzu görmektir. *

*

*

"Gelqiğim günden beri buradaki Türk dernek ve cemiyetleriyle temaslarda bulunmaya önem veriyorum. Zaman zaman Türk derneklerini ve Almanya'nın çeşitli kesimlerindeki Türk meslek gruplarının oluşturduğu çatı örgütlerini ziyaret edi­ yorum. Burada önemli olan çok sayıda dernekten ziyade, bu dernek ve cemiyetlerin birleşip bütünleşmeleridir. Bölük pörçük bir yere varılmaz." Çok ilginç değil mi; artık dernekçi oldular. inanılır gibi değil, artık Avrupa'daki Türk diplomatlarının iki işi var; birisi büyük ve güçlü faşist bir dernekler ağı yaratmak ve diğeri bizleri takip etmektir. Bu sözleri ·söyleyen Bonn Büyükelçisi, bfr ara da Madam Çiller'in "beynimin yarısı" dediği Volkan Vural'dır; zavallı. bir yanıyla bir dernekçi başına ve diğer yanıyla, Avrupa'ya ihtilalci izlemeye gönd�rilmiş damat paşalara benziyor. Babası ittihat ve Terakki'nin son katibi umu. misi olan Paris büyükelçisi Tansuğ Bleda da aynı işi yapıyor; beni izlem�nin en önemli. işlerinden birisi olduğunu biliyorum. Zaman zaman güvenilir haberlerini alıyorum, bazan kendilerine de duyuruyorum; bir zamanda bunların pek eğlenceli öykülerin­ den bir kaçını yazmayı da planlıyorum. Almanya'da üniversite­ lerde konferanslara gittiğimde, konsolos ya da büyükelçilerin teker teker öğrencileri markaja aldıklarını da görüyorum; bana biraz eğlenceli gelmeye başlıyor. Yalnız şunu merak ediyorum; peki. eninde sonunda bunu yapacaklardı da. neden diplomat oldular. neden dil öğrendiler, neden siyasal bilgiler fakültelerinde dirsek çürüttüler. Bunu an­ lamıyorum. Anladığım tam bir çürüme içinde olduklarıdır; diplo­ matlık mesleği de rezilliğe bürünüyor.

***

Bitiriyorum. Adamın birisi hapisteymiş, hasta olmuş, diret103


miş, hapisane yönetimi inanmıyormuş, sonunda kabul etmişler; zavallı gitmiş, bir bacağını kesmişler, dönüyor. Sonra daya­ namıyor tekrar hastahane istiyor ve gidiyor, diğer bacağını da kesiyorlar. Bu devam ediyor, zavallının her hastaneye gidişinde bir uzvunu, kolunu kanadını kesiyorlar. Birinde dönüyor, iki ayağı ve iki kolu yok; gardiyanlardan birisi uyanıkmış, "an­ ladım, ben" diyor. "sen taksit taksit kaçıyorsun" diye ta­ mamlıyor. Ben de anlıyorum, Türkiye taksit taksit kötürüm oluyor. Bize toptan yenileme düşüyor.

104


DlvAN \

Bugün "Gümrük Birliği" üzerinde yazmak istiyorum. Gümrük Birliği'ne, Fransızca "Union Douniere" deniyor; "Douane" sözcüğüne artık hepimiz alışmış olmalıyız, havaalanlarımızın çoğunda, "Gümrük" sözcüğünün yanında yazılıyor. Sözcüklerin tarihine ve köküne ayrı bir önem verdiğim biliniyor; belki pek az kimse, bu sözcüğün buralara, bizim topraklardan geldiğini biliy­ ordur. Fransızca sözlüklerde, Fransızca gümrük demek olan "Douan" sözcüğünün Arapça kökenli olduğunu belirtiyorlar; yalnız pek çok' iktisat tarihçisi Avrupalıların bu sözü, Türklerden öğrendiğini kaydediyor. Avrupalı, daha "devlet" ve "sınır" kav­ ramlarını doğru dürüst bilmezken, Türkiye topraklarına girince, bir "divan" üzerinde oturan kimsenin bir harç aldığını görüyor; yıllar sonra bizlerin bir marka olan "jilet" sözcüğünün "tıraş bıçağı .. yerine kullanma�ız örneği, Avrupalılar, gümrük alma­ ya, "divan" veya "douan° demeye başlıyorlar. Dolayısıyla, şimdi Türkiye'nin girmek üzere olduğu "Gümrük Biri.iği", aslında ve bi­ zim tarihimize göre "divan birliği" anlamına geliyor; "divan" bi­ zim doğrudan doğruya Avrupa dillerine ihraç ettiğimiz bir sözcüktür. Bu sözcük, Fnansızcada da bizdeki öz anlamıyla, yatak ya da yatak kadar geniş kanepe anlamıyla da kullanıyor; bütün bu nedenlerle ben Türkiye'nin "Gümrük Birliği" serüvenini Avrupa ile bir yatak birliği olarak anlamak gerektiğini duyuyo­ rum. Şimdi Türkiye, Avrupa ile yatağını birleştiriyor. Gerçekten birleştiriyor mu? Kesin olan şudur; başta Fransa, Avrupa bu yatak birliğini çok istiyor. Benim bulgularıma göre, Türkiye'yi metres tutmaya kesin kararlıdır ve ben şimdi bunu yazmak istiyorum. Hemen başlıyorum; önümde, önümüzdeki 105


yollar için Fransa'nın bir tür ekonomik ve sosyal anayasası olan Alain Minc'in başında bulunduğu, Fransa'nın orta sağ bilim adamları ile işletme ve kamu yöneticilerinden oluşan, "La Fran­ cae de l'An 2000" raporu var. Resmi bir rapor, başbakanlık için hazırlandı, ikibin yılında Fransa'yı görmeye çalışıyor ve yapılması gerekenler belirleniyor. Bu raporda Türkiye'nin adı bir yerde, Avrupa Birtiği'nin sınırlarının nereye kadar ge­ nişleyeceği tartışılırken geçiyor ve "Vers la Turquie, pour la qu­ elle il fautra inventer une regle du jeu qui assure a terme, la lib­ re circulatiaon des produist et des capitaux" deniyor. (La Fran­ ce de l'An 2000, La Documentation Franceise, 1994, s. 45) Söylenen çok açıktır; birincisi, Türkiye'nin artık Ortak pazar ve·­ ya Avrupa Birliği'ne girmesi imkansız görünüyor. Bu kapalıdır; buna değinmek durumundayım. ikincisi, Türkiye ile Avrupa Bir-__ liği arasında, "mal ve sermayenin serbest dolaşımını sağlayacak bir oyun kuralı" bulmak gereğinden söz ediliyor; işte .bu, Gümrük Birliği'dir. Avrupa, Türkiye ile kendisi arasında mal ve sermaye için tam bir özgürlük istiyor; bir tek koşulu in­ sanlara Avrupa'nın kapılarını kapanmasıdır. Gümrük ya da Di­ van ya da Yatak Birliği, Avrupa'nın mallarına Türkiye'nin kapılarını açıyor; Türkiye'den öbür tarafa insan geçişini yasak­ lamayı temel politika sayıyor. Gümrük Birliği, Avrupa'ya Türkiye'nin işlerine karışma hakkı veriyor ve Türkiye'yi, Avru­ pa'nın bütün karar organlarının dışında tutuyor. Devam etmek durumundayım, ancak etmeden önce bir soru var; "Ortak Pazar" veya "Avrupa Birliği" ya da "serbest pazar" ne anlama geliyor? Şimdiki sözde özgürlük döneminde, özgürlüklere en karşı yapı'nın, Avrupa Birliği olduğu kesindir; çünkü Avrupa Birliği, kendi içinde sınırları kaldırırken, kendisiy .. · le Türkiye türü ülkeler ,.�·asına, yıkmakla övündükleri Berlin ou .. varı'ndan daha sağları_. surlar örüyor. Daha geçen yaz oldu; ltalya'dan bir otomobil geçti, "dur" dediler, durmadı, polis sıktı, arka bagajda bir çocuk saklıymış, Romanyalılar, çocuk öldü, Avrupa aydını bir hafta bağırdı, sonra çocuğu gömdüler, anne­ sini ve babasını geri sürdüler. Yok; özgürlük ve seyahat özgürlüğü lafları boştur, Türkiye'de binlerce insan, bir tek vize almak için aylarca veya yıllarca yalvarıyor. 106


Avtupa ya da Almanya veya Fransa haklı mı? Değil mi; bu soru, burada aptalcadır, çünkü burada ben gerçekleri tartışıyorum. Neye göre haklı veya haksız bu bir tar�fa, net olan "özgürlükçü bu ülkelere" girmenin yasak olmasıdır. Benim ortaya çıkarmak istediğim kara gerçeklerden birisi bu oluyor. Yoktur; Ortaçağ'da bir insan isterse, Avrupa'ya ·geliyordu ve kimse ne vize soruyordu ve ne de yasaklıyordu; şimdi bu özgürlük yok. Aslında özgürlük yoktur. Aslında mülk sahipleri için kısmen var, yalnız sıradan insanların durumu Ortaçağ'dan kötüdür. Şimdi bu yasağın nedenlerine geliyorum: burada iki nokta o-rtaya çıkıyor. Bir: "D_ivan Birliği" başta Fransa, bütün Avrupa ülkelerinin çıkarınadır. Çünkü mallarını ve sermayesini, istedik­ leri özgürlükte, Türkiye'ye gönderilecektir, açıkçası Türkiye'.nin · sömürgeleşmesi süreci hızlanıyor. iki: Avrupa, Türkiye'yi Or­ tak Pazara ve dolayısıyla Avrupa Bir1iği'ne alma projelerinden, daha doğrusu imzalarından kesinlikle geri dönüyor. Bu nokta da net olarak çıkıyor. Üç: Ortak Pazar ile Türkiye'nin, 1960 yıllarının başlarında imzaladığı ve Türkiye'ye Avrupa Birliği'nin kapısı açan Ankara Antlaşması, böylece çöp sepetine atılmış oluyor. Şimdi bu önemli noktaya geliyorum. Soru şudur: Ortak Pazar, neden . buraya geldi, neden Türkiye'yi Avrupa Ekonomik · BirliQi'ne almayı imzaya bağlamışken, bundan ve sözünden geri dönüyor? Buna verile­ bilecek cevapları sıralamak istiyorum; Bir: Avrupa'nın o zaman­ lar bugünkü aklı olsaydı, bu sözü vermezdi, köprünün altından çok ·su akmış bulunuyor. iki: Avrupa'nın asıl yanılgısı, ellili yılların sonunda girmeye başladığı ekonomik yükselişin devam edeceğini sanmasıdır. Bugün Avrupa, otuz yılı aşkın çok büyük refah döneminin sonunda, nasıl çözeb_ileceğini hiç bilmediğini büyük bir işsizlik ordusuyla karşı karşıyadır. Avrupa, Türkiye'yi içine alma sözünü, büyük işçi açığı olduğu zaman veriyordu. Şimdi kendisinin olan büyük bir işsizlik ordusu var. Üç: Sadece bu kadar değil; Türkiye, 27 Mayıs'tan yeni çıkmış, planlama, Anayasa Mahkemesi, çift Meclis türünd . en batı demokrasisinin süslerini göğsüne takmış, asıl önemlisi ciddi bir aydın hareketli­ liği ve sol açılımı başlatmıştı. Soğuk savaşın çok şiddetli ol107


duğu bir zamanda, Türkiye sınırda vitrini iyi bir karakoldu; şimdi Türkiye•nin vitrini son derece kötüdür. Dört: Artık Fransız ve lngiliz basını, Türkiye'den tıpkı Osmanlı'nın son dönemi türünden "hasta adam" olarak söz ediyor ve Batı aydını ise, Türkiye ve ..Türk" sözcüğü geçince yakasını silkip yüzünü bu­ ruşturuyor. Artık Türkiye, sadece Avrupa'nın arka bahçesi ola­ bilecektir; içinde değil arkasına yerleştiriliyor. Peki sözden caymada, islamın rolü yok mu; kesinlikle var. Yalnız, eğer Avrupa. kapıları açtığı an, Türkiye sınırlarından en az on milyon Kürt ve Türk Avrupa'ya uçacak olmasa islam bu kadar engelleyici bir rol oynayamaz; Avrupa'yı Türkiye'deki müslümanlar değil, Avrupa'dakiler düşündürüyor. Aslına bakılırsa, Avrupa merkezleri, islamı yeni yeni düşünmeye başladılar; önümüzde yine Fransa'nın "resmi" sayılabilecek yayınlarından birisi, "l'lslam en Europe" var, içinde pek çok uz­ manın yazısı yer alıyor ve hepsi çaresiz görünüyorlar. Bir kez Avrupa'daki. müslümanların, sayısını sekiz ile on beş milyon arası tahmin ediyorlar, ''tahmin ediyorlar'' diyorum, çünkü bilmi­ yorlar. Sekiz ile onbeş arası çok geniştir, net bir rakam da vere­ miyorlar. Daha önemlisi çok derinden kaygılanmaya başlamıştır. Kaygılarının en temel nedeni, müslümanları, "asi­ mile" edemediklerinin ortaya çıkmasıdır. Avrupa _için daha da kötüsü, Avrupa'daki müslümanların, Avrupa'ya değil, gittikçe artan ölçüde, kaynak ülkelere bağlılık göstermeleridir; Körfez Savaşı, bunu net bir biçimde ortaya çıkarmış görünüyor. Yakın bir zamanda Fransa'da, "Halit Kelkal Olayı" uzun yüzyıllar boyunca müslüman halkları sömürgesi olarak tutan Fransa için t�m bir şok oluyor; Türk sözcüğü ile açıkça "infaz edilen" Halit, nerede ise Fransa'da doğmuştur ve müslüman ve bir eylemci olmadan önce, açı�ça Fransa'nın kendisini kabul etmedi�inden yakınıyor, notları var. Fransa, Halit'i reddediyor ve en sonunda Halit, müslüman bir eylemci oluyor ve Fransız polisi hunharca katlediyor. Fransa, Halitleri düşünmeye başlıyor. iş bu kadar olsa belki yine de çözülebilir, bir de 1 Avrupa'daki müslümanlar, örgütlenmeye başlıyorlar. Bonn ve Paris .hükümetlerini bu örgütlenme ciddi ciddi düşündürüyor. Önümdeki resmi ;sayılan dökümanda bu örgütlenmeler üzerine 108


incelemeler var, bütün incelemelerin birleştikleri ise şudur: Av­ rupa'daki her millette müslümanların örgütlenme dalgası Türkiyelilerle başlıyor. Türkiyeli müslümanlardan sonra diğer ülkelerden gelenler de örgütleniyorlar ve her birisi kendi ülkesine ve oradaki en gerici merkeze bağlanıyor. Bu kadarla kalsa yine fazla ürkütücu olmayabilir; bu arştırmadaki bulgulara göre, Avrupa'daki Türkiyeli müslüman­ ları örgütleyen ve bunları Mhp'li ve Refah'çı merkezlere bağlayan ise Türk Devleti'dir ve Türk büyükelçi ve konsolos­ larının şimdiki en utanmaz hainane işlerine bundan önceki· işlerine bundan önceki yazılarımdan birinde değindiğimi . hatırlıyorum. Devam etmek durumundayım. Bir parantez açmak istiyorum. Özgür Politika'daki yazıları�ın, benim için ayrı bir yeri oldu; başkaları nasıl bulur, bu ayrı, ancak bunlar benim içtn, daha doğrusu "küçükçe" bakıldığında, çok önemlidirler. Bunları, ya oldukları türden bir kitap olarak ya da yeniden bir kıta sürekliliğinde yazarak yayınlamayı planlıyorum; Frankfurt'taki bir avuç basın gerillası daha uzun yazmamı da özendirdiler, bu kısa incelemelerle, toplumumuzun önemli sorunlarının pratik-teorik bir bakışla yak­ laşmaya çalışıyorum. Yakın bir zamanda·, ara vermeden önce, önemli gördüğüm bir kaç sorunu daha ele almak durumun­ dayım; "divan" ve Avrupa'daki hain diplomatlar bunlar arasına giriyor. Yalnız, pek çok konferansımda da değiniyorum; sorun ikiyüzlüdür. Avrupalılar, buraya gelen ve özellikle müslüman halkların hiç birisine insanca yaklaşmadılar, hepsi kendi dilin­ de, bunlar için hakaret dolu sözcükler uydurdular. Almanya'da artık Türkiyelilerin bile �endilerini ifade etmek için kullandıkları, "kara kafa" Fransa'da, "arap" sözcüğünü tersine çevirerek, "b'' ve "r" harflerinden türettikleri "yağ" çağr�şımı yapan "bör" söz­ cükleri, ltalya'da kullanılan bir benzeri, hep aşağılama ifade ediyor. Gelen müslümanlar, kendilerini hep bu aşağılayıcı söz­ lerle tanıyorlar, giderek içlerine kapanıyorlar; sosyalizm bay­ rağının prestijini ve çekiciliğini yitirdiği, buraya gelen Türk sol­ cularının kahve dedikodularına ırkçılığa yatkın hale geliyorlar. Türk devleti, bunları, bağnaz ve faşistlere topluyor. Şimdi Avrupa'ya solcu veya ortacı gelen ırkçı bağnaz ve 109


faşiste dönüşüyor. Tarihin büyük paradoksudur: Avrupa, devrik rönesansa başlamıştır, insan geleni ilkele çeviren bir fabrikadır. �ütün kaynaklar, . Avrupa'daki müslüman örgütlenmelerin, Türkler eliyle ve daha çok rakamla 1 984 yılında başladığında birleşiyorlar; arkası geliyor. Bit araştırmada şu yazılıyor: "C'est seulement en juillet 1 984 que la DITIB a couvert a Cologne une �osquee avec des bureaux et des salles de reunion pour repondre aux besoins de ses compatriotes. Centre est sous la tutelle de l'ambassade dela Republique turque, et beneficie de . ı'aide financiere dela Ligu islami. que mondiale (Rabita)" (H.Vöcking, Les Pirincipale� Organisatiens· Musulmane, l'islam en Europe, La Documentation Française, 1 995, içinde, S.52) Herkesin çevirisini yapabilmesi için aslı ndan aktarıyorum; · Türk Diyanet işleri Müslümanlar Birliği'nin ilk o�arak Köln'de, 1 984 yılında örgütlendiği yazılıyor; sonra pıtrak türü artıyorlar. Bu bağnaz-ırkçı merkezleri kuran Türk Devleti, finanse eden ise Suudi rabıta'dır; bunu yazıyorlar. işin bir garip yanı var; Bonn ve P.a ris Hükümetleri, bu örgütlenmelerin nasıl yapıldığını biliyor. Türk hükümeti, hem bağnaz ve ırkçıları örgütlüyor hem de Avrupa'ya kendisini ya­ tağına alması yolunda yalvarıyor. · Sadece metres değil bir de hain metres rolünü benimsiyor; yalnız işin gariplikleri bu kadar­ la da kalmıyor. Hem Refahçı hem de Türkeşçi cami ve müslüman örgütlenmesinde, en büyük mesafe 1 990 yılından sonra alındı; Türk dışişleri ve elçilikleri burada çok önemli roller oynuyorlar. Türk dışişleri ve elçilikleri ise bu dönemde hep, Chp'liler yönetiyorlar; Hikmet Çetin, Mümtaz Soysal, Murat Ka­ rayalçı n, Erdal lnönü, Deniz Baykal, son dört yılda, Avrupa 'daki Türkiyelileri Türkeşçi ve Erbakancı cami ve örgüt�erdeki toplayan hain diplomatların başıdırlar. Görülüyor, bunlara boşuna hain demiyorum. Geçerken kaydediyorum; Fethullah açıklamıştı, ünlü hainlerden Çeto Hek6 bu kafası örümcek ağlarıyla dolu iç Asya'da "okul" açmasına, dışişleri bakanı ola­ rak, yardım ediyor. ihanetin sınırı yoktur. Bunlar, Çetin t Soysal,. l nönü, Karayalçın ve son olarak Bay­ kal, kendi atının ayak sinirini kesen hain kovboyları 110


andırıyorlar. Devam ediyorum ; tek tek hepsinin sicilini tutuyorum. Türk devleti'nin bana bu kadar kızmasının asıl nedeni bu radadır; bunları , Türk Devleti'nin beni izlemesinden daha disiplinli takip eqiyorum. Bir: Madam, bir darbeyle koltuğuna oturduğu zam�n, Bonn Büyükelçisi Onur Öymen'i Trt başı yapmak istedi, bil­ diğinden deOil, gizli sesler kulağına okumuştur; ancak bir yerde engellendi. Fransa'daki Le Canard ·gazetesinin Boşnak ol­ duğunu yazdığı eski solcu Öymen, Türkiye'deki en hain diplo­ matlardan daha hain bir çizgi izledi; islamcı örgütlenmenin yanında Türkiyeli esnafların da ırkçı yapılarda toplanması prog­ ramını başlattı. Şimdi Avrupa'daki diplomatların zamanı esnaf örgütlerinde veya Erbakancı . ya da Türkeşci camilerde geçiyor; büyük bir paradoks da burada y�tıyor. Bu paradoks sayesinde, eski solcu Boşnak Öymen, Trt'den daha önemli bir yere, dışişleri diplomasisininin başına getiriliyor; nasyonaı sosyalist bir diplomattır. Bitiriyorum ; ben şimdilik, birkaç tane çok sağlam doğruyu kendime ilke bildiği m için hep doOru çıkıyordum. Sınıfsal bakıyorum; bugünkü yöneten kliğin ülkemiz hayrına hiçbir iş yapmayacağını bi r basit doğru olarak kabul ediyorum. işte bu nedenle, Avrupa'daki insanlara oy hakkını veriyorlar ve kontr­ gerillanın gazetesi Hürriyet, bunun çığırtkanlı(Jını yapıyor. Çünkü bir yandan Avrupalılar ve diğer yandan Türk devleti, bu­ radakilerin çoğunu nasyonal sosyalist yapmış durumdadır. Bunlar, oy verirse, ya. Türkeş'e ya da Erbakan'a verir; bu kesin­ dir. Peki, Chp lideri, neden bu kadar çığırtkanlık yapıyor? sa .. dece bunun mu çığırtkanlığını yapıyor? inanılmaz bir aptallıkla kendisine kontrgerillanın gazetesi Hürriyet'in başyazarı Ertuğrul Özfaks'ı rehber seçmiş her gün ayna diye Hürriyet ve Sa­ bah'taki fotoğraflarına bakan bu politikacı, Gümrük ya da Yatak Bir1iği'nin oy geti receğine inanıyor. Bir politikacının bu kadar aptal olabilmesi· çok şaşırtıcıdır; Gümrük Birliği'nin oy getirme değil kaybettirme �apasitesi bulunuyor. Gümrük Biri.iği, sadece karşı çıktığı için Erbakan Hoca'ya oy getirir; buradakilerin . oy verseler bile Gümrük Birliği'ni savunanlara değil reddedentere oy vereceğini beklemek gerekiyor. Savunanlara neden oy ver1 11


sinler? Gümrük Birliği, eninde ve sonunda "mal ve sermaye" için özgürlük ve serbest dolaşım getiriyor. insanlarımız mal mı, sermaye mi? Gümrük Birliği, Türkiye'ye sadece metres kimliği bırakıyor, insanlarımız bu kadar onursuz mu? Med-tv'nin son açıkoturumunda hatırlattık, daha öncekinde çok açı·k olarak söylediğimizi hatırlıyo.rum. Üstelik Baykal, pres­ tijinin en yüksek noktasındaydı, yine de . "Çok iyi başlar, götüre­ mez" diyorduk; hep evleneceği günü bekleyen taşratı bir kadın türünden kuruyor, iyi başlıyor ve arkasından teslim oluyor. Ne yazık, bizi yanıltmıyor. Zavallı Chp ; bu partiden; Dyp'ye utan­ maz bir hızla geçenler, " Dyp ile Chp arasında fark yoktur'' der­ ken, çok da yalan söylemiyorlardı. Halkın temsilini önleyecek seçim barajından, sekizinci madde skandalına Madam ile Bay­ kal arasında herhangi bir fark görünmüyor. Nerede fark var? . Kürt Sorunu'nda Madam ile Baykal'ın söylemi aynıdır; Baykal, aynı özü biraz daha yumuşak ifade ediyor. Her ikisi ülkemizin bu önemli sorununu askere ve özel time bırakmada kararlı görünüyorlar. Kafalara ne gerek var? Bitiriyorum, Başkan Apo da söylüyor, zaman zaman ben de söylüyorum. Çok daraldığımızda sezgilerimiz önümüze düşüyor ; bu zalim polis memurlarını, ekonominin şaibeli üst bürokratlarının birdenbire, bu son derece riskli seçimde aday olmalarını, bir "tasfiye" olarak da görebiliyorduk. Bu kadar belir· sizlikte koltuktan ayrılmak, bürokrasinin tabiatına aykırıdır; ayrılıyorlar ve .. tasfiye" devam ediyor; Mit mensubu Ali Baran­ sel'in başında olduQu bir kurum birdenbire çok garip bir kararla, kimsenin dokunamad ığı Trt müdürünü tasfiye ediyor. Kim tasfi­ ye ediyor; bilmiyoru m, ancak Çiller-Demirel-Güreş darbesinin kadrolarının tasfiye edildiğini görüyorum. Ne garip bir ülke ; bir kısmı Avrupa'ya metres olup divana yatacağı için seviniyor. Bir kısmı ise kuzu kuzu tasfiye oluyor ve depoda yerine koşuyor. Bunları kim yapıyor, bilmiyorum. Sazan "acaba biz mi yapıyoruz" diye merak ettiğim de oluyor. haberimiz olmadan bir temizliğe mi başladık, s_öyleyeAcaba . mıyorum. - 00 -

112


İKİNCİ BÖLÜM

yeklik


KIYEÇİ Sazan, müthiş yanlış çıkmak istediğim oluyor. insanın, olay­ larla yanlışlanmayı istemesi şaşırtıcı bulunabilir; fakat benim h aklı gerekçelerim var. Birincisi , hep doğru çıkmak insani bir durum değildir ve sevimsizdir. Ben, hep doğru söyleyenin yedi. köyden kovulmasını, köylülerin doğruyu sevmemesinden daha - çok, hep doğru söyleyenin hiç sevilir bir yanı bulunmamasına bağlıyorum. ikincisi, bazan o kadar büyük olumsuzluklar tahmin edebiliyorum ve önceden yazabiliyorum ; sonra da korkup doğru olmaması için duaya başlıyorum. Olumsuzlukları haber vermemek elimden gelmiyor, ancak bir kez haber verince, bana, yanlış çıkmak için dua etmek kalıyor. Eylül ayının ilk .haftasıydı., Ankara'dan lstanbul'a geçtim; "Bir Yeni Cumhuriyet için" adını taşıyan kitabım çıkmıştı, görmek is­ tedim. 1980 yılı Eylül başıdır; bu kitapta ben, askerlerin idareyi ele alacaklarını tahmin ediyordum, kabul ediyorum, pek zor bir tahmin değildir. Fakat bir de aynı askerlerin Erbakan Hoca'yı hapse sokup Erbakan Hoca'dan daha fazla Erbakancılık yapa­ caklarını söylüyordu m; Ordu'nun "kemalist" yanını abartanlar arasında bunun deli saçması olduğunu düşünenler çıkmıştır. Ama, ne yazık, hafta bitmeden Eylülist darbe gerçekleşti ve "kemalist" ordu, zaman içinde, tahminleri aşan bir zulüm ve i s­ lamcılık sergiledi . "Çok şükür" beni de, bu kitaptan dolayı sekiz yıla hapsetti, hemen hapse koydu; kitap hala yasaklıdır. Haziran ayının ortasıydı, 1993 yılıdır, Madam parti başkanı yapıldl ve ben "bu üçüncü darbedir" yollu basın açıklaması 1 15


yaptım. Başkan Apo da kampta aynı değerlendirmeyi yapmış; sonradan haberim oldu. Olmaz olsaydı, keşke yanlış çıksaydık; çünkü, bir süre sonra "acaba bu darbeyi bizi doğrulamak için mi yaptılar" diye sormadan edemedim . Eğer yanlış çıksaydık, pek çok insanımız, pek çok genç, pek çok gazeteci, pek çok avukat hayatta olacaktı , gazetelerin altına bomba konmaya­ caktı. Hatip Dicle, Leyla Hanım, Ahmet Türk dostumuz, diğer arkadaşlarımız hep meclislerinde olacaktı, Sevgili Beşikçi hükmünü yarı açık cezaevinde dolduracaktı. Ama ne yazık yanlış çıkamadık, en kanlı darbe sahneye kondu; bana göre bu üçüncü darbede PKK'nin 1 993 başında ilan ettiği ateşkes ve Kü rt Davası'nın Türkiye halkı ve aydınına mal olmasının rolü büyüktür. Bu ateşkeste de 1 992 sonundaki Apo söyleşilerimizin, "Dirilişin Öyküsü" ya da "Sözleşi" kitabımızın bir payı var. Ne ise yine de, "çok şükür çok şükür" diyorum , darbenin telaş·ı içinde beni unutup nasipsiz bırakmadılar ve "Kürt Bahçesinde Sözleşi" kitab ı mızı da mahkum edip yasak­ ladılar. Ben hapis hükmünü Ulucanlar Merkez Cezaevi yerine, Paris'te çekiyorum. Bütün bunlar bazan yanlı ş ç ıkmanın ne kadar sevindirici ol­ duğunu anlatabilmek içindir. Şimdilerde de böyle bir durum var; Avrupa'daki konferanslarımda, seminerlerimde, bazan özel ko­ nLfşmaları mda ve televizyon sohbetlerinde sık sık dile getiriyo­ rum. Hem de yanlış çıkmak için dua ediyorum. Bugün sizlere yanlış çıkma duamla birlikte bu bedduayı aktarmak istiyorum. Bir: Türk yöneticilerini ihmal etmemek gerekiyor, bir senaryolar dosyaları var. Bugün Türk politik kardölarının tükendiği doğrudur, ancak yönetim beceri si Genelkurmay ve Dışişleri bürokrasinin eline geçmiştir. Bu gün Türkiye'yi bu parti yönetiyor. Son zamanlarda yaptıkları değerlendirme, benim tef­ sirimle şöyledir: Yavuz Selim, ikinci Mahmut ve Mustafa Kemal eksik davranmışlardır. Sadece basmışlar ve kırıp dökmüşlerdir. Bununla işin biteceğini düşünmeleri eksik bir düşüncedir ·.ı e şimdi eksik olanı tamamlama zorunludur. iki : Köy boşaltması PKK savaşı karşısında bir taktik gerek olarak başlas� bile, artık . stratejik ve hatta perspektif bir yönelme olma durumundadır. Artık Kürt Meselesi'ni kalıcı ola116


..

rak çözmek sadece nüfus kırmak ya da nüfus alıp dağıtmakla mümkün değildir; buraya da Kürt olmayan nüfus aktarması ge­ reklidir. Genelkurmay Partisi'ne göre çözüm budur. Başka yer­ lerdeki "etnik temizlik" burada "etnik karıştırma" olmak duru­ mundadır. Üç: Tarihin derinliklerine gitmiyorum; aslında bu en son ola­ rak Kuzey Kı brıs'ta Türk yayılmacılığının temel çizgisidir. Kıbrıs'a çoğu Konyal ı ve Karadenizli atmak üzere, önemli ölçüde Türkiye · nüfusu aktarı im ıştır. Dört : Ohal bölgesindeki generalleriyle üst rütbeli subay­ larının çoğunun Kıbrıs'ta görev yapanlardan seçilmesi bir ras­ lantı değildir. Bunlar en son kolonizasyon deneyimini bilen ki m­ selerdir ve bunu yeni bölgelere aktarmakla görevlidirler. Beş: Fakat böyle bir politika kısa erimli olmaktan uzakt.ı r. Kıbrıs'ta bi le getirilen yeni nüfus ile eskisi arasında uzun ve za­ man zaman kanlı çatışmalar olmuştur. Bölge'de de böyle bir _köktenci politikanın yerleştirilmesi uzun zamana i h tiyaç gösteriyor; bu ise, Batı Avrupa kurulları içinde. kalarak çok zor­ dur. Genelkurmay Partisi'nin, "insan hakları ve demokrasi" sınırlamasından yakınmasının özünde sekizinci maddeye iti­ razdan çok bu nokta gö rünüyor. Altı : Türkiye, başka nedenler bir yana, bir süre için de olsa, Batı'dan kopma durumundadır. Genelkurmay Partisi'nin sözcüsü konumundaki Demirel'in bu yöndeki açıklamaları ve Washington'un i lk kez bunu bir blöf saymayıp ciddiye alması , bu eğilimi n ağırlığının işaretleridir. Sözcülerinin açıklamalarının d ışında Washington'un yönetimdeki adamlarından da bilgi aldığını düşünmek zorunludur. Uzatmak istemiyorum ve şu soruyu soruyorum: Böyle bir hazırlık var mı? Ne yazık, Ankara'da sınırlı tirajla yayınlanan "Siyah-Beyaz" gazetesindeki yazısından öğrendiğime göre, Prof. Dr. Oğu z Oyan, bu alandaki yasa taslağını bulmuştur ve ana hatlarını yayınlam ış bulunuyor. Oğuz Oyan'a göre, "Kiyeçi" adı verilen, "Kıyıcı" da diyebilirlerdi, bu politikayla ilgili yasa tas­ lağını, "M H P'ye yakınl ığıyla bilinen bir akademisyen" hazırlamıştır. Yasa taslağı, "Kırsal Yerleşim ve Toplu Çiftlikler idaresi Başkanlığı" kuruyor ve buna göre, Kiyeçi'ye, belediyele1 17


rin ve l rnar Yasası'nın yerleşim ve alt yapıyla ilgili bütün yetkile­ ri devrediliyor. Tasarı , bu diktatoryal başkanlığın çalışmas ında, bakanlar kurulunu da devreden çıkarıyor, sonsuz yetkiler sade­ ce, herhalde bugünkü gibi alık olacağı tahmin edilen bir başbakanın imzas ına bırakılıyor. Oğuz Oyan, aynı bölümde hocal ık yaptığımız , yurtsever bir Türk bilim adamıdır; ilk hükümette bir yanlışl ıkla Tariş'in başına getirdilerse de Murat Parayalçın hemen görevden aldı ve sanıyorum, Erman Şahin, Bayındırlık Bakanl ığı'na müsteşar yapmak istiyordu; öyle anlaş ılıyor, dürüstlüğü nedeniyle , yine hep birlikte hocalık yaptığımız iktisat baytarı ve tanınmış hain­ lerden, Onur Kumbaracıbaş ı'nın karalamalarına hedef oldu. Profesör Oyan, Kiyeçi'nin "Güney Doğu" için hazırlandığını açıklıkla yazıya�; buna ek olarak, bir faşistin hazırladığı tasarı , "can güvenliği nedeniyle artan iç göç hareketlerini durdurmak" maddesini amaç kabul edere k, Kiyeçi idaresinin, Ohal'in bir parçası olacağından, ayrıca kuşku bı rakmıyor. Faşist projeye göre, "kırsal alanlardaki ekonomik ve sosyal gelişmeyi hızlandırmak, gönüllü iskan ve isdihdam projeleriyle halkı yaşadığ ı yörelerde oluşturulacak merkez köy ve uydu köylerde yerleşime" özendirmek, Kiyeçi'nin görevidir. Böylece köyler, merkez ve "uydu yerleşim"lerle güvenceye alınıyor; ancak bu­ rada kalmıyor. ''Kent yak ınında iskan edilmek isteyen kişilere kent yakınında oluşturulacak, iskan sah�larında, küçük aile işletmeciliği şeklinde sebze-meyve yetiştirmek veya hay­ vancıl ık yapmak ve ürünlerini pazarlamak imkanı bulacakları bahçeli konutlar temin etmek" de ihmal edilmiyor; belli oluyor, kentlerin çevresini, bu kez Kürt olmayan bahçeli "korucu" aile­ leriy le sarmak istiyorlar. . Yap-satçı ideolojinin uşağı Murat Parayalçın, adını söylemeden, projenin halkla ilişki'lerini üzerine almış durum­ dadır; belki toprak sıkıntısı çeken Karadenizli hemşerilerine de .ev ve tarla bulmayı umut ediyor. Yaln ız bu "etnik karıştırma·" senaryosunun gerektirdiği malzemenin Karadenizliler ile sınırlı kalmayacağını düşünmek gerekiyor, devletin bugünkü topal emperyalist heveslerine uygun olarak, Bosna'ya da Afganistan ya da benzeri yerlerden gel�cek mültecileri de buralarda 118


barındı rması mümkündür; heves edilen politika budur. B� politi­ ka ile ilgili tek soru .şudur: Yapabili rler mi? Bu sorunun tek ce­ vabı şudu r: Bu politikayı uygulamaya koymak için, Türkiye'nin en az on-onbeş yıl Avrupa'dan kopması ve içerde çok daha büyük bir iç savaşı göze alması zorunludur . • Göze alabilirler mi?, Türkiye yönetiminde şimdi bunun kavgası var. Yönetim ve yönetimin tepeleri iki kampa ayrılmış durumdadır . Her iki kampın komutas_ı nda da körler var ve bu ne· denle , kavga bir tür kör döğüşüne benziyor. Vu ran vurduğu yeri görmüyor ve kavga, şi mdilik Washington'dan gelen öneri ve ra­ po rlar üzerinde ve adamlar bazında sü rüyor. Ama sürüyor. Peki Tü rkiye, tekrar girmek üzere, on-- onbeş yıl Avrupa'nın dışında kalmayı göze alabilecek mi ; şimdi soru budur. Ben, ·yi­ ne doğ ru çıkmak istemediğim için bu kez susuyorum. Daha doğrusu, her gün artan iyimserliğimle, yine "bize bağ l ı " diyo­ rum. Göze almamaları için, uyanıklığı ve . kararlılığı hiçbir za­ man elden bırakmamak ve her zaman gözlerinin içine sokmak zorunludur. Sadece politikayı değil her zaman kararlılığı dayat­ mayı öneriyorum .

·1 1 9


SON ŞARKISIN SE 'EN!.. . Bi r kuzeni m vard ı , çok büyüğü mdü , ben h enüz i l koku lda deği ldi m , o li sedeydi , top oynam ı ş , h asta olmu ş , so nra be li n­ d e n aşağ ı sı na felç g e l mişti , çok s eve rdi k, halam ı n e n s evgi li çocuğ uydu , ancak yazgı d ı r, so nunda h alam he r sabah bu sev­ d iği oğlu nu n vücudundan çü rüyen parçaları kesip al ı yordu , ku­ zen im duymuyordu , a ma işle m bize pek ac ı veriyo rdu . Be n o zaman da çok merakl ıyd ı m , h erke s kaç ıyordu ve ben gizlice bu gü nlük a meliyat ı seyrediyo rdu m , hala gözü mün önü nde n h iç gitmiyor. B. ugü nlerde ise gözü mün önüne# dah a çok geli yor, baz ıları n ı ve özellikle H ı ncal U luç'u her okuduğu mda göz ü mü n ö nüne insan etleri geli yo r; be n H ı ncaı� ı n kağ ıt üzeri ne d eği l , çü rü müş et üze ri ne yazd ı ğ ı n ı görüyo ru m . Yazd ı k!arı h ep , toplu­ mu muzu n ve i nsan ı m ız ı n çü rümüş lüğü üze ri nedi r; yazd ıkları nı seyred erke n i çi m parça parça ve midem alt-üst o luyor. Tü rk i leri ci liği nin az ı l ı düş manları ndan , ad ı az duyu l muş a ma za ra rı çok bi ri si ni n oğludur, büyüğü öcaı fakü ltede s ı n ıf arkadaş ı md ı , bi r kard e şi daha varm ı ş . adı Vu ral ve ke ndisi H ıncal ; babaya bakmal ı , "Öcal, Vu ra l , H ı ncal" diye say ı klayan birisidi r. B i rlikteliği miz var, severdi m de, Ah met Taner K ı şl al ı , H ı ncal � M e h me t Ali 'ni n Ya nkı dergisi n i ç ıkarı rd ık ; şi mdi Cumhu­ ri yet'te efe ndi ef endi yaz ı la r yaza n Ahmet Tan e r dah a çok, seks yazı ları n ı , ben po litik mü l akat ve yoru mları yazard ı m ; H ıncal i se o ku yu cu mektu pları n ı kaleme a l ırdı . Bi l mediği ve tan ı mad ı ğı okuyucu lar ad ı na tıem n al ı na ve h em d e m ı h ı na , bi ­ zi de güldüren okuyucu mektupları uyduru rdu . O zamanlar . 1 20


böyle ve bu kadar da ismini n haini olacağını tahmin etmezdim; herhalde çürümüş etle rle iş yaparken biraz karıştırdı-·v e Alaattin Çakıcı'nın adamlarından ayağına iki kurşun yedi, felç olmadı ve "Hıncal" sözcüğünü de unutup, "olur bunlar, ağabeyimqi r, se­ ver de vurur da" deyip oturdu. Bu, bir. Bu arada iyi çalışıyorum, dilimizi daha . . iyi öğrenmeye çalışıyorum. Biz · "dönek" diyoruz, Türkmen Tütkçesinde "dönük" diyorlar. Safevi Şeyhi lsmail ile birlikte l ran'da devlet kurduktan so nra anlaşamayıp geri dönen Türkmen aşiretleri, Türkmenle r "dönük" diye adlandırıyor. Demek oluyor, Ali Kırca. "dönek" değil, dönüktür. 1 2 Mart darbesinin sanıkları arasında yer alıyor, sevgili Gülçin Çaylıgil'in aske riyede savundukları arasındadır; sonra "dönük" oluyor, yer almçıdığı yer yoktur ve artık Ame rika'nın Sesi'nde çalışıyor. Bir kez, "dönük" olmuştur ve art ı k h ep dönüktür ve fikrine güven kalmamıştır. Bu, iki . değildi, De�irtaş Ceyhun eskiden böyle yiğitti, Çukurovalıyd·ı ; - en sevdiğim yiğitliklerinden birisini aktarmak isti­ yorum. Bir gün Doğan Hızlan kitaplarından birisini . övmüş, De­ mirtaş sevinmiş ancak oyunca ateş püskürüyor, şimdi çarpıkça yazıları yanıltmamalı, eskiden ateş püskürürdü, koşmuş, Hürriyet'in tepesine . fırlamış, Doğan Hızlan'ı bulmuş ve bu nu, bugünlerde moda olan bunak Albay'ın dilinden bir güzel kalay­ lam,ş,_ Hızlan, " ne i stiyorsun, seni övdüm y�" diye Demirtaş'ı n· elinden kurtulmak istiyo rmuş; Demirtaş ise, " . . . n, bu beni m ki­ tabım değil, kitabımı okumamışsın" diye bağırıyor. Okuriıaz, okumadan över veya yere r, aslında Türk estetiğine kanser mik-_ robu saçar, bildiğinden değil, maso nik ilişkile rden o radadır, Hürriyet'ten ayrılsa, Cumhuriyet'e geçer, Nadir Nadi ile aynı lo- · cadan olduğu söylenir ve çürük ilişkileri n adamıdı r. Bu , üç. Ayrıntısını sonra yazarım, ince· bir çocuktu, Aybar sosyalist­ lerindendi, geçen gün magazin gazetesinde, ayrılmadığı oli­ gark sofralarının birisinde cumbulizadelerden · Meltem kızın yanında resmini gördüm, yediği istakozların hepsi e nsesindey­ di, lokantacı olmuş eski b·ir pehlivana benziyordu, Cüneyt Ar­ cayürek , Özal'ın faksları n ı yazdığı için "Özköşk" diyordu, şimdi Arcayürek Demirel'in köşküne gitti, artık adı "Öziaks" oldu; Er­ tuğrul Özkök, artık Washington fakslarının memurudur. Dikkat 1 21


edilmeli, Washington, bunak Albay'ı parlatmak istediği zaman Özfaks ile başlıyor, Cia Saddam·a bir kampanya başlatınca Özfaks harekete geçiyor, Ankara, Cia isteğine boyun eğerek Barzani ve Talabani'nin temsilcileriyle lrlanda'da buluşunca, bunu, Özfaks savunuyor. Unutulmamalı, Cia bu Madam'ı tei­ gahlamak isteyince, taşralı DYP delegelerinin etlibutlu , şöyle · beyazından, kalınc� kadın vucüdu sevdiğini düşünerek, belki de "-seni artist yapacağız" diyerek, Kadın'ı Antalya'ya götürüp mayolu resimlerini çekip, Hürriyet'te basan ve reklamını yapan yine aynı Faks'tır. Durumu �çıktır ve bu, dört. Peki bunlar nasıl bir araya geliyor? Bunlar "Se'en.. için bir araya geliyorlar ve ben de, "Son Şarkısın Se'en" adli parça ne­ deniyle bunları bir araya topluyorum. Bana haber veren de Se­ zen Aksu'dur, söyle bir soru ile karşılaşıyor: "Bir de ham kaset dinleyiciniz var: Hıncal Uluç, Arif Keskiner, Ali Kırca, Ertuğrul Özkök, Doğan H ızlan gi bi. Ben buna Sezen Aksu üst kurulu di. yorum siz ne diyeceksiniz?" (Aktüel, 2 Ağustos 1 995) Ben Arif'i ayırıyo �m� . hala arkadaşı·m� ır, gerçi Ç içek Bar'ı, medyatik etki­ si bakımından hem Aydın Doğan ve hem de·· Dinç Bilgin impa­ ratorluklarından güçlüdür, ama şimdilik ayırıyorum ve buna, "Sezen Aksu M illi Güvenlik Kurulu" diyorurn. Bir de , "bravo Tip'li gelin Se�en" demed�n edemiyorum, Hürriyet Grubu'ndan iki, Sabah Grubu'ndan iki, içinde Mit'i var, Cia'sı var ve bu işin hiç bir riski . görünmüyor. Görünen . sadece pe_şin satış ve ayıp'tır. Be� şimdiye kadar Sezon Aksu'yu hep akıllı bulurdum, uzaktan hep iyi düşünürdüm. Az imkanıyla ayakta kalabiliyordu · ye bizim dostumuz sayıyordum. Dikkatliydi ; Tip'li bir profesörün oğluyla evlenmişti, "Aksu" soyadını almıştı ve Türk ilerici­ liğinden kopmamaya özen gösteriyordu·. Ekin-Bilar gecelerimiz­ de, aydını yükselttiğimiz o zor günlerde, benim ve Aziz Nesin'in ricasını kırmadı, bize dost elini uzattı . Türkiye solu şükran bilen bir harekettir, kolay· unutmayız. Bu nedenle bu yazı bir uyarıdır; �nca� bundan şonra eğer Sezen, bu çürümü ş çevresiyle ilgisini kesmez, bu "Iş ık ·ooğudan Yükselir" kasetlerinin hepsini top­ latıp bir yerde yakmazsa, artık diğer mafya -şarkıcıları kategori­ sini .s·� çiyor demektir. Bu·kaset, Mit'in ve Cia'nın siparişidir. ışığı 1 22


Julma değil, saptırma ve karartma işidir. Burada hiç bir kuşki..ı bulunmuyor. "Işık Doğudan Yükselir" diyenlerin hepsinin beyni, kuzeni­ min felçli bacakları durumundadır. Bizim topraklarımızdan hi.ç !<imse, "ışık doğudan yükselir" demez; bu ancak beyni rehine verilenlerin sözüdür. Marco Polo "ışık doğudan yükselir" diyebi­ lir yerindedir, çünkü Batı·dan kalkıyor, bir hippi der, Sultan Ah­ met'in ucuzcu turistleri bunu söyler; fakat bizim topraklarımızda doğan ve büyüyen hiç kimse böyle aptalca bir sözü etmez, et­ miyor. Bu söz, ancak bir Batılı için geçerlidir, Ali Dönük ve Er­ tuğrul Özfaks'ın beyni Batı da ve Amerika'da olduğu için onlara da uygun düşüyor. Şimdi, beyni çürümüşler için özetliyorum. Bir: "Anatolya" sözcüğü Elence'dir ve güneşin doğuşu nu veya sadece Doğu'yu anlatıyor. iki : Bütün uygarlıkların beşiği ve ışığ ın kaynağı, iki nehir aralarıdır . . a. Nil'in delta yaptığı yerdir. b. Dicle ve Fırat'ın arası Mezopotamya'dır. c. Bunların öteden beri bilinmesine karşın. ondokuzuncu yQzyıl sonu kazılarla ortaya çıkan, Yeşil ve Kızıl ırmaklar arası Hititya'dır. Beşik ve başlangıç buralardır. Üç: Doğu . biziz. Doğu, ayağımızı bastığ ımız topraklardır. Dört : Bunu görmeyen, ayağ ımı z ı bastığımız yerdeki ateşi görmeyen, bunun yerine Washington'un özentisine ve topal Türk emperya­ lizmine ayak uydurarak, K ırgı zistan'a, Türkmenistan'a, Tacikis­ tan'a bakan, orada ışık arayanlar beyinleri çü rümüş mitçi ve si­ ayecidirler. Bitiriyorum, Yunus Emre için gerekli bilgile� ktitapları mda var. Türk yönetenleri ne zaman sıkışsa Yunus'u öne sürerler; ilk defa 1 930 yıllarında, zamanın Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın damadı, Güzel Sanatlar Akademisi Müdürü Burhan Ümit Toprak tarafından reklamı yapıldı. Cahil, okuması yaz­ ması olmayan, idealist, bir halk ozanıdır. Bizim ı şığımız hiçbir zaman olmadı. Kim bizimdir, kim değildir; bunların tariflerini za­ man içinde veriyorum ve çok şükür yönetenler beni doğrula­ makta gecikmiyorlar. Sazan zamanında harekete geçiyorum, "Küfür Romanları", bazan gecikiyorum, "Teneke Sesli Zülfü Di­ vaneli", ama hepsi yerini buluyor; Yunus üzerine yazdıklarım da yerine oturuyor. Madam Çiller de artık şöyle buyuruyor: 1 23


"Kendinizi aşmal ı s ı n ız . Yunus sevgisi istiyoru m . Bu büyük ö lçüde yürek ve cesaret i ster. Ben de Allah'ın e manet ettiği can ı ve gönlümü o rtaya koyuyo ru m ." (Hürriyet, 22 Ağu stos 1 995) Aptal Kad ı n , üslu pta Apo'yu taklit etmeye başladı ama , h enüz pek beceriksiz ; Yunus'tan da cahil olduğu kesindir. Pek cahil, "Allah' ı·n emanet ettiği can" diyor, i slama göre Allah can emanet etmez , can verir ve i nsanlar canları n ı Allah'a emanet ederler; artık ö nemli değil , ancak ben bu sözden, Ali Dönü k ve Ertuğru l Özfaks' ı n sadece Sezen'e değil , M adam'a da bildikleri kadar, Yunus dersi verdikleri so nucu na varıyoru m . H epsi bu kadar, Sezen Aksu için e n güzelini Cemal Süreya yazmışt ı , hep aynı ve tek şarkıy ı söylüyor, diyo rdu . Doğrudu r, a ma i lerici dü nyam ııa dost bir renk olarak düşü nüyordum . Şimdi düşman i lişkiler içi ndedir ve bu i lişkileri kesmediği sü rece , "Son Şarkıs ı n se·e n" o lmaya m�hku m görü nüyor.

1 24


HASSAS NOKTALAR Serçeni n mi beyni büyük, yoksa Emi n Çölaşan'ı n mı ? Bü lbül mü. özgü rlüğe düşkü ndü r, yoksa Toktam ış Ateş mi ? Zaptiyesiyle ki m övü nür. Serçe mi , bü lbü l mü ; yoksa Ateş veya Çölaşa n mı? Koru ma'ya aş ık bi r gazeteciy i , ad ı n ı yazmak istemiyorum, daha ö nce bi lmişti m ve çok şaşı rd ı ğ ım ı hatı rlıyorum. Kendi si ni n yoktu , aşağ ı l ık ko mpleksi duyuyordu ve Uğu r Mumcu'nun koru­ mas ıyla övü nüyo rdu . Çölaşan ve Ateş, şi mdi aramızdan göçük Uğufu çok geride bıraktılar. Öyle anlaşı l ıyor, art ık yan ları nda şehvetle "ko ru mam" dedikleri zaptiyeleri olmayı nca tuvalete bi­ le gide miyo rlar. Hapis düş müşle r h aberleri yok, esaretten mutlu i nsanlar o lmuşlar, yeni ye ni h aberdar ol�yoru m . Polis z ı rh ı nı . giymeden insan içi ne ç ıka mayan gazeteci ler türemiştir. Dah a ne ? l ngi ltere ·de olduğu m zamanlardı , parlame ntoyu yakı ndan iz­ lerdi m, bu l ngi liz · Lo rdların ı n h ası pek hast ı r, birisi bir gün lord­ lar kamaras ı nda "a dog-love r is a dog who is i n love with a dog" demi şti , "bi r köpek sever bi r köpeğe aşık o l mu ş bi r köpekti r" anlarn ına geliyor, ortal ığın karıştığ ı n ı hat ı rlıyoru m. Doğru m u bil me m ama, "zapti ye koru ması na aşık bir gazeteci­ nin ke ndisi bir koru mad ı r" sözümün , bu söz bana aittir, çok doğru o lduğu nu biliyorum. Bu nlar artık koruma'd ı r. Bunlar özgü rlüğü bilmeyen serçe beyinlidirler ve bütün özgü rlüklerimizi n düş manıdırla r. � Ne garip bi r ü lke olduk; eskiden polisler aÇf s ından "hassas bölgeler" vardı , emniyette bi r de bu adla bölü rJJier bu lu nuyordu ; şimdi "hassas i nsanlar" çıktı . Verdiğimiz ·vergile rle devlet bu h assas i nsan ları korumak i çin zaptiye besliyor; bu h assas i n1 25


sanlarda çok duygulanıp zaptiye korumalarını aşk yazıları döktürüyorlar. Hem Emin ve hem Toktamış bunu yapıyorlar. Okudum. Zaptiyelerle korunan hassas insanların yüreklerinde nasır var. Ama bu ne garip devlet oldu ; Çö laşan'a bir manga zaptiye ve bir zırhlı araba Ateş'e sayı sını bi lmediğim zı rh sız koruma ve­ riyor da, ü lkemizde en çok vergi veren Madam Manukyan'dan bir tek korumayı �bile esirgiyorlar. insafsızlık, son bomba patla­ ması nedeniyle Madam' ın, �u Madam Manukyan'dır ve Madam Çiller ile karıştırılmaması gerekiyor, korumasının "özel" ol­ duğunu öğrendim; demek, Madam Manukyan korumasının maaşını kendi cebinden, daha doğrusu kerhanelerine gelen emekçi lerin cebinden ödüyordu. Yazık, kerhaneci koruma pat­ ronunu kurtarırken ölmüş; Hürriyet'in yazdığına göre Madam'ın "verilmiş sadakası" varmış, bu sadakayı da kerhane parasıyla vermi ştir, ölümden kılpayı kurtuluyor. Ayrıca gazeteler yaz­ dılar, bombanın etkisiyle, Madam'ın o günkü vizite hasılatı yere saçılıyor ve çevredeki emekçiler, "pi stir" demeden bunların üzerine saldırıyorlar. Ü lkemiz gırtlağına kadar pisliğe bulandı ve pislik artık tepeye çıkıyor. Hi malaya mı yüksek yoksa Çankaya mr ? Bilmiyo ru m. Sade­ ce pisliğin gök'e dayandığ�nı görüyorum. Gördüklerimi ve bilmediklerimi bırakıp buradaki hassas nok­ taya geliyorum. Bir hatırlatma yapmak zorundayım, belki unu­ tulmuştur; benim ülkeden ayrıl ışımın gerekçeleri çok çeşitli dir, ancak, televizyonlara da yansıdığ.ı için bir gerekçem daha çok biliniyordu. Kerhaneci bir kadının, Madam Manukyan' ın vergi re�o rtmeni, Ameri kalı bir Madam'ın başbakan ve Türkiye'de en vurdum duymaz isimlerden birisi olan Morri son Soliman'ın cum­ hurbaşkanı olduğu bir zamanda ülkemde yaşamayı onuru ma bir tecavüz olarak değerlendiriyorum. Bu nedenle Manukyan'ın başı na gelenler beni ilgilendiriyor ; hassas noktalardan bi ri si bu­ dur . Ne yapsaydı Madam, vergi mi kaçırsaydı ; böyle düşün­ mek mümkündür. Bu yarım doğrudur ve bu nedenle yanlıştan daha yanl ıştır : vergiyi kaçırmasa bile verdiği vergiyi kaçırması gerekliydi, yasada yeri var, isteyen i sminin açıklanmasına izin 1 26


vermiyor ve açıklanmıyor. M adam ve Madam'dan dah a çok terörist medya, ü lkemizi n insan ları n ı n duygularıyla oynad ı lar ve benim tepkimde n hiçbir ahlak dersi çıkarmad ı lar. Dü ny·a n ı n ne­ resinde olursa olsu n, i nsan vücu du nu satmak ve bu ndan para kazanmak, uta n ı l acak bi r iştir. i nsan , kai natın en güzaj_Y.g:­ ratığıd ı r ve i nsan vücudu na sacfece sevai ve özaü . . le ku n atesi ci nayet oluyor. Bu ci nayeti , ,faşmak zoru nruaor; . vergi yoluyla o lsa da reklam yapmak, insanları m ızı boşa almak anlamı na g eliyo r. Utanmaz ve resmi ve terörist medya sü rekli bunu yapıyo r. M adam fazla vergi verdiği içi n bi nlerce e mekçimizin her gün i nsan l ığ ından boşalttıkları bu pislik yuva­ ları neredeyse mabet olarak sunuluyo r ve M adam, ku şbeyniyle bu utanmazlığı n ortas ı nda oynuyordu . Rivayet M adam'ı radikal islamcı ları n bombalad ığ ı , üzerinedi r; bi lmiyorum. Bunu n dışı nda bombayı da savunacak durumda deği li m, yasal çerçevede iş tutuyorum ; yal n ız bu büyük utan mazl ık karş ı s ı nda solcu larımızın h assasiyet göstermemiş olmaları n a da üzülüyoru m . Kendine .g üvenini yitir­ miş sol bütü n tepkileri i sl ama bı rakmak du ru mundad ı r. Bundan da, M adam Manukyan adıyla sah ne lenen ayı ba ilk parmak ba ­ san o l ma ma karş ı n yine en çok ben utanıyoru m . Kuşkusuz radi kal i slamın tepkisi şiddetli olmuştu r. Şiddet , yüreğin ve akl ın çarpışmasının sonucudur. Şiddetin kaynağı nda hep çarelerin tükenmesi var. Bununla a nlatmak istediğim ise şudur: Legal ma�ksistler çok . J akı ll ıydı lar, ancak , yürekleri yoktu . Cepheciler, yürel(liydiler, ancak akılları yetmi yo rdu . Çarpıştı lar ve şiddeti doğurdu lar. Ancak akı l ve yü rek bi rbiri nden bağ ı ms ız iki kaynak değildi r; birisi ni n yokluğu diğerinin bitişi ne yol açabi liyor. Şöyle de söylenebilir; geçen gün beşinci kanalda Vatslav Havel üzerine bir program vardı , iyi bir aydı n olarak çık.ı yordu , içim s ızlad ı , za­ man zaman h aks ızl ık yaptığ ı mı .d a düşü ndüm, sonra "yaz ı k, neden bizden değil" diye üzü ldü m. "U mut düşünmenin boyutu­ dur" diyordu . Be n de �ep yü rek'i n akl ı n loko motifi olduğunu düşünüyoru m : Şu anda Türkiye ayd ı n ı ve sol u nu tü mden yüreksiz bu luyorum. Üç da rbe , aydını mızın ve solumuzun yüreğini yemişti r. 1 27


Astıkları bizim yüreklerimizdir. Böylece, henüz okuyucuları mı olmasa bile kendimi yüreklendirdikten sonra bir başka hassas noktaya geliyorum . Courrier l nternational'ın bu haftaki sayısından anladığıma göre çok güncel ; Almanya, bu hassas nokta üzerinde çalkalanıyor. lnternational'daki Almancadan çeviri lerden anlaşılıyor, bir taraf ­ ta, bir türlü tadına varamadığım ancak filozof da sayılan Jürgen Habermas ve diğer tarafta Bavyera·ın Kültür Eski Bakanı Hans Maier var. Tartışman ın ortasında ise yazar An ne Marie Schim­ meı, Rüştü'nün kitabın ı n pek çok müslüman hissiyatını tahkir ettiğini ve Salman'ın bu kitabı yayınlamadan önce, hiç bilmediği bazı değerleri yaralayacağını düşün mesi gerektiğini dile getiriyor. "Liberal solcu " olarak tanıtılan ne demek olduğunu anla mıyorum, Habermas buna şi ddetle karşı çıkıyor, ne ilgisi varsa islamın hoşgörüsüz olduğunu ileri sürüyor, tutucu bir poli­ ti kacı olan eski bak�n da. tam t�rsine. Habermas'ı kitap oku­ mamakla suçlayıp Madam·' ı savunuyor. Tartı şma budur ve bir h assas nokta olduğunda kuşku bulunmuyor. Ben bu hassas noKtanın neresindeyim; Madam Manukyan ve Madam Çiller'e karşı olduktan sonra. kuşkusuz Madam Schi mmel'i n ya nınd ayım ve izin verilirse de, · bir yıl kadar önündeyim. Sevinerek hatırlatıyorum. geçen yıl Norveç Yazar· lar Birliği, düşünme özgürlüğü üzerine bir sempozyum yapmıştı ve ben de konuşmacı olarak çağrılıydım. gittiğimde bütün top­ lantın ı n Rüştü'yü savunmak ve o sırada l sveç tarafından ülke­ sinden ç ıkarılan Teslime Nesrin'i tanıtmak üzere kurulu ol­ duğunu farketmiştim; benim Rıiiştü'ye eleştirilerimin şok etkisi yapt ığın ı hatırlıyorum . . Rüştü 'nü n kitabının inanan i nsanlara saygısızlık olduğunu, içinde hiç bir roman tadının bulun­ madığ ını ileri sürdüm, Rüştü'yü bir cahit olarak niteledim; Nor­ veç'in televizyonları ve gazeteleri buna çok geniş yer ayırdı lar. Ben sunuşumu bu eleştirilerin yan ında Dr. Beşikçi'nin aydın ve olumlu kişiliğine dayandırdım; d�ha sonra sempozyumun bir kurul oluşturup Dr. Beşikçi'yi ziyaret ettikleri ni biliyoru m . Do­ layı sıyla Almanya'daki bu hassas noktada yerimin. her ne de­ mekse liberal solcu Habermas'ın değil de, sağcı eski bakanın yanında olduğu kesindir. 1 28


Alrnanya'yı bırakıyorum ve has�as noktalara dönüyo ru m, bir noktayı daha kesinlikle görüyorum; bizim ası l başarısı zlığımız, tüm Sovyet düzenini bizim bir denememiz olarak ele alıyorum, ekonomide değildir. Bir: Çabuk güvenimizi kaybedip h ep sa­ vun maya düştük. i ki : Din cephesinde son derece tutarsız ol­ duk. Üç : Milliyetler sorununda kısır ve inkarcıydık. Dört: H ep güzele koşan yeni insana yaklaşamadık. Biz bu ilk büyük dene­ yi mizde, burada yenildik. Sadece pratikte mi yenildik? Kesi nlik­ le böyle düşü nmüyorum . Lenin'in müdahaleleri doğru yönde ol­ muştur, ancak teoriden daha çok politikada yoğunlaşıyor, yenil­ gimizi Marx'a kadar götür memiz gerekiyor. Başka zamanda in­ celemek üzere şimdilik, Marx'ı yaşadığı zaman için mükemmel bir kütüphane ol�rak gördüğü mü belirtmekle yetiniyorum; bütün yazdıklarını sol açıdan yenide n ele alma gereğini i leri sürüyorum. Batı, Sovyet damgalı "marksizm-leninizm" düşüncesini ikiye.. bölerek leninizm ta�afını reddetmiş ve marksizme sa hip çıkmıştır. Ben bölmeden korkmamayı öneriyorum , Sovyet kalıbında yeni bir bölünme ile Lenin'in ipuçlarını tutar�k Marx'ı yeniden yazmanın gerektiğinden kuşku duymuyorum. '6atı bize , Doğu'ya tepkiyle doğdu ve kendisini tanıdı ; biz , Batı·� tepki olmaktan kormamak durumundayız. . ) Marx'ın önemli yapı taşlarının ne kadarının kendisine ait ol­ duğu da incelenmelidir, be�im böyle bir programım var; di nin insanların afyonu olduğu yollu çok tekrarlanan söz de Marx'ın ic�dı olarak ortaya,· çıkmıyor. Engels, bir ara Marx'ı da kastede­ rek, .. biz hepimiz Feuerbach'cı olduk" diyordu; bu sözün kay­ nağı, Feuerbach'ın 1 84 1 tarih li " Essence Of C hristianity" adlı yol açıcı çalışmasıdır. Feuerbach'ın bu �'Hıristiyanlığın Özü" çalışmasın!n ilk cümlesi ise şöyledir: "Din ; insan ile hayvan arasındaki temel ayrılığa dayanır, hayvanların dini yoktur." Bendeki ingilizce çeviride "hayvan" karşılığı "Brute" sözcüğü geçiyor. dolayısıyla "vahşi" de denebilirdi, ben "hayvan" sözcüğünü seçiyorum. Bu başlangıç, dine her türlü yaklaşımın da başı olmak zorundadır. Din, insani bir olgudur, bana göre bu afyon tek�rlemesi, tek başına alındığında, dinin bu temel özelliğini gözlerden uzak tu1 29


tuyor. Afyon alan afyon aldığını biliyor, dindar ise i nanan bir canlıdır. �en inanan J n�g nJ hep sevıni§imdir, en ço k danse.den, �ülen ve d� i�anan insanın vüzünü sşx�lıneve dgx.a mam ; bu nedenle 6azarı,lsa resimlerine saatlerce bakıyorum, beni dinlendiriyor. Ne yapmalı? Çevirisini beğenmemekle birlikte Türkçe'de de yayınlanan bu Norveç çal ışmamda da ileri sürdüm; din düzeni ayrı ve akıl düzeni ayrıdır. Bunların bağdaşmasını mümkün görmüyorum; bu nedenle, bizde çok yaygın ve bir türü de Tesli­ me Nesrin'de vardı, öyle "aydın din adamı" türünden icatları pek aptalca buluyorum. Bunlar iki ayrı düzendir; birisi aklın ve diğeri ise gökten gelen doğruların egemen olduğu dünyadır. Bu ikisi aras·ında sürekli bir savaşı , Sovyet deneyimi ile bizdeki barış tüccarlarının beni "barış" sözcüğüne karşı pek tepkili yap­ malarına karş ın,Jki düzen arası nda sürpJ$�i bir_::e.arı§ÇJJ_§gya_ş." öneri orum. Bu savaşın sırrı inananların haysiyetini hep zonünde tutmaktır. Başarısı titiz· olmakta yatıyor. Batılılar mı ? Kelin marhemi olsa kendi başına sürermiş ; komünist Polonya'dan ithal şimdiki · papa'nın yönetiminde h ı ris-_ tiyanlık büyük bir karanlığın içine gömülmüştür ve büyük bir h ı zla batı toplumunu esir alıyor. Belki Haçlı Seferleri ve misyo­ nerler döneminden sonra ilk kez Asya ve Afrika'ya sefere çıkıyor. Batı, akıl düzenine bizden daha muh taç görünüyor. Kemalizm mi? Morrison Soliman'ın kemalist olduğu bi r yer­ de kemalizm ile �ennete bile gidilmeyeceği kesi ndir. Geriye mi ? Akla yürekle sahip çıkmak kalıyor. Görmüyor muyuz? Son zamanlarda ülkemizdeki ahlak nor­ munu en iyi "sunucu" sözcüğünün anlattığını düşünüyorum. Sunucuların, mankenlerin, kraliçelerin, şarkıcıların, derici, teks­ tilci , inşaatçı zibidilerle çevirdikleri dolaplara bakınca, bana, ge­ nelev kadınlarının her birisi bir melaike görünüyor. Madam Ma­ nukyan, Morrison Soliman, Madam Çiller yönetimi, bize. kerha­ ne ahlakına özenilen bir ülkeyi layık görüyorlar. H assas nokta şudur: Herkes kendi işini kendisi yapmalıdır. işini başkasına bırakan sol, iktidarsızdır. Oligarşinin kuşbeyinli mahpusudurlar.

g��

130


Acı toprağa akar mı ? Toprakta acı yetişir mi ? Sıçrar mı, acı topraktan toprağa uçar mı? Bir haftalık Atina ziyaretimin bende uyandırdığı e n yakıcı so­ rular bunlar oldu. Ben çok şaşırdım, "acaba" dedim, "beriden önce Atina'ya hiç Türk aydını gelmedi mi ?", kendime bunu sor­ dum. Ge ldiler, bi liyorum, eylülist darbeyi izleyen yıl larda Türk ayd ınının yükseltiği rnizde ilgi de uyanmıştı , sonra bi rbirini yedi­ ler ve "Türk-Yunan dostluğu" iyice yemek için biribi rine girdiler. So nra düşündüm, yemek ve birbirini yemek için didiştiler ve görmediler. Benim görd�ğüm ise, Yunanistan'da neredeyse her ilçe, her mahalle veya her semtin, "nea" olduğudur ; nerdeyse her yerleşim yerinin başında bir "yeni" sözcüğü yar. içim yandı ; Yunanilerin acılarını · duydum ve içime akınca, içimin yangınından yüzüm kızardı. Yunaniler, bizim yanlışlıkla "yuna­ ni" dediğimiz, bizim kızgınlıkla "rum" dediğimiz bu insanlar, Elenler, nerede ise Elen topraklarının her yanında bir "nea" Anadolu yerleşim yeri kurmuşlar. Anadolu'dan, atalarının ve kendilerinin de yaşadıkları topraklardan sökülüp atılınca, bura­ da, hep "yeni" Anadolu kent ve kasabalarını yaşatmaya başlamışlar; acılarını duyunca ben de yandım. Elenler kaç tane "nea" Amasyalılar derneği olduğunu bilmiyorlar, pek çokmuş; Atina'nın en güzel semtinin adı "neasmirna" olarak biliniyor ; "Yeni lzmir" oluyor. Yunanistan'da peynirin hası, Yeni Trabzon'dan geliyor ve Yeni Maçkalılar da önemli bir güç o·ıarak görünüyor. "Neabucaş", Yeni Buca de1 31


mek oluyor; "neafoçaş" , Ye ni Foça'dı r. Ye ni Feth iye bi raz deği şi kti r; eski E�e n ad ı na µygu n gö rünü yo r. "Neasurmen�" , Yeni Sürme ne'dir, Yeni Gü mü şhane ise . Gü mü ş h an e'ni n eski ad ı na ve bütün Batı di lleri ndeki "aige nt" , gü müş, sözcüğüne uygu n dü şü yo r, Yu nani stan'd a Po ntu s'dan ve özelli kle Trab­ zon'dan gelenler, komü nist h arekette çok ö ne mli bir rol oynuyorlar, bir tü r ku rucu halleri var; bu na karş ı n , Konya ve Ka­ rarTlan'dan gelenlen, Karamanlisler ise zengin ve tutucudu rlar. Çoğu n luk, 1 923 y ı l ı nda göçü rü lüyor; bi r bölümü Amerika'yı bu ­ luyor ve orada da dernekleşiyorlar. Anadolu Ele nler'i so nu nda yüzlerce d ernek. iki ko nfede rasyon ve iki fed e rasyon hali nde toplanı yorlar; Amerika'da da nea'ları na göre örgütleniyorlar. Göçü rü lenle ri n toru nları da dernek�eri ni yaşatıyorl ar, hala o top­ rakları n i nsan ları olarak yaşamaya özeniyo rlar ve adal ı Elenle­ re bi raz uzak du ruyorlar. Bu nlardan 1 923 y ı l ı nda, bugü nkü Tü rkiye'den , te llallarla toplanarak göçerti len leri n say ıs ı bi r­ buçuk mi lyonu bu luyor. Ben Tü rk olarak bizlerin bu ac ı n ı n üzeri n e nasıl otu ra­ cağ ı mı z ı düşü nüyoru m . Acı duyuyo ru m . Oturduğu muz toprak­ larda çıkan ac ı ağaçları bana batıyor. " Biz" Tü rkle r, göçe rt mek için hiçbi r f ı rsat ı kaçı rmamı ş bi r yöneti mde yaş ıyoruz . 1 963 y ı l ı nda, Kıbrısl ı Elen sQyu ndan ı rk� ı lar. K ı brıslı Tü rk köyleri ne sald ı rd ı lar; başbakan ismet l nönü 'ydü . .Amerika'n ı n boyu ndu ruğunda. ye ri nden kı m ı ldama­ d ı , iktidars ızd ı , h ı nc ın ı . 1 923 y ı l ı ndan geri kalan Ele n leri kova­ rak almaya çal ı şt ı . Ankara'da, K ız ı lay'da, cadde üzeri nde o za­ man Ankara' n ı n tek ve en güzel şarküterisi vard ı , ad ı "Trakya" idi ; hep güleryüzlüydü , bu yu ru n "passam" derdi , biz ge nç me­ mu rları sevi nçle karş ı lard ı . peyniri n , arnavut ciğe ri ni n , ru s sala­ tası n ı n en iyisi ni yapar satard ı , h er hafta en az iki kez yüzü nü görmesem eksikli k duyard ı m . ismet Paşa . o nu , diğerleri ni ve lstanbu l'a re nk katan tü m Ru mları , bi r günde göçertti , içi m yand ı , ya ng ı nı m ı gecikmiş olarak yazıyoru m., ve daha çok yaz­ mak i stiyoru m . Şi mdi bun lar ve eskileri nea·ı� rı nda , de rinlerinde bi r acı yı yeş ertiyo r l ar. Ben şaş ı rı yo ru m ve bizi h ala çok seviyor­ lar, bir ya nları nda ki n ve diğer yanları nda sevgi büyüyor. Ağaçları nda hep iki dal var. 1 32


Nüfus 1 927 yılında, on üç milyondur, 1 923 yılında on bir mi­ lyon olarak tahmin edilebilir. Bunun, en sağlam bir biçimde, üçbuçuk· milyonunun Kürt olduğunu düşünmek mümkündür ; geriye yedibuçuk milyon kalıyor. O tarihte göçertilen ·Eten ise birbuçuk milyon, beşte bir demektir ve bunu insafsızlık bir yana büyük bir cüret olarak görüyorum. Ama öncesi var, daha önce sinde Ermeniler var; 1 9 1 5 yılında zorla göçertilen Ermenilerin sayısını tah min etmek zor­ dur. Benim çeşitli kaynaklarda görebi ldiği m yarım ile birbuçuk milyon arasında değişiyor; ancak ne kadarının netlikle göçertildiğini hesaplayamıyoru z. Çünkü göçertilirken Türk can­ darmalar, Türk ırkçıları ve özellikle Kü rt aşiret rei slerinin in- · saf ına _terk ediliyorlar; kimisi öldürülüyor ve kızlar cariye olarak alıkonuluyor. Kalan sağlar Lübnan'a ve oradan bütün dünyaya, içlerinde acı çelenkleri, taşınıyorlar; ilk kez batılılardan biri sini Kennedy yıllarında Washington'da bir mağazada gördüm . Yaşlıydı, karımla Türkçe konuşuyorduk, duyunca , konu şmaya zo rlanan bir dilsiz türünden sıçramaya başladı, hem kininden ve hem se vincinden ağlıyordu. içinden, birisi kin ve diğeri özlem iki dal bana doğru uzanıyordu, görüyordum . . Şimdi Türk yönetenleri , Yavuz Seli m'in , ikinci. Mah mut'un ve M ustafa Kemal'in yaptığını eksik· bulmaya başladılar ve şimdi de Kürtleri ve bu kez daha kökten göçertmeye başladılar. Önce Ege kıyılarına ve buradan uzak topraklara sürüyorlar, kıramadıklarını Arnavutluk'ta ltalya sınırında kırdırıyorlar ; top­ raklarına yine "Türk" ekmeye hazırlanıyorlar. Acımızı ve acımı her gün arttırıyorlar; bu acılar üzerine nasıl oturmaya devam edeceği z , bilemiyorum . Batar. Ben çok şaşırıyorum , acılı Kürtlerin içindeyim: acılı Ermeni­ leri biliyorum , acılı Elenleri gördüm; hem acılılar ve hem Türk halkını çok seviyorl ar. Şaşıyorum ve halkım için s�viniyorum; yönetenlere ise �inleniyorum . Kendi rengine, .k endi zenginliğine ve kendisine düşman bir yönetimdir. Bu yönetim mutlu­ luğumuza giren kıran'dır. Ama, izin verilirse yazmak istiyorum, şu anda benim birinci düşmanım bu tür yönetenler değildir; be­ nim bugünkü bi ri nci düşmanım, dünkü sol'dur. Neden mi? Özalist , özelleştirmeci, fasülye türünden kendi si ni sürekli nimet 1 33


sayan teneke sesli, Oktay Ekşi'nin bile adını yalancıya çıkardığı Zülfü Divaneli'yi bir kenara bırakıyorum. Mümtaz Soy­ sal'ı alıyorum ve yazıyorum. Bir: Kıbrıs'ta ırkçılığın çirkin anıtı ve her türlü insani çözümün engeli Denktaş'ın danışmanı ve çözümsüzlükte akıl hocası bu profesör Mümtaz Soysal'd ır. iki : Eylülist dönemde Ermenilerin Paris'te açtıkları davada Evren yönetimi adına, Türkiye'de hiçbir Ermeni katliamı olmadığını ile­ ri süren bilim adamı yine bu profesör Soysal'dır. Üç: Sözcük olarak "üniter" sözcüğün.o fazla anlamlı bulmuyorum. Sovyetler Birliği, "Sayuz", daha doğrusu birlikti, ancak ayrı ·devletlerin hiçbir kişiliği yoktu. Fransa, "üniter" bir devlettir ; fakat yerel yönetimler zaman zaman çok bağımsızdırlar. Bu nedenle sözcük önemli görünmüyor; yalnız yine de "üniter" sözcüğüne sarılmak Kürt Cephesi'nde h er türlü çözüm arayışını kesinlikle reddetmek demektir. Soysal, bunu da yapıyor. Fakat Chp'de de "sol kanat" için genel başkan adayı ya Özalist ve özelleştirmeci Divaneli ya da Türk tarihi nin bütün şovenizminin savunucusu Soysal oluyor. Bir kez solcu "lisansı" almışlar ; artık her her türlü gericiliği yapabileceklerini sanıyorlar. Acıları duyuyorum. Acı gözümüzü açıyor. Bu acıyla çok net görüyorum, benim bugünkü bi rinci düşmanımın dünkü sol ol­ duğu nu tekrarlıyorum. Acıları yok etmek ve h alkımıza ulaşmak için bugün, dünkü solu ez·mek zorundayız. Bunu duyuyorum.

1 34


YEKLIK Bekaa Kampı'nı sevmiştim, belki de çocukluğumun yaz­ larının geçtiği köyüme benziyordu, bazan Bekaa'yı özlüyorum. "Bekaa Vadi si" olara� da biliniyor, asl ı nda PKK Kampı , vadinin tepesindeydi, Amanos Dağları'ndaki bizim kö·y de öyleydi . bu nedenle Bekaa Yaylası demek belki daha uygun düşüyordu . Eğitim vardı, her türlü sü yapılıyordu, Filistinlilerden kalma bina­ lardan birisi Akademi'ydi, bunlara çardaklar eklenmişti , çardaklar altında soh beti hep sevmişimdir, birinin altında, bir kezinde Apo'yla sabahın erken saatlerine kadar sohbet et­ tiğimizi hatı rlıyo rum. Sistematik tartışmalarımızın yanı nda, ko­ nuşmamız bir daldan diğerine atl_ı yordu; birinde, benim "doğu birliği" projemi duyup duymadığın ı sorduğumu hatırlıyorum. Henüz Sovyetler Birliği batmamiştı ve biz, bunun dı şı nda, bir birlik düşlüyorduk; bug·ü n daha doğrudur. Sovyetler "sayuz" de­ diler, tam karş ılığı, K ırmancide "yekiti" ve TQrkçede birlik'tir. Ben, bugün, adının değil kendisinin önemli olduğunu vurgula­ mak için "yeklik" sözcüğünü uyduruyorum. Uydurmak, her za. . man kötü değildir ve uydurmak, zaman zaman, bizim ülkümüzdür. Ülkümüz eninde sonunda, bir birlik ve yekiti'dir. Sovyetler Birliği henüz batmamı şt ı ve hiçbi rimizin yakı n bir zamanda Sovyetler'in batacağını düşünmesi mümkün değildi, ama biz Apo'yla bölgemizde, bir başka birliği düşlüyor ve üzerinde şafağa kadar konuşuyordu k, bugün dünden daha doğru olduğumuza inanıyorum. Hem doğru olduğun u tarihten biliyorum ve hem · rürk paşalarının yeklik'ten korkularından çıkarıyorum. Şimdi Türk yöneticilerindeki en büyük korkusu, bir 1 35


Kürt yekiti'si . "yekitiya" ve daha öne mlisi bir Tü rk-Kü rt yek­ lik'idi r. Tir tir titriyorlar ve bu nedenle bütü n maskeleri ni bi r ke­ nara attı lar. Önü mde bu haftan ı n Cou rrier l nternational'ı var, Paris'te yayınlanan bu haftalık, şu anda be nim büyük ko layl ı kları mdan birisidir; dü nyanı n . her yeri nde ç ı kan gazetelerden önemli yazıları Frans ızcaya çevirip aynı hafta içi nde bize ulaşt ı rıyorlar. örnek olsu n, terörist Tü rk medyas ı halkları mızdan gizliyordu r, Belgrad td a yayı nlanan Po litika gazetesinden bi r çeviri var: Belgrad, bütü n bombard ı manlara karş ı varılan anlaşma tas lağ ı karşısında bayram yapı yor ve sonucu S ı rplar içi n zafer sayıyor� Saraybosna'da yayınlanan Osvobodejni ye'den de çevi ri var; Bosnal ı lar ağlıyo rlar çünkü faşist Albay i le Erbakan Hoca'n ı n karış ı mı na bi r miktar Baki Tuğ ekilerek bu lunabilecek bir yobaz olan izzet Begoviç'i n , 5 Eylül.de Ankara'da aksi ne yemin etme·­ sine karş ı n , Washington'un denetimindeki görü şmelerde, Bos­ na toprakları nda bi r S ırp devletini kabul etmesi tam bi r bozgun say ı l ıyor. "ih anet" diye n ler de var, öyledir. Washi ngton , Sı rp­ ları n üzeri ne , gelecek seçi mlerde C linton'u n şansı n ı artı racak kadar bomba yağd ı rd ı ktan son ra, Bosna-Hersek'i zaman içinde H ırvatlar ve S ı rplara yamayacak pi r çözü m kabul ettirmiş gö rünüyo r . . Yalnız bugün bu rada beni m soru nu m , Bosna değil ; bu nu ; Boşnak olduğunu Frans ız gazetele ri nden ok�duğu m Dışişleri Bakanl ığ ı 'n ı n yeni mü steşarı eski so lcu Öymenzade Onu ra bı rakıyoru m . Ben şi mdi, Onur'un selefi } Dışişle ri Bakanlı ğ ı 'n ı n bir eski müsteşarı na geliyoru m ; gerçi Cou rrier l nternational , Şükrü Elekdağ'dan , "ancien ambassadeur turc a Washingto n" diye bahsediyorsa da, Elekdağ , D ı şi şleri'nde müsteşarl ık da yapt ı . Elekdağ , emekli olu nca J i lk du rağı , bütün afiş� olmam ış gericiler ö rneği Cu m h u riyet yapt ı , Cumhu riyet, iç kavgadan ka­ panı nca M i lliyet'e geçti ve Mi lliyet'te olaylara Washington aç ı s ı ndan bakan bi r yoru mcu oldu . Şimdi ise kırık çal ı yor, son yazıs ı n ı n özü , tonu ve biçi mi , Washi ngto n'un Tü rki ye'yi parça­ lamak istemesi üzeri nedir; içinde bi ri nci el bilgiler yaral ıyor ve Cou rrier lnternatio nal da, bu nede nle yaz ıyı hem asl ı nda o lma­ yan haritalarla zengi nleşti ri"yör ve hem de "Apres Saddam H us1 36


s9i n sJ�out pas d' Etat Ku rde !" b aşlığ ıyla yayı nllyo r. Saddam Hüseyin l devrildikten sonra d a Tü rkiye açısından , kesinlikle bir Kürt de\ıleti ni n sözkonusu olamayacağ ı n ı baş l ığa çıkarıyor; ömrünü Türkiye'de Amerika'nın bakışını yaymak içi n harcamış bir emekli diplomat, şu anda Amerika'nın Türkiye'yi parçalamak ü zere olduğunu savunuyor.·· Aslında ise Amerika Türkiye'ye ye­ ni petrol vadileri ve .topraklar öneriyor. Yazının önemi buradadır. Dışişleri Bakanlığı eski müsteşarı ·r orkiye'nin Washing­ ton'daki eski büyükelçisi bir A�erikalı ile evli , müsteşar yapılmasını o zamanlar Maliye Bakanı olan Deniz Baykal'ın ba­ na, "bizim dışişleri şefimi z de köylü k ılıklı o lmalı" diye savun­ duğu gerçekten köylü , ancak zamanla Amerikan köylülerine benzeyen, Elekdağ'ın aldığı bilgilere göre, Washington , Türkiye'nin karşısına iki öneriyle çıkıyor. · . Bir : Saddam sonrasında Kuzey'de bir devlet olacaktır ve bu devlet geriye kalan lrak'la bir federasyon yapmak durumun­ dadı r. Ancak Türkiye'nin güneyindeki bu yeni devleti Türkiye'nin üst egemenliği altında tutmak, Amerika'nın projesi­ dir ; Amerika , bu devlet aracılığıyla, neredeyse bütün Irak üzerinde, Türkiye'ye , "protecteur", hami rölü öneriyor. iki: Saddam sonra sında Washingto n , Türkiye'nin 1 925 yılında elinden kaçırdığını düşündüğü Musul dahil, bütün petrol bölgelerini, l rak'ı n kuzeyini, Tü rkiye' nin doğusu ile birleştirmeyi ve böylece o rtaya çı kacak Kürt devleti ile kalan Türk devletini bir federasyon ile bir araya getirmeyi teklif ediyor. Üç: Tekrar etmek yararlıdır, her iki ö�eride de, Amerika'nın bu yeni birliğin Türklerin yönetimi altına gi receğinden hiçbir kuşkusu bulunmu ­ yor. Fakat öyle anlaşılıyor; Türk yöneticileri bundan tir tir titriyor. Benim bugün yazmak istediğim yine Türk paşalarının tir tir titremesi değildir; buna sadece değiniyorum. Bu titremenin altında şu yatıyor : "Türk paşal.ar.ı nın yönetiminde, Kü rtlere veya başka halklara insanca bir yaşam mümkün değildir. " Çünkü, emekti mü steşar ve büyükelçinin yazdıklarına göre her iki öneriden de , eninde sonunda bir Kürt devleti çıkacaktır ve bu Kürt devletinin en kısa zamanda Türkiye'den kopması 1 37


kaçınılmazdır. Demek oluyor, Türk paşaları artık Kürtlerin Türk paşalarının yönetiminde insanca yaşamaları imkanının kal­ madığını kabul ediyorlar, çünkü, Amerikan önerisi bir taze birlik önerisi üzerinedir ve bundan hemen bir ayrılık doğacağını düşünmek için fesat gereklidir. Fesat var, öyleyse ayrılırlar. Demek, artık Türk Paşaları'na ancak Tü rk kullar kalabilecek­ tir; acı, fakat, bu da benim alanım dışına çıkıyor. Bu nedenle bunları da bırakıyorum; benim üzerinde durmak istediğim "Ye­ kiti" veya "Birlik" ve daha doğrusu "Yeklik" projesini çok ciddi ele alınması ve gerektiğidir. Bu projenin, şu anda bir kez de Wastington tarafından suyüzüne çıkartılması, özünü görmeyi önlememelidir. Nereye itiraz edeceğimizi çok iyi bitmek duru­ mundayız. Bir: Bizim bölgemizde tek çözüm yeklik'tir. iki : Büyük lskender, çok gariptir, biz Doğulular ve bizim bölgemiz halkları tarafından, Batılılardan çok daha fazla seviliyor; bizim topraklarımızda lskender yarı kutsaldır. Bizim topraklarımızda birlik . kurmuştur, bölgemizde insanları birbirine yaklaştırmış, benzetmiş ve bize "lskender" adıyla . başlayan kırka yakın kent hediye etmiştir. Üç: Doğu Roma, insanlık tarihinin en uzun ömürlü impara .. torluklarından birisidir, bin yıldan daha uzun bir başka impara­ torluk bilmiyoruz. Roma'nın beşiği, karargahı, bizim toprak­ larımızdır ve uzun ömrünün kaynağı buradadır. Dört: Osmanlı bir düzen olmuştur ve Ara plaşmadan önce, özünde, Roma'nın bir devamıdır. Beş: Tarih, bizi yeklik'e zorluyor. Altı : Güncel bizi daha fazla yeklik'e itiyor. Ermeniler ile Aze­ riler arasındaki kanı, bizim yeklik'imizin dışında hiçbir projenin durdurabileceğini sar.r,nyorum Yedi: Kıbrıs'ta kanayan yaraların çözümü sadece ve sadece bizim yeklik'imizdir. Sekiz: Bizim yeklik'imiz aynı zamanda Kürtler içinde bir yeki­ ti.dir. Dokuz: Suriye'yi içine katmadan böyle bir birliği düşünmek gerçekçi olmaktan uzak görünüyor. Suriye, lskender'in general1 38


lerinden Selevkos'un kurduğu, başkenti Selevkos'un babasının adını taşıyan Antakya olan bir imparatorluğun varisidir. Şimdi l skender, Roma ve Osmanlı imparatorlukları varisi olmanın yanında, Araplara ek olarak Türkler ve Kürtlere de yurtluk yapıyor. Ülkümüzün içinde yer alıyor. Bitiriyorum; Sovyet tari h-coğrafyası birlik için zorlamıyordu. Bizim tari h ve coğrafyamız birliği kaçınılmaz yapıyor. Bu , bir. ikincisi, yirminci yüzyılın hemen başında, bu gün gerçekleş­ meye yüztutan bir "Birleşik Avrupa Devletleri" projesi ortaya atılınca, Lenin buna karşı çıkmıyordu . Önemli sorun bunun ki­ min tarafından kurulacağıdır, bunu ortaya koyuyordu. Koyuşu, doğrudur. Üç: Bizim işimiz yeklik'tir, ancak bizimki emekçilerin omuzlarına ve güçlerine dayanmak durumundadır. Diğer bütün öneriler, bizim emekçi yekiti'miz, bizim saf yekliğimizi önlediği ve tehlikeye düşürdüğü ölçüde bizim dışımızda ve karşımızda­ dır. Bunun dışında yeklik, bizim tutumumuz, bizim müziğimiz ve ülkümüzdür. Yeklik, bir yol bir vadi'dir, tepesi yayladır ve yaylada pınar . var. P ınar, üstüne eğilen insanı güzelleştiren bir si hir değilse ne­ dir? Yaşamak, dünyayı, kalbimize ve aklımıza . uydurmak için sürekli tırmanmak değilse, peki nedir? Yaşamak bizi hep güzelleştiren tepeye, pınara sürekli koşmak değilse nedir?

1 39


DÜNYA CA Çok mu önemli, nasıl bakacağız? Nobel olsa ne çıkar? No­ bel alırsak büyür müyüz , şu anda Rusya'nın en gerici insanı olan Soljenitsin, ülkesinin iyiliğine küfrettiği zaman Nobel al­ madı mı? i hanetin edebiyatını yap.an ve sosyalizm yıkıldığında bütün ünüyle çöken Kundera da Nobel almadı mı? Nobel, eğer Batı Avrupa'nın pratik ve politik aklı değilse nedir? işte bu poli­ tik aklın bir an için, dürüst, mert bir Kürt köylü kadını olan Leyla Zana'yı akıl etmesi küfür müdür? Nasıl bakacağız, TC sınırları içinde Nobel Ödülü adaylığına ç ıkarılan iki insanımı zın ikisinin de Kürt kökenli olması karşısında ayıkmayacak mıyız? Yaşar Kemal de Leyla Zana da dünyaya Kürt olarak geldiler, bunların N obel. ödülü adayları arasında sayılmalarından Tü rk yönetenlerine hiçbir utanç payı düşmüyor mu? Bu işin birinci yanıdır ve ikinci yanını da önemli görüyorum . iki: Adaylığını Leyla Zana koymadı. Üç: Daha da önemlisi Ley­ la'nın ödülü almak üzere olduğunu yazan bizler değiliz; terörist medya aracılığıyla Türkiye Dışişle ri Bakanlığı yayıyordu. H em ödleri kopuyordu ve he m de almaması halinde ..önledik" övünmesini planlıyorlardı. Dört : Leyla'nın ödül almamasının ıürk Dışişle ri ile hiçbir ilgisi bulunmuyor ve ödül, uzun yıllardır aday olan ve hiç bekle nmeyen birisine gidiyor. Barış Ödülü'nün yeni sahibi , "Nobel" adına uygundur, kendisi de ünlü bir bo m­ bacıdır. Nobel, dinamitçiydi ve yeni barışçı ise, dünyanın başına atılan atom bombasının yapıcılarından birisi oluyor, an­ cak ödülü alabilmek için itirafçılık yapıp pişmanlık yasasından yararlanıyor. Neden? 1 40


Nobel Batı Avru pa'n ı n pratik aklıdır ve bu akı l , şu s ı rada Fransa'ya ve özellikle Chirac·a bir ders vermek ge reğini duyuyor. Fransa da , tel evizyo nu , ikdidarı ve muhalefetiyle bu ödü lü , kendi sine yönelik bir protesto olarak değerlendi rdi ; eski bir bombacı ve nükle.e r deneme karşıt ı na vererek Fransa'nın demeleri ne karşı cepheyi ge nişletme amacı güdül üyordu . Nite­ kim eski bombacı ve yeni barı şçı , eski Polanyal ı ve yeni l ngiliz de, i lk de meci ni Chi rac'a karş ı verdi . Etkiler mi? Çok etki leyeceğini sanmıyoru m . Fransa , san ı ld ı ­ ğ ı ndan güçlü v e deneyimli bi r e mperyalist ü lkedi r; e mperya­ lizmde teknolojisi sağ lam bi r iki sektör i le turizm çok ö ne mli bi r yer tutuyor. Paris'te yaşadığım şu i ki yıla yakın zamanda, Fran­ sa ödemeler dengesi için tu rizm n e kadar ö nemli olduğunu görme fı rsatı buldu m ; bu o kadar önemli değil, bütün kü ltür ey-­ lemliliği ·i le ü niversite siste mi nin de , ödemeler de nges indeki tu ­ riz m gelirleri kalemi ni n içi nde ele a l ı ndığ ın ı hayretlerle gözlüyo­ rum . Hep buna bağl ı ; sağ ve so l hükü metler gelip gidiyor ve Fransa'da her gün iki yüzden fazla her türlü tiyatro perdesi ni a­ çıyo r. Önemli olan döviz gelirle ri ni yü ksek tutacak girişleri yük­ sek tutabil_mektir; bu tür tepki leri n bu tür gi rişleri çok etkileye­ ceği ni pek sanm ıyo ru m. Frans ızlar i şlerini ve e n önemlisi , düşü n ü rünlerini n ve sa­ nat ı n ticareti ni çok i yi bi liyorlar; bugün bu konuyu ele almak isti­ yoru m . Bilgesu'nu n Pari s'te olduğunu yazmı ştı m , o tiyatro bu ti ­ yatro, o konse r bu konse r, yetişmeye çal ış ıyoruz . Yetişeme­ dikleri mizi n de programları n ı al ıp i nceliyoruz ; bu nlardan bi risi, Theatre de la Ville'nin mevsimlik program dergisidi r. Theatre de la Ville, Paris'in Şehir Tiyatrosu'dur� t iyatro salonu büyüleyici olan Chatalet Tiyatro su i le karşı karşıya duruyor. Şeh i r tiyatro­ sunun program ı nda yaz ı ld ığ ı na göre , Mart ayı nda bi r hafta içi n , Naz ım Hik�et'ten "U n Etrange Voyage" sahneleniyo r ; ''U n Et­ range Voyage" herhald e , Nazı m' ın "Yaşamak Güzel Şey B e Kardeşim" adıyla yayınlanan otobiyografisinin ad ı ol mal ıd ı r, ben buna çok sevindim ve �u sevi nçle , programda yazı lan ları okudum. Bazı yanlı şl ıklar vard ı , Naz ı m' ı n babasıyla dedesini karıştırıyo rlar, babas ı yeri ne dedesi ni koyuyorlar; asl ı nda bu yanlışlığ ın kaynağı bi raz da Nazı m'dı r, Nazım da Çeti n Altan 1 41


da önemsiz olan babaları yerine paşa dedelerinden söz etmeyi pek seviyorlardı. Oyun Nazım'ın otobiyografi denemesiyle "Pa ­ ysages Humains" insan Manzaraları'na dayanıyor; Nazım'ın Selanik'te doğduğu ve güzel annesinin Fransız te rbiyesi aldığı hep kaydediliyor. Kaydedilmeyen bir yan var; belki de benden başka kimsenin dikkatini çekmemiştir; Nazım'ın kendi resmiyle de süslenen bu iki sayfalık tanıtım yazısında, bir tek "Türk" ya da "Türkiye" sözcüğü geçmiyor. Çok ilginç değil mi ? Çok yakın zamana kadar başını Chirac'ın çektiği Paris Belediyesi, Nazım'ı yazarken "Türk" veya "Tü rkiye'' adını u nutuyor. Bana göre sansür ediyor. Nobel Ödülü, Leyla'nın yerine bir · itirafçı barışçıya veri ldiği zaman "Zana nasi hat aldı" diyen terörist medyaya benim nasi­ hatım budur. i ki Kürt kökenli sevdiceğimiz, Nobel Adayı'dır ve bir sevdiceğimiz Türk şairi ise artık ulussuz'dur. Zalimlerin artık kaldıysa akıllarını devşirme zamanı gelip geçiyor. Çünkü artık zalim yönetenlerin topraklarımızın zenginliklerini bir bir kıran yolları, sonunda, Türk ulusunun kırılmasına çıkıyor. Türkler, Yunanileri, Ermenileri ve Kürtleri kırdıkça, Avrupa, Türk'ün üzerini örtmeye başlıyor. Ben devam ediyorum. Peki nasıl? Yürürken- iki i lkemizin olması zorunludur; bunları tekrarlamaktan bıkmıyorum. Bir : Her işte temel tarzımız ortaklık olmalıdır. Her işi yaparken, ortakça o lanı ortakça olmayana tercih etmek, bizim ahlakımızdır. iki : Her an, gerçek ve sadece gerçek bizim ışığımızdır. ışığın za­ manı yoktur. Işık, varsa her zaman ışıktır. Bundan ve bugünkü tartışmamızla ilgili olarak çıkardıklarımı yazmak istiyorum. a. "Dünyaca ünlü" olmak hiçbir zaman önemli değildir ve bunu abartmamak gerekiyor. Bu, her ilkokul öğrencisinin bir zamanki rüyasıdır ve bunu olgun çağında önemsemek, ilkokul yaşını sürdürmek anlamına geliyor. b. Nazım, öyle "dünyaca ünlü" bir şair değildir. iyi bir şairimizdir. c. Nazım'ın şii rinin tümü ve hatta çoğunluğu ise devrimci olmaktan uzaktır. Nazım Hikmet, kendi­ si hapisteyken, hiçbir yazısı veya şfiri yasaklanmamış bir ya­ zarımızdır. d . Şii ri nde ülkemizin en gericilerinin bile sevebile­ cekleri parçalar az değildir. e. Bugün Nazım'ı fetişleştirme� ise en büyük gericiliktir ve Türkiye'nin eski solu, şimdi bu gericilik 1 42


batağı na düşmek üzeredi r. f . Bu n lar ise gerçekti r, bu nedenle ı ş ı ktrr ve üste li k h er zaman için ı şı ktır. I ş ı k kadar ke ndisi ni çoğaltan var m ı d ır? Belki de zali m le r bu ­ nun için ı ş ığ ı n mikroskopi k ola n ı ndan da korkuyorlar. Sevgi , ışık tü rü nde n ke ndisi ni çoğaltan deği lse nedi r? Ben bunu her g ü n yaş ıyo ru m. Kalpleri taş yüklü olan lar, başka h alk­ ları sevdikçe kal pleri nde s evgiye yer kalmayacağı n ı san ı yorlar; halbuki i nsan kalbi sevdikçe büyüyor. Ben toprakları mız ın zen­ gi nliği o lan diğer h alkları sevdikçe kendi h alkı mı da daha ço k seviyoru m . Görüyoru m . Devam ediyoru m, müziği ve üsteli k güzel bir kütüph anedeki bir oda ko nseri ni ve h el e h e l e bi r klisedeki koral konseri i zl e me ­ ye doyam ıyorum . Geçen lerde Bi lgesu'yl a Paris'in en ünlü kili ­ sele ri nden M adel"aine'd e bi r ko nser izle mişti m, bu h atta da Cretell'de .Sai nt-Chirstope kli se si nde "Ki antado" korosu nu n ko nseri ne yeti ştik; çok eski kilise şa rkı larıyla yeni Afrika hal k şarkı ları nı söyledi ler, çok beğendik. Çok iyi çalışmış bi r koroy­ du ; i lk söyledikleri aras ı nda, ad ı "Sac l ac" o lan çok eski bi r Ma­ car h alk d ansı şarkıs ı da vard ı , müth iş sevdi m, bizi m şarkı mız­ d ı . "Bizi m" diyo ru m, eski Türkmen şarkı ları n ı kastediyorum ; Macar h avalarında h ep kendi mi bu luyoru m . "Küçü k" M acarca da küçük'tü r; raslantı değil , biz Tü rkle ri n kendileri ni bu lmas ı nd a Macarları n ayrı ve çok önemli rolü var. M acarl ar, tam Rusya' n ı n iç Asya'yı ko lonize ettiği ve Büyük Bri ­ tanya'n ı n bu nu durdu rmak i stediği bi r zamanda, n ede nse, ken ­ dileri ni n "Tü rk'_. olduğuna i nand ı lar ve ana yurtların ı aramaya koyuldu lar. Türkoloji ni n doğuşunda Macarları n kendi kökleri ni aramaları va r; sonund a "Türk" olmadıkları nı ve uzu n yı llar Tü rkle r i le içiçe yaşad ıkları nı bu ldu lar. Ancak bize de kendi mi­ zin tari hi hakkı nda önemli bilgi ve ipuçları bı rakt ı lar. Bu kad ar m ı ? Tü rk halk müziğini. kodif iye eden ve notalara geçire n Ru hi _Su deği l , M acar Be la Bartok'tur. Bel a Bartok, Tü rkiye'de yaşadığ ı s ı ralarda · bütü n halk müziği mizi kaydedip notaları n ı yazm ıştır ve bu N ew York'ta yayı nlan ıyor. Bunun yan ı nda, şi mdi eski Tü rk solu nun fetişleşti rmek istediği Ruhi Su ise bi r tek nota bi l e b ı rakmıyor; bu da bir gerçekti r. G e rçekten korkmamak gerekiyor ve bu nu tekrarl ıyoru m . Ruhi t müzikte 1 43


akademik bir eğiti me sahip olmasına karşın , kalıcı hiçbir şey yapmamıştır; bu da ayrı bir gerçektir ve bir ışık olarak �le alınmasını öneriyorum. Artık yeni yoldayız, gerçeklerimizi çok ciddi olarak ele almak zorundayız. Ruhi müziğimizi halklaştırmıştır; ancak devrimci hiçbir iş yapmamı şt ı r. Bir eski Tkp'liden .ve bir kemalistten devrimci hiçbir adımın gelmeyeceği konusunda Ruhi'nin kendisi iyi bir örnek olarak duruyor. Halklaşt ırmıştır. Ruhi öncesi nde bir bölüğümüz klasik · batı müziği, bir bölüğümüz de Osmanl ı müziği seviyorduk. Osmanlı müziğini de özgün sanıyorduk; b�­ rada Kürt kökenli büyük Türkolog Ziya Bey'in, Ziya Gökalp'in , çok yerinde uyarısına karşın, yanlışımızda ısrar ediyorduk. Zi­ ya Bey, çok açık bi r biçimde, ltri'nin, Dede Efendi'nin müziğinin Bizans müziği olduğunu saptıyordu ; _çjoğrudur. Bizans müziği i se çok seslilik öncesi dünya ve Avrupa müziğidir. Bitiriyorum. Bunları yazd ığım için Nazım'ı ve Ruhi'yi sevme­ diğim sonucuna varılmamalıdır; çok seviyorum. ancak beni m il­ gimde şiddet ve _sevgimde eleştiri vardır ; kendi sonsuzumuzu ku runcaya kadar geçmişimize şiddetli bi r eleştiriyle bakmamız gerektiğine inanıyorum. Bu, bir. ikincisi, Ruhi, bir başka açıdan benim anlatmak istediğim bizim zenginliğimizdi r. Ben, Ruhi'nin tümüyle Ermeni bir anne ve babadan olduğunu ve anne ve ba­ basının Türk yönetenleri tarafından katledildiğini yazdığ ımda kıyamet kopmuştu, şimdi utangaç bir biçimde resmi biyografisi­ ne de sokuyorlar. Ne olur; Ruhi, Ermeni çocuğu olursa biz sevemez miyiz? Peki? Ben Ruhi'nin Ermeni kökenli olduğunu yazdığımda, bir de biz Türklerde müzik gırtlağı olmadığını yazmıştım, şimdi artık Genelkurmay' ın hizmetinde olduğu saklanamayan Pe­ rinçek ekibi o zaman beni ırkçı lıkla eleştiriyordu. Aptallar, bi lim­ den nasiplerini almam ışlardır. Türkiye'de sesi güzel olanların çok ama çok büyük bir bölümünün başka halklardandır; benim­ ki bir bilim yoludur. Leyla Gencer'i merak ediyordum, opera se­ viyo ru m, sesini önemli bulmuyorum, ancak Türk oligarkları şimdi bir ses kraliçesi yaptılar, büyük bir aşağılık kompleksi ile Scala'da söylemesini mutlak bir övgü haline getirdiler. Bu sırada hakkında yazılanları titizlikle izledim, satır aralarını 1 44


karıştırdım ve annesinin Polonyalı ve katolik olduğunu gördüm. Babasını bilmiyorum . Bu, budur. Bundan rahatsız olmamak zo .. runludur. Bitiriyorum, Kırmanci ve Soranide .. Höndin" fiilinin üç anlamı var. Okumak, davet etmek ve bir de şarkı söylemek anlamı.na geliyor; Farsçadaki "Handen" fiili de aynıdır ve bizdeki "Hanen­ de" sözcüğü de, "okuyucu" anlamına geliyor, buradan çıkıyor. "Davet" anıamrnı bir kenara bırakıyorum; ancak okuyucu ile şarkıcının aynı sözcükle ifade edilmesi, Tü rk, Kürt , lran gele­ nek�erine uygundur. Çünkü okuyan, Kuran okuyandır, söyle­ yen, hafız'dır veya mevlid okuyandır; bizim geleneklerimizde okumak ile şarkı söylemek, birleşiyor ve ben, sadece kliselerde değil camilerimizde de konserler dinleyeceğimiz günlerin gele­ ceğini biliyorum. Bir de şunu biliyorum: Leyla'nın i htiyacı olmayan, ancak hapiste kalırsa alacağından emin olduğum bi r ödülü şimdi almamasına sevinmek, insana ve Türk'e yakışmaz; sadece hayvana yakışıyor. Bize yakışan, birbirimizi zengin­ leştirmektir ve birbiri.mizin eksiğini tamamlamaktır. Yaşar, Leyla bizim eksiğimizi gideriyorlar.. Ziya Bey, Bir Kürt olarak dünyaya gelmiş ve Türklüğün Esasları'nı yazmıştır. Eksik gideriyor. lsmail Beşikçi, bir Türk olarak dünyaya gelmiş ve Kürdolojinin bizim topraklarımızda yükselişinde bir yıldız olmuştur. Sadece Leyla mı ? Doktor Beşikçi de adaydır ve bütün ödüllere benim adayımdır. Sevgilerle ve ortaklıkla.

1 45


DiL VE TARiH Paris'te bir rönesansı, bir yeniden doğuşu yaşadığımız günlerdeyiz ; Parisli komşusuna selam vermeyi artık bilemez ol­ muştu, şimdi halini so ruyor ve öğretmenler de grevde olduğu için çocuğunu komşusuna bırakıyor. iki yı ld ı r Paris'teyim, bir metroda ansı zın bir tanıdığ ına rastlayan Parisliye rastlamadım; şimdi Parisli otostop yap ıyor ve asıl ö nemlisi, bir Parisli bir Pa­ risliye baktığ ı nda karş ısındakinin bir canlı olduğunu düşün­ meye başlıyor. Bunu, işçi sın ıfımıza borçluyuz; bizimki büyük bir güçtür, bir avuç şömino, demi ryolcu-, bütün Fransa'yı durdu­ rabiliyor. Faşi zme karşı Fransa'nın mukavemetinde en önde yer almış olan ve bu nedenle son derece prestijli Fransı z demi­ ryolcu işçileri, bize unuttuğumuz, bazılarının artık tarih sayfa­ larında kaldığını düşündüğü gerçekliği hatırlatıyor. Dilleri, işçi sınıfının dilleridir. Bu, bütün dillerden ayrı, bütün dillerle aynı bir dildi r. Eski bir dildir. Şömino'lar, önce banliyö trenlerini durdurdular; Sorbo nne'de Farsça ecriture profesörü Esmaili'nin banliyöde oturduğunu işte bu nedenle öğrendim, gelemedi. ilk önce metrocular bekliyor­ du, henüz metro çalışıyordu; yazı öğretmenimiz gelmeyince ben de öğleden sonra, bu grevin başında oluyor, kendimi Saint Germain'in küçük kitapçılarına attım , Monsieur Le Prince So­ kağı'nda bir Ermeni sahaf var. Aradığım kitabı bulamadım; an­ cak altın arıyordum, uranyuma rastladım, raflarda "Ermenice isimler Sözlüğü" gördüm. Çok sevindim; çünkü benim Osmanlı tarihi ile ilgili bir hipotez'im var, bu hipotezime göre, "murat" a­ dı, bizim değil Ermenilerindir. Bu, Beni şu nedenle ilgilendiriyor; eğer doğruysa, birinci ve ikinci Muratların annesinin Ermeni ol1 46


ması gerekiyor. Bu o kadar önemli değil; ancak eğer doğruysa, çok sonralara kadar Osmanlı hanedanında islamın ağırlıklı bir yeri olmadığını düşünebiliriz, ben olmadığını düşünüyorum . Hatta Osman'ın Söğüt'te tamamıyla politik nedenlerle: Edeba­ li'nin desteğini almak için müslümanlığı seçtiğini, muhtemelen de "Osman" adını o zaman aldığını da ihtimal dahilinde görü­ yorum. Babasının adı, "Ertuğrul" ve oğlunun adı "Orhan" olan bir insan için ".Osman" biraz zorlamadır. Bana göre Cem­ Bayazit taht kavgasına kadar, Osmanlı'da islam koyu bir inanç olmuyor. Böyle düşünüyordum, Ermeni sahafta hızla sözlüğü karıştırdım ; "murat", adının Ermeni adı olduğu kesin doğrudur, zaten Fırat'ın bir kolu da tarihsel Ermeni topraklarından çıkıp geçiyor. Sözlükte, "Murat" isimli büyük Ermeniler de veriliyordu; ancak bir araştırıcı olarak canım sıkıldı, çünkü, aynı sözcük, Murat'ın Ermeni adı olmakla birlikte Arapça bir sözcükten gel­ diğini de kaydediyordu. Hipotezim çöküyordu ve ben de rafları karıştırmayı sürdürüyordum, bir süpriz oldu, bu kez , "Arap isimleri Sözlüğü" ile karşılaştım; bu sözlükte "Murat" adı yer almıyor; bu süpriz karşılaşma hipotezimi güçlendiriyor. Şimdilik, ilerde daha çok daha derinlemesine araştırmak üzere ve sade­ ce güçlü bir hipotez olarak yazıyorum: Kökünde, "Murat", bir Arap ya da Türk adı değil Ermeni adıd ır . Tarihte isimler ve genel olarak dil çok önemli bir yer tutuyor; bu nedenle, bir tarihçiyi aslında bir lenguist, bir dilci, olarak görmek zorunlu oluyor. Kuşkusuz, sosyal bilimlerin anası ola­ rak tarih yöntemi, ayırmaya ve ayrık olanları bir yerde toplama­ ya çok önem veriyor. Ben de çok önem veriyorum ; bu nedenle "cem" adı ve soyadındaki "men" ya da "man" veya "er" ekleri beni çok ilgilendiriyor. Bir dönme ailesinden gelen lsmail Cem lpekçi'nin adının "cem" olması, Vakko'nun oğlunun ..cem" ol­ ması, annesinin müslüman olmadığını açıklayan Cem Özer'in "cem" olması, annesinin müslüman olmadığını bildiğimiz Cem Karaca'nın "cern" olması, lsrail devletinin kurucusu büyük bir yahudi ailesinden gelen ve Lale Mansur ile evliliği nedeniyle adını duyuran Mansur'un "cem" olması, dönme Bezmen ailesi­ nin, "bez" ile "men" sözcük ve eklerini birleştirerek soyadı yap­ maları, Türkçede "özerman' türünden garip soyadların icad 1 47


edilmesi, bunlardan birisi Paris'te Madam Çiller'in borazanlığını üstleniyor, dönme olduğun1.:1 çok sonra öğrendiğim ünlü sos­ yalizm düşmanı bilirkişi Sahir'in garip bir " Erman" soyadı kulan­ ması, "beymen" diye garip bir tekstil firması ismi bulunmçısı, bu­ nun sahibi Os�an'ın oğlunun adını n "cem'' ve soyadının garip bir Türkçeyle "boyner" olması, beni hep düşündürüyor. Nedeni­ ni de merak ediyorum; kuşkusuz, Fatih'ten sonra bir taht kav­ gasını kaybeden Cem'i Papalık'ın hep hıristiyan saydığını bili­ yorum; tarihsel olarak "cem" adı , Türk diliyle, bir tür iki dinliliği veya saklı hıristiyanlığ ı anlatıyor , ama yine de yeterli bulamı­ yorum. Tereddüt ediyoru m , fakat yine de yazıyoru m ; ben, toprak­ larımızdaki din ve halklar zenginljğini kurutanlara kin duyuyo­ rum. Bizim topraklarımızda h er mi l let ve her din özgürce yaşayabilmelidir ; asıl kızgınlığım, insanlarımızın bi r bölümü­ nün, kimliklerini gizlemeye zorlamış olmamızdan kaynak­ lanıyor. Bu , bir ve ikincisi Cem Boyner'in Kü rt Davası ile ilgilen­ mesinden de sadece memnunluk duyuyorum. Bunu, son kez Karargah'ında birlikte olduğumuzda Başkan Apo ile de ko­ nuşmuştuk; bu önem li sorunla herkes ilgilenmeli ve ilgilenenle­ rin hepsinin önünü açmalıyız. Benim Boyner'e , yakın zamanlar­ da bir güvensizliğim doğdu ; bu kadar özgürlükçü görünü rken, işçileri zulü m zulüm inleten M adam Çiller'i, Madam'ın işçi hak gasbını bütün gücüyle desteklediğHıi açıklıyordu . Bu tatsız bir durumdur. Çünkü halkların özgürlük mü cadelesiyle, emekçi­ lerin hak mücadelesi yerin dibinde , köklerinde , tarihin derin­ liğinde birdir . Birisini savunur görünerek ikincisine düşman ol­ mayı mümkün görmüyor�m .

*

* *

Geçen yıl Kırmanci ve Sorani öğrenmeye başladım ve bu yıl ikisine devam ediyorum, F·a rsçayı da öğreniyorum. Kırmancifon dostlarım beni affetsinler, hep doğrucuyum, Soran'yi daha çok seviyorum; Sorani, mensubu olduğu dil ailesine, l ran-:Aryan dil­ lerine, Kırmanciden çok daha yakın duruyor. lran dillerinde , isimlerde cinsiyet ve lngilizcede "the" , Fransızcada "le la" tü­ ründen ve gramerde tanımlık dediğimiz belirleyiciler yoktur. An­ cak, Kuzey'deki Kürtlerin büyük bölümü ile Güney'de Barzan 1 48


aşiret.ıeriniri konuştuğu Kırma.ncide var. Bu, bizi , Kırmancinin bilinmeyen bir dille karıştığı_ yollu Profesör Minorskiy'in görüşle­ rine getiriyor ; burada değinmekle yetiniyorum. Yalnız, bu dille­ rin karşılaştırması nın çok yeni açılımlara gebe olduğunu biliyo­ rum; Soranide, "hanımefendi" veya "madame" sözcü klerinin karşılığı "han" sözcüğü oluyor. Farsçadaki karşılığı ise "hanım" sözcüğüdür; Farsçada, "beyefendi" ya da "monsieur" sözcükle­ rinin karş ılığı ise "ağa" kelimesi ile ifade ediliyor. Derslerimizin . birinde Profesör, "ağa" sözcüğünü tanıtırken, Araboloji okuyan bir öğrenci, �u sözcüğün kökenini soruyordu; ben daha önce davranarak, .. ağa" sözcüğünü n Moğolca olduğunu işaret ettim , Profesör Balay da, yüzyıllar önce Moğolcadan Farsçaya geçti­ ğini doğruladı. N e kadar ilginç değil . mi ; Cengiz'in oğulları, lran'ı, Kür­ distan'ı, Anadolu'yu ve tümüyle bölgemizi yakıyorlar, yık ıyorlar, inletiyorlar-, yüzyıllarca yönetiyorlar ve geriye , en kibar insan sıfatlarını bırakıyorlar. Bir lranlı, bir Soranca konuşan Kürt , bir Türk, örnek olsun , Madam Çiller'e, "Tansu Hanum" dediği za­ man Moğolca , bir çıldırmı ş zalimin önü nde eğilmiş oluyor ve biz birisine, "ağam" dediğimiz zaman da tıpkı atalarımızın yaptığı gibi bir zalimi n , Moğolca, başımızın üzerine koyuyoruz. Diller ne kadar acı gerçeklerle dolu ! Günü müze , tarihle ve bazan bu acılarla bakıyo ru m, önü mde bir gazete küpürü var ve aktarıyorum : "Tan Gazetesi baskını ­ nın 50 . yılında , Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı ta­ rafından gazete nin sahipleri Sabiha ve Zekeriya Sertel adına verilen 'Sertel De mokrasi Ödülü'nün ilki yazar ilhan Selçuk'a verildi ." ( Hürriyet, 6 Aralık 1 995) Bunu okuduktan sonra gerçekler mi, diller mi daha acı diye düşünmeye daldım. Bir: Bu " llhan Selçuk", şu anda Cumhuriyet gazetesinin başyazarıdır. Cumhuriyet gazetesi, 1 924 yılında Zekeriya Se rtel ve Yunus Nadi tarafından kuruluyor; daha sonra, Yunus. Nadi, a rtık kendi­ si olan bir ahlak ile, Se rtel'i uzaklaştırıyor. iki : Onurlu " Resimli Ay" dergisinden sonra Serteller, 1 945 yıl_ında yeniden bir gaze ­ te sahibi olabildiler ve Tan'ı çıkartıyorlar. Ancak bir gün, Cum­ huriyet gazetesinin birinci sayfasından "Bir okuyucumuz geldi, Görüşlefi n başındaki G , ters çevrilince orak-çekiçe benziyor 1 49


dedi, - hakkaten öy·le" diye yayına başlıyor. Cumhuriyet'teki her zaman hazır gizli servis işareti veriyor ve Tan gazetesi ile Behi­ ce Boranların çıkardığı "Görüşler"· dergisi bir Moğol sürü sünün baskınıyla yerle bir ediliyor. Üç: Baskını hazırlayanlardan birisi ve en başta olanı Cumhuriyet gazetesidir ve şimdi bu gazete­ ye , bu baskından dolayı, ödül veriliyor. insanın bu kadar aşa­ ğılanacağını tahmin edemiyordum; ancak belki de, ilhan Selçuk'u, llhan'ı, M oğolların eyalet valilerine verdikleri ad ol­ duğu ya d� Moğollar Anadolu Selçuklu devletini yerle bir ettik­ leri için bu ödül verilmiştir, diye düşünüyo_ru m ve biraz teselli buluyorum. Ödülü veren "vakıf" da Evr�n'in adamları tarafından ezilip, pestil yapılanların tekkesidir. ***

Önümde bir gazete haber-yorumu ve kesiği daha var. Milliyet'in "Entellektüel" sayfası bir bayram yapıyor ve "sivil top­ lum" örgütlerinin başarılarını sayıyor ve "lstanbul, müzesini ku­ ruyor" diye de ekliyor. Öğreniyoruz; Tan'ı Moğolları aratmayan bir üslupla yerle bir eden Cumhuriyet gazetesinin başyazarına "demokrasi" ödülü veren bu "Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı" aynı zamanda l stanbul müzesi kuruyormuş ve yine öğreniyoruz, l stanbul Menkul Kıymetler Borsası da parayı basıyor. Cumhurhan'a demokrasi ödülü dağıtan bu vakfa pa­ rayı, kapitalizmin en çirkin kumarlarını oynatan bir borsa basıyor; çok yerindedir. Bu, bir. ikincisi, o kuyucularım hatırlar­ lar, ama ben yine de yazıyorum ; ben bu vakfın Doktor Beşikçi ile bana karşı kurulduğunu, kurucuları arasında ünlü silah taciri Osman Kavala ve benzerlerinin olduğunu yazmış bulunuyo­ rum. Ortaçağ'da, korsanlar veya büyük tefeciler g ü nahlarını af­ fettirmek için katedral ya da cami yaptırıyorlardı, şimdilerde si­ lah taci rleri veya kumarhane sahipleri bu tür vakıflara para basıyo rlar. Bir yandan Refahçı Talip'in imkanlarına ve diğer yandan, kumarhane sadakalarına dayanan bu "ikinci" Türk Ta­ rih Kurumu, ödülü bana veya Dr. Beşikçi'ye verecek değil ya! Üç: Bu vakıf , Cumhurhan'a "demokrasi" ödülü veriyor. Cumhurhan da, Doğu Perinçek'e "Yunus Nadi" bilim ödülünü veriyor. Şimdi sıra, Perinçek'in bu vakfa bir Genelkurmay "döneklik" ödülü ve�mesindedir. Şimdi buraya geliyorum. 1 50


Ben, Perinçek'e dönek demiyorum; dönek olmak için "sol" kabul edilmek gerekiyor, Perinçek hiçbir zaman bu kabulü elde edemedi. Bu vakıftaki sözde tarihçilerin pek büyü_k çoğunluğu dönektir ve ben bunu anlatmak istiyorum . . Şimdi sırada Milliyet'in kesiği var ve aktarıyorum : "Vakıf Genel Sekreteri Dr. Orhan Silier O DTÜ'de ekonomi doktorası ve öğretim üyeliği . ardından uzun yıllar Almanya'da araştırma yapan ve Amster­ dam'daki Uluslararası Sosyal Tari h Enstitüsü'nün Tü rkiye bölümünü kurarak üç yıl yönetmiş bir kişi." (Milliyet, 8 Aralık 1 95) Ne denebilir? Bir: Bunların hepsi yalandır. iki: Engels çok haklıdır. Tarihçiler, sosyalbilimciler, gerçekleri ne kadar çok tahrif ederlerse , bu düzen onlara daha çok ve daha çok ödül veriyor. Tahrif etmek ise döneklerin mesleğidir. Üç: Bu Orhan, ODTÜ'de öğretim üyesi olmadı, bizim ve bu arada benim öğrencimdi, çok krsa bir süre asistan oldu t solculuk yap ıyordu, ancak hiçbir zaman vücüduyla kafasını aynı yerde tutamıyordu, en sonunda Tip'li oldu, Evren gelince bütün Tip'liler örneği ülke dışı_na çıktı, Avrupa'da öğretim üyesi olarak değil, siyasi mülteci olarak bulundu, Hollandalılara Tip arşivini sattı ; hepsi budur ve Milliyet'in yazdıklarının hepsi yalandır. Dört : Utandırıcı olan, öğrenciliğinden beri solcu olan birisinin, bir gazeteye kendisini anlatırken, bütün bunları kusması ve inkar etmesidir; bugün Cumhuriyet gazetesini tümüyle Genelkurmay· ın hizmetine koyan l l han'a ödül veren bu Tarih Vakfı'ndakilerin çok büyük bir bölümü de solcu tercüme-i hal'lerinden utanan döneklerdir. Yeni kuşaklara sevmeyi öğretmek istiyorum. Yeni kuşaklara tiksinmeyi öğretmek istityorum. Tiksinemeyen Jerin sevebilecek­ lerini sanmıyorum .

*

*

*

"Modern Gerici" kimdir? Terörist medyada "kadın" yazarlar neden artıyor? Neden Hürriyet, Milliyet, Sabah, mutlaka bir "zeynep" yazar kullanıyor? "Dil ve Tarih.. konusunda yazmak is­ tediklerimin pek azını yazabildim ve yerim çoktan dolmuş bulu­ nuyor. Ama yine de bu "zeynep yazarlar" konusuna gelmek isti­ yorum. Önümde bir kesik daha va( ve aktarıyorum : "Atatürk Kültür Merkezi'nde açılan Fluxus sergisinde gördüğüm eser sa1 51


yesinde, Brüksel kaldırımlarına atılmış eski bir piyanoyu hatırladım ve o bayram gecelerinden birine geri döndüm . . . Ser­ giden sonra Beyoğlu'ndaki Hacı Abdullah lokantasına gitmem­ de tutarlı bir taraf vard ı aslında. Hacı Abdullah'ın dekoru tam bir Fluxus'tur çünkü . . . Duvarların yüksek kısmında eski harfler­ le imzalanmış natürmontlar var. Onların altlarında oymalı pirinç aplikler ve aynalar. Aynaların arası nda mermer raflarında ayva ve vişne kompostosu kavanozları. ." (Bir Zeynep, Sabah, 22 Ekim 1 995) Milliyet'in , Hürriyet'i n, . Sabah'ın birer Zeynep'i var; üçünün de ortak özelliği Türkiye'ye bir yabancı, bir turist olarak, bakabilmeleridir ; gördükleri her şeyi beğeniyorlar. Arada ufak­ tef ek kusur buluyorlar ; ancak bu Manukyan Düzeni'ni bu · son zamanlarda en çok yağlayanlar, bu Zeynep'lerdir. Bir: iki bin yıllık, kad ın ın ezilmişliğini ve kendisine güvensizliğini yansıtıyorlar. lki : iki yüzyıllık Türk güvensizliğini temsil ediyorlar. Üç: Kemalizmle birlikte had safhaya çıkan Türk aydınının, batı karşısındaki, aşağılık kompleksini, en yüksek noktada , canlı tutu}1orlar. SarJki üzerlerinden Moğol sürüleri geçmiş, hiçbir itirazları , başkaldırı ya da isyanları bu­ lunmuyor. Bir örnek verdim; yazmasını da bilmiyorlar, ancak düzenin p·i sliklerini çok iyi yağladıkları için, para alıyorlar. Arada bir yaptıkları eleştirileri, gıdıklamaya ve kafaları, zengin bir lo­ kantanın çöp tenekesine benziyor : Avrupa sokaklarına, ayda bir bırakılan eski eveşyaları ile Hacı'nın ayva kompostoları arası ndaki mistik bağı görebiliyorlar, ben göremiyorum. Son zamanlarda, "Modern Gericiler" içi n bir turnusol kağıdı olan tarihe daldılar. Bir: Türkiye yönetiminin iç Asya merakı yla biriikte eski Türk yurtlarına gidiyorlar ve birdenbire Orhun Yazıtları'nı yeniden buluyorlar. iki: Leyla Zana'nın ödül aldığı bir zamanda, dışarda "Türk" başarıları avına çıkıyorlar ve Moğol soyundan gelen tutucu ve yurtdışında tanınan tarihçi Halil lnalcık' ın yazacağı bir makaleyi göklere çıkarıyorlar. Üç: Birden bu döneklerin tari h tekkesini veya Boğaziçi Üniversite­ si'ndeki Pamuk, Keyder, Berktay tqrü araştırmacıların ta­ rihçiliğini piyasaya sürüyorlar. Kuşkusuz bunların tümü, bizim yükseliş dönemimizde sola bulaştılar ve bir bölümü ünlü dönektir; dönekliği de yağlıyorlar. 1 52


Bitiriyorum. Bir: Yağlananlar içinde Halil inalcık hariç hiçbirisi tarihçi değildir. Boğaziçi Üniversitesi'nden Profesör Tansu Çiller, ne kadar iktisatçıysa, bunlar da o ölçüde ta .. rihçidir. iki: Tarih bir halklar ve o nedenle diller bilimidir ; sadece lngilizce bilmekle, tarihçilik kesinlikle olmuyor. Üç: Diller ve ta­ rih üzerinde düşünürken, Goethe'nin bir sözüyle karşılaştım; Goethe, "qui n'en connait qu'une , n'en connait aucune" diyor, "sadece bir dil bilen, hiçbir dil bilmiyor" anlamına geliyor. Çok doğrudur; ben M adam Çiller'i tanımadan, bir bakkal lngilizce­ sinin ötesinde· lngilizce bilmediğini ortaya atarken, şimdi doğru çıkmıştır, esas olarak Türkçe bilmediği gerçeğinden hareket ediyordum. Üniversitelerde iktisat hocalığı yaptım, "biz kırk kişi­ yiz, birbirimizi biliriz"; lngilizceye dayalı sosyal bilimler, Ameri­ kan bilimciliği, mensuplarına kavramayı ve · bilmeyi unuttur­ muştur. Bunların hepsi tükenmiştir. Dört : Yaratılıcık tılsımı biz­ dedir ve söylediğimin örneği, Mete Tunçay oluyor. Mete, bizim yükselen dalgamıza bindi ve bindiği zaman da, "Türkiye'de Sol" başlığıyla değerli ve yol açan bir _ çalışma yaptı. Dalgamızdan indi, aradan otuz yıl geçti, ağırlıklı bir makalesi bile yoktur; diğe r döneklerle birlikte "lstanbul güzellemesi" yapıyor. Sevmek nedir? . Sevmek, eğer bağımsızca bir bilme yürüyüşü değilse nedir? insanın sevmesi, sevdiğini kendi diliyle ve hiçbir dış karışma olmadan, tanıması yürekliliği değilse ne­ dir? Ben böyle anladım ve anlıyorum. işte böyle anladığım için, Rusya devrimini sevdim ve ülkemizde Rusça öğrenen ilk sosyal bilimci oldum. Kürt yükselişini çok önemsedim, Kırmançi ve Sorani öğrerJdim, devam ediyorum ve lran dünyasına açılıyorum . Bu, sevmektir ve bilim, sevmedir. "Tarihçi" oldum mu? Nerede ! Çok güzel bir dergahtır ve ben henüz hazır1anı­ yorum. Ancak yine de, Frankfurt'ta yazıişleri müdürümüz Bülent bir telefon konuşmamızda söylemişti, Türk Genelkur­ mayı bir tarih konferansı toplamış ve burada benim "tarih tezle­ riminin yanlış" o lduğu kararı alınıyor. Albaylar ve birtakım pro­ fesörler, yakın zamanda, "Yalçın Küçük'ün tezleri yanlıştır" diye komut veriyor, mahkemeler, "kafası yanlıştır'' diye sürdürüyor; yakında "kendisi yanlıştır" kararını bekliyorum. i lk haberleri gel­ miştir, biliyoruz. Bütün bunların beni daha da çok çalışmaya 1 53


tahrik ettiğini söylemek durumundayım. DiOerleri ne gelince, ben bu öyküyü çok seviyorum. Oğ lan çıkmış, Paris'e gelmiş, Sorbonne'de okumuş, büyük profesör olmuş çok ünlüdür, dünya oğlandan söz ediyormuş, köyüne gelmiş, köylüleri eve doluşmuş, büyük bilim adamını ziyaret ediyorlar. Birden büyük profesör, gözünü tavana dikiyor ve dalıyor; köylüler şaşırıyorlar, büyük profesör saatlerce tavana bakıyor, köylülerde bu büyük Keşif saatlerinde ayrılıyorlar; sa­ bah oluyor. Babası soruyor, büyük profesöre, "Baba, çözeme­ dim" diyor, "Bu öküz nasıl tavana çıkıp, o tahtanın üzerine yapmış, tezek orada duruyor, yerçekimine aykırıdır" diyor; ba­ ba da şaşırıyor ve bir cevap veremiyor. Her zaman analar çözerler, uyanıyor, "bre oğul ne var" diyor, "Hani sarı kız vardı ineOimiz, sen çok severdin, işte o yaptı , tahta yerdeydi, üzerine .. .tı, hatırattır dedik, temizlemeden ·tahtayı tavana koyduk, on­ dan o{Jul ondan" diye ekliyor. Bu öykü bana ülke dışındaki ünlü .. bilim adamlarımızı hatırlatıyor ve hepsini çok iyi anlatıyor. "Un", sadece ve sadece, büyük makinanın vidası olmakla mümkün­ dür. Deliliğe Methiye'de Erasmus, "Başkalarının aklıyla bilge ol­ maktansa kendi aklımla deli olmayı tercih ederim" diyor. Bizim­ ki böyle bir yoldur, kendimizi arama yoludur. Bu "kendimiz" ol­ mayanların bize "deli" gözüyle baktıkları bir yürüyüştür. Ger­ çekten .de aslında bizimki bir y_ürüyüşten daha çok aklı değiştirme savaşıdır.

- 00 -

1 54


ÜÇÜNC Ü BÖLÜM

yaranmacı solculuk


AZ NAZIMLI OLSUN Belki anlaşılması zordur, ancak ben, dünya'yı bir türlü bile­ miyorum. Bu sözcük "dünya", Süryancadır, bunu biliyorum; bil­ mediğim sosyolojik olarak dünya'nın ne olduğudur. Ben, dünya·yı bir türlü bilemediğim için "dünyaca ünlü olmak" ne de-· mektir, bunu da hiç bilemedim; kuşkusuz, bilemediğim için de, "dünyaca ünlü ol;nayı" hiç istemedim. Bana göre "dünya", be­ nim köyüm'dür, bana göre dünya hep benim sokağım ve ma­ hallemdir; bu nedenle ben hep köyümde, sokağımda, mahal­ lemde tanınmayı ye onlar tarafı ndan beğenilmeyi istedim. işin ilginç yanı, asltnda herkesin de böyle düşündüğüne inanıyo­ rum. Gerçekten de, Kürtçe ve Farsça türünden lran kökenli dil­ lerde olan, Türkçe olmayan ve bize oradan gelen "herkes" sözcüğünden de bunu anlıyorum. "Herkes", Türkçe "bütün kişiler" demektir ve benim için, sokağımda ya da köyümde yaşayanlardır; en çok gördüklerimdir. işin daha da ilginç yanı Aziz Nesin'in de, böyle bildiğine inanıyorum; Nesin, "Türklerin çoğu aptaldır" derken, kendi dünyasını . kendi herkes'ini dillen­ diriyordu, ben böyle anlamak istiyorum. Kendisi tartışılabilir, an­ cak Aziz Neşin'in dünyası, herkes'i, hep solcuydu ve bana göre Aziz Nesin, Türklerin çoğunun aptal olduğunu söylerken, daha çok her gün gördüğü Türk solcularını düşünüyordu ve burada çok haklıdır. Türk solcularının çok büyük bölümü aptaldır. Be­ nim mahallemdeki Türk solcularından biliyorum; yüzde doksan1 57


dan fazlası aptaldır. Aptalı kandırmak çok kolaydır ve Türk solcularını kandırmak ise aptalı kandırmaktan daha kolay görünüyor. Hiç kimse inan­ mayabilir; Mesut Yılmaz bile Türk solcusunu kandırabiliyor. Ağızdan. ishal Madam Çiller'in ağızdan kabız rakibi Mesut Yılmaz bile Türk solcularını kandırmakta güçlük çekmiyor. Bu ağızdan kabız Mesut Yılmaz var ya, kanlı Özel Tim'in fi­ kir babası olmakla övünüyor. Bu ağızdan kabız Yılmaz, içinde pek önemli laf olmayan Doğu Raporu'nun bir Cia işi olduğunu savunuyor ve P KK'ye bağlayarak reddediyor. Bu kabız Mesut Bey, sekizi nci maddede değişikliği ihanetle eş tutuyor ve bütün bunlara karşın her ne demekse ·'Türkçeyi en iyi ku llanan" Nazım Hikmet'e hayranlık ifade ediyor ve mezarının getirilebileceğini söylüyor; bütün aptalların suyu akmıştır. Bitti; her kötülüğü yap, ancak "Nazım'ı sev" ve mezarını taşı, tamamdır, Türk solunun kalbi kazanılmıştır, çünkü aptaldır. Şimdi yeni bir Amerikan saldırısını "az Nazımlı" bir menü içinde sunuyorlar; Türk solu alıcı oluyor, çünkü aptald ır. Bir paranteze izin var mı ? Bir: Şair'ler hiçbir dilde dili iyi kul­ lanmazlar. Kabız'ın ağzındaki bu aptal sözün k�ynağında da, Türk solu olduğundan kuşku duymuyorum. Bir dili "en iyi �ullan­ mak" düz yazı yazarlarının işidir ve Nazım Hikmet ise düz yazı yazmasını bilmeyen bir kişidir. iki : Nazım, dünyada uzun hapis yatan ve bir tek kitabı yasaklanmayan bir yazardır. Bu bir rekor­ dur. Nazım'ın hiçbir şiiri ve hiçbir kitabı hiçbir zaman dava ko­ nusu olmamıştır. Üç: Çünkü, Nazım, bir kavga ve örgüt adamıdır, ancak, bir kavga şairi değildir. Dört: Teferruat, kitap­ larımdadır. Estetikten politikaya geçiyorum. Bir: Otuz Ağustos'u resmen Nazım'la kutlayan Üsteğmen Taner Tuna ile hiçbir sorunum bu­ lunmuyor, belki samimidir ve ben bu orduyla birlikte savaştım ve şimdi yasalara göre "gazi" rütbesinde bir kişiyim. Savaşta bi­ le bu ordu içinde çok güzel insanlar ve subaylar gördüm. Son olarak ölen albayın eşi ve kızı da bu güzelliklerin bir bölümünü, en acılı yumakta bile sergileyebiliyorlar. i ki: Ancak bu orduyu bilirim, eğer Üsteğmen Tuna, bir Otuz Ağustos gününde Nazım 1 58


Hikmet'in şiirini okuyorsa Genelkurmay kararıdır. Bu orduda, savaşın sıcağı hariç, pek inisiyatif olmuyor. Üç : Demek oluyor, az nazımlı bir menü, bir Genelkurmay Partisi kararıdır ve eğer bu karardan üç ay önce kabız Mesut, Nazım Hikmet hakkında bir edebiyata başlıyorsa, demektir, Genelkurmay Partisi'nin adamıdır. Dört: Benim pek aptal solcularımın bir bölümünün "ona şüphe yok" diyerek aptalca bilgiçlik taslayacakları kesin­ dir, ancak benimki yine de bir ispat yerine geçiyor. Beş: Aziz Nesin, benim yorumumla, doğrudur ve Türk solcuları pek büyük ölçüde aptaldır. Kabız Mesut, Nazım edebiyatı ile ve ko­ lera Madam Çiller karşısında veba Cindoruk anti-amerikan mektuplarıyla bu aptal solu kazanmaya çalışıyorlar. Kazanırlar; Demirel bile bu aptal so-lun özgür1ük ve Erbakan bile, bu aptal solun demokrasi kahramanı olabilmiştir. Bunlar da, hem. Na­ zımcı ve anti-amerikan olurlar; çünkü solumuz aptaldı r. Politikadan yakın tarihe geliyorum, insanlar bir yerde "nok­ ta" koymasını bilmek durumundadırlar. Ben mücadele dönemlerinde yaptıkları bir yana, lbrahim Seven veya Ahmet Kaçmaz'ın bir yerde ·ıamam" demelerini saygıyla karşılıyorum. Ancak bu Teslim Töre'yi hiç anlamıyorum� Türkiye'ye dönüp de yakalanınca, söylediklerinden bir "bırakma" anlamı çıkardım, fakat yakın zamanlarda çıkan sözsüz Söz dergisinde yazdıklarına bakınca hala bırakmadığı ?onucuna varıyorum. Bana göre son derece aptalca yazıyor ve bunları neden yayınlıyorlar, bir türlü anıarnıyorum. Belki de solumu.z aptaldır, . buna bağlıyorum. Biz Toplumsal Kurtuluş'u, başkalarıyla birlikte, bugün Söz dergisine bağlı Sosyalist Birlik Partisi içinde yer alan "Emek ha­ reketi" ile birlikte çıkarıyorduk ; ayrılıklarımızın bir bölümü �azım Hikmet ve bir bölümü de PKK üzerinden çıktı . Önce ikincisinden söz etmek gerekiyor; biz, TK rayına oturur otur­ maz, Kürt Devrirni'ne omuz vermek gerektiğini düşündük. Birlik­ te olduğumuz Emekçi ve diğer arkadaşlar, kendi hallerine bırakıldıklarında, buna katılıyorlardı; ancak, bunların uzaktan akrabası Teslim Töre'den itirazlar gelince sarsılıyorlardı. Bu Töre hem kendisini Kürt kurtuluşunun sahibi ve hem de 1 59


Apo'nun rakibi görüyordu. Biz ise legal bir iş yaptığımı zı ve Töre'nin Apo'ya rekabetinin bizi ilgilendirmediğini ve her koşulda Kürt Devrimi'ni desteklemek gerektiğini savu nuyorduk. Anlaşamadık. Nazım üzerine ise hiç anlaşamadık; ben o yıllarda bir ince .. leme hazırladım ve Nazım'ın bir devrimci şair içi n fazla milliyetçi olduğunu di le getirdim. Bu görüşlerimi n Nazı m'ın Kürtler üzeri ne bir şiir yazıp yazmamasıyla bir i lgisi yoktur; Nazım·ı tutarsız ve bir devrimciye göre fazla toprakçı ve gözü yaşlı buluyordum. Nazı m'.ı seviyordum, ancak, kavgacı bulmuyordum ve bugün Otuz Ağustos'ta Üsteğmen Taner Tu­ na'nın okuduğu şiirleri, cezaevinden, t?i.r pazarlık sonucu ve bir af beklentisiyle yazdığımı kanıtlıyordurii. Bugü n Selanikli Kültür · Bakanı 1 .Cem lpekçi'nin beğendiği Nazım şiirleri ni ise hiç sev­ miyordum. Günlerce tartıştık. Ne günlerdi ; idamcı Süleyman Demi rel siyasi yasaklıydı, af çıkacakt ı , Özal buna karşıydı ve bütün Türk solu, son derece aptal olduklarını yazmışt ım, "özgürlük kahramanı i• Demirel'in arkasında saf tutu yordu. Biz ise Özal i le Mo rison Süleyman arasında bir terci hi n "veba ile kolera" arasında bi r seçim oı .. duQunu düşünüyorduk , Emekçi arkadaşlarımız da böyle düşünüyordu, Kurtuluş'u öyle hazırladık. Ancak yine bu Töre'den aptalca bir tepki geldi ve bizi Demirel'i savunmaya zorluyordu; o sıralarda Teslim Töre, Apo'ya rakip ama Demi­ rel'e tesli mdi . Teslim Töre bizi önleyemedi, bazı ödünlerle Nazım Hikmet'i eleştiren yazımı yayınladık, veba ile kolera arasında bir seçi mi reddettik, bu bardağı taşıran damlaydı ve Emekçi eği limden koptuk. Politik mücadele mi, düşman safları zaafa uğratmak demek­ tir. Politik mücadele mi, safları her türlü darbeye karşı dirençli tutmaktır. Bunu düşündüğümüz için biz Nazım'ı sevgiyle doğru olarak yazdık. Yakın zamanlarda da, benim genç arkadaşları­ mın . çıkardığı dergilerin birisinde, nzavallı Nazım" incelememi yayınladık; Nazım'ın Moskova yılları utanç vericidir. Bunlar� yaptık; yaptığımız için bizim saflarımız, Üsteğmen Tuna'nın şiir günü ve kabız Mesut'un' Nazım sevgisi ya da Selanikli Kültür 160


Bakanı lpekçi'nin Nazım klipleri karşısında dirençlidir. Dirençsiz olanlar Nazım tüccarları ve vakıflarıdır. Dönükler ve fetişçiler­ dir. Sonuç mu; ben bu düzenin bitmekte olduğunu görüyorum. N asıl mı görüyorum, çünkü Osmanlı düzeninin biteceği zaman, Türk aydınları, meleklerin cinsiyeti üzerine çok ciddi bir tartış­ ma sürdürüyordu. Şimdi de Nazım'ın aşkları ve kadınları üze­ rinde çok önemli bir tartışma yapıyorlar; sözü olmayan Söz der­ gisinden bu inanılmaz tartışmayı izliyorum. Aptal Türk soluyla aydının şimdi en önemli sorunu, Nazım 1 ı n aşkları ve açlık grevi­ dir; sanki başka açlık grevi yoktur ve bütün aşklar bitmiştir. Bu düzenin biteceğini işte bu bitmişlikten çıkarıyorum. Hele Tip'ten, Tkp'den dönük, yazarlar sendikası başkanı Ataoı Beh­ ramoğlu Bosna'ya sefer düzenlerken bizim arkadaşımız Yazar­ lar Sendikası Sekreteri Emin Karaca'nın, Nazım'ın aşkları ko­ nusunda hem aptalca hem de bilgisizce bir tartışma sürdürme­ sinden, art ık bu d.ü zenin sol aydınları ile birlikte sonunun gel­ diğinden hiç kuşku duymuyorum. Güzel gençleri mizden, Od­ tü'den öğrencim Sinan Cemgil'in saygın babasının da bu işe karıştırılması nedeniyle ise içim parçalanıyor. Yapılanı hem ayıp hem de aptalca buluyorum. Tü rk solu, anlaşılması zor bir kısırlık içinde, "az nazımlı" menüle re düşmüş görünüyor. Bitti mi? Bi r : Nazım "dünyaca ünlü" bir şair değildir. Nazım'ı Moskova'ya gittikten bir süre sonra Sovyet Komünist Partisi, "kardeş parti" çevrelerinde bir ölçüde tanıtmış ve bir ölçüde de pompalamıştır. Fransız Komünistleri tanıyordu ve şimdi dünya­ da şiir uzmanlarının dışında kimse tanımıyor... iki : Hiç önemli değildir, "bizim" şairimizdir ve bu yetiyor. Uç : Fakat şimdi Nazım da Yunus Emre türünden, Türk gericiliği ile aptal Türk ilericiliğinin ortak değerlerinden birisi haline getiriliyor. Dört : atv'nin Nazım menüsü ile aptal solun Nazım'ı bir ve aynıdır. Beş: Ayıp ve yazıktır. Altı: Geniş çözümleme · kitaplarımdadır. Bitmedi; peki bizim peygamber Muhammed'den öğrenecek­ leri miz yok mu? Peygamber Muhammed'in peygamberliğinin sosyolojik an­ lamını yazmak istiyorum. Bir: Muhammed peygamber, Yahya 1 61


da peygamberdir, diyor. Ama yetersizdir. i ki : Peygamber Mu.. hammed, Musa'yı da sayıyor, ama, eksik buluyor. Uç: Peygamber, lsa'yı da kabul ediyor, fakat, yetmez buluyor. Dört : işte so­ syolojik yol .budur ve akıllı yol buradan geçiyor. Türk solu, geçmişini yetersiz bulmak zorundadır. Geçmişini hem eleştir­ mek ve hem de kabul etrr:ıek durumundadır. Ancak böylece içine düştüğü aptallık ve kısırlık batağından kurtulabilir ve ken­ disine sunulan ucuz "az nazımlı" menülerin tuzaQına düşme;; bu yazı bunun içindir. Bu yazı, kendimiz için bir dünya �ur­ manın önemi ve onuru üzerinedir .

1 62


HA YDI Yalancı çıkarılmak istiyorum. Ricam var. Artık zamanı vardır, vakti gelmiştir, Ertuğrul Kürkçü'den bir ricam olacak, Kuruçeşme'de de olabilir, Kırım'da bir çeşmede de mümkündür, bir yeni toplantı �izisi istiyorum. Yakın dostları ve Sovyet düzeninin son gericileri Şatalin'i, Kagarlitskiy'i Agan­ begyan'i de içine sokabilir; benim kurduğum, adını koyduğum şimdi lstanbul'da içinde beştaş oynadıkları Bilar da, bu işin içinde olmalıdır. Tip'ten eskiler1e Tkp'den· kalıntıların ünlü silah taciri Osman Kavala dahil bir bölük oligark ile birlikte, Dr. Beşikçi ile bana karşı kurdukları ve şimdi, Refah'çı Talip Er­ doğan ve Selanikli lsmail Cem ipekçi tarafından finanse edilen Tarih Vakfı da katılmalıdır; pek bilimsel bir araştırma ve tartışma olmasını diliyorum. Bilimsel olarak yalanlanmak istiyo­ rum. Konu önemlidir; Stalin'in Türkiye'den "toprak ve üs istemesi" ve ' şiddetle "tehdit etmesi" üzerinedir. Konunun önemi şuradadır; Stalin'in bu istemesi çok talihsizlik olmuştur, çünkü, Stalin'in bu istemesinden hemen önce, Türkiye'nin solcuları he­ men sosyalist iktidarı kurmak üzeredir ve Stalin pişmiş aşa su dökmüştür. Densizlik etmiş ve Türkiye · sosyalizminin kuru­ luşunu önlemiştir ; büyük teröristin yaptığı i'şte budur. Türkiye solculuğunun uzun tarihli hurafelerinden birisi buradadır. Gerçi ben bunun böyle olmadığını kanıtlayarak bu yanlışı düzeltmek 1 63


istedim, ama, bu çok sonralara denk d(.işüyor ve Türkiye solu , bu "güzel" yalanlardan bir türlü ayrılmak istemiyor. üstelik güzel yalanlara da bir eğilimi var, şimdi bir yenisini i cad etmiş durumdadır, ilkine dönüşüm biraz da bu nedenledir; şimdi "ah şu Apo toprak ve · üs istemese biz yine kuruyorduk" diye mı rıldanıyorlar; kabahat, şimdi de Apo'dadır, ben biliyoru m. "Bunun için" diyorum, Kürkçü şimdi hazır boşken, çünkü şu sırada herhangi bir "süreç" başlatmadığı veya yeni bir gazete · kurmadığı haberini alıyorum, "bu birinci konu aydınlanmalıdır." Rica ediyorum. ikinci ve taze hurafeyi ortadan kaldırmak yine benim işimdir. Kendimi biraz da hurafe itfaiyecisi türünden görmeye başlıyorum. Türkiye gericiliği piyasasını bulmuştur; bütün yalanların en kıskanç alı cısı Türk ilericisi ve özellikle ·soludur. Birisini dönüp dönüp yazıyorum; Madam Çiller, babasının nurcu Fethullah'ın "büyük" danışman ı olduğunu okuduğum Sezen Aksu beni doğruluyorlar, her ikisi . de yaman Yunus'cu oldular. Ben yıllardır, en kalın kitaplarımda "Bu Yunus iyice bir ademdir, ca .. hildir, ama bir renktir, derviştir takat felsefesi çok tutucudur, kendisi de teslimiyetçidir" diye yazarım. Madam ve Se'en kadar bile etkim olmadı. . Arada sorar dururdum, örnek olsun yakın ar­ kadaşımdı, o zamanlar hızlı bir ilericiydi , Demirtaş Ceyhun'a "Allah aşkına ne buluyorsunuz bu Yunus'tan" derdim, bana, " El-hak diyor, Enel Haq diyor" diye cevap verirlerdi , beni cahi� bulurlardı. Şaşardım , şimdiki kadar Kürdistan bilgim de yoktu, tarikatlar · yatağı Kürdistan'da bir de EI-Haq tarikatı var, hepsi "ben Hak'kım" diyor, bilmiyordum ve Türk solculuğunu bu yanlı­ şından caydıramıyordum. Eksik olmasınlar, uğruna memleket­ ler terkettiğim Madam Çiller ve Se'en Aksu, Yunus'un bizi m ol­ madığı konusunda, benden çok daha fazla ikna edici oldular. Yunus, Osmanlı ile yaşıttır, ancak Osmanlı aydını Yunus'u hiç önemsemiyor. Yunus'u bulup çıkartan, Yusuf Ziya Ortaç'ın "büyük bilim adamı ancak küçük" dediği Türkçü Fuat Köprü­ lü'dür ve yayan da otuzlu yıllarda, TC Genelkurmay Başkanı­ nın damadıdır. Şeyh Said'in kalkışmasından sonra kızgınlıkla bütün tarikatları kapatan kemalist rejim otuzlu yıllarda birden boğulduğunu hissetmeye başlayınca dinle yeniden flört etmeye 1 64


kalkıştı v e kapıları Yunus'la açtı . Yu nus'u . i lerici harekete karşı bir kurşun olarak sıktı, ku rşun büyüdü , ilerici hareketin kendisi o ldu . ilerici hareketemiz en çok içine sıkı lan kurşu nları seviyor. Stalin'in "toprak ve üs istemesi" hikayesini ise Türkiye gerici­ liği çıkard ı , ama işi bitince ilerici Türkiye solculuğu ise kendisi­ yle bi rleşti rdi . Türkiye ikinci Dünya Savaşı'nda iki kamp ara­ sında bocalam ı ştı , savaş bitmiş, Türkiye h e r iki taraf ı n da güvenini yiti rmişti ; yaln ız ve güvensizdi . Tü rk oligarkları buna dayanamazlar; ayrıca savaştan hemen önce kendisi ni feshede ­ rek kemalist partiye katılan Tkp yeniden örgütleniyordu ve Türk yönetenleri korkuyordu . 1 920 ve· 1 92 1 yıllarında bağ ımsız Er­ menistan , Gürcistan, Azerbaycan, garip görülebili r, kemali st güçlerin desteğiyle, içerden bir avuç bolşeviki n ayaklan ması ve K ızıl Ordu'nun girmesiyle sovyetize olmuşlard ı ; ikinci Dünya Savaşı sonunda, benzer bir senaryoyu bu kez kendisine karş ı veh meden, Türk yönetenleri titriyordu . Dü nyanın dikkatini çek­ mek ve emperyalist kampa yapışmak için yalana ve provokas­ yonı·a ra ihtiyacı vardı ; belgeleri kitapları mdadır, bu toprak ve üs i steme yalanı çikart ıld ı . Bu da Türk solculuğuna sıkı lmış bi r kurşun ve hatta havan mermisiydi ; içinde kaldı ve Türkiy e sol­ culuğu, içine sıkılan ku rşu nları bayrak yapma alışkanlığına da uygun olarak, bu yalanı da kendi hakikati haline getirdi . Sıkılmadan, Stalin'in bu densizliği olmasa, iktidarı alacağ ı n ı yazıp duruyordu . Bir güzellik karşısında iktidarsız ve bekar Os­ man lı paşazadelerinin "Ah ben bi r bekar olsam" demesi türünden "ah bir Stali n etmeseydi" diye sayı kfıyorlardı. Yolu aç­ mak için yalan ve hurafeleri n üstüne gitmemiz gerekiyordu ; ke­ si ndir. Ricam bunun içindi r, h em Ertuğrul'un �oş zaman ı ve hem de Tip ve Tkp kı rıntılarının kurduğu ve Refah Partisi Belediyesi ile Madam Çiller-i n Kültür Bakanl ığı'nı n fi nanse ettiği "Cedid" Türk Tarih Kurumu'nun elemanları ve parası var. Çok daha önemlisi , şimdi Sovyetler Birliği yıkılmış, bütün arşivler Stalin ve Sovyet düzenini n düşmanlarını n eline geçmiştir; artık araştırılmas.ı daha kolay görünüyor. Ayrıca ben bu yalanı , za­ man ın Moskova'daki Türk Elçisi ve Amerikan casusu Selim Sarper'in, böyle bir yalanı n gerekçesi M olotov-Sarper görüş1 65


mesini, zamanın Moskova'daki Amerikan Büyükelçisi Harri­ man'a anlatımına dayanarak çürüttüm. Gizli olan bu belgeler üzerindeki gizlilik yıllar sonra kaldırılınca oradan ispat ettim ; ama ·· mümkündür, belki ben de Ame rikalılar da uyduruyoruz. Şimdi Sovyet arşivleri, düşmanların elindedir ; Ertuğrul Kürk­ çü'den rica ediyorum, bir de oradan sınamak gerekiyor. iş sadece beni yalanlama sorunu değil ; ayrıca güncel görünüyor. Çünkü yanlışı seven, kendisine sıkılan kurşunları okşayıp büyütme mucizesi yaratan Türk solu şimdi yeni bir yanlışın peşinde koşuyor; bakıyorum, yine sosyalizm kuracak ' oluyorlar ve bu kez Apo çıkıyor, Apo da "pişmiş aşa su koyuyor", çünkü bunlara göre. Apo da üs olmasa bile kesin top­ rak '�istiyor". Eğer istemese, sosyalizmi bu kez kesinlikle kur­ muş olacaklar; şimdi bu·nu söylüyorlar. Hepsi söylüyor, ancak söylenenler, en net formülasyonuna, televizyonda da değindim, Ertuğrul Kürkçü ile Cumhuriyet gazetesinde Deniz Teztel'in yaptığı söyleşide kavuşuyor. Bu nedenle ben de, artık kabak tadı veren bu yanlış için "haydi" demek gereğini duyuyorum ; Kürkçü'den, "Cedid" Türk Tarih Kurumu'ndan Türk solculuğun­ dan rica ediyorum. "Haydi" diyorum ve Türk solunun Avru­ pa'daki yeşilcilerden. aldıkları, "demokrasi şimdi" ya da "barış şimdi" türünden ithal malı nakaratlarına uyarak, "araştırma şim­ di" diye de ekliyorum. Yalanın köküne inme za�anıdır. Ciddiyet zaman ıdır. Kolaycılıktan uzaklaşma zamanıdır. Sosyalizm, insan doğasına en uygun düzendir. Sürekli . koşmaya ve sürekli yükselmeye dayanıyor. Sosyalizm, doğada ve toplumda her gün yeni bir keşif .demektir; yürüyüş bittiği za­ man, insanın yüksekliğe koşusu bittiği zaman, . sosyalizmin de biteceği kesindir. Sovyet düzeni yürüyüşü bittiği için bitmiştir; bu, bir. ikincisi, 1 970 yılında, Tip'te, benimde içinde olduğum Emek Grubu tarafından Aybar kesin tasfiye edilince Behice Bo­ ran genel başkan oldu ve Kürt sorunu'na o zamana kadar görül�emiş bir ciddiyetle ve en ileri biçimde sarıldı. Ayrıca yazıyorum, bi,zim bu "dava" ile içiçeliğimizin tarihi çok eskidir ve Tarık Ziya Ekinci'nin yazdıklarının aksine, önemli sayıl�a­ mız Aybar'ın tasfiy_esinden sonradır. Biz sosyalizmimizi · ge­ liştirip Kürt halkının davasına sarılırken, Kü rkçü ge�ç bir öğren1 66


ci olarak kemalist cephe inşası içindeydi. Ancak biz ne yapt ı ­ ğımızı biliyorduk; bu sarılma karşısında, o sırada deneyimli bir C hp yöneticisi olan ve daha sonra Dışişleri Bakanlığı yapan, şimdi aramızdan göçük Prof . Dr. Turan Güneş, ..Tip, Kürt .soru­ nuna sahiplenmezse biter, sahiplenirse de kapatırlar" diyordu. Türkiye işçi Partisi' sosyalizmin gereğini yaptı, askeri darbe ol­ du ve kapatıldı . Üçüncüsü ise, bugün, kapatılacak bir sosyalist örgütlenmenin olmadığıdır, sadece �enenmiş inancımız ve ka­ zanılacak bir mesafe var. Dördüncüsü, Türkiye sosyalizmi, an­ cak· ve ancak, Kürt sorunu için çözüm üretip uygulayabildiği ölçüde varolup iktidara yaklaşacaktır; başka bir kapısı bulun­ muyor. Bu L�nin'in de ünlü dersidir. Beşincisi, bu kapıdan geç­ me yüreğini göstermeyenlere, kapının açılmasını oligarşiden bekleyenl�re de, :·haydi, canım" demek gereği üzerinedir. "Hay­ di canım", haydi!

'

1 67


ŞEY Avrupa faşizmi, birinci dünya savaşı sonrasında Mussolini ve Hitler'in yaptıkları, nedir?. Bu soruya verilen cevaplar içinde en doğrusu, tanınmış sosyalist, devrimci ve bu nedenle de fe­ minist Clara Zetki n'e aittir; Zetkin, faşizmi, sosyalizmi kuramayan Avrupa proletaryasına kesilmiş bi r ceza olarak görüyor. Doğrudur; yükselmiş ve ancak iktidarı almamıştır. Ce­ zasını almıştır. Eski Yugoslavya'da, müslüman ve ortodoks Sırplar ı n yaşadıkları insanlık dışı acılar nedir? Bu, müslüman ve orto­ doksların el birliğiyle sosyalizmi yıkmalarını n keffareti'dir. Os­ manlıca sözlük, keffaret'i, "bir günaha karşı tutulmak üzere yapılan veya tutulan şey" olarak veriyor; burada uygundur. Bir düzeni geliştirmek yerine yıkmanın karşılığını yaş ıyorlar. Peki, On iki Eylül 1 980 tarihiyle başlayan yazgı, eylülizm adını verdiğimiz katmerli zulüm, nedir? Bu da, Türkiye sosya­ listlerinin iktidarı n eşiğinden dönmeleri nedeniyle, halklarımıza · yazılmış bir ki n ve işkence düzenidir. Yetmişli yıllarda kütle ayağa kalkmış, kaldırılmış, halklarımız büyük bir iç savaşı kah­ ramanca göğüslemiş, ancak bu yükselişte en çok hakkı olmasa bile en çok gücü olan iki örgüt, iktidarı almak bir yana iktidarı düşünmekten bile kaçmıştır. Cezası kesilmiştir. Dünya tarihin­ de eğer bir kalkış, gücüne ulaşmazsa, sonu mutlaka cezadır ve herbiri birbirinden daha zalim cezadır. Akacak olan, akan, Kürtlerin de Şeyh Said ve Seyit Rıza kalkışmalarından sonra 1 68


çok iyi tattıkları, Avrupa'nın Napolyon'un düşüşünden ve asıl Komün bozgunundan sonra öğrenmeye başladığı, yönetenlerin büyük korkusuyla yoğrulmuş , görülmemiş kinli kan ırmaklarıdır. Eylülizm, büyük bir korku, büyük bir panik ve bunlarla su­ lanmış, halklarımıza karşı bir büyük kindir. Bu ·kinin ve bu zulmün sorumlu su son çözümlemede, yükselmiş bir hareketin üstündeyken, iktidardan kaçan ve so­ nunda halklarımızı bu kana doymayan zulme terkeden Tkp ve Dev-Yol'dur. Eylülizm eninde-sonunda Tkp ve Dev-Yol'un inançsızlığının, kararsızlığının, sığlığının, sorumsuzluğunun, eylülden önce iktidardan kaçışının ve eylülizmle birlikte teslimi­ yetçiliğinin keff areti olmuştur. Şimdi yeni yükselişlerin arifesin­ de bu teslimiyetçiliğinin, başını gösterdiği yerde, başına işaret etmek ve vurmak zorunluluğumuz var. Bütün sorumluluklar bizimdir. Birleşecekmiş? Artık pısırıklığın son Godofsu da budur. Dev-Yol ve Birleşik Sosyalist Parti'nin birleşmesi aslında Tkp He Dev-Yol'un birleşmesidir; yine aslında ise ben bunları çoktan· birleşti rmiş bulunuyorum. "Tezler" dizisi içinde var; bir insan doğar, büyür, gençliğe yaklaşır ve "bu işler böyle gitmeyecek" demeye başlar , artık solcudur. Bu, daha doğrusu, benim "Tez­ ler"deki sözcüklerimle, solda ilk basamak hareketidir; bu haliy­ le, bu gençlik adayı, potansiyel bir Tkp'li ya da potansiyel bir Dev-Yorıudur. Eğer birisi çıkıp bu sendikalar yoluyla olur, diyor­ sa yolu Tkp'ye doğrudur; yok, eğer "olmaz" diyor ve silah üzerine bir edebiyata eğilim gösteriyorsa Devrimci Gençlik'ten yana eğiliyor, demektir. Görülüyor, aralarındaki ayrılık hiçbir za­ man teoride değil pratiğin sadece bir parçasındadır; buna, bir de Moskova aşkı veya Latin Amerika vurgusu eklenebilir, hepsi budur. Şimdi hepsi daha çok buradadır; çünkü, Sovyetler Bir­ tiği'nin yıkılışı bir tarafta Moskova bağımlılığını yerin dibine it­ miştir, diğer tarafta da Dev-Yol tarafında silahtan korku başlamıştır. Dolayısıyla hem Tkp ve hem Dev-Yo l, ilk basa­ maklarına dönmüşlerdir; birleşmeleri yerindedir ve ben bunları çoktan birleştirdim. Ne bek.liyorlar? Bu laf ilk çıktığında, yine televizyonda bir sohbetimde değinmiştim, Frenklerin güzel bir sözü var, "ölmüş atı 1 69


kırbaçlamamak gerekiyor" diyorlar; şimdi yapılmak istenen ölmüş atı kırbaçlamaktır. Bir noktanın altını çizmek istiyorum, H em Tkp ve hemde Dev-Yol içinde pek çok yiğit insan olmuş­ tur; hepsini sevgiyle anıyorum; ancak bunları tartışmıyorum , tartıştığım çizgidir. Dev-Yol daha yenidir, tarihi daha kısadır; ancak temel çizgisi sığlık'tır. Tkp tarihi ise uzundur, bu tarih he­ pimizin tarihidir ve ben her zaman bu tarihin sorumluluğuna sa­ hibim; ancak bu sorumluluk duygusu benim, Tkp tarihinin bir ihanetler tarihi olduğunu görmemi engellemiyor. Bunları başka .bir yerde, başka bir zaman yine özetleyeceği m, burada çok uzatmaya ve çok gerilere gitmeye niyetim yok; ancak bu eylülizm zulmüne karşı mücadelenin ayağını bağlayan, bir ta­ rafta "Sol Birlik" içindeki ağırlıklı konumlarıyla Tkp ve diğer yan­ da "anti-faşist cephe" içinde, PKK dahil bü tün örgütleri bekle­ meye alan Dev-Yol olmuştur. Buna ek olarak, Dev-Yol liderleri M·a mak'ta ortak savunma belgeleriyle teslimiyet ve tasfiye bay­ rağını çektiler; öyle bir belge, önce inanamadım ve yayınlamak için hapisteki yöneticilere haber yollayıp izin aldım ve bunun üzerine bu ihanet ve teslimiyet bayrağını kitaplarımda yayımla­ d ım. Bu, bir. ikincisi, pek bilinmez ve bilinmeyenlerin çoğunu yazmak da soruml.u luğumdur, başında Aziz Bey ile benim ol­ duğum, bizim "Aydın Belgesi" hareketimizle, Kürt Devrimi'nin atılımı aynı tarihlidir, eş zamanlı ve eş aylıdır. K�şkusuz, bu eş zamanlılık bizim irademizin mari.f eti değildir; bu sadece, top­ rağın derinliklerinden, .zulme ve ihanete karşı ortak yazgının fışkırmasıdır. Aydını yükselttik, kütleyi yeniden canlandırm·aya başladık, ben buradan "açık devrimci parti" açıklamalarımı yap­ maya başladım; karşıma sadece ihanetin· tellalları çıktılar. O zaman ihanetin tellalları bir bölük ·rip'le bağlantılı · Tkp'dir; başka yerde ayrıntısıyld. yazacağım; bugün bu birleşik partinin başında olan bile parti Kurmanın provokasyon olduğu yollu de­ meçler veriyor ve bana "provokatör" iması yolluyordu. Daha sonra yazacağım, şimdi aramızdan göçük Aziz Nesin'i "Yalçın Küçük delidir" diye üzerime salan, doğrusu deliliği çok sev­ diğimi o zaman da açıkladım, bu ihanet şebekesidir. .Olmadı, ihanetçiler yükselişimizi durduramadılar ve satışlarını yapa­ madılar ve iki liderlerini, Nabi Yağcı ile Nihat Sargın'ı uçağa 1 70


bindirip, Ankara'ya gönde rdiler ve bize karşı zulüm kuwetlerine rehn ettiler. Yükselişi durdabilmek içi"n benim ''Töbe Kabe" de­ diğim bir birleşik i hanet maskaralı ğını ileri sürdüler. Satış için geld iler ve teslim bayrağını çektiler. Üç: Bizi bir zaman yine ge­ rilettiler. Dö.rt : Devletin 1 99 1 yılındaki büyük saldırısı . bir yanda Vedat Aydrn'ın, diğer yanda Devrimci Sol liderlerinin katli ile başlayan yeni zulüm dalgası bu ihanetin hazı rlığı üzerinedir. Beş : eizler . her zaman zulüm kadar ihanet ile mücadele etmek durumundayız. Altı: Tkp ile Dev-Yol kalı ntıları nı n birleşmesi için hiçbir engel bulunmuyor. Artık hem okuyarak ve hem de yaşayarak bu ihanete karşı yeni duyu'lar geliştirdim; hemen korkularını anlıyorum. "Şey" · kampanyasını da böyle alı yordum. Bu "Şey" sözcüğü ya da "ş'apmak" deyişi karşısında hep irkiliyorum. Bunların. bir bölü­ mü bu hai n savaş nedeniyle akılları nca ya da akılsızlıklarınca bir kampanya açtılar ve adını "şey" koydular, "gel, gel" diyor­ lardı , .."barış için sen de birşey yap" diye buyuruyorlardı . irkili­ yordum, şimdi zamanıdı r, aslı nda bu "şey" ya da modern biçimi "bişiy" beni hep ürkütmüştür, kökü, ben buradayken aram ızdan göçen Babam'a kadar gidiyor. Çünkü ·Babam bizim yetişme­ mize çok önem verirdi, daha okula başlamadan ö nce ağzımtz­ dan bi r "şey" sözü çıktığında, yapmadığını. bırakmazdı; "ne de­ mek, şöyle şey ne demek, ne demek istedin, kafan yok mu, an­ lat, şey ne demek0 diye tutturur. bir ağz ı m ıza biber koymadığı kalı rdı. Ben Babam'dan insanların söyleyecek sözü . olmadıkları zaman "şey" dediklerini, yapacakları nı bilmedikleri zaman .. şey, şey" diye mırıldandıkların ı, soru mluluktan kaçmak için "şiy şiy" diye kekeme olduklarını öğrenmiş bulunuyorum. Tkp ve Dev­ Yol yolu, solda kekeme bir yoldur. Şimdi birleşmişler, bu hain savaş için, "Şey" kampanyasına ek olarak "bugün barı ş için ne yaptın" kampanyası nı açmışlar; son derece aptalca pulduğumu yazmam gerekiyor. Barış için . ne yaptın; c·evap düşünüyorum. Ben eğer "Bu sabah barış için ne yaptın" sorusuyla karşılaşsam, herhalde, "tıraş oldum" de­ rim veya.· "dişimi f ırçaladım" .diyebilirim; "ayakkabımı boyadım" demem de mümkündür. Kısaca, "bişiy yaptı m'' da diyebilirim ; "bişiy yaptı m ama neydi hatırlamı yorum" e n doğru ve yayg ı n 1 71


cevaptır. Sığlık ve hafifliktir. Tkp ve Dev-Yol'a veya birleşmelerine yakı şıktır. Ancak ben yine de biraz ciddi olmak gerektiğini düşünüyorum. Çok kısa zaman öncesinde çıktı ve düzeltmeye çalıştık. Kürt Devrimi bir insan hakları sorunu değildir. Kuşkusuz bu hain savaşın ortaya çıkardığı insan hakları sorun­ ları var; ama, Kürt mücadelesinin çözümü, bir insan hakları programını çok aşıyor. iki: Şimdi ikincisi çıktı. Tekrar etmek du­ rumundayız. Kürt Devrimi bir barış mücadelesine indirgene­ mez; Kürt Devrimi'ni bir barış programı çerçevesine indirmek bir yandan teslimiyet zincirini sürdürmek ve diğer yandan keke­ me olmak demektir. Kuşkusuz, Kürt mücadelesinin sonunda barış var; ancak mücadelenin kendisi bir barış programı değildir. Üç: Çok daha önemlisi Kürt mücadelesi, çözümü, barış örgütlerine bırakılmayacak kadar ciddidir. Dört: Kürt Dev­ rimi'ni barış mücadelesine yatırmak, teslim etmeye hazırlanmak demektir. Şimdi, daha önce yazdıklarıma ve daha sonra yazacak­ larıma bir parantezle' bağlanmam gerekiyor ; Tkp yolunun yakın tarihteki ihanet çizgisinde, I . Bilen'den de sorumlu olan, martçı ve eylülist direniş zamanlarında I.Bilen'in çıraklığı nı ve sonra kalfalığını yapan N . Yağcı , S. Coşkun ve V .Sarısözen'dir. Bun­ lardan birisi, Haydar Kutlu adıyla gelip teslim olmuş ve bir süre U lucanlar'da misafir edilmiştir. Diğer ikisi ise üçüncü darbe sıras ı_nda ellerini kollarını sallaya sallaya gelip Birleşik Parti'de yönetici olmuşlardır; daha önce pek yazıyla ilgisini bilmediğimiz Sarısözen de�. Söz'ün makaleler komiseri görevini almış ·bulu­ nuyor. Bana gelen son Söz'de ise bir makale döşenerek, Kü rt Devri mi'ne yaklaşıyor. Bir paragrafını aktarıyorum ; .. Yaşadığımız topraklardaki savaş kronikleşmiştir. N·e devlet PKK'yi kendi amacına uygun bir barışa zorlayabilir, ne de PKK devlete kendi sonul amacina uygun barış dayatabilir. Şimdi ta­ raflar, ortada Türkiye çapı-nda kitlesel, iktidara boyun eğdirici, militan bir barış hareketi olmadığı için yakın yazgılarını ulusla­ rarası kapitalist devletlerin aralarındaki dengelere bağlama du­ rumuyla yüzyüzedirler." Daha ne olabilir? Sığlık ve 1 72


teslimiyetçilik, Genelkurmay tarafından çıkartılan Aydınlık ile aynı ifadeleri kullanmaya yolaçıyor; Türk devleti bir yana, PKK de çözümü "kapitalist devletlerin aralarındaki dengelere bağlama" ve burada arama durumundadır, bu söyleniyor. An­ cak dahası var, bu makaleler komiserine göre, Kürt Devrimi'nin önündeki en büyük eksiklik, "militan bir barış hareketi" olma­ masıdır. Daha ne söylenebilir; bir sosyalist partinin kendisini reddetmesinin bundan açık ifadesi olabilir mi? Adama sor­ muşlar, "adın ne" demişler; inceymiş, zayıfmış, "Mü layim" diye cevap veriyor. Soran da kızıyor, "bre sert olsa ne çıkar" diyor; militan bir barış hareketi oldu da ne çıkıyordu? Tkp'nin kendisi, Moskova açısından militan bir barış hareketi değildi de neydi? Tkp güdümündeki çok güçlü Türk barış hareketi ise ne yaptı, ne bıraktı ? Barış Davası'ndan yargılanan Baro Başkanı Orhan Apaydın, daha sonra, mahkemelerde, komünizme ve devrimci­ liğe küfretmedi mi? Erdal Atabek bugün Cumhuriyet gazetesi içerisinde değil mi? Barış o·avası'ndan üçbuçuk yıl yatan Mil_liyet gazetesinden Ali Sirrnen, General Ahmet Çörekçi'nin "isternezüük" misullü beyanatlarını "çok demokratik" bulan yaz ı lar yazmadı mı? Ünlü ve militan barışçı ve şimdiki Yazarlar Sendikası Başkanı ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Ataol Behramoğlu, Bosna seferine ç ıkmadı mı? �eki biz bütün bu sahneleri bir daha yaşamaya mahkum muyuz? Utanmak gere.. kiyor. Aynı yerden devam ediyorum: "Bu nesnel olgu, PKK'nin 'millici' düşmanlarında, emperyalizmin Türkiye'yi bölmek iste­ diği PKK'nin de emperyalizmden medet umduğu düşüncesine kolayca yol açmaktadır." Makaleleler komiseri bunu da buyuru­ yor. Ben ise hem Babam'dan öğrendim ve hem de mahkeme­ lerde kendimi savunmadan biliyorum; "kolayca" sözcüğü, Türkçede "haklı" olmayı anlatıyor. Bir insan, "Ben bunu kolayca anlatı rım" diyorsa, aynı zamanda haklı olduğunu kastediyordu r; . I. Bilen'in çırağ ı Sarısözen'in bu cümlesinden ben kolayca bunu anlıyorum. Sarısözen'in tırnak içine alarak yazdığı , PKK'nin "millici" düşmanları ndan ise, Genelkurmay Partisi'ni ve şu anda bu partinin yayın organı durumundaki Aydınlık dergisini anla­ mak gerekiyor; bunlar, Aydınlık dergisinin her sayıdaki hakaret1 73


leri karş ıs ı nda bile keke me bi r di lde n kaçamıyorlar. Bi rleşiyorlar ve " PKK e mperyalizmden med et umuyor .. di yorlar. Bitiriyor ve biti riyo ru m : "Kirli savaşa son vermeni n , onu n bölgese l s avaşlara evri lmesini önle menin devrimci yolu e mperyalist barış ve çözü me karşı , h akl ı bi r ba rı ş gücü nü ö rgütlemekte n geçe r. " Makal eler korriiseri ni n makalesi böyle bi­ tiyor ; ki rli savaş ı n "bölgesel savaşlara evri lmesi" korku su , her­ h alde PKK'nin yeni "Ağustos Atı l ı m ı" sonrası nda akla geliyo r. Fakat daha ö nemli yan ı var, böyle bir so n gerçek bir son de­ mek o luyor; bu nlar çözü mü h ala "bi r barış g ücünü ö rgütlemekte n" geçi riyorlar. Dertleri bi r yeni Apayd ı n , bi r yeni Atabek, bir yeni Be hramoQlu veya bir yeni Sirmen bu lmaktı r. Yaz ık, hala s ıQ , hal a kekeme ve hala "bişiy" aşamas ı ndad ı rlar; h albuki y ak ıcı ve tek so ru n Tü rkiye Devri mi'ni ve Tü rkiye Sosyalizmi'ni örgütlemekti r. Kü rt Devri mi'nde eksik olan muha­ tapt ı r ve bu Tü rkiye Devrimi'ni n örgütlenmesidi r. Bu Türkiye Sosyalizmi'nin örgütlenmesidi r. Bu n l ar hala devleti n kendi leri i çi n çi zd iği alandalar, bu ne­ denle iki de bir "şey" diyorlar ve sadece "ş'apmak" fiiline takı lıyorlar. Ben i se Babam'dan biliyo ru m , bize yapmad ı , ama böylesi ni gerekli görüyoru m ; bu nlar her "Kü rt sorunu barı ş so­ ru nu" dedi kleri zaman , bu nlar her "şe y" sesi ni çıkardıkları nda ağızları na biber koymak gereki yo r. Ben, bi r da ha gelebilecek cezal arı ö nleyebi lmek i çi n , bu bişiy'cile ri bi berlemeyi ö neriyo ru m .

1 74


DA LGA

Cengiz Çandar mı tutarlıdır, yoksa Haydar Kutlu mu? Hasan Cemal mi dönüktü-r, yoksa i lhan Selçuk mu? Son zamanlarda bunları düşünüyorum ve temelinden bi r ce­ . vap bulmaya çalışıyorum. Soru, felsefi eğilimlidir ve insanın tanımını da ilgilendiriyor. Önce Kurtuluş'ta ve sonra da gazetelerimizde Cengiz Çan­ dar' ı" çok el�ştirdim ve pratikle ilgili eleştirilerimi saklı tutuyo­ rum. Ancak bir de· şöyle bakıyorum ; bölgemizde bir büyük birlik istiyordu ve bunun emekçiler eliyle kurulacağına inanıyordu. Olmadı ve şimdi sermayenin birliğinden yana bir çizgi izliyor. Hasan Cemal ise, ittihat ve Ter akki Fırkası 'nın üç büyük paşasından birisinin torunu olarak dünyaya geliyor, babası etki­ siz, kendisi, gücü sot kanatla bulacağını sanıyor ve Doğan Avcıoğlu'nun dergahına giriyor; olmuyor. Bunun üzerine ikisin­ den de, yöntem değiştirmedeki bozulmayı saklı tutarak, kendi ölçüsünde bir tutarlılık bulmaya başlıyorum. Bunun yanında ise ilhan Selçuk'un Avcıoğlu Darbesi ile Başbakan Süleyman De­ r11irel'i devirip yerine geçmek istediğini biliyorum; şimdi Demi­ rel�n kuyruğundadır. Nabi Yağcı da, Haydar Kutlu adıyla, Tkp başı olarak hepimizin önünü kesmeye çalışıyor, hepimize tepe­ den bakıp akıl veriyor, ülkeyi yönetmeyi vaadediyordu; sonra töbekar oldu ve şimdi ise "hem Sovyetler'de hem de Tkp'de ta­ rih diye ortaya, konulan şeylerin hepsi resmi tarihtir'' diyen bir 1 75


küfürbaz itirafçıdır. işte son zamanlarda bu karşıtlıklara takı lı­ yor ve insanın tanımı üzerine derin so rulara dal ıyordum. Önceki gün AliTianya·da yapacağımız bir toplantı için Bilge­ su Paris'e geldi ve bana aktüel gazete ve dergileri de getirdi. Getirdiklerinin birisi son Aktüel dergisidir ve burada Cengiz Çandar ile yapılmış bir mülakat yer alıyor; patronunun dergisin­ de Çandar' ın dönekliğini tartışıyorlar. Çandar "özel bir döne­ min, '68 kuşağını yalayan rüzgarın parçasıydım" diyor. Bu söy­ leyiş de , benim ele almak istediğim tartışmanın üstüne geliyor. Bu aynı zamanda bir "dalga" tartışması ve sorunu oluyor. Bana göre bir güzel rüzgar esmiştir, bir dalga ç ıkmıştır ve altmış­ sekizlilerin çoğu bu dalgaya binmişlerdir. Altmışlardan hemen önce, Latin Amerika'yı sarsan Küba Devrimi var. Alt_m ışta Türkiye ve Güney Kore'de, iki dik­ tatörlüğün, öğrenci eylemlerinin fitillediği. halk hareketleriyle devrildikleri görülüyor; hemen sonra, insanoğlu , Gagarin adında bir Sovyet astronotu ile uzayın keşfine başlıyor . . Uzayın keşfinin başlaması ve bu başlangıca sosyalizmin damgasını vurması , başlı başına bir kabarmadır. Altmış beşte, Türkiye'de ilk kez sosyalistler parlamenter oluyorlar ve meclis kürsüsü�ü onbeş kişilik bir takımla zaptediyorlar; altmışlı yılların ikinci yarısında Vietnam halkının Amerikan emperyalizmine diz çök­ türmesinin . destanı yazılmaya başlıy�r. Bu hem dünyayı ve hem de Türkiye'yi içine alan bir dalgadır; dalga kabarı yor. Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Nabi Yağcı, Müftüoğlu , Kürkçü ve diğerleri, hep bu dalgaya binenlerdir. Şimdi dalga in­ miştir. Kimisi inen dalgayla birlikte indiler ve kimisi başka dalga­ ya bindiler. Cemal ve Çandar, başka dalgaya binenlerdir.

***

Bir de dalga cambazları var, doğrusu ben bunların cam ­ bazlıklarını ağzım açık seyrediyorum, dünyaya gelmiş en mahir dalga cambazlarından birisinin de Ataol Behramoğlu o l­ duğundan ku şku duymuyoru m. Cambazlığ ını hayranlıkla izle­ diğim kesindir; Tip dalgası kabarmışken Tip tlidir ve bu dalga inerken Tkp dalgasr"na atlamasın ı bilmiştir. Bunu Sovyet dal­ gası izliyor, Ataol'un bir ara her başı ağrıdıkça doktora Mosko1 76


va'ya gittiği biliniyor; sonra Moskova dalgasındadır. Şimdi bun­ ların hepsi çökmüştür ve en yüksek dalga dönekliktir; Ataol müthiş bir beceriyle, bir ayağını Hürriyet'e ve diğer ayağını Cumhuriyet'e atıp, şimdi dönüklük dalgasıyla Bosna'ya uçuyor. izlemesi bile heyecan veriyor. Otuzlu yılların dönükleri bunların yanında pek onurlu kalıyorlar. Cumhuriyet gazetesi şimdi bir morg'tur ve bütün ilerici ce­ setlerini saklıyor. "Türkiye'de bunca anti-komünist propagandanın yapıldığı, komünist partisinin yasal olarak kurulma imkanının verilmediği yerde, bir komünist partisi eğer yasal d�ğilse bana göre bir ta­ rafa yaslanacaktı. Dünya politikası hakkında analiz yapabilmesi için doğal olarak yasal parti olması, enstitülerinin harıl harıl çalışıyor ve araştırmalar yapıyor olması lazım ki kendisi özgün birşeyler yapabilsin. Bu olmadığına göre ne olacaktı? O zaman Sovyetler Birliği'nin dünya politikasına dahil olacaktın, dünya politi�asıyla i lgili analizlerini alac�ktın." Ben b�ndan daha aptal­ ca pek az söz okuduğumu hatırlıyorum ; ne Hasan Cemal ne de Çandar'ın bunları telaffuz edeceğini sanmıyorum. Bir: Harıl harıl çalışan enstitüler ve yasal parti olmadıkça doğru tahlil yapılması mü mkün değildir; önce bu söyleniyor. iki : Peki şimdi ne yapmal ı, bütün Lenin Külliyatı'nı atmak mı gereki­ yor? Çünkü Lenin, bunları yazarken hep gizlid�ydi, bazan Sibi rya'da hapisteydi ve hiçbir enstitüsü yoktu. Uç: Bunları söyleyen, Tkp'nin son kitab-i u mumisi , Haydar Kutlu adlı Nabi Yağcı'dır ve Cu mhuriyet gazetesinde kelam ediyor. Dört : "Biz" diyor, "tahlil yapamıyorduk, bu nedenle tahli lleri Moskova'dan ithal ediyorduk" diyor, inanılır gibi değil, ancak söylediği budur . Bu, dördüncü nokta o larak yazdıklarım. benim özet ve yoru­ mumdur. Beş: Ancak kuşku bulunmamalı, bir de açıkça "Tkp komünistleri bu tahlilleri yapma imkanına sahip olmadıkları için elbette inanıyorlardı ki Sovyetler Birliği en doğrusunu söylüyor'' buyur,uyor. Bütün · bunların anlamı şudur; Tkp düşünmeyi bırakmıştır. Tkp yönetiminde beyinleri n·asır bağlamıştır. Bunu, ne yazık ben söylemiyorum, son Tkp-başı söylüyor.

**

*


Sadece tahliller mi acaba? Aziz Nesin öldü ve göklere çıkartıldı. Kaç kişi, "Aziz Nesin Sen Nesin" kampanyasından söz etti? Ölümünden sonra bana gelen "Söz'' dergilerinden "Aziz Nesin biz sana vurgunuz" ka­ paklısının iç.i mi sızlattığını hatırlıyorum. Sanki Aziz Bey, bir me­ lek olmuş ve göklere çıkmıştı; Atilla Coşkun, Veysi Sarısözen, Sıtkı Coşkun, utanmadan aşk ilan ediyorlardı. ilkokul öğren­ cileri türünden kapağı imzalıyorlardı. Yeni kuşaklar bu hain kampanyayı hatırlıyor mu? Tkp, en çok Sarısözen, Yağcı ve Coşkun çetesi, Disk'i sosyalistlerden alıp, Chp kanalıyla sermayeye teslim etmek istiyorlardı. Behice Boran ve Yürüyüş dergisi çevresi buna şiddetle karşı çıkıyordu; Bo ran ve ben, bunları, Tkp'nin bu yeni yöneticilerini "sosyalist havariler" adıyla, açıkça sermayenin kuklaları olmakla suçlu­ yorduk. 1 977 seçimleri yaklaştı ve bu satıcıların elindeki Ma­ den-iş, stokların çok yığıldığı bir zamanda grev ilan etti ve işçilere, C H P'ye oy vermelerini, Ecevit'in iktidara geldiğinde çok iyi toplu sözleşme imzalayacağını duyurdular. Tam bir şantaj ve açık bir ihanet vardı ve Aziz Nesin, buna dayanamadı ve "Büyük Grev" adlı öyküsüyle, Tkp etkisiyle başlatılan bu grevin sermayenin yararına olduğunu yazdı; kıyamet koptu. Cumhuri­ yet gazetesinde Atilla Coşkun ile Yağcı'nın başında olduğu bir çete "Aziz Nesin Sen Nesin" kampanyasını açtılar ve Türkiye'yi Aziz Nesin ' e dar yaptılar. Aziz Bey, Türkiye'de nefes alamaz ol­ du, her gittiği yerde Tkp korucularının hücumuna ve çığlıklarına muhatap oluyordu. Aziz Nesin'e küfredenlerin hapsinin yazıları ve isimleri, Aziz Nesin'in "Büyük Grev" adlı kitabında ve bizim Yürüyüş dergisi kolleksiyonlarında yaralıyor. isteyenler, "Aziz Nesin Sen Nesin" kampanyası ile "Aziz Nesin biz i sana vurgunuz" kampanyasını karşı laştırabilir; ibret verici bu ahlaksızlığı görürler. Görmeleri gerekiyor Sonu mu? Aziz Bey dayanamadı, kampanyanın durdurulmasını istedi, olmadı. Bir gün yakınlarına "ben gidiyorum" dedi, "durduracağım" diye e·kledi; Moskova'ya gitti, sahiplerinden rica etti ve bunlar bıçakla kesilmişcesine "Aziz Nesin Sen Nesin" kampanyasını durdurdular. Bunların dillerinin musluğu da Mos1 78


kova'daydı . • Benim bunl_a rla henüz kesilmemiş Qir hesabım var. Aziz Nesin'e yapılanlar ayrı, bunları yazmakla yetiniyorum ; ancak bütün uyarılarımıza karşın, Disk'i büyük sermayeye tes­ lim etmenin v� yoksullaştırmanın hesabını henüz sormuş değilim. Başka h esaplar da var. Ortak mücad elemizin hesabını ortak gazete ve dergilerimiz­ de ke�mek istiyorum. Doğrud�n doğruya Türkiye sosyalizminin hesabını başka dergilerimize ve kitaplarıma ayırıyorum . *

**

Şimdi dalga indi. Bazıları iki dalga arasındaki çukura düştüler. Bir de "analiz" boruları ortadan kalktı, ne yapacaklarını bilemez oldular. Şimdi sosyalizm adına sadece dullarla uğraşıyorlar. Nazım Hikmet'in dulu, Yılmaz Güney'in dulu, Ruhi su·nun dulu; şimdi bütün işleri budur. Bunlara göre sadece Nazım veya Ruhi hapis yatmıştır ve bunlara göre Mamak veya Diyarbekir yoktur. * *

*

Yalnız yaşam sadece kötümser rüzgarlar estirmiyor, Bilge­ su'nun lstanbul'dan getirdikleri arasında son çıkan Söz dergisi de vardı ve. okuyunca çok sevindim. Çünkü bizim Özgür Politi­ ka'nın Türkiye'de de izlendiğini öğrendim; çünkü Özgür Politi­ ka'da çıkan yazılarım üzerine Söz tam bir sayfa ayırıyor. Bir sayfa bana küfür var. Hem Politika'nın okunmasına ve hem de küfürlere sevindiğimi ·söylemek istiyorum. Eskiden de böyle olurdu, Yürüyüş'ü . çıkardığımızda, şimdi Söz'de de yazan Çul­ haoğlu, yazı işleri müdürümüzdü, bütün yayınları izlerdi ve ben büroya geldikçe , sık sık, "Metin, nasıl bu hafta küfür var ·mı?" diye soruyordum. Küfürsüz haftalara çok üzülürdüm, çünkü bunlardan küfür, bana doğru yol ve sağlık işareti olarak geliyor- · du. Ben yazılarımı okumam, küfürleri ise hiç okumam; bir göz gezdirdiğim oluyor. Söz'de bir büyük sayfa Emin Karaca'nın ba­ na küfürlerini yayınlamışlar; doğrusu sadece bir sayfa küfür ol­ duğunu anlayacak ölçüde göz gezdirdim. Biraz da, Emin için 1 79


üzüldüm, Tkp takımının kestaneleri ni ateşten almaya razı görü ­ nüyor; Söz, "Küçük yazısında doğrudan doğruya Emin Kara­ ca'yı hedef aldığı için Karaca'nın aşağıdaki yazısını bir cevap hakkı olarak yayınlamak gerekiyordu" diyor, bunun gerçekle il­ gisini göremiyorum, ben Karaca'yı değil, Sözsüz'leri hedef aldım. Bu, bir ve ikincisi Karaca'nın küfürlerinin bir kısmını da sansür ettiklerini söyleyerek Karaca'yı bana ihbar ediyorlar. Adet olmasına karşın Söz, okuyucu larına benim ne yaz­ dığımı duyurmuyor, önemsemiyorum, demek bizim Özgür · Poli­ tika, Türkiye'de çok iyi okunuyor, iyimserim, böyle düşünü­ yorum, ancak yine de 5 Eylül tarihli yazımda Emin Karaca ile il­ gili bölümü aktarıyorum: "Hele Tip'ten, Tkp'den dönük, yazarlar sendikası başkanı Ataol Behramoğlu Bosna'ya sefer düzenler­ ken bizim arkadaşımız, yazarlar sendikası genel sekreteri Emin Karaca'nın Nazım'ın aşkları konusunda hem aptalca hem de bilgisizce bir tartışma sürdürmesinden, artık bu düzenin sol aydınlarıyla birlikte, sonu·nun geldiğinden hiç kuşku duymuyo­ rum."· işte Emin Karaca'nın, kesilerek bir büyük sayfaya indiri­ len küfürünün nedeni bu cümledir. inandırıcı mı? Bu kadarcık yazı için ve hem de "arkadaşımız" dediğim bir insandan iki sayfa küfür gelir mi? Kesinlikle hayır. Bir: Ben aynı yazıda Söz'de yazan Teslim Töre'nin artık emekli edilniesi gerektiğini, yazdıklarının pek ca­ hilane olduğunu, öteden beri gereksiz yere kendisini ve Apo'yu aynı aynada gördüğünü belirttim. iki: 1 9 Eylül tarihli . ve do­ layısıyla Karaca'nın adının geçtiği yazıdan haftalarca sonra yazdığım "Şey" başlıklı yazıda da, Söz'ün makaleler komiseri eylü list zamanı Leipzig'te geçiren Sarısözen'in bir ma�aıesini Kürt sorununda hainane bulduğumu ifade ettim . üç: Kızgınlık nedenleri buradadı r. Dört : Ayrıca bir süre önce Paris'te beni zi­ yaret eden, Sosyalist Parti yöneticisi ve Söz yazarı bir arka­ daşıma, Tkp artıklarıyla hiçbir yere gidemeyeceklerini net bir şekilde aktardım. Bu kadar değil, aynı kimse, bana, "Başkan Apo'nun mesajı son derece dikkatliydi, Kürt sözcüğü bile geçmiyordu" diyordu. Bu Sosyalist Parti, bir " Kürt Konferansı" topluyordu. Başkan Apo'dan mesaj istiyordu Apo, her zaman olduğu gibi son deret

1 ao


ce dikkatli bir mesaj gönderiyordu, bu Sosyalist Parti korktu ve rica edip istedikleri mesajı toplantıda okuyamadı. Bu kadar da ... değil, bu Söz dergisi de, "biz bu mesajı yayınlarsak, Türkiye'de sansür olmadığı sanılır" diye çok üstün bir gerekçe ile alınan mesajı yayınlamaktan kaçıyordu. Bir avukat eğer bir sanığı idamdan kurtarırsa, Türkiye'de adil mahkemeler olduğu an­ laşılacaktır; Söz'ün kafası budur. Bu korucu kafasıdır ve Tkp kafasıdır. Bu kafayla bizimki arasında dağlar var ve bana küfretmeleri bundandır.

***

Beni ziyaret eden Sosyalist Parti yöneticisi bana Söz'ün sansürünü anlatıyordu, tatsız; ancak işin çok sevindiğim bir yanı da var. Sevindiğim nokta şudur: "Söz'ün yayın hazırlıkları sırası nda dergimize yazmak istediğini bildirmiş , sütun istemişti, ancak bu isteği kabul edilmedi. Çünkü diğer benzer taleplere de Söz'ü n düzenli yazarları olmayacağı yanıtı verilmişti . Küçük'e de isterse yazı gönderebileceği ve uygun görülürse yayınlanabileceği, ancak düzenli yazarımız olmasının uygun görülmediği söylendi." Doğrusu buna çok sevindim. Bir: Ben şimdiye kadar hiçbir yerde yazmak için bir istekte bulunmadım. Söz'de yazmak istediğimi ve isteğimin kısmen kabul edildiğini ilk kez duyuyorum. iki : Söz'de yazmak aklımdan bile geçmedi. Üç: Ben bizim gazetelerde yazıyorum·, Yeni lnsan'da yazıyo­ rum, Marksist Damar'da yazıyorum, daha ne? Ben daktilo mu­ yum? Sonra önemli bir günlük gazetede sütun sahibi olan bir yazarın ne olacağı belirsiz bir dergide sütun istemesi nerede görülmüş, kim bunu yapmış ki, ben de yapayım? Dört : Tkp'li­ lerin olduğu yerde ben yazmak istemem, onlar da benden nef­ ret ederler ve yazdırmazlar. Bunu çok iyi bilirim. Beş: Çıktıktan sonra Söz'ü getirtmeye başladım ve hiç beğenmiyorum. Söz yazarı olan Ragıp Zarakolu'ndan rica etsinler, kopyalarını alıp okusunlar, Gazete'ye gönderdiğim her notta, Söz'ü izlemelerini ve çoğu yazmayı ve daktiloyu bizim gazetelerimizde öğrenen bu insanların yaptıklarının tam tersini yapmalarını öneriyorum. Altı: Söz çıktığında ben buradaydım , doğrusu sütunlarını nasıl istemişim, mektupla mı güvercinle mi, telefonla mı ve beni nasıl 1 81


reddetmişler, faksla mı; galiba bunlar sandığımdan da aptallar. Yedi: Sevindiğim nokta şudur; demek, kendi aralarında benden yazı istemeyi tartışmışlar ve benim yazmamı isteyenler olmuş ve reddedenler çoğunluktaymış, bu ak.la yatkındır. Sosyalist Parti'de beni sevmeyenlerin ve h atta benden nefret edenlerin, şu anda çok fazla olduğu kesindir� Bu beni sevindiriyor. Şu an­ da bunların çoğunlu�u beni beğenirse , bu benim yanlış ol­ duğum anlamına gelir. Uzadı, ancak son bir nokta var ve benim sevincimle ilgilidir. Bilgesu'nun getirdiği gazetelerde, Dr. Beşikçi'ye Norveç Yazar­ lar Birliği'ni n düşünce ödülü verdiği haberi de vardı. Bir rast­ lantı, geçen yazımda, ben Yazarlar Birliği'nin geçen yılki top­ lantısında Dr. Beşikçi'nin nasıl, Bertrand Russel veya Noam Chomsky tü ründen dünyanın yüzakı bir aydın olduğunu an­ lattığımı hatırlatıyordum. Anlatmak, benim için çok kolaydır. Bir: Dr. Beşikçi buna layıktır. iki: Ben buna inanıyorum. Son nokta da şudur: Ben şimdi Kürt Cephesi'nde mecbu ri hizmetimi yapıyorum. Halkı mın ve Türk aydınının borcunu ve borcumu ödüyorum. Doğrusu yaptıklarımdan çok hoşnutum, ancak, Kürt Devrimi'ni bir an için qırakıyorum. Yakında da tez­ keremi alrnayı umut ediyorum, o zaman devrimi mizin hainleriy­ le piyade savaşı yapma imkanım · da olacaktır; savaşım birkaç cephede birlikte gidiyor ve beni çok mutlu ediyor . Kürtler. bütün dalgaların yıkıldıQı bir zamanda, kendilerini ve mücadelelerini yükselttiler. Biz de kendi yüksekliğimizi bulmak üzereyiz. Başladık.

1 82


i

İLAN Es kide n _ çoktu , şi m d i azald ı lar 1 ancak ş i md i . çok g e re kl id i r ; bir tü r i la ndan söz ediyoru m . Şöyleyd i : ." Ki m l iği m i kaybetti m , ye n is i � i ç ı karacağ ı m içi n eskis i n i n h ü km ü kal m arrı t ştı r. " Bu i lan pek ge­ rekl i o ld u , i çi n de hem ge rçe k var ve h e m d� u m udu taş ı yor. He m · b i r h ü kümsüzl ü ğ ü ve h e m de ye n ·ı sin i n ç ı kacağ ı n ı h abe r ediyo r; · m üjde si .de var. Tü rkiye 'de sol kim l iğin i kaybetm işti r .. artl k h ü kü msüzd ü r: Ölüd .. . ü r , ölü t l rıı aktır ve altı n dan ye n isi s ü rüyo r. Olüm , ö l ü l e rle yaşarr1 aktı r ve ö l ü leri sev mekti r. Altm ı ş sol u nda b i risi y� n i ö l ü , N az ı rn H i km et ve i kis i yaş ayan , Aziz Nesin ve R u hi Su , ü ç u r u vard ı ; arad an g eçe n · zam anda son i kis i de �ramızdan göçtüle r . Bana g ö re bu ü çl ü , bi r deği l , üç kez ö ld ü..l er. U ç ü de ü ç kat öl üdü r. . U çü , Naz.ı m , Nes i n ve Sü . b i re r ke z b i re r i ns an o l arak öld ü l e r. İ ki : i ki n ci s i , kendi ·yo l l arı nda .ö ldü le r . Kendi yo l l arı nda 9 ld ü l e r, de r· ke n , ne an latm ak is tiyo r u m ; ş i rndi d e b u n u yaz mak istryoru m . a.. �� az ı m , kı sa bi r d ö n e m h ar.i ç , bi r dön e ı nde ki etki ash n da M aya­ �,ovs kiy'dir., 1·ü rk şiiri n i hiçbi r zam an e:tki l eye m e m işti r . Uygu n s özc ü kle , ş i i rd e , Nazı m. ' ı n ce maatı o i mam ı ştır� ki mse Naz ı m ' ı.n şiır yo l u n u jzl e m iyo r. N az ı m 'd a n s o rı raki Tü rk şi i ri n i n önde ge l e n i s i ml e ri n de n Dağ larca, S ü reya, Arif ve İ l h an'dan h içbirisi N azı m ' ı n yol u n u izlem iyo r. Bu ço k kö tü bi r ölü md ü r . b . Aziz N es i n yazı l ı_ m i ­ zah ı n so n u dur. Aziz Bey m i yaptı , b i lem e m , an cak Nesi n'le bi rli k­ te Tü rkiye'de yazı l ı m izah � n tarl as ı n a . kı ran g i rm işt i r . Eğe r büy ü kse s bu n u ayn ca yazacağı m , Aziz Nes in'e miza h i ç i n . T ü �kiye'de "d ev ri m e( kur·u l lar dah i l h i çpi r ödü l ve ril m e rrı işti r , b u b üy ü kl ü kle b i rlikte Tü rkiye 'de yaz ı l ı m i zah ı n so n u ge ! rn işti r . B u 1

1 83


çok kötü bir ölü mdür. c. Su'dan ise kasetterinden başka kalan yoktur. Bugü n Ruhi Su izleyicileriyle Ruh i Bey aras ı ndaki tek bağ. so n u n cu ları n Ruhi Bey'in kaş ı n ı ve göz ü n ü taklit etmeleridir . •• Bu ço k kötü bir ölü mdü r. Uç: A ltm ış beş yı lı ndan doksan �eşe otuz y ı l geçiyo r ; bilimsel d i lde bir "kuşak" anlam ı n a geliyor ve artık Türkiye sol u n u n ne bir " yen i " N azı m ' ı , ne bir yeni" Aziz'i , ne bir "yeni" Su'yu var. Be nze ri yo k, so lcu bir ö ne m li şairi , m izahçısı ve şarkıcıs ı yok ; ası l yoks u l lu k budur. As ı l bitm işlik budur. Be nim isyan ı m buradad ı r. Kötü rü m , .Yoksul ve bitm işler ve ölülerle idare edip ölülerle yaz ı ş ıyorlar. Olüdü rler. Tekrar ı lan en duyu ruyoru m . ***

..

Devam ederken adet üzere bir p�rantez açı yorum . Bir: U l keG ü ndem yay ı n yo lu olarak da adlandı rılabilir, be n bu çizgin in ve yo lu n baş ı ndan be ri içi ndeyi m . İ l k h az ı rl ı k toplantı ları n ı . da, Ca�aloğ l u' nda, Toplumsal Ku rtuluş'u n bin as ı nda yapıyo rdu k; ço k i nsan geldi g itti, ş imd i baş ı ndan beri bu işin içi nde o lup da h ala ayn ı ye rd e kalan bi r Oktay ve bir de ben varız':' İki : Salt Kü rt yay ı n ı olsa da yazarı m , ancak biz, başı ndan be ri bun ları , Kürt ve Türk Devri m leri'n in Y�.y ı n ları olarak d ü ş ü n üyordu k, h ala bu içiçe liğe i nan ıyoru m . Uç : Bunu n bir anlamı var; ben bütün yazı ları m da , b ütün övgü ve eleştiri lerimde sadece ve s adece , or­ tak hedefi gözetiyoru m . Kü rt ve Tü rk o rtak ceph esi n i ilgilend irme­ diği sü rece övm üyo ru m ve ye rm iyo rum . Bu , bir ahlaktı r. Ben bu ahlakı , ne Stalin'den ne Mao'dan ne de Enver Hoca'dan öğ ren­ dim , ah lakta be n i m öğretmenim babamd ı r. Dört: Kuşkusu z ortak cephe yay ı n ları nda . yazm ak ben i daraltıyor. Ancak bu ��daki görevleri m in de son u n u n yaklaştığ ı n ı h issediyo ru m . Yen i-Ozgür dizis inin Tü rkiye ayag ı ndaki yayı n larla defteri m i kapattı ğ ı m ı d ü­ şünüyoru m . Ayn ca bir ihtiyaç da kal m ı yor; ben i m kökte nci m ü ca­ d�leci kiş iliği m , . zam an zam an Tü rkiye ayağı ndaki arkadaşla­ rı m ıza uygu n gel m iyor, be n i istem iyorlar. B u n u açı kl ı kla ve biraz da sevin e rek, yaz ıyo ru m ; kuşku suz be n de bu düzenle ceph eden ve kı ran kı rana savaş mayan hiçbi r ye rde yazm ak iste m iyo ru m . Ben·, buyum , beğen me k y a d a eleştirme k herkesi n hakkıd ı r. Beş : Şimdi Avru pa g azetem izde yazıyoru m , Med-Tv'de çal ış ıyo rum , radyoyu be kliyorum , iste n i rse zaman ı m ölçüsü nde h izmeti m i sun­ maya h azır olduğ u m u söylüyo ru m . Neden mi? Babam bana, 1 84


"Oğlum her h ayı rlı işte tuzu n olsu n" derd i ; bu n l ar çok h ayı rl ı ve o n u r verici iş le rdir. Be n de bu işlerin tuzuyu m, on u r d uyuyoru m . Altı : Onu r başkad ı r ve ke ndi m i daraltm a gerçeği m ise bam ­ başkad ı r. Örne k sevm em , ancak vermek duru m undayı m . a . Or­ h an Pam uk'u n son rom an ı Yeni Hayat çıktığ ı nda okudu m , çok önem li e leştirilerim vard ı , saptadı m , yazm ak üze reydim , tam o s ı rada Pamuk'un Kürt Ceph esi'nde , üstelik bütü n solu muzun ye­ n iden kaçıştığı bir zamanda olum lu bir çı kış ı o ldu ; bekletiyo rum . Yazm ıyoru m . b. Söz dergisin i sözsüz buluyordu m, Yen i-Özgü r yolu na gö nde rdiğim iç notlarda, Söz' ü önle rine almal arı n ı , çoğu daktiloyu bu ocaklarda tan ıyan b u i nsanları n yaptı kları n ı n tam tersini yapm aları n ı ön eriyordu m , ama se rt eleştirilerden özelli kle kaçı n ıyordum . Tkp çizg isinin ihan et dolu old uğunu biliyordum ve yazm ıyordum ; yakı n zamanda Tkp i hanet çizgisinin baş . aktör­ leri nden Sarısözen'in , Kü rt m ücadelesini satış a çıkaran makale­ sini okuyunca, üzerlerine gittim ve gitm eye de devam ediyoru m . Parantezi kapatmak için bir taşa i htiyacım var; ben bir taş ı m , Sabah attin Ali' nin zam an ı n Mit'i y le işbirliği yaparken ölüm e git­ tiğin i ortaya çı karan benim ; Aziz Nesin , "doğrudur" diye yazı yor­ du . Be n bir taşım ; Ruh i Su' n u n da an as ı n ı n ve babas ı n ı n Erme n i olduğu nu ve Türk yöneten leri tarafı ndan katledild i�in i çı karan da benim ; ben , Ruhi'nin bu nun bi linci n de old uğu ndan kuşku la­ n ıyo rdum . Şimdi g ö rebildiğim , Ru hi Bey, b u n u bil iyordu , zaman zaman Tip·te sanat kom isyon ları nda beraber olduğum uzda, Beh i­ ce Han ı m ve ben i i rkilten bi r kem alizmle üstün ü örtüyordu . Ben , kendi kökü n ü reddeden ve hatı rlamayanları , ister Kürt, ister Er­ m e n i ve isters e Türk o lsun sevme m ; bu nları yazarak parantezi kapatı yoru m . * * * Bel ki fazla cinse ldir ve belki fazla korkak; "birleşme" Türkiye ilericiliğinin fetişi oluyor. Osmanl ı'n ı n so n zama�arı nda da en büyük nakarattı ; ben başlang ıçta ayrı l ı k ve n etli kten yan ayı m . Daha önce de değindiğim i h atırl ı yoru m ; bu neden le islam ı n La İ lahe"· ile başlam ası n ı beğ e n iyoru m , "Tan rı yoktu r" anl am ı n a geli­ yor. İlk söz redctir; " La ilah e illallah" bizim Allah ı m ı zdan başka tan rı yoktu r, dem ek oluyor. Beğeniyoru m ; h er ciddi yola çı kış böyle başiamalıd ı r; kendine bir güv.e n ifade ediyor. PKK gerçekliğinden çı kard ığ ı m öne.mli de rslerden birisi budur; PKK, 11

1 85


tü m Kü rt örgütle ri n i ve Tü rkiye so lun u reddedere k yo l a ç ı kı yo r­ du . Büyü k bi r oerstir. Başarıs ı nd a bu başlang ı ç söz ü n ü n , " La İ l ah e 11 etkisi var . . Ayrı l ığ ı ö nemsem ekle bi rlikte bazı bi rleş me leri de "h ayı rl ı " bu­ luyo ru m . Tkp ile Dev-Yol bi rleşmesi n i çok "hayı rl ı .. . say ı yo ru m ve bir an ö nce oJ m as ı n ı istiyo ru m . Nedenl e rim bi rde n fazlad ı r ve sayıyo ru m . Bir : Kitapları mda ben b u n l ar, çoktan b i rleştirm iş bu lu­ n uyorum . İ ki : İ h aneti n .? Yrı ayr ı olm as ı yeri n e birlikte bu lu nmaları işimizi kolaylaştı rı yor. Uç : Tkp daha ço k s eksen ö n ces i nde i h ane­ ti n ad ı d ı r, se ks en s on rası na da sarkıyor. Dev-Yo l , · kes i n , seksen sonrası nda ihaneti n çizg isid i r . . Dö rt: İ kisi de il i kleri n e kad ar, ke­ m al istti rler. Bir açı klam a yap m am a izi n var m ı ? Ben i tan ı yan lar , köylü olan ı ço k s evd iği m i bil i rler. Evi mde h ala yem e n i giye rim , Karaku ­ su ntar'da kabak, do mates , biber yetişti rm eyi , toprakta çal ı ş m ay ı heyacan sayıyo rdu m . Köyl ü şal ları n ı d a çok beğen i-yo ru m ; bilim­ de , s ı kı ştığ ı m zam an , köy p ı narı na koş uyo iu m . B u n lar ı n hepsi doğrud u r ; ancak ban a gö re nköylü kafas ı " ezil m eye m ah ku md u r . Savaşı köyü m üze ve köylüm üze · �eği l , köy;- ü kafas ı n a yö neltiyorum ; anl ı yo ru m . Tü rk Kağan ları : · Moğof Han ları , Selçu kl u l ar, Haç l ı lar, hepsi ve heps i , 1·ü rkm e n , Kü rt, Ermeni, Elen , Arap köyl ülerim izi h ep katletti ler, köylüle ri m iz yaşam ak içi n an cak ezi � m iş bir kafaya kald ı lar� Bu söz ü m , Tkp ve Dev-Yo l için de geçerlid j r ; ben i m savaş ı m te k tek Tkp t li veya D ev-v·oı' J u larl a değil , b u i ki kafaylad ı r. Tü rkiye s olu n u n yolu n u açm ak içi n , Tkp ve Dev-Yol kafas ı n ı ezmem iz gere kiyor; asl ı nda te k kafad ı r. Bunu ilan ediyo ru m . Ş i m d i saymaya başl ıyoru m . Bi r: Dü ny ada önde ge l e n kad_r o­ i arı na bite haber vermede n ke ndisin i - fesh ed ip, bir burjuva partisi­ ne katı lan e nqer sol p�rti lerden biris i , Tkp'dir . Otu zlu yı l larda, tam Kürt baş kald ı rı sı n ı n yay ı ld ı ğ ı bir sı rada, Tkp , ke ndisi n i feshedip Chp'ye katı l m a karan al ıyor; b u n u , kitaplar ı mda ç ı karm ı ş bu lu n u-· yoru m . Kitapları m da kan ıtl arı var, i rdel�dim . Şeyh Sait' i n_ bir İ ng i l iz cas usu o lduğu yal an , n ı çı karan da, ke m alizm e yar­ d akcı l ı kla akl ı n ı yiti re n Tkp'd ir. İki : Do�tor Hikmet i l e N az·ı m Hik­ m et'in kişise l d ram ları ndan biris i d e b u rada yatıyor. İ hane tten h a:­ be rl eri yok kö kte nci m ü cadelelerin i s ü rdü rü yorlar. Üç : · İ l k farke:. de n Doktor·du r ve i nö �ü'ye y_ö n el fk . utand ı rı c ı · bir övgü y!e dö n ü ş yapıyo r. Nazı m ' ı n dö n ü şü , "Kuva-i Mi lliye Desta� 1 " ad ı yla ,

1 86


yayı n lanan , ke malizm e · utan , ıacak övg ü lerle dolu · çal ışmas ı y­ lad ı r. Dört: Tkp , N azı m ve Doktor' u kem al izm e ku rban olarak ve­ riyo r; d ah a s o n ra yaz ı p utand ı racağ ı m , sadece . Tkp' li ler değil , k ı��ardeşi , akrabaları ve arkadaşları n ı n hepsi , N az ı m ' ı hapisan e­ de yal n fz bı rakı yorl ar. Bu Türk ayd ı n ı n ı n üzeri n e örtülen yüz­ kar aları ndan birisidir. Devam ediyoru m ve baş ka yerde ve m uhteme len bir ye n i ki­ tapta gel iştireceğim ; b i ri n ci Tip' in yü kseliş i n in duruşu , zam an ı n başbakan ı Dem i rel'in 1 967 y ı l ı nd�, Sovyetl er Birl iği ile , 1 92 1 y ıl ı n dan so n raki en bü yü k an laş m ayı yapm as ıyla· başl ı yo r. Beş : Tip'in o·e m ire l ' i n Moskova·yı a an l aşm as ı üzeri n e çö kerten , Mos­ kova' n ı n oyu ncağ t ,. Tkp'd �r. Altı : Disk' i Chp ve . Ecevit'e tes l i m . eden ve o rtadan kaybo lan da, N ağbi Yağcı ile Sıtkı Coş kun ko m utas ı nda Tkp . çapu lcu larıyd ı ço k yakı ndan bil iyorum , çü n kü bu n lara karşı m ü cad ele ediyord u k. Yedi : Yetm işyedi seçi mle­ rinde, Tip ve Tsip'e karş ı , Ecevit' i d estekleyen ler , Tkp ve Dev­ Yo l'du r. Sekiz : Eylü list darbey i, yapı ld ı ktan son ra s avu n an , uzu n s ü re General Evre n ' i eleşti rmekte n kaçı n an Evre n' i n "goşistleri " tem izle yip ke ndisi ni önplan a çı kartacağı n ı u man , b u yo lda yay ı n y apan , Bizim Radyo·d ur,. Sarısözen'd i r, Sıtkı Coş ku n 'd u r , N ağbi Yağc ı 1 d ı r. Do kuz : Kürt devri m cileri n i tıpkı bugü n parti ku rmaya benzer bir biçimde, bi rl i kte m ü cad ele içi n oyalayan , zaman ka y­ betti re n Dev-Yol'du r. Mamak•ta ortak savu n r)"l ayla . ke nd isi n i red­ d eden ve Mam ak'taki bütü n dire n işleri kı ran yi ne Dev-Yol'du r. On : Seksen yedi y ı l ı nda , Dem ire l' i n siyasi hakkı içi n , şe hvetle çal ışan yi ne Tkp ve Dev-Yo l'dur. Biz b_u n l ara karş ı · Toplu msal Ku rtuluş'ta "veba ile kolera aras ı nda seçim_ bizi i lgilend i rrnez 11 po­ l itikas ı n ı s ü rdürü yo rd uk. On �i r: Büyük bir m iyopl ukla, i ki de bir ya Ecevit'i ya da De m irel'i bayrak yapan yin� bu nlard ı r. Oniki : Tkp, Dev-Yol ve bi r de Ku rtu l uş' u n kad ro ları n ı n çoğu , eyl ü l ist d arbe y ı l ları nda m ü cadele alan ı n ı b ı rakı p t Shp içinde m illetvekili veya belediye m ecl is lerinde üyeli k peşinde ·koştular. Bugü n partici lik y apm aya ·kal km al arı bu kap ı n ı n daral m ası _n eden iytedir; kapı ca­ zip h ale geldiği a nda ye n iden kap ı lanacakl ar ı kes i ndir. Az kaldı , bitiriyorum . Kend i m i sade ce t�z ya da· taş o larak görm üyoru m ; ayn ı zam anda dev ri m ci m ücadelem izin belleği o l· d uğu m u i leri sü rüyoru m . a. Son radan ad ı " i nsan Hakları " olan ku­ ru luşun ku ru l u ş öykü sü n ü henüz yazm ad ı m , şi m d iki gen el b aşkan ı ve ge n el se krete ri de yazabil i rle r. Esnaflara yakışan ma-

-

1 87


nevralarla, bu derneği al ıp, Nabi Yağcı ile Nihat Sarg ı n ' ı n halkla ilişkiler büros u n a çeviren ler de Tkp ile Dev-Yol'dur; birleşik olduk­ larını boşa söylemiyorum . İsim m i isteniyo r; bu pislikleri, Dev­ Yol'un öneml i adamları ndan Melih Pekdemir'in o zamanki eşi Ayşe Pekde mi.r ile Halit Çelen k yürütüyordu . b. Ne oldu ? Bellek olduğumu söylüyoru m . Kürt devrimciler girm eye başlad ı , şimdi aram ızdan göçü k Vedat Ayaı n , Kürtçe konuştu , Ahmet Zeki Okçuoğlu Türkçeye çev irdi ; dönü m noktasıd ı r. Peki oturumda başkan kimdi? Başkanlık kürsüsü nde otu ran Çelen k �luyordu . Vedat'a ilk saldı ran Halit Çelenk'tir; ben im h epsiyle hesabım var ve hesabı m ı görmeye ye ni başlıyoru m . Oniki Mart'ta da rezis­ tansı yönetiyordum , oradaki Halit Çelenk'i yazm ak da borcumdur, zamanı gelecek, öyle düşünüyoru m . Devam ı var m ı ? c. Önü mde bir Söz dergisi ve arkasında Söz'ün bir şen lik ilan ı var. Ben, Tkp ile Dev-Yol'un çoktan birleşik old uOun u yazıyorum ya, bun lar beni doğruluyorlar. Çünkü ilanda bir de "Esenyurt Be lediye Başkan ı G ü rbüz Çapan' ı n katkı larıyla" yazısı ye r al ıyor; Çapan' ı n , şarkı söylemeyeceğine göre para ver­ diği anlaş ı l ıyo r. d . Kim bu Çapan? Anlayabildiğim kadarıyla, şimdi Chp'li ve Chp'ni n yeni lstanbul Başkanı Gürbüz Ketenci, "h ı rsızdı r" diyor, "ku lağ ı ndan tutup atacaO ı m " diye ekliyor. Hı rsız m ı ; bilemem . Fakat Türkiye bas ı n ını izleyebildiğim kadarıyla tele­ vizyonlarda da Çapan'ın h ı rsızl ığı üze rine yayınlar bu lun uyor ve bir mahkemenin bir gün ü bütün celseleri Çapan hakkı nda açı lan davalara ayı rd ığ ı n ı okuyorum . e . Doğru m u, bilmiyorum . BildiOim , bir Erm eni seferine yan ın a Türk m edyasın ı ve bir de Dev-Yol'un itirafçı liderlerinde n Taner Akçam' ı ald ığı na göre, Dev-Yol kökenl i olduğunu çıkarıyorum . f. Son Chp kong resinde Mu rat Karayal­ çın'ı n fedaileri arasında yer al ıyo rdu , yap-satçı olması ihtimali artıyor. g. Ası l önemli rı�)�ıct:aya geliyo ru m , benim dikkatimi, terörist m edyan ı n önde gelen le msilcileriyle birlikte Ermenistan'a yaptığı sefer dolayısıyla çekm işti ; sonra s ıkıştı rıldı , sıkıştırıl ınca, " Ben gitmeden önce Devlet Başkan ı Demirel dahil herkesle görüştü m" buyurdu . Ben çok şaş ı rdı m , demek, TC adına diplomatik sefere çıkıyordu ve bu Dev-Yol eskisi , yan ı nda b�r Dev·Yol'cu itirafçı ile birlikte Erivan ile An kara ilişkilerini yumuşatmaya çal ışıyorlard ı . h. Türk dışilişkileri nas ı l yum uşar? Artı k Tü rk diplomasisinin d ış al ış.­ verişte bir tek meselesi vard ır; Kürt m ücadelesi, masaya yatırıl ı ­ yor. ı . Ben de bun u söylüyorum , Tkp ve Dev-Yol'un işi , mücadele

Var.

1 88


satmaktır. i . Be n de bu nu söylüyoru m , bu nlar birleşiktir. j . Ben de bu n u söylüyorum , bun larda s ı kı lm a yoktu r. Adı bu kadar skandal­ lara karışm ış bir in sandan üç ku ruş al masalar o l m ayacak, bu nlar, bun lardı r.

..

ODP Solun Sevr Anlaşması 'dır

Hüküınet kurulamayan ülkemizde yeni bir "sol" parti ku­ rulmuştur. Bu Parti, hüküınet çevrelerinde sevinç yaratmıştır. Yalnız bu Parti, kendisini "sol" olarak nitelememeye özen göstermektedir. Bu Parti, sosyalizmi açıkça reddetmektedir. Bu Parti, sosyalizmin kökleriyle baglarını kopardıgını yiiksek sesle ilan etmektedir. Bu Parti, toplumda hiçbir sınıfı, kuşkusuz bu arada işçi sınıfı ve kuşkusuz emekçi sınıfları tem­ sil ve savunnıadıgını bağırınakıadır. Şu Parti, ülkemizde v� muhteırıelen dünyada, hiçbir sol ve sosyalist partinin isim için kullanmadıgı sözcükleri, "özgürlük" ve "dayanışma ", kendisi­ ne tabela olarak seçmiştir. Bu Parıi'nin isim sözcüklerinin sol ve sosyalist tarihte yeri yoktur. Bu Parti, aynı zamanda, dünyada hiçbir benzeri olmayan ve ilk örneklerine Os­ ınanlı 'nın son zamanlarında rastlaiıan , ismi ve'li bir partidi� Bu ve 'li farti'ye en yakın örnek mütareke yıllarının "Hürriyet ve itilaf' Fırkası 'dır. Bu Parti'nin kuruluşu, devlet medyası tarafından büyük bir sevinçle karşılanınıştır. Devlet ve Bab-ı Ali medyası, bu Par­ ti'nin devamı için duacıdır. Bu Parti, 1 920 yıllarınının başlarında Mustafa Kemal'in kurdugu "Resmi " Türkiye Komünist Fırka.sı 'ndan sonra kurulmuş, en "resmi sol" parti­ dir. Bu Parti, Bab-ı Ali basını ve devlet medyası tarafından satış kaınpanyalarına konu olmuştur. Bu Parti'nin promosyo­ nu vardır. Bunların hiçbirisi rastlantı değildir. Bunların hepsi birbiriyle tutarlıd�r. Çünkü bu Parti, solun, Sevr Antlaşması 'dır. Bu Parti ile birlikte, Türkiye solu ve sosyalizminin bütün mevzi ve kalelerinin Devlet 'e ve Devlet Partisi'ne teslimi

* Yalçın Küçük'ün 1 4 Şubat

1996 tarihli basın açıklaması.

1 89


amaçlanmaktadır. . A slındl1 bu bir Parti çalışnıası degil tesliıniyeı çıkışıdır. Bu tesliını)'etin öı·ıde gelen isimlerinin de henüz parti kur­ nıadık/arıııı ve heııü: parti olırıadıklarını söyleıııeleri de bunu gösıerınektedir. Tesliıniyetiıı aınacı . yükselen topluınsal hareketin öııünü kes,nektir . B u ıesliınivetin aınacı . tekelli hürokratik devletin . tüsiad ile .,, . general ve polis şefleri partisinin nuJralinin bozuldugu ve keıı� diııe güveniniıı işçi sınıfı ve emekçi cephesiııe geç.,ne)'e başla­ dıgı bir za,naııda , bu geçişin önüııe set çeknıektiı·. B u ıes�inı(vet. topraklarınıızda )'er/eşen , hak ·Ve hukuk ara­ ınayı ölüm-ka/1,n · sınırıııda ögreııe11 , acar Kürt Halkı 'nın açık politik kadrolarıyla Türkiye devrinıcileriiıin birleşıne olanak· ve u111tıdunuıı doğdugu bir zaınanda bu )'Olu tıkaınak �içindir. Bu bir Parti girişiıııi degil, devlet nıanevrasıdır. '4}'rıca , 1 920 Sevr 'i Türkiye . yurtseverlerinin · öniiııü keserken , Kürt gerçekligiııi ilk kez bir 1 uluslararası döküınana koyuyor ve Kiirt yurtsever/erine bir klıpı aralıyordu. Bu Sevr ise, Tiirki­ ye 'de sol ve sosyaliziıtıin _,venideıı devlet dairesi içiııe çekınek ve Kijrt Yükseleşi'ni blJŞa çıkarı,nak içindir. Bu� buııdan bir süre <>ııce de,•leıçe öze1.ıdirileıı Tbkp deııeınesiııiıı , geliştirilı1ıiş bir biçinıde ve yeniden salınelenınesidir: Bu iki girişinı arasınclaki benzerlik . çok derinlerindeki bir karanlık çekinıin etkfrİ}'le isiınlerde de kendisini .açığa vurınaktadır. BiriıJciler. clerin�iklerini. "_TöbeKape '' )'a da, ".Töbekar·" adını sahipleıze­ rek gös-terdiler.· ikincilerin de . . "Od/ekler" adını seçnıeleri, büyük deternıinizınin ·bir lütfudur. Bu bir Parti değil, ijd/ekler g irişiınJ.dir. Ertuğrul Kürkçü, Genca)' GiirSO)', //kay -Denıir. Oğuzhan · Miiftüoglıı, Saduıı Areıı ve digerleri, kadın ya da. erkek. anıa sadece birer Dan1at Ferit 'tir. B u . salıideıı bir Danıat Ferit nıangası ve partisidir. ı Bunlar içinele Profesijr Sadun Aren 'in duruınu çok .(it1ha dikkar . çekici ve ibret vericidir. Bu, Profesör Aren 'in üçüııcü ıesliı11iveıidir. ... . Bir: Kırk }'llltırı sonlarında Tkp 'ye girmiş, 5 1 Tevkifatı 'nda ise Partisi'ııi, koı11iiııizı1ıi reddeıı,ıiş ve ortak pazarcı ollırak hapisteıı kurt ulnıııştur.. iki.: Tip 'e girnııj ınilleıvekili olmuş , ancak 12 Mart Daı:be1 90


( si 'nde zalimlerin zulmünden . sosyalizmi redderek, Tip'iıı mücadelesini, milli planlar yapma çerçevesi içine sokup kur.­ i tuln��ya ça /ışm ışu r . l Uç : "�Çosyalist '' olına .şansını taşıyan bir partinin başına ı 1 geıiril�niş , lierin(teıı ge/eıı baskılarla bu parti, sosyal ısı­ /eşmenin sancılarım tiışırkeıı . bütün örgütlerini kapatarak, bal yrağı iııdirıniştir. BLıyrağı , resliı1zı)1etin akıl hocalarından ı Kürkçü 'ııün /Jile "çevreclen " olarak niteledigi oligarşinin şiriıı çocııguııa teslin1 etınişıir. .. Pro_fesör · Aren 'in çizgisi çok ijğreticidir. ll/keınizin sosyalist ıııiicadele tarihiıı<le (l/ttan iten stıglıklı dalga ile liste yapışık ihanet tabakası hep birlikte olınuştur. Solun , bu ��on . Sevr Antlaşnıası , ihtınet tabakasının · bir örtü haline gelnıesiiı· den{/ir.· ' Bu bir Sevr Antlaşması 'dır., Bu bir Bab-ı Ali girişiınidir. Bab-ı Ali biircJkratlarııı111111 ·bu girişi111i, "otuz yıl sonra so- ­ luıı birleşn1esi " olarak sıınnıaları . sevinç {iaıısları )'cıpına/arı . dikkat çekicidir. Aynı ij/çüde bir iki)�ıızliilüğii serg ileınektec/ır. Bir: Brıb-ı Ali içiıı . soıı ssçiııılerin heıneıı öncesinde. Ge­ nelkurnıaJ· 'ııı soııd,lilar.ıntlcı /Joş olduğu orta)'a çıkınca)'a ka­ dar, "sol" ve "sosyali:ın " . ·D o/Ju Periııçek 'iıı işçi Plırtisi ')�di. B iitüıı destekleı,ıflere karşı ıı /Junuıı altı çüriik çıkınıştrr ve bu nedenle hızla . "Ozgiirliik ve Dlıyaııışırıa " ya da ''Aşk ve Dev­ riın " türiindeıı ve 'li ı,u tesliıııı)'et hc1reketi soı1uçlandırılı11ıştır. iki:· Tiirkİ)'e'de alil "Sosyalist lkticlar Partisi " olan ve Ha­ dep ile içteıı bir işbirligi ·içine giren bir parti vardır. Eski Halkın Kurtuluşu çevr�sinin bir açık parti çabası biliııınekte­ dir. Dev-Sol e)1lenıliliğini siirdürınektedir. Buııl,1r ilk iiııce ve­ rilebilen örııeklerdir; başkaları da vardır. Biitiin bunların bu teslinu)·eı ıııaııe\'rası ile uzaktan ve yakından hiç bir ilgis·i hu­ luııın<1111aktaclır. 8ütiin bunlar varken , Tkp ve Dev- }'ol e)'liilist darbeden sonra hiçbir nıııkaveı,ıet içinde J'er alınayan ve siirekli olarak rezistan/(ırı. kıraıı bu iki il1tiyL1r eğiliınin en geri kadrolarıııııı biraraya gelişini solun birligi o/ar(ık sunınak aızcak 1�iirk nıedyasına _)'akışaıı bir yalandır. Üç : Aşk· da Devri111 (/e keııdısine giiveııenleriıı ve iradesi " olanların harcıdır. Daıııaı Ferit/erin ise iradeleri k1rılnıış ve giivenleri daglanınıştır. Bu nedenle , h.u "ve ''stıireler. ne de-v ­ 1 ( rim ne de aş�___)'apa � ilirler. Y apaJ?ilecekleri, Bab-ı Ali 1 91


bürokratlarının barlarında içınek, yine içmek, kadın-erkek karşılıklı-birlikte küfürleşmek ve hızlarını alamadıkları za­ man , küfürlerini televizyonda sürdür-mektir. Bu, bir Sevr'dir. Yırtılma.ya mahkumdur. Yırınıak, işimizdir .. Od/ekler Partisi, bir bataklıktır. Kısa bir zamanda bir toplu ınezarlıga dönüşı,ıek durumundadır. Türkiye 'de ise sosyalistler vardır. Ancak bunlar degildir. Türkiye 'de devrimciler vardır. Ancak bunlar degildir. Devrimci sosyalist yürüyüşümiiz devam etnıektedir. Toplu mezarlıgın arkası düz 'dür.

Bitiriyorum ; benim akl ı m ı n bunlara göre çok ters çal ıştı g ı n ı tekrarlıyorum. Bir: Bu arada, Türk solunun bana karşı eleştirile­ rinin arttı Q ı n ı duyuyorum . Bunl ar beni rahatsız etmiyor; çünkü ben de eleştiriyorum. iki : Kişiligime yönelik yalan yanlış saldırılar da oluyormuş ; okumuyorum . Söz'de, bizim gazeteler­ de de yazarken de pek yeteneksiz buldugum Sezai Sarıog­ ıu·nun bir mizah denemesi çı ktıg ı n ı da işittim; okuyacak za­ man ı m yok ve arkadaşları mdan bu sayıyı göndermemelerini ri­ ca ettim . Kendi yazd ıklarım kadar hakkı mda yazı lanları da oku­ mamak adetimdir. Kuşkusuz, Avrupa'da yayı nlanan ve Türki­ ye'de . henüz yayı nlanmayan yazı larım söz konusu edilerek Türkiye'de yayı nlanan bir dergide kişiligim üzerine yazı lar çı kması üzücüdür, ancak bir başka açıdan beni sevindiriyor. Bu, yelin iyi estiginin işaretidir. Üç: Kadir Konuk, kusura bakmas ı n okumad ı m, bizim gazetede de, Kadir Konuk'un kişiliQim üzeri ne bir çeşitlemesi çıktıQını duydum, okuyucuları m özetlediler. Bi­ zim gazetede birbi rimizi eleştirmemiz dogald ır, isteyen başkaları bir yana, daha, eylülist darbeden önce Kürt halkın ı savundugu için Dr. Beşikçi'yi "lngi liz casusu" diye Yazarlar Sendikası'ndan atmaya kalkan Aziz Bey'i, isteyen aslı nı reddeden Su'yu baştacı edebilir, benim sorunum deQil, ancak kişilik sald ı rı ları olma­ malıdır; bunu bir ara Türkiye'de Rag ıp Zarakolu da yapı yordu. Ben Madam'a "Madam" deyince, "Biz Başbakan'la anlaşacagız, 1 92


yolumuzu kesiyor" diye beni terbiye etmeye çalışıyordu; oku­ madıg ı rn için aslını bi lmiyorum . Sonra biraz da üstünü kapata­ rak d evam etmiş ; duydum, bilmiyorum , ben Ragıp'ın içimizdeki Kürd istan Sagı'na tere.O man otduQunu düşü n üyordum; yönetici arkadaşlarımız uyardılar, yazmadıQ ını sanıyorum. Bu gazete ahlakıdır, benim kişiliOime saldı rmak isteyenlere pek çok yayın oldugun u ben haber veriyorum, başka yerde yapabilirler; gaze­ temiz i n yöneti cilerinin Kadir Konuk'u da uyaracaklar.ı nı düşü­ nüyorum. Beni çok ilgilendi rmiyor, muhtemelen beni ilgilendir­ meyen sıkıntıları var. Bana kızanlar çoktur; TC de çok kızıyor. Bu kızgı nlıgın bana göre en tipi k ifade l erinden birisi, benimle ilgili mahkumiyet ka­ rarında benim için "şeytana papucunu ters giyairecek kadar ze­ ki" diye yazmalarıdı r. Herhalde pek ayrık olmamdan ve çok açık yazmamdandır, sadece Türk solcuları degil, Türk hukuk .eQitimi­ nin gerekleri ni bir yana atarak, mahkemeler bile benim kişiliQirn üzerine çeşitleme yapma gereOi duyuyorlar. Alışıyorum, yalnız bu duruşun benim ve Aziz Bey'le ilgili çok güzel bi r öyküsü var; öyle bitiriyorum. Bir kez, yüksek mahkeme bu kararı bozdu; be n de Aziz Bey'e aktardım, pek ilgilenmedi , o sıral ar pek dosttuk, ısrar ettim . "Aziz Bey" dedim, "Neden bozdugunu biliyor mu.. sun" ; bunun üzerine Aziz Bey'in ilgisi arttı, hatırlıyorum. "Aziz Bey, hani , mahkeme, beni şeytana papucunu ters giydirecek kadar zeki oldugumu söylüyordu ya, temyiz buradan bozmuş, do� ru degilmiş" d iye ekledim ; ben Aziz Bey'in bu kadar çok güldügünü pek az hatırlıyorum. Aziz Bey, kendisinden başka­ sına "zeki'' denmesi ni hiç istemezdi ; çok sevindi ama, temyiz , bu kararı onadı. Devlet beni , öyle sanıyor, ölü Türk solu türün­ den beni abartıyor ve benim, bütün aydınların bıraktıg ı bir sırada Türk ve Kürt köylüleri arasında mücadeleye devam et­ meme çok kızıyor. Hem kızıyor ve hem de "herhalde del idir" di­ ye düşünüyor. işin ilginç yanı ben de biraz öyle d üşünüyorum . Bu nedenle , ölü Türk solu, deliligime ·baOışlasın, mücadelenin de yeni başla­ d ı Qına inanıyorum . i lan ediyorum.

1 93


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

iktidara •• •• •• yuruyuş


POLiTİKA Politika, bir güç toplama, bir güç yaratma ve yönetme sanatıdı r. Politi ka, hasmının gücünü dağ ıtma eylemliliğidir. Politika, yürü rken nehir açma sanatıdır. H�s politika, canlı girmemiş yerlerde yol inşaı'dır. Büyük politikacı , büyük aşık ve büyük bi lim adamı türünden , hem büyük bi r seçici ve hem büyük bi r teorisyen'di r. Çünkü yürüyüşü , tek eylemi , teori olan kimsedir. Büyük politikacı , her gün kendisiyle ve yalnızca kendisiyle yarı şan insan oluyor. Büyük kitaplarda hep büyük politikacılardan söz edi lmesi hep buradan geliyo r. Peybambere yakı n dü şüyo r; ancak peygam­ ber, kendi gücünü göksel bi r güce bağlıyo r, politikacı , kendi gücü konusunda bilgisizdir. Bana göre dü nyada peygamberlik mesleğine en yakı n iki tür, birisi has politikacı ve diğeri de , ilkokul öğretmenidir. Bana gö re dünyada peygamber türüne e n uzak yaratık, Tü rkiye'de Demi rel'dir. Geçenlerde Mesut Yılmaz'ın bir sert ç ıkışı karşı� sında çok korkmuştu ve büyük bir korkuyla "ben Allah'tan başka hiç kimseden korkmam" diyordu . Öyle san ıyorum, şu an­ da bazılarında "Çankaya Noteri" olarak adland ırı lan Demirel'in en büyük yalanı budur;· Demirel'i n tek korkmad ığı Allah'tı r. Çünkü Allah korkusu , vicdanı olanların bir özelliği oluyor; Allah , Süleyman adında bir çocuğu yaratırken, vicdan koymaya unut­ muşa benziyor. Allah'tan başka bütün canlı ve cansızlardan 1 97


korktuğ u -kesi ndi r. Alt m ı ş yı l ları n ı n baş ı nda, Adalet Partisi'ni n baş ı n a geçi ri lmişti , me rkez bi nas ı Kızı lay'dayd ı ve K ı zı l ay'da küçük bi r öğrenci göste ri si oldu , şapkas ı n ı al ı p i stifa etti . So nra askerle ri n h e r " h i şt') de yi şi nde şapkas ı n ı alı p kaçtı ; şapka, De ­ m i re l'de kaç ı şı n ı n se mbolüdür. Şu and a da Çankaya eli nde ş apkas ı ve h e r zaman nakit olarak yan ı nda bu lu ndu rduğu beş yüz mi lyo n li ras ı , her an !< aç ı ş a h az ı r oturuyo r . Bi r ti p'ti r ve be n bu rada bi r ti poloji çiziyo ru m . Gide rek D e mi ­ re l i le An ayasa H u kuku P rofesörü Mümtaz Soysal' ı n politika ta ­ n ı mları n ı n bi rle ştiği ni görüyoru m ; · her iki si de , politi kayı , '' mü rTl­ kü nü yapma sanat ı " olarak tan_ı ml_ı yo rlar. San ryo ru rn , sanat i le zanaat i ve po l iti kac ı i le tenekeciyi karı şı ı rı yo rlar; mü mkü nü. yap­ mak . tenekeci ni n ve h atta teneke tami rci si ni n işidir. Eğri yerleri düzeltrne ve deli kleri leğimle meyi pol itika olarak an l ıyorlar; es· naflı kt ı r ve statü kodan öte tutucu luk oluyor. Te n e keci lik zanaatı n ı n hiçbi r riski yoktur; po l iti ka ise he r za­ man büyük ri sk taş ıyor. As ı l ris k i se ö ngö rüde vey a bakı şta kendisini be lli ediyor� bi l i nen i ki o lgu üzeri n de du rmak istiyo ­ ru m . Bir : Doksan üç y ı l ı nda, te krar etmekte n çeki n miyoru m , be n Ankara'da Ka raku su nlar Köyü mde , Başkan Apo karar .. gah ı nda, fv1 ada m Çiller'i n g e (ij şi ni bi r "darbe'' o i arak nite l endiri ­ yo rd u k . Çok ri skli ydi , Apo'y.u bi lme m , be n söylerken ko rkuyo r­ du m , yanl ı ş ç ı knıa k va rd ı : doğ ru nu n ötesi nd e doğ ru landık. i ki : M adaın· ı n so n · kez gü ve r.sizlik o y·u ald ı ğ ı gü n ü n akşam ı nda . ben rv1 ed-Tv'de , Apo kararga h ,nda , f stanbu f'dan telef onla ta rt ı � nıay� k at1 l an bir arKadaş ı rrıi z , bütü n ge li şme leri müthi ş bi r iracieci likle, b u te nekeci Demi r�l'i n si yasi taktik le ri ne bağ l ı yo r ve Derrıi r e1'i n amacı nı n ba şbaka n l ı ğ ı C i ndo r�k'a ve rmek o l ­ dugu n u söy ! ü yordu . Karşı ç ı kt ı k . Apo'nu n ru h h a li.n i bilme m, ben söy ledık)eri rr,i n oldu ğ u nu dü şü nü yo rdu m , ancak yan l ı ş ç, kmakta n ve do L:ly ı s ıyla yan ı lt maktan müt h iş ko rku yo rdu ro . Faz l as Jyla doğ ru ·; ı k!ı k : şi rrıdi Cindo ru k i l e D e mi rel'i n arası da ­ tıa d a aç ı l ıyor. Polit i ka, bi r güç to pl,inıa ve g ü ç yö netme fels efesidı r. Ancak bu kadar ıj eğil ; bi r örgüt yan ı ve bi r de bakı ş taraf ı var. Bakı şs ı z , e s ki le ri n söyle yi şi ile olayla rı n d eri ni n e "nüfuz•t et­ mede n po litfka yap m ak mürnkü n o l muyor. Demek o luyor: po liti 1 98


ka, eşyanın ötesini görebilen bir bakış i le yaratılan gücü örgüt denilen bir yapıda toplayıp sevketmeyi içeriyor. Bu çözümlememi tartışmaya açıyo ru m. önce bir parantez açıyorum ; beni m rahatlığım kimsede yok­ tur. a. Ragıp Duran'da yoktur. Bizim Ülke-Gündem, Özgür-Yeni dizileri mizde bir günlük gazetemizde genel yayın yönetmenliği yaptı, kısa bir süre sonra ayrıldı ve ayrılır ayrılmaz, bir Bab-ı Ali yayınındaki ilk yazısında beni "Apo Makyajcısı" olarak ·n iteledi . Belki mecbur hissetti, çünkü gazetelerimizde kadrolu ve iyi maaşlıydı. b. Bi r sürüydüler, çocukluk hatası o larak hapse gir· diler, çıktılar, ancak karayol larında · kazmacı olabi lirlerdi, bizim gazetelerimize geldiler, daktilo öğrendiler, makinayla tanıştılar, dökerek kırarak bir sayfa _yapmayı öğrendiler ve işin en iy·i yanı,_ maaş aldılar ve karınlarını doyurdular. Sonra devlet gazeteleri­ mizin altına bomba koydu ve sanki bomba bunların kafasına konmuş gibi çil yavrusu türü nden dağıldılar. Şimdi b_unlardan birisi, uf�u ve hevesi sadece Bab-ı Ali.nin Musa Ağacık'ı olan birisi, sözsüz ·bir yayında, beni "küfürbaz" olarak suçluyorlar­ mış; öğreniyorum.Mecburdur; bizi� yayınlarımızda çalıştığı za­ manı_ kusmak durumundadır ve kusuyor. c. Devlet, kusturuyor. d. Bendeki rahatlık bunlarda bulunmuyor; ben bu ·yayınların başından beri içindeyim ve bir tek ilkemi dayatıyorum, "ben pa­ ra almam" diyorum. Ben para almam, ben milletvekili olmam, ben Parlamento'da temsilci olmam; Kürt kardeşlerim,- bunların h epsini bana önerdi ler, "sağolsunlar", benimki. politikadır ve ben politikada para almıyorum. Bu nedenle çok rahatım ve çok rahat yazıyorum. Ben, bu cephedeki hizmetlerimin karşılığını sadece h apis cezası olarak kabul ediyorum. Bu rahatlıkla devam ediyorum . Bir: PKK ve Apo, bir politi� kadır. PKK, politik harekettir. Politik hareketi, kullanılan yön­ temler belirlemiyor; belirtici olan, güç yaratabilmekti r. iki: Apo ve PKK, sıfırdan b�şlayarak, bir güç toplamış ve yaratmıştır; yaratabilmektir. iki Apo ve PKK, sıfırdan başlayarak, bir güç toplamış ve yaratmıştır; PKK eylemliğinin özü budur. Üç : Bütün bu politik yaratıcılıkta, bakış çok önemli oluyor. Ben, PKK'yi bir bakış· olarak görüyorum. önemli ve kalıcı olanı burada buluyo­ rum.1 99


Örnek olsun bunun i çi n yazıyorum, Zından Konferansı'nın örneği yoktur. Türkiye Devri mi'nin eksiklerinden birisi olarak görüyorum . ."Türkiye Zından Konferansı" hazırlığı içindeyim, ipuçlarını yakında vermeyi planlıyorum. Sür9ürüyoru m ; politika, güç toplayıp seferber etme felsefe­ si.dir. Bunun için ayrı · bir bakış gerekiyor. Ayrı bakış, adı üzerinde ayrı·dır ve bu bakışın sahiplerinin, işin başında, çok garip görülecekleri hiç de garip değildir. Benim görüşlerimin çoğu. işin başında hep çok garip sayıldılar. Bazısını, ek olarak hatırlatmak istiyorum. Bir : Hala yasak olan "Bir Yeni Cumhuriyet" için kitabımda, 1 980 yılı Eylül ayının ilk günlerinde çıktı ve darbeyle birlikte ya­ saklandı, genarellerin işbaşına geleceğini, Erbakan'ı hapse ko­ yup Erbakan'dan daha çok Erbakancılık yapacaklarını haber veriyordum. Öyle yaptılar; Erbakan'a muhtaçtılar ve ancak sis­ temin henüz "meşru" sayılmayan aletlerinden birisisiydi, bu ne­ denle arada bir tokat atmak zorunluluğu duyuyorlardı. iki: Haf­ talık Yürüyüş ·dergisini çıkardığımız ve benim başyazılarını yaz­ dığım 1 975 yılından beri kafa kabızı .. Türk" solu ile bir önemli tartışmam vardır; kafa kabızlar, , hep Albay Türkeş'i abartı­ yorlar. Be n, Türkeş- Demirel ilişkis055inde inisiyatifin hep Demi­ rel'de olduğunu düşünüyorum; bir. ara bu Türkiye işçi Partisi'nin de bakışı olmuştu, sonra Tkp ile birleşince değiştirdiler. Aslında Demirel'i de abarmıyorum, Demirel, artık kontr-gerillanın politi­ kadaki adamıdır; Demirel olmazsa, daha doğrusu Demirel ol­ duğu yerde olmazsa, Türkeş . bir zavallıdır, yıllardır ben bunu �avunuyorum ve olaylar beni doğruluyor. Hem yetmişli ve hem de doksanlı yıllarda Türkeş'in önünü açan bu Demirel'dir. Sermayeye, kişilik kazanmış sermaye diyorlardı . Lenin, kişilik almış, proletarya iktidarıdır. Demirel, bütün kötülüklerin yürüyen cismidir. Devam ediyorum . a. Bugünkü Dyp grubu tamamen Demi­ rel'in seçtikleridir. Komando Ayvaz veya zalim asker savcı Tuğ, Demirel'in, "üvey" partisinden alıp "has" partisine aktardık­ larıdır. b. Eylül öncesinin en karanlık adamlarından birisi, 200


G ümrük Bakanl ı ğ ı' n ı ko mando alayı h aline geti re n N amık Kemal Zeybek'tir, Tü rkeş'i n h as yaveriydi . H apisten sonra Özal , mil letveki li ve bakan yapt ı , so nra kaybetti , De mi re l Çankaya'ya çı kar çı kmaz yan ı na ald ı . Devam ediyoru m . Bu çocuksuz ad am, Türkiye'deki faşistleri n babasıd ır. Ki m· Türkiye'de Demi re l'e "bat;>a" diyorsa, o, faşi st seve r bi r f aşi st'ti r. Sü rdü rü yo r� m ; Demirel'i n Ç ankaya Köşkü' ne aldığı bu Ko­ mando Zeybek, aynı zamanda , süpü rgeci ler kral ı iken bası n kral ı o lan Ayd ı n Doğan' ı n bacanağıd ır. Sabah gazetesi , bu ara­ d a, Ayd ı n Doğan' ı çok ko �kuta n ö ne mli bi r açıklama yapm ı ş bu­ lunuyor; Ayd ın Doğan , Hü rriyet'i ko ntr-ge ri llaya ve M i lliyefi M a­ dam Çi ller'e ayı rarak, süpü rge gazete kral l ığ ı ndan son ra, bi r de bankalar krall ığ ı na doğru h ız al ıyor. Sabah' ı n i nand ırıcı bir biçimde yazd ığ ı na göre , bütün bu hizmetlere karşıl ık, Çi ller­ Demi rel-Tü rkeş ortakl ığ ı , Aydın Doğan'a devlet kesesi nden bankalar hedi ye edi yor. Parantez aç ıyoru m : Bu banka işinde de bacanak komando Zeybek'i n bir ro lü o lduğu n·u dü şü nmek mü mkündür. Çünkü , M il­ liyet'te bi r köşe sahibi otan eski solcu Yavuz Do nat , sadece , D e mi re l içi n "dezenform�syon" yapmakla görevlendiri lmiş bu lu ­ nuyor ve süpü rg e , gazete ve banka kral ı , ayn ı zamanda ko­ mando Zeybek'i n baca nağ ı Doğan , Do nat'a, bütün bas ı n ı , De­ mire l ad ına yan ı ltması içi n büyü k paralar ödüyor. Bitiriyoru m ; şu anda Tü rkeş ve Demi re l'i n ayn ı partide bi r­ leşme leri nde , ş aş ı lacak bi 'r ya n görmüyoru m . Uzu n bi r psiko lo­ jik savaştan sonra, . Demi rel ve partisi , faşizan rengi ni açıkla-­ maktan çeki n miyorlar ; Tü rkiye bu noktaya gelmiş bu lun uyo r. Ayrıca bizim Toplu msal Ku rtuluş'ta çizgi lerle de gösterdiği mi z , Tü rkiye Teorisi'ni gü n· aç ığı na çıkarıyor. Biz , bu ndan o n yı la ya­ kı n bi r zaman ö ncesi nde , Tü rkiye'd e, polisi n terörle mücadele şubesi ni bir siyasi parti nin örgütü ve eylemlilik ko lu · o larak görüyor ve göste riyorduk. Odalar Bi rliği'ni , ad ı n ı vererek, kadro bulma yeri sayıyorduk ve bas ı n ı da ideolojik aygıtı olarak n iteli­ yorduk; şimdi du ru m çok açıkt ı r. işkenceci , i nfazcı , h ırsız ve t ı r fi losu sahibi lst anbul Em niyet M üdürü Şükrü Balcı'n ı n ye­ ti şti rme si M eh met Ağar' ı n mi lletveki li adayl ığını poli sleri n 201


gösterilerle kutlaması da, bu teorimiz çerçevesinde hiç yadırgatıcı olmuyor; artık Türk emniyet sistemi, Kemal Paşa'nın tek parti döneminden çok daha fazla bir partinin merkez örgütü durumundadır. Adaylıklar, tekelli bürokratik devletin, daha doğrusu tekelli polis ; devletinin niteliğine uygun düşüyor. lstanbul basınını n hafif rahatsızlığı, tek partinin bürokratik aya­ ğının biraz daha bağımsızlaşması korkusundan kaynaklanıyor. Bitiriyorum; Deniz Baykal ne yaparsa yapsın, Chp-Shp-Chp çizgisinin i hanetinin üzerini kapatamaz; bu faşisti, Demirel'i, başbakan yapan ve Çankaya'ya gönderen bu çizgidir. Demirel'i çıkarma, Türk politikasının bir alığı olan Erdal lnönü başta bir ihanet örgütünün eli, ürünüdür. Chp, çok zaman, toplumu di­ rençsiz bırakmanın aracıdır ve şu anda toplumumuz önemli ölçüde direncini yitirmiş bulunuyor. Dirençli olmak için mi? Tek yol yeniden güç toplamak ve gücü sevketmektir ; gücü faşizmin başına doğru sevketmek ge­ rekiyor. Bu nedenle, şu sıradaki seçim oyunu, hiçbir anlam taşımıyor; anlamlı olan, en geç 1 996 yılında, Çankaya'yı bo­ şaltmaktır. Korkaktır; çok zor olacağını sanmıyorum. En acil ve en güncel politikayı, Çankaya•daki faşisti indirmede, Mhp'yi ka­ patmada ve Silahlı Kuwetler içindeki Demirel ve Mhp işbirlik­ çilerini hızlı emekli etmede buluyorum. Zor mu? Politika bir felsefedir ve "doğru" felsefe bulununca, yürürken güç olunacağını ve güç topladıkça daha hızlı yürüne­ ceğini biliyorum. Güç toplamak mı? Bu önce bir bakış sorunudur.

202


..

TÜRKİYE ZiNDAN KONFERANSI l

Seksenli yılların ortasıydı, panel tartışmaları yeniden başlıyordu, en çok ben, Murat Belge, Doğu Perinçek, bazan Aslan Kafaoğlu ve Aziz Nesin çıkıyorduk, bir ilgi vardı; çoğun� paralı yapıyorduk. Şimdi aramızdan göçük, Aziz Nesin bunlar­ dan birisinde "özeleştiri" zorunluluğunu ortaya attı, Türkiye so­ lunun toptan özeleştiri yapması için dayatıyordu. Ben iti raz et­ tim, "özeleşt�ri" sistemine karşıyd ı m, hala karşıyım, karşıtlığı mı açıklama imkanları buldum; özeleştirinin özünde, hıri stiyanlığın günah çıkarma pratiği var ve bunu bolşevikler, değişti rip ge· liştirerek yaydılar. Bana göre çok kötü yaptılar. lnsanlann büyük kalabalıklar önünde, hatalarını kabul etme adı altında kendisini aşağılaması ve giderek kendisinde kusur bulma ayini­ ne kaymasını, arkasından da bütün görevlerinden ayrılmasını çok onur kırıcı buluyordum, hala da öyle düşünüyorum. Bugün Sovyet sisteminden bu kadar kişiliksiz sürülerin kalmasını, Sta­ lin'in son zamanlarından itibaren Sovyet yönetenlerinin ilkelilik özelliklerini tü müyle yitirmelerini, başka nedenler arasında, "özeleştiri" mekanizmasına bağlıyordum. Hala da bağlıyorum. Başka yollar arıyordum ; doksanlı yı lların başında Apo'nun "Zından Konferansı" · pratiği ortaya çıktı. çok ön·e mli ve cüretli bulduğumu tekrarlıyorum. "Türkiye Zından Konferansı" bir ihtiyaçtır ve eski sol söylemle söylenecek olursa, kendini dayatıyor. Bana düşer mi ;

203


ben şimoiye kadar daha çok üstüme düşmeyen işleri yaptlğım için, bu soruyu, engelleyici bulmuyo·rum. Önüme, yakından izle­ diğim ve üzerine pek çok yazdığım, "Kürdistan Zınd�n Konfe­ ransı" modelini alıp, bazı değişikliklerle, Türkiye'ye u·ygulamak istiyorum. Bu bir uygulama başlang ıcıdır ve zaman zaman sürdürmeyi planlıyorum. Kişilere yaklaşımım hep ikili oldu; bir bölümünü hiç görme­ dim ve bir bölüğün� de sert ve zaman zaman öldürücü yak­ laştım. Bilerek yaptığım kesindir; kişilikleri v� kişilik haklarını çok yüksek tutuyorum, yalnız kişiler birer tip oldukları za�an, sosyolojik anlarr,da birer tekil kişi olmaktan çıkarak tipleme im­ kanı verdiklerinde , buniarın gereğini yapmaktan çekinmiyorum. Burada da bu usule bağlı kalmayı öneriyorum; kişilerden sade­ ce tipolojinin adı olduklari zaman söz etmek istiyorum. Geniş almak du rumundayız; sadece "zından" ile sınırl_ı kal­ mak ·mümkün gqrünmüyor, yaln.ız zından, Türkiye ayd·ın ve sol tarih ve pratiğinde sanıldığından çok önemlidir; bu nedenle yine de "zından" çözü·mıemeleriyle başlamak gereği var. Başlangıçta çok yararlı olacağın ı sanıyorum� Bir : Zından· , Türkiye solu ve aydınında en büyü k caydırıcı oluyor; Türkiye gerici liği·nin, �eza yasalarında en küçük bir iyi­ leştirme karşısında bu kadar direnmesi, bunu çok iyi - görmesinden_dir. Bir zından deneyimi, ne .kadar kısa olursa ol­ sun, Türkiye'nin sol aydının solu bırakmasının nedeni olabiliyor. Altmışlı yılların ikinci yarısında parlayan "ünlü" sol aydınların pek büyük çoğunluğu, Uğur Mumcu, Altan Öymen, · ilhan Se lçuk'u bir tip olarak sayabiliyorum, bir hapislikten sonra "bir daha asla" yolunu s·eçtiler. Bu, solu bırakmak demektir. Solu bı rakmak ise, hızla sağa kaymak anlamına geliyor; soldan sağa kayışta fren bulunmuyor. Türkiye·· d� bugün en büyük sektör solu · bırakanlardan oluşuyor. Bu, gizli sağdır, .daha kötüdür ve bir bataklık'tır. Ne yazık, sol hala büyük onur olduğu için · şimdi solu bırakanların çoğu solda gö rü!lmeyi sürdürüyorlar. Solda _görünmek, solcu. olmanın risklerini taşımıyor; ayrıca pek ço� çıkarı da bereberinde getiriyor. Türk devletL -solu bıra204


kanların solda görünmelerini özendiriyor. Bataklığa ihtiyacı var. l�i : Altm·ı ş öncesi ile sonrası· aydınını bu açıdan ikiye ayırmak mü �kündür; tek hücreliler ve ç9k hücreliler ayrımı türünden, "tek hapisliler" ve "çok hapisliler" ayrımı y_erirJdedir. Nazım Hikmet, Doktor Hikmet, . Şefik Hüsnü'nün kaç kez hapse girdiğıni hesaplamak zordur; ançak yakın zamanlarda, isimsiz birkaç gencin Dr. Beşikçi'nin ve birkaç _kişinin ayrık tarihleri dışında hapislik tek hücr�lidir ve abartmalıdır. . · Üç: Önemsiz mi ? Bugün Türkiye içinin - olmasa bile dışının en çok üzerinde durduğu sorunlardan bi risi, Terörle Mücadele · Yasa· s ı'nın sekizinci maddesinin değiştirilmesi. ve bu yasadan hapiste olanların çıkartılması olmuştur. Olmuş mudur? Bu so­ run karşısında solun tutumu nedir? Daha ileri giderek sormak durumundayım, bir zamanlar işçi sınıfı yazınında üzerinde çok durulan "çıkar birliği" nedir; örnek olsun, bir Birleşik Sosyalistle­ rin - bir sözsüz Söz dergisinin, bu maddenin ele alınışıyla bir "çıkar birliği" var mıdır? Sekizinci madd�nin, sözsüzleri ve bir­ leşikci sosyalistleri ay üzeri_ndeki kumullardan birisindeki her­ hangi �ir değişiklikten daha fazla ilgilendirdiğini sanmıyorum ; · galiba, Tkp ile Dy söktörlerini., bir de içlerinde sekizden sa�ık olmaması birbiri�e yaklaştırıyor. Böyle yazılınca başkalarını bii- . miyorum, ancak yazdıklarıma ben şaşırıyorum ; hem sol iddi­ asında· olmak v_e heiıı de sekizle hiçbir çıkar bağlantısı bulun­ mamak sadece ikiyüzlülüktür. Dört: Sekiz, modern bir durumdur ve felsefi planda Tü_rki­ ye'de sosyalizmin gerçekleşmesi ile - K ürtlerin yükselişi arasında çok sağlam bir köprü kurmak demektir; çağdaş bir suç ve çağdaş bir kapıdır. Bunun oışı nda katanlar ise sqldan terk olan­ lardır. . Beş : Cumhuriyet Türkiyesi'nde, tarihinde ve bugünkü siya­ sal coğrafyasında, . eğer Bayar ile Menderes'in Demokrat · Par­ ti'si bir kenara bı rakılacak olursa kütleleri, .,büyük ölçüde hare­ kete geçirebilen iki ö'rgüt olmuştur; bi risi Türkiye işçi Partisi ve diğeri ise Kürdistan işçi Partisi'dir. Birincisi daha kısa ömürlü oldu; ikincisi etki nliğini sürdürüyor. · Türk Halk Kurtuluş P·artisi ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordu­ su'nun tarihi'nde kütleleri hakarete geçirmek ve kaldırmak yok205


tur. her ikisi de harekete geçen ve kalkışma halinde olan kütleleri yönetmeyi denemişlerdir. Bir nefes vermek istediler; ancak, kurma ve yönetme damarlarından yoksundular ve yok­ sun kaldılar. Altı: Bu nefesin her iki kanadının da temel özelliği, örgütleyememektir. Kuramamak ve har�kete geçirememektir. Bu, bugün artık büyük bir netlikle ortadadır. Cephe-Ordu, eğer kütle bir kez inmişse bir daha yükselememek ve yükselte­ memek demektir. Cephe-Ordu pratiğinin, inmişi yükseltme do­ nanımı bulunmuyor. Yedi : Bu kısırlığın kaynağında ideolojik yetersizlik bulun­ ması mümkündür. Sekiz: ihanet tarihini hiç ihmal etmemeyi ve hep akılda tut­ mayı öneriyorum . Ayrı ntısını yeni kitaplara saklıyorum; bir yükseliş olan Tip'i çökerten, Demirel-Sovyet Komünist Partisi­ Tkp üçlüsü olmuştur. 1 967 yılında başlıyor. Başlangıçta. Tip'in, Demirel'e Türkiye'yi zından etmesi ve Demirel'in de bunun karşılığı nda, Tü rkiye'nin kapılarını, Sovyet ticaretine açması var. Şimdi daha açık görüyorum. 1 92 1 yılından sonraki Türki ­ ye'nin Sovyetlere en büyük açılımı olan 1 967 ticaret anlaş­ masında, ticaret masasına bir de Tip'i n yazgısı yatırılıyor; iyi ti­ caret ilişkilerinin karşılığında, Demirel Moskova'dan Tip'in kelle­ sini alıyor. Aracı, Tkp'dir ve Tkp·nin. Tip'i çökertici hücumları, 1 967 yılından sonradır ve Demirel ile bir anlaşmayı içeriyor. Ne yazık , burjuvazinin en dar zamanlarında hizmet sunmak, Tkp'de bir ahlak ol muştur. Dokuz: Ertuğrul Kürkçü, şu anda, bu iki çizgi için bir tipoloji olabilir mi; tartışmalıdır. Ancak Kürkçü'nün artık kendisinin bir tipoloji olduğu ise tartışmasız ve kesin görünüyor. Hatırlıyorum, Hep, yeniydi, Yeni Ülke tek ve haftalıktı , sosyalistlerle Hep'in yakınlaşması üzerine bir yuvarlak masa toplantısı yapmıştık, ben yönetiyordum, sonra yayınladık; Kürkçü, "yok" diyordu, "yakın olmalıyız" diyordu , "aynı binada alt kat üst kat binalar tutmalıyız" diye ekliyordu ; bana çok ilginç geldi, gıpta ettiğimi hatırlıyorum. Böyle anlamlı laf eden insanlardan çok etkileni­ rim; benim böyle bir yeteneğim yoktur f üzülüyorum. Yalnız ve ne yazık, aradan geçen zamanla öğrendim, Kürkçü'nün işinin 206


bu olduğu anlaşılıyor; önemli toplantılarda, eskilerin sözüyle "günün mana ve ehemmiyetini" ve yenilere göre, "günün anlam ve önemini" belirten laflar ediyor. Son birleşme toplantısında da, yine çok heyecanlanarak, "birleşin, yuva yapın, yoksa ben yaparım" türünden laflar telaffuz etmiş, şaşırdım. Yalnız ve ne yazık bu kadar heyecanlanmasına şaşırdırr,; çünkü ben, Hep'le birleşmeye Hep'i sosyalist bulmadığı için karşı çıktığını düşünüyor ve anlayışla karşılıyordum. Ancak bu Dy de, kendi­ sinin sosyalist olmadığını ilan ediyor ve sosyalistleri de , benim yazılarımdakilerden daha fazla sayıda açtıkları parantezlerden birisi sayıyorlar; Kürkçü'nün bu tutarsızlığına şaşırdığım için de, günün önemine uygun konuşmalar yapmayı meslek saydığını çıkardım. Bir kez hapse girdi, uzun yattı; çıktıktan sonra belki bir ek­ sikliği gidermek istiyor ve hep "birleşme" ayinlerine katılıyor. Kuruçeşme'den başladı, bir ara Melih Pekdemir'e takıldı, sonra Evrensel'i denedi ve şimdi en son birleşmeyle hayatını tamam­ lamak i stediği anlaşı lıyor. Artık "birleşme" ayinleri Kürkçü'nün huyudur. On: Cinsel sorunlarla ilişkisi var mı, bilmiyorum; "birleşme" Türk ilericiliğinin fetişidir. Yüzyılın başında, en önemli hareketi­ nin adı '' ittihat' ve "Terakki"ydi , "birlik" oradan başlıyor. Rakibi­ nin adı Hü�riyet ve "itilaf" oluyordu; yine bir birleşme var. Yet .. mişli yılları, Tip ile Tsip'in ve bunların ikisiyle Tkp'nin "birleşme" ayin ve mektuplarıyla geçirdik; şimdi bir büyüğümüz ölünce , başta ilhan Selçuk geri kalan büyükler hep bir ağızdan, "ah, bir­ leşme" diye ağıt törenlerine başlıyorlar. Şimdi, adı "Birlik" olan partide Tkp, Cephe çizgisinin Tkp'si olan eski Kurtuluş ve Türk solunun iki kanadı arasındaki bataklıkta yer tutmayı bir damar yapan "Emeğin Birliği" ve Tip'in bir ayağı birleştiler; doymuyor­ lar ve hala "birleşelim" diye tutturuyorlar. En önemli hastalık olarak beliriyor. Onbir: Fetiş'tir. Her "birleşme" ayini, arkasında bir büyük umutsuzluğu ve özgüven eksikliğini saklıyor. Türkiye solu ve aydınının bugün temel özelliği, umutsuzluğu kendine güven­ sizliğidir. Umut ve güvenin olmadığı yerde "bfrleşme" ayinleri var. 207


Oniki : Umutsuz ve kendisine güvensiz olduğu için sürekli al­ danmaya hazırdır, Aldanma eğilimi, Türkiye solu ve aydınında mazoşist bir durumdur. Aldanmayı çok seviyor; birisinin çıkıp kendisini aldatmasını ve arkas ından da tekmelemesini . , an. laşılması zor, bir keyif düşkünlüğü ile bekliyor. Onüç: Tkp ve Oy, yetmiş yedi yılında, Ecevit'i� arkasın� · takıldı ve Ecevit'i desteklediler. Tkp ve Dy, bugünkü "Birleşik" takım , seksenyedide , Demirel'in kuyruğuydu. Demirel'in siyasi haklarını sağ.l amada şehvetlr bir çaba gösterdiler. Şimdi yeni bir kuyruk peşindeler. O�dört: Urriut�uzdur. Umutsuzluk ile tembe lliği kardeş bili­ yorum. Umutlu bir tembel görmedim; tembellerin içinden de umutlu olanı bilmiyorum. Büyük örneği almak i stiyorum, Nazım H ikmet ne zaman umutluydu; son hapisliğinin başlamasıyla birlikte umudunu yitir­ diğ.i ni söylemek mümkün görünüyor. Moskova'ya geçtiğinde umudunu kesin olara� yitirdiğinden kuşku duyumuyorum.- Son karısı Vera Hanım'ın yazdı kları son derece· eleştireldir; Ru.s ­ çayı iyi bir bi.çimde yazamaması bir yana, konuşmasının bile yeterli olmadığını ileri sürüyor. Halbuki Nazım, yirmi yıllarının başında, Moskova'da emekçi üniveristesinde okumuştur; umu­ dunu yitirdiği kesin olara.k belli oluyor. Yaşadığı ve "ikinci va­ tan" dediği ülkeyle her türlü direkt iletişim i mkanını açmayı zah ­ mete değer bulmuyor. Okumuyor ve ko�uşmuyor. _ Onbeş : . umutsuzluk , irade eksikliği ve temb.ellik, inanılması güç bir ölü sevgisine yol açıyor. Yetmişli yıllarda Tkp etkisindeki Politika gazetesinde çıkardı, bir toplantıda "yoldaşlar" kısa ·bir süre önce ölen bir arkadaşı mızı yanları na oturtur, onunla ko­ nuşur ve konuştuklarını haber olarak yazarlardı. Şimdi, Nazım Hikmet'in Moskova'daki mezarı na uzun uz·un mektup yazıyorlar ve belki posta kabul etmediği için bunları, sözsüz bir dergide yayınl ıyorlar• �·en bunları yazmasalar, ne yazacakJarını merak ediyorum. Bana göre bunları yazmak istedikleri için qeğil, yazacak sözleri . olmadıklarından· mezarlıklara sayfalar gönderiyorlar. Türk solunu ve .aydın ın bir bölümü bana, mezarlık imam. 208


larını hatırlatıyor. "Cemaat, nası I bilirsiniz" diye soruyor ve ce­ maati beklemeden, "çok iyidir, çok" diye cevap veriyor. Tekelli devletin şu sıralardaki en çok istediğinin de bu olduğunu biliyo-. . rum. Ölülerle uQraşan bir · sol, canlı bir soldan çok iyidir; tekeller, mezarlık imamlarından memnun görünüyorlar. Hepsinin çok güzel yanları var; �ncak biz eğer bugün bura­ daysak, bunda bu güzel insanların da payı var. Sorun bura­ dadır ve başlangıcı da bunu görmeye · aımak durumundayız. Onaltı: Nazım Hikmet çok güzeldi, ancak kendisiyle şiiri bitti. Ruhi Su bir taneydi; ancak müzikte bir tek izleyicisi çıkmad � . Aziz Nesin i.se eşsizdi l hem de dünyada büyük bir mizah ya­ zarıydı ; ancak kendisiyle birlikte Türkiye'd� .yazılı mizah öldü. izleyicisi olmayan, · solda büyük·. olamaz. . Onyedi: Türk solu ve aydını , kırınt ı ları ve boş sözü seviyor. Kürt sorununda vardıkları nokta, "ulusların kendi kaderini ken­ dilerinin tayini" noktasıdı r; bunu çok önemsiyorlar. Bazı sözler var; asl ında içi · biraz boştur ve ancak çok tekrarlanı nca aptalla­ ra layık oluyor, bu ·söz de, bunlardan_ birisi olmaya başlıyor. Türk solu ve aydınıyla birlikte , dünyanı n bütün aptallarının ağzı �da bir sakızdır; çiğniyorlar. Halbuki sorun hiçbir zaman ulusların kendi kaderlerini tayin­ _ leri sorunu olmuyor; daha öncedir. Bütün kavga ulu�un tanımında ve ulusların ulus olarak kabulünde ç�kıyor; Türkiye'­ de de buradayız.. Bunu görmeden, burada bir savaşa girmeden, kader tayini üzerine bir edebiyat boş laftır. Bu lafla Birleşmiş Mi ll�tler'e g·enel sekreter olunabilir; solcu olunacağın, . . sanmıyorum. Onsekiz: Doktor Hikmet Kıvılcımlı, sol ve aydın tarihimizin, belki Ali Suavi ile birlikte, en çok tartışmalı ve en çelişik kişilik­ lerinden bi risidir. Çelişik oluşu· şuradan başl ıyor; söylediği her güzel doğrunun tersini de söylemiş veya yapm ıştır. Daha açıkçası, Doktor'un e t attığı � er konuda ikiyüzü vardı; bunlar­ dan sadece birini görmek ise ikiyüzlülüktür. . . Ondokuz: Bir de Doktor'a malediliyor ve çok övülüyor; güya Doktor, Kürt sorununda ilk önce en sağlıklı lafı söylemiş bulu­ nuyor. Bu önemli lafı araştırdım . ve öğrendi_m; Doktorumuz, . 209


"Kü rtler ihtiyat kuwetimiz" diyormuş, buna benzer bir sözle öncümüz sayılıyor. Bunu öğrendim ve şaşırıyorum. Bana göre en kemalist değerlendirmelerden birisidir; ihtiyat olmanın temel özelliği eşitsizliktir. Türk Ordusu'nda "ihtiyat za­ biti" şimdiki sözcükle "yedek subay" tam bir eşitsizliği temsil ediyor; Türk subaylarının yedek subayları, "subay" sayma­ dıkları da kesinlikle biliniyor. Türkçede "ihtiyat" mutlaka eksikli anlamını da taşıyor; arada bir kullanılıp yine depoya konuluyor. Doktor, bu sözünde de, Türk solunun Kürt Devrimi'ni' küçüm­ seme alışkanlığından kurtulamıyor ve önceden ifade ediyor. Yirmi: Bir "yasa" daha çıkmıştır; Türk yazarları, sola ya şöh­ retlerinin başında şöhret olmak için geliyorlar ya da şöhret­ lerinin sonunda şöhretleri sarsıldığı zaman uğruyorlar. Ne yazık, solcuğu mücadele yolu sayan hiçbir yazarımız, roman­ cımız, bilim adamımız bulunmuyor. Bunların Kürt Davası'na bakışları da ayn ı görü nüyor; hani bir söz var "şöhreti yakala­ mak", yakalıyorlar ve uykuya dalıyorlar. Aydınımız ve solumuz açısından Kürt Cephesi 'nde seksen dördün altına in miş bulunuyoruz. Yeniden başl:1mayı öneri­ yorum. Bitirmiyorum. Burada duruyoru m. Fırsat buldukça "Türkiye Zından Konferansı" üzerinde yazmak istiyorum. _S öylenen şu­ dur : Apo'nun Zından Konferansı, uçma iddiasındaki insanların donanımlarının hızlı bir yürümeye yeterli olup olmadığını n tar­ tışmasaydı. Pırıltılı yapılarda hastalıklı dokulara parmak bas­ mak olarak anlıyorum. Benim eklemem, hastalıkların kaynağını başlangıcımıza kadar irdelemektir; kendimizi, özümüzü, büyük bir �artışmaya açmaktan korkmamamız gerektiğini düşünü ­ yorum. Başlangıcımızda teorimiz de var. Şu anda güçsüzlüğümüzden başka kaybedeceğimiz yoktur.

210


KİN Herkes biliyor, Paris'teki Sorbonne Üniversitesi'nin adı çok büyfik; ancak hacminin ve eğitim işlerindeki ticari değerinin adından da büyük olduğunu belki pek az. i nsan biliyordur. Ma­ dam Profesör de Wangen, bu çok büyük kurumda·,· Kürdoloji Bölümü'nün başkanlığını yapıyor; ben Kürtleri böylesine içten­ likle seven pek az insan tanıyorum. Hem· Kirmanci ve hem de Sorani grameri öğretiyor ve bir de Kürt uygarlığı ve tarihi ders­ leri veriyor. Daha Kürdistan'daki hiçbir kentin, başına "en · güzel" nitemesini eklemeden anlatmadı. Kürtleri tutkuyla sev­ mesi bir yana, bana anlatımında çok dürüst geliyor; bu yıl Kürt tarihinde �ürt aşiretlerini anlatırken önemlilerini bir bölümünün Türk olduğunu da rahatlıkla kaydediyordu. Şunları söylüyordu, Türkleşmiş önemli Kürt hanedanları ve Kürtleşmiş ünlü Türk yönetenleri var . . Ama aralarında savaşlar ve kavgalar bitmiyor; bunları da anlatırken bir de ne kadar bilincinde bilmiyorum, Türk ve Kürt asilleri için, "gizliden gizliye birbirlerine hay­ randırlar" diyordu. Bana çok açıklayıcı geldi ; belki de yalnızca asillerimizi değil, Türk ve Kürt insanı mızı da ele veriyor. · Joyce de Wangen, Leyla'yı özellikle seviyor; özgürlüğe ka­ vuşması umuduyla bir ayin titizliğiyle yaptıklarını ben biliyorum. Leyla'nın, Hatip Dicle'nin mahkumiyetinden sonraki ilk dersi­ mizde "nasıl olur" diye tepkisini dile getiriyordu ve türlü akıllı sözlerle bunun olmadığını anlattım; �unların bir "kin" işi ol­ duğunu belirttim, anlatabildiğimi sanıyorum. Kin'dir; ben . bunu Paris'te Leyla'ya söylemiştim. Bu devletin , Leyla Zana ve Hatip Dicle'ye büyük bir kini var; Türk devleti çok kindardır ve her iki21 1


sinin kanunlarda hiçbir suç yükü olmayan yemin eylemini hiç unutmuyor. Devlet, Meclis'te Kürtçe yemine karşılığını veriyor. Devlet kinini kusuyor. Selim Saddak ve Orhan Doğan dostlarımıza bi r kini vardır; Selim'in, Lice devlet güçleri tarafından yakılırken dürüst açıklamalarına kin duymuş olması mümkün görünüyor. Selim bu kini bilmediği için, hapishaneye gönüllü ve umutlu koştu; ben de bilmiyorum ve bu nedenle değinmiyorum. Orhan Bey'den de beklediğini bulamamıştır; ben burada l daha az ce� za alan arkadaşlarımızı ayırmıyorum. Bildiğim ve ortada hiçbir dava yokken, yakınlarıma, bir vesileyle Leyla Zana'ya söylediğim, benim Türk devletini tanıdığımdır ve devlet beni yanıltmıyor. Kinle hareket ediyor ve kinle karar veriyor. Bu kadar değil, ne zaman bu kinden söz etsem bunu Pro­ fesör Wangen'e de ifade ettim, devletin bir de Türklerden bana büyük kin beslediğini ekliyorum. iyi mi kötü mü bazan tar­ tamıyorum, bazan eski Türk solu'yla Kürdf stan sağı'nın mı yok­ sa devletin mi bana daha çok kin duyduğuna karar veremiyo­ rum . a. Eskiden Paris'ten alınan ve sadece "Doğu'da geçerli" rütbeler olduğuna inanılıyordu; devlet, Türk solunun "değerlerini" de sadece solda sayıyor ve hiç önemsemiyor. Türk solu , devlet için, kişi düz�yinde sıfır bir değerdir. Garip ama, bana solun dışında da değer yüklüyor. b. Bir mahkeme kararında benim "şeytana papucunu ters giydirecek kadar zeki" olduğumu yazmaktan geri kalmıyor. c. Bizim türümüzden adamlara eskiden, "incir ağacına asmalı, altında ağlamalı" de­ nirdi; bu, "bizdendir ama hata yapıyor" Anlamına geliyor . Namık Kemal'e veya Nazım Hikmet'e böyle yaklaşıyor. d. Ban � böyle yaklaşmıyor; formülasyonunu aslen Albay Kemal Şişmantürk yapmış olmakla beraber Cum�uriyet gazetesinde Profesör Toktamış Ateş ismiyle görünen Ateş Kemaltürk, "müthiş bir ka­ fa, her çıkardığı kötüdür" diyor, bu kırılacak kafaların tarifi oluyor ve bunu Genelkurmay'ın bir tarifi olarak alıyorum. e. Geçen yıl, devlet televizyonlarında� birisi Türk aydinı üze�ine bir dizi yapmış; buna göre bütün aydınlarımız değişiyorlar ve bir tek ben değişmiyorum. Devlet, beni, solda tek kalmış olarak görüyor. · Aslında ·ben çok değişiyorum, hep iyiye değişiyorum; 21 2


ancak bu , oligarklar için değişmemektir ya da kötü değişmek anlamına geliyor. f . Ben herkesin bıraktığı ve herkesin çil yav­ rusu gibi dağtldığı bir zamanda Tip'i bırakmadım , sahiplik ettim ve herkesin küfür ettiği zamanda Kürt Cephesi'ne gittim ve her­ kesin terkettiği zamanda, Kürt halkının yükselişinde inat ediyorum. Kin bu yüzdendir. Hep yazıyorum , bu kadar doğru çıkmaktan rahatsız oluyo­ rum. Madam Profesör'e bunları özetlediğim zaman avukat ar­ kadaşını Dursun Ermiş ile ilişkiye geçmemiştim, şu sekizdeki son makyajdan sonra durumu mu merak ediyordum. Dursun git­ miş, Ankara'da bir ara neredeyse haftada birkaç gün karştsına çıktığr m Dgm başkanı ile konuşmuş, "Hocam gelecek, sekiz ne oluyor" diye sorunca, Mahkeme Başkanı, Leyla ve diğer arka­ daşlarımızı mahkum eden başkandır, "Ne oluyor, yahu nasıl gelir, biz ona çeteden bi r dava açtık, hakkında ondan da tutuk­ lama var" haberini veriyor; Dursun, kaleme uğrayınca da, katip­ ler, ·�Hoca hakkında çok infaz var, . bir sakin zamanda gel de he­ saplayalfm" diyorlar. Şimdilik, kısa zamanda bilebildiklerimiz Apo'yla ortak kitaptan kesinleşmiş i ki yıl hapis, Özgür üniversite kurmaktan bir tutuklama, doksan iki yılında Bochum Festiva­ li'nde konuşarak çetecilik yapmaktan , Zana, Dicle, Doğan ve Saddak ile aynı maddeden bir dava ve tutuklamadır. Henüz ka­ tip hesaplamadan , kısa zamanda ve kafadan üç tutuklamayı bulmuş duru mdayız. Gazeteferdeki yazılardan takibatlar �yrı, bir ara avukatımız Osman Ergin yüz yıla yaklaştığ-ını • söylüyordu. Ben acaba haberi miz olmadan idam etmediklerine şükretsem mi diye meraktayım. Ancak bu sekizinci maddedeki makyajı okuyucular ımın da merak ettiğini sanıyorum . Bu ne­ denle bu �qdde için yazdığım ve bu hafta avukatım Dursun'un Ankara Dgm'ye verdiği dilekçeyi yayınlamak istiyorum. Yararlı ·o ıacağını düşünüyorum.* Bitiriyorum ve bitirirken yanlış anlaşılmak istemiyorum. Kim­ senin beni, "kendisini Nazım'la ve Doktor Hikmet'le karşılaş­ tırıyor" diye eleştirmesini istemem; çünkü karşılaştırmıyorum. Çünkü, hem Nazım'ı ve hem de Doktor Hikmet'i çok önemli bul*Yarg, Üzerine Yargı bölümünde yer alan "iki: Dgm 'ye" başlıklı yazı .

213


muyorum, benim de sevdiğim aydınlarımızdı, ancak onların kişilik ve yaptıklarıyla hiçbir yere gidilemeyeceğini biliyorum, geçmişte kaldılar. Kendimi onlarla karşılaştırmayı _aklımdan b i le geçirmiyorum ; yalnız, onları birer laboratuar türünden incele­ diğim doğrudur, bazan kendi gerçekliğimizden onlara bakıyorum ve bazan da onlardan bugünkü gerçekliğimize geliy­ orum . Söyleyeceğim şudur; otuzlu yılların sonlarına doğru , her ikisini de, başta aileleri ve bütün Türk aydınları ve Türk solu, her ikisini de yalnız bıraktılar ve her ikisine de i hanet ettiler. Partileri, Tkp, devlet ile anlaşırken, her ikisine haber bile ver­ medi; kurtlara ku rban ettiler. Daha açık olarak yazacaklarım da şudur; Nazım ve Doktor'un uzun hapsi en yakınlarının ihaneti sonucudur. Net olarak söyleyeceğim de şudur: Eğer eski Türkiye solu ile Kürdistan sağı böylesine bir ihanet içinde olmasa, eğer Türk aydınları, sadece ve sadece azgın devletin yumuşakçası konu­ munda durmasalar, devlet lsmail ile benim üzerime bu kadar gelmezdi. Biz bir inat olduğumuz için üzerimize geliyorlar. Eski sol ile Kürdistan sağı, hem kaçıyor ve hem de göz kırpıyor; bu­ nun için üzerimize geliyorlar. Eski sol ve Kürdistan sağı, aklınca bize çatıyor; aslında azgın devlete göz kırpıyor. Bilerek yapıyor; Aziz Nesin daha Oniki Eylül'den önce Kürdistan Aydınlanması'nın bir yanını bir derviş inadı ve alçakgönüllülüğü ile taşıyan Beşikçi'ye .. Kürt sorunuyla uğraşıyorsun, üstelik de sarışınsın, bu nedenle . lngiliz casususun" derken, devlete göz • k ırptığını biliyordu. Hepsi biliyorlar. Biz de bütün bunları biliyoruz. Tarihimizi bilerek ve yepyeni bir biçimde değerlendiriyoruz. içimiz umut ve sevgi dolu ; umut ve sevgi kine karşı en keskin silahtı r. Şimdilik umut ve sevgi çetesiyiz ; eninde-sonunda yeneriz. Ne yapar, yapar ve biz ye­ neriz.

21 4


SAC A YAÔI Dili sevmenin bir aydın tanımı olduğuna işaret etmiştim; eski aydınların bu konuda daha tıtiz olduklarını yazdığımı da hatırlıyorum. Sazan çok basit ve ancak çok büy ük dil yanlışları yapılıyor; birisi "eski çamlar bardak qldu" sözüdür. D ile çok titiz İlham·i Soysal bile , "eski camlar bardak oldu" di­ ye yazıyordu. Eski camların bardak olması mümkün değildir. i şaret edecektim , b ir trafik kazasında aramızdan göçtü ; aslı çam üzerine kuruluyor. Bardak, Toroslardaki Türkmenlerin artık yıkılmış büyük çam gövdelerinin içini oyarak yaptıkları bir tür büyük desti'dir. Koca çamlar, eskiyince kesiliyorlar ve tahtadan desti d iyebileceğimiz bardaklara dönüşüyorlar; dış­ ları cilal ıdır . Böylece tekrarlanmış oluyor, doğrusu, içi oyul- · muş ve boyları kesilmiş eski görkemli çamlardır ; şimdi bizim aydınlarımızı anlatıyor. Türkiye'nin bir zamanlar görkemli aydınları mı? Yıkıldılar , kesildiler ve bardak oldular. Şimdi içlerinden Genelkurmay su . . ıçıyor . _Çamda yanlışlık türünden bir de "sac ayağı" var; çok za­ man " saç" ayağı diyorlar ; saçı_n ayağının olmayacağına işaret etmek durumundayım. Sac, altında çengel olmayan "ç" ile· yazılıyor, köylerimizde 21 5


üzerinde ekmek pişirilen yarı konkav sac'tır; bazan tersine çevrilip içinde kuşbaşı et ile domates, biberin pişirilmesi için de kullan ıl ıyor. Sac ayağ ı , bu sac'ın üzerine oturttuğu üç köşeli demire den.i liyor, üstünde sac var ve ayakları ateşin ve çok zaman da külün içinded ir. Pişirmeye yarayan kara bir de­ m ir parçasıd ır; genellikle sac görüldü�ü için ayak ihmal ediliyor ve ihmal edilmemesi gereken du rumlarda "sac ayağ ı" sözü kullanılıyor. Nedense hep bir olumsuz anlam yüklüd ür ve bu nedenle bu ayaklar, genellikle sadece sacı değil, ayn ı zamanda da olumsuzluğu taşıyor. Bu söz hiçbir zaman bugünkü kadar yerini bulmamıştır; sanki deyiş, bu sac ayağ ı için bulunuyor. "ilhan Selçuk­ Süleyman Demirel-Doğu Perinçek" sac ayağ ı ndan söz ediyorum ; bunların üçü bir ayaktır. Bunları n üçü aslında Ge­ nelkurmay'ı n ayağıd ır; Genelkurmay'ı n oyunları ndan birisi şimdi bunları n üzerine oturtulmuş sacta pişiriliyor. * * *

Hemen konuya girmek istiyorum ; zaman kaybetmek için bir l ükse sahip bulunmuyorum. Bir aktarma yapıyorum , ak­ tard ığ ı m bası ndaki oligopolistik savaştan sızan pisliklerden bi­ risidir. Ayd ın Doğan ile D inç Bilgin savaşa başlayınca, çok yakın zamana kadar Cumhuriyet'in yöneticisi olan Hasan C.� ­ mal, şunları da yazma cüretini gösteriyor: "1 970'1erde Ecevit önce CH P'de ismet l nönü'yü yenerken, sonra siyaset sahne­ sinde iktidara yükselirken Cumhuriyet gazetesinin desteği önemli rol oynamışt ı ." (Sabah, 25 Ekim 1 995, Hasan Cemal) Bunu , basın tarihine g eçecek bir itiraf sayıyorum; Ecevit, lnönü'yü Martçı Darbe yıllarında yendi, Cumhuriyet'in Ecevitçi olması asıl bundan son radır. Ancak tarih konusunda bu not­ larım ayrıntıd ır, esasında ise, eğer Cumhuriyet yöneticisinin bu sözleri referans alı nacak olunursa yetmişli yıllarda, Cum­ huriyet, Ecevitcidir. işte bu doğrudur; bu dönemde Cumhu�iy­ et gazetesi kendisini "solcu" gösterirken asl ında Ecevitçi ol­ duğunun itirafın ı bulmuş oluyoruz._ Devam ediyorum, ancak bir parantez açmak zorundayım. 216


Bir noktayı yazdığımı hatırlıyorum, , yakı n zamanın sol tarih i biraz da benim özel tarihimdir. Buna ekleyeceklerim ise şudur; benim şimdiye kadar h içbir kişisel kavgam olmadı, h epsi sınıfsal ve politiktir . Ben kime hücum ettiysem politiktir ve kimler bana saldırdılarsa, kaynağında sınıf kini var . Cum huriyet gazetesi de bu tanımlara giriyor ; �enim özel tarihim içinde yer alıyor ve ben b·u nedenle Hasan Cemal'in itiraflarını görebiliyorum. Yetmişli yılları yaşamayan kuşaklara aktarıyorum; yetmişli yıllar başında Cumhuriyet'te yazıyo­ rdum, yazdıklarıma yeni okuyucu geliyordu, Cumhuriyet'in gizli anketine göre benim yazdığım günler tiraj özellikle artı­ yordu. Cumhuriyet'le bugünkü t�levizyon ve gazete yıldızla­ rının ulaşamayacağı bir etkinliği bulmu ştuk; ancak ben Ecevit S endromu belli olduktan sonra Cumhuriyet'te işimin kal­ madığını biliyordum, ayrılmak istiyordum; İlhan Selçuk, beni, "Sen Cum huriyet'in onurusun" diye t utmaya çalışıyordu. So­ nunda Cumhuriyet tümüyle Disk üst yönetimi- Ecevit-Vehbi Koç eksenine girdi ve ben ayrıldım . Ayrıldıktan sonra Cumhuriyet bana büyük bir küfür kampa­ nyası açtı, şimdi M illiyet'in başyazarı olan Altan Ö ymen Cum­ h uriyet'teydi, itirafın ve kinin hiçbirini eksik etmedi ; çünkü Cumhuriyet soldan alıp sağa veren bir deği �mendi ve beni sağcılaştıramadıkları için kin duyuyorlardı. Şununla hep övünüyorum: Cumhuriyet'e solcu girip solcu çıkabilen tek in­ san olabildim. Bunun için kinlendiler, kinlerini, "bir daha Yalçın Küçük hatası yapmayacağız" diye dillendirdiler; bun­ dan sonra sadece aydın cesetleriyle iş yapmayı bir usül bildi­ ler. Benderr sonra Cumhuriyet, adli tıptan "ölüdür, kadav­ radır" raporu almadan hiç kimseyi yazar yapmamaya başladı.

***

Aktararak d evam ediyorum: " 1 2 Eylül sonrası, 1 980'1erde yasaklı Demirel'i genel yayın yönetmenliği yaptığım Cumhuri-· yet'in askeri yönetime karşı demokrasi adına nasıl destekle­ diğini herhalde unutamam. " Ben düşük aktarmıyorum, hem Hasan pek Türkçe yazmasını bilmez ve bir ihaneti çok açık 21 7


yazmak istem iyor; söylenen C umhuriyet'in bir dönem de De­ mirel' in organı olduğudur. Doğrudur; ancak eksik kalıyor. Cu mhuriyet·in Ecevit'ten Demirel'e geçerken b ir de Özal ve Erbakan durağı var. Ben hapisteyken Cumhuriyet Özalcıydı ; arada b ir Hasan'a gönderdiğim notlarda bunu açıkça dile ge­ tiriyordum. Erbakan ise Cumhuriyet'i, bir ara, "bizim gazete­ miz" diye niteliyordu: ç;engiz Çandar, Cumhuriyet'te yazarken koyu islamcıydı ve Cumhuriyet'ten çıkıp cuma namazlarına g idiyordu. Özet mi ; Cumhuriyet ' in son yirmi yılı en gerici poli­ tikacıları en büyük bir şehvetle destekleme dönemidir. Bu çok önemli bir saptama oluyor; bu zorunlulukla, hem Cumhuriyet ve hem de yazarlarının tüm ü ikiyüzlü ol.mak durumundadır; ilerici görünerek en büyük rezaleti savunmak Cumhuriyet'in ahlakı olmuştur. Devam ediyorum ; Cumhuriyet'in hainlikleri içinde Demirel borazanlığı hepsini geride bırakıyor; çok uyarmamıza karşın bu ikiyüzlülüğü utanmadan sürdürdüler. Daha yetmişli yıllarda çıkan Yürüyüş'te ve sonra Toplumsal Kurtuluş'ta ve günlük gazetelerimizde, Cüneyt Arcayürek'in Demirel' in adamı ve hem de Mit ile içiçe b ir gazeteci olduğunu ısrarla yazıyorduk. Hangi Mit mekanizmaları işledi bilemiyoruz; işte tam bu dönemde, . seksenli yılların o rtasında aydın hareketliliğini yükselttiğim iz bir zamanda, Demirel ve Mit'in adamı Ar­ cayürek, Cum huriyet'in Ankara yöneticisi oldu ve İlhan Selçuk'un "ileri" gazeteciler mangası na katıldı. Demirel ise Çankaya Köşkü'ne çıkınca, bizi doğruladı ve Arcayürek'i Çankaya'da basın müşaviri yaptı; Cumhuriyet tarihinde M it'le içiçe olmayan hiçbir kimse Çankaya'da göreve ve basın danışmanlığına gelmemiştir. C umhuriyet-Mit ilişkisine yeni bir ispattır ; ayrıca bu ilişki devam ediyor. Arcayürek, İlhan �elçuk ile D em irel'in bağı olarak Çankaya'da bulunuyor. Parantez açıyorum; Cumhuriyet ve Hürriyet Mit'in hiçbir zaman boş bırakmadığı i ki gazetedir. Her zaman stratejik yerlerinde Mit'ciler oturuyor� ilhan Selçuk'un yanından ayırmadığı makaleler komiserinin Mit' le kucak · kucağa yaşadığını birkaç kez yazdığımı hatırlıyorum. B u, elli yıl önce 21 8


de böyleydi ; 1 940 yıllarında ırkçı gençliğin Behice Hanım ve Aybarların üzerine yürümesini Cumhuriyet gazetesi başlattı, kitaplarımda ayrıntıları var. Ş imdi de böy ledir; şimdi sadece bunu daha açık yazabilecek durumdayız. B ütün bunların arkasında ise ilhan Selçuk var; ancak De­ mirel kadar yüreksizdir ve bütün zamanını, hem bütün pislik­ leri çevirmeye ve hem de bunlara karşi· görünmeye ayırıyor. Demirel i,e bir mizaç benzerliği olduğu kesindir; ihanet etme­ diği pek az yol arkadaşını biliyorum. B ir: Doğa·n Avcıoğlu, Doğan ile ölümüne yakın çok sık görüşüyorduk , adeta ilhan Selçuk'tan tiksiniyordu ve görüşme isteklerini kabul etmiyordu. Bana, "hem bizimle beraber ihtilal işine giriyor ve hem de Ecevit'e şirin görü nmeye çalışıyor.. di­ yordu. iki : Ölümüne yakın Uğur M umcu'yla telefonla görüşüyorduk ve bana, "Yalçın, ilhan bizi sattı" diyord.u ; en kibar sözüdür. Uğur'un bu düşüncelerini benden çok da.h a yakınlarına daha açıkça söylediğinden h iç kuşku duymuyo­ rum. Üç : Ayrıntıları, " Davalarım" kitabında var ve o geceyi yaşayanlar hala hayattadır; aydın belgesini vereceğim iz günün akşamı, Aziz Nesin, içi içine sığmaz bir biçimde, "ilhan Selçuk'un korkak ve yalancı olduğu " üzerine saatlerce s üren bir .h utbe indiriyordu. Belki bu eylemin ar ifesinde içine korku düşmüştü, belki cemaatimizi az buluyordu; iki saat herkese Selçuk'u ve her zamanki kaçkınlığını anlatıyordu. Aydın bel­ gesi için basın toplantısı yapmaya söz vermişti ; belgeyi götürecek heyette bile yer almıyordu. İşte budur; Aziz Bey, bana, "bana saygılıydı, ama bir ara bir baktım önümde yürü­ yor, sonra�an öğrendim, · darbe yapacaklarmış ve darbenin başbakan adayıymış, kendisini başbakan görüyordu" diyordu. Yetmiş ytlında bir darbeyle Demirel'in yerin� oturmaya h azırlanan bu adam, şimdi Demirel'in kuyruğundadır; daha ne söylenebilir? Selçuk ve Cumhuriyet, kirli işlerini maskeleyebilmek için 219


mutlaka bir sol görüntüye ihtiyaç duyuyorlar; şimdi tam Ge­ nelkurmay'ın gazetesidirler ve buna daha çok ihtiyaçları var. Ancak Kürt Cephesi'nde sağlıklı bir tutumu hep isteyen ka­ nat, olduğu için , içinde bir zamanlar gözağrısı Tkp' lilerin ol­ masına karşın, Sosyalist Part i' den uzak duruyor. Yalnız bir sol vitrinsiz de yapam_ıyor, çünkü şu anda daha çok pisliğin içindeler; geriye sadece Perinçek' in küçük grubu kalıyor. Düşüş tamdır ve çaresizlik bunları biraraya getiriyor. ilhan Selçuk, bu beraberlik için , bir yandan sıkılmadan Tomris Özden'e küfürler yağdırıyor ve diğer yandan da Doğu Pe­ rinçek'e Yunus Nadi bilim ödülü veriyor ; artık düşüşte bir sınır göremiyorum. Ayaklar çökmüştür ve ben çöküşe yardımcı oluyorum. Doğu Perinçek'in seçime gi rerken toplar göründüğü imza­ ları toplayan İlhan Selçuk'tur. M elih Cevdet, Bahri Savcı , Ser­ ver Tanilli türünden Cumhuriyet yazarları, kardeşi Turhan Selçuk ve okumadım ancak işittim bizim gazetenin yazar­ larından . Kadir Kon.uk'un "anası" oluyormuş, Sıdıka S u türünden Cumhuriyet Ailesi, hepsi oradadır. Ancak İ lhan Selçuk yer almıyor, beni şaşırtmıyor, benim tanıdığım en kor­ kak insanlardan birisidir; korkaklıkta en büyük rakibinin Demi­ rel olduğunu biliyorum. Bir �e bildiğim şudur: Cumhuriyet ka­ rar vermeden bunlar evlilik cüzdanlarına bile imza atmazlar ve Cum huriyet'in iradesi için de mutlaka Genelkurmay vizesi gerekiyor. * * *

Ne denebilir? Acaba "oportünist" sözcüğü yeterli midir? Yoksa düşmüş bir yaprak mıdır? P erinçek'i nereye koya­ ca�ımı bilemiyorum. Bir: Leh Walesa �rtaya çıktığında, "işte işçi sosyalizmi" diye bağırarak yırtmadığı yer bırakmıyordu. Uyardık; ancak gözünü sosyalizmi yıkma kini bürümüş, başkaca bir yer görmüyordu. Sosyalizme küfür fırsatı yakalamış, kilisenin adamına sığınıyordu. iki: Şemsi adında jaguarlı ve Tkp bulaşığı bir sendikacı 220


çıktı, Türk-İş'te görev aldı; "işte işçi demokrasisi yürüyor" diye davul zurna çalmaya başladı. Üç : Hapse düştü , normal olarak solcu gençlerin bölüm üne verdiler, devlete yaranmak için, "bunlar solcu değil, teröristtir" diyerek, hapishane yöneticisi subaylara d ilekçe üst üne di­ lekçe verd i ; her fırsatta yaranmayı büyük po litika sanıyordu. Dört: Eylülist darbeden_ önce, bug ün eleştirir göründüğü polis şeflerinin işini yapıyordu ; bir gazete bu lmuş, legalite dışındaki solcuların hepsini i sm ini ve adresini i lan ediyordu. İşte budur; şu anda , Selçuk-Demirel- Perinçek sac ayağının ayaklarından birisi budur. Parantez açıyorum ; hiç . aklıma gelmemişti, bugün Birleşik Sosyalist'lerin yöneticilerinden birisi söyledi , " Hocam" dedi, " Perinçek, Apo'yla görüşmeye senin arkandan gitti, solcularla ittifakı bozmak için g idiyordu " diye ekliyordu. Doğrusu h iç düşünmemiştim, iki · kez gitti ve ikisinde de b ir telaşla hemen beni takip ediyordu; mümkündür. D evletin Türk ve Kü rt devrimcilerinin birliğine çok değer verd iğini biliyorum ; PKK'nin sıkışık olduğunu düşündüğü Qir zamanda kendisini Apo'nun ayaklarına atıyordu . Attı da ; iyi h izmet ettiğini biliyorum, karşılı�ında, Türk-Kürt devrimcil.e ri­ nin birliğinin b ir yanını tekeli �e almak istiyordu. Alamadı ve şimdi kin besliyor. Şimdi , bu kinle, İlhan Selç uk ile birlikte Ge­ nelkurmay'ın hizmetine giriyorlar; arada bir Dem irel'e raporlar yazıyor. Fakat çok komplekslidir; D emirel her zaman okşa­ mayınca, kızıyor ve ağır çıkışlar yapıyor. Ama çıkışlar ne olursa olsun , h em Selçuk'a ve hem de Perinçek'e Demirel gerektir ; bunlar bir sac ayağı oluşturuyorlar. Perinçek de, Selçuk kadar korkaktır ve Kemal paşacılığı solculuk olarak yeniden piyasaya sürmek ise en güvenil ir limandır. * **

M ed-Tv'de yaptığımız canlı açık oturum üzerinde ayrıca durmak gereğini duy uyorum. Türk medyası, Başkan Apo'nun katkısından günlük politikaya g irenleri büyüterek yansıtmış bulu,:ıuyor ; ancak bizim solumuzu ve devrimci geleceğimizi il221


gi lendiren yanlar da var. Ben, bir sezgiyle, 1 995 y ı l ı n ı n , Türk ve Kürt devrimleri açıs ı ndan bir dönüm y ı l ı olacağ ı n ı ileri sürmüştüm ; Türk ve Kürt emekçilerinin , devrimci ve sosyalist­ lerinin birliğ i yolunda, seçim aktüalitesinde atı lan adı m, şu an­ da öne mli güçlüklerle dolu olması na karşın, önemli ve doğ ru yönde bir adı md ır. Görüşle rimi daha sonra yazacağ ı m ; şimdi bu açık oturum­ da üzerinde durduğ um, "entellektüel terör" kon usuna gel mek istiyoru m . Apo da ayn ı yöndedir; artık bardak olmuş eski çam lara ş imdilik sadece "entellektüel terör" uygulamayı öneriyorum. Başlıyorum. ; kimse nin ürkmemesini de diliyoru m, çünkü şu anda terörün entellektüelinden başkası n ı beceremi­ yorum. Bi r : i mzacılardan birisi , Cumh uriyet. gazetesi yazarları ndan Vedat Günyol'dur ve başl ıyorum. Başlarken imza atmadan önce i mzan ı n onuru nu hatırlatıyorum; ben, Vedat G ünyol'un . Sabahattin Eyüboğl u ve M ina U rgan ile birlikte i mza attığ ı "Ütopya" çevirisinin , kendilerine ait olmadığ ını , bir öğrencinin çok acemi mezuniyet çevirisi olduğu nu i leri sürdüm ve h ı rsızl ığ ı kan ıtlad ı m . Kan ıtı kitapları mdad ır; bu incelemeyi yay ı n ladığ ı mda Eyüboğl u göçmüştü ve M ina U rgan da çeviriyi kendilerinin yapmadığ ı n ı kabul ediyordu. Şimdi Günyol'un imzası n ın ne değeri o labilir? Ayrıca ekliyorum , Günyol'un diğer çeviri lerinin altı ndaki imzaları n naylon ol­ masından kaygı lan ıyorum . Araştırılmasın ı öneriyo�um ve Ve­ dat Günyol'u, Selçuk'a ve Perinçek'e ve Genelkurmay'a hedi­ ye ediyorum. iki : Ataol Behramoğlu'nun yükselen dalgalar canbaz ı ol­ duğuna değ inmiştim ; Tip yükselirken Tip'li, Tkp yüksekken Tkp'l i olan birisi , şimd i yeni dalgalar peşindedir. Ancak otuz lu yılları n dönü�leri kadar bile kend isine sayg ı lı old uğunu san m ı yorum ; Vedat Nedim veya Şevket Süreyya , hiç olmaz­ sa �ir devlet mem uriyeti almışlard ı ve idareediyorlard ı . Ataol , Chp beled iyelerinde basın dan ışmanlığı n ı n d ı ş ı nda H ürriyet Hc;>lding'te .görev ve Cumhuriyet'te yazarlıkta yine yüksek dalgası n ı bulmuş görü nüyor, artık yaşlanıyor ve cebi222


n i kolluyor; bir ayağı H ürriyet'te ve diğer ayağı Cumhuriyet'te olan birisinin yeri Genelkurmay Partisi ' dir. Üç: Yetmiş yılındaydı, Tip'te bir .d eğil iki Atilla vardı ; "Ayı" adıyla da bilinen 1 şimdi aramızdan göçük, Atilla iri yarıydı ve diğerini her gün p artide ezerdi. B"iz Parti'de Aybar'a muhalefet y ürütmüş ve yönetimi almıştık; bu Atilla Aşut Aybarcıydı ve gidecek yeri · olmadığı için aramızda kalıyord u. B ir g ün kayboldu; Tkp'ni n transfer ettiğin i duyduk, Almanya'dan çıktı, bir ayağı sakattı ve b u yüzden kendisine "sağlam" soyadı almıştı, Tkp'nin kendisini evlendirdiğini de duyuyorduk. Sonra geldi ; artık Tkp'nin imkanl arı kalmamıştı, Perinçek'e yamandı ve Perinçek, önce Aydınlık'ında ve sonra b ir şekilde sızdığı S iyah-Beyaz'da iş verdi. Karnını doyuruyor, eskiden bize küfrediyordu, şimdi kimseye küfretmiyor; imzasını veriyor. Selçuk 'a, Perinçek'e ve Genelkurmay'a hediye ediyorum. Dört: Ceza İ şleri eski Genel M üdürü Veli Devecioğlu ve M .illi Savunma Bakanlığı eski H ukuk i şleri Müdürü Albay Emin Değer de imza atıyorlar; ikinc isi Cumhuriyet gazetesinin geti rdiklerindendir. Veli Bey , aydın yüksel işimizi yaptığımızda bizim çevremizd� oldu; eski savcıdır, ürkmüş görünüyordu, Aziz Bey, aydın hareketimizi bölerken o tarafta kaldı. O ta­ rafın devlet tarafı olduğunu biliyordu; şimdi her ikisi devletten geldiler, kopamadılar ve asıllarına döndü ler. Selçuk'a, Pe·rinçek'e ve Demirel 'e hayırlı olmasını diliyorum . Üzülüyor muyum? İçlerinde Aleattin Şene l gibi çok dürüst bir-iki imza var, M üjdat Gezen'in hala bizim tarafta bir yeri of .. duğunu düşünüyorum; ancak bu imzalara çok sevindiğimi söylemek durum undayım. B ir kez, bu aydın hareketimizin Aziz Nesin ile böl ünmesini n devamıdır; aydın hareketini yükselttiğ imizde, bir bölüm ü korktular ve Aziz Nesin ile devle­ tin limanına doğru yol . aldılar. Bu tam limandır ve şimdi bir sac ayağıyla Genelkurmay'a bağlandılar. Peki nasıl seviniyorum? Çü nkü bu, yıkılmış kütükleri görmemize, ayakları küle batmışları teşhis etmemize ve ası l önemlisi yeni aydınımızı yaratmak türünden önemli bir göreve işaret ediyor. Sevindirici olan yan budur. 223


Y_e �i için ne gerekli? Ateş; bunları ateşte yakmak benim işimdir. Bu kadar yüzsüz olabilmeleri biraz da benim burada ol mamdan ileri geliyor; benden korkmayı u nutmuşa benziyor­ lar. Başlıyoruz ; entellektüel şiddetimizle başlıyorum . Bu, başlangıç için sadece bir davet ve okuntudur.

224


EŞBER İLE ERTUGR UL Eşber Ya(Jmurdereli'yi, öyle sanıyorum, Ankara'da bir Hep Kongresi nedeniyle tanıdım; müebbet hapisliydi, on altı yıl ka­ dar yatmıştı, şartlı tahliye ile çıkmıştı, karşılaştık, sanki uzun yıllar arkadaştık, hasretle kucaklaştığımı hatırlıyorum. Bana·, tam devrimci geldi; ben "tam devrimci" sözünü, en çok hep umutlu olan ve hep geleceğe gülümseyerek bakanlar için kul· lanıyorum. Sonra görüşüyorduk, · bazen geci ktiğinde Eşber, "çoktandır birbirimizi görmedik Hocam" derdi, ben bu sözden önce acı çeker ve sonra sevinç duyardım ; çoğumuz biliyor, Eşber'in iki gözü görmezdi, ama, insanın birbirine sarılmasını görmek olarak anlıyordu. Ne güzel! On yaşlarında, bir kazayla gözlerini kaybetmişti : Bilgesu'dan duydum, bazen Bilgesu'ya, "beni yabana atma J ben Gina Lollabrigida'ya görmüş insanım" diye övünüyormuş. Eşber hep güzellikleri görüyordu . Hiç kuşkusu olmadı, devrimi, Türk ve Kürt devrimcilerinin birlikte­ liğinde görüyordu, Hep'i, izleyen siyasal organizmaların içinde yer aldı, bu yolla bir ceza alırsa şartlı tahliyesinin yanacağını biliyordu; bu eski cezasının da kendisine yeniden fatura edil­ mesi demekti. Öyle oldu; izliyorum, Eşber, kaldığı yerden ha­ pisliğini sürdürmek üzere şimdi hapistedir. Gözlerinden öpüyorum.

***

Orta

Doğu Üniversitesi'nde idari 225

ilimler ve Mimarlık


Fakülteleri yanyanadır; altmışlı yıllarda pek solcu tanınıyorlardı. Örnek olsu n, Deniz'le birlikte darağacını tekme­ leyen Hüseyin inan, idari llimler'de, Nurhak Dağları'nda yiten Sinan Cemgil, Mimarlık'taydı, aslında bu ikisi bir fakülteye benziyordu, Mimarlık öğrencileri de en çok bizim derslerimizi alıyordu; ben idari llimler'de hocaydım. Ertuğrul Kürkçü'nün bu sıralarda Mimarlık'ta öğrenci olduğunu duyuyordum; ama hatırlamıyorum . Büyük yazgılardan geçti, zordu, Kızıldere'de ölümü gördü ve döndü; ama ben en çok uzun bir hapislikten sonra, yine şartlı tahliye ile çıkarken verdiği demeci sevdim . O da bir onaltı yıl yatmışt� ve hapisten, devrime ve sosyalizme inancını yitirmeden çıkıyordu; sevinç'tir. O sıralarda, Karaku­ sunlar Köyü'ndeki bahçeli evim, bir tür aydın kararğahı ve di­ renişin konağı işlevi görevi görüyordu; bir " 1 Mayıs Yemeği" için haber gönderdim ; bizim bahçedeki yemeklerin üzerinden devlet helikopter gezdiriyordu, herhalde sıkıntılıydı, olmadı. Apo'yla buluşmaya Bekaa'ya gidip gelmiştim , cebimde müla­ kat, gizlideydim, bir yol bu lurum umuduyla, o sırada yeni çıkan "Sokak�' Dergisi'nin açılış kokteyline gittim, duyulmuştu; Ertuğrul, çok sevinçliydi, "bunu ilk kez bir sosyalistin yap­ masından" çok sevinç duyduğunu söylüyordu. Ümitlendim . Bir ortak gazete projesi için kolları sıvadık, görüşmelerimizi önce Toplumsal Kurtu luş'un lstanbul'daki pek güzel bürosun­ da yapıyorduk, o günlerden şimdi aramızda sadece Med­ Tv'deki O�tay Yıldız var, Ertuğrul'u bu projelerde görmeye çok önem veriyorduk, Apo'nun da çok kullandığı bizim sol dilimiz­ qeki bir deyişi seçecek olursam, buna "büyOk bir değer biçiyorduk." Ben, konuşurken ve ·yazarken şakayı ve sevinci çok seviyorum ; bu nedenle, şimdi aramızdan göçük, Aziz N.e­ sin'le bir ara sık sık çıktığımız imza günlerinde, okurlarımız pek şaşırıyorlardı, Aziz Bey, gayretli ve ciddi bir tüccar örneğindeydi, ben ise her gelenle şakalaşıyordum; beklenen­ lere ters geliyordu. Mizahı seviyorum, bu projede de, başında, sevgili Beşikçi ile ben vardık ve ·Ertuğruru ikna edebilmek için Beşikçi ve kendime önemli bir haksızlık yaparak "Ertuğn.�I bak, iki Kürtçü ve bir Kürkçü olmalıdır'' diyordum. Olmadı, Ankara ve tstanbul'da uzun seanslar yaptık, ancak Kürkçü'yü bu işe 226


ikna edemedik. insanlar başkasını. anlatırken kendilerini anlatıyorlar; belki kaçınılmaz oluyor. izin verirlerse, özel yaşamımda, Aziz B�y'den daha çok şakayı sevqiğime ek olarak, bir de sözlü yaşamımda çok yumuşak olduğumu eklemek istiyorum. Ne­ sin'in az şakacılığı örneği, uzaktan çok yumtJşak görünen Bil­ gesu · Erenus ' un ise sözlü yaşamında zaman zaman çok sert olduğunu belirtmek durumundayım; Ertuğrul ile bu görüşme­ lerimizi Bilgesu bitirdi, sanıyorum Ertuğrul'un evindeydi ve Nail de vardı, Bilgesu, "yeter artık" dedi, "sanki nişanlıyız ve bir türlü evlenmek istemiyorsun, tamamdır" diye ekledi. Çok ağırdı, ben bu sözleri duymamak için, mutfağa kaçtım; bun­ dan sonra Kürkçü , "Kürtlerle hiçbir zaman aynı odada değil, aynı apartmanda farklı katlarda yaşamak" türünden son dere­ ce ilginç teorisini geliştirdi. Ben Ertuğrul'un cümle kuruşlarını seviyordum, uzun süre bu sözünü de beğendim, fakat sonra­ dan bu sözünün yakıcı sorumluluktan uzak durabilmek için kendi özel konumuna göre biçilmiş kaftan olduğunu anlıyordum. Yanlış anlaşılmak istemem; işin riskleri vard ı . Bunu Er­ tuğrul'a açıklıkla anlattım: " Ertuğru l , risklidir, bu yolun sonunda ya hapishane ya da yurtdışı var" dediğimi çok i.Yi ·hatırlıyorum. Sonunda, Beşikçi . hapishanededir ve ben de ülke dışındayım; Kürkçü ile aynı konumda olan Eşber'in de şartlı tahliyesi kal­ dırılmıştır. Ben, akıllı ve mantıklı bir arkadaşımız olan Ertuğ­ rul'un, bütün görüşlerini, bu şartlı tahliyenin yanması kaygısına dayandırdığından kaygılı olmak zorundayım. Olmadı deği l ; Ertuğrul, daha sonra Özgür Gündem'de de yazdı . Ancak tek başına Kürkçü ile ilgili değil, yalnız bu dönemin bazı talihsizlikleri oldu. Bir : Türk solunun bazı olumlu gelenekleri var. Altmışlı yılların ortasında Yaşar Kemal, ününün doruğunda. bir ara bütün zamanını sol yayınlara . ayırıyordu ve bir kuruş al mıyordu . Bizim türümüzde en hesaplı bilinen Aziz Nesin'dir, sol yayınlardan bir kuruş bile al­ mamıştır. Ben, Türk solundan yazarların ortak ve sol yayın­ larda, eğer başka yerlerden gelirleri varsa, para almalarını şiddetle eleştiriyordum. Gazetemizin . o zamanki sahibi Yaşar 227


Kaya ise her yerde, "ben yazarlarıma şu kadar veriyorum" di­ ye övünüyo�du, Yaşar Kaya'yı da eleştiriyordum. iki: Bir süre sonra bu bize yakışmayan uygulamaya son verildi . Üç: Asıl önemlisi, o sırada haftal ık "Ülke" de çıkıyordu ve zamanın içişleri Bakanı ve şimdiki Meclis Başkanı ismet Sezgin, "Ülke, PKK'nı n, Gündem bize yakın" diyebiliyordu. Kuşkusuz bu yanlıştı , ancak yanlış yorumlara imkan veriliyordu. Yanlışı, aynı zamanda, yararsız olduQunu belirtmek için yazıyorum. Daha önce de değindim ; ben öyle yumuşakça yayınlarda hiç olmak istemiyorum, bununla da övünüyorum. Yetmişli yılların ortasında Cumhuriyet gazetesinde yazıyor­ dum, çok etkili olmuştuk, bana bütün- kapılar açılıyordu, fakat Cumhuriyet yumuşayınca hemen bıraktım. Bu gerekçelerle deği l , sadece birikmiş incelemelerim nedeniyle gelecek ay içinde günlük yazmayı , en azından bir süre için. bırakmayı planlıyorum. incelemelerim ve teorik çalışmalarım dışında te­ levizyon ve mümkün olursa radyo yayınlarına zaman ayırmak i�tiyorum. Bu nedenle devri mci basınla ilgili görüşlerimi kısaca özetlemek istedim; yapmış bulunuyorum. Ayrıc;. Beşikçi ve benim, !arkl ı olduğumuz izlenimi veren davranı şlara da son vermek gereğini de tekrarlıyorum. Böyle davranışların bizim için olumsuz sonuçlarını biz göğüslüyoruz; ancak hiçbir yararı olmadığı kesindir. *

* ..

Daha üniversite yıllarıydı, ismet Paşa. bölük pörçük anılarını yayınlıyordu; çok güldüğüm yanları oldu. lnönü. "�dülkadir Paşa, çok iyi bir paşaydı , vatanseverdi, yazık ol­ du, asıldı" diye yazıyordu . Bir başkasından söz ediyordu, "Mu­ hittin Bey çok temizdi, kalbi halk sevisiyle doluydu, yazık oldu, yazık oldu, asıldı" diye sürdürüyordu. "Osman Paşa, günah­ sızdı, hiçbir suçu yoktu, yazık oldu, asıldı" buyuruyordu. Paşa, Kemal Paşa ile birlikte astırdıklarını övüyor, suçsuz buluyor ve yalnızca "yazık oldu, asıldı" diye ekliyordu; acıyla gülüyordum. Şimdi sadece kızg ınlıkla bakıyorum; Yargıtay'ın Hatip Dicle , Leyla Zana, Orhan Bey ve Selim Saddak için verdiği gerekçeli kararın basın özetini okuyorum, aynı ismet Paşa anlatımıdır. Gerekçeli karara göre dostlarımızın hiçbir suçları yoktur; ' 228


"yazık oldu" demiyorlar, ancak "onbeş yıl yatacaklar" buyuru­ yorlar . içimden, "asıl yaz ık ülkeme oluyor" diye geçiriyorum ; "N'olur, arkadaşlarımızda suç bulun" diyorum . Hiç suçları yok, ancak bir rastlantı olarak, amaçları ile PKK amaçları çakışmış, bu on beş yıl hapis anlamına geliyor. Ben dünyanı n en ilkel kabi lelerinde bi le böyle bir hukuk olmayacağını düşünüyorum. Bunlar beni çok i lgilendiriyor. Yargıtay bu amaçların çakışmasını bulmu ş ya Apo'nun basın toplantısına gitmeyi suç . olmaktan çıkarma lüksünü tanıyor; böylece, "çok adil" oluyor. Ancak ba�a kadar gelen ve benimle ilgili. son mahkumiyet ka­ rarının birinde, "Sözde Kürt Parlamentosu toplantı larında bu­ lunduğu" sözü, benim mahkumiyetimin gerekçesi olarak yazılıyor. "Üye" demiyor, "izledi" demiyor, "bulundu" diyor ve ben de ne kastettiğini anlamıyoru m. Anladığım, tıpkı Hatip Dicle ve diğer arkadaşlarımızın davalarında olduğu gibi, yargı­ nın bazı kimseleri peşinen suçlu olarak seçtiğini görüyorum. Bu bir gerçektir. Beni m bu gerçeklik karşısında söyleyeceklerim var. Bir: Şimdilik, Türkiye'de yargı bitmiştir. iki : Ben kimsenin Beşikçi veya Eşber ya da benim türümden davranması için davetiye çıkarmıyorum. Üç: Ancak bugün Türkiye·de etkin olmanın ölçüsü, bugün Türkiye·de devrimci olmanın mihenk taşı, bugün Türkiye'de sosyalist olmanın özü, sınırda ve mayın tarlasında olmaktır. S ınır, Türk ve Kürt devrimci leri arasında sınırın bittiği yerdir.

***

Ertuğrul'a dönüyorum. Bir: Kuruçeşmeden itibaren başlattığı yol, susuz çeşmeden, Pekdemir'e, oradan Tkp- Dy birleşmesine uzanan yol, bir çıkmaz sokaktır. iki: Bunun ortak devrimimize veya devrimlerimize bir fay­ dasını görmüyorum; sadece, Ertuğrul Kürkçü'nün zor konumu­ nu örtmeye yarıyor. Eskiden sol parti lerde, _ Tip'te diyelim, varl ıkl ı lar vardı, kendi varlıkları çerçevesinde bir sol isterdi; Kürkçü'nün izlediği yol buna benziyor. Onurlu bi r başlangıç noktası olan bir devri mci nin hapisten bu yana geçirdiği son on 229


yılı hep birleşme seanslarına ayırması son -derece üzücüdür. Üç: Ömrü boyunca, Tkp ve Dy'ye yakın olmamış bir in­ sanın, bu iki ekolün en zayıf oldukları ' bir zamanda bir köy sohbeti tutturmalarından heyecanlanması, bende, bir eğlence ve vakit geçirme isteği izlenimi uyandırıyor. Dört: Bu seçim-lerle birlikte ortaya çıkan, Kürt-Türk siyasal kaynaşması tek yoldur. Bu, doğru yolda bir adı.m dır. Beş: Asıl partileşme · yolu buradadır. Partileşme sadece bir­ leşme değil, zaman zaman da ayrışmadır. Buradaki ilk adım­ ların bile, Tkp içinde yarattığı ayrışmalar görülüyor. Dy'nin ise gerçek çapını hemen ortaya çıkarıyor; anlayabildiğim kada­ rıyla , Dy üstyönetimi , "tabanlarını serbest bırakma" kararı alıyor. Benim bildiğim Dy'nin tabanı yoktur; son on beş yıldır, açık veya kapalı hiç bir toplantı düzenlenmemiş bir eski oku­ lun, tabandan söz etmesi inandırıcılıktan uzak görünüyor.. Aslına bakılırsa, Dy'nin tabanı da tepesi de Chp'dedir. Frenklerin bazı sözleri var, seviyorum. Bir: Ölmüş atı kırbaçlamamak gerekiyor. iki: Açık kapıyı zorlamamak zorun­ ludur. "Açık Kapı" açıktır. Açık kapı, Türk ve kürtler'in ortak örgütlenmeleridir. Er­ tuğrul, ölmüş atı kırbaçlama seanslarının birisinde, fazla heye­ canlanarak ve her işin bağlandığına karar vererek, tek sorun olarak, "acaba olağanüstü hal bölgesinde örgütlenebilecek mi­ yiz" diye soruyordu . Bu sorunun iki cevabı ·var. Bir: Örgüt­ lenmek mümkü ndür, ancak olağanüstü hal valisine dayanmak zorunludur. iki: Örgütlenmek mümkündür, ancak, Kürt halkının yükseliş özlemlerini sosyalizmin ve devrimin ayrılmaz parçası saymak zorunludur. "Biz" bu ikinci yolu öneriyoruz. ikinci yolun adı , "Açık Kapı" yoludur. Bitiriyorum; ilgili arkadaşlarıma, önceki pazar · günü, Med­ Tv'deki canlı açık oturumun video oturumun video kasetini bu· lup izlemelerini öneriyorum. Bunun dışında, Politika'da, geçen cuma cuma günü çıkan "Sac Ayağı" yazısını da, bulup oku­ malarını salık veriyo ru m; Türk basını ve politikacıların çoğu iz­ liyor, bulmanın çok zor olmayacağını düşünüyorum. Birincisin230


de ipuçları ve ikinci.s inde, devrimci mücadelenin nasıl yapıla­ cağı konusunda örnek var. Bundan sonra şunu ekliyorum : Bu . birliktelikten bir değil iki parti çıkarmayı denemek gerekiyor. Her ikisi de Türk-Kürt ve bütün halkların katıldığı partidir; - an­ cak birisi, bir "emekçi" partisi, bir tür bir "birleşik halk partisi" ve diğeri ise bir devrimci sol, adı üzerinde saf bir sosyalist parti, olmak durumundadır. Bugün, bugünkü gelişmişliğimizde bütün katmanlarımızı aynı yapıda toplamak, birisinin enerjisini diğerleriyle azaltmak · demektir. Kürt-Türk ayrımı değil, kütlesel ve teorik parti ayrımını saklı tutup zaman zaman yapacağı itti­ faklarla bi�i hedefimize çok yaklaştıracağına inanıyorum. *

**

Belki mistiktir; ben bir de devrimci geleceğimize inanı­ yorum. Bu , toprağa ve bu toprağın mucizelerle dolu olduğuna inanmak demektir. Bu inanç, beni çok taze tutuyor. Sözünü ettiğim televizyon konuşmasında da söz konusu ol­ du, .Birleşik Sosyalistler'in kurucularından M ahir Sayın'a hitap ederek dillendirdim; altmışlı yılların sonlarında bizler Tip'tey­ d ik , Mahirler , Ertuğru llar, bizleri, o zamanlar önde olan Sadun Aren'i, beğenmiyorlardı ve hepimizi , .. pasifi�t , oportünist" ola­ rak niteliyorlardı . Şimdi onlar, biraz eleştirdikleri yerdeler; ben de biraz onların yerindeyim. Bunu anlayışla karşılamaları-nı bekliyorum; çünkü ben kendimi onlardan çok genç duyuyorum. Bu Manukyan Düzeni'ne duyduğum kin, beni her gün bi­ raz daha gençleştiriyor. Beş yıl hücrede, on yıl hapiste yatanların Manukyan Düze­ ni'ne kin duymalarını, öz onurun bir gereği sayıyorum. Hapis mi, sürgün mü; asıl sorun bunlar değildir. Asıl sorun kendi so­ runlarımıza sahip çıkmaktır. Bu bir talih sizliktir; Türkiye'de devrimci olmanın ölçütü, artık bu kez hapse girmek değil, her an hapse girmeyi göze alabil­ mektir. Beşikçi burada bir abide'dir ve iki gözüm Eşber, bu ölçütü, bütün körlerin gözüne bir kez daha sokmuştur. Bu bir talihtir; devrimciliğin rengi, çocukluktan gençliğe geçerken, ne kadar uzun olursa olsun, bir kez hapishaneyi 231


tanımak değildir. Bizim rengimiz, yaşamın ileri aşamalarında da aynı yürekliliği gösterebilmekte yatıyor. Ne yazık, toprak­ ları mızda, devri mciliğin bir gençlik hevesi olmadığını kanıt­ lamak için, bu gereklilik net olarak önümüzde duruyor. Yalnı z bu gereklilikte bir de mucizevi yan var, insanı sürekli genç­ leştiriyor. Sürekli gençleştiği mi, artık gençliklerinde bizleri be­ ğenmeyenleri, şimdiki olgun hallerinde benim hiç beğenmedi­ Qimi tekrarlıyo ru m.

232


FETRET Bazan sözcüklere tutuluyorum, "fetret" de bunlardan birisi­ dir. Bazan bir insani yazma tutkusuyla uyuyamadığım oluyor; Musa ya da dijha çok sevdiğim ve benim olan söyleşiyle "Prens Musa�· 'hala söndüremediğim bir yazma ateşimdir. An­ cak hazırlıklarım ilerliyor; Türk solunun haksız ilahı Şeyh Bed­ rettin, işte bu yazmak istediğim Prens Musa'nın müftüsüdür. Musa, bizim tarihimizde bir · büyük arayış ve bir büyük hız'dır. Osmanlı 'nın son aydınları, meleklerin cinsiyeti ya da ''Ya­ vuz Selim mi Fatih Mehmet mi büyüktür'' türü münazaralar yap ıyordu. Musa ile "Çelebi" M ehmet'i karşılaştırmak akılların­ dan geçmiyordu; Çelebi, pısırıktı ve Prens'in adı yasaktı. Bunu yapamıyorlardı ve sadece bu iki kardeşin . ve Yıldırım'ın- tüm oğullarının kardeş kavgası yaptıkları bu döneme "fetret devri" demekle yetiniyorlardı ; bilmeye meraksız olanlar, dönemi "kar­ deş kavgası" zamanı olarak anlıyordu. Doğru deQil ; aslında iki peygamber ya da· padişah arasındaki dönemdir, aslında bir düzenin bittiği ve diğer düzenin gelmediği zamana diyoruz. La­ tince "lnterregnum" deniyor; ben bazan bunu ve bazan da "fet- . ret" sözcüğünü kullanıyorum. Belki Mart Darbesi'nden beri; belki yetmişli yılların ortasında başlayan büyük iç Savaş'tan bu yana, belki Doksan Üç Darbe­ si'yle, ülkemiz bir fetret dönemine girmiş bulunuyor. Bu tarihleri böyle sıralıyorum; çünkü kesin olamıyorum, bazen dönemin bit233


tiğini düşü ndüğüm de oluyor, ancak şimdi devam ettiğine inan ıyorum. Bu bir fetret devridir; sonunda ya biz kazanacağiz ya da bir süre için onların zorba yönetimi yerleşecektir, bu açıklıkla görünüyor. Şimdi bun.u yazmak istiyorum. Ne kadar ve nasıl yazmak istiyorum? Sevgili okuyucularımla konuşuyoru m, iki-üç yazıdan sonra, düzenli gazete ve dergi yazıcılık dönemimi tamamlıyorum. Önümüzdeki hafta sonu Hollanda'da ve sonraki hafta sonu Almanya'da olmak üzere söz vermiş bulunuyorum; hafta başları yazılarımın sonu geliyor. Ben şunu düşünüyorum; en az otuz yı ldan beri bu işi yaptım artık . başkaları yapmal ıdır. Öyle gö rünüyor, Ankara Hükümeti'nin sürekli şikayetinden anlaşılıyor, Med-Tv çok etkili oluyor ve radyomuz da etkili oıacakt ir; kendimi oralara ve kitap çalışmalarıma ayırıyorum. Kuşkusuz süreli bas ınla, belli bir za­ man ritmine bağlı olmadan, zamanım ve ihtiyaç oldukça, yazı bağı mı koparmayı hiç düşünmüyorum. Belli tarihlere bağlı ola­ rak- yazı dönemim bitmiştir ve bir süre, araştı rmalarıma kapan­ mam gerekiyor; başkaları bir yana Musa'yı yazmak, en azından dinler tarihine girmek ve bu alanda şimdiye kadar el atılmamış kaynakları yoklamak de mektir. Yeni kaynaklara gitmek, yeni ülkeler fethetmeye benziyor. Kuşkusuz be nim günlük yazı türüm ayrı dı r, yı llar önce Akşarn'da l lhami Soysal' ın türü ile, Yön'de Ooğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal'ın başyazılarından esinlendiğimi söyleye­ biliyorum. Fakat benim.türüm ayrı gelişti ; yazarken beni çok yo­ ruyor ve yazd ıktan sonraki geGe ise beni bırakm ıyor. Bu neden­ le ben bırakmak istiyorum. ve bugün bir örnek vererek, bir-iki yazı sonra, k,o pmak istiyorum. Fetret dönemi mi; kimin nerede ve ne ölçüde ve ne zamana kadar bulunduğunu saptamak zordur. Ahlak ile ahlaksızlığ ın, masum ile zalimin, pey!'1amber ile şeytanın, şükür ile inkarın, if­ fet ile fahişenin, müm;,� ile münkirin, kahraman ile hainin, kor­ kak ile cesurun, kucak kucağa yaşadığı bir yerdir. Fetret'te her canlı ikiyüzlüdür. Fetret mi ; şimdi Türkiye'dir. *

**

Açıklıkla yazıyorum, başkaları türü yazılırsa, günlük yazmak 234


çok kolaydır. Ancak bana zor geliyor. Hem tarihi hem teoriyi ve he�de günlük olanı izlemek ZOf\lnluluğunu duyuyorum. Bun- . ların arasına hiç kimsenin okumadığı okuyucu mektupları ve "serbest kürsü" sütunları da giriyor. Aktarıyorum. " Rize, Giresun, Edirne il Emniyet Müdürlükleri görevlerinde bulundum. Kemalettin Eröge Polis Okulu'nun kurucuların­ dan . ı m. Bugüne kadar oyumu sağ partilere kullandım. Sağ par­ tilerin Atatürk devrimlerine, laikliğe karşı duyarsızlıklarını şimdi anladım. Bundan böyle Türkiye'ye faydalı olacağı na inandığım için işçi Partisi'ni destekliyorum. Suat Günayman- 1.stanbul" (Hürriyet, "Yeter söz milletin" 30 Kasım 1 995) Emniyet Müdürü Suat Beyefendi çok doğru yapıyor; ilhan Selçuk türü, Doğu Pe­ rinçek'in işçi Partisi'ni destekliyor. Yerindedir, şimdiye kadar h ep sağ partileri desteklediğini söylüyor. Benim şimdi Suat Be­ yefendi'yi şu anda partilerin en sağını desteklediğine inandır­ mam zordur, ama isabet buyurduğundan hiç kuşku duymuyo­ rum. Mesleğidir, burnunun koku aldığı anlaşılıyor, yerini bul­ muştur, kutluyorum ; genel müdürü Ağar'ın, eski ohal valisi Er­ kan'ın ve daha eski ohal valisi Kozakçıoğlu'nun da, hücreye gir­ diklerinde vicdanlarının sesine uyarak, Doğu Perinçek'e oy ve­ receklerini tahmin ediyorum. Çünkü bu bir fetret dönemidir, bu dönemde herkes çalkalayıp çalkalayıp yerini buluyor. Şu · ittihat ve Terakki'nin bazı yanlarını önemsemişimdir ; bir ekol olduğu için, ülkemizi bırakmıyor. lttahat ve Terakki'de üç · ceza vardı; birincisi, uyarma, ikincisi kulak çekme ve üçüncüsü idam'dır. itti hatçılar, kulak ile boyun arasındaki mes�fe çok kısa olduğu için, birisinin kulağını çektikten sorıra sıranın boynunu vurmaya geldiğine inanıyorlar. Paşalar dönemi cumh1Jrbaşkan­ lığı basın başdanışmanı , mitçi ve bizim Fikret Otyam'ın damadı Ali Baransel'in başında bulunduğu korriite de herhalde i ttihat ve _ Terakki'den kalmadır; Tn genel müdürü, Amerikan çocuğu Tay­ fun Akgüner'in önce kulağını okşadı ve sonra birdenbire boynu.. nu vuruyor. Adam gitti serseme döndü, haykırıyor ve Hürriyet yazarı � ihtiyat zabiti binbaşı, Çölaşan ise bayram yap ıyor. Zavallı denize düşmüş boğuluyor, kimse kurtarmıyor, birisi nasıl boğuluyor diye bakıyormuş, diğeri itmiş, denize düşünce boğulan zavallıyı da kurtarmış,. herkes, "bravo" diye omuzlarına · · 235


almaya çalışırken , "kurtarıcı" küfürler yağdırıyormuş, "hangi. . . " diye ba_şlıyor ve "hangi namussuz beni itti" diye sürdürüyormuş; gerçekten, bunları kim itiyor? Yeni hükümetin işi çok kolay, Em­ niyet genel müdürlüğü, lstanbul valiliği, Ohal valiliği, Trt müdürlüğü hepsi boşaltılmış durumdadır; tekelli-bürokratik bir devlette buraların boş olması, meclisin dolu olmasından daha önemlidir. Acaba Genelkurmay, yeni bir başbakan için temizlik mi yapıyor? Soru ayrı; ancak ben bir doğruyu söylemek istiyorum. Akgüner'in, George-Town Üniversitesi yetiştirmesi olduğunu ve burasın ın, bizim türümüzden ülkelere Amerikan "kadroları" hazırladığını yazmıştım; gitmesine üzülmüyorum. Fakat eğer bir ülkede bi r Trt genel müdürü böyle gidiyorsa, o ülkede bütün işlerin sonu gelmiş. demektir; pek gayri ciddi görünüyor. Türkiye, bir esnaf derneğinin ciddiyetini bile aratan bir dönemi yaşıyor. Fetret'tir. * * *

Ben kimin ittiğini hala merek ediyorum; Tanrı'ya inananlar için sorun yoktur, "Allah' ın hikmetinden sual" olmaz diyorlardır. Ben daha hafiften, "dinsizin hakkından imansız gelir'' diyorum; bir de Marx'ın ünlü ttRus barbarlığını kendi barbarlığ ıyla temiz­ ledi" sözüne bir benzetme yaparak, bütün zalimleri zulüm zulüm inlettiQi için bu sıralarda Madam Çiller'i çok beğeniyo­ rum. Şu ünlü savcı ve zalim Albay Baki Tuğ'un haline bakın, ne kadar zavallı değil mi? Bir tekme yedi, kapı kapı dolaşıyor. Ma­ dam ayıp ediyor, bizim işimizi alıyor. Şu lsparta'nın Demirelci bir milletvekili vardı , adını anmak istemiyorum, ikide bir "sekiz olmaz" diyordu, şimdi sekiz tane sekiz olmuş kıvranıp duruyor. Daçe midir, baçe midir birisi vardı; her gün sekizin bir yanını kuyumcu terazisiyle tartıyordu ; şimdi tarihin çöp sepetindedir. Bütün zalimler paspas oldular; üzerlerinde zulüm sek sek oynu­ yor. Bütün bunları Madam yaptı; ancak ne yaptığını bilmiyordu. Fetret'tir, bu sözcük tıpta, iki sıtma arasındaki zaman anlamına geliyor, Madam' ı n sıtması tutmuş ne yaptığını bilmiyor. Ben ise ne yaptığımızı biliyorum, bir kez daha yazmıştım, tek236


rarlıyorum. Madam·, oraya Cia değil, biz getirdik. Madam, bizim ajanımızdır ve bizim için çalışıyor. Bu Türk Devleti'nin başına şimdiye kadar iki büyük yıkıcı geldi. Birisi Turgut Özal ve ikincisi Madam Çiller'dir. Demirel mi? Demirel büyük yüreksizdir ve yıkma cesaretinden de yok­ sun bulunuyor. Demirel, Türk Devleti'ne gelmiş, büyük bir kemi­ ricidir. Sürekli devleti kemiriyor; zararı nın, Özal ve Çiller'den daha fazla olduğunu biliyorum. Üstelik hiçbir ahlak bırakmıyor.

**

*

ismet Şırnak'ı hatırlıyor musunuz? i smet Bey, lnönü Zaferi'ni kazanmışt ı ve kendisine "lnönü" soyadını vermiştik, ben sonraki yıllarda her ne kadar bu zaferin kuşkulu olduğunu yazdımsa da, soyadına karışmıyorum. üs­ telik bu kez, diğer ismet Bey'e şimdiden "Şırnak" soyadını ver­ diğimi hatırlıyorum; içişleri Bakanı olduğu zamanda, Türkiye Cumhuriyeti sınırl�rı içindeki Şırnak'ı bir gecede yakmış, y ık­ mış ve böylece zaptetmişti, o zamanlar "sezgin" olan soyadın ı alıp, kendisini "şırnak" soyadıyla taltif etmiştim, şimdi meclis başkanı olduğu rivayet ediliyor. Ne hoş değir mi, Şırnak'ı bir ge­ cede yakan bu adam, doksan rakamını bir türlü okuyamıyor; beni çok ilgilendirmiyor, ama, tüzüklere ve yasalara göre, eğer doksan mebus meclisi toplantıya çağırmak için imza verirse, başkan çağırmak zorundadır. Fakat Başkan ismet Şırnak, kor­ kuyor; zalimden korkuyor ve sürekli bilim adamlarına mektup yazıyor.Gaddar Savcı Albay Tuğ, kapısını aşındırıyor, o da "du­ run çocuklar, bir vaktim olursa çağırırım" diyor; ben bu irade felcine hem acıyorum ve hem de gülüyorum. Bir büyük fatih, Ş ırnak kahramanı i smet Şırnak, bir meclis içtüzüğünü okuya­ mıyor ;· ne yazık, fetret dö nemi aynı zamanda kollektif iradesizlik dönemi oluyor. *

**

'

Profesör M ümtaz Soysal da intihar etti. Fetret Devri'nde intiharlara çok rastlanıyor. Mümtaz, özgür­ lükler ile bütün bağlarını koparmış bulunuyor; aydın düşmanı sekizinci maddenin değiştirilmesine karşı , ruh sağlığı bozuk , Bülent Türkeş'in mangasına katılıyor, intihardır. Mümtaz, pek 237


talimi sevmez; ancak bu ndan sonra manga başı Bülent Tür­ keş'in düdüğüne göre talim edecektir, başka çaresi kalmıyor. Ernıeni , Kıbrıs ve Kürt Davaları'ndaki en geri tutu mu ndan son­ ra içindeki korku , Mümtaz'ı buraya kadar geti rmiş bulunuyor; Hüsamettin Cindoruk kadar bile olamıyor ve bekleyemiyor. lnti har'd ır; üzü lmek içi n bir neden bulamıyorum. Fetret, benim hep yetenekli bulduğum bir i nsanımızı daha bitiriyor. *** 1

Fetret Dönemi'ni yazmak, bir tür tarih yazmayı denemektir; kimseye haksızlık etmek i stemiyorum. Hep, Chp'den Dyp'ye transferler üzerinde duruluyor; eksiktir ve Chp de, Dyp'den büyük bir transfer yapmış bulunuyor. Milliyet Gazetesi başyazarı, Dyp ve Madam Çiller'in kalemşörü Altan Öymen'i alarak Deniz Baykal, Madam Çiller'e bir gol atıyor; Altan, Ma­ dam'ın azı nlık hükümeti ni ısrarla savunuyor, buna karşı çıkanları azarlıyor ve seçim yasası nın Anayasa Mahkeme­ si'nde iptali ni önlemek için yırtınıyordu . Bir de iptal isteyenleri n doksan üç kelle olduğunu, halbuki mecliste daha çok kelle bu­ lunduğunu , mahkemenin, iptali istemeyen kelle le re itibar etme­ sini yaz ıyordu ; Oktay Ekşi bile patladı . Şimdi Baykal , bunu lis­ tenin başına yerleşti riyor. Yeridir. Baykal , her sabah ayna diye terö rist medyaya bakan bi r apa ratçiktir; kendisini o rada güzel­ leştiriyor ve güzellerini oradan seçiyor. Fetret döneminde , Musa ile pısırık Meh met hariç, diğerleri aras ında hiç bir fark yoktu . Fetret Devri'nde birbirine çok yakın olanların birbirinden çok uzak oldukları nı düşünmeleri bi r çizgi­ dir. Bugün Türkiye'de Demokr�t Parti'den gelen Dyp çizgisi ile Cumhuriyet Halk Partisi'nden gelen Chp çizgisi birbirine en yakın duruyorlar ve ikisi birden bitiyorlar. *** Tekrar ve yine tekrar; Med-Tv yayınları nda �ar, Deniz Bay­ kal, göstEVişli başl ıyor ve sonra kendisini gazeteci kulislerine hapsediyor. Şu anda Türkiye'deki en geleceksiz politikacı­ lardan bi risi ne benziyor; bir "aparatçik" konumund adır. Böyle olunca , seçimleri de buna uygun düşüyor. Med-Tv yayı nları nda bizi m hainliklerini açığa çıkard ığı mız, Çetin·Moğultay-Kumb a 238


racıbaşı · üçlüsünü listesinin en iyi yerlerine otu rtuyor. Ünlü hain­ lerden ve bütün takımını Madam Çiller'e yardıma gönderen yap-satçı Murat Karayalçın'a da Karadeniz de bir köprü başı görevi veriyor. Layıktır; tencere yuvarlanm ış , kapağ ını bul­ muştur. Bayındırlık Bakanlığı dönemi büyük yolsuzluk dediko.dularıyla çalkalanan Onur Kumbaracıbaşı'na da . Chp'li müte­ ahhitlerin büyük işler aldığı Kocaeli 'nin liste başkanlığ ını ve�i­ . yor; Baykal Ekibi'nin inşaat sektörü ile bağları kuwetli idi ve daha da kuwetlenmi ş oluyor.

***

Bayındır l nşaat'tan Erol Çevik Beyefendi , Adana mebus­ luğuna tayin edilmiştir. Ünlü masonlardan ve 1 2 Mart Darbesi'nin bakanlarından Savzade Atilla Efendi , Hatay mebusluğuna tayin edilmiştir. Bosna eşrafından H ıfzı Rahman mahdumu, Ceride-i Milliyet Ser M uharriri , Altan Efendi, lstanbu l mebusluğuna tayin edil� miştir. Lice'nin fukaralarından hain-i meşhur Hikmet, Antep Livası mebusluğuna tayin edilmişlerdir. Cengizoğull�rı ehalisinden, adliyede mübaşir ve inşaatlarda katip Mehmet bin Moğultay, lstanbul mebusluğuna ikinci dere­ ceden namzet edilmiştir. Durum buna benziyor; buna seçim demek biraz ayıp oluyor. Kimse seçmiyor; partilerin başındaki birer klik, insanları seçile­ cek yerlere koyuyorlar. Seçilecek yerlere tayin edi lenler seçil­ miştir, tayin edi lmeyenler seçilememiştir; kimsenin kendini seçimle .kandırmaması gerekiyor.. .

***

Böyle haberleri çok seviyorum. Sü pürgeciler kralı Aydın Doğan'ın gazetelerinin birisinden fotoğraflı bir haber var. Başını aktarıyorum: "Anap'tan ayrıldıktan sonra uzun yıllar Cumhur­ başkanlığı Danışmanlığı yapan ve 24 Aralık seçimlerinde Dyp lstanbul 1 . Bölge 2 . Sıradan aday gösterilen eski bakanlardan Namı k Kemal Zeybek, seçim startını dün Atatürk Havali­ man ı'nda verdi" Güzel değil mi ; pek ayrıntılı bir haberdir. Yalnız 239


insan, başka aday yok mu, diye merak ediyor. Etmemelidir; çünkü bu faşist, süpürgeciler krallığından hızla basın krallığ� n a geçen, bu dönemde devletin kendisine bankalar hediye ettiği Aydın Doğan'ın bacanağıdır. Basın özgürdür, haber veriyor; ama bacanakları daha iyi haber veriyor. Yalnız eksik haber veriyor. Bu Zeybek'in tanınmış adı, "Ko­ mando Namık Kemal" oluyor; seksen öncesinde Demirel'in mil­ liyetçi cephe hükümetleri döneminde gümrük bakanlığı müste­ şarlığı yaptı ve orasını komando yatağı haline getirdi ; Türki ye'­ deki pek çok solcu katilinin yatağı güm rük bakanlığıydı. Bir süre hapis yattı; Özal bu faşisti milletvekili ve bakan yaptı; düşünce "hiçbir faşist düşmez" diyen. Demirel, bu faşisti de yanına aldı. Demirel, Türkiye'de faşistlerin babasıdır. Demirel'e "baba" diyenlerin hepsi bi rer faşist ufaklığıdır.

***

Demirel mi? Ben bütün doğrularımı Demirel'e bakarak bulu­ yorum. Yolumu şaşırdığımda, kitaplarım yetmeyince, Demirel'e bakıyoru m, tersine yöneliyorum ve hep doğru çıkıyoru m. Demi­ rel, benim doğruluk tıts ım ımdır, iyi kullanıyorum. Şimdi, Hüsamettin Cindoruk'u sattı ya, en yakın arkadaşlarını sattı ya; prestiji iyice düşünce hemen Madam Çiller ile arasında büyük kavgalar olduğu izleni mini çıkarıyor. Bu ünlü "şantaj" dedikodu­ sunu çıkaranın kendisi olduğundan hiç kuşku duymuyorum; bu­ nu, fetret dönemini daha bulandıFrnak içi n yapı yor. Cumhuriyet gazetesi Ankara Büro temsi lcisiyken Ali Baransel'in yerine bası n danışmanı yaptığ ı Cüneyt Arcayürek'in işi budur, basını yalan haberle besliyor, buna "dezenformasyon" diyoruz. Bun­ lar ın hepsinin yalan olduğunu söyleyebiliyorum; tek doğru olan madam'ın ağladığıdır, ancak Madam Kız sulugözdür ve hep ağlıyor. Bir: Anayasa'ya bağlıymış, Anayasa'yla hiçbir ilgisi bulun­ mayan Demirel'dir. Madam Çiller'in güvenoyu almamış hükü­ metinin getirdiği kanun kararnamelerini imzalamak, Anayasa ihlalidir; Orhan Taşanlar türünden tescilli bir infazcıyı, yetkisiz bir hükümet kararnamesiyle tayin eden odur. iki : Necdet Men240


zir'i oraya getiren odur. Üç: Türkiye'deki en büyük katliamlar­ dan birisi, 1 Mayıs Katliamı, Demirel'in başbakanlığı dönemin­ dedir. Dört : Sivas Katliamı, Demirel'in Cumhurbaşkanlığı döne­ mindedir. Beş: Bütün faşistleri himaye eden, Türkeş'i hep öne çıkaran, Demirel'dir. Altı : Turgut Özal'ı ve Madam Çiller·i bulup çıkartan hep Demirel'dir. ilhan Selçuk'la benzeşiyorlar; zayıf kişilikleri göreve geti rip, sonra da "o kötü, ben iyiyim" havası çalıyorlar. Yedi: Şimdi, 1 996 yılında oradan indirilmekten çok korkuyor; manevrası, indirme talebini Madam'ın ağzına yapışt­ ırıp kendisi için puan toplamaya yöneliyor. Sekiz: Vakanüvisti Yavuz Donat'a da Çiller'in böyle tehdit savurduğunu söylemi­ yor, sadece hava yaratıyor ve Yavuz Donat aracılığıyla, gene­ raller anayasasına sarılarak, Çankaya koltuğuna yapışmak isti­ yor. Dokuz: 1 Aralık 1 995 tarihli Milliyet ise şunları yazıyor: "Çil­ ler'in kanunu iptal ettirmekteki ısrarı halinde Çankaya Köşkü'ne karşı tavrın ın değişeceğini söylediği, Demirel'e görev süresi tartışmaya açılması konusunda da imada bulunduğu öğrenildi ." Görülüyor, son zamanlardaki büyü k savaş, sadece bir ima üzerinedir. On : Madam'ın Morrison Süleyman·ı C linton'a şika­ yet ettiğine ilişkin Milliyet'te çıkan Yalçın Doğan imzalı haberin de, Cüneyt Arcayürek tarafından uçurulmuş olması büyük ihti­ maldir. Demirel, politikaya, Amerikan kovboyu Johnson'un kol­ tuğunun altında çekilmiş fotograflarıa. girdi, Clinton'a şikayet edilmeyi onur sorunu yapacağını sanmıyorum; yalnız, şu anda en korkak dönemindedir ve bu tür haberlerle moral buluyor.

***

Lenin, "Bir minu mum program ve bir de maksimum prog­ ram" ayrımı yapıyordu; altmışl ı yıllarda ezberci Türk solu bunu öğrendi, ezberci imam· türünden tekrarlıyordu. Rusya'nın özel koşullarından çıkan ve önemli olmayan bir sözdür; günlük yazıdan bir de bunları yazabilmek için uzaklaşıyorum. Ancak böyle bir ayrım yapmadan, şu anda en asgari isteğim, 1 996 yılında, Demirel'i aşağıya çekmek olduğuna inanıyo rum. Bir : Demirel'i düşürmek. iki : Mhp'yi kapatmak. Üç: Silahlı Kuwetler içinde Demirel ve M hp ile bağlantılı subay, assubay ve askerle­ ri hızla emekli etmek. En az olan budur; bunun üzerine bir kam­ panyayı öneriyorum. 241


·'çürük" raporuyla da Çankaya'dan indirilebileceğine inanlar­ danım . iki : Tümüyle Fransa'da ve özellikle Paris'te çok önemli günler yaşanıyor; başta demi ryolu işçileri, Fransa işci sınıfı, Pa­ ris'in caddelerini kontrolüne almış görünüyor. Yorumcular, Fran­ sa'daki '68 ayaklanmasıyla karşılaştırıyorlar; bana göre, dün.ya­ da, 1 99 1 yılında Sovyetler Birliği'nin çözülmesinden sonraki en önemli olaylardan birisini yaşıyoruz. Bir kıvılcımdır; Sovyet hü­ kümeti nin olmadığı bir dünyada işçiler, kendi güçlerinin bilincini de yeniden tadı yorlar. Dünyaya yansıyacağından kuşku duy­ muyorum. Böyle iyims�r bir o rtamda "çador" konusuna geliyorum ve söze doğrudan doğruya bana yönelik bi r suçlamayla başlıyo­ rum·. Yalnız bir savunma konumunda değilim, çünkü ben savun­ mayı hep hücum olarak anlayanlardanım ve burada yine bir ta­ rih denemesi yapmak istiyorum . Binbaşı Cem Ersever'i hatırlayan kaldı mı ; istihbaratçı ve jandarma binbaşıydı, jandarma komutanı Eşref Bitlis Paşa'nın katlinden sonra feci bir biçimde ortadan kaldırılmıştı, geriye ki­ tapları kaldı. Kitaplarında istihbaratın elde ettiği birtakım dökümanlar da var; birisi, Başkan Apo'nun karargahında, Türkiye solunun önde gelenlerden bir grupla yapılan ko­ nuşmaların tutanakları durumundadır. Katılanlardan birisi, Türkiye tarihi konusunda çok. iddialı görünüyor, "son üç yıl, ce­ zaevinde bu konuyla uğraştım" diyor ve buna, Apo, "bir sonuca vardın mı?" sorusuyla karşılık veriyor. Toplantıya katılanların öne sürdükleri birisidir; "Türk sol tarihine ilişkin epey not çıkardım" cevabını ve riyor. Bunun üzerine Apo, vardığı sonucu soruyor ve ··tersine çevirmek gerekiyor .. cevabını alıyor. Bu ce­ vaba Apo'nun cevabı şudur; "Türkiye sol tarihindeki sol pratiği tersine çevirmek gerekiyor. Yalçın Küçük de bizim gibi düşündüğünü söylüyormuş. işte , tersine O çeviriyor. " Bu önemli Türk solcumuz, herhalde böyle bir karşılığı beklemiyor, "ama onu pratiğe dökemedi , entellektüel düzeyde kaldı" buyuruyor. (A.Cem Ersever, Üçgendeki Tezgah, Ankara, 1 993, s. 1 38) Uzun zamandır bunu açığa çıkarmak istiyordum, aktarmayı yaptım ; ancak bir soru ortaya çıkıyor, ·bunlar doğru mu? Aslında ben bir istihbaratçıyı kaynak göstererek mantık yürütmem ; yalnız bilimde, "uydurmuş ama, gerçekten daha gerçekci uydu244


ruyo r'' türünden bir aksiyom var. Binbaşı Ersever uydurmuş da olabilir; ancak bu gerçektir. Bütün Türk solu, benim cwgütçü ol­ madığım, benim bir çador kuramadığıma yemin ediyor; sabah kalkiyor, akşam yatıyor, bunu söylüyor ve rahatlıyor. Ra­ hatsızlıkları ve korkuları, bir de benim çadorcu olmamdan kay­ naklanıyor; o zaman, ideolojilerinin geriliği ve yüreklerinin sön­ müşlüğünden başka malzemelerinin kalmayacağını bilmiyorlar. Ben, şimdiye kadar gülüyordum . Gülüyorum. Şimdi son kırk yılın, Türkiye "çador" tarihi için bir başlangıç yapmak istiyorum. Günlük yazı türünde son yazılarımı yazıyorum; herkesi davet ediyorum, bu yazdıklarımın yalan ve yanlış olduğunu ispat etmek durumundadırlar. "Ya­ lanımı" gösterirken, istedikleri kadar l<.üfür etme özgürlükleri de var ; veriyorum. Yapamazlarsa "çador" işi de benimdir. Bir: Ben ünüversiteye girerken, "üniversiteye girmek", Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girmekti ; şimdiki ünüversiteye giriş birincilerine yapılan tören, Siyasal Bilgiler birincisine yapılıyor­ du. Siyasal'a birinci giren, hemen Türkiye ölçüsünde "şöhret" oluyordu; ben öyle oldum. Ancak girdiğimin on beşinci günü üniversite, siyasal iktidarla çatıştı; biz ilk öğrenci eylemini örgütledik. Cumhuriyet tarihinde, bu tarihe kadar, üniversite gençliğinin kollektif grevi ve protestosu yoktu ; on beş günlük öğrenciydim ve sonunda, elebaşı olarak, dokuz öğrenci, üniversiteden kovulduk. Bunlardan şimdi ayakta olan Siyasal Bilgiler'de Profesör Taner Timur'dur; o sıralarda Hürriyet Parti­ si'nin Ankara il başkanı Hüsamettin Cindoruk'un, Ankara köylülerinin bu eylemimize "isyan" gözüyle baktığını bana söylediğini yazdığ ımı hatırlıyorum. Taner Timur, Cindoruk, yaşıyorlar sorulabilir; ben Türkiye üniversite gençliğinin ilk büyük eylemini örgütledim. iki: O sıralarda üniversite gençliği, Türkiye Milli Talebe Fe­ derasyonu'nda örgü tlüydü, üniversitenin ve yüksekokulların bir­ likleri buraya bağlıydı. Sisteme· göre, üniversite birlik başkan­ lıkları, . fakültelere sırayla geliyordu; benim zamanımda sıra Ve­ teriner Fakültesi'ni ndi, ben Siyasal temsilcisi olarak Ankara Ünüversitesi Talebe Birliği Yönetim Kurulu'na girdim ve başkanvekili seçildim. Başkan Yavuz Esmersoy, iktidardan ya­ naydı, on beş gün sonra yönetim kurulunu ikna ettim, Yavuz'u 245


tard edip, Ankara Ünüversitesi Talebe Birliği Başkanı oldum. Burayı, Türkiye üniversite gençliğini devletin denetiminden kur­ tarmak için bir manivela olarak kullandım. Bu yakın zaman tari­ himizin en büyük demokratizasyon mücadelelerinden birisidir; ben yönetiyordum. Üç: Mücadelemiz iki yıl sürdü, Türkiye tarihinde ilk kez polis­ le sokak çatışmaları o ldu. Benim en yakın yard ımcım daha ·son­ ra Chp il başkanı olan Erol Ünal'dı, Teknik Ünüversite tümüyle bizimley,di ve lstanbul Ünüversitesi'nden Tıp Fakültesi en sağlam yerimizdi. Teknik Ünüversite'de, bugün Cem Böyner'in yardımcısı · Tuğrul Erkin vardı; Tıp Fakültesi'ni Fenerbahçeli Memduh yönetiyordu, daha sonra belediye başkanı oian Nuret­ tin Sözen en sağlam dayanaklarımızdan birisiydi. iki yıl sürdü, Cağaloğlu'nda Hürriyet'in karşısındaki federasyon binası mer­ kezimizdi, her h�fta _polis saldırısına uğruyordum ; Şimdi Hürriyet Vakfı Başkanı Orhan Birgit, o zaman polisten çok iyi haber alıyordu ve bana, her zaman polisin ne zaman gelip beni döveceğini haber veriyordu . Hilmi Yavuz Vatan'dan bizi izliyor­ du; şimdiki Zeynep Göğüş'ün babası Ali I hsan ile Sadun Tanju çıkardıkları Kim dergisiyle bize destek_ oluyorlar, polisten çok dayak yediğimiz zaman beni kapak yapıyorlardı. Büyük bir mücadeledir; zamanın gazetelerinin birinci sayfaları ve adlarını verdiğim bugün çok çeşitli yerlerdeki insanlar tanıktır. Memduh, Turgut, Nurettin, Erol ve diğerleri, hep birlikte, söylemek du ru­ mundayım, benim çadorumda, Türkiy� gençliğini .demokratize . ettik. Çok büyük bir halk de�teğimiz vardı; hep iki koru mayla dolaşıyordum, ancak ıssız lokantalarda bile tanıyorlar, karnımı doyuruyor ve para almıyorlardı . Öğrenmek benim hazzımdır ; "iyi o ldu , bunları yaptım" diye düşünüyorum. Eski komünistlerin yattığı ve anlata aplata bitire­ medikleri Sansaryan Hanı, benim kuşağımdan gören, hücrelerini tanıyan tek insanım. O zamanlar yirmi yaşındaydım. Dö rt: Biz yetişiyorduk ve polislerimizi de yetiştiriyorduk. An­ kara polisinin , o zamanlar Çankırı Caddesi'nde kötü bir" binada olan siyasi şubesinin alt katına beni atan şube müdürü son mi lli eğitim bakanı Nevzat Ayaz'dı. Yakın zamanda öldürülen ünlü Mit'ci Hiram Abas, mesleğe bizi izleyerek başladı; bizim kız ar­ kadaşlarımızla arkadaşlık yapmaya çalışırdı. Onlar bil�iğimizi 246


bilmezlerdi, şimdi M it'te önemli bir yerde olması gereken Boksör M etin ve diplo mat Sami , o zamanda bizi izleyen gizli servistendiler. 1 2 Eylül'de Ankara Emniyet Müdürü olan ve faşistleri yakalayan şair Ercan Belen'in ve şimdiki Hatay Valisi, bizi severdi ve "macun" derdik, Utku Acun'un da polisle işbirliği olduğunu düşünür ve önemsemezdik. Beş: Ben fakülteye girdiğimde Siyasal Bilgiler Fakültesi "Fi­ kir Kulübü" vardı ve yarı res mi bir kuruluştu ; Fakülte'nin içinde bir bürosu bulunuyordu. Genel Başkan olduğumda, yaklaşımlar değişti ve fakülte, önce odasını yıktı ve sonra Fiki r Kulübü'nü dışarı attı. Şimdi aramızdan göçük, Muammer Aksoy'un Türk Hukuk Kurumu'na sığındım; 27 M ayıs'a kadar diğer fakülte­ lerde fikir kulüpleri kurmak istedik, başaramadık. Fakat 27 Mayıs'a geldiğimizde prestiji o kadar büyüktü ki, bütün fakül­ teler birer fikir kulübü kurdular ve Türkiye işçi Partisi , bunları "Sosyalist Fikir Kulübü" olarak değiştirdi, federasyonu oldu ; şimdi Cem Boyner'in adamı Hüseyin Ergün , bu dön e min son başkanıdır . Bundan sonra Doğu Perinçek'i n ve Ertuğrul Kü r1<­ çü'nün başkanlığı geliyor; bunların zamanında, Fikir Kulüp­ leri'nin adı bir kez daha deği şerek ''Devrimci Gençlik" oluyor. D evrimci Gençlik, örgütten kütleye dö nüşme dönemidir; Dev­ Genç ile çadırcılık dönemi bitiyor ve tekrar göçebe dönemine dönülüyor. Kısa zaman içinde, yerini, Türkiye Halk Kurtuluş C ephesi - Parti h areketine bırakıyor. Böylece, bilimsel olarak, benim Thkp'ni n eski genel başkanlarından birisi olduğum da or­ taya çıkıyor. Bunu, pek çok üniversite dersimde söylüyordum; bilimse, gerçektir. Benim sekreterim, galiba Hikmet Çetin'di ve şimdiki Mit M üsteşarı Sönmez Köksal da, ya yönetim kurulunda ya da yakın çalışma a rkadaşımdı. Güzel tanıklar gösteriyorum; devle­ tin bana kininin bir kaynağı . benim bir gençlik serüvenind.e n sonra kü rkçü dükkanına dönmememdir. Altı: Doktor M emduh Eren, bizim gizli bir ihtilal komitemiz ol­ duğu nu ve bunun başkanının da benim olduğumu ileri sürüyor; bunlar yazıldı, ama, ben çok hatırlamıyorum. Yaln ı z yaptıkları­ mızı, özellikle feredasyon ve fikir kulübü çalışmalarımızı, 28 ve 29 Nisan 1 960 tarihinde deneme imkanı bulduk; 28 N i san'da l stanbul gençliği zulme karşı ayaklandı ve bağlantı içindeydik. 247


2 9 Nisan'da, Ankara'da, biz ayaklandık; ayaklanmayı ben yönetiyordum. Çok yazılan bu günleri tekrar yazmak istemiyo­ rum. Büyük bir savaştı , o günlerde tam bir halk savaşı yaşıyor­ duk, o z�manda halkımızın, çarşaflı ninelerimizin bize kucak­ larında taş getirmelerini gördükçe gözlerim yaşarıyordu, şimdi de yazarken aynı duygulardayım ; saat ikiye doğru Silahlı Kuv­ vetler hücuma geçti . Hücumla görevledi rilen 229 . Alay'ın Komu­ tanı Albay Sabri'ydi . Hukuk'ta okuyan kızı Temren'le ar1<adaş olduğumuzu biliyordu, bilmezden geliyordu, sonra kayınpe­ derim oldu , hep konuştuk, sonsuz yurtsever bir . insandı, o sırada kızının isyancılar içinde ve benim yanımda olduğunu tahmin ediyordu; devlet güçleri üniversiteyi teslim alırken, ben yakalanmadan kaçabildim. ikindi üzeri , beni aradıkları haberi geldi ; sonra , şimdi eylem alanı seçilen Hatay dağları'na çıktım. Fakat yine de dayanamadım, Ankara'ya dönüp gizlice "555 K" toplantı larına katılmaya başiadım. Bilgesu'nun harika oyun­ larından bi risinin adı olan bu şif-re, " Beşinci ayda, beşinci gü nde saat beşte Kızılay'da0 anlamına geliyor; her akşam, Kızılay'da ıslıkla hükümet protesto ediliyordu . O zamanlar arkadaşımız olan ancak aktif mücadeleye girmeyen Deniz Baykal'ı da ıslıkçılar arasında hatırlıyorum. Yedi : Yazmak istediğim iki nokta var. Bi r : Ben hiçbir konuyu , bana göre. zamanı gelmeden yazmıyorum. Yü rüyüş dergisini çıkarıyorduk ve geçmişten gençlik eylemlerini yazıyorduk ; daha doğrusu hep Çiçek Palas'ta N azım Hikmet için i mza toplama denemesini ve bir de Ankara'da ilerici Gençler Derneği'nin ku­ ru luşunu ön plana çıkartıyorduk. Kuşkusuz ben çıkarmıyordum; ç ıkarıyorduk ve ben içimden gülüyordum. iki : 27 Mayıs'tan son­ ra, Anayasa'yı hazırlayan komisyon , başında Prof . Turhan Fey­ zioğlu vardı, resmen ve gençlik lideri olarak görüşlerimi aldı ve ku rucu meclise üye olmamı önerdi . Görüşlerimi söyledim, kuru­ cu meclise üye olmadım. Çünkü, yaptıklarım devrimci­ demokrat eylemlerdi ve ben, 27 Mayıs ile birlikte demokratik devrimle ellerimi yıkamı ş bulunuyordum. Artık hepsi benim ge­ rimdeydi. Sekiz : Derhal "Tü rk Sosyalistleri .Derneği" için harekete geçtim; şimde emekli vali Saner ve tutucu profesör Türkkaya Ataöv ile kolları sıvadık. Ancak, "Yön" dergisi çıkmak u zereydi , 248


Doğan Avcıoğl� ve M ümtaz Soysal kurucu mecliste, l lhami Soysal , Coşku n Kırca ve Altan Öymen'le solu temsil ediyor­ lard ı , Doğan i le M ü mtaz'ı ikna etmem gerekiyord u . Olmadılar; son ra kabu l etti ler. Müşerref Heki mo.ğ lu'nu n Sümer Sokak'taki evi nde toplant ı yapıyo rduk. Hepsi profesör, ge nel müdü r ve tan ı nmış · yazard ı ; mi lli bi rlikçiler de kat ı l ıyordu ve ben 2 1 yaş ı ndayd ı m . Anlaşamı yo rduk; ben örgütün daha genç ol� mas ı n ı istiyordu m ; Doğan ve M ü mtaz , yüksek bü rokrat yan l ıs ı yd ı lar, ben kaybettim. Yine de beni ku rucuları seçecek komisyona önerdi ler; san ıyoru m As lan Başer de vard ı . Ancak i s mi de "Sosyalist Kültü r Derneği " h ali ne deği şiyordu ; ben soğudum ve uzak kald ı m, dernek öne mli olamad ı . D okuz : Ku ruluşunu başlat ı p da uzak kald ığı m bir başka o lu şu m da i nsan Hakları Derneği 'di r. Bu seksenli y ılların or­ tas ı na denk d ü ş ü yo r. ..Aydı n Belgesi" i le büyük bi r açı lı m yaptık, Ekin toplantı ları patlamaya dönüştü , Disk'in son genel baş kanı şi mdi aramızdan göçük Abd u llah Baştürk, bunlardan bi risi ne zorlukla gi re rke n, "işte i htila l", "işte i hti lal" diyor ve gözyaşların ı zor tutuyo rdu . Devlet ü rktü , dah a önce yazdı m, yu rtd ı ş ı nda Tkp de ürktü , devlet Eki n'i bi r şi rket o larak tescil et­ miyordu . Güvendiği m beş kişiye gizli bir şirket tüzüğü h az ı rlatt ı m , ·bi r de Bilar adı n ı uydu rdum , bugü n Ertuğru l Kü rk­ çü'nün sığ ınağ ı o l an Bilar'dı r, ancak "bizi m taraf" h apishanelere i lgiyle başlayan bir özgürlük derneği düşü nüyo rduk ; Bi lgesu i le i kimiz başladı k. Yalnız, zaten yorgu n Türk ayd ı n ı n ı n daha da yoru lduğu nu görüyorduk; bu nedenle özellikle Ka rakusu nlar Köyü'ndeki evi mde büyük yemeklerle ayd ı n ..ı mız ı rahatlatmak i stiyordu m ve bir tü r ··doping" yap ıyordu m. ünce ayd ın ları m ız ı n çoğu projeden kaçtı , sonra pek çoğu g elmeye başladı v e gelir­ ken de bana karş ı bir kampanya açt ı ; Tkp'ni n ü rkü ntüsü de vard ı ama, as ı l artık eski ayd ı n ı m ız att ığı adı mdan korkuyordu ve benim durmad ı ğ ı m ı görüyordu . Ü rken kervanc ı lar reh berleri­ ne sald ı rı rmış, bun la r da hem bana sald ı rdı lar ve hem de bi r­ denbire kuru luşu n adı n ı "insan Hakları .. Derneği'ne çevirdiler. Bu , Amerikan D ı şişleri Bakanl ığ ı · n ı n Sovyetleri yıkmak için kur­ duğu bir departmanı n. adıyd ı ; beni deri nden yaralad ı , ku ru lan dernek uzun sü re , Tkp'nin yan ku ruluşu biçiminde çalışt ı . Bize ve Kü rt Davası'nı n tutuklu ve işkence gö renleri n e düşmanca 249


davranıyordu. Düşünceyi ben ortaya attım, şimdi geldiği yer iyicedir. Kürtler girinceye kadar ve şimdi aramızdan göçük Vedat Aydın'ın dönüş noktası olan çıkışına kadar, bizim mücadelemizi hiç görmeyen, tutuklu ve işkence görenleri , devlete göre ayıran bir yapıdaydı. Şimdi de düşü ndüğümüz amaçlara yaklaşmaktan çok uzaktır; ama yararlı ve olumlu bir yönde olduğundan kuşku duymuyorum. Washington'daki bir dairenin programı olduğu için ismini hala sevmiyorum. On : Ben bazan kovulduğum ya da alınmadığım yerlerden de onur çıkarabiliyorum. Bu derneğin adını değiştiren de "Ya Yalçın Küçük ve Bilgesu ya da biz" diyenler, bunların hepsi Aziz Nesin'in avukatları savcı Veli Devecioğlu, Avukat Emin Değer, kitapçı Muzaffer Erdost ve diğerleri ve diğerleri, hepsi, Doğu Perinçek'in dükkanındadırlar. O zamanki tutumları ile şimdiki tu­ tumları çok tutarlıdır. Bize, özünde devlete yaranmak için karşı çıkıyorlardı ve şimdi devlete hoş görünmek için Perinçek'in dükkanına konuk oluyorlar. Tarihin beni böylesine doğrul ama­ sından acı bir güven aldığım doğrudur. Peki . ben · n e yaptım ; önemli olan iyi iş yapılmasıdır . Çocukluk arkadaşım Sadullah, lskenderun'da i nsan Hakları Derneği kuruyormuş, açılışına gittik ve üye de oldum. S ıtkı Coşkun ve Akın Birdal'ı� da katıldığı bir panel yaptık; güzel ol­ du. Sonra, devlet, lskenderun'u sıkı tutuyordu; Sıtkı Coşkun'a dokunmadı, Akın ile bana dava açmış; gelirken öğrendim. Son­ ra Akın Birdal'a devlet "takipsizlik" kararı vermiş; ben kendi du­ rumumu merak edip arkadaşları seferber ettim. Onlar da bana, "takipsizlik var" diyorlardı ; şi mdi oradan da bir tutuklama kararı çıkarttıklarını öğrendim. Böylece, I H D için galiba, bir tek Vedat Aydın ve bir de ben tutuklanmış oluyoruz. Bu bizim için bir tanıtlanmad ır. Bir pa·rantez açıyorum. Arkadaşlarımdan, Türkiye'deki her mahkemede araştırma yapmalarını rica ettim; öyle görünüyor, yüce Türk Devleti, her mahkemesinden benim için bir tutuklama kararı çıkartıyor . Şimdi lik sadece ve Ankara ve lskenderun'u in­ celeyebildik; toplam dört tutuklama kararı var. Bu kadar çok tu­ tuklamaya ne gerek var an lamıyorum; bir insanı, beni, dama at­ mak için bir tutuklama yetmez mi? 250


incelemem uzadı ve "çador tarihi" yarım kalıyor. Altmış son­ rasına hiç dokunamıyorum artık kalıyor. Ne zaman, bilemem; ancak başka bir zamana kalıyor. Yalnız bir noktanın altını çiziyorum, ben buradayken göçen annem söylüyormuş, başka­ larına anlatıyormuş , "üç yaşındaydı, sokağa bir çıkar, onbeş ki­ şiyle gelirdi" diyormuş ; bu beni anlatıyor. Bizim topraklarda çok çador kurdum ; kurarken hiçbir zaman kadro sorunum olmadı ve yürürken zorlanmakla birlikte finansmanı hep geldi. önemli olan i şi tanımlamaktır, insanımız çıkıyor ve arkası geliyor. Bu , bir. ikincisi şudur: Biz bu yapıyla kalıcı bir örgütlenmeyi hiç düşünmüyorduk. Üç: Kürt cephesindeki sorumluluklarımızı üst­ lenince, örgüt planında bir gerilla moralline büründük; işimiz zordu ve işini yapan gidiyor ve biz yenisini buluyorduk. Biz Kürt cephesini aynı zamanda Türkiye aydınının arındırma operasyo­ nu olarak görüyorduk. Dört: Doksan beş yılı dönüm yılıdır. Dayanaklarını son yazımda ele almayı umut ediyorum ; artık çador zamanıdır.

'Ya

••

Olüm Ya Kariyerizm'* Paris, 4 Mart Üçüncü Yıl

... Sevgili Fikret, Hayı,ıaııa.'daıı döııdügünde aradıı,ı, ilk günler ıelefonuıı, dogallıkla, çok meşguldii, sonra cevap vermedi ve araya za­ ı,ıan girdi; "geçmiş olsun " denıek istiyordun, ve ancak şimdi diyoru11ı. Burada sık sık ıekrarladıgım bir söz oluyor, biziın ülkeı1ıizde, aydııı olınaııın tanıınlarındaıı birisi de bir süre dört duvar arasında kalıııakıır., hepiı1ıiz geçiyoruz. Çıkışıııa yakın deı,ıeçlerini okudunı, çok begendiın. Yalnız bu notunıu begeıınıedigim iki konuda yazıyoruın . .. Oııce beııiı,ı çok sevdigim ve herkesin bildigi bir hika)'eyi aııınak istiyoruın. Yakın zamanlarda dini bütüıı hırıstiyanııı bi­ risi. eline geçirdigi bir yahudiyi iyice dövüyormuş, sornıuşlar, *

B aşlığı biz koyduk. (Y . N)

251


-·----- --- ------------ -- --------

nedeniııi nıerak etnıişler, dini bii.tüıı hırisıiyan , "buıılar, yalıu­ diler, bizi11ı lsa ')'l katletti" diyorınıış, bunun içiıı vuruyor. Görenler, "aınan " deıızişler, "güzel. aına , çok olliı,_. nerede ise iki bin )'ll önceki bir ola)'" diyerek teskin et11ıeye çalış11ıışlar, diğeri teskin olırıuyor. "A,na " diyorı1ıuş, "ben yerıi işittim "�· bu ınantık üzere hiicuı,ıuna deva,,ı ediyor. Seniıt yaptıg.ı n da belki eskidir; ancak /Jen çok yakında işiıtiın. Ozgür Universiıe 'nin lstanbul Dekan/ıgı 'ııa, yakın za­ manlard[! benim bir basın açık/a11ıasınckı, "tekellerin şirin çocuğu " dediğim, Yadıı!!Cl Doçent llfuk Uras 'ı atadıgını duydum; doğrusu, biziın Universite 'nin Rektqrü olarak kendini fazla özgür hissetiğiıı anlaşılı)'Or. Bu kadar özgürliiğün ol­ duğunu sanmıyorunı. Biziııı , Siyasal Bilgiler Fakültesi· Mezunları Cemiyeti, Mülkiyeliler Birliği, devle.{ bürokrasisinin ı,zantısıdır. Biliyor­ suıı. biz oradayken Yeni Ulke gazetesini çıkartıyorduk, Devlet b_jr· ara bastırdı ve Mülkİ)'eliler Birligi, günde bir adet aldıgı Ulke 'nin abonesini kesti. Siyasal Bilgiler Fakiilıesi Mezıtnları Ceıııi)�eıi ise tekelleriıı uzcıntısıııdadır. Beniın, Uras'ı, tekelle­ rin şirin çocuğu olarak ııitelenıeı,ı öyle rastlantı degil, iktisat Fakiilltesi Mezunları Ce,ııi)'eti başkanı olduğıı sırada ��ıkaıı bir-iki yazısını okuını,şıu,11; kafası , şiıııdi lstanbı,l 'da sayıları artan alafranga lokantcıların çöp tenekesiııe benzİ)'Or, son de­ rece karışıktır. Bu değerlendirıneın belki sana karışık gelebilir; bu ııeden­ le 5 Şubat 1 996 tarihli Yüzyıl gazetesinde Neşe Diizel'le yaptığı röportaja bakıııalısın; çok açıktır. Tekellerin savun­ dukları tiirden özelleştirnıeyi savunuyor ve oligarşiııin istediği yolda keı,ıalistlerle işbirliği istiyor; solla eski baglarıııı kesıni; olan Diizel'deıı neşeli bir dayak yi)'Or. . Kaçınılnıcızdır�· ben yakında getirildiği pi.1 �··:iııiıı başkanlığından ayrılacağıııı . tah-­ ınin edi) oru11ı. ÇiinA.ıı. ib·ı iversite öğreti11ı üyeligi ile JJarti başkanlığı dün)'aııın hiçbir ülkesinde bir ar_çıda gitıııez; hiçbir anayasada yeri olduğunu sannzıyorunı. Universite öğretiı,1 iiyeleriı1in partilere üye olınaları gereklidir; ancak yöı1eıici ol­ maları iı1ıkaıısızdır. Uzıııı yıllar üniversitelerde öğretiın üyeliği yapnıış bir kiı,ıse olarak, öğreti11ı üyelerine parti başkanlıgını savunı11anı miinıkün görünınüyor; ayrıca ,. .öğretiın üyesi de eııinde-sonııııda bir devlet memurudur. Oyle an­ laşılıyor, biziııı tarafta, işleri rezil etmede diğer taraf/Lı yarış halindeyiz; öbiir ıara/(ı geliııce, TC eğer şu anda bu şirin 1

252


ihtiyacı olduğu içindir. çocuğa izin veriyorsa bu partiye .. .. Bu , ayrı. A�ıcak biz Ozgür Uniyersite 'yi bunun içiıı kurmadık. .. .. 1 Bili} orsıııı , ben Ozgür Universite'yi kurduğum için hala yargılanıyorunı ve sanıyorunı hakkıında bir de tutuklaın.c.z ka­ r.CJrı var. Kafası, sebze çorbası kadar karışık insanlarla Ozgür Universite olmayacagını kabul etnıeni istiyoru11ı. Ayrıcq_ bu n0Juı1ıu yanlış anlanıanıan da gerekiyor. Benim şu ançla Ozgür Universite ile ilgili bir sahiplik ya da hak iddi­ aın bulun11ıuyor; ayrıca, eıniniın _duynıı,yorsun, bu arada çok garip hazlar içinde yaşıyorum. a. Bilgesu ile kolları sıvadık, . bir tutuklıılarla yardım dernegi kurmak istedik. Tanı kurula­ cağı sırada gariplikler oldu, işin içine yabancı elçilikler de karıştı, derneğin adı Washington 'ıın önerilerine uygun olarak "insan Hakları Dernegi" oldu ve sonra da Tkp ile Dev-Yol'u savıınma kuruluşu olarak gelişti. Bir m.üddet sonra ise Kürt ta­ banıııa oıurdıt ve daha orta ve yararlı bir yola yöneldi. Bura­ da söyle,,ıek istediğiı1ı şudur; bu derneğin kuruluşu da beninı kafanıdaıı çıktı. b. Bilq_r'ı be� . kurduın. Beni11ı kafaından çıktı. Adını ben koyduın. c. Ozgür Universiıe, beni11ı kafamdan çıktı, adını koyduın ve kurduın. Seni de kurduktan sonra davet ettiı1ı. Burada s_öylemek istedigim şudur: Kürkçü ve arkadaşları şi,ndi B ilar'da globaliznıin ı:çleoloji�_ini yaymaya çalışı)'orlar. Sen de kafası karışıkları Ozgür Universite 'ye ıoplU)'orsuh. Hepsi giizel de, bı, kısırlık ni)'e? Neden bıı insanlar bir çadır bile kurınazlar; beniın eli11ıin değdiklerinde bir kutsallık bu­ lurlar, bıııııt pek an/anıt)'Oruı,ı. Devletin hikıneti 11ıi? Yoksa bu insancıklarıınızııı bir 111ilar ya da bir mözgür nıüniversite kur­ ıııaları çok ınıı zor? Bir ke7: daha tekrarlıyorum, yanlış anlaşılınak istenıiyo­ ru,11., ne Ozgür'ii istiyorıım, ııe de hesap soruy�ruın. Bunlar aklıffzdan geçı11iyor. Ben birlikte ç<ılıştığ111ı bir arkadaşımı uy­ arıyoruııı. Bııııun dışıııda verdiği111 örnekler gösteriyor, kur11ıaı1111 anahtarı bizdedir. Geliriz, yenilerini kurarız. . lkiııci noktc,ya geliyoruın; "Denıokrasi" gazetesinin şiındiye kadar iki sayısını gördünı. Arkadaşlarımdan göndermeınelerini rica ettiın; orada yayın kurulıt başkanı ol­ duğunu gördiiın; seni yayın kurulu başkçını olarak hep diişüniiyoru,11 ancak bu kadar geri bir gazetenin nasıl yayın kıtrulu başkanı oluyorsı,n, bunıt hiç anlaınıyorunı. 253


Fikret, bilir misin , 1 9. yüzyıl soıılarındaıı itibaren "deınok­ rasi" adıııı ilericiler hiçbir zaı1ıan kullanmadılar. Ancak beıı, bu ad_ seçilirken sana danışılınadıgını tahınin ediyoruın. lsiınler üzerintle, parti adları konusunda ve isiınlerde "ve " kul­ lanıınıyla ilgili olarak ayrı bir iııceleı,ıe yazacağl/11 , bir tarafa bırakıyoruı1ı. Yalııız yayıncılıktaki çok geri adıı,ıların sanılc/ıgındaıı daha olunısuz etkileri oldugunu hatırlatınak isti­ yorunı. Verdigiııiz izleniııı çok yaııılııcıdır: Eger, "deınokrasi " par­ tisiyle birlikte düşünecek olursak, yayın kurulu başkanı ol­ duguıı yayınla, devlet yöneticilerine, çok yanıltıcı ınesajlar vermiş olııyorsunıız. Devlet, size bakarak, açık alanlarda ınücadeleyi yenip söndürdüğünü düşüıımek duruınundadır. Yayınınız ve politikanız bütünüyle devlet dairesi içindedir. Ben devleti yanıltrtıaya hakkınız olnıadıgını yazıyoruın ; size, de­ ınokrasi'lere, bakarak devlet, kentte sonucu aldığıııı ve işinin sadece kırlara kaldığını düşünı1ıek duruınuııdadır. Yanıltıcı bir konuı,ıdas ınız. Kişilendirıneleriniz de bununla tutarlıdır. Baııa gelen bir · sayıda Ahı,ıet Kahranıan 'ın adını da g�rdünı, biziı,ı "fıkara" Ahıneı, Ahınet Kahraınaıı Ö)'le bilinir, Ulke'den günlük gazete­ ye geçerkeıı de bir ara aranıızda oldu ve gazete çalışanları ve çalışacakları "PKK'li olanlar" ve "olınayaıılar' olarak ikiye ayı,rdı. Bu ayırına daha sonra zaıııaııııı içişleri Bakanı lsnıet Sezgin tarafından resnıen ilaıı edildi. Korkusundan, kendisiıı­ deıı öııce, bu işte olanların hepsini "PKK'li" ilan ediyordu ve sonunda yine de korkusuıııt yeııeı,ıedi, ih/J.çı.r etti, gitti. Şiındi senin kuruluııda yer alı) or. Bir de Varlık Oznıeııek var; şinıdi yabancı ajanslardaıı karıııııı doyııruyor. Daha yirnıi )'il öııce, nıüthiş bir alkolikti ve beııiı1ıle çalışırken ben bazı günler içki yasagı koyuyorduın. Bir de ragıplarııı birisi var, galiba bu da bir süre karıııııı doyurduktan sonra, Bab-ı Ali'de çıkan bir haf­ talık dergide beııi "Apo ınakyajcısı " diye ihbar ediyordu. Bunlar birbiriyle baglantılıdır. Ancak daha öneınli bir bag çıkıyor. Bu bag trotskizın ile il­ gilidir. Trotstkistlerin, kagıı üzerinde birtakıı,ı keskin sözlerden soııra , ya ataleti seçtikleri ya da en geri kadrolarla buluştukları genellikle biliniyor; çizdigiın bu durum, ııe yazık, bu geııel ilkeyi yalanlaınıyor. Fikret, uınarıın bu yazdıklarıııı için kırılnıazsııı ; ben öııeı1ı verdigiın kiıtıselere yazıyoru,11. Ayrıca böyle bir durumda 1

254


..

k{rılı11aıızak beııinı ah/akınıdır. Bak, ben seni Ozgür Universiıe 'de çalışnıaya çagırdıgııııda, bir kitabında bana karşı kişi/igiıne yönelik yanları da olan çok sert eleştiriler yazınıştın ; dogrıısu okuınadıııı, aıııa , tartışıldıgı içiıı biliyoru,ıı. Ben , eleştirilerinin kişisel kırıcı yanlarını unuttı,111 ve eleştirilerine de kırılıııadıııı. Sana da ayııı yönleri tcıvsiye ede. rını. Kuşkusuz , Üniversite 'de olnıasa bile Gazete 'de soruııılıı­ Juguıı sıııırlıdır, buıııı biliyoruıız; açık alandaki hastalıgı iyice tanıyabildiginıi düşünüyorunı. Bu yakın gerçekligi,ııiziıı bazı paradokslcırı)'la ilgili görünüyor; şiındi bizi11ı Kiirt Davaınız bir yanıyla büyük kahraınaıılıklar ve fedakarlıklar sergilerken , diger yaııında da çok zengin bir kariyerizıııi besliyor. Daha açıkçası , başka nıücadelelerde, "ya ölü11ı-ya vatan " ya da "ya ölüııı-ya istiklal " ya da "ya ölüı1ı-ya devriın " ya da "ya ölünı­ ya sosyaliz11ı " olarak çıkan gerçeklik ve gerçeklige dayalı slo­ gan , bu 11ıücadelede, "ya öliiın-ya kariyeriz11ı" olarak uç veriyor. Bir bölü11ıüınüz ·ölüyoruz. Bir bölü11ıüınüz kariyerist oluvoruz. Çözülür. Beıı ö11eı11li gördügüın içiıı . bu yayın zincirinin kuru­ luşunda eıneğiı�ı oldugu içiıı , ilk başında olup. da bugüne ka­ dar ilgisini ve ·e,negiııi sürdüren birisi oldugunı için yazınak geregini duyuyoruııı. Hakkıııı oldugunu da düşünüyoru11ı. An­ cak bir yaıılışlıkla herlıaııgi bir gücüııı olduguııuıı da diişüııülı1ıeı11esini istiyoru11ı. Beniııı gücüııı dogruları erken görebilıızektedir. Çcıvuşuıı birisi, aceıni ocağında ders verirkeıı, dünyayı aıı­ latı)'ornııış; "ııasıl deseı1ı , karpuz ıııu deseıız. portakal 11ıı de­ se11ı " di)·erek uzatıyor. Dünyanın yuvarlak oldugunu aıılata­ cak, uzatıyor: erlerdeıı birisi da)'aııaı111yor. "Çavuşunı , hakka­ ten )'Uvarlak nıı ola " diye soruyor. Çavuşun cevabı şudur: "Otur leıı , ııe yuvarlagı , bıı ders işte " diyor. Beni11ıki de, enin­ de-soıııında bir derstir. Anıa yararlı ol111asını diliyorımı. Gözlerinden öpüyorııın . Ben galiba. hika)'e anlat111ayı çok seviyorU!!l. Bir tanesini daha aıılatnıak istİ)'o ruın : Orıadoğu Teknik Universitesi'ncle ögretiııı üyesiydiııı, 1 2 Mqrt'ıan hemen öııce orası bir ·tür ıner­ kezdi, bilnıeıı gerekiyor. Ogreııcileriııziz de güzeldi; bir ara bi­ risi geldi, Maliye Bakaıılıgı 'ııa gir11ıek istiyormı,ş, oradaki yet255


r.---------- ----·---·--

--··------·--- -

--� kili. "imtihan yok " diyormuş, Yalçın Küçiik'ten referans geti, ren/erin gireceğini ilan ediyorıtıuş; belki,, lievriın beklı) ordu , 1ı Ö)}le oldu. Ben referansları11ıa çok dikkatliy inı : bilirler ve pek ı çok kiınse)'i aldı/ ar. Bunu da kimse bilmiyordu . soııra 1 2 Mart oldu. beniın kulcığıına da haberler gelıneye ı,aşladı ; aynı in­ san � devletin yiice yiice toplantılarında , en l>ııeı,ıli devlet so­ runlarını konuşurken � birdenbire, �,A,na olıntız , caıııın ., Yalçın , K·ü çük 'le de ��a/ışılı,ıaz " diyornıuş. Bıı iirııek . daha agır söyledigi de kesindir. Bunların hepsi bana geliyordu, zavallı ada,ncağız, beniın referansımla bir yıgııı ııı.e nıur aldığ- ı için korkuyordu ve korktııgu için ·de sagda sol(/a korkusunu dışarı vuruyordu. Beıı lie hepsini duyu}'orduın; duydııguınu bil11ıezdi. Daha sonra bakaıı oldu, giiııde iiç kez beııi arıyordu� bizi1tı küçük ev halkı bıktı; nerede) se bakaıılıgı ortak yönetn1e11ıi isti­ yordu. Hikayenin gerisi de var. Ancak bugiin Ç<>k hikaye an­ lattın-1 . "Kıssadan hisse " çıkartnıak için yeterli{lir, sant)'oru,11. Son bir nokta da şudur: Ben Başkan Apo ')�la her bu­ luş111a11ıda kendisine gelen bilgilerin çeşitliliği karşısında şaşırıyoruın. Ben şaşırı1,orun-ı, ama, pek Ç<Jk kisn·ıe bunun farkında bile olıııuyor. Ben farkında oluyoruııı, çiinkii, bana da ş_çışırtıcı ölçiide bilgi geliyor ve bilgi agınll {Jnenı veriyorıın-ı. Onenı verdiğiın için Fatih çalış,nanıda bu bilgi ağı sorununıı öı111lana çıkarttını. Hoşçakal. Unıarınz . ııyarıcı ve yararlı bir iş yaıııını. 1

1

1

D oğrusu, Türkiye'den ayrılacağımı ilan edi nce, K ü rk­ çü'nün "gitsin de kurtulalım" türünden yazı döktürdüğünü duydum ; gerçekten sevindiğimi hatırlıyorum. Ben bir süre ayrılırsam, hareketleneceklerini düşünüyordum ve istiyor­ dum. Ama ne yazık ki, "Bilar", "Özgür Ünüversite", " Küba Dostluk Komitesi" ve birçoğu, benim kafamdan çıktı ; bun­ ların hepsini ben kurdum, hala bunlarla idare ediyorlar. Yanlış anlaşılmak istemem, üzerlerinde hiçbir hak iddiam yoktur : ama, "allah aşkına siz de bir çador kurun" diyorum. Korkmamak lazım, kurmak lazım . . Tabii çok gecikirlerse, bekleyeceğimizi sanmıyorum. Ç ünk ü çador kurmak, bizim mesleğimizdir. Bunu hatırlatı­ yorum. 256


YÜR Ü YÜŞ Aydınlarımızı yorduğumu biliyorum. Solumuzu ürküttüğüm­ den kuşku duymuyorum. Şaşırmıyorum; yüreği dağlanmış ve i radesi çökertilmiş olanların gıdası yanlışlardır ve yanlışlar, bun­ ları rahatlatıyor. Doğrular, güçlü yürüyüşler içindir. Yozluk, ideolojik planda, bir yanlışlıklar kokteylidir. Nasıl yordum ve nas ıl ürküttüm ; buradaki mari.f etlerimi s�ya­ cak olursam, en kalın kitaplarımdan daha kalın bir kitap yazmak zorunluluğum .var. Bunu yapmak istemiyorum; sadece bir buket sunmak istiyorum. Bir : Herkes Soljenitsin'in bir büyük yazar ol­ duğuna inanıyordu ve Nobel ödülü almış olması nı kanıt sayıyordu ve ben, yazması nı bilmediğini yazdım. Çok kızdılar; ancak şi mdi bütün dünya yazmayı bilmediğini yazıyor. iki : Kun­ dera çıktı, Tü rkiye'de yer yerinden oynadı, o zamanlar en sev­ di klerim bile müri di olma yolundaydı ve ben, çok tatsız bir iş yaptım, bir cahil ve ihanete tapınan bir dejenere olduğunu kay­ �ettim; Sovyetler yıkıldıktan sonra a rtık köşesinde bir zavallıdır. Uç: Emin Çölaşan, ilk önemli kitabını yazmıştı, okumadım, Aziz Nesin, i lhan Selçuk ve diğerleri göklere çıkardılar, anti emperyalist buldular, bilim ödülü istediler ve ben sonra okumak zorunda kaldım ve bunun, '83 yılında seçimlere hazırlanan Tur­ gut Özal'ın verdiği belgelerle yazılmış çok kötü bir Özal propa­ gandası olduğunu ileri sürdüm. Çölaşan i se önce sıkıldı ve son257


ra bunu kabul etti ve böylece ben de·, "bilgiye susamış" Türk aydın büyüklerinin husumetini çekmek için bir neden daha ya­ ratmış oluyordum. Dört : Müzik kulağ ımı hiç ·be�enmiyorum, an­ cak herkesin Lütfü müdür Zülfü mü, ben Türk aydınının bu tene­ ke sesli adamı· nasıl dinlediğine şaşıyordum ; hem karlı ağaçların arasında rakılarını yudumlarken dinliyorlar ve hem de dünya birincisi sayıyorlardı. Bekledim, sonunda. "teneke sesli" olduğunu yazdım ; şimdi herkes hem sesini ve hem de. ahlakının teneke olduğunu kabul ediyor ve geriye s 1dece benim üzmüşlüğüm kalıyor. · sen de devam ediyorum . a . Orhan Veli'nin dejenere bir şair olduğunu ilk kez yazdım. Türk aydını "öyle de yatılmaz ki" de­ meyi solculuk sanıyordu; çok küfür aldım ve şimdi meyhane şarkılarına söz arandığında başvurulan bir eski tutucudur ve artık dejenere Türk gericiliğinin şairleri arasında sayılıyor. b. Eylülist darbede n önce çıkan ve şu anda yasaklanmış olan bir kitabımda� Ecevit'in cahil olduğunu ileri sürdüm. · Milli Birlikçi dostlarım başta pek çok kimse "o kadar da değil" dediler ve bir tür "manyaklık" sayma eğili mi gösterdiler. Beni durdurmadı, sek­ senli yılların ortasında çıkan "Tezler" dizisinin birinde, Ecevit'in generallere uygun bir çizgi tutturduğunu ve muhtemel bir gere­ naller döneminin başbakanlığına hazırlandığını . pek inandırıcı bir biçimde ortaya koydum; o sıralarda hala "hürriyet kahra­ manı" sayılıyordu. Fakat ben, şimdi açık olanı çok önceden göstererek pe� çok hassas kalbi de kırmış oldum. c. Türk solu­ nun peygamberi sayılan Kemal Tahir'in, bir " Ebu Cehl" ve yeri­ nin faşizm olduğunu ileri sürerek gericilerle, Peyami Safa'nın karşılığında değiş tokuş yapıım·asını önerdim; pek çok küfür aldım, ama, sonunda önerim kabul edildi. Tahir, şu anda Mhp yazarıdır. Türkiye aydınını ve yorgun solunu yanlışlarından arındırmak kolay bir iş değildir; biliyorum, ancak, yürüyüşe dönük olanları daha da yorucudur. Şimdi soruyorum, bir raslantı mıdır? Bizim, bu arada benim, bunları yapanların, hep sevgisizliği göğüs­ leyerek ya da nefreti çekerek, yanlışların üzerine yürüyenlerin, en zor bir zamanda ve Med-Tv·deki son açık oturumda sap­ tandığı üzere, Partiya Karkeran Kürdistan·ın tehlikeli sınama 258


yıllarını geride b ırakmadığı bir dönemde, Kürt ve Türk halkına, Kürt Devrimi a ni ve liderinin görüşlerini tanıtma ve anlatma so­ rumluluğunu üstlenmemiz bir tesadüf müdür; bugünden geçmişe baktığımızda, bir rastlantı olmadığı anlaşılıyor. Kesin­ likle bütünün içindedir; bir tarihsel kaçınılmazlık olarak çıktığ ını belirtmek durumundayım. Yalnız, bunu yaparken, Kü rtler ve Türkler cenahından hiçbir küfür eksik edilmedi; bir tanesini o günlerden beri saklı tutuyorum, bize "çıkarcı" diyorlardı. Çok haklıdırlar ve bu son yazıdır, şimdi neden ç ıkarcı olduğumuzu itiraf etmek isitiyorum. Bir: Ç ıkarı mız vardı, biz, Kürt Cephe ­ si'ndeki bir eylemimizle, Türk aydınını tazelemeyi amaçlıyorduk . iki : Çıkarcıydık, bu eylemimizle, Türkiye sosyalizmini yeniden yazmayı planlıyorduk. Üç: Ş imdi itiraf ediyorum, biz, böylece, Türkiye Devrimi'ni ricat alanına, Kürt Dağları'na çekiyorduk. Çektik; bugün dünyanın pek az ülkesinde ve bu arada ülkemi zde, sosyalizm, bu büyük krizi saflıkla atlatabi ldi ; bu ricat alanına çekmemizdendir ve pınar başında koru mamı zdan ileri geliyor. Eğer bugün, kütlesel olarak güçlü olmasa da, Türkiye'de saf ve ilerici bir sosyalizm varsa, bunu, bizim bu ricat pratiğimize borçluyuz. Devam ediyorum ve böylece yakın zamanlarımızın bir düşünsel kronolojisi ni de yapmış oluyorum. a. Sovyetler Bi rliği . yıkıldı ve Fukuyama adında bir Amerikan i stihbaratçısı "Tarihi n Sonu" broşürünü yazdı. Yer yerinden ve yozlaşmış Türk aydını ile kırılmış Türkiye solu ise, başından oynadı. b. "Çok şükü r " bunda yalnız değildim, şimdi aramızdan göçük büyükelçi Mah ­ mut Dikerdem'i de hatırlıyorum; bu safsataya karşı çıkıyorduk ve yürüyüşün devam edeceğini savunuyorduk. c. Şimdi bu ince ­ lemeyi yazdığım haftada Fransa'da demiryolu işçi leri i şçi sınıfının gücünü. başta kendisine olmak üzürü tüm dünyaya ta­ nıtmış bulunuyor. d. Sosyalizmin yıkılışından dört yıl sonra Ru ­ sya'da kendisini önemli ölçüde temizlemiş bir komüni st parti si hain bir sandık sınamasından çok büyük farkla ve birinci olarak çıkıyor. e. Dünya bas ını ve televizyonları, "komünizmin dönüşü" başlığını kullanıyor, henüz kendi sini çok açığa çıkarmayan bir kaygı var. Tekrarlıyorum. bu yazım, belli bir takvime bağlanarak yazma 259


döne�i mi n sonu ncusu oluyor, yaz ı l ı aktüe l bası ndan kopmuyo­ ru m , ancak , bund an sonra düze n li olarak deği l , sadece ihtiyaç olduğu nda ve be nden bel li ko nu l arda istek ve be ni m de za­ man ı m o l ması h alind e yazmayı p lanl ı yoru m . Dolay ı s ı yla. çok net olma gereği du yu yo ru m ve kısaca say ıyoru m . Bir : Po lonya ve M aca ristan'da da "eski " partilerin izleyici leri h ükü mete geldi ler, ancak, bunları art ı k sosyali st saymak mümkü n görü nmüyor. iki : Bu lgaristan'da iktidarı alan sosyalistle r he r zaman olduğu gibi ciddiye a l ınacak tü rdendirle r. üç: Rusya'da i se yıkı lan partini n orta düzeyde bi r yö netici si olan Zyu ganov'u n baş ı nda bu l u n­ duğu ko müni st partisi yöne li m ve özlem açı s ı ndan son derece doğru yö nded i r. a. Sovyet iktidarı n ı yüceltiyo r. b. Lenin'i onu r sayı yor. c . Sta li n'i tarih e bı rak ıyo r. Bu yaklaş ı m ı , çok sağl ıkl ı bu ldu ğumu s aklamıyoru m . Dört : Bugün yürüyü şü n devam ettiği bi r dünyaday ı z . Böyle bir dönemde , yo rgu n aydı nları mızı d aha çok yormak ve kı rı lmı ş solu muzu bi raz · dah a kı rabi lme k içi n ve herhalde önü müzü açmak içi n , dünya sosyalizmi i le ilgili telgrafları m ı da çekmek istiyo ru m . a. M a rx , büyük bi r kütüphan e ve yaşad ığı za­ manda , dünya bi li mi ni n en yaratıcı se ntezidi r. Ancak Marx , yazd ığ ı zama n ları , dünya bi liminden kesin bir sıçramayı temsi l etmiyo r; bi li mi n i çi ndedi r ve o zamanki bili min , güçl(j yanl arı ka­ dar baz ı zayıf l ı kları n ı da i çi nde barı ndı rıyor. Dünya gericiliği , Marx' ı n ç ı k ı ş ıyla bi rli kte bi limi n ne büyük bi r si lah olduğunu görüyor ve Marx' ı n omuzları n ı n üzeri nden, dü nya bi l i mi ne savaş ac ıyor. Marx J ne eksik ve ne fazla, yazdığ ı zaman ın dünya bili­ midir. b. M arx'ta fel sefe var; fakat , M arx'ı özg ü n bi r fi lozof say­ mak, son de rece bü yük bir abartma oluyor. Yazd ıkları , ge­ lişti ri lmeye çok elve rişlidi r; M arx'ta e n büyük revizyo nu .yaparak, Marx' ı iktidara götüren Lenin'd i r. c . Leni n , büyük bi r politik de­ h a'd ı r; fakat teoriden çok pratiği temsil ediyor. d . Le ni n , güçsüz Rusya sosyalizmi i le güçlü Ru sya devrimci demokratları nı bir­ leşti rip , mucizevi yol larla iktid ara götü ren kimsedi r; yolu , sosya­ liz mi iktidara götü rüyor. e . Fakat bu zo r evliliğ in zoruyla evimize ge le- n eklektizm , hem so syalizmi deri nleştirmeyi önlüyo r ve hem de , başka ü lkele ri n yolunu fazla açamıyor. Bu neden l e , Leni n'i n '!i ki taktik" ya � a "ileri-geri" tü rü nd en broşü rleri ni n bundan sonra 260


ancak ü niversitelerde ve Len i n üzerine derslerde okutulmas ı n ı n doğru olacağ ı n ı düşü nüyorum. · Devam ederken bir paranteze ihtiyacım var; ülke mizd e Med­ tv yayı nları nı n çok iyi izlendiği ni , bazı ları n ı n kayıtları n ı n - do ­ laşt ı rı ld ığ ı nı haber al ıyor ve seviniyoru m. Baş�an Apo'nun ka­ rarga h ından ve Türkiye solunun önde gelen i si ml e ri nin stüdyodan kat ı ld ıkları son açık otu ru mu n da i lgi çekeceği ni ve tart ı ş ı l acağ ı n ı umuyorum. Bu tart ışmada bir kez dç1ha gördüm ; Stali n , art ı k Türkiye solunu bi rleşti rmiyor ve bö lüyo r. Ben de , Stali n'i bir büyük kurucu sayıyo ru m; burada tartışma yok, ancak Sovyet düzeni ndeki bozu lmaları da Stalin'le başlat ıyo ru m . Bo ­ zulman ın 1 956 yılı nda, ansız ı n başlad ığ ını düşü nmek, bana bi ­ limd ış ı geliyor. Bu nları kaydediyorum ve devam . ediyoru m. Bi r: Stali n de bozu lman ı n h içbir subjektif so ru mlu luğu nu göremi­ yoru m ; bozu lma cı l ı z sosyalizmin doğal ve nesnel bi r sonuctJ ­ du r. iki : Beria, H ruşov ve Garbaçov , subjektif olarak da bozucu ­ du rlar ve "yaranma po litikası" ad ı n ı ve rdiği m, dah a so nra ge­ lişti receğim, bi r politikayla dai ma kendi leri ni emperyalizme beğendi rmeye ·çalı ştı lar. Üç : B rejni yef'te� subjektif olarak bi r iyi ­ leştirme çabası görüyoruz : ancak artık ço k geçti r. H ızla bir noktan ı n alt ı n ı çizme m gerekiyor; be nim bütün yazı ve çabaları mda iki amaç var. a . H astal ıklı u nsu rları atarak sağ l ıkl ı bir yapıya sahip olmaya önem veriyorum. Yü rüyüş için kof değil . sağl ıkl ı bir vücut gerekiyor. b . Bütü n eleşti ri lerimde , Türkiye ayd ı n ı ve Tü rkiye soluna bir . öz-güven aşılamaya çal ış ıy oru m . Ke ndi ne gü ve n , düşünebilmeni n başlangıcıd ı r; bugü n Tü rkiye so lu ve ayd ı n ın kıs ı rl ığ ı , düşü nmeyi du rdurmuş olması , ke ndi ne güvenini kaybetmesinden ileri geliyo r. Şi mdi bu noktayı ve yi ne Med-Tv'deki açık otu ru mu bir ölçüde tekrarlaya ­ rak , yazmak istiyoru m . . Bir: iki nci Dünya Savaş ı'nd an sonra başlayan ve seksenli yı lları n ortas ı na kadar uzayan dö nemi, dü nya ölçüsünde , kapitali st sistemi n cazibesini yayması ve kütleleşti rmesi dö nemi saymak mümkün görünüyor. iki : kapita­ lizmi n "dünya ni metleri" otomobi l , buzdolabı , radyo , televizyo n , telefon ve diğerleri i şte bu dönemde dü nyaya yayıldı . Bu dö nemde tekeller dü ze ni ne dönüş me işlemi ni tamamlayan kapi ­ talizm, artık vericidi r. Şi mdi tekel ler düzeni ni n kıs ı rl ı k dönemine I

261


girmiş bulunuyoruz. Üç: Sovyetler, lran, Kürdistan ve Türkiye alanını bir tampon bölge olarak seçmişti ve buradan statükonun değişmesini hiçbir zaman istemiyordu. Dört: Bu nedenle, bu dönemde, bölgemizde devrimci bir hareketi, önce Sovyetler baltalamak durumundaydı. Beş : ilk kez televizyondaki açık otu­ rumda işaret ettim, daha sonra inandırıcı bir biçimde yazmayı planlıyorum; Tip'in çöküşünün başlangıcı Demirel'in 1 967 yı l ı nda Moskova ile yaptığı büyük ticaret anlaşmasıdır. Soğuk savaştan çıkışta önemli bir yere sahip olan bu ticaret an­ laşmasını n yanında, Demirel'in, Moskova'yla, başta Tip olmak üzere Türkiye solunu çökertme anlaşması yaptığından da kuşku duymuyorum. Altı : Sovyetlerin etkisinin sadece Tip ve Tkp üzerinde olduğunu düşünmek yanılt ıcı dır ; "Maocu" ve "Hocacı" akımlar, Sovyetlere ağır eleştiriler hariç, bütün ideolojik prog­ ramlarını Sovyetlerden almışlardır. Stalin'i, aşırı ölçüde yüceltmek ve .hatta fetişleştirmek, yıkılmış sovyet görüşlerini canlı tutma anlamına geliyor. Devam ediyorum ve Türkiye aydını ve soluna, Partiya Karke­ ran Kürdistan ile liderine daha soğukkanlı ve mümkünse daha bilimsel yaklaşmalarını ö neriyorum. En azından bugün geldiği noktayı maddi bi r başarı olarak kabul ederek, bunun neden ve mekanizmaları üzerind� düşünmeyi çok verimli sayıyorum. Ben, bazı çözümlemelere ulaştım ve bunları hem yazıyoru m ve hem de televizyon yayınlarında dillendiriyorum ; burada tekrarlamak istemiyorum. Ancak yine de bi risini, Bekaa Vadisi'r.de ilk kez görüştüğümüzde Apo'nun bana söylediklerini tekrarlamak zo­ runluluğu duyuyorum. Apo, .. Hocam 1 1 yıl bütün kapılar yüzüme kapandı , yalnızdım, herkes burnumu sürtmek istiyordu" diyordu ve geldiği noktaya gelişine şaşan bir hali vardı . Koparak, inatla ve kendine, yoluna ve halkına güvenerek yolunu sürdürdü. PKK, yola çıkarken bir vücudun ileriye atılmaya hazır bir yay ol­ duğunu biliyordu. Peki ne oldu? Bir özet yapabilir miyim; şimdi içine girdiğim umutlu ve açık dönemi özetlemek istiyorum . Bir hatırlatm�ya ihtiyacım var; ben daha önceleri, devrimci mimari­ miz ile ilgili olarak bir "sac ayağı" projesi ortaya atmıştım ve bir de yakın zamanlarda Perinçek-Genelkurmay-Cumhuriyet gaze­ tesi üçlüsünden oluşan sac ayağından sözettiğimi biliyorum. 262


Şimdi bu sonuncusu bu seçimlerde, Perinçek'i desteklemek üzere , eski aydınlar arasında bir imza kampanyası açmış bulu­ nuyor; bunu sormak istiyorum. Genellikl� ürkek ve korkakları dahil, bütün Cumhuriyet gazetesi ailesini n katıldığı bu iş nedir; buna cevap arıyorum . Bu bir Genelkurmay yoklamasıdır; Genel­ kurmay, kendi aydınlarıyla ilgili yoklama yapıyor ve hazır olan­ lar, imzalarıyla, "burdayım" diyorlar; iş budur. .Kıdemli ise ilhan Selçuk'tur, imzasının olmaması bu nedenledir; Genelkurmay adına yoklamayı yapıyor. Bu müthiş bir rahatlıktır; eski Türk aydınının bir Genelkurmay yoklamasında yerini almasının, yolumuzu son derece açtığından hiç kuşku duymuyorum. Vücudumuzun sağlığına ka­ vuşacağını görebiliyor. Şimdi yorgun Türkiye ayd ını nı kırma pahasına ve ham hayalleri yıkma uğruna devam etmek ve yazmak durumun­ dayı m. a. Şu anda, ülkemizde, kütlesel bir sosyalist partinin ola­ bileceğini düşünmek son derece aptalcadır. b. Şu anda her yere dal budak salmış salonları dolan, saf ve devrimci bir parti lafını .edenler aptal değilseler, mutlaka, sosyalizmi boyamak ve su ... landırmak isteyenlerdir. c. Türkiye sosyalizmi, denizin dibini bulmuş, en düşük noktayı geride bırakmıştır; yalnız yine de, kütlesel bir devrimci sosyalist parti için zaman erken görünüyor ve bir az ı nlığın inatçı ve güvenli çabasını bekliyor. d. Fakat, bu devrimci sosyalist parti, her alan ve düzeyde, her zaman kendi­ sini kabul ettiren bir ihtiyaçtır ve bu ihtiyaç, dün ve bugün, ama her zaman önümüzde duruyor. Pratik, öğreticidi r. Bu seçimler nedeniyle, Kürt ve Türk politikacıların kurdukları birlik, son derece önemli ve doğru yolda atılmış bir adımdır. Fa­ kat dersleri, seçimlerin sonuçlarından çok daha değerli görünüyor. Çözümlememi bu değerli derslere dayandırmak isti­ yorum. Önce gerçekçilik üzerine sözüm var. Tkp'lilerin bu birliğe "kerhen", istemeyerek., bir yandan, bizim şiddetimizden korktuk­ ları ve diğer yandan da, seçime girme imkanını elde edemedik­ leri için geldiklerini görüyoruz, hemen ayrılmak üzereler. Dev­ Yol ile bera�erliklerini, seçimden önce tamamlayarak devleti ra263


hatlatmak isteyenlerin bile olduğu anlaşılıyor; bunlar ortadadır. Şimdi aracı olarak Kürkçü, Tkp i le Dev-Yol, sosyalistlere ve Kürtlere kapalı bir birlik için a nlaşmış görünüyorlar, ben de görüyorum. Üstelik bütün bunları kaçınılmaz bir saflaşma olarak değerlendiriyorum ; bu seçimler, birlik prati�ini ortaya koymuştur, bunun önemli olduğunu tekrarlıyorum . Şi mdi daha açıklıkla devam edecek durumdayım ve sürdürüyorum . Bir: Sosyalizm, hala en büyük itibar kaynağıdır. Bu, aslında sosyalizm amacından uzak pek çok insanımızın da kendi mücadelesine "sosyalist" sıfatını yapıştırmak istemesin­ den de anlaşılıyor. iki: Türkiye'de bir kez sosyalizme karışm ı ş, devrimcilikleri törpülenmiş, ancak politikanın dışında geleceği olmayan insanımızın olduğu kesindir. Üç: Kürt Mücadelesi, ec­ zacı, doktor, orta müteahhit, nakliyatçı, para kazanan avukat türünden pek çok katmanı, pek çok sendikacı ve toplumsal örgüt yöneticisini harekete geçirdi ve bunları, hak aramaya alışık mücadeleci politikacı düze:,'ine çıkardı. Dört : Ayrıca hem Türk ve hem Kürt halkı ayaktadtr. Beş : Bunları, tarihin şu kesi­ tinde, saf bir sosyalist partide toplamayı tarihe ve tarihimize. karşı büyük bir terslik olarak görüyorum. Devrimci, saf, başlangıçta kütleselleşmeyi amaçlamayan, açık alanları boş bırakmayan bir sosyalist parti vazgeçilmez bir ihtiyaçtır; tek­ rarlıyo·rum. Altı: Bundan ayrı, Tkp- Dev-Yol'un çıkmaz yolundan kesin ayrı , eylem adı, "Birleşik Halk Partisi" olan bir gerçek ve mücadele�i partiye m utlak ihtiyaç görülüyor. Yedi : Önemli olan başta Türk ve Kürt olmak üzere halklarımızın politik enerjisini, enerjiyi azaltacak değil, çoğaltacak biçimde bir araya getirmek­ tir. Burada sosyalistlerin olması ve sosyalizmin amaçlar arasında sayılması mümkündür; ama asıl amaç devrimci ve kütlesel bir halk partisidir. Sekiz: Türkler ile Kürtleri bir çatı altında toplamak enerjiyi artırıcı nitelikte görünüyor. Buna karşın, sosyalist iktidar programıyla birleşik halk partisini t;>ir çatıya kapatmak, kendi içinde enerjiyi tüketme anlamına geliyor. Dokuz: Seçim sonuçları ne olursa olsun Chp tarafından temsil edilen halk partisi yolu tarihsel misyonunun tamamlamıştır; bu­ nu kabul etmenin zor olmayacağını düşünüyorum. Bu, önümüzdeki potansiyelin ne kadar büyük olduğunu gösteren 264


işaretlerin sadece birisidir. Bu, bir yürüyüştür ve 1995 sonu, güçlü bir yürüyüş için her zamandan daha elverişli görünüyor. Mimarimizi, netleştirmek durumundayız . Netliğimizle yürüyüşümüzün hızı arasında doğrudan bir ili şki var. Yalnız sadece mimari değil, aynı zamanda basılan toprağın da çok gerçekçi değerlendirilmesi zorunludur; son olarak gerçekçi bir envanterin ipuçlarını vermek istiyorum . . Her envan ­ ter, aynı zamanda bir programdır, bunu kaydederek, programa­ tik-envanteri özetlemek istiyorum . a. Avrupa boşaltılmıştır; Türkiye solu , seksen yılından itibaren en· deneyimli kadrolarını Avrupa'ya çıkarmasına karşın, bütün alanlar, sendikalar, der­ nekler ve faaliyetler, devlete teslim edilmiş bulunuyor. Eski Tkp ve . Dev-Yol kişi ve kuruluşlarının devlet safında yerlerini alma­ larından sonra, Avrupa, tümüyle devletin serbestçe at oynattığı bir alan haline gelmiştir. Yakın zamanlarda, Demirel'in va­ kanüvisi Y�vuz Donat'ın yazdığına göre, Avrupa'da devletin 2600 ajanı çal ı ş ıyor ve büyük elçiler ve konsoloslar tümüyle, iç politika, bizlerin istihbaratı ve gerici derneklerin kurulı:nası ve bir­ leştirilmesiyle meşgul görünüyor. Türkiye solu bu alanı terket­ miştir. Bizler, öncelikle, "Türkiyeliler" olarak, buraya yeniden yönelmek durumundayız; karşımızdaki .. Parti", buradaki eski Tkp ve Dev-Yol kadrolarıyla takviyeli elçilik, konsolosluk ve diyanet işleri imamlarından oluşan yapıdır. b. Barolar, yazarlar sendikası türünden geleneksel olarak Türkiye solunun alanları, tümüyle devlete geçmiş bulunuyor. Çağdaş Gazeteciler genel merkezi devletin elinde olmakla birlikte, tabanı canlı görünüyor; şu anda Çağdaş hukukçular ve i nsan Hakları dışında, bütün "si­ vil toplum" alanları devletindi r. c. Disk, 1 2 Mart darbesiyle başladığı uyuşma sürecinin sonucunda ortadan kaybolmuştur. Kamu sendikaları yeni bir dinamizmin habercisi oluyor; ancak Tkp-Dev-Yol kolunun, bunları da pasifize ederek götü rüp devle­ te teslim etmesi ihtimal dahili nde görünüyor. Bu ihtimale karşı uyanık olmak durumundayız . d. Üniversitelerde öğretim üyeleri ve kurulları, devletin elindedir. Türkiye solu , daima güçlü olduğu üniversite öğretim kadroları ve kamu yönetimini tümüyle kaybet­ miştir. e . Büyük basın ve televizyon, tümüyle devletin ta265


rafındadır ve haber çarpıtmasının, sansürcülüğünün yanında, tam bir terörist yapı özelliği taşıyor. f. Adalet, zaptiyeye dönüşmüştür. Hatip Dicle ve diğer arkadaşlarımızla ilgili temyiz kararı , arkadaşlarımızı bütün iddialardan akladıktan sonra amaçları benzediği için örgüt üyesi sayıp, mahkum ederek ve sekizinci madde tecillerini n, sanı(Jı n beyninin röntgeni çekildikten sonra amaçları kötü olanların, bu arada benim, tecil­ den yoksun edilmesi yoluyla, Adalet cihazı, kendisini tasfiye et­ miş bulunuyor. Bugün artık tümüyle devletin emirlerine kılıf bu­ lan çok acemi bir adalet çarkı ndan söz etmek mümkündür ; karşıda yerini almış bulunuyor. Yürüyüş, terkettiğimiz bu alanları yeniden zapt içindir. Bu , sanıldığından daha çok bir aydın ve açık alan hareketi­ dir. Bu alanlar zaptedilmeden iktidarı almamız mümkün değildir. iktidarı almaya yönelmeyen bir yürüyüş ise yürüyüş değil, sade­ ce gezintidir. Fakat, bütün bunlar yapı lmasına karşın, silah lı kuvvetler, bu şekilde oligarşinin at oynattığı bir alan olarak kaldıkça da, iktidar bizim çok uzağımızdadır. iktidar ise, Apo'nun çok sevdiğim bir sözüyle büyük düşünenlerin işidir. iktidarı yakınlaştırmak için büyük düşünmek zorundayız. Büyük düşünmek, h ızlı yürümektir. Bitiriyorum; son yazıdır, çok yazmak istiyordum. Bu arada geçen hafta Paris'e Feridun Yaz·ar geldi, buluştuk, güzel güzel tartıştık, bundan söz etmek istiyorum. Devlet, ben burada otu­ rup dururken benim için dava üzerine dava açıyor ve bazan te­ levizyonları nda bant geçirerek benim öldüğümü veya .öldürüldüğümü de haber ediyor, belki de bana duyuruyor; açtığı davalardan birisi de H;ıtip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan ve Selim Saddak ile aynı � ;·,addeye giriyor. Feridun Bey, bu son da­ vanı n dosyasını da getirdi ve bana, "Hocam dosyada önemli bir yan yok ama, bu devlet sana çok kızıyor" diyordu; devlet, beni çete mensubu olmaktan dolayı yokluğumda tutuklayıp on beş yıla mahkum etmek istiyor. Kabul etmiyorum. Benim, "Dava­ larım" kitabımda çok şaşırtıcı bölümler var, bazan savcı ve 266


yargıçlarımı düzeltiyorum. Birinde, Aziz Nesin yerine tutuk­ ıandı{l l mı ileri sürdüm ve mahkeme kabul etti , beni bıraktı, kuşk·usuz Nesin'i tutuklamad ı . Şimdi artık devlet, tümüyle yö_nelişe bakıyor ve eğer yön devlete dönük ise tutuklamıyor. Bi­ rinde, savc ının yanlış maddeden dava açtığını ileri sürdüm; savcı dava maddesini değiştirdi ve hiç bozuntuya vermeden, beni benim önerdiğim maddeden yargılamaya başladı. Şimdi de, bu maddeyi beğenmiyorum ve kabul etmiyorum. Artık, çete mensubu olmayı kabul etmemin mümkün olmadığını düşünü­ yorum. ısrar etmemeleri gerekiyor. Osman Dedem, Türkiye'nin kurtuluş savaşında çete reisi idi ve ondan geri kalmam mümkün değildir. Bundan sonra olursam, ancak çete reisi olurum; bu ne­ denle, savcılara haber veriyorum, maddeyi değişti rmeleri gere­ kiyor. Güzel günler bizimdir. Ne yaparız, nasıl yaparız; ama biz bu devrimi yaparız.

267


EK :

ya rgı • uzerıne ya r g ı ••


BİR: YARGITA Y 'A

Pari s, 5 M ayı s 1 995 TC Yarg ıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi Ankara

Kon u : Karar düzeltil mesi istemi Esas N a : An kara D G M 1 993/59

Değerli Kurul, • Bugün, faks ile, Türkiye'den aldığım dünkü gazete kesiklerin­ den, "Kürt Bahçesi'nde Sözleşi" adlı kitabımla ilgili olarak Anka­ ra Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından verilen hapis ve para cezasını onadığınızı öğrenmiş bulunuyorum. Onama kararınız maddi yanlışlıklar üzerine oturtulmuştur. Dosyanın yeniden incelenerek kararın düzeltilmesini diliyorum. lstemimin dayanaklarını kısaca yazıyoru m.

Bir: Dedikoducu Karar

Onadığınız karar dedikoduya dayanmaktadır. Yüksek Mah­ keme, beni cezalandırmak için. bir dedikoduyu kabul etmiş ol­ maktadır. Bunu düzelteceğinizi umuyorum. Ankara Dgm'nin onadığınız kararında şu cümleye yer veril­ mektedir: "Sanığın halen devam eden davalarını ve mevcut da­ vayı bahane ederek yurtdışına kaçt ığı anlaşıldığından CMU K-

* Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkan ve Üyeleri: O.Tavil (·Başkan), /. Özkaya,

K.Güveıı, Ş.Erol, S.Erkan

271


'nın 1 04. maddesi gereğince GIY AB.EN TEVKiFi N E, hakkında yeteri kadar Tevkif Müzekkeresi çıkartılmasına ve bulunduğu bildirilen Fransa Cumhuriyeti'nden sanı{ıın terör suçlusu olarak iadesinin iSTEN M ESiNE." Bu hüküm, bütünüyle yalandır� a) Türk hukuk sisteminde her dava bir dosyadır. Yargı, do­ sya ile sınırlıdır. Bu davanın dosyası, Daireniz'in de önünde ve elindedir. Bu kararı onamakla bir yalanı onamış oluyorsunuz. Çünkü, dosyada aç ıktır, ben bu davanın bütün duruşmalarına girdim. Ben bu davada savunma yaptım. Ben bu davada son sözümü söyledim. Ben bu davanın karar oturumuna da geldim. Ancak Mahkeme karar vermedi. Demek oluyor, beni mahkum eden mahkeme ve yargıçlar kurulu açısından, ben davadayım, benim kaçmam söz konusu olamaz. Yargı Kurulu, dosyaya göre karar verdiği takdirde, Yargı Kurulu, dedikoduyu veya Mit raporlarını bir kenara bıraktığı takdirde, benim kaçtığıma hükmedemez. Hüküm, dedi­ koduya dayalıdır. Daireniz, dedikoduyu kabul etmiştir. b) Ekte fotokopilerini sunuyorum. Ben, sahip olduğum ve halk arasında "yeşil pasaport" denilen özel pasaportla, 8 Aralık 1 993 tarihinde, lstanbul Hava Limanı'ndan Paris'e geldim. Gel­ diğim zaman, çıkışıma engel hiçbir yargı veya idari karar yoktu. Şimdi, bizim ülkemizde, ne zamandan beri, yasal yollardan seyahat özgürlüğünü kullanan bir kimse için "yurtdışına kaçtığı anlaşıldığından" denebiliyor; bu bir utanılacak durumdur. Daire­ niz, utanılacak bir yalanı onamıştır. Benim seyahat özgürlüğünü kulianmam bile kaçma sayılmaktadır. c) Üstelik ben seyahat özgürlü{ıümü ansızın ve gizlice kul­ lanmadım. Televizyonu sevmem; ancak ısrarlar üzerine, bir-iki programa çıktım ve orada şun ları söyledim: "insan vücudu kut­ saldır. Benim ülkemde. lstanbul'da, kutsal kadın vücudunu sa­ tan, kerhaneci Madam Manukyan, en yüksek gelir vergisini . ödemektedir. Bu , beni ağlatıyor. Benim ülkemde, babası kesin hırsız, kocası kesin arsız, kendisi Amerikan yurttaşı akılsız bir Madam, başbakan yapılmıştır. Bu, acıdır. Benim ülkemde, yılla­ rın yıprattığı, sürekli olarak darbelerle yerinden edilen, şu gün­ lerde Ana Muhalefet Başkanı'nın, köykahvesinde her gün bir ye­ ni gevezelik sergileyen bir ihtiyara benzettiği Süleyman Demirel, 272


cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ben bu seçimi onuruma yönelik bu­ luyorum. Bu nedenle bir süre, Türkiye'den ayrılmayı düşünü­ yorum . " Ben, bunu iki programda söyledim, programlar çok tek­ rarlandı. Gazeteler ve dergiler yeniden yeniden yazdılar. Beni mahkum eden Yargıçlar Kurulu'nun bildiği budur. Beni mahkum etmek için, çok izledikleri televizyon prog­ ramını çarpıtm ışlardır. Daireniz, çarpıtılan bir duyumu, yüksek yargı . kararı haline getirmiştir. Çok üzücüdür .

iki: Güvenlik Karan

Ankara Mahkemesi'nin kararının ve Daireniz'in onamasının adalet ve hukukla ilgili hiçbir yanı yoktur. Bu bir güvenlik ka­ rarının, tekrarı işlemidir. a) Benim eklerim dışında "Sözleşi", PKK Lideri Abdullah Ö­ calan ile 1 992 yılı sonunda yaptığım görüşmelerin kitap haline getirilmesinden ibarettir. Dosyada var; dönüşte, lstanbul Hava Limanı'na geldiğimde gözaltına al ı ndım, kasetlere el kondu, sonra serbest bırakıldım, sonra dava açıldı ve beraat ettim ve bütün kasetler bana verildi . Ben, şimdi beraat ettiğim bir materyalden yeniden yargılan­ dım ve mahkum oldum. Daireniz, adaletin kesin yön değiştirme­ sini onamış olmaktadır. b) Resmi televizyon, benden, polisin zorla aldığı, kasetleri, yayınlamıştır. Eğer suçsa, herkes için vardır. c) Daha sonra, ben bu görüşmeleri kitap haline getirdim, ya­ yınlandı. Okuyuculara ulaştı. Baskısı bitti. Dava yayınlanan, sa­ tılan, baskısı biten bir kitapla ilgilidir; sanki adaletin aklı sonra­ dan başına gelmiştir. Adalet emir almıştır. Ankara DGM, emirle, bu davayı açmış ve beni emirle mah­ kum etmiştir. Ben, Daireniz'in de emirle bu qavayı onadığını dü­ şünmek zorundayı m. · d) Elimde, içişleri Bakanlığı'nın, Bakan M ehmet Ga­ zioğlu'nun imzasını taşıyan bir genelgesi var. Adına .. Aydınlat­ ma Faaliyetleri Uygulama Emri.. deniliyor ve çok çeşitli önlem­ lerle, bu önlemleri uygulayacak ilgili bakanlık veya kuruluşu be­ lirliyor. ilişikte bir kopyasını sunuyoru m. Kısaca, " Emir" diyorum. 273


Emir'in bir maddesini alı yorum "b) PKK terör örgütü lider kadrolarının yaptıkları açıkla­ maların kamuoyuna yansımasının engellenmesi. I C RAC I KU RULUŞ: Devlet Bk.lığı, içişleri Bk.lığı, Adalet Bk.lığı, BYEGM.lüğü, A.A. Gn.Md.lüğü" Çok açık, artık devlete ve tek başına tümüyle hakim olan güvenlik makamları, generaller ve polis şefleri demektir, PKK li­ derlerinin, kanunun suç saymadığı açıklamalarının bile yayın­ lanmasını engellemek istiyorlar, bunu bir emir halinde yazıyorlar ve Adalet Bakanlığı 'na da gönderiyorlar. "Emir" hem, Ankara DG M Başkanl ığı ve hem de Ya rgıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi Başkanlığı masasına ulaşmıştır. e) Ne zaman? "Emir" hangi tarihlidir? Ekte sundu(Jum fotoko­ pide görülüyor; bu emir, 1 5/7/1993, tarihini taş ıyor. Peki, benim, temel sözleri bir kez beraat etmiş, kitap olarak dah_a önce çıkmış, serbestçe satılmış, mevcudu kalmamış ki­ tabı·mıa ilgili dava hangi tarihte açılıyor? Dosyada var, Ankara Dgm Savcılığı da iddianameyi aynı günde hazı rlıyor ve davayı açıyor, tarih yine, 1 5/7/1 993 tarihidir. içişleri Bakanlı ğı e mri, Adalet mekanizması tarafından , gününde uygulamaya konuyor. Şimdi çok açıktır: Bu dava bir emirle aç ılmı ştı r, ben emirle mah­ kum ediliyorum ve Daireniz bu emrin gere�ini yerine getiriyor. Bu kararın düzeltilmesini istiyorum.

Üç: İkrar

Dosyada var. So rguda · ve savunmada söylediklerimi tekrar­ lamak istemiyorum. Ancak bir noktaya değinmem gerekiyor. Esas hakkında mütalaasında Savcılık Makamı, emirle dava açtığını ikrar ediyor. Mütalaada şunlara yer veriyor: " . .. ve örgüt liderinin konuşmaları nın kitap haline getirilmesi bugünkü konjönktürde ülkemiz gerçeklerine hiç uymamaktadır . " Başka ne diyebilir ki? Ben yargıyı, bilim kürsüsünün bir uzantısı say­ dığım için, savunmamda, "konjönktür" sözcüğünü ciddiyetle ir­ deledim ; hava'nın, dalganın. işlerin gidişinin d�ğişmesi anlam­ ları na geliyo r. Savcılık açıkça, "kusura bakma Yalçın Hocam, konjönktür değişti, şimdi biz senin mahkumiyetini elde etmeye mecburuz" diyor. Ne denebilir, emir emi rdir.

274


Değerli Kurul, Ben daha çok sizleri düşünüyorum. Ben daha çok ülkemi düşünüyorum. Bunların hepsini kitaplarıma alıyorum. Hepinizin isimlerini ek­ liyorum. Bütün bu yazdıklarım okunuyor ve okunacak; sizler ve­ ya çocuklarınız , insanların ve gelecek kuşakların yüzüne nasıl bakacaksınız? Emirnamelere ve değişen politika ve havaya göre adalet biçtiğinizi, nasıl anlatacaksınız? Değerli Kurul, Hiç kuşku duymuyorum, hem Ankara Kurulu ve hem de Dai­ reniz, kararı ve onamayı büyük bir vicdan sıkıntısıyla almıştır. Ankara Dgm, bir türlü karar veremiyordu. Ben, avukatlarım aracılığıyla, Kurulunuz'un davayı ele aıacaOı tarihi öğrenmeyi bekliyordum, bir de huzurunuzda savunma yapacaktım; a ncak olmadı. Ne yazık, benim bütün davalarımda yargı tutuklu dav­ ranıyor. Beklerken, ansızın bir baskıyla, olmayacak kararlar alı­ yor veya alınanları tasdik ediyor. Bu son derece can sıkıcı ka­ rarınızın da böyle olduğunu düşünmek zorundayım; adalet dağıtmaktan daha çok, Daireniz'e aktarılan si nirli icra tepkileriy­ le, muhtemelen de Med-Tv'deki açıkoturumla ve oradaki ko­ nuşmamla ilgili oldu�unu sanıyorum. Değerli Kurul, kararınız bir yargı değil icra kararıdır ; adalet değil zabtiye tutumudur. Bu kararı yeniden ele alarak zaptiye durumuna konmaktan kurtulmanızı diliyorum.

Dört: Darbe Değerli Kurul, Biliyorsunuz, siyasal sanıklar genellikle, "tarih benim haklı ol­ duğumu gösterecektir" diyorlar. Ben öyle demiyorum. Ayrıca böyle bir davada, teorik düzlemde, sanık olmam söz konusu değildir. Ancak ben onama kararınızı bir fiili durumu yansıtması açısından önemli buluyorum. Çünkü Türk hukuk sisteminde, yargı demek, Yargıtay, demektir. Diğerleri, yargılamaya hazırlık­ tır. Dolayısıyla, onama kararınız, aslında bir onama değil, bir ka­ rar'dır. Ben şunu söylüyorum: "Ben tarihe karşı haklı çıktım." Başka 275


olaylarla birlikte, kararınız , beni ve düşüncelerimi doğrulamıştır. Beni haklı çıkard tnız. Değerli Kurul, Benim dünyam doğrular dünyasıdır. DoOru, bende oluşunca, ben doğru'nun dışavurmasını önleyemiyoru m . a) Madam Çille r'in , başbakanlık koltuğuna otur masını sağJa­ yan, Dyp Kongresi, 1 3 Hazıran 1 993 tarihine rastlıyor. iki gün sonra, 1 5 Haziran 1 993 tarihinde, ben bir basın açıklaması yaptım ve başlığı şudur : "Üçüncü Darbe Gerçekleşti." Ben, Ma­ dam Çiller'in başbakanlığa oturtulmasını bir darbe olarak gör­ düm ve bunu halkıma açıkladım. Bugün bütün dünya, bütün dünyanın dışişleri bakanlıkları, Türkiye'de bir askeri rejim olduğunu kabul ediyorlar. Öyle dav­ ranıyorlar. Kuşkusuz doğru çıkmak hoştur; ancak acı çektiğim kesindir. " 1 3 Haziran 1 993 tarihinde Ankara'da toplanan Doğru Yol Partisi Kongresi'nde, 1 2 Mart 1 97 1 ve 1 2 Eylül 1 980 ile aynı tür­ de ve aynı karakterde bir darbe gerçekleştirilmiştir." "1 2 Mart ve 1 2 Eylül 1 980 darbeleri, Süleyman Demirel'e karşı gerçekleştirilmiştir. Bu görünüştedir. Bugünlerde gerçek­ leştirilen darbe de görünüşte Demirel'e karşıdır. Ancak özünde , darbeler dışında yumuşayan lstanbul oligarşisi-Washington dik­ tatoryasını yeniden pekiştirme girişimidir. " "Tansu Çiller türünden tamamıyla politikadışı, belediye mü­ fettişi babasının edindi ği arsa spekülasyonu ile bugün Amerika ölçüsünde zengin olmuş bir hanım. ancak bir darbe ile başba­ kan koltuğuna oturtulabilirdi. Bu darbe, Dyp Kongresi'nde yapıl­ mıştır�" "Demirel başbakanlığır1da ekonomik yönetim, Yaşar Hoidıng aracılığıyla Ege ve Çağlar Holding vasıtasıyla da Bursa serma­ yesine verilmiştir. Çiller ile l stanbul karşı darbesini yap-mıştır. Ayrıca Demirel, Amerikancı olmakla birlikte zaman zaman yan çizen bir çizgi izlemektedir. Çiller, Özal'ın ölümüyle eksilen Amerikan diktatoryasını tamamlamak üzere başbakanlığa otur­ tulmaktadır." Buntar, 1 5 Haziran 1993 tarihli basın açıklamamda yer alıyordu. Aktarmış bulunuyorum. 276


Değerli Kurul, Bir darbe döneminde beni mahkum ettiniz. Bu, beni yine de doğrulamaktadır. Verdiğiniz hapis cezasının üzü·n tü sü ile doğrulanmanın sevinci, içimde , çatışıyor . Çünkü ben , benim darbe zaman ları dışında, mahkum edilmemin im­ kansızlığına kesinlikle inan ı yorum. Çünkü ben hiçbir zaman suç işlemiyorum . Bu nedenle, mahkumiyet kararınız, benim bilimsel dünyamda bir doğrulanma oluyor. b) Bir soru var ; darbe kanlı olur, kansı z darbe olur mu? Bu darbe en kanlı darbe olmuştur. 27 Mayıs dahil, Türkiye'de hiçbir askeri müdahalede generaller öldürülmemiştir. Bu darbe plan­ lanırken General Bitlis katledilmiş, buna karşılık, Uğur Mum­ cu'nu n can ı alınmış, Sivas'ta insanlar toplu halde yakı lmış, işadamları kaçırılıp damarlarına yanık naylon akıtılarak öldürül­ müş, matbaalar bombalanmış, köyler boşalt ılmış, tarihimizin hiçbir devrinde görülmedik ölçüde masum insan ka n ı akıtıl­ mı ştır. Meclis'ten halk tem silcileri alınıp hapse konulmuştur. D arbedir, çok kanlıdır ve çok zalimdir . c) Aynı kanlı darbe , kararırıızla, bir h ukuk darbesi olarak kendisini sürdürmektedir. Onadığınız, dolayısıyla yargı kararı haline getirdiğiniz metinde , gerekçede yazılı olanı aktarmak isti­ yorum. "Nitekim suça konu kitabın önsözünden itibaren Türki­ ye'nin bir bölümünün veya bir kısım topraklarının Kürdistan ola­ rak tanımlanması ve bu tanımlanan ülke parçasının üzerinde yaşayan insanların da Kürdistan halkı olarak tanı mlanmasının hukuki bir savunması ol amaz." · Değerli Kuru l, Kararı nızla, "Kü rdistan" sözcüğünü kullanmayı . suç haline getirmiş oluyorsunuz. Buna kolay kolay hakkınız olmadığın ı bil­ dirmek zorundayım. Çünkü, 1 980 yıllarının sonları nda, ben An­ kara Dgm'de "Kürdistan" sözcüğünü kullandığım için yargı lan­ dım , tutuklandı m , sonra aklandı m. Bu da Daireniz tarafından onandı . Şimdi Daireniz, kendi içti hatından dönmek i stiyor; dön­ me durumundadır. Anlıyo ru m, darbenin hukuk yönü bununla ilgilidir. Ancak gayet iyi bilmek durumundasınız, Daireniz, aynı konuda iki çelişik karar aldığı için , bunu Daireler Kurulu'nda yeniden ele 277


alıp, tartı ş ıp, karara bağ lamak zoru ndası n ız . B u nedenle d e dosyanı n yeniden i nce lenmesini ve kararı n ız ı değiştirmenizi diliyoru m .

Beş: A vrupa'nın Hasta Adamı

Kara rı n ız ı , beş may ı s tarihinde öğ re ndi m . Beş May ı s , benim içi n önemlidi r; "SSS K" olarak bi liniyo r. 1 960 yı l ı i lkbaharında ben , Türkiye'de, gençlik arası nda, bir i stibdata karşı mukaveme­ ti yönetiyo rdum . Belki şimdi kuru lunu zdakilerin bi r kı smı o za­ manlar benim yan ı mdaydı lar; bil miyo ru m. Bi ldiğim , benim çiz­ gi mdir . Yakı nda , ülke mizi n yazgıgıs ıyla i lgi lenmemin kı rkı ncı yı­ l ı n ı idrak edeceği m . Yakı nda hiç dönmeden sürdü rdüğü m mü­ cadelemi n k ı rkıncı yı l ı n ı kut lamayacağ ım : K ı rk y ı lqa, ülkemiz hiç bi r zaman bu kadar kötü bi r du rumda olmamı ştı r. Art ık Amerikan yay ı n ları Türkiye'de n "sick man of Europe" olarak sö_z ediyorlar. Fransız yayınları , "l'homme malade d' Eu rope" diyor; Tü rkiye için artık ve yenide n ''Avrupa'n ı n Hasta Adamı " nite lemesini ku llan ıyorlar. Yaz ı k değil mi ? Bu nu n sorumlusu , yalnızca Madam M anu kyan mı , sadece Madam Çiller mi , yoksa soru msuzluğu bi r politika h ali ne geti re n Demirel mi ? Bana göre siz de soru mlusu nuz. H er kararı ..n ızla her gün ü lkemizdeki bi r lambayı daha söndürüyorsu nuz . Ulkemizi karanl ığa boğuyorsu nuz. Ye niden e le alarak kararı nızı değiştirmenizi diliyo ru m. Sayg ı ları m la.

278


İKİ: DGM'YE

I

Paris, 1 O Kası m 1 995

Dg m Başkanl ığı'na, · Ankara 1 993 es. ve 1 9947 1 26K

Değerli Kurul 1 * 371 3 sayılı yasada yapılan değişiklik nedeniyle, yukarıda sayısını belirttiğim kararın ızı yeniden ele almak durumunda· sın ız. Bunu, duruşmalı yapacağınızı da öğrenm iş bulunuyo­ rum . .Ancak şu anda Paris'teyim ve bu nedenle duruşmanıza bir yazı ile katkıda bulunmak zorundayım. Bir: Yasa koyucu, ilgili yasanın hakkımdaki kararınıza daya­ nak olan maddesini yeniden yazm ı ştır. Bu y.e ni yazımı n eski­ sinden daha "iyi " olup olmadığı tartışmalıdır; ancak maddenin yeniden yazıldığı kesindir. Bu, beni mahkum ettiğiniz madde­ nin ortadan kalktığı anlam ındad ı r. Bu nedenle vermiş oldu­ ğunuz h ükmün de ortadan · kalktığına hükmetmeniz kaçınıl­ mazdır. İki : Böyle bir h üküm verip vermeyeceğinizi şu anda bilmiyo­ rum. Doğrusu çok merak ettiğimi de söyleyemem ; kişilikleriniz ayrı ve benim için her zaman sayg ındır, yalnız artık bir kurum olarak Türk adalet sistemine g üveni'm i tüm üyle yitirm iş * Ankar.fı l Nolµ Dgm Başkan ve Üyeleri: Muammer Üıısoy (Başkan), Erman Başol, O. Yılmaz Çamlıbel·

279


bulunuyorum. Bu nedenle, Kurulunuz'dan beni m için "iyi" bir karar beklemediğimi beli rtmek durumunday ı m . Üç : Eğer "iyi" olmayan bir yönde hareket edecek olursanız, yasa değişikliğinin geçici maddesinin sizi rahatlatacağını görebiliyorum . Geçici madde ile yasa değişikliği nin kendisi , çelişik duruyorlar ; geçici madde, mahkemelere , süre ve infaz pratiği ile ilgili görevler veriyor . G erçi bu maddeyle, Mahkeme­ ler ,. "mahkumiyet sürelerinin yeniden belirlenmesi" ile de görevlendiriyorlar. Ancak benim , Mahkemeler'i n , mahkumiyet süresinin yeniden belirlenmesini , sürenin sıfıra i ndirilmesi biçiminde de anlayacağını düşünmem için h içbir nedenim bu­ lunmuyor. Bu sorunu Mahkemeniz'in sorunlarından birisi olarak bırakıyorum . Dört : Yasada sanıkların amaçlarıyla ilgili bir değiş iklik yapıl­ mıştır . Mahkemeler, bundan sonra, karar verirken san ı kların amaçlarının ne olduğunu hesaba katacaklardır; bu Tü rk ceza sistem inde çok önemli bir kuruma işaret ediyor. "Amaç" , Türk adalet pratiğinde yargı kurullarının iradesini çok genişleten bir imkandır. · Bana gelince, benim Türkiye'yi bölmek t üründen bir amacım h iç olmadı. Tam tersine , hep büyütmek istediğimi a­ çıkladım . Bunu, 1 Mayıs 1 987 günü yaptığımız toplantının açı­ lışındaki konuşmamla ve daha sonrasında da bir program hali­ ne g etirdim . Ben, Türkiye Cumhuriyeti'nin bugünkü sınırlarını aşan bir coğrafyada, Türklerin, Kürtleri n , Arapların önemli bir bölüm ünün , Elenlerin , mü mkünse Ön Kafkasya halklarının içi­ ne girdiğ i bir birlikte n yanayım : hep bunu savunuyorum . Yalnız Kurulunuz ' un _bunu hesaba katacağını san mıyorum. N e yazık, Kurulunuz, tartışılan bu kararıyla, karar verirken, dosyaya değil, dosyanın altındaki isti hbarat raporlarına itibar ettiğ i ni , bir kez daha gösterm iştir. Bu nedenle, Kurulunuz'un benim içtenliği me değil, istihbaratın dosyalarına bakacağın­ dan h içbir kuşku duymuyorum . P eki, "amaç" alanında g etirilen özg ürlük hiç işe yaramaya­ cak mı? 280


Ben, artık Türk Adaleti'nin bu amaç maddesinindeki imkan­ ları, bir mahkumiyet kararı ndan sonra, pişman olduğunu kendi­ sini pirzola haline getirerek gösterecekler içi n ku llanacağını düşünüyorum . Bu "am aç" genişletmesi, düşünce alanında da " itirafçı" yaratmayı amaçlıyor; bana değmiyor. Beş : Bütü n bunlardan sonra, bu yazıyı neden yazdığım me. rak edilebilir; ü lkemi sevdiğim ve elimden geleni yapmaktan geri kalmadığımı belirtmek için yaz ı yorum . Nasıl olsa ka­ rarınızı bir kez daha gözden geçericek sin iz, beni, daha son·ra çocuklar ınızın yüzün ü kızartmayacak bir tutarlıl ıkla mahkum etmenizi diliyorum. Bunu, Temyiz düzeltme istek yazımda da belirttiğimi hatırlıyorum. Altı: Kitabıma dayanak konuşmalar, bir kez beraat etti ve Mahkemeniz, beraat etmiş bir söyleyişiyi mahkum etmektedir . Yedi: Bu kitabımla ilg ili olarak Mahkemeniz'de dava açıldığında, kitabın baskısı çoktan bitmişti . Kitapta, benim ta­ rihle, bilim felsefesiyle ilg ili her zaman kalıcı saydığı m bölüm­ lerim de va r: ancak bütünü, insanlarımı zı bi lgilendirmeyi a­ maçlıyordu. K itap bu açıdan amacına ulaştı ve artık bir kez da­ ha basılması, ticari açıdan da, söz konusu değildir. Mahkemi­ niz, tükenmiş bir kitabı mahkum etmektedir . ... Sekiz : Mahkemeniz arac ılığıyla, Temyiz'e başvurup düzeltme istemiştim ; amacım böylesine yanlışlarla dolu bir kararın düzeltilmesini saQ lamaktı . Dosyada , Temyiz düzeltme istem di lekçem mevcuttur; ka­ rarınızda benim kaçtığım ve bu y üzden d e tutuklanmam gerektiği yazılıdır. Mahkemeniz'in benim kaçtığı mı dosyadan çıkartması . ' mümkün değildir. Çünkü ben bu davanın bütün duruşmalarına g irdim, karar günü geldim ve bütün işleri mi bitird ikten sonra, geçerli bir pasaportla Türkiye'den ayrıldım. Bütün bunlar dururken bana "kaçtı" demek, yargıçlık mes­ leği bir yana bir hukuk öğreniminin gereklerine bile uygun düşmüyor. istihbarattaki bir polisin beni "kaçtı" olarak değerlendirmesi mümkündür ; ancak bir hukukçu için "kaçma" sözcüğün ün an­ lamı ve koşulları bambaşkadır. Dokuz : Ben , hukuk planı ayrı , bir başka aç ıdan da 281


kaçmad ı n, . Türkiye'den · ayrılacağ ımı iki televizyon prog­ ram ı nd a ifade ettim . işin ilg inç yan ı , başka nedenlerle olabilir, ben im katı ld ığ ı m bu televizyon programları tekrar tekrar gösterildi. Benim Tü'r kiye'den ayrılma gerekçelerim de bası nda tart ışıld ı . Ayrı lacağ ı n ı i lan eden bir kimse için bi r yarg ı ka­ rarında "kaçtı" denmesini c iddi sayam ıyorum . On : Alı nmı yorum . Tam tersine bunun üz erinde d urmam, Mahkemeniz aracı lığ ıyla adalet kurumuna ve i stihbarat teşkila­ tı na geleceği mi haber vermek içindir. Ben , a . kad ı n vücudu satan bir Madam'ın Türkiye'de en çok vergi veren ki mse olması nı b. babası h ı rsız bir Amerikan yu rt­ taşı kad ı n ı n Türkiye'ye başbakan yapılmasını c. Dem ire l türü n­ den Türkiye'de en çok yıpranm ı ş bir kimsenin Çankaya Köş­ kü'ne ç ıkarı lması nı , bir onur sorun u yaptım . Başka neden lerle birlikte, bu onur sorunu n n edeniyle, Türkiye'den ayrı ld ı m . Onbir: Doğ rusu , a . Madam Manukyan'a duyd uğum tepkinin bir patlamaya neden olacağ ı n ı , b. bu Amerikalı Madam'ın bu kadar k ı sa bir zam an içinde b u kadar yıpranacağ ı n ı ve modern Türkiye'nin her g ü n hakarete uğ rayan ilk başbakan ı haline ge­ leceğini , c. Demi rel'i n, göz açıp kapayacak kadar kısa bir za­ ma nd a , mevcut partileri n çoğu tarafınd an protesto edi leceği ni ve sözüne güveni lmez bir kişi olarak i lan edileceği ni tahmin edemedim. Bu nedenle bura larda kalı şı mın uz un olacağ ını tahmin ediyordum. Yan ı ld ı m , yakın zamanlarda döneceğ im. Oniki : Burada Doğu dilleri öğ ren iyorum . Geçen yı l, Sorbon­ ne Ü niversitesi' nde, Doğu D illeri Enstitütüsü'nde öğ renci ol­ dum. K ı rmanci, Sorani öğrend im ; bu yıl Farsçaya başlad ı m. Birliğini d üşündüğüm halkları m ı z ı n hepsini n olmasa bi le çoğ u­ nun dil ini öğ ren iyoru m. Bu bölgeyi daha iyi i nceliyoru m. Bunu bir de ş unun �çin yaz ıyo ru m : Yine çok okuyo ru m. Türk Tarih Kurumu' nu n yay ınları n ı da okuyorum . Bun ları n hep­ sinde , örnek olsun. Dil Tarih Coğ rafya'nı n sağda sayı lan öğ re­ tim üyelerinden Prof. Faruk Sümer'in kitapları nda da hem "Kürdistan" sözcüğü geçiyor ve hem de Kürtlerin yaşad ı kları bu bölgey le ilgili haritala r veriliyor. Bu nedenle bütün bunlar or·tada�ken beni "Kürdistan" sözcüğ ünü telaffuz ettiğim için ve 282


üstelik bu nedenle 1 988 yılında yine Mahkemeniz'de açı lan davadan beraat etmiş olmama karşın tekrar "Kürdistan" sözcü­ ğünden mahkum ediyorsunuz . N e diyebilirim ki? Onüç : Dil çalışmalarim bittiğinde döneceğim. Ondört : Ancak benim dönme düşüncemin nezdinizde, çok rahatsızlık yarattığın ı. öğrenmiş bulunuyorum. . Avukatım Dursun Ermiş ile sekizinci madde üzerinde düşünce alış verişi · yaparken , Mahkemen iz'de hakkı mda yeni bir dava aç ı lmış olduğunu öğrenmiş bu lunuyorum. Buna göre, başta 1 992 yılında Bochum Kürdistan Festivali'ne katı lmam nede�iyle, buna eklenen birtakı m ufak tefek dosyalarla , kuşku­ suz PKK itirafçı ları n ı n katılı mıyla , Mahkemeniz'in beni çete kurmak veya çete mensubu olmaktan onbeş yıla kadar hapis istemiyle yarg ılamak üzere hazırl ı kları n ı tamamladığ ı anlaşı­ l ıyor. Benim burada olduğumu bilen Mahkemeniz, bi r de dava­ yla birlikte beni tutuklama kararı al ıyor; demek oluyor, sekizinci maddeyle ilgili mahku miyet kararı nın kalkması h alinde de, beni buradan de>Orudan hapishaneye alma konusu nda kesi n bir ka­ rarl ılık taşıyor. Ben , Bochum Festivali'ne katıldıktan sonra Tü rkiye'ye dön­ düm. Gidişim:gelişim yay ın organları nda haber o ldu. Bu arada, Türkiye üniversitelerinde profesörlük yapt ı m . Haftada üç gün gelip Kurulunuz'a veya Savc ı l ık'a ifade veriyordum . Demek, is­ tihbarat, savcılar, tüm devlet üç yı l uyumuşlar ve şimdi uyanı­ yorlar, Mahkeminiz. şimdi harekete geçi ril iyor. Ne diyebilirim? Bu, bir kin'dir. , Başka ne diyebilirim. Bu davanın duruşmaları nda bulunmak üzere sayg ıları m ı sunuyorum.

283


ÜÇ: YARGITA Y 'A

Paris, 3 1 Aral ı k 1 995 T. C . Yarg ıtay Dokuzu ncu Ceza Daires i Ankara

Ankara DGM esas 1 993/77 kararı n , bozul ması istemi

Değerli Kurul, insanın mesleğine . 'saygısı, kendisine saygısıdır. Bu dosya , bi risi davanın normal temyiz istemi, ikincisi benim düzeltme istemim nedeniyle olmak üzere , daha önce iki kez önünüze gelmiş bulunuyor. i lkinde, haksız bir mahkumiyet ka­ rarını onadınız. ikincisinde haklı bir düzeltme istemini red detti­ niz. Şimdi, 371 3 sayılı yasada, Avrupa merkezlerinin teftişi için yapılmış acele bir değişikliğin bana verdiği sınırlı olanaklardan yararlanarak, dosyayı , bir kez daha ö nünüze getirebilmiş du­ rumdayım. Bir "kitap" davasıdır ve dosya kalındır. Yalnız , dosyada bu­ lunan dört sayfalık ve Beş Mayı s 1 995 tarihli temyiz dilekçem ile son değişiklik necf�niyle alt mahkemeye gönderdiğim On kasım 1 995 tarihli üç 8ayfal ık yazım, özetti r; Kurulunuz'dan hiç olmasa, karar için oturduğunuz duruşmada, bunlara bir göz at­ manızı rica ediyorum. Sizi, saygıya çağırıyorum. 3 7 1 3 sayılı yasadaki değişiklik nedeniyle, alt mahkemeye 284


gönderdiğim yazıda, şunları da söylüyordum : "Bütün bunlardan sonra, bu yazıyı neden yazdığım merak edilebilir ; ülkemi sev­ diğim ve elimden geleni yapmaktan geri kalmadığımı belirtmek için yazıyorum. Nasıl olsa kararınız ı bir kez daha gözden geçi­ receksiniz. beni , daha sonra çocuklarımızın yüzünü kızart ma­ yacak bir tutarlılıkta mahkum etmenizi diliyorum." Bunları yaz­ dım, ne yazık, alt mahkeme pek aldırmadı. Şimdi Yüksek Mah­ keme'ye ve yeniden dönüyorum; Sizi , size saygıya, çağırı­ yorum. "Çocuklar", dilimize yerleştirilmiş. gelecek kuşakların sembolüdür. Hukuk. özünde, dil'dir. Aslında, son çözümlemede. yaşamı n kendisi de bir dil'dir. Bu nedenle dil için mücadele, özünde, yaşam için ya da yaşam biçimi içi.il , mücadeledir. Şimdi sorun şudur : ilgili yasadaki değişiklik, en azından veri­ len cezanın ertelenmesi imkanını da getiriyor ve bunu. ilgili mahmemenin kararına bırakıyor . Alt mahkeme, önünüzdeki dosyada, kararını beni m aleyhimde kullanıyor; bu, birinci du­ rumdur. Ancak böyle bir tercihi de gerekçelendirmesi gereklidir; bunu yaparken, alt mahkeme, başkaları arasında, . somut ve en önemli kanıt olarak, benim için, "hatta sözde kürt parlamentosu toplantılarında bulu ndu(ıu " ibaresine yer veriyor. Kısaca , bu yer veriş üzerinde durmak istiyorum . Değerli Kurul, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde bir yargılama kurulu ve bir de mübaşir vardır; çok gidip geldiğim için isimlerini de biliyorum ve bu nlar arasında Mübaşir ömer'i hatırlıyorum. Ben, benimle ilgili kararı "Yargı Kurulu" değil de Mübaşir Ömer yazmış olsaydı, bunun, daha tutarlı ve dil açı­ sından daha temiz olacağını düşünüyorum . .. Bir : Yargıtay Uyeleri, ''sözde" sözcüğünün hukukta hiçbir zaman yeri yoktur. "Sözde" sözcüğü, polemik yazılarının bir parçasıdır. Bir hukuk belgesinde, sözde" sözcüğüne yer ver­ me, yargı'yı icranın fıkra yazarı du rumuna indirmek, anlam ına geliyor. iki: "Sözde" sözcüğü, her zaman hukuk düzleminde bir ka11

285


bulü içeriyor. Örnek olsun, "sözde kanun" tamlaması, usulüne göre kabul edilmiş, usül açısından eksi{Ji olmayan takat madde ve mantık düzeyinde kanuna benzemediQine inanı lan, metinler için kullanılabiliyor. Üç: De�erli Yargıtay, ''kürt parlamentosu toplantılarında bu­ lundu{Ju" ibaresi ne anlama geliyor; şimdi buradaki düzeysizliQi ele almak istiyorum. Türkçede "TBM M toplanmış ve Ankara milletvekilleri de bulunmuştur" denebilir. Fakat, Türkçede "TBMM toplanmış Hürriyet Gazetesi muhabirleri de bulun­ muştu(' denemiyor. Türkçede "TBMM toplanmış ve Fransız Parlamenterler de bulunmuştur'' denmesi mümkün deQildir. Türkçede "bulunmak", üyeler için kullanı lacak bir fiildir ve diğerleri için "izlemek" ya da "takip etmek" sözcükleri kul­ lanılıyor; beni mahkum etmek için aklını bozmuş alt mahkeme, gerçekten ayıp ediyor. Ankara Güvenlik Mahkemesi'nde Mübaşir ômer'in bunu ya­ paca{Jını sanmıyorum. Dört: Yargıtay Üyeleri , Türkçe güzel bir dildir. Türkçede "kürt parlamentosu toplantılarında bulundu�u" ibaresi kul­ lanılacak olursa, bundan benim bu toplantılarda birden çok da­ ha fazla "bulundu{Jum" anlamı çıkıyor; bunun da bile bile işlen­ miş bir ayıp olduğunu düşünüyorum. Türkçede "parlamentosu toplantılarında bulunmak" ancak söz konusu parlamentonun üyelerinin hakkı ve işidir. Alt Mahkeme'nin bu izlenimi vermek istediQi anlaşılıyor. Beş: Değerli Kurul, bu yazıyı işte ben, bunun için yazı­ yorum; Sizi, size saygıya, ça{Jırıyorum. Bu tür kararlar artık, ülkemiz için ayıp sayılmalıdır. Sizin, bir ayıbın altına imza at­ mamanız için, bu yazıyı yazıyorum. Ben Kürt Parlamentosu üyesi deQilim. Ben hiçbir Kürt Parla­ mentosu toplantısında bulunmadım. Hollanda'n ın başkentinde Kürt Parlamentosu açılışı yapıldı· ve ben, pek çok çağrılıyla bir­ likte bu açılışı izledim� Pe_k çok çağrılı izledi ve bunlardan hiçbirisine dava açılmadı veya bu · nedenle suçlanmadılar. Benim, bir toplantıyı izleme­ min, çarpıtılarak ve çoğaltılarak, suçlama dayanağı yapılması, I

286


çok ayıp bir durumdur. Öyle sanıyorum, alt mahkeme, bir kez i�lediQim bir toplantı nedeniyle, pek çok mitçi ve istihbaratçıdan aldı{1ı raporların herbirini, ayrı ayrı kararına dayanak sayıyor. Ayıp'tır. De�erli Kurul, yalnız daha büyük hukuk ayıpları da var. izin verin, size, Hukuk'un genel özelliklerini hatırlatmaya de­ vam etmek istiyorum . Başka çarem yok; ben eksik kapamaya çalış�yorum . Yazık, ülkemizde hukuk elden gidiyor. Daha açık söylemek durumundayım; Anayasa Mahkemesi'nin başına bu­ günkü başkan, Yargıtay'ın başına bugünkü başkan getiril­ diğinden beri , iki yüksek mahkeme, tü.müyle yürütmenin güdü­ müne girmiş bulunuyor. Pek yazık, içim yanıy8r ve ben şimdi burada, sanık kürsüsünden yararlanarak, yargı'yı özgürleştir­ meye çalışıyorum. Değerli Kurul, "dava" nedir bilir misiniz? Kusuruma bakmayın, bildiğinizj sanmıyorum. Eğer çok az ölçüde bilseydiniz , Kurulunuz önüne getirdiğim verilmiş · k ararın düzeltilme istemine kesinlikle olumlu bakardınız. Yine kusura bakmayın, eğer mesleğinize saygınız olsaydı, yine olumlu yak­ laşırdınız. Değerli Kurul, bu soruya cevap vermeden önce, Türk hukuk sisteminin bir başka temel özelliğini daha anlatmak i stiyorum. Bizim sistemimizde, "karar" bir tek yerde verilir; bu "yüksek" mahkeme'dir. Aslında bizim sistemimizde, "yüksek" ve "alt" sözcükleri kullanılmakta birlikte, yargılama tek düzeylidir. Türk sisteminde, "hüküm", Yargıtay'ın söz'üdür. Bizim sistemimizde alt mahkemenin sözü yoktur; alt mahkeme asıl sözün söylen­ mesi için hazırlık yapıyor. Yargıtay Üyeleri , bu sözümün anlamı ise, şudur: Eğer alt mahkeme, birtakım ayıpları karar olarak yazabiliyorsa, bunu Yargıtay adına yapıyordur. Sizden cesaret alıyor. Daha açık söylemek durumundayım; Türk hukuk siste mini, Dgm'lerden çok Sizler, Yargıtay Üyeleri ve· bir kurum olarak Yargıtay bozu­ yorlar ve bozuyorsunuz. Şimdi, "dava" sorununa geliyor. " Dava eninde sonunda bir dosya'dır. 287


..

Yargıtay Uye leri, bunun da anlamı şudur: Yargı'nın önünde dosya vardır. Eğer bir hüküm veya söz, dosyanın dışına çıkarsa, dosyada olmayan bilgilere dayanırsa, bu söz, hüküm olmaktan çıkar. Eğer hüküm, dosyada olmayan söylemlere da­ yandırılırsa , adaletin bittiğine ve zaptiye düzeninin geldiğine ka­ rar vermek durumundayız. Davanın bir dosya olması, aynı zamanda dava'nın bir "bilgi sistematiği" olduğu anlamına geliyor. Bunun da anlamı şudur; benim muh atabım dosya'daki bilgilerdir. Ben bur adan sorumlu­ yum ve savunmamı buna dayandırmak durumundayım . Yargıtay Üyeleri , şimdi kullandığım "ayıp" sözcüğü daha iyi anlaşılıyordur; ne ben ve ne de avukatım, beni m Kürdistan Par­ lamentosu_'nda bulunduğum ile ilgili bir suçlamayla karşılaş­ madık. Böyle bir durum yok; bizler, mevcut bilgi sistematiği içinde bize yapılan suçlamalara cevap verdi k . Bü tün bunlar du­ ruri<en, önümüze birdenbire, Yargı'n ın, ··ama sen de Kürt Parla­ mentosu'nda bulundun" de mesi çok ayıptır . Mübaşir Ömer'in bunu yapacağını sanmıyorum. Şimdi ne olacak, birden bire alt kurul, bana "şurada bulun­ dun" diyor ve beni mahkum ediyor. Ben ise "hayır bulu nmadım , izledim" diyorum , ancak, bunun bir de�eri olmuyor; çünkü, bütün bunları sonradan, beni mahkum ettikten sonra söylüyor. Değerli Yargıtay Üyeleri, "bulunmak" ile "izlemek" arasındaki farkı görebilecek durumda mısınız; eğ er değilseniz, benim bütün çabalarım boşunadır. Değerli Kurul, alt ku ru l , bana, "sen biçok kez Kürdistan Parlamentosu'nda bulundun" diyor ve ben de , "imkansızdır, sadece açılışı, üye olmayanların izlemesine i mkan verecek biçimde yapıldı" di ye cevap veriyorum. işin çok tatsız yanı, bu suçlamalar dosyada olmadığı için , son anda, dürüstlüğe uymayan .bir biçimde, mertliğe hiç sığmayan bir biçimde çıkarıldığı için de, yanlışlığını gösteremiyorum. Size anlatmaya çalışıyorum . Ben , burada, Yargıtay'a her dava'nın bir dosya olduğu gerçeğini yerleştirmek istiyorum. Bu anlatımda çıkarım var; eğer bunu anlatabilirsem, Yargıtay da, Dgm savcıları ile yargıçla nnın odalarındaki, benimle ilgili polis . ve mit raporlarını bir kenara bırakıp, sadece ve sadece dosya­ ya bakarsa, sekizinci madde ile iligi değişikliğe uygun olarak, 288


benimle ilgili verilen h ükmün tecil edilmesi yönünde karar ver­ mek durumundadır. �unun nedenleri ise çok açıktır. a. Ben bu davanın bütün duruşmalarına girdim ve hiçbirisini eksik etmedim. b. Ben bu dava sürerken, Türkiye üniversitele­ rinin birinde profesördüm. c . Bu dava dosyasına göre, ben, Türkiye'de en çok kitap yazan aydınlardan birisiyim, kitaplarım tartışılıyor. d. Bu dava boyunca ve şimdi de, benim hiçbir mah­ kumiyetim ve dolayısıyla sabıkam bulunmuyor. e. Alt mahke­ me, benim için verdiği mahkumiyet kararını, birtakım ölçüsüz sözlerle tecil etmezken, kitabın yayınevi sahibini, önce paraya çevirerek ve daha sonra da tüm mahkumiyeti tecil ederek, ayırıyor. Bu ayırma, hukuk düzeninde, �itabın kendisinin o ka­ dar önemli olmadığı anlamına geliyor. Onemli olan, benim ; bu çıkıyor. De ğerli Üyeler, karar sizindir. Sizin, böyle bir çirkinliği ona­ manızın, mesleğinize saygıyla bağdaşmayacağını düşünü­ yorum . Mahkeme sizsiniz; Mahkemeniz'i, M art Darbesi'nin sıkıyönetim mahkemelerinin altında bir yere koymaya da hak­ kınız olmadıOını düşünüyorum. Mart Darbesi'nin sıkyönetim mahkemeleri , kararlarını esas aldıkları polis ve mit raporlarını, kararları na geçi riyorlardı ; en azından bu kadar düzeyli olma zo­ runluluğu var. Aksi halde , alt mahkemenin vermiş olduğu uy­ gunsuz kararı bozmak durumundasınız. Bpyle bi r yolu seçmeniz konusunda umutlu muyum? Ne yazık, umutlu olmam için hiçbir neden bulunmuyor. ilk bakışta ilgisiz görünebilir, ancak, ilgilidir; Hatip Dicle ve arkadaşları için verdiğiniz kararı ürkütücü bulduğumu ve ülke­ mizde hukukun sonu saydığımı belirtmek durumundayım. Ka­ rarınızın özü şudur: Hatip Dicle ve arkadaşlarını, haklarındaki bütün iddialardan aklıyorsunuz. Ancak "amaç" düzleminde kur­ duğunuz bir mantıkla mahku m ediyorsunuz_. Belki farkındası­ nız. belki değil; . böylece ülkemizde hukukun sonunu ilan ediyor. sunuz. Yargıtay Üyeleri, insanlığın hukuk gelişmesi ya da aynı an­ lama gelmek üzere ceza hukukunun insanileştirilmesi süreci nedir; kusura bakmayın, bu yazımı bir tür hukuk sistematiğine oturtmak zorunda kalıyorum. Hukukun evrimi, cezalandırmada 289


amacın temel unsur olmaktan çıkarılmasıdır. insanları n, amaca bakılarak ya da sanıkların amaçları konusunda varsayımlar yapılarak cezalandırılma dönemi, OrtaçaQ'a aittir. Yeni çağ­ larda, amaç, sadece ve sadece objektif olarak temellendirilebil­ dikleri ölçüde hafifletici veya ağırlaştırıcı bir faktör olarak kul­ lanılıyor. Değerli Kurul, bu değişme önemlidir ve hukuktaki bu değerli iyileştirme, insanlığın temel gelişmesinin bir parçasıdır. izninizle hatırlatmak durumu�dayım; mesleQe Başbakanlık'ta planlama teşkilatı içinde başladım, benden daha önceki kuşak­ tan geliyorlardı, ancak şimdiki ve önceki cumhurbaşkanları da bize geldiler, mühendis kökenli oldukları için onlara da planla­ ma öğrettiğimizi hatırlıyorum; amaç ve araç ayrımı, planmada esastır. A·m aç'lar hep güzeldir ve bütün güzeller örneği, aynı zamanda, hep müphem'dir; modern insan amaçlar ü zerinde fazla karşılaştırma veya yargılama yapmıyor. Çağdaş insan araçlara bakıyor, yargının da araçlara bakmas ı gerekiyor. Bir insanın, amacı PKK amaçlarına uyduğu için on beş yıla mah­ kum etmek ilkelliktir. Vicdanınız buna nasıl razı olabildi; bir türlü anlayamıyorum. Ben, 1 Mayıs 1 987 yılında, eylülist darbe dönemind� , yaptığımız ilk . Mayıs Toplantısı'nın açılış toplantısında, henüz Sovyetler Birliği yıkılmadan, bölgemizde ayrı bir birlik peşinde olduğu·mu ileri sürdüm ve hep yazıyorum. Şimdi bu PKK için de bir amaç oluyor; peki oluyorsa ne yapalım, amaçlar uyduğu için, beni mahkum mu edeceksiniz? Yazık,· bu kararınızla ülkemizi Ortaçağ karanlığına atıyorsunuz.· Bunun beni ilgilendiren bir yanı var. Alt mahkeme, tazelediği ceza hükmünü ertelemeyi reddederken, "sanığın kişiliği, suç işleyiş şekli ve özelliği dikkate alınarak" diyor; peki kişiliğimde ne var? Ben çok mu insan öldürdüm; alt mahkeme bunu mu söylemek istiyor? "Suç işleyiş şekli" ne demek; bu nihayet bir kitap davasıdır. Bir kitap nasıl çıkarılır, ben bu kitabı nasıl çıkarmışım; bütün bunlar ayıptır. Başka sözcük bulamıyorum; bu nedenle Mübaşir ômer'in daha saygın bir hüküm yazabile­ ceğini tekrarlamakla yetiniyorum. Kararda, bir de be·nim, "başkaca suç işlemeyeceği konusun290


da hiçbir kanaat hasıl olmadığından" ibaresine yer �eriliyor. Bu .. nu nereden çıka�ıyorlar; şu anda benim hiçbir mahkumiyetim bulunmuyor. Yıllardır yazıyorum, konuşuyorum; Türkiye'de bel­ ki de h akkında en çok dava açılan insanlardan birisiyim; sabıkam bulunmuyor. Bütün mücadeleci yaşamımda bir kez hüküm aldım ; yine bir kitap davasından ve lstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nce ünlü bilirkişi Sahir Erman'ın suçsuzluk raporu karşısında, şimdi Mhp'li Tevfik Ertüzün'ün raporuyla Askeri Yargıtay Beşinci Dairesi'nin beş kez bozmasından sonra, A ske­ ri Yargıtay Genel Kurulu'nun yediye yedi kararıyla ve hiç kimse­ nin bilmediği bir biçimde onanmış sayılan karardan başka, bu­ nun ayrıntıları, ''Davalarım" adlı kitabımda var, hiçbir mahkumi­ yetim yoktur. Kaldı ki bu mahkumiyet, Türk deyletinin reddettiği yüz kırk ikinci maddeye dayanıyordu ve bu mahkumiyet de ilgi­ li yasanın kalkması sonucu silinmiştir. Şu · anda Ankara Dgm benim için dava üzerine dava açıp ve tutuklama üzerine tutuk­ lama kararı veriyor. Veriy�r da ne oluyor; ancak bunlar henüz davadır ve tutuklama ise, bizim sistemizde sadece bir önlem­ dir. Alt mahkeme aldığı emirler uyarınca gereksiz önlemlere başvuruyor. Üstelik, bütün bu· davaları da açan Mhp'li ve artık komik bir durumda bulunan Nusret Demiral'dir. Demek oluyor, şu anda beni m hiçbir mahkumiyetim bulunmuyor; böyle bir du­ rumda, bir yargıcın benim hep suç işleyeceğim konusunda ka­ rar yazabilmesi için vicdansız ve ayrıca aldığı emirlere gözü ka­ palı uyan bir kapıkulu ol ması zorunludur . .. Bunları yazıyorum . Yargıtay Uyeleri, kararınızı maddeye dayandırmak zorundasınız. Hiçbir mahkumiyeti olmayan ve yıllar yılı mücadele eden ve hiçbir hükmü bulunmayan bir profesör için bir mahkemeninn "kişiliği nedeniyle" "hep suç işleyeceği için" türünden yaftalar yapıştırması bir hukuk skandalıdır. Ben bu yazıyı,· Yargıtay'ı uyarmak için yazıyorum, derken, bunu kastediyorum . Eğer bu kararı anarsanız, skandal sizin olacak­ tır; bunu yapmamanızı diliyorum. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin, polis ve Mit rapor­ larını, tutuklama müzekkerelerine çevirerek bunları benim aley­ himde muhkem kaziye olarak kullanması, doğru değildir. Türk Devleti'nin, Namık Kemal'e, Nazık Hikmet'e, Behice Boran'a 291


yapmadığ ı nı bana yaparak, bir yandan arkamdan i nfaz ti mleri göndermesi ve bir yandan da sürekli tutuklama kararları çıkarması çok ayıptır; ancak beni kamçılıyor. Benim buralarda, Namı k Kemal'in, Nazım Hi kmet'in, Behice Boran' ın yapma­ dığı nı yapt ığım doğrudur; burada Sorbonne'da öğrenci oldum, sürekli bölge dillerini öğreniyorum. Kırman ci , Sorani yi oldukça ilerlettim ve şimdi Farsçaya başladım. Bu n ları öğrenirken asıl kendi dilimi Türkçeyi öğreni yoru m. Bölgemizde , lskender lm­ paratorluğu'nun, Doğu Roma lmparatorluQu'nun, Osmanlı lm­ paratorluğu'nun beşiği nde, özgür , kardeş ve emekçi bfr birlik içı n yaş ıyorum. Bölge dilleri ni öğrenmeyi bitirince döne ceğim. Bunu da şunun için yazı yorum: Hakkımda o kadar çok tutu klama kararı varki; bunları çözene kadar, nasıl olsa, bi r y ı l geçecektir. De­ mek istediğim, ben bu gereksiz kararları çözünceye ka�ar nasıl olsa bir yıl g eçecektir ; dolayıs.ı yla vereceQiniz mahkumiyet hük­ münün benim aç ımdan pratik bir değeri bulunmuyor. Bu kadar çok mahkumiyet kararını , bir yıldan önce düze çı karmamı n mümkün olmadığ ı nı biliyorum ; bu zaman , vereceği niz hükme denk düşüyor. Bu karar olmasa da döndüğümde bir süre hapis yatmam kaçın ı l maz görünüyor. Gerçi ben, bütün bu ö n lemlerin beni m dönüşümü önlemeye yönelik olduğunu düşünüyorum. Devlet, benim gelmemi istemi­ yor ve cayd ırıc ı görü nmeye özeniyor. Yanlız dönmek, sadece benim kararıma bağlı bir durumdur. Bu nedenle ve doğru su, kararınızın pratik sonucu nu ve gı yabi tutuklama kararlarını pek önemsemiyorum. Yaln ız önünüzdeki dosyan ı n bir yanı var ; üzeri nde durmam gerekiyor. Galiba bir noktada yanıldım, bel l i başlı yasalar yan ımda olmadığından, Avrupa merkezleri nin teftişi için veri len bilgileri fazla ciddiye aldım; deği şiklikle, verilen hükmü n bizlerin sivil ve siyasal haklarımızı elimizden almadığ ı n ı düşünüyor­ dum. Paris'e gelen hukuçu dostlarımla yapt ığım tartışmalar be­ nim yan ıld ığımı ortaya koydu ; eğer mah keme tecil etmediği takdirde, sivil ve siyasal haklardan yoksun kalacağımız an­ laşılıyor. Bu çok önemlidir; ben , Ankara kurulunun, devletin ver­ diği direktiflere, işte asıl bu nedenle uyduğu sonucuna 292


varıyorum . Devlet, hem dönmemi istemiyor ve hem de döndüğüm zaman , benim sivil ve siyasal haklarımdan yoksun edilmem gereğine inanıyor. işin bu yanı var ; yalnız, bunu, bir takdir hakkını n kul­ lanımryla gerçekleştirmek mü mkün değildir. Şunu ileri sürü­ yorum : Eğer gerçekten alt mahkemenin tecili halinde benim bütün siyasal ve sivil haklarım korunacak, bunun karş ı sında, tecil etmemesi halinde, her türlü siyasal ve sivil haklardan yok­ sun kalacaksam, böyle bir takdir hakkının mümkün olmadığını söyleyebilecek durumdayı m . Bir hukuk dünyasında hiçbir takdir hakkı, insan yaşamının böylesine özüne tecavüz edemez ; bu kesindir. Bunu mümkün görmek, örfi idare mantığını, h ukuk dünyasının ortasına oturtmaktır. Değerli Kurul, Bu yazı m ın, daha önce sözü nü ettiğim, Yargıtay'a sun­ duğum karar düzeltme ve alt mahkemeye gönderdiğim, ka­ rarın düzeltilmesi istem yazılarımla birlikte ele alınmasını tekrar rica ediyorum. Çünkü daha önceki iki yazımd a, önemli hukuk sorunlarına değinmiş bulunuyorum. Bir : Yargı'nın takdir hakkı , benim temel yurttaşlık hak­ larımdan birine tecavüz edemez. iki : 37 1 3 sayılı yasada değişiklik yapan 41 2 6 sayı l ı yasa metni ile 4 1 26 sayıl ı yasan ın geçici maddesi çelişiktir. Değişiklik getiren 4 1 26 sayıl ı yasa, 37 1 3 sayıl ı yasanın sekizin­ ci maddesinin birinci fıkrasını yeniden yazmış bulunuyor. Orta­ da yeni bir madde vardır. Buna göre mevcut davaların hepsinin düşmesi zorunludur. Halbuki geçici madde, bu zorunlu düş­ menin önünü alarak, alt mahkemeleri, daha önceki hükümleri , süre ve tecil yönünden düzeltmeyle görevlendiriyor. Bu mümkün değildi r. Kurulunuz'un önünde iki yol bul unuyor. a. Geçici maddeyi yok sayan bir içtihat ile, alt mahkemeleri , da­ valara tümüyle yeniden başlamaya çağ ırmaktır. b. Geçici mad­ denin ortadan kaldırılması için Anayasa Mahkemesi ve Yasa­ ma ..Organı kapılarını zorlamakt ır . Uç: Yasa değişikliği sonrasında, alt mahkemeye gönderdiğim yazımda, bu çelişkiye işaret etti m; dosyada bulunuyor. işin ilginç yanı , vermiş olduğu karardan anl ıyorum alt mah keme 293


de, bu görüşüme katılıyor. Katıldığı, kısa karardan anlaşılıyor; alt mahkeme, yasa değişikliği neden�yle , beni yeniden yargıla­ mış görünüyor. Mahkeme, sanıklara, avukatlara, tekrar savun­ malarını soruyor ve savcılık makam ı da, "07. 1 0 . 1 993 gün ve 1 1 . 1 0 . 1 993 tarihli mütalaamızı aynen tekrar ediyoruz" diyor; mahkeme, görünüşe göre, tekrar ediliyor. Bu doğrudur. Ancak, ne hikmettir, bütün dgm'ler içinde bir tek benim davam bir c�lsede tamamlanıyor. Basından izleyebil­ diğim kadarıyla, diğer davalar devam ediyor. Bu , daha doğru­ dur. Ancak bu doğruluk da, verilmiş kararın bozulmasını gerektinyor. Mahkeme'nin doldurulmuşcasına, · bu kadar önemli bir da­ vayı, bir celsede görüşüp karara bağlaması. artık benimle ilgili olarak, önkararlı olduğu nu gösteriyor. Alt mahkemeyi, düşün­ meye ve usüle uymaya çağırmak durumundasınız. Hepsi budur. Bir: Esas mahkumiyet kararına, bir kez daha bakmanızı dili­ yorum. Eninde sonunda, ben, " Kürdistan" sözcü�ünü kullan­ dığım için mahkum edilmek isteniyorum. Tekrarlıyorum; "Kür­ distan.. sözcüğünü icad eden, Büyük Selçuklu hükümdarı Sen­ cer'dir. Bu sözcüğü, bölgemizi ziyaret etmiş ve her dilden her­ kesin okuduğu Marco Polo da kullanıyor. Sakıp Sabancı da kullanıyor, Doğu Ergil de kullanıyor; herkesin kullandığı bir söz­ cüğü bana yasaklamak ayıptır. iki: Kitap, önce beraat etmiştir. Sonra satılmış ve mevcudu kalmamıştır. Mhp'li Nusret Demiral'ın başında bulunduğu Anka­ ra DGM Savcılı ğı, bu kitapla ilgili iddianameyi , 1 5/7/ 1 993 tari­ hinde hazırlıyor. Mütalaada, " . . . ve örgüt liderinin konuşma, larının kitap haline getirilmesi bugünkü konjönktürde ülk�miz gerçeklerine uymamaktadır" deniliyor. Benim bir kötü konjönk­ türe çarptığım buradan da anlaşılıyor. Üç: Madam Çiller başkanlığında hükümet ku rulunça, iç i şleri Bakanlığı, daha sonra basına yansıyan, gizli bir emir çı­ karıyor; emir, Adalet Bakanlığı'na da gönderiliyor. Yeni bir dar­ benin sıkıyönetim genel direktifi niteliğindeki bu emir, başkaları arasında, "PKK terör örgütü lider kadrolarını n yaptıkları açıkla294


maların kamuoyuna yansımasının engellenmesi" hükmü de bu­ lunuyor. Bu da 1"5/7/1 993 tarihlidir. M uhtemelen bu sıkıyönetim direktifinin hazırlık çalışmaları içinde yer alan faşist M hp1 li Nus­ ret Demiraı, yeni sıkıyönetim bildirisi çıkar çıkmaz, benimle ilgili hazırlığını da harekete geçiriyor. Değerli Kurul, Bir. "Doktrin" var, ben bu kitabı yazıyorum ve kita p satılıyor. Bir diOer "doktrin" yürürlüğe konuyor ve bütün kitaplar yasakl�nıyor ve yazarları ile çizerleri hapse konuyor. Şimdi bir .geçiş dönemindeyiz; devlet, teftişe yönelik bir düzeltme ile. kendi hükmünce "yola gelmiş" gördüklerini bırakı­ yor. Bu neder,te boş zamanı artan dgm'leri de, "yola gelmesi mümkün olmayanlar" için seferber ediyor. Hepsi budur. Peki bütün bu tabloda h ukuk v� Yargıtay nerede bulunuyor? Ben bu yazıyı, işte bu soruya cevap aramak için yazdım. Ülkemizin, önemli bir sorunu. Kürt Davası'nı çözme eşiğine geldiğini hissediyorum. Bütün bunların da geride kalacağı günler uzak görünmüyor. Bu umutla ben Yargıtay Üyeleri'ni, mesleklerine saygıya ça­ ğırıyorum. Bu . insanın kendisine saygısıdır. Size saygılarımı yazıyorum.

295


DÔRT: YARGITA Y'A

Pari s, 23 Ocak 1 99 6 TC Yarg ıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi Ankara

1st. DG M 1 993/3 1 8- 1 99 5/1 7 1 esas ve karar sayılı kararl arı n ı n bozu l ması iste midir

Değerli Ku ru l , H akkı mda ve ri lmiş h ükü mleri n bi risi nin dah a bozu lmas ı i ste­ miyle ve yaz ı l ı o larak karşın ızdayı m. Önce sayg ı ları mı yaz ı ­ yoru m.

Karar Teknolojisi D eğerli Ku rul, Ben i m derdim başka'dı r. Kuşku suz, bu kararı her yan ıyla bozmamızı ve sonunda, be­ n i , aklamanızı istiyoru m . Fakat daha önceki amac ı m bu ndan ayrıdı r ; amac ı m , acı md ır. Ü lkemiz son derece acıklı bi r du ru m­ dad ı r. Profesörü n öğrenci si nden cahi l , fıkra yazarın ı n okuyucusun­ dan donat ı msız , polis şefini n caniden daha acımas ız, başba­ kan ın köylüden daha az Türkçe bi ldiği , h ı rsızlığın iti bar ve fa­ hişeliğin güzellik sayı ld ığ ı bi r ü lke hali ne getiri ldik. Bu çok acı­ d ır. Çok ac ıdayım. Ancak belki daha da acı o lan, mahkeme kararları n ı n , Cen­ giz'in su başıları n ı n , Osmanoğulları n ı n zaptiyeleri ni n yasag'la296


rından daha az düşünce içermesidir. Belki zıtların birliğidir, be­ nim üzerime olan mahkeme yazıları, özellikle düşünme özür­ lüdür. Değerli Kurul Üyeleri, Yargıçlar, ayrık durumlar hariç, neden öğleden sonraları yargılamak için oturmazlar, biliyor musunuz? Bildiğinizi san­ mıyorum. Çünkü bütün çabalarıma, kitaplarıma, "aydınlanma" sözcüğünü yeniden harekete geçirme isteğime karşın, ülkemiz son otuz yılda bir "cahilleşme" süreci içine girmiş bulunuyor. Ne yazık, hukukçular, bu sürecin ortasındadır. Bu nedenle bil­ diğinizi sanmıyorum. Yargıçlar ve üniversite profesörleri, öğle sonralarında, asıl işleri sayılan yargılama ve ders verme fonksiyonlarından uzak dururlar. Bunun nedeni öğleleri çok yemelerinden deOildir; da­ ha teorik ve tarihsel nedenleri var. Ayrıca yargıçlar ile pro­ fesörlerin bu birlikteliOi bir rastlantı da değildir; en azından Os­ manlı düzeninde, yargıçlar ve müderrisler, aynı sınıftan geliyor­ lardı . Osmanlı'da ilmiye sınıf ının işi, kadılar ve profesörler bura­ ya giriyordu, sadece ders veya hüküm vermek değil, aynı za­ manda düşünme ve araştı rmadır. Öğleden sonraları yargıçlar için de araştırma, tartışma ve düşünmeye ayrılmıştır. Düşünme var mı yok mu; bunu "esbab- ı mucibeli hüküm" ya da gerekçeli" karar da görebiliyoruz. Yazık, artık göremiyoruz. Ben, bu kararla, "propaganda" yapmaktan hüküm alıyorum, an­ cak, ortada ne propaganda eyleminin dayanakları ve ne de hükmün gerekçesi var, sadece, kendisini anlatma ve tartışma gereği duymayan bir- hapis emri görü lüyor. Çok çok yazık oluyor, başka ne diyebilirim? Ancak bunları söylemekle asıl işaret etmek istediğim nokta- · ya gelmiş olmuyorum; şimdi kararın tarihiyle ilgileniyorum. Be­ nim hapis yazım, 1 /1 1 /1 995 tarihlidir ve hüküm 4 1 26 sayılı ya­ sayla değiştirilen 371 3 sayılı yasaya dayanarak veriliyor. Gü­ zel, ancak bu yasanın ilgili maddesinde, Devlet'in çok önem verdiği değişikleri, Re�mi Gazete'de .. yayımlanarak yürürlüğe girdiği tari h ise 30/ 1 0/ 1 995 tarihlidir. Ozetleyecek olursam du11

297


rum açıkça şöyledir : Suç yükleme maddesi çok tartışmalı bir biçimde değiştirilmiş ve Resmi Gazete'de 30 Ekim 1 995 tari hin­ de yayımlanmıştır. Benim hapis yazım ise, bu tartışmalı mad­ deye göre, 1 Kasım 1 995 tarihinde yazılıyor. Bu son derece tartışmalı yükleme maddesi daha henüz bir günlük iken benim hapis yazım yazılmıştır. Bu aceleci liği ben anlasam bile başkalarının anlayabilece­ ğini sanm ıyorum. üstelik bu yeni yasa, daha önceki yasaya göre verilmiş tüm hükümlerin bile, bir kez daha ele alınarak üzerinde düşünül­ mesini hükme bağlıyor. Bu bir yana, ben alt mahkemenin he­ nüz yeni yasayı düşünerek anlamadan beni mahkum ettiğini düşünmek zorundayım. Aslında ortada yargılama yok ve sadece bir hapis yazısı vardır. Biz, mantıkta ve tarihte yargılama olmadan verilen hapis ka­ rarına, "zaptiye emri" diyoruz. Bu, bir zaptiye emridir ve ben bu­ nu ortadan kaldırmanızı rica ediyorum. Değerli Hukukçular, Eski madde imkansız yapıyordu ve yürürlükteki madde, her eylemi , "amaç" açısından tartışmaya alma zorunluluğunu getiri­ yor. Alt mahkeme yargıçlarının eski alışkanlıklarını sürdür­ düklerini ve beni . "amaç" açısından tartışmadıklarını görüyo­ rum. Bu, önemli bir eksikliktir. Bu eksiklik, "propaganda" gerekçesiyle verilecek hapis ce­ zalarında çok daha önemlidir. Gerçi ben bu davayı ihmal etmiş durumdayım, bu açıdan son derece ve bana yakışmayan ölçüde eksikliyim, kaht.. l ediyorum; yalnız yine de. bir savcılık ve bir de talimat yoluy ıa alınan ifadelerimde, benim bir propa­ ganda amacım oldu·ğ u iddiasını kesinlikle reddediyorum. Ben her zaman, bana yakışanı yaparım; "propaganda" işinin bana yakı şmadığını biliyorum. Hiç yapmadım. Bu açıdan da alt mah­ kemenin kararında, benim ne ölçüde ve nasıl propaganda yaptığımın gösterilmesini isterdim ; nihayet hapis yatacak ve para cezası ödeyecek olan benim ve hakkımdır. Hepsinin üzerine. bir uygar yargılama zorunluluğu olduğunu düşünü298


yorum. Ayrı ca yürürlükteki yasa, bir genel hüküm olarak değil, bir özel sistem olarak değil verilen cezanın ertelenm.esi veya para­ ya çevirilmesi imkanlarını da içeriyor. Alt Mahkeme, beni, Avru­ pa devletleri teijişleri sırasında çok öne çıkartılan bu iki yeni - im­ kanın dışında tutuyor; bunun sönmez bir kin olduğunu anl ı yo­ rum . Yalnız, Alt Mahkenıe'nin benim için yarattığı bu imkansız- . l ığı, anlatmaması bir hukuk e·ksikliğidir.

Propaganda D�ğerli Kurul, Yeni Ü lke gazetesinde "Devlet Çekiliyor, Biz Denetliyoruz" başlıklı yazı,. 1 993 Ocak ay ında yayınlanmıştır. Söylenen, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin o zamanda, savaş alanına g iren bazı dağlardaki birçok karakolu terkettiğidir. PKK Genel Başkanı Öcalan ise Türk Ordusu'nun boşalttığ ı yerlere gerilla­ ların geldiğini ve geldikleri için de buralara hakim olduklarını söylüyor. Söylenen, yazı lan ve hapis emrine dayanak olan bu­ dur. Söylenen ve yazılanın tarihi, tekrar ediyorum, 1 993 O cak ayıdır. Bu tarihte bu söylenin yeni ve bir ölçüde şaş ı rtıcı olduğu bir gerçektir. Bunu kabul ediyorum. Ancak benim her yazım her zaman şaşırtıcı olmuştur. Kabul ettiğim bir de şu var: Eğer bu yazımın çıkt ığ ı tarihte ben yakalansam ve ülkemizin içine itildiği paranoya ile, idam edilsem, belki o kadar şaşırmazdı m, nihayet aşırı da olsa bir tepkidir, diyebilirdim. Ancak, hüküm, Kasım 1 995 tari hlidir. Aradan iki yı la yakı n zaman geçmiştir. Bu iki yılda ise, beni ve yargıyı çok yakından. ilgilendiren bir ve çok önemli gelişme var: Bu iki y ı l içinde benim ilk yazdığımda insanları mı za, haber verdiğim gelişme, şi mdi en sıradan bir gerçek olmuştur. Çünkü aradan geçen zamanda, başta zamanın Genelkurmay Baş­ kanı, sonra Madam Başbakan, bakanlar, olaganüstü bö lge ileri gelenleri, hepsi ama hepsi., bunu kabul ettiler, tekrarladılar ve çok daha önemlisi, bunun yepyeni bir askeri doktrin olduğunu ileri sürerek pek çok övündüler. Şimdi, herkes ve ama herkes, 1 992 yılından itibaren geçen 299


bir sürede, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin t daQlık yöredeki pek çok Kürt köyünü boşalttığını ve buradaki karakolları geri çektiğini biliyor. Bunlar her gün yazılıyor; bunun Ordu'nun bir büyük tak­ tiği olduğu üzerine hükümler veriliyor ; adına da "Denizi Kurut­ ma" deniyor. Kısaca, benim yazdığım tarihte , uzak dağ karakol­ larının boşaltıldığı bir Türk Silahlı Kuwetleri gerçeğidir. Bu, ke­ sindir. Peki, bu durumda, şimdi ben ne yapmalıyım? Bu hapis em· rini alınca kendi halime gülüp aynı zamanda ülkem için ağlamaktan başka ne yapmalıyım? Yargıçlar Kurulu , bu karar, bir "ayıp" karardır . Bu "ayıp" ka­ rarı kaldırmak, Siz'e düşüyor. Çünkü alt mahkemeler Siz'den aldıkları cesaretle bu ölçüde ölçü tanımaz olabiliyorlar. Devam ediyorum; burada bir ikinci nokta var. Benim Türk Silahlı Kuwetleri'nin bir planla geri çekildiQini yazmam olmasa bile, boşalan yerleri PKK gerillalarının kontrol ettiğini ifade et­ memin propaganda olduğu söylenebilir ; ben katılmıyorum, an­ cak yine de bir an için bunun böyle oldu{lunu düşünmek istiyo­ rum. Şimdi, buradan devam etmek ge reğini duyuyorum . Pe k;, eğer bu yazdıklarım yalan ve propaganda ise . ben buralara geldikten sonra, Türk Silahlı Kuwetleri 'nin büyük birliklerle da{l­ lara yeniden çıkışını, bunların haftalarca televizyonlarda gös­ terilişini, daha da önemlisi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bazı tepe­ lere, ilk fetihte olduğu gibi, törenle bayrak çekişini nasıl açıkla­ yacağız? Bazı generallerin, "gazi" rütbesi eğilimlerini, şimdi düşük olan Madam Başbakan'ın bu askeri hareketi, dağlarda kontrolün PKK gerillalarından tekrar alınmasını, Türkiye kurtu­ luş savaşından daha önemli bir yere koymak istemesini nasıl unutacağız? Demek oluyor, yazdıklarımın tü mü propaganda değil, gerçektir ve halkımızı bilgilendirme çerçevesi içinde kalı­ yor. Değerli Yargıçlar, "ihtisas mahke mesi" de mek, hapis emirle­ rini tekdüze teksir etmek demek değildir ; ihtisas mahkemesinin yargıçları davalarının çerçevesi ve hatta sanıkları hakkında bir tür ihtisas sahibi olmak durumundadır. lstanbul'daki alt mahke­ me bunları bilmek zorundadır. Yargıçlar, bütün bunlar varken, beni şimdi, PKK propagan300


dası ile hapse göndermeye çalışmak, ikiyüzlü bir iştir. Bir yanında ikiyüzlülük ve diğer yanında insafsızlık var. · Alt Mahkeme, böyle bir tutum içindedir. Fakat bir başka temyiz yazımda da değindim; bu çok acıklı yargı durumunun asıl sorumlusu Siz'siniz. Çünkü, aslında, Türk sisteminde, yargılama tek kademelidir; kararı veren ve alt mah­ kemeleri, hukuka ve hukuk ahlakına alıştıran ya da alıştırma­ yan, Yargıtay'dır. Bu açıdan benim Yargıtay'a sözüm şudur: Bu · yazı çıktığında beni yakalayıp on yedi yaşında bir genç örneği, idam etseydiniz, tutumunuzu yine de anlamak mümkün olurdu. Bu­ nu, ülkemizin içine ·a�ıldığı "tükenme paranoyası" ile açıkla· yabilirdim. Ancak art ık açıklaması yoktur. Art ık ortada çok kaba bir trajedi kalıyor.

O ııamanın anlamı Değerli Kurul, yaşam anlam'dır. Öyle görünüyor; ben Siz'e daha çok yazı göndereceğim. Bu nedenle çok kısa da olsa kendimi anlatmama izin vermenizi, ri­ ca ediyorum. Bir: Çok teorik bir insanım. Bunu, teori üretiyorum, an­ lamında söylemiyorum. Bunu, "düşünüyorum, düşüncelerimi sistemleştiriyorum ve bu sisteme göre yaşıyorum" anlamında söylüyorum. iki: Şimdi düşük olan. .bu Madam, 1 3 Haziran 1 993 tarihinde kendisini otomatik olarak başbakanlık kapısını açacak olan ikti­ dar partisi başkanlık koltuğuna oturtuldu. Ben, iki gün sonra, 1 5 Haziran 1 993 tarihinde, Madam Çiller'in koltuğa oturtulduğu gün ABD Dış Bakanı Christopher'in da lstanbul'a gelip bekle­ diğine işaret ederek, bunun, 1 2 Mart ve 1 2 Eylül türünden bir darbe olduğünu ilan ettim. Üç: Bunu nasıl ilan ettim, bu ayrıdır: ancak bütün geli şmeler bu ilanı doğruladı. Pek çok insanımız bu darbeden sonra öldürüldü, şimdi pişma11lık görülüyor, parlamento bu darbeden sonra basıldı, pek çok insanımız hapse kondu. Ben ise teorik davrandım, bir süre kendimi tazelemem gerektiğine karar vere301


rek, özel pasaportla Paris'e geldim. Dqrt: Çok yargılandım. Şimdiye kadar, eylülist darbe sıra­ s·ı nda, lstanbul Sıkıyöneti� KomutanlıOı tnda bi r kitabımdan do­ layı, şimdi tasfiye edilen 1 42 maddesinden, Askeri Yargıtay'ın beş kez bozduğu 1 sonunda mahkumiyet mi beraat mi olduğu anlaşılamayan birisi hariç, hep aklandım. Ben suç işlemiyorum . . Şu anda sabıkam bulunmuyor. Bildiğim, alt mahkemelerin verdiQi iki karar nedeniyle Yargı­ tay önünde olduğumdur. Bu davaların her ikisi de sözünü ettiQim darbeden sonra açıldılar. Bunlar bir darbenin hukuk pratiQidir. Ben, sadece darbelerde mahkumiyet ·te hlikesiyle karşılaşı­ yoru m. Beş: Şimdi Paris'teyim, çalışıyorum, yazıyorum ve bu arada Sorbonne'da Doğu dilleri öğreniyorum. Zamanım az, bu neden­ le , bu temyiz yazısını da, şimdi, Sorbonne'a gidip gelirken met� roda yazıyorum. Şu anda . yaptıklarımdan hoşnutum. Ô{Jrenmek, benim en büyük sevinç kaynaklarımdan birisidir. Attı: Böyle bir durumda, birincisi, ben artık hiç dönmem. Ben. Nazım Hikmet deği lim; onlardan çok daha çalışkan, disip­ linli ve teorik yaşantılıyım. Halkım halkımdır; "şilebezi" için gözyaşı dökmem sözkonusu değildir. Halkım halkımdır ve onu­ rum onurdur. Gelmeyebilirim; bu taktirde kararlarınızın hiçbi r hükmü yoktur. Gelirim, o zaman, ülkeme değil, hapishaneye gelirim. Ben de Doktor Beşikçi örneği güzel hapis yatıyorum. O durumda da kararınızın benim üzerimde bir ağırlığı olmayacaktır; yoktur. Değerli Kurul , görüyorsunuz, inisiyatif bendedir. Bu açıklamalar göstermelidir ; ben bütün bunları kendim için· , . ·yazmıyorum. a. Ü lkemi bu utanç verici karardan kurtarmak için elimden geleni yapmış olmak istiyorum. b. Sizi eğitmek istiyorum. Ne yazık, ülkemizin içine düşü­ rüldüğü bu kötürümleşme süreci içinde en çok yargıçarımızın bir tazelenmeye ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum. 302


c. · Bunu hep yapıyorum. Dgm celselerini dersleri mden sayardım, biliniyor; _ bu nedenle, " Dgm Üniversiteleri" deyişini kullanıyordum , bu da biliniyor. Kurulunuz da var mı bilmiyorum, ancak Yargıtay'da bizim " Dgm Üniversiteleri" sürecir1,1izden geçenler vardır; sormanızı di liyorum. Yargıçlarımızın, özel tim komandolarından farklı düşünme­ leri gereklidir. Lütfen farklı düşünün .

Yaşar Kemal hakkında Yaşar Kemal benim sevdiğimdir ve do�tumdur. Aklanmasına çok sevindim. Bu, benim dostluk düzlemi m. Ancak Yaşar Kemal'in Der Spiegel'de çıkan yazısından dolayı akl�ndığı bir ülkede hiç kimse, bir yazı veya ha�erinden dolayı, ünlü maddeye göre mahkum edilemez, imkansızdır. Yaşar Ke­ mal'in yazısı, şimdiye kadar ülkemizde, Kürt davası üzerinde yazılanların en ağırından daha ağırdır. isteyen ikiyüzlü olabilir; benden uzaktır. Başkaları hakkında teksir ile hapis emrinin çıkarıldığı bir ülkede Der Spiegel yazısını aklamak, olağanü�t 9 yüreksiz ve· kişiliksiz bir tutumdur. Yaşar'ı önce 3 1 1 /3 1 2 ikilisine · almak ve sonra da aklamak, örnek olsun, eğer bu hük 9 mıe hapse gönderilirsem, Osmanlı döneminin sonlarında elçi lik tercü manlarının önünde eğilmek­ ten farksızdır ; bunu Kurulunuz'a bildirmek durumundayım. Bize hukukçu gerekiyor. Siz, hukukçusunuz. Siz, dava_ı a.ra hukukçu olarak bakmak zorundasınız. Eğer ben bu uyarımla Siz'de bir hukuk bilinci uyandırabilirsem, bizlerin mahkum edil­ diği bir zamanda Yaşar'ı aklamaktan dolayı utanacağınızı biliyorum. 31 1/312 Devlet, bir zor uygulama-sı toplamıdır. Hukuk� zor. pratjğini, herkese-genel bir düzleme indirebilmektir. Zor, herkese-genel değilse, hukuk ve zor'un, aynı anlama gelmek üzere devletin meşruiyeti yoktur. Yargıçlar, takqir hakkı denilen sınırlı özgürlükle rle donatılır­ lar. Ancak, özgürlükleri genel-nes.nel dayanaklara uymak zo303


rundadır. UymazlRrsa, yargıç değil zaptiye olurlar. Bir:. Yapılan değişiklikle mahkemelere ve ri len para cezasına çevirme ve erteleme � sınırlı özgürlükleri nin, alt mahkemeler ta­ rafından şimdiye kadar kullanılış ı, tam bir yüzkarasıdır. Yar­ g ıçlar , sadece istihbarattaki zavallı polisle rin raporlarını değil, bir de insan değerlendirmelerini karar haline getirirler. Yar­ gıçlar, isti hbarat değerlendirmelerine göre ertelediler veya erte­ lemiyorlar. Beni, bunların dışında tutmaları, zavall ı polis tezkiyeleri ile ilgilidir. iki : Alt mahkemeler, çeşitli yerlerde, 371 3 sayılı yasayı bırak ıp, Ceza Yasası'nın 3 1 1 /3 1 2 maddelerine sıçradı lar. Bu maddeler, ceza yasasında joker özelliktedirler. Üç : Benim hiçbir eylemim 3 7 1 3 içine girmez; bunu , pratikten yetişmiş bir hukukçu olarak söylüyorum . Ancak yazdıklarımda , kanunun suç saydığı fiilleri övme olup olmadığı her zaman araşt ırılabilir. Övmüyorum. Ama araştır ı l masını normal karşıl ı­ yorum. Benim için yükleme maddesi 3 1 2 olmal ıdır. Savcı ları uya­ rıyorum. Bu dosyayı bir de bu açıdan bozmanızı diliyorum.

Bu dava Ben aydın ım. Bir bi lincim var; Türk ayd ı n ını temsil ediyo­ rum. Hem Üçüncü Selim'im, h em Nam ık Ke mal'im , hem Mithat Paşa'yım, hem de Nazım Hikmet'im. Bu onur benim. Şimdi bu zincirin son halkasıyım ve bu anlamda da en ö n halkasıyım. Sorumluluk lardan kaçamam. Kimse, bana, Yalım Erez adın­ da bir darbe yamağının, Sakıp Sabancı adı nda bir şaklabanı n ilgilendiği Kürt davasından uzak kalmaya, zorlayamaz ; g ücünü­ zün yeteceğini sanmıyorum. Halkımızı bilgilendirme ve aydın­ latma sorumluğundan uzuk durmam mümkün değildir. Bunu yaparım, yasalar çerçevesinde yapmayı bilirim. Zekam, yasalar çerçevesinde kalabilmek için yeterlidir . Bu nedenle, PKK Genel Başkanı ile ilk kez görüştüm, Türki304


ye'de yayımladım, hücrelere kondum, aklandım. Zaman geçti, tekrar gittim. Görüştüm; bu benim. halkımı aydınlatma görevimdir. Yeşil pasaportla gittim, geldim, Havaa­ lanı'nda alındım, taş hücrelere kondum, kasetlere el konuldu ve lstanbul Dgm, bütün kasetleri inceledi, kovuşturmaya yer olma­ dığına karar verdi. Ben bunun üzerine yayımladım. Bu, aynı mahkemenin bir kez bütü nü için "suç yoktur'' dediği . bir dosyadır. Bu, aynı zamanda, 1 993 yaz darbesi sonunda, Ankara Dgm tarafından açılan ve aleyhime hükme bağlanan dosyadır. Bunun temyizi önünüzdedir. Demek oluyor, bu dosya, bir kez tümden aklanmıştır ve bir kez tümden mahkum edilmiştir. Bu ikinci mahkumiyettir. Bu, Y_argı'nın, Yaz Darbesi sonucunda çıkartılan bir yönetim direkti­ fine göre "icracı kuruluş" haline getirilmesinden sonraki bir do­ syadır. Bu, 1 5/7/ 1 993 tarihinde, Darbe Hükümeti'nce çıkartılan "Aydınlatma Faaliyetleri Uygulama Emri No : 4" uyarınca yazı­ lan bir hapis emri'dir. Bu, benim yokluğumda yazılan bir hapis emri 'dir. Benim için sevindiricidir; alt mahkemeler benim yüzüme mahkumiyet ka-· rarı söyleyemiyorlar. Ankara alt mahkemesi 1 benim Ankara'da bulunduğum zaman, bütün yargılama bitmesine karşın kararını vermiyordu. Kırşehir'de yaptığım bir konuşmadan dolayı, Kay­ seri alt mahkemesindeki yargılanmam çok ilginçtir. Ankara'dan ilk duruşmaya gittim, heyette eksiklik olduğu söylenerek duruş­ ma yapılmadı. Bir daha gittim, yargıçlardan birisinin bir hastası olduğu söylendi ve duru şma yine olmadı. Üçüncüsüne gitme­ dim; başkan Yargıç Durdu, gitmediğim bir celsede beni mah­ kum etti. Sonradan Yargıç Durdu'nun ayrılarak Mh p'den aday olmaya çalıştığını okudum, sonucunu bilmiyorum . Bildiğim ve sevindiğim, bütün bu çürümüşlük içinde yargıçlarımızın benim yüzüme beni mahkum etmek istememeleridir. Ancak benim yokluğumda aynı· kitap, darbe öncesinde ak­ lanmasına karşın, üst üste mahkum olabiliyor.

Kürt Davası ve Benim Davam

Ülkemiz, Osmanlı düzeninin son zamanlarını hatırlatan bir


bunalım içi�dedir. insanlarımızın bu düzene güvenleri kalmamıştı r. Seçimlerden bütün düzen partilerinin bölük pörçük çıkmaları bu nedenledir. Başka sorunlarımız bir yana, Türk Yönetenleri, Türk Devle­ ti'ni, Kürt Davası'nı n içine hapsettiler. Türk dışpolitikası ve dış temsilcilikleri buna bağlandılar. Av­ rupa'daki büyükelçiler esnaf veya dindar derne kleri kurmakla meşguldürler. Diğer devletler, Kürt Davası'nda temel çizgileri üzerindeki günlük zigzaglarla, Ankara'yla kedi-fare oyunu sah­ neliyorlar. Yönetenler, anlaşılması zor bir "yok olma paranoyası" içine girdiler. Bu düşük Madam Başbakan, artık kendisini değil, bütünüyle yönete nlerin şizofrenik halini temsil ediyor. Art ık kendisi değil, hapis halindeki Türk yönetenleridir. Bu noktaya gelmemizde bütün sorumluluğu generallere , Washington'a, politikacı lara vermek son derece dramatik bir yanlışl ıktır. Sonuçtan hepimiz paydarız. Sizin, yüksek yargıçla­ rın payı ise, sandığınızdan çok fazladır. Yarg ı , bir zaptiye ro­ lüne razı olmuştur. Ben yarg ıçları n, yakın zamanda, özel tim rolünü sahiplenmelerinden kaygılanıyorum . Peki, Yargı Kurumu, şimdi, kendisine yakışmayan rollerden kurtulabilir mi? Kafamdaki sorunlardan birisi budur. Fazla umut­ .l u olmak için bir neden görmüyorum: ancak , yine de uyarıcı ol­ mak istiyorum. önemli olan şudur: Kürt davası, tarihsel bir pa­ radoksla çözüm eşiğine girmiş bulunuyor. Henüz çözüm meka­ nizmasının ipuçları olmamakla birlikte çözümü zorlayan çok ciddi işaretler görülüyor. Yalnız bana - kesilen hapis emri türünden aptal kararlar, hem bu çözüme katkıda bulunmuyor ve hem de yargıyı daha kötü­ rüm yapıyor. Böyle kararları ortadan kaldırmanızı diliyorum. Ben katkıda bulunmak istiyorum. Bir : Kürt Davası, Türk Davası'dır. Bunu, bizden ayrı dü­ şünmek, büyük bir gaflettir. Hiçbir sorumlu insan ya da aydın, bu davayı, günceldeki en önemli davalardan birisi ve belki de 306


birincisi saymaktan geri kalamaz; kalmamalıdır. iki : Ülkemiz, bugünkü cumhurbaşkanı makamlığında oturan Demirel'in başbakanlığıyla başlayan son otuz yılı bir iç savaş olarak yaşamıştır. Ülkemizde şimdi devam etmekte olan bir otuz yıl savaşı vardır. Üç : Bu savaşta bir taraf ilerici ve diğer taraf gericidir. Bu, bir ilericilik ve gericilik savaşıdır. Dört : Bizim taraf, bu savaşta işçi hareketi örgütümüzü ve et­ kin aydın hareketimizi . kaybetmiş bulunuyoruz. Bu çok büyük iki kayıptır. Ülkemizi kötürümleştiren kayıplar sayılmalıdır. Beş: Bu çok önemli kayıplar nedeniyle halkımız son derece edilgen bir hale getirilmiştir. Edilgenlik yaygındır ve her iki taraf için geçerlidir. Sık s rk cumhurbaşkanına vekalet eden bir mec­ lis başkanının, kurucusu ve genel başkanı olan bir partiden bir günde atılması karşısında o parti tabanında bir yaprağın bile kımıldamaması son derece dramatik bir gösterge·d ir. Çok acıklı bir tablodur. Altı : Bu otuz yıl savaşında, biz, çok büyük kayıplar aldık ; an­ cak mucizevi bir biçimde savaşı kaybetmedik. Biz yenilmedik. Savaşın henüz bir. galibi yoktur. Üstelik şu anda tutucu ve geri­ ci taraf, çok yorgu n düşmüş görünüyor. . . Tutucular, bir zamanlar kazan ır oldukları moral üs!ünlüklerini yitiriyorlar. içine gir�ikleri gösterişli sefahat ve dekadans süreci, moral üstünlüğü ve ahlak değerlerini yitirrnelerindendir. En dincileri de dahi l, tutucu tarafta tam bir ahlak bunalımı yaşanıyor. Bu, benzer durumlarda tarihte çok gördüğümüz bir sendromdur; şaşırtıcı bulmamak gerekiyor. Yedi: Otuz yıJdır devam eden savaşta moral üstünlüğü bize geçiyor. Sekiz : Kürt Yükselişi işte burada devreye gi riyor. Kürtler, bir­ likte yaşadığımız eski, yıpratılmış ve kendisine güvenini yitirmiş ve hatta zaman zaman yozlaşmış bir halk olmaktan çıkarak kendilerini tazeliyorlar. Önemli olan budur. Kürt hareketine böy­ le bakmak gerekiyor. Dokuz : Acılar, acıdır. ancak kalıcı olan, bu kardeş h alkımı307


zın içine düşürüldüğü çamurdan temizlenerek çıkmaya çalış­ masıdır. Eğer gerçekten birlikte yaşayacaksak, bu diri halkın kişiliğine ve onuruna saygılı olmak du rumundayız . On: Özellikle bizim halkımızın çok edilgen yapıldığı bir za­ manda, Kürt · halkındaki bu dirileşmeyi ve hak arama canlılığını sevinçle karşılamalıyız. Bu bizim acar dinamiQimizdir. Onbir : Kuşkusuz, bizi m halkımız da hep böyle edifgen kal­ mayacaktır. Halkımızın, uyuşukluk kadar atılı m dönemleri var­ d ır. Ben kendi Türk halkıma hep güvenmişimdir. Değerli Kurul, Davamıza böyle bakın, lütfen. H er toplumda sakin, soğukkanlı, derinden gelen, uzağa yönelen damarlar olmalıdır. Yargı, bunun aday ıdır. Değerli Yargıçlar, MesleQinizi seviniz. Mesleğini sevmeyen insan kendisini sevmiyor, demektir. Mesleğinizi ciddiye alınız. MesleQini ciddiye almayanlar, kendilerini ciddiye almıyor, demektir. Adalet dağ ıtmanın onurunu duyunuz. Yaptığı i şin onur unu duymayanların kendi onurlarını duymaları, imkansızdır. Benim yazacaklar ı m, budur. Ülkemizi, kendisine layık olmayan Dava·rardan arındırma­ nızı diliyo rum. Önünüzdeki dosyayı, tümüyle bozmanızı diliyorum. Saygılarımı yazıyorum . - 00 -

308


Yalçın Küçük ile Yürüyüş Aydınlığı Mustafa Göksoy Yalçın Küçük, yaşayan aydındır. Aykırı düşünüyor; i nsanlığın ortak bilincine sahip çıkıyor. insanlığın ortak bilinci yürüyüştedir. Yürüyüş,. gelecek sorumluluğu duymak, tarihe katılmaktır. Yalçın Küçük bir yürüyüştür. Gerçek anlamda yaşamak düşünmek demektir. Düşün.m eden yaşamak , yaşama bilinçsizce katılmaktır. insan, insan ol­ maya başlarken düşünmeye başlamıştır. Düşünce, insanın en temel özelliği olduğuna göre, insanın düşüncede_n korkması, in­ sanın kendisinden korkması demektir. Aydın, düşünmekten korkmayan, kafasının içini hep aydınlık tutmak çabasıyla çevresine ışık saçan; çürümeye, yılgınlığa karşı direnen, mücadele eden insandır. Düşünce ve ifade özgür­ lüğü aydın insan ı n mayasıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğü aykır­ ılığın dinamiğinde yatıyor. . Aykırılık; kurulu olana, genel kabul görene, alışılmış olana, çürümüşlüğe, yılgınlığa karşı müca-de­ lenin, başkaldırının dinamiğinde gelişiyor. Düşünce tarihi , aykırılığın tarihidir. Aykırılık, kalıp düşünmeyi yıkan bi r süreçtir. Aykırılık yürüyüştedir. Yürüyüş gelecek sorum­ luluğuyla yaşamak, yaşamı tarihe katmaktır. Yürüyüş insandan gelir ve insana bilim-sanat-felsefe olarak geri döne r; insanda in­ sanla yaşar. Yürüyüş yaşamdır. Yaşamdaki değişiklikler, birey­ sel ve toplumsal bilinçle yansır, düşünceyi değiştirir, dönüştürür. Yürüyüş insanlığın ortak bilincini oluşturuyor. Yürüyüş, toplumsal kurtuluş için bir aydınlık yoldur. Toplum­ sal kurtuluş ise sosyalizmdedir. . "Düşmesin bizimle yola I evinde ağlayanlar I gözyaşlarını I boynun�a ağır bir zincir gibi taşıyanlar! I B ıraksın peşimizi I ken­ di yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!" (Nazım Hikmet) Körler yıldızları görmezler ama yıldızların olduğunu yine de 309


bi1ir1er. Hainler, ödlekler ise Yürüyüş'.ü bilmezler hem de olan yürüyüşü görmezler. insanl ığın güzel geleceği sosyalizme yürüyüştedir. Yürüyüş yeni ahlakı n anahtarıdır. "Hayvanlar arasında insana en çok benzeyeni balıktır. Balı k da başı ndan kokar, insan da başının içinde olanların kokmasıyla bozulur. " (Nazım Hikmet) Yaşayan cesetlere dönüşen 'aydı nlar'ı n olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu topraklar kan gölüne döndü , sürü gibi yaşıyoruz. Yaşayan cesetlere dönüştük. . ' "Yürüyüş"te, tekelli düzenin korku jena ratörleriyle, bellek silme operasyonlarıyla, yaşayan cesetlere dönüştürdüğü 'aydın­ lar'ın olduğu bir dönemde, Yalçı n küçük'ün bu topraklardaki halkların gözü, kulağı, dili ve yüreği olmanın onurlu mücadelesi­ ni, tarihsel belleğini buluyoruz. "Yürüyüş" bir sanatsal başkaldırı yüceli�inde, umut ile öfke, sevgi ile direnç bütünlüğünde, coşku yüklü, içimizin korkusunu, karanlığını yıkan bir kavgalı kitaptı r; bir tari hsel ışıktır. Yalçın Küçük'te yaratmak, yazmak eylemi, düşünsel düny.a­ sının. renkli kişiliğinde kaynaşması . fikre dönüşmesidir. Yalçın Hoca, eylemini bilgisiyle, bilgisini çalışkanlığıyla, çalışkanlığını inancıyla, inancı nı da onuruy.la pekiştirmiş bir insandır. Yalçın Küçük kavgacıdır; canını dişine katarak çalışmasını bildiği için. Bu nedenle sonuna kadar dürüst kalabiliyor. Yalçın Küçük'te düşünmek yaşam. yaşam da çalışmaktır; çalışmak da kendi�i insanlara yaşamsal . derinlikte açmaktır. Yalçın Hoca, ilgisind� tenkid, sevgisinde şiddet olan bir enstitü verimliliğiyle de bilim, politika, kültür üreten çalışkan bir aydın ve onurlu bir hülyalı bilim adamıdır. Yalçın Hoca geleceği yakın eden kitaplar yazıyor; 'Yürüyüş'le devam ediyor. Toplumsal mücadele yükseliyor, Yürüyüş devam ediyor. Yükselişi kalıcı yapmak için 'ya ölüm ya kariyerizm' değil, yaşamı yaşam uğruna, Yürüyüş aydınlığında güzelleştirmek gerek. "Yürüyüş", eylem yönüyle siyasal tarihe, düşünsel yönüyle de siyasi öüşünce tarihine bir katkıdır. 310


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.