Aqil Abbas - Batman Kılınç

Page 1



AqilAbbas

BAT

KILINÇ Türkiye Türkçesine Çeviren: Ali Ekber Aliyev

ISTANBUL, 2007


AQILABBAS 1953 yılında fıOr.abedi Kasabasının Bayat elinin Hacılar köyünde doğdu. Hacılar köyünde ilk ve Orta okula gitti. Daha sonra, AQdam şehrindeki iki numaralı okulda eQltimini tamamladı. 1976 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesinin filoloji fakültesini bitirdi. 1976-77 yıllarında AQsu kasabasında öOretmenlik yaptı. 1977-78 yıllan arasında "ilim ve Hayat" dergisinde muhabir ve şube müdürü olarak çalıştı.19871990 yıllan arasında "Sovyet Köyü" gazetesinin redaktörlüOünü yaptı. 1922 yılında gazete baOımsız olunca baş redaktör görevinde bulundu. Aqil Abbas, 1986 yılından beri Azerbaycan Yazarlar BirliQi üyesidir. "Evleri Köndelen Yar", "EnHoşbahtAılam", "Batman Kılınç", "Çadırda ÜzeyirHacıbegov Doğamaz", "Saçın Uzun Örmezler", "Kıyamet Gecesi" kitaplannın yayınıdır.1988 yılında "EnHoşbaht Adam" kitabına "Cumhuriyet Komsomolu" mükafatı verildi.

Altın Kalem mükafatı sahibi olan Aqil Abbas'a 200 5 yılında Azerbaycan Cumhurbaşkanı ilham Aliyev'in fermanı ile "Azerbaycan Cumhuriyetinin Emekdar Gazetecisi" mükafatına layık görülmüştür. Halen "Adaler gazetesinin başredaktörü ve milletvekilidir. Evli ve iki çocuk babasıdır.


AqilAbbas

BAT

KILINÇ Türkiye Türkçesine Çeviren: Ali Ekber Aliyev

A •


Batman Kılınç Aqil Abbas, Tür1<iye Türkçesine Çeviren, Ali Ekber Aliyev

Yayın Yiinetmenl Erol Cihangir

Grafik Uygulama Sercan Arslan

Redaksiyon

Hüseyin Adıgüzel

Mizanpaj

Hulya Bilen

1 . Baskı,2007 , Mayıs, lstanbul Ofset Baskı

Çetin Matbaacılık, Davutpaşa cad. Giiven Sanayi Sitesi C Blok No: 248 Tel: (0212) 57 6 59 85 TopkapLllSTANBUL © Bu kitabın biitiin yayın haklan Kültür BakanlıOı

Tel� Haklan Mukavelesi gereQi yayınevine aitti r..

MILLElliRARASI NEŞRiYAT NUMARASI

ISBN978-9944-397 -12-4

DD�U KÜTÜPHANESi

Ticareıtıane SokaQı, Tevfik KuşoOlu lşhanı Nu:41/1 6 CaQaloQlu-ISTANBUL Tel: (0212) 520 27 19 web: www.dogukııtıpı hanesl.com

e-mail: bilgi@dogukutuphanesi.com


SUNUŞ

Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazandıkları 1991 yı­ lından sonra, Türkiye kamuoyunun önemli ölçüde dikkatlerini çekmişti. Bu dikkatin temelindeki olgu, bir ütopya olarak görü­ len ''Türk Birliği" ülküsünün hayata geçirilebilme ümidinin ye­ niden ortaya çıkışıydı. Siyasilerin çapsız ve vizyonsuz oluşu, bu ümidi çok çabuk söndürdü. Ümidin devamı, sanat, bilim ve dü­ şünce adamlanmn gayretine bırakıldı. Bu alanda önemli çalışmalar yapan sanat adamlarından bi­ ri de sayın Aqil Abbas Bey'dir. Kendini Azerbaycan edebiyah­ run milli dönemi diyebileceğimiz dönemin, önemli yazarların­ dan biridir. Elinizde tuttuğunuz Batman Kılınç Aqil Abbas Bey'in önemli eserlerinden biridir. Turan-İran mücadelesinin önemli kahramanlarından biri olan, Karabağ'ın meşhur komu­ tanlanndan Mehmed Bey Cevanşir'e hasr edilen bu kitap, tari­ hin karanlıklarda kalmış bu mücadelesinin önemli sayfalannı açığa çıkarmakla kalmıyor, Fars şovenizminin boyutlannı da ortaya koyuyor. Türk halkları arasındaki kardeşlik duygularını, dost ve iş­ birliği imkanlanm kültürel işbirliği sonucunda çok güçlü bir şe­ kilde yerleştirebileceğimize inancım sonsuzdur. Aqil Abbas Bey bu alanın en önemli çalışanlanndan biridir. İnşallah daha bir­ çok eserini halkımızın istifadesine sunacağız. Saygılarımla

H. Adıgüzel



arşıhkh saf bağlayıp durmuş binlerce at, kafalarını öfkeyle sallayıp toynaklarıyla toprağı eşmeye, kan­ . tarmalarını çiğneyip yerlerine sığamaz olmaya başlamışlardı. Yiğitler de bu öfkeli atların dizginlerini bırakmak için bir işaret bekliyorlardı. Kılıçlar sıyrılıp kınından çıkmışh ve kafa uçurmak için can ahyordu. İnsanların içlerindeki kin dışa­ rıya taşıp yüzlerindeki, gözlerindeki ifadeye sinmşti; suratların­ da acıma duygusundan zerre eser yoktu ve zaten insanlıktan da çıkmışlardı. Yaralı aç kurtlar gibi kana susamışlardı ve işte o kan, çoktan kaynamaya başlayıp damarlarda duramaz olmuştu. Yine o kaynamakta olan kan yiğitleri coşturup daha bir cesur, daha bir korkusuz ediyordu. Ama bazılarının da kanı kayna­ dıkça benizi soluyor, gözlerindeki ışık zayıflayıp sönüyor, elleri ayakları titremeye başlıyordu - kısacası, bu insanlar daha sa­ vaşmadan ölmüşlerdi.

K

Nihayet kantarma çiğnemekten çenesi yara olmuş atlardan biri olanca gücüyle kişnedi. Binlercesi daha bu deli kişnemeyi bekliyormuş gibi onun sesine ses verdi. Dehşet dolu kişneme seslerinden ağaçlar, otlar kurudu ve toprağın bağrı yarıldı. Bu kişneme sesleri demindenberi kendisine muntazır olu­ nan işaretin yerine geçti: atlar doludizgin salıverildi. İki düş-


man ordu aynı gökyüzünü, aynı toprağı ve aynı tanrıyı yardı­ ma sesleyip kılıca sanldı. Atların çıkardıkları ses artık kişneme değil, dehşete gelmiş hayvanların tüyler ürperten bağnşmasıydı; vahşileşmiş, insan­ lardan daha beter olmuşlardı ve önlerine çıkan canlı ne varsa hepsini parça parça ediyorlardı. Yerden fışkıran kan gökyüzü­ nü kıpkırmızı tutmuş, gökyüzünden yağmur yerine kan yağ­ maya başlamışh. Kılıçlar kılıç olalı bu kadar hazzı birarada tat­ mamışlardı: kesiyor, saplanıyor, lime lime, delik deşik ediyor­ lardı. Kesilenler, deşilenler atlann ayakları altına düşüp parça­ lanıyorlar, can çekişenler ruhlarını teslim etmiş olanlara gıpta ediyorlardı. Ölüp de bu kabustan kurtulanlar bahtiyardılar. En bahtiyarları da en hızlı şekilde ölenlerdi. Kalan sağlar için her­ şey rüya gibiydi; ölüm öylesine sıradanlaşmıştı ki, artık ölüm korkusuyla değil, öldürmek aşkıyla savaşıyorlardı. Analar tanrıya yüz tutup duaya sarılmışlardı, bacılar, ge­ linler duaya sarılmışlardı, yeryüzü duaya sarılmıştı. Fakat Tanrı duymuyordu sanki bu yakanşlan. Bu katliamı kimse, hiçkimse durduramazdı; ne bir kul dur­ durabilirdi ne de bir tanrı; bir tek yüksekçe bir tepenin üzerine çıkıp manzarayı acı kahkahalarla izleyen adam hariç. Tanrı oy­ du, yeryüzünün eşrefi oydu - kahkaha atmaya değerdi. Allah­ lık iddiasındaydı. Allahlık iddiasında olan kulun ameli böyle olmalıydı zaten: bütün dünya tepetaklakh. Aynı gökyüzünün alhnda, aynı memlekette yaşayan; aynı anadan doğma, aynı babadan olma insanlardı bu katliamın ta­ rafları. Kardeş kardeşi kılıçlıyor, amca yeğenini mızrağa geçiri­ yor, insanlar doğdukları evi ateşe veriyorlardı. Yeryüzünü kaskatı bir zulmet kaplamıştı, yine bu zulmet uçsuz bucaksız çöllere saçılmış insan cesetlerini ve at leşlerini de örtüp saklamıştı. Nereden peydahlandığı belli olmayan bir kurt sürüsü kan kokusuna gelmiş, ceset ve leşlerin arasında do­ laşmaya başlamıştı. Kurtlar dolaşa dolaşa henüz buğusu üstün-


Batman Kılınç • �

de olan kcını kokladılar, sonra da ağızlarını tannya çevirip uzun uzun ulumaya başladılar . . . . . . Eline kılıç aldığı gündenberi bütün Şark'ın kabusuna çevrilip Avrupa devletlerini bile endişeye sevketıneye başlayan Şahinşah Ağa Muhammet Şah Kacar, yani İran ve Azerbay­ can'ın tamamının mutlak hakimi, tatlı bir baygınlıkla yumuşak yashklara gömülmüştü. Tül gömlekler içinde su perilerini andıran rakkaseler hazin bir musıkinin eşliğinde hükümdarın ve hükümdann yakın ma­ iyetinin önünde, en halsiz insanın bile damarlarındaki kanı coş­ turabilecek bir dansa başlamışlardı. Ve bu dansın havası Ka­ car'ın vücudundaki bin yıllık acılan okşayıp kanına karışıyor, bütün azalanna yayılıp ruhuna huzur veriyordu. . . . Bu karmakarışık dünyadan, duasız ve kefensiz gömülen şehitlerden, katledilenlerin ahını almış olan gökyüzünden ve Ka­ car'ın öfkesin.den habersiz bir merkep, uzun kulaklarını sarkıtmış, ormanın eteğindeki çığırla tıns tırıs yürümekteydi Merkebin sır­ tında saçı sakalı beyazlamış, nur yüzlü bir ihtiyar vardı: suratın­ dan müthiş bir keder okunan, merkebin sırtına ters bindirilip elle­ ri de iple hayvanın kuyruğuna bağlanmış olan bir ihtiyar. Damarlarında günışığı gibi pirüpak Cevanşir kanı dolaşan Bayat Beylerbeği Zeynalabidin Ağa gibi bir aşiret ulusu dünya­ nın görebileceği en feci ölümü, mesela kıyma kıyma doğranıp köpeklerin önüne atılmayı kabullenebilirdi de böylesi miskin, hakir ve aşağılanmış bir şekilde Bayat'a dönmeye dayanamaz­ dı. Kacar'ın, Karabağ'ın bu pek saygın beğinden bu kadar acı­ masızca intikam alacağı ve onu . . . . . . Karabağ'ın alp yiğidi Memet Beğ Cevanşir bir kütüğün üze­ rine oturmuş, bıyıklarını çiğniyordu. Başındaki yiğitlerin hiçbirisi, ağızlarını açacak cesareti bulamıyorlar, hatta Memet Beğ'in öfkeden mosmor kesilmiş suratına bile bakamıyorlardı. Memet Beğ'in son kararına muntazırlardı. Ve o son kararın arkasından, ya bu yiğitler yeri göğü delik deşik edeceklerdi, ya da onların kılıç sallayan kolla­ n kesilecekti. Memet Beğ ise oturmuş bıyıklarını çiğniyordu.


1 il • Aqıl Abb;ı,;

Kacar'ın fermanı onlara biraz önce ulaştırılmıştı: " . . . Memet Beğ öğle ezanına kadar kendi ayaklarıyla gelip teslim olmazsa, ben onun bacılarını serbazların1 eline teslim edeceğim!" Memet Beğ ise kütüğün üzerine oturmuş, bıyığının ucu ağ­ zında olduğu halde gözlerini orta yerdeki sönmek üzere olan ateşe dikmişti. Ateşin üzerinde bütün olarak şişe geçirilmiş bir kuzu yanıp kömüre dönmüştü. Haber kendilerine ulaşınca sade Memet Beğ'le komutanlar değil, bütün ordu elini sofraya uzata­ maz olmuştu. Beğ, elini koynuna sokup yıllardır gözü gibi sakladığı bir parça ceylan derisini çıkardı. Bu kutsal deride Cevanşir soyu­ nun bin yıllık tarihi yazılıydı ve Memet Beğ deriyi açıp yazılan­ lan son bir kez okumaya başladı. Ateş henüz sönmemişti . . .

Taşalh nehri yılan misali kıvnla açıla dereler boyu uzanıp Karabağ Hanlığı'nın kışlağı sayılabilecek Hankenti'nin alhnda Halfeli nehrine kavuşur, oradan da akıp Gargar'a dökülür. Ne­ hirlerin kavşağı olan bu ensiz vadide büyülü güzelliğiyle bütün Azerbaycan'da meşhur Han Bahçesi yerleşir. Yeryüzünde mey­ ve ağacı namına ne yetişiyor ve gül çiçek adına ne bitiyorsa ta­ mamını alıp getirip bu bahçeye serpiştirivermişler sanki. Bu bahçeyi bıldırcın, sülün, turaç sesleri sarıp sarmalamıştır; ürkek geyikler, zarif ceylanlar ve elikler bu cennette korkusuzca yaşar ve kimseden kaçma ihtiyacı hissetmeden insanların ellerini ayaklarını koklayacak kadar onlara yaklaşır; bahçeye girer gir­ mez çimenin çiçeğin rayihası insanın aklını başından alır. Han Bahçesi cennetten bir köşe gibidir adeta. Hanlar hanı, Cevanşir soyundan olan haşmetmeap İbrahim Han Gargar'ın bu küçük vadisinde hurisi, gılmanı da içinde ollran ordusunda asker.


Batman Kılınç • 11

duğu halde bir cennet yaratmıştır. Buradaki huriler ya tutsak �dilmişlerdir, ya da diğer hanlar ve komşu eyaletlerin hakimleri tarahndan İbrahim Han'a hediye olarak gönderilmişlerdir. Bu­ radaki huriler binbir güzelin, binbir melek yüzlü kızın içinden kılı kırk yaran bir dikkatle seçilmişlerdir: ay gibi parlıyorlar ve işveleri üzerine bastıkları yeri bile çatlatıyor. Han Bahçesi Ku­ ran'da anlatılıp müminlere vadedilmiş olan cennetten bir tek şu yönüyle aynlır: cennetteki meşhur Kevser ırmağının yerine bu­ rada Karabağ ovalarının şah damarı olan Gargar akmaktadır. Han bu cennete sık sık gelir, güzel meclisler kurdurup ayşuişre­ te dalar. Bazen bu cennette öyle günahlar işlenir ki yasak mey­ veden yemek onun yanında pek masum kalır. Han Bahçesi'nin, bahçıvanlar ve diğer hizmet erbabından oluşan daimi sakinleri de vardır; ömrü hayatları böyle bir cennette geçip gitmekte olan bu bahtiyar insanlara sade diğer hizmetçilerin değil, hanın ya­ kın maiyetinden olan bazı insanların bile gıptayla baktıkları olur. Taşalh nehrinin üzerindeki dar köprüyü geçince uzadıkça uzayan bol dönemeçli bir araba yolu başlar ve bu yolun döne­ meçleri yavaş yavaş dağın tepesine doğru çıkar. Dağın tepesin­ den açılan manzara ise sıradışı ve insanı büyüleyen güzellikte­ dir: erişilmez sarp yamaçların üzerinde bakire bir güzel misali bembeyaz sislerle sanlı bir şehir vardır. Burası nice hükümda­ rın rüyalarını süsleyen ve şu an Karabağ Hanlığı'nın merkezi olan Şuşa şehridir. Yerli halkın bu şehre Kale, ya da temelinin Penah Han tarafından atılmış olması nedeniyle Penahabat de­ dikleri de vakidir . . . Şuşa'nın evleri düşm�nın saldırısına karşı koymaya hazır­ lanan askerler misali mahalle mahalle sırt sırta vermişlerdir. Üçmıh'tan ta Erimgeldi'ye değin uzanıp giden bu evlerin hepsi de birbirine benzer. Han soyundan olanların, saray ayanının ve Karabağ beğlerinin Gence kapısının sağında yerleşen mülkleri ise birbirinden seçilir. Bunların içinde Hanlık'ın idari binası, İb­ rahim Han'ın ve Mihrali Beğ'in ince bir zevkin eseri olan saray-


1 � • Aqil Abbas

lan fazlaca gösterişli ve azametli oluşuyla dikkati çeker. Han soyundan olanların evlerinin üzerinde avına saldıran şahin ka­ bartmaları bulunur ki bu kabartmalar o evlerin sahiplerinin Ba­ yat aşiretine mensubiyetlerine işarettir. Pazarbaşı denen yerde ise baştanbaşa yaldızlı Kuran ayetleri yazılı çifte minareli cami yerleşir. Bir müezzin her öğle vakti güzel sesi ve tatlı Karabağ şivesiyle ezan okuyup şehir halkını hayır hasenata ve sevap iş­ lere davet eder. Caminin az aşağısında bir pınar vardır: Şuşa güzellerinin resmigeçit yeri olan Mihrali pınarı. Buradan geçen yolcu mutlaka pınarın başında bir anlığına olsun durur, gözyaşı gibi saf ve buz gibi soğuk sudan bir testi içip Mihrali Beğ'e rah­ met okur. Pınarın önünden geçen yol Cıdır ovasına kadar uza­ nır. Cıdır ovası Şuşa halkının en sevdiği yerdir. Akşamüzerleri burası ana baba günü olur. Özellikle de sıcak günlerde akşamın boğucu havasından kurtulmak isteyen herkes ailesiyle birlikte soluğu Cıdır ovası'nda alır. Yerlere halılar, kilimler açılır; ak­ şam yemeği de çoğu vakit burada yenir. Cıdır ovası'nın üst ta­ rafı Han sülalesinden ve saray halkından olanlar hariç herkese kapalıdır. Burada ne zahmetlerle dut ve vişne ağaçlan dikilmiş­ tir ve hizmetçiler hergün saksı küplerle su taşıyarak bu ağaçlan sularlar. Cıdır ovası'nda, uçurumun kenarına gelince aşağıdaki de­ renin vahameti insanın başını döndürdüğünden Taşalh nehrini buradan seyretmek imkansız gibidir. Fakat epey hızlı akan neh­ rin şırıltısı dağın taşın sır dolu sessizliği içinde ayan beyan du­ yulur. Karşı tarafta da yüksekliği iki yüz sajen2 kadar olan sarp bir kaya vardır. Bu yakadan bakıldığında karşıki kayanın yer­ den altmış yetmiş arşın3 yüksekliğinde mağarayı andıran bir yapı görülür. Bu mucize yapıyı o sarp kayanın orta yerinde kimsenin tanımadığı mahir bir sanatkar oyarak yapmıştır. BuraSn]tıı 1

sistem

öııcrsiııdı• k11/lnı11/ı11ış ıılnıı Rııs ıızıııılıık ölçiisii;

-

Metrik

-

Ml'lrık sı;;tem oııasiııdr k11//nııı/1111ş

2,134

metreye

r;;ıllir Ar;;ııı

''iıllır ITıırk '"'İ"ıı ynkl.

68

sı11).

olan bir 11zı111/11k ölçıisıi; 71

snııtinıelreı;e


Batman Kılınç • 1 3

ya mağara da denmez aslını isterseniz; kapısı penceresi yerinde, birkaç odalı, genişçe ve rahat bir evdir burası. Mağaranın önün­ de bulunan on on beş arşınlık açıklığa - artık nereden ve ne zahmetlerle getirildiyse - toprak dökülüp yemyeşil çimler, renk renk çiçekler ekilmiş, hatta birkaç ağaç bile dikilmiştir. Görü­ nürde bu acayip ve gizem dolu sığınağa ulaşmanın hiçbir yolu yoktur. Anlatılanlara bakılırsa burası bir zamanlar Penah Han'ın emriyle yapılmışmış. Fakat gerçekte bu mağara Penah Han'dan çok önce de mevcuttu; Penah Han, bakımsız kalıp ha­ rabeye dönüşmekte olan bu yere götüren gizli yolu buldurmuş ve burayı onartmıştı sadece; işte o gizli yolu da hanın kendisi ve çok güvendiği bir kişi hariç kimse bilmezmiş. İhtiyaç hasıl olursa han, ailesini de alıp buraya sığınarak düşmanlarından korunabilir, uzunca bir süre güvende olabilir­ di. Hanın hazinesinin burada saklandığını düşünenler de az de­ ğildi; zaten bu yüzden ahali buraya Hazine kayası derdi. Bugü­ ne kadar hazine bulmak umuduyla niceleri bu sığinağa hrman­ mak istemişlerdi de bu zavallılardan arzusuna ulaşabileni çık­ mamıştı: yolun yarısına bile gelemeden sarp kayadan aşağı yu­ varlanıp paramparça olmuşlar, kurdun kuşun, karganın kuzgu­ nun yemine çevrilmişlerdi. Han, mağarada bir de bekçi bulunduruyordu galiba. Çün­ kü her sene Nevruz'da mağaranın önündeki açıklıkta ateş yakı­ lır ve Şuşa halkı cümbür cemaat Cıdır ovası'na toplanıp çoktu­ haf buldukları bu ateşi seyre koyulurdu. Kayanın üstü - o gizemli sığınağın aşağı yukarı bir verst kadar yukarısı - daha sonra halk arasında Tophane ormanı diye anılacak olan güzel bir ormanla kaplıdır. Tophane ormanı Ta­ şaltı nehri'nin kıyısına kadar uzanır. Suyun toprağı yıkayıp gö­ türdüğü yerlerde bazı ağaçların kökleri toprağın üstünde kal­ mıştır; devrilip nehre düşmüş olan ağaca da rastlanır. Nehir ya­ tağının pek derin olduğu söylenemez, fakat akıntı yeterince hız­ lıdır ve zaman zaman uçurumdan koparak nehre dökülen kaya parçaları bu akıntıyı daha da hızlandırmıştır. Nehrin şırıltısı or-


I� • .·\qıl Al,lı.ı:;

mandaki bin bir türlü kuşun sesine ve yaprakların hışırtısına karışıp tuhaf, ama çok tatlı bir nağmeye dönüşür ve bu nağme Karabağ'ın taşına toprağına sinmiş, insanının iliğine işlemiştir. Taşın toprağın, otun ağacın üzerine vurup onları ısıtan ilk­ bahar güneşinin altında, yerden bir buğu ve bu buğuyla bera­ ber akıllara zarar bir çimen çiçek rahiyası yükseliyordu. Ormanın eteğindeki açıklıkta iki doru at otluyordu. Pek uzun olmayan siyaha yakın kestane rengi yeleleri ve geniş sine­ leri atları daha bir gösterişli yapıyordu. Batmak üzere olan gü­ neşin altında, atların üzerinde alabalık pullarını anımsatan ışık­ lar oynuyor ve atların Karabağ cinsi olduklan hemen anlaşılı­ yordu. Az ileride çimlerin arasında atların koşum takımlarıyla eyerleri, hafif savaş kıyafetleri ve silahlar görünüyordu. Atlann epey uzağında on dört on beş yaşlarında� bıyıkları daha yeni terlemiş iri kıyım bir delikanlıyla esmer, orta boylu, zayıf bir adam demindenberi yorulmak ne olduğunu bilmeden kılıç sallıyorlardı. Her ikisi kuşaktan yukan çıplakh. Adam ne kadar ufak tefekse, delikanlı bir o kadar geniş omuzluydu, ada­ leleri de derisinden fırlayacakmış gibi duruyordu. Fakat ellerin­ deki kılıç çelik olmayıp, tahtadan yapılmaydı. Kah delikanlı sal­ dınya geçiyor ve adam savunmaya çekiliyordu, kah da. . . - Olmadı! Bir daha! H a şöyle! Sol elini kullan, sol elini! Ol­ madı! Sağ tarafını kolla! Ha şöyle! Gözünü ayırma! Doğru bak! Kırpma gözünü! Sağını kolla! Kolla sağını! - Al işte! Al bir tane daha! Hah, hah, ha! Bir de bu! - İşte şimdi oldu! Ha, gözünü sevdiğim! Solunla bir tane daha! Her ikisi ellerindeki tahtadan yapılma kılıçları görülmedik bir hızla kullanıyor ve hiçbiri �eri çekilmek istemeyerek birbiri­ nin üzerine korkusuzca atılıp .ıslanlar ı;ibi çarpışıyorlardı. Deli­ kanlı ne kadar çılgınsa adam bir o kadar soğukkanlıydı. Nihayet adamın hamlesi yerini buldu: kılıç delikanlının sol omuzuna indi ve o uflayıp yere oturdu.


Baım.ın Kılınç • 15

- Sana yüzlerce kere söyledim, acele etme diye! Çevik ol­ mak başkadır, acele etmek başka. Şimdi de biraz acele etmemiş

olsaydın bu darbeyi karşılardın. - Fakat savaşçı dediğinin kalkanı

da olur, ihtiyar!

- Kalkan gerek siz bir ağırlıktır savaşta, yiğidim. Hem kalkan kendini korumak içindir, savunmak için yani. Ama senin hep saldıran taraf olman gerekir! Anlıyor musun? Kılıç darbele­ rine de kılıçla karşı koyman lazım. Hatta oktan, mızraktan da kılıçla savunacaksın kendini! - Oktan da mı? - diye delikanlı şaşırmış sordu. - Evet! Oktan! Merak etme, bütün bunlan sana öğreteceğim. Fakat acele etmeyeceksin! - Sende bu yiğitlik varken, neden ordu komutanı olmuyor­ sun ki? İhtiyar cevap vermedi. Bunu delikanlıya anlatmanın zama­ nı henüz gelmemişti, belki hiç gelmeyecekti de. İhtiyar mensup olduğu aşiretin dinini, inancını onun aklına sokmak istemiyor­ du. Öyle yaparsa Memet Beğ kılıç kuşanmaktan soğur ve ihti­ yarın kendisi gibi ruhunu göklere bağlamış münzevilerden olup çıkardı belki de. Fakat ihtiyar böyle olmasını istemiyordu. O, Memet Beğ'i Penah Han'ın yerini alıp Cevanşir soyunun şe-· refini daha da yükseltecek bir yiğit olarak görmenin aşkıyla ya­ şıyordu. Böylece, kendisi de Penah Han'a karşı son görevini ye­ rine getirmiş olacakh. Bu yüzden: - Fazla merak başa bela! - deyip ayağa kalkh ve bu sefer tahtadan yapılma olanı değil gerçek kılıcı eline aldı: - Bu kadar tembellik yeter! İhtiyar, rahmetli Penah Han'ın en yakın arkadaşı ve sırdaşı Uygur Aliş'ti. Herkes gözünü açıp böyle ihtiyar görmüştü Uy­ gur Aliş'i; daha fazla da kocamıyordu adam. Delikanlıysa Kara­ bağ Hanlığı'nın temelini atmış olan hanlar hanı Penah Han'ın torunu, Mihrali Beğ'in oğlu Muhammet Beğ Cevanşir'di ki her­ kesçe Memet Beğ diye çağırılırdı.


lo • Aqil Atıtı;ıs

İkisi burada saatlerce talim yapardı hergün. Hep de önce tah­ tadan yapılma kılıçlarla başlayıp sonra gerçeğine geçerlerdi. Kal­ kan falan da kullanmazlardı asla, kalkan yerine sol ellerinde ikinci bir kılıç olurdu. Talim bitince bir süre dinlenirlerdi. Sonra Uygur Aliş, Memet Beğ'in sırtına bir hurç verip içini de taşla doldurur ve dağın eteğinde yokuş yukarı koştururdu. Memet Beğ bu ağır yü­ kün alhnda koşmaya başlar, Uygur Aliş de ilerlemiş yaşına .rağ­ men onunla beraber koşardı. Koşarken bir taraftan da Memet Beğ'in sırhndaki taşları yavaş yavaş boşalhr, en son hurcu da onun sırbndan alırdı ve Memet Beğ birdenbire rüzgar gibi hızlanırdı. Memet Beğ yorgun olmasına rağmen Uygur Aliş'in em­ rine uyup ayağa kalktı, pantolonunun paçalarını sıvayıp diz­ lerine kadar nehre girdi, dupduru ve soğuk suda elini yüzü­ nü, boynunu boğazını yıkayıp yine Uygur Aliş'in karşısına geçti: -Ben hazınm! Uygur Aliş, Memet Beğ'in gözlerini bir havluyla kapattık­ tan sonra elindeki kılıcı sağında, solunda, kafasının üzerinde sallamaya başladı: - Duyuyor musun kılıcın sesini? -Evet! - Biraz daha dikkat et o zaman. Kılıcın sesinden ve rüzgarından darbenin nereden geleceğini anlaman lazım. İnsanın iki gözü vardır, fakat savaşırken dört bir yanını görmek zorunda­ sın. Gelecek darbeleri karşılamak zorundasın. Herşey ne kadar çevik olabildiğine bağlı. Bir de asla korkmayacaksın. Savaş sıra­ sında korkusuz olan yiğidin yanına bile yaklaşamaz ölüm. İyice yorulup takatlerini büsbütün kaybedince Uygur Aliş dedi: - Bugünlük yeter! Hadi gel ateşimizi yakalım. Çalı çırpı toplayıp küçük bir ateş yaktılar ve herbiri çatırh­ larla yanan ateşin bir tarafına geçip dizleri üzerine çökerek kar­ şılıklı oturudlar.


l>.ıım.rn

Kılın� • 17

- Şimdi pür dikk;ıt ünündeki cıteşt• bi!k! Bi!Şkil hiçbir şey hakkındcı düşünme ve gözlerini de kırpmi!. Bütün yeryüzünde bir sen, bir de kcırşındcı görmüş olduğun cıteş varsınız. Sizin dı­ şınızda hiçbir şey yokttır ve senin aslın işte bu ateştir: soyun bu ateşten türemiştir. Yeryüzünde ateş var olduğu sürece sen ve senin soyun da mevcut olacaksınız! Bu ateşi yeryüzünden kim­ se kazıyıp atamaz. Çünkü bu cıteşi tanrı yakmıştır ve hiçbir kul tanrının yaktığı ateşi söndürmek iktidarında değildir. İyi bak! Birşey görebiliyor musun? .. Bak, şu gördüğün alevlerle çevrili doru at senin deden Cengiz Han'ın torunu Hülaki Han'ın so­ yundan gelen Penah Han Cevanşir'in atıdır . . . Atın alevler için­ den nasıl çıktığını görüyor musun? Kişnemesini duyuyor mu­ sun? Ya atın sırtındaki o yenilmez yiğidi görüyor musun? İşte o yiğit de büyükbaban Penah Han Cevanşir'dir. Cengiz Han'ın . . . Argunşah'ın. . . İbrahimhalil Ağa . . . Sen . . . Yüce gökler. . . Cengiz Han . . . Argunşah . . . Hülaki soyu . . . Yüce . . .

Akşam yemeği henüz bitmişti. Ziyadesiyle düşünceli ve en­ dişeli görünen Han, aç olmasına rağmen sofraya dizilmiş leziz ye­ meklerden bir lokmacık almakla yetinmişti. Gözleri hep Han'ın sofrasına dikilmiş olup bu sofradan artacak olan yemekleri kolla­ yan hizmetçiler bugün tam bir ziyafet çekecekleri kendilerine; or­ talığı sevinç içinde çarçabuk topladılar. Bu da dünyanın tuhaf tu­ haf işlerinden bir tanesiydi işte: içindeki acıdan dolayı bu leziz ye­ meklere el süremeyen insan da vardı, bundan mutlu olan insan da. Han, gizli bir sevinçle sofrayı kaldırmakta olan hizmetçilere bakıp ikrah hissiyle, "Hizmetçi işte, ne olacak; ne kadar tıkınsalar da gözleri hep açtır!" diye düşündü. Sonra da odasına çekildi. Şah'ın, Behbutali Beğ'i beklenmedik bir şekilde, üstelik hiç­ bir sebep de göstermeden herkesin gözü önünde astırması Han'ın geleceğe yönelik bütün ümitlerini suya düşürmüş ve onun belini kırmıştı. Birkaç gündenberi köpürüp taşmakta olan keder ve acıyla karışık öfkesini bjr tiirlii yenem.4'ordu· by qfke


onun yüzündeki ifadeden gün günden güçlenen bir

ve bakışlarından f ışkırıyor

ve kalbini

intikam ateşiyle tutuşturuyordu. Fa­

kendisiy­ olup, ona açıktan açığa kafa tutmak imkan­ sızdı. Çünkü bu, Şark'ın büyük fatihi Nadir Şah Afşar'dı ki kılı­ cından hatta Osmanlı Sultanı bile çekiniyordu.

kat intikam alacağı şahıs onun çok çok fevkindeydi ve le erkekçe düşman

Penah Han, tam beş gün önce ipe çekilmiş olan kardeşi Behbutali Beğ'le birlikte senelerdir işte aynı Nadir Şah'ın hiz­ metinde kılıç sallayıp duruyorlardı. Fars'ta, Irak'ta, hatta Os­ manlı topraklarında bile kılıçlarıyla Nadir Şah'ın ordularının geçmesi için yol açmış, zafer yürüşlerinin önünde gitmişlerdi. Nice yenilmez kalenin sancağını burcundan indirmiş, hakimini Nadir Şah'ın yeşil renkli bayrağının altında diz çöktürmüşlerdi. Ve işte karşılık olarak Şah'ın Cevanşir soyuna münasip gördü­ ğü ödül buydu. Penah Han ne kadar düşünse bir çare bulamıyordu, kendi­ ni böylesi zayıf ve miskin hissettiği olmamıştı. Her acıya dayan­ mak, tahammül etmek mümkündü, fakat kardeş acısına yok. Kuran'da Allahu Teala'nın her belayla birlikte sabır da gönder­ diği buyunılmuştur. Ve şimdi Allahu Teala belayı göndermiş, sabrı ise ihsan etmemişti. Han'ın göğsü kör bir hançerle oyulu­ yordu sanki. İçindeki acı onu kıvrandıra kıvrandıra mahv edi­ yordu. Beş gün önce Han, bütün sülalesinin gözü önünde elini Behbutali Beğ'in toprağı daha soğumamış mezarının üzerine koyup yemin etmiş, "Bu kanı yerde koyarsam beni kan tutsun" demişti. Şimdi de yeminini yerine getirmekte geciktiği için ken­ disini kan tutmaya başladığını vehmediyordu. Han kara kara düşüncelerin girdabından kurtulamadan, kafasını ellerinin arasına almış oturuyordu. Bu sırada hizmetçi­ lerden biri içeri girdi: - Han hazretleri, Uygur Aliş buyurmak ister. Bu adı duymak Han'ı

eminlik du yg us u sar m ı şt ı

.

birazcık olsun sevindirmiş, içini bir


Batman Kılınç• 19

Penah Han'ın Nadir Şah tarafından farkedilmesi de, saraya alınıp makam mevki sahibi olması da Uygur Aliş'in hizmetiydi aslında. Bir savaşta hoş bir tesadüf eseri olarak Uygur Aliş'le karşılaşmak Penah Han'ın yıldızını parlatmıştı. . . - Şah hazretleri, dünkü savaşta Karabağlılardan bir yiğit vardı; korku ne olduğunu bilmeden aslanlar gibi çarpışıyordu. Süvarileri Afgan ordusunun tam göbeğine dalmışh; Afganlann safını onlar bozdu zaten. Uygur Aliş'in övdüğü yiğidi savaş alanını pür dikkat izle­ yen Nadir Şah kendisi de farketmişti aslında. Onun cesaretine ve arkadaşlarını yönlendirebilme becerisine hayran kalmış, onu izledikçe kendi gençliğini - kılıcını sıyırıp ordusunu peşine ta­ karak savaşa götürdüğü günleri - anımsamış, eli gayn iradi ola­ rak belindeki kılıcın altın işlemeli kabzasına uzanmışh. - Evet ihtiyar, bahsettiğin adamı ben de gördüm. Helal ol­ sun. Zaloğlu Rüstem gibiydi meydanda. Peki kim.olduğunu öğ­ rendin mi? - Savaştan sonra çağırttım. Bayat a· ş iretinden, Cevanşir soyundanmış. Behbutali Beğ'in kardeşiymiş. Çok da akıllı, tecrübeli bir insana benziyor. Karabağ'da büyük bir nüfuz sa­ hibidir. Nadir Şah, Uygur Aliş'in boş konuşmaktan hoşlanmayan biri olduğunu biliyor, bu muhabbeti başlatmasının da bir nede­ ni olduğunu an�ıyordu. - Ne düşünüyorsun yani, ihtiyar? - Şah hazretleri, böylesi bir yiğit ileride güzel bir komutan olamaz mı? Demindenberi ağzını açmadan konuşulanları dinleyen ve­ zir de sohbete iştirak etmek istedi, fakat Nadir Şah'ın reyini bil­ mediğinden dikkatli konuşmak zorunda kaldı: - Haklısın ihtiyar. Adam iyi savaşıyor, arkadaşlarını peşin­ den sürüklemesini de biliyordu; fakat iyi savaşmak ve cesaret komutanlık için yeterli midir?


2ll • Aqıl Abb.1s

- Vezir doğru buyurdu, Şah hazretleri. Fakat birşey daha var: bu adam çok yeteneklidir. Süvarileri iyi yönlendiriyor, bü­ tün savaş alanını görmesini de biliyor. Bu da bir komutan için çok önemli bir özelliktir. Eğer bu adamı yanınıza aldırırsanız, sizden harbin kuralını ve taktiğini öğrenip kısa sürede iyi bir komutana çevrileceğine inanıyorum. Şah, Karabağ süvarilerinin başçısı Penah Beğ'i huzura ça­ ğırmayı emretti. Az sonra hizmetçi içeri girip haber verdi: - Hükümdar hazretleri, Bayatlı Penah Beğ Cevanşir emret­ tiğiniz üzer� geldi. - İçeri gelsin! Penah Beğ girip saygıyla baş eğdikten sonra Nadir Şah'la Şark'ın bu büyük fatihiyle ilk kez karşılaşıyor olmanın verdiği şaşkınlıkla ne yapacağını bilemeden kapının önünde durdu. Vücudundan soğuk terler boşandığını hissediyor, kendine güç­ lükle hakim oluyordu. - Yaklaş bakalım, yiğit. Penah Beğ, ileri yüıiiyüp Şah'ın önünde durdu. - Kimlerdensin? - Cevanşirlerdenim, Hükümdar hazretleri. Nadir Şah, bu pehlivan cüsseli yakışıklı genci dikkatle göz­ den geçirdi: onun boyuna bosuna, geniş omuzlarına, Kıpçak su­ ra hna, simsiyah gözlerine baktı - bu gözlerin derinlerinde ayan beyan bir kıvılcım göıiinüyordu - daha sonra da ayağa kalkıp Penah Beğ'e doğru gelerek onun tam karşısına dikildi: - Böyle at binip kılıç kuşayı kim öğretti sana? Nadir Şah'ın böylesi sıcak hareketleri ve suratındaki yumu­ şak ifade Penah Beğ'i yüreklendirdi. Ddiğer taraftan, dün tanış­ mış olduğu Uygur Aliş'in gözlerinde de onu biraz daha cesaret­ li olmaya sesleyen bir işaret vardı sanki.


Batman Kılınç

• 21

- Hükümdar hazretleri, bizler Hülaki soyundanız ki at sır­ hnda elinde kılıç olduğu halde doğar, yine elinde kılıç olduğu halde at sırtında ölürüz. Penah Beğ'in yanıtı Şah'ın hoşuna gitti ve o gülümseyerek: - Güzel! - dedi. - Eli kılıçlı doğup eli kılıçlı ölmeyen bir Türk, Türk değildir zaten! - Sonra da vezire doğru dönerek em­ retti: - Söyle de hemen iyi bir kılıç getirsinler. Vezir dışarı çıktı, az sonra da elinde kabzası altın ve gü­ müşle işlenmiş güzel bir Demeşk kılıcı olarak geri geldi. Nadir Şah kılıcı alıp kınından çıkardı, dikkatle sağına solu­ na baktıktan sonra onu iki eliyle tutarak gururla Penah Beğ'e doğru uzattı: - Al bakalım Penah Beğ! - Arkasından tekrar vezire döne­ rek: - Hemen bir ferman hazırlayıver, - dedi, - Penah Beğ Ce­ vanşir'i süvarilerime komutan yaptım. Penah Beğ kulaklarına inanamayarak beklemediği bu ha­ berden şaşırdı ve bir anlığına kendini kaybetti, sonra Uygur Aliş'in bakışlarını da üzerinde hissederek toparlandı ve kılıcı alıp Şah'm önünde diz çöktü ve: - İşte bu kılıç üzerine yemin ederim ki Hükümdar hazretle­ ri, hayatta olduğum sürece bu kılıcı Siz'in uğrunuza sallayaca­ ğım. Ben de, sülalemin bütün yiğitleri de Siz'in bayrağınız alhn­ da son damla kanımıza kadar çarpışacak, bütün düşmanlarınızı o bayrağın önünde diz çökmek zorunda bırakacağız. Yeminime dönük çıkarsam kılıcıma doğranayım, - diyerek elindeki kılıcı öptü. Penah Beğ bu olaydan sonra Penah Han oluverdi. Uygur Aliş de kendisine büyük ümitler beslediği bu cesur adamla kısa sürede iyi arkadaş oldu. Aslında Uygur Aliş'i Penah Han'a bağlayan şey Penah Han'ın yiğitliği, ya da cesareti değildi. Uygur Aliş, Penah Han'dan çok daha yiğit ve cesur adamlarla da karşılaşmıştı. Mesela Nadir Şah'ın kendisi Penah Han gibi kaç kişiyi cebinden


22 • Aqil Abbas

çıkanrdı. Uygur Aliş'i Penah Han'a bağlayan bambaşka birşey vardı. Yeryüzünde Uygur Aliş'in taptığı tek insan Cengiz Han'dı. Onun şaman ataları hep Cengiz Han'ın ve bu soydan gelenlerin yakın sırdaşı ve danışmanı olmuştular. Talih Cengiz Han soyundan yüz çevirince, Uygur Aliş'in ataları da düşman­ lanndan korunmak için Himalayalar'a kaçıp Uygur kabilelerine sığınmak zorunda kalarak gelecek güzel günlerin ümidiyle ya­ şamaya başladılar. Birgün Timur'un kılıcının panlhsı onlan tek­ rar biraraya getirdi. Timur'un emriyle onun ordularının ve ko­ mutanlarının peşinde Ban'ya doğru yollara düştüler. Timur'un kılıcı parlaklığını kaybedince de bir daha birbirlerini bulamaya­ rak herbiri bir başka memlekette kaldı. Uygur Aliş'in büyük ba­ bası da Azerbaycan'a yerleşti. Büyük baba, kendi büyük babala­ rından şöY.le duymuştu: "Kutsal kitaplar ve yıdızlar, birgün yeryüzünde yeni bir Cengiz Han'ın doğacağını haber vermekte­ ler. İşte o gün Türkler atlarına yeni bir denizin suyunu içirecek­ ler ve biz atalarımızın topraklarına tekrar sahip olacağız". Bü­ yük baba, bu kehaneti oğluna, oğlu da kendi oğluna anlath. Bü­ yük babalar aynı ümitle kocadılar ve bu ümit kuşan kuşağa ak­ tarıldı. Nihayet sıra Uygur Aliş'e geldi. Şamanlık öğretisini iyice benimsemiş olan Uygur Aliş ümitlerini Nadir Şah'a bağlamıştı, fakat onun bu ümitleri ger­ çekleştirecek kişi olamayacağını, talihin Nadir Şah'a bu fırsatı tanımayacağını anladı. İşte bu sırada da karşısına Penah Han çıktı. Penah Han'ın Cevanşir soyundan olduğunu öğrenince Uygur Aliş'in içinde yeni ümit tomurcukları kıpırdamıştı. Bu soyun damarlarında Cengiz Han'ın günışığı gibi pirüpak kanı­ nın dolaştığını iyi biliyor, yine bu soya olan vefa borcunu öde­ mek adına elindell geleni esirgemeden Penah Han'a yardım et­ meye çalışıyordu. Birgün av dönüşü Penah Han'la Uygur Aliş at sırtında ko­ nuşuyorlardı: - Penah Han, şansın yaver giderse çok ünlü olacaksın. Penah Han güldü:


Batman Kılınç • 23

- Şansımız kendi elimizde değil mi? - Hayır değil; herşey bizim kaderimizi yazanın elinde ve taktir ile yazılan tedbir ile bozulmaz. Senin de kaderinde hem büyük zaferler hem de büyük belalar var. Peygamber Aleyhis­ selam şöyle buyurmuş: "Bela insanın üzerine dağ gibi gelir; in­ san sabır gösterirse o dağ eriyip mahvolur, sabırsızlık ederse in­ sanı ezip mahveder". Sen de sabırlı olursan bütün belalardan kurtulacaksın, nice hanlar ve komutanlar senin önünde baş eğe­ cek, senin bayrağını öpecekler. - Şah oluvereceğim, desene! - Hayır Penah Han, şah olamayacaksın. Nafile yere böyle bir ümitle yaşama. Sen bir komutansın: düşünen bir kafaya ve kılıç sallayan bir bileğe sahipsin. Sahip olduğun bu şeyleri hak­ kın yolunda harca ki Allah katında daha büyük sevaplar kaza­ nabilesin. Bir şeyi de asla aklından çıkarma ki gündengüne art­ makta olan ünün, düşmanlarının sayını da arttırıyor. Sıradan bir aşiret reisinin birdenbire saraya alınmasını ve büyük bir mevki kazanmasını çemeyen pekçok insan var. İşte bu insanlar isminin lekelenmesi ve Şah'ın yanında itibarım kaybetmen için bir fırsat arıyorlar. - Nadir Şah, benim kendisine ihanet ehneyeceğirni iyi biliyor. - Sen öyle zannet. - Kuşku uyandırabilecek en ufak bir hareketim yok ki ama. - Ya Ziyatoğulları'yla aranın çok iyi olmasına ne demeli? - Ziyatoğullan şerefli insanlardır, onlarla iyi geçinmenin ne gibi bir sakıncası olabilir ki? - Bilesin ki hasımlarının Nadir Şah'ı Ziyatoğullan'yla dost olduğun konusunda ikna etmeleri bile yeterli olur! - Ziyatoğulları'yla Nadir Şah'ın arasında ne gibi bir husu­ met olabilir? - Nadir Şah tahta oturduğu gündenberi Ziyatoğulları'yla iyi geçinemiyor. Ziyatoğulları başlarına buyruk hareket ediyor,


bir nevi Nadir Şah'ın iktidcırını tanımıyorlar. Siıfevi soyunun tahtını bir Avşar yiğidinin sahiplenmiş olmcısı pek hoşlcırına gitmemiş. - Peki neden? - diye Penah Han ilgiyle sordu. - Köklü bir soydan gelmeyen bir insanın hükmü altına girmeği kabullenmek istemiyorlar. Nadir Şah'ın taç giyme tö­ reni sırasında da saygısızca kalkıp töreni terketmişlerdi. Ziya­ doğulları da büyük bir sülale olduğundan Nadir Şah kendile­ riyle açıktan açığa düşman olamadı, öcünü bambaşka yollar­ dan aldı. Önce Ziyadoğulları'nın asıl güvendikleri Karabağ ahalisinin büyük bir kısmını binbir bahaneyle Horasan'a sür­ dürdü, sonra da Şemsettin ve Borçalı vilayetlerini Ziyatoğulla­ rı'ndan alıp kendi emrindeki Gür.cü vilayetine kattı. Nadir Şah'ın Ziyatoğulları'na karşı nasıl bir kin güttüğüünün farkın­ da değil misin? - Bana Ziyatoğulları'yla düşman olmamı mı öneriyorsun yani? - Düşman olmuyorsan dahi, dost olma konusunda çok dik­ katli davran. İşte ben seni uyarmış oldum. Bu muhabbetten kısa bir süre sonra Nadir Şah, Penah Han'la Ziyatoğulları arasından su sızmadığı konusunda ikna ·edilmiş, Nadir Şah da bu haberi kendisine karşı ihanet olarak değerlendirmişti. Sonuçta Penah Han'ın kardeşi Behbutali Beğ, Nadir Şah'ın emrile şehir meydanında ipe çekildi. Hizmetçi, kapının önünde durmuş Penah Han'ın cevabını bekliyordu. Penah Han yavaşça kafasını kaldırdı ve: - Gelsin, - dedi. Uygur Aliş içeri girdi: - Hanlar hanı Penah Han'a selamlar ve saygılar! Penah Han kimsenin önünde ayağa kalkmadığı halde Uy­ gur Aliş'i ayakta karşıladı, onu sevgiyle kucaklayıp öptü, sonra da oturdular.


B.ılnl.111 Kılınç • �S

- Ewt İhtiycır - Uygur Ali{i lwrkL•s, h.ıtt;ı Ncıdir Ş;ıh bile İhtiycır diye çağırırdı - Nadir Şah'ın benim başıma açtığı felcıke­

ti gördün,

değil mi?

Aliş işlerin bu noktcıycı varcıcağını çok birkcıç kez Pencıh Han'ı uycırmıştı bile.

Uygur m iş,

- Nadir Şah, ordu içinde senin biraz daha artmasından çekindi.

şöhret

önceden

sez­

ve itibarının hergün

Penah Han şaşkınlıkla sordu: - Benim şöhret ve itibarımı temin eden Nadir Şah'ın kendi­ si değil mi ama? - Evet kendisi! Nadir Şah yiğit ve cesur bir insandır, yiğit eve cesur insanları da çok sever. Nitekim senin yiğitliğine de, cesaretine de hayran kalmışhr. Hatta seni bütün ordunun başı­ na getirmeği bile düşünüyordu. - Peki sonra noldu? Bir hata mı yaphm ki? - Evet Penah Han, sen bir hata yaptın. Ziyatoğulları'yla dost olma konusunda dikkatli davranman gerektiğini söyleyip seni uyarmıştım, değil mi? Nadir Şah senin, Aras nehrinin öte yakasını ve Bayat vilayetini isyana kaldırmak istediğine inanı� yor. Hatta gizliden gizliye Ziyatoğullan'yla da anlaşıyormuş­ sun. Üstüne üstlük bütün bu entrikaları Behbutali Beğ'in eliyle çeviyormuşsun. Nadir Şah çok kızgın. Penah Han ayağa kalkarak odanın içinde dolaşmaya başladı. - Hülaki soyundan gelen Penah Han Cevanşir ihaneti aklı­ nın ucundan bile geçirebilir mi, söylesene İhtiyar? Nadir Şah'ın aklına da, cesaretine de hayran olduğumu sen herkesten daha iyi biliyorsun, değil mi? Şunu da iyi biliyorsun ki Nadir Şah'ın uğruna ölüme bile giderim. - Bütün bunları ben elbette ki biliyorum. Ama düşmanların Nadir Şah'ı öylesine zehirlemişler ki kendisine böylesi ba�lı ol­ duğuna inanması çok zor. - Peki şimdi ne önerirsin?


Uygur Aliş, Nadir Şah'ın geleceğe dönük olarak neler dü­ şündüğünden haberdardı. Bu yüzden de Penah Han'ı onun öf­ kesinden korumanın bir yolunu bulmak için çok kafa yormuş­ tu. Nadir Şah'a, Penah Han'ı affetmesi için yalvarmanın hiçbir anlamı yoktu. Öz oğluna bile acımayarak gözlerini çıkarttır­ mış olan bir insan böylesi meselelerde kimseyi asla affetmez­ di. Şimdi de Penah Han'ı kurtarmanın bir çaresini bulmak im­ kansız gibiydi. Uygur Aliş ne kadar düşünmüşse çıkar yol bu­ lamamış, nihayet son bir ümide sarılarak Penah Han'ın yanına gelmişti. - Nadir Şah şu an Horasan'da. Geriye döner dönmez seni de kardeşin gibi ipe çektirecek. Penah Han bu habere iyice bozuldu. O, Nadir Şah'ın kendi­ siyle de bir hesabı olacağını biliyor, ama idam kadar ağır bir ce­ zayı, üstelik bu kadar kısa bir sürede cezalandırılmayı beklemi­ yordu. - Peki yapabileceğim ne var ki İhtiyar? - Kurtuluş için tek bir yol var: Aras nehrinin öte yakasına, Karabağ'a, sevgili memleketine kaçmak. Kendi memleketinde itibarın çok büyük, halk da seni fazlasıyla seviyor ve koruyaca­ ğından eminim. Bu arada Ziyatoğulları'yla da yardımlaşmaya çalışırsan iyi olur. - Ya ailemi ne yapacağım? - O konuda endişelenmeyebilirsin. Nadir Şah çok şerefli biri ve senin yüzünden ailene zarar vermeyi düşünmez. Nadir Şah'ın emri üzerine senin her hareketinin gözlendiğini de bil­ men lazım. Bu nedenle de kimsenin dikkatini çekmeden, sanki maiyetinde birkaç kişiyle avlanmaya çıkmışsın gibi davranacak­ sın. Allah, nurunu üzerinden eksik etmeyecek ve talihin yaver gidecektir. - Sen her zaman akıl danışabileceğim en yakın arkadaşım oldun İhtiyar; sen de benimle gelsene! Uygur Aliş bu teklifi kabul etmeyerek:


Batm�n Kılınç • 27

- Hayır, - dedi, - Nadir Şah aramızda tuz ekmek var. Ben Uygur Aliş'im ve herkesle tuz ekmek yemem, yediğim zaman da onu ndeğerini çok iyi bilirim. Nadir Şah benim sevip saydı­ ğım biridir. Kendisiyle dostluğumuzun tarihi de çok eskidir. Ben burada senin çocuklarını Nadir Şah'ın öfkesinden sakınaca­ ğım. Eğer kaderde bir daha karşılaşmak varsa, birgün mutlaka karşılaşırız. Şimdilik Karabağ'a git; bakalım ileride başımıza ne­ ler gelir. Yüce Yaratıcı yardımcın olsun! Penah Han iyice duygulanmıştı. Altın işlemeli hançerini belinden açarak Uygur Aliş'e uzattı: - Bu hançer kuşan kuşağa aktarılarak bana kadar geldi. Bu hançeri kaç tane yiğit beline kuşandı kimbilir. Büyük babam bu hançere Hülaki Han'ın ellerinin bile dokunduğunu söylerdi. Şimdi bunu al; eğer ileride benim başıma birşey gelecek olursa, hançeri benim soyumdan en yiğit bir adama veririsin.

Nadir Şah, Penah Han'ın Karabağ'a kaçhğını duyunca öf­ keden çılgına dönmüştü: - Bu ihaneti Penah Han'ın yanına bırakmam, vezir. Hangi deliğe saklanırsa saklansın onu buldurup getirteceğim. Ama öl­ dürtmeyeceğim onu. Bir lutuf olarak gözlerini kendi ellerimle çıkaracağım Penah Han'ın. Sonra da Karabağ atlarına seyis ya­ pacağım onu. Atlarımı kaşağılatacağım ona. Seyis olarak ahır­ larda yatıp kalkacak. Penah Han'ın ipini çekmeğe çışanlardan biri olan vezir, şimdi Nadir Şah'a biraz daha yarınmak için iyi bir fırsat yakala­ mıştı: - Zaten baştanberi gözüm tutmamıştı şu Penah Han'ı, Şah hazretleri. Size de söylemiştim o sıra. Ama İhtiyar'ın, Penah Han'ın şerefli biri olduğu konusundaki söz�erine inandınız. Şimdi onun şerefine de bizzat tanık oldunuz işte. Bir de çok gü­ zel bir kılıç ihsan etmiştiniz kendisine.


Nadir

Şah cevap

verdi:

- Ben İhtiyar'ı çok eskilerdenberi tanırım, vezir. Kendisine her akıl danıştığımda da karlı çıkmışımdır. Hiç hatasını görme­ dim. Bu işte bir iş olmalı. Vezir, Uygur Aliş'ten de hoşlanmıyordu zaten. Kendisi du­ rurken Nadir Şah'ın her meselede Uygur Aliş'e akıl danışma­ sından da bıkmış usanmıştı. Uygur Aliş Nadir Şah'ın en yakın sırdaşına çevrildiği halde, vezir sıradan bir saray hizmetlisi ko­ numuna düşmüştü. Bu nedenle de Uygur Aliş'i Nadir Şah'ın gözünden düşürmek için yıllardır biriktirmiş olduğu servetin yansını gözünü kırpmadan verirdi. Ne var ki Uygur Aliş'i hü­ kümdarın gözünden düşürmek pek kolay değildi. Nadir Şah'ı ikna edebilmek için çok sağlam deliller gerekiyordu ve işte şim­ di iyi bir fırsat yakalanmı;tı. - Şah hazretleri, bilmenizi isterim ki siz burada yokken İh­ tiyar, Penah Han'la sık sık görüşüyordu. Ne kadar sıkı dost ol­ duklarını da iyi biliyordunuz zaten. Penah Han'ın kaçmasında İhtiyar'ın da eli vardır mutlaka. Sizin Penah Han'ın akıbeti ko­ nusundaki düşüncelerinizi bizden başka kim biliyordu ki? Ye­ min ederim ki sözlerimde zerre yanlış yok. Nadir Şah düşünceye daldı. O herşeyi kabullenir, ama Uy­ gur Aliş'in ihanet edebileceğine asla inanmazdı. Uygur Aliş'in Penah Han'la yakınlığı, onun mutlaka ihanet ettiği anlamına gelmezdi ki. Diğer taraftam vezirin sözleri de yabana atılacak gibi değildi. Çünkü Horasan dönüşü Penah Han'ı idam ettirece­ ğini vezirle Uygur Aliş hariç kimse bilmiyordu. Nihayet Uygur Aliş'le bizzat konuşmak gerektiğine karar verdi. Nadir Şah, Uy­ gur Aliş'in asla yalan söylemeyeceğinden de emindi. Ya Uygur Aliş vezirin sözlerini onaylar da ihanetini kabullenirse? Nadir Şah, Uygur Aliş'e kıyabileceğini de düşünmüyordu. Ama en azından içini kemiren kuşkudan kurtulur, biraz rahatlamış olurdu. - Söyle de Uygur Aliş'i çağırsınlar. Sen de çık, kendisiyle yalnız konuşğım.


B.ıtnı�n Kılın.;

• 2•1

Vezir amacına ulaşmış bir insanın neşesi içinde dışarı çıka­

rak Uygur Aliş'i çağırtmak üzere gitti. Nadir Şah ise nasıl bir karara varacağını bir türlü kestiremiyordu. İki ateş arasında kalmış gibiydi. Uygur Aliş huzura çıkıp baş eğdi. Nadir Şah'ın ne kadar öfkeli olduğu yüzünden okunuyordu, ama Uygur Aliş bunu fazla umursamamış gibi: - Allah, kendi nurunu üzerinizden eksik etmesin Şahım, dedi. Nadir Şah: - Gel otur bakalım İhtiyar, - diye cevap verdi. - yakın dos­ tun Penah Han'ın sadakatini gördün, değil mi? Uygur Aliş, Nadir Şah'ın sesindeki alaycı tonu da, "yakın dostun" sözünü özel bir vurguyla söyleyişini de hemen yakala­ dı ve cevap verdi: - Penah Han şerefli bir adamdır, Şah hazretleri. - Onu adam sırasına çıkaran da bendim İhtiyar. Şerefli biri olsa beni sırtımdan hançerlemek için plan yapmazdı. Uygur Aliş, Nadir Şah'ın fazlaca öfkeli olduğunu görüyor, fakat kendi düşüncesinden taviz vermek istemiyordu: - Penah Han sizi asla sırhnızdan hançerlemezdi Şahım. Ba­ na inanınız. Yıllardır kapınızda hizmet ettiğimi, malda mülkte, parada pulda zerre kadar gözüm olmadığını bilirsiniz. Bir tek şu fani vücudum var ki onu da sizin uğrunuza helak ediyorum. Şunu bilesiniz ki sizi asıl sırtınızdan hançerlemek isteyenler Pe­ nah Han'ı sizin gözünüzden salmış olan insanların ta kendileri­ dir. Nadir Şah, Uygur Aliş'ten kuşkulandığını belli etmemeğe çalışarak sordu: - Peki Penah Han, benim kendisini idam ettirmeği düşün­ düğümü nasıl öğrendi dersin? - Beni de idam ettirebilirsin Şahım; hatta cesedimi köpekle-


3ll • Aqil .\bb.,s .

re attırabilirsin de. Ama ben ölmekten korkmam. Bugün ölmesi gereken bir insanın fazladan bir gün daha yaşamaya çalışması­ nın da ne kadar anlamsız olduğunu iyi bilirim. Penah Han'ı idam ettireceğini kendisine ben söyledim. Senin de hiç yoktan günaha girmemeni istedim ki Allah nasip ederse çok kısa bir süre sonra sözlerimin ne kadar gerçek olduğunu görürsün. O sırada hizmetçilerden biri içeri girdi: - Penah Han'ın hizmetçilerinden biri sizi görmek diler Hü­ kümdar hazretleri. Nadir Şah biraz daha öfkelendi: - Al işte, üzerime elçi mi göndermiş bir de?! Penah Han kim oluyor da bana elçi gönderiyor?! Hem bir hizmetçi parçasını! - Size verilecek bir emanet varmış Hükümdar hazretleri. - Gelsin bakalım. Hizmetçi huzura girdi ve yüzüstü düşerek yeri öptü, sonra da: - Başının gözünün sadakası olayım, Hükümdar hazretleri; Penah Han ava çıkmadan önce beni çağırıp şu emaneti verdi. Size ulaştırmamı tembihledi. Nadir Şah ne kadar öfke dolu olsa da Penah Han'ın emane­ tinin ne olduğunu merak eder nazarlarla Uygur Aliş'e baktı. Uygur Aliş oturduğu yerden kalkarak hizmetçinin getirdiği emaneti alıp açtı. Bu, kabzası altın ve gümüşle işlenmiş bir De­ meşk kılıcıydı. Nadir Şah, Penah Han'ı süvarilerine komutan yaparken kendisine ihsan etmiş olduğu kılıcı heme.n tanıdı: - Hediyemi geri mi veriyor yoksa? Uygur Aliş cevap verdi: - Demin söylediklerimin ne kadar gerçek olduğunu gör­ mek için fazla beklemeye gerek kalmadı Şah hazretleri. İşte gör­ dünüz!

Nadir Şah, Uygur Aliş'in uzattığı kılıcı alarak: - Bir anlam veremedim, - dedi.


Batman Kılınç • 31

Uygur Aliş anlatmaya çalıştı: - Penah Han bu kılıç üzerine yemin ederek, hayatta olduğu sürece senin düşmanlarına karşı savaşacağını söylemişti. Penah Han yeminini bozmak, sizin verdiğiniz kılıcı size karşı kullan­ mak istemiyor. Bu hareketiyle de size karşı asla kılıç sallamaya­ cağını söylemeye çalışmış. . . . Ateş hemen tamamen sönmüştü, sadece birkaç küçük kor parçası vardı. Etrafta tuhaf bir sessizlik vardı, yalnızca Taşalh nehrinin şı­ rılhsı işitiliyor, bir de uzaklarda biryerlerde köpek havlıyordu. Uygur Aliş ayağa kalktı. Memet daha kendinde değildi. Nihayet tamamen sönen ateşle birlikte Penah Han da onun göz­ lerinin önünden kaybolup gitti. Ama Memet Beğ Uygur Aliş'in hikayesinin devamını merak ediyordu: - Ya sonra? Uygur Aliş gülümsedi: - Ateşimiz söndü ama. - Tekrar yakayım mı? - Gerek yok. Bir başka zaman . . . Çok geç oldu, eve gidelim. Gece Penah Han, Memet Beğ'in rüyasına da geldi: at sırhn­ da Hazine kayasının üzerinde durmuş, oradan avuç içi gibi gö­ rünen Karabağ'ı gözlüyordu. Büyük babasına birşeyler sormak isteyince doru at kanatlanarak uçup gitti. Memet Beğ kendi ah­ nın da büyük babasının ah gibi kanatlanmasını ve onun peşin­ den uçmasını istediyse de onun atı tüyler ürperten bir kişne­ meyle sarp uçurumdan aşağı yuvarlandı. Memet Beğ'i de uyku­ dan aynı kişneme sesi uyandırdı.

. . . Halıkverdi suyun ayağını tarlaya bağlamış, şimdi de sı­ caktan çatlak çatlak olmuş toprağın suyu nasıl bir iştiyakla em­ diğine bakarak keyif alıyordu. Bu sene bir damla olsun yağmur


.�2 • Aqil Abb.ı�

dü şmemişti bu a razilere. Eğer Kura ve Garg;ır nehirlerinden çe­ kilmiş kanallar olmasa Karabağ büsbütün sıcaktan kavrulup gitmiş olurdu. Halıkverdi bir taraftan da bu kanalları yaptıran­ lara rahmet okuyordu ki bu rahmet Memet Beğ'den başlayarak Timur' a, hatta daha gerilere kadar uzanıyordu. Öğlen üzeri bir lokma ekmek için eve dönen Halıkverdi köyde bir tuhaflık olduğunu hemen sezdi. Sokaklar bomboş, bahçe çitlerinin arkası ıssızdı. Halıkverdi karşısına çıkan çocuğa sordu: - Millet nereye gitmiş böyle, evladım? - Herkes cami önüne toplanmış, Hanlık'tan birileri gelmişmiş. Halıkverdi de eve uğramaktan vazgeçip camiye doğru yö­ neldi. Köy halkı yediden yetmişe buradaymış gerçekten de. Ca­ miye varır varmaz Akper'le karşılaştı: - Mesele neymiş, biliyor musun? - diye sordu. - Savaş çıkmış diyorlar. - Savaş mı? Hanlık'tan gelmiş olan adam yüksekçe bir yere çıkmış an­ latıyordu: - İran şahı üzerimize geliyor. Savaşabilecek olan herkes Akdam'a gidip Memet Beğ'i bulsun. Savaşacak durumda olma­ yanlar da pılını pırtını toplayıp Şuşa'ya taşınsınlar. Memleketin bu zor günlerinde, namusumuzu ve şerefimizi korumak zorun­ da olduğumuz bu günlerde çoluğunun çocuğunun kul köle, ka­ nsının kızının cariye edilmesini istemeyen herkes bir an önce Memet Beğ'e yetişiversin. İnsanlar bir matem havası içinde dağıldılar. Halıkverdi açlığını unutmuştu artık. Bugüne kadar nice sa­ vaşlar görmüştü gerçi, ama savaşa bir tek elatlar gider diye bili­ yordu. Her köyde beş, bilemedin on kişiden fazla değildi şu elat denenler de. fakir fukaranın ne işi olurdu savaşmakla? Fakir fu-


Batman Kılınç • 33

kara tarlasıyla tapanıyla uğraşırdı bir tek. Savaşa gitmek elatla­ rın göreviydi. Elat denen adamlar köyün kaymak tabakasıydı aslında. Kendilerinden vergi falan alınmadığı gibi üstüne üst­ lük Hanlık' tan maaş da bağlanmıştı elatlara. Arazilerini de köy halkı elbirliğiyle ekip biçiyor, ürünü ise aralarında kardeş payı yapıyorlardı. Köyün gençleri hep elat olmak ister, ama bu istek­ lerine nadiren ulaşırlardı. Hem elat olacak adamın güzel bir atı, kılıcı kalkanı, savaş kıyafeti de olmak gerekti ki bunları temin etmek fakirin fukaranın harcı değildi. Elatlık müessesesi de beğlik gibi babadan oğula geçen birşeydi aslında. Halıkverdi'nin oğlu Elyar da elattı. Oğlunun elat olabilmesi için Halıkverdi Memet Beğ'in kapısını çalmış, Memet Beğ de kendisini boş çevirmemişti. Halıkverdi oğlunun köyden dışan adım atmasını istemiyordu aslına bakılırsa. Ama Elyar babasına yalvarıp durmuş, onun için Memet Beğ'le konuşmasını istemişti. Peki bugün sadece elatların değil, herkesin savaşa çağınl­ masının hikmeti nedir? Demek ki bu savaş daha öncekilere ben­ zemeyecek, bambaşka ve çok zorlu bir savaş olacak. Bahçe kapısından içeri girince karısını ağlar buldu. - Ne var yine kadın? Ne diye ağlayıp sızlarsın yine? - Daha ne olsun? Şu İran şahı yattığı yerden kalkamasın inşallah! Bir süre sonra bıyıkları daha yeni terlemiş bir delikanlı olan Elyar gelip babasının önüne dikildi: - Bana söylemek istediğin birşey var mı baba? - Ne söyleyebilirim ki evlat? - Gitmem gerekiyor. - Gitmen gerekiyorsa git evlat. Herşey Allah'ın taktirindedir. Elyar, Halıkverdi'nin Akdam pazarından ateş pahasına al­ mış olduğu atı - Halhal'ı ahırdan çıkardı; Halıkverdi ise eve gi­ rip safi çelikten yapılmış kılıcı getirdi. Baba oğul, Elyar savaşa


34 ° Aqil Abb.ıs

değil de düğüne gidecekmiş gibi özen ve iştiyakla hazırlanıyor­ lardı. - Kendine dikkat et. Sanem kadını oğlu biraz safçadır, onu da gözünün önüden ayırma. - Siz de Şuşa'ya gidin artık. - Sen merak etme bizi. Başımızın çaresine bakarız. Hahkverdi, karısının ağlamasına daha fazla dayanamadı: ·_ Yeter be kadın! Ağlamasana çocuğun arkasından! . Elyar annesi, babası, kardeşleri ve kendisini yolcu etmek üzere gelmiş olan diğer akrabalarıyla teker teker vedalaştı. Ha­ lıkverdi oğluna sıkıca sarılıp: - Memet Beğ'e ne kadar da benziyorsun, - dedi. Memet Beğ'e benzeyen Elyar bahçe kapısından çıktı; çıkar­ ken de kafasını komşularının çitine doğru çevirdi ve çitin arkasın­ dan Sakine'nin yaşlarla dolu simsiyah ve kocaman gözlerini gör­ dü. Elyar, Sakine'nin elini dahi tutmuş değildi henüz. Halıkverdi bu sonbahar oğlunu evlendirmeyi düşünüyordu, yani kısmetse bu sonbahar tutacaktı Sakine'nin elini. Evet, bu sonbahar. . . Nihayet sonbahar d a geldi. Şirvan'a, Şeki'ye ve Şuşa'nın dağlarına göç etmiş olan Karabağ halkı kendi memleketine, kendi evine döndü. Halıkverdi adımını köye atar atmaz kalbine bir acı saplan­ dı. Elyar'ın bir daha asla bu köye dönmeyeceğini hissetti için­ den. Savaşa giden gençlerden sağ salim dönüp gelenler de yok değildi. Ama sağ salim dönüp gelenler, savaşta ölenlerin ailele­ rinden kaçıyor, onların yakınlarının gözlerindeki o derin kederi görmekten korkuyorlardı. Halıkverdi, kendisinden kaçmaya ça­ lışan gençlerden birini yakaladı birgün: - Benim Elyar'ım göğsünden vuruldu, değil mi evlat?


Batman Kılınç

• 35

Muhammet Beğ Kacar on altı, on yedi yaşlarındaydı. Haya­ tının en mutlu ve tadı çıkarılası dönemleriydi. Yeryüzü baştan­ başa zevkusefadan, ayşüişretten ibaretti. Güneş de, toprak da, nehirler, ağaçlar, çiçekler de birbirinden güzeldi. Ama hepsin­ den daha güzeli Tebriz şehrinin bu on altı yaşlı valisinin ve İran'ın müstakbel şahinşahının çevresinde dolanıp duran kuğu misali güzel kızlardı. Muhammet Beğ Kacar'ın bu kızları fazla önemsediği söylenemezdi aslına bakılırsa. Onun nazarında kız­ lardan daha güzel olan şeyler vardı yeryüzünde. Mesela kılıç! Ve Kacar bu kılıçla düşmanlarını kesip biçiyor, delik deşik edi­ yordu durmadan. Kerim Han Ze�t'in komutanlarının gözlerini oyuyordu Kacar. Kabus olup Kerim Han'ın rüyalarına giriyor­ du. Eğer Muhammet Beğ Kacar yeryüzünün en büyük hazzını hiç tatmamış olsa herşey çok daha güzel olabilirdi belki. Ama bu hazzı tath; tattı ve . . . Müstakbel şahinşah savaşmaktan yorulduğu ya da devlet işlerinden bıktığı vakit kendini cennetten bir köşe misali yerler­ den birine atar ve herşeyi unutup zevke dalardı. Bu kez yine kı­ lıcına düşman kanıyla su vermiş, atına düşman ordusunun san­ cağını çiğnetmişti. Aynı çiğnenmiş sancak Mazandaran'a Mehmet Hasan Han'a ulaştırılmış, Mehmet Hasan Han da san­ cağı bir merkebe yükleterek Gilan'a - Kerim Han Zent'e gön­ dermişti. Ve nihayette Kerim Han Zent yine aynı sancakla Mu­ hammet Beğ Kacar'ın önünden kaçmış olan ordu komutanlarını boğdurtmuştu. İşte şimdi zevke dalmanın tam zamanıydı. İşte şimdi ceylan avlamanın tam sırasıydı. Muhammet Beğ birkaç gündenberidir Kacar sülalesinin ile­ ri gelenlerinden Esat Ağa'nın misafiriydi. Sabah erkenden ma­ iyetiyle birlikte avlanmaya çıkıyor, sonra da avladığı ceylanla­ rın etinden yapılan kebap ziyafetine katılıyordu. Birgün akşamüzeri Esat Ağa'nın bahçesinde dolaşan Ka­ car aniden birkaç güzel kızla karşılaştı. Herzamanki gibi önemsemeden geçip gitmek isterken bakışları kızlardan biri­ nin bakışlarıyla buluştu. Bir anlığına ikisi de kendini kaybetti.


:'>İ> • Aqil Abb;ıs

Daha yeni yeni açılıp serpilmekte olan Peri'nin gözbebeklerin­ den çıkan bir ateş Muhammet Beğ'in kanına geçip bütün vü­ cudunu sardı. Kızlar yollarına devam etmek isterlerken Mu­ hammet Beğ bu bir parça nurdan yaratılmış gibi güzel olan kı­ zı durdurdu. - Kimin kızısın? - Esat Ağa'nın. - Adın ne peki? Kız utanarak cevapladı:

- Peri. Bu tesadüfi karşılaşma bir haftada müstakbel şahinşahı büsbütün değiştirdi. Onun kıgın savaşçı suratına bir solgunluk sinmiş, hiddetle parlayan bakışları yumuşamıştı. Sürekli sava­ şıp kan akıtmak ve kılıcın ucundan damlayan düşman kanına bakıp keyiflenmek kendisine yavaş yavaş anlamsız gelmeye başlamıştı. Kalbinde Peri'ye k�rşı başkaldırmış olan aşk onun daha pek küçük yaşlardanberi sahip bulunduğu yakıp yıkmak, parçalamak gibi hevesleri söndürüyor, içinde ılık duygular uyandırıyordu. Değişikliğin farkında olan Muhammet Beğ bu ılık duygulardan kurhılmaya çalışıyor, başaramayınca da kendi kendine sinirleniyordu. Gitgide bu duygulara daha fazla yenik düştüğünü de hissediyordu. Peri de Muhammet Beğ'le her karşılaştığında şaşırıp kendi­ ni keybediyor, utanıp kızararak ne yapacağını kestiremiyordu. İçten içe Muhammet Beğ'le karşılaşmayı arzu etmesine rağmen, bir taraftan da müstakbel şahinşahtan kaçmaya çalışıyordu. Muhammet Beğ'in, onun duygularını okuyabileceğinden, onun aşkını anlayacağından endişe ediyordu. Ne var ki Muhammet Beğ de Peri'ye karşı aynı hisleri geçiyordu ve Peri henüz bun­ dan haberdar değildi. Aslında Muhammet Beğ istediği gece Peri'yi yatağına da alabilirdi. Gerçi böyle bir hareket Kacar sülalesini bayağı sarsar, hatta birtakım ciddi çekişmelere bile neden olabilirdi. Fakat


Batm.ın

Kılınç • 37

M u hammet Beğ böyle şey leri fazla önemseyen biri değildi za­ o kadar. Ne var ki Muhammet Beğ Peri'yi sırf eğlenmek için yatağına al­ mak istemiyordu işte. Peri'yi de kendine aşık etmek, onunla bir­ likte bu aşkın ateşinde yanıp tutuşmak istiyordu Muhammet Beğ. Ve aynı aşkın ateşi içinde bu karmakarışık dünyadan, at sırtındaki yürüyüşlerden, kılıç sallayıp kafa uçurmaktan biraz olsun kurtulabilemyi umuyordu. Yeryüzünü kasıp kavuran sa­ vaşlardan uzak olup sıradan bir insan gibi aşkı tatmak ve bu aş­ kın çilelerine katlanmaktan zevk almak istiyordu.

ten. En kötü ihtimalle babasından biraz azar işitecekti,

Şimdilik Muhammet Beğ aşkını herkesten, hatta. sevgili kardeşi Cafer Kulu'dan bile saklıyordu. Müstakbel şahinşah her fırsatta Esat Ağa'nın konağına uğ­ ruyor, bazen bir iki gün misafir kaldığı da oluyordu. Ve işte bu bir iki gün Muhammet Beğ'in yaşamının en güzel günleri olu­ yordu. Görmüş geçirmiş bir insan olan Esat Ağa da Muhammet Beğ'in Peri'ye olan ilgisinden habersiz değildi. Böylesi yiğit bir gencin, üstüne üstlük Mehmet Hasan Han Kacar'ın veliahtı olan bir gencin, kızına aşık olması Esat Ağa'yı gururlandırmışh. Esat Ağa, kızının da Muhammet Beğ'e ilgi duyduğunun farkın­ daydı. Bu arada Muhammet Beğ'in kardeşleri, onun işi gücü bıra­ kıp aşk meşkle uğraştığı ve Tebriz'deki makamında bulunaca­ ğına günlerini Esat Ağa'nın konağında geçirdiği haberini he­ men babalarına ulaştırmışlardı. Ne var ki Mehmet Hasan Han Kacar bu habere hiddetlenmeyip, bilakis oğlunun Esat Ağa gibi bir adamın kızına ilgi duymasına sevinerek Tebriz'e şu mazm­ munda bir mektup gönderdi: "Tebarekallah! Kacar soyunun şerefini herşeyden yÜksekte tutacağına hep inanmışımdır. Nitekim eline kılıç aldığın gün­ denberi soyumuzun şerefi uğruna savaşıyorsun. Temennim şu ki Allah kılıcını daha da keskin kılsın. Malumun olduğu üzere yine senin gibi yiğitlerin sayesinde bütün düşmanlarımızı önü­ müzde baş eğmek zorunda bırakarak İran ve _rak'ın tamamını


3S • Aqil Abbas

ele geçirmiş bulunuyoruz. Ayakta kalmış olan tek düşmanımız Fars memleketinin bir kısmını elinC!e bulundurmakta olup bize boyun eğmekten kaçınan Kerim Han Zent'tir. Kendisiyle son ve kati bir. savaşa başlayacağımız gün yakındır. Senden ve Tebrizli \ askerlerden çok ümitliyim. Bu arada hazırlıklarını yap; Kızılbaş sancağını nereye dikersek senin düğün otağını da oraya kurdu­ racağım. Allah yardımcımız olsun!" Ne var ki Allah Kacarlar'ın yardımcısı olmadı. Hangi suçla­ rından dolayı olduğu bilinmez ama gökler Kacarlar'a çok kötü bir beddua etmişti sanki. Mehmet Hasan Han'ın kafasının kendi yatağındaca ve yine kendi komutanları tarafından kesildiği haberi hemen Tebriz'e ulaştınldı. Aynı haber Mehmet Hasan Han'ın kafasının Kerim Han Zent'e gönderildiği, Kerim Han Zent'in de komutanlarını kaybetmiş olan orduyu kolayca perişan ederek başkenti ele ge­ çirdiği şeklinde sürüp gidiyordu. Muhammet Beğ, birdenbire hemen herşeyin altüst olup durumun çok kötüye gittiğini anla­ dı. Tebriz'i savunabilmek için elindeki bütün olanakları değer­ lendirmeye çalışarak eli kılıç tutan herkesi orduya aldı. Tebriz halkı kendi şehirlerini düşman işgalinden korumak için ayağa kalkh. Bu arada Tahran'ı ve Mazandaran'ı ele geçirmiş olan Ke­ rim Han Zent bütün kuvvetleriyle Tebriz'e saldınp Azerbay­ can'ın gözbebeği olan bu şehiri kuşattı.

Uygur Aliş elinde meşale olduğu halde önde gidiyor, Me­ met Beğ de onu takip ederek daracık, gizemli ve korkulu bir tü­ nelde ilerliyorlardı. Memet Beğ'in uzun boyu onun hareketleri­ ni kısıtlıyor, bazen iki büklüm olmak zorunda bile bırakıyordu. Tünel dar ve alçak tavanlıydı; içerinin havası ise yetersizdi ve bütün bunlar Memet Beğ'i yavaş yavaş çileden çıkarıyordu. Ne­ reye gittiklerini bilmiyor, ama bunu sormaktan da sakınarak bu


Batman Kılınç

• 39

sevimsiz yolculuğun bitmesini bekliyo.rdu. Ne var ki tünel uza­ dıkça uzuyordu. Sabahleyin evden çıkarlarken Uygur Aliş yayan gidecekle­ rini söylemiş ve atları da beraberlerinde götürmeye lüzum ol­ madığını bildirmişti. Memet Beğ bunun nedenini de sormamış­ h. Zaten üstadını bir lafını iki etmez, onun kararlarını ne tarhşır ne de bunların nedenini öğrenmeye çalışırdı. Uygur Aliş'in her sözü Memet Beğ için bir emirdi ve bugüne kadar bu emirlerden herhangi birine itaatsizlik ettiği görülmüş değildi. Uygur Aliş'le Memet Beğ beraberce şehirden çıkmış, Taşalh nehrini geçerek Hazine kayasının üzerindeki açıklığa tırmanmış, oradan da Tophane ormanına dalmışlardı. Ormanın üst tarafında koca ko­ ca ayı inleri vardı ki aslında kimse kolay kolay bu civara uğra­ yacak cesareti bulamıyordu. Onlar bu inlerden bir tanesine gir­ miş ve anlaşılan Uygur Aliş'in daha önce buraya saklamış oldu­ ğu meşaleyi alıp yakarak daha derinlere doğru ilerlemişlerdi. İnin içerisi gitgide daralıyor ve yol birkaç tünele ayrılarak de­ vam ediyordu. Uygur Aliş'le Memet Beğ de bu tünellerden bir tanesine dalmışlardı ki artık uzunca bir süreden beridir aynı tü­ nelin içindelerdi. Uygur Aliş, Memet Beğ'in sabrının tükendiğini hissederek: - Az kaldı, ha gayret, - dedi. Tünel abartılacak kadar uzun değildi belki, ama Memet Beğ'e ta cehennemin dibine kadar inmişler gibi geliyordu. Şa­ kayla karışık sordu: - Burası İskender'in karanlıklar dünyasına gittiği yol olma­ sın, İhtiyar? Uygur Aliş: - Senin böylesi havsalasız olduğunu tahmin edemezdim, diye cevap verdi. Memet Beğ sustu tünelin sonuna kadar bir daha konuşmadı. Nihayet tünelin sonuna ulaştılar. Karşılarına tahtadan ya­ pıma hir kapı çıktı. İhtiyar, elindeki meşaleyi Memet Beğ'e ve-


-10 • Aqil Abbas

rip yavaşça kapıyı açtı ve iç.eri girdiler. Memet Beğ basbayağı şaşırmıştı: burası genişçe bir odaydı. İhtiyar, meşaleyi duvarda­ ki deliklerden birine iliştirdi. Hareketlerinden, buraya sık sık geldiği belli anlaşılıyordu. Bir süre hiçbir şey konuşmadan otu­ rup dinlendiler. Sonra Uygur Aliş ayağa kalkıp başka küçük bir kapıdan içeri girdi, Memet Beğ'e de peşinden gelmesini işaret etti. Memet Beğ meşaleyi almak istediyse, Uygur Aliş buna gerek olmadığını söyledi. ·

Memet Beğ adımını içeri atar atmaz hayretler içinde kaldı. Odaya sızan güneşin alhnda içerisi parıl parıl yanıyordu. Orta­ daki büyükçe bir halının üzerine alhn ve gümüşten yapılma eş­ yalar, kaplar, zincirler, alhn külçeleri ve silahlar gelişigüzel yığıl­ mışh. Duvar diplerinde yine alhnla dolu koca sandıklar vardı. Birdenbire masallarda anlahlan büyülü bir hazineye düşmüş gi­ bilerdi ve bir tek bu hazineyi bekleyen yılan eksikti. Uygur Aliş, Memet Beğ'in bunca altının gümüşün ve mücevherin önünde şaşırıp kalmış olduğunu hissetti; Memet Beğ de Uygur Aliş'in bakışlarını kendi üzerinde hissedince biraz toparlanmaya çalışh. Uygur Aliş yerlere saçılmış bu hazineyi önemsemeden diğer odaya geçti, Memet Beğ de altınları ayağıyla sağa sola iterek onun peşinden gitti. Daha geniş ve yüksek tavanlı bir odaya geç­ tiler. Memet Beğ nerede olduklarını hemen anladı - burası şehir halkının karşı yakadan izleyip çok tuhaf bulduğu o gizemli ma­ ğaraydı işte. Ne var ki buraya mağara da denmezdi aslında. Yer­ ler halıyla kaplanmış, halının üzerine de mindeler ve yer yashk­ lan atılmışh. Bir köşede yatak yorgan, duvardaki nişlerde alhn­ dan ve gümüşten yapılma kaplar vardı. Herşey çok düzenli ter­ tipliydi ve burada sürekli olarak yaşayan birilerinin bulunduğu hemen anlaşılıyordu. Memet Beğ Uygur Aliş'in yüzüne baktı, Uygur Aliş de onun bakışlarındaki soruyu hemen okuyarak: - Han burada bir bekçi bulunduruyor, - dedi. - Peki şimdi nerede? - Sabahın çok erken bir vaktinde kendisini şehirde gördüm.


Batman Kılınç • 41

Memet Beğ daha gördüklerinin etkisi altındaydı. - Burada su bulunur mu? - Bulunmaz mı? Uygur Aliş diğer odaya geçti, az sonra da koca bir .tulumla döndü. Duvardaki nişlerde dizili olan alhn kaselerden bir tane­ sini alıp önce getirdiği suyla çalkaladı, sonra da kaseyi doldurup Memet Beğ'e uzath. Memet Beğ kaseyi aldığı gibi kafasına dikti. Su, Mihrali pınarından şimdi doldurulmuşçasına soğuktu. Uygur Aliş tulumu geri götürdü, sonra da Memet Beğ'in karşısına geçip oturarak anlatmaya başladı: - Burada görmüş olduğun servet kimsenin kısmeti değil­ miş; ne Penah Han'ın kısmetiymiş, ne baban Mihrali Beğ'in, ne de İbrahim Han'ın. Ve bu servet senin de kısmetin olmayacak­ hr, .bu yüzden de bu servetin arzusunda olmak nafiledir. Bura­ daki servetle şehirler kurulup ülkeler fethedilebilir. Alhn kim­ deyse güç de ondadır. Altın, kılıcın kesemediğini kesebilir. Hançer olup Hazreti Ali'nin sırhna saplanan, Nadir Şah'ın kafa­ sını vücudundan koparan, ya da Adil Şah'ı yatağında katleden de aynı alhndır. Ne zaman istersen buradaki servete sahip ola­ bilirsin, fakat bugün seni buraya getirişimin amacı başkadır. Hem yolu tanımanı istedim, hem burası çok güvenilir olduğun­ dan ben de bazı emanetleri burada saklıyorum ve bugün anlan almanın zamanı gelmiştir. Uygur Aliş ayağa kalkh ve: - Gel benimle, - diyerek yan odaya geçti. Memet Beğ de oturduğu yerden kalkarak Uygur Aliş'in pe­ şinden gitti. En köşedeki odaya girdiler. Alhn ve gümüşle dolu diğer odalardan farklı olarak burası bomboştu. Sadece tahtadan yapılma koca hububat fıçıları vardı. Bir köşede kazma, kürek, balta gibi bazı aletler vardı. Uygur Aliş küreklerden birini alıp duvarlardan bir tanesinin dibini kazmaya başladı, Memet Beğ'e de boş durmayıp kendisine yardım etmesini işaret etti. Beraber­ ce yarım arşın kadarlık bir çukur açtılar. Aniden kürek birşeyle-


rL'

t a kıld ı .

U vgur Aliş,

" Dur" di yerek dizleri üzcrinl' çllktü

VL'

ç u k u r u dikkatlicl' temizk'ıneğc başladı . Çukurdan, b lınca bir

keçeye sı k ı c a sa rılmış Plan yaklaşık üç arşınlık b i rşey çık t ı . Uzun zaınandanberi toprağım altında kalmış olmasına rağmen keçe çürümemişti. Uygur Aliş keçeni n uzerindeki tozu toprağı

temiz ledikten so nra Mcmet Beğ'in hançerini alıp ipleri kesti . Keçenin içinden küçük bir sandıkla, çok tuhaf iki kılıç çıktı. Kı­ lıçların tiyesi iki parmak eninde ve iki arşın uzunluğundaydı, kabzası d a alelade Demeşk kılıçlarının kabzasının üç dört katı büyüklüğündey d i . Kabzanın uç tarafı hançer gibi sivri ve kes­ kindi. Hayatı n d a ilk kez gördüğü bu tuhaf kılıçlar Memet Beğ'i büyülemişti. Uygur Aliş önce sandığı açıp içinden bir ceylan derisi çıkar­ d ı . Bu, ta Argun Şah'ın döneminden kalmış olan, dörtyüz küsür yıllık bir d eriyd i . Derinin üzerine Cengiz Han'dan başlayarak Penah Han'ın babası İbrahimhalil Ağa'ya kadar uzanan büyük bir soyun tarihi yazılmış, bu soydar, olan herkesin nerede ve ne zaman doğduğu, kaç yıl yaşadığı, kimin oğlu, kimin torunu ol­ duğu olduğu gösterilmişti. Deriye halifelere, padişahlara ve ka­ d ıl a ra ait onla rca m ü h ü r basılmıştı. B u ceyl a n d erisi Penah Han'ın Cengiz'in soyuna mensup olduğunu kanıtlayan tek delil­ d i . Memet Beğ böyle birşeyin mevcudiyetinden haberdardı, fa­ kat herkes gibi o da bu deriyi kayboldu biliyordu. Penah Han bu deriyi gözü gibi sakınırdı, ne var ki Nadir Şah'ın gözünden düş­

tüğü

günlerde d eriyi d e kaybetti. Bu kutsal emanetin kayboldu­

ğunu d uyunca Penah Han uzun bir süre toparlanamadı. Deriyi bulmak uğruna bütün servetini feda etmeye bile hazırdı. Soyu­ nun şeceresinin kayıtlı olduğu belgeyi kaybetmek, onu kardeşi­ nin idamı kadar etkilemişti. Şecereyi, Penah Han'ın saklamış ol­ duğu yerden Nadir Şah'ın özel bir emriyle alıp getirmişler ve :\adir Şa h kendi elleriyle d eriyi ateşe atıvermişti. Ne var ki Uy­ g-u r A l i ş bu arada deriyi sahte bir kopyayla değiştirmeyi başar­ m ı ş t ı . Olayd a n kimse haberdar olamamıştı; Cengiz Han'ın ad ına \ ' L· � o v u n a

t a pa rccı s ı n a �a dık o l a n Uygur Aliş d eriyi kimseye


H.ı t ı ı ı . ı n

K ı l ı 1 1 1.

• 1 ',

giis tl'rn1L•miş, h;ı t t a l'l'n;ı h 1 1 .ı n'.ı b i le gl'ri Vl'rnıl'kl L•n çc k i n nı ı .� t ı .

B u b i r parç;ı cl'y l a n d l'ri s i n i k u tsal b i r l'nı a n c t m i s a l i konı nı p

s ;ı kl ;ı m ış ve ora y a PL' n il h H il n ' ın b ü y li k bi1bi1 S I İbrilhimhil l ı l A ğ a n ın l' V l il t l ;ı r ı n ı n , l'l' n a h 1-f ,ı n ' ı n bi1bi1 s ı n ı n , kend i s i n i n Vl' onun cvl;ıtları İbrahimh;ı lil'le Mi h r il l i' nin isimlerini kendi l' ll e riyle eklemişti. Ş;ıh Abb;ıs dönl'minde Kilrnb;ığ be y lerb e y is i ol;ın '

­

lbrahimhalil Ağa'nın ism i n i n ;ı l t ı n d il bizz;ıt Şah Abbas'la şehir kadısının mühürleri vardı. En son mühür ise Şah Tehmcz'e aitti. Uygur A l iş deriyi öptükten sonra açıp üzerinde yazıl;ınları bir daha dikkatlice okudu, sonra da deriyi Memet Beğ'e uzattı. Memet Beğ'de deriyi alıp ö tükten sonra koynuna sakladı. Daha sonrcı Uygur Aliş kılıçlardan bir tanesini eline alıp kı­ nından çıkardı, keskinliğini tırnağıyla kontrol ettikten sonra tekrar kınına soktu ve dedi: - Artık bu kılıçlar senin; al kuşan. Yıllardır bu kılıçları gitti­ ğim heryere götürürüm. Demek ki senin kısmetinmiş. Bu kılıç­ lar Çinli ustalar tarafından yapıldı ve böyle bir kılıca ancak H i­ malayalar' da rastlayabilirsin. Memet Beğ kılıçları aldı. Kılıçlar o kadar ağırdı ki tek bir darbesiyle koca bir boğayı bile iki parça etmek mümkündü. Uy­ gur Aliş: - Artık talimlerimizi bu kılıçlarla yapacağız, - dedi ve onlar bu gizemli hazineyi terkettiler. Memet Beğ'in kılıçlara alışması kolay olmadı. Bu kılıçların kabzası hem rakibin darbesini karşılamaya, hem de yana ve ar­ kaya ani darbeler indirmeye yarıyordu. Safi çeliğe birşeyler ka­ rıştırılarak yapılmış olan bu kılıçlar asla kırılmıyorlardı ve kab­ zaları en kuvvetli darbeleri bile karşılayacak kadar sağlamdı. Memet Beğ'i asıl şaşırtan şey kabzaların alelade bir kılıcın kab­ zasına oranla çok uzun oluşuydu. Kılıçların fazlaca ağır olmala­ rı da cabası. . .


+t • Aqil Abb.ı�

Uygur Aliş içeri girdiğinde Memet Beğ henüz giyinip hazırlanmışh. - Kutlu sabahlar, yiğidim! - Kutlu sabahlar, İhtiyar! - Hazır mısın? - Her zaman olduğu gibi! Dışarı çıktılar. Onların bahçeye indiğini gören hizmetliler hemen atları getirdiler. hizmetlilerden biri Memet Beğ'in ko­ layca binebilmesi için atı tutmaya hazırlanırken, Memet Beğ tek sıçrayışta eyere atladı ve şakayla karışık olarak Uygur Aliş'e: - At binmek de falcılık gibi beceremeyeceğimiz birşey değil ya, - dedi. Birlikte bahçeden çıktılar. Güzel bir ilkbahar sabahıydı. Yeryüzü baştanbaşa çimenle çiçekle kaplanmıştı. Azerbaycan'ın tamamı cennetten bir köşe gibiydi zaten; hele Karabağ, özellikle de Şuşa ise bambaşka bir alemdi. İnsan bu yerlerin mis gibi ha­ vasını ciğerlerine her çekişinde kendini yenilenmiş, yepyeni bir güce kavuşmuş gibi hissediyordu. Sokaklarda metalarını merkeplere yüklemiş halde pazara gidenler hariç kimsecikler yoktu. Onlar da Memet Beğ'le Uygur Aliş'i görünce bir kenara çekilerek saygıyla eğiliyor, onları iyi temenniler ve dualarla uğurluyorlardı. Uygur Aliş konuşuyordu: - Yeryüzündeki en sefih şey sevgi ya da aşk denen şeydir, yiğidim; bilesin. Aşkın, senin gözlerini kapatmasına, kalbine yol bulmasına izin vermemen gerekir. Aşk insana yalnızca üzüntü ve acı verebilir. Bir kızın güzelliği büyük bir davanın kutlu yolunda insanın karşısına dikilip onu bu yoldan alıkoya­ bilir. Kadınların, aklını başından lamalarına asla izin verme; bı­ rak da onlar yalnızca senin şehvetini alsınlar ve ateşini söndür­ meğe yarasınlar, o kadar!


B;ı tm.ın Kılınç • 45

Son günlerde Uygur Aliş, güzel bir kızla karşılaşınca Me­ met Beğ'in gözlerinin nasıl parlamaya başadığını farketmişti. Bu yüzden de onun bir güzelin hıtsağı olabileceğinden çekini­ yordu. Sevgi Memet Beğ'in kalbine yol bulabilir, aşk Memet Beğ'i onun elinden alabilirdi. Uygur Aliş koca yeryüzünde ya­ payalnızdı. Kendine yakın bulduğu tek insan ise Memet Beğ'di. Uygur Aliş fazlaca yaşlandığını ve bu fani dünyayı terketrne za­ manının yakın olduğunu da hissediyor, görevini tamamlaya­ madan - yani Memet Beğ'i kendi gönlünce bir savaşçı yapama­ dan ölüp gitmekten de korkuyordu. Eğer böyle olursa kıyamet gününe kadar mezarında huzur bulamayacağını biliyor ve daha fazla çaba gösteriyordu. Bildiklerinin en azından yarısını Me­ met Beğ'e öğretmesi, iyice belletmesi gerekiyordu. Çocuğu ol­ mamasına rağmen, eğer bir çocuğu olsaydı onu da Memet Beğ'den daha fazla sevemeyeceğini düşünüyor ve bu genç ada­ mın ileride büyük bir savaşçı ve komutan olacağına inanıyordu. Uygur Aliş, bu büyük emelinin önüne dikilebilecek tek tehlike olarak aşkı görüyor, bu nedenle de Memet Beğ'in kalbinde aşka karşı bir nefret uyanmasını sağlamak için çalışıyordu. Memet Beğ'i gerçek bir savaşçı4 gibi yetiştirdiğinden, aslında bu çabası­ nın başarılı olduğu söylenebilirdi de. Taşaltı nehri bin yıl önce olduğu gibi şırıltıyla akıp gidiyor ve bin yıl daha aynı şekilde akıp gideceğe benziyordu. Bu nehir ne Memet Beğ !er, Kacarlar, İbrahim Hanlar görmüştü kimbilir; daha nicelerini de görecekti üstüne üstlük. Bu nehir boyu ne masum kanlar akmıştı ve daha ne masum kanlar akacaktı. Me­ met Beğ'le Uygur Aliş soyunup buz gibi suya girdiler, sonra da Uygur Aliş ıslak bir havluyla vücudunu sıkıca sürttü. Küçük bir sofraya beraberlerinde getirdikleri kahvaltılıkları dizip afiyetle yediler. Za ten hergün tan yeri ağarınca kalkıp bu­ raya gelir, kahvaltılarını da buradaca yaparlardı. Daha sonra da Uygur Aliş tahtadan yapılma kılıçları ağaçlardan asar, bu kılıç4

Şövalye.


.Jı. • .-\qil Abb.l�

!ara bağladığı ipi çekerek kılıçlcırı scıllar ve Memet Beğ'i bu kı­ lıçların arcısındcın geçirirdi. Memet Beğ, kollcırına çelikten yapıl­ ma yen geçirir ve durmcıdcın sallanan kılıçların arasında darbe­ leri bu yenlerle karşılamaya çalışırdı. Nihayet Uygur Aliş Me­ met Beğ'i kılıçların arasından çıkarır ve vücudundaki darbeden kızarmış olan yerleri sayardı. - Bir, iki, üç . . . Evet, üç yerden kılıç darbesi almışsın. Aynı talim hemen hergün tekrar edilir, Memet Beğ de, Uy­ gur Aliş de bıkıp usanmak ne olduğunu bilmezlerdi. Kahvalhdan sonra Memet Beğ yine çelik yenleri kollarına geçirdi. - Başlayalım mı? - Başlayalım! Uygur Aliş bu kez ağaçlara gerçek kılıçlar asmıştı ve bu kılıçlann çeliği güneşin altında parıl parıl yanıyordu. - Korkmuyorsun, değil mi? - Korkunun ecele faydası mı var yoksa? Uygur Aliş ağacın dallarına bağladığı ipi hızlı hızlı çekti ve kılıçlar farklı yönlere doğru salınmaya başladı. ·

- Haydi bakalım! Memet Beğ: - Ya Ali! - diyerek kılıçların arasına daldı. Bu, olağanüstü bir gösteriydi. Memet Beğ on, on beş kadar kılıcın arasında görülmedik bir çeviklikle manevralar yapıyor, kendini kılıç darbelerinden savunuyordu. Nihayet Uygur Aliş kılıçları durdurdu ve Memet Beğ'in vücudunu kontrol etti. Me­ met Beğ'in vücudunda en ufak bir kılıç izi bile görmeyince onu sevinçle kucaklayarak: - Artık hiçbir şeyden endişen olmasın yiğidim; yalnız başı­ na yüz kişiyle bile savaşabilirsin. Ama dahası var. Sen büyük bir komutan olacaksın ve aklınla da yüz kişinin aklını altedebil­ men gerekir. Tanrı senin kad erini büyük zaferlerle süslemiştir,


Batman Kılınç

• 47

fakat bu zaferlere ulaşmak için çokça okuyup öğrenmen lazım. Büyük büyük babalarım iyi tanıman, onların savaş taktiklerini benimsemen icap ediyor. Şunu da aklından çıkarma ki savaşta kılıç sallayan koldan daha fazla, akıl ve basiret önemlidir. Akşam olup hava kararınca Uygur Aliş'le Memet Beğ tek­ rar ateşlerini yaktılar. Herbiri ateşin bir tarafına geçerek dizleri üzerine çöktü. Bakışlar ateşe dikildi . . . . . . Nadir Şah'ın İran'ın içlerine ve Horasan'a sürdürdüğü Karabağ halkı, onun öldürüldüğünü duyar duymaz kendi memleketine dönmeye başladı. Penah Han'ın ailesini ve yakın akrabalarını getiren kervanın başında Uygur Aliş vardı. Penah Han Uygur Aliş'e sarılıp: - Eğer kendi ülkene dönmek istersen benim adamlarım Hi­ malayalar' a kadar sana eşlik ederler; ama bilesin ki eğer burada kalacak olursan beni bahtiyar edersin. - Ülkemden ayrılalı çok uzun zaman oldu Penah Han. Beni tanıyan kimsecikler kalmadığı bir tarafa, o yerlerin taşının top­ rağının dahi hafızasından silinmişimdir artık. hem benimle aynı dili konuşanların bulunduğu her yeri kendime vatan sayarım ben!

. . . Hacı Çelebi sabahleyin çok erken bir saatte kalkmayı da­ ha gençliğinde alışkanlık haline getirmişti. O vakitler Han da değildi henüz. Sıradan bir köylünün tekiydi. Kader henüz yü­ züne gülmemişti, ama birgün Hacı Çelebi kaderin yakasına sıkı sıkıya sarıldı; öyle ki Nadir Şah gibi bir dev bile bu elleri kade­ rin yakasından koparmayı başaramadı ve kader Hacı Çelebi'nin yüzüne gülmek zorunda kaldı. Papaz oğlu Hacı Çelebi Han olup tahta çıktı. . . Hacı Çelebi bu sabah yine erkenden kalkıp bahçeye inmiş, bahçenin ortasındaki ince bir zevk eseri olan havuzda yüzmüş,


48 • Aqil Abb.1�

sonra da bahçede dolaşmaya başlamıştı. Çimenin çiçeğin, binbir çeşit meyvenin kokusu bahçeyi baştanbaşa sarıp sarmalamıştı. Burası o kadar huzur verici bir yerdi ki kimse buradan ayrılıp tekrar yeryüzünün karmakarışık işlerinin arasına gömülmek is� temezdi. Fakat bu karmakarışık işler Hacı Çelebi'nin kafasının içini istila etmişlerdi zaten; nereye giderse gitsin düşüncelerin­ den kurtulamıyor, gerçek bir huzur bulamıyordu bir türlü. Dertleri, tasaları onu adım adım izlemekten geri durmuyordu. Bu dert tasa onunla beraber doğmuştu sanki; onunla beraber de ölecekti anlaşılan. Ancak ayşuişret meclisleri ve kadınlar .Hacı Çelebi'nin sıkınhlarını bir süreliğine - çok kısa bir süreliğine unutturuyor gibi oluyordu. Hanlık tahtınsa sahip bulunmak! Vezirden seyise kadar herkes bunu hayal ediyor olmalı herhalde. Elinde sınırsız bir yetki var. İstediğini asar, istediğini kesersin. Herkes önünde baş eğmek zorund a. Canının çektiği güzeli yatağına a tabilirsin. Ama bütün bunlar meselenin görünen tarafıydı sadece. Ya koca memleketin idaresi? Çıkarlarının ve nüfuzunun muhafazası? Halkın geçiminin ve memnuniyetinin temini? Hem dış, hem de iç çekişmelerde dengelerin sağlanması? Nadir Şah'ı uykusunda yakalayan hançer bir gün senin de sırtına saplanabilir pekala. Hem sadece düşmanlarından sakınman yetmiyor; tahhna sahip olmak isteyen oğlun veya kardeşin de ihanet edebilir sana. Hacı Çelebi özellikle bir karar alacağı zaman bu bahçeye iner ve bahçedeki binbir güzelliğin arasında d olaşırken daha sağlıklı düşünebildiğine inanırdı. Gece iyi uyuyamamış, karmakarışık rüyalar görmüştü yi­ ne. Şimdi de bahçede dolaştıkça bu rüyaları kendi bildiği şekil­ de yormaya çalışıyor, fakat işin içinden çıkamıyordu. Rüyasın­ da Nevruz ateşinin başında görmüştü kendini. Bütün sülalesi, hatta babası da aynı ateşin başındaydı. O sırada nereden çıktığı belli olmayan kancık bir köpek birdenbire gelip ateşi pisletiver­ mişti. Ateş kötüye işaret değildi muhtemelen. Ateşin başındaki­ ler de kendi yakınlarıydı zaten. Peki şu kancık da ne demek


Batman Kılınç •

49

oluyor? Onun sülalesinin başına toplandığı ateşi pisletmek iste­ yen kancıklar az mıydı sahiden de? Kerim Han Zent mesela! Fethali Han Afşar ya da! Mehmet Hasan Han Kacar! .. Hangisi acaba? Hacı Çelebi Han elini uzatıp birkaç dut kopardı. Bahçı­ van bir kenarda durmuş Hacı Çelebi'yi izliyordu. Önce gelip bir miktar dut toplayarak Hacı Çelebi'ye vermek istediyse de, onun her sabah yalnız dolaşmayı yeğlediğini düşünerek vaz­ geçti.

O sırada bahçe kapısının önünde at kişnemesi işitildi. Hacı Çelebi: - Kimse yok mu orada? - diye yüksek bir sesle sordu.

Bahçıvan ağaçların arasından çıkarak Hacı Çelebi'ye doğu

geldi:

- Emret Han hazretleri. - Günaydın. - Günaydın Han hazretleri. - Bak bakalım sabahın köründe kapımıza dayanan kimmiş? Bahçıvan baş eğerek gitti. Sarayın önünde binbaşı Alimer­ dan'la karşılaştı. Çok sevinçli olduğu her halinden anlaşılan binbaşı Alimerdan selamsız sabahsız - bazı mevki sahipleri sı­ radan hizmet erbabına selam vermeyi kendilerine yakışhramaz­ lardı - sordu: - Han hazretleri kalkh mı? Bahçıvan baş eğerek:

- Evet, bahçede dolaşıyor, - diye cevapladı. Binbaşı Alimerdan bahçeye daldı ve iki büklüm olup Hacı Çelebi'yi selamladıktan sonra: - Allah size uzun ömürler versin Han hazretleri! - dedi.

- Ha.yırh bir haber mi bari sabah sabah?


:'ill • Aqil Abb;ıs

- Allah'ın izniyle çok hayırlı bir haber Han hazretleri. Müj­ demi isterim ama. Hacı Çelebi Han bu sözleri duyunca demindenberi çek­ mekte olduğu sıkındı kaybolup gitti: - Atların içinden beğendiğin bir tanesini alırsın. Binbaşı Alimerdan Hacı Çelebi'nin elini öperek teşekkür et­ ti ve haberi verdi: - Kader yüzünüze güldü Han hazretleri. Düşmanlanmızm tamamının başı kütüğün üzerinde şimdi. Teymuraz Gence civa­ nnda Penah Han'ı, Ziyatoğlu Şahverdi Han'ı, Kasım Han'ı ve Haydarkulu Han'ı yakalahp tutsak etmiş. Emredin ordu hazır­ lansın Han hazretleri; şu an Azerbaycan'ın tamamı sahipsiz kal­ mış durumda. Karabağ da, Gence de, Nahçivan da, Karadağ da sahipsiz şu an. Hacı Çelebi Han beklemediği bu haberden şaşırıp kal­ mıştı: - Ne demek tutsak etmiş. Sen ne konuştuğunun farkında mı­ sın Alimerdan? Teymuraz'da bunu yapacak kadar güç nerede? - Teymuraz onları önemli bir meseleyi görüşmek üzere toplanmak adıyla çağırmışmış Han hazretleri. Ama tuzakmış meğersem. Hanlar hiçbir şeyden habersiz olarak maiyetlerinde beş on kişiyle birlikte toplantıya gelmişler. Gürcü ordusu da saklandığı yerden çıkarak hepsini esir etmiş. Şahverdi Han ya­ ralanmış hatta. Gürcülerin keyfine diyecek yok şu an. Böyle bir hrsat bir daha gelmez ayağımıza Han hazretleri. Hacı Çelebi'nin surahndaki gülümseme büsbütün kaybol­ du, yüzü mosmor kesildi. Gördüğü karmakarışık rüyanın nede­ nini anladı. Sinirli sinirli saraya doğru yürüdü. · Hacı Çelebi hem Penah Han'la, hem Şahverdi Han'la, hem de Kasım Han'la d üşmandı aslında. Nice defalar birbirlerinin üzerine kılıç kaldırmışlardı. Birbirlerinin tahtını ve memleketini ele geçirebilmek için yapmadıklarım bırakmamışlardı. Ve bü­ tün bu çekişmeler ortak düşmanlarının ekmeğine yağ sürmüştü


Batman Kılınç • 51

elbette. Düşmanın hançeri Azerbaycan'ın sırtına saplanmak üzereydi şimdi de. Eğer geç kalınırsa herşey çok kötü sonuçla­ nabilirdi. Hacı Çelebi hızlı adımlarla yürüyor, binÇaşı Alimerdan ise onun peşinden neredeyse koşmak zorunda kalıyordu. Hacı Çelebi: ·

- Ordu hemen hazır hale gelsin! - diye emretti ve içeri gire­ rek kendisi de hazırlanmaya başladı. Bahçeye indiğinde komutanlar hazır halde kendisini bekliyorlardı. - Ordu hazır mı? - Evet Han hazretleri! Hacı Çelebi Han önde, komutanlar arkada olmak üzere bahçeden çıkhlar. Haa Çelebi'nin emri üzerine, şehrin biraz ile­ risinde savaşa hazır bir durumda onlan beklemekte olan ordu hareket etti. Biraz daha ileride yol çatallanıyor, biri Karabağ istikameti­ ne, diğeri ise Balaken üzerinden Gence istikametine uzanıyor­ du. Hacı Çelebi atın başını ikinci yola çevirince komutanlar şaş­ kınlıkla birbirinin yüzüne bakhlar. Binbaşı Alimerdan Haa Çe­ lebi Han'ın dalgınlıkla yanlış yola saphğını düşünerek: - Bu yol Gürcistan'a gider Han hazretleri, - dedi. - Peki biz nereye gidiyoruz? Binbaşı bu soruyu anlayamadı: - Karabağ'a gitmiyor muyuz Han hazretleri? Onun sorusu Hacı Çelebi Han'ı büsbütün çileden çıkardı: - Aptal aptal konuşmasana sen de! Teymuraz benim kardeşlerimi esir etmişken eli koynunda durup bakacak mıyım? Binbaşı Alimerdan fırsahn kaçırılmasından yana değildi: - Ama Han hazretleri . . . - Fazla laf istemem!


:;� • Aqil Abb.ıs

Komutanlar Hacı Çelebi Han' ın kararından hoşnut olma­ mışlardı elbette, ama itiraz edebilecek durumda da değillerdi. Ordu Kura nehrine varınca durakladı. Nehrin en coşkun olduğu ve sularının en hızlı aktığı dönemlerden biriydi. Bu dö­ nemde Kura nehrini geçmeye çalışmak çok tehlikeli bir işti. Za­ ten Gürcistan üzerine gitmekten pek memnun kalmamış olan komutanlar Hacı Çelebi Han'ı bu yürüşten vazgeçirmek için bir fırsat daha yakalmışlardı. Binbaşı Seferkulu Beğ: - Bu nehir geçilmez Han hazretleri. Ordu ziyan olup gider. Dönsek mi dersiniz? - diye önerdi. Hacı Çelebi Han öfkeyle sordu: - Nereye dönecekmişiz? Binbaşı Alimerdan: - Enikonu düşünüp taşınsaydık bari Han hazretleri, - dedi. Hacı Çelebi Han'ın yanıh çok kesindi: - İstediğiniz kadar düşünüp taşının, ama nehri geçmek dü­ şüneceğiniz şeylerin içinde olsun! Hacı Çelebi Han'ı vazgeçiremeyeceklerini anlayan komu­ tanlar yapacak birşey olmadığını anlayınca orduyu nehrin karşı kıyısına geçirmek için hazırlık yapmaya başladılar. Azerbaycan'ın en fazla nüfuza sahip Hanlar'ını tutsak edi­ şinin şerefine büyük bir eğlence tertipleyerek koca bir günü ay­ şuişretle geçirmiş olan Teymuraz neşe içinde Tiflis'e dönüyor­ du artık. Oğlu İrakli ise iyice keyifsizdi. Hileyle elde ettikleri bu zaferin kendilerine pahalıya mal olabileceğini babasına söyle­ miş, fakat dinletememişti. Hanlar ise bu kadar atalca bir hatayı nasıl yaphklanna hala inanamamış gibiydiler. Hacı Çelebi Han'ın ordusu Gürcüler'i Akstafa nehri üzerin­ de yakaladı. Zafer sarhoşluğundan henüz kurtulamamış olan Gürcüler beklemedikleri bu saldırı karşısında kendilerini kay­ bettiler. Teymuraz da askerlerinin toparlanmasını sağlayama­ yınca Gürcüler karşı koyamayarak silahlarını bırakıp kaçmaya başladılar.

·


Batman Kılınç • 53

İrakli öfkeyle bağırdı: - Ben bu hilenin bize pahalıya mal olacağını söylemiştim, değil mi baba?! Başka çıkar yol olmadığını gören Teymuraz da kaçmayı yeğledi ve maiyetindeki bir gurup adamla birlikte kaçıp kurtul­ mayı başardı. Ortalığın karışmasını fırsat bilen Hanlar birbirlerinin elini açmış ve ellerine birer kılıç alarak savaşmaya başlamışlardı. Esir edilirken kolundan kara almış olan Şahverdi Han da öfkey­ le kılıç sallıyordu. Penah Han, Ziyatoğlu Şahverdi Han, Kasım Han ve Hay­ darkulu Han'ın sağ salim olduklarını gören Hacı Çelebi Han se­ vinçle ahndan inerek onların yanına geldi ve hepsiyle teker te­ ker görüştü. Yıllardır görmedikleri yakınlarına kavuşmuş gibi birbirlerine sarılıyor, hatta gözyaşlarını birbirinden saklama ih­ tiyacı dahi hissetmiyorlardı. · Teymurazlar olmasa bu kan kardeşlerinin birbirlerine sarıl­ malarını sağlamak mümkün müydü acaba?

Halıkverdi'nin üstü başı da, eli ayağı da kıpkırmızı kana bo­ yanmışh. Öyle bir haldeydi ki akıttığı kanlan testi testi kafasına dikmek bile öfkesini dindiremezdi. Ömrü hayatınca toprakla uğ­ raşıp tavuk bile kesmemiş olan Halıkverdi şimdi karşısına çıkan herkesi delik değik ediyordu. Yapmakta olduğu şey Halıkver­ di'ye sonsuz bir haz veriyordu üstüne üstlük. "Bu üç sene önce kendi elimle beline kılıç bağlayarak savaşa gönderdiğim, daha kız yüzü göremeden kanına belenen, kimbilir nerede kefensiz ve duasız olarak gömülen oğlumun öcü! Al işte! Bu da oğlumun ge­ linlik giyemeyen nişanlısının öcü! Bu 'Oğlum!' diye kendini yır­ tan kanın Esmer'in, bu ne zahmetlerle ekip şimdi kanla sulamak zorunda kaldığım toprağın, bu da Akdam pazarından ateş paha­ sına aldığım ahn . . . Öç alma hırsı Halıkverdi'yi insanlıktan çıka-


S4 • Aqil Abbas

np vahşileştirmişti sanki. Az önce kılıçla iki parçaya ayırdığı gül­ yüzlü bir gencin cellatların bile içini titrebilecek bir sesle söyledi­ ği "Annem!" kelimesi onun kılını bile kıpırdatmadı. Ne ölen suçluydu bu savaşta ne de öldüren. Bu savaşın asıl suçlusu yüksekçe bir tepenin üzerine çıkmış, insanların birbirle­ rini acımasızcca öldürmelerini seyrediyordu.

Tebriz halkı orduyla birlikte topyekun olarak düşmanın önüne dikilmiş, bir an olsun durup dinlenmeden şehri savunu­ yordu. İki tarafın kuvvetlerinin eşit olmadığı bu savaşta kadın­ lar da kendi kocalannı ve evlatlarını yalnız bırakmayarak şeh­ rin savunmasına katılmışlardı. İhtiyar nineler düşman ordusu­ nun üzerine yağdırmak için taş, ok ve mızrak taşıyor, kızlar kardeşlerinin, kadınlar kocalarının yanıbaşında savaşıyorlardı. Muhammet Beğ halkın böylesi tükenmeyen bir irade sergileye­ ceğini tahmin bile edemezdi. Kerim Han Zent de şehrin bu kadar süre direnebileceğini kestirmemişti aslında. Diğer şehirlerde olduğu gibi burada da Mehmet Hasan Han'ın öldürüldüğünü duyan halkın şehir kapı­ larını ardın akadar açacağını düşünmüştü. Ne var ki bütün sal­ dırılan sonuçsuz kalıyor ve bir vaki tler kapılarını. Timur gibi müstesana bir komutana bile açmamış olan Tebriz, Kerim Han'a da geçit vermiyordu. Kerim Han, Tebriz'in geceli gündüzlü top ateşine maruz bırakılmasını emretmişti. Doğunun bu güzel mi güzel şehri ateşler içinde kalmıştı. Çocukların bağırışmaları tüyleri diken diken ediyordu. İnsanlar kendilerini en şiddetli çarpışmaların cereyan ettiği yerlere atıyor, şehirlerinin işgal edildiği günü gö­ receklerine ölmeyi yeğliyorlardı. Savunmadakiler sürekli güç kaybediyorlardı fakat saldırıların ardı arkası kesilmiyordu. Teb­ rizliler bitip tükenmeyen bir irade ve sabırla kendi şehirlerini savunuyor ve mümkün mertebede az zayiat vermeyt· çalışıyor-


Batman Kılınç • 55

!ardı. Şehri henüz ayakta tutan şey de işte bu irade ve sabırdı. Geri kalan herşey tükenmiş, ekmek tekneleri bile boşalmıştı. Muhammet Beğ yenilginin kaçınılmaz olduğunu görüyor, ama teslim olmayü aklından bile geçirmiyordu. Kacar soyu ha­ yat memat meselesiyle karşı karşıyaydı ve Tebriz'in üzerini ölüm bulutları kaplamıştı. Herşeyiyle onun savunmasına kalk­ mış olan halkıyla beraber ölüyordu Tebriz de. üstüne üstlük er­ kek gibi ölüyor, ağlayıp sızlamadan ve düşmana boyun eğme­ den can veriyordu. Tebriz, yann veya ertesi gün evlatlarının di­ ri diri duvarlara örüleceğini, oğullarının düşman ordusunun komutanlarının ayakları altında kurban edileceğini biliyor ve bu korkunç günü görmek istemediği için ölüyordu. Hava daha yeni yeni aydınlanıyor ve insanlara neşe ve mutluluk değil, keder ve üzüntü getirecek olan upuzun bir gün başlıyordu. Ortalığa henüz bir sessizlik hakimdi. Kaleyi savu­ nan askerlerden bazıları oturdukları yerde, bazıları ise ayaktaca duvara dayanmı; olarak uyukluyorlardı. Ayakta durmayı başa­ bilen yaralılar bile surların üzerinden inmeyerek düşmanın sı­ radaki saldırısına karşı koymaya hazırlanıyordu. Ve saldın az sonra başlayacaktı. Sabaha kadar gözünü dahi kırpmamış olan Muhammet Beğ'in gözlerinin altı morarmış; yorgunluktan ve birkaç gün­ denberi h adsiz zayıflamış olmasından dolayı suratı incelip uzayarak daha bir sertleşmişti. Kafası çatlayacak gibi ağrıyor­ du. Yardım talebiyle ciar vilayetleri gönderdiği elçiler değil bir haber getirmek, kendileri bile ortadan kaybolmuşlardı. Ya yakalanıp öldürülmüş, ya da bu kaçınılmaz ölüm kapanına dönmek istememiş olmalılardı. Muhammet Beğ zafer kazan­ mayı hiçbir zaman şimdiki kadar çok arzu etmemişti. Bu, kaçı­ nılmaz gibi görünen ölümden kurtulup yeni bir yaşama ka­ vuşmak arzusundan da bambaşka ve daha şiddetli bir arzuy­ du. Ve Muhammet Beğ, Kerim Han'dan ziyade kendisine yar­ dım etmekten kaçınan müttefiklerinden öç almak isteğiyle ya­ nıp tutuşuyordu.


5t> • Aqıl Al>b,ıs

Kalkıp odadan çıktı. Kapının önündeki emre amade hizmetçiye sordu: - Caferkulu'dan haber var mı? - H ayır efendim. - Atımı getirsinler! Elini yüzünü yıkadı, savaş kıyafetlerini giyip kılıcını beline bağladı. Bu son savaş olacaktı galiba; ve bu son savaşta öldürü­ lecekti muhtemelen. Fakat ölmek istemiyordu doğal olarak. Öl­ menin hiç sırası değildi henüz. Aşağı inerken, endişeli bir halde kendisine doğru koşmakta olan Halilullah'la karşılaştı. Halilullah onun komutanlarından biriydi. - Ne var? Niye ordunun başında değilsin? - Kalenin güney burçları yıkıldı Han hazretleri; artık saldınyı durdurmak büsbütün olanaksız! Muhammet Beğ: - Sana niye ordunun başında olmadığını sordum! - diye bir çırpıda eyere atladı. Her zaman yanıbaşmda olan yüz civa­ nndaki özel muhafızları da hemen atlarına biniverdiler. Halilullah yalvarmaya başladı: - Hayır, Han hazretleri, oraya gitmeyiniz! Çok geç olma­ dan dağlara doğru çekilelim. Bari kendimizi kurtarmış oluruz. Başka hiçbir şansımız yok! - Ha lkı bırakıp kaçalım diyorsun yani?! Kıyamete kadar mezarımıza lanet yağdırsın yani millet?! Halilullah inat etti: - Yalvarırım Han hazretleri!. . Mu ha mmet Beğ öfkeyle kılıcını kaldırıp çaprazlamasına olarak Hal ilullah'a indirdi, sonra da maiyetindeki adamlarla birlikte hızla sarayın bahçesinden çıkıp şehrin güneyine doğru ilerlemeye başladı.


Ba tm,111 Kılınç • 57

Güçleri büsbütün tükenerek yavaş yavaş geri çekilmek zo­ runda kalan askerler, bizzat Muhammet Beğ'in kılıcını sıyırıp geldiğini görünce son bir gayretle düşman saldırısına karşı koy­ maya çalıştılar. Çarpışma tekrar alelendi. Muhammet Beğ'in, topu topu yüz kişi olmalarına rağmen en iyi yetişmiş ve en ce­ sur askerlerden seçilen özel muhafızlarının da yardımıyla düş­ man geri püskürtüldü. Kılıç kalkan şakırtısı, at kişnemesi, yara­ lıların bağırtıları, evlatları gözleri önünde öldürülen anneleri feryatları insanın tüylerini diken diken ediyordu. Muhammet Beğ de bir sağa bir sola doğru kılıç sallayıp duruyordu. O sıra­ da bir mızrak omuzunu parçalayıp geçti ve bu beklenmedik darbeden gözlerine perde inen Muhammet Beğ, yere düşüp ayaklar alhnda çiğnenmekten kurtulmak için ahn boynuna sarı­ larak eyerde kalmayı zor başardı .

. . . Ateş çatırtılarla yanıyordu ve bu ateşin bir tarafında Me­ met Beğ, diğer tarafında da Uygur Aliş vardı. Uygur Aliş sanki büyülü bir sesle anlatıyor ve o anlattıkça karşısındaki ateş Memet Beğ'in gözlerinde büyüdükçe büyüyor, nihayet onu da kendi içine alarak uzaklara, maziye götürüyor­ du . . . . . . Şuşa kalesinin inşası henüz bitmişti ki Urmiyah Fethali Han Afşar'ın ordusu Aras nehrini geçip Karabağ'a sokuldu. Ama aynı ordu değil Şuşa kalesine yaklaşmayı, şehre yaklaşık bir ağaçlık5 mesafedeki Kovakan nehrini geçmeyi dahi başara­ madı. Karabağ'ın yiğit süvarileri Urmiyalılar'ın ordusunu geri püskürttü. Beklemediği bu direnç karşısında büsbütün kendini kaybetmiş olan Fethali Han Afşar alelacele tekrar saldırı emri verdi. Nehri geçmek için bütün olanaklar seferber edildi. Mt?trik sistem öncesinde kullanılmış bir rl!y<! c•şittir.

u'zunluk ölçüsü. Yaklaşık 6-7 kilomet­


5..'> • Aqil Abbas

Karabağlılar yine kendilerini cesaret ve yiğitlikle savundu­ lar. Fethali Han'ın ordusu iyice perişan edildi. İki binden fazla Urmiyalı öldürüldü, bir haylisi de tutsak edildi. Fethali Han geri çekilmek zorunda kaldı. O böylesi utanç verici bir duruma daha önce hiç düşmemişti ve bu haber hızla Azerbaycan, İran ve lrak'ın tamamında duyularak Fethali Han'ın nüfuzunu sarsacaktı. Nüfuz kaybının arkasından sıra doğal olarak arazilerin ve iktidarın kaybına gelecekti. Fethali Han Afşar, İran' da büyük zahmetler pahasına kazanmış olduğu nüfuzunu Penah Han'ın ayakları alhna atıp kaçamazdı. Dolayı­ sıyle Urmiya'ya eliboş dönmemek gerekirdi. Tarih boyu kılıcın işlemediği yerde hileye el atıldığı az de­ ğildir. Fethali Han da kılıcı bırakıp hileye sarıldı. Bir süre etraf­ lıca düşünüp taşındıktan sonra elçilerini değğli hediyelerle bir­ likte Penah Han'a göndererek barış önerdi. Fethali Han'ın elçi­ lerinin Penah Han'a sundukları mektupta şunlar yazılmışh: "Biz aynı millete mensubuz ve aynı kanı taşıyoruz. Birbiri­ mize kılıç kaldıracağımıza destek olmamız gerekir. Bedhahlan­ mızın dolduruşuna geldim, üzerine ordu yürüttüm. Ama senin geniş kalpli ve merhamet sahibi biri olduğuna inanıyorum. Se­ nin şahinin6 yükseklerde cevelan ediyor. Onun, geniş kanatlarını bizim üzerimize de germesini dilerim. Sevgili kızım Mahinba­ nu'yla kahraman oğlun İbrahim'in izdivacını görmek ister, se­ ninle akrabalığı kendim için şeref addederim. Karar senindir". Penah Han çevresine danıştı; herkes hemen hemen aynı şe• yi söyledi: - Zaten fazlasıyla kan aktı. Hem Fethali Han Afşar da yiğit bir adam. Kendisiyle akraba olmak Karabağ Hanlığı'nın yararı­ na olur. Birkaç gün sonra İbrahim'le Mahinbanu'nun nişı yapıldı. Penah Han, Urmiyalı tutsakları serbest bıraktı. Düğün hazırlıkh

Penah Han'ın, şahin resimli bayrağın.ı işareıtir.


Batman Kılınç • 59

)arına başlandı. Fethali Han müstakbel damadı İbrahim'e kıy­ metli mücevherler gönderip onu misafirliğe davet etti. Karşı ta­ rafın hilesinden habersiz olan Penah Han, oğlunu birkaç akra­ nıyla beraber Fethali Han'ın yanına gönderdi. İbrahim, görül­ memiş bir ihtişamla karşılandı ve düğün hazırlıkları bir bayram havası içinde sürdü. Ama düğün olmadı. Ertesi gün akşa doğru İbrahim tutsak edilerek Aras nehrinin karşı kıyısına geçirildi ve Fethali Han Afşar'ın ordusu Urmiya kalesine doğru çekildi. Penah Han, Urmiya kalesine saldırmanın anlamsız olduğunu bildiğinden bir süre sabretmek zorunda kaldı. ·

Kerim Han, olup bitenleri haber alınca çok sevindi ve böyle bir fırsatı elden kaçırmamak gerektiğini düşündü. Ulaklar en kısa sürede Kerim Han'ın önerisini Penah Han'a ulaştırdılar: - Fethali Han Afşar benim de dü;;manım olur. Kuvvetleri­ mizi birleştirirsek onun zehirli başını ezebiliriz. Kerim Han Zent'in Karabağ'a elçi gönderdiğini duyan Fet­ hali Han Afşar durumun içaçıcı olmadığını anladı. Karabağ Hanlığı'nın desteği alacak olursa, Kerim Han'ın karşı konula­ maz bir güce sahip bulunacağını düşünüp Penah Han'a bir mektup daha yazdı: "Pek muhterem Penah H.an; senin gibi asil bir soya mensup birinin, Kerim Han gibi ne idüğü belli olmayan biriyle müttefik olması milletimizin tarihine siyah bir leke olarak geçecektir. Ta en başındanberi İran'ı yönetenler bizimle aynı kanı taşıyan hü­ kümdarlar olmuşlardır. Ama bugün bir Fars uşağı şahlık iddia etmektedir. Şimdi Farslar'la bir olup kendi kan kardeşlerinin üzerine mi yürüyeceksin yani? Hem Afşarlar'ın hem de Bayat­ lar'ın kökü bir değil mi? Aramızda olup biten herşeyi unutuver. Ben suçluyum, sen de merhamet sahibi ol. Oğlun İbrahim be­ nim aziz misafirimdir, yeri de soframın en başıdır. Eğer Kerim Han'la değil benimle birlcşek olursan, Kerim Han'ı yener, İran'ın tamamını ele geçiririz. Zaten İran üzerinde hak sahibi


,,ıı • .-\qıl .-\ bb.ı�

ulanlar da bizleriz. Bu arada İbrahim benim de evladım olur. Ama a klına başka birşey getirirsen, İbrahim'in benim. elimde ol­ duğunu da unutmayasın!" Penah Han gelen önerilerden hangisini kabul etmek konu­ sunda uzunca bir süre kakrsız kaldı. Ordu komutanlarını toplayarak durumu kendileriyle tartış­ tı. Çoğunluk Fethali Han'ın ihanetini hatırlatarak bu mektuba da inanmamak gerektiğini söyledi. Buna rağmen Fethali Han'ın bu seferki mekhıbunda yazılanların gerçek olduğunu savunan­ lar da bulundu. Penah Han, Fethali Han Afşar'ın önerisini ka­ bul etmekten yana olabilirdi, ne var ki mektubun sonundaki "İbrahim'in benim elimde olduğunu unu tmayasın!" sözleri kendisini hem kızdırmış, hem de kuşkulandırmıştı. İyi niyetli bir mekhıbun böyle tehdit içeren bir cümleyle bitmemesi gere­ kirdi. Nihayet Uygur Aliş'e sordu: - Bütün bunlara sen ne diyorsun İhtiyar? - Fethali Han'ın sözleri çok doğru; onunla siz aynı kanı taşıyorsunuz, Kerim Han'ın damarlarında ise bambaşka bir kan dolaşıyor. Ben Urmiyalılar'la birleşmenin daha akıllıca olacağı­ na inanıyorum. - Haklı olabilirsin İhtiyar. Ama Fethali Han'ın ihanetini, oğlum İbrahim'i hileyle tutsak edişini nasıl unutabilirim? - Halkımızın güzel geleneklerinden biri de merhamet dile­ yen düşmanı affetmektir. Fethali Han'ın samimiyetine güvenemeyen Penah Han ilk kez Uygur Aliş'i de dinlemeyerek şöyle dedi: - Beni bir kez kandıran biri aptallık etmiş olur; ama aynı şahıs beni ikinci kez kandırmayı da başarırsa, aptallığı ben et­ miş olurum. Ve şimdi ben aptal durumuna düşmek istemem. Penah Han'ı ikna edemeyeceğini gören Uygur Aliş: - Sen da ha iyi bilirsin, - dedi, - ama birşey daha var ki . . . - Evet, birşey daha var ki ihanet eden cezasını da bulmalı.


1:1.ı ı m.ın Kılınç • h l

orduları Tebriz civarında biraraya gelip Urmiya üzerine yü rüdü . Kale içine saklanmayı kendine yakıştıramayan Fethali Han da ordusunu meydan sa­ vaşına çıkardı, fakat iki tarafın güçleri arasındaki büyük denge· sizlik onu tekrar kaleye sığınmak zorunda bıraktı. Kerim Han kaleyi kuşatmayı emretti. Fethali Han direniyor, fakat yenilgi­ den kurtulamayacağını da iyi biliyordu. Kalede gıda sıkıntısı baş gösteriyor, askerler hergün biraz daha umutsuzca savaşı· yorlardı. Komutanlar arasında da memnuniyetsizlikler görünü· yordu. Urmiya halkı kendi içinden seçtiği bazı hatırlı insanları Fethali Han'ın yanına gönderip Kerim Han'la anlaşması için ri­ cada bulundu. Penah Han'la Kerim Han Zent'in

Fethali Han,' savaşı kısa sürede bitirmek gerektiğini, bunu yapmazsa kendi komutanlanmn bile ihanetine uğrayabileceğini anlayarak Kerim Han'ın yanına elçi göndermeği kararlaştırdı. Fethali Han'ın elçilerini kabul eden Kerim Han onlara, ka­ lenin teslim olması durumunda halka da, askerlere de zarar ve­ rilmeyeceğini ve Fethali Han'ın a ffedileceğini bildirdi. Nihayet Urmiya kalesinin kapılan Kerim Han'ın yüzüne açıldı. İbrahim Han esaretten kurtarıldı. Fethali Han ise tutsak edilerek Mazan­ daran' a götürüldü. Bütün rakiplerini ortadan kaldırmış olan Kerim Han Zent, Penah Han'ın komutanlık yeteneğini ve Karabağ süvarilerinin cesaretini görünce yepyeni bir rakiple karşılaştığım düşünmeye başlamıştı. Bu nedenle de Penah Han'ı sürekli olarak gözetim altında tutmak ve Karabağ'a dönmesine izin vermemek için elinden geleni yapmaya çalıştı. - Penah Han, Allah'm yardımıyla bütün düşmanlarımız­ dan kurtulduk. Şimdi İran'm tamamı bizim elimizde. İran'ın ye­ ni Şah'ı gelip tahtı teslim alıncaya kadar ben kendisine vekalet edeceğim. Fakat ben de pek ihtiyarım. Koca bir ülkeyi yönet­ mek elbette ki kolay değil. Eğer kabul edersen bu işi beraberce yapanz. Senin gibi basiret sahibi bir yardımcıya ve cesur bir ko­ mutana çok ihtiyacım var.


tı2 • Aqıl Abb.ıs

Pena h Han, İran şahının veziri olduğu taktirde Karabağ Hanlığı'nın nüfuzunun artacağını düş)nerek öneriyi kabul etti. Kerim Han sordu: - Pek kendi yerinde kimi bırakacaksın? Penah Han Karabağ' dan ayrıldığı zaman kendi yerinde hep büyük oğlu Mihrali Beğ'i bırakırdı. Halen de Karabağ'ı Mihrali Beğ yönetiyordu. Ne var ki Miharli Beğ yumuşak tabi­ atlı bir insandı. Han ise herşeyden önce sert ve iyi bir komutan olmak durumundaydı. Bu nedenle de Penah Han kendi yerinde İbrahim'i bırakmak istediğini söyledi: - .Mihrali Beğ çok akıllı, ama kılıçla başı hoş değil. Han ola­ cak şahıs kılıcını elinden bırakmamalı. İbrahim daha uygun olur diye düşünüyorum. Kerim Han, İbrahim'i yanına davet etti ve İran Şahı'nın ve­ kili olarak onu Karabağ Han'ı ilan eden fermanı imzaladı. İbra­ him değerli hediyelerle Karabağ'a uğurlandı. Penah Han'ın İran'd a kalacağını duuyan Uygur Aliş he­ men itiraz etti: - Kerim Han senden çekiniyor, bunu bilesin. Azerbay­ can'ın tamamında büyük bir nüfuza sahipsin ve hergün biraz daha kuvvetleniyorsun. Kerim Han bunları çok iyi bildiğinden seni kendi yanında tutmak, bu arada vatanından ve yiğitlerin­ den ayırmak ister. Ona güvenmemeli, onun yanında kalmama­ lısın! - Ama ben düşmandan öcümü Kerim Han'ın yardımıyla aldım. Oğlumu da onun yardımıyla esaretten kurtardım. - Evet, Penah Han; sen öcünü aldın, Kerim Han ise tahta sahip oldu! o da bunu senin yardımınla yapb. Kerim Han daha önce de Fethali Han'ın üzerine yürümüş ve bildiğin üzere başa­ rısız olmuştu. Üstelik aynı savaşta kardeşini de kaybetmişti. Bu sefer Unniya kalesini teslim almayı başardıysa, senin sayende oldu. Sakın İran' da kalmayasın Penah Han! Şuşa kalesi ve Kara­ bağ senin elinde olduğu sürece kimse seni altedemez.


Batman Kılınç • 63

Penah Han, İran'da kalmak konusunda son sözünü söyle­ mişti. Verdiği sözden caymayı kendine yakıştıramıyordu. Son hazırlıklar yapıldı. İbrahim Han Karabağ'a uğurlandı. Uygur Aliş'ten ayrılırken Penah Han: - Sen hep gelecek konusunda kehanetlerde bulunursun İh­ tiyar, - dedi. - Bana da birşey söylesene. Uygur Aliş duygulanarak Penah Han'a sarıldı ve cevap verdi: - Kısa bir süre sonra yakın bir arkadaşın ağlaya ağlaya seni kendi hançeriyle doğrayacak. Kandırıldığını anlamak için Penah Han'ın fazla bir zamana ihtiyacı olmadı. Kerim Han, onu gözünün önünden ayırmamak için her yolu deniyordu. Penah Han yanında olduğu sürece Ka­ rabağ Hanlığı da Kerim Han' dan asılı durumdaydı. Penah Han Şuşa'ya dönerse işlerin hangi mecraya sürükleneceğini kim bi­ lebilirdi? Penah Han, Karabağ' a dönmek için izin alamayacağını, kaçmayı da başaramayacağını anladıktan sonra hayatında ilk kez olarak kişiliğiyle bağdaşmayan bir hileye başvurmayı dene­ di. Fakat bunda da başarılı olamadı, zira hile işletmek de özel bir yetenek gerektiriyordu ki Penah Han bu yetenekten yoksun­ du. Penah Han yakın akrabalarından Hekim Ali'yle konuştu ve Hekim Ali kendisine etkisi üç gün süre bir uyuşturucu verdi. Ertesi sabah Penah Han'ın aniden öldüğünü duyurdular. Kerim Han bütün ülkede matem ilan etti. Penah Han'ın, kendi vasieyti üzerine Karabağ' da defnedilmesi gerekiyordu. "Cesedin" Kara­ bağ' a gönderilmesi için hazırlıklara başlandı. Kerim Han, hava­ nın sıcak oluğu dolayısıyla yolda bozulacağından endişe ettiği "cesedin" yarılıp içine buz doldurulmasını emretti. Hekim Ali gerçeği itiraf etmekten korktu ve ağlaya ağlaya henüz hayatta olan Penah Han'ın vücudunu yarıp içine buz doldurdu. Büyük babasının canlı canlı yarılarak içine buz doldurul­ duğunu gören Memet Beğ öfkeyle yerinden sıçrad ı ve belindeki


tuhaf kılıçları hız!a kınlarından çıkarıp Kerim Han ı n göğsüne sapladı . İki tuhaf kılıç alevlerin ortasma dalıp ateşi dağıttı. '

Uygur Aliş, öfkeden kendini kaybetmiş olan Memet Beğ'i ya tıştırmaya çalıştı .

. . . Nevruz sabahı Cıdır ovasınd a mahşeri bir kalabalık vardı. İbrahim Han kendisi için özel olarak hazırlanmı; yük­ sekçe bir yerde oturmuştu. Soluna en iyi dostu şair Molla Pe­ nah Vakıf'ı, kendi evlatlarım ve yeğenlerini almış; sağına ise sarayın ileri gelenlerini ve Karabağ'ın saygın zatlarını geçir­ mişti. Uygur Aliş her zaman yaptığı üzere bir kenara çekilerek bağdaş kurup oturmuştu. Onun yanında ise Memet Beğ'le Me­ met Beğ'in yakın dostu ve sırdaşı, kardeş gibi sevdiği arkadaşı Ebulfeth Ağa ve Mehmet Hasan Ağa vardı. Az sonra yarışmalar başanacaktı. Bugünün, Memet Beğ'in kendini göstermesi için en iyi fırsat olduğunu düşünen Uygur Aliş yüzünü ona tutup: - Sence de zamanı değil mi, yiğidim? - diye sordu. Memet Beğ gözleriyle Merdan'ı yanına çağırdı: - Merdan, hemen eve git, benim kılıçlarımı birşeye sanp buraya getiriver. Kısa bir süre sonra Merdan geri dönüp Memet Beğ'in ema­ netini getirdi. Memet Beğ de belindeki kılıcı açıp ona uzattı: - Al bakalım, bu kılıç artık senin. Bu kadar kıymetli bir hediye beklemeyen Merdan şaşırıp kalmıştı. Memet Beğ: - Alsana, - dedi, - sen benim hizmetçim değil, arkadaşımsın. Merdan kılıcı aldı ve yerlere kadar eğilerek teşekkür etti.


Batman Kılınç • 65

- Şimdi git, ama ben sana işaret çakınca atımı hemen mey­ danın ortasına getiriver. Daha sonra Memet Beğ, Ebulfeth Ağa'nm kulağına birşey­ ler söyledi. Ebulfeth Ağa da gülümseyerek ayağa kalktı ve ba­ basının yanma gidip: - Müsaade edersen bir isteyim var, Han hazretleri, - dedi. İbrahim Han oğluna gururla bakıp: - Söyle! - dedi. - Memet Beğ at yanşlanna katılmak için izin ister Han hazretleri. İbrahim Han bakışlarını Memet Beğ'e doğru çevirince onun sabırsızlıkla cevap beklediğini gördü ve kafasını "Olur" anlamında salladı. Memet Beğ sevinçle yerinden kalkıp kılıçlarını kuşandı, Merdan da hemen Memet Beğ'in atını meydana çıkardı. Uygur Aliş, yıllardır olanca gücünü ve gayretini sarfederek yetiştirmiş olduği yiğide başı diledi. Ve Memet Beğ eyere atladı. Memet Beğ'in hem at yarışını kazanması, hem de çok iyi güreş tutması çok doğal karşılanıp kimseyi şaşırtmadı. Ne var ki kılıç kullanmadaki mahareti herkesi hayretler içinde bırak­ mıştı. İnsanlar, Memet Beğ'in elindeki kılıçlan da hayatlarında ilk kez görüyorlardı. Memet Beğ olağüstü bir çeviklikle salladığı kılıçlar sanki İbrahim Han'm göğsünü deliyordu. İbrahim Han Uygur Aliş'i yanma çağırttı: - Bu yiğiti sen mi yetiştidin İhtiyar? Uygur Aliş ömrü hayatında yalan konuşmuş değildi: - Evet Han hazretleri! - Helal olsun! İyi bir bahşişi hakettin. Uygur Aliş gülümserekn yüzünde belli belirsiz bir alay okundu. O, İbrahim Han'ın böyle konuşmasının göstermelik ol-


duğunu iyi biliyord u . Gerçekte ise İbrahim Han, Uygur Aliş'i uçurumdan aşağı attırmayı düşünüyor olmalıydı. Uygur Aliş: - Teşekkür ederim Han hazretleri, - dedi. - Ben bahşişimi Tanrı' dan almışımdır. Bütün yarışmalaı kazanan Memet Beğ nihayet atını oturan­ ların önüne sürdü. Bir çırpıda attan inip önce Uygur Aliş'e yak­ laştı ve önüde dizleri üzerine çökerek - Memet Beğ hayatında ilk ve son kez başka birinin karşısında diz çökmüş oldu - topra­ ğı öptü. Uygur Aliş, Memet Beğ'in kolundan tutup onu kaldırdı ve abasının altından kabzası altınla işlenmiş bir hançer çıkarıp Memet Beğ'e uzattı: - Bu hançer büyük baban Penah Han Cevanşir'den kalmış­ tır. Ve şimdi sen bu hançeri kemerinde taşımaya layık olduğu­ nu gösterdin Memet Beğ. Böylece Uygur Aliş, öğrencisine ilk kez adıyla hitap etmiş oluyordu. Memet Beğ hançeri alıp öptü, sonra da kemerine taktı ve İbrahim Han'a doğru yürüdü. Memet Beğ'in önce Uygur Aliş'in huzuruna gitmesi İbrahim Han'ı öfkelendirmişti. Ama İbrahim Han öfkesini belli etmemeye çalışıyordu. Memet Beğ, amcasının önüde baş eğdi ve İbrahim Han ye­ ğenini alnından öptü: - Helal olsun evlat! Kehrizli köyünü de, civar köyleri de sa­ na bağışladım. Uygur Aliş yine belli belirsiz bir alayla gülümsedi: bunlar zaten Memet Beğ'in köyleriydi aslında. İbrahim Han herkesi hayretlere düşüren kılıçları istedi ve Memet Beğ kılıçlan çıkarıp amcasına uzattı. Bu kılıçların sıra­ dan bir kılıc oranla çok ağır oluşları ve Memet Beğ'in bu kadar ağır kılıçlan kullanmadaki çevikliği İbrahim Han'ı iyice şaşırttı: - Herbiri bir batmanmış bu kılıçların. Her yiğidin harcı de­ ğil bu kılıçları kullanmak.


Batman Kılınç • 67

Sarayın ileri gelenleri ve komutanlar kılıçları İbrahim Han'dan alıp ellerinde tarttılar ve onun sözünü onayladılar: - Evet, herbiri bir batman gerçekten de . . . '

Bu sözler bir anda halkın arasına yayıldı: - Memet Beğ'in her kılıcı bir batmanmış, duydun mu? - Nasıl sallıyor o ağırlıktaki kılıçlan?! Komutanlar kılıçları tekrar İbrahim Han'a, İbrahim Han da Memet Beğ'e verdiler. Memet Beğ kılıçlan alıp kınına geçirdi ve daha heybetli bir görünüm kazandı. Daha düne kadar herkesin çocuk gözüyle bakhğı Memet Beğ birdenbire değişmiş, uzun boyu, geniş omuzlan, şahin bakışları ve batman kılıçlanyla ay­ nen bir pehlivana dönüşüvermişti.

İbrahim Han'ın çevresinden Memet Beğ'le iyi geçinemeyen bazı insanların eline bulunmaz bir fırsat geçmişti. İbrahim Han'ın öfkesini iyi eğerlendirmek gerekiyordu. Özellikle Hüm­ bet Beğ'in neşesine diyecek yoktu. İbrahim Han, yeğeninin Cıdır ovası ndaki hareketlerini bir türlü hoş göremiyordu. Ona kalacak olursa Memet Beğ açıktan açığa kendisine meydan okumuş sayılırdı. Hem saray halkı ve Karabağ Hanlığı'nın ileri gelenleri, hem de sıradan hall< Memet Beğ'in karşısına çıkabilecek bir babayiğit bulunamayacağına ka­ ni olmuşlardı. İbrahim Han kendi evlatlarına da kızıyor, pek küçük yaşlarından itibaren özel hocalardan ders almalarına rağ­ men Memet Beğ'in yansı kadar olamayışlarını içiİte sindiremi­ yordu. İbrahim Han, daha düne kadar çocuk gözüyle baktığı Me­ met Beğ'i birdenbire kendine ciddi bir rakip ve tahtın müstak­ bel sahibi olarak görmeye başlamışh. Sanki Mihrali Beğ meza­ rından kalkıp gelmiş, kendisiyle iktidar savaşına başlamıştı. Ya­ vaş yavaş ihtiyarlamakta olan İbrahim Han'ın iktidar uğrunda-


nS • Aqil Abb��

ki bu mücadeleyi kaybetmeyeceğinin teminatı da yoktu. Tek ça­ re Memet Beğ'in ivedilikle saraydan uzaklaştırılmasıydı. İbrahim Han kara kara düşünmekteyken Hümbet Beğ, Mirza Ali Beğ ve daha birkaç kişi içeri girdi: - Hayırlı akşamlar Han hazretleri! - Hayırlı akşamlar! Ortaya tatlı ve çerez çeşitleriyle dona tılmış bir sofra açıl­ mışh. İbrahim Han baklavadan bir dilim alıp misafirlerini de davet etti: - Buyurun bakalım, tatlı yiyelim tatlı konuşalım. Misafirler ellerini sofraya uzathlar. Kendini neşeli göster­ meye çalışmasına rağmen İbrahim Han'ın keyifsiz oluşu Hüm­ bet Beğ'in dikkatinden kaçmadı. Bu keyifsizliğin nedenini iyi bildiğinden doğrudan sadede gelmeyi uygun görerek: - Han hazretleri, - dedi, - dünkü çocuğun, sizin kerem sof­ ranızın nimetleriyle büyümüş olan birinin huzurunuzda nasıl at oynathğını gördünüz, değil mi? Mirza Ali Beğ de lafa kanşh: - Onu o ahn sırtına bindiren birileri vardır, yoksa kendisin­ de o cesaret ne arar? Sefi Ağa da: - At oynatması neyse de, - diye ekledi, - asıl terbiyesizliği şu ki koskoca İbrahim Han ayağa kalkmış onu tebrik etmek için beklerken, önce Uygur Aliş'e gidiyor. Bir de önünde diz çökü­ yor herifin. Uygur Aliş de kim oluyor Allahaşkına? Koskoca İb­ rahim Han'ın yeğeni onun karşısında nasıl eğilir? Ya Han ailesi­ nin şerefi ne olacak? Yüzbaşı Hüsrev de a teşe körükle gider gibi konuştu: - Han hazretlerinin kalbi çok genişmiş vallahi. Nadir Şah, bir tek lafa göre kendi oğlunun gözlerinin oydurmuştu. Han hazretlerinin yerinde başka biri olsa Memet Beğ'i Hazine kaya­ sından aşağı attırmıştı şimdiye kadar.


Batman Kılınç • 69

İbrahim Han konuşlanlan dikkatle dinliyordu. Meclisteki­ ler onun yarasına tuz eker gibi konuşuyor, yavaş yavaş sönme­ ye yüz tutmuş olan ateşi körüklüyorlardı. Hümbet Beğ, söylediklerinin İbrahim Han'ı nasıl etkilediği­ ni görüp biraz daha cesaretlendi: - Hele bir süre sonra ne dalavereler çevirmeye başlayacak kimbilir. Babası Mihrali Beğ gibi Han hazretlerine kafa bile tu­ tabilir. Mihrali Beğ'in adı gelince İbrahim Han büsbütün öfkelen­ di. Aralannda birtakım kırgınlıklar olmasına rağmen, abisinin adının bu kadar laubalilikle zikredilmesini kabullenemeyerek: - Mihrali Beğ benim abimdi, Hümbet! Memet Beğ de ken­ disinin varisidir. Sefi Ağa, sen de Necefi çağınver şurdaJ' baka­ lım! Ferraşbaşı Necef'in adını duyunca Hümbet Beğ'in yüzü bembeyaz kesildi; titreye titreye: - Kulun kölen olayını Han hazretleri . . . - dedi. Necef içeri girip baş eğerek emre amade beklemeye başladı. Hümbet Beğ inler gibi: - Kurbanın olayım Han hazretleri, - dedi, - haltetmişim. İbrahim Han emretti: - Necef, şu Hümbet'in yanına iki kişi tak.ıver, kendisini Ağ­ dam'a götürsünler. Yerlerde sürünerek Mihrali Beğ'in türbesine girsin, mezann ayak ucundan öpsün, sonra tekrar geri getirsinler. Hümbet Beğ İbrahim Han'ın emrini duyunca bu seferlik ucuz atlattığını düşünerek biraz toparlandı. Değil Mihrali Beğ'in mezarını öpmek, İbrahim Han'ın ayakkabılarının altım yalamaya bile hazırdı zaten. İbrahim Han diğer oturanlara hitaben: - Haydi bakalım, size de güle güle! - dedi. - Bir daha da Han ailesinin işlerine karıştığınızı duymayayım, yoksa . . . - Son­ ra da çok ağır bir küfür salladı.


70 • Aqil Abbas

Meclistekiler İbrahim Han'ın kapısından hakaretlerle ko­ vulmuş olmalarına rağmen onun kalbindeki şüpheyi arthrmayı ve yarasına tuz ekmeyi başarmışlardı. "Ulan Uygur Aliş! - diye düşündü İbrahim Han. - Memet Beğ henüz uçmaya hazırlanan bir şahin gibiydi. Ve bu şahinin kanatlan Uygur Aliş'ti işte. Önce bu kanatları kesmek icap eder. Daha sonra Memet Beğ'le baş etmek kolay!" İbrahim Han tekrar Necef'i huzuruna çağırth: - Bu gece Uygur Aliş'i Hazine kayasından aşağı ahverin. Yanına dört beş kişi al, ama fazla duyulmasın bu mesele. Hele hele Memet Beğ'in kulağına hiç gitmesin! Necef baş eğerek huzurdan ayrıldı. Uygur Aliş'le Memet Beğ bir hücreye çekilmiş kahve içi­ yorlardı. - Bugünden itibaren kendini İbrahim Han'dan sakınsan iyi olur. Gerçi sen amcana karşı kin gütmeyi başamazsm kolay ko­ lay. Ama amcan seni buna zorlayacakhr. Amcanın içinde hep tahhm kaybetmek korkusu olacakhr bugünden itibaren. - Ben bugüne kadar asla tahh düşünmedim, bundan sonra da düşünmem İhtiyar! - Böyle olduğunu da ben de biliyorum, fakat amcan bilmi­ yor işte. İbrahim Han senden korkuyor, bu nedenle de seni or­ tadan kaldırmaya çalışacak. Ama bunu da kolay kolay yapama­ yacak, çünkü senin gibi bir yiğide kendisinin de ihtiyacı olacak. Mesela senin gibi bir komutan bulması imkansız. Sen de bu ara­ da kendini askerlere sevdirmeye çalışmalısın. Karşılaşacağın hiçbir şey seni şaşırhp soğukkanlılığını kaybettirmesin. Ben sa­ na çok şeyler öğrettiğimi biliyorum. Fakat sabırlı olmayı öğrete­ medim. Sa bırsız ve acımasızsın. Sabırsızlık bile affedilmeyecek bir kusur değildir, ama acımasızlık . . . Cevanşir soyunun kılıcı asla haksız yere kan dökmemeli. Uygur Aliş, bir baba evladına son vasiyetini söyler gibi ko­ nuşuyordu.


Batman Kılınç • 71

- Sen büyük işler başarmak için yaratılmışsın, fakat kade­ rinde başka şeyler var. Acı bir ihanetin kurbanı olacaksın. Tarih boyu nice yiğitler namertlerin ihanet hançerlerinin kurbanı ol­ muşhır. Sen de kendini düşmanlarından ziyade hain dostların­ dan sakın. Memet Beğ, Uygur Aliş'in sesinin titrediğini ilk kez duyu­ yordu. - Sana bahsettiğim ihanetlerden bir tanesi benim için hazır­ landı bile. Şu dakikalarda dört kişi İbrahim Han'ın emri üzerine beni Hazine kayasından aşağı atmak üzere götürmek için bura­ ya geliyor. Memet Beğ duyduklanna inanamadı: - Nasıl olur?! - Oluyor işte; az sonra görürsün. - Peki nedeni ne? - Senin kılıç sallamadaki o büyük maharetin. - Ben hemem şimdi saraya gidip amcamla konuşacağım! Memet Beğ ayağa kalkıp dışan çıkmak istedi. Uygur Aliş onu kolundan yakalayıp yerine oturthı. - Merak etmene gerek yok. Hiç kimsenin gücü beni öldürmeye yetmez. Bu canı, ancak onu veren geri alabilir benden. En birtakım sesler işitildi. Uygur Aliş gülümseyerek: - Geldiler işte, - dedi. Memet Beğ dışarı çıktı. Uygur Aliş'in hücresinde Memet Beğ'le karşılaşabileceklerini akıllarını ucundan dahi geçirmeyen ferraşlar şaşırdılar. Memet Beğ, Necef' e seslendi: - Gecenin bu saatinde ne arıyorsunuz lan burada? Memet Beğ'in insanın içine işleyen bakışlan altında Necef ağzını açıp tek kelime dahi konuşamadı. O sırada Uygur Aliş hücresinden çıktı ve alaycı bir ifadeyle:


72 • Aqil Abbas

- Beni Hazine kayasından attırmaya gerek yok, Necef, d edi. - Güneş doğarken ben kendi Tannma kavuşacağım zaten. Git de, seni buraya gönderen şahsa aynen söyle. Memet Beğ, Necef'i yanına çağırdı: - Yaklaş bakalım! Necef korku içinde Memet Beğ'e yaklaştı ve herşey bir an­ da oluverdi: Penah Han'dan kalma tarihi hançer hızla kınıdan çıktı, yine aynı hızla ferraşbaşı Necef' in sağ kulağı dibinden ko­ parak yere düştü. - Gidip seni buraya gönderene söyle: bu hançer daha çok kulaklar kesecek. Korkudan ağızlarını dahi açamayan ferraşlar acı içinde kıv­ ranmakta olan Necef'i de alıp karanlığa karıştılar. Uygur Aliş bir süre onlann peşinden baktıktan sonra: - Şimdi bu zavallının kendisini atacaklar Hazine kayasın­ dan, - dedi. - Senin buna engel olman gerek Memet Beğ, adam emir kulu. Memet Beğ'in durumdan haberdar olduğunu öğreninca İb­ rahim Han öfkeden çatlayacak gibi oldu. Önünde yerlere ka­ panmış olan Necef'e hızlı bir tekme sallayarak: - Atın şu iti kayadan aşağı! - diye emretti. Necef, İbrahim Han'ın ayaklarına sarılıp yalvarmaya de­ vam etti: - Yapma Han, kurban olayım! Bugüne kadar her ne emret­ tiysen elimden geldiğince yaptım, bundan sonra da yaparım; bu seferki kusurumu affet Han . . . İbrahim Han öfkeyle: - Alın şunu! - dedi. Ferraşlar hızla Necef'i yerden kaldırıp bir çuvalına sokarak Cıdır ovasına doğru yola koyuldular. Onlar ovaya vardıkların­ da Uygur Aliş'le Memet Beğ'in burada kendilerini bekledikleri­ ni gördüler. Memet Beğ hemen Üzerlerine yürüyüp:


Batman Kılınç • 73

- Çuvalı yere bırakın bakalım! - diye emretti. Gelenler çuvalı yere bırakarak bir kenara çekildiler. - Şimdi saraya dönüp emri yerine getirdiğinizi söyleyin. İbrahim Han, adamı aşağı atmadığınızı öğrenirse bu sefer de si­ zi kayadan attıracak. Haydi şimdi kaybolun bakalım! Uzun yıllardanberi arkadaş oldukları bir insanı uçurum­ dan aşağı yuvarlamak azabından kurtulmuş olan ferraşlar içten içe sevinerek geri dönüp gittiler. Uygur Aliş çuvalı açtı. Necef çuvalın içinde baygın yatıyor, kulağından hala kan sızıyordu. Elini Necef'in kesik kulağının üzerine bastırıp bir süre bekledi. Elini çektiğinde sanki bir mu­ cize başvermiş, kan tamamen durmuştu. Necef kendine gelir gelmez Memet Beğ'in ayaklanna ka­ pandı: - Bir sürü çoluğum çocuğum var Beğ; beni öldürmelerine izin verme. . . - Kalk bakalım! Kalk da İhtiyar'ın elini öp! Seni kurtaran o; ben değilim. Necef sürünerek Uygur Aliş'in elinin öpmeye çalıştıysa da Uygur Aliş buna müsaade etmedi. Memet Beğ Necefi kaldırıp: - Şimdi doğru Kehrizli'ye, benim evime git, - dedi. - Mer­ dan'a da seni benim gönderdiğimi söyle. Aileni de oraya gön­ deririm şimdilik. Daha sonra bir icabına bakanz. Necef bu iyiliğin karşısında nasıl teşekkür edeceğini dahi bilemedi. Gözlerinden yaşlar süzüldü. Uygur Aliş de atını Necef'e verip: - Artık benim bu ata ihtiyacım yok, - dedi. - Al senin olsun. Haydi kıpırda artık! Necef gidince Uygur Aliş dedi: - Şimdi büyük bir ateş yakmamız lazım. - Gecenin bu saatinde mi?


- Evet! . Memet Beğ başka birşey sormaya gerek görmedi. Cıdır ovasının ortasında büyük bir ateş yaktılar. Şuşa halkı derin bir uykuda olduğundan ateşi kale duvarlarındaki bekçilerden baş­ ka kimsecikler görmedi. Onlar da şehrin yukarı mahaUelerinde­ ki evlerden birinin yandığını düşündüler. Uygur Aliş önce Memet Beğ'in karşısına geçip bir süre hiç­ bir şey söylemeden onun yüzüne baktı, sonra da kıbleye döne­ rek ellerini açtı ve fısıltıyla birşeyler söylemeye başladı. Nihayet yüzünü toprağa sürdü, toprağı da üç kez öpüp ayağa kalktı. Ve birdenbire ateşin çevresine gelerek dans etmeye başladı. Uygur Aliş'in dansı sıradan danslara asla benzemiyordu. Memet Beğ de ömrü hayatında böylesine büyülü ve etkileyici bir dans gör­ müş değildi. Memet Beğ hiçbir şey anlayamıyor, sadece hayran hayran Uygur Aliş'i seyrediyordu. Uygur Aliş ateşin çevresinde dolanıyor, dans sırasında bazen ateşin üzerinden atlayıp karşı tarafa geçiyordu. Aslında bu kadar büyük bir ateşin üzerinden atlamak da her babayiğidin harcı değildi. Sonra Uygur Aliş he­ nüz yanmakta olan iki odun parçası alıp onlan elinde kılıç gibi sallamaya başlayarak dansını daha bir güzel ve büyülü hale ge­ tirdi. Memet Beğ hayretler içinde kalmış, kıpırdayamadan Uy­ gur Aliş'i izliyordu. Uygur Aliş ise ne Memet Beğ'in, ne de onun hayretle açıl­ mış gözlerinin farkındaydı. Kendini büsbütün göklerin emrine vermişti. Yeryüzü ateşler içinde yanıyordu ve Uygur Aliş bu ateşler içinde yanan yeryüzünde insanoğluna hayat ve mutlu­ luk bahçeden ateşe kanşıp sonsuzluğa ermeye hazırlanıyordu. Birdenbire Uygur Aliş tüyleri diken diken eden bir sesle bağırıp kendini ateşin ortasına atıverdi. Herşey bir anda olup bitti ve Memet Beğ daha bir süre aslında neler olduğunu anlayamadı bile. Toparlanır toparlanmaz ateşe doğru koştu ama yüzüne vu­ ran alevlerin mukabilinde geri çekilmek zorunda kaldı. Ateş daha bir gürleşti ve etrafı yanmakta olan et kokusu sardı. Memet Beğ ise şuurunu kaybetmiş gibiydi. Ateş uzunca


Batmıın Kılınç • 75

bir süre daha yandı ve yavaş yavaş ölgünleşerek nihayet büsbü­ tün söndü. Memet Beğ bugüne değin ağlamış değildi. Ama şimdi de­ mindenberi aslında ağlamakta olduğunu ve gözyaşlarının içine aktığını farketti. Memet Beğ, Uygur Aliş'in külünü Necef'in getirildiği çuva­ la doldurup mezarlığa götürmeyi düşündü ve çuvalı alarak ya­ vaşça sönmüş olan ateşe yaklaştı. Ama düşündüğünü yapama­ dı. Aniden başlayan kuvetli bir rüzgar Uygur Aliş'in külünü havaya savurup neredeyse bütün Karabağ'a yaydı. Memet Beğ ise sönmüş ateşin başında dizleri üzerine düşüp kaldı.

Ertesi gün İbrahim Han'ın adamları her yerde Uygur Aliş'i aradılarsa da izine bile rastlayamadılar. İbrahim Han, Uygur Aliş'in kaçtığını düşündü, Memet Beğ ise tanık olduğu o muci­ zeyi hayatının sonuna kadar kimseye anlatmadı.

Süvariler köye vardığında güneş batmak üzereydi. Akşam kızıllığı bulutlan tuhaf bir renge boyamıştı. İki gün önce yağan yağmur susuzluktan çatlamış toprağın derdine derman olmuş, çayırın çimenin basbayağı canlanıp ye­ şermesini sağlamıştı. Uçsuz bucaksız buğday tarlaları insanın içine huzur veren hafif bir hışırtıyla salmıyorlardı. Çok bereketli olan bu araziye düşen bir buğday tanesi bir çanak buğdaya dö­ nüşüveriyordu ileride. Memet Beğ'in süvarileri buğday tarlalarını arasından geçip köye giden daracık bir yola girdiler. Memet Beğ bu yerlerin gü­ zelliğine hayran olmuş gibi sükut içinde yavaşça ilerliyor, ma­ iyetindekiler de bu sükutu bozmamaya çalışıyorlardı. Nihayet Memet Beğ kendisi konuştu:


7tı • Aqil Abbas

- Bu sene ürün iyi galiba, öyle değil mi Merdan? - Öyle Memet Beğ. Hele bir yağmur daha yağarsa . . . Memet Beğ köyde fazla uzun süre bulunamıyor, iki üç gün kalıp tekrar Şuşa'ya dönüyordu. Kehrizli'de olduğu günlerde de misafir ağırlamaya meşgul olur, fırsat bulunca köylülerle gö­ rüşerek onların derdini dinlerdi. Elinden geldiği kadar halkın işine yaramaya çalışır, ihtiyaçlarını gidermek için uğraşırdı. Hem babası Mihrali Beğ, hem de üstadı Uygur Aliş sıkı sıkıya tembihlemişlerdi böyle yapmasını. Gerçek bir savaşçı olan Memet Beğ'in aklı tarla tapan işleri­ ne pek ermezdi aslında. Bu konuları kardeşi Esat Beğ'le sadık hizmetçisi Merdan'a havale etmişti. Merdan'a hizmetçi de den­ mezdi gerçi; neredeyse Beğlik'in bütün yükünü sırtlanmıştı adamcağız, halk da kendisini Merdan Ağa diye çağırmaya baş­ lamıştı. - Ahali buğdayın dışında birşeyle uğraşmaz mı Merdan? - Efetli civan meyve bahçeleridir hep, özellikle de nar bahçeleri. Hintark'ta da pamuk ekilir. Asma bağlan da var Hin­ tark'ın. Bayat halkı hayvancılıkla meşguldur, bir de at yetiştirir­ ler. Zeynalabidin Ağa'nın yılkısında cins Karabağ atlan var me­ sela. - Geçenlerde Hintarklılar' dan kafası gözü sarıklar içinde birkaç kişi İbrahim Han'a dert yanıyorlardı yine. Mesele nedir, biliyor musun? - Kolanılılar Hintarklılar'ın hayvanlarını çalmışlannış yine. Kavga gürültü koptu. Bu sefer de Hintarklılar dayak yediler. Araya Zeynalabidin Ağa girdi de ortalık yatıştı. Köyün bütün halkı yediden yetmişe sokağa dökülmüştü. Küçük çocuklar babalarının sırtına binmiş, ihtiyarlar bastonları­ na dayanmışlardı. Bir tanesi: - Ata baksana Hüsen, - diye arkadaşını dürttü. - Peh! Bizden geçti artık . . .


Batman Kılınç • 77

Çocuklardan biri babasının ceketini çekiştirdi: - Han hangisi baba? - Han değil yavrum, Memet Beğ. ve:

Çocuk babasının elinden kurtulup süvarilere doğru koştu

- Memet Beğ, Memet Beğ, beni de ata bindirsene, - diye ba­ ğırmaya başladı. Babası çocuğun peşinden koştuysa da yetişemedi. Bir anlı­ ğına herles şaşırıp kaldı. Memet Beğ ise gülümseyerek çocuğa doğru uzandı ve onu yerden kaldırıp kucağına aldı. At sırhnda Memet Beğ'in kucağında oturmak her çocuğa nasip olacak tür­ den bir bahtiyarlık değildi. Köy halkı iki büklüm olup Memet Beğ'e tazimler ediyor ve ancak süvariler geçip gittikten sonra doğruluyorlardı. Süvarilerin peşinden halk da Memet Beğ'in konağına akın ediyordu. Herkesin bir temennisi, bir isteği vardı ve Memet Beğ'in kimseyi boş çevirmE'd.iğini iyi biliyorlardı. Hizmetçiler konağın bahçesinde sağa sola koşuşup duru­ yor, herşeyin yerli yerinde olması için ellerinden geleni yapı­ yorlardı. Merdan'ın kardeşi Alikulu kurbanlık bir koçu yere de­ virip hançeri boğazına dayamış, Memet Beğ'in kapıdan girme­ sini bekliyordu. Memet Beğ'in kızabileceğini düşünen Necef ise korkudan bembeyaz kesilmişti. Konağın bahçesine girince Memet Beğ attan indi, sonra da çocuğu eyerin üzerinde alıp yere bırakh ve sordu: - Adın ne senin? Çocuk gururla cevap verdi: - Memet! Memet Beğ gülümseyerek cebinden bir alhn çıkarıp çocuğa uzattı: - Şunu alıp baban ver de sana bir at alıversin. Bahçedeki herkesle teker teker görüşen Memet Beğ Necef'i ortalıklarda göremeyince merak edip sordu:


- Necef nerelerde? - Bahçenin aşağı başında çalışıyor efendim. Memet Beğ eve çıktı. Köyün ileri gelenleri de onun peşin­ den baştanbaşa halıyla kaplanmış olan büyük odaya girdiler. Memet Beğ'in Kehrizli'ye geldiğini duyan Bayat Beylerbeği Zeynalabidin Ağa hemen yolculuk hazırlığının yapılmasını em­ retti. Hizmetçilerden biri: - Hayırdır inşallah, ağam? - diye sorma cesaretinde bulundu. - Memet Beğ gelmiş! Kısa sırede Memet Beğ'in Kehrizli'ye geldiğini duymayan kimse kalmadı Bayat'ta. Memet Beğ baş köşeye kurulmuş, köyün ileri gelenleri de ortaya açılmış olan genişçe sofranın başına toplanmışlardı . Genç olmasına rağmen ihtiyarlara mahsus bir ağırbaşlılıkla ha­ reket eden Memet Beğ insanların problemleriyle ilgilenip dert­ lerinin dinliyordu: - Nasılsın Halıkverdi emmi? Çocuklar da büyümüşlerdir şimdi? - Hamdolsun Memet Beğ, sayende iyi geçiniyoruz bayağı. Ama bir isteğim olacak müsaade edersen. Tek bir oğlum var be­ nim, gerisi hep kız. Oğlan da ne vakittir yalvarıp duruyor, hatta geçenlerde Akdam'dan bir at bile aldım kendisine ateş pahası­ na. Elat olmak istermiş. Sana bir söyleyeyim dedim, çocuğun hevesi kursağında kalmasın . . . - İyi. Madem elat olmak ister, yarın bana bir uğrasın baka­ lım. - Allah senin gölgeni başımızın üzerinden eksik etmesin Memet Beğ. Memet Beğ bu sefer de Meşhedi Yıldırım'a döndü: - Sekiz oğlun varmış Meşhedi emmi, mürüvvetlerini gör inşallah.


Batman Kılınç • 7�

- Sağolasın Memet Beğ, hepsi de başını senin yolunda vermeye hazırlar, bilesin. Memet Beğ gülümsedi: - Hepsini istemem de bir tanesi elat olsa fena olmazdı yani. - Baş üstüne Memet Beğ. - Peki geçimin nasıl Meşhedi emmi? - Fena değil ama bu sene çok kurak geçti. Az kalsın bütün zahmetlerimiz heder olacakh Memet Beğ. Halıkverdi: - Hintark, ya da Gargar' dan bir kanal çekilecek olursa su problemimiz çözülür aslında, - dedi. Hacı Mütellim de Halıkverdi'yi destekledi: - Allah yardımcınız olsun Memet Beğ. Sizin sayenizde pek çok vergiden de kurtulduk gerçi; iyi de geçinip gidiyoruz yani, ama şu su meselesini de çözersen . . . Memet Beğ: - Onu da düşünürüz bakalım, - dedi. Bir süre sessizlik oldu. Oturanların göz kaş işaretleriyle birbirlerine birşeyler anla tmaya çalışhklannı gören Memet Beğ: - Söylemek istediğiniz birşey var herhalde, - diye sordu. Hacı Mütellim herkesten daha yürekli çıkh: - Evet Memet Beğ, birşey daha isteyecektik. - Söyleyin öyleyse. - Yüzbaşı Emiraslan, Afşar Gulam'ın oğlunu yakalatmış, birkaç güne kadar da Şuşa'ya, İbrahim Han'ın huzuruna gönde­ recekmiş. Oraya giderse İbrahim Han'ın öfkesinden zor kurtu­ lur. Zavallı Gulam'ın tek oğlu o, gerisi hep kız. Memet Beğ, Afşar Gulam'ı iyi tanırdı. Bir vakitler Mihrali Beğ'in yaptırmış olduğu değirmeni işletiyordu Afşar Gulam. - Ne yapmış ki çocuk?


SO • Aqil Abba�

- İbrahim Han'ın develeri Kebirli'de tutuluyorur Memet Beğ. İçlerinde bir tane de beyaz deve var ki her sene ilkbaharda kızışıp çevresine olmazın zarar veriyor. Geçtiğimiz ilkbaharda yine evlilik yaşındaki bir delikanlıyı çiğneyip öldürmüştü. İbra­ him Han, devesine dokunacak olanın Cıdır ovasından aşağı ablmasını emrettiği için kimse sesini çıkaramıyor. Memet Beğ bunlardan haberdardı aslında. İbrahim Han, devesinin yine birilerini çiğneyip öldürdüğünü duyunca Ne­ cef'i çağırbp: - Yahu bizim şu deve yine bir haltlar etmiş galiba; Gülmali Beğ'e söyle de ölenin evine beş alb baş sığır manda falan gön­ deriversin, - derdi. Memet Beğ: - Afşar Gulam'ın oğlunun ne işi varmış peki deveyle? - di­ ye sordu. - Çocuk Kebirli'den dönüyormuş Memet Beğ; deve de kes­ tirmiş başının üstünü. Ne illah etmişse kaçıp kurtulamamış. Ni­ hayet öldürmek zorunda kalmış. Yüzbaşı Emiraslan da çocuğu yakalatmış hemen. İbrahim Han senin lafını dinler Memet Beğ. Memet Beğ Merdan'ı çağırıp Yüzbaşı Emiraslan'la Afşar Gulam'ın oğlunu bulup getirmesini söyledi. Sonra da yüzünü Kolanılı Kerbelayi Muhtar'a tutup: - Sizin Kolanılılar ne diye rahat durmuyor Kerbelayi Muh­ tar emmi? - diye sordu. - Bizimkilerin kanında baştanberi biraz eşkıyalık var Me­ met Beğ. İster as, ister kes farketmez. Bildiklerini okurlar. Allah onlan da böyle yaratmış işte. Kerbelayi Muhtar'ın samimi itirafı Memet Beğ'i güldürdü. Oturanların da keyfi biraz daha yerine geldi. O sırada Merdan içeri girip: - Yüzbaşı Emiraslan'Ia İbrahim geldiler Memet Beğ, - diye haber verdi.


Batman Kılınç • 81

- Gelsinler bakalım. Yüzbaşı Emiraslan'la beraber içeri boylu boslu, yakışıklı bir delikanlı girip saygıyla baş eğdi. - İbrahim Han'ın devesini öldüren yiğit bu mu? - Benim efendim, - diye delikanlı kendisi cevap verdi. - Ne cesaretle öldürdün peki koskoca İbrahim Han'ın devesini? - Baktım deve beni çiğneyip öldürecek, hiç kurtuluş yok yani. İnsanlar da "İbrahim'i deve çiğneyip öldürdü" diyecekler. Deveyi öldürdüm. Bırak da Han beni idam ettiriversin, bari in­ sanlar "İbrahim'i Han idam ettirdi" derler, diye düşündüm. Delikanlının cevabı Memet Beğ'in çok hoşuna gitti ve o kahkahalarla gülmeye başladı. oturanlar Memet Beğ'in kahkaha attığını görünce delikanlının kurtulduğunu anlayıp rahat bir so­ luk aldılar. - Yüzbaşı Emiraslan, delikanlıya güzel bir kıyafet versinler bakalım; kendisi benim yanımda kalacak bugündenberi. Yüzbaşı Emiraslan şaşırmış, ne yapacağına karar veremez bir halde kalmıştı. Çekinerek: - Peki İbrahim Han'a . . . - derken Memet Beğ onun lafını yarım bıraktı: - İbrahim Han'la ben konuşurum. O sırada hizmetçilerden biri içeri girip: - Zeynalabidin Ağa teşrif buyurmuşlar, - dedi. Memet Beğ, Zeynalabidin Ağa'nın adını duyar duymaz ayağa kalkıp dışan çıkarak bahçeye endi. Zeynalabidin Ağa Memet Beğ'i kollarının arasında sıkıca sanp: - Senden Penah Han'ın kokusunu alıyorum Memet Beğ, dedi.


1'� • Aqil Abb<ıs

Muhammet Han Kacar gözlerini yavaş yavaş açtı ve hemen de tutsak olduğunu anladı. Bulunduğu yer bir zindan olmalıydı demek ki. hayatta oluşu onu fazla sevindirmemiş gibiydi. Böy­ lesi bir yenilgiye uğramaktan ve tutsaklıktan ölmeyi yeğlerdi. Ama ne yazık ki kaderinde şerefli bir ölüm değil, rezil bir esaret varmış. Omuzundaki yara kendisini fazlaca rahatsız ediyordu. Mızrağın parçalayıp geçmiş olduğu yerden dışarıya doğru kanlı et parçaları fırlamış ve sinekler yaranın üzerine üşüşmüşlerdi. Yarasına bakınca Kacar'ın midesi bulandı ve o hemen yüzünü çevirdi. Susamışh. Kupkuru kuruyarak çat çat olmuş dudakları­ nı diliyle ıslatmaya çalışhysa da pek faydası olmadı. Beyni allak bullak olmuşhı. Kafasını dizine dayayıp tekrar uyuklamak istediyse de sinekler rahat bırakmadılar. Binbir güç­ lükle de olsa gömleğini parçalayıp omuzundaki yarayı sardı. Topu topu iki üç gün kadar önce sınırsız bir yetkiyi elinde bulu­ nudran bir adam şimdi hakir ve rezil bir biçimde zindan köşele­ rinde sürünüyordu. Bunun ne dayanılmaz bir durum olduğunu ise yalnızca o duruma düşmüş olan layıkıyle anlayabilir. Muhammet Han Kacar kaderin kendisine oynadığı oyunun nasıl biteceğini beklemek zorundaydı şimdi. Aslında bu oyu­ nun ya bir cellat kütüğünün üzerinde, ya da idam sehpası alhn­ da biteceğini de anlıyordu. Yine de ölmekten korkmuyor, herşe­ ye karşı hazırlıklı olduğunu hissediyordu. Şu mızrağı atan al­ çak kimse, biraz daha iyi isabet ettirse ne olurdu yani?! Diğer taraftan Kerim Han, Kacar'ı ne şekilde öldüreceğine karar vermek konusunda hiç acele etmiyordu. O, nice ünlü ko­ muta nlarını katletmiş ve nice ordularını yenilgiye uğratmış olan bu cesur savaşçıdan en acımasız bir şekilde öç almak hak­ kında düşünüyordu. Aslına bakılırsa Kerim Han, bu genç ada­ mın cesaretiyle beraber aklını ve uzakgörüşlülüğünü de hep taktir etmiş, hatta kendisine imrenmişti. Ve şimdi taktir edip imrendiği adam onun avuçlarındaydı. Dilediği an avucunu ka­ patabilir, herşeyi bitirebilirdi. Ama Kerim Han Zent avucunu kapatmak için acele etmiyordu.


Batman Kılınç • 83

Kapı ağır ağır açıldı ve zindan bekçisiyle kırmızı elbiseli cellatlar içeri girdiler. Muhammet Han kafasını ellerinin arasına almış oturuyordu. Kapının açıldığını duyunca kafasını yavaşça kaldırıp baktı ve cellatları görünce iyice umursamaz bir şekilde ayağa kalktı. İrikıyım iki cellat Muhammet Han'ı kollarından yakaladılar. Muhammet Han, omuzundaki yaranın acısıyla yü­ zünü buruşturdu, fakat hiç sesini çıkarmadı. Bu da akıbetimiz işte! Ölümden kaçılmaz zaten. . Ama biraz vakitsiz bir ölüm olacak bu! Muhammet Han birdenbire henüz ölmek istemediğini de hissetti ve içini karşı konulmaz bir yaşam arzusu kapladı. Ölmeden önce son bir kez su istedi. Yalvanr gibi olmamak için çok gayret ettiyse de sesinin titremesine engel olamadı: - Su! Cellatlardan bir tanesi kahkahayı patlath: - Kahve de ister misin? Bu alaylı ifade Muhammet Han'ın içine işledi. Böyle bir du­ rumda düşmanından birşey umduğu için kendi kendine kızdı. Diğer cellat kahkaya gülmekte olan arkadaşına çıkışarak: - Yeter be Şanullah, - dedi, - sen ne biçim Müslümansın? Git de su getiriver şuradan bakalım. Cellatlann yüzleri kapalıy­ dı fakat sesleri hiç de genç olmadıklannı ele veriyordu. Arkada­ şının Şanullah diye seslendiği cellat hem yaş hem de kıdem iti­ bariyle küçüktü galiba; sesini bile çıkarmadan su getirmeye git­ ti. İkinci cellat, Şanullah'ın getirdiği testiyi alıp Muhammet Han'a uzattı: - Al iç evladım. Muhammet Han testiyi alıp buz gibi soğuk suyu kafasına dikti. Su midesine doğru indikçe vücudunda ikinci bir yaşam uyanıyor gibi hissetti kendini. Doyasıya içtikten sonra suyun geri kalanını da kafasından aşağı döktü. İçinden, "Buradan kur­ tulsaydım da bana su veren şu adamın iyiliğinin altında kalma­ saydım" diye geçirdi. Testi geri verirken gülümseyerek:


� • Aqil Abb.1�

- İşte şimdi ölebilirim, - dedi. Cellatlar onun kollarını bağlamaya başladılar: - Yüzünü aç da bir göreyim! - Yüzümü görüp de ne yapacaksın? - Belli mi olur, belki birgün iyiliğinin karşılığını veririm. - Bizim yüzümüz görülmese daha iyi olur, evlat! Aslında ihtiyar cellat baştanberi bu işe bulaşmak istemiyor­ du. Adamı bu işe zorlamışlardı. İnsan kafası kesmek onun nez­ dinde tavuk kafası kesmek kadar kolay birşeydi. Bugüne kadar kaç kafa kesmişti kimbilir. Hiçbir ine de zerre kadar olsun acı­ mamıştı. "Herkesin bir işi, bir uğraşı var ya, bizim kaderimizde de cellat olmak varmış; ekmeğimizi bu işten kazanıyoruz" diye düşünüyor, yaptığı işe son derece sıradan bir uğraş olarak bakı­ yordu. Fakat bugünkü rezil görevin üstesinden nasıl geleceğini bilmiyordu işte. Böyle bir şeyi kendine yakıştıramıyordu da bir türlü. İçinin sıkıldığını, hatta ellerinin titremeye başladığını his­ setti ve: - Ben yapamayacağım Şanullah, sen Kasım'ı çağırıver, - di­ ye dışarı çıktı.· Kasım'ı çağırdılar. İçeri girip Muhammet Han'ı eli kolu bağlı olarak yerde yatıyor, bekçiyle Şanullah'ı da oturuyor bu­ lunca sordu: - Daha bitiremediniz mi ya? - Veli'yi görmedin mi, iyice pamuk kalpli kesildi bugün başımıza. Muhammet Han, kendisine su veren celladın isminin Veli olduğunu anladı ve bu ismi iyice aklında tuttu. Birgün aynı Ve­ li'yi huzuruna çağırtıp borcunu ödemek isteyecekti: - Ne dilersen dile benden! - Tek dileğim hükümdarımız efendimizi afiyette görmektir. - Birşey dile be adam, borçlu bırakma beni!


Batman Kılınç • 85

- Cellatlığın babadan oğula geçen bir meslek olduğunu bi­ lirsiniz hükümdarım. Dileğim oğlumun benim çektiklerimi çek­ memesi, onu bu işten mazur görmeniz. Kasım'la Şanullah, Muhammet Han'ın göğsünün üzerine çöktüler. Kacar'ın karş' koyacak hali yoktu zaten. Şimdi kafası­ nı uçuracaklarını düşündü, yüzünde ölümün soluğunu bile his­ setti . . . Kendine geldiğinde o korkunç anın üzerinden iki gün geçmiş bulunuyordu. Önce bütün olup bitenleri rüyada gör­ düğünü zannetti. Ama sonra kabus falan görmediğini, birkaç gündenberi tutsak edildiği zindanda olduğunu ve yine bu zin­ dandaca Kerim Han'ın cellatları tarafından yeryüzünün en bü­ yük ve en tatlı hazzından sonsuza kadar mahrum bırakıldığını anladı. En feci bir ölüm bu rezaletten bin kat daha makbule geçer­ di. Ne var ki ölüm, insanları hayatlarının en tatlı anında yakala­ yan, yeni evlileri gerdek odasının kapısı önünden alıp götüren ve daha sütten kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden ko­ parıp alan ölüm onun semtine dahi uğramak istemiyordu . Uzunca bir süre ne birşey yedi, ne d e birşey içti. Yüzüstü düşüp kaldığı yerden bile kıpırdamadı. Önce intihar etmeyi düşün­ düyse de sonra vazgeçti. İntihar etmekten vazgeçti: herkesten ve herşeyden - yeryüzünden de, gökyüzünden de, sudan da, topraktan da, insanoğlundan da öç almak için intihar etmkten vazgeçip yaşamayı yeğledi. Bir anlığına Peri'yi hatırladı. Onun Peri'ye uzanan ellerini kesmiş, Peri'ye bakan gözlerini oymuşlardı. Şimdi Peri ulaşıl­ maz birşeydi onun için. Peri'yi başka bir adamın kucağında dü­ şündü birdenbire; vücudundaki kan donuverdi, soluğu tıkandı ve kararını verdi: buradan sağ salim olarak kurtulabilirse Pe­ ri'yi öldürecekti.


86 • Aqil Abbas

Memet Beğ'in saraydan uzalaştırıldığı haberi Fethali Han'ı sevindirdi. Yıllardır Karabağ topraklarına göz dikmiş olan Fet­ hali Han şimdi Memet Beğ'in şahsında iyi bir müttefik buldu­ ğunu d üşünüyordu. Karabağ Hanlığı'nde İbrahim Han'dan memnun olmayan kim varsa Memet Beğ'in etrafında toplana­ caktı ki bu da İbrahim Han'a öldürücü bir darbe indirmek için iyi bir fırsat anlamına gelirli. İbrahim Han, dışarıdan baltalan­ ması imkansız olan bir ağaçtı ve şimdi bu ağaç içinden çürüme­ ğe başlamıştı. Fethali Han'ın karşısında bir tek problem vardı işte: Memet Beğ'i kendi safına çekmesi gerekiyordu. Memet Beğ'i ikna et­ mek kolay olmayabilirdi. Batmankılıç adı neredeyse efsaneleş­ miş ve altedilmesi imkansız bir yiğit olarak halkın dilinde do­ laşmaya başlamıştı. Özellikle de tuhaf kılıçları ve kendisine fır­ latılan oklan bile bu kılıçlarla karşılamasına ilişkin hikayeler in­ sanlan hayretlere düşürüyordu. Fethali Han, Memet Beğ gibi bir insanı parayla pulla satın almanın imkansız olduğunu da iyi biliyordu. Böyle bir adamın zayıf yönü bir tek iktidar hırsı olabilirdi belki. Bu düşünceden hareketle Memet Beğ'e şu mazmunda bir mektup yazdı: "Senin baban Mihrali Han - rahmetullahi aleyh - benim çok yakın arkadaşımdı ki İbrahim Han kendisini Şuşa'yı terket­ mek zorunda bırakınca yine bana sığınmıştı. Ben de kendisini kardeşim olarak görmüş ve bir kardeş gibi ağırlamışımdır hep. Benim rahmetliye olan sevgim de saygım da herkesin malumu­ dur. Babanın Şirvan'da öldürülmesi de İbrahim Han'ın suçu­ dur. Zira Mihrali Han onun emri üzerine katledilmiştir. İbra­ him Han şimdi de seni saraydan uzaklaştırmaya çalışıyor, zira sen onun düşmanı olan Mihrali Han'ın evlatları içinde en cesu­ ru ve en kahramanısın. Dostumun evladı benim de evladım gi­ bidir. Şimdi ben I\?thali Han, sen Batmankılıç'a güçlerimizi bir­ leştirmeyi öneriyorum. Senin cesaretin ve kahramanlığınla be­ nim ordum ve tecrübem biraraya gelince Azerbaycan'ın tama­ mını ele geçirebiliriz. Hem Mihrali Han'ın tahtına senin otur-


Batman Kılınç • K7

man gerekiyor. Eğer bu önerimi kabul ediyorsan tam bir hafta sonra Berde nerimi kabul ediyorsan tam bir hafta sonra Berde inde Şirvanlı Mustafa Han'la birlikte seni bekliyor olacağız. Al­ lah yardımcımız olsun!" Memet Beğ mektubu okur okumaz yırtıp atmak istediyse de bu düşüncesinden hemen vazgeçti. Kendi kendine, "Demek Mustafa Han da geliyor ha?! Çok iyi! Evet Mustafa Han! Seni ne zamandanberi bekliyorum bir bilsen! Beni neye sürüklemey ça­ lıştıklarına baksanıza: Cevanşir soyuna ihanet! Size öyle bir ders veriyim ki kıyamete kadar aklınızdan çıkmasın!" diye dü­ şündü. Uygur Aliş'in, "Aşkta ve savaşta herşey mübah" sözünü hahrladı. İşte şimdi babasının öcünü almak için iyi bir fırsat ya­ kalamıştı. İbrahim Han'a danışmak istediyse de bunu bir aciz olarak gördü ve babasının öcünü kimseden yardım istemeden alması gerektiğini düşündü. Önünde bir haftalık zaman vardı ve bunu iyi değerlendirmesi gerekiyordu. Memet Beğ, Fethali Han'ın elçisini hoş sözlerle gönderdik­ ten sonra Merdan'ı çağırarak, köyde eli silah tutan herkesi bira­ ya toplayarak talim yaptırmakla görevlendirdi. Ciar köylerden yardım almak istemeyerek meseleyi kimseye duyurmamaya ça­ lıştıysa da Zeynalabidin Ağa durumdan haberdar olup Ba­ yat'tan iki yüz asker gönderdi. Öğlen olmuştu. Müezzin minberden halkı namaza sesliyor­ du. Sokaklar hemen hemen boşalmış, hep hareketli olan Şuşa pazarına bile sükut hakim olmuştu. Pazarcıların bir kısmı evle­ rine gitmiş, geri kalanı ise pazarın karş'sındaki camiye toplan­ mışlardı. Pazar bomboş, maJlar ise sahipsizdi ama herkes bu sa­ hipsiz mallara kimsenin gözünün kuyruğuyla dahi bakmayaca­ ğını iyi biliyordu. Pazarın önünde birkaç boş fayton duruyordu. Faytoncular da bir kenara çekilerek seccadelerini gölgelik bir yere açmış ve namaza durmuşlardı. Namaz kılmayışından ve suratının çizgi­ lerinden Ermeni olduğu anlaşılan pala bıyıklı bir faytoncu ise faytonunun içinde uyukluyordu.


Hücresine çekilerek namaza durmuş olan İbrahim Han bir türlü kafasındaki karmakarışık düşüncelerden kurtulup kendi­ ni namaza veremiyordu. Son günlerde İran'dan gelen haberler pek de iç açıcı d eğildi ve şimdi İbrahim Han'ın aklı fikri Aras nehrinin karşı yakasındaydı. Kerim Han'ın arkasından tahta kimin çıkacağı ve olayların ne şekilde gelişeceği çok karanlıktı. Mehmet Hasan Han Kacar'ın oğlu Ağa Muhammet Han'ın Şiraz'dan kaçarak Azeri aşiretleri arasında asker toplamakta olduğu da gelen haberler arasındaydı. Öte yandan Kerim Han'ın oğlu Lutfali Han Zent aynı çabayı Farslar arasında sürdürüyordu. İran tahtı asırlardır Azeriler'in elinde bulunuyoprdu ki Kerim Han'la birlikte birdenbire Fars­ lar'ın yıldızı parlamış ve iktidarı onlar ele geçirmişerdi. Şimdi de kolay kolay geri adım atmayı düşünmüyor ve Lutfali Han'ı des­ tekliyorlardı. En ciddi rakipleri ise Kacarlar sülalesiydi. Kacarlar kendilerini Şeyh Sefi'nin varisleri olarak görüyor­ lar ve Şeyh Sefi'nin kılıcını kuşandıklarını iddia ediyorlardı. Kendilerini ilk destekleyenler Afşarlar' la Şekakiler' di ki kısa bir süre sonra Şahsevenler de onlara katılarak Kacar'ın açmı; oldu­ ğu Kızılbaş sancağının altında birleşmişlerdi. Öte yandan General Potyomkin kumandasındaki Rus or­ dusu da Kafkaslar'a sokulmuştu. Bugüne kadar İran'a yanba­ ğımlı bir durumda bulunan Gürcistan valisi de arhk İran'ı tanı­ mak istemeyerek Çariça Katerina'ya mektup yazmış ve Gürcis­ tan'ın Rusya'ya ilhakını arzu ettiğini bildirmişti. Kuba Hanlığı da Rusya'yla yakınlaşmaya başlayanlar ara­ sındaydı. Kafkasya'daki Rus ordusu İbrahim Han'ın akrabası Ümme Han'ın tahtını da tehdit eder durumdaydı. İbrahim Han korkak yaratılışlı bir insan değildi; öte yan­ dan kendi ordusuna güveni de tamdı. Şuşa'daki ordu hariç Ka­ rabağ'da beş binden fazla elat bulunuyordu ki herbirinin on as­ kere bedel olduğu söylenebilirdi. Vergilerden büsbütün muaf tutulan bu elatlar hiçbir işle uğraşmıyor, kendi arazilerini baş­ kalarına kiralayarak oradan sağladıkları gelirle geçiniyorlardı.


Batman Kılınç

• 1!9

İbrahim Han elatları sık sık biraraya toplar ve savaşa ne derece­ de hazır olduklarını kontrol eqerdi. İhtiyaç hasıl olduğu taktir­ de bu insanların Karabağ'ı kanlarının son damlasına kadar sa­ vunacaklarından da emindi. İbrahim Han'ı endişeye sevkeden şey ortalığın karışacak olup bereketli Karabağ toprağının at ayakları altında çiğneneceği, insanların evlerini barklarını ter­ ketmek zorunda kalacakları, yıllardır barış içinde yaşamakta olan ahalinin tekrar olmazın sıkıntı çekeceği düşüncesiydi. Namazını bitirdi, seccadesini toplayarak küçük bir sandı­ ğın içine koydu ve hücresinden çıktı. Dışarı çıkınca acıktığını hissetti ve öğlen yemeğini hep Molla Penah Vakıf'la beraber ye­ meği alışkanlık haline getirdiğinden onun gelip gelmediğini sordu. Hizmetçi: - Buradalar, Han hazretleri, - diye cevap verdi. Yemekte yine başbaşalardı . Molta Penah Vakıf İbrahim Han'ın endişeli olduğunu görüyordu: - Keyfiniz pek yerinde değil gibi Han hazretleri, - diye ko­ nuyu açmak istedi. - İran'da olup bitenleri kafam almıyor bir türlü. Yine iktidar kavgası başlamış. Vakıf gülümseyerek: - Can onların, cehennem Allah'ın; Han hazretleri. İbrahim Han'ın elinde şarap kadehi vardı ve Molla Penah Vakıf'ın sözü kendisini güldürdüğünden şarap boğazına takıl­ dı. Tam o sırada hizmetçi kafasını içeri uzatarak: - Hümbet Beğ geldi Han hazretleri, - dedi. - Ne istiyormuş yine. Yemekteyken rahatsız edilmek istemem dememiş miydim? - Ben de öyle söyledim zaten Han hazretleri. Ama ısrar etti. Çok önemli bir meseleymiş ve sonraya bırakılacak olursa iş iş­ ten geçer diye korkuyormuş. İbrahim Han elindeki mendille ağzını ve elini silerek:


- Peki gelsin, - dedi. - Ortalığı da toplayıverin artık. Söyle kahve getirsinler. - Sonra da yüzünü Hümbet Beğ'den pek haz­ zetmediğini bildiği Vakıf'a tuttu: - Bakalım neymiş o çok önem­ li mesele! Vakıf gülümseyerek: - Yine birilerini ihbar edecek herhalde, - dedi. İbrahim Han da gülümsedi: - Yahu şu zavallı akrabamdan ne istediğini bir anlayabil­ sem . . . - Hümbet Beğ çok yalaka bir adam Han hazretleri. Öyle bir adamdan herşey beklenir. Hümbet Beğ içeri girdi ve Vakıf'ın da burada olacağım tahmin edemeyinden onu görünce bozulur gibi oldu. İbrahim Han: - Otur bakalım, - diye Hümbet Beğ'e yer gösterdi. - Teşekkür ederim Han hazretleri. Kahve getirdiler. Hizmetçi fincanları bırakıp dışarı çıkınca İbrahim Han kahveden bir yudum alarak: - Yine ne haber getirmişsin bakalım, - dedi. Hümbet Beğ gözünı.in kuyruğuyla Vakıf'a bakh. İbrahim Han, onun Vakıf'ın burada bulunmasından rahatsız olduğunu anladı, Vakıf ise yüzünde alaycı bir ifadeyle dışarı çıkh. Hümbet Beğ anlatmaya başladı: - Batmankılıç bir süredenberidir ordu topluyor Han haz­ retleri. Bayat ve Kolanı'nın ileri gelenlerini de gizlice toplantıya çağırmış. Bir de adamlarım Fethali Han'ın elçisini görmüşler Batmankılıç'ın yanında. İbrahim Han öfkeyle kaşlarım kaldırdı. Odanın içinde do­ laşmaya başlayarak: - Niyeti ne peki? - diye sordu.


Batman Kılınç • Y I

- Niyetinin ne olduğundan emin değilim Han hazretleri. Ama sanırım size karşı isyan bayrağı açmaya hazırlanıyor. İbrahim Han Molla Penah Vakıf'ı çağırttı: - Sen de duy, Memet Beğ bana karşı isyan hazırlığı için­ deymiş. Hem ordu topluyor, hem bazı saygın zatları kendi safı­ na çekiyor, hem de Fethali Han'la haberleşiyormuş. İbrahim Han ciddi ve öfkeli konuşuyordu. Vakıf: - Açıkçası, Memet Beğ'in size isyan etmeyi düşündüğüne inanamam Han hazretleri, - dedi. - Hem böyle birşey yapması­ nın ne gibi bir anlamı olabilir ki? İbrahim Han: - Tahta çıkmak istiyordur işte . . . - dedi. Sonra da Hümbet Beğ'e hitapla: - Ebulfeth Ağa'yı bul bana. Ben burada İran'ı dü­ şünüyorum, oysa yılanı koynumuzda besliyormuşuz, - diye ek­ ledi. İbrahim Han'ın fazlaca sinirli olduğunu gören Vakıf onun öfkesini yahştırmak istedi: - Birini gönderelim de herşeyi iyice araşhrsın bakalım. Hümbet Beğ, Ebulfeth Ağa da yanında olduğu halde geri geldi. Ebulfeth Ağa baş eğerek babasının emrini bekledi. - Arkadaşın Kehrizli' de uslu durmuyormuş hiç, Ebulfeth Ağa. Yanına beş yüz süvari al; söyle benim ahmı da hazırlasın­ lar. Hep beraber Kehrizli'ye gidiyoruz. İbrahim Han, Molla Penah Vakıf, Ebulfeth Ağa, Alikulu Han, Hümbet Beğ, yüzbaşı Kurbanali ve beş yüz kadar süvari Kehrizli'ye gitmek üzere kaleden ayrıldılar. Ebulfeth Ağa'nın keyfi iyice kaçmıştı. Kardeş gibi sevdiği kuzeninin babasına başkıldaracağını hiç mi hiç beklemiyordu. Defalarca Kehrizli'ye misafirliğe gitmişti ve kuzeniyle beraber güzel meclisler kurarak hoşça vakit geçirmişlerdi. Fakat bugüne kadar Memet Beğ' de babasına karşı hiçbir art niyet hissetmiş değildi. Şimdi Memet Beğ'in isyan hazırlığı içinde olduğunu


duyunca içinden çıkılamaz bir durumda kalmıştı. Memet Beğ'e karşı kılıç sallayabileceğini aklının ucundan dahi geçirmiyor ve bütün bu işlerin tatlılıkla sonuçlanmasını diliyordu. Aniden Hümbet Beğ eliyle ileriye doğru işaret: - Baksanıza Han hazretleri, - dedi. Askeran kalesinin burçlarından birinden simsiyah bir du­ man yükseliyordu ki bu duman yaklaşmakta olan bir felaketin habercisi gibiydi. İbrahim Han, Memet Beğ'in Şuşa üzerine ordu yürüttü­ ğünden iyice emin olmuştu artık. yüzü öfkeden mosmor kesil­ d i . Dönüp Molla Penah Vakıf'a baktı; bakışlarıyla "İşte senin Memet Beğ'in!" der gibiydi. O sırada dağların arkasından, Şahbulak gözlem kulesi isti­ kametinden yükselen ikinci bir dumanı farkettiler. İbrahim Han şaşırıp kalmıştı. Hayır, bu Memet Beğ'in işi olamazdı. Başka bir düşman Karabağ üzerine saldırmıştı demek ki. İbrahim Han ve maiyetindekiler hızlandılar. Askeran kalesinin kapıları ardına kadar açıktı. Kalede üç dört asker hariç kimsecikler yoktu. Askerlerden biri İbrahim Han'ı görünce koşup atının dizginlerine sarıldı. - Nerede bu insanlar? - Fethali Han bize saldırmış Han hazretleri. Berde'ye kadar sokulmuş. Batmankılıç Bayatlı yiğitlerle birlikte yetişerek onun karşısına çıkmış. Berde'de kıran kırana bir savaş yapılıyor şimdi Han hazretleri. Bizimkiler de Batmankılıç'ın yardımına koştu­ lar. İbrahim Han beklemediği bu cevaptan iyice şaşırdı ve yine dönüp Molla Penah Vakıf'a baktı. Bu kez de Vakıf bakışlarıyle, "İşte benim Memet Beğ'im!" der gibiydi. fbrahim Han'ın sesi gürledi: - Ebulfeth Ağa ! - Emret Han hazretleri!


B;ıtın;ın Kılınç • 93

- Süvarilerden üç yüzünü alıp bir an önce Berde'ye, Memet Beğ'in yardımına yetişiver. Biz de geliyoruz. Ebulfeth Ağa' ya dünyaları vermişlerdi sanki. - Ya Hazret-i Ali! - diyerek atını koşturdu. Fethali Han'ın ordusu beklemediği bir saldırı karşısında ne yapacağını bilemez bir duruma düşmüştü. Bir müttefik olarak bekledikleri Memet Beğ'le süvarileri Fethali Han'ın ordusunun içine dalınca aniden kılıçlarını çıkararak onlara atlarına binme fırsah bile vermemişlerdi. Sayılarının üç, dört kat az olmasına rağmen bu ani hücümla büyük bir üstünlük sağlamış olan Ka­ rabağlılar'ın yardımına Askeran kalesinden gelenler de yetişin­ ce savaşın kaderi belli oldu. Kendinden çok daha genç biri tarafından böylesine aldahl­ mış olmaktan dolayı kendine gelemeyen Fethali Han başka bir kurtuluş yolu olmadığını anlayınca kaçmaya başladı. Ebulfeth Ağa gelip yetiştikte savaş bitmiş sayılırdı artık. Memet Beğ Fethali Han'ın değil, yenilgiye uğrayacaklarını anla­ yınca başındaki otuz kırk kadar süvariyle birlikte Şirvan'a kaç­ mayı yeğlemiş olan Mustafa Han'ın peşinden gitmeyi uygun buldu. Memet Beğ'in süvarileri Aksu civarında Mustafa Han'ı ve iki oğlunu yakaladılar. Süvariler şehre girdiler ve halka dokun­ madan doğrudan saraya yöneldiler. Sarayın muhafızları karşı koymanın anlamsız olduğunu görünce silahlarını bırakhlar. Me­ met Beğ Mustafa Han'ı, onun oğullarını ve hazineyi alarak Ak­ ' su dan ayrıldı. Aksu nehri üzerinde bir süre dinlendikten sonra yüzbaşılardan birini çağırarak tutsakları getirmesini emretti. Mustafa Han'ı ve oğullarını getirdiler. Memet Beğ her an hüngür hüngür ağlayacak kadar dolmuştu. Mustafa Han'ın karşısına geçip: - Burayı hatırladın mı? - diye sordu. Memet Beğ'in neyi kastettiğini anlamayan Mustafa Han omuzlarını kaldırdı.


'H • A q i l Abb��

- -Burası babam Milmıli Beğ'i misafirlik adıyla davet ederek öldürttüğün yer işte. Babamı şu palamutun7 altında öldürterek kanını da işte şu nehre akıtmışsın. Memet Beğ'in gözbebeklerindeki ateş Mustafa Han'ı kor­ kuttu . . . . . . İbrahim Han İ ran' dan Karabağ'a dönüce babasının mek­ tubunu ve Kerim Han'ın fermanını kardeşi Mihrali Beğ'e taktim etti. Kerim Han, Penah Han'ın rızası üzerine İbrahim Han'ı Ka­ rabağ H a n ı olarak a tamıştı. Babası Pena h Han da Mihrali Beğ'den küçük kardeşi İbrahim'e yardımcı olmasını istiyordu. Mihrali Beğ kardeşine sarılıp onu öptü. Şuşa'da üç gün sü­ reyle bayram ilan edildi. Meclisler kuruldu. Karabağ'ın ileri ge­ lenleri d eğerli hediyelerle birlikte Şuşa'ya akın ederek yeni Han'ı kutladılar. Mihrali Beğ işleri kardeşine devredince hazineden kendine ait olan serveti alıp Kehrizli' deki mülküne taşındı. Mihrali Beğ'i yoldan çıkaramayan bazı bedhahlar İbrahim Han'ın gençliğin­ den ve tecrübesizliğinden yararlanarak onunla kardeşinin arası­ nı bozmaya çalıştılar. Mihrali Beğ'in sarayın civarına bile uğratmadığı Hümbet Beğ, kızkardeşini İbrahim Han'a verince Karabağ'ın en nüfuzlu adamlarından biri olup çıktı. Mihrali Beğ'den öcünü almak için her fırsatı d eğerlendirmeye çalışan Hümbet Beğ nihayet amacı­ na ulaştı. İbrahim Han'ı yoldan çıkararak Mihrali Beğ'in hazi­ neden aldığı serveti geri istemesini sağladı. Mihrali Beğ bu ser­ vetin onun şahsına ait olduğunu kanıtlamaya çalıştıysa da İbra­ him Han onu dinlemeyerek inat etti; hatta Mihrali Beğ aldıkları­ nı iyilikle geri vermezse zor kullanacağını söyledi. Mihrali Beğ Uygur Aliş'i araa yapmak istediyse de Uygur Aliş bunun anlamsız olduğunu bildiğinden: 7

Palıd, pelit, Quercus

L.


Baım.ın Kılınç

• \I�

- İ brahim beni dinlemeyecek Mihrali Beğ, - dedi . - Sen b �bamız Penah Han'ın en yakın arkadaşı ve sırdaşıy­ . dın ihtiyar; lbrahim seni nasıl dinlemez? - Penah Han yaşıyor olsaydı sen haklıydın. Ama şimdi du­ rum bambaşka. Sarayda beni sevip sayan çok mu zannediyor­ sun? Mihrali Beğ'in ısrarları üzerine Uygur Aliş saraya gelip İb­ rahim Han'la görüştü. - Mihrali Beğ senin ağabeyin İbrahim Han, hep de sana sa­ dık. Aranızdaki anlaşmazlık Karabağ'ın lehine olmayacaktır. Şu hazine meselesini duymayan kalmamıştır herhalde. - Evet İ htiyar, Mihrali Beğ benim ağabeyim. Onun uğruna canımı bile veriri. Fakat o beni kaale almıyor ki. Hazinenin yarı­ sını alıp götürmüş, geri vermeyi de düşünmüyor hiç. - Mihrali Beğ sadece şahsi servetini almış İbrahim Han. Hem zaten Karabağ'ın tamamı gibi o servet de senin sayılmaz mı? - Eğer benim sayılıyorsa neden benim hazinemde durmu­ yor? Memleketin bir tane hazinesi olur. Yine memleketin bir ta­ ne ordusu olur; oysa Mihrali Beğ yanında ordu bulundurmayı da d üşünüyormuş duyduğum kadarıyla. Uygur Aliş'in çabalaı hiçbir sonuç vermedi ve İbrahim Han nihai karamı ilan etti: - Eğer aldıklarım bir hafta içerisinde teslim etmezse zor kullanmak durumunda kalacağım! Uygur Aliş İbrahim Han'ın kararını Mihrali Beğ'e söyleyince o: - Şimdi ne yapmalı dersin; asker toplayarak kardeşimle sa­ vaşım mı yani? - diye sordu. Uygur Aliş bu fikre itiraz etti. Böyle bir çekişme Karabağ Hanlığı'nın sonu anlamına gelirdi. Nihayet hazineyi güvenli bir yerde saklamayı kararlaştırdılar.

O sırada hizmetçilerden biri içeri girerek:


96 • Aqil Abb.,�

- Sizinle görüşmek isteyen birileri var efendim, - diye ha­ ber verdi. - Gelsin bakalım. İ çeri yabancı bir adam girdi ve baş eğdikten sonra koynun­ dan bir mektup çıkararak Mihrali Beğ'e uzattı. Mihrali Beğ mektubu aldı, hizmetçilerine de elçiyi ağırlama­ larını emrettikten sonra mektubu Uygur Aliş'e uzattı. Şirvanlı Mustafa Han Mihrali Beğ'i Şamahı'ya davet ediyor ve kendi hi­ mayesini önererek Şirvan'daki Bayat köyüne yerleşmesini sağla­ yacağını vadediyordu. Uygur Aliş Mihrali Beğ'i uyardı: - Böyle vaatlere inanma Mihrali Beğ. Mustafa Han sana kardeşinden daha mı yakın yani? Olsa olsa senin elindeki serve­ te göz dikmiştir o. - Ama burada kalıp kardeşimle çekişeceğime Şirvan'a gi­ derim daha iyi . . . - Şirvan Hanlığı senin rahmetli babanla d a düşmandı za­ ten. Eski hesapları unuttuğunu zannetmiyorum. Ben gitmeni asla tavsiye etmem zaten. Uygur Aliş çok şeyler biliyor, insanları kötülüklerden sa­ kındırmaya çalışıyordu hep. Ne var ki insanların içindeki ena­ niyet, onların doğru tavsiyelere uymalarına engel oluyordu ço­ ğu vakit. Bu nedenle de Uygur Aliş doğru bildiğini söylüyor, fakat fazla ısrar etmiyordu. Şimdi de Mihrali Beğ'i uyarmıştı iş­ te. Artık yapabileceği birşey yoktu. Gece olunca Uygur Aliş'le Mihrali Beğ hazineyi güvenli bir yere sakladılar. Ertesi gün ise Mihrali Beğ maiyetindeki insan­ larla birlikte Şirvan'a gitmek üzere yola koyuldu. Uygur Aliş, Mihrali Beğ'in ailesini de beraberinde götürmesini uygun gör­ meyerek: - Sen kendin bir yerleş bakalım önce, - dedi. - Aileni daha sonra yanına bizzat ben getiririm. Mustafa Han misafirlerini Aksu nehri kıyısında karşıladı. Mihrali Beğ bu saygılı karşılamadan duygulanarak Mustafa


Batman Kılınç • 97

Han'a sarıld ı. Nehir kıyısındaca güzel bir meclis kuruldu, ne var ki bu meclis aynı güzellikte sona ermedi . Mihrali Beğ'in, kendi servetini beraberinde getirmediğini duyan Mustafa Han öfkelendi, suratı birdenbire asıldı ve . . . İbrahim Han kardeşini başına gelenleri öğrenince hüngür hüngür ağladı. Mihrali Beğ'in naaşını getirterek Penah Han'ın ayak ucunda defnettirdi. Karabağ'ın tamamında kırk gün sü­ reyle matem ilan edildi. İbrahim Han, kardeşini biricik varisi olan Memet'i saraya getirterek eğitimini Uygur Aliş'e havale et­ ti. Sonra da Şirvan'a yürümek üzere orduyu hazırlmaya başla­ dı. Fakat Rus ordularının Derbent'e gelişi İbrahim Han'ın bu ni­ yetini gerçekleştirmesine fırsat vermeyerek Şirvan'ı onun öfke­ sinin kumbanı olmaktan kurtardı. . . . . . Memet Beğ'in işareti üzerine Mustafa Han'ın oğullarını da getirdiler. - Ben kendimi bildim bileli baba özlemiyle yaşadım Musta­ fa Han; şimdi de sen oğul özlemiyle yaşayacaksın. Memet Beğ, Mustafa Han'ın oğullarının kafalarını kesmeyi, kendisinin ise gözlerinin oyulmasını emretti. Daha sonra Mus­ tafa Han'ı salıverdi ve: - Seni öldürterek acılarına son vermek istemem, - dedi. Git de evlat acısıyla yaşa hayatının geri kalan kısmını. Memet Beğ, Mustafa Han'ın hazinesinin bir kısmının asker­ lere dağıhlmasını emretti, bir kısmını ise İbrahim Han'a hediye olarak gönderdi. Şuşa baştanbaşa bir bayram havası içindey d i . İ brahim Han'ın emri üzerine Memet Beğ'in karşılanması için özel hazır­ lıklar yapıldı. Hatta Hümbet Beğ ve sarayın diğer ileri gelenleri­ nin ısrarlı itirazlarını dinlemeyerek Memet Beğ'i karşılamak üzere saraydan çıkarak Gence kapısına kadar geldi. Amca yeğen birbirine sarılıp öpüştüler; kurbanlar kesildi . . .


f':ladir Şcıh Afşar'ın ölümü ülkedeki du rumu dcıha da kritik­ leştird i. Ilımlı bir insa!1 olan Baba Han Afşar tnhta çıkınca işler d üzelir gibi old u . Halk uzun bir zamandanberi böylesine adil bir hükümdar görmüş değild i ve Baba Han Afşar tarihe Adil Şah adıyla geçti. Ama aynı Adil Şah, tahta çıkışının üzerinden bir sene bile geçmeden yatağındaca öldürüldü ve haincesine ya­ pılmış olan bu katil tekrar ülkenin altını üstüne getirdi . . . . Sülaleler arasındaki çekişmeler ülkeyi kaynayan bir ka­ zana çevirmişti. Uçsuz bucaksız İ ran impara torluğu yirmi civa­ rında Hanlık' a parçalanmış ve bu küçük devletçikler arasındaki savaşlar işleri iyice içinen çıkılamaz bir duruma sokmuştu. Peş­ peşe yapılan savaşlar on binlerce insanın hayatına maloluyor, şehirler harabeye dönüşüyor, köyler yakılıp yıkılıyordu. Urmiya'da Fethali Hnn Afşar, Mazandaran'da Mehmet Ha­ san Han Kacar, Fars topra klarında ise Kerim Han Zent ordu toplayarak pad işahlık iddia ed i yorlard ı . Daha düne kadar İ ran'ın ismi gelince saklanacak delik arayan Afgan Azat Han bi­ le bu topraklarda at oynatacak kadar ileri gidebiliyordu. Afgan Azat Han'ın orduları hatta Mehmet Hasan Han Kacar'ı Mazan­ daran'ı terketmek zorunda bırakarak Tebriz'e kadar sıkıştırmış­ tı. Mehmet Hasan Han Karabağ'a, Penah Han Cevanşir'e mek­ tup göndermiş ve "Şah İ smail'in başkentinin yabancı orduların ayakları altında çiğnenmesine izin" verme diyerek kendisinden yardım istemişti. Penah Han da oğlu Mihrali Beğ komutasında üç bin süvariden ibaret bir orduyu Mehmet Hasan Han'ın yar­ dımına göndermiş ve Mehmet Hasan Han Kacar on sekiz binlik bir ord uyla A fgan Azat Han'ın karşısına çıkarak onu mağlup etmişti. Kerim Han Zeni ıse rakiplerinin birbirleriyle savaşarak gtiç kcıybctml·ll'rini bekliyor ve çekişmeye girmeyerek ancak kl·ıı d i ord u � ı ı ıı u giil: l l-ııd irmeye ç .ı lışıyord u . Diğer Hanlar'ın bi r b ı r lcri n i ı \ ı ce ' ı ıı r. ı t m a larını bı:.• kleyen Kerim Han bir kur­ nM l ı k daha ycı ı'. ı r. ı h. ivklı met Hasan Han'ın komutanlarından i ki s i n i satın a l d ı ' l' n ıı l . ı ıı ı ı ,·,ırd ım ıyla Mehmet Hasan Han'ı uyu d u )?;u yvıd v ıildurtılllT• mu vaffak oldu . Fethali Han'la Pe-


llaıınan Kılınç

• 99

nah H Cl n C1rasındC1ki C1dC1veti de iyi değerlendirerek Penah Han'ı kendi safına kattı ve böylece Fethali Han'ı da yenilgiye uğratıp ülkeyi ele geçird i . Zentler'in köklü bir sülale olmayışı ve şahlık iddia edebilecek bir geçmişlerinin bulunmayışı dolayısıyla Ke­ rim Han kendini Şah ilan edemeyerek "Şah'ın vekili" adlandır­ dı ve sözde gelip tahtına sahip çıkmasını beklediği Şah'a veka­ let ettiğini duyurdu. Kerim Han'ın iktidarı döneminde savaşlar azaldıysa da büsbütün ortadan kalkmadı. Hanlar akıllarına estiği gibi hare­ ket ediyor ve yer yer "vekil" den çekinmediklerini göstermekten geri durmuyorlardı. Bütün bu karmakarışıklığa ilaveten, hiçbir Hanlık iç çekişmelerden kurtulabilmiş de değildi. Taht uğruna babayla evlat, kardeşle kardeş arasında kavgalar almı; başını gi­ diyordu. İ nsanlar birbirlerinin kanına susamış gibiydiler. Nadir Şah'ın ölümünün ardından parçalanmış olan impa­ ratorluğu tekrar güçlü bir devlet haline getirebilecek bir şahıs henüz mevcut değildi. Ama tarihi şartlar yavaş yavaş olgunlaş­ maktaydı ve 1 799 yılında Kerim Han Zent ölünce beklenen tari­ hi şahsiyet kılıcını kınından çıkarıp meydana fırladı. Ü lkede iç savaş tekrar şiddetlendi. Ağa Muhammet Han Kacar on sekiz senedenberi beklediği anın yetiştiğini hissedince Kızılbaş sancC1ğını açtı ve bu sancak uzunca bir süre koca bir ül­ kenin başı üzerinde dalgalanadurdu. İ ktidar kavgası artık sülalaler arasındaki çekişmeler olmak­ tan çıkarak, iki millet - Azeriler'le Farslar arasındaki mücadele halini almıştı. Kerim Han'ın sayesinde geçici bir süre için mevki sahibi olmuş Fars aşiretlerinin reisleri şimdi geri adım atmak is­ temeyerek Kerim Han'ın oğlu Lutfali Han komutasında birlik ve beraberlik içinde mücadelelerini sürdürüyorlardı. Azeriler ise Kacar'ın açmış olduğu Kızılbaş sancağı altında birleşerek kendilerini İ ran'm gerçek varisleri ilan etmişlerdi. Şah İsmail'in açtığı Kızılbaş sancağı İ ran üzerinde iki yüz seksen senedenberi dalgalanmaktaydı ve şimdi �acar � a kendisinin aynı soya men­ sup olduğunu iddia ediyordu. Şah Ismail'in en yakın silah arka-


1 110 •

Aqıl r\blı.1,;

d aşların dan ve en başarılı komu tanlarından bir tanesi olup, onun tahta çıkmasında da büyük hizmetleri bulunan Piri Beğ Kacar'r büyük babalarından biri olarak sahipleniyor ve böylece Kızılbaş sancağını taşıma hakkını kend inde görüyord u . Ka­ car'ın ordusunda Afşarlar, Kacarlar, Şahsevenler de çoktu, ama bu ordunun bel kemiğini Kızılbaşlar oluşturuyorlardı. Komu­ tanların çoğu da yine Kızılbaşlar'dı. Kerim Han'ın hizmetindeyken yıllarca kendini ki taplara vakfederek pek çok ilme yakın aşinalık kazanmış olan Kacar kı­ sa bir sürede güçlü ve disiplinli bir ordu yaratmaya muvaffak olmuştu. Ne var ki bütün rakiplerinin, kuvvetlerini birleştirerek onun üzerine yürümeleri müstakbel şahinşahın içinde bulun­ duğu durumu kritikleştirmişti . Ö te yandan kardeşlerinin d e düşman saflarına geçip onlarla işbirliği yapmaları Kacar'ı iyice çıkmaza sokmuştu . En sadık kardeşi ve en büyük destekçisi Ca­ fer Kulu Han ise Hazar kıyılarındaydı. Lutfali Han Kacar'la baş edemeyeceğini anlayarak müstakbel şahinşahın bütün rakiple­ rini kendi etrafında birleştirmeye çaiışıyordu. Hatta kuzey Han­ lıklar'ı ve _rak kürtleriyle de işbirliği yapıyor, Kacar'ı büsbütün müttefiksiz bırakmak istiyordu. Bu arada İ brahim Han'a da bir mektup yazarak onun babası Penah Han'la kendi babası Kerim Han Zent arasındaki dostluk ve kardeşlikten bahsetmiş ve gele­ ceğe yönelik olarak. güzel vaatlerde bulunmuştu. Ama zeki ve basiret sahibi bir insan olan İ brahim Han Penah Han'la Kerim Han arasındaki il işkilerin seyrini de iyi bild iğinden Lutfali Han'ın mektubunu, mektubu getiren elçinin gözleri önünde yır­ tarak ayaklar altına atmıştı. Kacar, kendi aleyhind eJ...i ittifakların çoğundan habersiz ol­ sa da Lu tfali Han'ın sadı·ce Farslar'ı değil, diğer milletleri d e kend i etrafında birleştirmeye çalıştığını biliyordu. Önüne dil�i­ len bütün engellerle akıl ve sabırla başa çıkmaya çalışarak Lut­ fali Han'ın işini bitirmeye hazırlanıyordu. Azerbaycan'ın kuzeyindeki Hanlıklar bir kenara çekilmiş Kacar - Lutfali Han savaşını kimin kazanacağını bekliyorlardı


U.ı t nı�n Kılın�· •

101

ve dolayısıyla bütün bu çekişmelerin dışındalardı. Ne var ki kendi aralarında didişmekten de geri durmuyorlard ı. Fethali Han, Rusya'nın desteğini arkasına alınca Şeki ve Şirvan'm üzeri­ ne yürüyor; Cevat Han daha düne kadar kendisinden asılı du­ rumda olduğu İ brahim Han'ı tanımak istemiyordu. Fethali Han Şirvan' dan Karabağ'a geçmek istediyse de Memet Beğ'in süvari­ lerince geri püskürtülerek tekrar Kuba'ya çekilmek zorunda kal­ dı. İbrahim Han akrabalanndan Umay Han'ı Gence üzerine gön­ dererek Cevat Han'a haddini bildirmek istedi. Öte yandan Azer­ baycan Hanlıkları arasındaki didişmlerden karlı çıkmak isteyen Gürcistan çarı Gence ve Zakatala üzerine yürüdüyse de halkın karşı koyması sayesinde hiçbir şey elde edemeyerek geri çekildi. İ ran ise ateşler içindeydi. 1 783 yazında Mazandaran ve Astaraba t üzerine yürüyen Kacar komutanlık yeteneğini daha ilk savaşlardan itibaren gös­ termeye başladı. Her iki şehir kısa bir sürede kapılarını Kacar'ın ordusuna açmak zorunda kaldı ve kışı Mazandaran'da geçiren fatih ilkbaharda Şah Sefi'nin kuşaktan kuşağa aktarılarak ken­ disine ulaşmış olan kılıcını önce Tahran, sonra ise Kum şehirle­ rinin üzerine doğrulttu. Bu arada kardeşi Cafer Kulu'yu da İ sfa­ han üzerine gönderdi. Birkaç ay süren savaşlar 1 785 ilkbaharın­ da Kızılbaşlar'ın zaferiyle sonuçlandı. Cafer Kulu da müstakbel şahinşahın karşısında dizleri üzerine çökerek İsfahan şehrinin anahtarlannı kendisine taktim etti. Hemen hemen bütün Fars toprakları Kacar'ın eline geçmişti ve Lutfali Han hfıla güçlü sa­ yılabilecek bir orduyla Girman'a çekilmek zorunda kalmıştı.

Nihayet Kızılbaş ordusu Girman üzerine de yürü yerek uzun bir savaş'n akabinde şehri ele geçirdiler. Lutfali Han Zent savaşta öldürüldü ve Kacar ülkenin tek hakimi haline geldi. As­ keri gücün ötesinde politik iktidar da büsbütün onun eline geç­ miş ve kendi büyük ideallerini gerçekleştirmek için önünde hiç­ bir engel kalmamıştı . Öncelikle köklü sülale ve aşiretlerin büsbütün sindirilerek herkesin Kacarlar'a boyun eğmesini sağlamak gerekiyordu. Ka-


car, bugün unun iktid arını kiıbullenmek zorunda kalmış olan insanlardan çoğunun yarın tekrar düşman saflarına geçebilece­ ğine inanıyordu. Bu yüzden diğer sülale ve aşiretleri ülke yöne­ timinde hiçbir hak iddia edemez duruma getirmek ve bu hakkı yalnızca Kacarlar'a ait olduğunu herkese duyurmak lazımdı. İ kinci olarak eski ve artık işe yaramayan yönetim tarzının yerine yeni ve karşısına dikilen bütün meseleleri çözmek iktida­ rında olan bir yönetim tarzı oturtmak gerekiyordu . Bu çok önemli ve ivedilikle gerçekleştirilmesi gereken bir çalışmaydı; zira Kacar askeri yürüşler sırasında ülkede hiçbir sorunun baş kaldırmayacağından ve yönetim çarkının tıkır tıkır dönmekte olduğundan emin bulunmak zorundaydı. Ü çüncü olarak� uzunca bir zamandanberi süregelen savaş­ lardan büsbütün bıkmış usanmış olan halkın durumunu iyileş­ tirmek ve geniş kitlelerin rağbetini kazanmak icap ediyordu. Son ve en önemli mesele ise çok güçlü ve merkezi bir dev­ letin yaradılması idi. Hanlar'ın hukukları azami olarak kısıtla­ nacak ve bütün iktidarın bir merkezde toplanması sağlanacaktı. Kacar, bütün bunların sadece kılıç gücüne başarılamayaca­ ğını anlıyor, çok sert ve zalim bir hükümdar olmasına rağmen yerine göre yumuşak davranmasını ve affetmesini de biliyordu. İ ktidarını pekiştirmek için Kacar önce yerel yöneticilerin hukuklarını kısıtlamaya başladı. Şah İsmail'in daha önce uygu­ lamış olduğu politikayı uyguluyor ve yerel yöneticileri sık sık bir vilayetten başkasına a tayarak onların bulundukları yerde kendilerine çevre edinerek güç kazanmalarına olanak tanımı­ yordu. Memleketlerinden koparılarak başka bir vilayete atanan yöneticilerin kendi sülale ve aşiretlerinin yoğun desteğini alma şansları kalmıyor ve onlar her gittikleri yerde herşeye sıfırdan başlamak zorunda kalıyorlardı. Bu hususta asla taviz vermeyen Kacar memnuniyetsizliğini dile getirme cesaretini gösterinleri acımasızca cezalandırmaktan geri durmuyordu.


H.ıım.ın Kılınç •

103

Yüzbaşı Armo'nun evinde küçük, cıma mükellef bir meclis kurulmuştu . Hü mbet Beğ, M irza Ali Beğ, Binbaşı Gulam ve Feyzi Beğ ayşuişrete, Armo ise bizzat bu saygın misafirlerini.n hizmetinde koşturup durmaya meşguldü. Bu adamlar Armo'nun evindeki benzeri eğlencelere çoktan alışkınlardı. Meclis her defasında geç saa tlere kadar uzar, sonra da her biri Armo'nun getirttiği genç kızlardan bir tanesini koy­ nuna alıp bir odaya çekilirdi. Sabah olunca daha iyice ayılma­ mış olan Hümbet Beğ şakayla karışık olarak okurdu: Alırsın Müslüman karısın Genç ömrünü hasta eder Sararsın Ermeni kızını Her gece seni mest eder İ brahim Han bu eğlencelerden habersiz değildi aslında; ama Hümbet Beğ'in yaptığı pek çok şeyi görmezlikten geliyor, kulağına ulaşan söylentileri duymamış gibi yapıyordu. Hümbet Beğ genç ve güzel kızkardeşini İbrahim Han'a verip onunla ak­ raba olmuştu gerçi, ama kendisine karşı bu kadar töleransh davranılmasının tek nedeni bu değildi elbette. İ brahim Han, hem sarayda hem de sarayın dışında cereyan eden herşeyi, bazı insanların neler d üşündüklerini, kimin kimle buluşup ne ko­ nuştuğunu ve benzeri her türlü bilgiyi Hüınbet Beğ aracılığıyla elde ediyordu. o kadar ki Hümbet Beğ'in adı " İbrahim Han'ın kulağı"na çıkmış, hatta kendisi de bunu duyunca kızmak yeri­ ne gurur duymuştu. Sarayın ileri gelenleri bile Hümbet Beğ' den ayan beyan çekiniyor ve " İbrahim Han'ın kulağı"nın bulundu­ ğu ortamlarda kendilerini her hareketlerine dikkat etmek zo­ runda hissediyorlardı. Bu arada Hümbet Beğ'e hizmet göster­ mek isteyler de çoğalıyor, çevresinde dönüp dolaşanların sayısı her geçen gün artıyordu. Gulam, Hümbet Beğ'in sayesine mev­ ki sahibi olmuş, Feyzi Beğ yine onun yardımıyla saraya yol bul­ muştu. Hümbet Beğ' in sevmediği adamlar İbrahim Han'ın da gözünden düşüyor, itibarlarını kaybediyorlardı. Mesela İ smail


Beğ binbaşı rütbesi nden fazlasını eld e edememişti bir tü rlü. Hümbet _ Beğ kendisini Memet Beğ'in adamı olarak tanıtmış ve bu İsmail Beğ'in yükselişini önlemek için yeterli olmuştu. Mihrali Beğ öneminde köpek kadar itibarı olmayan Hüm­ bet Beğ şimdi adam olup adamlar sırasına katılmışd ı. Yeryü­ zünde kendisinden çekindiği tek insan Memet Beğ'di; azıcık da Molla Penah Vakıf'tan çekindiği söylenebilirdi. Mihrali Beğ'le bir türlü iyi geçinememiş olan Hümbet Beğ'in Memet Beğ'den çekinmesinin tek nedeni Memet Beğ'in Mihrali Beğ'in oğlu ol­ ması da değildi aslında. Birgün kulağını Memet Beğ'in hançeri­ ne kaptıracağını hissetmişti sanki. Gerçi Memet Beğ " İbrahim Han'ın kulağı"nı kesecek kadar ileri gidemez diye düşünüyor, öte yandan da bu düşüncesinin boş bir teselli olduğunu anlıyor­ du. Memet Beğ öfkelenince ne İbrahim Han'ı tanıyordu ne de başka birini. Hümbet Beğ, İbrahim Han'ın yönetiminden mem­ nun olmayan insanların umutlarını Memet Beğ'e bağladıklarını ve her an onun etrafında birleşmey hazır bulunduklarını da bi­ liyordu. Dolayısıyla Memet Beğ bigün İbrahim Han'ı devirerek onun tahtına oturabilir ve böyle bir gelişmenin Hümbet Beğ için sadece kulağını değil, kafasını da kaybetmekle sonuçlanması kuvvetle muhtemel. Bu yüzden İbrahim Han'ın nazarında Me­ met Beğ'in itibar kaybetmesi için elinden geleni yapıyor, ama bir türlü muvaffak olamıyordu. İbrahim Han Memet Beğ'i or­ dularının başına getirmiş ve bu gelişme Memet Beğ'in durumu­ nu iyice sağlamlaştırmıştı. Memet Beğ'in karşısına çıkamayacağını ve onun hergün bi­ raz daha artmakta olan şöhretini gölgeleyemeyeceğini anlayan Hümbet Beğ son bir çareye başvurmak zorunda kalmıştı. Kura­ cağı tuzak işe yararsa Memet Beğ'i ortadan kaldırabilir, işe ya­ ramazsa da kendi kafasını kaybederdi. Bugün biraraya gelmiş olmalarının gerçek nedeni de bu tuzakla ilgiliydi işte. Hümbet Beğ en sadık adamlarını başına toplamış bulunuyordu. Hümbet Beğ:


lfaım�n K ı lınç •

I O'i

- Senin durumun pek içaçıcı değil be Gulam. Batnıankıhç binbaşıları teker teker değişiyormuş, hep de kend ine çok yakın insanları binbaşı yapıyormuş, - dedi. Binbaşı Gulam da: - Allah senin gölgeni bizim başımızın üzerinden eksik et· mesin Hümbet Beğ. Sen varken Batmankılıç da kim olu y . or, bil· mem ki? - diye cevap verdi. Feyzi Beğ lafa karıştı: - Yahu şu Batmankılıç ne beladır ki biz bir sürü adam ütt� sinden gelip kenisinden kurtulaıyoruz? Şarabın etkisiyle suratı kıpkırmızı kızarmış ola n Gulam eli· ni hançerine uzatarak: - Vallahi, - dedi, - bana Kara Musa oğlu Gu lam derler. Şu Batmankılıç mıdır, nedir birgün herkesin gözü önünde iki parça yapacağım onu. Sonra İbrahim Han isterse beni idam ettirsin, umurumda değil. Hümbet Beğ alayla karışık: - Armo'nun şarabı konuşturuyor seni Gula, - dedi. mankılıç'ı görünce saklanacak delik arıyorsun aslında.

-

Bat·

- Ben mi? Yok yahu . . . Vallahi . . . Mirza Ali Beğ onun lafını yarım bıraktı: - Tamam tamam. Böbürlenmene gerek yok, anladık. Şimdi bırak da konşalım biraz. - Sonra da Hümbet Beğ' e hitapla; Ben birşeyi anlayamıyorum Hümbet Beğ, - dedi. - İ brahim Han'ın Memet Beğ'den hazzetmediğini hepimiz biliyoruz. Me­ met Beğ ayan beyan kafa tutuyor İbrahim Han'a. Ama İbrahim Han kendisini saraydan kovacağına ordularına komutn yapı­ yor. Peki buna ne demeli? Armo şimdilik lafa karışmadan bir köşede oturarak yeyip içmeğe meşguldü. Feyzi Beğ'in işareti üzerine boşalmış kadeh­ leri doldurup yine tek kelime etmeden kafasını sallamak sure-


l i lt> • .·\qıl Abb.1�

tiyle a n latılanları onylamcıkla yetind i. Feyzi Beğ kcıdehindeki şcırnbı bir dikişte içerek kadehi sofrnycı bıraktı, sonrcı dcı: - Hümbet Beğ, - dedi, - lcıf cıramızdcı İbrahim Hcın galiba Memet Beğ' den çekiniyor birnzcık. - Yok canım, daha neler . İ brahim Han Memet Beğ bak be­ nim şu şarabı içişim gibi tek dikişte içip bitirir istediği vakit. Ama şimdilik Memet Beğ işine yarıyor İbrahim Han'ın. Armo hala kendi cılemindeydi gerçi, ama sohbetin hep Me­ met Beğ'in etrafında dönüp dolaştığını duyunca o da birkaç laf etmek istedi. O da Memet Beğ'i sevmeyenlerden, içten içe Me­ met Beğ'e karş' kin besleyenlerden biriydi. İ ki gün önce Memet Beğ herkesin gözü önünde Armo'ya "Sen yüzbaşı olamazsın, git de çayırda otlanmana bak" diyerek onun kılıcını elinden a lıp Yegan'a vermişti. - Beni de ne hale düşürdüğünü görmediniz mi? - dedi. Maymun etti beni milletin gözü önünde. Git de çayırda otlan­ mana bak, dedi bana! Mirza Ali Beğ gülerek: - İ yi ki gerçekten de otlanmak zorunda bırakmamış, - dedi. Feyzi Beğ de tekrar lafa karıştı: - Birşeyler düşünmek gerek Hümbet Beğ. Yoksa Batman­ kıhç'ın elinden huzur bulamayacağız. Sen birşeyler düşün, biz de elimizden ne gelirse yaparız. Hümbet Beğ nihayet sadede gelmeye başladı: - Yüzbaşı Emiraslan'dan duydum, Necef yaşıyormuş hala. - Yok canım. İbrahim Han Hazine kayasından attırmadı mı Necef'i? - Yahu ben yaşıyor diyorsam yaşıyor işte. Kehrizli'de, Bat­ mankılıç'ın konağında hayatını yaşıyor adam. - Nasıl olur ama? Bu bir mucize değil mi? Hümbet Beğ kaşlarını çattı:


B;ılm;ın Kılınç • 107

- Aslına bakarsanız bunun nasıl olduğunu ben de anlayail­ miş değilim. Yüzbaşı Emiraslan yemin billah ediyor Necef' i Me­ met Beğ' in konağında gördüğüne dair. Bu iş Memet Beğ' in ba­ şının altından çıkmış olmalı. Gulam: - İ brahim Han'a söylememiz lazım. Feyzi Beğ: - Evet, söylememiz lazım. Verdiği bir emrin icra edilmedi­ ğini duyan İbrahim Han öz oğlunu bile affetmez herhalde. - Peki o vakite kadar Batmankılıç Necef'i başka bir yerde saklar d a adamı konağında bulamazlarsa bu sefer İ brahim Han'ın yanında yalancı durumuna düşmez miyiz? Benim ba şka bir planım var. Herkes Hümbet Beğ'in planını açıklamasını bekliyordu. Hümbet Beğ elini sofradan çekip Armo'ya seslendi: - Söyle de kahve getiriversinler. Yemek bitmişti. Ortalığı toplayıp kahve getirdiler. Herkes Hümbet Beğ'in nasıl bir tuzak düşündüğünü merak ediyor, Hümbet Beğ ise insanları biraz daha meraklandırmak için araya başka konular sokuyordu: - Hele söyle bakalım Armo, bu gece yine eğlence var mı? - Olmaz mı Hümbet Beğ? Hem de en iyisinden! Feyzi Beğ dayanamadı: - Anlatsana şu planı Hümbet Beğ! - Yapmamız gereken şey Necef'i İbrahim Han'a teslim etmek değil, onu satın almakhr. Kılıcın kesemediğini altın keser, bilirsiniz. Karanlık bir gecede . . . - Peki yola gelmezse? - Gelir! Gelmezse de mecbur bırakırız! Gulam itiraz etti: - Batmankılıç bu kadar kolay bir ceviz olamaz Hümbet Beğ!


1 08 • Aqil Abb.1�

- Nndir Şcıh'tnn dnhn mı çetin bir ceviz yani şu Batmankı­ lıç?! Yann Efetli ovasına iniyoruz. Ferruh Beğ beni ceylan avına davet etti. Hem keyfimize bakar hem de bu meseleyi hal yoluna koyarız.

Binbaşı Gulam kuşağından bir kese altın çıkarıp ortaya fır­ Jath: - Altınlar benden! - Hançer de Necef'in elinde zaten! - diye Hümbet Beğ cevap verdi. Herkes elini kaldırıp d ua etti: - Allah bizleri muvaffak etsin!

İbrahim Han ordusunu Nahçivan'a sevketmişti. Kalbalı Han artık kendisini tanımak istemiyor, hem vergisini ödemek­ ten kaçınıyor, hem de Karabağ'dan gönderilen elçileri hakaret­ lerle geri çeviriyordu ve bu hareketlerinden dolayı iyi bir cezayı haketmişti. Kalbalı Han'ın cezasız bırakılması d iğerlerinin de çizmeyi aşmalarına neden olabilirdi . Kerim Han'ın ölümüyle birlikte Arap saçına dönmüş olan ülkede "Ben! Ben!" diyenler çoğalmıştı zaten. Bir defasında Timur'a, "Şu Azeriler'i nasıl bilirsin?" d iye sormuşlar da büyük hükümdar şöyle cevap vermiş: "Mert ve akıllı insanlar. Allah kendilerini savaşçı olarak halketmiş sanki. Tuz ekmekle giderseniz tuz ekmekle karşılanırsınız, kılıçla gi­ derseniz kılıçla. Ne var ki kendi kendilerini yönetmekten acizler. Hep boyunduruğu alhna girecekleri birilerini arar dururlar." Şimdi de Azerbaycan Hanlıklar'ı kılıçlarını birleştirerek İ ran tahhna sahip olmak yerine birbirleriyle çekişmeyi yeğliyor­ lardı. Bu arada İ ran tahtına kimin oturacağını da sabırsızlıkla beklivorlardı. Sanki İ ran'dan yönetilmek ilelebet kurtulamaya­ cakları bir yazgıydı. İbrahim Han da, Fethali Han da, Ceva t


Billman Kılınç • HIY

Hcın d cı bir ülkeyi pekala yönetebilecek güce sahiplerdi cıslında. Ne vcır ki politika ne olduğunu bilmez, hileden tuzaktan anla­ mazla rdı. Kerim Han Zent onlardan daha güçlü olmadığı halde _ koca Iran'ı ele geçirebilmiş ve bunu politika sayesinde başar­ mıştı. Mehmet Hasan Han'ın kafasını hileyle kestirmiş, Urmiya kalesini Penah Han'ın sayesinde teslim almı;tı. Yani Kerim Han'ı tahta çıkaranlar da Azeriler' di. Şimdi o taht tekrar boşalmıştı işte. Hanlar ise birbirleriyle çekişiyorlardı yine. İbrahim Han bir süredenberidir Nahçi­ van' daydı; Kalbalı Han ise Hoylu Cafer Kulu Han'a elçiler gön­ dermiş kendisinden yardım bekliyordu. Ö te yandan Karadağlı Mustafa Han Karabağ'ın sahipsiz kaldığını görüp ordularını Aras nehrinin karşı yakasına geçire­ rek Karabağ'ın köylerini zapt ve garet etmeye başlamışh. İbra­ him Han ise bütün bu gelişmelerden habersiz olarak Nahçi­ van' da oturup Kalbalı Han'ın onun ayaklarına kapanacağı gü­ nü bekliyordu. Memet Beğ ise aynı günlerde Zeynalabidin Ağa'nın misafi­ ri olarak Bayat' ta bulunuyordu . İb rahim H a n Nahçivan'ı kolayca alacağına inandığından orduya bizzat komuta ederek bu zaferin Memet Beğ'in hanesi­ ne yazılmasını istememişti. Fakat Nahçivan direndikçe işinin çok da kolay olmadığını anlıyor ve Memet Beğ çağırtmayı dü­ şünüyordu. Zeynalabidin Ağa'nın adeta cennetten bir köşe olan bahçe­ sinde güzel bir meclis kurulmuş ve Gülaplı aşıkları insanın içi­ ne işleyen sesleriyle herkesi hayran etmişlerdi. Memet Beğ Bat­ . mankılıç da kendisini sazın büyüsüne kaptırmıştı. Aşığın �em parmaklarından, hem de sesinden ateşler saçılıyor gibiydi. Aşı­ ğı dinledikçe Memet Beğ böyle bir ateşin koca bir orduyu peşin­ den istediği her yere sürükleyebileceğini düşünüyordu. Kahraman girdi meydana Hay hay hay!


1 1 t\ • .-\qıl Alılı.1�

Meydan döndü kızıl kana Hay hay hay! Bu ses Memet Beğ'i de coşturuyor, onun da kanını kynatı­ yordu. Memet Beğ hatta her savaş öncesi ordu içinde saz çaldı­ np yiğitleri daha bir coşturmak gerektiğini bile düşündü. Hay deyince haya ba� tı Hoy deyince hoya bastı Köroğlu'nu çaya bastı . . . o sırada hızla bahçeye giren bir süvari aşığı.n lafını bitirme­ sine hrsat bırakmadan meclisin ortasına kadar geldi. Herkes ye­ rinden fırladı. Hizmetçiler atın dizginlerini yakalayıp süvarinin inmesine yardım ettiler. Üstü başı toz toprak içinde kalmış olan süvari Memet Beğ'i görünce yere kapanarak ağlaya ağlaya dedi:

- İ mdat Memet Beğ! Mustafa Han'ın askerleri köyümüzü yakıp yıktılar. Kadınlarımızı, çocuklarımızı tutsak edip götür­ düler. Yetiş Memet Beğ! Memet Beğ kulaklarına inanamadı. Mustafa Han hangi ce­ saretle yapardı bütün bu nları. Eli gayrı iradi olarak kılıcının kabzasına uzandı. Suratı öfkeden mosmor kesildi. - Merdan! Herkes at sırtına! Askeran kalesine d e haber gönderin, Hasan Beğ askerlerini alıp peşimizden gelsin! Bizim kendisini bekleyecek zamanımız yok, ama o ne yaparsa yapsın bir an önce bize yetişsin! Ve Memet Beğ maiyetindeki beş yüz süvariyle birlikte Ba­ yat'tan çıktı. Mustafa Han'ın Karabağıa gönderdiği ordunun başında Seferkulu Beğ vardı. Adam kan düşmanının arazisine girmiş gibi önüne çıkan her yeri yakıp yıkıyor ve azıcık karşı koy­ mak isteyen herkesi öldürüyordu. Karabağ halkı da kolay ko­ lay teslim olmak istemeyerek ellerinden geldiği kad ar direni­ yor, kadınlarının ve çocuklarının tutsak edildiklerini görecek­ lerine kend ilerini ö l ü m ü n kucağına a tmayı yeğ l i y orlard ı.


l>.ı t ın .ııı Kıl ınç

111

Mustafo H ı m ' ın askerlerinin Karabağ'a yaptığ ını bir vakitler Tiınur bile yapmış d eğild i . Mercanlı alevler içinde yanıyor, Behmenli ise hala direniyordu; Şükürbeyli'de yakılıp yıkılma­ � ış birkaç ev kalmış, Cebrail ise baştanbaşa garet edilmişti. lbrahim Han'ın her an geri dönebileceğinden korkan Seferku­ lu Beğ askerleri toplayıp geri dönmeye çalışıyor, elde ettikleri servetle yetinmek istemeyen askerler ise garetleri sürdürü­ yorlardı. Memet Beğ maiyetindeki süvarilerle birlikte gelip yetişti­ ğinde Seferkulu Beğ'in askerleri hala dağınık bir durumdalard ı. Seferkulu Beğ ne illah ettiyse askerleri düzenli bir ordu şeklinde biraraya getiremeyerek ne yaptığı belli olmayan dağınık bir gü­ ruh halinde savaşa sokmak zorunda kaldı. Memet Beğ çifte kılı­ cını çıkarıp ordunun içlerine dalmıştı. Memet Beğ'in ismini du­ yup çifte kılıcının şöhretini işitmiş olan Karadağlılar kısa bir sü­ re sonra meydanı bırakıp kaçmaya başladılar. Seferkulu Beğ birdenbire Memet Beğ'i karşısında buldu. Kalbini saran korkuya rağmen kaÇmayı kendine yakıştıramaya­ rak elindeki mızrağı Memet Beğ'e doğru fırlattı. Memet Beğ elindeki kılıçla mızrağı iki parça edince de Seferkulu Beğ elini kılıcına attı. Memet Beğ bu kez yine çok hızlı hareket eth ve Se­ ferkulu Beğ'in kılıçla indirdiği darbe de hedefini bulmadı. Kar­ şılığında Memet Beğ'in sol elle indirdiği kılıç Seferkulu Beğ'i or­ tadan ikiye böldü. Komutanlarının öldüğünü gören Karadağlı­ lar büsbütün kaçmaya başladılar ve Seferkulu Beğ'in kardeşi Veli Sultan'ın yeni bir kuvvetle yardıma gelmesi bile kendileri­ ni durdurmak için yeterli olmadı. Veli Sultan kardeşini öcünü almak isteyerek Memet Beğ'in üzerine yürüyüp elindeki tüfeği onun göğsüne doğulttu. Şimdi tetiği çekecek ve Memet Beğ atının ayakları altına düşüverecek­ ti. Memet Beğ'le Veli Sultan'ın bakışları bir anlığına karşılaştı ve Veli Sultan ne illah ettiyse parmağının altındaki tetiği çekeme­ di. Büyülenmiş, Memet Beğ'in insanın içine işleyen bakışlarının sihrine kapılmış gibiydi. Düşmanının şaşkınlığından yararlanan


1 1 2 • .-\,]il A bb.1�

Memet Beğ bu fırsatı kaçırmadı, ama o da Veli Sultan'ı öldür­ meğe kıyamilyarilk kılıcının uzun kabzasıyla indirdiği darbeyle onun kolunu kırdı. Karadağlılar savilş meydanında üç yüzden fazla ceset ve ohız, otuz beş esir bırakarnk Aras'ı geçmeyi başardılar. Memet Beğ, Veli Sul tan'ın kırılmış olan kolunun sarılmasını emretti, sonra da Merdan'ı çağırttı. Merdan da savaşta yara almaktan kurhılamamıştı. - Yaralısın galiba? - diye Memet Beğ sordu. - Önemli değil, geçer. - Ölenlerin silahlarını alın, cesetleri İ slam'a uygun olarak defnedin, adamların garet ettikleri şeyleri de köylülere geri verin. Daha sonra da çadırları kuruverin, herkes dinlensin, yarın sabah erkenden Nahçivan'a doğru yola çıkacağız. İbrahim Han'ın bu kadar geç kaldığına bakılırsa bir zorluk çıkmış olmalı. Memet Beğ hıtsak edilmiş Karadağlılar'ın bulunduğu yere geldi. Veli Sultan bir elini yarasının üzerine bastırmış ohıruyor­ du. Kaderlerinin Memet Beğ'in elinde olduğunu bilen d iğer esirler tir tir titredikleri halde Veli Sultan'ın yüzünde korktuğu­ nu belli eden en ufak bir işaret yokhı. Memet Beğ sordu: - Tetiği ne diye çekmedin, yiğit? - Senin gibi bir adama kıyamadım. Memet Beğ esirlere yemek verilmesini emretti. Veli Sultan'ı da kolundan tutarak kendi sofrasına getirdi. Kardeşinin katiliy­ le a ynı sofraya oturmayı kendine yakıştıramayan Veli Sultan aç olmasını rağmen elini sofraya uzatmadı. Memet Beğ ısrar etti: - Yesene yiğit! - Allah sofranıza bereket versin! - Neden yemiyorsun? - Düşmanımla aynı sofranın başında oturup yemek yeyemem Memet Beğ!


Ll.ı ım�n Kıl ınç • 1 1 :;

V eli Sul t cı n ' ın incıdını kıram;ıy;ıc;ı ğını güren Memet Beğ fazl;ı ısrar etmedi ve kendisi de tek lokm;ı ;ılm;ıd;ın sofrnnın k;ıldırılmasını emretti. Sonra da adamlarından birini çağırıp di­ ğer esirlerin yemek yeyip yemediklerini sordu. - Yediler Memet Beğ! Ay;ığa kalkıp çadırdan çıktılar. Memet Beğ, Veli Sultan'a güzel bir at verilmesini, kılıcının da bulunarak kendisine iade edilmesini istedi. Diğer esirleri gösterip: - Bu adamların hepsinin sağ kulağını kesin ki bir daha izin­ siz olarak başkasının mülküne girme cesaretini göstermesinler. Seferkulu Beğ'in cesedini ise bir arabaya koyup verin, alıp gö­ türsünler. Memet Beğ Veli Sultan'ın ata bindirilmesini emredip kendi çadırına doğru yöneldi. O sırada Veli Sultan arkadan kendisine seslendi: - Ben olsam seni affetmezdim Memet Beğ! Memet Beğ de geri dönüp gülümseyerek cevap verdi: - Sen Veli Sultan' sın işte; ben ise Memet Beğ Cevanşir'i.m!

Yüzbaşı Emiraslan'ın kendisini aradığını duyunca Necef'in neşesi kaçtı. Yüzbaşı Emiraslan'la ne gibi bir alışverişi olabilece­ ğini düşünüyor ve bu haberi bir türlü hayra yoramıyordu. Hem Emiraslan' dan bugüne kadar kime hayır gelmişti ki? Akıl da­ nışmak için Merdan'ı aradıysa da Memet Beğ'in çağırışı üzerine saraya gittiği haberini aldı. Evde kalıp Merdan'ı beklemeye ka­ rar verdi. Bahçede birşeylerle uğraşırken at kişnemesi duyup irkildi: Emiraslan'ın demirkır aygırının sesini hemen tanıyıvermişti. Artık kaçıp sanlanmak imkansızdı.


1 1� •

..\qil

Abb.ı,

Emircıslan bahçeye girip Necef'i görülmemiş bir sıcaklıkla selamladı. Kend isine o kadar segi ve yakınlık gösterdi Necef deminki düşti:1celerinden dolayı kendini suçlamaya başladı. - Merdan giderken benim adamları da kendisiyle götür­ müş, bu arad!" benim de acil bir işim çıktı, Efetli'ye uğramam gerekiyor. Ama yalnız başıma gitmek istemiyorum. Hazırlan da beraberce gidip dönelim hemen. Necef büsbütün endişeden kurtulup hazırlanmak için eve girdi. Ferruh Beğ'in konağına vardıklarında ikindi vaktiydi. Ko­ nağın bahçesini bir kebap kokusudur sarmışh. Hizmetçilerin de onları bekler gibi bir halleri vardı. Emiraslan: - Tam da ziyafete denk geldik galiba, - dedi. Sonra da hizmetçilere dönüp sordu: - Peki Ferruh Beğ nerede? - Bahçenin aşağı başındalar. Emiraslan, hizmetçinin gösterdiği yöne doğru yürürken: - Gel bakalım, - diye Necef'i de davet etti. Bahçenin aşağı başı tam bir ayşuişret mekanı haline getiril­ miş, yerlere halılar açılarak Üzerlerine yer yastıklan atılmış, orta yerdeki sofraya kan kırmızı şarap konup kadehler dizilmişti. Necef, Hümbet Beğ görünce tereddüt eder gibi oldu, fakat artık geri dönmesi imkansızdı . Hümbet Beğ çakırkeyfti anlaşılan, ayağa kalkıp hafiften salınarak onlara doğru geldi ve: - Meclisimize Necef Beğ teşrif etmişler, baksanıza! - dedi. Sonra d a Necef'i kolundan yakalayıp sofra başına çekerken Emiraslan'a dönüp ilave etti: - Sen işine bak Emiraslan, eğer ih­ tiyaç olursa yine çağırtırım. Necef tuzağa düşürüldüğünü a nlamıştı artık. "Bir defasın­ da ölümün tam eşiğinden döndüm; eğer buradan da sağ salim kurtulursam demek ki bana ölüm yok", diye düşündü. Meclistekiler ayağa kalkıp teker teker Necef'le görüşerek büyük bir il�iyle halini hatırını sordular. Aslında kendilerinden


B.ıt m,ı n Kılınç • 1 1 5

azıcık aşağı konumdaki birinin selamını dahi almayacak kadar kibirli olan bu adamlar acaba kendisinden ne umuyorlardı da onu böylesine sıcak karşılıyor, üstüne üstlük o geldi diye ayağa bile kalkıyorlardı?! Necef' in yapabileceği ne vardı ki? Ona da şarap doldurdular. Hümbet Beğ kendisini övmeğe başladı önce: - Necef' in nasıl yiğit bir adam olduğunu hepiniz biliyorsu­ nuzdur sanırım. İbrahim Han'ın sağ koluydu sahiden de. Ferruh Beğ de söylenenleri onayladı: - Necef'i bize mi anlatıyorsun sen? Küçücük çocuklar bile . tanır onu. Kadınlar uslu durmayan çocuk.lannı "Necef alıp gö­ türür seni" diye korkuturlardı. Herkes de Necef'in alıp götür­ düğü insanın geri dönmeyeceğini bilirdi. Fakat kimse bir gün de Necef'in kendisini alıp götüreceklerin_i aklının ucundan dahi geçirmemişti. Hümbet Beğ tekrar söz aldı: - Seni buraya davet etmekteki amacımız da budur zaten. Ne vakite kadar saklanarak yaşayacaksın. Senin hayatta oldu­ ğunu İbrahim Han' a söylemek, seni affetmesini sağlamak isti­ yoruz. Bilirsin ki İbrahim Han benim lafımı dinler. . Necef: - Allah size uzun ömürler versin, - diye cevapladı. Ferruh Beğ: - Eğer Batmankılıç senin kulağını kesmiş olmasa başına bu işler de açılmazdı . . . Mirza Ali Beğ: - Erkek adamın başı belada olur hep, ne yapalım. Hümbet Beğ: - İbrahim Han'ın Batmankılıç'tan hiç hazzetmediğini sen de bilirsin. Ama yeğeni olduğu için dokunamıyor, zira herkes kendisinden çekindi de öldürttü diye düşünec�k. Senin mese­ leni daha önce İbrahim Han'la konuştum ben. işte o konuşma


1 1 h • :\,]il

Abb�s

sırasında seni affedebilecegini, fakat bir şartı old uğunu söyle­ di.

Necef, kendisinden Memet Beğ'le ilgili birşey isteyecekleri­ ni, üstüne üstlük çok zor birşey isteyeceklerini hemen anladıysa _ da anlamamış gibi davranarak sordu: - Neymiş o şart Hümbet Beğ? Hümbet Beğ lafı döndürüp dolaştırma ihtiyacı hissetme­ den doğrudan söyledi: - Eğer bir gece Batmankıhç'ı gizlice öldürmeyi başarırsan İbrahim Han hem seni affeder, hem de sana bir köy bağışlaya­ rak beğlik ihsan eder. Necef büsbütün çıkmaza girdiğini anladı. Artık ne geri. Ne de ileri bir yol vardı. Sanki bir çuvala tıkılarak Cıdır ovasından aşağı atılmak üzere uçurumun kenarına getirilmişti yine. Ken­ disini kurtarabilecek olan Memet Beğ ise çok uzaklardaydı bu kez. Buradan kurtulmanın tek bir yolu vardı ve o yol Memet Beğ'in cesedinin üzerinden geçiyordu. Memet Beğ'in cesedini çiğneyip geçmek her babayiğidin harcı değildi. Hem Necef yıl­ lardır büyük bir sadakatle hizmet ediyordu Memet Beğ'e. Şimdi de ihaneti aklının ucundan dahi geçiremezdi. Eğer Hümbet Beğ'in söylediklerini kabul etmezse buradan kurtulamayacağını iyi biliyordu. Yine de korku içinde yaşaya­ cağına erkek gibi ölmeyi yeğliyor ve bu da kikalarda "Keşke elimde bir kılıç olsa şimdi", - diye düşünüyordu, - "Necefin kim olduğunu gösteriverirdim size". Gözünün kuyruğuyla sofranın ortasındaki hançere bakıp anlatmaya başladı: - Babam da, d edem de hep sarayın hizmetinde bulunmuş­ tur Hümbet Beğ. Hiçbiri de hizmetlerinde en ufak bir kusura yol vermiş değildir. Ben de aynı sadakatle hizmet ettm İbrahim Han'a . İbrahim Han haketmediğim bir cezayı uygun gördü ba­ na; ama ben kendisine dargın ya da kırgın değilim yine. Memet Beğ beni ölümün pençesinden çekip aldı. Yıllardır da onun sa-


l3.1ı ın.ın K ı l ınç • l 1 7

yesi nde yaşayıp gid iyorum. Şimdi kendisine nasıl ihanet ede­ rim? Hümbet Beğ bir kese altını Necef'inönüne hrlattı: - Sen şunu al hele. Bana da Hümbet Beğ derler. Eğer anlaşırsak seni altına boğarım. - Ama herşeyi altınla satınalamazsın Hümbet Beğ! Mirza Ali Beğ sinirlendi: - Son lafın bu mu yani lan? Necef Mirza Ali Beğ'e bakıp gülümseyerek: - Bir vakitler bana Necef Beğ diye hitap ederdin; unuttun mu? - diye sordu. Hümbet Beğ de Mirza Ali Beğ'e azarlar gibi bakh, sonra da yine Necef'i ikna etmeye çalışh: - Bir düşünsene hem affedilecek, hem de beğlik elde etmiş olacaksın. Kaybedeceğin birşey de yok. - Memet Beğ Karabağ'ın gözü sayılır; Karabağ'ı gözsüz bı­ rakamam Hümbet Beğ. Hümbet Beğ Necef'i iyilikle ikna edemeyeceğini anlamışh arhk: - Allah sana bir kapı açmışh Necef, ama sen o kapıyı kapat­ hn. Şimdi gözlerini aç da bana iyice bak. Bana Hümbet Beğ der­ ler. Galiba iyi tanımıyorsun sen Hümbet Beğ'i. Necef herşeye son noktayı koydu: - Tanımaz olur muyum Hümbet Beğ? Çok iyi tanıyorum hem de. Memet Beğ Cevanşir'in rahmetli babası Mihrali Beğ'in mezarının a yak ucunu yaladığını da çok iyi hatırlıyorum bu arada. Hümbet Beğ yerinden fırladı, diğerleri de onu takip ettiler. Necef sofranın ortasındaki hançeri kaptığı gibi Hümbet Beğ'm göğsüne saplamak istedi. Fakat o sırada sırtının ortasını bir alev dilimi yaladı sanki. Arkadan sırtına saplanan başka bir hançer


l I H • Aqil Abb.ı�

Necef'in göğsünü delip dışarı çıktı ve o Hümbet Beğ'in göğsüne isabet ettiremeyerek ancak kolunu yaralayabildi. Ö fkeden kuduran beğler Necef'in cansız vücudunu delik deşik ettiler. Necef'in cesedi üç gün sonra Gargar nehrinin kıyısında bu­ lundu. Karga kuzgun cesedi gagalamış ve büsbütün tanınmaya­ cak bir hale koymuştu. Hizmetçilerine karşı özel bir hassasiyeti bulunan Memet Beğ Necef'in öldürüldüğünü duyunca çok sinirlendi. Necef'in uğradığı akıbet aslında Memet Beğ'in kendisine yapılmış olan bir hakaret hükmündeydi. Necef'i öldüren insanların fırsat bu­ lacak olurlarsa kendisini de öldürmekten çekinmeyeceklerini düşünüyordu. Faka t bu darbenin nereden gelmiş olabileceğini henüz kestirebilmiş değildi.

Kacar'ın zafer yürüyüşleri Azerbaycan'ın güneyindeki Hanlıklar'm tamamını ciddi endişeye sevketmişti. Bu muzaffer ordunun geçtiği her yer çekirge sürüsünün istilasına uğramış olan ekenekleri andırıyordu ve şimdi Hanlar, kendi memleket­ lerini bu çekirge sürüsünden korumak için müstakbel şahinşa­ hm huzuruna peşpeşe elçiler gönderip duruyorlardı. Bu elçiler Kacar'a değerli hediyeler ve Hanlar'm kendilerini "müstakbel Şahinşah hazretlerinin kölesi" adlandırdıkları mektuplar götü­ rüyorlardı. Karabağ Hanlığı'nın Azerbaycan'ın kuzeyinde büyük bir nüfuza sahip olduğunu gören Kacar, İ brahim Han'la askeri bir çekişmenin içine girmek istemiyordu. Gerçi kendine fazlasıyla güveniyor ve eğer savaşa karar verecek olursa sadece İbrahim Han'ın değil, Azerbayca n'ın kuzeyindeki bütün Hanlıklar'ın bi­ le üstesinden kolaylıkltı geleceğini biliyordu. Ne var ki Kacar'ın kuzeye doğru yönelmesi Lutfali Han'ın işine gelebilir ve o d aha yeni kurulmakta olan devleti zayıi d üşürmek için bu fırsattan


Bal m.ın Kılınç • l l lJ

yararlanmak isteyebilirdi. Eğer İl:ırıı him Han savaşa girmeden Kacar'ı Şah olarak tanırsa, Kacar da kuzeyde akıtacağı kanı da­ ha büyük ve daha kutsal bir amaç uğruna akıtabilird i. Bu ne­ denle de "devrinin Timur'u ve İ slam dünyasını kurtarıcısı" ola­ rak görülen Kacar kendi elçilerini altın eyerli at, altın kabzalı kı­ lıç ve diğer değerli hediyelerle birlikte İ brahim Han'ın huzuru­ na gönderdi. Elçiler hediyelerle birlikte Kacar'ın mektubunu da İ rahim Han'a ulaştırdılar. Usta bir hattatın kaleminden çıkhğı anlaşılan mektup şu mazmundaydı: "Baban Penah Han Cevanşir - rahmetullahi aleyh - cesaret ve basiret sahibi bir komutan olmuştur. Afgan Azat Han İ ran'a saldırıp Tebriz'i işgal ederek Mazandaran üzerine yürüdüğün­ de Penah Han kendi kan kardeşlerini zorda bırakmamış ve kar­ deşin Mihrali Beğ'in - rahmetullahi aleyh - komutasında üç bin Karabağ süvarisini babam Mehmet Hasan Han Kacar'ın - rah­ metullahi aleyh - yardımına göndermiştir. İşte bu Karabağ sü­ varilerinin yardımıyladır ki babam Afgan ordusunu İ ran'dan kovmaya muvaffak olmuştur. Penah Han'ın aradaki bütün dar­ gınlıkları bir tarafa bırakarak babamın yard:mına koşmuş olma­ sını asla unutmam. Ben seni - Penah Han oğlu İbrahimhalil Han Cevanşir'i Karabağ Han'ı olarak tanıdım. Eminim ki baban gibi sen de İ ran Şahinşahı'na ve kendi kan kardeşlerine hep bağlı kalacaksındır." İbrahim Han, Kacar'ın bu lütfundan sevinip memnun oldu. Hatta mektubun üslubundaki samimiyet kendisini duygulan­ dırdı. Şuşa'da bayram ilan ed ildi ve Kacar'ın şerefine toplar patlatıldı. Birkaç gün sonra da İ brahim Han keni akrabası Ab­ düssamet Beğ'i, Mirza Veli Baharlı'yı ve diğer saygın şahısları değerli hediyeler eşliğinde Tahran'a gönderdi. Karabağ Hanlığı'yla ilişkilerinin bu kadar yolunda gitme­ si Kacar'ı memnun ediyordu. İ brahim Han mektubunda Ka­ car' ı " İ ran şahinşahı" adlandırmış ve kendi sadakatini belirt­ mişti.


Muh;ı mmet Han Kacar, N;ıdir Şa h'tan nefret eder, buna rağmen onun büyüklüğünü ve zekasını taktir etmekten de ka­ çinmazdı. C;ın çekişmekte olan İran İmpara torluğu'nu tekrar hayata döndü rerek uçsuz bucaksız bir devlet haline getiren de Nadir Şah'tı. Ne var ki Nadir Şah'ın ölümü bu koca devletin tekr�r parçalanmasına neden olmuştu ve Kacar, eğer bir hü­ kümdarın kurmuş olduğu devlet onun ölümünün hemen peşin­ den parçalanıyorsa, demek ki o hükümdar bir yerde hata yap­ mıştir, diye düşünüyordu. İşte şimdi Muhammet Han Kacar, Nadir Şah Afşar'ın yaptığı hatayı yapmamanın çaresini ara­ makla meşguldü. Kacar'a göre siyaset satranç gibi birşeydi ve yanlış bir hamle insanı er ya da geç yenilgiye götürürdü. Kendi­ si şimdilik yanlış bir hamle yapmadığına inanıyordu. Nadir Şah'ın birleştirmiş olduğu arazileri tekrar aynı san­ cak altında toplamaya çalışan Kacar uzun süren savaşlardan sonra halkın biraz olsun rahata ve huzura kavuşması için savaş­ lara ara verdi. Aslında bu satranç oyununda sıradaki hamleyi yapmayı planlıyor ve "piyonları" durdurup "atları" öne çıkar­ mayı tasarlıyordu. Ne var ki tam da bu sırada General Zubof kumandasındaki Rus ordusu Derbent'e girdi ve Kacar'ın "atla­ nnın" hamlesine "kaleyle" karşılık verildi. Bu gelişme Kacar'dan önce İbrahim Han'ın huzurunu boz­ du. Rusya'yla hep iyi geçinmeye çalışmış olan İbrahim Han da­ ha birkaç sene önce General Potyomkin aracılığıyla Çariça Kate­ rina'yla irtibata geçmiş bulunuyordu. Çariça Katerina tahta çıkar çıkmaz Deli Petro'nun "dört de­ niz" politikasını uygulamaya koyulmuş ve bu politikada önemli bir rolü olan Ka fkaslar'a özel bir ilgi göstermeye başlamışh. Çari­ ça'nın Kafkaslar konusuna verdiği önem, en iyi kcmutanlarından General Suvorof'u Kafkasya ordusunun başına geçirecek kadar büyüktü. Dağıstan za ten fethedilmişti ve Azerbaycan'ı da ele ge­ çirip oradan Fars körfezine çıkmak için bütün planlar yapılmıştı. Kafkaslar'daki Hıristiyan halklan ve İran İmparatorluğu'na dahil olan bazı azınlıklar bu planın önemli birer parçasıydılar.


B.ııın.ııı Kıl ınç • 1 2 1

Çariça Ka terina'nın Azerbaycan'a olan ilgisi dt• çok büyük­ tü. Geniş ve bereketli a rui lere ve petrole sahip bulunan Azer­ baycan, sadece Fars körfezine d eğil, Doğu'nun tamnmına sahip olmak yolunda kilit bir rol oynayabilirdi. Azerbaycan'ın kuze­ yindeki Hanlıklar aslında hemen hemen Çariça Katerina'nın ik­ tidarını kabullenmiş gibiydiler, ne var ki bu kabulleniş sıkı bir bağlılığa dönüşebilmiş değildi. Azerbaycan'ı kendine bağlama politikasında Çariça'nın en fazla güvendiği şey Karabağ Hanlı­ ğı'ydı. General Potyomkin'i Kafkaslar'a göndermesinin en bü­ yük amacı da Karabağ Hanlığı'yla yakınlaşmayı sağlamaktı za­ ten. İbrahim Han, General Potyomkin aracılığıyla Çariça'ya iki kez mektup göndermiş ve Karabağ Hanlığı'nın kendi komşula­ rıyla iyi geçinmek niyetinde olduğunu belirterek Çariça'nın uzakgörüşlülüğü ve geniş kalpliliğinin kendisini hayrette bırak­ tığını yazmış, hatta Çariça'yla görüşebilmeyi içtenlikle arzu etti­ ğini ve böyle bir karşılaşmanın kendisini mesut edeceğini belirt­ mişti. Mektup Çariça Katerina'yi memnun etmiş ve onda İbra­ him Han'ı daha iyi tanıma isteği uyandırmıştı. Çariça, İbrahim Han'ın kişiliği, yaşı, dış görünüşü vesaire hakkında da ayrıntılı bir rapor hazırlanmasını emretmişti. Karabağ Hanlığı'nın elçile­ ri Rusya' da saygıyla ağırlanmış ve değerli hediyelerle geri gön­ derilmilerdi ve nihayetinde Rusya'yla Karabağ Hanlığı arasın­ da iyi ilişkiler yaranmıştı. Rusya, Karabağ'ı dış müdahelelerden savunmayı da taah­ hüt ediyor, buna karşılık olarak Rus askerlerinin Şuşa'da yerleş­ tirilmesini ve masraflarının da Karabağ Hanlığı'nın hazinesin­ den karşılanmasını istiyordu. Böylesine güçlü bir ülkenin müt­ tefiki olmak, daha doğru ifade etmek gerekirse onun hamiliğini kabullenmek Karabağ'ın refahı ve huzuru açısından çok önem­ liydi. Ne var ki İbrahim Han Rus askerlerinin Şuşa'ya yerleşme­ lerine izin vermekten kaçınıyor ve bunun hem Karabağ'ın ba­ ğımsızlığına gölge düşüreceğini hem de İ ran şahını kız� ıracağı­ nı düşünüyordu. Rusya'yla yakınlaşma meselesinde lbrahim


1

�2 • ,\qil Abb.ı"

Han da birtakım şartlar line sürmüştü. O bütün lrnklarmın saklı tu tulmasını talep ediyor ve Rusya'nın Karabağ Hanlığı'nın iç politikasına asla karışmamasını istiyordu. Şuşa'ya Rus askerle­ rinin yerleşmelerine de bu askerlerin kendi emrine verilmeleri durumunda müsaade edebilirdi. Fakat bu şartlar Çariça Kateri­ na'nın hoşuna gitmemişti. Rusya gibi büyük bir devletin, Kara­ bağ Hanlığı'nın müttefikliğine ne ihtiyacı olabilirdi ki? Gürcis­ tan valisi Rusya'nın hamiliğini nasıl kayıtsız şartsız olarak ka­ bul etmişse, Karabağ Hanlığı'nın da aynısını yapması gereki­ yordu . Faka t İ brahim Han birilerinden asılı olarak yaşamayı kendine yediremiyor, böyle bir durumu kendi kişiliğiyle bağ­ daştıramıyordu . Karabağ Hanlığı baştanberi kimseden asılı bir durumda olmuş değildi . İ ran şahlarına bağlılık bile sembolik bir anlam ifade ediyordu, o kadar. İbrahim Han, on binlerce Ka­ rabağlı yiğidin kanı pahasına kazanılmış olan bağımsızlığı kay­ betmek istemiyor, fakat Rusya'yla bir çekişmenin içine sürük­ lenmekten de kaçınmaya çalışıyordu . Nihayetinde küçücük Ka­ rabağ Hanlığı'nın koca Rus İ mparatorluğu'nun karşısına dikil­ mesi anlamsızdı. Karabağ'ın Rusya'yla daha da yakınlaşmasını engelleyen nedenlerden bir tanesi de sarayın dahilindeki nüfuz mücadele­ siydi. Rusya'yla her türlü yakınlaşmayı önlemeye çalışarak İ ran'ı tercih eden ve küçümsenemez bir güce sahip bulunan bir gurup vardı Karabağ Hanlığı'nda. Diğer bir gurup ise tam tersi­ ne Rusya'nın tercih edilmesi gerektiğine inanıyordu. Sayılan çok fazla olmamakla beraber Molla Penah Vakıf ve Ebulfeth Ağa gi­ bi taraftarları bulunan bu gurup da önemli bir nüfuza sahipti. Aslında üçüncü bir gurup daha vardı. Memet Beğ'ın etra­ fında birleşmiş olan bazı insanlar ise ne Rusya'yı, ne de İran'ı tercih etmek gerektiğini savunarak tam bağımsızlık talep edi­ yorlardı. İ lk iki gurup Memet Beğ'in sahip bulunduğu gücün farkın­ da olduklarından onun destekleyeceği tarafın mutlaka ağır ba­ sacağını biliyor ve Memet Beğ'i kend i saflarına çekmeye çalışı-


B.ılınan Kılınç • 1 :?.1

yorlard ı. Memet Beğ ise bu guruplardan herhangi birini destek­ lemeyi düşünmediği gibi, hatta onları kendi etrafında birleştir­ mek için çaba sarfediyordu. İbrahim Han tereddütler içinde kalmış, iki guruptan hangi­ sinden yana olacağını kestiremiyordu. Her ikisinin de doğru söy­ ledikleri şeyler vardı a�lına bakılırsa. Öte yandan Memet Beğ'in ortaya atmış düşünce lbrahim Han'ı büsbü tün heyecanlandırı­ yordu. Tam bağımsız olmayı ve tarihe geçmeyi kim istemez ki? Fakat bu düşüncenin gerçekleşmesi olası mıdır? Bizzat İbrahim Han böyle bir emelin çok da gerçekçi olmadığı kanısındaydı, İbrahim Han, Kacar'a kafa tutmanın da imkansız olduğunu düşünüyordu. Bugüne kadar hiç başarısızlığa uğramamış olan, nice kaleleri teslim alarak nice hükümdarları ram etmiş olan Kacar'ın karşısına dikilmeye çalışmak anlamsızdı. Yeryüzünde Kacar'm ordusuyla karşı karşıya gelmekten daha büyük bir be­ la düşünülemezdi. Bu yüzden de Rusya'yla fazla yakınlaşamı­ yor ve Şahinşah'm öfkelenerek Karabağ'ı yerlebir edebileceği ihtimalinden korkuyordu. İbrahim Han kararsızlık içinde kıvranırken Rusya İ mpara­ torluğu Karabağ'a tekrar elçi göndererek İbrahim Han'm nihai karamı beklediklerini bildirdi. Dengeleri koruyabilmek için çok ince manevralar yapmak gerekiyordu ki İbrahim Han bunu ya­ pabilecek bir insan değildi. Son söz her zaman İbrahim Han'mdı elbette, fakat İbrahim Han da önemli konuları sarayın ileri gelenleriyle tartışmayı alış­ kanlık haline getirmişti. Şimdi de General Zubof'un elçilerini saygıyla ağırladıktan sonra sarayda mevki sahibi olan insanlan biraraya topladı. Önce Mirza Cemal elçilerin getirmiş olduklan mektubu okudu: "Haşmetmeap Karabağ Hanı Penah Han oğlu İ bra him Han Cevanşir hazretlerine . . . " İbrahim Han, Hanlar Hanı adlandırılarak bolca övülmüş ve hemen hemen Azerbay­ can'ın tamamının tek hükümdarı mesabesinde olduğu vurgu­ lanmıştı. Fakat ilk bakışta çok samimi bir üslupta yazılmış gibi görünen bu mektupta tehditkar bir hava da yok değildi.


I .:!� • .-\qil AL>b.ı�

Mektubun okunmasının arkasından uzunca bir sessizlik ol­ du. Nihayet İb rahim Han konuştu: - Evet, sizler ne düşünüyorsunuz bakalım? Tehditlerden herkesten fazla rencide olan Memet Beğ önce söz aldı: - Bu rada karşılıklı samimiyet ve dostluktan ziyade bir zor­ lama seziyorum Han hazretleri. Ruslar bizim korkup sineceği­ mizi mi düşünüyorlar yoksa? Mehmet Hasan Ağa da Memet Beğ'in söylediklerini onay­ ladı: - Memet Beğ iyi konuştu Han hazretleri. Rusya bizi kor­ ku tmaya çalışıyor. Karabağ Hanlığı bugüne kadar kimsenin önünde eğilmediği gibi bugünden sonra da kimsenin önünde eğilmeyecektir! Bir kafa eğileceğine kesilse yeğ! Molla Penah Vakıf, delikanlıların aklı büsbütün bertaraf ederek kollarına fazlaca güvendiklerini görüp onları ya tıştır­ mak istedi. Onlar İbrahim Han'ı da yanlış yönlendirebilirlerdi yoksa; bu da sadece Karabağ değil Azerbaycan'ın tamamı için gerçek bir felaketle sonuçlanabilirdi. - Han hazretleri, - diye konuşmaya başladı, - Memet Beğ de, Mehmet Hasan Ağa da cesur birer savaşçı olduklarından Karabağ Hanlığı'nın tehdit edilmesini içlerine sindiremiyorlar. Fakat bu konuda biraz soğukkanlı olmayı başarmamız lazım. Yeryüzündeki bütün halklar hem birbirlerine yakınlaşmaya, hem de birbirleriyle ticaret yapmaya çalışıyorlar. Biz de Rus­ ya'nın bir kısım şehirleriyle ticaret yapıyoruz ki hazinemize bu sayede gelen geliri kimse küçümseyemez. Hem Ruslar kötü bir­ şey söylemiyorlar aslında. Dost olalım, birbirimize yardım ede­ lim d iyorlar sadece. Ne var yani bunda? Şu tehdit meselesine gelince, onun da bir çaresine bakarız. Böyle bir toplantıda herkes düşüncesini serbestçe i fa d e edebilirdi. Ama asıl konuşanlar Karabağ Hanlığı'nın yönetimin-


Bntman Kılınç • 1 25

de etkin birer rol almış olan kimselerdi. Şimdi Hümbet Beğ de onlardan biriymiş gibi lafa daldı: - Yani kafirlere mi el açalım diyorsun? Molla Penah Vakıf Hümbet Beğ'in sesini duyar duymaz keyfi kaçtı. Onun hayırl ı birşey söylemeyeceğini bildiğinden _ kendisini önemsemeden lbrahim Han'a hitaben konuşmayı sür­ dürdü: - Han hazretleri Rusya'yla yakınlaşmak Hümbet Beğ'in söylediği gibi onlara el eçmak anlamına gelmez. İ ki büyük dev­ letin arasında bulunduğumuzu unutmamalıyız. Birbirleriyle sa­ vaşacak olsalar dahi kabak bizim başımızda patlar. Her ikisiyle savaşacak değiliz ya biz de! Memet Beğ ise demindenberi bir tek şey düşünüyordu: ne İ ran, ne de Rusya! Şimdi de Molla Penah Vakıf'ın söylediklerine itiraz etmek isteyince İbrahim Han eliyle beklemesini işaret ederek Vakıf'a döndü: - Peki şimdi ne yapmamızı öneriyorsun? - Derbent'teki Rus ordusu karargahına elçiler göndererek kendilerine dostluk mesajı iletmemiz lazım. Çariça Katerina'nın daha önce göndermiş olduğu mektuplarda sizi ne kadar övdü­ ğünü, hatta sizinle bizzat görüşmek istediğini yazdığını biliyor­ sunuz Han hazretleri. Daha önce göndermiş olduğumuz elçiler de hep saygıyla ağırlanmış ve değerli hediyelerle geri gönderil­ miştir. Rusya çok büyük bir ülke Han hazretleri. Rusya'yla düş­ man olmak bize hiçbir şey kazandırmayacak, bilakis çok şey kaybettirecektir. Ama kendileriyle iyi geçinebilirsek hem bir karlı çıkarız hem de halk. Her ne suretle olursa Memet Beğ'i ortadan kaldırmak için yapmadığını bırakmayan, hazırladığı suikast girişimi de sonuç­ suz kalınca onun bari saraydan uzaklaştırılmasını sağlamak için türlü entrikalar çeviren Hümbet Beğ, Memet Beğ'in de doğal olarak kendisinden pek hazzetmediğini biliyordu. Hele bir de Necef' in öldürülmesinde Hümbet Beğ'in parmağı olduğunu öğ-


renirse yedi sülalesini yeryüzünden kazıyacağından da haber­ dardı. Özellikle suikast girişiminden bir netice alamayınca kor­ kudan Memet Beğ'e yarınmaya ve onun rağbetini kazanmaya çalışıyord u . Şimdi de iyi bir fırsat yakalamıştı işte: Memet Beğ'in Molla Penah Vakıf'ın düşüncesine katılmadığını görünce alelacele Vakıf'ın sözlerine itiraz etti: - Vakıf çok akıllıca konuşuyor Han hazretleri. Ama ne ya­ zık ki çok önmeli bir noktayı unutuyor. Ya Kacar ne olacak? Yıl­ lardır Kacar'la iyi geçinmiyor muyuz? Yanında elçilerimiz yok mu? Şimdi Rusya'ya doğru kaydığımızı görünce öfkelenmez mi? Herşey altüst olmaz mı? Hem bizim İbrahim Han gibi bir büyüğümüz ve Memet Beğ Batmankılıç gibi bir komutanımız varken Ruslar da kim oluyor? Hümbet Beğ, tam olarak Memet Beğ'in içinden geçenleri dile getirmişti. Memet Beğ: - Hele şükür; Hümbet Beğ de doğru birşey söyledi kırk yı­ lın başında, - dedi ve bu sözler meclistekileri güldürdü. İbrahim Han bile kendini tutamayarak gülümsedi, sonra da Molla Penah Vakıf'a hitapla: - Sana katılmamak elde değil elbette, - dedi. - Ama Hüm­ bet Beğ'in sözlerinde de büyük bir hakikat var. Uyuyan devi uyandırmanın bir anlamı var mı dersin? - Eğer Kacar uyuyan bir d evse, Rusya artık uyanmış olan bir d ev, Han hazretleri. Pençesinin birini Şark'a, diğerini d e Garb'a uzatmış üstüne üstlük. Sözlerinin hem İbrahim Han, hem de Memet Beğ tarafın­ dan beğenilmesi Hümbet Beğ'i cesaretlendirmişti: - Ama o uyanmış olan dev Kacar tahta çıkınca ne hediyeler göndermişti kendisine. Korktuğundan değil miydi bütün bun­ lar? Molla Penah Vakıf tartışmada yalnız kalmış gibi görünüyor, ama geri adım a tmayı da düşünmüyordu. Oturanların arasında onun düşüncelerine katılanların mevcut olduğundan da emindi


tt.ı ım.ı ıı Kılınç • 1 27

ilSlında. Bu tartışmanın Kilrnbağ'ın kaderini belirleyeceğini anlı­ yordu. Ya Rusya tercih edilecekti, ya da İran. Üçüncü bir yol yoktu. Yıllardır lran'ın himayesinde yaşıyor olmanın halka hiç­ ?ir yararı dokunmadığına inanıyordu. Ayşüişrete dalmış olan Iran şahları kendi tebaalarını bile düşünecek durumda değiller­ di; Karabağ'ı hiç düşünmezlerdi demek ki. İran'ı asıl alakadar eden şey Karabağ'ın durumu değil, zenginlikleriydi. Ama Rusya öyle mi? Rusya uçsuz bucaksız bir ülke; Avrupa'yla da bağı var üstelik. Hem Rusya'nın .kendi tebaaları, hem de bu ülkenin hi­ mayesi altındaki diğer halklar en azından banş içinde ve korku­ suzca yaşıyorlar. Molla Penah Vakıf Karabağ'ın da kurtuluşu­ nun Rusya'ya ilhakta olduğuna inanıyordu. Bu tartışmada kendi mevkiinden ödün vermesini Karabağ halkına ihanet etmek ola­ rak görüyor ve sonuna kadar direnmeyi düşünüyordu. Öte yan­ dan İbrahim Han henüz kararını vermiş değildi ve Vakıf, onun iyice düşünüp taşınmadan karar vermeyeceğini iyi biliyordu. Yani İbrahim Han'ı ikna etmek lazımdı ve bu olasıydı da. - Rusya'nın Kacar'a hediyeler göndermesinin nedeni on­ dan korkuyor olması değil, İran'la iyi ilişkiler içinde bulunmayı istediğini göstermesi anlamına gelir. Kacar da size çok değerli bazı hediyeler göndermişti hatırlarsanız; ama bu Kacar'ın biz­ den korktuğu şeklinde yorulamaz, değil mi Han hazretleri? Vakıf'ın sözlerindeki mantık İbrahim Han'ın hoşuna gitti; Vakıf da sözlerinin beğenildiğini hissedince daha da cesaretle­ nerek: - İran' da tahta çıkan herkes farklı bir telden çalıyor, Han hazretleri, - dedi. - Herkes yeni bir kanun çıkarıyor. Her gelen hükümdar bir öncekinin kökünü kazımaya çalışıyor. Ama Rus­ ya'nın her hükümdarın keyfine göre değiştiremeyeceği kanun­ lan var. Hükümdar kendisi bile o kanunlara karşı çıkamaz Han hazretleri. Hem Rusya'yla yakınlaşmamız durumunda Kacar'ın onlarla savaşmayı göze alacağını düşünmüyorum. Herşeyi bir tarafa bırakacak olursak, Rusya'yla iyi ilişıkiler içine girerken Kacar'ı öfkelendirmekten kaçınmayı da başarabiliriz.


1 �:< •

.·\qi 1 Abb;ı�

Deınind enberi d i kka tlice konuşulanları d i nlemekte olan Ebulfeth Ağa söz ald ı: - Sevgili babacığını - İbrahim Han'ın bütün çocukları ken­ disine "Han hazretleri" diye hitap ettikleri halde bir tek Ebulfeth Ağa "Baba" diye seslenirdi - Ruslar'la işbirliği yapmayı biz ken­ dimiz istememiş miydik? Rusya hükümdarına mektup yazan da, beni onun yanına gönderen de sen değil misin? Peki şimdi ne oldu? Kacar'dan korkup geri mi çekileceğiz yani? Memet Beğ'in cesaretini hep taktir etmişimdir. Kendisini kardeş gibi sevdiğimi ve komutanlık yeteneğine gıpta ettiğimi de herkes bi­ liyor. Memet Beğ'in ayağını bastığı yere ben kafamı koymaya hazırımdır. Şimdi de bana darılmamasını dilerim. Rus hüküm­ darının mektubunda sezdiğimiz tehditkar hava bizi rencide edi­ yor da, Kacar'ın kılıcı altında yaşak neden onurumuza dokun­ muyor? Biliyorsun ki ben Rusya'yı biraz dolaştım sevgili babacı­ ğım. Orada yerel idarecilerin birbirlerine yan bakmaları bile im­ kansız; birbileri üzerine ordu sevketmek ise akıllarının ucundan bile geçmez! Oysa İ ran' daki karışıklık ve başınabuyrukluktan kim yarar görmüş Allahaşkına? Rusya daha güvenilir bir ülke. Ebulfeth Ağa'nın sözleri za ten Molla Penah Vakıf'ın konuş­ masından etkilenmiş olan İbrahim Han'ın kararını kesinleştir­ mesine yardımcı oldu. Tartışmayı noktalar mahiyetteki bu söz­ lerden sonra İbrahim Han Rusya'nın tercih edilmesinin daha doğru olacağına inandı ve ayağa kalktı. Meclistekiler d e onun peşinden ayağa kalktılar. - Ebulfeth Ağa, yarın Molla Penah Vakıf'la birlikte Der­ bent' e gidiyorsunuz. Şimdi herkes çıkabilir; bir tek Memet Beğ kalsın. Herkes çıkınca İbrahim Han Memet Beğ'e seslendi: - Gel, biraz daha yakına gel! Memet Beğ gelip onun tam karşısında durdu. - Sen orduyu biraz toparlamaya çalış yine, evladım; - Me­ met Beğ babasının öcünü aldığındanberidir ki yalnız kaldıkların-


H.ıı ın.1n Kılınç

1 2•ı

da İbrahim Han kendisine "evlat" diye sesleniyordu - gücümüz ne kadarmış bilelim bakalım, ne olur ne olmaz . Ruslar'ın mektu­ bundaki tehditkar hava benim haysiyetime dokunmuyor mu sa­ nıyorsun? Ama kendileriyle düşman olamayız şimdi. Kacar'a da güvenilmiyor ki. Onunla da tarihi bir adavet var aramızda. Sen herşeye rağmen elimizdeki gücü biraz daha arthrmaya çalış. Birkaç gün sonra Kacar'ın casusları İ brahim Han'ın sara­ yında olup bitenleri Şahinşah'a eksiksiz olarak ulaştırdılar. İb­ rahim Han'ın gizlice Rusya'yla anlaşmaya çalıştığını duyunca Kacar öfkeden mosmor oldu: - Ben İbrahim Han'ı adamdan sayarak kendisine hediyeler göndermiştim. Azerbaycan'ın tamamında onun namının duyul­ masına da ben neden oldum. Şimdi karşılığı bu mu yani? Şerefi­ ne tükürdüğüm! Ne diye Rus'un ayağına kapanırsın? Senin o Şuşa'nın altını üstüne getirmek boynumun borcu oldu arhk! Kacar öfkeyle odasından çıktı ve gürleyen bir sesle sordu: - Karabağ' dan gelmiş olan elçiler nerede? Heı:kes yüzüstü yerlere kapanmıştı. kimse Şahinşah'a cevap verecek cesareti kendinde bulamıyor, herkes susuyordu. - Sağır mısınız hepiniz? Kimseden ses çıkmadığını gören Sadık Han çekinerek: - Kaçmışlar Şahinşah hazretleri, - dedi. Kacar Sadık Han'ın belindeki kılıcı çekip onun göğsüne da­ yadı ve bağırdı: - Ne demek kaçmışlar?! Sen mi yardım ettin yoksa kaçma­ larına?! - Alikulu Han iki yüz süvariyle peşlerine takılmış, kendile­ rini takip ediyor Şahinşah hazretleri. - O zaman sözlerimi Alikulu'ya ulaştınverin bakalım: eğer Karabağlılar'ı bulup getiremezse hepinizi dört parça yaptıracağım. Alikulu Han - Kacar'ın bu ünlü komutanı dün kazanılmış olan bir zaferin Şahinşah'ın nezdinde bugün yapılan bir hata


1 30 • Aqi l Abb,1�

için affetirici olmadığımı iyi bildiğinden Karabağlılar'ın peşin­ den giderken aslında kendi kaderini peşinden gittiğini anlıyor­ du. Elçilerin muhafazısı bizzat onun emrindeki askerle havale edilmişti ve şim�i Karabağlılar'ın Aras nehrini geçip kurtulma­ yı başarmaları Alikulu Han için en iyi olasılıkla gözlerini kay­ betmek şeklinde sonuçlanabilirdi. Alikulu Han Karabağlılar'ın değil, gözlerinin peşindeydi aslına bakılırsa. Elçiler ise canlarını kurtarmanın derdindelerdi e bir an ön­ ce Aras'a yetişmeye çalışıyorlardı. Alikulu Han'ın süvarileri Karabağlılar'ı Aras'a ulaşmak üzereylerken yakaladı. Abdüssamet Beğ kaçmanın anlamsız olduğunu görüp atı­ nın dizginlerini çekti ve Alikulu Han'ın adamlarıyla çarpışma­ ya başladı. Karabağlılar' dan bir tanesi nehre dalarak karşı kıyı­ ya geçmeyi başardı. İ ki kişi öldürüldü. Abdüssamet Beğ baca­ ğından yara aldı. Alikulu Han Karabağlılar'ı tutsak ederek Şa­ hinşah'ın huzuruna dönmek için acele etti; büyük bir zafer ka­ zanmışçasına seviniyordu. Kacar, elçilerin zindana atılmasını emretti. Yarasıyla ilgile­ nilmeyen Abdüssamet Beğ iki gün sonra hayatını kaybetti. Nehre dalarak kurtulmayı başaran adam civar köylerden bir ta­ nesinden aldığı atın sırtına atladığı gibi Şuşa'ya doğru istikamet aldı ve ertesi gün İbrahim Han'ın huzuruna çıktı. Birkaç gün sonra İbrahim Han İran' dan bir haber daha aldı: Kacar, onun el­ çilerinin kafalarını uçurmuş, Mirza Veli Baharlı)yı ise toplardan bir tanesinin ağzına bağla tarak attırmıştı. Bütün bunlar savaş anlamına geliyordu! Karabağ Hanlığı'nın gücünü küçümseyen Kacar, Alikulu Han'ı on bin kişilik bir süvariyle birlikte İbrahim Han'ı cezalan­ dırmak üzere gönderdi. Alikulu Han Aras nehrini geçerek hiçbir engelle karşılaş­ madan ilerlemeye başladı. Emrindeki on bin süvari uzun bir zincir oluşturarak çok düzenli ve disiplinli bir şekilde köylerin


Batman Kılınç • 131

arasından geçip giderken, Alikulu Han Kacar'ın sancağını Şuşa kalesinin burcuna dikeceğinden kesinlikle emindi. Memet Beğ, Alikulu Han'ı Askeran'da karşılamayı uygun görmüştü. Burası Alikulu Han'ın emrindeki kuvvetlerden aza­ mi yararlanmasına olanak tanımayacak kadar dar bir alandı. Askeran kalesinde iki bin savaşçı bulunduruldu ve bizzat İbra­ him Han kaleye inerek savaşı yönetmek için hazırlandı. Memet Beğ ise dört bin süvariyle birlikte kalenin dışında mevzilendi. Bu kuvvetler, kaleyi alma telaşındaki Kızılbaşlar'ı arkadan çevi­ rerek Gargar nehrine doğru sıkıştırmakla görevliydi. Alikulu Han toplarla karşılanmasına faz.la aldırış etmeden ordusunu kalenin üzerine yürüttü. Şiddetli bir çarpışma başla­ dı. Yüksekçe bir tepenin üzerinden savaşı izleyen Mem�t Beğ nihayet kendi süvarilerini de savaşa sokmanın zamanı geldiği­ ne karar verdi. Memet Beğ'in işareti üzerine iki bin süvari arka­ dan, iki bini de cenahtan olmak üzere Kızılbaşlar'ın üzerine sal­ dırdı. Zaferi çantada keklik sanarak şevkle kaleye tırmanmakta olan Kızılbaşlar bu ani saldırıdan şaşırıp kaldılar. Alikulu Han orduyu bir daha toparlayamadı ve her taraftan kuşatılmı; olan askerler Memet Beğ'in süvarilerine dağınık bir şekilde karşı koy­ maya çalıştılar. O sırada Askeran kalesinin kapılan açıldı ve bin­ den fazla süvari kaleden çıkarak Kızılbaşlann üzerine yürüdü. Alikulu Han, durumun iyice umutsuz bir hal aldığını görü­ yordu. Kızılbaş süvarileri ya Gargar nehrine dalıyor, ya da ka­ çarak Karabağlılar'ın kuşatmasından kurtulmaya çalışıyorlardı. Alikulu Han başındaki bir gurup adamla çarpışarak kuşatma­ dan çıkmayı başardı ve atını hızla Aras nehrine doğru sevket­ meye başladı. komutanlarının kaçtığını gören Kızılbaşlar savaş­ mayı büsbütün bırakarak kendilerini kurtarmanın telaşına düş­ tüler. Alikulu Han'ın emrindeki ordunun yalnızca yarısı nehrin karşı yakasına geçmeyi başardı.


1 32 • Aqil Abb.ı�

Memet Beğ'in süvarileri kaçanları nehir kıyısına kadar ta­ kip etti, sonra da geri dönerek zafer sarhoşluğu içinde İbrahim Han'ın huzuruna çıktı ve: - İbrahim Ha·n çok yaşa! - diye bağırdı. Askerlerden de dağları taşları sarsan bir gürültü koptu: - İbrahim Han çok yaşa! - Batmankılıç çok yaşa! Karabağlılar'ın Kacar'ın ordusunu yenilgiye uğrattığı habe­ ri kısa sürede Azerbaycan'ın tamamında duyuldu. Yenilgi haberini aldıktan sonra birkaç gün kendine geleme­ yen Kacar 1 794 senesi yazında seksen beş binlik bir orduyla Tahran' dan hareket etti.

Kacar yeryüzünün altını üstüne getirebilecek olan kılıcını Aras nehrinin kuzey kıyısına doğru uzatmıştı. Azerbaycan'ın kuzeyindeki Hanlıklar, karşısına çıkan herşeyi silip süpürmek iktidarında olan dehşetverici bir selin yaklaşmak üzere olduğu­ nun farkındalardı. İbrahim Han da işte bu selin önün alabilme­ nin yollarını aramak için elçiler göndererek ütün kuzey Han­ lık'larının yöneticilerini Han Bahçesi'ne davet etmişti. Kacar'ın casuslarından çekindiği için bu toplantıyı saklı tutmaya çalışmış ve davetleri oğlu Ebulfeth Ağa'nın nişan töreni adıyla yapmıştı. Toplantının kararlaştırıldığı gün dar vilayetlerin yöneticile­ ri, ordu komutanları ve diğer ileri gelenler maiyetlerindeki mu­ hafız kuvvetleriyle birlikte Han Bahçesi'ne akışmaya başadılar. Han Bahçesi bu kadar saygın misafiri birarada görmüş değildi. Misa fi rlere eşlik 'eden askerler İ brahim Han'ın emri üzerine Hankenti'nde yerleştirildi ve Han Bahçesi'nde yalnızca saygın misafirlerle hizmetçiler kaldı. Akşam karanlığı bastırmıştı. Yaz olmasına rağmen insanın içini ferahlatan serin bir esinti vardı. Sarayın en büyük salonu


B.ı t ın.ın Kılınç •

133

baştanbaşa İ ran ve Karabağ halılarıyla kaplanmıştı. Salonun or­ tasından büyüklüğü ve güzelliğiyle herkesin gözünü kamaştı­ ran bir avize asılmıştı. Bu, Fransız tacirlerinin İbrahim Han'a hediyesi olan avizeydi ki İ brahim Han da karşılığında Fransız tacirlerine cins Karabağ atlan hediye etmişti. İbrahim Han ge­ nelde misafirlerini Şuşa'da değil de Han Bahçesi'nde ağırladı­ ğından avizeyi de buradaki sarayın salonuna astırmayı uy.gun bulmuştu. Duvarlardan birine bin bir desenli Karabağ halısı, halının üzerine ise altın ve gümüş işlemeli kılıçlar, hançerler ve tüfekler asılmıştı. Kacar'ın hediyesi olan kabzası altın kaplı kılıç ise bir süre önce İ brahim Han'ın emri üzerine buradan kaldırılmıştı. İ lk başta kılıcı sıradan bir hediye olarak gören İbrahim Han, son dönemlerde onu bir tehdit olarak algılamaya başlamış ve gözü­ nün önünden uzaklaştırılmasını istemişti. İbrahim Han ev sahibi olarak baş köşeye kurulmuş, soluna Molla Penah Vakıf'ı, sağına ise Memet Beğ'i almıştı Memet Beğ'in sağında Mir Mustafa Han, Mustafa Han ve Şeki hakimi Selim Beğ oturmuşlardı. Molla Penah Vakıf'ın solunda ise sıra­ sıyla Cevat Han, Behbut Beğ, Mehmet Hasan Ağa, Ebulfeth Ağa ve bazı komutanlar vardı. İbrahim Han'ın karşısında Melik Şeh­ nazar'la Melik Mecnun oturmuşlardı. Melik Mecnun bütün dik­ katini Cevat Han'a ermiş gibiydi. Toplantıda yalnızca KubaHanlığı'nın temsilcisi bulunmu­ yordu; zaten bu Hanlık' tan kimse davet edilmemişti. Herkesin yerleştiğini gören İbrahim Han yüzünü Cevat Han' a tutarak: - Başlayalım artık, - dedi. Cevat Han da: - Allah yardımcınız olsun! - diye yanıtladı. İbrahim Han'ın işareti üzerine genç bir adam içeri girdi ve ortalıktaki sehpanın üzerine kadife mahfazası içinde bir kitap bırakarak çıktı.


I J4 • Aqil Abb:ıs

- Allah bizleri darda bırakmasın inşallah! Kur'an-ı Kerim rehberimiz ve kurtarıcımız olsun inşallah ! - Amin! İbrahim Han eliyle sakalını sıvazladıktan sonra konuya geçti: - Kacar'ın yüz bin kişilik bir orduyla Tahran'dan hareket ettiği haberini aldık. Yine kan su olup akacak, topraklarımız kanla sulanacak. Ne yapalım dersiniz? Sessizlik oldu. Herkes ne konuşacağını buraya gelmeden önce kararlaştırmışh aslında; ama şimdi kimse ilk konuşan ol­ mak istemiyordu. Bütün gözler İbrahim Han'ın üzerindeydi; o da Memet Beğ'e dönerek sözü kendisine verdiğini işaret etti. Memet Beğ ayağa kalktı ve herkesin bakışları onun belin­ deki tuhaf kılıçlara takıldı. Herkes bu ince ve normalden çok uzun kılıçların methini duymuştu aslında. Bu kılıçların en iyi kalkanı bile peynir gibi kestiğini de işitmişlerdi. Başka birinin beline bağlanmış olsa uçları yerlerde sürünecek olan kılıçlar uzun boylu Memet Beğ'in daha bir heybetli görünmesini sağlı­ yordu. Herkesin, onun belindeki kılıçlara baktığını gören Me­ met Beğ eliyle onlan biraz geriye doğru ittirerek konuşmya baş­ ladı: - Haşmetmeap Hanlar, saygıdeğer komutanlar! Kacar gö­ zünü topraklarımıza dikmiş, büyük bir orduyla üzerimize yü­ rümekte. Allah bize büyük bir bela gönderiyor anlaşılan. Şimdi bu belaya göğüs germesini başmalı, kendi memleketimizi sa­ vunmalıyız. Kacar, çoluğumuzu çocuğumuz köle, kızlarımızı kadınlarımızı cariye etmek için geliyor kardeşlerim. Ama bunu başaramayacak! Burada herkes içinden geçenleri konuşsun ve birbirimizden saklımız gizlimiz kalmasın! Memet Beğ birdenbire susadığını hissetti, ama böyle bir an­ da su içmenin zayıflık olarak algılanabileceğini düşünüp vaz­ geçti ve konuşmasını sürdürdü:


B;ı tman Kılıı� ç • J:lS

- Kacar'ın gelişine memnun olup onu tuz ekmekle karşıla­ mak isteyen varsa, Allah'ın laneti onun üzerine olsun. Böyle bir adam kardeşim dahi olsa kılıcımdan kurtulamaz. Memet Beğ sağ elini göğsüne bastırmakla lafını bitirdiğine işaret etti ve yerine oturdu. Onun sözlerinde ayan beyan bir tehdit duyuluyordu. Tekrar sessizlik oldu. İ brahim Han, herkesin onun ne dü­ şündüğünü merak ettiğini bilmesine rağmen yine sakalını sı­ vazlayarak bu kez de sözü Mustafa Han'a vermeyi uygun bul­ du: - Peki Mustafa Han ne düşünüyor? - İ revan Hanlığı hep İran'dan asılı bir durumda olmuştur İbrahim Han. Sayenizde birkaç senedenberidir İ ran boyunduru­ ğundan kurtulmuş bulunuyoruz. Fakat Kacar bu kez daha bü­ yük bir boyundurukla geliyor üzerimize. Biz boyun eğeceğimi­ ze boynumuzu kılıcın altına uzatmayı yeğleriz. O sırada kimse Cevat Han'ın dudaklarında alaycı bir gü­ lümseme dolaştığının farkında olamadı. Cevat Han kendi ken­ dine, "Şu Mustafa Han ne kadar yalaka biriymiş!" diye düşün­ dü. "Öyle olsun bakalım! Buna da Kacar derler. Senin dilini ko­ parmazsa ben de babamın oğlu değilim demektir." Sonra da Melik Mecnun'un yüzüne baktı ve burada kendisiyle aynı dü­ şünceye sahip bulunan tek insanın Melik Mecnun olduğunu an­ ladı. Behbut Beğ de öfkeyle kılıcının kabzasını okşayarak konuş­ maya başladı: - Nahçivan Hanlığı da Mustafa Han'a katılıyor. İ ran hü­ kümdarlarının her istediklerinde bizim topraklarımıza dalıp at oynatmalarına dur demenin vakti gelmiştir. Memet Beğ'in di­ leklerinin benim de dileğim olduğunun bilinmesini isterim. Mir Mustafa Han da söz aldı: - Behbut Beğ çok güzel konuştu. Kacar'ın elinde bir kılıç varsa bizim de elimizde bir kılıç var.


136 • Aqil Abbas

Selim Beğ de lafa kanşh: - Ruslar da bize yardım vadinde bulunmuşlar Han hazret­ leri. Eğer sözlerini tutacak olurlarsa Kacar'ı Aras'ın bu yakasına dahi uğratmayız. İbrahim Han: - Ruslar birkaç top, bir de topçu birliği göndermiş. Bugün yarın buraya varırlar sanının . Cevat Han ise bambaşka şeyler düşünüyordu. Kacar kendi­ sini asla korkutmuyordu. Bilakis Kacar'ın yürüşü Ziyatoğulla­ rı'nın daha Nadir Şah döneminde kaybettikleri nüfuzu geri ka­ zanmalarına neden olabilirdi. Bu yüzden de Cevat Han sabır­ sızlıkla Kacar'ı bekliyordu. bu toplanhya da gönülsüzce gelmiş­ ti zaten. Diğerleri onun ne düşündüğünden haberdar olurlarsa Kacar yetişinceye kadar kendisini böcek gibi ezebililerdi. Bu ne­ denle toplantıya katılmak zorunda hissetmişti kendini. Onun gerçek düşüncelerinden haberdar olan tek kişi Melik Mec­ nun'du. Daha buraya gelmeden önce buluşup dertleşmişler ve nasıl hareket edeceklerini kararlaşhrnuşlardı. Cevat Han Rus toplarının Karabağ'a yardıma geldiklerini duymaktan rahatsız olarak lafa daldı: - Acaba Kacar'la konuşup anlaşmanın bir yolu yok mu İb­ rahim Han? buraya toplanıp kendi aramızda konuşmak kolay elbette. Ama Kacar dünkü çocuk değil, koca bir hükümdar! Bu­ güne kadar karşısına dikilebilecek bir babayiğit çıkmadı! Memet Beğ: - Kacar'ın askerlerini Askeran kalesi'nde gördük işte. Bü­ yük komutan Alikulu Han tabanları yağlayıp kaçmakta buldu çareyi. - Sen büyük bir kahramansın Memet Beğ. Kılıçlarının na­ mını dumadık kimse kalmış değil. Alikulu Han'ın on binlik or­ dusunu perişan edip kaçmak zorunda bıraktığını da biliyorum. Bu kez Alikulu Han değil, bizzat Kacar geliyor ama. Hem de on


Batman Kılınç • 137

binlik değil, yüz binlik bir orduyla geliyor. Huzuruna elçi gön­ dersek daha iyi olmaz mı? İbrahim Han sinirlendi: - Topun ağzına bağlanıp atılacak adamım yok artık benim. Çok istiyorsan buyurabilirsin, seni tutan mı var? Melik Mecnun da birşeyler söylemeye hazırlanıyordu, fakat Memet Beğ ayağa kalkarak onun ağzıru açmasına fırsat vermedi: - Biz buraya Kacar'ı nasıl karşılayacağımızı konuşmak için toplanmış değiliz zaten. Biraraya gelişimizin amacı kılıçlaruruzı birleştirerek Kacar'ı Aras'ın bu yakasına uğratmamak. Kacar'ın karşısına tuz ekmekle çıkacak halimiz yok, zira o da bizim üze­ rimize tuz ekmekle yürüyor değil. Kacar nasıl kılıcıyle geliyor­ sa, biz de kılıcımızla dikileceğiz karşısına. Memet Beğ her iki kılıcını bir çırpıda kınlarından çıkararak halının ortasına sapladı: - Kılıca kılıç! İbrahim Han yeğeninin hareketinden gurur duyarak ayağa kalktı ve kılıcını çıkanp Memet Beğ'in iki tuhaf kılıcırun yaruba­ şında yere sapladı: - Kılıca kılıç! Mir Mustafa Han da kılıcıru çıkanp onların kılıçlannın arasına sapladı: - Kılıca kılıç! - Kılıca kılıç! - Kılıca kılıç! - Kılıca kılıç! Cevat Han da gönülsüzce kılıcını çıkararak d iğerlerinin yaptığının aynısını yaptı: - Kılıca kılıç!


ı .<ı; • Aqil Alıb��

İ brahim Han, Muhammet Şah Kacar'ın ordusunu karşıla­ mak için gereken herşeyi yaptırmıştı. Karabağ halkının büyük bir kısmını Şirvan ve Gürcistan sınırına göndermiş, geri kalanı­ nın da Karabağ'ın dağlarına ve Şuşa kalesinin içine taşınmasını sağlamıştı. Azerbaycan'ın kuzeyindeki bütün Hanlıklar güçleri­ ni_ birleştirmişlerdi ve Karabağ Hanlığı artık otuz binlik bir sü­ vari ordusuna sahipti. İbrahim Han emrindeki orduyu üç kısma ayırmış ve bun­ lardan birini Şuşa kalesinin savunmasında görevlendirerek ko­ mutanlığını da bizzat üstlenmişti. Diğer iki kısımdan biri Nah­ çivan Hanı'nın kardeşi Behbut Beğ'in emrindeydi. Bu ordu da Nahçivan sınınnı gözetmek ve Kacar ordusunun Aras nehrini geçmelerini engellemekle görevlendirilmişti. Eğer Kızılbaş or­ dusunun Aras'ı geçmesine engel olunamazsa Behbut Beğ ordu­ suyla birlikte geri çekilip Gargar nehri kıyısında Memet Beğ'in ordusuyla birleşecekti . Memet Beğ'in komutasındaki ordu ise Kacar'ı Hudaferin köprüsü üzerinde karş'layacaktı. Kızılbaşlar­ la savaşa ilk girişek ve onlara ilk darbeyi indirecek olan da Me­ met Beğ'in ordusuydu. Bu ordu Ümme Han'ın gönderdiği üç bin kişilik tüfekli birlik de dahil olmakla on binden fazla iyi ye­ tişmiş askerden oluşuyordu . Esasında ordunun tamamını sava­ şa hazırlayan ve savunma planını yaparak hangi kuvvetlerin hangi mevkide bekleyeceğine karar veren şahıs Memet Beğ'in kendisiydi. Savunma için en uygun yerleri de yine Memet Beğ seçmişti. O, Kacar'ın bitmek tükenmek bilmeyen bir orduya sa­ hip bulunmasına rağmen bu savaştan zaferle çıkacaklarına ina­ nıyor ve bu iyimserliğinin askerlere de sirayet etmesine çalışı­ yordu. Karşılıklı saf bağlayıp durmuş binlerce at, toynaklarıyla toprağın göğsünü eşiyor, kantarmalannı çiğneyip dizginlerini koparacak gibi oluyorlardı. Aras nehri bu karşılıklı safları şim­ dilik birbirinden ayınyordu. Bütün olup bitenlerde habersiz gi­ bi dertten tasadan uzak ve tamamen aldınşsız bir tavırla akıp gidiyordu. Ama az sonra Aras'ın evlatları birbirlerini delik de-


Batman Kılınç • 1 39

·

şik edip kanlarını bu nehre akıtacaklardı. Ve Azerbaycan topra­ ğı kendi evlatlarının kanıyla sulanmış olacaktı. Savaş henüz başlamamıştı ama kana susamış kılıçların kı­ nından çıkmıştı ve küçük bir işaret bekliyordu. Aynı ülkenin yi­ ğitleri de aç kurtlar misali birbilerine saldırmak ve kan koku­ sundan sarhoş olup düşmanlannı bahtiyar etmek için küçük bir işaret bekliyorlardı. Memet Beğ'in süvarileri Kacar'ın ordusunun geçişini önle­ yebilmek için Hudaferin köprüsüne biraz zarar vermişlerdi ve şimdi Kızılbaşlar hızla köprüyü onarmaya çalışıyorlardı. Ne var ki Karabağlılar bu işi de engelliyor ve köprüyü tamir eden as­ kerlere ok ve kurşu yağdırıyorlardı. Şahinşah Muhammet Han Kacar köprünün onanmının bitmesini beklemeden yüzünü komutanlarından birine tuttu: - Alikulu Han! Alikulu Han huzura geldi: - Buradayım şahinşah hazretleri. Kacar kılıcıyla nehrin karşı tarafına işaret etti ve önde Ali­ kulu Han, peşinden de onun komutasındaki süvariler nehre yö­ neldiler. Kızılbaş ordusu karşı kıyıyı top ateşine tuttu. KarabağWar da aynı şekilde karşılık vererek nehri geçmeye çalışan Alikulu Han'ı ve askerlerini ok ve gülle yağmuruna hıttular. Buna neh­ rin hızlı akıyor olması da eklenince Alikulu Han geri çekilmek zorunda kaldı. Kızılbaşlar'ın gün boyu nehri geçmek için göstermiş olduk­ ları bütün çabalar sonuçsuz kaldı ve ordusunun fazla zayiat verdiğini gören Kacar nehri geçme emrini şimdilik askıya aldı. Ordu komutanları Şahinşah Kacar'ın otağında toplanarak Aras'ı nasıl geçeceklerini tartışıyorlardı. Sadık Han: - Olanca gücümüzle nehir boyu saldırıya geçersek Batman­ kılıç fazla direnemez sanıyorum, - dedi.


ı �o • Aqil Abb.ıs

Kacar cevap verdi: - Bunu yapabiliriz elbette, ama ben ordumu Aras'ın suları­ na kaptırmak niyetinde değilim. Başka bir çare bulmamız la­ zım. Alikulu Han, ikinci defa olarak Memet Beğ'in önünden geri çekilmek zorunda kaldığından, Şahinşah'ın taktirini tekrar ka­ zanmak için herşeyini vermeğe hazırdı. Bu nedenle: - İzin verirseniz benim bir önerim var, - dedi. Kacar, konuşmasını işaret etti ve Alikulu Han anlatmaya başladı: - Bir vakitler Timur da Terek nehrini geçemiyormuş bir türlü. Toktamış'ın ordusu nehir boyu kendisini izliyor ve karşı­ ya geçmesine fırsat vermiyormuş. Timur çok kurnazca davra­ narak bu durumdan kurtulmuş. Kadınları da silahlandıran Ti­ mur ordunun az bir kısmını nehir boyu konuşlandırmış. Tokta­ mış karşı kıyıdan durumu gözetlerken Timur'un ordusunun henüz kendi mevkilerinde olduğunu zannetmiş. Oysa Timur, gecenin karanlığında ordusunun büyük bir kısmını da yanına alarak hızla nehir boyu aşağıya doğru hareket ederek hiçbir en­ gelle karşılaşmadan karşı kıyıya geçmiş. Timur'un ordusunu kendisini arkadan çevirinceye kadar Toktamış durumun farkı­ na bile varamamış. Alikulu Han anlatmayı bitirip sustu. Bu öneriyi beğenmiş gibi görünen Kacar, Alikulu Han'ı övdü. Bu da meclistekilerin birçoğunun Alikulu Han'ı kıskanmalarına neden oldu. Sadık Han: - Alikulu Han'ın önerisi çok akıllıca, Şahinşah hazretleri, dedi. - Ne var ki Batmankılıç'ın ordusu da neredeyse bütün ne­ hir boyuna yayılmış durumda. Behbut Beğ Nahçivan'da, Mus­ tafa Han'ın süvarileri Nahçivan'la Hudaferin köprüsü arasında, Memet Beğ tam önümüzde, Melik Mecnun Muğan istikametin­ de, Mir Mustafa Han da onun biraz daha ilerisinde konuşlanmş durumdalar!


lfatm�n Kılınç • 141

Alikulu Han tekrar söz aldı: - Bu kadarını ben de düşündüm Şahinşah hazretleri. Fakat bunun da çaresine bakılabilir. Malumu aliniz, Melik Mecnun'la Cevat Han sıkı dostlar. Öte yandan yine Melik Mecnun'la İbra­ him Han arasında eskidenberi süregelen bir adavet mevcuttur. Müsaade ederseniz emrimdeki askerleri bu gece nehir boyu aşağıya doğru sevkeder, Melik Mecnun' un mevkilerinin karşısı­ na ulaşhnnm. Melik Mecnun'un yanına elçi gönderip kendisine birşeyler vadedersek bizim tarafımıza geçebilir zannındayım. Kacar ayağa kalktı. Şahinşah'ın kalktığını gören diğerleri de yerlerinden fırladılar. - Alikulu Han, sen Abbas Beğ'in süvarilerini de yanına alıp yirmi binlik bir orduyla hareket et. Sadık Han, sen ise sabah olur olmaz toplardan karşı kıyıya ateş et. Sefer Ali Beğ'in süva­ rileri de nehri geçmeye çalışıyormuş gibi yapsınlar. Şimdi ser­ bestsiniz! Aynı gece Alikulu Han yirmi binlik bir orduyla hareket ederek sabaha karşı varması gereken yere ulaşh. Cevat Han'ın özel olarak tembihlediği Melik Mecnun, Alikulu Han'ı izzeti ik­ ramla karşıladı ve yirmi binlik Kızılbaş ordusu hiçbir engelle karşılaşmadan Aras nehrini geçerek Karabağ'a sokuldu. Memet Beğ, bütün olup bitenlerden habersiz Sadık Han'ın saldırısına karşı koymaya çalışıyordu. Bu sırada hiç beklemedik­ leri bir yönden gelen hamle Karabağlılar'ı büsbütün şaşırth ve bu d urum karşısında uzunca bir süre direnemeyeceğini anlayan Memet Beğ daha fazla zayiat vermemek için geri çekilmek zo­ runda kaldı. Kızılbaşlar köprünün onarımını bitirdiler ve Kacar bütün kuvvetleriyle birlikte nehri geçerek Karabağ'a yürüdü. Kacar'la meydan muharebesine girişmenin anlamsızlığım gören Memet Beğ dağlara çekilmek ve ani saldırılarla düşmana zayiat verdirmek kararına geldi. Bu arada Behbut Beğ'e de ha­ ber göndererek emrindeki kuvvetlerle birlikte Gorus üzerinden Şuşa'ya hareket etmesini istedi.


1-C • Aqıl Abb.ı�

Memet Beğ, kend i emrindeki orduyu iki kısma ayırarak Gargar nehrinin her iki kıyısı boyu konuşland.ırmış; bütün ola­ naklarını Şuşa'nın savunması için seferber etmiş olan İ brahim Han ise Askeran kalesini savunmasız bırakmıştı. Buradaki or­ dunun bir kısmı Şuşa'ya sevked ilmiş, geri kalanı d a Hasan Beğ'in komutasına verilerek Memet Beğ'in kuvvetleriyle birleş­ mek üzere hareket etmişti. Gece olunca hem Memet Beğ'in sü­ varileri hem de Hasan Beğ'in askerleri K_a car'ın ordugahına sal­ dırılar düzenliyor ve ani baskınlarla Kızılbaşlar'a zayiat verdir­ dikten sonra tekrar dağlara doğru geri çekiliyorlardı. Bu ani ge­ ce saldırıları Kacar için gerçek bir kabusa dönüşmüştü. Herşeye rağmen Kacar Şuşa kalesine ulaştı. Fakat kaleye yaklaşmak ciddi bir sorundu. Burayı ilk kez gören Kacar hayre­ tini belirtmeden edemedi: - Bu kaleyi insanoğlu yapmış olamaz; burası ilahi bir kud­ retle halkedilmiştir. İbrahim Han'ın kendine onca güvenmesi­ nin nedenini işte şimdi anlıyorum. Ama İbrahim Han, onun bu kalesine karşılık benim elimde de Şeyh Sefi'nin kılıcı bulundu­ ğundan habersiz olmalı. Ağa Muhammet Şah Kacar kılıcı kınından çıkarıp öperek kaleye doğru uzath. Bu işaret saldırıyı başlatma emri anlamına geliyordu. Askerlerden tüyler ürperten bir bağırtı koptu ve bu korkunç sada dağlarda yankılanıp şiddetlenerek yeri göğü kap­ ladı. Ormanlarla kaplı dağlardaki yırtıcıları bile korkutup kaçır­ tan bu gürültü kaleyi savunanları etkilemedi bile. Onlar Ka­ car'ın ordusunu top ateşleriyle karşılayıp ilk hamleyi başarıyla püskürttüler. İbrahim Han'ın emriyle koca kaya parçalan yontulup yu­ varlaklaştırılarak kaleyi çevreleyen surların yanına getirilmiş ve kalın iplerle yere çakılı kazıklara bağlanmıştı. Ordu surlara yak­ laşma hrsatı bulunca İbrahim Han bu kaya parçalarını tutan ip­ lerden bir tanesinin kesilmesini emretti. Büyükçe bir parça iniş aşağı yuvarlanmaya başlayarak önüne çıkanları eizp geçti. Bu


B.ıtm.ın Kılınç • 1 4.1

sefer başka bir kayanın ipinin kesildiğini gören askerler sılahla­ rını bırakıp kaçışmaya başladılar. Kacar savaşı yüksekçe bir tepenin üzerinde at sırtında ta­ kip ediyordu. Sadık Han Şahinşah'ın huzuruna gelip: - Surlara yaklaşamıyoruz Şahinşah hazretleri, - dedi. Bura­ lar hep taşlık ve kayalık yerler. Süvariler için uygun bir alan de­ ğil. Hem atlar top seslerinden ürküp kaçıyor. Kacar durumun farkındaydı zaten. - Atlarda inilmesini emret. Bir de kaleye yaklaşmak için uygun bir yol var mıymış diye araştırsınlar bakalım. Daha sonra Muhammet Şah Kacar orduyu iki kısma ayınp birini. aynı mevkiden saldırıyı sürdürmek üzere bırakarak diğer kısmı peşine takıp Cıdır ovasının karşısına geçti. Buradan şir avuç içi gibi görünüyor ve Kacar'ı bu avuç içi gibi görünen şe­ hirden derince bir uçurum ayırıyordu. Kacar şehri topa tutturduysa da gülleler Cıdır ovasına va­ ramadan uçurumun dibine düşüyordu. Cıdır ovası ise Kacar'ı ve ordusunu görmek üzere toplanmış olan insanlarla doluydu. Sayısız Kızılbaş askeri uzaktan bir lale denizini andırıyordu. İ n­ sanlar Kacar'ın durmuna bakıp gülüşüyorlar, Kacar ise öfkeden çatlayacak gibi oluyordu. - Alikulu Han, emret önümüzdeki uçurumu eyer ve se­ merlerle doldursunlar. Alikulu Han kulaklarına inanamaış gibiydi. Kacar'ın isteği­ ni gerçekleştirmenin olanaksızlığını biliyor, fakat bunu Şahin­ şah'ın kendisine söyleyecek cesareti bulamıyordu. Yardım ister gibi dönüp vezirin yüzüne baktı. Vezir öne çıkıp: - Burayı doldurabilmek için İran'ın bütün semercileri bir sene durup dinlenmeden semer yapmalı Şahinşah hazretleri, dedi. Kacar öfkeyle emretti: - Söyleyin Sadık Han'a, saldırıyı geceli gündüzlü sürdürsün.


I��

• Aqıl ,.\lıb.1�

Ne var ki Sadık Han'ın bütün gayretleri sonuçsuz kalıyordu. Bu arada Karabağlılar gece baskınlarına d evam ed iyor, ha­ va kararınca küçük guruplar halinde kaleden çıkarak Kızılbaş ordusuna saldırıyor, karışıklık çıkarıp d üşmana zayiat verdir­ dikten sonra tekrar ortadan kayboluyorlardı. Kuşatma tam otuz üç gün sürdü. Za ten gece baskınların­ dan bıkmış olan Şahinşah askerlerin sabrını tükenmek üzere ol­ duğunu görüp, öte yandan havaların da soğumaya başladığını göz önünde bulundurarak kuşatmayı kaldırdı. Kızılbaşar, Şuşa kalesi önünde kaybettikleri arkadaşlarını Ağdam civarındaki Karağacı mezarlığında bırakıp Muğa'a doğru indiler. Bu başarısız kuşahnanın ardından Kacar Tifüs üzerine yü­ rümeyi kararlaştırdı . Böylece hem Ruslar'la yakınlaşmış olan Gürcistan valisini cezalandırmış hem d e İ rakli'nin dolu hazine­ lerini ele geçirerek Karabağ'daki kayıplarını karşılamış oalcakh. Öte yandan öfkesini çıkaracak bir yer arıyordu ve Gürcistan bu­ nun için biçilmiş bir kaftan gibiydi. İ brahim Han, Kacar'ın Tiflis'e hareket ettiğini duyunca Behbut Beğ kumandasındaki iki bin süvariyi gıda ve cephane­ likle irlikte Gürcistan'a yardım etmek üzere gönderdi. Ne var ki İ rakli'nin askerleri Kacar'ın ordusuna bir gün bile direnemedi­ ler. Bütün hıncını Tifüs'ten alan Kacar şehri baştanbaşa yağma­ la ttıktan sonra a teşe verdirdi, Tifüs halkını ise köle yaparak kendisine itaa t eden Han'lara hediye etti ve kışı geçirmek üzere tekrar Muğan'a döndü. 1 797 yılı ilkbaharında Kacar Karabağ'a ikinci kez saldırma­ ya hazırlanıyordu.

Memet Beğ gözyaşı gibi berrak suda elini yüzünü yıkadık­ ça suyun serinliği katetmiş olduğu uzak yolun yorgunluğunu vücudu ndan çıkarıyord u. Nihayet yıkanmayı bi tirdi, demin­ denberi elinde havlu olduğu halde bir kenarda bekleyen hiz­ metçiden havluyu alıp silindi ve yukarı çıktı.


B.1 ı m.1 n Kılın ç • l ·I "

Zeynalabidin Ağa içeriyi halılalarla kapla tmış, üzerlerim: de minderler, yer yastıkları dizdirmişti. Civar köylerin ileri ge­ lenleri oturmuş hvadan sudan konuşuyor, dertleşiyorlardı. Me­ met Beğ içeri girince herkes ayağa kalktı. - Hoş geldin! - Hoş bulduk! Herkesle teker teker görüştükten sonra ısrarlara rağmen baş köşede oturma yı kabullenmeyerek oraya Zeynalabidin Ağa'yı oturttu; kendisi de onun sağına geçti. Sofra kurulup üzeri bin bir çeşit yemekle donatıldı. Zeyna­ labidin Ağa ekmeğin birini alıp öptü, sonra bir lokma koparıp ekmeği Memet Beğ'e uzattı. Memet Beğ de aynı şekilde ekmeği öperek bir lokma kopardı ve yanıbaşında oturan Hüseyinkulu Ağa' ya uza ttı . Böylece ekmek sofrayı baştanbaşa dolanarak meclisteki herkesin elinden geçti. Sofra başında konuşmak adaptan değil diye herkes sessizce yemeğini yedi. Sofradan el çekilip "Elhamdulillah! Allah ziyade etsin!" denince hizmetçiler ortalığı topladılar. Yenibaştan sofra kurulup ortaya çay, tatlı, çerez ve reçel geldi. Memet Beğ önü­ deki çaydan bir yudum alıp: - Evet beyler, ne var ne yok? - diye sordu. - İ yiyiz çok şükür. Sayende geçinip gidiyoruz işte. Hüseyinkulu Ağa: - Aras'ın öte yakası karışmış yine. Ağa Muhammet Han or­ du topluyormuş, bu yakaya geçecekmiş, - dedi. Meşhedi Yıldırım ise acıklı bir sesle ekledi: - Eğer bu yakaya geçerse çok kötü olur. İnsanlar zar zor to­ parlanabilmişlerdi zaten. Hem bu sene mahsul de hiç iyi değil. Kerbelayi Muhtar: - Hanesi baş'na yıkılsın inşallah. Yirmi otuz sene kadardır savaşsız geçinip gidiyorduk işte ne güzel. Nereden çıktı yine bu adam?


Hn • Aqıl Abb.ıs

Hüseyinkulu Ağa: - Şu Kacar dedikleri Hacı Çelebi' den daha mı zorlu biri ya­ ni, Memet Beğ? Hatırlarım da rahmetli Penah Han kaleyi daha yeni yaptırmıştı, daha doğru dürüst ordusu falan da yoktu. Bir sabah kalktık ki Hacı Çelebi'nin askerleri her tarafı sarmış. Ken­ disi de haber gönderdi, "Ülkeye bir tane Han yeter!" diye. Pe­ nah Han rahmetli de ne adamdı ama; Hacı Çelebi'nin elçilerine, "Evet, Hacı doğru buyurmuş, ülkeye bir tane Han yeter, o da benim işte!" diye cevap verdi. Sonra da askerlerini peşine takıp kaleden çıktı. Bir savaş başladı ki sorma gitsin. Hatırlıyorsun değil mi Zeynalabidin Ağa? Zeynalabidin Ağa: - Hatırlamaz mıyım? Hacı Çelebi bıyık almaya gelmişti, sa­ kalı da elden verdi. Memet Beğ anlatmaya başladı: - Kacar, Hacı Çelebi'ye benzemez ama. Hem şahinşah, hem de çok yetenekli bir komutan. Emrinde koca bir ülke var bir ucu doğuda başlıyor, diğer ucu batıda bitiyor. Şimdilik karşısına dilci­ lebilecek bir babayiğit yok. Koca Tiflis'i ne hale koyduğunu gördü­ nüz, değil mi? Haşmetli İrakli bile korkusundan kaçıp sak.lanmıştı. Meşhedi İsmail: - Şuşa'ya giremedi ama. Memet Beğ: - Şuşa'ya giremediyse de Karabağ'ı bayağı bir çiğnetti ama ordusuna. - Kacar'ı Aras'ın bu yakasına geçirmeyiversek baştan . . . Ya� pamaz mıyız Memet Beğ? - Yaparız elbette. Eğer Hanlar hep bi �lik içinde hareket et­ seler Kacar Aras'ı değil geçmek yanına bile yaklaşamaz. - Peki ne diye birlik içinde değiller ki? Kim engelliyor ki bunlan? Memet Beğ gülümsedi:


Bat m.ın Kılınç • 147

- Ellerinden gelse birbirinin kanını içer bunlar, sen de ne umuyorsun . . . Sohbet geç vakite kadar devam etti. Nihayet herkes çekip gidince Memet Beğ'le Zeynalabidin Ağa haşhaşa kaldılar. - Zeynalabidin Ağa, çoluğu çcuğu da alıp kaleye taşınıver. Ne de olsa daha güvenli. - Seninle eskidenberi iyi anlaşıyoruz; rahmetli babanla da iyi ahbaplık. İ şte bunlardan dolayı İ brahim Han benden pek hazzetmez, Memet Beğ. Şimdi kaleye taşınırsam, "Kötü günde bana sığınıyorsun işte" diyecek. Hem ben yaşını başını almış bir adamım. Kacar'ın benimle ne işi olur. Daha önceki gelişinde de Bayat'a dokunmadı, baksana. Bayat aşiretinin bir ucunun Di­ yarbakır'da, diğer ucunun da Semerkant'ta olduğunu biliyor Kacar. ·

- Kacar Bayat aşiretinden çekiniyor olsa Karabağ üzerine yürümezdi Zeynalabidin Ağa. İbrahim Han'la da savaşa gir­ mezdi öyle olsa. - Kacar'ın İbrahim Han'la kavgası mülk ve iktidar kavgası. Bu da d iğerlerini alakadar etmez. Ama bana sataşacak olursa bütün Bayat aşiretine sataşmış olur. Hem Bayat kalesi de fena değil, kolay kolay teslim bayrağını çekmez yani. Memet Beğ ısrarını sürdürdü: - Kacar'ın gözünü kan tutmuş Zeynalabidin Ağa. Osmanlı padişahını bile tanımaz icap ederse. Hem Bayat başka, Şuşa başkadır. Kacar'ın yüz bin kişilik ordusunun karşısında Bayat bir saat bile direnemez Zeynalabidin Ağa. Karabağ'ın tamamını kurtarmak istiyorsak direnmemeli de zaten. Bayat, kapılarını savassız açmalı, Bayat'ın yiğitleri de benim orduma kahlmalı­ lar. İbrahim Han orduyu iki kısma ayırmış. Biri Bağır Beğ'in emrinde kaleyi savunacak, diğeri ise benim emrimdedir. - Yaklaşık ne kadar askerin var meme? - diye Zeynalabidin Ağa sordu. - On binden biraz fazla.


- Peki bu kadar askerle Kaca'ın karşısına nasıl çıkacaksın? - İbrahim Han'ın adındanGence'ye, Nahçivan'a, İ revan'a, hatta Gürcistan'a mektuplar yazdık. Ü mme Han da daha önce üç bin süvari göndermişti. Bu sefer yine yardım vadediyor. Eğer diğerleri de yardım ederlerse Kacar'ın karşısın otuz kırk binlik bir ordu çıkarırız ki bu da küçümsenecek bir rakam değil. - Cevat Han'dan birşey bekleme Memet Beğ. Kacar'ın Karabağ'a ilk yürüşü sırasında Cevat Han'la Me­ lik Mecnun Şa�inşah'ı karşılamaya çıkmış, hatta Kacar Tiflis'e saldırdığında kendisine yarım olarak çok sayıda süvari gönder­ mişlerdi. Hem kış mevsiminin o sen çok sert geçmesi, hem de İran'daki iç durum Kacar'ı Tahran'a dönmek zorunda bırakmış­ tı. Yazın İbrahim Han'la Ümme Han Gence'yi kuşatmış ve kısa bir sürede teslim olmak zorunda bırakmışlardı. İbrahim Han, Cevat Han'ın hazinesine el koymuş, kendisini de ancak Kur'an­ ı Kerim üzerine yemin ettirdikten sonra serbest bırakmıştı. Zey­ nalabidin Ağa bunları kastediyordu işte. Memet Beğ: - Cevat Han bu kez bize sadık kalacağına dair yemin etmiş, - dedi. - Her yemine inanılmaz Memet Beğ. Cevat Han'ın şecaatine diyeceğim yok. Ama adam Kacar'la a ynı soya mensup. O varken sizi tutacak değil ya. Gürcistan' dan da pek birşey bekle­ meyin. Kacar'ın yaptıklarından sonra kolay kolay kendilerini toparlayamazlar. Zeynalabidin Ağa'nın haklı olduğunu gören Memet Beğ ni­ hayet gelişinin asıl amacını söyledi: - Bayat aşiretini seferber etmek lazım Zeynalabidin Ağa. Bana iki bin asker, bin kadar da at verebilirseniz Cevat Han' dan yardım almış gibi olurum zaten. - Bu kadarcık bir yardım meseleyi çözer mi? - Büsbütün çözmez belki, ama çok önemli bir mesafe alınmış olur.


B.ıtm.ın Kılınç • 1 -19

- Peki ne zamana istiyorsun bunları?

·

- On güne kadar bulunursa iyi olur. - Tam on gün sonra iki bin askerle bin at Bayat kalesinde senin emrini bekliyor olacak. ·

Zeynalabidin Ağa'nın bütün ısrarlarına rağmen Memet Beğ geceyi onun evine geçirmeyi kabul etmeyerek ordusunun yanı­ na dönmek zorunda olduğunu bildirdi. Zeynalabidin Ağa ken­ disini kapıya kadar geçirirken: - Allah yardımcın olsun Memet Beğ! - dedi. Memet Beğ eyere atlayıp başındaki küçük bir muhafız gu­ rupuyla birlikte Bayat kalesinden çıktı. Memet Beğ, Kacar'ın Aras nehrini geçmek için en kolay yer olan Nahçivan'ı seçeceğini düşünüyordu. Bu nedenle ordusunu Nahçivan'a sevketmiş ve bütün yolları keserek Kacar'ı Aras'ı geçme telaşındayken yakalamak istemişti. Emrindeki askerlerin bir kısmını nehriin yatağı boyu mevzilendirmiş, bir kısmını ise civar tepelerin arkasına saklamıştı. Timur gibi bir fatihe bile boyun eğmemiş olan Nahçivan'ın ahalisi de silaha sarılarak Memet Beğ'in ordusuna katılmıştı. Göyce gölü civarından da asker yardımı yapılmış ve Memet Beğ'in emrindeki ordunun sayısı bayağı artmıştı. Memet Beğ'in, emrindeki kuvvetlerle birlikte Nahçivan'da olduğu haberini alan Kacar önceden hazırlamış olduğu planda değişiklik yaparak hileye baş vurdu. Sadık Han'ı yanına çağırıp emretti: - Orduyu hazırla; yarın sabah yola çıkıyoruz. Nehri Nahçi­ van'dan değil Muğan'dan geçeceğiz. Sadık Han itiraz etmek istedi: - Ama Muğan çok tehlikeli Şahinşah hazretleri. Hem neh­ rin daha hızlı aktığı, hem de Memet Beğ'in sıkı sıkıya koruduğu bir yer Muğan. Kacar kahkahayla güldü:


1 50 • Aqil Abb�s

- Senin o Memet Beğ Nahçivan' da tuzak hazırlamış bana. Bilmiyor muyum sanıyorsun? Ama çok acemi bir avcıymış şu Memet Beğ. Kurduğu tuzağa da çakal falan yakalanır en fazla, aslan değil! Sabah olunca Nahçivan'a az bir miktar asker gön­ der de Memet Beğ'i meşgul etsinler orada. Haydi bakalım! Memet Beğ son gelişmelerden haberdar olmak için Aras'ın karşı kıyısına birkaç adam gönderdi. Adamlar kısa bir süre son­ ra geri dönerek Kacar'ın ordusunun yaklaşmakta olduğu habe­ rini verdiler. Beklenen ordu Aras'a varınca Memet Beğ alda tıl­ dığını anladı ama artık çok geçti: Kacar'ın ordusu Aras nehrini hiçbir engelle karşılaşmadan Hudaferin köprüsü üzerinden geç­ miş ve Karabağ'ın içlerine dğru ilerlemeye başlamıştı. Hülaki Han'ın soyuna mensup olan Penah Han Cevanşir'in oğlu İbrahim Han tamı tamına kırk senedenberi Karabağ Hanlı­ ğı'nı yönetiyor ve uyguladığı politika sayesinde ne İ ran ne d e Osmanlı hükümdarlarına boyun eğmeden bağımsızlığını koru­ yordu. Devrinin tarihçilerinden Mirza Cemal Cevanşir Karaba­ ği şöyle yazmaktaydı: "Onun fermanı Şirvan, Şeki, Gence, İre­ van, Nahçivan, Hoy, hatta Meraga, _rak ve Kaplankuh'a bile iş­ lemektedir. Civar Hanlıklar'ın idarecileri İ brahim Han'ın rıza­ sıyla göreve gelir ve onun isteğiyle azledilirlerdi." İbrahim Han'ın yılkısında on binden fazla a t vardı. Kara­ bağ a tının namı hem Doğu, hem de Batı ülkelerinde duyulmuş­ tu. Her sene dünyanın pek çok ülkesinden gelen tacirler Kara­ bağ Ha nlığı'nın hazinesine büyük bir gelir bırakarak Kara­ bağ'ın ünlü atlarından alıp götürüyorlardı. Her Nevruz'da civar vilayetlerin idarecileri İbrahim Han'ı çok kıymetli hediyelerle anıyor, bu suretle onun gözüne girmeye çalışıyorlardı. Kendisiyle akraba olmak için can atanlar da çoktu. Avar hakimi Ü mme Han kızkardeşi Bike Hanım'ı İ b rahim Han'a vermiş, Ziyadoğlu Cevat Han da aynısını yapmıştı. Gür­ cistan çan İ rakli bile İbrahim Han'la akraba olmayı kendine şe­ ref bildiğini belirtmiş, ama aradaki din ayrılığı nedeniyle ancak kendi vezirinin kızlarını İbrahim Han'ın evlatlarına verebilmişti.


Balman Kılınç • 1 5 1

Karabağ'a müt �add it saldırılardan bir netice alamayan l ran hükümdarları bile lbrahim Han'! aiyi geçinmeye çalışıyorlardı. Ağa Muhammet Han Kacar tahta çıkıncaya kadar bu durum sü­ rüp gitmişti. Bütün bunlara rağmen Kacar'ın ikinci kez Karabağ üzerine yürüşe hazırlandığını duymak İbrahim Han'ı ciddi endişeye sev­ ketmişti . Bugüne kadar hep kendisine bir hizmet göstermek için neredeyse yarışan civar vilayetlerin yöneticilerinin ve Ermeni meliklerinin hemen Kacar'ın safına geçtiklerini görünce ise büır bütün huzuru kaçmış ve bu kez işinin çok daha zor olacağını an­ lamıştı. İ hanet edip Kacar'ın safına geçenlerin yeri dolduru l a­ mazsa Karabağ'ın Şahinşah'a karşı koyması mümkün değildi. Karabağ öte yandan çok kurak bir mevsim geçirmiş, aha l i açlık ve sefalet tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Savaşlardan, kardeşin kardeşe kılıç kaldırmasından ve akıtılan kanlardan da bıkmış olan halk artık kendi başının çaresine bakmayı yeğliyor­ du. Önceki savaşlarda kanlarının son damlasına kadar çarpışa• rak memleketlerini kahramanca savunan insanlar bu kez tatl ı canlarının derdine düşmüşlerdi. General Zubof da Çariça Katerina'nın ölümü bahanesiy l e ordusunu alıp Azerbaycan'ı terketmiş ve İbrahim Han'ın ümit• !erinden bir tanesini daha suya düşürmüştü. Zubof'un bile l<.11car'la karşı karşıya gelmekten çekindiğini anlayan İ brahim Han, Karabağ Hanlığı'nın baş'nın üstünde kara kara bulutların dolandığından iyice emindi artık. Karabağ halkı da evini barkını bırakarak Şuşa'ya, ya da ci­ var dağlara sığınıyordu. Yollar daha güvenli bir yer bulmak umuduyla evlerini barklarını terkeden insanlarla doluydu. Ne­ ler olup bittiğini anlayamayacak kadar küçük olan çocuklar an­ ne babalarının eteklerine kısılmış, Kacar'ın kendisinden korkul­ ması gereken bir yaratık olduğunu bile biraz daha büyük ço­ cuklar ise nefeslerini kısarak arabaların içine sinmişlerdi. Koca köyler bomboş boşalmış, hep bileklerine güvenerek düşmanın önünden kaçmayı kendilerine yediremeyen insanlar


bu seft.>r ta ba nları yağlamayı yeğlemişlerd i . Yalnızca Penah Han'ın soyundan olanlarla d üşmanın ününden kaçmayı şeref­ sizlik olarak gören bazı yiğitler silaha sarılıp Memet Beğ'in ordusuna katılmışlard ı. ·

Karabağ toprağı atların ayakları altında inim inim inliyor­ du. Kacar'ın sayısız ordusunu engellemeye çalışan bir tek Me­ met Beğ'in süvarileri vardı işte. Onlar da açık savaşa çıkmaktan çekiniyor ve Kızılbaşlar'a ani baskınlarla zarar vermeye çalışı­ yorlardı şimdilik. Bu baskınlar ne kadar etkili olursa olsun, ni­ hai zafere ulaşmayı sağlayamazdı. Bunu Memet Beğ de iyi anlı­ yor ve İbrahim Han'ın suskunluğunu muhafaza ederek elindeki bütün kuvvetleri onun emrine vermemesine kızıyordu. Şuşa'ya gönerdiği adamlar da içaçıcı bir haberle dönmeyince İbrahim H an'ın ne düşündüğünü kestiremeyen Memet Beğ yavaş yavaş kaleye doğru çekilmeye başladı. İbrahim H a n ise ne yapacağını şaşırmış bir durumdaydı. Ümme Han'la Gürcistan çarından da bir haber alamayınca büs­ bütün karamsarlığa kapılmıştı. Gürcistan'dan yardım beklme­ nin ne kadar yanlış olduğunu da daha yeni a nlıyor gibiydi. Gürcüler Kacar'ın kılıcını daha uzunca bir süre unutamazlardı nasıl olsa; bu yüzden de ona karşı çıkmayı düşünemezlerdi ve şimdi de kendi başlarının derdindelerdi elbette. İbrahim Han nihayet bütün komutanlarını ve sarayın ileri gelenlerini biraraya topladı. İbrahim Han, yaşının yetmişin üzerinde olmasına rağmen fazlasıyla genç görünüyordu. Beyaz sakalından sanki simasına bir ışık yansıyor ve bu nur yüzlü adamın insanları idam ettirdi­ ğine ya da Hazine kayasından aşağı attırdığına inanmayı zor­ laştınyordu. Şimdi de Tebriz ustalarınca hazırlanan tahtına ku­ rulmuş ohıruyordu. Bu, Adil Şah'ın elli yıl kadar önce Penah Han adına yaptırıp gönderdiği tahttı. İbrahim Han'ın ayakları­ nın altında kafası ve pençeleri üzerinde olduğu halde benekli bir kaplan postu açılmıştı. Geniş salon ünlü Karabağ halılarıyla kaplanmıştı. Molla Penah Vakıf, İbrahim Han'ın yakın akraba-


11.ı ı ın.ın Kılınç • 1 5'.'l

!arınd an bulunan şahıslar, sarayın ileri gelenleri ve ord u komu­ tanları bağdaş kurup oturmuş, İbrahim Han' ın emrini bekliyor­ _ lardı. lbrahim Han'ın vezirlerinden biri ve üze! tarihçisi Mirza Cemal Cevanşir de toplantıda hazır bulunuyordu. Öğle yemeği vaktinin gelmiş olmasına rağmen hiçbir hazır­ lık yapılmadığını gören insanlar, İ brahim Han'ın kendilerini çok önemli bir meseleyi danışmak üzere topladığını anlıyorlar­ dı. İ lk kez bu kadar düşünceli olduğunu gördükleri İ brahim Han nihayet kafasını kaldırmadan konuşmaya başladı: - Bu memleketin en ileri gelenleri sizlersiniz, bu yüzden de herşeyi açık seçik olarak bilmenizde yarar vardır. Kacar'ın aras nehrini geçerek Karabağ'a sokulduğunu ve durumumuzun hiç de içaçıcı olmadığını biliyorsunuz aslında. Memet Beğ, emrin­ deki orduyla birlikte Kacar'ı oyalayarak onun Şuşa'ya nihai hü­ cumunu erteliyor şimdilik. Civar vilayetlerin yöneticileriyle Er­ meni meliklerinin de bize ihanet ettiklerinden haberdarsınızdır. İçine bulunduğumuz şartlar alhnda Kacar'ın karşısında fazlaca dayanabileceğimizi sanmıyorum. Sizlerin görüşlerinizi almak isterim. Kılıç sallamayı konuşmaya yeğleyen komutanlar şimdilik ağızlarını açmazlarken İbrahim Han'ın damadı Nesir Han dal- · kavukçasına konuşmaya başladı: - Allah senin gölgeni başımızın üzerinden eksik etmesin Han hazretleri. Böyle zor durumlardan hep senin zekan ve uzakgörüşlülüğün sayesinde kurtulmuşuzdur. Yine de bu saye­ de kurtuluruz inşallah. Senin her lafın bizler için bir kanun hük­ mündedir Han hazretleri. Hümbet Beğ de Nesir Han'ı destekledi: - Nesir Han doğru buyurdu Han hazretleri. Kacar �im olu­ yor da Hülaki soyuna mensup Penah Han'ın oğlu lbrahim Han'ın üzerine geliyor? Sizin ayağınızı bastığınız yere biz başı­ mızı koyarız Han hazretleri. Emretmek sizden, emri yerine ge­ tirmek bizdendir.


1 3� • Aqil Abba�

Oturanlardan çoğu kafalarını sallamak suretiyle Hümbet Beğ'e katıldıklarını bildirdiler. ·İ brahim Han Molla Penah Vakıf'a dönerek: - Sen ne dersin? - diye sordu. - Kacar'la daha önce bir kez karşılaştık ve bu karşılaşmada kendimizi kanıtladık Han haz.retleri. Bizim askerlerimiz Kızıl­ başlar' dan daha kötü savaşçılar değil. Eğer bir kez daha üzeri­ mize geliyorlarsa biz de bir kez daha kendi gücümüzü göster­ mek zorunda kalacağız demektir. Binbaşı İ smail Beğ, Molla Penah Vakıf'ın söylediklerine ka­ tıldığını bildirdi: - Şair doğru buyurdu Han hazretleri. Kolumuzda kılıç sal­ layacak güç olduğu sürece kimse bizim ülkemizde at oynata­ maz. İbrahim Han söylenenleri dinledikten sonra kendi karannı ilan etti: - Bana kalacak olursa burada hiçbir şey yapmadan oturup Kacar'ın ne zaman saldıracağını beklemek kaleyi Kızılbaşlar'a teslim etmek anlamına gelir. Bildiğiniz üzere Ü mme Han bugü­ ne kadar bana hep sadık kalmış ve ihtiyaç hasıl olunca yardıma koşmayı ihmal etmemiştir. Bugünden geci yok Dağıstan'a git­ meyi ve Ü mme Han'dan yardım alarak geri dönmeyi düşünü­ yorum. Zaten Kacar kısa bu kısa süre zarfında Şuşa'yı teslim alamaz. Hatta Kacar buraya varmadan ben dönmüş olurum ba­ karsınız. Molla Penah Vakıf, İbrahim Han'ın Şuşa'yı bırakıp gihnesi­ nin ne kadar ağır sonuçlar doğurabileceğini kestirdiğinden bu fikre i tiraz etti: - Ümme Han'ı durumdan haber ettik nasıl olsa, Han haz­ retleri. İ nanıyorum ki kendisi yardımını bizden esirgemeyecek­ tir. Öte yandan Nahçivan ve İ revan Hanlıklan da Memet Beğ'in yardımına koşmuşlar bildiğiniz üzere. Bu zor günlerde Şuşa'yı terketmeniz iyi olmayabilir. Burada kalırsanız askerler daha bü-


Batman Kılınç • 1 55

yük bir şevkle savaşır, halk kendini daha büyük bir gayretle sa­ vunur. İbrahim Han kendi kararından vazgeçmeyerek ekledi: - Hatta sen de benimle gidiyorsun, hazırlığını ona göre yap. Vakıf, Şuşa'yı bırakıp gitmeyi halka sırtını dönmek gibi gördüğünden gitmek istemediğini bildirdi: - Ben de sizinle gidersem halk büsbütün yanlış şeyler dü­ şünebilir Han hazretleri. Burada kalmam daha uygun olur her­ halde. Hem kalenin savunma planının hazırlanmasına yardım ederim. İbrahim Han fazla ısrar etmeden yüzünü binbaşı Veli Ağa'ya tuttu: - Veli Ağa, sen ve Kamber Beğ emrinizdeki kuvvetleri alıp Memet Beğ'in yardımına yetişiniz. Askeran kalesinin müdafa­ asını da sana havale ediyorum. Kacar'ın Şuşa'ya saldırısını eli­ nizden geldiği kadar ertelemeye çalışın. Sana da, askerlerine de itimadım tamdır. Daha fazla beklemenin bir anlamı yok. He­ men Memet Beğ'e varıp kendisini alnından öptüğümü ve Kara­ bağ'ın tek ümidi olarak gördüğümü söyle. İbrahim Han daha sonra da kaleyi savunacak olan ordu­ nun komutanı Bağır Beğ'e hitap etti: - Şuşa'nın savunmasını Hümbet Beğ üstlenir. Sen herşeyi kendisine devrederek benimle gitmek üzere hazırlan Bağır Beğ. Bu arada yanına Bayatlı yiğitleri almayı da unutma. Karabağ Hanlığı'nın erzak işiyle ilgilenen Sangalı Gülmali Beğ: - Karabağ halkının tamamı Şuşa'ya akın etmiş Han hazretle­ ri; bu kadar insanın erzağını nasıl temin edeceğiz? - diye sordu. İbrahim Han cevapladı: - Kimseyi zorda bırakamayız. Herkesi yerleştirmeğe bakın. Cıdır ovasına çadırlar kurulsun. Sen de cimri�ik yapma. Bu zor


grliır kurulsun. Sen de cimrilik yapma. Bu zor günlerde insanla­ ra d aha afzla sıkıntı çektirmeyiniz. İbrahim Han d iğerlerinin de ne yapması gerektiğini söyle­

yip emirlerini verdikten sonra Bağır Beğ hariç herkesin gidebi­ leceğini ilan etti. Bağır Beğ'le başbaşa kalınca da: - Sence hangi yol daha uygun? - diye sordu. - Akdam yolu tehlikeli, Han hazretleri. Kacar Hintark'ta za ten, ordusu bütün etrafa yayılmış durumda. Terter'i geçip Kolanı istikametine çıkmamız lazım. İbrahim Han kadınları ve çocuklan düşünüp: - Zor olmaz mı peki? - diye sordu. - Zor olsa bile yapacak başka birşey yok. Kacar sizin kaleyi terkettiğinizi bilmemeli Han hazretleri. - Peki senin adamlarına güvenebilir miyiz? - Benim adamlarım Karabağ'ın en iyileri Han hazretleri. Size hayatlarının sonuna kadar sadık kalacaklarına da yemin et­ mişler. - bu arada Hümbet Beğ'e söyle, izinsiz olarak kimsenin ka­ leden çıkmasına müsaade etmesin. Muhafızlar gözlerini dört açsınlar. Kaçmaya yeltenenler hemen öldürülsü. Kalenin için­ den Kacar' a bilgi sızmamalı. Zifiri karanlık bir geceydi. Bağır Beğ'ın adamları çevreyi dikkatlice kolaçan ederek şüpheli hiçbir şey görmeyince kalenin kapıları yavaşça açıldı. İbrahim Han, İb rahim Han'ın ailesi ve yakın akrabaları Bağır Beğ'in muhafızlarının eşliğinde kaleden çıktı. Çok tedbirli bir insan olan Bağır Beğ takip edecekleri gü­ zerg·a ha önced en kendi a d amlarını yerl eştirmiş ve İ brahim Han'ın sağ salim olarak Dağıstan'a varmasını sağlamak için ge­ reken herşeyi yapmıştı. Ama kendilerini adım adım izlemekte olan adamdan ne Bağır Beğ haberdardı, ne de İ brahim Han. Ka­ car'ın özel olarak görevlendirdiği Nadir isimli bu adam herke­ sin dikkatinden uzak kalmayı başararak İ brahim Han'ın nereye


B.ıı ın.ın Kıl ın, • 1 'ii

gittiğini öğrendi; hatta maiyetinde kaç kişi bulund uğunu d a tespit etti. Kacar otağına çekilmiş bekliyordu. İlk yürüşü sırasında Şu­ şa'yı teslim alamamış olması Şahinşah'ı çok öfkelendirmiş ve öfkesi hala dinmemişti. Bu kez her ne suretle olursa olsun Şu­ şa'yı dizleri üzerine çökerek yalvarıp imdat dilerken görmeliy­ di. Bir defa daha başarısız olursa bütün nüfuzunu kaybedebilir, geleceğe yönelik bütün planları altüst olabilirdi. Yürüşe çok bü­ yük bir ciddiyetle hazırlanmış, Şuşa'ya giden her yolu, her pati­ kayı iyice araştırtmıştı. Kaleyi kesin bir saldınyla teslim almayı planlıyor, uzun bir sürede abluka altında tutmanın hiçbir anla­ mı olmadığını biliyordu. Vezir - Şahinşah'ın huzuruna izinsiz girme yetkisi bulunan tek kişi - içeri daldı: - Yeni haberler var Şahinşah hazretleri. - Getirin bakalım! Haberci içeri girip Kacar'ın ayaklanna kapandı. - Söyle bakalım! - İbrahim Han Dağıstan' a gidip yardım getirmek adıyla kaleyi terketti Şahinşah hazretleri. Kacar asla beklemediği bu haber karşısında şaşınp yerin­ den fırladı: - Nasıl olur? Ne zaman yaptı bunu? ·

- Bu gece Şahinşah hazretleri. İbrahim Han kaleden çıkar çımaz ben de haberi bir an önce ulaştırmak üzere buraya geldim. Kacar otağın içinde dolanmaya başladı: - Bizzat gördün yani kaleyi terkettiğini?! - Evet Şahinşah hazretleri. Bağır Beğ'in muhafızlannın eşliğinde Terter istikametine doğru yöneldiler. Kacar:


1 51! • Aqil Abbas

- Alikulu Han'ı çağırın bakalım ! - d iye emredip acı bir kahkaha a ttı: - Karı gibi kaçıp saklanmak istiyor demek! Hayır İbrahim Han, kaçamazsın! Bu kez avucumdasın İbrahim Han. sen de, senin Ümme Han'ın da ayakalrıma kapanacaksınız bu kez! İ\likul'.J Han içeri girip baş eğdikten sonra Kacar'ın emrini beklemeğe başladı. Kacar Alikulu Han'ın karşısına geçti: - Yıldızın parlıyor galiba Alikulu Han. En iyi adamlarını al da İbrahim Han'ı çevirin bakalım. Kendisini de, yakınlarını da canlı isterim, aklında bulunsun! Haydi bakalım! İbrahim Han'ı canlı olarak getirebilirsen Karabağ'ı sana ihsan edeceğim! Alikulu Han baş eğip huzurdan ayrıldı. Kacar, yüzünü ha­ beri getiren şahsa tuttu: - Sen de git dinlen bakalım yiğit. Bu köyü de sana ihsan edeceğim. - Sonra da vezire seslendi: - Vezir! - Efendim Şahinşah hazretleri. - Söyle bakalım kimim ben? - Şahinşah Ağa Muhammet Han Kacar, hükümdarım. - Peki ya İbrahim Han kim? - Korkak tilkinin teki. - Hayır vezir, İbrahim Han korkak tilki falan değil. O bir Han, hem de çok güçlü bir Han. Fakat benim önümde, yani Mehmet Hasan Han oğlu Ağa Muhammet Han Kacar'ın önün­ de tilkiden bir farkı yok işte! Veli Ağa emrindeki ordunun bir kısmını Kamber Beğ'in komutasına terkederek Askeran kalesinde kalmalarını emretti. Getirdiği iki küçük topu kalenin burçlarına yerleştirdi. Sonra da yüzbaşıları yanına çağırttı: - Karabağ'ın tamamı bütün ümitlerini size bağlamış kar­ deşlerim. Kacar'ı Askeran kaleside durdurmak zorundayız. İb­ rahim Han yardım getirinceye kadar tek bir Kızılbaş askeri dahi Şuşa istikametine geçememeli!


Batman Kılınç • 1 59

Adamlar hep bir ağızdan konuşur gibi cevap verdiler: - Kacar bizim cesedimizi çiğneyip geçebilir ancak. Veli Ağa: - Ben sizin cesareti nizi de, kahramanlığınızı da iyi biliyo­ _ rum kardeşlerim. Ama Ibrahim Han gelmeden Kacar cesedimi­ zi çiğneyip geçememeli işte. Batmankılıç şimdilik engel oluyor kendisine. Kacar'ın Askeran kalesine yakınlaşmasını geciktiri­ yor. Bu zamanı iyi değerlendirerek savunmayı daha da sağlam­ laştırmamız lazım. Kamber Beğ: - Allah'ın izniyle elimizden geleni yapacağız Veli Ağa. Sen bir an önce Batmankılıç'ın yardıma yetişmeye bak. Veli Ağa ayağa kalktı: - Haydi Allah yardımcınız olsun. Kale size emanet; siz de Allah' a emanetsiniz. Veli Ağa, Memet Beğ'e Gargar'ın sağ kıyısında yetişti. Me­ met Beğ'le süvarileri Veli Ağa'nın emrindeki kuvvetlerle birlik­ te yardıma geldiğini görünce daha bir yüreklendiler. Artık Ka­ car'la açık savaşa bile çıkabilirlerdi icap ederse. Memet Beğ: - Artık açıktan açığa Kacar'ın karşısına dikilebiliriz Veli Ağa, - dedi. Veli Ağa tereddüt içinde cevap verdi: - Açık savaşa çıkarsak çok adam kaybederiz diye korkuyorum Memet Beğ. Memet Beğ gülümsedi: - Ben seni . . . - Hayır Memet Beğ, sandığın gibi değil. Ben senin zekana da, komutanlık yeteneğine de güveniyorum Memet Beğ. Ama bu kadarlık bir kuvvetle Kacar'ın koca ordusunun karşısına di­ kilmek zor biraz. Ani baskınlar daha çok işe yarar şimdilik.


l tıll • .·\qil .-\bl'·"

Aslındcı Kaccır'lcı açık savcışcı çıkmanın ne kadcır zor old u­ ğunu Memt't Beğ de biliyordu. Veli Ağcı'nın sözünde hakikat vcırdı. Ama Memet Beğ işte bu hcıkikatı görmek, kcıbullenmek istemiyordu . Kabullencek olursa Kacar'm önünden kaçması ge­ rekirdi zaten . Memet Beğ ise kaçmaya alışkın değildi.

Veli Ağa biraz tereddüt ettikten sonra: - Hem şimdi durum biraz farlı Memet Beğ, - dedi. - İbrcı­ him Han bu sefer Kacar'la baş edeceğimize inanmıyor galiba. Bu yüzden de yardım almak için Dağıstan'a gitti. Memet Beğ beklemediği bu haberden irkildi: - Nasıl olur? Böyle bir günde Şuşa'yı nasıl terkeder? - İ brahim Han, geri gelinceye değin Kızılbaşlar'ı senin durdurman gerektiğini söyledi. Memet Beğ sinirli sinirli sordu: - Peki Şuşa'yı kime emanet etti? - Hümbet Beğ'e. Bu haber de Memet Beğ'i çok kızdırdı, ama İbrahim Han'ın emirlerini Veli Ağa'mn yanında eleştirmek istemeyerek sustu. Veli Ağa: - Bu zor günlerde Şuşa'da senin bulunman gerekirdi aslın­ da, - dedi. - Ama ben d e kaçıp kaleye saklanırsam halk ne yapar? Kacar'ın karşısına kim çıkar o zaman? Benim bambaşka endi­ şelerim var Veli Ağa. 1'Çacar'ın ordusunun önemli bir kısmını Azeriler oluşturuyor: Afşarlar, Şahsevenler, Kızılbaşlar, Teb­ ri!-liler. Ordudaki asıl savaşçılar da onlar zaten. Yani ne yapar­ sak yapalım, elimizdeki kuvvetlerle Kacar'ı durdurmamız im­ kansız gibi . Madem İ brahim Han Şuşa'yı terketmiş, o zaman bizim çarpışa çarpışa yavaşça Şuşa'ya doğru çekilmemiz gere­ kiyor. Böyle yaparsak Şuşa'ya varıncaya kadar Kacar'ın ordu­ sunu zayıflatmış oluruz. Dolayısıyla biz de Şuşa'yı daha kolay savunuruz.


H�tm�n Kılınç • ] hl

- Benimle gelmiş olan iki bin asker de artık senin emrinde Memet Beğ. Ne olursa olsun İbrahim Han'ın dönüşüne kadar Kacar'a geçit yok! Memet Beğ Veli Ağa' ya sarılarak: - Senin cesaretin de, yiğitliğin de herkesin malumu, Veli Ağa, - dedi. - Şimdi en iyisi senin Askeran kalesine dönmen. Kacar'ı orada durdurmaya bakın. Çok zor olacağını biliyorum. Ama Y<!pabileceğimiz başka birşey de yok. Veli Ağa: - Hiçbir zaman zordan korkup kaçmış değilim ben, Memet Beğ. Memet Beğ: - Öyleyse daha fazla beklemenin bir anlamı yok Veli Ağa. Askeran kalesine dön bir an önce. Ben de senin getirdiğin yar­ dımcı kuvvetleri de alıp Kacar' ı biraz daha fazla oyalamaya ça­ lışacağım. Veli Ağa Askeran kalesine dönünce Memet Beğ yiğitlerini toplayarak savaş planı yapmaya başladı. Kacar'ın ordusuna hangi istikametlerden saldırılabileceğini tartışırlarken ulaklar­ dan biri nefesnefese kalmış olarak yetişti: - Kacar, İbrahim Han'ın Dağıstan'a gittiğini öğrenmiş, Me­ met Beğ. İbrahim Han'ı yakalaması için de Alikulu Han'ı gön­ dermiş. Memet Beğ yüzünü Afşar İbrahim'e tuttu: - O yolları herkesten daha iyi bilen sensin Afşar oğlu. Adamlarını alıp İbrahim Han'a yetiş bir an önce. Seni ne kadar sevdiğimi bilirsin, ama İbrahim Han'ın kılına zarar gelmiş olur­ sa . . . İb rahim Han ve maiyetindekiler Terter nehrine daha henüz varmışlarken Şahbulak istikametinden yükselen toz ve işitilen at kişnemeleri herkesi şaşkına çevirdi. İbrahim Han Bağır Beğ'e baktı, Bağır Beğ de:


1 n2 • Aqil Abb;ı�

- Bunlar Kızılbaşlar olacak, Han hazretleri; Kacar, sizin ka­ leyi terkettiğinizi öğrenmiş olmalı, - dedi. İbrahim Han da, maiyetindekiler de ne yapacaklannı bile­ mez bir haldelerdi. Bir tek böylesi ani baskınlara alışkın olan muhafızlar kendilerini kaybetmeden savunma için hazırlık ya­ pıyorlardı. İbrahim Han belki hayatında ilk kez olarak korku­ yor ve bu korkuyu saklayaıyordu: - Bari kadınları, çoluğu çocuğu kurtarabilsek, Bağır Beğ. . . Bağır Beğ, yüzü bembeyaz kesilmiş olan İbrahim Han' a dönüp: - Siz hep beraber Terteri geçmeye bakın Han hazretleri. Geçince de bizi beklemeden mümkün olduğunca uzaklaşmaya çalışın. Biz onları oyalarız. İbrahim Han Terter nehrini geçti, ama adamlarını bırakıp kaçmayı kendine yakışhramayarak karşı kıyıdan savaşın nasıl sonuçlancağını izlemeye başladı. Karabağlılar kahramanca sa­ vaşıyorlardı, ama Kızılbaş askerleri sayı avantajını kullanarak gidişı kısa sürede kendi lehlerine çevirdiler. Omuzundan yara­ lanmış olan Bağır Beğ kan kaybetmesine rağmen hala çarpışı­ yordu. Böyle devam ederse Karabağlılardan kurtulan olmaya­ caktı. İbrahim Han, damadı Ata Han Şahseven'nin yüzüne baktı ve Ata Han Şahseven bu bakışlann ifade etmek istediği şeyi çok iyi anlayarak küçü k bir gurupla birlikte karş' kıyıya geçmek üzere atını Terter'e daldırdı. Tam o sırada Afşar İbrahim'in komutasındaki kuvvetler aniden peydahlanıverdiler. Asla beklemedikleri bu gelişme Kı­ zılbaşları büsbütün şaşırttı ve savaşın gidişatı kısa bir sürede Karabağlıların lehine olarak değişti. Afşar İbrahim üç Kızılbaş askeriyle aynı anda çarpışıyor, altındaki Karabağ atı ise en zor durumlarda bile akılalmaz bir çeviklikle hareket ederek onu darbelerden kurtarıyordu. Böyle­ si savaşlarda yiğid in gösterdiği başarının neredyse yarısı atın


Batman Kılınç • 163

hizmetidi r aslında . İşte bu hus�sta Karabağ atlarıyla hiçbir at boy ölçüşemezdi. Daha fazla direnemeyeceklerini anlayan Kızılbaşlar kaçma­ ya başladılar. Afşar İbrahim onları takip etmeyi anlamsız bul­ du. Öte yandan Memet Beğ merak içinde kıvranarak haber bek­ liyor olmalıydı. Alikulu Han, bu başarısızlığının cezasız kalmayacağını bili­ yordu. İbrahim Han'ın neredeyse avucunun içinden kaçmasına izin vermiş, üstüne üstlük rezil bir yenilgiye uğramıştı. Ünlü bir komutanın böylesi rezil bir yenilgiye uğramış olmasını herkes nasıl değerlendirecek? Kacar kendisini öldürmeyebilirdi belki, ama Alikulu Han'ın bütün nüfuzunu kaybetmesi kaçınılmazdı. Tek çare bir yalan uydurmaktı. Gerçi yeryüzünde Şahinşah'ın huzurunda yalan söylemekten daha korkunç birşey düşünüle­ mezdi herhalde. Yalan söylediği anlaşılan bir insan akılalmaz derecede dehşetli bir ölümden yakasını kurtaramazdı asla. Kacar Alikulu Han'dan bir haber bekliyordu zaten. Vezir huzura girip: - Alikulu Han, Şahinşah hazretleri, - dedi. Kacar ayağa fırladı: - Alikulu Han mı? Getirmiş mi peki? Vezir çekinerek: - Hayır Şahinşah hazretleri, - dedi. - Alikulu Han! !! Kacar'ın sesi nasıl gürlediyse dışarıda bekleyen Alikulu Han altın kaçırdı. Muhafızlar Alikulu Han'ı huzura getirdiler. Alikulu Han Kacar'ın ayaklarına kapandı, Kacar ise ayağını onun boynuna bastırdı: - İ toğluit! - Yemin ederim tuzaktı Şahinşah hazretleri. İbrahim Han başka bir güzergahtan gitmiş. Memet Beğ'in süvarileri de pusu kurmuş bizi bekliyorlarmış.


1 h� • Aqil Abb��

Kacar ayağını Alikulu Han'ın boynundan çekerek öfkeyle bağırdı: - Nadir'i getirin huzuruma ! Nadir hiçbir şeyden habersiz içeri girerek baş eğdi. - Sen İbrahim Han'ın kaleden çıktığına bizzat tanık olduğundan emin misin ulan? Korkudan Nadir' in suratı bembeyaz oldu: - Evet, Şahinşah hazretleri. Alikulu Han yalvardı: - İnanmayınız Şahinşah hazretleri. Memet Beğ'in adamı o. Bize pusu kurmuşlardı Şahinşah hazretleri. Kacar kılıcını çıkarıp dizleri üzerine düşmüş olan Nadir'in boğazına dayadı: - Yani İbrahim Han'ın Terter yolundan Dağıstan'a kaçtığı­ nı gözünle gördün, öyle mi? Nadir yüzünü Kacar'ın ayaklarına sürmek istedi, ama Ka­ car ayağını çekti. - Yemin olsun Şahinşah hazretleri, işte bu gözlerimle gördüm. Kacar'ın sesi gürledi: - Cellat! Yüzleri zehir tulumu iki cellat içeri girdi. Kacar Nadir'i gösterdi: - Oyun şunun gözlerini. - Yemin ederim Şahinşah hazretleri . . . Şahinşah hazretleri . . . Cellatlar Nadir'i alıp dışarı çıktılar. Kacar öfkeli öfkeli: - Seninle Şuşa'da görüşürüz Alikulu Han, - dedi. - Şimdi kaybol bakalım!


lfatın�n Kılınç • ltıS

Memet Beğ, ordusunu Gargar nehri üzerinden geçirip Efet­ li ovasına çıkardı. Kacar'ın yüz binlik ordusuyla kıyaslanamasa da Memet Beğ'in emrinde Nahçivan ve İrevan Hanlıkları'ndan gelen yardımcı kuvvetlerle birlikte beş, altı binlik süvari ve on beş binden fazla piyade asker vardı. Gence Hanlığı tek asker olsun göndermemiş, Şirvan'dan ise topu topu beş yüz süvari gelmişti. Mir Mustafa Han sadaka­ tini bir kez daha kanıtlayarak binden fazla askerle birlikte Me­ met Beğ'in yardımına koşmuştu. Memet Beğ, Kacar'ın kendilerini ablukaya almasına olanak vermemek için piyade kuvvetleri geniş bir arazide aralıklı ola­ rak konuşlandırdı. Bu kadar az sayıda askeri bu kadar geniş bir araziye yaymak savaş taktiğiyle bağdaşmıyordu aslında. Böyle birşeyi yapmak için ya hadden ziyade acemi, ya da hadden zi­ yade gözükara olmak gerekiyordu. Memet Beğ hem kendine, hem de emrindeki askerlere fazlasıyla güveniyordu. Zaten dö­ nüşü olmayan bir yola girmiş bulunuyorlardı. Ön saflara tüfek ve kalkanla silahlanmış olan en çevik askerleri dizmiş, onların arkasında ise okçuları konuşlandırmıştı. Daha arkalarda da uzun kılıçları ve hafif kalkanlarıyla ordunun bel kemiğini oluş­ hıran esas kuvvetler vardı. Onların üzerinde koruyucu olarak demir halkalardan örülmüş ağ bulunuyordu. Bu ağ askerlerin omuz ve göğüslerini kapatıyor, sırtlarını ise açıktı bırakıyordu. Askerlerinin düşmana arkalarını dönmelerini istemeyen Memet Beğ bu zırhları bizzat sipariş etmişti. Ordu biner kişilik değil, berşyüzer, hatta dörtyüzer kişilik guruplara ayrılmış ve binbaşıdan yüzbaşıya kadar herkese nasıl hareket edeceği en ince ayrıntısına kadar anlatılmıştı. Süvariler de üç kısma ayrılmış, bizzat Memet Beğ'in iki binlik bir kuvvet­ le merkezde çarpışacağı düşünülerek cenahlar diğer iki kısma havale edilmişti. Kebirli'den Memet Beğ' in yardımına koşmuş olan üç yüzden fazla deveci ise İbrahim Afşar'ın komutasına verilmişti. Memet Beğ şakayla karışık olarak:


lbtı • A<JİI Abbas

- Ne de olsa develere aşinalığının tarihi bayağı eski, - de­ mişti.

·

İbrahim Afşar, emrine verilmiş olan bu d evecilere son anda her ne suretle olursa olsun Memet Beğ'i kurtarmalarını tembihlemişti. Savaşın başlad ığını ilan eden borazanın sesi duyulur du­ yulmaz ön saftaki askerler kenara çekilerek arka saflardaki sü­ varilerin geçmesi için yol açacaklardı. Memet Beğ yedek kuvvet bulundurmaya gerek görmeyerek elindeki bütün orduyu savaş alanına çıkarmayı yeğlemişti. Bu son ve kati bir savaş olacaktı ve aslında herkes bu savaşın nasıl sonuçlanacağının farkınday­ dı. Savaş alanında düşmana karşı kılıç sallarken ölmek ne bü­ yük bir şeref ve bahtiyarlıktı Rabbim! Böylesi bir şeref ve bahti­ yarlığın kıymetini yalnızca vatanı uğruna kendi kanına bulan­ mış olan gerçek kahramanlar bilir ve bu kahramanlar için daha güzel ve tatlı bir ölüm düşünülemez.

Memet Beğ'in emriyle iki yüz atın sırtına katranlı kumaş sanlıp, Üzerlerine petrolle dolu hılumlar yük.lendi. Savaş başla­ yınca, sırtındaki petrol dolu tulumlar ateşe verilerek atlar düş­ man ordunun içine salınacaktı. Bu atları Kacar'ın ordusuna doğru yönlendirecek iki yüz gönüllü seçilerek İbrahim Afşar'ın komutasına verildi. Kızılbaş ordusunun öncü gurubu aniden Memet Beğ'in kuvvetleriyle karşılaştı ve haber hemen Şahinşah'a ulaştırıldı: - Karabağlılar'ın ordusu karşımızda hükümdar hazretleri! Kacar birkaç küçük birlikle karşılaşmış olabileceklerini düşünüp sordu: - Ne ordusu? - Büyük bir ordu hükümdar hazretleri! Kacar şaşırdı. Daha önce elde etmiş olduğu istihbarat Me­ met Beğ'in en fazla beş, altı binlik bir orduya sahip olabileceği yönündeydi. Böyle bir orduyla Kacar'ın karşısına çıkmak bü­ yük bir aptallık olur ve en gözükara komutan bile bu cesareti


ll.ııman Kılınç • l lı7

gösteremezd i . Belki Ruslar'dan yardım almışlardır? Ama Rus generalin, ordusunu da peşine takıp Azerbaycan'ı terk ettiği ha­ beri de çok güvenilir kaynaklardan elde edilmişti. Peki bu ordu da nereden çıktı? Kacar yakındaki yüksekçe tepelerden bir tanesinin üzerine çıkıp çevreyi seyretmeye başladı. Yarım ağaç kadar ileride bü­ yük bir ordu savaşa hazır bir durumda mevzilenmişti. Karşısın­ daki ordunun dizilişini gözetleyen Kacar, Memet Beğ' in sıradan bir savaşçı değil, çok yetenekli bir komutan olduğunu hemen anladı. Kacar, kendini Karabağlılar'la değil, Timur'un muzaffer ordusuyla karşı karşıya kalmış gibi hissediyor ve bu savaşın zor olacağını anlıyordu. Elindeki bütün kuvvetleri aynı anda savaş alanına çıkar­ mak istemeyen Kacar, savaş planı yapabilmek için Memet Beğ'in kaç kişilik bir orduya sahip olduğunu bilmek zorunday­ dı. - Sadık Han! - Buradayım Şahinşah hazretleri! - Memet Beğ'in ne kadarlık bir ordusu var dersin? Karabağ'a Nahçivan ve İrevan Hanlıkları'ndan gönderil­ miş olan yardımlardan habersiz bulunan Sadık Han cevap ver­ di: - On bin civarında, Şahinşah hazretleri.

Alikulu Han, Terter savaşı sırasında Karabağlılar'ın safla­ rında Nahçivanlı Hüseyin Ağa'yı ve onun askerlerini gördüğü­ nü söylemek istediyse de acı bir yenilgiyle sonuçlanan o savaşı hatırlatmış olmaktan çekinerek susmayı tercih etti. Tepenin üzerinden Memet Beğ'in ordusunu gözetlemeye devam eden Kacar, sancakları saymaya çalışırken bir kez daha şaşmp kaldı. Karşısındaki ordunun başı üzerinde yetmişden fazla sancak dalgalanmaktaydı. Emrindeki ordunun sayısını Kacar'dan saklamaya çalışan Memet Beğ binbaşılara birer tane değil, ikişer, hatta üçer sancak çekmelerini emretmişti.


i n� • Aqil Abb�ş

Kacar: - Dikkatlice baksana Sadık Han, .- dedi, - karşımızda on binlik değil, altmış ya da yetmiş binlik bir ordu var. - Ama nasıl olur Şahinşah hazretleri? Kacar öfkelendi: - Baksana! Sancakları sayan Sadık Han da şaşkınlıkla omuzlarını kal­ dırdı. Kacar karşısındaki orduyu gözetlemeyi bitirip komutanla­ rını toplantıya çağırttı. Güneş daha yeni doğmuştu aslında, ama hava bayağı sı­ caktı. Gökyüzünde tek parça olsun bulut yoktu. Otlar ve çiçek­ ler baş kaldırıp güneşe doğru uzanmak istemiş, ama susuzluk­ tan sararıp solarak tekrar toprağa yapışmıştı. Yine susuzluktan toprak çatlak çatlak olmuş ve hatta rengini kaybederek boğula­ rak ölmüş bir insanın suratının rengini almıştı. Toprak da, çi­ çekler de, ağaçlar da az sonra başlayacak olan korkunç katliamı hissetmiş ve bu nedenle de soluklarını içlerine çekip büsbütün sessizliğe gömülmüş gibiydiler. Doğanın bu sessizliğine karşın yüz binden ziyade bir insan selinin kendi içinde fısıltıyla ko­ nuşması bile büyük bir uğultuya dönüşüyordu. Çevrede canlı mahluk adına bir tek karıncalar vardı. Geri kalan bütün hay­ vanlar, hatta bu çöllerin gerçek hakimi olan yılanlar bile bu vahşi uğultudan korkup uzaklara kaçmıştı. Ve ne tuhaftır ki gökyüzünde büyük kuzgun sürüleri peydahlanmıştı birdenbi­ re. Az sonra işte bu kuzgunlar için gerçek bir ziyafet başlamış olacaktı; onlar da bunu hissetmiş gibi sabırsızlıkla havada do­ lanıp duruyord u. Adamlardan biri başının üzerindeki kuşlara hasetle baktı: - Kuş olmak ne kadar da güzel bir şeymiş Rabbim! Çevresindeki adamlar hafifçe gülümsediler, onlar da aynı şeyi düşünmüş olmalılardı.


B�ını�n Kılınç • J lı<J

Savaş henüz başlamamıştı ve komutanlar hata plan yap­ makla meşguldüler. Askerlerden bazıları ayaklarını bastıkları toprağa tuhaf bir özlemle bakıyorlardı: burası topu topu bir ay kadar önce kendi elleriyle sürüp buğday ektikleri tarlaydı işte. Sarfetmiş oldukları onca emek ayakları alhnda çiğneniyordu ve az sonra bu toprak kendi evlatlarının kanıyla sulanmış olacakh. Askerlerden biri yanıbaşındaki arkadaşını dürttü: - Akper, baksana Akper! - Ne oldu? - Onca emek boşa gitti, baksana! Sulayamadık da doğru dürüst. . . ·

- Merak etmene gerek yok Halıkverdi, şimdi kanla sulanır işte. Daha arkalardan bir asker de lafa kanşh: - Ne tuhaf işler oluyor yahu şu yeryüzünde. Koca İran ne­ yine yetmiyor senin be köpek! Ne diye başına yıkılasıca sara­ yında rahat durmazsın? Bu gariban halktan alamadığın mı var? Tarla tapan vakti savaş mı olur Allahaşkına? O sırada savaş davullarının gürültüsü işitildi. Üçgen şek­ linde dizilmiş olan Kızılbaş askerleri kalkanlannı yüzlerine tut­ muş, onların üzerine doğru yürüyorlardı. Memet Beğ'in kuv­ vetleri de hemen hazır duruma geldi. Kacar, üçgen şeklinde dizdiği orduyla Karabağlılar'ın kuv­ vetlerinin ortasına dalarak bu kuvvetleri iki parçaya ayırmayı ve sonra yedekte bulundurduğu orduyla asıl öldürücü darbeyi vurmayı planlamışh. Karşılıklı ok yağmuru başladı, ama her iki tarafın askerleri kalkanların yardımıyla kendilerini oklardan maharetle savunmayı başardıklarından bu yağmur pek etkili ol­ madı. Kızılbaş ordusu yavaş ama kendinden emin adımlarla Karabağlılar'ın üzerine yürümeye devam ediyordu. Kacar'ın ordusunu üçgen şlinde dizdiğini gören Memet Beğ, Şahinşah'ın planını hemen anlayarak, kendi ordusunun ön


1 70 • Aqil Abbas

saflarına acele etmemek ve birbirlerine zarar vermemek şartıyla yavaşça geri çekilmeleri haberini gönderdi . Sonra da gönüllü olarak apaçık bir ölüme gidecek iki yüz yiğidin başı İbrahim Afşar'ı yanına çağırıp gülümseyerek şöyle dedi: - Bırak da herkes "İbrahim Afşar'ı Şahinşah öldürdü" desin! İbrahim Afşar'ın işareti üzerine iki yüz yiğit atlanna bine­ rek ellerinde de meşaleler olduğu halde Memet Beğ'in emrini beklemeye başladılar. Kızılbaşlar ilerledikçe Karabağlılar geri çekilmeyi sürdürüyor­ lardı ve bir tepenin üzerinden savaş alanını seyreden Kacar önce Memet Beğ'in ne yapmaya çalıştığını anlayamadı. Alikulu Han: - Galiba korkup kaçıyorlar Şahinşah hazretleri, - dedi. Alikulu Han'ın sözleri Kacar'ı öfkelendirdi. Memet Beğ'in kuvvetlerinin geri çekilişini kaçmaya başlamak olarak değerlendirmek için aptal olmak lazımdı. Sinirli sinirli: - Karşındaki adam Memet Beğ; Alikulu Han değil! Memet Beğ'in işareti üzerine elleri meşaleli iki yüz yiğit, at­ ları hızla Kızılbaş ordusunun üzerine sevketti ve meşalelerle petrol tulumlannı tutuşturdu. Atlar korkunç bir kişnemeyle or­ dunun arasına daldı ve Kızılbaşlar hiç beklemedikleri bu hare­ ket karşısında büsbütün kendilerini kaybettiler. İki yüz gönül­ lünün tamamı öldü: bir kısmı yanıp kül oldu, başka bir kısmı kılıçla delik deşik edildi, bazıları da mızrağa geçirildi. Kimse, "İbrahim Afşar'ı Şahinşah öldürdü" demedi gerçi, ama herkes "İbrahim Afşar kurt oğluydu, kurttan türemişti" dedi. Elli beş yıllık hayatında çok savaşlar görüp ne tuhaf olay­ larla karşılamış olan Kacar bile bu manzara karşısında şaşırıp kalmıştı. O sırada Karabağ ordusu aniden kendilerini kaybetmiş olan İranlılar'ın üzerine saldırmaya başladı ve Kızılbaşlar önce geri çekilmeye, sonra da silahlarını bırakıp kaçmaya başladılar. Bu küçük çarpışmada iki binden fazla asker kaybeden Kızılbaş-


Batman Kılınç •

1 71

lar tekrar kendi mevkilerine çekildiler. Olayların böyle cereya­ nından dolayı büsbütün çileden çıkmış olan Kacar bağırdı: - Sadık Han! Sadık Han'ın bir işaretiyle toplar ateş yağdırmaya başladı­ lar ve Kızılbaş ordusu hizaya geçerek tekrar Karabağlılar'ın üzerine yürümeye başladı. Karabağ'ın bütün tarihi boyu eşi görülmemiş olan bir savaş başladı. Memet Beğ, doru atının sırtında "Allah! Muhammet! Ali!" diye bağırarak süvarileri ileri sevketti; kendisi de Uygur Aliş'in hediyesi olan iki tuhaf kılıcı kınlanndan çıkanp çarpış­ manın tam ortasına daldı. Demindenberi Memet Beğ'in cesaretini ve olağanüstü sa­ vaşçılık yeteneklerini izlemekte olan Kacar sordu: - Sen Karabağlısın Sefer Ali Beğ, tanırsın; kim şu kahra­ man? Sefer Ali Beğ de Memet Beğ'i izliyordu zaten. - Memet Beğ Batmankıhç derler, Şahinşah hazretleri. Kacar: - Batmankıhç mı? - diye sordu, sonra da Alikulu Han'a dö­ nüp: - Keşke şimdi benim yanımda senin yerine o olsaydı! - di­ yerek emretti: - Memet Beğ'i canlı isterim Sefer Ali Beğ, haydi bakalım! Sefer Ali Beğ yavaşça tepeden indi ve Kacar, onun savaşa çok gönülsüzce gittiğini gördü. Yüz kadar asker yüksekçe bir tepenin üzerinde savaş da­ �llarını çalmaya devam ediyordu hala. Aslında bu adamlara asker de denmezdi: ne kılıçları, ne kalkanları, ne de mızrakları vardı, bir tek hançer sarkıyordu bellerinden. Adı üstünde da­ vulcuydular işte. Davul sesleri hem savaşan askerlerin şevkini arttırıyor, hem de yaralıların sesini bastırıyordu. Davulcubaşı Kulu savaş alanına sırtını dönmüş, sinirden bembeyaz kesilmiş halde kendisini davulcubaşı yapnın yedi sü-


1 :-:?

-\qıl .·\l,b.1�

.

la lesine okka lı küfürler salla yıp duruyordu. Kendi akranları kahramnca savaşıp can verdikleri halde o bir tepenin üzerine çıkmış davul çalmaya meşguldü. Erkekliğe sığar mıydı hiç? İçindeki öke yavaş yavaş kabarıyor ve gittikçe zaptolunamaz bir hale geliyordu. Kafasını kaldırıp arkadaşlarına bakınca onla­ nn yüzünde de aynı isyanı okudu. Davul sesleri at kişnemelerini, yaralıların bağırtılarını ve kılıç kalkan seslerini bastıramıyordu artık. Karabağ'da korkunç bir ölüm şarkısı yankılanıyordu. Toprak kıpkırmızı kandan la­ lelerle süslenmişti ve bu lalelerden bir buğu yükseliyordu . Karabağlılar'ın Gargar nehrine doğru sıkıştırıldıklarını gö­ ren davukubaşı daha fazla sabredemeyerek davulu bir tarafa fırlattı ve hançerini çıkanp: - Haydi bakalım kardeşlerim! - dedi. - Bizim davullara ih­ tiyaç kalmadı artık. Karabağ'ın son savaşı bu savaş. Vatan uğ­ runa canımızı verelim kardeşlerim! Zaten demindenberi kendilerini zor tutmakta olan diğer davulcular da davullan bırakıp hançere davrandılar ve korkunç bir bağırtıyla yokuşaşağı koşmaya başadılar. Davulcuların ani saldırısı öylesine şaşırhcı oldu ki Karabağlılar'ın yedekte ordu bulndurduklannı ve şimdi işte o ordunun da savaş alanına in­ diğini düşünen Kızılbaşlar afallayarak geri çekilir gibi oldular. Bu hamle Karabağlılar'ı da bayağı coşturmuştu aslında, ne var ki . . . Halıkverdi'yle Akper sırtsırta çarpışıyorlardı. Yılların kom­ şuları olan bu a damlar şimdi ölümün eşiğinde de birbirlerine komşu olmuşlardı. Yaşam boyu birbirlerinin hem sevincine hem de kederine ortak olmuş iki adam şimdi de birbirlerini düşman kılıcından korumaya çalışıyordu . Yorgunluktan bitkin düşmüşlerdi . H alıkverd i'nın kalkanı parçalanmış ve kulağı kopmuştu. Omuzu da yaralıydı. Yavaş yavaş gücünü kaybetti­ ğini anlıyor, elinin ayağının uyuşmaya başladığını hissediyor­ du. Kılıcını karşısındaki düşman askerinin kafasına indirirken, onun korkuyla belermiş gözlerini görd ü . Bu gözlerdeki tuhaf


Batman Kılın ç • ı ı:ı

bir yakınl ık Halıkverdi'yi bir anlığına durmak zorunda bıraktı ve bu bir an onun hayatının son anı oldu. Ağzından tek bir keli­ me çıktı: - Cafer! Cafer denen adam bu kargaşanın içinde az önce iki parça ettiği adamın ağzından kendi adını işitip şaşırdı ve eğilip ayak­ larının dibine düşmüş olan adamın surahna bakınca dehşetle ir­ kildi . O sırada Akper'in hançeri de Cafer'in sırtına saplandı ve onu az önce kendi kardeşini öldürmüş olmanın verdiği dayanıl­ maz acıdan kurtardı. Yüzüstü Halıkverdi'nin cesedinin üzerine kapaklandı ve göğsünden boşanan kan kardeşinin buğusu üs­ tünde kanına karıştı. Katliam gittikçe daha feci bir hal alıyordu. Atların çıkardık­ ları ses artık kişneme değil, dehşete gelmiş hayvanların tüyler ürperten bağrışmasıydı; vahşileşmiş, insanlardan daha beter ol­ muşlardı ve önlerine çıkan canlı ne varsa hepsini parça parça ediyorlardı. Yerden fışkıran kan gökyüzünü kıpkırmızı tutmuş, gökyüzünden yağmur yerine kan yağmaya başlamışh. Kılıçlar kılıç olalı bu kadar hazzı birarada tatmamışlardı: kesiyor, sapla­ nıyor, lime lime, delik deşik ediyorlardı. Kesilenler, deşilenler atların ayakları altına düşüp parçalanıyorlar, can çekişenler ruhlarını teslim etmiş olanlara gıpta ediyorlardı. Ölüp de bu ka­ bustan kurtulanlar bahtiyardılar. En bahtiyarları da en hızlı şe­ kilde ölenlerdi. Kalan sağlar için herşey rüyada gibiydi; ölüm öylesine sıradanlaşmışh ki arhk ölüm korkusuyla değil, öldür­ mek aşkıyla savaşıyorlardı. Tanrı yoktu; varsa bile insanın önünde cılızlaşmışh. İnsanlar onun iradesinin dışına çıkmışlar­ dı. Analar tanrıya yüz tutup duaya sarılmışlardı, bacılar, ge­ linler duaya sarılmışlardı, yeryüzü duaya sarılmışb. Fakat tann yoktu. Şayet varsa bile sağırdı, kördü. Bu katliamı kimse, hiçkimse durduramazdı; ne bir kul dur­ durabilirdi ne de bir tanrı; bir tek yüksekçe bir tepenin üzerine çıkıp manzarayı acı kahkahalarla izleyen adam hariç. Tanrı oy-


1 7-1 • A<pl Abb.ış

du, yeryüzünün eşrefi oydu - kahkaha ahnaya değerdi. Allah­ lık iddiasındaydı. Allahlık iddiasında olan kulun ameli böyle olmak gerekti zaten: bütün dünya tepetaklaktı. Aynı gökyüzünün altında, aynı memlekette yaşayan; aynı anadan doğma, aynı babadan olma insanlardı bu katliamın ta­ rafları. Kardeş kardeşi kılıçlıyor, amca yeğenini mızrağa geçiri­ yor, insanlar doğdukları evi ateşe veriyorlardı. Yeryüzünü kaskatı bir zulmet kaplamıştı, yine bu zulmet uçsuz bucaksız çöllere saçılmış insan cesetlerini ve at leşlerini de örtüp saklamıştı. Nereden peydahlandığı belli olmayan bir kurt sürüsü kan kokusuna gelmiş, bu ceset ve leşlerin arasında dolaşmaya başlamıştı. Kurtlar dolaşa dolaşa henüz buğusu üs­ tünde olan kanı kokladılar, _sonra da ağızlarını tanrıya çevirip uzun uzun ulumaya başladılar . . . Fakat tanrı yoktu. Şayet varsa bile sağırdı, kördü . . . Savaştan önce orduların başı üzerinde sabırsızlıkla dolanıp duran karga kuzgun sürüleri de bu vahşi bağırtılardan ürkerek uçup gitmişlerdi. Bu korkunç manzaradan kılı bile kıpırdama­ yan tek bir kişi vardı: Kacar! Şahinşah yaklaşmakta olan zaferi hissediyor ve zevkle savaş alanını izliyordu. Karabağlılar'ın güçlerinin büsbütün tükenmek üzere oldu­ ğunu anlayan Sadık Han yedek kuvvetleri de meydana sürdü ve bu son hamle savaşın kaderini belirledi. Karabağlılar Gargar nehrine doğru çekilmek zorunda kaldılar. O sırada Sefer Ali Beğ'in komutasındaki beş yüz kişilik bir süvari gurubu hızla savaşa girerek Memet Beğ'in çarpışmakta olduğu yere doğru yöneldi. Onları Memet Beğ'in ordusundaki deveciler karşıladı. Kendisi de bizzat savaşmakta olan Sefer Ali Beğ ve askerleri devecilerin direnişini bir türlü kıramayınca, on­ ların Memet Beğ'i kuşatmak planı da gerçekleşemedi. Ne var ki az bir süre sonra Sefer Ali Beğ' e destek gönderildi ve bu destek Memet Beğ'le yakın çevresindeki arkadaşlarının durumunu büsbütün ciddileştirdi.


Batman Kılınç • 1 75

Bir süre daha böyle devam ederse kimsenin sağ kurtulama­ yacağını anlayan Hüseyin Ağa: - Gargar'ı geçmemiz lazım, Memet Beğ! - dedi. - Başka türlü kimse kurtulamaz buradan. Memet Beğ de yenilgiye uğramaktan kurtulamayacaklannı görüyor, ama savaş alanını terketmeyi kendine yakışhramıyordu. Mirza Ali Beğ de duruma müdahale etmek ihtiyacı duydu: - Hepimizin burada ölüp gimemizin ne yararı olur, Memet Beğ? Hayatta kalmayı başarmalı, tekrar güç kazanmalıyız! Nihayet Memet Beğ geri çekilme emrini verdi ve ordu ken­ dini savuna savuna Gargar'ın sağ kıyısına geçmeye başladı. Sadık Han da nehri geçip Karabağlılar'ın tamamını katletti­ rebilrdi gerçi, ama kendi kan kardeşleriyle savaşıyor olmak za­ ten içini acıhyordu ve bu acı onun komutanlık iştiyakını da bas­ hrmaya başlamışh. Sadık Han kazanmış olduğu bu zaferin ken­ disini zerrece mutlu etmediğini de görüyordu aslında. Nihayet Sadık Han savaşı durdurmayı emretti. Memet Beğ'in peşinden süvarileriyle birlikte nehre dalmış olan Sefer Ali Beğ'in bakışları bir anlığına Sadık Han'ın bakışlarıyla buluş­ tu ve Sadık Han'ın içinden geçenleri çok iyi anlayan Sefer Ali Beğ de Memet Beğ'i takip etmekten vazgeçti. Sadık Han kendini Kacar'ın huzuruna dar attı. Şahinşah zafer sarhoşluğu içindeydi. Sordu: - Hani Memet Beğ? - Başındaki küçük bir gurupla Gargar'ın karşı kıyısına geçip izini kaybettirmeyi başardı Şahinşah hazretleri. Kacar'ın sarhoşluğu bir anda kayboldu ve surahnın rengi değişti. Sadık Han'ın damarlarındaki K� rabağlı kanının işe ka­ rışmış olduğunu hemen anlayıverdi. Ofkelenmesine rağmen onun bugünkü zaferini diğer komutanların gözleri önünde beş paralık etmek istemeyerek bu öfkesini belli etmedi. Sadece Sa­ dık Han'ı tepeden tırnağa gözden geçirdi ve hükümdarın bu

·


l 7t> • Aqıl Abb.1�

bakışlarının derinlerinde korkunç birşeylerin saklı olduğunu se­ zen Sadık Han ürpermeden edemedi. İçinden geçenleri belli etmeyen Kacar o günkü son emirle­ rini verdi: - Cesetleri gömün! Ordu dinlenmeye! Yarın sabah erken­ den Şuşa'ya!

Memet Beğ, Kızılbaşlar'ın kendilerini takip ehnediklerinden emin olunca orduyu biraraya toplayabilmek için Gülaplı'da dur­ mayı emretti. Savaşta on beş bin kadar insan kaybetmişlerdi. Ka­ car'ın kaybı da onlannkinden az değildi. Her ne kadar bu yenil­ gi Memet Beğ'in içini kemiriyor olsa da, Kacar'ın yüz binlik or­ dusuyla açık bir meydan savaşına çıkmış olmak onun kendine olan güvenini arthnyordu. Azerbaycan'ın bütün Hanhklar'ının birleştikleri taktirde Kacar'ı kesin bir yenilgiye uğratabilecekleri­ ne inanıyordu. Ne var ki bu Hanlıklar'ı birleştirmek yüz binlik bir orduyla açık meydan savaşına çıkmaktan daha zordu . . . . Memet Beğ, Kacar'ın yanına elçi göndermek kararına geldi, Şahinşah da Memet Beğ'in teslimiyetle ilgili şartları gö­ rüşmek istediğini düşünerek elçileri kabul etti. Heyetin başkanı Kacar'ın önünde saygıyla eğildikten sonra: - Karabağ'ın alp yiğidi Memet Beğ Bahnankıhç'tan Şahin­ şah Ağa Muhammet Han Kacar'a selam olsun! - dedi. Kacar alaycı bir ifadeyle: - Karabağ'ın alp yiğidi Memet Beğ Bahnankıhç ne istermiş acaba? - diye sordu. Elçi, Kacar'ın sözlerindeki alayı farketse de buna pek önem vermeyerek cevapladı: - Karabağ'ın alp yiğidi Memet Beğ Batmankılıç, savaş mey­ danında kalmış olan ölülerin İslam'ın emrettiği şekilde gömül­ mesi için iki günlük barış ister.


11.ıı ııı.ııı Kılınç • ı ;-:-

Kacar: - Rahmetullahi aleyhim! - deyip ayağa kalktı ve bununla da teklifi kabul ettiğini bildirdi. Taraflar bu geçici barıştan yararlanarak savaş alanındaki ölülerini gömmeye koyuldular. Birbirlerinden sadece başlarında­ ki Kızılbaş sarığıyla ayrılan cesetler sık sık karışıyor, Karabağlılar Kızılbaşlar'ı, Kızılbaşlar da Karabağlılar'ı gömüyorlardı. Herkes için mezar kazmak imkansız olduğundan, cesetler ellişerli, yü­ zerli olarak gömülüyordu. Omuzlarındaki yükün ağırlığı iki düş­ man tarafı birleştirmiş gibiydi. İnsanlar birbirleriyle konuşup dertleşiyor ve savaşın getirdiği felaketlerden bahsediyorlardı. Daha dün birbirlerine karşı kılıç sallamış olan ve yann yine birbi­ lerine karşı aynı kılıca sarılacak olan insanlar değillerdi sanki. Kızılbaş askeri: - Bu sene çok kurak geçti galiba, - diye eliyle susuzluktan kavrulan tarlaları gösterdi. Karabağlı da: - Bela geldi mi topluca gelir zaten, - diye cevap verdi. - Bizim Erdebil' de de böyle kurak oldu zaten bu sene. - Erdebilde bir Musa vardı, yaşıyor mu? - Geçtiğimiz sene rahmetli oldu. Evlatlan var şimdi yerinde. - Oğlu bizim buralardan evlenmişti, tanırdım kendisini. Ama bu savaştan sağ salim kurtuldu mu bilmem. - Aslında ölüp kurtulmak böyle yaşamaktan daha yeğ. - Hele bak bakalım, şu ceset sizinkilerden biri değil mi? - Sizini bizimi mi var yahu? Birbirleriyle boğaz boğaza geldikleri anlaşılıp yine birbirle­ rine sarılarak ölmüş olan Karabağlı'yla Kızılbaş'ı ayıramayan askerlerden biri: - Bu rahmetliler Hakk'a vasıl olmuşlar artık, - dedi. -·Sizi� ya da bizim olmaktan kurtulmuşlar.


1 iS • Aqıl Abb�s

Cesetler güneşin altında kuruyarak sertleşmişlerdi ve çoğu­ nun elinden kılıcı ya da kalkanı çekip almak bile imkansız olu­ yordu. Kızılbaşlar' dan biri hançeri Karabağlı'nın karnına sok­ muş, Karabağlı da Kızılbaş'ın boğazını pençesine geçirebilmişti; ne illah ettilerse ikisini birbirinden ayıramayarak aynı mezara koymak zorunda kaldılar. Kopmuş kafaların vücutlarını tespit etmek içinden çıkılamayan bir meseleye dönüştüğünden onları da rastgele gömüverdiler. Her iki tarafın adamları hem güneşin altında saatlerce ça­ lışmanın, hem de yeryüzündeki en zor işlerden birini yapıyor olmanın verdiği yorgunluk ve bitkinlikle Gargar'ın sularında iyice yıkandıktan sonra nehir kıyısında açtıkları sofraların başı­ na çöktüler. Karşılıklı olarak birbirlerini kibarca sofralarına da­ vet ettiler ve yine karşılıklı olarak birbirlerinin davetini kibarca reddettiler: - Buyurun beraber yiyelim! - Teşekkür ederiz, size afiyetler olsun! Bu insanlar aynı sofranın başında bir parça ekmeği paylaş­ mış olmanın ağır sorumluluğunu iyi biliyorlardı ve bugün aynı sofranın başında otururlarsa yarın birbirlerine karşı kılıç kaldı­ ramayacaklarının bilincindelerdi.

Akdam tam olarak Karabağ'ın merkezinde ve bütün yolla­ rın birbirine kavuştuğu bir nokta üzerinde yerleşmektedir. Bir taraftan Gargar nehriyle, diğer yönlerden ise meyve bahçeleri ve asma bağlarıyla çevrili bu kalabalık şehrin nüfusu on bini geçmiştir. Anlatılanlara bakılırsa Akdam eskidenberi bu arazilerde yaşamış olan Gargarlar isimli Türk kavminin başşehriymiş. Elan Gargar nehri ve şehir dışındaki tarihi mezarlık hariç bu ka­ vimle ilgili hiçbir başka işaret kalmamıştır.


Batman Kılınç •

179

Şehirdeki en eski yapı İmaret adlanmaktadır ki din büyük­ lerinden birinin mezarı üzerinde Penah Han tarafından yaptınl­ mış olduğu bilinmektedir. Akdam aynı zamanda Rusya, Türkiye, İran ve Yakındoğu ülkelerinden gelen ticaret kervanlarının da uğrak yeri olup pa­ zarıyla da ünlüdür. Çeşitli sanat erbabını Akdam'a toplayan Pe­ nah Han burada kervansaraylar, camiler, hamamlar yapbrmış­ br. Yine Penah Han Gargar nehrinden ayırtarak şehre getirttiği bir kol sayesinde Akdam'ın su ihtiyacını da karşılamışbr. Şehir Gargar' dan ayrılan bu kolun her iki tarafı boyu o.zanıp gibnek­ tedir. Kacar'ın Karabağ'a girişi bu kalabalık şehrin hemen tama­ men boşalmasına neden olmuştu. Şehirde Kacarlar isimli bir mahalle vardı ki Kerim Han Zent'in astığının asbk kestiğinin kestik olduğu dönemlerde İran'dan kaçıp buraya yerleşmiş olan insanlardan oluşuyordu. Şimdi de koca şehri terkedip git­ meyenler bir tek bu Kacarlar mahallesi halkı - yani Kacar so­ yuyla bağı bulunan insanlardı. Bir de hiçbir yere gidecek du­ rumda olmayanlar vardı ki bunlar da çoluk çocuklarını topla­ yıp İmaret'e getirmişler, kendileri ise boyunlarına kefen geçir­ miş oldukları halde caminin önüne toplanmışlardı. Çocuklar hiçbir şeyi umursamadan sağa sola koşuşuyor, ağaçlara tırmamaya çalışıyorlardı. Bir zamanların ünlü Akdam pazarında in cin top oynuyor­ du. Dükan kapılarından koca koca kilitler sarkıyordu. Pazarın kapısı önüde ise kör bir dilenci oturmuş sadaka bekliyordu. Çocuklar ağaçlara tırmanmaya çalışıyorlardı. . . Büyükler dua ediyorlardı. . . Kör dilenci sadaka bekliyordu . . . Ve Ağa Muhammet Han Kacar Akdam şehrine girdi! Kacar'ın Karabağ'a ilk yürüşü sırasında Kacarlar mahallesi sakinleri Şahinşah'ı sevinç gösterileriyle karşılamış, önüne tuz ekmekle çıkarak eteğini öpmüşlerdi. Ne var ki bu insani.ar aynı


1 :<ll • :\qıl .·\lılı.ı�

�ece Memet Beğ'in i.ifkesinin kurbanı oldular: Kacar'ın önüne tuz ekmek çıkaran eller bileklerinden itibaren kesilmiş, Kacar'ın eteğine sarılanların kulakları koparılmıştı. Memet Beğ'in intika­ mından korkan mahalle halkı bu kez Şahinşah'ı karşılamaya çıkmadı ve Kacar Akdam'ın bomboş sokaklarında ilerlemeye başladı. Sabahtanberi sadaka beklemekten bıkıp usanmış olan kör dilenci bastonunu tıkırdatarak evine gidiyordu. Köşeyi dönme­ ye hazırlanırken karşısına Kacar'ın ordusu çıktı . Kacar atını durdurup amirane bir sesle: - Söyle bakalım ihtiyar, bu şehrin ahalisi nerede? - diye sordu. Kör dilenci karşısındakinin sıradan bir insan olmadığını · anladı: - Herkes kaçıp gitti, kurbanın olayım. Kaçıp Kale'ye, dağa taşa gitti herkes. Bir tek benim gibi kaçamayanlar kaldı. - Ne diye kaçtılar peki? - Ben anlamam ya, ama İran şahının kuduzluğu tutmuş yine, diyorlar: Kör dilenci daha lafını tamamlayamadan Kacar'ın yanında­ ki yüzbaşılardan bir tanesi mızrağını adamın göğsüne sapladı ve ihtiyarın cansız vücudu Şahinşah'ın ayaklarının dibine dev­ rildi. Ordu tekrar hareket etti ve dilencinin cesedi atların ayak­ lan altında paramparça oldu. Öfkeden suratı simsiyah kesilmiş olan Kacar ellerinde Ku­ ran-ı Kerimler olduği halde cami önünde diz çökmüş bekleyen kalabalığı görünce biraz yumuşadı ve Memet Beğ'le iki günlük bir barış konusunda anlaştıklarını hatırlayarak orduya dinlen­ me izni verdi.


Batman K ı l ınç • ! H l

di:

Kale nin burcundaki askerlerden biri Veli Ağa' ya seslen­ - Veli Ağa, birileri geliyor.

Veli Ağa'yla Kamber Beğ burçların üzerine çıktılar. Akdam istikametinden kaleye doğru silahlı bir gurup gelmekteydi. Ge­ lenleri Kızılbaşlar'ın öncü keşif kolu zanneden Veli Ağa emretti: - Kamber Beğ, savaşa hazır olunuz! Gelenler kaleye biraz daha yaklaşınca bunlann yerli hall<­ tan birileri olduğu anlaşıldı ve Veli Ağa savaş hazırlığı emrini iptal etti. Kamber Beğ: - Bunlar Şuşa'ya sığınmayı düşünenler olacak, - diye tahminde bulundu. Veli Ağa da: - Söyle kapıları açsınlar, - diye yanıtladı. Gelenlerden biri - genç bir delikanlı Veli Ağa'nın önüne yürüyerek: - Kacar'ın ordusu Akdam'a girmiş bulunuyor efendim, dedi. - Evvelsi gün de Efetli ovasında kanlı bir çarpışma yaşan­ mış. Memet Beğ'in ordusu Kacar'ın zafer yürüşünün önüne di­ kilmeye çalışmış ve her iki taraf çokça zayiat vermiş. İki gün­ denberidir o savaşta ölenleri gömmekle meşgul herkes. Memet Beğ'in Gargar'ın sağ kıyısına doğru çekiliğini duyduk. Onun yardımına koşamadık, bari Askeran kalesinde size bir yardımı­ mız dokunsun diye buraya geldik. Veli Ağa sordu: - Senin adın ne delikanlı? - Kerim, Raşit Hoca oğlu Kerim derler. - Bu bir ölüm kalım savaşıdır delikanlı; yanındaki adamlar bunu biliyorlar mı? Kerim geri dönüp adamlarına baktı ve yüreklice:


1 82 • Aqil Abbas

- Biz buraya ölmek için değil, savaşmak için geldik efen­ dim, - dedi. - Ama öleceksek de bunun Allah'ın taktiri olduğu­ nun farkındayız. Adamların böyle bir günde ellerine silah alıp ölümden korkmadan onların yardımına koşması Veli Ağa'yı duygulan­ dırdı. Ordusunun başında Karağacı mezarlığına varan Kacar sağ elini kaldırıp ordunun durmasını işaret etti. Buradan ilerisi ol­ dukça tehlikeli yerlerdi ve karşılarına her an pusu kurarak ken­ dilerini beklemekte olan Karabağlılar çıkabilirdi. Böylesi ani sal­ dırılar Kacar'ın ordusuna hiç de ucuza malolmuyordu. Şahinşah attan indi, komutanlar da hemen atlarından ini­ verdiler. Yüzünü Alikulu Han'a tutup: - Yolların durumunu iyice öğrenin bakalım, - dedi. Sonra da dört bir yanı çınar ağaçlarıyla çevrilmiş olan mezarlığa doğ­ ru yürüdü ve Alikulu Han hariç diğer komutanlar da kendisini takip ettiler. Kacar'ın yaklaşmakta olduğunu duyunca kaçıp Şuşa'ya sı­ ğınmamış olan az sayıda insandan biri de Raşit Hoca'ydı. Ömrü hayatını bu mezarlıkta rahmetlilerin ruhlarına Yasin okuyup hatim indirmekle geçirmiş olan Raşit Hoca yetmişlik bir ihtiyar­ dı. Korkacak birşey yok diye düşünüyordu; en fazla ne olabilir­ di ki? Bugüne kadar kendisi nicelerinin arkasından Yasin oku­ muştu, bundan sonra da birileri onun arkasından okuyacaktı iş­ te. Nihayetinde belki bin senedenberidir bu mezarlıkta yatmak­ ta olan rahmetlilere kavuşup kıyamet gününü beklemeye başla­ yacaktı. Gerçi Karabağ halkı nice zamandanberidir kıyameti ya­ şıyor gibiydi aslında ve bu kıyamet gününün sahibi Karağacı mezarlığını şerefleı\dirmişti birdenbire. Karağacı mezarlığının tarihi çok eskiydi elbette, ama ne ka­ dar eski olduğunu Allah bilirdi bir tek. Burada ilk mezarların kazılmasının üzerinden iki bin mi, yoksa üç ya da dört bin mi sene geçtiğini işte bu mezarlığın ilk sakinleri bilirlerdi her hal-


Batman Kılınç • I K'.l

de. Mezartaşlarını ı;ı hepsi aynı derecede kederli görünüşe sa­ hipti ilk bakışta, ama burada birbirine asla benzemeyen taşlar da vardı. Bazı mezarların üzerinde yekpare bir taştan yontula­ rak çeşitli dese�lerle süslenmiş olan koç, kartal ya da kurt hey­ . kelleri vardı. Uzerine tuhaf işaretler yapılmış olan taşlara da rastlanırdı burada. Bu işaretler ağaca, kuşa, hayvana, silaha ve daha bir sürü şeye benziyordu dikkat edildiğinde. Anlaşılan o ki bunlar İslam' dan önceki dönemden kalma mezarlardı. Kacar'ın üç sene önce Karabağ'da kaybettiği iki binden zi­ yade asker de bu mezarlıkta yatıyordu. Askerleri gömmek için nereyi kazmaya çalışmışlarsa altından mezar çıktığını görmüş­ lerdi. Nihayet Raşit Hoca mezarlığın kenarında boş bir yer bu­ lunduğunu söylemiş, hatta Kızılbaş imamlarıyla birlikte cenaze namazına durmuş, daha sonra da tatlı Karabağ şivesiyle Yasin okuyarak rahmetlilerin ruhuna bağışlamıştı. Raşit Hoca'nın bu hareketleri Şahinşah'ı şaşırtmış ve defin işlemleri bitince onu yanına çağırtmasına neden olmuştu. Kacar: - Karabağlı mısın? - diye sormuştu. - Evet hükümdar hazretleri. - Peki neden düşmanlarının cenaze namazına durup onların günahlarının affı için dua ediyorsun ki? - Bu öyle bir kapı ki içeri girince bütün düşmanlıklar unu­ tulur hükümdar hazretleri. Allah Teala'nın huzurunda herkes eşit olduğu gibi mezarlıkta da herkes birbirine eşittir. Eğer onla­ rı hala birbirlerinin düşmanı olarak görürsek, aynı mezarlıkta nasıl rahat uyurlar? Şahinşah Raşit Hoca'ya bir kese altın ihsan etmiş, ama Ra­ şit Hoca altını kabul etmeyerek: - Benim bütün sülalem bu mezarlıkta yatmakta ve ben onla­ ra da, onlarla beraber bu mezarlıkta yatan bütün rahmetlilere de hiçbir karşılık beklemeden hizmet ediyorum, - diye cevaplamıştı. Kacar, üç sene önce Raşit Hoca'nın yanıtlarını çok beğen­ mişti. Şimdi de adımını mezarlıktan içeri atar atmaz kendisiyle


karşılaştı. Raşit Hoca yüzünü kıbleye tutmuş öğlen namazını eda ediyordu. Kızılbaşlar'ın mezarlığa girdiklerini gördüyse de namazına devam etti. Gelenler de yüzlerini kıbleye tutup Fatiha okudular. Nihayet Raşit Hoca namazını bitirdi, acele etmeden seccadesini toplayıp katladı ve Kacar'ın huzuruna gelip baş eğerek Şahinşah'ı selamladı: - Mezarlığa - az kalsın "Mezarlığa hoş geldiniz" diyecekti gelişiniz buradaki rahmetlilerin ruhlarını memnun etmiştir Şa­ hinşah hazretleri. Allah size uzun ömürler nasip etsin inşallah. - Yine :mi sen be hoca? Söyle bakalım benim askerlerim için de dua etmeyi sürdürüyor musun hala? - Aynı mezarlıkta yatmakta olan insanları birbirinden ayır­ mak olur mu hiç Şahinşah hazretleri? Kacar'ın emri üzerine hem mezarlıktaki bütün ölülerin, hem de özel olarak b uradaki Kızılbaş askerlerinin ruhları için dualar edildi ve Şahinşah nihayet mezarlıktan çıkıp ordunun başına döndü. Alikulu Han'ın, yolların durumunu öğrenmek üzere gön­ derdiği adamlar dönüp gelerek Kacar'ın huzuruna çıktılar: - Yollarda hiçbir engel yok hükümdar hazretleri, ama As­ keran kalesi savaşa hazır insanlarla dolu. Haberler Kacar'ın keyfini kaçırmıştı. Askeran kalesi Şu­ şa'ya giden yol üzerindeydi ve Kacar'ın ordusuna iyilikle geçit vermezse işler sarpa sarabilirdi. Hadden ziyade zalim bir hü­ kümdar olmasına rağmen her bir askerinin değerini iyi bilen Kacar Şuşa yolu üzerinde bir engelle daha karşılaşmak ve zayi­ at vermek istemiyordu. Üç gün önce Efetli ovasında on bin ci­ varında asker kaybetmiş olması hala rüya larını kaçırıyordu. Şimdi de Askeran kalesi dikilmişti önüne. Kacar, Karağacı mezarlığındaki hocayı yanına getirmelerini emretti. - Sen Allah adamısın hoca, boş yere kan akmasını istemez­ sin herhalde. Benim karşı konulamaz ordumun senin Karabağ-


B�tm�n Kılınç • I HS

lılar'ını kılıçtan geçirmelerini, topraklarınızın kanla sulanmasını arzu etmezsin, değil mi? - Çok doğru hükümdar hazretleri. - Ben de Müslüman kardeşlerime zulüm yapmayı istemem elbette. O nedenle de şimdi Askeran kalesine gidip oradakilerle konuş da kapıları açıp savaşsız teslim olsunlar. Bunu yaparlarsa kendilerine dokunmam. Askeran kalesini savunmak için toplananlann arasında Ra­ şit Hoca'nın iki oğlu vardı. Daha dün çocuklarını dualarla kale­ ye göndermişti. Şimdi gidip "Düşman ordusunun Şuşa'ya gi­ den yolunu açın" diye nasıl söylerdi? Demek ki herşey buraya kadarmış. Raşit Hoca gözlerini kapatıp elindeki tespihi çevirmeye başladı. Nihayet iki parmağının arasında üç tespih tanesi kalın­ ca gözlerini açtı, tespihi öperek gözlerinin üzerine götürdü ve cevabını verdi: - Ben kendimi bildim bileli mezarlıkta, ölülerin hizmetin­ deyim, hükümdar hazretleri. Dirilerin işine kanşma hakkını kendimde görmüyorum. Eğer ölülere söylenecek bir sözünüz varsa, buyurup söyleyin de kendilerine ulaştırayım. Şahinşah öfkeyle yerinden fırladı: - Ölüleri gerçekten bu kadar seviyor musun bakalım? Cellat! Yer yarıldı da cellat içinden çıktı sanki. - Hocayı diri diri mezarlığın kapısı önüne gömün. Raşit Hoca'nın suratı bembeyaz kesildi. Ancak dışarı çıka­ rılırken biraz toparlanabildi ve: - Sen beni cellada havale ettin, ben de seni Allah'a havale ediyorum hükümdar, - dedi. Kacar yemek getirmelerini emretti ve hizmetçiler hemen mükellef bir sofra tertiplediler. Ne var ki Şahinşah önüdeki sof­ radan tek lokma aldı, sonra da sofradaki herşeyi elinin tersiyle devirip sinirli sinirli otağından çıktı.


1 86 • Aqil Abb;ıs

- Atımı getrsinler bakalım! Sonra da eyere atlayıp Askeran kalesine doğru yola koyul­ du ve ordu alelacele hazırlanarak Şahinşah'ı takip etmeye baş­ ladı. Kacar'ın arkasında komutanlar, onların arkasında davul­ cular vardı; davulcuların peşinden de son derece disiplinli bir şekilde ordunun tamamı geliyordu. Askeran kalesinin bir ok atımlığında Kacar sağ elini kaldı­ np orduyu durdurdu vr. ulaklardan birini işaretle huzuruna ça­ ğırdı: - Kaledekilere ulaştır bakalım, benim boş yere Müslüman kardeşlerimizin kanını akıtmak istemediğimi söyle. Savaşmanın anlamsız olduğunu da söyle. Eğer savaşmadan teslim olurlarsa hepsini affederim, yoksa hiçbiri elimden kurtulamaz. Kaledekiler teslim olmayı akıllarını ucundan dahi geçirmi­ yorlardı. Veli Ağa burçlardan birinin üzerine çıkıp: - Boş yere kalkıp ta buralara kadar geldin Ağa Muhammet Şah! Karabağ' da katır nalbandı yok. Erkeksen öne çık da teke­ tek çarpışalım! - diye bağırdı. Kacar, kabzası mücevherlerle süslü kılıcını öfkeyle kının­ dan çıkardı ve öperek Askeran kalesine doğru uzattı. Ordu ha­ reket etti. Birbirlerinin kanına susayan kardeşler karşı karşıya geldiler. Okçular kaleye ateşli oklar yağdırmaya başladılar ön­ ce. Kaleden de aynı şekilde karşılık verildi ve Kızılbaşlar biraz geri çekilmek zorunda kaldılar. Savaş alanının dar olması man­ cınık kullanmayı olanaksızlaştırıyordu. Gargar'ın içinden geçe­ rek kaleye yaklaşma girişimi de nehrin hızlı akması dolayısıyla sonuçsuz kaldı. Her iki taraf karşılıklı olarak top kullanmaya başladı, ne var ki bundan da bir netice alınamadı. Kızılbaşlar, önde bir sıra kalkanlı asker, onların arkasında da okçular olmak üzere yavaş yavaş kaleye yaklaşmaya ve kale burçlarına ok yağdırmaya başladılar. Surlara biraz yaklaşınca da aniden kalkanlarını bırakıp görülmemiş bir hız ve çeviklikle kaleye doğru koşup duvarlara dayadıkları merdivenlerle yuka-


Batman Kılınç • IR7

rı tırmanmaya başladılar. Herşey öylesine beklenmedik bir şe­ kilde ve şaşırtıcı bir hızla gelişti ki kendilerini büsbütün kaybet­ miş olan Karabağlılar toparlanabildiklerinde Kızılbaşlar artık surların üzerindeydiler. Kaleyi savunanlar da cesaret ve yiğit­ likle çarpışıyorlardı elbette, ama her iki tarafın kuvvetleri ara­ sındaki büyük eşitsizlik Askeran kalesinin sonunu getiriyordu yavaş yavaş. Kendileri için hiçbir kurtuluş umudu kalmadığını bilen Karabağlılar düşmana mümkün mertebede daha fazla za­ yiat verdirmek amacıyla çarpışıyorlardı arhk. Veli Ağa da, çev­ resindeki yiğitler de aslanlar gibi savaşıyorlardı. Kacar, Veli Ağa'nın canlı yakalanmasını emretmişti, ama ona yaklaşabil­ mek her babayiğidin harcı değildi. Nihayet üzerine ağ atmak suretiyle Veli Ağa'yı yakaladılar. Askeran kalesi topu topu iki saat direnebildi ve uğradığı yenilgiyle birlikte kendi ününü de ilelebet kaybetti. Kacar kaleye girince hayretler içinde kaldı: Karabağlı­ lar'dan tek bir esir bile yoktu. Etraf kan gölüne çevrilmiş, ceset­ ler üstüste düşüp kalmıştı. Şahinşah hayranlığını ifade etmek­ ten çekinmeyerek: - Analar neler doğurmuş yahu! - dedi ve: - KarabağWar'ı da gereğince defnedin, - diye ekledi. Sonra da Abbas Beğ'e hi­ tapla emretti: - Şu adamı getirsinler bakalım! Veli Ağa, toza toprağa belenmiş ve kanlar içinde kalmış bir halde Kacar'ın huzuruna çıkarıldı. Kacar pehlivan vücutlu bu adama bakıp: - Açın bakalım ellerini, - dedi, - üzerini de değiştirip beğ­ lere uygun kıyafet verin kendisine. Duydukları Veli Ağa'yı şaşırtmıştı ve o kendine gelip to­ parlanm aya fırsat bulamadan üzerini değiştirip elini yüzünü yıkadıfar. - Bir de kılıç verin bakahn kendisine! Veli Ağa'nın ucundan kanlar damlayan kılıcını getirdiler. Kacar:


- Senin gibi yiğit bir adamın son dileğini - düşmanım dahi olsan - yerine getirmezsem rahat olamam, - dedi ve kılıcını kı­ nından çıkarıp Yeli Ağa'nın ka�şısına geçti. Kılıç kullanma konusundaki ünü bütün Karabağ'ı tu tmuş olan Yeli Ağa, bir süre önce kalenin burcuna çıkarak erkekçe çarpışmaya Çağırdığı Kacar'l;ı karşı karşıyaydı şimdi. Şahinşah Ağa Muhammet Han Kacar'la karşılıklı olarak çarpışmak fırsatı kolay kolay ele geçmezdi elbette. Yeli Ağa birdenbire böyle bir şerefe nail olmuştu işte. Kaderi kendi ellerindeydi Yeli Ağa'nın. Binlerce göz oların üzerine dikilmiş bu tuhaf manzaranın nasıl sonuçlanacağını bekliyordu. Veli Ağa sanki rüyada gibiydi önce, sonra birdenbire uyanıverdi ve karşısındakinin Şahinşah Ağa Muhammet Han Kacar olduğunu daha şimdi farkketti sanki. Kacar'ın heybet dolu sesi kulaklarında yankılandı: - Ne oldu?! Şahinşah'ın korkunç bakışları Veli Ağa'nın gözlerinin içine dikilmişti ve Veli Ağa bu bakışların altında ne illah ettiyse kılı­ cını kaldıramadı, hatta yavaş yavaş ayakta duracak takati de kalmayarak dizleri üzerine çöküverdi. Kacar, önünde diz çökmüş olan Veli Ağa'ya ikrah hissiyle baktı önce, sonra da gözlerini Abbas Beğ'e çevirdi ve Abbas Beğ'in kılıcı şimşek gibi inerek Veli Ağa'nın kafasını vücudun­ dan ayırdı. Gözleri belermiş kafa Kacar'ın ayaklarının altına yu­ varlandı. Kacar: - Şu kafayı alıp kalenin burçlarından bir tanesine takıverin, diye emretti. Komutanlardan biri kafayı bir mızrağın ucuna geçirdi, sonra da mızrağı askerlerden birine uzattı; o da büyük bir sevinç ve memnuniyetle Şahinşah'm emrini yerine getirmek üzere gitti. Daha sonra Kacar yaşına yakışmayan bir çeviklikle eyere atladı ve ordusunu da peşine takarak Şuşa'ya doğru hareket et­ meye başla d ı . Yeli Ağa'nın başsız vücudu yolun ortasındaca kalakaldı.


Bal nı.ın Kılınç • it!�

Şehri baştanbaşa bir heyecan dalgası sarıp sarmalamıştı. Peşpeşe gelmekte olan kiitü h<'berler bir kabus gibi evleri ve so­ kakları dolanıyor, insanların kanına işliyordu. Karabağ Hanlığı da, bu Hanlık'ın başşehi Şuşa da can çekişiyordu. Komutanlar Hümbet Beğ'in evine toplanmışlardı; bütün yetkiler Hümbet Beğ'in elindeydi ve Hümbet Beğ kendini bildi bileli özleminde olduğu mevkiye kavuşmanın bahtiyarlığı içinde sarhoştu. Orta­ lığı kaplamış olan sükutu bozmaktan çekinir gibi kimse ağzını açmıyordu. Bugüne kadar yeri hep baş köşede olan Molla Penah Va­ kıf şimdi daha aşağılarda - İsmail Beğ'in yanında oturmuştu. Zekasına ve basiretine iyi aşina olduğu Hümbet Beğ'den hiç­ bir hayır beklemeyen Molla Penah Vakıf'ın bıkkınlığı yüzün­ den okunuyordu. Nihayet Hümbet Beğ ağır ağır konuşmaya başladı: - Kacar'ın Askeran kalesini yerle bir ettiğini, herkesi kılıç­ tan geçirerek Veli Ağa'nın kafasını kaleni burcuna taktığını bili­ yorsunuz herhalde. Kara haber tez duyulurmuş zaten. Şimdi buraya toplanmaktan kastımız ne yapacağımıza karar vermek­ tir, zira Kacar Şuşa'ya yaklaşmış bulunuyor. İsmail Beğ: - Ne yapacağımıza İbrahim Han karar vermiş zaten, tekrar ne karar vereceğiz ki? - dedi. Hümbet Beğ'in nazarında iki gurup insan vardı: Memet Beğ'in dostları ve düşmanları. Memet Beğ'in düşmanlarının ta­ mamına dost gözüyle bakmıyordu gerçi, ama r..:1 emet Beğ'in dostlarının tamamını kendine düşman bellemişti. lsmail Beğ de Memet Beğ'in dostlarındandı ve şimdi onun böyle konuşması Hümbet Beğ'i kızdırdı: - İbrahim Han'ın bu şehrin kaderini benim ellerime teslim ettiğini kimse aklından çıkarmasın. Yine İbrahim Han'ın emret­ tiği üzere herkes benim sözümü dinlemek zorunda. Ben de a ıl danışmak için sizleri toplamış bulunuyorum işte. Kacar bugun


1 90 •

Aqil Abb;ıs

veya yarın Şuşa'ya varır. Söyleyin bakalım ne yapacağımız ko­ nusunda bir fikriniz var mı? Molla Penah Vakıf, Hümbet Beğ'in içinden geçenleri sez­ miş gibiydi. Meclistekilerin suratlarını dikkatle gözden geçirin­ ce bazılarının önceden kendi aralarında gizlice anlaşmış bulun­ duklarını farketti. Bu gizli anlaşmanın Karabağ'ın lehine olma­ yacağını bilse de şimdilik susup işlerin sonunun nereye varaca­ ğını beklemeyi tercih etti. Yine İsmail Beğ: - Kacar Şuşa'ya gelecekse eğer, biz de kendisini işte bu kı­ lıçla karşılayacağız, - diyerek eliyle kılıcının kabzasını okşadı. Hümbet Beğ hemen itiraz etti: - Söylemesi kolay tabii. Kacar' dan bahsediyoruz, çoluk ço­ cuktan, ya da Melik Mecnun gibi birinden değil. İsmail Beğ, Gence savaşında Karabağ'a ihanet etmiş olan Melik Mecnun'la teketek çarpışmış ve herkesin gözü önünde onu atının sırtından devirmiş, sonra da kafasını keserek İbra­ him Han'ın ayak.lan altına atmıştı. Şimdi de Hümbet Beğ aynı olaya işaret ediyordu. İsmail Beğ cevap verdi: - Ben Kacar'ı da bilirim, onun ordusunu da. Onlar da be­ nim kılıç sallayan kollarımı bilirler. Yüzbaşı İskender, İsmail Beğ'i destekledi: - Elimiz kılıç tuttuğu sürece Kacar' a can vermeyiz evelal­ lah. İbrahim Han yardıma yetişinceye değin tek bir Kızılbaş as­ keri bile şehre giremeyecek! Konuşmanın bu mecray a sürü klenmesini beklemeyen Hümbet Beğ yardım ister gibi kendi taraftarlarına baktı. Sefi Ağa hemen onun yardımına yetişti: - Beş on tane yamuk yumuk adamla Kacar'ın yüz bin kişi­ lik ordusunun önüne nasıl çıkılır İsmail Beğ? Avuç içi kadar bir


Batman Kılınç • 191

yer olan Şuşa, koca Kacar'ın karşısına dikilebilir mi hiç? Sonra Kacar Tifüs' e yaphğını Şuşa'ya da yapmaz mı? Binbaşı Cafer Kulu da lafa karışh: - Sefi Ağa çok doğru söylüyor. Herşeyi iyi düşünüp öyle karar vermemiz gerekir. Batmankılıç gibi bir yiğit emrinde de yirmi binlik bir ordu olduğu halde Kacar'la baş edemedikten sonra biz ne yapabiliriz? Elimizde de topu topu beş altı bin adam var. Yine Memet Beğ kendisi burada olsa neyse . . . Ondan da haber yok ya ne zamandanberidir. Hümbet Beğ: - Memet Beğ'in çok umurunda mı sanki, - dedi, - Cevat Han'la akraba olmaya hazırlanıyor adam. Cevat Han'ın da Ka­ car'la aynı soydan olduğunu biliyorsunuz. Gidip Kacar'ın ayak­ larına kapanıp af dileyecek nihayetinde, Kacar da affediverecek kendisini. Peki biz ne yapacağız? İşte bu yüzden iyice düşünüp taşınalım diyorum. Molla Penah Vakıf sezgilerinin kendisini yanıltmadığını gördü. Anlaşılan Hümbet Beğ Şuşa'yı savaşsız teslim etmeyi düşünüyordu. Kendini daha fazla tutumayarak lafa karıştı: - Daha nesini düşünüp taşınacaksınız? Bu arada Hümbet Beğ, senin Batmankılıç'la ilgili söylediğin şeylerin de ne aslı var ne astarı. Memet Beğ'in nasıl bir insan olduğunu herkes çok iyi bilir. Kendisi de halen Kızılbaşlar'la çarpışıyor malumunuz ol­ duğu üzere. Askeran kalesinde Veli Ağa'nı kafası mızrağa geçi­ riliyor, binlerce savaşçımız canlarını feda ediyorlar, sizler ise hala düşünüp taşınmaktan bahsediyorsunuz. Hemen Batmankı­ lıç' a . . . Onun lafını bitirmesine izin vermeyen Hümbet Beğ alaylı bir ifadeyle: - Şurasını da bilesin ki ey şair, İbrahim Han'ın en büyük düşmanı Batmankılıç'tan başkası değil, - dedi. - Adam fırsahnı bulsa İbrahim Han'ın kanını içer. Molla Penah Vakıf daha bir kızgınlıkla cevap verdi:


1 92 • Aqil Abb.ıs

- Öncelikle ben buradcı şcıir olcırak değil, Karnbağ Hanlı­ ğı'nın veziri olarak bulunuyorum. Şuşa kalesinin üzerinde Pe­ nah Han: ın sancağı dalgalandığı sürece de kendi vazifemin ic­ rasından bir adım bile gl'!ri durmam. Bunları asla aklından çı­ karma. Hem sen İbrahim Han'ın aile işlerine ne diye karışırsın? Daha önce yine aynı kabahatin yüzünden Mihrali Beğ'n ayağını öptüğünü unuttun mu? Bu sefer Memet Beğ'in kıçını öpmek zo­ nmda kalmayasın sonra? Hümbet Beğ öfkeden mosmor kesildiğse de Molla Penah Vakıf'ın nüfuzu karşısında birşey yapamadı. Yerden birileri: - Buraya birbirimizle kavga etmeye mi geldik, yoksa birbi­ rimizi dinlemeye mi? - diye çıkıştı. - Bırakalım da Hümbet Beğ ne istediğini anlatsın. Hümbet Beğ anlatmaya başladı: - Ben ne isteyebilirim ki? Kızılbaşlar'ın ne kadar büyük bir orduya sahip olduğunu da, neredeyse Azerbaycan'ın tamamını ele geçirdiklerini de biliyorsunuz. Adamların bizimle bir alıp veremedikleri de yok aslında. Onların bütün davası Ruslar'la. Şahinşah'ı öfkelendiren şey de bizim Ruslar'la olan ilişkilerimiz zaten. Başkalarının aklına uyup Ruslar'la iyi ilişkiler içine gir­ mekle büyük hata ettik. Öyle yapmış olmasak şimdi Kacar'ın kılıcından endişe etmemize gerek kalmazdı işte. Bu saatten son­ ra yapacağımız tek şey Karabağ halkını bu kılıçtan sakınmaya çalışmak olabilir. Binbaşı Cafer Kulu da, Sefi Ağa'yla Alikulu Ağa da, diğer beğler de benimle aynı şeyi düşünüyorlar. Savaş­ manın bir anlamı yok. Karşı koyarsak Kacar Tiflis'i yakıp yıktı­ ğı gibi Şuşa'yı da yakıp yıkacaktır. Şahinşah, temiz bir kalple kendisine bağlılığını sunan insanları affediyor diye biliyoruz. En iyisi Şuşa'yı savaşmadan teslim ederek halkın tekrar huzura kavuşmasını sağlamak. Molla Penah Vakıf: - Nasıl yani?! - diye yerinden fırladı.


Batman Kılınç •

l 'IJ

Onun peşinden İsmail Beğ, binbaşı Kurban Ali, yüzbaşı İs­ kender ve birkaç kişi daha yerlerinden fırladılar. Hümbet Beğ'le aynı görüşte olan insanlar da ayağa kalkhlar ve eller kılıçlara uzandı. Vakıf, Hümbet Beğ'e bağırdı: - Senin korkak ve hain olduğunu biliyordum zaten. Şimdi bunu kendi hareketlerinle bir kez daha kanıtladın! Hümbet Beğ: - Bu şehri şimdi ben yönetiyorum, ordu da benim emrim­ de; fazla ileri geri konuşursan seni Hazine kayasından aşağı at­ hrınm. İsmail Beğ: - Ulan sen kim oluyorsun da . . . Şimdi beni iyi dinle baka­ lım. Ben Cevanşir soyundan İsmail Beğ'im, şair de bizim sülale­ nin en saygın adamlanndan biridir. Senin gibi aşağılık birinin sözüyle onun kılına dahi zarar verecek cesareti kimse kendinde bulamaz. Ama ben şimdi senin kulağını kesiverebilirim işte . . . İsmail Beğ kılıcını çıkarıp Hümbet Beğ'in üzerine yürümek istediyse de binbaşı Kurbanali önünü kesip onu durdurdu: - Cevanşir soyunun kılıcına köpek kanı sürülmesin, İsmail Beğ. Herkes kılıcını kınından çıkarmış, küçük bir işaret bekle­ mek teydi. Bir tek Molla Penah Vakıf silahsızdı. İsmail Beğ'e doğru yürüyerek: - Kardeş katliamını başlatmanın bir anlamı yok İsmail Beğ, - dedi. - Emrinizdeki orduyu da alıp Memet Beğ'in yardımına koşun. Bırakın da Hümbet Beğ burada kalıp sabırsızlıkla Ka­ car'ı bekleyedursun. Gün doğmadan neler doğar, kimbilir. Molla Penah Vakıf, İsmail Beğ ve onların tarafında olan di­ ğer adamlar odadan çıktılar. Hümbet Beğ ne yapacağını bile­ mez bir halde donakalmıştı. Gidenlere engel olmaya çalışacak cesareti bulamadı. Bir tek:


194 • Aqil Abb,ıs

- Gözünüzü şairden ayırmayın, - dedi. İsmail Beğ, emrindeki süvarilerle birlikte kaleden çıktı. Molla Penah Vakıf kendilerini Erimgeldi mevkiine kadar yolcu etti. Ayrılırlarken İsmail Beğ dedi: - Sen de bizimle gel, şair! Vakıf yanıtladı: - Eğer kılıç kullanmayı bilsem ben de sizinle gelirdim. Ama şimdi siz gidin. Allah yardımcınız olsun.

İsmail Beğ'in kuvvetleri Hankenti yakınlığında Kacar'ın or­ dusuyla karşılaşh. Savaş kaçınılmazdı. İsmail Beğ kılıcını kını­ dan çıkarıp havaya kaldırdı ve yüzünü adamlarına tutarak: - Kardeşlerim, - dedi, - bugün Karabağ'ın kader günüdür ve bu savaşın sonucundan pek çok şey asılı olacakhr. Ya ölüp toprağa karışacak, ya da köle olup ayaklar altında çiğneneceğiz. Memleketimiz uğruna ölümü göze alacağız kardeşlerim. Haydi ileri! Haydi ölüme! Artık öteki tarafta buluşuruz inşallah! İsmail Beğ lafını bitirir bitirmez korkunç bir nara atarak doğruca düşman ordusunun üzerine yürüdü. Diğer süvariler de gözlerini kırpmadan kendilerini kaçınılmaz bir ölümün ku­ cağına athlar. Hızlı başlayan savaş hızlı da bitti. Kuvvetler arasındaki öl­ çüye gelmez dengesizlik savaşın kısa sürede sonuçlanmasını sağladı. Kacar'ın ordusu İsmail Beğ'in kuvvetlerini kılıçtan ge­ çirdi. Binbaşı Kurbanali kanlar içinde kaldı. Yüzbaşı İskender göğsüne saplanan bir okla vurulup atların ayakları altına düştü ve Karabağ'ın kaderine yazılmış olan daha büyük felaketleri göremeden öldü. İsmail Beğ karşısına çıkan herkesi kılıcıyla nasıl para mparça ediyorduysa, kendisi de öyle paramparça edildi.


Batman Kılınç • 195

Kacar, esirlerin kolkola bağlanarak yere yatırılmasını em­ retti. Bazıları ağır yaralı olmak üzere yüzden fazla adamı birbi­ rine bağlayıp yere yatırdılar. Şahinşah, ordunun yerdeki esirleri çiğneyip geçmesini emretti. Sadık Han önce duyduklarına ina­ namadı. -Ne bakıyorsun öyle aval aval?! - diye Kacar öfkeyle gür­ ledi. Sadık Han, peşinden de seksen bin kişilik ordu yerdeki esirleri çiğneyip Şuşa'ya doğru hareket etti. Şuşa kalesinin savunmasız bırakıldığı haberi halka ulaşır ulaşmaz insanlar şehri terkederek dağlara doğru kaçmaya baş­ lamışlardı. Kaçmayı başaramayanlar ise kendilerini büsbütün kaderlerine terketmişlerdi. Çıkmadık candan umut kesilmez derler, ama Kacar'ın korkunç ismi onların bütün umutlarını tü­ ketmişti. Şehir tam bir matem havası içindeydi. İnsanlar ölümle burun buruna geldiklerini anlıyor, ölümün soluğunu yüzlerin­ de hissediyor ve daha ölmeden kendi matemlerini tutuyor gi­ biydiler. Daha önce - bir aydan fazla kuşatma altında kaldıkları sırada korku ne olduğunu bilmeyen ve Cıdır ovasına toplana­ rak Kacar'ı ve ordusunu bir çocuk merakıyla seyre koyulan Şu­ şa halkı şimdi ne yapacağını bilemez bir durumdaydı. Önce şehir derin bir sessizliğe gömüldü, sonra da Kızılbaş atlarının kişneme sesleri bu sessizliği bozdu. Kacar'ın ordusu surların yarım verst kadar ilerisinde savaşa hazır durumda bek­ liyordu. Askerler, kantarmalarıni çığneyen atların dizginlerini bırakmak için Şahinşah'ın işaretini bekliyorlardı. Şahinşah Ağa Muhammet Han Kacar ise bembeyaz ve kız gibi bir Arap kısra­ ğının sırtında kibirli kibirli oturmuş, kaleye gönderdiği elçiler­ den haber bekliyordu. Saray halkı ve İbrahim Han'ın şehrin kaderini ellerine ter­ kettiği komutanlar Kacar'ın elçilerini izzet ve ikramla ağırlamış, ayaklarının altında kurbanlar kestirmişlerdi. Şimdi de Kacar'ı layık olduğu şekilde karşılamak için hummalı bir çalışma yapı­ lıyordu. Şehir halkı zorla evlerinden çıkarılarak Kacar'ın geçe-


1 % • Aqil Abb.ıs

ceği güzergaha toplanıyor, Gence kapısından ta saraya kadar Şahinşah'ın ayak basacağı heryer halılarla kaplanıyordu. Elçilerin şerefine tumhıraklı bir ziyafet tertiplenmişti ve ilk kez bu kadar saygı gören adamlar geç kaldıklarını akıllarının ucundan dahi geçirmeden eğlenmelerine bakıyorlardı. Ne var bekletilmeye asla tahammülü olmayan Kacar eliyle kılıcının kabzasını okşamaya başlamıştı bile. Elçiler biraz daha gecikecek olurlarsa bu kılıç kınından çıkıp Şuşa'ya doğru uzatılabilirdi. Yeryüzünde Kacar'ın kılıcına hedef olmaktan daha büyük bir felaket olmasa gerekti. Bu kılıcın hedefi olan yerler Tiflis gibi yakılıp yıkılmış, Girman gibi yerle bir edilmişti hep. Ve Şuşa aynı kılıcın hedefi olabilir, Doğu'nun bu güzide köşesi korkunç bir harabeye dönüşebilirdi. Kacar'ın Şuşa halkına göndermiş olduğu mektupta şöyle denmekteydi: "Yüce Kur'an-ı Kerim üzerine yemin ederim ki Şuşa kalesi­ ni savaşmadan teslim edeceğiniz taktirde kimsenin kılına dahi zarar gelmeyecek ve bütün önceki suçlarınız affedilecektir." Tarih boyu ne yeminler edilmiş, ne vaatler verilmişti . . . Ve insanlar bunların çok az bir kısmının yerine getirildiğini iyi bili­ yorlardı. Timur bile verdiği sözü tutmadıktan sonra Kacar'dan ne beklenirdi?! Dolayısıyla insanlar Kacar'ın mekhıbunda yazı­ lanlara inanmıyorlardı aslında, ama başka çareleri de yoktu. Ya­ ni kendilerini inandırmak zorundalardı. Gerçi halk topyekun si­ laha sanlıp kendi şehirlerinin savunmasına kalkabilirdi, ne var ki bu silahı temin edip halkı örgütleyecek olan insanlar ya çok uzaktalardı, ya da Kacar'ın ayaklarına kapanıp af dilemeye da­ ha dünden razı kimselerdi. Askerler gözlerini Kacar'ın kılıcın kabzasını okşayıp duran eline dikmişlerdi. Şahinşah'ın sabrı her saniye biraz daha tüke­ niyordu . . . . Askeran kalesi faciasını duyan Memet Beğ, İbrahim Han'ın bazı komutanlarının, o sıradan Hümbet Beğ'in kişilik-


B.ıtm.ın Kılınç

• 197

sizliğini iyi bildiğinden bir an önce Şuşa'ya ulaşmak için durup dinlenmeden yol almaktaydı . . . . İbrahim Han, daha 1 795 senesinde Kacar'ın Tifüs üzerine yürüdüğünü duyunca hem asker, hem de altın para olarak yar­ dımda bulunduğu Gü rcü valilerinden de, Dağıstan'daki akra­ balarından da umduğu yardımı bulamayınca büyük bir karam­ sarlık içind � odasına kapanmış, kaderin hükmünü beklemeye başlamıştı. Umme Han yardımını esirgemiş değildi aslına bakı­ lırsa . İbrahim Han'ın yardım almak umuduyla Dağıstan'a doğ­ ru yola çıktığını duyar duymaz beş bin kişilik bir orduyla Azer­ baycan'a yürümüş ve Balaken yakınlığında İbrahim Han'la bu­ luşmuştu. Ne var ki daha Balaken'dece Şuşa'nın Kacar'a teslim edildiği haberini almış ve böylece Şuşa'ya gitmekten vazgeç­ mişlerdi. Zira Şuşa'yı Kacar'ın elinden geri alabilmek için yüz binlik bir ordu bile kafi gelmezdi artık. İbrahim Han, Şuşa'yı terkederek yardım umuduyla buralara kadar geldiği için kendi­ ni suçluyordu şimdi de. . . . Molla Penah Vakıf, halkın bu kötü günüde hiçbir şey ya­ pamadığı için ıstırap çekiyor ve kendisini bu kadar aciz bir du­ ruma düşüren kaderin elinden yakınıp duruyordu. Nihayet Kacar'ın sabrı büsbütün tükendi. Geri dönüp insa­ nın içine işleyen nazarlarla askerlerine baktı ve ordu hemen sa­ vaş hazırlığı durumuna geldi . . . . . . Tam o sırada Şuşa kalesinin kapılan ardına kadar açıldı ve ellerinde Kur'an-ı Kerim tutmuş din adamları önde, saray halkı, yüksek rütbeli ayan ve ordu komutanları arkada olmak üzere boyunlarına kefen geçirmiş bir gurup insan dışarı çıktı. Kalenin savaş olmadan teslim edildiğini ve kan akıtılmayacağı­ nı anlayan askerler rahat bir soluk aldılar; o kadar ki bunu Ka­ car bile hissetti. Gelenler bir ok atımı mesafede dizleri üzerine çöküp Kacar'a doğru sürünmeye başladılar. Karabağ toprağı ne kanlar görmüş, nice defalar düşman at­ larının ayakları altında çiğnenmişti de gözlerinden tek damla


198 • Aqil Abbas

olsun yaş aktığı görülmemişti. Fakat şimdi, kendi evlatlarının dizlerinin teması bu toprağı derinden sarstı, ürpertti ve hüngür hüngür ağlattı. Karabağ toprağının koynundaki şehitlerin ruh­ ları dizleri üzerine çöküp sürünenlere engel olmaya, onları ya­ kalayıp ayağa kaldırmaya çalıştıysa da buna güçleri yetmedi. Ecdadın kemikleri mezarlarında sızım sızım sızladı. Ne var ki dizleri üzerinde sürünenler bütün bunların farkına varmalarını sağlayacak haysiyet duygusunda da yoksundular. Kacar bir çırpıda atından iniverdi; Şahinşah'ın indiğini gö­ ren komutanlar da atlardan indiler.

.

Şuşalılar'ın başını çeken müftü efendi tek kelime etmeden yere kapanarak yüzünü Kacar'ın ayaklarına sürmeye çalıştı. Heyecandan kendini kaybetmiş olan müftü efendinin elindeki Kur'an-ı Kerim'i unuttuğunu ve az kalsın onu da ayaklarına sü­ receğini gören Kacar hemen eğilerek kutsal kitabı aldı ve öperek gözlerinin üzerine götürdü. Ordudan: - Allah! Allah! Allah! - sesleri yükseldi. Kacar yaldızla yazılı Kur'an-ı Kerim'i vezirine uzath. Müf­ tü efendi ise yüzünü yine Kacar'ın ayaklarına sürdü, sonra da dizleri üzerine kalkıp Şuşa kalesinin anahtarlarını Şahinşah'a taktim etti: - Bütün İslam alemini umudu ve nicah, Hakk'ın biz kullara büyük bir lutfu Şahinşah Ağa Muhammet Han Kacar! Cümle Karabağ halkı ayaklarına kapanmaya hazır bir durumda senin gelişine muntazırdır! Hükümdarların en büyüğü ve adili olan senden affımızı diliyoruz Şahinşah hazretleri.

Kacar Şuşa' nın altın anahtarlarını alıp kemerine geçirdi, sonra da kılıcını kınından çıkarıp ileri uzattı. Ordunun alemdarı da yemyeşil Kızılbaş sancağını Kacar'ın yannına getirdi. Gelen­ ler dizleri üzerinde sürünerek önce bu sancağı öptüler, sonra da Kacar'ın kılıcının altından geçtiler. Manzarayı uzaktan seyreden Şuşa halkı ise Kacar'ın onları affettiğini anlayarak, "Allah'a bin­ lerce şükürler olsun" deyip rahat bir soluk aldılar.


Baını�n Kılınç •

1 99

Kurulduğu gündenberi bütün savaşlardan zaferle çıkmış olan Karabağ Hanlığı ve hiçbir düşmanın ayak basamadığı Şuşa kalesi birkaç yüreksizin ihaneti yüzünden Ağa Muhammet Han Kacar'ın ayaklarına kapanmış oldu. Topu topu üç sene önce Ka­ car'ın ordusunu perişan edip gerisin geri kaçmak zorunda bıra­ kan insanlar, şimdi Kacar'dan şerefsiz bir hayat dileniyorlardı. Daha düne kadar gözlerini kırpmadan ölüme giden yiğitler şimdi kahır yaşları içinde boğularak düşmana yalvarıyorlardı. Karabağ Hanlığı tarihinin en acıklı gününü yaşıyordu. Kacar tekrar ahna bindi ve yüzünü askerlerine çevirip hey­ betle gürleyen bir sesle dedi: - Karabağ halkı emniyettedir! Herkes tazimlerle Şahinşah'ın yolu üzerinden çekildi ve Ağa Muhammet Han Kacar Şuşa'ya girdi . . . Tam kırk sene önce Ağa Muhammet Han'ın babası Meh­ met Hasan Han peşine büyi.ık bir ordu takarak Aras nehrini geçmiş ve otağını Şuşa'nm dört ağaçlığındaki Akdam'ın yakın­ lığında kurdurarak bir ay boyunca Şuşa kalesinin çevresinde dolanıp durmuştu. O sıralar Karabağ Hanlığı henüz yeni kurul­ muş, Şuşa kalesinin çevreleyen surlar ise daha bitmemişti. Pe­ nah Han, maiyetindeki yiğitlerle birlikte sık sık kaleden çıkarak açık savaşa giriyor ve Mehmet Hasan Han'ın ordusuna büyük zaiyat verdiriyordu. Netice itibarile Mehmet Hasan Han kaleye fazla yaklaşamamışh bile. Bugün Ağa Muhammet Han Kacar, babasının bu emelini de gerçekleştirmiş oluyordu yani. Ya İbrahim Han'a ne demeli?.. Timur Akdeniz'e ulaşınca içinden neler geçmişse, Şuşa'ya giren Kacar da aynı duyguları geçiriyordu. Bütün bunlar olup biterken Memet Beğ'in herşeyden ha­ bersiz süvarileri Şuşa'nın bir ağaçlığındalardı. Askerlerinin faz­ lasıyla yorgun olduklarını bilmesine rağmen Memet Beğ her sa­ niyenin bile büyük önem taşıdığını biliyor ve bir an önce kaleye varmaya çalışıyordu.


200 •

Aqil Abb.ış

Ordusunun başında Şuşa'ya doğru ilerleyen Memet Beğ birden hızla kendilerine doğru gelmekte olan bir süvari gördü. Memet Beğ orduyu durdurdu; süvari de onların yanına varınca bir çırpıda yere atlayıp Memet Beğ'in ayaklarına kapandı: - Kurbanın olayım Memet Beğ! Memet Beğ' in adamları süvariyi kollarından yakalayıp ayağa kaldırdılar. - Ne var, avrat gibi ne ağlayıp sızlanırsın? - diye Memet Beğ sordu. Süvari tekrar kendini yere atıp Memet Beğ'in ayaklarına sanldı: - İhanet, Memet Beğ! İhanet! - Ne ihaneti lan?! Doğru dürüst anlatsana bakalım! - Şuşa'ya gitme Memet Beğ! Şuşa teslim edildi! Aniden Memet Beğ'in suratı simsiyah kesildi. Süvarinin yakasına sarılıp ayaklannı yerden keserek onu kendi hizasına kaldırdı ve öfkeyle gürleyen bir sesle: - Sen ne söylediğinin farkında mısın lan? Aklını mı oynat­ tın yoksa?! - dedi. - Benim suçum ne Memet Beğ?! Memet Beğ süvariyi yere bırakıverdi ve o Memet Beğ'in ayaklarını dibine düştü. - Kale savaşsız teslim edildi Memet Beğ. Kapılar ardına kadar Kacar'ın yüzüne açıldı. Herkes Kacar'ın önüde diz çö­ küp yüzünü toprağa sürerek af diledi. Müftü efendi de köpek­ ler gibi Kacar'ın ayaklarının dibinde sürünerek şehrin anahtar­ larını kendi elleriyle teslim etti. Ben seni kaleye varmadan ya­ kalayıp olup bitenleri haber vermek istedim ki bari Karabağ'ın son ümitleri olan sizler yakalanıp idam sehpasında sallandırıl­ mayasınız. Askerlerden biri süvariye su getirdi, o da suyu kafasına di­ kip anlatmayı sürdürdü:


B,ııman Kıl ınç •

20 1

- Gerçi Kacar şimdilik kimsenin kılına dahi zarar vermiş _ . Ama o alelade bir katliamdan çok daha büyük işkenceler degıl. tasarladığı zaman hep böyle yaparmış diye duymuştum. Memet Beğ'in emri üzerine askerler atlardan indiler. Artık ne ileri ne de geri yol bulunuyordu. Memet Beğ geç kalmış, hem de çok geç kalmıştı. Kacar kendi sancağını Karabağ'ın göz­ bebe� olan bu şehrin göğsüne saplamıştı artık. Aynı sancak as­ lında Azerbaycan'ın göğsüne saplanmış bulunuyordu ve Ha­ zar' dan Kara Deniz'e, Dağıstan'da Zencan'a kadar heryerde dalgalanmaktaydı. Peki Karabağ'ın şerefini korumak uğruna yıllardır aslanlar gibi çarpışan yiğitlere ne oldu? Ya Kacar'ın önüde yerlere kapa­ nıp af dilenen insanlar Erimgeldi boyu uzanan şehitlikten utan­ madılar mı acaba? Penah Han'ın mezarında kemikleri sızım sı­ zım sızlıyor olmalı; ruhu ise yüzünü Şuşa'nın surlarına sürerek ağlıyordur herhalde. Ya İbrahim Han'a ne demeli? Nerede kaldı senin Ümme Han'ın? Nerede kaldı senin Dağıstan'dan alacağın yardım? Sen de yardım getirmek bahanesiyle Kacar'ın önüden kaçmış olma­ yasın? Göğsünde baban Penah Han'ın mezarını barındıran top­ rak düşmanların ayakları altında çiğneniyorken sen nerelerde­ sin? Penah Han'ın ruhu bunu senin yanına bırakmayacaktır. . . . Çariça Katerina Kafkaslar'daki Rus kuvvetlerinin komuta­ nı olan Zubof'a gönderdiği mektuplardan bir tanesinde, Azerbay­ can' da bir tek Karabağ Hanlığı'yla ilgili problemler yaşayabilecek­ lerini ve bugüne kadar kimseye boyun eğmemiş olan Karabağ'ın, kendilerine de teslim olmak istemeyecini yazmaktaydı. Katerina, Rusya'yla iyi geçinmeye çalışıyor gibi görünüp İran'la boğaz bo­ _ ğaza gelmiş olan Karabağ'm1 aslında Rusya'nın değil lran'ın ya­ nında yer aldığuu yazmakta, aradaki kan bağınının önemine deği­ nerek Karabağ Hanlığı'nın gücünü ve nüfuzunu sekteye uğrat­ mak için her fırsatın değerlendirilmesini istemekteydi. 1806 yılında Binbaşı Lisanoviç ve maiyetindeki adamlar ge­ ce İbrahim Han'ın Han Bahçesi'ndeki otağına hain bir saldırı


202 • Aqil Abbas

düzenleyerek onu ve bütün yakınlarını ka tlettiler. İbrahim Han'ın öldürülmesiyle Karabağ Hanlığı'nın 70 yıllık tarihine de nokta konmuş oldu. İbrahim Han'ın arkasından tahta çıkan Ge­ neral Mehtikulu Han sözde Han'dı ve bütün yetki aslında . . . . . . Memet Beğ içinden İbrahim Han'a lanetler okumak isti­ yor, ne var ki bunu da bir türlü yapamıyordu. Zira ne derse de­ sin lafın bir ucu hep Penah Han'a, Mihrali Beğ'e ve dolayısıyla kendisine de dokunuyordu. Memet Beğ, bugüne kadar İbrahim Han'dan gördüğü bütün kötülükleri Penah Han'la Mihrali Beğ'in ruhlarına bağışlıyordu zaten. Yoksa İbrahim Han'ın ya­ kasına sarıldığı gibi onu çoktan Cıdır ovasındaki uçurumdan aşağı fırlatıvermişti. Öte yandan insanlar Memet Beğ'i yanlış anlayabilir, tahta çıkmak uğruna öz amcasına kıydığını düşüne­ bilirlerdi. Memet Beğ herşeyi kabullenebilir, ama halkın gözün­ den düşmeğe asla katlanamazdı. Memet Beğ eline kılıç aldığı gündenberi Karabağ Hanlı­ ğı'na hizmet etmiş, herkesçe de Karabağ'ın kılıç sallayan sağ kolu olarak görülmüştü. Ve onun Şuşa'da olmamasını fırsat bi­ len korkaklar kaleyi Kacar'a peşkeş çekmişlerdi işte. Ne var ki ihanet sayesinde kendilerini Kacar'ın kılıcından koruyabilmiş olan bu adamlar daha büyük bir felaketle karşılaşacaklarından habersizdiler: Memet Beğ onların ihanetini yanlarına bırakma­ yacak ve hepsini Hazine kayasından aşağı attırıverecekti. Ama buna daha sekiz gün vardı - sekiz koca gün. Memet Beğ Şuşa'ya zamanında varamadığı için kendini suçluyordu herşeyden önce. Kale tek bir gün Kacar'a direnebile­ se Memet Beğ gelip yetişmiş olacak ve İbrahim Han yardım geti­ rinceye değin şehri savunacaktı. Kacar'ın ordusu daha Aras neh­ rini geçmeden Memet Beğ kalenin savunması için elzem olan bütün önlemleri almış, bütün hazırlıkları tamamlamıştı . Yine onun tavsiyesi üzerine şehirde ahaliye üç dört ay yetecek kadar yiyecek depolanmıştı. Memet Beğ, Kacar'ın kaleye doğrudan saldırmayı göze alamayacağını da biliyor, küçük bir çarpışma­ dan sonra şehri kuşatıp beklemeye başlayacağını anlıyordu.


Baıman Kılınç • 203

Herşeyi en ince ayrınrıtısına kadar düşünüp taşınmış olan

�emet Beğ �ir y� ndan ordusunu Şuşa'ya ulaştırmaya çalışıyor,

ote yand an ı �e �ıne bu ordudan ayırdığı küçük guruplarla Kı­ . , zılbaşlar a lo)lstık destek sağlayan birliklere saldırarak onların ciddi kayıplar vermesine neden oluyordu. Kacar'ın ordusu Ak­ dam' dan Şuşa'ya kadarki genişçe bir araziyi tutmuş ve Askeran kalesini de ele geçirerek Şuşa'ya giden bütün yolları kapatmış olduğundan Memet Beğ çok daha zahmetli bir yol seçmek ve ordusunu dağların arasından geçirerek ilerlemek zorunda kal­ mıştı. Ve işte tam Şuşa'ya varmak üzereyken ihanet haberi kendi­ sine ulaşmıştı. Memet Beğ yüzünü askerlerine tuttu: - Şuşa kalesi düşmana teslim edilmiş yiğitlerim. Herbirini­ zin hem ne kadar cesur, hem de ne kadar kahraman olduğunu­ zu biliyorum. Fakat elimizdeki olanaklarla Şuşa'ya gitmenin hiçbir anlamı yok. Bu yüzden tek çıkar yol ormanın içlerine sak­ lanarak İbrahim Han'ın yardım getirmesini beklemek. Askerler ormanın içlerine çekilip yerleşmek için hazırlıklar yapmaya başladılar. Çadırlar kurulduktan sonra Memet Beğ olup bitenleri ayrıntılı bir şekilde öğrenmeleri için iki kişiyi Şu­ şa'ya gönderdi. Askerlerinin güvenliğiyle ilgili bazı önlemleri de aldıktan sonra kendi çadırına gidip yüzüstü yatağına kapak­ landı ama sabaha kadar bir türlü uyuyamadı. Şahinşah, kendisini yerlerde sürünerek karşılayıp sancağını öpenler arasında Memet Beğ'i göremeyince öfkelenmiş, ama öf­ kesini belli etmemişti. Bağdat şehrini ikinci kez zabteden Timur nasıl herkesten önce Abdulkadir Baki' den öç almak istemiş tiy­ se, Kacar da öncelikle Memet Beğ'den öcünü almak istiyordu. Timur daha sonra Abdulkadir Baki'yi affetmişti gerçi, ama Ka­ car Memet Beğ'i asla affedemezdi. Karabağ'a her iki yürüşünde de Memet Beğ'in cesur ve çevik süvarileri Kacar'm ordusuna . büyük kayıplar verdirmişti. Kacar, Memet Beğ'in isminin bile kendi askerleri üzerinde ne büyük etkiye sahip olduğunu bili-


204 • Aqil Abbas

yordu. Memet Beğ Kacar'ın ordusunu çakallar adlandırıp kü­ çümsüyordu üstelik. Gerçi Kacar'a göre de Memet Beğ'in asker­ leri çapulcudan başka birşey değillerdi. Bu arada Memet Beğ'in korkunç bir özelliği daha vardı: o kargaşada nasıl fırsat buldu­ ğu bilinmez, ama savaşlarda öldürdüğü bütün düşman askerle­ rinin kulaklarını kesiyordu. Aslında Memet Beğ elde etmiş olduğu sayısız zaferle Ka­ car'ın ilgisini çekmiş, hatta taktirini kazanmıştı. Ama hem siya­ set gereği, hem de Memet Beğ isminin kendi ordusu üzerinde bir kabus gibi dola nıp durmasına son vermek için Memet Beğ' den öç a lmak lazımdı. Bu yüzden de Şahinşah kısacık bir dinlenmenin ardından Sadık Han Şekaki'yi yanına çağırttı: - İbrahim Han'ın en büyük destekçilerinin Bayat aşireti ol­ duğunu bilirsin. Penah Han'ın tahta çıkmasını sağlayan da aynı aşiretti. Bugüne kadar Bayatlılar'la çarpışmalarda nice yiğit as­ kerler kaybettim ben. Şimdi beni iyi dinle! - Emredin Şahinşah hazretleri! - A d a m gönder de Bayat aşiretinin ulusu Zeynalabidin Ağa'yı hemen bulup getirsinler! Haydi bakalım! Sadık Han baş eğerek huzurdan ayrıldı. Kacar'ın başka bir planı olduğunu seziyor, asıl istediğinin Memet Beğ olduğunu anlıyordu. Kacar gerçekten de Memet Beğ'in peşindeydi aslında . Me­ met Beğ'in, Bayat aşiretinin ulusu, Penah Han soyunun en say­ gın temsilcisi Zeynalabidin Ağa'nın saraya getirilip küçük dü­ şürülmesine tahammül edemeyeceğini ve ortaya çıkacağını bili­ yordu. Sadık Han'ın gönderdiği adamların Zeynalabidin Ağa'yı sa­ raya götürmek istediklerini duyan Baya tlılar bir çırpıda silaha sanlarak onun evini kuşa ttılar. Kızılbaş askerleri bir taraftan Ka­ car'ın emrine nasıl karşı gelinebilir diye hayret ediyor, diğer ta­ raftan da buradan nasıl kurtulacaklarını düşünüyorlardı. Zeyna­ labid in Ağa , Kacar'ın davetinin hayra alamet olmadığını anlı-


Batman Kılınç

• 205

yordu, ama karşı koymanın anlamsız olduğunu bildiğinden Sa­ dık Han'ın adamlarıyla gitmeyi uygun gördü. Zeynalabidin Ağa'nın götürülmesine engel olmak üzere toplanan delikanlılar ise onun bir lafını iki edemeyerek geri dönmek zorunda kaldılar. Zeynalabidin Ağa'nın tutsak edilmesinin üzerinden üç gün geçmesine rağmen Memet Beğ ortalıklarda görünmüyordu. As­ lında bundan haberdar da değildi kendisi. Ne var ki Memet Beğ'in Zeynalabidin Ağa'nın tutsaklığını önemsemediğini zan­ neden Kacar son ve korkunç bir çare daha düşünmüştü. Böyle birşeye değil Memet Beğ, damarlannda erkek kanı dolaşan hiç­ kimse asla kayıtsız kalamazdı. Gerçi Kacar bu hareketini kendi kişiliğiyle pek bağdaştıramıyordu ama Memet Beğ'i yakalama­ nın başka yolu yoktu ne yazık ki. Şahinşah, Sadık Han'ı çağırtarak fermanının duyurulması­ emredince Sadık Han'ın yüzü bembeyaz kesildi ve vücudun­ dan soğuk terler boşanmaya başladı. Ömrü hayatında ilk kez Şahinşah'a itirazda bulunmak istediyse de cesaret edemedi. Söylemek istediyi sözler boğazına takılıp kaldı ve öksürmekten neredeyse boğulacak gibi olan Sadık Han, Kacar'ın insanın içine işleyen bakışları altında huzurdan ayrıldı. Sadık Han'ın içinden geçenleri onun gözlerinden okuyan Kacar ise, "Senin de suyun çoktan ısındı zaten" diye düşündü. nı

Kacar'ın emri şimşek hızıyla duyuruldu. Eskidenberi içinden Bayat aşiretine karşı nefret beslemekte olan Vezir Mirza Şefi, Kacar'ın bu yeni emrinden sonra Zeyna­ labidin Ağa'nın tutsak olarak kalmasının hiçbir önem arzetme­ diği anlayarak: - Bayat Beylerbeği Zeynalabidin Ağa tutsak edilip getirileli uzunca bir süre oldu Şahinşah hazretleri; cellatlar sizin emrinizi beklemekteler, - dedi. Kacar, Zeynalabidin Ağa'yı Hazine kayasından aşağ� yu � varlatabilir ya parça parça ederek köpeklerin önüne attır�bı��rdı de kimse ağ�ını açıp tek kelime bile edemezdi. Ne var kı boyle


206 • Aqil Abb.ıs

yapmak pek akıllıca bir hareket olmazdı. Bayat gibi büyük bir aşiretle ilelebet düşman olmak Kacar için bile arzu edilir birşey değildi. Öte yandan Zeynalabidin Ağa'yla yakın akrabalığı bu­ lunan Diyarbakır valisiyle de arasında husumet baş gösterebi­ lirdi. Hem Diyarbakır valisi, hem de Diyarbakır yöresindeki Ba­ yat aşiretleri ise Osmanlı sultanı nezdinde bile nüfuz sahibiydi­ ler ki Osmanlılar'la ilişkilerinin bozulması Kacar için istenme­ yen sonuçlar doğurabilirdi. Bütün bunlar bir tarafa bırakılacak olursa dahi Kacar, nefret ettiği insanları öldürtmekten ziyade onlara işkence yapmayı, türlü hakaretlerle onları küçük düşür­ meyi daha fazla tercih ediyord u . Bu yüzden Zeynalabidin Ağa'ya ne yapılacağı konusundaki emri çok kısa oldu: - Herkesin gözü önünde bir merkebin sırtına tersten bindi­ rip Bayat'a gönderiverin! Ağa Muhammet Han Kacar, İbrahim Han'ın büyük oğlu General Mehmet Hasan Ağa'nın sarayında ikamet etmekteydi. Burası pek büyük olmamasına karşın gösterişli ve rahat bir yer­ di. Şuşa'ya geldiği gündenberi kimseciklerle görüşmemiş, kim­ seyi huzuruna almamışh. Karabağ'ın yüksek rütbeli ayanı, say­ gın zatları ve din adamları sarayın kapısı önünde huzura çağırı­ lacakları anı bekliyorlardı. Kacar, şairliğini ve halk içindeki büyük nüfuzunu göz önünde bulundurarak Molla Penah Vakıfa da zarar vermemiş, sadece göz hapsinde bulundurmakla yetinmişti. Karabağ Hanlı­ ğı'nın veziri ve sadece Karabağ ya da Azerbaycan'ın tamamın­ da değil, İran' da ve Anadolu' da da şöhret bulmuş bir şair olan Vakıf'ın kimseyle görüşmesine izin verilmiyordu ve şair şehir­ de olup bitenlerden büsbütün habersiz bir halde hücresine çeki­ lerek olayların nasıl sonuçlanacağını bekliyordu . Uzun kulaklarını sarkıtmış, ormanın eteğindeki çığırla hns tırıs yürümekte olan merkebin sırtında saçı sakalı beyazlamış, nur yüzlü bir ihtiyar vardı: suratından müthiş bir keder oku­ nan, merkebin sırtına ters bindirilip elleri de iple hayvanın kuy­ ruğuna bağlanmış olan bir ihtiyar. Silahlı iki süvariyse sessiz sa-


Batman Kılınç

• 207

kin ve hatta biraz da uyuklar gibi bu tuhaf yolcuya eşlik ediyor ­ lardı. Damarlarında günışığı gibi pirüpak Cevanşir kanı dola­ şan Bayat Beylerbeği Zeynalabidin Ağa gibi bir aşiret ulusu dünyanın görüp göreceği en feci ölümü, mesela kıyma kıyma doğranıp köpeklerin önüne atılmayı kabullenebilirdi de böy­ lesi miskin, hakir ve aşağılanmış bir şekilde Bayat'a dönmeye dayanamazdı. Kacar'ın, Karabağ' ın bu pek saygın beğinden bu kadar acımasızca intikam alacağı ve onu böylesi alçaltaca­ ğı Zeynalabidin Ağa'nın aklının ucundan dahi geçmemişti. Dünyanın karmakarışık işlerinden habersiz merkep köye yak­ laştıkça Zeynalabidin Ağa'mn gözlerine perdeler iniyor, bey­ ni dumanlanıyor, vücudunu bumbuz bir titreme sarıyordu. Hem soyunun şerefinin, hem de aşireti iç;ndeki nüfuzunun böylesi hakir görülmesini bir türlü hazmedemeyen Zeynala­ bidin Ağa'nın kalbi Bayat'a varmadan duracaktı galiba. Zaten ensesinde ölümün, hem de şerefsiz bir ölümün soluğunu his­ sediyordu çoktanberidir . . . . Karabağ'ın alp yiğidi Memet Beğ Cevanşir bir kütüğün üzerine oturmuş, bıyıklarını çiğniyordu. Başındaki yiğitlerin hiçbiri ağızlarını açacak cesareti bulamıyorlar, hatta Memet Beğ'in öfkeden mosmor kesilmiş suratına bile bakamıyorlardı. Kacar'ın fermam onlara biraz önce ulaştırılmıştı: " . . . Memet Beğ öğle ezanına kadar kendi ayaklarıyla gelip teslim olmazsa, ben onun bacılarını serbazlann8 eline teslim edeceğim!" Bu haber en beklenmedik bir anda sırta saplanıveren na­ mert hançerinden bile daha korkunçtu. Yiğitler duydukları ha­ berin ağırlığı altında sarsılmış, önce ne yapacaklarına karar ve­ rememiş, daha sonra ise Allah'a sığınıp Şuşa üzerine yürümeyi önermişlerdi. Bunun kaçınılmaz ölüm anlamına geldiğini bili­ yorlardı elbette. Memet Beğ de çok ağır çarpışmalardan çıkmış 8

İran ordusunda asker.


208 • Aqil Abb;ıs

olan bu bölük pörçük orduyla Kacar'ın üzerine yürümenin akıl kan olmadığını anlıyordu. Bu savaş kendilerine akılalmaz dere­ cede pahalıya malolabilir, Karabağ'ın son ümidi bu yiğitler de ölümün pençesine teslim edilebilirdi. Fakat bir çıkar yol daha vardı; kimsenin bilmediği ve yalnızca Memet Beğ'in aklına gel­ miş olan bir çare daha vardı. Memet Beğ ise kütüğün üzerine oturup bıyığının ucu ağ­ zında olduğu halde gözlerini orta yerdeki sönmek üzere olan ateşe dikmişti. Ateşin üzerinde bütün olarak şişe geçirilmiş bir koyun yanıp kömüre dönmüştü. Haber kendilerine ulaşınca sa­ de Memet Beğ'le komutanlar değil, bütün ordu elini sofraya uzatamaz olmuştu. Herkes pür dikkat Memet Beğ'i izliyor, Me­ met Beğ ise aynı dikkatle ateşi seyrediyordu. Memet Beğ elini koynuna sokup yıllardır gözü gibi sakın­ dığı bir parça ceylan derisini çıkardı. Bu kutsal deride Cevanşir soyunun bin yıllık tarihi yazılıydı ve Memet Beğ deriyi açıp ya­ zılanları son bir kez okumaya başladı. Ateş henüz sönmemişti . . . . . . Şahinşah Ağa Muhammet Şah Kacar, yani İran ve Azer­ baycan'ın tamamının mutlak hakimi, tatlı bir baygınlıkla yumu­ şak yastıklara gömülmüştü. Tül gömlekler içinde su perilerini andıran rakkaseler hazin bir musıkinin eşliğinde hükümdarın ve hükümdann yakın ma­ iyetinin önünde, en halsiz insanın bile damarlarındaki kanı coş­ turabilecek bir dansa başlamışlardı. Kacar hep Fars musıkicilerini dinler, rakkaseleri de hep Fars güzellerinden seçerdi . Azerbaycan musıkicilerini hakir gö­ rüp beğenmezdi. Onun nazarında Türkler yalnızca savaşmaya, at binip kılıç sallamaya yarardı. Bu nedenle de yakın korumala­ nnın ve komutanlarının tamamı Azeri Türkleriydi. Fars güzelleri hazin bir musıkinin eşliğinde dans ediyorlar­ dı ve içerisi Kur'an-ı Kerim'd e vadedilen cenneti and ırıyordu neredeyse. Sarayın ileri gelenleri de bu cennetin keyfini çıkarı-


Bnım�n Kılın ç • 209

yorlardı. Ahirette cehennemi boylamaktan kurulamayacaklannı anlamış ve cenneti bu fani dünyada yaşamayı yeğlemiş olacak­ lard ı . Rakkaselerin de cennetin hurilerinden geri kalır yanları yoktu her halde. Hiçbir erkek onların dansındaki baş döndüren zarafete ve ti.iller içindeki ağa yakalanmış balıklar misali ürkek ve tiril tiril hallerine kayıtsız kalamazdı. Ne var ki saray halkı bu eşsiz güzellikten zerrece zevk alamıyordu. Onlar, selametlerini Kacar'ın mümkün mertebede uzağında bulunmakta olduğunu iyi biliyor ve bu eğlencenin bir an önce bihnesini bekliyorlardı. Güzel rakkaselerse . . . Kacar'ın yarası öylesine derin ve o derecede onulmazdı ki yeryüzünün bütün güzellerini bir araya getirmek dahi hiçbir şey ifade etmiyordu. Bilakis güzellikle karşı karşıya kaldığı an­ larda bu yara daha fazla acı veriyor, daha derinlere işliyordu. Bu büyük fatih hayattaki en tatlı ve kendisi için en ulaşıl­ maz olan hazzı bir kez olsun tatmak için neler vermezdi . . . Elin­ deki baş döndüren iktidarın yansını bile feda ederdi belki. Ken­ disini bu hazdan mahrum eden adamın kemiklerini gittiği her yere götürür ve ikamet ettiği her yerde tahtının hemen önüne gömmelerini emrederdi. Her defa tahta oturacakken o kemikle­ ri çiğneyip geçmek acısını biraz olsun hafifletiyor gibiydi . . .

. . . Muhammet Han'ı zindandan çıkarıp getirdiler; bir süre hizmette kusur etmeden ağırladılar ve yarası büsbütün iyileşin­ ce Kerim Han'ın huzuruna götürdüler. Kerim Han tahta kurulmuş oturuyordu ve Muhammet Han bir anlığına, "Koca İran'ın tahtı kimlere kalmış baksana; Şah İsmail'in kemikleri sızlıyor olmalı" diye düşünmeden ede­ medi. Muhammet Han, Kerim Han' ın huzurundaki insanlara baktı dikkatlice: vezirler, sarayda yüksek mevki sahibi olan in-


2 1 ll • AcJil Abbas

sanlar ve komutanlar vardı Kerim Han'm huzurunda . Muham­ met Han bu adamların çoğunu iyi tanıyord u: bir kısmıyla savaş meydanlarında karşı karşıya gelmiş, bazılarının ise sadece isim­ lerini duymuştu. Bir kısmı da babasının iktidarı sırasında onun kapısının köpeği olmuş insanlardı. Kerim Han tarafından çağı­ rılmasının amacının buradaki insanların gözleri önünde küçük düşürülmek olduğu sanıp kendini toparlamaya çahşh. Kerim Han konuştu nihayet: - Ağa Muhammet Han benim sarayıma hoş gelmiş! "Ağa" kelimesi Muhammet Han'ın göğsüne ok gibi saplan­ dı. Kerim Han ona "Muhammet Ağa" değil, "Ağa Muhammet" diye seslenmişti kl "Ağa" kelimesinin ismin önüne getirilmesi iğdiş edilerek erkeklikten mahrum bırakılmışlar yapılan bir uy­ gulamaydı. Muhammet Han içinden, "Öyle olsun bakalım! Ben de seni sürüm sürüm süründürmezsem babamın oğlu değilimdir! Da­ marlarımda da Kacarlar sülalesinin kanı değil, senin damarla­ rında olduğu gibi köpek kanı dolaşıyordur!" diye geçirdi. Sonra da Kerim Han'ın sözlerindeki alayın farkına varmamış gibi: - Mültefit oldum efendim, - diye cevap verdi. Kerim Han oturması için ona yer gösterdi: - Buyur otur! Muhammet Han gösterilen yerde oturup bütün bunların nasıl sonuçlanacağını beklemeye başladı. Kerim Han sahte bir şefkatle sordu: - Nasılsın? Yaran acıtıyor mu hala? Kerim Han onun omuzundaki mızrak yarasını sormuştu aslında, ama oradakilerden çoğu soruyu kendi bildikleri şekilde anlayıp gülümsediler. Muhammet Han gülümseyen dudakların tama mını ha fızasına kazıd ı. Birgün gelecek, o d u daklar Ka­ car'ın korkunç kahkahaları altında kesilecekti. Muhammet Han: - İyiyim şimdi, - dedi.


Baıman Kılınç • 21 1

Kerim Han ise nasihatte bulunur gibi konuşmaya başladı: - Biz daha düne kadar düşmand ık Ağa Muhammet Han. Ama ben se�in aklını ve cesaretini taktip etmişimdir hep. Şimdi birlik olup Iran'ı kalkındırmaya çalışmamız lazım. - Sonra da huzurunda bulunan diğer adamlara hitaben: - Ağa Muhammet Han artık benim vezirimdir, - diye ilan etti. Muhammet Han ayağa kalkıp baş eğerek memnuniyetini ifade etti: - Çok merhametlisiniz Han hazretleri! Kerim Han, vezirlerinden Hacı İbrahim Ağa'ya dönüp em­ retti: - Ağa Muhammet Han'ın yakın koruması ve hizmetinin görülmesi için özel serbazlar aynlsın ki kendisi benim himayem altında güvende olabilsin. Aslında bu emir Ağa Muhammet Han'ın sürekli olarak göz hapsinde bulundurulacağı anlamına geliyordu. Kerim Han hemen hergün Ağa Muhammet Han'la görüşü­ yor ve bazen saatlerce konuşup dertleşiyordu. Ağa Muhammet Han İran'ın kalkındırılması için önerilerde bulunuyor ve bu önerilerin gerçekte ne kadar etkin sonuçlara yol açtığını gören Kerim Han hayretler içinde kalıyordu. Ağa Muhammet Han as­ lında düşmanı Kerim Han'ın değil, memleketi İran'ın iyiliği için çalışıyor, yaphğı herşeyin ülkesinin yaranna olduğunun bilin­ ciyle hareket ediyordu. Kerim Han sık sık Ağa Muhammet Han'la satranç oynuyor ve onu nadiren yenebiliyor, yendiği zaman da çocuklar gibi se­ viniyordu. Birgün Kerim Han'a bilerekten yenilip onun keyif­ lenmesini sağlayan Ağa Muhammet Han bu fırsatı değerlendir­ meye çalışarak: - Han hazretleri izin verirlerse memleketime kısa bir ziya­ rette bulunmak isterim, - dedi. Kerim Han cevapladı:


2 1 2 • Aqil Abb;ıs

- Yoksa sen kendini benim tutsağım olarak mı görüyor­ sun? Gönlün nereyi istiyorsa oraya gidebilirsin! Ağa Muhammet Han, maiyetindeki adamlarla birlikte ken­ di memleketine vardı. Eskiden bu yerlere her gelişinde Muham­ meJ Han'ın a tı deli kişnemelerle yere göğe sığmaz olurdu. Bu sefer altındaki atın kafasını dahi kaldırmadığını gören Muham­ met Han kendi atını anıp duygulandı. Mehmet Hasan Han Kacar'ın oğlu ve hem cesareti, hem de yiğitliğiyle İran'ın tamamında nam salmış olan vezir Muham­ met Han'ın geldiği haberini alan ahali sokağa çıkmaya yürek edemeden bahçelerinin çitleri arkasından onu görmeye çalıştı­ lar. Muhammet Han ise kimseye aldırış etmeden doğrudan Esat Ağa'nın konağına yöneldi. Muhammet Han'ın geldiğini duyan Esat Ağa onu karşıla­ maya çıktı, ama ne illah ettiyse gözyaşlarına hakim olamadı. Kacar'ın bu konağa her gelişi bir düğün bayram oluvermiş, koç­ lar kesilip ziyafetler tertiplenmiş, açların karnı doyurulmuştu. Ama şimdi herşeye bir matem havası hakimdi sanki. Kacar'ın geldiğini duyunca Peri de şaşkınlıktan ne yapaca­ ğını bilememiş, onun karşısına nasıl çıkacağını kestirememişti. Peri'nin yaşamının en hoş anları da, en acı verici anları da Mu­ hammet Han'la ilgiliydi. Önceleri Muhammet Han Peri'nin ya­ şam güneşiydi neredeyse. Ama sonra namert eller bu güneşi boğup ışığını kararttılar. Peri herşeye rağmen boğulup ışığı ka­ rartılmış güneşini görmek, onu göğsüne sarıp okşamak istiyor ve böyle yaparsa kendi güneşinin acısını birazcık olsun hafifle­ tebileceğini düşünüyordu. Ama Kacar Peri'yi ne görmek istedi, ne de ismini andı; Peri ise bu boğulup ışığı karartılmış güneşine yaklaşmaktan çekinerek onu uzaktan uzağa izlemeyi tercih etti, sonra da kendi odasına kapanıp en acımasız insanın bile kalbi­ ne rikkat verebilecek bir şekilde hüngür hüngür ağlamaya baş­ ladı. Yine koçlar kesildi, ziyafetler düzenlendi ve sülalenin ileri gelenleri Kacar'ı ağırlamak üzere toplandılar. Ama herkes Ka-


Batman Kılınç

• 213

car'ın suratında zerre kadar olsun nur kalmadığım gördü . Evet, damar ları gerilmiş bu surattan zehir yağıyordu artık. Herkes çekip gidinceKacar, Esat Ağa'yla haşhaşa kaldı:

- Cafer Kulu Han'dan haber var m ı , Esat Ağa?

- Cafer Kulu Han da, Mustafa Han da sağ salimler. Türkmen aşiretlerine sığınmışlar şimdilik. Seni kurtarmanın bir yolu­ nu bulmaya çalışıyorlar. Cafer Kulu Han, "Başımdan geçerim, ama kardeşimi düşman elinde bırakmam" diye yemin etmiş. Kacar duygulandı: - Cafer Kulu kardeşlerimin en cesurudur, Esat Ağa. Kendi­ sine büyük itimadım vardır. Ona, Afşar aşiretleriyle birleşmesi­ ni söyle; Afşarlar' la aynı kanı taşıyor sayılırız; hem onlar da Ke­ rim Han'la adavet içindeler. - Merak etme Muhammet Han; söylediklerini Cafer Kulu Han'a aynen ulaşhracağım. Herkes yattıktan sonra maiyetindeki süvarilerden ikisini yanına çağıran Kacar kendilerine gerekli emirleri verip tembih­ ledi: - Kimsenin kuşkulanmaması lazım. Kendi kendine yapmış gibi olmalı. Eğer duyan ya da gören olursa ikinizi de köpeklere parçalatırım . . . Hava daha yeni aydınlanıyor, köy daha yeni uyanıyordu. Biryerlerde köpek havlamaları işitiliyordu. Konağın hizmetçi­ leri ise çoktan uyanmış, günlük işlerini yapmaya koyulmuş­ lard ı . Kacar üzerini giyip bahçeye indi. Maiyetindeki adamların uyandırılmasını emretti, sonra da dünkü iki kişiyi yanına çağı­ rıp sordu: - Herşey yolunda mı? - Evet Han hazretleri. Esat Ağlı da bahçeye inmiş yapılacak işlerle ilgili emirler veriyordu. acar'la karşılaşhlar:

q


2 1 4 • Aqil Abbas

- Günaydın Muhammet Han! - Günaydın Esat Ağa! Kahvaltıyı yapıp yola koyulalım derim. Kerim Han merak etmeye başlamıştır şimdi. - Nasıl istersen . . . O sırada konağın odalarından bir tanesinden tüyleri diken diken eden bir bağırtı işitildi. H izmetçilerden biri Peri'yi uyan­ dırmak üzere onun odasına girmiş, fakat gördüğü manzara kar­ şısında dehşe kapılmıştı. Peri intihar etmişti! Simsiyah uzun saçları perişan bir halde göğsüne ve sırtına dağılmıştı. Gözleri kapalıydı. Suratı biraz da­ ha incelmiş, biraz da uzamış gibiydi. Yüzü solgundu, ama aynı yüzde tuhaf bir ışık da vardı sanki. Yine bu yüzden derin bir keder okunuyordu. Dudakları, birşeyler söylemek ister gibi ya­ rıaçık kalmıştı . Peri bu haliyle de güzeldi. Kacar, ipten sarkan şeyin Peri'nin cesedi değil dünyanın ta kendisi olduğunu vehmetti bir anlığına. Kacar'ın nazarlarında dünya siyah, solgun e anlamsız birşeydi o ana kadar. Ama şim­ di dünyayı aynı zamanda çok korkunç bir şey olarak da görme­ ye başladı. Evet, dünya bir ipten asılıydı işte. Ve o ipi kesmek icap eder! Bırak da yuvarlanıp gidiversin nereye gidecekse! .. Kacar'ın içinde bambaşka bir ihtiras uyandı birdenbire: dünyanın asılı olduğu ipi bulmak ve tek bir ılıç darbesiyle kes­ mek ihtirası. Kılıcını çıkarıp ipi kesti ve Peri'nin cansız vücudunu yavaş­ ça indirerek yerdeki halının üzerine bıraktı . . . . Şimdi birbirinden güzel rakkaseler huzurunda dans et­ tikçe Kacar tahtın önündeki kemikleri daha bir zevkle çiğniyor ve çiğnedikçe keyifleniyordu . . . . Merkep ise uzun kulaklarını sarkıtmı; gidiyordu dünyayı umursamadan. Ne Kacar'ın tanırdı, ne sırtındaki adamı, ne de yardım bulmak umuduyla Karabağ'ı bırakıp ta Dağıstan'a ka­ dar gi tmiş olan İbrahim Han'ı. Bah tiyardı da aslında. Zaten merkeplerin en bahtiyar dönemiydi, zira atlar gibi onları da sa-


Batman Kılınç • 2 1 5

vaşa götürmüyor, en fazla ufak tefek yük taşımak zorunda bıra­ kıyorlardı işte. Ve bu bahtiyar merkep uzun kulaklarını sarkıt­ mış yokuş aşağı tıns tıns yürüyordu . . . . . . Ateş orta yerde yanıyordu henüz. Memet Beğ ise bıyıkla­ rını çiğnemiyordu artık. Kacar'ın tanıdığı süre yavaş yavaş sona eriyor, öğle ezanının vakti yaklaşıyordu. Memet Beğ, soyunun bir parça ceylan derisinin üzerine yazılmış olan tarihini son bir kez daha okumuş ve bakışlarını tekrar ateşe dikmişti. Etrafa tuhaf bir sessizlik hakimdi. Sanki ne Kacar Şuşa'yı teslim almış, ne de on binlerce insanın kanı akıtılmıştı. Memet Beğ, Cevanşir soyundan gelen birinin bu kadar sessiz sak.in ve bu kadar günlük güneşlik bir günde ölebileceğini aklının ucun­ dan dahi geçirmemişti. Öğlen ezanı yaklaşıyordu. Ve bu öğle ezanı hem Memet Beğ'in, hem de bütün bir Cevanşir soyunun sonu anlamına geliyordu. Memet Beğ, öğle ezanının sadaları al­ tında ipe çekilecekti. Cevanşir soyu noktalanmış olacakh böyle­ ce. Cengiz Han'ın belinden gelmiş olan, damarlarında Hülaki Han'ın ve Argun Şah'ın kanı dolaşan Memet Beğ, namusu uğ­ runa ölüme gidecekti. Memet Beğ gözlerini ateşten çekip elindeki bir parça ceylan derisine baktı. Bu deri bir daha kimseye gerek olmayacak de­ mek ki. Memet Beğ deriyi öptü, sonra da sert bir hareketle orta yerde yanmakta olan ateşe fırlattı. Alevler o bir parça ceylan de­ risini sarıverdi ve Memet Beğ bir at kişnemesiyle irkildi. Evet, bir tek Penah Han'ın meşhur doru atı böyle kişneyebilirdi. Öğlen ezanının vakti iyice yaklaşmıştı . . . . . . Güzel rakkaseler hala dans ediyorlardı ama çiğneyip durduğu kemikler artık Kacar'ın öfkesini yatıştıramıyorlardı. Vücudunu bir titreme sarıyor ve bu titreme ayak parmakların­ dan başlayarak yukarıya doğru sirayet ettikçe gözleri kıpkırmı­ zı kızarmaya başlıyordu. Nazarları aniden kapının i.inüde dikilip duran muhafızlardan birine takıldı. Ne müthiş! Kacar, Şahinşah Ağa Muhammet Han


216 • Aqil Abbas

Kacar bütün geceyi yalıuz geçirecekken bu muhafız parçası güzel bir kızı - bırak çirkin olsun, ne farkeder - yatağına alıp sabah oluncaya değin hazların en güzelini tadacak. Evet, ne müthiş! Şahinşah yerinden fırladı. Musıki bıçakla kesilmiş gibi ol­ du. Kızlar birbirlerine sarılıp bir köşeye sindiler. Sarayın ileri gelenleri korkuyla oldukları yere büzüldüler. Herkes Kacar'ın kan istediğini anlanuştı. Kimin kanı olursa olsun, Kacar için faz­ la önemi yoktu! Kapıya doğru gidip demin gözüne takılmış olan muhafızın kılıcını çekip aldı ve başının üzerine kaldırdı. Kılıcı indirirken bakışları muhafızın gözleriyle buluştu. Bu gözlerde ne korku­ nun, ne de af dilemenin zerresi vardı. büsbütün ifadesizdiler ve Kacar kılıcını indirmeden önce ölmüşlerdi. Ölü bakan bu gözler bir anlığına Kacar'a vahim birşeymiş gibi göründü ve o elindeki kılıa yere fırlatıp: - Defolun! - diya bağırdı. Herkes parmaklan ucunda odayı terkedip giderken Kacar kızların içinden en güzelini kolundan yakalayıp durdurdu. Kı­ zın korkudan yuvalarından fırlayacakmış gibi olan gözlerindeki ifade yeryüzündeki en gaddar insanın bile kalbini yumuşatabi­ lirdi. Ne var ki Kacar bu gözleri zerre kadar olsun umursamadı ve bir çırpıda kızın üerindeki tül gömleği çekip yırttı. Şimdi büsbütün çıplak kalmış olzn kız tir tir titriyor ve elleriyle vücu­ dunu kapatmaya çalışıyordu. Kacar vahşi bir ihtirasla kızı göğsüne bastırdı, ama yanak­ larına dokunan buz gibi soğuk gözyaşları içini ürpertti ve Şa­ hinşah aniden hüngür hüngür ağlamaya başladı. Kacar ağladığı zaman gözlerinden yaş değil, kan akıyordu. Şimdi de öyle oldu ve yeryüzünde Şahinşah'ın kanlı gözyaşları­ nın tanığı bulunan tek insan - güzel rakkase aynı gece Cıdır ovasındaki uçurumdan aşağı atılarak öldürüldü.


Batman Kılınç • 217

Merkep tırıs bns yürüyordu hala. Eğer yoluna birileri çık­ mazsa hiç durmadan dünyanın öbür ucuna kadar yürüyecekti kimbilir. Zeynalabidin Ağa'nın gözlerinden akan iki damla yaş yanaklarından aşağı süzülüp çenesinde birleşmişti. Aniden karşıdan Memet Beğ'le adamları belirdi. Merkep d e, peşindeki iki süvari de duruverdiler. Memet Beğ hemen ahndan inip Zeynalabidin Ağa'ya yaklaşh: - Keşke ölseydim de seni böyle görmeseydim Ağa! Zeynalabidin Ağa, karş'sındakinin Memet Beğ olduğunu anlayınca hüngür hüngür ağlamaya başladı: - Kacar benim şerefimi beş paralık etti Memet Beğ! Bütün Karabağ'a rezil oldum. Herkesin gözü önünde beni işte şu eşe­ ğin sırtına bindirip köyüme gönderdi. Artık ne yüzle insan içine çıkarım ben? Memet Beğ hançerini çıkarıp Zeynalabidin Ağa'run bağlı olduğu i pleri kesti, sonra da adamı merkebin sırtından alıp yere indirdi. - Babamın yattığı toprak üzerine yemin ederim ki bunu Kacar'ın yanına bırakmayacağım, Zeynalabidin Ağa! Zeynalabidin Ağa'ya eşlik etmekte olan iki süvari korku­ d a n tir tir titreyerek akıbetlerinin ne olacağını bekliyorlardı. Memet Beğ, Zeynalabidin Ağa'yı onlardan birinin ahna bindire­ rek köye gönderdi; sonra da yüzünü süvarilere tuttu: - Ulan Fars itoğluitleri! Adamlar Azerbaycan Türkçesi'nin Tebriz aksanıyla: - Fars değiliz efendim, - diye yalvarır gibi cevapladılar. nnı mız- Daha kötü ya! Şerefsiz herifler! Kendi ana bacıla şerefiük Türkl sizin ulan rağa geçire n namu ssuzla r! Nerede niz?! - Biz emir kuluyuz kurbanın olayım!


2 1 8 • Aqil Abbas

- Kul köle olmayı iyi biliyorsunuz da adam olmayı ne vakit öğreneceksiniz? - Kendi askerlerine dönüp: - Bunların sağ ku­ lağını kesip salıverin gitsinler, - dedi. Sonra da tekrar İranlılar'a döndü: - Kesik kulaklarınızı alıp şahinşahınıza götürün baka­ lım. Memet Beğ'in gönderdiğini söyleyin; kendisi de öğle ezanı­ na yetişecekmiş deyin . . . . Kacar öfkeden çatlayacak gibiydi: - Ne cesaret! Benim askerlerimin kulağını kesip bana gön­ dermek ha ! Ben de senin en büyük lokmanı kulağın kadar yap­ mazsam . . . Önceki savaşlarda kestiğin kulakları da unutmuş de­ ğilim Memet Beğ! Öyle olsun bakalım! Ben mertçe dayranıp onun ailesine ve akrabalarına dokunmayayım, o ise benim iyili­ ğime böyle karşılık versin ha! Senin kulaklarını kestirip kendine yedirmez miyim ben de?! Vezir çekinerek: - Bacıları henüz sizin elinizde Şahinşah hazretleri, - dedi. Kacar insanın içine işleyen bakışlarını vezirin yüzünde gezdirdi ve karşısındaki adamın miskinliğinden iğrenmiş gibi yü­ zünü buruşturdu: - Deyyusluk etme lan! Zeynalabidin Ağa'ya eşlik etmekle görevlendirilmiş olan iki süvari Kacar'ın ayaklarına kapanmış merhamet diliyor, ama Şahinşah'ın onları cezasız bırakmayacağını da biliyorlardı. Ka­ car ise kendi kendine düşünüyordu: "Çakallar! Bir de utanma­ dan kulakları ellerinde geliyorlar bana! Şimdi ne yapmalı şu za­ vallıları? Öldürtmeli mi? Ordunun yarısını savaşlarda kaybettik zaten. Koca Tiflis'i yakıp yıktım da Şuşa'da kaybettiğimen çok daha az insan kaybettim. Neredeyse yalın elle karşı koyuyorlar­ dı alçaklar! Türk işte! Ölümden korkmuyorlar zerrece. Keşke onları da kendi tarafıma çekebilseydim . Artık karşıma dikilecek bir babayiğit bulunur muydu acaba? Ama zavallılar benim as­ lında onları kafir kılıcından korumak için geldiğimden haber-


Batman Kılınç • 21�

sizler işte. Bu da benim suçum her halde: asıl amacımı halka iyi­ ce anlatamıyorum dernek ki. Eğer içimde kendilerine karşı şef­ kat ve merhamet olmasa Karabağ'ı da Tiflis gibi yakıp yıkmaz mıydım? Ama benim amacım burayı harabeye çevirmek değil ki! benim amacım Karabağ'ı Azerbaycan'ın cenenti haline getir­ mektir. Şuşa benim ikinci başkentim olmalı! Buradan bakıldı­ ğında Azerbaycan'ın tamamı görünüyor. Azerbaycan'ın tama­ mı! Ama Azerbaycan benim tarahrnda olacağına bana karşı sa­ vaşıyor . . Kafirler başımızın üstünü almış durumdalar. Nereye baksan kafir kılıcı görüyorsun. Onları Azerbaycan'dan def et­ mek gerekmez mi? Peki nasıl yapacaksın? Bu orduyla onlann karşısına dahi çıkılmaz. Bütün iktidarı kendi elime geçirip mer­ kezi bir devlet kurmam lazım. Ve kolumda kılıç sallayacak kuv­ vet olduğu sürece bunu yapmak uğruna savaşacağım! İnsanoğ­ lu ancak gücün karşısında eğilir! Her ne vechle olursa olsun uç­ suz bucaksız bir imparatorluk kuracağım! Her ne vechle olursa olsun! Şah İsmail'in kılıcı benimkinden daha mı keskindi yani?! Ya Cengiz'in askerleri benimkilerden daha mı cesurdular yok­ sa?! Ya da Tirnur benden daha mı akıllıydı acaba?! Sen bana yardım et Allah'ırn! Her yürüşüme mübarek isminle başlıyo­ rum. Sen şu Müslürnanlar'ın kalbini nurla doldur ki benim gibi bir insanı bırakıp yabancıların eteğine sarılmasınlar. Ama ya­ bancıların eteğine sarılacak olurlarsa da benden günah gitmiş. tir. Yabancı eteğine sarılan elleri ben keseceğim; hem de bileğin­ den keseceğim." Şahinşah cellatlara seslendi: - Başsız ücut kulaksız baştan yeğdir!

Mernet Beğ, Kacar'ın kendisini asla affetmeyeceğini biliy�r ve ayan beyan ölüme doğru gidiyordu. Aslında Kacar, ın kendı-


220 • Aqil Abbas

sini affetmesine ihtiyacı da yoktu. Memet Beğ, kendisini çok şe­ refli bir ölümün beklediğini de biliyor ve şerefli bir ölümü şe­ refsiz bir yaşamdan katbekat değerli buluyordu. Düşman olma­ sına rağmen Kacar'ın mertliğinden hiç kuşku duymayan Me­ met Beğ hayal kırıklığına uğramış olmaktan dolayı üzgündü. Kacar gerçekten mert bir insan olsa namus konusunu diline ge­ tirmezdi, _diye düşünüyordu. Memet Beğ askerlerini iki kısma ayırıp bunlardan bir tane­ sini Taşaltı mevkilerinde ondan gelecek herhangi bir işareti beklemekle görevlendirdi. İkinci kısımdaki askerlere ise kıyafet değiştirerek Şuşa'ya girmelerini ve saray civannda, pazar ba­ şında ve Gence kapısı istikametinde mevzilenerek işaret bekle­ melerini tembihledi. Daha sonra da eyere atlayıp Şuşa'ya doğ­ ru, Şuşa' da kendisini bekleyen şerefli bir ölüme doğru yola ko­ yuldu. Ama herşeye rağmen içinde tuhaf bir ümit de yok de­ ğildi. Gence kapısı'na varınca karşısına çıkan askerlerden bir ta­ nesi kendisini tanıyıp hayretkler içinde kaldı: - Memet Beğ! Allah yardımcınız olsun Memet Beğ! Ne yap­ tığınızı biliyor musunuz? Kendi rızanızla canavarın dişlerine teslim ediyorsunuz kendinizi. Kacar'ın yeminini bak şu kulak­ lanla bizzat duydum; sizi paramparça ettireceğini söylüyordu. Henüz vakit varken geri dönün Memet Beğ! Halkın son ümidi­ ni de suya düşürmeyin! - Sen de kimsin be adam? - Rahmetli Mihrali Beğ'in seyisiydim Memet Beğ, onun atlarına hizmet ediyordum. - Şimd i de bir katıra hizmet ediyorsun demek ki! - Ne yapabilirim Memet Beğ; çoluğim çocuğum var bir sürü. - İnsan bir parça ekmek için düşmanın merhametine sığınır mı hiç? Ya bu uğurda ölenlerin çoluğu çocuğu yok muydu?


B�ım�n Kılınç • 221

Hayd i, git de benim geldiğimi efendine haber ver; haber ' ver de seni ödüllendirsin! Kimse korkudan Memet Beğ'in yüzüne dahi bakamıyordu. Memet Beğ eve girip üzerini değişti, en şık kıyafetini giyip han­ çerini beline bağladı. Tam kapıdan çıkacakken Merdan önüne dikiliverdi: - İ yice bir düşün Memet Beğ! Biz birtakım hazırlıklar yap­ tık. Hepimiz ölümü göze aldık artık; kadınlan ve çoluğu çocu­ ğu kaçıracak bir yol da bulduk. Civar köylerden topladığımız yiğitler de Taşaltı etrafındaki mağaralara saklanmış uygun za­ manı kolluyorlar. - Teşekkür ederim Merdan! Sen hep cesur ve şerefli bir in­ san olarak kalacaksın. Fakat şimdi gitmem gerekiyor. Gibnez­ sem Kacar korktuğumu zanneder yoksa. Memet Beğ - Penah Han'ın torunu, Mihrali Beğ'in oğlu Memet Beğ korkar mı hiç?! Memet Beğ, Kacar'ın özel bir emirle duyurduğu gibi bir şe­ refsizliği yapmayacağını da biliyordu aslında. Kacar onu teslim olmaya zorlamak için bir oyun oynamı;tı sadece. - Allah yardımcın olsun Memet Beğ! Memet Beğ kapıdan çıkıp Kacar'ın yerleşmiş olduğu saraya doğru yola koyuldu. Memet Beğ'i gören mahalle halkı hayretten donakalmışlar­ dı. Kimse yerinden kıpırdamıyor ve yalnızca Memet Beğ'in va­ kur adımlannın sesleri duyuluyordu. Kafasını her zaman oldu­ ğu gibi dimdik tutan Memet Beğ'in nazarlan uzaklarda biryer­ lere dikilmiş gibiydi; yol boyu iki büklüm olup kendisine saygı­ larını sunanları görmüyor bile, sanki bomboş bir sokakta yal­ nızca kendi adımlarının sesini dinleyerek ilerliyordu. Kacar, Memet Beğ'in geldiğini duyunca şaşırmış, bu radde­ . de bir cesaretten sarsılmıştı. İsmi bir kabusa çevrilerek ordusu­ nun başının üzerinde dolanıp duran bu adamın kahramanlıkla­ rı Kacar'ın kalbinde tuhaf duygular uyandırmıştı aslında. Böyle


222 • Aqil Abbas

bir komutana sahip bulunsa ne zaferler kazanırdı kimbilir! Or­ duyu einlikle onun ellerine teslim eder, kendisi ise azıcık olsun dinlenerek yıllardanberi birikmiş olan yorgunluğunun acısını çıkarmaya çalışırdı. Aslında Memet Beğ'i affederek kendi safına çekmeye çalışmayı da düşünmüştü. Ne var ki hafızasına kazın­ nuş olan bazı olaylar öç alma duygusunu da alevlendiriyorlar­ dı. Memet Beğ'in adını duyunca ordusundaki bütün askerlerin kulaklarının ve burunlarının sızladığını da iyi biliyordu Kacar. Sık sık düzenlediği gece baskınlarıyla Kacar'ın ordusuna göz açtırmayan Memet Beğ bir defasında - Hintark civanndaki bir baskında üç yüze kadar askerin kulaklannı ve burunlarını kes­ tinniş ve ertesi gün bunları Şuşa pazannda- halka sergiletmişti. Bütün bunlar aklına gelince öfkesi tekrar kabaran Kacar, şimdi herkesin gözü önünde Memet Beğ'in bumunu ve kulaklarını kestireceğine de karar verdi. En zor anlarda bile soğukkanlılığından ödün vermeyen Kacar şimdi bir türlü rahat olamıyor ve odasında sinirli sinirli dolanıp duruyordu. O sırada muhafızlardan biri haber getir­ di: - Memet Beğ Batmankılıç gelmiş Şahinşah hazretleri . . . Muhafız, Memet Beğ'in ismini sevgiyle telaffuz etti sanki. Ve bu aynnh Kacar'ın dikkatinden kaçmadı elbette. Adama öy­ le bir bakış fırlath ki zavallı bembeyaz kesildi. Memet Beğ, korku ve şaşkınlık okunan bakışlar alhnda sa­ rayın bahçesine girdi. O bütün bu bakışlan umursanuyordu bi­ le; Memet Beğ'i ilgilendiren Kacar'ın bakışlarıydı bir tek. - Keşke gelmeseydin Memet Beğ! Öfkeden zincir kemiriyor . . . Memet Beğ dönüp bakınca yanıbaşında Abbas Beğ'i gördü. - Korkakça mı davransaydım yani? - Senin gelişin yiğitlik mi yani? Düşüncesizlikten başka birşey değil aslında! O sırada Şahinşah Ağa Muhammet Han Kacar sarayın bal­ konunda göründü. Memet Beğ hariç bahçedeki herkes yüzüstü


Batman Kılınç • 223

toprağa kapaklandı. I<acar, kendi zehir zemberek ve insanın içi­ . ne ışleyen bakışları karşısında Memet Beğ'in de vakarını kaybe­ deceğini ve yerlere kapanacağını vehmetmişti. Ama Memet Beğ onun gözlerinin içine bakıp: - Merhaba! - dedi. Memet Beğ'in uzun boyu, geniş omuzlan, kabarık göğsü, pala bıyıklan ve etkileyici bakışları Kacar'ı bile şaşırttı. - Merhaba! Tam da Kasap Memet işte! Benim ordumda bu cüssede tek bir asker bile yok . . . Bu cüssede bir tek Lutfali Han Zent'i tanıdım ben; o da senden biraz kısaydı galiba. Kacar, herkesin gözü önünde Memet Beğ'le alay etmek, onu küçük düşürüp rezil etmek istedi bir anlığına; ama Me­ met Beğ'in iliğe işleyen bakışları onu bu düşüncesinden vaz geçirdi. - Senin şu amcan nereye kaçmış Memet Beğ? - Amcam hiçbir yere kaçmış değil Şahinşah. Kendisi misafirliğe gitti, giderken de sizi ağırlamayı bana havale etti. - Peki ben geleli bir hafta oldu ama; nerelerdeydin? - Bizim burada gelişinin amacı misafire ancak bir hafta sonra sorulur. - Peki insan kaçıp giderken kansını kızını bırakır mı hiç? - Bizler mert ve namuslu insanlarız Şahinşah.

Düşmanımı-

zı da kendimiz gibi mert ve namuslu biliriz. Böyle bir düşman­ dan da namussuzluk beklenmez herhalde. Memet Beğ'in cevabı Kacar'a dokunduysa da üzerine fazla varmadan başka konuya geçti: - Peki seni I<arabağ Hanı yapsam, hatta Azerbaycan'ın ta­ mamını senin ellerine teslim etsem İbrahim'in kafasını kesip ba­ na getirir misin? - Beni size yanlış tanıtmışlar Şahinşah. Han olacağım diye yetmiş yaşındaki amcamın kafasını kesemem ben. - Bu senin son şansındı Memet Beğ; onu da geri teptin. Bi­ lesin ki benim emirlerime karşı gelmek Allah'm emirlerine karşı


��-t • Aqil Abb;ıs

gl'lmek gibidir. Kur'an-ı Kerim, Müslümanlar' dan hükümdarla­ rına itaa t etmelerini ister. - Kur'an-ı Kerim haksız kan akıtmayı da yasaklar ama . . . Kacar sinirlense d e kendine hakim olmaya çalıştı: - Kafirlerin kanı helaldir. - Nahçivan, Gence ve Şemkir'in halkı kafir mi Şahinşah? Sizin din ve kardeşleriniz değiller mi onlar da? Sad ık Han hayretler içinde donakalmıştı. Memet Beğ'in, içinde bulunduğu kuyuyu daha da derinleştirdiğini ve büsbü­ tün içinde çıkılamaz hale getirdiğini görüyordu. Kacar artık Memet Beğ' i hiçbir şekilde a ffetmezd i. Sadık Han, Kacar'ın, onun sadaka tinden de kuşku duyup içinden kendisine karşı nefret beslemeye başladığından haberdardı. Kacar birgün onun da defterini dürecekti hiç kuşkusuz. Sadık Han, Penah Han'la aynı soya mensuptu aslın d a . Ama 1 73 7 yılında Penah Han İran' dan kaçıp kendini Karabağ Hanı ilan ederken Sadık Han'ın babası ona katılmayarak İran' da kalmış ve bu da iki aile arasın­ da soğukluğun baş göstermesine neden olmuştu. Sad ık Han'ın yıldızı da Kacar'ın iktidarı döneminde parlamış ve o, İran ordu­ sunun en cesur ve zeki serkerdesi added ilerek sarayda büyük bir nüfuz kazanmıştı. Ama herşeye rağmen Sadık Han'la Ka­ car'ın duygu ve düşüncelerinin her zaman üstüste düştüğü de söylenemezd i. Evet, Sadık Han Kacar'ın sayesinde kavuşmuştu bugünkü mevkiine; ama aynı Kacar Sadık Han'ın amcasını ip­ ten sallandırmaktan d a çekinmemişti. Sadık Han neredeyse Ka­ car'ın sağ kolu oluvermişti; ne var ki aynı Kacar Sadık Han'ın babasını da öldürtmüş bulunuyordu. Kacar'ın bu karmakarışık siyasetini kimsenin aklı almıyordu aslında. Sadık Han da bu akılalmaz karmakarışıklığın kurba nı olacağını hissediyordu iç­ ten içe. Bir komutan olarak Kacar'a yapacağı hizmeti de tamam­ lamış sayılırd ı . Nihayet Şuşa'yı da ele geçirmeye muvaffak olan Kaca r artık Azerbaycan'ın tamamına hükmediyordu. Dolayısıy­ la Sadık Han'a pek fazla ihtiyaç kalmadığı söylenebilirdi.


B.ıım.ın Kılınç • 225

Şimdi de Memet Beğ kendi yanıtlar ıyla işi iyiet� çıkmaza

sürüklüyordu işte.

Kacar'ın işaretiyle hizmetçilerden biri ileri çıkarak elindeki mendili Memet Beğ'in önüne koydu. Kacar, mendilin içindeki iki kesik kulağı göstererek: - H a tırlıyor musun bu kulakları? - diye sordu. Memet Beğ geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini anlıyor­ d u zaten; eğer geri dönüşü olsa bile dönmeye tenezzül eder miydi acaba? - İ yi hatırlıyorum Şahinşah, - diye yanıtladı, - bu sabah si­ ze hediye olarak gönderdiğim kulaklar değil mi? Beklemediği cevaptan sarsılan Kacar ayağa kalktı. Memet Beğ ise aralarındaki mesafeyi ölçmeye çalışıyordu: "Beş adım. Ani ve çok hızlı beş adım. Acaba başarabilir miyim?" Sonra da gözünün ucuyla muhafızlara baktı: hepsi tetikte bekliyor­ lard ı . Memet Beğ'in içinden geçenleri sezmiş olan Sadık Han'ın gözleri "Hayır, böyle birşeye asla davranma" diye yalvanr gi­ biydi. Kacar nihayet kararını verdi: - Allah şahittir ki seni affetmeyi düşünüyordum Memet Beğ. Ama sen bunu istemedin. Artık benden günah gitmiştir. Yarın kulaklarını kestirip pişirtecek ve sana yedireceğim Memet Beğ. Yapmazsam eğer babamın oğlu değilimdir. Memet Beğ'i sana havale ediyorum Sadık Han; başınla sorumlusun! Haydi şimdi gidin! Beraber yürüyor, ama birbirlerine teselli olabilecek tek keli­ me bile konuşmuyorlardı. İçlerindeki acının yüzlerine yansıma­ sına engel olmaya çalışıyor, fakat gözlerinin derinlerinden fış­ kırmasını önleyemiyorlardı işte. En küçük bir kurtuluş ihtimali dahi yoktu anlaşılan. Eğer damarlarında aynı kan dolaşan bu iki insan daha önce bir kez olsun akrabalıklarını anıp birbirleri-


22tı • Aqil Abb.1$

ne destek olmayı akıllarına getirselerdi, şimdi bu kadar çaresiz bir durumda kalırlar mıydı hiç? Öyle olsa düşman ordularının ayakları altında çiğnenen büyük bir halk birbirinen yiğit evlat­ larını savaşlarda kaybeder miydi hiç? Kardeş kardeşin üstüne yürür, mesela Hacı Çelebi Han ordusunu Penah Han'ın üzerine gönderip sonra da rezil bir yenilgiye uğrar mıydı hiç? Şehir baştanbaşa sessizliğe gömülmüştü. Şuşa büyük bir mezarlığı andırıyordu ve sokaklarda nöbet bekleyen askerler de bir mezarlığı bekliyor gibiydiler. Eve döndüklerinde hava kararmaya başlamışh. Deminden­ beri gözlerini yoldan ayırmadan bir haber bekleyen Merdan, Memet Beğ'i görünce sevinse de Kacar'ın sağ kolu ve komutanı Sadık Han'ı görünce keyfi kaçh. İçinden, "Şuna bak hele! Uta­ nıp kızarması da yok! Kendi soyunu, kendi sülalesini sathğı yetmiyormuş gibi!" - Şükür kavuşturana! Bağdaş kurup oturmuş, çay içmeye meşgullerdi. Ziyaretçi­ lere hiçbir şey sezdirmemeye çalışıyorlardı, ama bu küçük şe­ hirde hiçbir şeyi uzunca bir süre saklı tutamazsınız. Ziyaretçil­ rin yüzünde bu gece yaşama veda edecek olan bir hastayı g,rmeğe gelmişler gibi derin bir hüzün vardı. Sessiz sakin otu­ rup bir bardak çay içiyor, sonra da ağır ağır kalkıp vedalaşarak gidiyorlardı. Merdan kapıdan baktı: - Memet Beğ, bir dışarı bakman mümkün mü, kurbanın olayım? - İçeri gelsene Merdan! - Olmaz Memet Beğ. Memet Beğ, Merdan'ın onunla yalnız görüşmek istediğini anlayıp dışan çıktı. - Sabah olur olmaz Kacar'ın seni idam ettireceğinden emi­ nim Memet Beğ. O yüzden eşe dosta haber salarak beş yüz ka-


Batman Kılınç

• 227

dar adam topladım. Hepsi hazır durumda benden işaret bekli­ yorlar. Bari yarın kendi ayaklarınızla gidip teslim olmayın. - Bu kadar büyük bir orduya karşılık beş yüz kişi ne yapa­ bilir ki? - Am � bu beş yüz kişi Karabağ'ın en yiğitleri, Memet Beğ. Beheri on Iran askerine bedeldir. Son nefesimize kadar çarpışı­ nz ve Kacar sizi alıp götürmek için ancak bizim cesetlerimizi çiğneyerek geçebilir. - Ya kadınlan kızlan ne yapacağız? - Buradan ta Askeran kalesine kadar uzanan gizli bir yol var Memet Beğ. Merak etmeyiniz. Memet Beğ ikna olmuş gibiydi: - Peki düşünürüz ha.kalım. Evet, Memet Beğ için en iyi son bu olurdu elbette: savaŞıp ölmek; erkek gibi ölmek yani. Bu arada eğer herşeye rağmen kadınların ele geçebilme ihtimali ortaya çıkarsa hepsini bir eve toplayıp ateşe vermeli! Herkes çekip gitmiş, bir tek Memet Beğ'le en yakınlan kalmışh. Hizmetçilerden biri kafasını içeri uzath: - Saraydan gelen birileri sizi görmek diler beyim. - Gelsin bakalım. Sefer Ali Beğ içeri girdi: - Hayırlı akşamlar! - Hayırlı akşamlar Sefer Ali Beğ! Bu saatte hayrola? Şahinşah'ın bi remri mi var yoksa? - diye Sadık Han sordu. - Evet! Ama önce Memet Beğ hariç herkesin odayı terket­ mesini emret. Sadık Han'ın emretmesine gerek kalmadan herkes odayı terketti. Odada üç kişi kaldıklarından emin olunca Sefer Ali Beğ anlatmaya başladı:


228 • Aqil Abbas

- Durum çok ciddi Sadık Han. Memet Beğ teslim olamay­ cakh aslında, ama artık çok geç. Demin siz saraydan çıkınca Ka­ car babasının kemikleri üzerine yemin ederek neler söyledi, bi­ lir misiniz? Yann kesilmiş kafalardan iki kule yaptıracakmış Şu­ şa' da. Kulelerden bir tanesinin zirvesine seninle benim, diğeri­ ninkine ise Memet Beğ'le Abbas Beğ'in başını koyduracakmış. Kacar eğer babasının kemikleri üzerine yemin etmişse, iş bitmiş demektir. Her ne suretle olursa olsun yanna kadar bir çare bul­ mamız lazım. Sadık Han şaşırmış, bir Memet Beğ'in bir Sefer Ali Beğ'in surahna bakıyordu. - Galiba aklını oynattın Sefer Ali Beğ! - Aklımı oynatmış falan değilim Sadık Han! hem hepimiz aynı kanı taşımıyor muyuz? Akraba değil miyiz hepimiz? Koy­ nunda Penah Han gibi bir kahramanı uyutan Karabağ toprağı­ nın kan ağladığını görmez misiniz? Hem kendimizi, hem de memleketi şu Kacar denen cellahn pençesinden kurtarmak zo­ rundayız. Memet Beğ: - Sefer Ali Beğ doğru söyler, - dedi. - Karabağ'ın bu içler acısı halini göreceğimize erkek gibi savaşıp ölürüz, daha iyi! Bari daha sonra rahmetle anılırız, yoksa mezarımıza tükürür millet. Sadık Han hem makamına, hem de kişiliğine asla yakışmayan bir korkaklıkla sordu: - Peki biz ne yapabiliriz ki Sefer Ali Beğ? Sefer Ali Beğ önce Memet Beğ'e bakh: - Daha sonra kendini kurtarmak için bizi satmayacağına yemin eder misin? - Sen ne söylediğinin farkında mısın Sefer Ali Beğ? - Bu gece Kacar'ın odasını Abbas Beğ'in adamları bekleyecek. Tek çare Kacar'ı ya ttığı yerde öldürmek. Gece saraya gidip bunu yapmamız lazım.


Batman Kılınç • 229

Memet Beğ onun lafını yarım bırakh: - Sen neler söylüyorsun Sefer Ali Beğ? Penah Han'ın toru­ nu, Mihrali Beğ'in oğlu Memet Beğ Cevanşir namertçesine ya­ tak odasına dalarak uyuyan bir adamı mı öldüreceğim yani? Peki erkeklik nerede kaldı öyleyse? Bu iş bana göre değil. En büyük düşmanımı dahi arkadan vuramam, ya da yattığı yerde öldüremem ben. - Erkekliğin sırası değil şimdi Memet Beğ. Başka ne yapıla­ bilir ki? Allah, kurtulmamız için bulunmaz bir fırsat koymuş iş­ te önümüze. Eğer değerlendiremezsek hepimizin sonu gelmiş demektir. - Siz kapının önünde beklersiniz, ben de Kacar'ı uyandınp kendisiyle teketek çarpışınm. Kim yenerse arhk . . . - Böyle birşey nasıl olabilir Memet Beğ?! Gürültüyü duyan herkes oraya akın etmez mi? Hem sen Kacar'ı ne zannediyor­ sun? Ben senin yiğitliğini de taktir ediyorum elbette; ama Ka­ car'la her babayiğidin baŞ edemeyeceğini de aklından çıkarma. Kacar bu yani! - Hayır, uyuyan birine elim kalkmaz. - Öyleyse sen kanşma hiç. Abbas Beğ'le ben hallederiz bu işi. Siz de sabah olur olmaz adamlannızla saldırıp sarayı ele ge­ çirirsiniz. Kacar'ın öldüğünü duyan askerler fazla karş' koya­ mayıp kaçıp gideceklerdir zaten. Bu konuda endişeniz olmasın. Sen de bu gece ordunun yarısına kadarını yanına alarak Tah­ ran'a dön, Sadık Han. nasıl olsa ordu senin emrinde şimdilik. Kacar'ın adından bir ferman uyduruver. Sadık Han cevap verdi: - Sefer Ali Beğ çok doğru söylüyor. Ben Tahran'a dönüp tahtı ele geçireb ilirim. Böylece İran'ın da, Azerbayca�'ın da . ta� hakimı mamı bizim elimize geçmiş olur. Sen de Azerbaycan ın olursun Memet Beğ! Sefer Ali Beğ:




kuzey Hanlıklar'ı içinde en güçlüsüydü. Eğer Kacar Karabağ H anlığı'nı ele geçirebilirse, diğerlerinin bpyun eğmelerini sağ­ lamak çok daha kolay olacaktı. General Zubof komutasındaki Rus ordularının Azerbay­ can'ı terketmesi de Kacar'ın lehine bir gelişmeydi. Daha önce Kacar' a kafa tutmaktan çekinmeyen Hanlar, şimdi meydanın büsbütün on.a kaldığım görüyor ve Şahinşah'ın huzuruna birbi­ rinden değerli hediyeler göndererek kendisinden af diliyorlar­ dı. Timur ordularının önünden kaçan Toktamış'ın Moskova'ya giderek kendinden daha zayıf bir devlete sığınması gibi İbra­ him Han da aslında kendi hamiliğindeki Ümme Han'dan yar­ dım umuyordu. Ve bütün İran hükümdarlarının hayallerini süsleyen Şu­ şa'yı, Kuzey Azerbaycan'ın kapısı mesabesindeki Karabağ'ı ni­ hayet ele geçirmeye muvaffak olmuş Kacar uzun bir aradanberi ilk kez rahat uyuyabilecekti. Şimdi Azerbaycan'ın içlerine, Da­ ğıstan' a, oradan da daha kuzeye giden yollar onun ordularına açıktı. İleride daha ne zaferler bekliyordu kendisini. Daha ne hükümdarlar ayaklarına kapanıp imdat dileyeceklerdi. Kendini hep Altın Orda Hanlar'ı ve Timur'la kıyaslayan Kacar şimdilik onlarla boy ölçüşemeyeceğini biliyor ve Timur gibi bir kez ol­ sun savaş kaybetmemesiyle teselli buluyordu. Şuşa'yı da aldı işte. Gerçi Şuşa'yı savaşıp kan akıtmadan almış olması pek içine sinmemiş gibiydi sanki. Bir de buraya geldiği gündenberi rahat edemiyordu bir türlü. Canı sıkılıyor ve birşeyler yapması gerek­ tiğini düşünüyordu. Evet, birşeyler yapacakh mutlaka! Fakat ne yapacağına tam olarak karar verebilmiş değildi henüz. Kafasını kurcalayan bu sorularla uğraşa uğraşa dalıp gitmişti. Son kez ve ebedi bir uykuya dalmak üzere olduğunu aklının ucundan dahi geçirmiyordu. Kaderinde Şuşa'da, bu güzelim şehirde öl­ mek varmış. Kacar kadere falan da inanmazdı pek; yanında ne müneccim bulundurur, ne de remilden yardım umardı. Bütün bu nlar onun gözünde çürük birer efsaneydi sadece. Bunların


B,ııman Kılınç • 233

yerine kılıcın gücüne inanırdı Kacar. Ne var ki kader - inansın inanmasın - kendisine kötü bir oyun hazırlıyordu gizliden giz­ liye. Demi ndenberi Sefer Ali Beğ'i beklemekte olan Abbas Beğ'in suratında korkunç bir ifade vardı. Kendi hayatını kurtar­ mak için başka birinin hayatına kastetmesi gerekiyordu. Böyle­ sine müthiş bir korkuyu tattıktan sonra hayatını nasıl idame et­ tireceğini de bilmiyordu aslında. Kendini bir türlü toparlayamı­ yor, sinirlerine bir türlü hakim olamıyordu. Küçük bir hata içe­ ride uyumakta olan devi uyandırabilirdi. Ve o devin uyanması, kendileri için hayal bile edemeyecekleri kadar feci sonuçlar de­ mekti. Bu dar vakitte Abbas Beğ'in içinde bambaşka bir korku daha yuvalanmıştı: Allah onların bu hareketini, yani uyuyan bir insanı haincesine öldürmelerini affetmeyecek ve bu ihanetlerini karşılığını mutlaka bulacaklar, diye düşünüyordu. Nitekim ya­ nılmamıştı. Topu topu birkaç ay sonra Fethali Han Kacar Sefer Ali Beğ'le Abbas Beğ'in kafalarını mızrağa geçirip Kacar'ın sa­ rayının önüne dikecekti. Fakat bu korkunç sona daha birkaç ay vardı. Şimdilik bugünü düşünmeli . . . Kacar ne diyt> kendi yatak odasını onun adamlarının beklemesini ister ki? Hem bu kadar kritik bir gece için? Bu da Kacar'ın tuzağı mıydı yoksa? Böyle bir tesadüf olabilir miydi yani? Ya da Allah'ın bir lutfu mu bu? .. Abbas Beğ'in kafası çatlayacak gibiydi. Sefer Ali Beğ azıcık da­ ha gecikse herşey altüst olabilir ve tarihin akışı değişebilirdi belki . . . Sefer Ali Beğ, korkudan mosmor kesilmiş olan Abbas Beğ'i görünce, "Bu adam bu kadar korkak mıydı sahiden de?" diye düşündü. Gözleri bir anlığına buluştu. Bakışlarıyla hem birbirlerini cesaretlendiriyor, hem de birbirlerine teselli veriyor gibiydiler. Son dualarını ederek içeri daldılar . . . Sabah erkenden Şuşa kalesinden çıkan bir süvari Dağıs­ tan' a doğru hızla yol a lmaya başladı. Memet Beğ Batman-


::!3-1 • Aqil Abb.ıs

kılıç'ın yakın arkad aşlarından biri olan Memet Refi Beğ, Kacar' ı n kesilmiş başını altın bir testinin içinde İbrahim Han'a götürüyordu. Akdam - Şuşa - Bayat 1983



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.