Türk Kültürü - Sayı 311

Page 1



TÜRK KULTURU • •

• 1

• •

İÇİNDEKİLER

Yayın Ta.: Kasımjl962 Yayınlayan :

TtJ]U{ KOLTORUNO ARAŞTIRMA. ENSTlT'OSU Kurulu§ Ta.: Ekim 1961

*

lmtlyaz Sahibi

Prof. Dr.

ŞUkrt1 ELÇİN *

Yazı lşlerl Müdürü Prof. Dr. Ahmet B.

EBCİLASUN Fiyatı

*

:

1500,- TL.

Yıllık Abonesi

Balkanlarda Türkçülük Hareketleri Ahmet Cebeci

129

.

139

Güney-Doğu Anadolu Projesinin Sosyo-Kültürel Yönü Prof. Dr. Orhan Türkdoğan .

.

İstanbul'un İşgali Dr. Yaşar Akbıyık

153

Mehmet Kaplan'a Göre Köy ve Köy Kalkınması Zeynep Kerman .

(1989 yılı için)

.

.

.

.

.

.

159

.

169

-İndirimsiz 18000.- TL -İndirimli 14400.-

TL

Yurtdışı: $. 20.-

-

Anadolu Selçukluları Devrinde Kon­ ya'da Sağlık Hayatı Prof. Dr. Ali Haydar Bayat .

- DM. 36.Abone bedeli, 171.379

numaralı posta çeki hesabına yatınlablllr.

Tuva Türkleri ve Edebiyat ları üzerine 177

Tuncer Gülensoy

Odemell gönderilmez.

*

Türkçü Dergiler X

Dergiye gönderilen yazı lar

basılsın,

basılm a sın

lA.de edilmez.

Der gideki

yazılar kaynak gösteri­ lerek almablllr. Makale­ lerdeki fikirler lmzA sa­ hiplerine Mttlr.

*

İdare ve yazışma adresi :

Dr.

Fethi Tevetoğlu .

.

.

.

.

181

Bibliyografya :

Doç. Dr. M. Abdulha!Qk Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Anka· ra 1 988, 247 shf. Bilgehan Atsız Gökdağ

.

.

.

.

189

BAHÇELİEVLER SONDURAK, 17. SOKAK NU. 88 06490 ANKARA Tel

Tel

:

yazıJannda

adr e sleri ile

213 31 00

birllkt.e posta kod numaralanm da bllcllr­ meleri rica olunur.

*

Ayyıldız Matbaası

A.Ş.

Ankara :

ist.ek

derdikleıi

Dizilip Basıldığı yer :

Tel

Sayın Okuyucula.rıınızın Enstittimth.e gön.

213 41 85

213 19 62

222 69 40

-

222 69 4 1


'.rlJUK KÜLTÜRÜNtJ ARAŞTIRMA ENSTtTUSU

TÜRK SAYI 311

KÜLTÜRÜ YIL

XXVIl

MART 1989

BAl,KANLARDA TÜRKÇÜLÜK HAREKETLERİ

Ahmet CEBEC1

Türkçülük veya Türk Milliyetçiliği, Türk Milletinin varlığını koruma ve yüceltme ülküsü demek olduğuna göre, nazari manada olmasa bile, fiiler.. XIX. asırda Balkanlar'da geli şen Yunan, Sırp, Bulgar v.b. gayri­ müslim unsurların milliyetçilik hareketlerinin hızlanmasıyla uyanmış ve beş asır boyunca vatanlaşmış olan topraklarda varlığı nı sürdürebilme mü­ cadelesine girişmiş rnyılmalıdır. Nitekim, XIX. asrın başlarından itibaren kendini gösteren Rus panslavizminin çıkardığı, Balkan Slavlarını kışkırt­ mayı ve Osmanlı topraklarını ele ge:;;irmeyi amaçladığı savaşlarda olduğu gibi, zaman zaman patlak veren isyanlarda da Rumeli Türklerinin "ecdat topraklarını elden kaçırmama" kaygısıyla canla başla bu toprakları sa ­ vunmaya çalıştıkları, daha önce Rusların eline geçen topraklarda nasıl bir ırk imha s ı uygulandığını da hatırlayarak, vatanını elinden almak iste­ yen bu düşmanlara karşı m illi bağl ı l ık ve te s anüde dayalı bir uyanışa doğru gittikleri görülmektedir. Bilhassa 1S76 Bulgar isyanında, yerli Türk hal­ kının, istanbul'dan gö nderilen kuvvetleri beklemeden, Bulgar komitacıla­ rına karşı hemen harekete geçerek i s yanı büyük ölçüde bastırması, bu uyanışın bir delilidir. 1877 - 18781 Türk-Rus Savaşındaki yenilgi ve bozguna, 31 Ocak 1878' de Edirn1e Mütarekesi ve 3 Mart 1878'de de Yeşilköy (Ayastefanos) Ba­ rış Antlaşmasının imzalanmış olmasına rağmen ; 14 Nisan' da Çirmen böl­ gesinde, Mayıs ayında da Batı Trakya ve Rodoplarda isyan çıkmış, yağma ve çapulculuklarını devam ettiren Rus kazak süvarilerine karşı ırz ve can güvenliğini korumak üzere silaha sarılmış olan yerli halk, gerilla ı.:ıava­ şına başlamıştı. 16 Mayıs 1878 tarihli muhtıra ile durum Osmanlı Hükü­ metine ve yabancı devletlere duyuru lar ak, Batı Trakya ve Rodoplar böl­ gesi halkının can, mal ve ırzını korumak üzere silaha sarıldığı, Yeşilköy Antlaşmasının, Osmanlı Devletinin mülki bütünlüğünü garanti eden 1856 Paris Antlaşmas'nda imzası bulunan devletler tarafından tastiklenmedik(1)

129


SAYI 3 11

TÜRK

KÜL TÜRÜ

YIL XXVII

·------------ ·

çe, geçerli olmayacağı beyan ediliyordu (1). Bununla ilgili olarak "N akd· üt-Tevarih " te şöyle deniliyor : "Rodop Balkanında kemal-i ihtiyat ile icti­ ma eden erbab-ı kıyam Hasköy havalisinde bulunan Rusya pişdarlannı gereği gibi tazyık etti ve birkaç muharebe kazandı (Haziran 1878 , Hicri 1295) ( 2 ) . Geçici bir hükümet de kuran Rumeli-i Şarki halkı, her ne ka­ dar Osmanlı Devletinin çekingen tutumundan dolayı himaye görmediğin­ den dağılmışsa da, Avrupa ülkelerinin dikkatini çekerek, Beriin Konfe­ ransının toplanmasında kısmen de olsa, müessir olmuştur. Bu Konferan s neticesinde, Rusların Ayastefanos Antlaşması ile elde ettikleri Tuna'dan Ege Denizine ka<iar uzanan büyük Bulgaristan bir hayli küçülmüş, Tuna ile Balkan Dağları arasında Padişah'a bağlı bir Bulgar Prensliği kurul­ muş, bugünkü Bulgaristanın güneyi de Filibe merkez olmak üzere ve Kırcaali-Paşmaklı bölgesi hariç, Şarki Rumeli Muhtar Eyaleti adı ile ayrı bir idari statüye kavuşmuş, Gümülcine sancağı, Selanik, Üsküp ve Manas­ tır sancakları, yani Batı Trakya ve Makedonya Osmanlı Devletine bıra­ kılmıştı. Savaş esnasında can kaygusuyla topraklarını terkeden bir kısım Ru­ meli Türk'ü, savaştan sonra tekrar yerlerine dönmekle Bulgaristan Prens­ liği ve Şarki Rumeli'de Türk nüfusu bir hayli artmış oldu. Savaş önce­ sinde çoğunlukta olan Türk ve Müslüman nüfus, savaştan sonra, her ne kadar istatikler çeşitli kaynaklarda değişik gösteriliyorsa da, Şark i Ru­ meli ' de çoğunluk olmakla beraber, Bulgaristan Prensliğinde yarıdan aza düşmüş görünü)'.or. Geçici Rus İdaresinin de tavsiyesi ile, Bulgarlar, yerli Türkleri göçe zorlamak üzere, savaş zamanında yaptıkları zorbalıkları değişik usullerde devam ettirerek, birçok Türk'ü göçe mecbur ettiler (3) . 16 Eylül 1885'te Bulgaristan Prensliği, Şarki Rumeli Eyaletini kendi topraklarına ilhak ettiğini bildirdi. Bu birleşmed en sonra Bulgar ordusu Türkiye sınırına -Osmanlı Devletinden silahlı müdahale beklediğinden­ yığınak yaptıysa da Osmanlı Hükümeti, durumu Berlin Antlaşmasına im­ za koy an devletler nezdinde prote:::to etmekle yetindi. Osmanlı Devletinin yanısıra Rusya, Sırbistan, Avusturya, Almanya ve Yunanistan bu birleş­ meye karşı çıktıkları halde, İngiltere ve Fransa B ulgaristan ' ı destekle­ diler ( 4). Sırbistan, Bulgaristan'a harp ilan ettiyse de Osmanlı Devleti ( 1 ) Ahmet Aydınlı, Batı Trakya Faciasının İçyüzü, İst. 1 97 1 , s. 1 5 7. (2) Ali Kemal Balkanlı, Şarki Rumeli \'e Buradaki Türkler, Ankara 1986, s. 2 48 ( Na· kil : "Rifat Ef., Nakd-üt-Tevarih" 1 296) . (3) Bilal N. Şimşir, Rumeli'den Türk Göçleri il, s. XXXIV-XLI. (4) Dr. S. Oğuz, Osm. Vilayet İdaresi ve D. Rumeli Vilayeti ( Gazi Üniv. doktora te­ zi) , Ankara 1 986, s. 1 55·182.

130

(2)


A

SAYI 311

CEBECİ

YIL XXVII

herhangi bir askeri müdahalede bulunmayınca, Sırbistan'ın yenilgisiyle neticelenen savaş sonunda, nüfusunun üçte ikisi Türk ve Müslüman olan Doğu Rumeli Eyaleti, Bulgaristana terkedilmiş oldu. Batı Trakya ve Rodoplar bölgesinde görülen bu ilk gerilla harekatı, geçici hükümet lağvedildikten sonra da devam etmiş ; Ortaköy, tstani­ maka, Çepni, lhtiman, Samakof, Nevrokop, Paşmaklı, Darıdere, Koşu­ kavak, Rupçoz ve Kırcaali ile Batı Trakya'nın Gümülcine, tskeçe, Dede­ ağaç, Soflu ve Dimetoka mıntakalarma yayılmış, bu gerilla harekatı 1885'­ teki birleşmeden sonra da bir müddet devam etimiştir. Gerilla harekatının en güçlü olduğu Rupçoz ve Kırcaali bölgeleri, Berlin Konferansında �arki Rumeli vilayetlnin sınırlarına dahil edilmeyerek, doğrudan Osmanlı sınır­ larına dahil edıimi�tir(5 ) . Rodoplar ve Batı Trakya bölgesindeki bu ilk milli kurtuluş harekatının öncüleri ; Hidayet Paşa, Timirski Ahmet Ağa, Hacı İsmail Efendi ve Kara Yusuf Çavuş, 8 sene boyunca Bulgarlara karşı gerilla hareketini yöneterek, Bulg:ıristan'ın çeşitli yörelerinde Türk hal­ kını ezmeye ve sindirmeye �ahşan Bulgar yönetimiyle mücadele etmiş­ lerdir (6). 1908'de ikinci Meşrutiyetin ilanı ile ortaya çıkan kargaşadan fayda­ lanmayı düşünen Balkan ülkeleri, aralarında anlaşarak fırsat kollamaya başladılar ve 1912 yılında Osmanlı Devletine savaş açarak kısa zamanda Rumeli'deki bütün topraklarını elinden aldılar. Birkaç ay direnen Edirne de Bulgarların eline düşünce, Osmanlı yenilgiyi kabul ederek Midye-Enez çizgisine çekilmeyi kabul etti. Ancak 1913 yılında Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ, aslan payını alan Bul]arlara karşı 2. Balkan Harbini başla­ tınca, Osmanlı Ordusu Edirneyi ve Meriç'e kadar olan topraklarını geri aldı. Türk akıncı grupları da Meriç'i geçip, Batı Trakya bölgesindeki Türk­ lere görülmedik zulümler ve soygunlar düzenleyen Bulgar haydut çete­ lerini dağıttı (7) Doğu Trakya'nın tamamı vatan topraklarına katıldığı halde, Batı Trakya Bulgarların e'.inde kalmış, böylece bir Batı Trakya meselesi gündeme gelmiş oldu. •

Her ne kadar Batı Trakya vatan topraklarına katılamadıysa da bu­ radaki Bulgar çetelerinin faaliyetlerine son vermek ve Türk'leri korumak için, Edirne'yi kurtarmış olan Hurşit Paşa kolordosu akıncılarından ku­ rulu bir gerilla grubu, Kolordu Kurmay Başkanı Enver Bey'in ( Paşa) em� (5) Ahmet Aydınlı, Batı Trakya Faciası:ıın lçyüzü, İstanbul 1 971 , s. 151·152. (6 l Aynı yerde. (7) A. Aydınlı, Batı Trakya'da Bayrağıyla Ordusuyla bir Türk Devleti, Batı Trakya dergisi, S. 5, Ağuı;tos 1983, s. 22.

(3)

131


SAYI 311

TÜRK

K Ü L T ÜRÜ

YIL XXVII

riyle, "Umum Çeteler Kumandanı" unvanı verilen Eşref Kuşçubaşı'nın komutasında, 15 Ağustos 1913'te Batı Trakya'ya girdi. Türk çeteleri, ken­ dilerinden sayıca çok üstün olan çapulcu Bulgar çetelerini kısa zamanda yenip ortadan kaldırdı. Batı Trakya'yı işgal için gelen Bulgar süvari alayı da mağlup edildikten sonra, 22-23 Eylül günlerinde geçen şiddetli çarpışmalar sonucu Bulgarlar, Yunanlıların işgalindeki bölgelere sığındılar. 3 Ağustos 1913 tarihinde Bulgarlardan alınan Batı Trakya'nın merkezi Gümülcine'de "Garbi 'Trakya Muvakkat Hükümeti" kuruldu. Bu Ge­ çici Hükümetin Başkanı, Gümülcine Belediye Başkanı Hoca Salih Efendi idi. Hükümetin yanında bir de icra Heyeti teşkil edilmiş ve bu Heyetin başına aynı zamanda Kurmay Başkanlığı görevini de üstlenmiş olan Kur­ may Bnb. Süleyman Askeri Bey getirilmiştir. Eşref Kuşçubaşı Umum Çe­ teler Kumandanı, Hacı Sami Efendi Umumi Müfettiş, Hüsrev Sami Bey onun yardımcısı, Reşit Bey de Süleyman Askeri Bey'in yardımcısıydı. Hükümetin batı sınırı Karasu Irmağı olarak belirlenmiş, Koşukavak, Da­ rıdere, Mestanlı, Kırcaali, Gümülcine, tskeçe, Eğridere, Sofulu ve Ferecik kazaları sınırlara dahil edilmişti. 20 Eylül 1913 günü, Osmanlı Devleti ile Bulgarların anlaşmasından çekinen Yunanistan, Dedeağaç şehir ve lima­ nını Batı Trakya Hükümetine terkederek bu Hükümeti tanıdığını bildirdi. Ancak, Osmanlı Devleti, bu durumun Bulgarlarla yapılacak barış görüş­ melerine ters tepki yapacağı ve Edirne'nin geri isteneceği korkusu ile, Batı Trakya Hükümetinde görev alan subayları resmen geri çağırdı. Bu durumda Batı Trakya Muvakkat Hükümeti istiklalini ilan etti (25 Eylül 1913). Batı Trakya Müstakil Hükümetinin kurulduğu her tarafta ilan edilerek kutlamalar yapıldı. Ay-yıldızlı yeşil-beyaz-siyah renkli Batı Trak­ ya Türk Cumhuriyeti bayrağı her tarafa asıldı. Süleyman Askeri Bey, Batı Trakya Cumhuriyeti Umum Kuvay-ı Milliye Kumandanı ve Kuşçu­ başı Eşref Bey de yardımcısı olarak bu Cumhuriyetin savunma işlerini Üzerlerine almışlardı.

Ne yazık ki, Avrupa devletleri nezdinde durumu şikayet eden Bul­ garistan'a, Osmanlı Hükümeti ''Batı Trakya üzerinde ısrar edilmeyeceği" konusunda teminat vermiş, bunun üzerine de İstanbul'da barış görüşme­ leri başlatılmıştı. Görüşmelerin başladığı sırada Osmanlı Devleti, Edirne'de tam techizatlı bir kolordu ve Batı Trakya'da da 4200 kişilik bir askeri gücü bulunduğundan avantajlı durumda idi. Bulgarlarsa, 2. Balkan Har­ binde Sırp, Yunan ve Romenler tarafından yıpratılmış, Batı Trakya'da da Türk çetelerine mağlup olarak kovulmuştu. Bütün bunlara rağmen, Batı Trakya konusunda ısrarlı olan Enver Paşa'nın ameliyatlı hasta ol­ duğu bir sırada ittihatçı Hükümet, 29 Eylül 1913 tarihinde imzaladığı 132

(4)


SAYI 311

A.

CEBECİ

YIL XXVII

Barış Antlaşması ile Batı Trakya'yı hiç israrsız Bulgarlara terketmiş oldu (8 ) . Batı Trakya Türk Cumhuriyetini kurmuş olan subay ve askerler Osmanlı Devletince resmen geri çağrılarak, Ekim ayında, Batı Trakya Bulgaristan'a terk edildi. Her ne kadar Bulgaristan, Batı Trakya Türkle­ l'İne geniş hak ve imtiyazlar tanımayı vaad etmişse de hiç birini yerine getirmemiştir. Birinci Dünya Savaşının getirdiği mağlubiyet neticesinde Batı Trak­ ya Bulgarların elinden çıktı, Fransız işgal kuvveti, 17 Ekim 1919'dan 23 Mayıs 1920'ye kadar Batı Trakya'yı Peştereli Tevfik Bey'in başkan­ lığında bir Otonom İdare teşkil ettirerek yönetti. Ancak Yunanistan'ın İtilaf Devletleri nezdinde yaptığı teşebbüsleri neticesinde Mayıs'ın 23'ün­ de (1920) yapılan referandum, Yunanistan'ın lehine sonuçlandı. Bu refe­ randumu kazanmak üzere 75.000 Osmanlı altını sarfeden Yunanistan , Batı Trakya Türklerinin seçtiği delegeleri lehine çevirmek suretiyle, bu bölgeyi topraklarına katmış oldu(9). 25 Mayıs rn20 tarihinde Gümülcine'nin Hemetli nahiyesinde Yunan işgaline karşı "Batı Trakya Milli Hükümeti" adıyla son Batı Trakya Hü­ kümeti kurulmuş olup, bu Hükümette aşağıdaki kişiler yer almıştır : Peştereli Tevfik Bey (Hükümet Reisi), Bekir Sıdkı Bey (Hükümet Reis Muavini ve Adalet Bakanı ) , Mahmud Nedim Bey ( Hariciye Nazırı), Ha­ san Tahsin Bey (Argun) (Dahiliye Nazırı) , Sabri ( Tüten) Bey ( Maliye Nazırı) , Av. Mustafa Doğrul Bey (Evkaf Nazırı) , P. Yzb. Fuad Balkan ( Gen. Kur. Bşk. ) . ileride Bulgaristan'ın da yardımım sağlamak üzere Batı Trakya Bulgarlarından Dr. Doçkof ile Vangel Yorgief'e ikinci dereceli bakanlıklardan birer bakanlık verilmiştir ( 10). 25 Mayıs 1920'den 24 Temmuz 1923'e yani Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasına kadar Batı Trakya'daki Milli Mücadeleyi yöneten bu Hükümet, 30 kadar subay ve 600 er ile Yunan işgal kuvvetlerini buraya sokmamayı başarmışken, Türkiye'nin Lozan'daki Barış Heyeti, Batı Trakya meselesini gereği gibi gündeme getirip savunamad,ığından, Batı Trakya Türklüğü .bu kadar uzun mücadelelerden sonra, nüfusunun % 85'i Tüırk olmasına rağmen Yunanistan'a bırakılmış oldu ve "Garbi Trakya Milli Hükümeti" de lağ­ \·edilerek, bu Hükümette yer alan Türk subayları Türkiye'ye döndüler(n). i8) A. Aydınlı, B. Trakya Faciasının İçyüzü, s. 205·207. ı

9 l A. Aydınlı, Yeni Batı Trakya Dergisi, S. 5, s. 24.

10 l A.g.m., s. 25. ı

ı

11 l Daha geniş bilgi için bk: T. Bıyıklıoğlu, Trakya'da Milli Mücadele, TTK, Ankara 1962.

(5)

133


SAYI 311

T ÜR K

YIL XXVII

K Ü L T ÜR Ü --------------- -

- --

1913 yılında kurulan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti'nin Gen el Kur­ may Başkanlığını yapmış olan P. Kur. Bnb. Süleyman Askeri Bey, bu Cumhuriyetin Milli Marşı'nı da yazmı şt ır. Bir dörtlüğünü sunalım :

Ey Garbi Trakya'lı asil Türk çocuğ u ne mutlu sana Sen hayat verdin kanınla milli kurtuluş savaşına Selam duruyor milletler senin şu milli bayrağına Bastığın şu yerler senin ş anl ı şehidlerinle dolu Düşmanlar taciz edemez kahramanlarının ruhunu . Osmanlı Hükümetleri ile Lozan Heyetimizin beceriksizliği yüzünd en Batı Trakya ile ilgili bütün fırsatlar kaçırılmıştır. Lozan Baınş Antlaş­ masında yer alan hükümlerin hiçbiri Yunan hükümetlerince yerine geti­ rilmediğinden, Batı Trakya Türkleri çok güç şartlaır altında varlığını sürdürmektedir. Ancak Lozan Antlaşmasına göre Batı Trakya'da mevcut görünen 320.000 nüfuslu Türk ahalisinin sayısı bugün 120.000'e inmiş, %85'i Türklerin elinde bulunan toprakların da yarısı Yunanlıların eline geçmiş durumdadır. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri Lozan Antlaş­ masının verdiği yetki ve mükellefiyetleri gereği gibi yerine getirip bir baskı sağlayamadığından, Batı Trakya Türklüğünün durumu günden gü­ ne kötüye gitmiş ve gitmektedir. Batı Trakya Türkünün milli varlık ve kurtuluş mücadelesi, siyasi ve kültürel yollardan , gerek Batı Trakya'da , gerekse Türkiye'deki Batı Trakya dernekleri ve basını ile çeşitli ülke­ lerde bulunan Batı Trakyalı mücahitler tarafından sürdürülmektedir ( 12). Yugoslavya'tlaki Türklerin durumuna ve buradaki Türklerin milli var iığını koruma mücadelesine de kısaca göz atalım. Sırbistan, 1877 1878 Türk-Rus Savaşından sonra bağımsızlığını kazanmıştır. Bugünkü Yugo s­ lavya Türklerinin çoğunluğunun yaşamakta olduğu Makedonya toprak­ ları ise 1912 Balkan Savaşı ile Sırbistan'ın eline geçmiş, Birinci Dünya Savaşından sonra Güney Slavlarının birleşmesiyle kurulan Yugoslavya Devleti , 6.1.1929 tarihinde bu adı almıştır. ­

-

Selanikte çıkan "Asır" gazetesinin 2 Ocak 1905 tarihli sayısında ve­ rilen resmi Türk istatistiğine göre, Bulgarların, yani Makedonların sa­ yısı 1.200.000 olarak. Türklerin de 1.500.000 olarak gösterilmiş. Prof. Yordan tvanov adlı Bulgar yazarının "Makedonya Meselesi, Paris 1912" adlı kitabında ise, Makedonlar 1.100.000, Yunanlılar 267.000, Ulaklar 79.000, Arnavutlar 194.000, Türkler de 548.000 olarak gösterilmiştir. Bu ( 12) B. Trakya'da Bugünkü Durum, Y. Batı Trakya dergisi, Sayı 20.

134

(6)


SAYI 311

A.

CEBECİ

YIL XXVll

da Balkan Harbinden sonra Makedonya topraklarında 500 bin civarında Türk kaldığını göstermektedir. Ancak, burada da baskı ve zulümler neti­ cesinde, huzuru kaçan Türklerin biıçoğu Türkiye 'ye göç etmek zorunda kaldığından, Türklerin sayısı günden güne azalmıştır. Her ne kadar Yu­ goslavya'da kalan Türkler, her gelen yeni idare ye ümitle bakmışlars a da ne 33 yıllık kıralhk idaresi ne 4 yıllık interre gnum zamanındaki Alman, İtalyan ve Bulgar rejimleri, ne de Tito'nun getirdiği komünist rejim, Türkler için hayırlı olabilmiştir ( 13 ) . İkinci Dünya Savaşı yıllarında Yugos­ l avya'daki Türkleri bir taraftan işgalci Bulgar askeri zu lümleriyle ezer­ ken, bir yandan da Draje Mihayloviç'in ırkçı çetnikleri ezmişler, bilhassa Müslüman Boşnaklardan yüzbinlerce insan öldürmüşlerdir. Kızıl Ordu birliklerinin 1944 güzünde Yugoslavya topraklarına girmesiyle, Tito'nun gerilla kuvvetleri duruma hakim olmuş ve komünist rejim yerleşmiş tir. Ş erafetti n Yücelden'in belirttiğine göre, 1944'te iktidara gelen komünist rejimin hedefi, Türkleri ananelerinden koparmak, dinlerini ortadan kal­ dırmak, bunun yerine komünistliği yerleş tirip onları sl avlaştırm ak , böy­ lece Türk iye ' den ve Türk aleminden koparmaktı (14). Komünizmin bu niyetlerini sezen Türkler, daha rejimin ilk yılında teşkilatlanarak 18 maddelik bir tüzük de hazırladılar. Bu teşkilata "Yü­ cel" adı verildı. Yönetim kurulu ve üyeleri milli bir antla işe baş ladılar. Teşkilatın amacı, Türklerin milli şuurunu ayakt a tutmak, milli kültürü ve eğitimi güçlendirmekti. Yeni Alfabe k i taplarını bastıran ve okuma-yaz­ ma kurslarını düzenleyen Yücel kadrosu, Anavatandaki milli eğitimle de paralellik kurmuş, Yeni alfabe ile Ü sk üp ' te "Birlik" adında Türkçe bir gazete neşrine de başlamıştı. Ancak, cu teşkil at 1947 Ağustosunda Yu­ goslav ajanlarınca ort a ya çıkarılmış ve 17 kişiden ibaret olan birinci gruptan '4 'ü Ocak 1948, ' de idama, 5'i 20'şer yıla, diğerleri de 5 - 15 yıl arasında ç e şitli cezalara çarptırılmışla rdı. Daha sonra 30 kadar te şki­ lata mensup öğretmene 7'şer yıl hapis verildi, lOO'den fazla kiş i de çalışma kamplarına gönderildiler. Bu teşkilat bahane edilerek basında ve radyoda a yl a rca Türkiye aleyhine propaganda yapıldığı halde, Türkiye'den hiçb ir ses gelmemiştir. Bugün artık Yugoslavya'daki Türk aydınları milli var­ lıklarını, reji min siyaseti paralelinde gö r ünerek . milli kültürü yaş atm akla :ıürdürmeye çalışmaktadırlar ( 15 )

03) �. Yücelden, Yugoslavya Türkleri, Türk Dünyası El Kitabı, TKAE, Ankaar 1976, s.

1 086· 1 098.

04) Ş. Yücelden, T. D. El Kitabı, s. 1 093 -1 094. ( 1 5) Mehmet Rasim, Yugoslavya Türkleri, Ocak dergisi S. 6, Şubat 1 973, s. 55·68.

(7)

135


SAYI 311

T ÜR K

K Ü L T ÜRÜ

YIL xxvn

Bulgaristan'daki Türklerin milliyetçilik mücadelelerine gelince, daha yukarda Batı Trakya Türkleri hakkında bilgi verilirken, 93 Harbi ön­ cesine dair kısa malümat sunulmuştu. Osmanlı idaresinin son yıllarında başlıyan bu milli varlığına ve atalardan kalan topraklara sahip çıkma mü­ cadelesi, ne yazık ki 1877 - 1878 Türk-Rus Harbinin felaketle neticelen­ mesinden dolayı, esarete dönüşmüştür. Harp esnasında 500.000 dolayında Türk, panslavist Rus ve Bulgar katilleri tarafından imha edilmiş, 1 mil­ yon civ:-ırında Türk de yerinden olmuştur. Her ne kadar, bir kısım Türk­ ler, savaşın sona ermesinden sonra eski topraklarına gelip yerleşmişse de eski çoğunluğu saylayamamışlardır. 1878'de Bulgaristan Prensliğinin kurulmasından sonra başlatılan Türkleri göçe zorlama baskıları d�, tüyük ölçüde Bulgarların istediği ne­ ticeyi vermiş, bir çok Türk Anavatan'a göç etmiştir. 1885'teki Şarki Ru­ meli'nin ilhakı ve Balkan Harbinde Kırcaali, Nevrokop ve Petriç bölge­ lerinin Bulgaristan tarafından işgali ile Bulgar toprakları genişlediği gibi, 1913'te patlak veren ikinci Balkan Savaşı neticesinde Romanya'nın Gü­ ney Dobruca'yı işgali ile 1913-1940 yılları arasında Silistre ve Hacıoğlu Pazarcığı sancakları Romanya idaresinde kalmıştır.

Bugünkü Bulgaristan'dan biraz küçük olan 1887 yılı Bulgaristanı'nda yapılan sayımla ilgili resmi Bulgar istatistikleri, Türklerin sayısını 603.000 olarak göstermektedir. 1900 yılında bu sayı 540.000 olarak gösterilmiş­ tir. Bu azalma göçlerin çokluğunu göstermektedir(16) . 1910'da bu sayı 504.000 olarak görülmektedir. Azalma devam etmiştir. 1926 sayımına göre verilen 577.000 rakamı, nüfus (doğum ) artışından çok, Kırcaali, Nev­ rokop, Petriç gibi Balkan Harbinde Bulgaristan'a katılan topraklardaki Türklerin çokluğundan ileri gelmelidir. Bulgar istatistikleri 1934'te de Türk nüfusunu 618.000 olarak göstermektedir ki bu devirde Türklerin sayısı 1 milyon civarında olduğu bilindiğinden, Bulgar hükümetlerinin gerçek sayının ancak yarısını gösterme gayretinde olduğu anlaşılmakta­ dır. Aynı durum Komünist Bulgaristan için de söz konusu olup, yarısını gizleme uygulaması bu rejim devrinde de devam etmiştir ( 17) . Bilal Şim­ şir'in bu hatalı Bulgar istatistiklerinden hareketle %2 artış hesabına da­ yanarak 1970 yılında Türk sayısının 850.00 civarında olduğunu belirtti­ ğini görüyoruz (18). Halbuki, Bulgaristan'da 1950 yıllarında Türklerin 1.5 milyon civarında, l970'li yıllarda da 2.200.000 olduğunu Bulgar hükümet ( 16 ) B. Şimşir, T.D. El Kitabı, s. 1071. ( 1 7 ) A. Cebeci, Türk Kültürü, S. 68. ( 1 8) B. Şimşir, aynı yPrde.

136

(8)


SAYI 311

A.

CEBECİ

YIL XXVII

mensuplarının sözlü beyanlarından biliyoruz. Bu rakam bugün en az 2.5 milyon, 1 milyon civarmdaki Pomak Türkleri ile 3.5 milyon olması gerekir. Bulgaristan Türklerinin milli mücadelesi, 93 Harbinden önce olduğu gibi, bu Harpten sonra Bulgaristan kurulunca da devam etmiştir. Rodop­ larda yeni Bulgar idaresine tabi olmak istememekten dolayı yaratılan çete harekatı, Koca Balkan ve Deliorman bölgelerinde de görülmektedir. Balkan Harbi esnasında Bulgarların yeni işgal ettikleri Türk bölgelerinde gösterdikleri vahşet, Bulgaristan içlerinde, bilhassa Deliorman bölgesin­ de, yeni yerleştirilen ve ırkçı duygularla tahrik edilen Bulgar göçmenleri tarafından aynı şiddet ve barbarlıkla uygulanmıştır. 1913'te İstanbul'da kurulan "Rumeli Muhacirin-i İslamiye Cemiyeti'nin yayınladığı ''Bulgar Vahşeti'' aldı broşür ile aynı yıllarda yayınlanan Ahmed Cevad adlı ya­ zarın "Kırmızı ve Siyah" adlı eseri, bu vahşetin örnekleri ile doludur. İkinci Balkan savaşı esnasında Kırcaali bölgesi halkı 25.000 kişilik bir gönüllü ordusu kurarak, Bulgar idaredni buradan atmışsa da, ittihat ve Terakki Hükiimeti Batı Trakya ile birlikte bu kurtarılmış ve nüfusu ta­ mamen Türk olan toprakları Edirne ile birlikte ilhak edeceği yerde, Bul­ garlara teslim etmiş. yalnız, Bulgaristan'daki Türklerin okulları ve eğitimi, dini kuruluş ve vakıfları konusunu ele alan bir ikili anlaşma imzalamakla yetinmiştir ( 19) •

Türkiye'dc Cumhuriyet'in ilanı ile Bulgaristan Türklerinde de yeni bir milli uyanış görülmektedir. Gerek Atatürk'ün Balkanlarla ilgili faal

ve etkili siyaseti gerek Türkiye'deki yenilik hareketleri, Bulgaristan Türk­ leri tarafından, Türk okullarında ve Türk halkı arasında heyecanla. ta­ kip ediliyordu. 1924 yılında Vidin'de milliyetçi öğretmen Halim özdemir tarafından kurulan ''Turan Spor ve Gençlik kulübü" , kısa zamanda bütün Türk böl­ gelerine yayılarak 1926 yılında Varna'da yapılan III. Türk Gençlik ve Spor Cemiyetleri birliği kongresinde Vidin delegasyonunun teklifi ile "TU­ ran Gençlik ve Spor Cemiyetleri Birlif.i" adını aldı. Birlik kongrelerinin ilki Rusçuk'ta 1924'te, 2. Kongre 1923'te Pilevne'de, üçüncüsü 1926'da Varna'da, dördüncüsü 1927'de Vraca'da, beşincisi 1928'de tslimye'de, al­ tıncısı 1929'da Kızanlık'ta, yedincisi l9JO'da Filibe'de, sekizincisi 193l'de Eskicuma'da, dokuzuncusu 1'932'de Eskizağra'da ve onuncusu da 1933 yı­ lında Rusçuk'ta yapılmıştır. 1934 yılında Mayıs ayında yapılan askeri ( 1 9 ) B. Şimşir, 1913 Tarihli Türk-Bulgar Kül. Anlaşması, T. Kültürü dergisi, S. 2 64, Mart 1 986.

(9)

137


SAYI 311

TÜH.K

KÜL TÜRÜ

YIL }ı..XVll

darbe sonucu Turan Cemiyeti yasaklanmış, bu Cemiyetin faal yönetkileri �ıkı bir takibata uğrayarak, bir kısmı işkence ile öldürülmüş, bir kısmı da A n a v at an 'a s ığ ınarak hayat ları nı lmrtarmışlardır(2°) . U zun yıllar Tu ­ ran Cem iyetl eri birliğinin genel başkanlığını yapmış olan Varnalı Ömer Kaşif Na!bantoğlu da Türkiye'ye sığınanlar arasındadır. 108 kadar köy ve kasatada şubeleri olan bu cemiyet, Bulgaristan'daki Türk gençleri arasında geniş l::ir kültür ve spor faaliyetinin y anı sır a , milli şuuru ve mil­ liye tçilik fikirlerini yaygınlaştırmış, bir çok kütüphane ve kıraathanelerin açılmasına ve bunlara bol miktarda Tü!'k i y e ' den milli k ültürü destekleyen kit ap lar getirtilmesine vesile olmuştur. özel üni for m al arı ile törenlere ka­ t ı l an Turancı gençlerin heyecanı Bul·:-;arlar nezdinde de korku yarata­ rak askeri darbe y apı l mas ına başlıca sebep addolunmuştur (21) . 1944'te Kızıl Ordunun Bulgaristan'a girmesi ile kurulan komünist re­ jimin Türkleri komünistleştirip dinbrinden ve Türklüklerinden uzak laştırarak Bulgarlaştırma gayreti ve niyeti çabuk sezilmiş, 1945 yılında Ş um nu 'd c.. k i N üvvap Okulu öğrencilerinden Enbiya Çavuş'un kurduğu g iz li direniş t eşkilatı, 1947'de Bulgar polisince ortaya çıkarılarak, yön eti ­ cilerinin idamı, üyelerinin de 10-20 y ı l arasında çeşitli cezalara çarptırıl­ ması ile neticelenmiştir. Bulgaristan'daki Türklerin mücadelesi bundan sonra da gerek kültür mücadelesi gerekse siyasi yollarla devam ettiril­ miştir.

(20 ) O. Keskioğlu, Bulgaristan'da Türkler, Ank. 1985, s. 113-124. (21 ) A. Cebeci, Bulgaristan'da Türk Dili, T. Kültürü, S. 59, s. 847.

138

(10)


GÜNEYDOGU ANADOLU PROJESİNİN SOSYO·KÜLTÜREL YÖNÜ

Prof. Dr. Orhan TÜRKDOGAN

Kalkınmanın Felsefesi : Nasıl dünyamıza ci'.ı.Iılık kazandıran, onu aydınlatan güneş ise; toplumumuzu, kal· kınmamızı gerçeklc�tiren de in s a n d ı r . İnsan toplumumuzun güneşidir. Bu yüzden GAP kalkınma projesi öncelıkle insan unsuruna dayanmalıdır. Burada ileri süreceğimiz gö· rüş ve teklifler, daha ziyade, teorik mahiyette fakat, Doğuda hizmet gördüğümüz otuz yılı aşkın zaman süresinde kazandığımız tecrübelerimizin ışığı altında yürütülecektir .. "Olanı değil", "olması lazım geleni" incelemek durumunda kaldığımız bu araştırmada, ileri süreceğimiz teklif ve projeler, bir ölçüde Doğu ve Güney Doğu bölgesinin bu güne kadar sürüp gelen meselelerinin envanteri üzerinde oturtulmuştur.. Buna ilave olarak ayni hinterland üzerinde daha önce uygulama alanına girmiş bulunan Keban Barajı tecrübesi ve getirdiği probiemler de bir karşıla�tırma unsuru olarak kullanılmıştır. "

"

GÜNEYDOGU ANADOLU PR OJ ES İNİN ÖNEMİ : Proje, Doğu Torosların güne· yinde kalan Ad ıyam an Diyarbakır, Gaziantep, Mardin, Şanlıurfa illerimiz toprakla· rında yer alan, sulam� ve enerj i elde etmeye yönelik bir dizi projenin bütününe ve· rilen addır. Verilen bilgilere göre, proj enin kapsadığı alan, Türkiye bütününün 'lr l O' unu ve n ü fusunu n da '/( 9'unu t e ş kil etmektedir.. Tabii kaynak olarak, yörede ülke petro· !ünün tamamı, hidro!il: enerji kaynaklarının, yer altı sularının ve sulanabilir toprak· !arın �;, 25'i bulunmaktadır (1). Ayni şekilde Türkiye buğday üretiminin Cfc l O'u, mer· cimek üretiminin %74'ü bu bölgeden sağlanmaktadır. Bu husus diğer tarım ürünleri için de geçerlidir .. .

GAP'ın toplam proje a l anı 74.000 kilometre karedir .. Toplam proje sayısı ise 7'si Fırat, 6'sı Dicle Havzasında olmak üzere 13 projedir. Proje kapsamın a giren altı ilin nüfusu, 0985 il nüfusu gözönüne alındığı takdirde) 4.303.567'dir, köy nüfusu ise 2. 1 55. 1 1 9 kadardır .. Bölgedeki köy sayısı 4 1 IO, tarımla uğraşan nüfus oranı %70'dir. Bu rakam Türkiye ortalamasının </, 20 fazlasıdır. GAP, başladığı tarihten itibaren (30 ) yıl içinde yqni 2006'da tamamlanacaktır.. Bi.iyU:> Harran Ovasını sulayacak olan Şan· Iıurfa tüneli 7 . 62 m. çapında ve 26.4 km. uzunl uğunda olacaktır .. Ü retilecek enerji 22 milyar kilovat / saat, toplam sulama alanı 1.800.000 hektar kadar tahmin edilmektedir. Proje yatırım masrafı ( 1986 fiyatı esas alındığmda) 7 tirilyon T L. kadardır. Proje bi· ri minden Atatürk Barajı ise 1990 yılında hizmete girecektir ..

( 1 ) Ali Balaban, G A P. Entegre Sistemi, Planlama ve Uygulama Sorunları, Ank . Üni· .

.

ver. Ziraat Fakültesi yayınları, 1986.

(11)

139


SAYI 311

T Ü RK

YIL xxvn

K ÜL T Ü R Ü

PROJE ÖNCESİ ÇALIŞMALAR : Güneydoğu Anadolu Projesi, yakın geçmişte en· teg re bir bölge planlar:ta anlayı�ı içerisinde ele alınmak ü zere Başbakanlık, Devlet Planlama TPşkilatı, müsteşarlık ara�tırma grubu koordinasyonuna verilmiştir.. Bu su· retle araştııma grubu bünyesinde GAP ile ilgili bir ç e kirdek uzmanlar grubu oluştu· rulmuş bulunuyor, demektir.. Bunun yanmra Ankara ve Şanlıurfa'da Proje Yönetim Birimleri'nin de kurulmasın a başlanmıştır.. Her iki lmruluşun amacı, bölgenin kalkın· ma s ını daha etkin bir biçimde ele almnktır.. Çünkü, birçok kuruluşlar GAP çerçeve· sinde çalışmalarda bulunmuşlardır ve çal ı�malarını halen sürdürenler de vardır. Müs· teşarlık Ara ştırma Gr bu, bu farklı kurultı:-)lar tarafından yürütülmekte olan projele· rin ente gra ı, yonunu yüriitecektir .. Başka bir deyişle, söz konusu projeleri n birbirleriyle olan etkileşimlerini ölçmek ve bölge kalk 1 '.1 masını gerçek bir anlamda bölge halkına sunabilmek için projeler arasında s e nkro ni zasy onu gerçekle şti rmekti r(2 ) . Projenin: a) bölge s el perspektif, b) kırsal gelişme, c) kentsel gelişme ve ç) takip, kontrol ve değerlendirme olmak üzere dört temel çizgide hizmet göreceği karara bağlanmaktadır. ..

1 987'de Güneydoğu Anadolu Projesini ele alan DPT, ayni zamanda Şanlıurfa'da da bir Proje Yönetim Birim Merkezi Bürosu kurmayı kararlaştırmıştır. Böyle ce, sadece merkezde kalmayıp bölgeye de uzanab ile c ek bir felsefeyi benimseme eğilimi de or· taya çıkmış bulunmaktadır. Bu da merkezi planlama ideolojisinde ilk karşılaştığımız bir yapı özelliğidir. Bu büronun görevi, disiplinler arası ( inte rdisipl in e r ) bir yapı içe· risinde bölgenin eğitim meseleleriyle, sağlık meseleleriyle, ziraat ve şehi r belediye prob· lemleriyle aktif olarak uğraşmaktır. Ancak, DPT'nin GAP'a bakış açısı, "önce-sonra" değerlendi rmesi bakımıııdan hatalıdır. DPT, projeyi "genelde sulama ve enerji pro· jeleri olarak görmektP:iir. Sulama ve enerji hizmetleri gerçekleştirildiği zaman orta· ya ç.ıkacak etkileri böleenin sosyoekonomik yapısını temelde etkileyecektir" (3 ) . DPT, biz plancılar diyor "ilke itibariyle, ekono nik faaliyetlerin getireceği faydalan m ak· simize etmek isterken, istenmeyen ve arz-ı edilmeyen gel iş meler için de gerekli ön· lemleri almak ve uygulamakla yükümlüyü::: " .. -

Kalkınmanın felsefesi bölümünde de i � ;ı.ret ettiğimiz gibi, bir kalkınma ve ge l işme projesinde "öncelik-sonralık" tartışması yapılırken "insan" faktörü hepsinin üstünde düşünülme l idir. Nitekim, 1. Urfa-Harran Sempozyumunda GAP projesini yorumlayan Urfa Valisi Alpaslan Karacan yapmış olduğu açış konuşmasında şöyle diyordu : "Bütün tartışacağımız, t avsiye edeceğimiz tüm tedbirler insan bazına otu· racaktır, takdir edeceğiniz gibi. Bu temel unsur tam olarak ele alınıp, tam olarak tanınmadan ne yapılma s ı gerektiği buna g öre değerlendirilmeden or· taya çık ac ak ted b i rler hatalı ve yanlı >: sonuçlara götürebilir. Sadece GAP projesi gerçekleştiği zaman gelirimiz şu kadar artacaktır, bu kadar arta· caktır diye tek yönlü bir hesap yaparsak, bu bizi oldukça yanlış sonuç· !ara götürdJilir... Beklenen dıı:ında pek çok şeyimizi silip süpürüp götü· rebilir. Bu to p lumun içinde bulunan, iki seneden beri hasbelkader bura· da göre v yapan bir insan olarak, bunu hissediyorum".

(2) Taylan Dericioğlu, GAP Bölge Planlama Çalışmaları, GAP ı. Urfa-Harran Kalkın·

ma Sempozyumu ss. 15·21, Ankara 1 988. (3) Taylan

140

Dericioğlu, a.g.e., s. 645.

(12)


SAYI 311

O. TÜRKDOGAN

YIL XXVII

GAP'ın milli bir '"elsefeye dayanarak ele alınması gerekir. Bölgenin Jeopolitiği, stratejik yapısı bunu gerektirmektedir. TRT'nin yörede su altında kalan köylerde yü· rüttüğü arşiv çalışmaları da dahil bütün projeler milli sanayici niteliğindeki kuruluş· !ara devredilmelidir. Bölgeye, mümkün mertebe yabancı iş kolları yatırım yapma hak· kını elde edebilecek bir çizgiye getirilmemelidir. Çünkü, bölge tümüyle Türkiye'nin en hassas bölgesidir ve teprakları gerilla savaşı altındadır. Hatta, hükOmetlere tavsiye ve öneri niteliğinde olmak üzere, eğer AET'ye girilme kararı azmettirici bir tarzda ve· rilmişse, bu kuruluşa girmeden önce bu milli dava büyük ölçüde çözüme bağlanma· lıdır. Zira, "AET'nin mevzuatına göre, üyelerinin geri kalmış yöreleri kalkındırmala· rı görevleri arasındadır. Yani, merkezden, Brüksel'den üye ülkelerin neresi geri kal· mışsa, ortak bir politikayla, ortak bir fondan desteklenerek tüm geri kalmış bölgele· rin kalkınması sağlanır. Oraya uzman götürülür, yatırımlar planlanır. Yani, bugün yap· tığımız çalışmalar için, yarın Avrupa topluluğuna girdiğimiz zaman, Ankara'dan deAil, belki de Brüksel'den uzmanlar gelecektir buraya" .. Bu milli davayı, geçmiş gündeminde bir "Şark Meselesi" olarak ele alan Batı, bu�ün de bu tarihi "Şark Meselesi"ni kurcala· maktan kendini saf dı�ı edemez ... Bu görüşlerin, hatta proje değil, ön proje diyebileceğimiz düşüncelerin kısa bir özetlemesini yaptıktan sonra, sosyo·kültürel unsurların neler olabileceğine dikkati çek· mek istiyorum. Bunlardan ilk akla gelen Bölge kalkınma modeli biçimleri ve bunların yorumlanmasıdır .. BÖLGE KALKINMA MODELİ : Ülkemizde, bölge kalkınma plan ve projeleri yü· rütülürken model tercihi, tarihi gelişim çizgisi ve sosyal yapının özelliklerini yansıta· cak tarzda oluşturulmalıdır. Hiçbir zaman dışardan model aktarılmasına gidilmeme· lidir. Batı tecrübesi veya doğu tecrübesi araştırılmalı, ancak bunların bütün özelliğiy· le ülkemize aynen uygulanmasına gidilmemelidir. Bu bakımdan tercih edilen modelin milli olmasına gayret gösterilmelidir. Zira, Batıya ait modeller kendi kül tür ve değer· !er sisteminin, kendi toplum ve tarihi geliı;; i mlerinin özelliklerini taşır. Bir örnek ola· rak, yakın zamanlara kadar ülkemizde kalkınma modelleri gündeme g eldiğinde dikka· timizi en çok çeken husus, modernleşmenin; manevi değerlerin, inanç ve dini sistem· !erinin kısaca muhafazakar eğilimlerin zıddı olarak düşünülmesi, bu yüzden de kül· tür özelliklerimizin modernleşme zihniyeti altında geri plana itilmiş olmasıdır...

Türk köyleri ve bölgelerarası modernleşme projelerinin sürekli bir biçimde mu· hafazakarlık·modernleşme kavram çifti, anti·etikal değerler olarak işlenmiştir. Türk aile sisteminde modernleşmenin ölçüsü, "ailenin ferdileşmesi" biçiminde düşünülmüş· tür. Bugün ise, Batı sosyolojisinde, özellikle ailede aşırı ferdileşme süreci birçok ano· mik davranışların kaynağı olarak görülmektedir. Yeniden ailenin kurulmasına, yakın akrabaların birlikte hayat sürmelerine ait tutum ve davranışların sosyologlar arasında gündelik bir önem kazandığını görmekteyiz. Kısacası, Güney Doğu Anadolu Proje�i gündeme gelirken, tercih edilecek olan kalkınma modeli, milli kimliğimizi yansıtacak tarzda kendi kültür mirasımızın bir ürü· nü olarak yeniden düzenlenmelidir. Burada "olanı değil", "olması lazım geleni" in· celediğimiz hususu göz önüne alınırken, Keban tecrübesinden yararlanmak suretiyle bir takım görüşler de ileri süreceğiz. Günümüzde, birçok ülkelerde çeşitli kültürlerin uygulandığı kalkınma modelleri vardır ... Uzman kadroların yetişmesinde Hollanda Kraliyet Enstitüsü modeli; Rockefel·

(13)

1:41


SAYI 311

-

T Ü R K

K Ü L T Ü RÜ

YIL XXVII

-----� �-----------------------

ler'in Seylan ve Ekvator'da sağlık kampanyasına dayalı kalması modeli; Pakistan ve Hindistan Kalkınma Modelleri; Amerika Birleşik Devletlerinin Orta Doğu'da zirai kalkınma tekniği, sun'i gübre ve yeni ürün çeşitleriyle zirai makinalaşma çabalarını kapsayan Four Point Programı; keza, Birleşik Devletlerde Tanın Bakanlığına ba4tlı güneyin sulama ve elektrifikasyonunu ele alan Tenneessee Valley Authority (T.V.A) projesi; yine Birleşik Devletlerde kütüphaneciliği yaymak ve sosyal sınıfları okutma seferberlığine dayalı DP.troit Metropolitan Authority; Kahire'de Amerikan Sosyal Araş· tırma Merkezinin yönetimi altında Ford Vakfından alınan maddi destekle yürütülen Mısır-Nubia Etnolojik Araştırma Projesi; Güney İtalya Cassa per Messajurne kalkın· ma projesi; toplumun -dini değerleri de dahil- büyük değişmeleri hedef alan Ka· riba Baraj Araştırma Projesi ve nihayet Sovyetlerin gerçekleştirdiği Özbekistan'daki Aççöl Projesi bu tür örnekler arasında zikredilebilinir. Kaldı ki ülkemiz ayrıca Keban Prjoesi tecrübesine de sahiptir. Bu bakımdan her ülkenin kendi sosyal yapısı ve tarihi özelliklerine yatkın milli modeller teşkil etmeleri gerekir. BÖLGE KAVRAMININ SOSYO·KÜLTÜREL YÖNÜ : Güneydoğu Anadolu Projesinin sosyo·kültürel önemini açıklarken ülkemiz bölgeler sınıflanmasına yeniden bir yorum biçimi getirmek gerekir. Ülkemizde "bölge" kavramının tarihi gelişimi incelendiğinde, ilk örnekler bölgelerin "yönlere" göre yapılmış olmasıdır. Böyle bir sınıflama coğra· fi veya geniş anlamd<ı fiziki açıdan yapılmış bir değerlendirmedir. Daha sonraları zi· raatçılarm kullandığı Türkiye'yi Dokuz Bölgeye ayırma teklifidir. Bu görüş, 1941 Yı lı Birinci Türk Coğrafya Kongresinde yeri:ıi yedi bölge ayrımına terketmiştir. Bu ayrımda hakim olan zihniyet, daha ziyade ülkenin tabii yapısı ve yaşayış şartlarının ele alın· mış olmasıdır. Helling'ler ise (Rural Turkey) adlı bir araştırmalarında coğrafyacıla· rın bu bölge sınıflandırmasının "zihni bir Alet olmaktan ileri geçemeyeceğine" işaret etmişlerdir(4). Ancak, Helling'lerin böyle bir sınıflandırmalarında "levant" bölge düşlln· cesi daha çok sosyolojik ağırlıklı bir özelliği yansıtmaktadır. Marmara-Ege, Antalya ve Akdeniz bu levant bölge kapsamı içine alınıyordu. Geriye kalanlar ise Orta Aııa· dolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi oluyordu. Ancak, bu bölgeler ayırımında ilk defa dil, etnik yapı, şehirleşme ve yerleşme biçimi gibi unsurlara ağırlık veriliyordu .••

Devlet Plıinlama Teşkilatı adına ID66 yılında Frederick W. Frey tarafından yü· rütülen bir araştırmada ise dokuzlu bir tasnif yeniden gündeme gelmiş, fakat her böl· ge, köy ve köylü özellikleri kadar cemaatçı yönelim, kitle iletişimi, siyasi katılma, dini sistem, ekonomik �tatü, ferdi beklentiler, zihni yönelim boyutlarına göre deter· lendirilmiştir(S). Bu araştırmada a1tıncı bölge Güneydoğuya tekabül etmekte ve Bingöl, Bitlis·Di· yarbakır, Hakkliri, Mardin, Muı;, Siirt, Urfa ve Van'ı içine almaktadır(6). Dokuz bölge içinde gelişmişlik seviyl,si en düşük olan da bu Güneydoğu bölgemizdir. DPT ise, ülkeyi yedi plan bölgesine ayırıyordu. Bu bölge plAnlama projesinin ger· çekleşmesi için de Planın stratejisi iki noktada toplanmıştı : 1) Gelir aruplan arası denge; 2) Bölgelerarası denge.. Bu suretle, Birinci Beş Yıllık Kalkınma PIAnında böl· gelerarası kalkınma projeleri gösterilmiş, fakat, sosyal planlamanın öngördll!ü bölee

(4) Barbara and George Helling, Rural Turkey, 1958. (5 ) F.W. Frey, Regional Variations in Rural Türkey, Report No: 4, 1966. (6) Bugün GAP: Urfa. Mardin illerinin tamamını; Gaziantep, Adıyaman, Diyarbakır ve Siirt illerinin bir bölümünü kapsamaktadır.

142

(14)


SAYI 311

O. TÜRKDOGAN

YIL XXVII

için koruyucu tedbirler (latent fonksiyonlar) düşünülürken, bölgeye ait sosyo·kültü· rel problemlere (manifest fonksiyonlara) gereken ağırlık verilmemiştir. Oys a , sosyal planlamanın gayesi sosyal problemlerin yanında toplumun kültür değerlerine de eğil· mektir. il. Beş Yıllık Plan döneminde, bölgelerarası kalkınma fikri giderek önem kazan· mıştır. Nitekim, bu dönemde üç önemli h u s u sa yer verilmiştir. Bunlardan ilki, "böl­ ge ge l iş me merkezlerinin teşkil i " , ik tis ad i ve sosyal gelişmenin bu noktalara doğru kaydırılması; ikincisi özel sektörün sanayi yatırımlarını az gelişmiş bölgelere çekmek için de vergi indirimi ve kredinin sağlanması; üçüncüsü ise o rgani z e sanayi bölgele· rinin kurulmasıdır(7). Bu tür stratej iler bölge kavramına sosyal muhteva kazandıran eğilimleri yan sıtır . . Bu bakımdan, GAP ele alınırken bölgenin sosyo-kültürel yapısı, ağırlıklı bir k iml i ğ i ortaya koymalıdır.. Bu da her şeyden önce, bu geniş h inte rl and ın veya bölgenin yeni bir bakı ş açısıyla değerlendirilmesini g e rek t iri r . .

BÖLGE VE BÖLGE·ALTI KURULUŞLAR (BLOKLAŞMA) : Bölgenin fiziki şartları için, böl· ge·altı veya yan-bölge diyebileceğimiz her bölgenin kendi içinde iki nci derecede farklı· l a şm alara gidilmesi gerekir. Biz, bölge-altı farklılaşmalara "blok" veya alt bölgeler adı · nı veri yoruz. . Bu du ruma göre, Güneydoğu bölgesi, öteki bölgelerde olduğu gibi, özelliklerine göre bir takım bloklara ayrıl malıdır. Bunları şöyle sıralayabiliriz : Yeral· tı se rv etl e ri bloku, okuyup-yazma bloku, yoksulluk b l ok u , doğurganlık bloku, etnik y a · pı bloku, göçerlik (aşiret) bloku ve benz e ri bloklar . . . Kalkınma, bölge içi "blok ağır· lıklı" kalkınmaya yönelik olmalıdır. Kalkınmada öncelikli yöreler kategorisine giren bu bölgede bloklar veya yan-bölgeler kal k ın manı n yoğunlaştığı odak noktalarını oluş· turmalıdır.. Çünkü her blok kendi içinde farklılaşan, ayni türden olmayan inanç ve değerler sistemini yansıtır. kadar, ha tta ondan daha fazl a sosyo-kültürel değerler dokusunun örülmesi

·

GAP SOSYAL PLANLAMA KURULU : Uzun vadeli bir kalkınma projesinin sosyo­ kültürel açıdan değerlendirilmesi için, öncelikle bünyesinde sosyoloji, antropoloji, et· noloji, lengüstik ve s o syal tarihçilerin yer alacağı bir Sosyal Planlama Kurulu teşkil edilmeli, · insanlararası ilişkiler sistemi ve insan-toprak münasebeti bu uzman kadro tarafından yürütülmeliciir. Keban tecrübesi, Fırat Üniversitesi açısından yararlı olmuş· tur. Bu üniversitenin sosyal araştırmacıları böyle bir kuruluşun t�-;hilinde önemli rol oynayabilir. Hatta, Dicle Üni ve rs it esi de --kurulması düşünülen Harran Ü niversitesi gibi- devreye girebilir. . Her iki ün ive rs i t en i n sosyal bilimcileri, master ve doktora tezl eri kadar , şah si a raş t ı rma l arı nı da bu bölgenin meselelerine t ah sis edebilirler. T.V.A. Projesinde, başta Tenneessee Üniversitesi o l mak üzere bir çok ünivers ite gö­ rev almıştır. Nitekim, Rusların Sibirya'da kurdukları Novosibrisk Üniversitesi de b öl · genin sosyo-ekonomik kalkınması amacıyla kurulmuştur ..

GAP Sosyal Planlama Kurulu(*), ba ra j alanına giren yörelerde, proje u yg u lamaya konulmadan önce, sosyo·kültürel araştım1alar yapmak suretiyle bölgenin bir envan·

( 7 ) DPT, il. BeŞ Yıllık Kalkınma Planı, 1 968, s. 171·173. ( * ) 1 987 yılında DPT'nin bünyesinde gündeme gelmiş bulunan Güney-Doğu Anadolu Projesiyle ilgili bir çekirdek uzmanlar grubu yanında, ayrıca Ankara ve Şanlıur· fa'da tesis edilen Proje Yönetim Biriminin kurulmu ş olması, gösterilen istikamet­ te yönlendirici çalılimalar yapıldığı takdirde son derece yararlı olabilir.

( 15)

143


SAYI 311

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

terini meydana getirebilir. Böyle bir çalışma şüphesiz uygulamada veya uygulama· dan sonraki değişmelerin "sosyal sapma" derecesini ortaya çıkarabileceği gibi, bir plQn dahilinde neler yapılabileceğini de bize gösterebilir.. Yeniden yerleşim ve sosyo·eko· nomik kalkınma hususunda, bu tür envan t er mahiyetteki bir çalışma ı ş ık tutucu olabilir. Ayni zamanda yörede yaşayan halkın yoksulluk, beklenti, okuh:ı.�ma ve si· yasi kat ılma kadar sosyal yapı, inanç ve değerler sistemi hakkımla elde edilen belge· ler, uygulamayla ortaya çıkacak engelleri çözümlemede büyük çapta katkıda buluna· bilir.. Nitekim, 1 938'lerde T.V.A. projesi Birleşik Devletlerde gündeme geldiğinde Ame· rikan çiftçilerinin � (; 68'ı böyle bir projeyi işittiklerini, fakat neye yararlı olduğunu bilmediklerini ifade etmişlerdir.. A n cak '7c 60'ı baraj yapılmasına karşı çıkmışlardır. Ayni şekilde, Keban baraj alanında, uygulamadan ö nc e yapılan bir araştırmada köy· lülerin % 70'i barajın yapılmasına taraftar olmadıkları nı bildirınişlerdir(B) . "Sosyal demir atma" denilen bu önceden araştırma metodu, her şeyden önce halkın tutum ve davranışlarının tesbitinde ilk ve önemli adımı teşkil eder.. Barajla ortaya çıkacak yeni gelişmelerin fertlere benirr.setilmesi ve yeniliğin fertler tarafından ka· bulii süreci, ancak böyle bir durum tesbitinden sonra gerçekleştirilebilinir. Zira, Ke· ban'da 126 köy su altında kalırken, ondan beş altı kat büyük olan Atatürk barajının yapılmasıyla 1 55 köy �u altında kalacaktır. Ayni şekilde Keban'da en az 30 bin kişi ve 2645 ailenin yeniden yerleşimi söz konusu iken, GAP için yaklaşık 55 bin nüfus ve takriben 1 1 bin civarında ailenin durumu sosyal iyileştirme programına göre ele alı· nacaktır.. KALKINMADA "ÖNCELİK VE SONRALIK" FAKTÖRÜ : GAP' la ilgili Sosyal Planla· ma Kurulu. belirlenen doğrultuda, bölgenin -bölge altı kuruluşlar da göz önüne alı· narak- iktisadi, coğrafi, psikolojik ve sosyo-kültürel anatomisini ortaya koyacaktır.. "Mühendisliğin başlamasından sonra" değil, "mühendisliğin başlamasından önce" ele alınması gereken bu :.ınsurların kısa bir dökümü ele a lınd ı ğ ında; bölgede yaşayan hal· kın yoksulluk işsizlik, fiziki hastalık ve andemik yapısı kadar nevrozlar, alkolizm, şahsiyet intibaksızlıkları ve nihayet yaşlılar meselesi, evsiz barksızlar, cinayet, çocuk suçluluğu, ka ç akç ı l ık, kan gütme, bölgec ilik-ayırımcılık, boşanma, terör ve anarşi eği· limleri gibi problemlerle karşılaşacağımız görülecektir. Sosyal Planlama Kurulu, bu tür problemler karşısında hem iyileştirici hem de koruyucu tedbirlerin ele alınabilmesi için bu dört kategoride incelemelerini sürdürmesi gerekir.. Devlet Plan.ama Teş· kilatı, Müsteşarlık Araı;tırma Grubu bünyesinde tesis edilen GAP'la ilgili çekirdek uzmanlar grubunun, bu tür bir teşebbüsten ziyade, başlangıçta bahsettiğimiz dörtlü bir görevi daha ziyade iktisadi ağırlıklı istikamette sürdüreceği anlaşılmaktadır..

İktisatçıların veya teknokratların p11nlama-sonrası (meta planning) adını verdik· leri bu dönem, kanaatımca Güneydoğu Anadolu Bölgesinin gerçek anlamda sosyo·kül· türel ve iktisadi dökümünü ortaya koyrr:alıdır. Mühendislikten önce başlatılan bu ça· lışmalar ayni zamanda teknolojik faaliyetlerin mahiyetini de etkileyebilir. . . DEGİŞME AJANLARI VEYA TOPLUM UZMANLARI : Bölgenin sosyo-kültürel en· vanteri bize, sosyal yapının özelliklerini ortaya koyacaktır. Sosyal tabakalar arası sta· tü, rol ve norm farklıla�maları, değerler yönelimi, yörede yaşayanların te şk i l!it lanma bi·

(8) Oya Silier, Keban Köylerinde Sos:;o·Ekonomik Yapı ve Yeniden Yerleşme So· runlan, ODTÜ Y.,yınları, 1 979, çoğaltma.

( 16 )


SAYI 3 1 1

O . TÜRKDOGAN ------

YIL XXVII - - - - - - ---

--

çimleri, sınıf yapıları ancak bu tür araştırmalar sonucu ortaya çıkabilecektir. Daha önce, Doğu bölgelerinde otuz bir yılık tecrübemiz göstermiştir ki, kalkınmayı etkile· yen unsuriar bu bölgemizde sert biçimde mevcuttur. Bu sebeple, halkın yeniden yer· !eşimi ele alındıqında değişmeye karşı koyav. sosyal, kültürel, hatta psikolojik engel­ lerin neler olabielceği, bunların uygulama safhasında nasıl çözümlenebilecekleri an­ cak sahasında yetişmiş bu toplum uzmanları veya değişme ajanları tarafından karara bağlanacaktır. Daha önce, Frey'in tespit ettiği gibi bölgede; yoksulluk, yalnızlık (yani kabuğuna çekilme, her türlü iletişim vası talarını kullanmama durumu) , hareketsizlik, cehalet, tevekkül yaygın durumdadır. Böyle bir ortamda kalkınma projelerini engelle· yen faktörlerin ancak sahasında yeti şmiş, tecrübesi bulununa bir kadro tarafından ger­ çekleştirilebileceği unutulmamalıdır. Bölgede sürdürülecek daha yoğun gözlemler kül· türel etnosantriszm (kendi kabilesini veya soyunu ön plana alma duygusu) gelenekçi­ lik, ağalık-�eyhlik·seyyitl ik, kan davası ve göçerlik hayatının her türlü değişme için köklü engelleri teııkil edebileceğini ortay;'. çıkarabilir. Böyle bir yapı, uzman kadro olmadan her türlü retorm programlarının uygulanmasında güçlükler yaratabilir. Bu sebeple, toplum uzmanları denilen sahası:ıda yetişmiş değişme elemanlarına ihtiyaç vardır. Bunlar, Doğu !n sanı ile, sunulan yenilikler (teknoloji, toprak reformu, hayvan ve toplum ıslah projeleri gibi) arasında kültür taşıyıcı rollerini yürütürler. Asvan Yük· sek Barajının inşaatından önce çağdaş N ubian toplum ve kültür yapısı üzerinde te­ sis edilen "Nubian E t nolo j ik Araştırma Kuruluşu" bu tür yetişmiş sosyal araştırmacı­ lar kadrosu tarafından gerçekleştirilmiştir('). GAP için kültürel değerler ve metodoloji sahasında özel eğitim görmüş elemanla· ra ihtiyaç vardır. Böyle b i r ihtisaslaşma � liphesiz günümüze has bir faaliyet şekli de· ğildir. Daha önceleri de d emiryolu mühendisleri, köprü ve gemi inşaatçıları, pamuk iş· !eri müfettişleri ve sömürgeci yöneticiler, 1 9. yüzyılın başlarında Birleşik Devletler ve Avrupa dan öteki kıtalara ticari amaçlarla yayılmışlardır .. '

Yüzyılımızın başlarında Rockefeller Vakfı, Seylan ve Ekvator'da halk sağlık faali· yetleri arasında yeti ş mi � uzmanları çalı�tırmışlardır. Ayni şekilde, Hollanda Krali· yet Ens t itüsü, bu maksatla dı!iarıya göndereceği uzmanları özel eğitime tf:.bi tut· muştur. Gerek Pakistan gerek se H indist:rn'da kal kı nm a görevini yüklenen uzman· !ar, hükumetle isti şare yapmak ama cı y la personel yetiştirmişlerdir .. Teknik uzmanlar veya toplum danışmanları diyebileceğimiz bu kimselerin bölgesel programlamadan ziyade, sosyal meseleler üzerinde düşünmeye ağırlık vermeleri gere­ kir Güney Doğu Anadolu, öteki bölgelerimize nazaran daha ziyade heterojen bir böl· gedir. İyileştirilmesi gereken birçok sosyal problemleri bünyesinde taşımaktadır. Bu sebeple, bu problemlerin neler olduğu hususunda bilgi sahibi olmayan b ir uygulamacı yanıltıcı neticelere varabilir .. Keban tecrübesi bu uzman kadronun devreye girmeyişi sebebiyle çarpık şehirlPşme dediğimiz bir sosyal kamburu Elazığ'ın toplum yapısına yüklemiştir(10) . .

( 9 ) Robert A. Fernea The Ethnological Surve y of Egyptian Rubian, Current Anthro· pology, Vol. 3·4, February, 1 963. ( 1 0 ) Sabri Çakır, Elazığ ili geceko ndu sorunlarının sosyal-Antropolojik etüdü , çoğaltma, 1981 . Keza, Mahmut Atay, 1 88 Evler, çoğaltma, 1 985 Elazığ .

(17 )

145


SAYI 3 1 1

---

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

- - -----�- - - -

O ha ld e, GAP için böyle bir yetişmiş uzman kadronun, sosyo-ekonomik reform· !arın yürütülmesinde önemi daha iyi anla�ılmaktadır. Zira, Keban'da yeniden yerle· şim ve intibak mesele"i sosyo-kültürel dinamiklerin b e li rme s i ne yol açmıştır.. Bunlar da sırasıyla: a) Ağalık kurumunun bünye değiştirmesi, ağanın tüccar ve sanayici kim· ! iğ ini kazanması, b ) bir işçi çekirdeğinin oluşmasıdır. Pazara dönük ilişkiler de şehirleş· me sürecine dinamiklik kazandırmış ve nihayet bürokratik yapının teşkilAtlanmasına katkıda bulunmuştur(! 1 ) . Bu ge rç ek ler çerçevesinde sosyal planlama kurulu, bölgede insan-toprak münase· betlerini içine alan anketler, monografiler, özellikle gözleme dayalı uzun vadeli araş· tırmalar yürüttükten sonra, bu ilmi veriler istikametinde uygulamalı çalışmaların yü· rütülmesi gerekir. GAP öncesi ve sonrası bölgede yürütülen anketvAri sathi yorum· tar, hiçbir zaman bölgenin sosyo-kültürel envanterini ortaya koyamaz. C.C. Z immer· man Ame ri kan toplumunun sosyal yapısını incelerken kırk bin köyün taramasını yü· rütmüştür. Ancak bu derin tahlillerden sonradır ki Amerikan köy sosyolojisi gerçek· leşmiştir.. Bölgede yapılacak araştırmalar bütüncü (holi stik) ve derinliğine tahlillere dayanmadığı sürece varılacak sonuçlara itibar etmek mümkün değildir ... KÖYLÜLÜK ŞUURU :

Şimdi GAP ile yeni yeni bir konuya yaklaşmış bulunuyoruz. Bu da tarım-sanayi bütünleşmesi diy eb ilec eğ im iz bir gelişmedir. Ülkemizde temel sektör tarımdır. İleri teknoloji ülkelerinde, mesela Amerika Birleşik Devletlerinde tarım ana s ektör olarak kabul edilir. Tarımın Türkiye'nin temel sektörü olmasının gerekçesi hem 55 m i lyon insanı beslemesi hem de üretim fazlasının ihracını sağlamasındadır.. Bu sebeple, zirai faaliyet Türk topulmu ;çin hayati bir önemi haizdir. Tarımın ayakta durabilmesi için toprağı işleyen ç iftç i sınıfının desteklenmesi gerek ir. GAP yürü rl üğe konulurken bu köylülük yapısının dağılmamasına azami dik kati göstermek zarureti vardır. Keban barajı, bu mecburi göçü uyumlu bir ';ekilde değerlendiremediği için, yukarıda be· lirttiğimiz gibi, hem çarpık şehirleşme ortaya çıkmı ş hem de köylü sınıfı i şsiz ler yı­ ğınına katı lm ı ştı r. Öyle ki Elazığ'ın il merkezi nüfusu, bütün il nüfus u na göre 1 950'de % 35.6 iken bu oran 1 960'da </< 51'e yü k selm iş ti r(l 2) . Keban baraj sahası altında ka· lan yerleşim merkezleri : 163 köy, 1 1 mahalle, 28 mezra, 8 komu(B); başka bir araş· tırmaya göre de 1 1 5 köyü kapsamaktadır(14). Bu yerleşim alanlarının 1970 nüfus sa· yımına göre toplam nüfusu, 45 b ini aşmaktadır. Böylece 45 bin vatandaş 10 yıl içinde göçe tAbi tutulmuştur. Böyle bir gelişme ayni zamanda köylülüğün tüketilmesi anla· mını da taşır. Keban barajından ötürü meydana gelen gecekondulaşmanın o/o 10.8'ini topraksızl ık , % 27.2'sini geçimsizlik, ';!,; 1 3.6'sını da i ş s iz lik, %8.l'ni de Keban barajı· nın yapımı gibi sebeplerle gelen, genel likle köy kökenli halk oluşturmaktadır. GAP bu tür gecekondulaşma sürecine m eydan vermeyecek tarzda yeni köy kuruluşlarını, merkez i köyler alanında gerçekleştirmelidir. Yüz bin l e ri aşan bir nüfus, bu yeni yer· leşim merkezlerinde sağlıklı bir biçimde -köy niteliğini de yansıtacak tarzda- ye­ niden gerçek kimliğine kav uştu rul ma lıdı r. ( 1 1 ) Oya Silier, a.g.e., s. 202. 0 2 ) S. Ç akı r, a.g.e., s. 68. 03) Kesan yağması mı, Keban sefaleti mi?, Elazığ, çoğaltma, s. 1 . 0 4 ) O . Silier, a.a.e., s . 9.

146

(18)


SAYI 3 1 1

YIL XXVII

O. TÜRKDOGAN

Günümüz sosyologları köylülüğü bir yan·kültür alanı olarak görmektedirler. İn · sanlık tarihinde köylüler gerçek muhafazakar ve istikrarı sağlayıcı b ir gücü oluştu ru r. Latin Amerika, Küba, Zapata hareketlerinde veya Çi n, Sovyet komünist ayaklanma· larında olduğu gibi köylülerimiz devlete başkaldıran bir özelliğe sahip d eğildir. Her zaman milletin bütünlüğü, devletin birliği ve devamlılığı için çaba gösteren bi r ruh asal etine sahiptirler. Gökalp, "toprak değişir töre değ iş mez diyen Kaşgar lı Mah· mud'un sözlerini ileri sürerken, töreye milli kültür adını v eriyo rdu. Bu sebeple, mil· li kiil tü rü besleyen, geli ştiren kaynak köylerimizdir. Bolşevik ihtilali, toprağı, çifti-çu· buğu hatta kazına ve ö rdeğ in e varıncay::ı kadar her şeyi elinden alınan ve so sya) ize edilen Sovyet Rusya'da, köylülük 'iuurunun bi r daha canlanmamak üzere silinmesi· ne sebep olmuştur. Bugün b u ülke, Amerika Birleşik Devletlerinden buğday almak du rumund a kalmaktadır. GAP dol ayı s ı yk . yeni yerleşim birimleri tesis ederek, özel· Jikle çiftçilikle uğraşmak isteyenlere yen i topraklar sağlamak suretiyle köylülük yapı· sını ayakta tutmak gerekir.. "

MERKEZ KÖYLER : Sor. gün l e rde <_' iftçiyi To p r akland ı rm a ve t a rı m reformu is· ti kam etinde atılımlar y;:pılmaktadır. Böl;,cde köylü, toprağının efendisi olmalıdır. Bu da he r şeyden ön c e "köy" g e rç e ğ i n i n yeniden ele alınmasını gerektirir. _

Ü lkemizde muhtarl ı k lara b ağ l ı köy sayısı 45 bin civa rın d adır . Geriye kalan ve muh t arlıkla ra bağlı olrr.ayan köy-altı kuruluşlar dediğimiz zoma, çadır, mezra, oba, divan, çiftlik ve benzeri kuruluşların sayısı da 23 b inin üzerindedir.. Köy-altı kuru· luşlar b üyük ölçüde doğu bölgesinde zengin bir kuşak oluşturmaktadı rlar Göç erlerin yoğun bu l u n duğu yöre de yine güney J oğ u bölgemizdir.. Bilinen ka.farıyla bugün Urfa'da 57, Siirt'te ise 1 1 kadar aşiret (göçer) v ardır( 1S) . Milli kültürle bütünleşmeyen göçerler kadar, köy·altı kuruluşlar da merkez köyler etrafında toplanabilir. DPT'nin vaktiyle öngördüğü ve Bi ngö l, Varto ve Burdur'da uygulanan merkez köyler modeli , hem dağınık arazilerin bir araya getirilmc:sinde hem de her köy evinin kendi arazisine açılması sebebiyle en uygun y e rle ş im biçimidir. Merkez köylerde t es i s edilecek ta· rımı destekleyici, küçük çapta sanayi kuruluşlarının ye r alması, okullaşma, sağlık te­ sisleri, at ö l yele r , zirai-sınai türünün ( ag; i bu s i n e s l doğmasını destekl eyecektir. Köylü, cem aat şuuru i ç in de mPsleğiyle uğraşırl : en ayni zamanda sosyal tesislerden, iletişim araçlarından yararlanmak suretiyle bilgi ve görgüsünü arttırma ve yeni kognisyonlar kazan ma imkanına da kavu ş ac akt ı r Bö� le bir gelişim, "ümmet"ten "millet"e geçen bir toplumda 'millileşme" sürecini gerçekleştirmede ö ne mli atılımları teşkil edebilir .. .

.

MİLLİ BÜTÜNLEŞME VE MİLLET OLMA : Bölgeler ve bloklar arası ilişkilerde "GAP" alan ı n ı n milli bütünleşmenin odak noktasını belirleyecek bir tarzda ele alın· ması gereki r. Umumiyetle sosyoloelar bir to pl u m u n milli devlet h a li ne gelebilmesi i ç in : a) Sı· nırlar, b) siyasi rejim kimliğinin belirlenı-aesi ve c) kültür kaynaklarının çözümlenmesi gerektiği hususunda ısrar ederler.. Sosyal araştırmacılar, "Cumhuriyet dönemin e ge· !inceye kadar Türk devl et i ni n sınırları ne olacaktır? Siyasi rejimi ne olacaktır? KüI· türü ve kültürünün kaynağı n e olacaktır?" türünden soruların c evaplandırılmış olma· dığı kanaatindedirler. Onlara göre, "ancak Cumhuriyet döneminden itibaren devleti· ( 1 5 ) Orhan Türkd o ğan , Doğu Anadolu'mın sosyal yapısı, Türk Dünyası Araştırmaları, Nisan 1 986.

( 19)

147


SAYI 3 1 1

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvrr

mizin sınırları ile siyasi rejimin yapısı kuvvetlendirilmiş, ancak, milli kültür meselesi gereği gibi sosyolojik bir muhteva kazan mamı ştı r(16) . Son 10- 1 5 yıldanberi milli kült ür meselesinin, en çok konuşulan konulardan biri olarak gündeme gelmiş bulunması sebepsiz değildir. Zira, Türkiye, milli olma süre· cinde sosyolojik temellerini henüz belirl eyememiştir.. Ülkemizin Güneydoğu bölgesi· nin "millet-olma sürecinde" istenilen seviyede bulunduğu da iddia edilemez. Bölge·altı bloklaşmalar kalın çizgileriyle belirlendü�Unde dil, din, mezhep farklılaşmalarına da· yalı bir etnik blok ile göçerler bloku ilk sırayı alırlar.. Etnik ve göçerler bloku, yö· rede m il l i bütünleşmeyi engelleyen bir takım kültür adacıkları olarak karşımıza çıkar· lar. Bölgenin yüksek oranda yoksulluk, yalnızlık, sosyal hareketsizlik, cehalet, kuru tevekkül yanında iletişim ve ulaştırma imkansızlıkları ve siyasi kaWma dokusunun zayıflığı, beklentilerin çok aşağı seviyede oluşu gibi amiller de bu süreci büsbütün zorlaştırmaktadır. Ayni !3ekilde, ağalık, dini gruplaşmalar, a �ire t le r arası kan davAlan ve ideolojik yarılmalar bu sürece eklendiği takdirde ayni ortak duygular etrafında kümelenme, ayni şuur ve inancı paylaşma, tek kelimeyle geniş toplum değerlerine or· tak olma eğilimleri de giderek zayıflar. O halde GAP ile gündeme gelmesi gereken bir diğer önemli husus da bölgenin heterojen yapısının homojen kimliğe dönüştürül· mesi olmalıdır ..

Umumiyetle, bölgenin son derece kapalı ve etniklik özelliği gösteren bazı kısım· lannda para ticaretinin tefecilerin elinde bulunması, ve çiftçinin bu aracılara büyük çapta borçlanmış olması, mirasın medeni hukuka göre değil de geleneklere göre yü· rütülmesi, kız çocuklarının mirastan mahrum bırakılmaları, başlık parasının günümüz· de milyonlara yükselmesi, resmi nikahtan ziyade dini nikahın ağırlık kazanması, hat· ta imam nikahı ile iktıfa edilmesi, birden fazla kadınla evlenme geleneğinin yaygınlık kazanması birer zıt-kültür alanı olarak milli bütünleşmemizi etkilemektedir. Bu ba· kımdan, Gfüıey doğu bölgesi, milli devlet oluşumunu -öteki bölgelerimize nazaran­ çok geri seviyede izlemektedir. Bölgede sosyal hareketliliği artırmak, sosyal geri çe­ kilmeyi (autizmi) yok etmek için kültüre l amalgamasyona yönelik teşebbüsçü tedbir· !er alınmalıdır. Özel li kl e Karadeniz insa:ıın ferdiyetçi, teşebbüsçü ve atılımcı kimli· ğinden yararlanmak ve birer motivasyon u n suru olarak kullanmak amacı ile bölgeye -toprak sıkıntısı çeken- - Karadeniz köylerinden bazılarını yerleştirmek yararlı so· nuçlar doğurabilir. Vakt iyie Bursa'nın gelişmesinde göçmenlerin rolü nasıl etkili ol· duysa aynı şekilde bu bölgede de yeni yerleşim alanları ticari hayatı canl ı tutabilir. Bölgede sanayileşmenin gefüımesi için büU: n imkanlar kul lanılmalıdır. Sosyologlar, Ame· rika'nın sosyolojik bir anlamda "millet o l : na kimliğine ulaşmasının ancak İkinci Dün· ya Savaııından sonra gerçekleştiğini, bunda da etkin eğitim sistemi ile sanayileşmenin büyük rolü olduğunu g:Jstermiı;lerdir. Eğit im ve küçük çapta sanayileşme, bardak için· de kaşıkla şekeri karıştırma fonksiyonunu yürütürken, sanayileşme, buldozerlerin top­ rağı alt üst etme faaliyetinde gördüğümüz gibi toplumun yapısını değiştirir. Kısa za· manda aynı duygular etrafında birleşen daha homojen bir toplum modelinin ortaya çıkmasına, büyük külti.irle ortakla�a hayat sürmesine katkıda bulunur. Marjinal alan· da kalanlar geni� veyR büyük kültürle b i rleşmede çoğu defa sert tepki unsurları ya· ratabilirler. Ancak hızlı sanayileşme, mil � et potasında sosyo-kültürel katılmayı en kı· sa süre içinde sağlayabilir. Eğitimin yara tıcı rolü bu hareket kalıbı içinde ortaya çı· ,

"

i 1 6 ) Kemal Karpat,

148

Yeni bir milli

l<ültür oluşuyor, Tercilman, 1 9. 1 0. 1 98 1 .

( 20 )


S AYI 3 1 1 ------- ------

YIL XXVII

O. TÜRKDoGAN ------ ----- - ·-- - -

-

.

kar. O halde, Türkiye'nin en uzun ve en bunalımlı sınırlarını teşkil eden Güney Doğu'· da GAP ile ortaya çıkan yeni düzen, temelde sosyolojik ve antropolojik mahiyette yeni bir milli kültür politikasını gündeme getirmelidir. KÜLTÜR ÖZELLİKLERİNİN KORUNMASI

Güney Doğu Anadclu, Türklüğün ve İslamiyetin ilk gırış kapısıdır Bu s ebeple zengin maddi ve manevi kültür miraslarının izlerini taşır. Bu kültür kalıntılarının mo· dem araştırma metod ve teknikleri ile derlenip toparlanması ve değerlendirilmesi ya· pılmak suretiyle, geniş veya hakim kültürle bütünleşmesi sağlanmalıdır. Böylece, geç· mi:: kültür miraslarımızla bu kültür özellikleri arasındaki devamlılık en açık biçimde ortaya konulmalıdır. Kaşgarlı Mahmud'un : "Toprak değişir, töre değişmez" ifadesin· de ileri sürülen kültür kodları; tarihi nıiraslnrda, destanlarda, masallarda, efsanelerde, mezar taşlarında, mimaride, kervansaraylarda, camilerde tesbit edilmeli. Halkın yaşa· yı ş tarzı, dünya görüşü, inanç ve değerler sistemi, folkloru, alışkanlıkları, giyim ve kuşam biçimleri, hepsi en ayrıntılı bir biçiı:ıde ortaya konulmak suretiyle eski kül· tür kaynaklarımızla olan bağlantısı gerçeklqtirilmelidir. Bu bakımdan bölgede milli müzeler kurulmalı, Ziya GÖKALP'in vaktiyle sosyoloji ve etnografya metodlarına da· yanarak yaptığı ara�tırma tarzında, fakat yeni metodlarla ara�tırmalar yanıimaJı, halkımızın tarihi kökleri, kültür sistemleri belirlenerek kitlelere mal edilmelidir. Bu hususta Dicle ve Fırat Üniversitelerinin tarihi görevi ve so ruml uluğu canlı tutulma· lıdır. Öncelikle, bu Üniversitelerde -Van ve Atatürk de dahil- sosyoloji, antropolo· ji- etnoloji anabilim dalları takviye edilmeli, Türk Dili ve Edebiyatı bölümleri ile ortak çalı;;malar yürü t ülmelidir. Ankara ve İstanbul Ünive rsitele ri de devreye girmelidir. Doğuda bölgenin sosy.) -l: ültürel alanlarına a it yapılmış çok az sayıdaki araştırmalar göstermektedir ki üniversitelerimiz henüz böyle bir iş birliği ve bunu n şuuru içinde değildirler. Dünyada ü1ıiversiteler "misyon"a dayanarak kurulurlar. Bunlar ya yok· sul halkın hayatını, l< 1 lkınma projelerini yünetirler veya devlet yönetimine kaliteli, bilgili memur kadrosu yetiştirirler. .

,

Bölgenin maddi ve :nanevi kültür hayatı, ekonomik yapısı adı geçen üniversiteler tarafından master ve doktora tezi olarak öğrencilere, üst ihtisas gruplarına sürekli bir şekilde planlanarak tanzim edilmelidir. Böylece Üniversitelerde bölgeye ait yen i ar· şivler kurulmalı, bunlar en kısa zamanda yayınlanarak eğitim kuruluşlarına ve oku· yuculara sunulmalıdır. Aynı şekilde bölgedeki maddi kültür kalıntıları kurulacak ar· keoloji ve etnografya müzelerinde toplanılmalıdır. Hatta Üniversitelerin bi.inyelerinde özel odalar bu kültüı özelliklerimize tahsis edilmelidir. Milli kültür kampanyası; bizi ortak bir geçmişe, aynı kök ve kaynaklara bağla· mak suretiyle bir ağacın dalları olduğumuzu belirleyecektir. Bu da millet olma şuuru· nun canlanması demektir. Güney Doğu'da yaşayan insanlarımız bin yılı aşan tarihi· mizin mirasçılarıdırlar. Bunlar, çeşitli propaganda ve telkinlerle bizden koparılmak is· tenmektedir . Büyük sosyolog Ziya GÖKALP yörenin kültür atlasını yapmış ve Türk· lüğünü ortaya koymuştur. GÖKALP'in bu değerli görüşleri istikametinde yeni çalı ş· malar yapılmalı ve Ziya GÖKALP müzesi geliştirilmelidir. T.V.A. Projesi nasıl Ame· rika Birleşik Devletlerinde Tennesse Üniversitesinin patronajı altında Güneyin zirai, sınai ve iktisadi hayatı yanında ortak bir kültür birliği "Amerikanizm" şuuru yarat· mağa muvaffak olmuşsa, GAP Projesi de henüz önümüzdeki mevcut 20 yıllık süre içinde bu zengin tecrübeden yararlanmak suretiyle yeni atılımları gerçekleştirmelidir.

( 21 )

149


SAYI 3 1 1

T Ü R K

YIL xxvn

K Ü I, T Ü R Ü

---- - ---------- ----- - - -- · - - · - - · · - - - - ---

SOSYAL YAPI VE DEGİ ŞME

Anadolu Projesi, 1 5 ·20 y ı l i<: inde bölgede önemli sosyo-ekonomik de· olacak, yenid en yerleşim ve uyum süreci, eski yapıların büyük ölçü· de t ran s müta syo nunu hazırlayacaktır.. Keban tecrübesi, ağalık müessesesinin büyük ölcüde tüccar ve sanayici kimliğine dönü ştü ;}ü nü , ş eh i rde ( Elazığ) yeni bir işçi çe· Güneydoğu

ğişmelere sahne

kirdeğinin oluştuğunu,

pazara

dönük

teşebbüslerin

namiklik kazandığını vurgulamıştır.. Buna ba �� l ı cekondulaşma gibi sosyal problemler alanının

Sosyal

di·

da filizlenmes ine meydan vermiştir.

deği-;mcsi, toplumun maddi ve m anevi olara'.- tarif edilir. Herhangi bir toplumun kül·

tür varlıklarında ortaycı çıkan farklılaşma, ya iç etk enler (exogen faktörler) şeyden

şehir ilişkilerinin

deı'Hı:me veya dar anlamda k ü l tür

varlıklarında meydana gelen f arkl ı l a ı: ma

her

başladığını,

olarnk i şsizlik, konut meselesi ve ge·

yoluyla

gerçekleşir.

e tkenler

Bir

(endojen faktörler) veya dış

to plumun kültüründe farklılaşma,

önce o toplumu meydana getiren fertlerin zihniyetinde ortaya çıkan de·

ğişme olarak ölçülür.

O h ald e sosyal değhıme veya kültür değişmesi, bir zihniyet de·

ğişmesinden ibarettir. GAP ile o rtaya

çıkacak

meseleler, ancak belirli bir süre sonra ilk meyvelerini ve·

rebilecektir. Bu sebeple, her kültür değişmesinde bir zaman gecikmesi (over·time) esas unsuru

teşkil

eder.

dahilinde akli dairesini" de

Bu

yaşayışlarında yapılacak değişmelerin bir plan yürütülmesini gerektirir. Bunun için de, "sosyal planlama şekilde bir "GAP K oord i na syon Kurulunun" teşkili gereke·

da

fertlerin

metodlara göre içine alacak

mühendislik işlemlerinden itibaren hususlarının tesbitini yü· rürlüğe koyma ve n i hayet bunların adım a d ı m uygulanmasını i zlem e gibi ic ra i bir göreve de sahiptir. Sosyal Planlama Kurulu ile Teknolojik Planlama Kurulu -ki bara· jın, sulama, tünel ve te s i s l er i n in mühendislik i ı; l e r ini düzenleyecektir- GAP Koor· d i n as yon K u ru l unu n k ap s a m ı i ç i nd e ç alı ş ı r ve faaliyetlerini sürdürür. ceğine

işaret etmiştik.

GAP'ın

bütün

GAP

Bu

Koordinasyon

meselelerini

düzenleme,

Koordinasyon Kurulu,

laştıracak ayrıntılı

bilgileri

her i ki

toplar,

Ku rulu,

"öncelik-sonralık"

kurul uşun desteğiyle, ilkin Planlamayı kolay·

yeniden

yerleşime tabi

tutulanların

barajdan ne

ölçüde gerçek anlamda etkilendiklerini tespit eder; yerleşimde "öncelik-sonralık" sının· nı

düzenler;

toprak-tarım

reformu

Projelerin

olmak

ç a l ı şmal a r ı

üzere, ,

GAP

Sosyal

PEın lama

Koordinasyon

olayların

seyrini

ortaya çıkması

gerçek sorumluluk GAP Koordinasyon Kurulunun görevleri arasındadır. cümleden

beklenmedik

muhtemel

halinde

leri üzerindeki

kontrolü,

hazırlar.

uygulamadaki

Bu

aksaklıkların

projelerini

izleme,

Kurulunun

sosyal

yapı

değişme·

Kurulu tarafından sürekli bir tarzd a

Bölgede gerçekleştirilecek olan s o syo ek onomik değ işmeler, mülki· ort aya ç ı kab ilecek yeni olwşum!ar, mesken meselesi, yeni meslek kate· gorilerine intibak, toprak-tarım reformu g ib i radikal değişmeler GAP Koordinasyon Kurulunun, Sosyal Plilnlama Kurulu ile yapabileceği uyumlu çalışmalarla yü rütülme· lidir. Değişmeye uygun bir ortamın hazırlanması, kültür değerlerini bozmadan değiş· gözden

yet

geçirilir.

-

sisteminde

me sürecinin sağlanması, eğitici kadronun yetiştirilmesi GAP Koordinasyon Kurulu· nun görevleri arasındadı r. Sosyal Planlama veya T eknol oj ik Planlama Ku rulu kendi açılarından bir takım reform paketlerini gündeme getirebilirler. A ncak unutmamak gerekir ki, yeniliği veya refonn paketlerini halkın ayağına götürmek ba şka, bu yen i· tiklerin halka kabul ettirilmesi yine başka bir hadisedir. Bu sebeple, GAP Koordinas­ yon Kurulu, değişme mekanizmasını her iki yönüyle elinde tutan çift standartlı bir görev anlayışına sahiptir. GAP ile kırlık alanlarda yaşayan insanlarımız ani ve hızlı bir kültür deii.şmesi

150

(22)


S AYI 311 - - --- - ---

O. TÜRKDOGAN - ---------- -------

YIL xxvn -- - - -- - - ---- ----

içine girebilir. Keban tecrübesi bunu göstermh�tir. Çoğu defa, metropolitan kUltür değerleriyle kırlık yörelerin cemaatçı kültürü ile karşılaştıklarında değişmenin hızı arta· bılir. Antropologlara göre, hızlı akültürasyon ( kültürleşme ) süreci ekseriya çatışma· !ara sebep olabilir(ı7) . .Bu da bölgede bölücü ve ayrılıkçı güçler;n dalbudak salma­ sına imkan sağlayabiHr. GAP ile ortaya çıkabilecek değişmelerin metodik ve rasyo· nel bir şekilde hazırlanması gerekir. Kırlık yapıların hızla pazar ekonomisine yönel· mesi ve nakit paranın aktüel değer kazanması, yeni normların belirmesine yol aça· bilir. Bazen bu olumlu tesirler veya "pozitif engellemeler", gelenekli köy yapılarında köy kooperatifleşme (imece) ruhunu bozabilir. Bu da gelenekli köy kültürünün tOke· tilmesine, hat� sosyal erozyonuna yol açabilir. Bunun gibi, GAP entegre projesi so· nucu, bölgeye göç eden nüfus akımı, mesken meselesi yanında iş piyasasını etkile· yebilir. Böylece, yeni mesken alanlarında ortaya çıkan sıkıntılar ile buna bağlı olarak meydana gelen işsizlik, uyumlu bir sanayileşme ve yeni iş alanlarının yaratılması se· bebiyle antropologların kültürel gecikme ( cultural lag ) adını verdikleri sosyal uyum­ suzlukları hızlandırabilir.. Bir yanda iki kültür unsuru arasındaki uyumsuzluklar, öte yanda hızla değişme süreci toplumun istikrarını bozabilir. Antropologlar, dünyanın birçok yörelerinde köy kültürlerinin şehirleşme süreci karşısında bunalım ve gergin· Iikler geçirdiklerine işaret etmişlerdir. Şehirl eşme sürecine hızlı giren toplumlarda, özellikle Batı Afrika'da "Dokpwe'' , "Haiti" de "combite" adı verilen kooperatif daya· nışma biçimi -artan para kullanımı ve nakit ürünlerin topluma girmesiyle- varlık­ lıklarını koruyamamışlardır .. Ayni şekilde, Orta Doğu'da Birleşik Devletler, Point Four programı uyarınca yen ; ürün çeşitleri ile sun'i gübre ve çiftlik makinelerinin çiftçilere sunulması karşısında ortalama ürün nisbeti artmış, sunulan teknolojik değişmeler be· nimsenmiş, fakat sosyal değişmeler hiç de beklenmeyen tarzda gelişmiştir.. Öyle ki yeni ürün şekilleri ve makine denemeleri, g e n i ş çiftçi kitlesi için gereken özel çıkarı sağlamış, fakat alt tabaka bundan yararlanamamıştır. Böylece, yüksek tabakaya men· sup bulunan çiftçiler muazzam servet edindikleri halde, küçük çiftçilerin gelirleri pa· sif bir şekilde artmıştır. Bu durum, eskisinden daha fazla bir sosyal yarılmayı, gelir adaletsizliklerini yaratmıştır. Ayni gelişme, Keban barajıyla da ortaya çıkmıştır. An· cak, bunların belirli bir kesimi ticarete yönelmek suretiyle, yeni sınıf oluşumlarının toplum yapısında doğmasına katkıda bulunmu.�tur.. GAP entegre projesi, uygulama alanına girerken kalkınmanın topyekQn olduğu felsefesi asla unutulmamalıdır. Mühendisliğin yanında, insan-toprak münasebetlerinin önemli bir yeri olduğu kabul edilmelidir ve özellikle yeni yerleşim alanlarında sosyal değişme sürecinin yönü ve hızı hesaba katılmalıdır .. Sosyal değişmenin negatif ve pozitif engellemelerinden kaçınıldığı, GAP Koordi· nasyon Kurulunun elinde bulunan teknik uzmanlar önceden yöre halkının yeniliğe olan tutumlarını hesaba kattıkları ve gelişti rmeye çalıştıkları takdirde bölgede giri· şilecek değişme atılımları verimlilik kazanabilir. Mesela Amerika Birleşik Devletlerinde atlı arabayı kullanan Pauage Kızılderilileri, daha sonra elverişli ve pratik olması ba· kımından tekerlekli arı:tbayı kullanmaya teşvik edildiklerinde bu yeni teknoloji ayni zamanda köyde demircilik ve tamirci l i k gibi iki tamamlayıcı yan sanayi dallarının doğ· masına da sebep olmuştur.. Bu örnekler bize sosyal değişmenin sistematik bir tarzda, özellikle halkımızın sos· yal yapı faktörlerine göre yürütülmesi gerçeğini belirtmektedir.. Bölgenin hayatt öne0 7 ) George M. Foster, Tradltional Cultures and Impact of Technological Chage, s. 25·29, 1 962.

(23 )

151


SAYI 3 1 1

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

mi ve stratejik yapısı göz onune alındığı takdirde bu tür akılcı metodların uygulan· masının gereği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Toprak ve tarım reformu bölge için hayati önemi haizdir. Keban yöresinde top­ raksız köylülerin oranı '/< 15 kadar idi. Bu ailelerin '/< 74.6'sı ortakçılık, ·% 12.4'ü ki· racıhk, % 8.9'u ise taı ırn işçiliği yapmakta idi. Elazığ-Keban Bölgesi fiziki yerleşim planı 1 5 yıllık bir perspektif içinde Keban barajının yapılmasını ve bölgeye sağlaya­ cağı ekonomik gücü en önemli bir veri kabul ederek, bu dönem içinde tarımla uğ­ raşan nüfusun % 7 l 'den � 1' 42'ye düşürüleceğini öngörüyordu. Aynı rakamlar GAP için düşünüldüğünde, en önemli meseleler tarım işçisi, ortakçı ve kiracıların durum· !arının çözümlenmesi noktasında toplanacaktır .. 1 950 yılında çıkarılan 5618 sayılı ve 1 955 te 6603 sayılı yasa ile değiştirilen, 1 945 yıhnda çıkarılan 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu esas alınmak suretiyle toprağı olmayan veya yetmeyen köy· Ji.ilere, borçlandırmak yoluyla toprak, tarım aracı ve kredi imkanı tanınmalıdır. Ke· za, karşılıksız bağışlar yanında 561 8 sayıh yasada öngörülen hiç toprağı olmayan or· takçı ve kiracı ile toprağı tarıma yeterli ol mayan toprak işçilerine öncelik tanınma· lıdır. Ayrıca, göçerlerin durumu da göçe zorlananlarla ayni kategoride ele alınmalıdır.. Toprak reformu aslında tarım reformu çerçevesi içinde düşünülmeli, aile çiftçiliği yö­ renin özelliğine göre desteklenmelidir. Reform, ilk hedef olarak : a) Çiftçinin yaşa· ma seviyesini yükseltmek, b) işlenmemiş toprakları işleyerek ülkenin zirai gücünü arttırmak, c) yörede tarım faaliyetlerini teşvik etmek, ç) topraksız büyük kitleler ara· sında toprağı ekip-biçme ve mülk edinmede yeni bir hevesi uyandırmak gibi amaçlara yönelmelidir. Yeni yerleşim alanlarında; a) Köylerin düzenlenmesi, b) Aile çiftlikleri esasında bir zirai reformun uygulanması, c) Kooperatifleşmenin desteklenmesi ve bu şuurun halk arasında yayılması, ç) Arazi üzerinde güvenliğin sağlanması için, kredi ve sos· yal güvenlik tedbirlerinm alınması, d) Yeni yerleşim alanlarında çiftçilikle uğraşanların sigortalandırılması, e) Her aileye toprak daı�ıtılması yerine, her ailenin belirli bir iş gücü birimi etrafında toplanması, f) Reform un topyekiin bir kalkınma felsefesine uy· gun olarak ele alınması, bu sebeple reform hareketinin, köy kalkınması bünyesi için· de düşünülmesi temel felsefeyi teflkil etmel idir. Bunun için de yukarıda belirttiğimiz üzere, merk0 z köyler dü�üncesine gidilmelidir . . . Toprak reformu-zirai reform çabala· !arı, siyasi ideolojilere göre değil, ülkenin tarihi geli!;imi, toprak-insan ilişkilerindeki kültür ve değerler sistemi ile sosyal yapının dinamiklerine göre değerlendirilmelidir. Keban tecrübesi, bu tecrübeden doğan aksaklıklar, GAP Koordinasyon Kurulu tara· fından yeniden gözden geçirilerek, gerçekçi uygulamalara yönelinmelidir. Maddi ve manevi alanda girişilecek sosyal ıslah ve iyileştirme çabaları, milli bü· tünleşme felsefesiyle uyumlu bir şekilde ele alınmahdır. Bu sebeple, Güney Doğu Ana· dolu'nun güney sınırlarında, komşu ülkelere dil, mezhep ve soy hatta siyasi eğilim· !erden ötürü yakınhk duyan bazı grupların, geniş toprakları, onların sağladıkları im· kanlarla ele geçirmelerine karşı son derece uyanık olmak gerektiği göz önünden uzak tutulmamalıdır. Sonuç olarak, GAP alanında-kültürel tedbirler, teklifler, kalkınma öncesi ve kalkınma sonrası teklifler ve projeler bütün ayrıntılarıyla ülke çapında tartışma konusu yapılmalıdır. Hatta, Dicle, Van, Atatürk ve Fırat Üniversiteleriyle öteki Üni· versitelerin konu ile ilgili sempozyum, konferans ve seminerler yürütmeleri, geziler tertip etmeleri konuya geniş boyutlarla yaklaşmaları güçlendirmelidir. GAP, Türkiye'· nin milli kalkınma modelinin bir uzantısı olmalıdır...

152

(24 )


lSTANBUL'UN İŞGALİ

Dr. Yaşar AKBIYIK

Müttefikler tarafından istanbul'un işgal edilmesinin, genelde Mus­ Kemal Pa.şa'nın faaliyetleri sonucu, Anadolu'daki gelişmelere bir tepki olarak yapıldığı kabul edilmektedir. Bu gelişmeler içinde Müttefik­ leri ha yli kaygılandıran ve onları İ stanbul'un işgali gibi sonu görünme­ yen bir maceraya sevkeden olay, 12 Şubat 1920 tarihinde Maraş'ta Fran­ sızlara karşı elde edilen başarıdır. Türk topraklarının önemli bir kısmı Müttefiklerin işgali altında bulunurken, Fransızların Maraş'tan geri çe­ kilmeye mecbur edilmesi ve böylece bu şehrin düşman işgalinden ku­ tarılmış olması, ilk bakışta pek ehemmiyet arzetmeyebilir. Ancak şüphe götürmeyen bir gerçek varsa fı da, Maraş'ta kazanılan zaferin bir b aş­ langıç olmasıdır. Bu açıdan Maraş hadiseleri, Müttefiklerin Anadolu'daki sonlarının b a şlangıcı olmuştur. işte bunu farkeden Müttefikler artık ya­ pa.bilecekleri eH son misillemeyi yani istanbul'un resmen işgalini düşün­ meye başlamışhı dır. istanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri De Rob eck, daha 6 Şubat 1920 de Maraş'ta devam eden olaylar üzerine Müttefiklerin dikkatini çekmiş­ ti ( 1 ) . 11 Şubat 1320 tarihinde Fransızların Maraş'tan geri çekilmeye mec­ bur edilmesinden sonra, Müttefiklerin, I. Londra Konferansında günde­ me getirdikleri iki konu bilhassa dikkat çekicidir. Bunlardan birincisi Maraş 't:ı Ermeni kırımı iddiası, ikinci ü.:e Anadolu' da Mustafa Kemal Paşa liderliğinde gelişmekte olan milliyetçi h areketi durdurma meselesidir. As­ lında Maraş'ta Ermeni kırımı iddiası, Müttefikler için asıl ve en önemli tehlikeyi oluşturan Anadolu'daki gelişmeleri durdurmaya yönelik faali­ yetlerine bir mesnet olmak üzere, İngiltere Başbakanı Lloyd George ta­ rafından ortaya atılmış asılsız bir iddiadır (2) . Savaş galibi bir devletin tafa

( 1 ) Gotthaıd Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara 1 986, sayfa : 1 50. Yin� aynı yazarın, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Mondros'tan

Mudanya'ya Kadar 30 Ekim 1918 i l Ekim 1 922, Ankara 1 970, sayfa : 88. Lloyd George'nin bu iddiası İstanbul Ermeni Piskoposu Narayon'un 25 Şubat 1 920 tarihli telgrafına dayanıyordu. Lloyd Gcorge kendisi de inanmadı�ı bu id diayı tstanbul'un işgaline bir sebeb olarak ortaya atmıştır. Documents On Bri·. tish Foreign Policy 1 9 1 9- 1 938, F.ırst series, vo. iV. 1 919, Landon 1 952, sayfa : 301 . ·

(2)

·

(25 )

153


S A Y I :J l l

T Ü R K

K Ü L T Ü H. Ü

YIL XXVII

Başbakanı olmak edasından da öte biiyük bir Türk düşmanı olarak bili­ nen Lloyd George'nin ( ' ) , meseleye bu kadar ateşli yaklaşmasının sebebi, daha önce 01 t ay a att ığı , fakat Fr all3 a ile ttalya'ya kabul ettiremediği Türklerin İstanbul'dan atılması tezine bu iki devleti yaklaştırma gayre­ tinden ibarettir. Nitekim ileride de görüleceği gibi başta Ermeni kırımı­ nın öııknmesi gibi insani konularla yola çıkan Lloyd George, gerçe kte aslı olmayan bu konuyu daha sonra bir tarafa bırakmış ve mahir bir siyasetle Konferansın gündemine istanbul'un işgali hususunu yerleştir­ miştir. Mustafa Kemal Paşa'nın konuya güzel bir açıklama g etirdiğini gö­ riiyonız. Şöyle diyordu Mustafa Kemal :

"Efendiler istanbul'dan gelen 19 Şubat 1920 günlü yazıda ; tngHtere Devleti Dışişleri Bakanlığının t stanbu l ' daki siyasi temsilciliğine gönder­ diği, siyasi temsiiciliğin de resmi olarak Hükümete ulaştırdığı sözlü bil­ dirimde, Padişahlık başkentinin Osmr nlı Devletine bırakıldığı bildirilmi ş fakat bununla birlikte, Ermeni kırımı ile, Yunanlılar ve bütün İtilaf Dev­ letlerine karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiş, yoksa barış şart­ larımızın değiştirilebileceği de eklenmiştir, denilmekte ve bazı noktalar, özellikle şikayete yol açacak en küçük olaya bile meydan bırakılmaması tavsiye olunmaktaydı. Efendiler, bu sözlü v aadin manası ve muhtevas ı ne olabilirdi ? Yu­ n anlıların, Fransızların ve başkalarının işgali altında bulunan ülke par­ ç al arı n d an başka, istanbul'un da alınması kararlaştırılmıştı. Fakat ileri sürülen şartlara uyulursa İstanbul'u almaktan vazgeçeceğiz mi denilmek isteniyordu ? Yoksa Yunanlıların, Fr ansızların . İtalyanların işgalleri as­ lında geçerlidir. ttilaf Devletleri yalnız tstanbul'u alacaktı, fakat teklif ettikleri şart a u yars ak onu da bır ak ac akl ar d ır manası mı çıkarılıyordu ? (3)

Lloyd Geoge'ye göre; Türkler Avrup2 'da devamlı harplere sebeb o l mu ş veba kaynağıdır. O'na göre; Paris Fran s ı z , Londra Britanyalıdır, Roma İtalyandır ama İstanbul Türk değildir. Lloyd George'nin bu g örü ş le rini devlet adamlığı ve aklı selimle bağda ştı rmak mümkün değildir. Olsa olsa Türkler karşı sında duyduğu aczin ve korkunun verdiği bir a ş ağ ı l ı k kompleksinin tezahürüdür. Lloyd George' · nin şu sözleri bunu teyid eder niteliktedir : "Türkler korkunç değillerdir. Yalnız olduklarında, belki Yunanlılar haricind<;) herkes tarafından yenilmişlerdir. Türki· ye'nin yarısı hatta üçte biri kadar olan Bulgaristan bile onları yenmiştir. Türki· ye'nin yalan, dü zmece bir a dı çıkmışlığı vardır ve Müttefikler hiila bu korku altında yaşarlar." Osman Olcay, Sevr Andlaşmasına Doğru, Ankara 1981, sayfa : 7 ve 1 84.

154

(26)


SAYI 3 11

Y . AKBIYIK

YIL xxvn

Yoksa efendiler, Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların işgalleri bir olup bitti dir. istanbul'un alınması d a düşünülmektedir. Fakat Yunanlı­ ları , Fr an s ızları , İt al ya nları işgal et tik l e ri bölgelerde rahat ve emin bı­ rakırsanız, onların işgallerini kabul ettiğinizi fiilen gösterirseniz, tstan­ bul'un işgali d u ş üncesinden v azgeç er iz mi d en i lmek isteniyordu ? Yahu t efendiler, itilaf D e vletleri , işgal bölgelerindeki düşman kuv­ vetlerine karşı kuvay-ı milliyenin kurduğu cepheleri bozdurmayı, açtığı sa­ vaşl a r ı ve giriş t i ği hareketleri durdurmayı İ stanbul Hükümetinin bR§'ara­ m a y a c ağı nı i yi c e anladıkları için Y una n l ılara ve itilaf Devletlerine ya­ pılan saldmlarm önlenememiş ve aslı olmayan Ermeni kırımına son ve rilmemiş ol d u ğu b ahane s iy le İstanbul'u da mı işgal düşüncesinde idiler ?

Sonraki olaylar bu son görüşün do ğ ru olduğunu göstermiştir sanırım. Fakat İstanbul Hükü metinin , İngiliz temsilciliğinin teklifinden böyie bir anlam çıkarmaya y ana şm ad ı ğı , tersine umuda kapıldığı görülüyordu. Efen diler y:ıpılmış olan teklifin ne denli yersiz olduğuna dair bir fikir verebilmek için, biz de o gü nler le ilgili bazı duru mları hatırl ayalım. Ş üp he edilmemek lazımdı k i Ermeni kınını üzerine s öylenen sözler ger­ çeğe uygun değildi. Tam tersine gü n ey b ölgelerin de y abancı kuvvetlerce silahlandırılan Er m e niler , gördükleri himayeden cüret alarak, bulunduk­ ları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. intikam fik riyle her ta­ r aft a merhametsiz bir şekild e öldürme ve y o k etme yolunu tutma kt a i di ler. Mar a.ş ' ta k i o a c ı k lı olay bu yüzden meydana gelmişti. Yabancı kuv­ v etl er le birl eş en Er menil er , top ve ağ ır makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir tsıa.m teldesini yerle bir etmişlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapanlar E rmenilerdi . Müslümanlar ancak namuslarını ve hayatlarını koru mak ga yesi yle karşı koymuşlar ve savunmada bulun­ muşlar d ı . Yirmi g ün süren Maraş kı nm ın da Müslümanlarla birlikte şe­ hirde kal an Amerikalıların bu olay üzeı ine İ stanbul'daki temsil cilikl erine çek tikleri telgraf, bu fac i a y a sebeb olanları yalanlanamaz bir ş e kilde be­ lirlemekte idi ( 4 ) . ­

Mustafa Kemal Paşa'nın da işaret ettiği gibi Maraş'ta Ermenilerin kı· uğ ra dığın ı ileri süren Mütte fikl er , 28 Şubat 1920 tarihinde Londra'da biraraya gelerek tstanbul'un işgalini gündeme getirdiler. İngiltere Dışiş­ leri B akanı Lord Gürzon, Mara ş olaylarını Türklerin Müttefiklere mey­ dan okuma<;ı olarak nite lendi rdi . O layl a r dan , Mustafa Kemal'in iktidara ge tird iği Sadrı:ı.zam'ın sorumlu ol duğun u belirten Lord Gürzon, Maraş'ta

rıma

( 4 ) Nutuk, cilt 1. Türlr Tarih Kurumu basımevi, Ankara 1 987, sayfa : 5J8·5 10.

( 27)

155


S A YI :l l 1

'l' Ü H. K ---·---- · -----

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

----- - ---·- -- ------

Ermeni kırımı durdurulmazsa, padişahın tutuklan ac ağı tehdidinde bulu­ nulması görüşünü ileri sürdü (5) . İn giltere Başbakanı Lloyd George ise olaylarda sorumluluğu kabul edilen Mustafa Kem al ' in İstanbul Hüküıneti ile münasebetinin araştırılmasını, bunun doğruluğu tahakkuk ettiği tak­ dirde Sadrazamlık ile Harbiye Nezar etinin, gerekirse diğer bakanlıkların da işgal edilmesini ve Bakanların Müttefik gemile rinde tutulmasını teklif etti ( (' ) . İtalyan temsilcisi bu teklife katıldığını bildirdi. Fransa bu hususta İngiltere 3ibi düşünmüyordu, fakat Maraş mağlub iyetinden sonra onlar da durı_ımun düzeltilebilmesi için bu.zı tedbirler alınması gerektiği inan­ cına vararak bu teklife ses çıkarmadı. 5 mart 1929 tarihli toplantıda, Müttefikler İstanbul'un işgali mes e ­ le;c,ini tekrar görüştüler. Fransa, alınacak sert tedbirlerin Müttefikleri

'Türklerle yeni bir savaşa sevkedebileceğini, bu sebeple harekete geçilme­ den önce İstanbul'daki Yüksek Komiserlerin görüşlerinin alınmasını is­ tedi (') . Fransa'nın bu tereddüdü karşısında hayli hiddetlenen İngi ltere Başba­ kanı Lloyd George ; "!ngiltere Hükümeti, Avam Kamarası önünde Ermeni kırımının yenilenmesini önlemek için İstanbul'un rehine olarak tutulacağı hakkında kesin teminat vermiştir. Bu durumda İngilte re Hükümetinin s ö ­ zünden dönmesi mümkün değildir. Her şeye rağmen Müttefiklerin b irlik ­ te harekete geçeceklerini umarım ' ' , diyerek, eğer bu mümkün olmazsa tngilterenin tek başına harekete geçeceğini bildirdi ( 9 ) . Fransa , eğer gaye Ermeni kırımını önlemekse , bölgeye takviye kuvvet gönderildiğini, G ene ­ ral Gouraud'un ( 10 ) , Güneydoğu Anadolu' da düzeni sağlayabileceğini ileri sürdüyı:e de konferansı bu fikirden vazgeçiremedi ve şu kararlar alındı : a)

İ sta n b u l ' u n , Müttefik kuvvetler tarafından gerekmektedir.

derhal işgal edilmesi

b ) Güneydoğu Anndolu 'daki ı:;on olaylarda p arm ağı olan Mustafa Kemal'in atılması Osmanlı Hükümetinden istenmelidir. ( 5 ) Osman Olcay, a.g.e., sf. 1 43. < 6 ) A.g.e., sf. 145. ( 7 ) Taner Baytok, İngiliz Kaynaklarında Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara 1970, sf. 83. Fransız Başbakanı Millerand; daha önce, İs t anbul'dan Türklerin atılmasının or· taya çok büyük mesele çıkaracağını, Fransa'nın Türkiye'de ve Fransız Müslü· man topraklarında doğuracağı sonuçları hesaplayamayacağını belirtmiş ve İstan· bul'un i �galine karf!ı çıkmı �tı. Bakınız, Osman Olcay, a.g.e., sh. 6. ( 8) Osman Olcay, a. g. e. , sh. 225. (9) A.g.e., sh . 226. ( 1 0 ) Fransız Doğu Orduları Ba �kumanda n ı olup B ey ru t ' ta bulunmaktaydı.

156

(28 )


Y. AKmYIK

SAYI 3 1 1

YIL XXVII

c) Sulh antlaşması yapılıp yürürlüğe girinceye kadar tstanbul'un işgal altında kalacağı Osmanlı Hükümetine bildirilecektir. d) Güneydeki olayların arkası kesilmeyecek olursa barış hükümleri daha da &ertleşecek ve verilmiş olan tavizler geri alınacaktır ( 11 ) . Bu kararlar uygulamaya konulmadan önce istanbul'daki Müttefik Yüksek komiserlerinin görüşleri alındı. İstanbul Yüksek Komiserlerine göre ; Türkiye antlaşmayı imzalamayı ; imzalarsa onaylamayı, onaylarsa uygulamayı reddedebilir ; Padişahın tahttan indirilmesi veya sınır dışı edil­ mesi, Anadolu 'da yeni bir hükümetin kurulması ve Osman'lı Parlemen­ tosunun da Anadolu'ya çekilmesi sonucunu doğurabilir, Türklerin Bolşe­ v iklerle ve Araplarla birlikte harakete geçebilecekleri düşünülebilirdi ( 1 2 ) . Görüldüğü gibi Yüksek Komiserler de istanbul'un işgalinin Müttefik­ ler açısından hoş olmayan sonuçlar doğuracağını dile getirmişlerdir. İn­ giliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck, Müttefikler istanbul'un işgali hususunu görüşürken Güneydoğu Anadolu'da meydana gelen olayların etkisinde kalmamaları gerektiğini, çünkü, olaylardan daha çok Türklerin mi yoksa Fransanın mı sorumlu olduğunu tesbit etmenin zor olduğunu, ayrıca yapılacak herhangi bir hareketin bu bölgede durumu eski haline getirmeyeceğini belirtmekteydi ( 1 3 ) •

Bu uyarılara rağmen izlenen politikada bir değişiklik olmadı. 10 Mart 1920 Ç:ırşamba günü tekrar toplanan Müttefikler, tstanbul'un işgal edil­ mesini kararlaştırdılar. İstanbul'u işgal etmeyi şu iki amaç için planlıyor­ lardı. Birincisi, azınlıkların haklarını korumak ve onlara kötü davranılma­ sını önlemek için Türkiye'yi tehdit etmek. İkincisi ise, barış şartları Tiirklere bildirildiği sırada, Müttefik Devletlerin ellerinde bir çeşit koz bulunması ve böylece bunların kabulünün sağlanmasında baskı yapabil­ mek ( 14) . Bilindiği gibi istanbul'da 12 Kasım 1918'den bu yana Müttefik kuv· vetleri bulunmaktaydı. I. Londra Konferansında alınan bu kararla ; Har­ biye Nezareti ile Posta ve Telgraf İdaresinin işgal edilmesi, polisin kont­ rolünün ele alınması, Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında tehlikeli görülen mil­ liyetçi liderlerin tutuklanması esasları belirlendi (15) ve tngiltere Dişişleri ( 1 1 ) Osman Olcay, a.c:ı: e., sf. 230. ( 1 2 ) Taner Baytok,

a.g.e., sf. 89.

( 1 3 ) Osman Olcay, a.g.e., sh. 23 1 . 0 4 ) A.g.e., sf. 237. ( 15l

(29)

A.g.e., sh.

239

157


S AYI 3 1 1

T Ü R K

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü --- -

-- -- --·

Bakanı Lord Gürzon. 13 Mart 1920 tarihinde Yüksek Komiser De Robeck'e Fransızlarla işbirliği içinde tstan bul'un işgali talimatım verdi16) . Bilindiği gibi 16 Mart 1920 tarihinde de İstanbul'un işgali meydana geldi. Sonuç olarak ifade etmek gerekirse ; İstanbul' da ötedenberi Batılı devletlerin gözü vardı. Stratejik mevk ii sebebi ile 1stanbul'u hiçbir devlet bi r başkasına bırakmak istemiyordu. Bu devletlerin başında İngiltere gel­ m?kteydi. İngiltere Başbakanı Lloyd Geo rge Türklerin tstanbul'dan atıl­ ması fikrini daha önce ortaya attıysa da Fransa ile İt al ya ' yı bu hususta ikna edememişti. Fransızların Maraş mağlubiyeti İngiltere için beklenme­ dik bir fırsat oldu. Aslı, İstanbul Ermeni patriği Narayon'un telgrafına dayanan, Maraş'ta hayali Ermeni kırımının önlenmesi gibi insani duygu­ ları istismar ederek yola çıkan İngiltere, tstanbul'un işgali konusunu 1. Londra Konferansında tekrar gündeme getirdi. Fransa ise Maraş'ta aldığı yenilginin acısıyla bazı tedbirler alınması ge rektiği görüşüne vardı ve ts­ tanbul'un işgali fikrini kabul etti. Mondros Mütarekesinden sonra, Türk­ lerin idam fermanı hazırlanırken, itilaf Devletlerinden birisi ilk defa Ma­ raş'ta geri adım atmak zorunda bırakılmıştı. Bu durumu Türklerin ken­ dilerine meydan okum ası olarak değerlendiren İtilaf Devletleri, bu hare­ ketin bütün Anadolu 'ya yayılacağı endişesine kapılmışlar ve ileride sulh andlaşmasını kabul ettirme yolu n da bir koz olarak kullanmak gayesiyle İstanbul'un iş�aline karar vermi�lerdir. İngiltere ilk görüş olaırak tstan­ bul'un işgalinde, Harbiye Nezareti ile Posta ve Telgraf İdaresine el ko­ nulmasını teklif etmiştir. Polisin kontrolünün ele alınması teklifi ile çoğu milletvekilinin Mustafa Kemal tarafından tayin edildiği ileri silırülen Os ­ manlı Meclis-i Mebusanı'nın kapa tılması fikri ise Yunanistan Başb:ı.kanı Ven izelo s tarafından ortaya atılmıştır. Meclisin kapatılmasının, milletve­ kille rinin Anadolu'ya geçmesi ve orada tekrar faaliyete başlaması sonu­ rnnu doğurabileceğini göz önünde tutan Müttefikler, Meclisin kapatılması yerine, faaliyetleri zararlı görülen milletvekillerinin tutuklanmasının kendi menfaatleri açısından daha uygun olacağı kararına varmışlaırdır. ,

( 1 6 ) Gotthard Jaeschke. a.2.e., sh. 93.

158

(30)


MEHMET KAPLAN'A GÖRE KöY VE KÖY KALKINMASI

Zeynep KERMAN

Prof. Dr. :iviehmet Ka11lan'ın çocukluğu, vaktiyle büyük kervan yol­ larının geçtiğ'i z-::ngin ve mar.ıfır ; fakat zamanla fakirleşen bir kasaba olan Sivrihisar'da g<.:Gmiştir. Sor. kervanları gören, İstiklal Savaşı'nın ıztırap ve sefaletini çocuk ruhunda bütün canhhğıyle yaşayan Kaplan Hoca, yaz aylarında gittiği dedesinin köyünü ve yaylada, yıldızlar altında açık ha­ vada uyuduğu gecelerin hatıralarını, Yunus Emre'nin köyüyle ilgili inti­ balarını uaima zevk ve hattii büyük bir heyecanla, adeta yaşarcasına an­ latmaktan çok hoşlanırdı. Hoca, bu tarafıyle romantik bir köycüydü. Ha­ yatının son yıllarında, doğduğu Sivrihisar'da bir ev alarak yerleşmek hulyası, biz yakın çevresinin daima gülümsemelerine yol açardı. Hocanın alışkanlıklarına ne kadar bağlı olduğunu bilen bizler için bu, daima ro­ mantik bir hayal olarak kabul edilir ve sohbetimizin en neşeli ve hatta ince alaylarımızın merkezini teşkil ederdi.

Bir tarafıyle bu kadar romantik olan Hoca, köy ve köyün meselele­ riyle ilgili yazılarında son derece objektif, bugün de dikkatle okunması ve ders alınması gereken, çok sayıda makale kaleme almıştır. Ben bu yazımda münhasıran köy ve köyün çeşitli meseleleriyle ilgili yazıları üze­ rinde duracağını. Kaplan Hoca'nın köy edebiyatıyle ilgili çok sayıda yazısı vadır. Bunlar, bu yazının dışında bırakılmıştır. ' Kaplan Hoca'nın bu konuyle ilgili ilk yazısı "Köycülük" ( 1 ) adıyle 1942 yılnda Çığır dergisinde çıkar. Bu kısa yazıda Hoca, devlet gözünde eşit değerde görülen her köyün, şartları farkları olduğu için, farklı şah­ siyetlere sahip olduğu meselesinden hareketle, köyü kalkındırmanın yeni bir nesil yeti"?tirmek sayesinde gerçekleşebileceğini belirtir. Köylüyü şehir­ de okutmanın, köye pratik bir fayda sağlayamayacağını ileri sürer·ken, ( 1 ) "Köycülük", Çı�ır, nr.

( �l )

1 1 8, Eylül 1 942, s. 243.


SAYI 3 1 1

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn --- - - - - - ------ - � - - · -

8ehir hayatını görmüş ve gelişmesini şehirde tamamlamış bir gencin doğ­ duğu yerin şartlarına yeniden intibak etmesinin imkansızlığına işaret eder. Bu yazının Köye Doğru mecmuasında tenkit edilmesi üzerine Kaplan Hoca, yine Çığır' da kısa bir açıklama neşreder ( 2 ) . Köy Enstitüleri, başlangıçta son derece iyi niyetle, Türkiye nüfu­ sunun ')i: 70'ini teşkil eden köylünün ve onun şartlarının düzeltilmesi için kurulmuş müesseselerdir. Hoca, açıklamasında, çağdaşı pek çok aydın gibi, yeni açılan bu okullardan çok ümitlidir ve oradan yetişecek yeni bir köylü neslini, Türkiye'nin teminatı olarak görür. Bu kısa açıklamayı aynen v-:: ­ riyorum : ' 'Köycülük yazısını çok önce göndermiştim. O zaman Köy enstitüle­ rine şimdiki önem verilmemişti. Her şeyden önce ben yazımda şunu is­ temiştim : Köyde, her köy evinde uyanık köylü bulunması ! Çünkü bence her şeyin başı insandır. İnsan uyandırıldı mı, kendi kendine işler ve ayrı bir kuvvet kaynağı olur. Köy enstitüleri bunu temin ediyor. Ben oradan çıkacak ''Mehmet"lere çok inanıyorum. Köyü, bizzat köylü olan bu insan­ lar değiştirecek, köy kendi içinden kalkınacak. Bence, dışarıdan yapılan yardımlar ne kadar büyük olursa olsun, istenilen faydayı vermez. Bir cahilin, bir müsrifin eline milyonları veriniz, ne yapar ? Fakat, uyanmış bir adam, yoktan servetler yaratabilir. Köy vakıası, esas prensiplerinde , diğer sosyal vakıalarla müşterektir. İnsan ve madde bahis mevzuu olunca ben boyuna insandan yana çıktım. Maddeyi insan değiştirir. Köy de bü­ tün taşı, toprağı, makinesi ile bir maddedir. Onu da köy insanı değiştirir. Köycülüğe ben, sadece bu gözle bakmıştım. Makalenin geç çıkması yanlış anlaşılmayı doğurmuş". Köy enstitüleri, aradan geçen yıllar zarfında, kuruluş amacından sap­ tırılan zararlı müesseseler haline gelir. 1948 yılında kaleme aldığı "Yeni Köy Okulları Kanunu" (3) adlı yazısında Mehmet Kaplan'ın, bu bozuluşu ifade eden cümlelerini şöyle maddeleştirebiliriz :

1. Hasan Ali devrinin Köy enstitüleri Tonguç döneminde başka he­ deflere yöneltilmiştir. 2. Köye yaptırılan okulların her türlü masrafı köylünün sırtına yük­ lenmiştir. 3. Buna mukabil şehirdeki okulları devlet yaptırmıştır. ( 2 ) "Köycülük", Çığır, nr. 123, Şubat 1 943, s. 59. ( 3 ) "Yeni Köy Okulları Kanunu" ( Osman Selçuk adıyle) , Bizim Türkiye, nr. 15, 9 Haziran 1 948, s. 4.

160

( 32 )


SAYI 3 1 1

Z . KERMAN

YIL xxvn

4.

Eu, köy ş ehi r ikiliği doğurduğundan, demokrasi anlayışını da ze d�lemiştir.

·

5. Köylüyü maddi külfet altına sokan bu uygulama, neticede oku­ ma-yazma seferberliğine karşı bir nefret uyandırmıştır. 6. Bunlardan da önemlisi, Köy enstitülerinden çıkanlar, köyde ayrı bir zümre teşkil etmişlerdir. Bu , m üe s se senin kuruluş ruhuna da aykı­ rıdır. Bu girişten sonra Hoc a, 1948'dc vaz edilen Yeni köy okulları kanu­ nunu , bu vahim durumu ortadan kaldıracak uğurlu bir adım olarak va­ sıflandırır. Hoca, büyük bir ileri görüşlülükle, bu kanunun bazı kimse­ lerce " köy enstitüleri l ağve di liy o r " şeklinde mütalaa edilerek kasıtlı yay­ garalar r,ıkacağını da belirtir. 1951'de neşrettiği " Topraksız Köylüler ve İş siz Şehirliler" (4) başlıklı yazının anafikri " İçin de tek bir insanın bile aç, sefil bırakıldığı bir ce­ miyete cem i y et adı bile verilemez" cümlesidir. Türkiye nüfusunun �·� 70'i köyde yaşadığına göre, de vl et bütçesi düzenlenirken, ağırlık buna göre ayarl�nmalıdır. Tabii, burada da öncelikle topraksız köylüler nazar-ı dik­ kate alınmalıdır. Bu, şehrin ihmali demek değildir. Şehirde de öncelikle işsizlik meselesi halledilmelidir. Hoca'nın bu iki temel konuyu, daha 195l ' de Türki ye ' nin en önemli meseleleri olarak gö rm es i ve ele alması, onun ne derece ileri görüşlü ol­ duğunun bir diğer delilidir. 1956'da çıkan "Remzi Oğuz ve Köy Meselesi" ( 5 ) adlı yazısında Hoca, değerli mütefekkirin ideal ve ideoloji adlı eserinde yer alan ''Köylerimiz ve Kö y c ülüklerimi z" adlı yazısını tahlil eder. Hoca'ya göre, fikirlerinin k a y­ nağı coğrafya ve hayat tecrübesi olan Remzi Oğuz Arık ve arkadaşları­ nın o rt a ya attıkları temel mesele " k ö y davası"dır. Bu uzun yazıda biz, Kaplan Bey'e de tesir eden ve yıl l ar boyunca gel işti rdiği fikirlere rast­ larız. Remzi O ğu z 'u n bu makalede ileri sürdüğü anafikirleri maddeler ha­ linde veriyorum :

1. Bazılarının iddia ettikleri gibi, Türkiye köy de n ibaret değildir . Anadolu'ya gelmeden önce, Türk ler Orta-Asya'da pek çok şehir kurmuş­ lardır. ( 4 ) "Topraksız Köylüler ve İşsiz $ehirliler", Komünizme Karşı Mücadele, nr. 22, 1 5 Haziran 1 95 1 , s. 3·4. ( 5 ) "Remzi Oğuz ve Köy Meselesi", Jst:;ınbul, nr. 5, Mayıs 1956, s. 7-9.

( 33 )

1 61


SAYI 3 1 1 ----

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVD

- - - -- - ---- - -

2. Köyden şehre göçün asıl Eebebi, borç yüzünden köylünün toprak­ sız kalmasıdır. 3. O yıllarda Kadro dergisinde ortaya atılan ve " köyün şehirleşme­ si" tezi yanlış bir görüştür.

4. Köylerin şehirleşmesi Remzi Oğuz'a göre, son derece tehlikelidir. Zira, milleti besleyen ana kitle şehirleşti mi, sadece tüketim olur ; üretim sona erer. Bunun tabii neticesi açlıktır.

5. Remzi Oğuz'a göre Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli köy ve köy­ lüdür. Bu temel, şimdi çatırdamaktadır. Bunun önüne geçmek için köyün kalkındırılması gerekmektedir. 6. Remzi Oğuz, bu sahada yapılan çalışmaları ve özellikle " köy ens­ titüleri" projesini birer fantezi olarak nitelendirir. Ona göre "köylüye cephe alan, onun duygu ve düşüncelerine saygı göstermeyen bir kimse köyfü ile işbirliği yapamaz". Aynı yıl, imzasız olarak yayınladığı ' 'Köy Kalkınması ve Serbest Se­ çim" adlı yazısında Hoca, Türkiye'de ancak 1950 yılından sonra köy meselesinin " ciddi bir düşünce mevzuu olduğunu, memleket siyasetinin temeli haline geldiğini" ; ' 'Bunu da demokrasiye ve serbest seçime borçlu olduğumuzu" belirtir. 1950'ye kadar yapılan projelerin büyük bir kısmı ise "milli kalkınma edebiyatının hayli mübalağalı bir propagandası"dır. Yüzyıllarca, şehri, orduyu, maliyeyi, dolayısıyle devleti ve milleti bes­ leyen köylü, ancak 1950'den sonra "siyasi bir kuvvet" haline gelmiş ve milletin kaderini tayin eden önemli bir role ve güce sahip olabilmiştir. Bu Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bundan böyle, her kalkınma hamlesinde nüfusumuzun % 70'ini teş­ kil eden köy ve köylü hesaba katılacak ; Türkiye' de "ancak köyün ihti­ yaçlarına ayak uyduracak bir sanayi" gelişebilecektir. Zira en büyük alıcı köylüdür. Bu % 70,bugün, serbest seçimle pasif halden çıkarak, aktif bir kuv­ vet haline gelmiş ve Türkiye'nin kaderini ve çehresini değiştirecek en büyük güç olmuştur. Bu, Türkiye'nin en büyük ve asla göz ardı edilme­ mesi gereken gerçeğidir. 1958 yılında Atatürk Üniversitesi kurucu üyeleri arasında Erzurum'a

giden Kaplan Hoca, Çıpak köyü ilkokulunun açılışında heyecanlı bir ko( 6 ) "Köy Kalkınması ve Serbest Seç i m " ,

162

İstanbul, nr. 8, Ağustos 1 956, s. 3·4.

( 34 )


SAYI 311 ·-

-- ---

----

Z. KI:<JRMAN ·-----·

---

YIL XXVII

nuşma yapar ( 7 ) . Bu konuşmanın özü, öğretmen ve öğrenci üzerinedir Köy öğretmeni, Türkiye'nin geleceğinin teminatı olan çocukları yetiştir­ mekle mukaddes bir vazife görmektedir. Hoca'ya göre, her seviyede öğ­ retmenlik kutsaldır fakat kö y öğretmeni meslekdaşları içinde en fedakar olanıdır. 1959'da Türk Yurdu'nda çıkan "Köy, köylü ve köy öğretmeni" adlı yazısı üzerinde "Kaplan Hoca'ya göre öğretmen ve Okul" (9) başlıklı ko­ nuşmamrla, geniş olarak durmuştum . Hoca, bu yazıda, köy ve köylüyü yükseltmek amacıyla kurulan Köy enstitülerinin objektif bir değerlendir­ mesini ve tenkidini yapar. Hoca'ya göre, köy. maddi ve m anevi yönüy! e bir bütündür. Bu yüzden, sadece okul açmak ve öğretmen göndermekle köy meseleleri halledilemez. Bunu ancak devlet, sistemli bir plan ve program takip etmek suretiyle başarabilir. Hoca'nın bütün hayatınca üzerinde dur­ duğu önemli bir fikri de bu yazıda buluruz. Köylüyü bütün yönleriyle tanımadan ; onun düşüncelerini deı;er verdiği şeyleri, fikirlerini ayrıntılı bir ı:-;ekilde bilmeden, onun iç dünyasına nüfuz etmenin imkanı yoktur. Aydınlarımız köylünün fikirlerine önem vermedikleri için, müsbet düşün­ celerle başlayan pek çok teşebbüs akim kalmıştır. Hoca, bu yazının so­ nunda çok dikkate değer bir fikir ileri sürer : Avrupalı müstemlekecilerin "yaptıkları en mühim iş, yerli halkın dilini, örf ve adetini, zihniyetini anlamak olmuştur ". Türk aydınları , bu gerçeği farketmedikleri için, köy ve köyün kalkınmasında fazla bir yol katedememişler ; tenkit ettikleri Osmanlı aydınlarının tavırlarını devam ettirmişlerdir. 1965'te Osman Okatan imzasıyle neşrettiği "Köy Enstitüleri, imam­ Hatip Okulları" ( 1 0 ) adlı yazısına, insanoğlunun ancak maddi ve manevi yönlerinin dengeli bir şekilde yoğrulmasıyle yükselebileceği atıafikri ha­ kimdir. Bu iki okul, saptırılmadığı, ideolojilere kaydırılmadığı takdirde, Türkiye için faydalı olabilir. "Köy öğretmeni ve Köy Kalkınması" ( n ) adlı yazıda Hoca, köyün kalkınması için üç hareket noktası belirler : 1.

Köy hakkında ilmi araştırma yapılmalıdır.

( 7 ) Hür Söz, nr. 909. 6 Aralık 1958. ( 8 ) "Köy, Köylü

ve

Köy

Öğretmeni", Türk Yurd u, nr. 3·273, Mayıs 1 959, s. 49·50;

Nesillerin Ruhu, Şubat 1 978, ıL 89-96. ( 9 ) "Kaplan Hoca'ya Göre Öğretmen ve Okul", Türk Edebiyatı, nr. 1 6 1 , Mart 1 987, s. 1 7-2 1 . ( 10 ) Köy Enstitüleri, İmam-Hatip Okullan", Hisar, nr. 22, Ekim 1 965 , s . 1 9. ( ı 1 ) "Köy Öğretmeni ' e Köy Kalkınması" Büyük Türkiye Rüyası, 1. bsk. , 1969. "

( 35 )

163


SAYI 3 1 1

2. 3.

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

Köy kalkınması için büyük bir fon ayrılmalıdır. Kalifiye insan gücü lazımdır.

Yazıda, bu üç önemli güç, ayrıntılı bir şekilde ele alınmakta ve a�ık­ lanmaktadır (12) . 1971 'de yayınladığı "Köy ve Şehir" ( 13 ) adlı yazısında Hoca, Erol Gün­ gör'ün W. W. Rostow'dan iktisadi Gelişmenin Merhaleleri adıyle çevir­ diği eserden hareket ederek , Tiirki ye'de bu iki yerleşim biriminin muka­ yesesini yapar.

Hoca, her yıl doğduğu kasabaya gidip çocukluk günlerinin acı ve tatlı hayallerini yaşamaktan hoşlanırdı. Bu yazı da böyle bir ziyaretin duygulu havasıyla kaleme alınmıştır. Hoca'ya göre, l'950'den sonra 'l'ürkiye'deki hemen bütün şehirler, me­ deni memleket şehirleri ayarında bir gelişme göstermiş, kasaba ve köy­ ler , bu gelişmeden nasiplerini alamamıştır. Hoca'ya göre, Türkiye'nin en mühim sosyal meselelerinin başında, köy ve şehir kalkınması arasındaki bu farklılık gelmektedir. Halbuki, gelişme ancak alt yapıdan başladığı takdirde sağlıklı olur. Cumhuriyetin başından itibaren aktüalitesini ko­ ruyan bu mesele hakkında • ' parlak laflar edilmiş, fakat tesirli bir şey yapılam amıştır ' '. Marksistlerin iddia ettikleri gibi toprak dağıtımı, kalkınmayı sağla­ yacak bir çare değildir. Zira. toprağı olan köylünün de durumu iptidaidir. Hoca'ya göre"köyü değiştirecek tek şey, modern istihsal ve iktisat me­ todlarını köye tatbik etmektir. Bt:gün ilim öyle usuller, aletler, vasıta­ lar, ilaçlar bulmuştur ki, onların dikkatli ve itinalı şekilde tatbiki, ölü çölü bir hayat vahası haline getirmektedir. İşte yanı başımızda İsrail örneği ! Haklarında ne denilirse d�nilsin, İsrail geri kalan milletere su hakikati göstermiştir : Milli duygularla hareket eden ve ilmi usulleri kul­ lanan bir millet, kısa bir zamanda çağdaş medeniyet seviyesine ulaşa­ bilir. "

Hoca'ya göre Türkiye, ilk kalkınma hareketinde teknik ziraat yerine sun'i bir sanayi ve istihlak medeniyetine önem vermekle büyük bir hata işlemiştir. Bu tutum, şehirle köylerin gelişmesi arasındaki uçurumu aç­ tığı gibi, büyük bir dış borç yükü de getirmiştir. Türkiye'de l950'den sonra süratli bir gelişme gösteren ve modern hale gelen şehirleri Hoca. 02 ) Bu konuda bk. Zeynep Kerman, "Kaplan Hoca'ya Göre Öğretmen ve Okul". ( 1 3 ) "Köy ve Şehir", Hisar, nr. 35, Ocak 1 971 , s. 6·7.

164

(36)


� AYI : ; ı t

Z. KERMAN

YIL XXVII

temelleri çürük binalara benzetir. Zira "Türkiye'de Av r up a ' y ı örnek alan şehirlerin dayandığı iktisadi, milli ve insani temel çürüktür. Nüfusu ­ nıın 'il 70 ' i köylerde ve k a s ab alar da en iptidai şartl ard a yaşayan bir mem­ lekette, göz kamaştırıcı istihlak şehh lerine normal bir gelişme gözü ile bakılamaz". 1972'de neşrettiği ' ' Köy d e Reform" ( '�) başlıklı yazısında Hoca, yeni bir medeniyet dairesine geçen Türkiye'nin büyük bir bocalama de v resi yaşadığı fikrinden hareket eder. Türkiye, çağa ayak uydurabilmek için mutlaka ilim, teknik ve organizasyona dayal ı s an ayi medeniyetine geç­ mek zorundadır. Bir me de ni y e t , madd i ve manevi bütün unsurlarıyle bir blitilndür. Şu halde, Türkler akıncılıktan ekinciliğe geçerlerken yaşa dık ­ ları zorlukları bu devrede de geçirecekler, eski medeniyet unsurları ye­ niye uyacaktır. Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu ve yetiştirmek zorunda ol­ duğu yeni insan tipi, ilim adamı. teknisyen ve organizatör olmalıdır.

Bu nasıl olacaktır ? sorusuna Hoca ''temelden, yani köyden" cevabını verir. Yunus gibi Hoca da ' 'Topraktan biter küllisi" fikrini savunur. Bu­ nun için köylüye toprağını. hatta denizini ve d ağl arını ilmi bir şekilde tanıtmak, yani toprağını gelenek ve göreneklere göre değil , ilmi ve teknik usullere göre işlemeği öğretmek lazımdır. Bu yapılmadığı siirece, köyden ::;; e hre göçün önüne geçmek imkansızd ır. Bu yazıda yer alan çok dikkate değer bir b aşk a fikri, Hoc a ' nın leleriyle vermek istiyorum :

cüm­

"Ben, Türk halkının, modern teknik medeniyete, köylülükten d ah a ça­ buk intibak edeceğine kaniim. Zira, makina, Türklerin hareketli mizacına topraktan daha çok uygundur. Fakat makina tek başına olmaz. Makinayı yapmak. kullanmak ve onarmak için ilim, bakım ve mahar�t ister". Kaplan Hoca, 1972 'de, bugün Türkiye için hayati bir problem haline gelen çok önemli bir konuyu işleyen "Birleşmiş Modern Köyler Hulya­ sı" ( 15 ) a dl ı makalesini neşreder Hoca, yıllar boyunca, içinden geldiği köyün kalkınması için çe şitli hcılyalar kurduğ·unu ; bunların büyük bir kısmını küçük yazılar haline getirdiğini söyledikten sonra, Türkiye'nin gel iş m esinin merkezi köyler projesiyle kısa zamanda çözümlenebileceğini ileri sürer. Bu yazıda üzerinde durulan ana fikirleri şöyle

maddeleştirebilirim :

04) "Köyde Reform", Hisar, nr. 97, Ocak H >72, s. 5·6; Büyü k Türkiye Rüyası, 2. bsk. , Ocak 1976, s. 90 93.

05) Bayrak, nr. 13, Temmuz 1 972,

( 3 7)

'.l .

6·7.

165


SAYI 3 1 1

T Ü R K

YIL xxvn

K Ü I� T Ü R Ü

---- --

1.

Köyü, köyün yapısını, geliştirmek mümkün değildir.

--·

insanını tanımadan onu d e ği ştirm ek

ve

2. Köyün kalkınması için , her birinde okul, sıhhat teşkilatı, telefon bulunmalıdır. Türkiye'ni n şartları buna müsait olmadığından, üstelik büyük ve fuzuli bir masrafı gerektirdiğinden , küçük köyler birleştirile­ rek merkezi bir köy teşkilatı kurulmalıdır. 3. Böyl e c e , pek çok küçük köyümüzde tek sınıf halinde tedrisat ya­ pan i l ko kull a r yerine, merkezi köylerde tam teşekküllü ilkokullar kuru­ v. s .

iabilir. 4. ilkokull ar sekiz yıla çıkarılmalı ve çocuklar her gün evlerine gi­ dip gelmeli di rler .

5.

Hoca,

"çocuğu evden koparan ve üto pik gençler

yeti ş tire n

yatılı

okulların aleyhinde"dir.

Merkezi k ö y t e ş k i l at ı, bugün, özellikle Doğu ve Güney Doğu Ana­ dolu'daki anarşik olayl arı n ortadan kaldırılması için de t ek çıkar yol gibi görünmekte ve Hoca'nın 1972'de ' 'hulya" dediği bu tasavvurlar, bu gün gerçekleşme safhasındadır.

ne " Rusların kolhozu ne de olm adığını önemle işa­ ret eder. Zira onlar, "bizim mi z a cımıza , örf ve adetimize u ymaz " . Hoca'nın özlediği ' "4·5 köyü yollar ve devlete ait ortak müesseseler vas ıt asıyle " birleştirmek ve kalkınmayı sür'atlendir mektedir. Hoca, yazısının

sonunda, bu projenin

İsraillilerin kiputzları nı" taklit etmekle bi r i lg i si

"Köy S anayi i " ( 16) baş l ı k lı yazısında Kaplan Hoca , d ah a önce, bazı makalelPrinde ileri sürdüğü ve tek tek i ş ledi ği meseleleri yeni bir gözle ele alır. Hoca '\tı yakından t anıy anl ar , onun, k afa sın ı meşgul eden fikirler üzerinde bıkmadan durduğunu , bazen aynı fikri teyid ettiğini, bazen de değiştirerek geUştirdiğini çok i yi bilirler. Bu yüzden bu fikirleri kısaca zikretmekle yetineceğim : ı.

Artan nüfusa paralel olarak, k ö y l er de k i istihsali de arttırmak

l azımdır .

2. kalma

İsti h sal tarzı, artık i lim usul terkedilmelidir.

ve

te kn iğ e dayanmalı ; eski çağlardan

K öy sanayii, istihsalin modern tarzda yapılması demektir . 4. Türkiye' nin iklim ve ca ğrafyası ilmi u sullerle incelenmeli ve her bölgede en çok verim getiren ekim yapılmalıdır. 3.

( 16 ) "Köy Sanayii'', Büyük Türkiye Rüyası, 2. bsk., Ocak 1 976, s. 87-89.

166

(38 )


SAYI 3 1 1

Z. KERMAN

YIL XXVII

5. Köyde istihsal, modern usullerle arttırılabilirse, Türkiye'de çok önemli bir sosyal yara haline gelen köyden şehre göçün ve dolayısıyle şehirlerdeki sağlıksız gecekondu hayatının da önü alınabilir.

6. Modern ziraat usul ve vasıtaları, �aruri olarak köyde makine sa­ nayiini df' geliştirecektir. Zira makine : bakını, onarım, yedek parça v.s. yi de gerektirir. Böylece köylerde kurulacak küçük imalathane ve tamir­ haneler zamanla gelişerek fabrikaların temelini oluşturabilir. Kaplan Hoca, köylerde "küçük parça sanayiinin kurulması hulyası acaba bir edebiyatçı fantezisi midir ?" derken, çok önemli sosyal bir ya ­ raya çözüm aradığını ve bu konu üzerinde hayal kurduğunu şöyle açık­ lar : ' 'Beni böyle düşünce ve hayallere ::: e vkeden, köylümüzün sadece köy­ de değil, büyük şehirlerde de bedbaht oluşu, dağılışı ve yıkılışıdır. Büyük şehirlerin, hiç olmazsa şimdiki büyük şehirlerin insanları mesut etme­ diğine kaniim. insanoğlu ancak herkeı:in birbirini tanıdığı, sevdiği, yar­ dımına koştuğu, beraberce eğlendiği ve güldüğü küçük camialarda me­ sut olabilir. Tabii maddi hayatını emniyet altına aldığı takdirde . . . Türklüğe h a s pek çok üstün kıymetleri muhafaza eden şimdiki Türk köyünün, büyük şehirler k arşısında yıkılışının, bizim milli bünyemizi te­ melinden sarsacağından endişe ediyorum. Kapitalist Avrupa ile komünist Asya arasında sıkışan Türkiye, kendi tarihi ve milli bünyesine ve Çağ­ daş medeniyete uygun bir hayat şekli yaratmak zorundadır". 1976'da yayınlanan "Köylere Dikkat" adlı yazısında Kaplan Hoca 1972'de bir tehlike olarak gördüğü köyden şehre göçün yarattığı prob­ lemleri ele alır. Köylerinde geçinemeyerek, şehre akın eden köylü kitle­ sinin "herkesin gözleri önünde, ileride ne olacağını kimsenin bilmediği, acaip bir yaşayış şekli, bir mimari meydana getirdiğini" belirten Hoca , sosyal devletimizin en önemli vazifesinin bu problemi halletmek ol­ duğunu söyler. Gecekonduları polisiye tedbirlerle yıkmak, köyden şehre göçü önleyemeyecek, aksine onlarda "politik bir bilinç" yaratmak iste­ yenlerin menfi düşüncelerine yardım edecektir. Hoca, bu insanlara büyük bir şefkat, sevgi ve merhametle bakar : "Onlar bizim düşmanlarımız değil, kardeşlerimizdir. Yüzlerce yıldan beri yüzlerine bakmadığımız kardeşlerimiz. . . Duyguları tertemiz olan ah­ laklı, yiğit Anadolu çocukları. . . Onlara baktıkça yüreğimden kan gider, gözlerim yaşarır. Eskiden olsa, ülkeler fethedilir, bu insanlarla şehirler ı 1 7 ) "Köylere Dikkat" Orta Doğu, nr. 697, 19 Ocak 1976.

(39)

167


� -\.YI 3 1 1

'l U H K

K Ü l..ı 'l' Ü R Ü

YIL xxvn

- - -------- - · -- ---- -----

kurulurdu. Bursa, Ankara ve Konya gibi . . . Onlar bu devleti kuran, kur­ taran, koruyan insanlardan farklı değil. . . Kimse kızamaz onlara ve karşı koyamaz". Hoca, her şeyden önce, bu sosyal meselenin ana sebebinin araştırıl­ ması gerektiğini belirtir ve şu soruları sorar : "Nereden çıktı bu gecekondular ? Kimdir buralarda oturanlar ? Ne yaparlar, nasıl geçinirler ? Sayıları ne kadardır ? Yıllık çoğalma nis�tleri nedir ? Onların genç ve dinç enerjiler inden müsbet yolda istifade etmek mümkün değil midir ?". Bu sorulara dikkat edilecek olur:.;a, meselelere daima ilmi metodlar açısından bakan ve bakılması gerektiğini savunan Prof. Dr. Mehmet Kap­ l�ıı'ın, sosyal bünyemizi temelinden değiştirmekte olan bu mesele karşı­ sında sorı derece ufuk açıcı ve çözüm getirici olduğu görülür. Hoca'ya göre bu meselenin temelinde Cumhuriyet'in ilanından beri, tarihinda ilk defa bu kadar uzun bir süre barış içinde yaşayan Türk­ lerin nüfuslarının sür'atle artışı, buna karşılık geçim vasıtalarının aynı kalması yatmaktadır. Türkiye, bu devirde, eskiden olduğu gibi fütuhat yapamayacağına göre, artan nüfusu geçindirecek köklü tedbirleri acilen almak lazımdır. Bazılarınca. büyük sanayiin gelişmesi tek çözümdür. Da­ ha önce de üzerinde durulduğu gibi. Hoca, bunun yanlış ve geçic! bir çözüm olduğu kanaatindedir. O, diğer yazılarında geniş olarak belirttiği üzere, köylerin yeni baştan, modern usullerle kalkındırılmasında "köy kent" veya "merkezi köy" projelerinin tatbikat sahasına konmasının ye ­ gane çözüm olacağı görüşündedir. Ben . bu yazımda, Kaplan Hoca'nın l942'den itibaren köy ve köylü meselesi üzerinde yazdığı müstakil makaleler üzerinde kısaca durdum. Hoca'nın makale ve denemeleri bir blitün olarak okunduğunda, bu ko­ nuya temas eden pek çok cümle ve paragraf bulunduğu görülecektir.

Benim gayem, henüz halledilmeyen bu çok önemli konuyla ilgili dev­ let müesseselerinin, plan ve projelerini yaparken, sayısı çok az olan Türk mütefekkirlerinin yazılarını okumaları, Üzerlerinde düşünmeleri gerektiğini belirtmektir. Unutmayalım ki Avrupa ve Amerika'yı ileri götüren, politika­ olar, bürokratlar, bakanlar değil ; onlara yol gösteren ilim adamları ve mütefekkirlerd�r.

168

( 40 )


ANADOJ,U

SELÇUKLULAIU DEVRİNDE

KONYA'DA SAGLIK HAYATI

Prof. Dr. Ali Haydar BAYAT

"El bereketti fi'ş-Şam ve'ş-şevkatü fi'r-Rum" ( Bereket Şam'da, Şefkat Anadolu'dadır. ) ibni Batuta (12 )

GiRİŞ Anadolu'yu bizlere vatan olarak kazandıran Türkiye Selçdı-1.uları, kısa süreli hakimiye tlerine mukabil, bu topraklarda Türk- İ slam medeniyetinin müessisi olmaları, Anadolu'yu, Türk damgasını vuran çok sayıda eser­ lerle donatmaları, iktisadi hayatı canlandırmaları gibi birçok bakımdan önemli bir devrin sahibi olmuşlardır. Selçuklu Türkiye'sinde yüksek bir medeniyetin kısa zamanda doğ­ masında Anadolu'nun Doğu-Batı ve Kuzey-Güney ülkeleri arasında mil­ letlerarası ticaret yollarına bir köprü durumuna gelmesi, sultanların ta­ kip ettikleri siyasi ve ekonomik politikalar, aldıkları tedbirler ( vergilerin düşürülmesi, tahıl ve işlenmiş madenlerden gümrük alınmaması, ticaret yollarına kervansaraylar kurulması, tüccar mallarına güvence verilmesi ... gi bi ( 8 ) ) brujlıca rol oynamıştır. Böylece milletlerarası ticari gelişme sa­ yesinde tarım ve sanayi malları üretimine paralel olarak devletin gelir­ leri de artmıştır. Bu dönemde Türkiyc'nin bütçesi 27.000.000 dinar ( al­ tın ) i ken , Fransa'nın 3, ingiltere'nin 4 milyon altın idi ( 28 / d ) . "islil.m ülkelerindeki zenginler mallarını kendi zevkleri için harcar­ larken, Türkistan'da zenginler servetlerini din ve hayır yolunda sarfe­ diyorlardı". Daha X. yy . ' da İbn H avk al'ın ( 24 , 33 ) ecdadımız hakkında tesbit ettiği bu vasıflar yakın Şark'a ve Anadolu'ya yerleştikten sonra da İslam yazarlarınca, XII. yy. 'dan itibaren Türkiye hakkında yazılan­ larla ayniyet gösterir. Mesela XIV. yy. başlarında Anadolu'ya gelen İbn Batuta buraları şefkat diyarı olarak vasıflandırır ( 12 ) . işte bu anlayışın (41)

169


SAYI 3 1 1

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YTI.. xxvn

rnnucu olarak O rt a çağ ' ı n başındaki ve s o nu nda ki kargaşaların arasında An a dolu , hemen hemen yüzyıl boyunca, önceleri görülmedik ve daha son­ d a uzun bir süre g örü l me yecek üstün bir ekonomik g eli şme göster­ miş ( 8 l ; Siv a s , Kayseri , Konya gibi şe h irle r in nüfusu y üzb in i aşmış ( 3 1 )

ra

v e cami, imaret, zaviye, köprü, medrese, kervansaray v e hastahane gibi p e k çok say ıd a s o s y al eserlerle donatılmıştır. Eski bir Hıristiyan ülke­ sinde ve nüfu sun ek se riyetin i teşkil eden göçebe Türkmenlerin he­ nüz sathi s u r etle İ sl amlaştığı bir devrede , Anadolu'da İslam dini ve ki.iltürü nü güçlendirmek a m a c ı yl a çok büyük gayretler sarfedilmiş, İslam D ü n ya sın ı n ilim ve sanat adamları A n ad olu' y a ge çi ci veya temelli yer­ leşerek bu to pra klard a Türk-İslam medeniyetinin ye rl e ş m esin e hizmet etmişlerdir (28 'e, 3 0/ a ) . Anadolu Selçuklu Türkiye'sinin iinem!i şehirlerinden olan ve Sultan il. l{ılu;an;l an'ın oğlu Mes'ud devri n de n itibaren payitaht olan Konya (6a) , Selçuklu kültiir ve medeniyetinin de merkezi olmu ştu r. Devrin birçok ilim adamı, sanatkarı, mu t a savvıfı buraya y erleş miştir . Dolayısıyla, Konya.'­ nın Selç u k lu devrindeki kültür ve sanat h a y at ın ı a r a ştırma k , bir bakıma Selçuklu devri k ü l tü r h a y atını tesbit etmek demektir. Yüzyıllar boyu Türk Dü nya s ında tababet, birbirinden farklı iki meslek gu r ub u y la icra edilmekteydi : Laik tıp anl ay ışın ı temsil eden hekimler ile ruhi tedavileriyle İ slam öncesi kamlar. İslami dönemde de şeyhler. XI. yy ' ı n ikinci yarısında yazılan Ku tadgu Bilig'de bu ayırım açık ola­

rak izah edilir ( 44 ) . O n un için Selçuklu Devri Konya' s ında sağlık ha­ yatını a ş ağı daki tasnife göre ar aş tırm an ın daha gerç e kç i olacağına inanı­ yoruz :

I - Çeşitli İslam ülkelerinde laik anl a yışta yetişmiş hekimlerin ser­ best veya mevcut hastahanelerde ç a bşm al arı ile ortaya koyduklan tıbbi a nl ay ı ş l a r ,

II -

Başta Mevlana Celaleddin ol m a k üzere

devrin hürmet edilen din büyüklerinin genellikle p sik o ter api oiarak vasıflandırılabilecek folklorik tıp a nl ay ı şı .

I�AiK TA BABET Sel ç u klu döneminin zengin, nüfusça kalabalık Konya'sında sağlıklı bir h a y at için gerekli tabib, hacamatçı. cerrah, attar (eczacı) , darüşşifa, kap lıc a ve hamam gibi meslek menrnplarıyla tesisler mev cuttu .

170

(42)


SAYI 3 1 1

A

--

A . H. BAYAT

YIL xxvn

TABIBLER

Eonya'da gerek serbest ve gerekse sarayın hizmetinde çalışan çok s:ıyıda hekim mevcuttu . B u nl a rı n b ü y ü k bir kısmı çevre şehir ve ülke­ l e r d e n Konya'nın cazibesine ka pılara k g el miş Müslüman ve Hıristiyan tabibler<'li.

Hükümdar sarayında yerli ve y al:: a ncı tabiblerin en değerlileri bu­

lundurulurdu. M es el a , İzzeddiıı Keykavus ile Alaeddin Keykubat'ın hiz­ m e t i n d e çalışmış Şem:-:eddin b. Hubel l\fusuJi ( doğ. 548/ 1H53 ) ( ki öldü­ ğünde c enaz e s i tahnid edilerek Musul'a götürülmüştür) ( 1 1 , 39/b) ; Alaeddin Keykut.at, Keyhünev ve il. izzeddin Keykavus z amanın da hekim ve elçi olarak hizmet eden, büyük bir servet edindikten sonra 657/1259 da Ş am ' d a vefat e d e n 'f8ki Ebu Bekir lı . Yusuf b. lUuhammed ( 11 , 391fc) ; tatlı sohbeti. baı:arılı h eki m li ği ve çok iyi b i ldi ği Yunancasıyla Ali.eddiıı U:eykubat'ın y a k ı n dostluğunu kazanmış M al atyalı Süryani hekim ibn i{eraye ( 3 0 / b ) ile hazerde ve s ef e r d e Keykubat'ın yanından a y ı r madığı, istifa di v a n ın d a maaş b a ğl a tt ığ ı Şerefeddin Yakub (27, 28 / a ) ; Gıyaseddin Keyhiisrcv'in lwr. m etin d c çalışan ( mezarı K onya' da olan ) Şücaüddin Ali h. Ebu Tahir ( ölm. 613 1245 ) ile Raklmh Rıdvan b. Ali bunlardandır. Hıdvan b. Ali 1243 �avaşında Moğollara esir düşmü ş , hekim olduğu anla.­ �ıl ın c a serbest b ı r a k ıl mış ve da.ha sonr a da Mo ğoll ar tarfından Haleb'e elçi o l a r a k gönderilmişti ( 1 1 ) . Sultanların hastalı kla rında te d a v i l e r i için özel h e k imle ri y an ın d a za­ man zaman Konya'ya t aş r a da n hekimler davet edildiği gibi, Konya d ı­ şına çı k ıl d ığ ı zaman da bulundukları ş eh ir l eri n ş ö hr etli hekimleri teda­

viye çağnlabıiliyordu. Mesela S u lt an ,Alaeddiıı Keykubat'ın Malatya'da hastalanması sırasında özel h ek i mi Şerefeddin Yakôb il e (27) , k o n s ült an hekim olarak Sadr-ı li' eridüddin Muhammed, Cacürmi, Bedreddin Ceririr, izzeddin bin Hubel Musuli, 'fakiyüddiıı, � eyfü'd-devle v ar d ı ( 2a, 99, 32/b) . Sonuçta hükümdarın b oy nu n da k i çıbanı Cerrah Fasıl ameli yatl a tedavi etmişti ( 39 /b ) . S onr a d an Mevlana'nın müridi olarak Ko n y a ' y a yerleşe­ cek olan Erzincanlı tabib Alaeddin, Sti_tan Rülmeddin'i E r zinc a n ' d a te­ davi etmişti ( 10/b, 3 2/ a ) . Hükümdarlar gibi , d e v l e t büyükleri de tedavileri içiu A nado l u ' nu n şöhretli hekimlerini Konya'ya davet e d iy or lar d ı. Mesela il. Kılı�arslan'ın v eziri Emir Seyfeddiıı'i Urfalı tabib Hasııon tedavi e tmişti (30/d) .

B un l ar ın dışı n da Kon y alı veya Kon ya'da se r bes t veya Darüşşifa'da çalışım hekimlerden de haberdarız. B u n l a r arasında Ekmeleddin tabib, (43)

171


SAYJ ;;ı ı

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL

xxvn

Konyalı Emin Hasan Ta b i b ( 10/a ) , Konyalı olduğu halde Tebriz'de ta­ biblik yapan Fahreddin Ebu Bekir Ahmed bin Mik ail Bin Abdullah ile Konya'da Alaeddin Keykubat Darüşşifam hekimlerinden İzzeddin ( tzzed­ din b. Eubel olması nm ht em el d i r ( 2 7 ) ) ile Burhaneddin Ebu Bckir'i tes ­ bit edebiliyoruz ( 1 , 27 ) . Yukarıda isimlel'ini saydığımız hekimlerden herhangi bir tıbbi eser günümüze gelmemiştir. Yalnız ihn t:l -Zak i ( S ad r ı Konevi) 'ye ve Ekme­ Ietlcün'e y a zılan b azı mektu p l ar günümüze kadar ulaşmıştır. -

Ehubcl,ir Um al-Zaki'nin kalernc aldığ·ı navzatu'l-Kiittab'taki mek­ hazırladığı müshil şertet ini içecek kişiye ciÖnderirken iyi di­ leklerini ifade eden, veya göğsündeki ağrı s et e b iyle büy üğünü ziyarete gidem e diği için üzüntüsünü ifade eden. veyahut da K onya 'd a şarlatan bir hekimi ş e h ri n kadısına şikayet eden metinlere r a stl ı yoru z ( 1 , 3 4 ) . tu plarmda,

Yukarıda isimlerini saydığımız tabiblerin bir kı sm ı Hıristiyandı. Ana­ dolu Sel çuklularında tıbbın ileri bir seyir gö s terdi ği dönemlerde bile Hı­ d stiyan hekimlere ihtiyaç duyulduğu bir g erçek ti r . n

-

HAS TAHANELER

Ortaçağ A v r u p a s ınd a hükümdar yapıları olarak p restij i ddi as ı ta ­ şı y an şato

ve kalelerin inşasına mul , abil , Selçuklu Sultanlarında kervan­

saray, darüşşifa gibi kamu yapıları ağırlık kazanmıştır ( 18 ) . Anadolu Selçuklu Sultanlığının rayitaht şehri olan Konya'da Kılıçarı:.1an'ın yaptırdığı ve yeri tesbit edil2miyen .Maristan-ı Ati k ile Ali.eddin Keykubat'ın Ilarüı;!>;lifa-i Alaiye'!-;i ve Konya Aksaray'ındaki banisi bilin­ meyen da rii.t-!jifa'nm mevcudiyetini t a ri hi kayıtlardan ve belgelerden bi­ liyoruz.

Darfü;�ifa-i AJfi.i 'nin günümüze kalan bir izi y o k tu r . Ancak yapılan araştırmalar Mevlana'nm türbesinin ci v arı n d a olduğunu göstermektedir. O s m a n lı döneminde harap olduğundP n vakıf gelirlerinin başka amaçlarda kullanıldığını gösteren belgeler ta h r i r defterlerinde bulunmaktadır. (Da­ rüşşifa-i Alai için bkn. 2. 14, 17, 22, 36, 37. 39/ a, 44) . Aksarayi'nin m. Alae ddin Keykubat devri olayları arasında zikrettiği Pervane Muint:ddin

Tuğracı Muzaferüddiıı'in darüşşifaya sığındığı, dola­ büyük, m u hk em ve ::;ağlam bir bina olduğu anlaşıl ıyor

Mehmed'den k aç an yısıyla buranın

(2/b) . 172

('44)


SAYI 3 1 1

A. H. E.\.YAT

YIL XXVIl

Akı.. a ray DarÜş!jifası'nın XIII. yy. 'da inşa edildiği biliniyor ise de, banisi hakkın da bir bilgiye sahip değiliz. Burası da Konya Darüşşifası gibi sağlam ve koruyucu özelliğe sahip olduğundan XIV. yy. 'da bir ça­ tışma sırasında Şenkitoğlu, dört ay kadar buraya sığınmıştı ( 2 / c ) .

Anadolu'da hastahanelerin yanında, kervansaraylarda yolcuların her türlü ihtiyacının karşılandığı, hastalanmaları halinde de imkanlar ölçü­ sünde tedavilerinin yapıldığı bilinmektedir (26) . Konya - Aksaray arasın­ daki Zazadiıı , Sultan Hanları ; Konya - Beyşehir yolundaki Altun a ba . Kı­ zılöl'en hanları, Konya - Ankara güzergahında Horozlu han, Konya - Af­ yon istikametindeki Kadın Hanı gibi kervansaraylarda, hastaların ker­ vansarayın kadrosunda bulunan veya çevreden temin edilen bir hekim ta­ rafından tedavi e dil di k ler i ni söyleyehiliriz. C - ECZACILIK

Çok sayıda hekimin ve laik hastahanelerin bulunduğu Konya'da dev­ rin eczacılığım temsil eden aktarlığın da gelişmiş olduğu bir gerçektir. gflaki, Aksarayi, ibn Bibi ve bazı vakfiyelerden Konya esnafı arasında bu meslek mensuplarını tesbit edebili yoruz ( 6 /a ) . Diğ·er ş e hirl er d e olduğu gibi Konya'da da tıbbi drog ve ham madde satmaya mahı:rns dükkanlarda ( ecza nelerde ) Doğu'dan, bilhassa Hindis­ tan'dan getirilen tıbbi bitkiler satılmaktaydı. Kervansarayların da kendi ölçüleri içinde eczahaneleri mevcuttu (3, '4 , 27/a ) . Bu dönem eczacılığında kullanılan imbik, havan ve ağırlık ölçüleri gihi bazı aletler günümüze kadar gelmiştir ( 3, 4 ) . D - KAPLICALAR ve

HAMAMLAR

Jeolojik yapısının özelliği sebebiyle Anadolu'da çok sayıda bulunan kaplıcalardan biri de Romalılardan b"ri bilinen Konya/Ilgın ılıcasıdır. Sel­ çuklu dP,vrinde mevcut sıcak su kaynağı üzerine 666H !l267 yılında �ahib Ata tarafından yeni bir tesis yapılmıştır. Burası başta Mevlana Cela­ leddin ve dostları olmak üzere Konya halkının sık olarak _gittikleri bir yerdi (28,/ b, 30/c ) . Bir sağlık kurumu olarak kabul ettiğimiz hamamlar da Konya'da önemli bir yer tutmakta idi. Bunlar arasında Efla.ki'nin zikrettikleri ( 1 1 35, 229, 376. 1 1 ! 1 87 ) ( 10 ) yanında, Sahih Ata Mahallesinde erkek ve kadınlar için ayn bölümleri bulunan 1279 tarihli Sahih Ata Hamamı ( 40) ile Sulb n Hamamı ( 6/b, 14/b ) ayrı bir yer tutar.

(4C5)

173


SAYI 3 1 1

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

HALK HEKiMLİGi

( Folklorik Tababet) Selçuklu dönemi Konya'sında laik hekimlik anlayışının yanında halk, her devirde olduğu gibi ilmi tıp anlayışı dışında bilhassa ruhi hastalıklara manevi güçlerden yardım dileme şeklinde bir yola da başvurmaktaydı. Bunların bir kısmı, Kur'an ve hadislerin sağlıkla ilgili olanlarının yorum­ larını ihtiva eden Tıbb-ı Nebevi'yc göre, bir kısmı da devrinin din büyük­ lerinin hastalara okuma, meshetmek, tükürüğ·ü ile iyileştirme gibi yollardı .

O günkü sosyal hayatın hemen her yönünü ve halk hekimliğini, Mev­ lana ve çevresini içine alan eserlerden takip edebiliyoruz. Mesela sıtmaya karşı, fö:erine ezan, izin, besin kelimeleri yazılan sarmısağı veya bademi yedirmek ( Ef. I/26·! ) veya kağıda yazılan bir metni, su dolu bir barda­ ğın içine atıp, sonra suyunu içirme ( Ef. I/263-4 ) veyahut da köpek tüyü ile tütsülemek ( Ef. II/408 ) ; Göz hastalıklarında, tükürüklenen iki paı­ mağı hastanın gözlerine sürmek ( Ef. I/413 ) veya Sadreddin Konevi'nin yaptığı gibi Arapça bir dua okumak ( 42) ; kırıklarda, kırık kemiğe oku­ mak, meshetmek ( Ef. I /58 ) ; vücut çıbanları üzerine dua yazmak ve oku­ mak ( Ef. U ı291 ) sayılabilir.

Bu tedavi şekilleri yanında o Günkü Türk-İslam tababetinde kullanılan bazı tıbbi bitkiler de tavsiye edilmekteydi. Mesela uzun süren ateşli has­ talıklarda sarmısak ( Allium Satirnm ) ( 2 1 ) veya e�miş sarmısak bal­ kanşım ı ( 16 ) ; 1shalde sarı halile ( Fructus Myrobalani citrinae ) (16) ; ha­ raret kesici olarak, bal-sirke karışımı ( 9 ) , soğuk algınlıklarında bal, sar­ mısaklı yoğurt ; gözü kuvvetlendirmek için çiğ şalgam ye mek (Ef. I/61 ) ( 20 ) ; kabızlığa karşı mahmude kökü (Radix Scammoniae) ; barsak ko­ liklerinde ( Ef. II;3·f) l ) tiryak ve her derde deva olarak da pahalı bir ilaç Tiryak-ı Faruki ( l ,' 328, I/337 ) : miskinlikte haşhaş sütü ( Opium, Sur­ c:us Papaveris) ( Ef. l ,1416) (21 ) ; deri hastalıklarında kaplıcalardan ( V 32 8 ) ; hava değişikliklerinde sulandırılmış şarab (Ef. II/335) ; nezle tedavisinde kan almak, hamama gitmek ( Ef. l ) 395 ) gibi tedavi yollarına başvuruluyordu.

BiBLiOGRAFYA ( 1 ) Abu Bakr lbn al·Zaki : Ravzat al-Kuttab ve Hadikal al-Albam (Yay. Ali Sevim ) , Türk Tarih Kurumu, Ank., 1 972 s . 5 1 -52, Arapça Metin s . 139- 1 49. ( 2 ) Aksarayi : An ado l u Selçuklu Devl etleri Tarihi (Tere. M. Nuri Geneoııman ) , Uz­ luk Basımevi, Ank., 1 9 4 1 , s. al 1 1 6, b ) 294, el 337. ,

174

(46)


YIL XXVII

A. H. BAYAT

SAYI 311

--------·----- ------

( 3 ) Baytop, Turan : Selçuklular Devrinde Anadolu'da Eczacılık, Uluslararası Türk-İs

lam Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi. İ.T.ü., 14· 1 8 Eylül, 198 1 , Bi ld iri ler, C. II, s. 1 83· 190.

Aynı Makale : Doğa ve Bilim, Sayı 1 0, 1 982, s. 26·29. ( 4 ) Baytop, Turan : Selçuklu ve Bizans Dönemlerinde Anadolu'da Tedavi ve Ecza· cılık, Kayseri Ü n iv Gevher Nesibe Bilim Haftası Tıp Günleri 1 1 · 1 3 Mart 1982, s. 98· 1 02. (5) Baytop, Turan : Türk Eczacılık Tarihi, ist., 1 985, s. 55·65. ( 6 ) Baykaı a, Tuncer : Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Kültür ve Turizm Ba· kanlığı Yayınları, Ank., 1 985, s. a) 2 7, b ) 54, c) 59, d) 72 , e) 1 14, f) 130. ( 7 ) Buniyatov, Ziya Musa : İbn al·Fuvati'nin Talhis Macma al·Adab fi Mucam al·Alkab Eserinde Belirtilen Konya S ultan l ığ ı n ı n Görkemli Ş ah ıs ları , VIII. Türk Tarih Kongresi · Bildirileri Ank., 1 98 1 , s. 595. ( 8 ) Cahen Claude : Osmanlılardan Önce Anadolu'da Türkler \ Tere. Yıldız Moran J , E Yayınları, İst., 1979, s . 1 69. ( 9 ) Cumhur, Müjgan : Mevl an a' n ın Şiirlerine Göre XIII. yy.'da Türkmenler'in Yaşa· yışlan, Milli Kültür, C. I, Sayı 12, 1 979, s. 1 8· 1 9. ( 1 0 ) Efliki : Ariflerin Menkıbeleri l Terc. Tah sin Ya zıc ı ) C. I ( il. Baskı ) , İst., 1964, C. il, Ank . , 1 954 . ( 1 1 ) lbnü'l·Adim : Buğyat at·Talab fi Tarih Halab ( Yay. Ali Sevim ) , Türk Tarih Ku· rumu, Ank., 1 976, s. 95, 254; Türkı;esi : Biyografilerle Selçuklular Tarihi "Bug· yetü' t -Taleb fi Tarihi Haleb" ( Seçmeler ) ( Tere. ve Yayınlayan Ali Sevim ) , Türk Tarih Kuru mu, Ank., 1 982 , s. 1 93. ( 12 ) İbn Batuta : Seyahatname·i İbn Batuta (Tere. Mehmed Şerif) , Matbaa·i Amire , İst. 1 322· 1325, s .110; Latin Harfleri İle Neşri : Üçdal Ne şriyat, İst. 1983, s. 193. 0 3 ) lmer, CeUUeddin : Ilgın Kaplıcası, Konya, Sayı 80, 1 945, s. 29. 04) Konyalı İbrahim Hakkı : Konya Tarihi, Yeni Kitab Basımevi, Konya, 1964, s. a l 22 1 ·236, bl 1069. ( 1 5 ) Mevlina Celiledftin : M ektu plar ( Tere. Abdülbaki Gölpınarlı ) , İ nkılab ve Aka Kitabevi, İst., 1 963, s. 265. 06 ) Mevlana Celileddin : M e v lan a ' n ı n Yedi Öğüdü, ( Düzelten Ahmet Remzi Akyü· rek l , Bozkurt Ba:r· mevi, İst., 1937, s. 69·71 . ( 1 7 ) Oğuzoğlu, Yusuf : XVII . yy.'da Konya Şehrindeki İdari v e Sosyal . Yapılar, Kon· ya (Hz. Feyzi Halıcı ) , Konya Turizm ve Kültür Derneği Yay., 1 984, s. 104· 105. ( 1 8 ) Ögel, Semra : Anadolu Selçuklu Sanatı üzerine Görüşler, İst., 1986, s. 13. ( 1 9 ) Reman, Rıza : Balneoloji ve Ş i fa l ı Kaynaklarımız, İst., 1 942, s. 439 . .,

,

.

(20) Satoğlu, Abdullah : Mevlana'nın Hoc<:sı Seyyid Burhaneddin, İTB Yayınları, Ank., ( Tarihsiz ) s. 23.

( 2 1 ) Sfpehsalir : M evlana ve Etrafındakiler ( Tere. Tahsin Yazıcı ) , Tercüman 1 00 1 Te· mel Eser, No : 1 977, s. 102· 103. ·

( 22 ) Sözen, Metin : Anadolu Medreseleri il, Se l ç u k lula r ve Beylikler Devri 1 .T. Ü ., Mimarı tk Fak., İst., 1972, s. 199-200, 203. (23) Şehsuvaroğlu, Bedi : Anadolu Kaplıcaları ve S el ç uklu l ar , t.ü. Tıp Fak Mec., Yıl. 1 957, No : 2 , s. 305·325. ( 2 4 ) Şeşen, Ramazan İs la m Coğrafyacıların a Göre T ürkl er ve Tü rk Ülkeleri. T.K.A.E . . Ank. , 1 985, s. 209. .

(47)

175


SAYI 311

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

(25) Taneri, Aydın : Türkiye Selçukluları Kültür Hayatı, (Menakıbü'l·Arifin'in De�er· lendirilmesi ) , Bilge Yayınlan, Konya, 1 977, s. 79-90. (26) Turan, Osman : Selçuklular Devri Vakıfiyeleri I I I, Belleten, Sayı 45, 1948, s. 24. < 27 ) Turan, Osman : Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Türk Tarih Ku· rumu, Ank., 1 95d, s. 5 1·55; Arapça Metin, s. 67·69. (28) Turan, Osman : Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, T.K.A.E., Ank., 1 965, s. a) 251. b l 253-254, c) 264, d ) 276, e ) 260. ( 29 ) Turan Osman : Türk Cihan Hakimiyeti MefkQresi Tarihi, C. il, Turan Neşriyat Yurdu, İ st., 1 969, s. 1 53. < 30 ) Turan, Osman : Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat Yurdu, İst., 1971, s. a ) XXVI b ) 391 , c) 592, d) 229, 3 5 1 . ( 3 1 ) Turan, Osman : Selçuklular ve İsla miyet, İst. , 1971, s. 67. (32 ) Turan, Osman : Doğu Anadolu Türk D evl e t leri Tarihi, Turan Neşriyat Yurdu, İ st. , 1 973, s. a ) 64, 74, b ) 120. 1 3 3 ) Turan, Osman : Ta rihin Akı'iı İçinde Din ve Medeniye t , Nakı şlar Yayınevi, İst., 1980, s. 1 78. ( 34 ) Uzluk, F. Nafiz . Anadolu Selçukluları Hekimlerinden Zeki Oğlu Ebubekir Sadr·ı Konevi, Ankara Tıp Fak. Mec., C. 1, Say ı 3, 1 947, s. 91·99, ( 95-96 ) . 1 3 5 ) Ünver, A Süheyl : S e lçukl u Türkleri Zamanında Anadolu'da Kaplıcalar, V . Milli Türk Tıp Kongresi, Tebliğler, Kader Mat., 1st., 1 934, s. 2 ·3 . ( 3 6 ) Ü nver, A. Süheyl : M. Cevdet Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi Eserinden Ayrı Baskı, 1s t. , 1 937. s. 5 · 6 . < 37 ) Ünver, A. Süheyl : Büyük Selçuklu İmparatorluğu Zamanında Vakıf Hastaha· nelerinin Bir Kısmına D a i r, Vak ı f la r D e rgi s i , I, Ank., 1 938, s. 2 1 ·22. ( 38 ) Ünver, A. Sühe)·l S el çuk l u l ar Zamanında ve Sonra Anadolu Kaplıcaları Tarihi üzerine, C.H.P. Konferansları Serisi, Kitap 8. Ank., 1 939, s. 97-98. (39) Ünver, A. Süheyl · Selçuklu Ta b ab d i , Türk T a ri h Kurumu, Ank., 1 940, s. a) 65· 69, b ) 90-93, c ) 95, d l 1 0 1 - 1 02. ·

( 40 ) Ünver, A. Süheyl : K o n ya ' da Selçuklular Zamanında Hamamlara Dair, Türk Tıp Tarihi Arkivi, C. V., N o . 1 7, 1 940, s. 83-86. ( 4 1 ) Ünver, A. Süheyl : Konya Aksarayı Darüşşifası M ed reses i ne Ait Bir Vesika, Türk T ıp Tarihi Arkivi, İst., C. V., No. 1 7, 1 940, s. 72-74.

(42) Ünver, A. Süheyl · Türk Göz Hekimliği Folklorundan Bir Yaprak, Sadreddin Ko· n ev i ve Göz Ağrısı, Göz K l in iğ i, Sayı 6, 1 948, s. 122·124. ( 43 ) Ünver, A. Süheyl : Tarihte Tü rk i ye Hastahaneleri, Symposium, Il·III, 1st., 1965,

s. 6 1 ·62 . ( 44 ) Yusuf Has Hacib : K uta d g u Bilig I, Metin t Haz. Reııit Rahmeti Arat ) , T.D.K., Ank., 1 979; Te rci.\me , Reşid R. Arat, T.T.K., Ank., 1 959, Beyit 4355-4365.

( 45 ) Yusufo!lu, Mehmet : Kon ya Darüş� ifalan, Anıt, Sayı 9, 1 949, s. 16-18, 23, Sayı 1 7, 1 950, s. 1 5, 2 1 .

1 76

( 48 )


TUVA TÜRKLERİ VE EDEBİYATLARI ÜZERİNE

Tuncer GÜLENSOY

14-21 Eylül 1988 t ari hleri arasında Moğolistan'ın baş şehri Ul a an ­ nator'da bu lun du ğumuz gün l e rden birisinde, çevrenin t a ri h i ve turistik y erlerini geziyorduk. Hocamız, değe rli t ari hç i Prof. Dr. Bahaeddin ögel, Tü rk oloj i k ongı· elerini n genel sekreteri ve Orhun y az ıtlar ı uzmanı sevgili arkada�ım Yard. Doç . Dr. O sm a n F. Sert ka ya ve ben, bize t a h si s edilrn büyük bir otobüsün içinden çevreyi ilgi ve dikkatle izliyor, atalarımızın y ü z ler ce yıl at k o ştur du k l arı b u to p ra kl arda tarihi sohbetlerimizi k oy u ­ laştırıp, on ları yad e di yordu k . Otobüsümüz destanlarımıza da giren meş ­ hu r TULA neh!'inin üzerinden geçer ken , mihmandarımız, Moğolistan dış ­ i şleri ba k a n l ı ğ ın d a üst seviyede gö r ev li , güler yüzlü ve sempatik Purev 'e rica edere k , köprünün üstünde fot o ğ raf çekti rmek ist e d iğ imi zi bildirdik. Hemen arabayı durdurtarak bizim bu i steğimi zi yerine getirdi. Yüzyıl l ar sonra ötii k en 'de bulunan biz üç Türk, köprünün üze rin d e , Tula nehrini a rkam ıza alarak , belki on beş kadar fotoğr af ç ek tik . Tula, Ulaan-Bator'un hemen yanından geçen, b ü y ük fakat çol� temiz bir nehir. Bir kaç defa çok lezzetli b al ığından yediğimiz bu n ehrin kena­ rında avlanan amatör b a lık ç ı l arı giirebilirsiniz. İri ve çeşitli balıklarının bu l unduğun u Purev'den öğrendik Köprüyü g e çip, karşı kı yıya vardığımızda, otob üsümüz dik bir ya­ ma cın ön ünde , as faltl anmış otopark sahasında durdu. O toparkın y an ınd an yukarıya, t e p enin zirvesine doğru 350 b as amaklık dik bir mirdiven yük ­ seliyordu. Purev ve biz üç Türk b as amakları tırmanmaya başladık. Bi­ zim y anım ız da tepeye tırmanan tm i stle r olduğu gibi yukarıdan aşağıya inenler de vardı. Tepenin yarısına v ardığım ızda , d önüp arkamıza baktık. Tula nehri kıv rıl a r ak , n azl ı n azl ı ak ıyordu . Bu arada Osman eline bir taş parçası alıp , m er di v enle rin yanın daki düz bir k aya üzerine, Orhun ya­ zısı il e adını kazıdı. To n yu k uk ' un toru nu Os m an , adın ı ötü k en ' de de " b en ­ g ü " l e ştirmi ş oldu.

O s ma n , bizden 15-20 basamak önde h ızl a tepeye doğru ç ık ar ken , yuka ­ rıdan aşağıya inerken dinlenen bir kadının, 10-12 y aşların da , biri kız biri erkek ço cuk la rın a s esl en di ği n i duydum. K u l ağım " B i l gun e" sesi d u yun ­ ca, bu kadının Kazak veya başka Lir Türk boyundan olabileceğini düşü(49)

177


SAYI 3 1 1

T Ü R K

i� Ü L T ÜR Ü

YIL xxvn

nerek, hemen Purev'i çağırdım ve o kadına kim olduğunu sormasını i s­ Pur ev, Ru s ça kadına kim ol duğunu sordu. Al dığ ımız cevap çok ilgi çekiciydi . Kadın, kendisinin h ızıl şe hrinden olduğunu, aynı ş ehi rden 20 kadar arkadaş ıyl a Moğolistan'ı ziyaret ettiklerini s öylemişti . O arada Bilgfıne adlı o ğlu ile, sonradan adının ön�i�k olduğunu öğrendiğimiz kızı da. yanımıza gelmişlerdi. O sman Sertkaya, ögel hoca ve ben çocuk­ larla ayrı ayrı resim çektirerek, biraz sohbetten s on ra yolumuza devam ettik. Zirveye ulaştığ ı mızda , biraz yorulmuştuk ama orada r astladığımız büyük grup Tuva Türkleri ile sohbete dalınca yo rgunl uğumuz gidiverdi . Orta Asya'nın göbeğinde, Türkiye 'den binlerce kilometre uzakta yaşayan bu ırkdaşlarımızla hemen kaynaşıverdik. Hepimize birer ikişer rozet ar­ mağan etmeye b aşl a dılar. Bu arada Osman'a verdikleri "Tuva Arslaw" rozetini özellikle belirtmem ger ekir . Bu grup Tuva Türkleriyle g a yet rahat anlaştığımızı, Türkiy e Türk­ çesi'nden oldukça f arklı bir ş ive ile konuşan bu insanlarla nasıl sohbeti koyu l a ş tır dığ ını ız ı daha ci ün gibi hatırlıyorum. Bizi m Türkiye'den geldi­ ğimizi öğrenince , onlar da heyecanlanmışlardı. Güler yü zlü , orta yaşlı bir hanımdan " sizning öyün adı·esini banga bir ! " diyerek iste diğim za­ man, hepsi de güldül e r. Tuva T ürk ü hanım "mening öyün adresini sanga bireyin " diyere k, defterinden kopardığı bi r k ağ ı d a yazdı ve bana ver di . Bu arada bi zleri Kızıl'a d avet etLıeyi de unutmadılar. t e di m .

·

,. * ,. bir bölü münü anlattığını Moğolistan intibaları­ mın gönlümden ç ı km a yac ağını , dil' mden düşmeyeceğini belirtmek isterim. Tuva Tii.r k l e ri ile ilg ili yazıma ge c: m ede n önce, o ku yu cl ar ı m ı zı n da anlan tanımasını i ste di m . B ug ün Sovyetler Birliği içersinde ' 'Tuvinskaya ASSR" adı ile muh­ ta r bir cumhuriyet olarak yer alın Tuva Cumhuriyeti'nin başşehri Kı­ z ıl ' dı r . Moğ o li s ta n ' ın kuzey-batısında bulunan T uv a ' n ın dağl ı k bir coğ­ rafi yapıya, sert bir kara iklimiıK sahip olduğu g örü lü r. Bu k üçü k ara­ zide irili ufa kl ı 10 k a da r göl buh'.nmakta, Ham-sıra, B ol -Enusey (Buy­ hem ) , Mal - E n usey ( Ka-hem ) , Kız ıl-hem, B alıgşıg-hem, Tes -hem, Hem­ çık, Alaş adlı neh i rle rin hemen hepsi b u b ölge içersinden doğmaktadır. Baş şehir l\.ızıl'ın dışında, Turan, Kaa-hem, Irban, Çazılar, Toora-hem, S a rıg - s en , Bay-Haak , Ş ag on a r . Hozu-Aksı, Samagalmay, Ku ne u rtung, Zrzun , A k -D obu:r a k , Ç ad a n , Kızıı - ;·vıajalık H an daga ytı , M agur -Aksı Teelu belli b a şl ı şehirleridir. "Türk Kavim!eri" ( Ankara, 1983 TKAE yayını) adlı eserinin 4- 5 . s a yfa l arı nd a, hocamız P rof. Dr. A lunet Caferoğlu Tuvalar h ak kın d a şu bil gileri vermektedir : Yukarıda çok kısa

178

(50 1


SAYI 3 1 1 ··

T . GÜLENSOY

YIL XXVII

- -·- - -------

''Vaktiyle Moğolistan'ın b atısında oturan Türk halklarına Uryan­ hay, Altay Dağ-Kamukları, Çuy-Ki§i, Tannu-Tuvin'ler, Soyan, çok­ luk halinde Soyot gibi çeşitli kavim adları takılmıştır. ilmi araştır­ ma ve eserlerde, umumiyetle Soyan yahut Soyot etnonimi terviç edil­ mişken, bunlar kendilerine Tuva, Tuba, Tıva kavim adını vermeyi da­ ha yerind� bulmuşlardır. Son Sovyet Rusya iç idare taksimatında yerleri Tuhtar Tuba eyaleti haline getirilince, ister istemez Soyan ye­ rine Tuba yahut Tuva kavim adı da kullanılmaya başlamıştır. Altay Türkleri gmbuna dahil Kara-Orman Tatarları da aynı adı taşımak­ tarlırlar. Fakat soy bakımından birbirinden !arklıdırlar. Taşıdıkları ı:;on kabile adını Çin tarihlerinde geçen ( To-pa) adiyle müşterek sa­ yanlar da vardır. Bu yüzden menşeleri hakkında çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Samoyet ve Yenisey-Ostyak'ları karmasından türedik­ leri fikri yaygındır. Bugünkü şivelerine bakılacak olunursa, daha _ fazla Oğuz-Uygur şive birliğine dahildirler W. Radloff is� kenqi ­ lerini Uygurların ahfadından sayarak, şivece Uygur, Karagas ve Ya­ kut şivelerinden türeme kabul etmektedir. Tuva'ların işgal ettikleri coğrafik saha, dar ve uzun olup K çıbdo ırmağından başlayarak Kossogol'a Tangnfı-Ola'nın kuzeyinden . biraz doğuya doğru kaymaktadır. Bu suretle yayılış ve iskan çevrelerini Yenisey ırmağı dallarından Bay-Kem, Uluğ-Kem ve Kemçik havzası teşkil etmektedir. Burası vaktiyle Uryanhay ovası adiyle tanınmakta idi. Şimdi ise Tannu-Tuva ( Soyonca Tangdı-Tuva) yani "Tan yeri Tuva'ları" adını almıştır. Moğolistan'la öteberiye, yayılmışiarı da var­ dır. Daha güneyde oturanlar moğollaşmışlardır Başşehirleri "Kızıl" şehridir. Nüfusları yuvarlak hesap 100.000 kişinin üstün dedir. Tarihleri hakkında geniş bir bilgimiz yoktur; Müstakil bir edebi­ yat vücuda getirememişlerdir. Hatta yazıları dahi yoktu. Son zaman­ larda Tuva'lara mahsus önceleri latin ( 1930-941 yıllarında) , sonraları ise Rus alfabesi sistemi tertiplenmiştir. Bu alfabe ile Tuva şivesi gra­ meri ve lfıgati vücuda getirilmi§tir. Ayrıca "Doygur dol" , "Hayr'an­ boy" gibi piyesler de yazılmıştır. Tuva halk edebiyatı örnekleri ve şiveleri Radloff'un "Proben"le­ rinde ve bilhassa Sagay Türkleri bilginlerinden N. Katanov'un, meş­ hur "Uryanhay dili üzerincieki araştırma tecrübeleri" adlı eserinde toplanmıştır." Yine Caferoğlu 'nun verdiği bibliyografyadan da (bkz. adı geçen eser, s . 6) Tuvalar hakkında yeterli bilgiye sahip olamadığımız görülmekt edir. 1986 - 1 988 yılları arasın d a Sovyetler Birliği'ne yaptığımız ilmi seya­ hatler sırasında, Moskova; Taşkent, Semerkant, Bak1t , Şamahı, İsmailli '

(51)

·

1?1'9


SAYI 3 1 1

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

gibi büyük şehirleri gezmiş, bu arada Türkoloji için çok değerli sözlük ve dil eserlerini temin etmek imkanını bulmuştum. Kazak, K ırgız, Özbek, Çuvaş, Yakut, Azeri, Türkmen, Tatar ( Kuzey Türkleri-Kazan ) , Tuva Türklerinin dil malzemeleriyle kütü phanemi zenginleştirdim . İşte, aşağıda tanıtacağım Tuvalarla ilgili edebi eserler de bu koleksiyonun bir parçasını teşkil etmektedir : Yuruy Şoydakovuç, lnakşıldıng Buyanı, Kızıl 198:7, ( küc;ük boy) 161 s. Yazarlarının 194 7 yılından itibaren yazmış olduğu 58 şiirini bir ara­ ya toplayan bu küçük kitap, Tuva Türk edebiyatının şiir cephesine örnek teşkil etmektedir. tık şiir "Tıva çerde tınım tuduş" (s. 5) adını taşımak­ tadır. Şiirin altındaki tarih kaydından 1979- 1985 yılları arasında yazıldığı anlaşılmaktadır. 194 7 tarihini taşiyan şiirin adı da " Bolçaşkannıng boda­ lında" olup yedi kıtadır. 194 8 yılında yazılmış altı ile 19 49 yılında ya­ zılmış altışar mısralık 2 kıta da aynı başlık altında verilmiştir. I.

II.

Çoodu Kunzekoviç Kara-Kuske, Anaylanm, Kızıl 1986, 56 S. Kitabın ikinci sayfasındaki bilgilerden, bu şiir kitabının yazarı Kara­ Kuske'nin 5 Mayıs 1936'da Samagaldayga'da doğmuş olduğunu öğreniyo­ ruz. Kızıl'da pedagoji enstitüsünü okumuş ve 1966 yılından itibaren yayın yapmış. Bunlardan "Damdı" ( 1969 ) , "Hunniierk" ( 1974 ) , ''Sook donngar be ?" ( 1977) yıllarında yayınlanmış. ' 'Anaylarım" adlı bu şiir kitabı ço­ cuklar için yazılmış olup, tarama siyah-beyaz resimlerle de süslenmiş. Çang Ool Ondar, Kargıraa, Kızıl 1987, 48 S. Çocuklar için yazılmış 37 şii r i ic;ine alan bu normal bo y şiir kitabının yazarı hakkında bilgi verilmemiş. iV. S.M. Baisklan, Poetika T uvinskogo Geroiçeskogo eposa, Kızıl 1987, 70 s. Tuva şiirinin yapısını ve özelliklerini inceleyen bu eser dört ana bö­ lümden meydana gelmiş : 1. "Syujetno-Kompozitsionnoe stroenie Tuvinskih geroiçeskih skazaniy" ( s. 6-20) ; 2. "Tipiçeskie mesta" (s. 21-27) ; 3. Poe­ tiçeskiy yazık" ( s.'42-58 ) ; 4. "Hudojestvenno-opredelitel'naya Sistema skazaniy vı svete raznovremennıh zapisey" ( s. 59-67) . Yukarıda belirttiğimiz eserler, Caferoğlu'nun kitabında bahsettiği Tu­ va Türkleri ile ilgili bölümü tamamlar niteliktedir. Tuvaların son devir edebi mahsulleri, mutlaka, sayıca c;ok fazladır. Sovyetler Birliği'nde ba­ sılan eserleri temindeki güçlükten dolayı, yapılan ilmi araştırmaları da geç öğrenebiliyoruz. Sovyetler Birliği akademilerinde görevli gerek Rus gerek­ se Türk asıllı bilim adamlarıyla kurduğumuz dostluk köprüsünün, bun­ dan böyle bu gecikmeyi önleyec e ği inancındayız. IH.

180

-

(52)


T lJ R K Ç Ü

D E R G iL E R x

Dr. Fethi TEVETOOLU

Ziya Gökalp'ın ölümünden, Türkocağı v e Türk Yurdu'nun kapanmasın· dan sonra Türkçülük mefkQresi bayrağını dalgalandıran ve Türkçülük cereyanına hız katan Türkçü dergilerden bi r önemlisi de, 1939 1944 yıllar .nda, Istanbul ve Samsun'da çıkan KOPUZ dergisi olmuştur.

K o p U z

·

193 1 ·32 yıllarında ATSIZ MECMUA'da < Ali Fe thi ) ; 1933·34'de ORHl.J111 dergisinde (Atsızayoldaş) ve 1 935·39'da YÜCEL dergisinde (Mengüç Tibet), (MengÜç Ats ızayo l · daş), (M. Atsızayoldaş) ve (Fethi Tevet) imzalarıyla şiir, mensur şür, edebi araştırma ve tercümelerim yayınlanmış; 1 934'te (Yann Turan Benimdir!), 1 936'da (Bir BaJ'l'llk Altında!) adlı iki şiir kitabım Atsız'ın "Aylı-kurt Yayınları" arasında çıkmı ştı . 1938'de Yücel dergisi mensur şiirlerimi (Fuzfili'nin Bahçesi) adlı bir kitapta toplamış; aynı yıl ben de Hind şAiri Tagore'un hayat ve eserleri üzerindeki ilk biyografi denememi yayınlamıştım. Üç ayda birinci baskısı tükenen bu kitabım, büyük Hind şairi ile mek· tupla ş mama ve bu yol.daki ara>ıtırma ve tec r übelerimi daha artırarak sürdürmeme yol açmıştı. Kastamonu Lisesi'nde öğrenci iken ( 1 9:H - 1 934), kapağında ATSIZ MECMUA'nın Aylı-kurt amblemi ile (Kastamonu Lise Mecmuası)'nın yayımını üç yıl düzenle ben yönetmiş; de�işik edebi türlerde yazılar yazarak dergi çıkarmakta hayli tecrübe sa· hibi olm u ştum Atsız, 1 939 yılında, 16 Temmuz 1934'de kapanmış ORHUN dergisini yeniden çı· karmaya henüz başlamamıştı. Bu dönemde bir Türkçü dergi çıkarmayı çok lüzumlu görüyor ve kendimi bu tecrübe ve yetene'.1e sahip buluyorum. Yalnız Askeri Tıb· biye öğren c i s i olduğum için dergi çıkarmam kanunen yasaktı . .

Cesur v e mert bir mil liyetç i olan Orman Mühendisi Cemal Tigin, Kastamonu Li· sesi'nden sınıf arkadaşımdı. İsteğimi yerine getirerek Kastamonu Valiliği'ne başvurdu ve KOPUZ adlı, siyasi olmayan, aylı k milli san'at ve fikir mecmuası için aldığı çı· karma iznini her türlü sorumluluğu yüklenerek bana verdi. Derginin herşeyini, Müracaat Adresi : Posta Kutusu : 17 Bayazıt İstanbul ad· resimle ben yürütüyordum. Derginin yayımını bir sekteye uğratmamak için çok dik· katli olmam; yazılarda asla yolitikaya kaçmamam g e rekiyo rdu . İ şte KOPUZ'un bu başlangıç döneminde edebi inceleme ve araştırmalara ağırlık vermesi, bu mecburi· yetten kaynaklanıyordu. ·

,

KOPUZ'un çıkma i;:nini alan ve bana güvendiği için s ahip ve neşriyat müdUrlütil ı;orumluluğunu üstlenı>rı arkadaşım Cemal Ti gin, samimi bir Türkçü idi. Fakat edebi yatla, yazı işleri ve dE>rgi çıkarmakla hiçbir ilişkisi yoktu. Gerçek durumu bilme· yen bir yabancı ilim adamı, KOPUZ'un siyasi, Türkçü olmaktan çok Tilrkiye'deki ve sınır dıııındaki milli tarih, edeb i yat folklor ve kiiltür k onu larını ele aldığına ve yu· ·

,

(53)

181


SAYI 3 1 1

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

muşak bir Türkçülük Turancılık izlediğine değinerek Cemal Tigin'i Atsız ve diğer· !erinden daha az politika yanlısı buluyor ki( 1 ) , haklıdır. Sebep ve gerçek burada açık· ladığımız gibidir. ·

KOPUZ, 15 Nisan 1 938 tarihinde 1 8x26 Cm. eb'adında, 4 sahife kapak ve 4 sahife 15 kuruştu. Tirajı 3.000'di. 800 kadar yıllık abonesi vardı. Sermayesini, çoğunluğu Kastamonu Liseli aydınlar, Nejdet Sançar ve ben karşılıyorduk. Birinci sayının (Türk Şiri ve Ko· puz) başlıklı ilk yazısı, (KOPUZ) takma adımla t:.:rafımdan yazılmıştı. $iir ve san'at anlayışımızı ve yolumuzu sergilemekteydi. ku:;c kağıt üzerine resim hariç, 40 sahife ol arak çı kmaya başladı. Fiatı

KOPUZ'un ilk üç sayısında ünlü Türkçü Dr. Rıza Nur Bey'in (Vokalik Ahenk), , (Türk Aruzu), (Türk Şirin in Ritmik Unsurları) konulu tamfimen ilmi, dil ve edebiyat üzerindeki incelemelerinden seçilmiş üç yazısı yer almıştı. Ulus gazetesinde T.İ. ( Top· Ilı 1ğne) takma adıyla ı:-:·ureddin Artam ve Pazar Postası adlı magazinde de komü· nistlikten hükümlü Naci Sadullah, bilinen adi bir üshlb ve taktikle saldırıya geçtiler. I<;OPUZ'un Dr. Rıza Nu•'a aid olduğunu uydurarak yaptıkları tahrif ve yalan dolu sal· dırılı;ırına, (KOPUZ) t:ıJcıca imzamı kullanarak, bize yalnşan bir vakar, seviye ve ücılQb ile �eterli karşılığı verdim; gerekli açıklamayı yaptım. Kimlikleri bilinen milliyetçilik düşmanları ile kısır taptı şma . oyununa düşm2rneğe, kanuni bir suç işlememeğe son derece özen gösteriyorduk. Bu kadar dikkatli davranmamıza rağmen, iktidarca yakın· dan . izlendiğimizi ve en küçük bir bahane ile cezalandırılacağımızı biliyor, bekliyorduk. Kızıl şfiir Nazım Hikmet'in 1 938'de Harbokulu'nda propaganda falUiyetine teşeb· bilsü bütün askeri okulların aranmasına sebep olmuştu(2). Benim okul dolabımdan da hakkında kitap çıkardığım Hind şfiiri Rabindranath Tagore'un imzalı büyük fotoğrafı ve bana yazdığı mektuhu(3) ile, kitabımın yf'ni baskısı için kitapçı vitrinlerine koy· durmak için hazırlattığım 20 kadar reklam fotoğrafları çıkmıştı. Tutuklanıp huzuruna götürüldüğüm Yıldız'daki bir askeri Mkimin, "Hangi dinin mübeşşiri" diye sorduğu bu sakallı zfitın Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış bir ünlü Hind şii.iri olduğunu ansiklo­ pedilerden göstererek ispatlamış ve kurtulmuftum. Fakat Mim'lendiğim ve devamlı iz· lendiğim şüphesizdi. KOPUZ'un 9. sayısında yer alan (Artık Ayıldım) ve (İhtilal} ba:ilıklı iki şiirimden birincisi : Derdim taşan bir nehirdir Onu kesmeğe koyuldum Sunulan şerbet zehirdir Artık ayıldım, ayıldım. dörtlüğü ile başlıyor ve : Tevetoğlu Türklük nice Görünmeyor mu netice Bu millet gidemez hiçe Artık ayıldım, ayıldmı.

A Study lrredentism; London 198 1 , s. 87. (2) Nfizım Hikmet ve Harbokulu Olayı için ayrıntılı bilgi : Dr. Fethi Tevetotlu : Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler ( 1910-1960 ) , Ankara 1967, ss. 488-50 1. (3 ) Kopuz, 1 5 Haziran 1939, Sayı : 3, ss. 96 197 arasındaki kuşe yaprak.

( 1 ) Jacob M. Landau : Pan Turkism in Turkey,

182

(54)


SAYI :_ ; l l

YIL XXVII

diye bitiyordu. İkinci şiirin Ankara'yı ku;:)kulandıran ilk kıt'ası da şu idi : Başım duman sevda çekerim; Çıra is vere vere yan :u . Her kuı:; vefasızını ar.ar Ben : "Dağa mı çıksa'.n?" derim. .

Şiirlerdeki ho�lanmadıkları ve k u şku la nd ı i ; la rı manalardan çok, KOPUZ'u benim çıkardığım; Bayazıt postahanesindeki 1 7 n uma ra l ı kutunun bana ait olduğu öğrenil· miıı ve ilgili makamları harekete geçirmişti. r: unun için Ankara'ya çağırıldım. O sıra Basın-Yayın Genel Müdürü bu l u nan Sadri Edl : em Ertem'le görüştüğümde bana : "KO· PUZ'u senin çı ka rdığı n anlaşılmış bulu:myor. Yayımına son vermezseniz, er olarak alaya çıkarılacağını bir hükOmet uyarması ol<;rak sana duyuruyorum" demişti. Böylece KOPUZ, 1 5 Ocak 1 940'da ç ı k an 9. sa yı s ından sonra HükOmetin kısı ile yayımına uz u n bir süre için ara v e rm e k zorunda kalmıştır.

bu

bas·

Komünizmle m ücad e le yolunda �ehid ol·. �ncaya kadar faaliyet göstermiş İlhan Daren del ioğ l u , TürkçE oerı:: i leri i n c e l ediği det·:=rli e s e ri nde şöyle ya zmaktadır : "..• Kopuz'un Türk m i!Uiye tçilif; ine yaptığı hizmet g erçekten büyük olmuştur. Birkaç

özel sayısı ise, . bugün <ie Türk milliyetçiliğini tetkik edenler iç in kütüphllnelerde ara· nan değerli kaynaklar olmaktadır."(4)

KOPUZ'un İstanbul 'da 1 5 N i s an 1 939'dan 1 5 Ocak 1 940'a kadar çıkan 9 s ayı. sını n toplam sahife tutarı 288'dir. Dört sahifelik k:ıpaklar ve il k 6 sayıya eklenen dörder sahifelik ku;;e k a ğ ı da basılı fotoğraflar bu s a ! ı ife sayısının dışındadırlar. Bu kuşe kil· ğıtta n sahifelerde : ( Abdülhak Hamid Tarhan'ın bir portresi ile Bayan Lüsiyen Tar· han'ın armağanı Büyü!< $air'in son resmi; Müftüoğlu Ahmed Hikmet'in bir portresi, Fu zOl i' n in BakO ve Berlin'de yayınlanmı ş bir p o rtre si ; Rabindranath Tagore'un Fethi T evet'e yazdığı 2 Eylfil 1 938 tarihli mektubu i l e imzalı fotoğrafı; Yasuhara'nın "Dalga· lar" tab l osu; İki şiir; Türkistan'da Kımız B2-yramından manzaralar; Türkistan hayl· tından sahneler, Cigit (Cirid) Oyunu ile Kopı ! z çalan ozan; M ill i Şair Mehmed Emin Yurdakul'un armaP,an ettiği fo t o ğra fı ; Orta Asya'dan bir Milli Orkestra; At üstünde güreş (Bahadur Oyunu); Bir Kırgız Kızı ve b i ri kız biri oğlan iki Ö zb ek genci gibi

fotoğraflar bulunmaktadır. KOPUZ'un 2, 3, 4, 5, 6, 7/8, 9. sayılarınn kapaklarında sıra ile şu yazılar yer

almış bulunmaktadır : " S en kırılırsın.

Ş ark'ın kınına giremeyen bir kılıcısm; dö ğüle döğüle tavlanır, vurula wrula Yine her p arç ada n bir kıvılcım, her k mlcı md an bir şimşek çıkar. İlihl

bir kuvvetin, ebedi bir feyzin var, ey Türk! ..

Müftüotlu Ahmed Hikmet'' amucamızın kazandığı mille tin adı, şöhreti yok olmasın diye, Türk Milleti için tün uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim KUi Tigin De, iki Şad ile ölesiye, bitesiye çalıştım." -KUi Tigin A.bidesfnden­ "Türkler hiç bir vakit, hiç bir yerde , hiç bir şeyden korkmazlar." Ömer Seyfeddin

"

Babamızın,

•..

(4)

İlh an E. Darendelioğlu : Tü rkiy e' d e Milliyetçilik Hareketleri, Toker Yayınlan, İs·

ta nbul 1 968, ss. 2�7-208.

(55 )

183


SAYI 3 1 1

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

"Milletleri öld ürme;ııe n f az ile tl er yine b ; zde; Sözde sei>at, işte azim, sabır bizim ka\ · m im i zde. "

Mehmed Emi n Yurdakul "Türküm, bu ad her Unvandan üstündür Türk milleti bir bö l ün mez b ütünd ür

.

•.. "

Ziya

Gökalp

"Ecdadımızın heybeti maruf·U cihandır. Fıtrat değişir sanma! Bu ka n yine o kandır." Namık KemAI

"Ey Türk ! Cihanın tarihi, va tanı uğrunda senin kadar uğraşan, kanını döken bir millet daha gösteremez. Senin kadar kimse kendi vatanına sahih olmata bak kazan· mam ı ş tı r. Bu vatan ya senindir, ya kimsenin .. ." Müftüoğlu Ahmed Hikmet KOPUZ'un bu ilk � sayısındaki yazı kadrosu - takma adlar da dihil

·

alfabetik

sıra il e şöyiedir : AKTUNÇ, Orhan Riza; ARGON, Rahmi; ATALAY, Besim; ATOK, Oğuz Kizını; ATSIZ, Hüs.:yin Nihal; AYDIN, İhsan; BAYRI, Mehmed HUid; BEKMAN, Münir Müey· yed; BORAN, İhsan; B O ZDAG, İ smet; BUMİN, S üleyman; ÇAGLAR, Behçet Kemil; ÇETİN, Aliaddin; Ç1FTÇİ- O GLU (H. Nihal ATSIZ); DAG LARCA, Fizıl Hüsnü; DEFNE, Z eki Ömer; DİLÇ İ N, D.; DİNDORUK, Servet; DOGANTAN, Cemal; EMİRİ ( Sinoblu Ferid DikmP-n ) ; ENİS, �iikrü; ERGUN, Nuri; ESEN, Subhi; GÜLEY, O. Ferdi; HE· KİMGİL, Emin; ILGAZ, Rı fat ; İNAN, Prof. Abdülkadir; KILICoGLU, Sabri; KIZILAY, Necibe; KO PUZ (Dr. Fethi Tevetoğlu'nun tal>ma adı) ; KORYÜREK, Enis Behiç; KÜR, İsmet; MÜ FTÜ OG LU , Ahmed Hikmet; NA MIK KEMAL; NUR, Dr. Rıza; ORKUN, Hüseyin Nam ı k; OZANO GLU, İhsan; ÖCAL. İ brah im Zeki; ÖTOKEN, Ad na n Clhid; ÖZKAYNAK, Ziya; SALCI, Vahid Lütfi; SAN ÇAR, Nejdet; S EREN, HalOk; SUHA, Sedad; T EVE T(OG LU), Fethi; TİGİN, Cemal; TOGAN, Prof. Zeki Velidi; TURAN, Prof. Osman ; TURANLIOGLU, M. Uluğ; TONAY, Bekir; TORKEŞ, Alparslan; TüZMEN, Behiç (Ka r i katü ri st) ; UNANER, D r İ hsan; ULUGTUG, N i m et Turgun; ÜLGENER, Meh­ med; ÜRGÜP, Fikret; VERİMER, Os m an Fı:ruk; YERSEL, Muzaffer; YUND, Kerim; YURDAKUL, Mehmed Emi n ; YÜCEL, Feth i: ZORLUHAN, İsmet; ZORLUTUNA, Ha· tide N u s rat .

.

İnön ü' n ü n

Milli Şef

Dönemi'nde

"Miml enmi�"

Türkçü

dergilerin

başta

gelenle·

rinden biri KOPUZ'du. İleride, 1 944'de Hasan Ali Yücel'in başkanlık ettiği bir hey'etin

h a z ı rlayacağı ve İ çişl e ri

Bakanı H ilmi

Uran'ın

İstanbul

Sıkıyönetim

Komutanlığı'na

Davası'na e s as olmak ü: :ere göndereceği 47 kişilik kara listede ICOPUZ'un İstanbul'da ç�kan 9 say ıs ı n a yazı y:ızmı �lardan �u on türkçü de bu lun acak t ır : Irkçılık-Turancılık

Zeki Veıidi TOGAN; Abdülkadir İNAN; Nihal ATSIZ; Hüseyi n Namık ORKUN; Dr. Fethi TEVETOGLU; Prof. Osman TURAN; Nejdet SANÇAR; Mehmed Hilid BAY· RI; Uluğ TURANLIOGLU; C em a l Oğuz ÖCAL. Görüldüğü gibi KOı>UZ'da yaşayan Türkc;ülerden fikir, i lim, san'at ve politika ala· nında ün kazanmı ş ve kaza nacak yaşlı ve genç zengin bir kadro yer almı ştı r. Bu kad­ ronun yazıları

184

iledir ki KOPUZ, ağır ba�lı, ci dd i bir Türkçü dergi olarak tutunmuş

(56)


S AYI 3 1 1

ve te'sirli olmu�tur.

l<'. TEVETOGLU

YIL XXVII

Bu sebepledir ki yerli(') ve yabancı('•) araştırıcılar KOPUZ'un

Türkçülük tarihindeki yerini takdirle belirtmi .� Ierdir. KOPUZ'un İstanbul Serisi'nde çıkan yaz ı lardan şu örnekler alınabilir :

RIZA NUR : Vokalik Ahenk (Sayı : l, ss. 3-10); Ateş ve Pervane (Şiir) (Sayı : I , s.

1 0); T ü rk Aruzu (Sa1•ı : 2, s s . 44-45); Türk Şirinin Ritmik Unsurları (Sayı : 3, ss.81 ·82).

:FETHİ TEVET (OGl U) : Türk Şiri ve Kopuz (Kopuz takma adı ile) (Sayı : I, ss. 1 ·2 ) ; Top rak Seninim ( Şiir ) ( Sayı : l, s. 1 3 ) ; Gitanjali ( R. Tagore'dan çeviri) (Sayı : l , s s . 18· 1 9); K a ra ca (i':\iir) (Sayı : l , s. 23); Ahmed Hikmet (Sayı : 2, s s . 48-52); Kür Şad (Şiir) (Sayı : 2, s. 56); Bahar Güldedir (Şiir) (Sayı : 2, s. 67); Dr. Rıza Nur ve Kopuz Mecm uası Hakkında (KOPUZ takma adı ile) (Sayı : 2, ss. 74·78); Kurtdereli (imzasız) ( Sayı : 2, s. 78); Ta nn Dağı (Şiir) (Sayı : 3, s. 32); Benim Yurdum (Mensur şUr) (Sayı : 3, s. 96); An k ara'ya Doğru (Mensur şiir) (yanlı�lıkla Cemal Tigin imzası koyulmuş) (Sa·. yı : 3, s. 96); Gelincik (Şiir) ( Say ı : 3); İki Akar Su (Şiir) (Sayı : 3); Türk Hatay Türk'tln Oldu (KOPUZ takma adı ile) (Sayı : 4, s. 12 1); Tuts ak Türkler (Şiir) (Sayı : 4, s. 125); Kür Şad'ın Sofrasında (Sayı : 4, ss. 1 38· 140); Kitab ve Mecmualar, Kopuz Hakkında B ir Tavzih (KOPUZ takma adı ile) (Sayı : 4, ss. 1 56·57); Hatay İçin (Şiir); Antakya (Şii r) (Sayı ; 4, s. 1 60): Oniki Türk Gelini (Şiir) (Sayı : 5, s. 1 63); Milli Şairimiz Meh· med Em in Yurdakul I (Sayı : 5, ss. 1 72·78); Kür Şad'ın Sofrasında (Sayı : 5, ss. 196· 200); Türklüğe Kurban (Şiir) (Sayı : 6, s. 203); Milli Şairimiz Mehmed Emin Yurda· kul il (Sayı : 6, ss. 209·2 1 5); Türk Kam Boz u l mas ı n Deye (Hikaye) (Sayı : 6, ss. 233· 37); Merd ve Namerd (Şiir) (Sayı : 6, s. 238); İkinci Cildimize Başlarken (KOPUZ takma adı ile) (Sayı : 1·8, s. 241); Kastamo n u (Şiir), Ilgaz (Şiir), Cennet Ecevit (Şiir) (Sayı : 7·8, s. 245); İhsan Boran'ın Şiirleri (Sayı : 7·8, ss. 249·252); Çile (Şiir) (Sayı : 1·8, s. 255); Türk Mimar ve Heykeltraslarına Açık Mektub (KOPUZ takma adı ile) (Sa· yı : 9, ss. 265·66); Artık Ayıldım (Şiir ) ; İhtilal ( Şiir ) ( Sayı : 9, s. 271 ) ; Kitab ve Mec· mualar (Sayı : 9, ss. 287·88). Nejdet SAN(AR : Ziya Gökalp'ın TürkçüEik Fikirleri I (Sa yı : 1, ss. 1 1 - 14); il (S a· yı : 2, ss. 65-70); llI (Sayı : 3, ss. 109- 1 12); Rı za Nur'un Namık Kemal'i (Sayı : 1, ss. 27·33); Üç Büyük Yıl dö n ü m ü ( Sayı : 2, ss. 46·47 ) ; Ömer Seyfeddin'de Milliyetçilik ( Sa· yı : 4, ss. 1 27- 1 32); T ürk Öğretmeninin Vazifesi (Sayı : 4, ss. 1 4H43); Türkiye'de Türk· çe Meselesi (Sayı : 5, ss. 1 83·84); Agah Sırı Levend'in Edebiyat Tarihi Kitabı (Sayı : 6, ss. 2 1 6·222 ) ; Milliyetçi Gözü İle Cenab Şahabeddin ( Sayı : 9, ss. 268-75 ) .

ATSIZ : Kür Şad (Sayı : 3 , ss. 85·87); Atalarımızdan Kalan Es erleri Yıkmak Va­ tana İhanettir (Çiftçi-Oğlu imzası ile) (Sayı : 5, ss. 1 6 1 ·62).

Prof. Abdülkadir İNAN : Codex Cumanicus Bilmecelerine Dair (I) (Sayı : 3, ss. 83·84); (il) (Sayı : 4, ss. 122·24); Anadolu'da Çalışmak Meselesi (Sa yı : 3, ss. 97·· 100); Şark Türkleri Matbuatında Türkiye ve Atatürk (Sayı : 6, ss. 204·295). Prof. Zeki Velidi TOGAN : Eski Türk ve Moğolla rın Haritaları ve Haritacılığı na Dair Notlar (Say ı : 5, 'is. 164· 1 69).

Hüseyin Namık ORKUN : Dokuz Boy Tür!<ler ve Osmanlı Sultanları Tarihi (Sayı : 2, ss. 71 ·73); Yenisey Yazıtlarına Dair (Sayı : 3, ss. 88·89); Çakul Kitabesi (Sayı : 4, s. 1 26); T ürk Atları Hakkında Mühim Bir Esere Dair (Sayı : 5, ss. 1 79-1 82). ( 5 ) Nihad Sami Ban arlı : Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Devlet Kitabları, İstanbul 1 976, s. 1 145. ( 6 ) Jacob M. Landau : a.g.e., s. 123.

( 57)

185


S A YJ :; 1 1.

T Ü H K

K Ü L T Ü H Ü

YIL xxvn

Prof. O s man TURAN : İlig U nva nı Hak1:ında (Sayı : 3, ss. 1 0 1 - 1 08).

Besim AT A LAY

:

Suna ve ('oban ( Şii r )

6, ss. 201 -202); D il ve Hayat il

( S ay ı :

( Say ı : 5, s. 1 85 ) ; Dil ve Hayat

(Sayı :

7-8, f: s. 246-248).

Mehmed Halid BAYRI : S ai d Paşa'ya G tire Namık Kemal (S ayı : 6, ss. 207-208); K ul Mustafa'nın Bir Manzumesi (Sayı : 6, s:;. 223·225). Adnan Ca h i d ÖTÜKEN : B i bl i yo tekl er Tiirihine Kısa Bir Bakı� (Sayı : 5, ss. 1 86- 1 90). Dr. İhsan UNANER : Hamid'in Garbdaki Yeri (S<'.Yl : lak

( Sa y ı :

Netice

2, ss. 4 1 -43);

( Sa yı :

Allah (Lamartine'dea)

(Sayı : 2,

1, ss.

14- 1 6);

Ailede Ah·

ss. 60-63); B ir Aded ve Bir

4, ss. 133-134).

Asker! Tıbbiye öğrencisi b u l u n mam yüz'.inden H ü kume tin uyarısıyla yayınına son verm ek zorunda kaldığım KOPUZ derg i s i n i , doktor çıktıktan ve evl e ndikten sonra, teknik güçlüklere katlanarak Samsun'da y e;1i d e n faal i yete ge ç i rmeğ i ba ş ardı m . Mayıs

1 943'te

"Aylık

Türkçe

Dergi"

ol a rak

ç ıkmaya

başlayan

Samsun

Serisi

KOPUZ'un kapağında ATSIZ MECMUA'r.ın Ayl ı - K urt" amblemi v e bunun altında da Saraçoğlu'nun şu sözü yazılıydı : "BİZ TÜRK'ÜZ, TÜRK ÇÜYÜZ VE DAİMA TORK­ ÇÜ KALACAGIZ". Derginin haberleşme ad resi yine aynı kutu numarası ile : Posta KutUsu : 1 7 Sa ms un d u . Fakat bu kez de rg i n i n sahibi e:şim Tevetoğlu Gülcan'dı. Neş· riyat Müdürü i se e d �hiyatç ı a rk ad a şı m Feridun Ankara ( 1 9 1 4 24 Ocak 1974) idi. Fe r id u n Ankara, vazife gereği Samsun'dan ay rıl ı n ca KOPUZ'un Neşriyat Müdürü de babam Tevetoğlu Ali Dursun o lm u �tu . Derginin başyazılarına (TEVETOGLU) im· zasını atıyordum . Şiirlerim de yalnız (TEVETOGLU) i mzaml a çıkıyordu. Edebt, fikri inceleme ve ara ştırma yazılarımda ise (Dr. Tevetoğlu Fethi) diye tam ad ve soyadımı kullanıyordum. B i r Anadolu vilayet i n de ç ı k : nas ı n a rağmen KOPUZ'un sesi, g örd üğü i l g i ve yaptığı te'sir İsta nbul S e ri si'n den çok d ah a üstündü. Samsun merkezinde ve B a fra başta vilayetin dokuz ka z as ı nda ve S inop, K asta m o nu, Çankırı, Zonguldak yö­ re l e ri r. de KOPUZ umumladık b i r i l g i ve d e � 'c ek bulmu><tu. "

·

'

·

1 9 x 26 Cm. eb'adında 24 -'- 4 sahife o;arak yayınlanan dergi, Bakanlar Kurulun· ca Haziran 1 944 ' te kapatılıncaya kad ı> r 13 sayı çıkmı �tır. Toplam sahife s ayı sı -kapaklar hariç- 3 1 2 'dir. Bu dönemde d erg i n in 2000 ' e yakın abonesi ve 5000 tirajı vardı. BU· y ü k i l g i gö re n ve 1 0.000 :ı.det ba s : l a n R ı za Nur Özel Sayı s ı , az ka l sın başımıza yine bela

açacaktı. 8 EylQl 1 942'de vefat etmiş bulunan Dr. Rıza Nur Bey'in bi rinc i ölüm yıldönümün·

de KO P UZ ' un EylQl-Ekim 1 943 tarihli 5-6. s a yı l a rı n ı bir arada (Büyük Türkçü Dr. Rı· za N ur' u n Yüce Hiitırım na )

ayırmı>;tı k . De r c·in i n ka'.)ağında ise ç erç ev e içinde ve İ s·

met İnönü imzalı �u yazı vardı : (Dr.

R ı za Nur Bey, Türk Hey'et·i Murf!hhasası içinde ba�lıca medar-ı muvaffaki·

yet olmuştur. Millete bunu söylemek vazifemdir.

İsmet Rahmetli

Velid

Tasvir·i·Efldir gaz te s in de

İnönü

savın Z i yad

Ebüzziya tarafından çıkarılan günlerce KOPUZ'un bu çıkacak (RIZA NUR ÖZEL SAYISI)

Ebtizziya

ve

yeğeni

i lan edilerek haber veri lm i ş ti . Daha dergi ç ı km a d an , yurdun dört b i r bucağından çok sayıda istek, ısmarlama mektupları gelmişti. 48 + 4 sahife olan bu özel sayının i ç i c. de ayrıca dergi boy unda ku>ıe kağıt üze· rine basılmış

ve "G enç Türk('ü ve Şair Fethi Teve t Bey'e ihtiyar meslekdaşından ya ·

digar · R ıza Nur" ithafı ı Lozan'cla çeki l mi:; lı i r de fotoğraf v a rdı . Yazılar ise sıra ile : (Tevetoğlu, Dr. Mustafa

186

Hakk ı Akansel, Dr. lzzeddin Şadan, Dr. İhsan Unaner, Tolu·

(58)


S AYI : : 1 •

F.

TEVETOC LU

YIL XXVII

nay Atsız, ATSIZ, Peyami S afa , ismet Rasin Tümtürk, Remzi Oğuz Arık, Sinoblu Emiri, Dr. Tevetoğlu Fethi, Türk Yurdu ( Dr. J iasa n Ferid Cansever) ve Türk Amacı) imzalarını taşımaktaydı . Ayrıca Dr. Rıza Nur Bey' in kendi yazı ve şiirlerinden de örnekler alınmıştı.

Daha önce de behttiğim gibi l 7), bu öze l şayıda yazıları ç ıkanla r ın l O'u, 1944 Mayısı'nda Hasan A l i' n in düzenleyeceği 47 k i;ilik Kara Liste'ye de alınmış buluna· caklardır. Bu özel Dr. Rıza Nur sayısı ve kapağındaki yazı, Çankaya'da ilk büyük kabusu yaratmı0tı. Cumhurbaşkanı İn0nü, Hıfzırrahman Raşid Öymen ve Osman Ocak Beylerin d e dahil bulundukları üç milletvekilinden oluşan bir özel soruşturma h e y' etini Samsun'a beni sorguya çektirmek üzere g önde rm i şt i . 3 Milletvekili' n i n Sümer Oteli'nde bana yönelttikleri : "Yani, L<:ı7an Kah ramanı Milli :)efimiz İ nönü değil de Dr. Rıza Nur' Bey mi demek istiyorsunuz?" sorusunu : "Meclis tutanaklarından noktası değiştirilme· den alınmış bir �razıyı ölmüş bir Türk büyüğünün hatırasına çıkardığımız derginin kapağına koym ak suç ınu?" diye kar şı lamı ş t ım. Böylece KOPUZ ' a, Haziran 1 944'e ka· dar bir dah a dokunulmadı. Ankara'cl.a görülen Atsız · Sabahaddin Ali Davası ve milliye tç i gençlerin komüni z · mi ve komünistleri arkalayanlar aleyhine yaptı kları g öst e ri ler üzerine başlayan Türk· rü tutukbma1?.nnın ve ORHUN'un kapatı!ması:� ın. KOPUZ ' u n Mayıs 1 944 s ayısınd ak i bir yazımızla protesto edilişi, bardağı taşırmı '.;tı. Özellikle, b irçok Türkçü tutuklan· mı şken ve 19 Mayıs n u tk u ile D e vlet Baı-ıkanı tarafı ndan Türk milliyetçilerine en insafsız şekilde saldırı lmı�ken, KOPUZ'un Mayıs 1 944 son sayısı kapağına : (Gelecek Sayıda : Büyük Türkçü ATSIZ kimdir? Türkçülükteki büyük rolü nedir? ) ilanını ko· yuşumuz, bizim de tut uklanmamız ve KOPUZ'un Hükumetçe kapatılması ile sonuç· lanmıştır. KOPUZ, İstanbul ve S am s un ' d a 22 sayı çıkmıştır. Her iki serinin toplam sa· hife sayısı · kapaklar ve ilaveler hariç t am 6')0'dür. ·

Derginin ilk serisindeki, yukarıda verdiğimiz yazı kadrosundan başka, Samsun ve yöresinde bulunan Dr. Necmeddin Divitçioğlu, Necmeddin Esin, H . Rüşdü Coş· kun, Kazım Dilcimen, Si noblu Emir! (Ferid D ik men ) , Feridun Ankara, Cemal Soley, Naci Aşkun, Dr. İhsan Özgen ve Cahid özte lli gibi değerli şair, yazar, tarihci ve folklor araştırıcıları da eserleriy l e KOPUZ'a katılmışlardır. Ayrıca, ilk İstanbul Seri· si'nde bulunmayan : ACAR, Sabri; AKIN, İ . Behçet; BANARLI, Nihad Sami; BAYRAK » DAR, Ali; Bİ RLEROGLU; ERASL AN , Nureddin; ERİ NÇ, Fevziye Abdullah (TANSEL); EROGLU, Ali; ESATOGLU, Salahaddin Hakkı; FINDIKOGLU, Ziyaaddin Fahri; GO· CUL, Basri; GÜRER, Ömer; GÜRPINAR, Said; KARAAGAÇLI, Zeki; KAYABOGAZI, Şeref; ÖRGEEVREN, Süreyya; ÖZGEN, Muazzez; ÖZTELLİ, Cahid; SEVSEVİL, A. Es'ad; SOMAY, Ömer F"ikret; ŞAKİROGLU, Ct. nib Sıdkı; Şİ MŞEK, Celal; TAŞKENT, Ali; TATAÇ, Z iya ; YAYLALIGİ L, A. Münir Haymanalı; YILANLIOGLU, İsmail Hakkı; YILDIRIM, Elmas; ZARAKOL, Dr . Tevfik Samsun Serisi'nde yazanlar kadrosunda idi· ter. KOPUZ'un Samsun Serisi'nde yer alan yazılardan bazı örnekler ise şunlardır : ( 7 ) D r. Fethi Tevetoğlu : Bindokuzyüzkırkdörtler, Yeni Orkun, Eylül 7. s. 9.

(59)

1988,

Sayı :

187


R A Y I :; ı 1

'l' Ü !� K

1\: Ü L T Ü ){ Ü

YII, XXVII

Dr. Rıza NUR : Namık Kemal'in Ruhu İle (Şiir) (Sayı : 5·6, s. 126); Türk Nasyonal izmi (Sayı : 5·6, ss. 1 40· 144); Babur �ah (Şiir) (Sayı : 5·6, s. 1 44). TEVETOGLU imzasıyla Başyazılar : AmacınuzTürk'e Fayda! ( Sayı : l , s. 1 > ; M i l l i Kin (Sayı : 2, ss. 25·26 ) ; Olduğu Gibi ( Sayı : 3, s. 49); Dil Birliğimiz (Sayı : 4, ss. 73-74 ) ; Büyük Rıza Nur (Sayı : 5·6, s. 97); Büyük Türk İhtilali'nin Yirminci Yılı (Sayı : 7, s. 1 45); Üç Meslek (Sayı : 8-9, ss. 1 69- 1 7 1 ); Hemşehricilik Zihniyeti (Sayı : 1 0, ss. 2 1 7 - 1 8); Evlenmek İşi 1 ve il (Sayı : l l ve 1 2; ss. 241 -43 ve 265·66); Kuvayı M illiye Rlıhu (Cild : 2, Sayı : 1 · 13, ss. 1 ·2).

TEVETOG LU ve Dr. TEVETOGLU

Fc hi

imzalarıyla çıkan diğer yazılar :

Ya Bizimdir, Ya Kimsenin! (Şiir) (Sayı : ı, s. 5); Namık Kemal (ss. 9·15); MllU Ki n (Şiir) (Sayı : 2, s. 28); Şair Eşref (ss. 4 1 ·44); Kitap ve Dergiler (ss. 46-48); Yol ( Şiir ) , "Hak·mcv·cıid!" ( Şiir ) (Sayı : 3, s. 5 1 ) ; Ahmed H ikmet den Mehmed Emin'e (ss. 63·64); Kitap ve Dergiler (s. 72); Süleyman Pmia 1 (Sayı : 4, ss. 93 · 96) ; Rıza Nur ve Şiirleri (Sayı : 5·6, ss. 122·26); Rıza Nur'a Aid Hatıralar ve Vesikalar (ss. 130·39); Va· tan! Derdim Seninle! (Şiir) (Sayı : 7, ss. 1 46-47); Kitap ve Dergiler (ss. 164·68); Mah· mud Es'ad Bozkurt (Sayı : 8-9, iç kapak); Sinop Halkının ve Belediyesinin Dikkat Na· zarına (ss. 202-203); Süleyman Hüsnü Pa�a il (ss. 207-2 1 0); Kitap ve Dergiler (ss. 214· 1 5); İki Aşık (s. 2 1 6); Haber (Şiir) (Sayı : 1 0, s. 227); Divitçioğlu nu Kaybettik (s. 234); Milli Şairimıze Aid Hatıralar ( ss. 237-240); Kitap ve Dergiler (Cild : 2, Sayı : 1(13 ) , kapak içi); Dr. Divitçioğlu Kimdir? Tiirklüğe Hizmeti Nedir? (ss. 2 1 ·22). ATSIZ : Türk Milletinin Şeref Şehrahı (Sayı : 1 , ss. 2·4); Toprak · Mazi (Şiir) (Sayı : 3, ss. 50-5 1); Topal Asker (Şiir) (Sayı : 4, ss. 75-76); Rıza Nur (Sayı : 5·6, ss. 1 1 1·13); "Kuy· ruk Acısı" adlı kitapla ilgili Tevetoğlu'na yazdığı Açıklama Mektubu (Sayı : 7, ss. 1 65-66); Bahtiyarlık (Şiir) (Sayı : 1 0, s. 2 1 8). '

'

Nejdet SANÇAR : Türklerin Milli Ülküsü (Sayı : 1 , ss. 1 5- 1 7); Milli Öç (Sayı : 3, ss. 60-62); Komü· nistler ( Sayı : 4, ss. 84·85 ) ; Soyu Bizden Olma}'anlar (Sayı : 7, ss. 1 53 ·55) ; Pllevne Mü· dafaası 1, il, III (Sayı : 8-9, 1 9, l 1 , ss. 204-206; 235·36; 252·57); Türk Mllliyetçilllhün Düşmanları (Cild : 2, Sayı : 1 ( 1 3), ss. 8·9). Hüseyin Namık ORKUN : Eski Türklerde Kopuz ve Kopuzcular (Sayı : 7, ss. 148·49). İsmet Rasin TÜMTÜRK : Rıza Nur'un Hatırası (Sayı : 5·6, ss. 1 1 6· 1 9); Ne Uğurda Öldüler (Sayı : 8·9, ss. 1 83·88). Orhan Şaik GÖKYAY : Bu Vatan Kimin? (Şiir) (Sayı : 2, s. 26). Cemal Oğuz ÖCAL : Türk Geliyor (Şiir ) ( Sayı : 1 2, iç kapakta ) . Prof. Abdülkadir İnan, Prof. F ı n <l ı koğlu Z . Fahri, Dr. J\I us tafa Hakkı Ak a nsel Dr. İhsan Unaner, Mehmccl H a l id Boyrı, Yıla:· J ı o ğ l u İsmail Hakk ı , N ec m edd i n Esin v.b. gibi Türkçüler in yazıları da bulunan KOPUZ'un Samsun Serisi, seviyeli, te'sirli bir Türkçi.i dergi vasfındayd ı . Rahmetli Darendelioğlu'nun değerlendirilmesi ile : Anadolu vilayetlerimizde neı:;redilen milliyetçi dergilerin en olgun ve dolgunu KOPUZ Mec· muası idi." ,

188

(60)


BİBLİYOGRAFYA

D oç. D r. M. Abdulhalük Ç ay, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Türk Kültü· runu Araştırma Enstitüsü Yay., Ankara

"nevrQz" ,

yeni gün mA.nAsına

gel m e : .

22 Mart, Rilmi 9 Mart'a ras t ­ layan "Nevruz" ; uzun zaman aynı coğ· dir. M iladi

rafya parçası üzerinde yaşayan Türkler· İ ranlılara ve İ ranlılar yolu ile de

1 988, 247 shf.

den Son yıllarda özellikle Türk kültür ta· rihi

üzerinde

çalışmalarını

yoğunlaştı·

Doç. Dr. Abdulhalilk Çay'ın, ilk bas· yılında yapılan "Türk Ergene·

ran

k ıs ı 1 985

kon Bayramı Nevruz" adlı eserinin ilave·

Araplara

geçmiştir.

Kökü

çok

eskilere

giden 1 2

H ayvanlı Türk Takviminde gö· rülen bu adet, hiç şüphesiz Türklüğü:ı bir parçasıdır. Buradan hareketle İ ran l ı ­ larda, İ slami rivayetlerde ve Türklerde

i kinc i baskısı okuyuculara sunulmuş­ Türk kültürüne ait değerlerin tari·

"nevruz" hakkında meydana gelen adet·

hin karanlık köşelerinden çıkarılarak ye·

Nevruzun mahiyetini açıklamak için

Ji

tur.

ler,

efsaneler sıralanmıştır.

ni nesillere aktarılması, biç şüphesiz bir

kitabın

"Türk

hesabı ele alınmış,

Rönesansının"

başlamasına temel

il.

bölümünde Türklerde zaman

s ıras ıyla 12 Hayvan·

teşkil edecektir. Bu, aynı

zamanda bize ait olanla olmayan arasında bir karşıla ş·

lı Türk Takvimi, ay ve güneşin durum­ larına

göre

tırmadır da. Türk kültürüne ait unsurla·

C elali

takvimi gibi Türklerin kullandık­

tarafından istismar mal edilmek is· tenmesi ve aynı zamanda bu değerler ü·

ları takvimler,

zerinde sun'i milletler vücuda getirme ar·

ayların tesbiti ile Türklerin yaşayşıları a·

zusu

arasındaki

rın Türk dfüımanları

edilerek başka milletl e re

son yıllarda yoğunlaşmıştır.

araştırmalar neti cesinde

Böyle

bölücü ve yıkı·

altında

ortaya

çiftçilikle

takvimler

tarihi kaynakların

incelenerek

edilmiştir.

çıkan

Burada

Nevruz

ışığı tesbi t

dikkati çeken husus

uygunluktur. uğra şan

günü

ve

Hayvancılık

Türkler

ve

yaşayı ı-;larını

cı çevreler bir ölçüde çökertilmiş de ola·

bu takvimlere g öre

caktır.

bölümde, bugün de gerek Anadolu'da ge·

Başlıca

12 bölüme ayrılan

kitabın

ilk sahifelerinde, Eski Türklerde t em si li bir demi r dövme töreni ve Kök-Türkle· rin Ergenekondan çıkışlarını gösteren temsili resim karşımıza çıkmaktadır. Ki· tab ın Söz başı'nda " Nevru z" un Türk mi· tolojisinden kaynaklanan bir unsur oldu· ğu vurgulanarak, bize ait olan bu yıl ba · şı

bayramının

Türklük düşmanları tara·

fından sun'i bir millet oluşturma yarışın· da kullanılmak istendiği belirtilmiştir.

I. Bölümde İranlılarda, İslami kay· Türklerde Nevruz konusu e­

naklarda ve le

al ınmı ştır.

(Gl)

Farsça bir

kelime

olan

düzenlemi şle rdir. Bu

rek Anadolu haricinde yaşayan Türkler· de bu geleneğin sürdüğü kaydedilmiştir. Kitabın 3. bölümünde, tarih boyun· ca Türklerde bayramlar konusu eie alın­ mış ve ilk olarak Türklerde bahar anla·

tarihi gel işi · Kaynaklardan hareketle Türk D ünyas ındaki bahar bay· ramları ve b u n a bağlı olarak ortaya çı·

yışı ve bahar bayramlarının mi

kan

üzerinde durulmuştur.

"yılbaşı",

"büyük

çile",

"küçük çi·

"saya bayramı " , "çiğ· dem eğlencesi", "ilk saban · iz i hayra· m ı " , "cigor (çık gör) eğlencesi", "cem· le",

"Hızır Nebi" ,

reler' " ve mart ayı ile ilgili inanışlar, ata·

sözleri ve deyimler açıklanmıştır.

189


SAYI : n ı

/

Türk Dün·

Bayramı,

Nevruz

/

Nevruz Bay­

Görülen

Ortak Türk

7. Bölüm, "Ergenekon

4. bölümünde Türklerde Er·

Kitabın genekon

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

T Ü R K

Törenlerinde

ramı

yası bir bütün olarak ele alınarak, sıra·

Kültür Unsurları" adını taşımaktadır. Bu­

sıyla Orta Asya, Kafkasya, Azerbaycan,

rada "Nevruz"un dayandığı mitolojik kült·

Ergenekon

Türklerinde ramının

ve

Balkan

Kırım,

Karapapak,

/

Anadolu

Nevruz

bu kutlama ile

kutlanışı,

"su

ve

ilgili

tedir.

bir çok adet ve inanmalar, folklorik mal· zemelerle birlikte izah edilmiştir.

teriyle nı

İ lgili

Oyun Bu

taf)ımaktadır.

ve

adı·

Eğlenceler"

bölümde

oyun

ve

eğlenceler; sportif oyunlar, halk tiyatro­ su ( orta oyunu ) ve mahalli eğlenceler �ek­ , linde gruplara ayrılmıştır. Bu üç gruba ait oyun ve eğlenceler yine Türk Dünya­ sına teşmil edilerek ortaya çıkarılmıştır. 6. Bölgede

Nevruz

ile

ilgili

sonra­

kültü"

"ateş

kültü",

hakkında bilgi verilmek­

8. Bölümde Türk onomastiğinde "nev­ ruz'',

5. Bölüm "Ergenekon / Nevruz Tören·

"atalar kültü'',

ler olarak

Bay·

adı,

şahıs

kabile

adı,

yer adı

ve

bitki adı olarak kısımlara ayrılmış ve her bölüme ait örnekler verilmiştir. Daha son­ ra sonuç, bibliyografya, i ndeks ve resim­ ler bölümleri gelmektedir.

269 den

yerli ve yabancı kaynağın göz­

geçirilmesiyle

geni şletilmiş

hazırlanan

eserin

bu

ikinci baskısında milli kül­

türümüzün bir parçası olan "Nevruz ge­ bütün

leneğinin"

Türk

Dünyasında

dan meydana gelen adetler kısmında, mil­

la canlı olarak yaşadığı gösterilmektedir.

li bir geleneğin edebiyatın içine sindiri­

Geçmişte

lerek şiirleştiği mısralarla karşılaşmakta­

ait kültürel unsurları kötü emellerine a­

yız.

Daha

sonra

Nevruz

ile

ilgili

Türk

miş,

tır. Nevruz etrafında ortaya çıkan madd i

t ı r.

olarak nevrılziyye (ma­

cunlar) ve nevrılziyye pişkesi (vergisi, he­ diyesi), tır.

kaynaklar taranarak açıklanmış­

gibi

bugün de Türk'e

let etmek i steyen çevrelere cevap veril·

musikisindeki 24 adet makam sıralanmış­ kültür unsurları

olduğu

tarihi Milli

hakikatlar ortaya çıkarılmı ş·

kültü rümüze ait değerlerin ta­

rihin derinliklerinden çıkarılması dileğiy­

le böyle bir eseri bize hediye eden Doç. Dr.

Abdulhaluk

Çay'ı

tebrik

ediyor ve

yen i çalı �malarını bekliyoruz.

Bilgehan Atsız Gökdat

190

(62)



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.