Ahmet Temir - Yusuf Akçura

Page 1

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YA YIN LA RI: 836

Prof. Dr. Ahmet TEMİR

TÜRK BÜ YÜ KLERİ DİZİSİ ; 61



KÜLTÜR VE TURİZM BAKANUGI YAYINLARI; 836

Prof. Dr. Ahmet TEMiR

TÜRK BÜYÜKLERİ DİZİSİ: 61


Kapak Düzeni: Saim ONAN

ISBN 975-17-0075-2 ©

Kültür ve Turizm Bakanlığı. 1987

Onay: 6 10 1987 Tarih~928 1 4083 Sayı Birinci baskı, 1987 Baskı sayısı: 15.000 Gave Matbaası - ANKARA


İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ

.................................................................................................. .

G I K I Ş . Yusuf Akçura Üzerine Araştırmalara Toplu Bir Bakış.

VII I

Y U SliF AKÇURA Hayatı ve Eserleri 1. Doğum Yeri ve Tarihi (1872/1876/1879) Şcceresi ve Çocukluk Devri ......................................................... 2. Akçuraîar İstanbul’da (1 8 8 3 )........................................................... 3. Yusuf’un üvey babası.......................................................................... 4. Yusuf Rüştiye talebesi......................................................................... 5 . Kazan’a ilk seyahat (1 8 8 9 -1 8 9 0 ).................................................... 6. Yusuf Ak(;ura Harbiye talebesi (1892-1896) Tutuklanarak Trablus Garb’a sürütmesi (1 8 9 7 )..................... 7. Yusuf Akçura Paris’te (1 8 9 9 -1 9 0 4 )............................................... 8 . Yusuf Akçura tekrar Kazan’da (1904) “ Üç tarz-ı siyaset” ......................................................................... 9. Yusuf Akçura’nın Kazan’daki faaliyetleri (1 9 0 4 -1 9 0 8 ).............. 10. Yusuf Akçura tekrar Türkiye’de (1908) Türkçü derneklerdeki çalışmaları (1 9 0 8 -1 9 1 5 ) ................... 11. Cumhuriyet devrinde “ Türk Ocakları’ ’ ve “ Halkevleri’’ ...........

9 12 13 17 26 28 30 34 40 46 III


Birinci Dünya Savaşı sırasındaki faaliyetler (1915-1 9 1 6 ) Yusuf Akçura Avusturya-Macaristaıı ve Almanya’d a ..............4/ i. Yusuf Akçmaİsviçre’de (1 9 1 6 )....................;•••••.......... 4. Yusuf Akçura Osmanh H ilâli Ahmer Cemiyeti murahhası olarak Batı Avrupa ve Rusya'da (1 9 1 7 -1 9 1 9 )......... . •••............................... 5 . Millî Mücadele ve Cumhuriyet Devrinde Yusut Akçura (1919-1935) Tarih ve Dil üzerine fikirleri

^2 ................................................................

Halkçılığı İktisadî ve sosyal görüşleri Milliyetçi Yusuf Akçura Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura 16. H u s u s i hayaü ve ölümü (11 Mart 1 9 3 5 )........................................... BİBLİYOGRAFYA........................................................................................... gg AÇIKLAMALAR...................................................... ... ' ; ...............................«g İNDEKS, şahıs. miUet, halk, b o y v e coğrafya adları.............................. y » RESİMLER 1. Yusuf Akçura Türk Yurdu’nun başında...............(1 9 1 2 ) 2 . Yusuf’un çocukluğu Elinde kitap ilk okuma denemeleri............................... 3 . Sadri Maksudi ile H elsin ki'd e.............................. ^ 4 . İstanbul Üniversitesinde talebeleri arasmda.......(1935) 5 . Keçiören’deki bahçesinde................................... ....................

IV

v jj


*İ:.<.T. ->A

^

fX £ &

l) Yusuf Akçura Türk YuTdu’nun başında.

.[(191 :


M.


Ö N SÖ Z K ültür ve T u rizm B a k a n lığ ı y ay ın la rın d an "Türk B ü y ü kle' d iz isin d e ç o k is a b e tli ve y e r in d e bir ka ra rla Y u su f A k ç ıır a için d e bir y e r a y r ılm ış o lm a s ı t a b it k a rşıla n m a lıd ır, çü n k ü o d a Türk M illetin in bü y ü klerin d en d ir. O nun e sa s h iz m etin i, siy ası ve ilm t' T ürklük " ve " T ü rkçü lü k’' fik rin in iş le n ip g eliştirilm e sin d e g ö rü y o ru z : T a 1 9 0 4 'te , d a h a h e r k e s " O sm an lı" ik en , " O sm an lıcılık, İ s lâ m c ıh k , T ü r kçü lü k" k o n u la rın d a " ü ç tarz ı s iy a s e t" ü zerin e ta r tış m a a ç a n , son ra y ıllarca Türk Y u rdu d erg isin i ç ık a r a n Y u su f A k ç u r a , C u m h u ­ riy etin ku ru lu ş y ılların d a A T A T Ü R K 'ü n y a k ın m esa i a r k a d a ş ­ ların dan biri o la r a k , b ilh assa d ış siy a set ve kültür m es e le le r in ­ d e m ü him r o l o y n a m ış ve ü niversite p r o fe s ö r ü o la ra k d a b ir ç o k t a le b e y etiş tir m iş tir . Y u su f A k ç u r a ile ilgili bu k ü çü k e s e r d e o n u n h a y a lı, e s e r ­ leri ve fik ir le r i ü zerin e a n a h a tla riy le bilgi v erilm iş, a r a ş tır m a la ­ rın lü zu m u na işa ret ed ilm iştir. ri"

P ro f. Dr. A h m e t T E M İR

VII



GİRİŞ YUSUF AKÇURA ÜZERİNE ARAŞTIRıMAJLARA TOPLU BİR BAKIŞ 1. 1 9 5 6 -1 9 3 7 ’lerde plânlanan “ Hatıra Kitabı” meselesi 1936 sonlarında Yusuf Akçura adına bir “ Hâtıra Kitabı” çıkarıl­ ması için teşebbüste bulunulmuş, fakat anlaşılmayan sebepler yüzün­ den bu iş gerçekleştirilememiştir. İstanbul’da Zaman Matbaası tara­ fından yayınlanması düşünülen bu eser için yazı istenerek Akçura’mn meslei^daş, dost ve talebelerine, önce matbaa sahibi Misak’m, sonra da Cumhuriyet gazetesi dış siyaset yazarı Muharrem Feyzi Togay’ın imzasiyle, tahminen 3 0 -3 5 kişiye mektupla müracaat edilmiştir. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü'ndeki Arat Kütüphanesi’nde muhafaza edilen dosyalardan anlaşıldığma göre, gazeteci M .F. Togay ve matbaacı M isak’la birlikte Frof.Dr. Reşid Rahmeti x\rat da bu ko­ misyonun içinde bulunuyor ve gelen yazıların gözden geçirilerek te­ mize çekilmesi ve sıralanması işi onun tarafından yürütülüyordu. Arat’m elyazısı ile yapılan işaret ve kayıtlardan, 28 makale için yer ayrılmış olduğunu görüyoruz. Fakat halen dosyalarda ancak şu kim­ selere ait 15 makale mevcuttur: Hâmit Koşay, Şemseddin Günaltay, Lebib Karan (2 defa). Veled Çelebi İzbudak, A. Süheyl Ünver. Halil Has-Mehmetli. Şefıka Gaspıralı, Abdullah Öattal-Taymas, Selma Ak­ çura, Sadri Maksudi Arsal, Hakkı Tank Us. Halim Sabit Şibay, Mehmed Emin Yurdakul, Cafer Seydahmet Kmmer. Adları belirtilmiş olup makalesi bulunmayan, veya geri almmış olanlar: Halil Etem. İ. Hakkı Akyol, Mehmet Emin Resulzade, Enver Ziya Karal, Fuad Toktar, İs­ mail Habip, Ahmed Ferid Tek. Kalan 6 yer numaralı, fakat boş olup kimlere ayrıldığı belli değildir. M .F. Togay’m mektubunda 1 9 3 7 Ocak ayında baskıya verileceği bildirilen bu eserin 5 yıl geçtiği halde çıkmaması üzerine, A. BattalTaymas: “ Yusuf Akçura hakkmdaki esere ne oldu?” diyerek Haber gazetesinde “ Muharrir Muharrem Feyzi Togay’a açık mektup” neş­ retmiş ve sert bir dille hesap sormuştur (Haber-Akşam Postası, 5 .IX. 1942). M .F. Togay bu mektuba cevap vermemiş amma, 1 9 4 4 ’de Y u su f A kçura. h ayatı ve eserleri adı ile bir kitap yaymlamıştır. To?av’m bu eser için vazdısı 1937 tarihli “ İlk Söz” ve 1944 tarihli “ Ha­


şiye” sinden de görüldüğü gibi, bu kitabı yazarken ‘Hâtıra Kitabı” için gelen yazılardan da faydalanmıştır. B u n d ii başka, ‘‘Türkçülük ve mu­ habirlerin hâtıraları yakında ayrıca neşredilecektir” diye haber ver­ miştir (s. 14). Kitabın arka kapağındaki şu ilân da bununla ilgilidir: ‘ ‘Muharrem Feyzi Togay’m yalanda çıkacak diğer eserleri -Yusuf Akçura’nın Türkçülüğü. Büyük Türk Dünyası” . Anlaşılıyor ki. M .F. Togay ■‘Hâtıra Kitabı’ ’ için toplanan malzemeyi işleyerek kendi eseri gi­ bi neşretmek istemiş, fakat R.R. Arat buna yanaşmayınca ‘ ‘Hâtıra Kitabı” işi suya düşmüştür. Akçura ile ilgili malzemenin bir kısmı Tog ay ’da, bir kısmı A rat’ta kalmıştır. Zaten ölümünden sonra şahsî ev­ rakından bazıları Togay'a, bazıları da A rat’a teslim edilmiş bulunu­ yordu. Meselâ. “ Defteri amalim” , “ refikasının müsaadesile” , M.F. Togay’m adı geçen eserinde aynen yaymlanmıştır (s. 9 7 -1 4 1 ). Bun­ lar ayn ayn işe yaramadığı gibi, birleştirilmeleri de mümkün olmayın­ ca jollar yılı kovalamış ve neticede A ral’ın malzemesi bu noksan şek­ liyle bana intikal etmiştir. Netice olarak görüyoruz ki, ilk yıllarda Yusuf Akçura’nm ‘ ‘ımutulm asına’ ’ , en başta. Reşid Rahmeti Arat ve Muharrem Feyzi Togay gi­ bi iki hemşehrisi veya bunların mensup olduğu iki grup arasmdaki an­ laşmazlık sebep olmuştur. Buna, ikinci dünya savaşı s ır lın d a muha­ cir gruplar arasında ortaya çıkan siyasî tartışma ve ihtiraslarm da ek­ lendiğini tahmin etmek zor olmaz. R.R. Arat. A.V. Menger, F. Kazak grubunun faaliyeti, M .F. Togay ve arkadaşları tarafindan, şartlar ba­ kımından tasvip edilmiyordu. Arat 1 9 6 4 'te ölümünden önce elindeki Akçura dosyalarmı Türk Kül­ türünü Araştırma Enstitüsüne getirip bırakmış ve: “ Şu esere yeni bir şekil vererek yaymlayalım!” demişti. Benim de ihmalim ve 1 9 7 5 ’te Enstitü Başkanlığı’ndan ayrılarak Almanya’ya ^tm em yüzünden bu iş geciktikçe gecikmiştir. Mevcut malzemenin, Türk Kültürünü Araş­ tırma Enstitüsü’nde kurulacak yeni bir “ Akçura Komisyonu” tarafin­ dan ele alınarak, eski ve yeni araştırmaların da eklenmesiyle yayın­ lanmasını ve böylece elli yıl önce başlanılmış olan “ Yusuf Akçura için bir Anma Kitabı çıkarma” işinin gerçekleştirilmesini arzu ve temenni etmekteyim. YusuK\kçura’nın hemen ölümünden sonraki aylarda çıkan yazılarm azliğmm sebebini, işte bu ‘ ‘Hâtıra Kitabı’ ’ hâdisesinde aramak d o şu olur.'f'espit edebildiğim kadarıyla 19 3 5 'te gazete ve dergilerde şu kim­ selerin yazıları çıkmıştır: A. Ağaoğlu, A. Battal Taymas, G.von Men­


de. Temir, M.E.Resulzâde, A. İshakî, C. Seydahmet, R. Muhammediş, S. İffet, Hakim, Ş. Kilevli v.b. Onun için yazı yazmalan beklenen V.Ç- İzbudak, H.T. Us. H. Etem, İsmail Habip, (İbrahim), (F. Köprülü). A .F.Tek.S.M . Arsal. A.Hüseyinzâde.. E.Z. Karal, H.Z. Koşay, M .E. Yurdakul, H .S. Şibay, L. Ka­ ran, F. Toktar, Ş. Gaspıralı gibi yakm arkadaşları ve eşi Selma Hamm, makalelerini yukarıda adı geçen “ Hâtıra K itabr’na vermişler ve toplu olarak çıkmasım arzu ettiklerinden, gazete ve dergilerde yaymlatmaınışlardır. Ancak kitabm çıkması gecikince bazı makaleler başka tarafta yayınlanmış veya malzeme olarak kullanılmıştır. Meselâ, HaberAkşam PostasVnda: “ Yusuf Akçura’nm Rusya Türkleri arasmdaki çalışmalan” başlı^ altmda yazı gönderdiğini (5.IX .1 9 4 2 ) söyleyen A. Taym as’m m a ile s i, “ Yusuf Akçuraoğlu’nun Türkçülüğü ve Rusya Türkleri arasmdaki çalışmaları’ ’ başlığı ile Türk Yurdu dergisinde çık­ mıştır (XXVT, 7, 1 9 4 2 , s. 2 2 1 -2 2 5 ). S.M . Arsal’m “ Dostum Yusuf Akçura” adlı makalesinin (Türk Kültürü 174, 1 97 7 , s. 2 6 -3 4 ) elyazma aslı (başka başlıkla: “ Yusuf Akçura’yı ben nasıl tamdım” ) Arat Kütüphanesi’ndeki dosyalarda bulunmaktadır. Emel Esin, “ Akçuraoğlu Yusuf Bey’e dâir hâtıralar” adb tebliğinde (Y u suf A kçura Sem ­ pozyumu tebliğleri 1987, s. 35-42), teyzesi Selma Hanımm, bir kop­ yası A rat dosyalannda da bulunan yazısmdan ve babasmm basılma­ mış makalesinden sık sık bahsetmekte ve parçalar almaktadır.

2.

Yusuf Akçura hakkında yazılanlar

Onun hayatı ve eserleri üzerine henüz hayatta il^n çıkan yazılann başhcalan şunlardır: (Tarih sırasma göre) Köprülüzâde Mehmed Fuad, Bizde tarih ve m üverrihler hakkm da ,,B ü g i 1 ,2 ,1 3 2 9 (1913), s. 1 8 5 -1 9 6 . Y u su f A kçu ra için bk. S .1 9 2 . N evsal-i JVlillî 1 3 3 0 (1 9 1 4 ), s. 2 0 -2 2 : Y u su f A kçura (resimli). D as G rössere D eutschland III, 17, 1 916, s. 3 5 5 -3 5 6 : A ktschura Oglu lu ssu f B ey. Dr. Hachtmann, A ktschura Oğhlu Ju ssu f B ey , Deutsche Levante=Zeitung VI, 3 . 1 9 1 6 , s. 93. Validov, Camalütdin, O çerk istorüli obrazovaım osti i litratu n T a ta r, Moskova - Leningrad 1 9 2 3 . 19 8 6 Oxford baskısmda Y usuf A kçu ra ve eserleri için bk ,: s. 1 6 8 -1 7 1 . Abdurrahman S a ’dî, T a ta r edebiyatı tarihi, Kazan 1 9 2 6 . Y u suf A k çu ra’nm Kazan’dakisiyasîfaaliyetIeriiçinbk.:s. 1 4 5 -1 4 8 . 3


M. Zeki, Türkiye teraclın-i ahval ansiklopedisi III, 1 9 3 0 -1 9 3 2 , s. 3 0 0 -3 0 1 : Y u suf Bey (Akçuraoğlu). Bütün bunlara, Y. Akçura’nnı kendi kaleminden çıkan biyografisi­ ni de eklemek gerekir: Türk Yılı 1 928, s. 3 9 6 -4 1 2 . Ansiklopedilerde Y usuf A kçura. Onun hayatı ve eserleri üzerine kısa bilgileri Türkiye’de çıkan ve bir kısmı yukarıda zikredilen Ansik­ lopedilerde de bulmak mümkündür: Türkiye teracinı-i ahval ansiklopedisi III, 1 9 3 0 -1 9 3 2 , s. 3 0 0 -3 0 1 . Türk ansiklopedisi I, 1941, s . 3 1 9 -3 2 0 . Türk m eşhurları, 1 9 4 6 -1 9 4 7 , s. 2 8 . Cumhuriyet ansiklopedisi I, 1 9 6 8 , s. 12. M eydan Larousse ı, 1 969. s. 2 1 3 . Türk dili ve edebiyatı ansiklopedisi 1, 1 9 7 6 , s. 8 7 -8 8 . Tü rk ve dünya ünlüleri ansiklopedisi I, 1 9 8 3 , s. 1 7 1 -1 7 2 . T an zim at’tan Cumhuriyet’e Türkiye ansiklopedisi V, 1 9 8 5 , s. 1397. Yeni Türk ansiklopedisi I, 1 985, s. 5 9 . H ayat ansiklopedisi 1, s. 6 6 . Ölümünden sonraki yıllarda çıkan yazılar henüz tam olarak araştı­ rılıp tespit ediinüş değildir. Bununla beraber bibliyografyamızda 1 9 3 6 'dan itibaren yayınlanan kitap ve makalelerden mümkün olduğu kadar ancak doğrudan doğruya Yusuf Akçura ile ilgili olanları, veya içinde ona ait özel bahis, önsöz, giriş bulunanları bir araya getirmeye çalıştık. Bu eserde ilmî konuların açıklama, iııcleme ve tartışmasına girişllmediğinden, diğer yardımcı eserlere fazla yer verilmemiştir.

3. Anma törenleri ve sempozyumlar a) Yusuf Akçura'nın 100. doğum yılı dolayısiyle 1 9 7 6 ’da Türk Ta­ rih Kurumu'nda bir Anma Töreni tertiplenmiş ve Belleten’de bu mü­ nasebetle şu yazı çıkmıştır: “ Anma Törenleri. Kurumumuz eski başkanlarmdan, Türk düşün adamı Yusuf Akçura'nın 100. doğum yılı dolayısiyle 2 5 Haziran 1976 Cuma günü kurumumuzda bir anma töreni düzenlenmiş ve bu törende Başkanınnz Ord. Prof. Enver Ziya Karal, üyelerimizden Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz F ın su ve Dr. Hâmit Koşay birer konuşma yapmışlardır” (Belleten LXI, 1977, s. 609).


b) Yusuf Akçura’ ııın ölııınünün 5 0 . yılı dolayısiyle 11-12 Mart 1985 günleri Ankara Millî Kütüphane salonlarında Türk Kültürünü Araştır­ ma Enstitüsü tarafından bir senıpozyunı tertiplenmiştir. KülUir ve Tu­ rizm Bakam Mükerrem Taşçıöğlu tarafından açılan bu sempozyuma birçok devlet erkânjrile Yusuf Akçura’nın kızı Ülken Civelekoğiu (Ak­ çura) da katılmışlardır. 4 oturum halinde 2 gün devam eden bu sem­ pozyumun programı şö}^le idi: 11 M art 1 9 8 5 Pazartesi

I-

II.

^

Açılış konuşmalaıı Oturum: Hayatı ve hâtıralar — Doç.Dr. Nâdir Devlet, Yusuf Akçura’nın hayatı — Dr. Emel Esin. Akçura-oğlu Yusuf Bey’e dâir hâtıralar Oturum: Tarihçiliği, sosyal ve İktisadî görüşleri — Prof.Dr. Ercümend Kuran, Yusuf Akçura’nın tarihçiliği — Prof.Dr. Mehmet Eröz, Yusuf Akçura’mn sosyal ve İktisadî görüşleri

12 M art 1 9 8 5 Sah III. Oturum: “ Üç tarz-ı siyaset” üzerine panel — Yönetici: Rıza Kardaş — Konuşm acılar:

Doç.Dr. Bahaeddip Yediyıldız, Osm anlıcılık Doç.Dr,Süleym an H. Bolay, Isiâm cılık Doç. Dr. Mehmet Saray, Türkçülük

IV. Oturum: Dış Türklerle ilişkisi ve Türk fikir tarihindeki yeri — Prof.Dr. Ahmet Temir, Yusuf Akçura ve Dış Türkler — Prof.Dr. Ahmet B. Ercilasun, Yusuf Akçura’nın Türk fikir tarihindeki yeri

4 . François Georgeon’uu çalışmaları ve temenniler Fransız Türkoğlu François Georgcon’un Yusuf Akçura ile ilgili araşlırnıalan, bu alanda devir açacak mahiyettedir. Türkiye’de milliyetçi­ lik hareketi ve bu harekette Yusuf Akçura’nın rolü konusunu doktora tezi olarak alan yazar, Paris Üniversitesi lll’e sunduğu Yusuf Akçııra: Contribuüon â I’etude du mouvement natlonal en Turquie (Pa­ ris 1 978, 3 2 7 s.) adlı eseriyle büyük bir başarı kazanmıştır. Akçura’nın şahsiyetine ve o deviı deki Türk dünyasının fikir hayatına tarafsız 5


bir araştirıcı gözü ile bakan bu eser üzerine daha fazla bilgi için Emel Esin'in tanıtma ve değerlendirmesine baioruz: Yusuf Akçura hakkında bilinm eyen k ay n ak lar ve F. G eorgeon’un araştırm ası (Türk Kül­ türü 2 0 0 -2 0 1 -2 0 2 , 1 979, s . 4 4 -5 3 ). İki yıl sonra yazar eserini yeniden düzenleyerek ve adını da biraz değiştirerek bastırdı: A u x o ri^ n e s du nationalism e Turc — Y usuf A k çu ra ( 1 8 7 6 -1 9 3 5 ) (Paris 1980, EditionADPF. 154 s .). Eserin bu basîası Alev Er tarafından dilimize çevrilerek Türk M illiyetçiliğinin k ök enieri-Y u su f A kçura- (1 8 7 6 -1 9 3 5 ) adı ile Yurt Yayınevi tara­ fından neşredildi. Eserin Türkçe tercümesi üzerine, bildiğim kadarıyla Zafer Toprak’ın Cumhuriyet’te (30.IV .1987), Yusuf Çotuksöken’in Gü­ n eş’te (1 1 .V. 1987) birer tanıtmasıyla benim de Türk Dili’nde bir ya­ zım çıktı. Eserin Türkçesi’nde teknik bakımdan bazı eksikler görülü­ yorsa da, Yusuf Akçura’nm eserlerinin bibliyografyası eklenmekle bü­ yük bir değer kazanmıştır. Fr. Georgeon’un Fransızca neşrinde Yusuf Akçura’nın ancak 12 eseri zikredildiği halde, Türkçesi’nde yazar bu listeyi çok genişletmiştir. Fakat kendisinin de belirttiği gibi henüz bu da tam değildir: Yusuf Akçura’mn 1 9 0 4 -1 9 0 8 Kazan devrine ait ma­ kaleleri ile 1 9 2 5 ’tensonra çıkan yazılarının tamamlanması gerekecek­ tir. Yusuf Akçura’nın fikirlerinin kritik bir şekilde tesbiti için, daha fazla ön çalışmalara ihtiyaç vardır. Eserlerinin tam ve noksansız bir bibli­ yografyasının hazırlanması, bu çalışmalar için gerekli ilk şarttır. Mi­ sal olarak Sakin Öner’in şu notuna bir göz atalım: “ Yusuf Akçura’nın 1 9 1 1 - 1 9 2 8 ’Ierde Türk Yurdu’nda çıkan 53 makalesi, İstanbul Edebi­ y at Fakültesi Türkoloji Bölümü öğrencilerinden Ersin Aybars tarafın­ dan incelenmiştir” (S. Öner, Türkçülük 1 978, s. 3 0 ). Bu alanda ciddî çalışmalara girişmiş olan François Georgeon’un memleketimiz tarihçi, sosyolog v. b .. tarafından da destekleneceğini ümit ve temenni ederiz. Meselâ, uygun zamanlarda muayyen konular üzerine konferans ve sempozyumlar tertip edilmesi, devir devir ve bö­ lüm bölüm veya konulara göre Yusuf Akçura’nın incelenip açıklanmış eserlerinin bibliyografyalarınm hazırlanması v .b. gibi çalışma konulan örnek olarak göz önünde tutulabilir. Bu eseri hazırlarken kıymetli fikir, bilgi ve teknik yardımlanndan faydalandığım Yusuf Akçura’nın kızı Ülken Civelekoğlu (Akçura) Hanunefendiye. Saide Arslanbek Hanıma, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yaşar Yücel’e, Prof. Dr. Şerif Baştav ve Mahmut

6


Tabir Beylere, Almanya’dan fotokopi teminindeki yardım­ larından dolayı Dr. Claııs Schöııig (Mainz Üniversitesi) ile Dr. Orhan Gökçe’ye (Giessen Üniversitesi) en saıniıni teşekkürlerimi sunar, Yu­ suf Ak(,ura’nm küçük baldızı rahmetli Dr. Emel Esin’i de fikir ve tav­ siyelerinden dolayı şükranla yadedeıiın.

Prof.Dr. Ahmet TEMİR 2 6 Ağustos 1 9 8 7 , Ankara



YUSUF AKÇURA HAYATI VE ESERLERİ 1. Doğum yeri ve tarihi (1872/1876/1879) Şeceresi ve çocukluk devri Türk dünyasında İlmî ve siyasî Türkçülük fikrinin araştırma ve ge­ liştirilmesinde büyük rol oynamış olan Tarih Profesöm. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk’ün yakın mesai arkadaşlarından Yusuf AK­ ÇURA (AKÇURAOĞLU Yusuf, Rusçada: AKÇURİN), Kazan Türk (Tatar)larından olup, 2 Aralık 1 8 7 6 ’da (H. 1293), diğer rivayetlere göre 1872 veya 1 8 7 9 ’da İdil (Volga) nehri üzerindeki Simbir (Ruşçada: Simbirsk, bugünkü adi; Ul’yanovsk) şehrinde dünyaya gelmiştir. Yusuf Akçura, “ Türk Yıh” nda (s. 396) doğum tarihini kendisi de 1 8 7 9 ola­ rak gösteriyorsa da, aşağıda açıklanacağı gibi, bu her halde bir yan­ lışlık eseri olsa gerektir. Yusuf’un babası Haşan, onun babası Süleyman B ay ’dır. Hasan’ın doğum yeri açık olarak bilinmiyorsa da, onun babası Süleyman Züye Başı kasabasmda yaşadığına göre, Hasan’m da orada doğmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Süleyman Bay’ın dördü erkek, yedisi kız onbir ç o c u ^ olmuştur. Erkek çocukların İkincisi Yusuf’un babası Haşan idi. Büyük sanayici ve tüccarlardan olan Süleyman’ın, Simbir ve Ka­ zan vilâyetlerinin türlü bölgelerinde bir çok tekstil fabrikası vardı. 01d ü p zaman miras paylaşırken, oğlu Hasan’a biri Züye Başı’nda, İkin­ cisi Simbir’de ve üçüncüsü de Lahovka’da olmak üzere üç kumaş fab­ rikası isabet etmiştir. Haşan Bay iki defa evlenmiş olup, ikinci hanımı Kazanlı tüccariardan Abdürreşid Yunus (of) un kızı Bibi Kamer Banu idi. Abdürreşid’in 3 ’ü erkek, 4 ’ü kız olmak üzere 7 çocuğu vardı ve Bibi Kamer Banu kızların İkincisi idi. Yunus (of) 1ar Kazan'm meşhur tüccar ailelerin­ den olup, Çin ile Çay ticareti yapan Abdürreşid, Kazan’da kurmuş ol­ duğu debagat fabrikasında işlenen deri malzemesini Çin’e götürüp çay


ile değiştirirdi. Haşan ile Bibi Kamer Banu’nun birkaç çocukları olmuş­ sa da, Yusurian başkaları hepsi de ölmüş, ancak Yusuf tek çocukları olarak sıhiıatta kalmıştır. Yusuf, babasının ölümünden sonra doğan, ancak üç yaşında iken vefat eden kız İcardeşi Fatimetüzzehra’yı iyice hatıriadiğını yazıyor. Bundan başka, birisinin adı yine Fatma olan iki de evlâtlık almışlardır. Yusuf un sağ olarak doğmasına çok sevinen anne ve babası. Rus­ y a ’nın 12 Nisan 1 8 7 7 ’de Türkiye'ye karşı başlattığı 9 3 iıarbi sırasın­ da Simbir’e getirilen Türk esirlerine ziyafetler çekmiş ve hediyeler da­ ğıtmıştır. Yusuf Akçura’nın 1 8 7 9 ’da değil de 1 8 7 6 ’da doğduğunu ispatlayan en mühim delillerden biri de işte bu vaka olsa gerektir. Bun­ dan başka Yusuf Akçura. doğumunun Türk-Rus harbinin başlama tarihlerine rasladığını ve bu savaş neticesinde Rusya’da başgösteren İk­ tisadî buhran yüzünden babasınm işlerinin bozulmuş olduğunu yakm arkadaşlarına da anlatmıştır. Yusuf Akçura’nm babası Haşan, 1878 kışında, yani oğlu 2 yaşın­ da iken beklenmedik bir şekilde dünyadan ayrılmıştır. Şöyle ki, kızak­ la Kazan'dan Simbir’e dönüşü esnasında evdekiler oıuın ölüsü ile kar­ şılaşmışlardır. Oda gibi örtülü kızağın içine bakmayan seyisle uşak, yolda Haşan B ay’ın ölümünden haberdar olamamışlardır. ^ Babasının anî ölümü, iş hayatındaki karışıklık ve bozuk durum kü­ çük çocuk ile annesini çok sıkıntıya düşürmüş, Simbir’den uzaklaş­ malarına ve birkaç yıl sonra da büsbütün İstanbul’a gidip yerleşmele­ rine sebep olmuştur. 1882 yılında.Yusııf altı yaşında iken annesinin Sımbır’den Kazan’a.seyahati esiıa^mda kızak devrilerek kadının ağır bir ruhî sarsıntı geçirhTesind-yor açmıştır. Vücutça bir yaralanma ol­ mamışsa da, sinirlerinin bozulması uzunca bir tedaviyi gerekli kılmış­ tır. Böylece Bibi Kamer Banu Hanımın beklenmedik bir kaza netice­ sinde hastalanarak yatağa düşmesi ve doktorların sıcak memleketler­ de oturmaları hakkındaki tavsiyeleride.anne ile çocuğun Türkiye’ye göçmelerinde mühim rol oynamıştır. Fabrika işlerini yürütmeğe Yusuf'un annesinin sıhhati de tecrübesi de müsait olmadığından, durumu gözden geçirmek üzere Yunus (of) ailesinden yardım istenmiştir. Gelen zat iş ve muamele defterlerini in­ celedikten sonra şirketin pek çok alacaklısı olduğunu tespit etmiş ve bunları yola getirmek için şimdilik uzakça bir yere gitmelerini tavsiye etmiştir Bunun üzerine annesi, hem kımız içerek tedavi görmek hem alacaklılardan uzaklaşmak maksadiyle oğlu Yusuf ile birlikte Stavro10


pol şehrine gitmişlerdir. Fakat burada da rahara kavuşamamışlar, alacaklılarm işlerini yürüten Rus avukat peşlerinden gelerek zatî eşya­ dan başka birçok mallarına haciz koydurarak sattırmıştır. Bundan sonra aile Slavropol’da çok kaliııamış ve Türkiye’ye gidip yerleşmek maksadiyle trenle Odesa yolunu tutmuşlardır.

2. Akçuralar İstanbul’da (1883) 1S 8 3 yılının yaz aylarında İstanbul’a gelen Yusuf Akçura ite anne­ si önce Nuruosmaniye civarında bir daire kiralayarak yerleşmişlerdir. İlk okuyup yazmayı Lahovka’da, Tatar mahallesi imamı ve ilk mek­ tep muallimi Abdülmend efendiden aldığı hususî derslerle öğrenmiş olan Yusuf Akçura, İstanbul'a gelince Mahmutpaşa camii yanındaki ilko­ kula yazdırılmıştır. Fakat hastalıklı annesi sık sık Bursa’nın Çekirge kaplıcalarına gitmek zorunda kaldığından, İstanbul’a her dönüşlerinde evleri ve dolayısiyle Yusuf'un devam ettiği okul da değişmiştir. Mese­ lâ, ilk Bursa seyahatinden dönünce Yusuf u Divanyokt’ndaki Kara Sebil üstünde Kara Hafız ilk mektebine vermişlerdir. Başka bir Bursa seya­ hatinden sonra üçüncü defa ev değiştirerek Babı Serasker civarında bir eve taşınırlar. Burada camiin avlusunda ve Seraskerlik dairesinin meydanında her gün yapılan talim, yoklama ve nöbet değiştirmeleri seyreden ve kapıda nöbel bekleyen askerlerle konuşan küçük Yusuf’­ ta askerliğe karşı büyük bir heves ve sevgi uyanmış, evde dahi eğlen­ ce ve oyuncaklarını askerlikle ilgili konu ve malzemeler teşkil etmiştir. Kirada oturarak sık sık ev değiştirmekten bıkan Yusuf’un annesi, nihayet Aksaray Yusufpaşa Mahallesinde, tramvay caddesine yakın bir yerde 7 0 0 altına büyükçe bir ev satın almış ve orada yerleşince Yusuf da Yusufpaşa ilk mektebine naklen kaydoİunmuştur. Dördüncü sınıfa alınan küçük Yusuf, Askerî Rüştiye’ye geçinceye kadar tahsili­ ne bu okulda devanı etmiştir. Bu sıralarda Yusuf'un annesi Kazan’daki akrabalarından bir tel­ graf alır ve Stavropol’da mallarını sattıran Rus avukatın peşlerinden İs­ tanbul’a geleceğini öğrenerek oğlu Yusufu yanına alıp kısa bir müd­ det için İzmit’e gider. Bu suretle Yusuf, çocukluğunda Bursa’daıi baş­ ka İzmit’i görmüş ve birkaç ay burada bir ilkokulda misafir olarak bu­ lunmuştur. Kapitülâsyonlar devrinde, Osmanlı Devleti içinde yabancı konsoloslukların kendi mahkemeleri ve tevfikhaneleri bile vardı. Bun­ lar, Osmanlı Devletinde yaşayan kendi tebaaları üzerinde istedikleri gibi hüküm ve kuvvet sahibi idiler. Rus konsolosluğu da aynı tarzda hareket ettiğinden, Yusuf’un annesi Kazan’dan aldığı haber üzerine 11


îstanbul’dan aynlnıak mecburiyetinde kalmış, fakat bereket versin me­ sele fazla alevlenmeden tekrar İstanbul’a dönmüşlerdir. Fakat bn ha(üseden sonra kadının sinirleri büsbütün bozularak Yusuf’un babasın­ dan kalan karışık işleri yürütemeycek bir duruma düşmüştür

3 . Yusuf’un üvey babası Bu durum karşısında bir yardımcıya ve hayat arkadaşına ihtiyaç du­ yan annesi evlenmeye karar vererek Yusuf’a da açar ve babalık ola­ cak kimseden hoşlanıp hoşlanmadığım sorar. Bu zat Dağıstanlı Os­ man namında biri olup, annesi onu, Şeyh Şanıil’in kayın validesinin de araya girmesiyle birçok taliparasındantercih etmiş bulunuyordu. Yusuf annesine nezaketen müspet cevap vermiş ise de, aralarına bir yabancının girmesi onu üzmüştü. Hattâ, o sıralarda karşılaştığı bazı tatsız hadiseleri de üvey pederinin fena niyetine atfetmişti. Meselâ, oturduğu yere yakın Fatih Askerî Rüştiyesi'ne (yer olmadığı için) alınanıayıp Kocamustafapaşa Rüştiyesi'ne verilmesi bunlardan biri idi. Fakat sonraları Yusuf üvey peder hakkındaki menü düşüncelerini de­ ğiştirmiş, kendisine esas dinî ve millî terbiyeyi verenin Dağıstanlı Os­ man Bey olduğunu her vesile ile arkadaşlarına anlatmıştır. Dağıstanlı üvey peder Osman Bey, Yusuf’a karşı üvey değil, öz evlâdı gibi hare­ ket etmiş, her vesile ile onu desteklemiş ve Harbiye Mektebi’ne çirntesi için de o teşvik etmiştir. Onun YusuPa karşı bu ihtimam ve dik­ kati o dereceyi bulmuştur ki, Yusuf gerek tahsil hayatında ve gerek da­ ha sonraları Türkiye’de “ Dağıstanlı Yusuf” diye tanınmıştır. “ Kazanlı Yusuf Akçura” olarak tanınması ise hayata auldıktan sonra başlamıştır. Yusuf Akçura, “ Defter-i amalim” adlı hâtıra kitabında annesinin ev­ lenmesi ve üvey babası hakkında şunları yazıyor: “ Üvey baba. Ben epeyce büyümüş ve derslerim ve kendi âlemim ile meşgul olduğum­ dan validem yalnızlık hissediyordu. Bir taraftan rahatsızlığı ve diğer taraftan Rusya’daki işlerin yüzüstü durması kendisine bir hâmi ve ar­ kadaş bulmak ihtiyacını doğurmuştu. Validenin bu temayülünü bilen­ ler kendisine muvafık bir eş aradıklarını aradaki görüşmelerden anlı­ yordum . Kılavuzluğu yapmağa en ziyade çalışan Bedestan esnafından birinin haremi Kazanlı Bedriye hanım idi” . “ Talipler çok idi: İVlısır çarşısında baharat ticareti yapan yaşlı başlı Fatihli bir adam, Yenibahçe'de evi bulunan ve kanarya meraklısı orta yaşlı esnaftan biri, Karagümrük tekkesi şeyhi, İstanbul'daki Akçuralardan birinin tavsiye ettiği çifte sarı sakallı, iri vücutlu ve zengin bir Rusyalı, Dağıstan Beylerinden orta yaşlı, semaver ve çay tüccarı cüb­ beli ve fesli bir z a t.” n


“ Bana üvey baba olmağa namzet bu zevattan valideme en müna­ sibi Dağıstanlı Bey olduğu söyleniyordu. Bir kaç defa hacca gitmiş ve hafizı kelâmuUah olması tercihe şayan aynca bir meziyet sayılıyordu. Ruslara karşı Dağıstan’m müdafaası üe kahraman!^ gösteren Şeyh Şamil'in kaynanası Dağıstanlı Bej^ tavsiye etm işti.” “ Ortada daha evlenmek sözü yok iken bu zat Rusya’dan geldiğini söyleyerek bir ramazan akşamı bize misafir gelmişti. Kazan’dan gel­ diğini ve validenin akrabasmdan selâmlar getirdiğini söylemişti. Vali­ de dahi çarşaflı olarak yanma çıkmıştı. Bu görüşmeden sonra ortaya vasıta konulmuştur. Evvelki dört talip reddedildi. Dağıstanlı Bey ile validenin nikâhı kıyıldı ve debdebesiz ve sâde bir düğün yapıldı. Bu esnada flkmektebi bitirmiş olduğumdan beni Rüştiye’ye yazdırmak is­ tediler. FatihRüştiyesi’ne müracaat ettik. Kayıt kapanmış olduğunu söy­ lediler. Buradan alelacele araba ile Kocamustafapaşa FUiştiyesi’ne gel­ dik. Kabul edildim. Kayıt numaramı iyice hatırlayamıyorum, fakat 70 ile 9 0 arasmda olduğunu iyi biliyorum.” ‘ ‘Validem izdivaçtan evvel bana babalık olacak zattan hoşlanıp hoşlanmadığırm sormuştu. Ben tasdik cevabım vermiştim. Fakat dokur, sendene beri biribirimize çok merbut bulunduğumuzdan, aramıza ya­ bancı bir adamm babalık olarak girmesinden iki vücut birbirinden ay­ rılmıştı. Gerek ben gerek validem bu ifüraktan müteessir olduğumu^rci gizleyemiyorduk. Hattâ babalığm beni uzak bir Rüştiye mektebine yazdırmış olmasmı, beni validemden uzaklaştırmak için olduğunu zannet­ miştim. Fakat hakikatte böyle bir şey olduğuna şimdi ihtimal vermi yorum .” ‘ ‘Rüştiyeye girdikten sonra bendeki eczacılığa merak da söndü, ye­ rine ressamlık merakı geldi, âşık Kerem gibi kitaplardaki resimleri smlu boya ile yapıyorduk. Resimler çoğaldıktan sonra bunları teşhir et­ miş olduğum köşenin üzerine ‘Yusuf Efendi bendelerinin ressam dükkâm’ diye bir de levha asmıştım. Mektebe gidip gelirken mektebir yanıbaşmdaki, sulu boya resim yapıp satan Priştineli Derebostanî’n::. dükkâm önünde durup nasıl resim yaptığmı merakla seyrediyordum.

4 . Yusuf Rüştiye talebesi Yusuf Akçura, kendi ifadesine göre H. 1 3 0 3 ydmda Kocamustafa­ paşa Rüştiyesi’ne yazılmıştır. Bu Hicrî yıl, Milâdî 1 0 .X . 1 8 8 5 ten 2 9 .K . 1 8 8 6 'ya kadar olan aylan içine aldığmdan, kavıt işleriniı18 8 6 ’mn 2 9 Eylül’ünden önce y ap ü iğ ı anlaşılıyor. Rüştiye’de geçi' diğj g^inleri ve muallimlerin kabiliyet ve karakterlerini hâtıralarmda or


dukça açık bir şekilde aniatınaktadır. Yusuf ikinci sınıfa “ Böiükenıini" ve ^ikiden üçüncü sınfa da “ Çavuş” olarak geçmiştir. Defter-i ânıaliın adlı hâtıra kitabında bu kondu yazdıkları şun­ lardır: RiiŞdiye hayatını. Rüştiyeye girdiğim zaman yaşınım dokuz oklnğunu söylüyorlardı. Doğru mu yanlış mı bilmem. Yalnız Rüştiye’ye kayıt tarihimin 13 0 3 olduğu muhakkak. Rüştiyenin ilk sınıfına ait hâtıralarım şunlardır: İlmihal okutan İlmiyeden, orta yaşlı, oldukça çok söyler bir adamdı. Ders esnasında sıralı sırasız tuhaf tuhaf şeyler an­ latır, şakirdanı güldürürdü. Kıraat-ı Türkiye’yi dahiliye zabitlerinden bir mülâzım okutuyordu. Lakırdısı, takriri karışık idi. Malûmatı da bi­ raz takırca idi sanırım. Karalama hocası gayet şişman bir yüzbaşı idi. Bağırıp çağırmaktan ziyadesile hoşlanır, kabadayımeşrep bir adamdı. Dayak atar iken Allah yaratmış demezdi. Bir çocuğu dövüp öldürdüğü rivayet olunurdu. İmlâ hocası gayet zayıf ve hastalıklı biı- zabitti. Hüsîıü hatt-ı Türkî muallimi nıülkiyeden siyah sakallı, üstü başı gayet düz­ gün 3 0 yaşlarında bir zat idi. Gayet güzel yazı yazardı.” “ Bu hocalardan başka mektebin idare heyeti vardı. Müdürü kola­ ğası idi. Kırmızı yüzlü, orta yaşlı idi. Dahiliye zabitleri bir yüzbaşı ve iki mülâzim idi.” “ Mektebe girdiğim zaman pek de uslu değildim zannederim. Zira bir gün yanımda oturan zenciyi diğer bir arkadaşım ile birleşip döv­ müştük. Dayak kâfi değilmiş gibi üstündeki beyaz ceketine mürekkep dökmüştük. Vukubulan şikâyet üzerine üç dört sopa yedik. İhtimal ki, yediğim bu sopalar beni akıllandırnııştır. Sonraları melek gibi idim. Hiç sesim çıkmazdı. Dersime çalışırdım. Hocaların gözüne ^ d im . Hem hüs­ nü ahlâktan, hem de dersten bir kaç aferin aldım.” “ İlmihal hocası vereceği dersin ibaresini kitapta^? okur, sonra an­ latırdı. Dersi verip bitirdikten sonra bazı çocukları önüne getirip eski dersi sorardı. Bilmeyenleri alıkordu. Sonradan kalkıp da bilenler olur ise. bilmeyenler bunların elini öperdi. Kıraat-i Türkiye hocası, kitabı yüzünden okuturdu. Pek anlamazdım. Çünkü okuduğum bir çok yer­ lerin manasını bilmezdim. Karalama hocası meşklerimizde bulunan her­ hangi satır ve ibareyi gösterip talebeye elli yahut yüz defa yazılmasını emrederdi. Kendisinin bu esnada sınıfta kalıp kalmadığını hatıriamıyorıım. Karalama yazdırılmasından maksat ve faidenin ne olduğunu o zaman bir türlü anlamamıştım. Halâ da anladığım yok. Bilâkis za­ rarlarını gördüm. Az zamanda sür’atle ço yazı yaza yaza hüsnü hat­ lım bozuldu. İmlâ hocası zabit sınıfa gelip yerine oturduktan sonra bir gazeteyi çavuşa verip yüksek sesle okuturdu. Biz de yazar idik. Çavu­ 14


şun yanlış okuduğu yerleri bizzat muallim düzeltirdi. Hoca çavuşun yazılarını kendisi tashih ederdi. Çavuşlar dahi talebelerin ycizılarma ba­ karlardı. Bazan da tahtada doğrusu yazılır ve herkes yazısını tashih ederdi. Lâkin hatalı yazılan kelimenin niçin yanlış olduğunu ve doğ­ ru imlânın neden icap eylediği anlatılmazdı.Bu tarzdaki iınlâ dersi imlâmızı düzelteceği yerde hemen hemen hepimizi imlâ fikrası yap­ mıştır. Hüsnü hat hocası gelip oturduktan sonra meşkini yazanlar bi­ rer birer yanma gelip gösterirlerdi. Hoca bunlann yanlışlarım çıkarır­ dı. İyi olmuş ise ibareyi değiştirirdi. Hüsnü hattı Turla, Rüştiye’nin birinci senesinde Rik’a hattmdan ibaretti. Mahalle mektebinde hatu sülüs ve nesihi adam akıllı öğrenememiş olduğumuz halde, artık bun­ ların hocası olduğumuz farzolunurdu. En ziyade ilmihale çalışırdım. Zaten çalışacak ders de hemen hemen bundan ibaretti. Hoca beni pek severdi. Sene nihayetlerine doğru vira elim öpülürdü. Bazı defa çavuşlarm bile bilemedikleri müşkül meselelere doğru cevap verdiğimi hâlâ hatırlıyorum. İlk hususî imtihanda 3 0 ’a kadar terakki ettim. Ça­ vuşlardan biri arsızca olduğundan yerine, hüsnü ahlâkı hoca ve zahit­ lerce musaddak Yusufpaşalı Yusuf diye beni tâyin ettiler. Bunda kimbilir usluluğum ve aym zamanda küçüklüğüm ve sevimliliğimin de te­ siri olmuştur.” “ Üçüncü hususîde zannedersem, bölükemini oldum. Usluluğum şayi olduktan biraz sonra musluk başından teneffüshaneye gelir iken bümünasebetsizlik yapmışım. İhtimal ıslık çalmışım.Dershane pen‘çete­ sinde bulunan müdür hemen beni yanma çağırdı ve bu kadar çocuk arasmda seni uslu sanırdık, diye azarladı. Fena halde müteessir ve mahçup oldum.” “ Mektepte böyle uslu ve mahcup idim ise de. evde bilâkis pek ya­ ramaz idim. Valide mütemadiyen darılıyordu. Bazan dayak bile yer­ dim. En ziyade inatçı oldu^mdan şikâyet ederlerdi. Bir şey olacak de­ dim mi İllâki olmalı, yoksa kıyametleri koparırdım.” “ Rüştiye’ye yazıldıktan sonra mektepte ve yolda sekiz dokuz saat geçtiğinden valideden ayrılığı pek hissetmiyordum. Lâkin kendisinin bu iftiraktan müteessir olduğunu biliyordum. Beybabam -kendi arzu­ su ile üvey babama böyle diyordum- Hicaza gitmiş idi. Eve annemin babası tarafindan hısım düşen Muhammed Rahim ve ailesini alımşnk. Validemin büyük babası ile Muhammed Rahim’in büyük babası kar­ deş idiler. Valideye fabrika işlermde muavinlik yapan ve İstanbul’a gi­ dip yerleşmesini tavsiye eden bu zat oknuştu. Hareminin adı Mahıcihan’dır. Fatma ve Ayşe isminde iki kızı ve Abdullah isminde bir oğlu 15


Zt' bulunuyor imis Pe­ d e r e Abdurrahım ’e: Çocuğum oğul olur ise tend isine F a t m ? ^ 'a l beS d u S Tatü b T r t v f

*’* '

f ^ a n ’dan bu ailenin <^elisi

^

gördülderine inanam yor-

um. T^üı bir rüya goruyorum, sanıyordum. Yapü&m resüeri Fafma V;,

ne^ye vermekten çok hazzederdmı. Fakat maatteessüf bu ^üzel tabi mütenasip oimak üzere tenakus ediyor ”

îk m asm ıfa bölükeminliği ile geçtiğimi hatırlıyorum Sarfi Arabi hocamız Dağıstanlı, kocaman kafah, uzun ve simsiyah sa k a iÎT iri cutlu, hadidülmizac. fazdı m. babasim tanımak

z ^ a n îatıfegû bir zattı. Fatih dersiamlarmdan idi. Gavet âlim ^ d u i y emyordu. Kavaidı Farisî hocamız İlmiyeden Bağdatlı biri idi Kısa boylu, zayıf, yaşı altmışa yakm, ne güler ne de kızar fak-af ha ' a yak at^cü. Frans^ca İfa b e h o c a s ı ^ ^ m

sesh bir su v^ ı zabiti idi. Resim hocası kır bıyıklı ç i ç e k b o z ^ ’

h iIm İf

H

S ^

bıyıklı d^ s kavuğu kursu üzerine fırlatır, tıraş olmuş o müba

aı. Iakrırı tena değildi. Çunku mektepte iken sarfı pek ivi bilirdim k

E

h Sf H

p

i

S

H

s

S

S

S

S

resımhanede yapardık. Yüksek ve ^eniş sıralarm

sra hocamız r e s i m i r e S


“ ikinci sınıfta uslu idim. Hocaların ve zabitlerin hüsnü teveccühü berdevamdı. Fakat çalışmaktan ziyade hile ile çalışkan göriinmeye çal ı ş ı r t o . Resim ve hüsnü hattı Fransavî derslerinde en çalışkanlardan idim. Hesabım gevşek idi. Kerratı bir türlü ezberliyemiyordum. Hâlâ da pek mükemmel bilmem. Kerrat yüzünden on defadan ziyade dayak yedim. İmlâm da fena idi. Dahiliye zabitlerinden iyi bir adam beni ya­ nm a çağırarak çalışmadığımı ihtar ederek vesayada bulundu. Meğer, ki beni daha ziyade teşvik için bunu yapmış. Numaralar okunduğu za* man geçen başçavuşun fevkinde olduğumu gördüm. Bundan cesaret alarak yeni elbiseme san nişan diktirdim. Lâkin müdür çakısmj çıka­ rıp bımu söktü. Fena halde müteessir oldum. Valideme de şikâyet et­ tim. Üçüncü sımfa üçüncü çavuş olarak geçtiğimi hatırlıyorum. Bu sımfin ne derslerinde ne muallimlerinde evvelkilere nazaran büyük bir fark yoktu. Muhtasar coğrafya muallimi çalışamayanlara karşı sert ve çahşanlara mültefit bir piyade yüzbaşısı idi. Fransızca muallimi benim Fransızca okumamı beğenmez ve ekseriya alay eder idi. Bir gün sab­ rım tükendi. Mektepte zaten kalmayacağımı ve Rusya’ya döneceğimi söyledim. Böyle şeyleri evde işitmiştim. Resimde ilerlemiştim. Ufak resünleri büyültebiliyordum. Meşhur ressam Hulusi efendiyi takiiden pa­ dişah resimlerine öğrendiklerimi tatbik ediyordum.;. Sultan Fatih ve Sultan Aziz resimleri üzerinde uğraştığım hâlâ hatırımdadır." “ Mektepte dim'mübaheselere merakîı idim. Bir defa Kostaki ismin­ de bir Rum ile Hıristiyanhğı tahkir edercesine münaşaka etmiştik. Bir defa da Aleksan isminde bir şakirt ile teslis meselesi üzerinde derin mübahase yapmıştık. Aleksan teslisi şöyle izah etmek istedi: ‘Elimiz­ de bir gül var. Bunun bir sapı, bir de çiçeği, bir de yaprağı var. Heyeti umumiyesi bir güldür. Fakat bunu terkip eden üç ayn şeydir’ . Bu söze nasıl mukabele ettiğimi hatırlamıyorum. Bir gün resimhanede yine Alek­ san: Cenab-ı Hak nerededir? diye sordu. Kendisi semada olduğunu söy­ lüyordu. Ben de İmam-ı âzam’a atfolonduğunu validemden işittiğim şu ceva verdim; ‘Yeni sağılmış sü^te kaymak ne ise H ^ da odur’. Bu münazarada kim kimi ikna ettiğini hatırlamıyorum. Ben o vakit on bir yaşlannda ve Aleksan 15-16 yaşmda idi.”

5 . Kazan’a ilk seyahat (1889-1890) Yusuf Akçura ile annesi, 18 8 9 yılmm bahannda baba yurdu Kazan ülkesine seyahat etmişlerdir. Yusuf bu yolculuğa, herhalde Rüştiye üçüncü smifim bitiremeden çıkmış olmalı ki, dönünce tekrar aym sı­ nıftan başlamak zorunda kalmıştır. Bu seyahat bir yıldan fazla sür­ ır


müş, kışı Kazan’da geçirerek am:ak 189 0 yılının yaz aylarında İstan­ bul’a dönmüşlerdir. Bu seyahatta onlara Galatasaray Sultanîsini yeni bitirmiş olan Zahit Şamil de refakat etmiştir. Zahit Şamil Rusya’nm elinde esir olarak o esnada Kazan’da ikamet eden Kafkas kahramanı Şeyh Şamü’in torunu olup, dedesinin yamna dönüyordu. Bu seyahat, Yusuf'un annesinin İstanbul’da ikinci defa evlenerek aileye bir hâmi bulmasından sonra ancak mümkün olabilmiştir. Yu­ suf’un üvey babası Osman Bey Kazan’a giderek diğer akrabaların yar­ dımı ile fabrikaların kanşık işlerini halletmişler ve bundan sonra İs­ tanbul’da rahat oturmak mümkün olduğunu gibi eski vatanı ziyaret etmek için de bir engel kalmamıştır. Fakat Osman Bey 1 8 8 9 ’da ter­ tiplenen bu seyahata birlikte yola çıkmamış, ancak ertesi sene davet edilince gelmiştir. Yusuf Akçura’nın Kazan’a ilk seyahatinin en güzel tasvirini yine kendi hatıralarında bulmaktayız. Bu yüzden, önce şu bir yıl içerisinde gittikleri ve bulundukları yerleri kısaca sıraladıktan sonra, tafsüât için onun hâtıralarına başvurarak bahsi açıklamaya çalışacağız. 1889 ilkbaharı: Rus gemisi ile İstanbul’dan Odesa’ya hareket, tren­ le Odesa-Nijni Novgorod yolculuğu, vapurla Nijni NovgorodKazan yolculuğu. Yazjn Kazan civarında Miküş sayfiye­ sinde itomet, 1 8 8 9 -1 8 9 0 kışının Kazan’da geçirilmesi', 1 89 0 baharı: Nurlat köyünde Fahreddin Hazret adlı şeyhi ziyaret, vapurla Kazan’dan Ufa’y^, oradan trenle Devleken köyü­ ne. vapurla Ufa'dan Nijni Novgorod’a. oradan Kasım (Han Kermen’e) seyahat, vapurla Kasım’dan Simbir’e, oradan araba ile Züye Başı’na ve tekrar Simbü"e geliş, trenle Slmbü-’den Odesa'ya, oradan vapurla İstanbul’a dönüş. Yusuf Akçura bu seyahat esnasında başından geçenleri şöyle anlatıyor: ‘ “ Bü-inci defa baba yurdunu ziyaret. Fransızca hocasına söylediğim doğru çıktı. Çok geçmeden mektepten müsaade istedik. Mektebin mü• dürü x\sım Bey baba yurdunu ziyaret eder iken bir seyahatname yazmakhğırm sıkı sıkı tavsiye etti.” “ Oradaki akrabaya hediyeler hazırlıyordum. Bunların çoğu kendi eserim resimler idi. Muhammed Rahim amcaya bir Sultan Aziz resmi­ ni yapmıştmı. Mektepte güzel resim yapan Ermeni Karnik’e de bu resmi düzeittırmiştim. Daha doğrusu bürün resmi kendisi tersim etmişti. Aleksan’m da eli dokunmuştu. Hayatımın en mesut, en tatlı zamanlan olan 18


bu seyahatin hatuımda kalanları berveçhi atidir:” ‘ ‘ İlkbaiıann lâtif bir günü, Karadenizin nihayetinde görünen o koca deryanın üzerinde Rusya kumpanyasımn üç direkli, cesim yeni bir va­ puru içindeyiz. Dalga hiç yok, vapur sallanmıyor. Valide ile güvertede uzun isken:üelere yaslandık. Etrafı seyrediyoruz. Önümüzde bir kafes duruyor. İçindeki maymun bunu ite ite yürütüyor. Güvertenin bir ta­ rafındaki büyük kafesteki bir çok sinek kuşlan cıvıldaşıyorlar... Yammızda tamdıkîanmızdan bir zat daha var. Dağıstan kahramam Şeyh Şamil’in torunu Zahit Bey. Galatasaray Sultanisini ikmal ettiğinden Kazan'da bulunan pederi General Şamil’in yanma gidiyor. Odesa’ya çık­ tık. Trene de beraber bindik. Nijni Növgorod’da indik. Şehrin Semerkanth imamma misafir olduk. İmam bizim ve Zahit Bey için Kazan’a telgraflar çekti. Kazan’m iskelesine kadar vapur ile Volga nehrinde bir seyahat yaptık. General bizi iskelede karşıladı. Bir akşam misafir ol­ duk. Generalin haremi Zahid’in evlendiğine ve İstanbul’dan bir kız ge­ tirdiğine hükmederek hayli telâş etmiş. General mahsus bu oyunu ter­ tip etmiş. General Kazan’daki dayılarımıza bizim geldiğimizi birdenbi­ re haber vererek aynca bir sürpriz yapmıştır.” ‘ ‘ Şehirde çok durmadık. Valide tedavi için kımız içmek istediğinden bir kaç evli bir sayfiye yerine taşmdık. Bidayette bu tenha yerde camm sıkıldı. Fakat sonradan akraba bizi sık sık sormağa geldiler. Biz de iadei ziyaret ettiğimizden içim açıldı. Sayfiye yerinin adı ‘Miküş’tür. Kazan’dan buraya gelir iken bir Rus köyünden geçmektedir. Kö­ yün yamnda büyük bir çam ormam ver. Köyün ortasmda kulesi çok uzaklardan seçilen bir manastır var. Manasîınn önü kumsal olduğun­ dan atlar arabayı çekemiyordu. Valide hastalıklı olduğundan kumlarm içinden bata çıka yürümekten yoruluyordu. Oturduğumuz sayfiye­ nin yansını umum Rusya müftüsü Sultan Abdüiaziz’in küçük kızı ve validesi işgal ediyordu. Müftünün gayet yüksek tekerlekli volespidi var­ dı, çok hoşuma ^diyordu. Her akşam bütün sayfiyelerin halklan ile beraber ormanda gezinti yaparak eğleniyorduk. Kış geldikten sonra Miküş’ten Kazan’a döndük. Burada kışı geçirdik. Valide burada boş durmadı. Büyük pederin vefatından bu kadar zaman geçtiği halde em­ lâk ve emvaÜ vâristler arasmda henüz taksim edilmemişti. Miras hü­ kümet vasıtası ile değil varislerin kendi aralarmda taksim edildi. Kü­ çük eşya taksim edildiği zaman benim hisseme güzel bir dürbün isa­ bet etti. Mirasm taksiminden elde ettiğimiz para ile pederin fabrika borç­ larım tesviye ettik. Malûm ya, bu karışık borçlar dolayısiyle İstanbul’a ^tm eğe mecbur olmuştuk. Emlâki de muntazam irat getirecek bir ha19


le soktuk. Artık valide bütün ilişkilerini temizleyerek işi yoluna koy­ muş idi.” “ Bir gün yine araba ile gezintiye çıkmıştık. Valide başka arabada idi. Ben Mahıcihan ile bir arabada idim. Terbiyeleri sallaya sallaya ken­ dim kullanıyordum. Mahıcihan birdenbire bir sual sordu: İstanbul iyi amma orada böyle rahat gezemiyorsun ya? Kazan'dan daha ziyade .hoşlanıyorsun ya? İtiraf ettim: Evet, İstanbul’dan ziyade Kazan’ı se­ verim. Fakat bu sözüm tam değildi... Tabiatım riyakâr idi. Hiç sırrımı faş etmek istemezdim... Artık Kazan’a gelip o rahatı, akrabayı, bil­ dikleri görünce ziyafetten ziyafete, eğlenceden eğlenceye alı­ şın ca... İstanbul sıkıntılı görünmeğe başladı... Mamafih bu mukaye­ seyi yapar iken ‘bizim’ zamirini de ilâve ettiğim İstanbul için ‘niçin böyle değildir, niçin böyle olmamalı’ diye de teessüf hissediyordum. Bahusus tanıdık Rusların ‘İstanbul çamur deryası bir şehir’ dedikle­ rinde hiç de tahammül edemiyordum.” “ Bir gün enişte (teyzemin tocası) ile Kazan’ın güzel bir parkı (Çü­ rük Göl)’de tenezzüh ediyorduk. Enişte böyle parklarm İstanbul’da olup olmadığını sordu. O zaman İstanbul’un umumî bahçesi Tepebaşı’nı ha­ yal meyal hatırlayıp, daha mükemmelleri olduğunu ve içinde tavus ve papağan gibi kuşlarm da bulunduğunu söyledim. O kadar medhettim ki, papağanların garsonluk bile yaptıklarını iddia ettim. Türkiye hak­ kında derin muhabbeti olan eniştem mübalâgamm farkına varmadı ve kanmış göründü. Ruslarİstanbul’u batırmak istedikçe ben içimden, hoş­ lanmadığım halde izzeti nefsime bir türlü yediremeyip kavga ederdim. Bir defa o kadar bağırmışım ki, uzakta duran validem bana bir şey olmuş diye fena halde korkarak yanıma koştu.” ‘ ‘Rusların yüksek tabakasında kutlulaması âdet olan isim gününü bazı Şimal Türk aileleri de taklit etmekte olduklanndan, benim isim günümü yaptılar, Tebrikler yapıldı ve hediyeler getirildi, fakat Rusla­ rın hilâfına dans ve eğlence yapılmadı. Kazan’da vücutça ve kalben bulduğum huzur ve istirahat bana çok yaramıştı. Şişmanlıyordum. O tarihte Kazan’da aldırdığım iki portreyi hâlâ saklarım. Çünkü haya­ tımda en toplu ve sıhhatli bulunduğum anların birer nümunesidir,” “ Kazan’da istirahati tamme içinde olmakla beraber okumağı büs­ bütün elden bırakmadım. Yolda refiki seyahat olan Zahit Şamil Bey Kazan’da hocam olmuştu. Bana Fransızca, Coğrafyayı Osmanî, resmi hat gibi bazı dersleri gösteriyordu. Matmazel Rommina adlı, oldukça güzel bir Rus kızından da Fatma ile beraber Rusça okuyordum. Zahit Şamil Beyin derslerine İstanbul’da bana lâzım oİur diye çalıştığım hal­ 20


de. Türk düşmanı dili diye Rusça’ya hiç kulak aşmazdım. Şimdi bu ihmale teessüf ediyorum. Düşmanı iyice tammak için dilini de iyice bil­ mek lâzım geldiğini şimdi idrâk ediyorum. Amma iş işten geçti. Üç ay kadar zoraki devam ettiğim Rusça derslerinden hiç istifade etme­ dim desem yalan olm az.” ‘ ‘Ben dersten ziyade Kazan’m hemen ortasında oldukça büyük bir göl olan Kaban gölünde sandal ile dolaşmaktan hazzederdim. Bahu­ sus ayaklatma kocaman iki sırık takılmış bir sandalyeden başka bir şey olmayan tuhaf bir kayık görmüştüm de onunla gezmek istemiş­ tim. Bilmem nasıl oldu nihayet meramıma muvaffak oldum. Fatma ile beraber bu sandalya sandalına bindik. O oturmuştu, ben ayakta idim. İki udu tek küreği ile münavebe ile sulan eşiyorduk. Bir başka gün de Fatm a’nın babası, ben, Ayşe ve Abdullah kendi sandallariyle Ka­ ban gölünün öteki tarafına gittik. Orada biraz istirahat ettikten sonra dönüyorduk. Şiddetli bir rüzgâr çıktı. Gölün suları kabardıkça kabar­ dı. Bizim sandal fena halde çalkalamyordu. Bazan amcam dümeni idare ediyor. Fatma ile ben küreklere asılıyorduk. Lâkin ne mümkün, san­ dal bir türlü ilerlemiyordu. Amca kızmağa, ben de aksine olarak güt­ meğe başladım. Hiç unutmam. İşi azıttık. O kızdıkça ben gülüyor, ben güldükçe o kızıyordu. Nihayet amca gölün kenarmdaki evlerin önüne varmaktan vazgeçerek sandalı rastgele bir sahile çekti. Eve kıyıdan, yayan geldik. Mahıcihan teyze göle nazır balkonda çay, başında hem bizi bekliyorlar hem de halimize gülüyorlar imiş. Hey gidi m es’ut za­ m anlar!” ‘ ‘Ramazan gelmişti. Geceleri erkekler teravihe gittikleri vakit ka­ dınlar da ya teravih dinlemek için camiin civanna yahut teravih oku­ nan hususî evlerde toplanıyorlardı. Kızlar dahi teravih dinlemek ba­ hanesi ile evden sıvışarak Kaban gölü sahilinde gece gezintisi yapar­ lardı. Fakat içlerine çocuk olsa dahi erkek almıyorlardı. Bir gece kı­ yafetimi değiştirip kızlar gibi giyindim ve kızlar kafilesine karıştım. Kızlann böyle gece gezintisinde neler yaptıklarım öğrendim. Bidayette beni kimse tanımadı. Nihayet sonradan anlaşıldı ve foyam meydana çıktı zannederim.. Bir gece hakikaten teravih kılmağa gitmiştim. Buhara’da ulûmu diniye tahsil, ederek yeni gelmiş tüccar zade bir genç hatim ile teravih kıldırıyordu. Namaz o kadar uzun sürdü ki, iftarda pek az yemek yediğimden karmm fena halde acıktı.” ‘ ‘İlkbaharda valide ile Nurlat köyüne gidip geldiğimizi hatırlıyorum. Bu köyde validenin mürit olduğu âmâ bir şeyh vardı. Fahreddin Haz­ ret denilen bu zat gayet iyi ve mültefit idi. Evinden misafir eksik ol21


nıazdı. Ekserisi civar köylerden gelen köylüler idi. Şeyhi memnun et­ mek için para da verirlerdi. Bir gün şeyhin yanmda adanılan yoktu. Çay hazırlamak vazifesi bana düşmüştü. Köylüler gider iken şeyhe para verdikleri zaman beni de çömez zannederek elime bir kaç kapik tutuş­ turmuşlardı. Kazan’a döner iken vapura biımıiştik. Biletimiz vardı. Fa­ kat diğer masraflara tekabül edecek paramız yoktu. Valide para çan­ tasını köyde unutmuş. Hatırıma sadaka parası geldi. Bunun ile karnı­ mızı doyurduk. Bir taraftan da gülmeden kırılıyorduk. Geceyi Volga nehrinde işleyen Samaliut kumpanyasının vapurunda geçirdik. Sabalı^ leyin erkenden sisli bir havada Kazan’a yetiştik. Sis dolayısiyle vapu­ run sık sık çaldığı düdüğünün keskin sesleri hâlâ hatırımdadır.’.’ “ Kazan’ın yazlık tiyatrosu, belediye âzası olarak memleketin ima­ rına çok hizmet eden Apanay Türk ailesine ismi izafe edilen büyük bahçededir. Yunus(of)lar Şimal Türklerinin yetimleri menfaatine bu­ rada bir temsil vermişlerdi. Yetimlere mahsus mektebin fahri müdürü bulunan Mulıammed Rahim anıca ile beraber ben de tiyatroya gitmiş­ tim. Oyun, meşhur Rus edibi Kont Lev Tolstoy’un ‘Hacı Murad’ ope­ rası idi. Mevzuu Kafkas Türklerine ait olan oyunu, ihtimal ki Rusçayı iyi bilmediğimden dikkatle takip edeıneditn. Kaç perde olduğunu da ha­ tırlamıyorum. Lâkin daha sonra Kazan’m büyük tiyatrosunda iWahıcihan teyze, valide ve diğer bir kaç kişi ile beraber görmüş olduğumuz operayı iyice hatırlıyorum. Çünkü tiyatroya gitmezden bir gün evvel Fatma piyanosu başına geçip (seyredeceğimiz) operanın parçalarım ba­ na çalmış ve mevzuunu uzun uzadıya izah etmişti. Bunun için oyunu dikkat ile ve anlayarak takip edebildim. Şimdi de hatırımdadır. Çar İvan’m aldatmış ve zulüm etmiş olduğu lehliler tarafından sık bir or­ manda nasıl katledildiği hâlâ gözümün önündedir. Yeni çar Mihail’in tahta cülusu da hatırımdan çıkmıyor. Bundan sonra da büyük tiyatro­ daki oyunlardan bazılarına gittik. Fakat mevzularına dikkat etmedi­ ğimden hatırlayamıyorum. ’ ’ ■■Umum Rusya müftüsü Kazan'da bulunduğundan, şerefine Gene­ ral Şamil bir ziyafet çekmişti. Büyük salonda erkekli kadınlı bir çok yabancı simalar vardı. İçlerinden yalnız müftünün kızı ile kayınvali­ desini tanıyordum. Gelen kadınlar erkeklerden kaçmadıklaruidan bunları rus zannediyordum. Avluya nazır balkonda gençler toplanmıştı. ‘Türk yavrusu’ diye benimle alay ettiler. Başımda fes vardı. Rusçayı beceremiyordum. Tatarçayı da serbestçe konuşamıyordum. Fena halde ca­ nım sıkıldı. Sofrada canımın sıkıntısı devam ediyordu. Çorbanın yamhda getirdikleri börek gayet gevrek olduğundan, biraz sıkıca tutmam 22


ile parçalandı ve içindeki kıymalar yanımda oturan müftü kızmm ağır ipekli fİsıanma fırladı. Bu hadiseden son derecede urandım, yerlere gir­ dim. Hâlâ aklıma geldikçe müteessir olurum. Akraba ve taallûkatın ısrarı üzerine bizim babalığı da İstanbul’dan çağırtmışlardı. Ben de is­ tikbaline çıkmıştım.” “ Ramazan geçtikten sonra validem hastalığı dolayısiyle tahammür etmiş at sütükmıız ile tedavi edilmek üzere Başkurt sayfiyelerinden bi­ rine sitmese karar vermişti. Beni de yanına aldı. Aricadaş olsun diye ortanca dayimı da aldık. Dayım av meraklısı olduğundan çiftesini, ta­ zısını ve bir hizmetçi çocuğu da yanına almıştı. Gideceğimiz yer Ufa vilâyetinde Devleken köyü idi. Ufa şehrine kadar Volga ve sonradan Kama nehirlerinden \-apur ile gidilecek ve sonradan trene binilecek-

............................................................................................................ ‘ ‘Ufa şehrine geldiğimiz zaman burasını Kazan kadar muntazam bul­ madım. Bir otele indil;. Geceleyin parkta gezindik. Ertesi gün Başkurt­ ların k öw ne gidecek idik. Lâkin nasıl olmuş da dayım Milord ismini verdiği Lvırcık tüylü, koyu sarı renkli köpeğim kaybetmiş. Fena hal­ de keyfi kaçtı. Bunu aramak için Ufa'da fazla kalmağa mecbur olduk. Hedefimiz Devleken köyü şimendifer güzergâhından iki verst uzakta idi. Ahalisi kâmilen Başkurt ve müslüman idiler. Dim nehri köyün ya­ nından akıyor. K ö w hâlâ iyi hatırlıyorum. Kancalus isminde bir Baş-' kurtun evini kiraladık. Köyde bizden başka yabancı olarak kımız iç­ mek için iki üç nıs ailesi gelmişü.” ......... ................................................... ‘ ‘Başkurtlar arasmdaki hayatımı kâh dayımla Balkan dağım ve Acılı gölü ve etrafı gezmek yahut valide İle Dim nehrinde balık tutmakla geçirdim. En bü\1ik zevkim her gün temaşa ettiğim lâtif tabiî manza­ raların resimlerini yapmak idi. Filvaki köye iyi kitaplar dahi getirmiş­ tim. Fakat bunları okumak hiç nasip olmadı.” ...................................... “ Biz Devleken köyünde iken umum Rusya müftüsü Sultan Abdülaziz iki defa bizi ziyarete geldi. Biz de avdette Ufa'da müftülük makammı ve kadılardan mürekkep dinî mahkeme dairesini ziyaret etmiştik, ’ ’ “ Ufa’dan vapura bindik. Fakat Kazan’a gitmeyip evvelâ Nljni Novgorod’a ve oradan da Kaslmof şehrine gittik. Nijnl Novgorod’un Mekerce (Makariy) panayırı zamanı idi. Panayıra ait hâtıralarım çok de­ ğildir: Şehrin ünamı Semerkantlı mollanın ailesi olacak, bir kaç kadmla mağazaları dolaştık. Panayır münasebetiyle buraya gelen Yusuf am­ camı da ziyaret ettik. Moskova manzarasını gösteren bir tablo satın aldım. Yakup amcamm mağazasım da ziyaret ettik. Kendisi yokm. Ma­ ğazanın üst katına çıktık. Bir kaç genç işaret ediyorlardı. E w elce hiç 23


görmediğim bu adamlarm aralarından birinin halazadem ve diğerinin akrabamız Akçurin’lerden biri olduğunu muahharen öğrendim. Pana­ yırdaki at cambazhanesini, canlı heykelleri, tiyatroyu seyrettik.” “ Nijni Novgorod’da bir kaç gün kaldıktan sonra küçük bir vapur ile Kasimof şehrine gittik. Vaktiyle Kasım Han’ın kurduğu hükümetin merkezi olduğu için şehrin adı Ruslar tarafından bu hükümdarın na­ mına izafe edilmiştir. Fakat alelûmum Şimal Türklerl bu şehre Han Kermen derler..................................................Kasimof şehri şimdi bir Rus mu­ tasarrıflığının merkezidir. Şehir büyük bir şey değildir. Şehir içinde Ka­ sım hanlarından kalmış bir hayli âsar mevcuttur. Bunlardan muahharan tamir görmüş bir cami ile iki türbeyi gezdim ve gördüm. Kasimof şehrinde bir hayli Türk vardır. Şehrin civarındaki köylerin de-^oğu (Kasim Tatarları ödenilen) 'Türklerdir. Bunlar diğer şimal Türklerinin bir kısmını, teşkil eder. Fakat şive ve irfan bakımmdan bir hayli fark vardır. Şive­ leri seri ve muhtasar olduğundan diğer Türkleri çabuk anlayamazlar. Uzun müddet Rusiarıh arasında dost ve müttefik olarak yaşadıkların­ dan garp medeniyeti ile sıkı temasta bulunmuşlardır. Bu itibar ile aralarmda Rusça ve Fransızca taammüm etmiştir. Ticaretin ve sanayiin" usullerini iyi bilirler. Bütün Rusya’da otelcilik ve lokantacılıkbu unsunm inhisarı altındadır.............................................Kasimof’ta bir kaç hafta kaldık. Davetli olduğumuz ziyafetlerde yediğimiz leziz yemeklerin ta­ dı hâlâ damağımdadır. Etraftaki Türk köylerini de gezdik. Buradan ay­ rılır iken iskelede hüngiır hüngür ağlamışım. Fetersburglu Maksudof ailesinin hediye etmiş olduğu Rusça kitapları okuyarak vapurda biraz teselli buldum. Vapura biner iken yanımıza genç bir Rus kadını terfik ettiler. Gönül rızası ile İslâmiyeti kabul ederek Türk camiasına giren bu Rus kadının, kendisini tanıyan muhitte kalmâsım Kasimof Türkleri tehlikeli görmüşlerdir. Çünkü bir Rusun ve hıristiyanın kendi dileği ile olsa da İslâmiyeti kabul eylemesi kanunen şiddetle memnudur. Kadı­ nın müslünıan kalmasını temin için İstanbul’a kadar götürülmesini mu­ vafık görmüşler ve her türlü masrafını temin etmişlerdir." Kasimof’tan vapur ile doğruca m askatrre’sim Simbir şehrine git­ tik. İstanbul’a gitmezden evvel validem ve Abdürrahim buradaki her türlü ilişkileri tesviye etmeğe lüzum görmüşlerdir. Burada iken Züye köyündeki emlâkimizin işlerini yoluna koymak için buraya da gidip gel­ dik. Buradaki akraba arasındaki görüşmeler hep emlâk, fabrika ve iş üzerinde idi. Pederden ve büyük pederden burada kalan eşyayı sattık. Yadigâr olarak eski ok ve yay, kalkan, kılıç, gürz ve süngü gibi silâh­ ları yanımızda alıkoyduk. Bu silâhlar bana okuduğum Türk destanla24


rındaki kahramanlıklan hatırlattı. Kendim de bu silâhlan kuşanarak arasıra eski kahramanlıkları taklit ettim. Bana mükemmel meşguliyet ve eğlence oldu.” “ Simbir’den İstanbul’a döndük. Yammızda Kasimof’tan bize ter­ fik edilen genç Rus kadım da vardı. Yolda bu kadm Kasimof’un baş­ papazı ile evli olduğunu ve kendisinden ve hıristiyanlıktannefret etti­ ği için İsiâmiyeti kabul ettiğim anlattı. Kadmm yanında bir çocuk da vardı. Admı Hidayet koymuşlar. Rus papazımn karısmı ve çocuğunu Müslüman ve Türk olarak göstermek ve Türkiye’ye gitmek üzere pa­ saport alm ak kolay olmadı.' Odesa’da bu mesele bizi hayli oyaladı.” ............................................................................... “ Pasaport işi bittikten sonra vapura atladık. Eve geldik... Tekrar eski Rüştiyeye verdiler... Rüştiyede bir seneyi kaybetmiştim. Tekrar üçüncüye girdim. Eski arkadaşlarımdan ibkaya kalanlardan başka ta­ nışık kimse yoktu. Mektebm idare ve talim heyeti de çok değişmiş idi. Eskilerden pek az kalmıştı. Tedris usulü de değişmemiş idi. yalnız bir müzakere usulü icat edümişti. Her sıradaki talebe bir takım sayüırdı. Her takımın başında bir çavuş vardı. Her sıraya bir tahta tahsis edil­ mişti.” ‘ ‘Her derste bir saat kadar süren bu müzakerede çavuş âdeta mual­ lim vazifesini görürdü. Dersi okur, okutur ve öğretirdi. Talebenin yanlışlannı çıkarır ve çalışmayaniarm adlarını muallüne verirdi. Muallim dahi arasıra takımları yoklar ve çavuşlarm vazifelerini hakkiyle yapıp yapmadıklarım kontrol ederdi. Çalışkanlar'için* teşvik ve gayretlerijçm yardım olan bu usulü çok beğenmiştim. Halâ devam edip etmediğimi bilmiyorum.” ■ •‘Rusya seyahatinden vücutça ettiğim istifade kadar, belki daha ziya­ de fikren müstefit oldum. Çalışmamın lüzumunu anladım. Bu anlayış nasıl idi? Onu katî olarak söyleyemez isem de, mektebe girer girmez fevkalâde çalışmağa başlayışımda bu istifadenin ve idrâkin dahli olduğunaf^üphe yoktur. Sınıfa gelir gelmez ilk sözüm başçavuş ile çavuş­ larm kimler olduğunu sormak olmuştur. Kimler olduğunu öğrendikten sonra katî bir tavır ile bundan sonra başçavuş' ben olacağım demişim. Bu sözleri kendim hatırlamıyorum. Fakat arkadaşlar her zaman tek­ rar ederler. Bu zamana kadar fikri rekabet taşır mıydım, yok mu? Kes­ tirme cevap veremedim. Yalnız bu zamandan itibaren rekabet hevesi bende şiddetle uyanmıştı. Beiki eski arkadaşlarımın Rusya seyahetinmin uzun sürerek derslerimi ihmal ettiğimi söyleyerek beni utandu:mış olmaları bende gayret uyanmasma bir saik olmuştur. Rusya’da .

25


öğrendiklerimden yalnız Zahit Beyin verdiği Fransızca derslerin fay­ dasını gördüm. Diğer dersleri kendi gayretim ile yetiştirdim. Bidayette çalışkan bir efendi olan Yusufpaşalı Zihni ile birlikte çalıştık, sonra­ dan yalnız başıma çalıştım. Maahaza hangi çocuk hangi dersi iyi bilir ise bundan istifade etmekte kusur etmezdim. Ben çalıştıkça arkadaş­ ların da gayreti artıyordu. Artık müsabaka başlamıştı. Sene sonu imtihanlarmda ikinci çavuş oldum. Eğer Fransızcadan 4 0 yerine 45 nu­ mara alsaydım, smıfm birincisi olup rakibim Tahsin efendiyi mağlûp et­ miş olacaktım.” "Seyahatten iyi şeyler getirmiş olduğum gibi fenalarmı da getirmiş­ tim. Herkesin bana bunu vermesinden serkeş ve mağrur olmuştum. Arkadaşları istihkar ve hattâ tahkir ederdim. Başçavuşa da yapmadı­ ğım kalmamıştı.................................... Meslek merakım da değişmişti. Ar­ tık ne eczacılık ne de ressamlık kalmıştı. Nedendir kimyager olmayı kurmuştum. Bahçedeki nebatları toplayıp kaynatıp, kâselere taksim ederdim. Üzerlerine tabaklar kapatırdun. İşi ilerleterek gül sirkesini bile yaptığımı hatırlıyorum.”

6. Yusuf Akçura Harbiye talebesi (1 8 9 2 -1 8 9 6 ) Tutuklanarak Trablus Garb’a sürülmesi (1897) Yusuf Akçura İstanbul’a dönünce 18 9 0 sonbaharında Askerî Rüştiye” nin yine üçüncü sınıfına girerek tahsiline devam etmiş ve dör­ düncü sınıfı tamamlayınca 189 2 sonbaharında Harbiyeye kabul edil­ miştir. 1 8 9 3 -1 8 9 4 yıllarına raslayan Harbiyenin ikinci sınıfında iken tevkif edilerek cezaya çarptırılmıştır. Ceza müddetini bitirdikten sonra Harbiye IVlektebinin ikinci nazın Rıza Paşa Yusuf’u yanma çağırarak, sınıfin en çalışkan talebelerinden olduğu için tahsiline devam eyleme­ sine müsaade edildiğini söylemiş, fakat ikinci defa böyle bir harekete cesaret eylediği takdirde mektepten mutlaka tardolunacağmı kati bir dille ihtar eylemiştir. Birinci tevkifi zararsızca geçiren Yusuf d^^sierine^son derece dikkat ve gayret ile tahsiline devam etmiştir. 1 8 9 6 ’da Harbiye Mektebini bitirerek erkânı harb sınıflarına ayrılmıştır. Fakat bu hadiseden bir kaç ay sonra tekrar tevkif edilmiş ve Yıldız Sarayı’nda sorgusu yapılarak Taşkışla Divanı Harbi’ne sevkedilmiştir. Onun tevkif edilmesine sebep, o zamanki hükümetin, fikirlerini açık­ ça söyleyen Yusuf Akçuıa'nın Avrupa’da bulunan “ Genç Türkler” ce­ miyeti ile ilgili sayması ve onlarm bir propaganda aleti olduğundan şüp­ helenmesi idi. Halbuki o hiçbir cemiyete bağlı değildi, fakat Türk mille­ tinin tarihteki haşmeti ve yer yüzünde bugünkü yayılışı üzerine gittik26


çe genişleyen bir bilgi sahibi olmuş, millî varlık ve büyüklüğün tekrar kazanılması için hürriyet ve terakkiye ihtiyaç duyulduğunu öğrenmiş ve anlamış bulunuyordu. Bunları öğrendikçe kabma sığamıyor, taşıyor, meseleleri muhakeme etmeden ve fikirlerini söylemeden de yapamıyordu. Yusuf Akçura “ Türk Yılı” nda kendi hayatmdan bahsederken (S.^ 3 9 6 -4 1 2 ) biraz şuurlu Türkçülüğün Harbiye Mektebi sıralannda başladığma işaretle şöyle diyor: "O zamanlar, yani Yunan harbi n e fe ­ sinde, Necip Asım Beylerin, Veled Çelebi Efendilerin Bursalı Tahir Bey­ lerin Türkçülüğe müteallik risale ve makalaleri intişar etmekte idi. İs­ mail Bey Gasprinski’nin ‘Tercüman’ı da bir aralık İstanbul’a gelip da­ ğılıyordu.” Yusuf Akçura’mn bu zatlann eserlerinden ilham aldığı şüp­ hesizdir. Bu tesirlere eski Türklük ve Orta Asya Türklüğü fikirleri de. ilâve olunmalıdır. 1 8 8 9 -1 8 9 0 ’larda yapmış olduğu “ baba yurduna” ilk seyahatmdan sonra, Harbiye talebesi iken de bu seyahatleri.bir kaç defa tekrarlamış ve yaşı ilerledikçe bu seyahatlerm onda bıraktığı te­ sirler daha köklü olmuş ve sağlamlaşmıştır. Bu seyahatlerin de, yol üze­ rinde bulunan Kınm’m Bahçesaray'm a uğrayarak eniştesi İsmail Gaspıralı’yı ziyaretle ondan feyz almış, Kazan Tatariarmm yenileşme ha­ reketi öncülerinden Şehabeddin Mercanı (1 8 1 8 -1 8 8 9 ) ile sonraları Alimcan Barudiyi (1 8 5 7 -1 9 2 1 ) Kayyum Nasirî’yi (1 8 2 5 -1 9 0 2 ) de zi­ yaret etmiştir. Bilhassa amcaiarmdan İbrahim Akçura ile onun zingüı kütüpnanesinde yaptığı görüşme ve tartışmalar onda çok faydalı derm izler bırakmıştır. İbrahim Akçura, bir kaç modern batı dUi ile eski ve yeni Türk şivelerini biliyor ve bu meyanda eski Uygurcayı da oku­ yup yazabilen bir zattı. Yusuf Akçura 1 8 9 5 ’te İstanbul’da vukubulan büyük zelzelede çok sevdiği annesini kaybetti. Bu hadise hakkmda biribirinden farklı bir­ kaç rivayet vardır. Bazıianna göre Bibi Kamer Banu Hamm çöken bal­ konun altında kalmış, Elmet'te çocukken duyduğum rivayete göre de evden koşup çıkarken bahçe kapısımn üzerindeki taşm düşmesi neti­ cesinde öhnüştür. Emel Esin Hanımm bana verdiği bir notunda ise şun laryızılıdır: “ Babamdan duyduğuma göre, o yıl büyük zelzelede, evin kapısından çıkarken kapı y iılm ış ve vefat ejmiş. Evlâtlık kızı kurtar­ mak için eve geri girmiş imiş” Yusuf Akçura daha mektup sıralarmda iken yazı yazmaya da baş­ lamıştı. İlk basılan makalesi, Türklüğün iki kolunu biribirine tamtmak yolunda yazdığı Şehabeddin Mercanî’nin hal tercümesidir. Bu makale “ Musavver Malûmat'^’gazetesinin9 Ramazan 1 3 1 4 (11 Ş u b â t4 8 9 7 ) 27


xH ni.ciId, 6 9 . sayısında basılmış ve 1 9 1 5 ’te Kazan’da yayınlanan “ Mercanı” armağanına da alınmıştır. Fakat aym tarihlerde yazılan “ K^yyum Nasirî” hakkındaki makalesi ise basılmamıştır. Erkânı Harbiye Mülâzinii Sanisi (Üsteğmen) rütbesi ile tevkif olun­ duğu zaman, Yusuf’un sınıf arkadaşlarından Ahmed Ferid (Tek)Bey de onunla beraber bulunuyordu. Tevkif edilerek Taşkışla Divanı Harbinıe sevkedilenlerin sayısı onlarla birlikte 8 4 ’ü bulmakta idi. Bunlar, II. Abdtilhamid'in bir iradesiyle topluca Fizan’a sürülmek üzere 28 Ağustos 1 8 9 7 ’de Trablus Garb’a gönderildiler. Ancak Trablus Garb Vilâyeti hâzinesinde 84 kişinin Fizan’a şevki için yeterli para buluna­ madığından, bütün menfiler şehrin eski kalesinde hapsolundular. Faî^ t bu mahpusluk uzun sürmedi, Avrupa’daki “ Genç Türkler" ile Os­ manlI Sultam arasında yapılan anlaşmanın bir maddesine dayanılarak kurtulabildiler. Yusuf Akçura da böylece şehir içinde serbest hareket edebilmiş, askeri rütpesi iade olunmuş, bir müddet Erkânı Harbiye kaleıtıinde çalışmış ve livalarda öğretmenlik de yapmıştır.

7. Yusuf Akçura Paris’te (1899-190 4 ) 1 8 9 9 yılında Yusuf Akçura iki arkadaşı Ahmet Ferid ve Zühtü ile anlaşarak binbaşı Şevket Beyin yardımiyle Tunus’a kaçarlar ve tah­ sillerine devam edebilmek için Avrupa'ya geçerek aynı yıl Paris’e ula­ şırlar. Yusuf Akçura Paris’te ilk görüştüğü kimselerden biri olarak Dr. Şerafeddin Mağmumî’den sitayişle balısetmekte ve onun Osmanlı Dev­ letinin geleceği hakkındaki sözlerinden ilham aldığım açıkça belirtmek­ tedir (Türk Yıh S. 3 9 9 ). Yusuf Akçura ile Ahmed Ferid vakit geçirmeden Ecole Libre des Scien ces Folitiques (Siyasî Bilimler Serbest Okulu)na kaydolunarak Albört Sorel. Emile Boutmy, Anatole Leroy-Beaulieu, Tlıeophile FunckBrentano gibi tanınmış hocaların derslerine devam etmişlerdir. Yusuf Akçura siyaset dışında felsefe, sosyoloji, tarih ve filoloji konulan ile de yakından ilgileniyor ve Sorbonne'daöğleden sonraki dersleri de ta­ kip ediyordu. Durkheım, Levy-Bruhl„ Seignobos, Espinas, Tard6, Hauınant v.b.ın derslerinde çok defa Sadri Maksudi ile beraber bulunur­ lardı. Yusuf Akçura’nın güney ve kuzey Türklüğü muhitinden aldığı bilgi ve görgülere ve Türk kültür tarihine ait eserlerden öğrendiklerine Avrupa ilim muhitinden kazandıkları da eklenince, siyasî ve İçtimaî fikir ve muhakemesi daha büyük açıklık kazandı ve böylece milliyetçi­ liği ve Türkçülüğü siyasî sahada da düşünmeye ve okulu bitirir bitir­ mez bu fikirlerini tatbik sahasına koymak düşüncesiyle aktif olarak ça28


lişmalara katılmaya da başlamıştır. Paris’te tahsiline devam ederken Yusuf Akçura “ Genç Türkler” muhitine de gider gelirdi.Bu esnada bir kaç makale de neşretti: Ahmet Rıza tarafından çıkarılan “ Şura-i Ümmet” gazetesinde basılan Türk­ çe makaleleri ile "M eşveret” gazetesinde çıkan “ Midhat-Pacha. la Constitution Ottomane et 1 'Europe” adlı Fransızca yazısı bu cümle' dendir. Türkçe makaleleri sonradan toplu olarak İstanbul'da tekrar ba­ sılmıştır: ‘ ‘Eski Şuıa-i Ümmet’te çıkan makalelerimden” , İstanbul Ta­ nın Matbaası 1 3 2 0 (1 9 1 3 ). Bu broşürde Yusuf Akçura’nın şu konu­ lar üzerine yedi m akelesi bulunm aktadır: Başlanğıç-KaderGluhovski’nin nutku üzerine mutalâa-Bir tavsiye- Şark meselesine dair -Nur ve zulmet- Rus ihtilâline dair. Yusuf Akçura, hayatının bundan sonraki devresinde millî mesele­ lerde çok defa birlikte çalıştığı Sadri Maksudi (Arsal) ile de ilk defa Pa­ ris’te karşılaşmışttr. Hukuk tahsili için 1 9 0 2 ‘de Kazan'dan Paris’e gelen Sadri Maksudi, Fatih Kerimi'den getirdiği mektubu teslim etmek vesi­ lesiyle onu arayıp bulmuş ve böylcce arkadaşlık, dostluk ve müşterek çalışmaları Yusuf Akçura'nın ölümüne kadar sürmüştür. Daha talebilik hayatı esnasında yapmış oldukları en önemli müşte­ rek çalışma, İsmail Gaspırah’nm 1 8 8 3 ’te Kırım'da çıkarmaya başladı­ ğı “ Tercüman” gazetesinin 20.yılı dolayısiyle bir jübile tertibine ön­ derlik etmeleri olmuştur. Bir gün Yusuf Akçura, eniştesi İsmail Gaspırab'dan aldığı mektuptan, bir kaç ay sonra “ Tercüman” gazetesini çıkarmaya başladığının yirminci yıldönümü olacağını öğrenir ve tale­ be lokantasmda Sadri Maksudi’yi arayıp bularak meseleyi açar: “ Başka millette olsaydı, bu münasebetle bir jübile yapılırdı” der. Sadri Mak­ sudi: “ Biz de yapaüm” diye cevap verir ve bu suretle işe girişirler. Haber mahiyetinde müşterek bir metin hazırlanarak, Cenevre’de Yusuf Akçura’nın menfa arkadaşı Mahir Said’in matbaasında bastırılır ve yüz kişiye postalanır. Bu teşebbüsten İsmail Gaspıralı’yı da haberdar ederler. 27 sayfalık ince kâğıda basılmış bu küçük broşür, İsmail Gaspıralı ve Tercüman için bir jübile yapılması lehinde müspet bir cereyan ya­ ratmış ve 190 3 ilkbaharında Bahçesaray’da, “ Tercüman” ın 2 0 . yıl­ dönümü doiayısiyle her taraftan gelen misafir ve nıümessilletin katılmasiyle parlak' bir tören tertip edilmiştir. Bundan sonrasını Sadri Maksudi’den dinleyelim: “ Bu tören ve top­ lantı, Rusya Türklerinin ilk millî kongresi mahiyetini aldı. Bu içtimâda türlü vilâyetlerden gelen münevver Türkler, ilk defa olarak, Rusya’ya 29


tâbi Türkleri alâkadar eden millî meseleler, millî kültürü yaşatma ça­ releri ve Çarlarm nıslaştırma siyasetiyle mücadele için almması lâzım gelen tedbirler hakkında görüşmüş oldular. Tercüman’m jübilesi Rus­ ya Türklerinin millî uyanış tarihinde yer alan bir vak ’a oldu. Bazan küçük, mütevazı teşebbslerden mühim neticeler doğar. Bizim Yusuf Beyle ilk müşterek işimiz de bu türlü bir teşebbüs oldu: Memleketle­ rinden uzakta yaşayan iki talebenin^ bir teşebbüsünden millî kongre doğdu ve bu kongreden sonra Rusya Türklerinin, milliyetlerini muha­ faza yolunda teşkilâtlı bir surette mücadelesi devri başladı. Bu ilk kong­ reden sonra kongreler, birbirini takip etti” (Türk Kültürü 1 7 4 , Nisan 1 9 7 7 , s .3 0 -3 1 ). Yusuf Akçura 1 9 0 3 ’te Paris'tekf tahsilini tamamladı ve hazırlamış olduğu ■‘Essai sur 1 ’histoire des Institutions de 1 ’Empire Ottomane’ ’ (OsmanlI İmparatorluğu müesseseleri tarihi üzerine bir tecrübe) adlı bir tezle üçünciûükle mezun oldu. Akçura bu eserin “ Giriş” in3e Osmanlı Devleti müesseselerinin esas kaynaklarmdan olan Türk ve İslam hu-' kuklan üzerine kısa bilgj verdikten sonra, asıl metinde, eski rejim ve yeni rejim diye ikiye ajhrdığı Osmanlı müesseseleri tarihinin ana hatlannı açıklamaya çalışmıştır. Son kısımda ise Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmaktan korunması için mevcut müesseselerin ne yolda de­ ğişme ve geliştirilmesinin uygun olacağına dair şahsî nazar ve mutalâalarmı belirtmiştir. Bu eserin, Akç^raoğIu’nım o zamanlar siyasette milliyet meselesine bakışım ortaya koyması bakmundan ehemmiyeti vardır.

8. Yusuf Akçura tekrar Kazan’da (1904) Üç tarz-ı siyaset Osmanlı Devletinm sınırları kendisme kapalı olduğundan, Kazan’a akrabalannm yanına döndü ve Akçuraoğullanmn menşe yeri olan ‘ ‘Züye Başı” köyünde amcası Yusuf Beyin yamnda bir müddet kaldı. Bu yıllarda kuzey Türk-Tatar dünyasında yenileşme hareketleri oldukça ilerlemiş olup, pek çok matbaa açılmış, kitap ve risaleler basılmakta idi. Fakat Rus hükümeti Türkçe-Tararça matbuata, siyasî gazetelerin çıkarılmasına müsaade etmiyordu. Bu yüzden Yusuf Akçura m akale-' terini Rusya ve Türkiye dışındaki gazetelere yollamak zorunda kalıyordu. •''Züye Başı’ ’ köyünde iken, 1 9 0 4 ’te Kahire'de çıkan “ Türk” gazete­ cine “ Üç tarz-ı siyaset” adlı makalesini.yazıp gönderdi. Bu makale, ‘l'Türk” gazetesinin 2 4 ,2 6 ve 2 7 . sayıiarinda (14 Nisan, 28'N isan, 5


Mayıs 1904) yayınlandı ve sonra Aii Kemal ve Ahmed Ferid tarafından verilen cevaplarla birlikte Kahire’de (1907,M atbaa-i tçtihad, 8 0 s.), İstanbul’da (1 3 2 7 , Matbaa-i Kadir, 64 s.) ve Ankara’da (1976,T ü rk Tarih Kurumu, 5 5 s. E.Z.Karal’ın önsözü ile) bir risale şeklinde tekrar basıldı. “ Türk” gazetesinin başyazarı Ali Kemal “ Cevabımız” baş­ lıklı yazısı ile Yusuf Akçura'nm makalesine saldırgan ifadelerle muka­ bele etmiş, o sıralarda Mısır’da bulunan eski arkadaşı Ahmed Ferid de, konuyu biraz daha derinleştirerek, bazı noktaları kabul ve bazüarmı reddetmek suretiyle tamşmalara katümıştL Yusuf Akçura’nm en mühim eseri olan “ Üç. tarz-ı siyaset” adlı bu araştırmasmda, ilk defa siyasî sahada Türkçülük meselesi, bütün açıkhg! ile eie almmış, Osmanlı Devletinin takip ettiği veya takip edebile­ ceği üç s iy ^ î yoldan: -Osmaniıcüık, -İslâmcılık ve ^Türkçülük konulan müspet ve menfi yönleri ile incelenerek açıklanmış bulunu;■yordu. .V Yusuf Akçura bu makalesinin “ Giriş” kısmmda şöyle diyor: “ Memalik-i Omaniye’de, garptan istifaze ile iktisab-ı kuvvet ve terakki arzuları uyanalı, belli başh üç meslek-i siyasî tasavvur ve takip (eb u cher) edildi samyorum: Birincisi Hükümet-i Osmaniye’ye tâbi mileli muhtelifeyi temsil ve tevhid ile bir ’Millet-i Osmaniye’ vücuda getir­ mek; İkincisi hakk-ı hilâfetin Devlet-i Osmaniye hükümdannda olmasmdan istifade ederek, bütün İslâmları hü k M et-i mezküre idaresinde siyaseten birleştirmek (Frenklerin Panislam ism e dedikleri)-üçüncüsü u:k üzerine müstenidbir “ Türk milliyet-i siyasiye (Panturguisme) teşkil etm ek.” Böylece 'Üç türlü siyaset yolu’ kısaca takdim edildikten sonra herbirinin ayn ayn incelenmesine geçilmektedir. Önemli olarak, Yusuf Ak­ çura ‘Ttırkçülük’ siyaseti hakkmda o yıllarda şöyle diyordu: “ Irk üze­ rine müstenid bir Türk milliyet-i siyasiyesi husule getirmek fikri pek yenidir. Gerek şimdiye kadar Osmanlı Devletinde, gerekse gelip geçen diğer Türk devletlerinde bu fikrin mevcut olduğunu zannetmiyorum. Şu muhaklcak ki son zamanlarda İstanbul’da Türk milleyeti arzu eden bir mahfil, siyasî olmaktan ziyade İlmîbir mahfil teşkil etti.Şemseddin Sami, Türkçe şiirler müellif-i muhteremi. Necip Asım, Veled Çelebi ve Haşan Tahsin bu mahfilin göze görünen azası olup, 'İkdam' bir derceye kadar mürüvvec-i efkârlarıdır.” ................. 31


“ En çok Türklerle meskûn Rusya’da Türklerin birleşmesi fikrinin pek müphem bir surette vücuduna kailim. Henüz doğmuş olan İdil Edebiyatı’ müslüman olmaktan ziyade Türkrür. Tazyikat-ı hariciye ol­ masa bu fikrin sühuletle neşvünemasma memalik-i Osmaniyeden faz­ la müsait muhit. Türklerin en kesretli bulundukları Türkistan ile Yayık ve İdil havzaları olurdu. Kafkasya Türklerinde bu fikir mevcut olsa ge­ rek, Azerbaycan’a Kafkas’m tesir-i fikirîsi olmakla beraber, şimalî İran Türklerinin ne dereceye kadar ittihad-ı Etrak taraftan olduklarını bilmiyorum” ................... Makalenin ikinci kısmında bu üç siyasetten hangisinin nafi ve kabil (faydalı ve mümkün) olduğu araştırılarak şöyle denmektedir: “ .. .Ben OsmanlI ve müslüman . bir Türküm, binaenaleyh Devlet-i Osmaniye, İslâmiyet ve bütün Türkler menfaatma hizmet etmek istiyorum. Lâkin siyasî, dinî ve nesebi olan bu üç cemiyetin menafii müşterek midir? Yani birisinin kuvvetlenmesi, diğerlerinin de kuvvetlenmelerini mucip olur mu?” diyor ve üç cemiyetin menfaatlarını karşılaştırarak şu ka­ rara varıyor: “ Her üç cemiyete mensup bir şahıs Devlet-i Osmaniye menfaatma çalışmalıdır. Lâkin Osmanlı Devletinin menfaan yani iktisabI kuvvet etmesi bahsimizin mevzuunu teşkil eden üç tarz-ı siyasîden hangisini takiptedir ve bunlardan hangisi memalik-i Osmaniye’de ka­ bili tatbiktir?” . Makalenin üçüncü ve son kısmmda bu suallere cevap arayan Yusuf Akçura, ’Osmanlı milleti teşkiü’ gayesiyle yapdan tecrübeleri, buna karşı çıkan iç ve dış engelleri anlattıktan sonra şöyle diyor: “ Bina­ enaleyh, zannımca artık Osmanlı milleti vücuda getirmekle uğraşmak, beyhude bir yorgunluktur........ ” . Bu suretle ’OsmanU milleti vücuda getirmek’ siyaseti bir kenara atıl­ dıktan sonra, makalede “ İslâm birliği” ve “ Türk birüği” fikirlerinin tartışmasına geçiliyor ve yazann bu iki siyasetten birini diğerine ter­ cihte tereddüt ettiği,görülüydr. İslâm birliği fikrinde iç engeller pek önemli değilse de, dış engeller çok kuvvetlidir, Osmanlı Devletinin “ İs­ lâm birliği” siyasetini tatbike kaikişmasma, hıristiyan devletler belki de başarı ile karşı koyabilirler, diyor. Akçura’nm fikrine göre “ İslâm dini Türk milletinin teşelckülünde mühim bir unsur olabilir. İslâm Türk­ lüğün ittihadmda son zamaınlarda Hıristiyanlıkta olduğu gibi içinde mil­ liyetlerin tahaddüsünü kabul edecek vecihle tahavvül eylemelidir. Bu rahavvül ise hemen hemen mecburîdir de. Zamanımız tarihinde görü­ len cereyan-ı umumi ırklardadır. Edyan, edyan olmak haysiyetiyle git­ tikçe siyasî ehemmiyetlerini, kuvvetlerini zayi ediyor. İçtimaî olmak32


tan siyade şahsüeşiyor. Binaenalyh, edyan ancak ırklarla birleşerek, ırklara muavin ve hadim olarak ehemmiyet-i siyasiye ve içtimaiyesini muhafaza edebiliyor ” . “ Tevhidi Etrak” (Türklerin birleştirilmesi, Türk birliği) siyasetinin pek çok faydaları da olacağmi' belirten Yusuf Akçura’mn yukarıda ver­ diğimiz açıklamalanna ilâve olarak, konu ile ilgili bir kaç cümlesine daha işaret edelim:'*.......MemaKk-i Osmaniye’deki Türkler hem dinî, hem ırkî revabıt ile pek sıkı, yalnız dinî olmaktan sıkı birleşecek ve esasen Türk olmadığı halde bir dereceye kadar Türkleşmiş anasır-ı sairei Müslime daha ziyade Türklüğe temessül edecek ve henüz hiç temessül etmemiş ve fakat vicdan-ı millîleri bulunmayan anasır da Türkleştirilebilecekti.” ‘ ‘Lâkin asıl büyük fayda, dilleri, ırklan ve âdetleri ve hattâ ekseri­ yetinin dinleri bile bir olan ve A sya kıtasınm büyük bir kısmı ile Avmpa’mn ciheti şarkiyesine yayılmış bulunan Türklerin birleşmesine ve böylece diğer büyük milliyetleri arasmda, muhafaza-i vücut edebile­ cek azim bir miUiyet-i siyasiye teşkil eylemelerine hizmet edilecek ve işbu büyük.. heyette Türk cemiyetlermin en kavi, en müterakki v e en mütemeddini olduğu için Devlet-i Osmaniye en mühim rolü oynaya­ caktı. Vukuat-ı ahirenin fikre getirdiği uzakça bir istikbalde vücud-u pezir olacak beyazlar ve sarılar âlemi arasmda. bir Türklük ciham hu­ sule gelecek ve bu cihan-ı mutavassıtta Devlet-i Osmaniye, şimdi ]aponya’nm ifa etmek istediği vazifeyi deruhte eyleyecekti.” “ Osmanlıcılık” siyesetinin Osmanlı Devleti, için kabili tatbik olmadığ m a katî olarak inanan Yusuf Akçura, ‘ ‘İslamcılık” ve "Türkçülük siyasetlerini tercihte bir katiyet gösteremediğinden, ‘ ‘Üç tarz-ı siyaset’ ’ makalesi. “ Türk” gazetesinin yazar ve okuyucularma tevcih edilmiş şu sual ile son buluyor: ‘ ‘Hulâsa ötedenberi zihnimi işgal edip de, kendi kendimi ikna ede­ cek cevabmı bulamadığmı sual yine önüme dikilmiş cevap bekliyor. Müslümanlık, Türklük siyasetlerinden hangisi Devlet-i Osmaniye içm daha nafi ve kabili tatbiktir?..” . Bazı batılı yazarlar, “ Üç tarz-ı siyaset” m “ Türkçülük” tarihinde oynadığı rolü diğer sosyal hareketlerle karşılaştırarak şöyle derler: “ Bu makale, Marxistler için Komünist Manifestosu ne ise, Pantürkistler i ç i n d e odur” (Zarevand. Tu rtsiya i Panturanizm , 1 9 3 0 , s .4 2 n.)Amerikalı yazar Charles Warren Hostler de şöyle diyor: “ Bu ma­ kale, Marxistler için 184 8 Komünist Manifestosunun oynadığı rol gibi önemli olmuştur. Bu yüzden Akçuraoâlu’na. Türk birliği fikrinin ku33


culanndan biri oİarak bakılmaktadır” (Tiirken und Sowjets 1 9 6 0 , S .1 7 6 ). A jn ca k rş.: ErcümendKuran; Yıisuf Akçııra’run taıihçiliği, ölü­ münün ellinci yılında Yusuf Akçura Sempozyumu tebliğleri 1987 s . 46 ),

9. Yusuf Akçura’mn Kazan’daki faaliyetleri (1904-1908) 1904-1905 yıllannda Rusya’da başgösteren ihtüâller yüzünden, çar­ lık rejimi, idaresindeki milletlere karşı y ü rü ttü p baskı siyasetini ha­ fifleterek Rusya'da meşrutî idarenin kurulmasına müsaade etmek zo­ runda kaldı. Rusya'daki ihtilâl ve karışıklıkları hazırlayan İdarî ve İkti­ sadî krizlerin asıl sebebi hiç şüphesiz Rus-Japon savaşı ve ]apon\%’nm Rusya’yı ağır bir hezimete uğratması idi. Bundan önce de 1 8 9 4 -1 8 9 5 yıllarında Japonya Çin’i yenmiş ve Çin hükümeti Kore'yi ve Laodun yarımadası üe Port-Arthur iimamm Japon­ y a ’ya bırakmaya mecbur olmuştu. Halbuki Fransa ve Almanya ile an­ laşan Rusya bu yerleri kendisine katmak istiyordu. Bu yüzden 1904 başlarında Rusya ile Japonya arasında savaş başladı. Gerek karada ve gerek denizde büyük zaferler kazanan Japon ordu ve donanması her bakımdan Rusya karşısında üstün olduğunu göstermişti. Rusya’nın türlü şehirlerinde başgösteren karışıklık, grev ve sosya­ list mitingler, çar hükümetini, savaşı bir an evvel bitirmeye zorluyor­ du. Nihayet Birleşik Amerika Devletlerinin tavassutu ile 2 3 . 8 .l 9 0 5 ’te Portsmouth’ta Japonya ile Rusya arasında barış aktedildi. Buna göre Kuşlar Sahalin adasmın yarısını Japonya’ya bırakacaklar ve Mançury a’yı boşaltacaklardı, Kore ve Laodun yarımadası ile Port-Artur da laponya’da kalacaktı. ^ ^ İşte Rusya bu durumda iken çar’ın Rus senatosuna yolladığı 1 2 .1 2 .1 9 0 4 tarihli bir fermanı ile toplantı Iiürriyeti v.b. gibi bazı serberst hareket imkânları doğmaya başlamıştı. Bunu firsat bilen Kazanh münevverlerin ileri gelenleri. 2 8 Ocak 190 5 günü Kazan şehrinde bir toplantı tertip ettiler. Yetmiş kişinin katıldığı bu toplantıdan mak­ sat, Rus hükümetine dinî, idari ve millî taleplerin bildirilmesi için gereken hazırlıkları yapmak ve bununla ilgili meseleleri müzakere et­ mekti. “ Züye B a ş r ’ndan Kazan’a gelip yerleşmiş olan Yusuf Akçura da toplantıya katılmış ve baş rolü oynayanlardan biri olmuştur. Nite­ kim müzakere neticesinde Müslüman Türk-Tatar taleplerinin Rus hüKümetine bildirilmesi için dört kişilik bir komisyon seçilmiş ve yazılı bir metin hazırlamakla görevlendirilmiştir. Bu dört kişiden biri de Yıisuf 34


Akçura idi. Komisyon tarafından hazırlanıp umumî heyetin tasvibi ile Rusya’nın Başbakanına sunulan 12 sayfalık bu Rusça muhtırarmı mat­ bu aslından bir nüshası halen Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsün­ deki Arat Kütüphanesinde mahfuzdur. 28 Ocak 1 9 0 5 tarihini taşıyan bu muhtırada komisyon üyesi ola­ rak şu kimselerin adlarmı görüyoruz: Said Girey Alkin, Abdülkerim oğlu Abdullah Apanay(ev), Yahşi oğlu Ahmetcan Seydaş(ev), Haşan oğlu Yusuf Akçura. Bu muhtıra 2 bölümden ibaret olup, giriş mahiyeindeki 1 .Bölümde “ Çar hazretlerine” hulûs çakılmaktadır. Esas arzu, rica ve temenniler 13 madde halinde2 . Bölümde dile getirilmiştir. Bu 13 maddeden 9 ‘udinî meselelerle ilgili olup, mühim olarak: Ufa şehrinde faaliyet gösteren "Müslümanlarm Merkez Diniye Nezareii’nin başına Rus hükümeti ta­ rafından tâyin edilmekte oian müftünün, müslüman halk tarafindan seçihnesi talebi başta gelmektedir. Diğer maddelerde gazete, dergi ve her türlü kitap basımı ve serbestçe satılması için izin \rerilmesi, özel mektep ve medreselerin her yerde açılması ve resmî okullarla aym hak­ ka sahip olması, müslüman ahaliye eşit vatandaşlık hakkı tanınması, müslümünlara Rusya’nm her yerinde gayri menkul mülk edinme ve serbestçe ticaret yapma hakkı verilmesi veya bu alanlardaki tahdit­ lerin kaldırılması, cemiyet hayatmda serbest meslek seçme ve sendi­ kalara katılma hakkı verilmesi gibi rica ve talepler kvardır. Son mad­ desinde, yukarıda sayılan konularda yeni kariunlar hazırlarurken müslümanlarin komisyonlar kurarak, gerektiğinde istişari mahiyette hü­ kümete yardıma hazır oldukları belirtilmektedir. Yusuf Akçura’nm 1 9 0 4 ’te Rusya’ya gelişi sıralarında Rusya için­ deki Türk ülkelerinden bilhassa İdil-Ural bölgesindeki müslüman. TürkTatar dünyasmda millî kültür ve yenileşme hareketlerini yürüten ve yürütecek koldukça geniş ve kuvvetli bir kadro mevcut bulunuyordu. Yusuf Akçura’mn oradaki çalışmaları ile ilgisi dolayısile bunlardan hiç ohnazsa bir kısmmı tamtmakta fayda vardır. Rusya’da Nisan 1 9 0 6 ’da meşrutî idare kurulup ‘ ‘Duma’ ’ adı verilen meclis açılmcaya kadar 1904 ve 190 5 yılları ile 1 9 0 6 başlarmda Türk-Tatar’lar ar.asmda yürütülen siyasî ve İçtimaî faaliyetlerde sürükleyici ve faal rol oynayanlardan bi­ ri de hiç şüphesiz Kadı Ahdürreşid İbrahim(of) olmuştur. 1 9 0 0 ’lerde Petersburg’da matbaa açarak “ Mir’a t” admda bir der■ffi-çtkaran Abdwt£şid-İbrahim bütün İsiâro-iükelerini-dolaşmış-ve ja33


ponları Müslüman yapma düşüncesiyle birkaç defa bu memlekette de bulunmuştu, 1 9 0 4 'te İstanbul-Bebek’te ikamet ederken Rus polisi tarafmdan hapsedilerek Odesa’ya götürülmüşse de. her taraftan yağan protesto ve maddî yardımlar J^arşısında Rus hükümeti onu kısa za­ manda şerbet bırakmak ve tekrar Ptersburg’da yerleşmesine müsaa­ de etmek zorunda kalmıştı. Abdürreşid İbrahim 1 9 0 4 soıılarmda İçiş­ leri Nazın Svyatopolk Mirski'yi ziyaret ederek “ Müslüman ■ahali­ nin taleplerini resmen hükümete bildirebileceklerini” öğrendikten sonra, kuzey Türk muhiti (İdil-Uıal bölgesi ve Batı Sibirya) ileri gelenleriyle görüşmek üzere seyahata çıktı. Volga, Kama nehirleri boyunca Ka­ zan, Çistay, Bubi, Perm üzerinden Ufa’ya gitti. Burada “ Merkez Di­ niye Nezareti” kadıları ile ve Bünyamin Ahtem (of), Kutluğmuhammed Tevkil(of) ve Şah Haydar Sırtlan(of)larla müzakereden sonra Troyski'ye geçerek Veli Bay Yauş ve Hacı Ahmet Rahmankul ile gö­ rüştü. Sonra Kızılcar’a uğradı ve yapılan toplantılarda meseleler yine müzakere edildi. Bu konuşmalarm bir neticesi olarak türlü merkezle­ rin cemaatları adına Petersburg'a müracaatlar yağmaya başladı: Me­ selâ Hacı Ahmet Rahmankul 19 0 4 Aralığında Troyski müslümanlan adına Petersburg’a giderek İçişleri Nazırını ziyaret etti ve taleplerini bil­ diren bir dilekçe sundu. Kızılcar Müslümanları da Rusça bir dilekçe ya­ zarak Başbakan Vitte'ye yolladılar. Üstelik Abdürreşid İbrahim'i de kendi adlarına vekil yaparak Petersburg’a gönderdiler. 190 4 sonlarında Rızılcar’dan Petersburg’a giden Abdürreşid İbra­ him, 19 0 5 başlarında tekrar Kaz,an’a döndü. Kazan’da başta Bünyanıin Ahtem, Yusuf Akçura v.b.lar olmak üzere gençlerden bir grupla Yusuf Akçura’nın evinde durum müzakere edilerek Kazan’da b ü j^ k bir meclis yapılması kararlaştırıldı. Toplantının tertip işi Yusuf Akçura’ya havaleedilmişti. Yusuf Akçura ertesi günü Alimcan Barudî, Hüseyinoğlu Ahmet Bay ve başka ileri gelenleri ziyaret ederek 5 0 -6 0 kişinin katılacağ mecÛsin hazırlıklamıı tamamlamış ve toplantı 2 8 Ocak 1 9 0 5 gecesi saat 20-01 arası Ahmet Bay'ın evinde yapılmıştır. Yu­ karıda sözünü ettiğimiz 28 Ocak 190 5 tarihli muhtıra işte bu toplantı­ nın mahsulü idi. Metin hazırlandıktan sonra oylama ve imza için baş­ ka bir gün yine toplanılmış, oybirliği ile kabul edilen metin ertesi gün Başbakan Vitte (Witte) adına Petersburg’a postalanmıştır. Komisyon üyeleri ise bir hafta sonra hareket etmişlerdir. Millî ve İçtimaî hareket ve toplantıların hemen hemen hepsine de katılarak bilhassa dinî meselelerde ağırlığım koyan şahıslardan biri de Musa Carullah Bigi (1 8 7 5 -1 9 4 9 ) olmuştur. Onun diğer bü- özelliği 36


de bu konularla ilgili zabıt ve dosyalan toplayıp arşiv meydana getir­ mesi ve bu hareketlerin tarihini yazması idi. Musa Carullah Bigi’nin bu balomdan en önemli eseri 1 9 0 0 ’dan 1 9 1 5 ’e kadar olan vakaları içine alan “ İslahat Esasları” adlı kitabıdır (Petrograd 1 9 1 5 ). 2 8 Ocak 1 9 0 5 Kazan toplantısmdan sonra olan vakalar anlatılırken bu eserde şöyle deniliyor: (S.5-6) “ Şu meclisin canlı müzakereleri güzel kararı meclis rehberlerini ümitlendir^. Ertesi gün Re^id, Yusuf gibi rehberler toplanıp, emel dai­ relerini genişlettiler, Petrograd'da umum Rusya Müslümanları ismin­ den bir syezd (kurultay) yapmak için, Kırım, Kafkas, Kazak, Türkis­ tan Müslümanlarma davet yazmak kararım da kabul ettiler.” “ Yusuf Efendi Akçura meclisin karannı beyan kılıp muhterem İs­ mail Bey Gasprinski cenaplanna mektup yazdı, Mart içinde Petrograd’a gelmelerini de rica etti. O gün Reşid Efendi Ali Merdan Bey Topçubaşo f cenaplanna da mektup yazıp, Baku vekillerim Petrograd’a davet etti.” Bu davet üzerine 1905 Şubat, Mart, Nisan aylarında Rusya dahilin­ deki Türk ülkelerinin bir kısmından bir çok zevat Petersburg’a gelmiş, fakat gün ve saat belirtilmemiş olduğundan umumî kurultay şekünde bir toplantı yapılamamıştır. Bununla beraber gerek karşıhklı istişare ve gerek Rus hükümet erkânmı ziyaretle muhtıralar sunulması bakırmndan çok faydalı ohnuştur. A>Tica, 15 Ağustos 1 9 0 5 günü Nijni Novgorod’da ‘ ‘Bütün Rusya Müslümanları Kongerisi” nin, tertiplen­ mesi de burada kararlaştırılmıştır. O sıralarda Petersburg’da tolanan zevat içerisinde bilhassa şu ad­ ları görüyoruz: Mütfü Muhammedyar Sultan, Abdullah Apanay, Yu­ suf Akçura, Ahmetcan Seydaş, Bünyamin Ahtem, Lutfüllah İshakî, Z ahid ,Ş a m il., Hüseyin Hacı Baybek. Alim Maksud, Hüseym Şirinski, Bedreddm Alîm, ZahidduUah Bay Şafıullah, General Ubeydullah Cingi2 , İsmail Gaspırak, Ali Merdan Topçubaş, Ahmed Ağa(oğlu),, Ali Hüsevinzâde, Fatih Kerimî. Abdürreşid İbrahim v .b . _ ı s ’ Ağustos 190 5 tarihinde panayır (Mekerce yerminkesi) dolayısiyle Nijni Novgorod’da yapılması kararlaştırılan “ Rusya Müslüman­ ları Birinci Kongresi”, sıkıyönetim yüzünden vilâyetten resmi izinaknamadığından,kiralanan bir vapurda su üzerinde yapılabilmiştir. Bu tongreye türlü Türk bölgelerinden 120 kişi katılmış, İsmail Gasrpıralı “ Tercüman” a hürmeten Başkan olarak siyasî liderliği üzerine alırken, Ali Merdan Topçubaş ve Yusuf Akçura fikir ve ideoloji cephesini işlemiş­ lerdir Bundan önceki toplantılarda söz konusu edilen ve kısmen ha37


zırhk çalışmaları yapılan “ Müslüıııanlar için siyasî ve İçtimaî ittifak’ın (birkiik, parti, fırka) lüzumu” meselesi ilk görüşme maddesini teşkil etmiş ve karara bağlamıştır. Buiıa dayanılarak, “ Müslüman ittifakı Ce­ miyetinin Nizamnamesi’ ’ adı ile kongreden sonra hazırlanan metin, 12-23 Ocak 1 9 0 6 ’ da Petersburg'da tertiplenen ikinci kongrede ve 16-20 Ağustos 1 9 0 6 ‘dayine Nijni Novgorod’da toplanan üçüncü kon­ grede düzeltme ve ilâvelerle tasdik edilmiştir. Rus çarının 17 Ekim 190 5 tarihli fermanı ile Rusya’da “ Duma” adı verilen meclis açılarak meşrutî idare başlamış, fakat bu birinci Du­ ma 190 6 Nisan Temmuz aylarında, 10 hafta bile çalışamadan kapatıl­ mış ve seçim kanunlarında değişiklikler yapılmak suretiyle meclisin çar­ lığın arzusuna uygun bir hale getirilmesine çalışılmıştır. İkinci Duma 1907 Şubat'Haziran aylarnıda toplanmış ve çarın 3 .6 .1 9 0 7 tarihli bir fermanı ile kapatılmıştır. Yusuf Akçura bu hadiseyi “ 3 Haziran vak’ayi müessifesi” (Orenburg, Kerimof-Hüseyinof Matbaası 1907) adlı eserinde dile getirmiştir. Üçüncü Duma 1 9 0 7 -1 9 1 2 ve Dördüncü Du­ ma da 1 9 1 2 -1 9 1 7 yılları arasındoa çalışmıştır. “ Müslüman İttifakı” (Partisi) l . v e 2 . Duma seçimleri sırasında başarıh faaliyet göstermiş ve Kazan, Kırım, Kafkasya, Türkistan ve Ka­ zak ülkelerinden bir çok Türk mabusun seçilmesinde tesirli olmuştur. 1. Duma’ya seçilen 24 müslüman mebusun yansı Kazanlı idi. 2. Duma'da müslüman mebusların sayısı 34 olup, 1 5 ’i Kazanlı idi. 2. Duma’nın kapatılmasından sonra müslüman mebusların sayısı çok azaltılmış, Türkistanlılar seçim hakkmdan mahrum edilmişlerdi. Bu yüzden 3. Duma’ya ancak 10 mebus girebilmişti ki, bunların da 7 ’si Kazanlı idi. Yusuf Akçura’nın faaliyetini yakından takip eden Rus hükümeti, onun Duma’ya seçilmesini engellemek maksadiyle 8 Mart 1 9 0 6 gece­ si evine baskın yaparak hapsetti ve seçim bitinceye kadar 43 gün mev­ kuf kaldı. Ohıın ' ‘ Mevkufıyet hâtıraları’ ’ adlı eseri bu münasebetle ya­ zılmıştır (Orenburg 1 9 0 7 ,'İstanbul 1 3 3 0 ). “ Müslüman lttifak” nm merkez idare üyeliğine ve umumû kâtipli­ ğine seçilmiş olan Yusuf Akçura, Kazan’da Medrese-i Muhammediye’deki tarih, coğrafya ve Osmanlı-Türk edebiyatı öğretmenliğini de devam ettiriyordu. Sonra Kazan'da “ Kazan Muhbiri” adlı bir gazete çıkarttırmayı başard ı(29.10.1905) ve yazı kurulu başkanı olarak va­ zife aldı. Onun “ UlOm ve Tarih” adlı eseri Kazan’da okuttuğu tarih derslerinin bir özeti olarak yayınlanmıştır (Kazan, Maarif Kütüphane­ si 1906). 38


Yusuf Akçiıra'nın 1 9 0 7 , 1 9 0 8 yıllarında Rusya’nın türlü bölgele­ rinde seyahat ettiği, batı Avrupa ve MKir’da bulunduğu, 1 9 0 9 ’da tek­ rar Rusya’ya giderek bir kaç ay Petersburg’da kaldığı ve oradan Berline geçtiği hakkında bazı k a y n ^ a rd a az çok bilg? vardu". Bu seyahat1ar esnasında yazılarak “ Vakit” , “ Tercüman” ve “ Şura” da basıl­ mış ve yazılış tarihi ve yeri belirtilen bazı makalelerinden de onun se­ yahat yollânnı kısmen takip etmek mümkün olmaktadır. A .B attal-T ay m as bu konu ile ilgili oIarak“ Y .A kçu ra İle görüşmelerim’ ’ başlığı altında şunları yazıyor: ‘ ‘a) 1 9 0 5 - 1 9 0 8 yılları arasmda (senesini pek hatırlamıyorum) benim Kahire’de bulunduğum günlerde Y.Akçura da oraya gelmişti. İşte, o zaman bir hemşeri tale­ benin odasmda birkaç kişi toplamp, kendisiyle hasbıhal etmiştik. Bu, ..benim Akçura’yı ilk defa görüşüm idi. 'fahsüîhi •Paris’te yapmış olan bu yakışıldı ve aydm hemşerimiz bizde iyi bir intiba bırakmış olacaktır ki, ben onun hakkmda ‘Al-Mukattam’ gazetesinde kısa bir yazı daneşretmiştim. Bundan maksat hem onu Mısırlılara bir parça tamtmak, hem bizim henişerilerüniz arasmda bu gibi kâmil gençlerin de bulunduğu­ nu gösterip bir parça övünmek idi. b) 190 8 yüınm yaz İptidasmda, ‘Musa Abdullah’ iğreti ismiyle Rusya’ya dönerken, Bahçesaray’a uğradığmıda, ‘Tercüman’ gazetesinin. 2 5 inci yıldönümü kutlamyordu. Y.Akçura da orada bultmuyordu. O zaman ‘Tercüman Yurdu’nun bah­ çesinde yapılan törende / içu ra'm n gazete sahibi meşhur İsmail Beğ Gaspırah’ya hitaben ‘Muhterem eniştem’ diye başlayıp, güzel ve özlü bir nutuk söylediğini ve bu nutkunda Tercümamn 2 5 yû içinde. Rusya Türklerine yaptığı hizmetlerini sayıp döktüğünü pek iyi hatırlıyorum. Sonradan anladığıma göre, o zaman Akçura, yukarıda anlatıldığı üze­ re, 1 9 0 5 ihtilâli günlerindeki çalışmalarmdan ve Rus hükümeti tara­ fından takibata uğradıktan sonra, orada bir çeşit inziva hayatı geçir­ mekteymiş. Tören bittekten sonra ben Orenburg’a gittim. Akçura Bahçesaray’da kaldıydı. Ben Orenburg’dan Troyskiy’ye itm iştim : Türki­ y e ’de vukua gelen temmuz ihtilâli haberi beni bu şehirde bulmuştu. Bu ihtilâlin vukuu Üe kendisine Türkiye'ye gitmek imkânı hasü oldu­ ğundan, Akçura’nm mezkûr yüm ekim aymda İstanbul’a geçtiğini yukanda anlatmıştık’ ’ . (Ben bir ışık anyordum.Ülkeler -Beldeler.Olaylar - İnsanlar, Dâvalar - Sonuçlar. İstanbul 1 9 6 2 , s. 1 2 8 -1 2 9 ). Yusuf Akçara’mn " 3 Haziran vak’ay-i müessifesi” adb eseri, Rus­ y a ’da bütün Türk ve Müslüman hareketinin amansız düşmam olan şarkiyatçı ve sansör Profesör Snûrnov tarafindan matbuat kanununa muhalif eörülerek savcılığa ihbar edilmiş ve yazar hakkında taki39


bata geçilmiştir. Akçura o sıralarda doktorların tavsiyesi üzerine Kı­ rım’a gelmiş, Bahçesaray’da İsmail Beyin “ Tercüman” gazetesinde çalışıyordu. Soruşturma celpnamesi onu arayıp bulmadan önce Türki-y e‘de meşrutiyetin ilâm haberi kulağına geÜp yetişti. Bunun üzerine Yusuf Akçura ufak tefek işlerini yoluna koyarak 1 9 0 8 Ekim ayında İstanbul'a hareket etti.

10. Yusuf Akçura tekrar Türkiye’de (1908) Türkçü demeklerdeki çalışmalan (1908-1915) OsmanlI Devleti’nde meşrutiyetin ilâm üzerine Yusuf Akçura'nm dönmesi için bir engel kalmamıştı. Meşrutiyet devri, Türkçülüğün teş-, kilâtlanmasma ve Türkçü cemiyetlerin kurulmasma imkân vermiştir. Mutlakiyet devrinde her türlü cemiyet kurulması çok zordu, hele milli­ yet esasına göre dernek kurulmasına hükümet asla müsaade etmezdi. Hal böyle iken, gayri müslim ve gayri Türk tebaanın milliyet esasına dayalı, yardımlaşma veya edebî maskelerle örrülü bir çok cemiyetleri vardı. Türk dili ve tarihi üzerine yürütülen araştırmaların bir neticesi ola­ rak 19. yy.m ortasından itibaren Osmank Devletinde de “ İlmî Türkçülük” hareketinin kuvvet kazanmaya başladığım görüyoruz. Bu araştırmalar göstermişti ki, yalnız Osmanlı İmparatorluğunda değil, As­ ya ve Avrupa’nın bir çok diğer bölgelerinde de Türkler yaşamakta idi. Bıınlarm bir tarihi vardı, bunlar da Türkçenin birer lehçesini, şivesini konuşmakta idiler. Türkçülüğün İlmî yollardan araştmlmasmda tabiîdir ki siyasî sınırlara sağlı kalmmamakta, dünyanın hangi bölgesinde ve hangi siyasî smırlar içerisinde olursa olsun Türk boyiarımn dili, tarihi, sanatı mücerret birer mesele olarak ele aimmakta idi. Gerek Darülfü­ nun ve gerek bunun dışındaki ilim adamlan tarafından yürütülen bu gibi çalışmalar, önceleri muayyen muhit ve zümrelere inhisar ederek mevziî kalmış, bu konuların dernekler vasıtasiyle halka mal edilmesi­ ne ancak meşrutiyetten sonra başlamak mümkün olmuştur. Bu arada Yusuf Akçura’nın birkaç ay için tekrar Rusya’ya ve ora­ dan Almanya'ya gittiğini görüyoruz: 19 0 9 ’Petersburg’da bir müddet kalmış, fakat beklediği siyasî gelişmeleri göremeyince Aralık 1 9 0 9 ’da Berlin’e geçerek orada yerleşen büjmk Tatar tüccarlariyle ilişki kur­ muştur. 1910 başlarında İstanbul’a dönmüştür. Ter­ cüman' da, takma adla yazılmış Petersburg ve Berlin menşeli makale­ leri vardır. 1 9 0 8 ile 1912 yılları arasında kurulan Türklük ve Türkçülükle ilgili derneklerden: “ Türk Demeği Cemiyen” (kuruluşu2 5 .1 2 .1 9 0 8 ), “ Türk 40


Yurdu Cemiyeti” (kuruluşu 1 8 .8 .1 9 1 1 ), “ Türk Ocağı Cemiyeti” (kumluşu 1 2 .3 .1 9 1 2 ), “ TürkBilgi Derneği” (kuruluşu 1 4 .3 .1 9 1 3 ) gibi teşekküllerin hepsinde de Yusuf Akçura'yı kurucular arasuımda görü­ yoruz. O, yalmz kurucu heyetlere katılmakla kalmamış, derneklerin gerek İdarî ve gerek ilmî her türlü çalışmalarına da her zaman iştirak etmiştir. . ^ , Fakat onun en faal çalışması “ Türk Yurdu Cemiyeti nde olmuş; Bu derneğin organı olan “ Türk Yurdu” dergisi. 1911 ’den 1 9 1 7 ’ye kadar müdür olarak Yusuf Akçura tarafından çıkarılmıştır. “ Türk Derneği Cemiyeti” : Yusuf Akçura 1 9 0 8 ’da İstanbul'a gel­ dikten sonra mektep hayatından hatırladığı Necip Asım ile Veled Çelebi’yi ziyaret ederek, sırf hars (kültür) işleriyle uğraşan siyaset dışı bir ‘ ‘Türk” cemiyeti kurulmasını ve bu yolda rehber olmalarını teklif eder. Bu suretle başlayan teşebbüs üzerine 14 kişi Mülkiye Mektebi Müdürü Celâl Beyin odasında toplanarak “ Türk Derneği” adında bir cemiyet kurmaya karar verirler. Bu toplantıya katdanJar şunlardır: Ahmed Mldhat Efendi. Emrullah Efendi, Necip Asım Bey, Bursalı Tahir Bey,Korkmazoğlu Celâl Bey, Veled Çelebi Efendi, Akçuraoğlu, Yusuf, Boyacıyan Ağop Efendi, Akyiğitzâde Musa Bey, Fuad Raif Bey, Rıza Tevfik Bey, Ferid Bey, Bu cemiyete yabana Türkologlar da üye olabiliyordu. Ekim 1912'y e kadar 63 kayıtlı üyesi vardı. Mülkiye Mektebi toplantısı esnasında İs­ tanbul’da bulunmayan şair Mehmed Emin, Ağaoğhı Ahmed, Hüseyiıızâde Ali Be^^ler ile İsmail Gaspıralı, Hüseyin Qahid, Köprülü Fuad, Fu­ ad Sabit, Ispartah Hakkı v.b. sonradan yazılmışlardır. “ Türk Derneği” dergisinin 3 . sayısında (s. 1 03-104) çıkan bir habere göre, o sıralarda cemiyetin idare heyeti şu kimselerden kurulu idi: Veliahd Yusuf İzzeddin: Derneğin fahrî reisi ve hâmisi, Fuad Raif: Birinci reis, Necip Asini; İkinci reis, Yusuf Akçura; Birinci kâtip, Mustafa Zühtü: İkinci kâtip, Veled Çelebi: Derginin imtiyaz sahibi, Mahmud Nedim: Veznedar. Cemiyetin maksadım ifade den nizamnamenin 2 . maddesinde şöy­ le deniliyor: “ Cemiyetin maskadı, Türk diye anılan bütün Türk kavimlerinin mazi ve haldeki asar, ef'al, ahval ve muhiti öğrenmeye ve öğretmeye çalış­ mak, yani Türklerin asar-ı atikasmı, tarihini, lisanlarını, avam ve ha­ vas edebiyatını, etnoğrafya ve etnolocyasım, aval i içtimaiye ve 41


medeniyet'i hazıralannı, Türk nıenıleketlerinin eski ve yeni coğıafvasını, araştırıp taraştırıp ortaya çıkararak bütün dünyaya y ay p dağıt­ mak ve dilimizin açık, sade, güzel ilim lisanı olabilecek surette geniş ve medeniyete elverişli bir dereceye gelmesine çalışmak ve imlâsını ona öre tedkik etmektir.” Derneğin tüzüğü, “ Türk Derneği N izam nam esi” adı ile 1 2 .1 2 .1 9 0 8 ’de yayınlanmıştır . Aylık ‘‘Türk Derneği” dergisi ise 1 9 1 1 ’de 6. 1 9 1 2 ’de 1 olmak üzere 7 sayı çıktıktan sonra kapanmış­ tır. Cemiyetin dağılmasına, zannedildiği gibi üyeleri arasındaW anlaş­ mazlık değil, en faal kimselerin vazifeli olarak İstanbul’dan uzaklaş­ maları sebep olmuştur. “ Türk Yurdu Cem iyeti” : Bu cemiyet, “ Türk Yurdu” adında bir dergi çıkarmak maksadiyle şair Mehmet Emin’in teklifi ile kurulmuş olup, imtiyazı da onun namına alınmıştı. Hükümetçe 1 8 .8 .1 3 2 7 (19 1 1 )'d e tescil edilmiştir. Kurucuları şunlardır: Mehmed Emin. Ahmed Hikmet, Ahmed Ağaoğlu, Ali Hüseyinzâde, Dr. Akil Muhtar. Yusuf Akçuraoğlu. Hariciye Nezareti müsteşarı Ahmed Hikmet Budapeşte şehbenderli­ ğine tâyin olununca, onun yerine henüz Selânik’te bulunan Ziya Gökalp seçilmiştir. “ Türk Yurdu” dergisinin imtiyaz sahibi Mehmet Emin 1911 Ağustosunda vali olarak Erzurum’a gidince, derginin imtiyaz ve müdürlüğü, cemiyetin murahhaslığına seçilmiş bulunan Yusuf Akçura’ya naldedildl. Bu derginin ilk sayısı 1 9 1 1 yılı Kasmı ayında ya­ yınlanmış, Ekim 1912-Kasım 191 3 arası arkadaşı Ahmed Ferid ile bir­ likte erkânıharb yüzbaşısı olarak Çatalca cephesinde savaşa katıldı­ ğından, derginin 111 ve IV.cildleri geçici olarak Mehmet Emin (Yurda­ kul) tarafından çıkarılmıştır. III. cildin 1.sayısının son sayfasında şu notu okuyoıuz: ‘ ‘Risalemizin müdir-i muhteremi Akçuraoğlu Yusuf Be­ yin harp münasebetiyle hizmet-i askeriyyeye talip olması hasebiyle vazife-i müdiriyeti Türk şairi muhteremi Mehmet Emin Beyfendi de­ ruhte eylemişlerdir” . Yusuf Akçura V. cildden itibaren tekrar mü­ dürlüğü üzerine almış, fakat XII. cildin 2 .8 .1 9 1 7 tarihli 1 2 .sayısını çıkardıktan sonra büsbütün ayrılmış ve Türk Yurdu dergisi XIII. cildden itibaren ‘ ‘Türk Ocağı” nın organı olarak Celâl Sahir idaresinde çık­ maya başlamıştır. Yusuf Akçura 1913 Temmuzunda Çatalca savaşından döndükten 42


sonra Suriye ve Hicaza gitmiş ve dönbuçuk ay süren bu seyahati es­ nasında Hac vecibesini de yerine getirmiştir. Türk Yurdu dergisinin yazılışı ve tertip tarzı üzerine 1911 'de Yusuf Akçura tarafindan hazırlamp, idare ve yazı kurulu tarafından bazı de­ ğişikliklerle kabul edilen proğramm maddelerinden bazdan şöyİedir: 1- Risale, Türk ırkınm mümkün olduğu kadar eksireyeti tarafından okunup anlanarak istifade olunacak bir tarzda yazılacaktır. Binaenaleyp, a) Dili sade olacaktır, b) Kavmm ekseriyetine faydalı mevzular intihap olunacaktır, c) Çetin mevzular bile kolay ifade olunmaya çalışılacaktır. 2- Risale, umum Türklerce makbul olabilecek bir ideal ibdama çalı­ şacaktır. 3- Risalede Türklerin tanışmalarına, iktisaden ve ahlâkça yüksel­ melerine ve malümat-ı fenniyece zen^eşm elerine hizmet edecek mev­ zular en ziyade yer alacak, siyaset bunlardan sonra gelecektir. 4 ' Türklerin biribirleriyle tamşmalan için Türk dünyasmm her tarafinda olup geçen, ve hassetenkardeşler arasmda sevmç veya kederi mucip olacak olan vakalar üe Türk dünyasımn ötesmde berisinde te­ kevvün eden fikir cereyanlan kaydolunacak ve Türk ırkınm muhtelif kavmiyetlerinde doğan edebiyatı ırkm bütün efradma bildirmek için çalışacaktır. 5 - Risale, Devlet-i Osmaniye siyaset-i dâhiliyesinden bahsederken, hiçbir firka-i siyasiyeye taraftarlık etmeyecek, ancak Türklüğün, Türk unsurunun menafi-i siyasiye ve iktisadiyesini müdafaa edecektir. Türk unsurunun menafiini müdafaa ederken, anasır-ı muhtelife beyninde ih­ tilâflar tevlidinden içtinaba çalışacaktır. 7- Risalenin siyaset-i beyneddüvelde fikr-i esasfei, Türk âleminin menafiini müdaffaa etmektir. “ Türk Ocağı Cem iyeti” : Hükümetçe resmî kayıt ve tescil tarihi 1 2 .3 .1 9 1 2 ise de, bu d e m e ^ fiilî kuruluşu bü" yıl önce başlamış, nizamnemesi ise ancak 1 9 1 3 ’te basılmıştır. Türk Ocağı’nm kurulumasmda Askerî Tıbbiye Mektebi talabeleri öna­ yak olarak büyük rol oynamışlardır. Bu talebelerden bir zümre ‘ ‘Türk milletinin, milletçe tekâmülüne çalışmak arzu ve emeliyle” 1911 ilkbahannda kendi aralarında toplanarak istişare etmişler ve 1 1 .5 .1 9 1 1 tarihli bir metin hazırlayarak, bu işte fikirlerinden faydalanılabileceği­ ne kanaat getirdikleri bazı kimselere yollamışlardır. “ 190 Tıbbiyeli Türk evlâdı” a i n a hazırlandığı bildüilen bu mektubu alan: Şair Mehmed Emin, Ferid (Tek), Yusuf (Akçura), Mehmet Ali Tevfîk, Emin Bülent, Fuad Sabit, Ahmed Ağaoğlu v.b. bir kaç defa toplanarak hazırlık çaüş-

43


malan yaptıktan sonra, 2 0 .5 .1 9 1 1 günü 231 Tıbbiyeli namına gelen murahhasları kabul etmişler ve “ Türk Ocağı” adı ile bir cemiyet teşki­ line karar vererek, kurucu ve geçici idare heyeti üyelerini tespit etmişlerdir. Türk Ocağı’nın Kurucu Heyeti üyeleri şunlardı: Mehmed Emin. Ahmed Ferit, Ahmed Ağaoğlu, Fuad Sabit. Geçici İdare Heyeti Üyeleri: Meiımed Emin: Reis, Yusuf Akçura: İkinci Reis, M.Ali Tevfik; Kâtip. Fuad Sabit: Veznedar. 25 Ocak I 9 I 2 ’de İdare Heyetinin durumu şöyle idi: Reis: Ahmed Ferid, İkinci reis: Yusuf Akçıua, Kâtip: Hüseyin Rağıp. Bu Tarihte Ham­ dullah Suphi Türk Ocağı’na üye olarak alınmış ve kısa zaman sonra reisliğe getirilmiştir. İkinci Reis olarak Yusuf Akçura yerinde kalmış­ tır. Bundan sonra Türk Ocağı 2-3 yıl içinde İstanbul'un en canlı, zen­ gin, bütün Türk gençliği tarafından sevilen bir içtimai m üessesesi,ha­ line gelmiştir. TürkOcağı’mn 1 9 1 3 ’te basılan ilk Nizamnemesinin 2 .Maddesinde Cemiyetin maksadı şöyle beyan olunmaktadır: İkinci Madde- Cemiyetin maksadı: İslâm kavimlerinin başlıca mü­ himini olan Türkierin miltî terbiye ve ilmi, İçtimaî, İktisadî seviyeleri­ nin terakki ve itilasiyle Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmaktır. Cemiyetin çalışma tarzı 3. ve 4. maddelerde tespit olunmuştur: Üçüncü Madde- Cemiyet maksadını elde etmek için Türk Ocağı adlı klüpler açarak dersler, konferanslar, müsamereler tertip, kitap ve ri­ saleler neşretmeye ve mektepler açmaya çalışacaktır. Millî serveti korumak ve çoğaltmak için her türlü meslek ve sanat erbabı ile görüşerek İktisadî ve ziraî teşvik ve irşadlarda bulunacak ve bu gibi müesseselerin doğup yaşamasına elden geldiği kadar yardım edecektir. Dördüncü Madde- Ocak, maksadını tahsile çalışırken sırf milli ve İç­ timaî bir vaziyette kalacak, asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasî fırkalara hadim bulunmayacaktır. “ Türk Bilgi Derneği” :Bu cemiyet 1 9 1 3 ’te, daha çok İlmî araştır­ ma maksadı ile kurulmuştur. 1912 sonlarında kurulması teşebbüsüne geçildiği halde, ancak 14 Mart 1 9 1 3 ’ te ilk Genel Kurul toplantısı yapılarak çalışmalara başlanılabilmiştir. Türk Bilgi derncği’nin İdare Heyeti (Yönetim Kurulu) şu kimseler­ den ibaretti: Celâl Sâlıir (Reis), Köprülüzâde Mehmed Fuad (Kâtip), Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmed, Selânikli Doktor Rifat, Mühendis Sa­ lim, Ziya, Doktor Nâzım, Hâşim. Bir Akademiye benzetilerek kurulmuş olan Türk Bilgi Derneği’nde 44


konulara göre türlü Şubeler (Komisyonlar) teşkil edilmiş,üyeler de mes­ lek ve çalışmalarma göre bu komisyonlara dağılmış bulunuyorlardı. Mevcut 6 Şube şunlardı: Türkiyet Şubesi: Necip Asım (reis), KöprüIüzâdeMehmed Fuad(Kâtip) ve üyeler: Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmed, Ahmed Cevdet, Ahmed Refik, Hüseyinzâde Ali, Ziya, Bursah Tahir, Tmgır, Arif, Fuad Raif, Mahmud Muin. İslâmiyat Şubesi: Ebulûlâ (Reis), Halim Sabit (Kâtip), Halil Nimet, Rıza Tevfik, Seyyid Hâşim, Şerefeddin (Yaltkaya), Ziya, Abdülahad Dâvud, Ferid, Mansurîzâde Said, Şeyh Mahmud, Musa Kâzım. Hayatiyat Şubesi;Doktor Rifat(Reis), Reşad (Kâtip), A saf Derviş, Orhan, Bahaeddin Şakir, Tevfik Rüştü. Tevfik Sâlim, Server Kâmil, Süleyman Numan, Âkil Muhtar, Adnan. Kadri Râşid. Felsefe ve İçtimaiyat Şubesi: Emrullah Efendi (Reis), Hâşım (Kâtip), Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmed, İsmail Hakkı, Zühtü. Ziya, Faik Sabri, Lütfi Fikri, Mehmed Câvid, Vahid. Riyaziyat ve Maddiyat Şubesi: Salih Zeki (Reis), Burhaneddin (Kâ­ tip), Tahsin. Cevad Tahsin, Sâlim. Fatin, Nureddin. Türkçülük Şubesi: Celâl Sâhir (Reis), Ömer Seyfeddin (Kâtip), Celâl Esad. Hüseyin Cahid, Hamdullah Suphi, Salâh Cimcoz. Ziya. Kâzım Nâmi. Mimar Kemaleddin, Mehmed Emin, Müfîd Râtib, Doktor Nâzım. ‘ T ü rk Bilgi Derneği” nin yaym organı Bilgi Mecmuası idi. İlk sayısı Kasım 1 9 1 3 ’te çıkan bu dergi de kısa ömürlü olmuş, ancak 1 9 î 4 Haziran ayına kadar yayınlanabilmiştir. Bü-incj cildde 6, ikinci ciidde 1 olmak üzere 7 sayı çıkmıştır. Derginin müdürü Celâl Sahir idi. Der­ gide, başta edebiyat olmak üzere felsefe, tarih, tıp, din, pedagoji ve maliye üzerine makaleler bulunmaktadır. * ‘M ecm ualar’ ’ : İstanbul’da Türk Demeği. Türk Yurdu ve Türk Ocağı Cemiyetleri hemen hemen aynı zamanlarda kurularak ya}^na başla­ dıkları sıralarda. .Selanik’te de Ziya Gokaip ve arkadaşları tarafından 1 9 1 1 'de Gene Kalemler admdabir dergi çıkarılmaya başlanm^tır. Türk milliyetçilik ve dilin sadeleştirilmesi meselelerinde bunlar da İstanbul’­ daki dernek ve şahıslarla aym yolda idiler. Ancak Ziya Gökalp’in ‘ ‘it­ tihat ve Terakki” firkası merkez heyeti azalarından olması dolayısiyle. Selanik’teki grup çok daha politik bir mahiyet taşıyordu. Ziya Gökalp ve arkadaşları İstanbul’a geüp yerleşince Genç Kalem­ le r i devam ettirmeyip “ Türk Ocağı’ ’na katılmışlar ve böylece Ocak, Türkçülük cereyanmın merkezi haline gelmiştir. Türk Ocağı aynca hal­ ka hitap eden H alka D oğru(1913) ve Türk Sözü (1914) adh haftalık 45


dergiler de çıkarmıştır. İttihat ve Terakki fırkasının yardımı ile Ziya Gökalp ta r a rd a n 1 9 1 7 ’de çıkarılan Yeni Mecmua, bilhassa dil ve ede­ biyatta önderlik ediyor. Büyük Mecmtia, İslâm Mecmuası gibi dergi­ lerde o zaman yürütülen icraat ve ıslahatın temelleri açıklanıyordu. Bunlara. Manastır’da çıkan Yeni Fikir, Üsküp’te yayınlanan Yeni Mektep v .b. gibi vilâyet gazetelerini de ekleyebiliriz. OsmanlI Saltanatının geçü-diği son buhran devrinde. Meşrutiye­ tin başmdan beri kurulan Türkçülük müesseselerinden en ziyadehayatiyet göstereni “ Türk Ocağı” oldu. “ Türk Derneği’ ', yukarıda açık­ landığı gibi, iki üç yıl devam ederek dağılmıştı. “ Türk Yurdu’ ’ise. 1917 ’den itibaren ‘ ‘Türk Ocağı’ ’ ile büsbütün kaynaşmıştı. Evet, ‘ ‘Türk Ocağı’ ’ da mütareke devrinde işgal kuvvetlermin, bilhassa İngilizlerin birkaç darbesine maruz kaldı: Ocağın merkezi basılarak evrak ve ve­ sikaları. kütüphane ve koleksiyonları dağıtıldı. Bununla beraber, kıy­ metli vesikalardan birçoğu fedakâr ocaklılarm evlerinde saklanarak kuû:tarılabiidi. Bütün bu takip ve baskılara rağmen ‘ ‘Türk Ocağı’ ’ dayan­ dı ve dağılmadı: neticede Cumhuriyet devrini idrak etti.

11. Cumhuriyet devrinde “ Türk Ocaklan” ve “ Halkevleri” Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa’nın rehberliğei altmda başlayan Türk milli hareketi, bir Türk Devleti kurulmasını gaye edinmişti. Türk Ocakları, pek tabiî olarak bu harekete iştirak ettiler. İstanbul’da millî mitingler tertiplediler, batı Anadolu’da^ müdafaa teşkilâtlariyie irti­ bat kurdular ve millî hareketin başı Mustafa Kemal Paşa’ya bağlılık ve itaatlarmı arzettiler. Ankara’da mülî Türk Devleti, “ Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adı ile kurulduğu sıralarda. “ Türk Ocağı” nın merkezi de Ankara’ya yerleşti. Bundan sonra Türk Ocağının gelişmesi daha seri adımlarla ilerledi, çünkü yeni Türkiye devletinin kuruluşu Türk Milli­ yetçiliği fikirlerme dayanıyordu. Bu devleti kuran Gazi Mutafa Kemal Paşa, milliyet prensiplerine verdiği kıymeti daima açıkça belirtiyordu. İsmet Paşa da, 17 Temmuz 19 1 7 tarihinde Üçüncü Kolordu komutanı “ İsmet İnal Bey’ ’ adresiyle 2 3 2 0 numara altında derneğe kaydolmuş bir ocaklı idi. Ankara’da Türkiye Büyük Mület Meclisi toplamrken Hamdullah Subhi Bey. Antalya mebusu olarak Ankaraya gitti ve Meclise katıldı. Sonra Millî Hükümetin ilk Maarif Vekilliğine tayin olundu. Hamdullah Subhi bu suretle siyasete,fakat mülî siyasete girmiş oluyordu. Bu siyasî va46


zlfeleri yürütmekle beraber o, Türk Ocağı’ndaki faaliyetini asla eksilt­ meden devanı ettirmiştir. Türk Ocağı, kurukış esnasındaki prensiplere sadık kalarak İmparatorluk devrinde siyasetle meşgul olmamıştı. Inıparatoıluk parçalanıp dağıldığı sıralarda ise Türk Milliyet fikri siyasi bir fikir haline gelince, Ocağın faaliyeti de kendiliğinden siyasî faaliyet­ lerle kaynaşm aya başladı. Fakal, çalışmaların siyasî yöne fazlaca kay­ ması, TürkO cağı’nın geleceği bakımından iyi bir netice vermedi. 1931 yılında Ocak büsbütün kapatılarak, bütün mal varlığı yeni açılan Hal­ kevlerine devreildi. Orağın bundan sonraki yıllarda tekrar açılış ve ka­ panışları meselesi konumuzun dışında kalacağından, ilgili kaynaklara işaretle, bu bakımdan tafsilâta girişmeyi gerekli görmedik.

12. Birinci Dünya savaşı sırasuidaki faaliyetler. Yusuf Aliçura Avusturya-Macaristan ve Aiınanya’da (1915-1916) Yusuf Akçura 1 9 0 8 ’da İstanbul’a döndükten sonra, bir taraftan yu­ karıda açıkladığımız milliyetçi derneklerde çalışarak önce “ Türk Der­ neği” , sonra da “ Türk Yurdu” dergilerinin çıkarılmasına katılmış, di­ ğer cihetten Harbiye Mektebi’nde, M edreset’ül-Vaizîn'de tarih ve İs­ tanbul Darülfünrtn’unda asrı hazır (yeni zamanlar) tarihi dersleri oku­ tarak genç neslin müspet yolda yetişmesine yardımcı olmaya gayret etmiştir. Bu esnad.e türlü milli konular üzerine sık sık konferanslar da veriyor ve bunlar makale veya broşür şeklinde yayınlanıyordu. Onun makalelerini bilhassa şu gazete ve mecmualarda bulmak mümkündür: M u savver M alûm at (1897), M eşveret (1902-1903). Şura-1 Ümmet (Paris-Kahire 1902-1905), T ürk (Kahire 1904-1906), K azan M uh­ biri (Kazan 1905-1906), A h b ar (Kazan 1907), V akit (Orenburg 1 907,1911), Ş u ra (Orenburg 1908-1909), T ercüm an (Bahçesaray 1908-1909), İçtih ad (Kahire 1909-12), T ürk Yurdu ( 1 9 U ’den iti­ baren), H alk a D oğru (1913), T ü rk Sözü (1914), Bilgi (1913), Va­ k it (İstanbul 1920), H a k im iy e ti Milliye (1921), Yeni Gün (1921-23), Hi!âl-i A hm er (1923). T ürk T arih Encüm eni M ecm uâsı (1929), ikdam , T ed risat M ecm uası, M illiyet, Taarif-i M üslİmîn, S ebilür-R eşad, İflıam , M uhit, S ab ah , Resimli K itap, Ülkü, M ek­ tep M üzesi, Salnarae-iServet-i F ünûn(l 912), Nevsal-i Miüî (19i 4)^1^ Balkan Harbi sıralarında Yusuf Akçura'nm çıkarmakta olduğu ‘Türk Yurdu” dergisi İttihat ve Teıakki partisinin koruması altına girmiş ve yazarların çoğu da parti üyesi bulunuyordu. Fakat derginin müdürü 47


Yusuf Akçura halâ partide üye değildi. Butıunİa beraber, başta Sadra­ zam Talât Paşa olmak üzere, parti ve hüküm et erkânı ile iyi m ünase­ bette bulunuyor, Türklük ve Türkçülükle ilgili talepleri seve seve yeri­ ne getiriyordu. Parti ve onun ileri gelenlerine bu kadar yakın duran Yusuf A kçura'nın bu partiye üye olması daha yakışıklı olacağı düşü­ nülerek bu iş ona Ziya GÖkalp ve başka dostları tarafından bir kaç de­ fa hatırlatılmış, tavsiye edilmiş ve neticede o da kabul etmişti. Talât Paşa ile Ziya Gökalp onu partiye teklif eden iki şahit olnmş ve tespit edilen bir günde merasimle kaydının yapılması l^rarlaştırılm ıştı. A n­ cak tenha bir odada yemin edilirken, aptesti olmadığı için K ur'an'a parm ak basmaktan çekinmesi yüzünden merasim tamamlanamıyor. Bu işi bir izzeünefis meselesi yapan Ziya Gökalp ile Yusuf Akçura’nın arası açılıyor. Yusuf Akçura D arülfünûn’da kadro dışı bırakılarak iş­ siz kalıyor ve büyük bir geçim sıkıntısı ile karşılaşıyor. Dr. Lebip Karan'ın “ Yusuf Akçura Büyük A d a 'd a” başlıklı henüz basılmamış yazısmdan anlaşıldığına göre, Halide Edip Hanımın Cemal Faşa nezdinde tavassutu ile Yusuf A kçura'ya Heybeliada Deniz Lise­ sinde tarih öğretmenliği vazifesi veriliyor. Dostlarından biri, bir ingilizin kendisine emanet edilen köşkünde parasız oturabileceğini söyle­ mesi üzerine Büyükada’ya taşınıyor. Bu vakaların ne zam an olduğu hakkında Dr. Lebip Karan belli bir tarih vermiyor. “ Harbi umummin ikinci yılında olsa gerek” diyerek ancak tahm inî bir ifade kullanıyor. Yusuf Akçura’nm kendi yazısından, bazı tarihleri açık olarak öğren­ mek mümkündür: “ 1912-1913 tedris senesinde, İstanbul Darülfünu­ nunun ‘Tarihi siyasî’ muallimi bulunuyordum ... Bu tedris senesinden sonra Darüllıinımdan ayrılmak zorunda kalmıştım’' dediğine .göre (Bi­ rinci T ürk T arih Kongresi 1932, s. 579), bu sıkıntılı hayata bir yıl­ dan fazla katlandığı anlaşıhvor. Gerek “ Türk Yurdu’’ dergisindeki idare ve yazı işlerim yürütmek ve gerek bazı milli kurumlarda toplantılara katılm ak için, Yusuf Akçura ’mn sık sık İstanbul'da bulunması gerekiyordu. Hemen her gün İs­ tanbul’a gidip gelmek ve Heybeliada’ya da uğram ak için epeyce bilet parası ödemesi gerekiyordu. Yusuf paşa mahallesindeki annesinden kalan evin üç liralık kirasına ek olarakTleybeliada'da öğretmenlik için ödenen para, ancak saat hesabı ile yapılan cüzî bir miktar teşkil edi­ yordu. Bu durumda onu yalnız bırakmayıp sık sık ziyaretine gelen sa­ dık arkadaşlarından iri de tıbbiyeli hemşehrisi Lebip Karan idi. Bundan som a olup bilenleri onun kaleminden dinleyelim: “ Günler­ den bir gün Büyük Adaya yine üstadı ziyarete gitmiştim. O akşam üs48


tad İıtihac ve Terakki’nin teşkilâtı m ahsusasından ‘Yarın sa a t onda m üracaat o lu n m ası...’ biçiminde bir telgraf almıştı. Bu tel üzerine Yu­ suf x\kçura çok düşünüceye daldı ve adeta beti benzi soldu... Kendisi­ ne herhangi bir kapah haber gelirse, önce onun kötü yönlerini gözler önüne getirir ve saatlarca hep p yönü di^ünürdü. Partiye ü_ye olmadığmın acısım halâ çekmekte iken, bu kere o partinin esrar dolu siyasî bir kısm ından niçin olduğu beİIi olmayan bir iş için davet alınca bu işin hiç de iyi yönünü düşünemiyordu... Bütün gece hemen hemen hiç uyumadı. Bir takmı mektuplar yazdı. Eğer bu davetin sonu kötü çı­ karsa ve yarın öbürgün Büyük A da’ya dönmezse, bir takım kitaplarım n ne olacağı hakkm da bana ağızdan direktifler verdi. Bir çok m ah­ rem yazıları bulunan bir sandığını bana teslim etti. Bu davetin neti­ cesini bekleyerek, yazdığı mektuplarını postaya verecek ve tavsiyele­ rini yerine getirecektim. Fakat çok şükür hemen ertesi günü bütün bu tevdi ettiklerini sonsuz bir sevinçle kendisine teslim ettim. Meğerse bu davet Enver P a şa ’m n bir emri ile Yusuf Akçura’ya önemli bir siya­ sî vazife verebilmek için yapılmış imiş. Çok mesut ve ümitli bir sevinç­ le Büyük A da’y a döndü. Bütün geceyi uyuyam adan ve kâbus içinde geçirmiş olmakla son derece yorgun olmasma bakm ayarak, nurlu güler yüz ve ferahlamış bir yürek ile dinç bir hale geldi. Kendisini önemli ve millî bir iş için A vrupa’y a göndereceklerdi..." Yusuf Akçura Büyük A da’da otururken de Rusya’daki milletler me­ selesi ve her şeyden evvel oradaki Türk boy ve ülkelerinin geleceği üze­ rine arkadaş ve hemşehrileri Ee sık sık görüşerek bu m aksatla proje­ ler hazırladıkları ve: ‘‘RUSYA’DAKİ MÜSLÜMAN TÜRK-TATAR HALKLARININ HAK­ LARINI KORUMA KOMİTESİ” (Das Komitee zıun Schuizeder Rechte der mohammedanıschen türkisch tatarischen Völker Russlands) admda bir cemiyet kurdukları anlaşılmaktadır (kısaltılmış şekli: ‘‘TürkT atar Heyeti’’). Bu çalışmalar, o zamanın kımiandan ve devlet adam ­ ları tarafm dan da tasvip, ve takdir edilmiş, dünya savaşı sırasm da as­ kerî hareketlere paralel^olarak siyasî maksatlarla kullanılması gerekti­ ği anlaşılmış ve bu yönde harekete geçilmesi kararlaştırılmıştır. Yusuf Akçura B üyükA da’dan işte bu m aksatla çağrılmış bulunuyordu. Yusuf Aİcçura’nm b a ş lın ı bulunduğu yukarıda sözü edilen cemi­ yet adına bir komisyonun, önce müttelık ve dost devletler olan Al­ m anya. A vusturya-M acaristan ve Bulgaristan’a gitmesi ve sonra da 1916 Haziranında İsviçre’de toplanacak olan “ Milletler konferansı” 49


n a katılmaları uygun görülm üştür. Komisyonun Avrupa’ya hareketinden önce, ilgilUere sunulmak üzere 1915 yaz aylannda Almanca iki metin hazırlanmış o lu p , birincisi Yu­ su f Akçura tarafından kaleme alınmış, muhtıra olarak hazırlanan ikinci m etin komisyon üyesi dört kişi tarafından imzalanmıştır. Birinci belgenüı adı şöyledir:A ktschuraoğlu Ju ssu f.D ie g e g e n w â rt ig e Lage d er m oham m ed an isch en T u rk o -T ataren R u sslan d su n d ih re B estrebungin(R usya'daki Müslüman Türk-Tatarlann bugünkü du­ rum u ve faaliyetleri). 12 sayfahk bu belgede 10 başlık altında şu ko­ nulara yer verildiğini görüyoruz: 1. Nüfus sayısı, 2. Nüfus artışı, 3. Îçtimaî smıflar, 4 . İktisadî faaliyet, 5. Eğitim sistemi ve reformlar, 6. Edebiyat, 7. Ruslann baskısı, 8. Sansür, 9. Halkm politik durumu, 10. Türk-Tatarlann arzulan. Bu metinde, R usya’daki Türk boylan al­ tı bölümde İncelenmektedir: 1. Kuzey Türkleri (Tatar-Başkurtlar) 7 mil­ yon, 2. Kırgız-Kazaklar 6 milyon, 3 . Türkistanlılar (Buhara-Hive) 6 milyon, 4. Türkmenler 1 milyon, 5. Kafkasya Türkleri 3 milyon, 6. Kırım 0 ,5 milyon. Toplam: 2 3 .5 milyon. Bu belgenin üzerinde basılış yeri ve tarihi belirtilmemiş ise de, ikinci belge ile birlikte sunulduğu için, onunla aynı zam anda Budapeşte’de basılmış olması kuvvetle muhtemeldir. ikinci belgenin adı şöyledîr: D enkschrift des K om itees zum Schutze d e r R echte d e r rnoham m ectonischen tü rk isch -tatarisch en V ö lk e r R u sslan d s, Budapest 1915. (Rusya’daki M üslüman Türk-Tatar halklannın haklarmı koruma Komitesinin m uhtırası). Bu metin, Budapestede “ Pester Lloyd-Gesellschaft” M atbaasm da basılmış, a 3Tica 1 9 1 6 ’da “ Die Welt des İslam s” dergisinde de çıkmıştır (IV, 1-2, s. 33-43). Bu muhtıra, aşağıda görüle.ceği üzere 1 9 1 6 ’da Ahnanca ve Fransızca olarak İsviçre’de de yaym lanmıştır. Muhtıra}^ sunan kim­ seler olarak şu adları görüyoruz: Yusuf Akçura, Ali Hüseyinzade, Mehemmed Esad Çelebizade, Mukim Eddin Beycan. Bu muhtu-ada da Rusya’daki Türk boylan’altı bölge halinde incele­ nerek, savaşın muhtemel neticesine göre herbirine hürriyet ve istiklâl verilmesi talep edilmektedir. Bu metinerde sık sık eski Türk Hanlıklanndan, Kınm, Kazan, Buhara, Hive Hanhkları ile bunlarm tekrar ku­ rularak canlandırdmasmdan bahsediliyor. O zamanki duruma göre ta k - . tik bakım dan bunu tabiî karşılamak gerekir, çünkü gerek Türkiy-e ve gerek müttefiklerinin hepsi de o yülarda İmparatorluk ve Kırallıkla idare ediliyorlardı. Bu belgelerin bir özelliği de, Rusya içindeki Türk boy ve ülkelerinin haklarm ı duyurmak ve korum ak için yalnız dost ve müttefik devletle50


re değil, aynı zam anda tarafsız ülkelere ve hattâ savaşılan düşına.ı devletlere de hitap edilmiş olmasmdâdır. Bu balamdan, metnin son paragraflarmdan birinde şu ifadelerle karşılaşıyoruz: “ Biz bu ricamızı, halk ve milletlerin haklarmı ayaklar altm a alan R usya’ya karşı savaşan muzaffer Almanya. A vusturya-M acaristan ve Bulgaristan’a yöneltmekle,kalmayıp, aynı ricalarla İsveç, Norveç. Danimarka, İsviçre ve Amerika Birleşik Devletleri gibi tarafsız ülkele­ re ve h attâ Rusya’nın müttefiki olan İngiltere, Fransa ve İtalya’y a da hitap ediyoraz. Böylece R usya’nın dostlarına da bu ricalarımızı du­ yurm ak isteriz: Çünkü onlar, milletlerin muhafazasmı, millî haklarm komnmasım ve miUî bağımsızılklann emniyet altma almmasmı, bu savaşın gayesi olarak ilân etm işlerdir". Bu iki belgenin 1915 yaz aylannda hazırlanarak Budapeşte’de bastınldiktan sonra, komisyonun seyahatinden önce Avusturya ve Alman­ y a ’y a gönderildiği ve ilgililere dağıtıldığı anlaşılıyor. Y. Akçura, A.Hüseyinzâde, M.E.Çelebizâde veM .B eycan’dan ibaret dört ^şilik H ey et 1915 yümın Aralık ayı başlarında Sofya, Viyana ve Budapeşte üze­ rinden A lm anya’y a hareket etmiştir. “ Türk Yurdu’’ dergisinin 31 .XII.1331 (1915) tarihli IX. 9. sayısının 142-144 sayfalarında çı­ kan şu haber bununla ilgilidir: “ Türk ve Tatar Heyeti.- Kafkasya. Türkistan, Kırım ve Kazan ha■valisinde sakin bilcümle Türk ve Müslümanların hukukunu müdafaa, daha doğrusu hukuk-u mağsubelerini istirdad için şehrlerinde Avru­ p a’ya azimet etmiş olan Heyet Sofya’dan başlayarak Budapeşte, Viy a n a ’da resmî ve gayri resm î bir çok ekabir-i rical ile mülakat ederek her yerde hüsnü kabul görmüşlerdir. Heyet. A vusturya ve Macaris­ tan Hükümetinin mehafıl-i resmiyesine suretini aşağıda dercedeceğimiz bir lâyiha takdim ederek mazlum Türklerin Rusya boyunduruğun dan tahlisini müttefiklerimiz ile beraber bitaraf hükümetlerin de efkârı umumiyesinden talep ediyorlar. Bu Heyete muvaffakiyet tememni et­ mekle beraber, T ü rk Y u rd u ’nun teşekkülünden ve bütün neşriyatmdan maksad-ı aslisi T ü rk Birliği’ni vücuda getirmek ve müttehid Türk milliyetinin terakki ve tealisine çalışmaktan ibaret olduğundan, bu He­ yetin teşebbüsündeki heden gaye değil, gayeye giden yol üzerinde bir merhale diye telâkki eyier. Heyetin şu teşebbüsü münasebetiyle Rusya Türklerinden nazolunan hukukun en mühimlerinden bir kaçını burada ta d a d e d iy o ru z :............. B u n d an so n ra k i 143-144. sa y fa la rd a , y u k a rıd a sö zü ed ilen A lm a n ­ ca b irin ci b e lg e n in ö z e t h alin d e ö n e m li y e rlerin in te rc ü m e si v e rilm e k ­ te d ir. B u h a b erin H e y e t ta ra fın d a n d e rg iy e h enüz B e rlin ’e v arm a d a n

51


V i y a n a ' d a n y o l l a n d ı ğ ı a n la ş ı l ıy o r , H e y e ü n r e s m î z i y a r e t v e fa a liy e t b a k ı m ı n d a n t a k i p e tliğ i sıra ; V i ­ y a n a , B u d a p e ş t e , B e r l i n , S o l y a ş e k l i n d e o l m u ş t u r . Y u s u f A k ç u r a ve a r k a d a ş l a r ı 8 A r a l ık 1915 g ü n ü V i y a n a ' d a A v u s t u r y a B a ş b a k a n ı S t o r g k ve D ışişleri Bakanı F o rg a c h tara lın d a n kabul e d ilm işle r ve yukarıda s ö z ü e d ile n iki b e lg e y i s u n m u ş l a r d ı r . K o p e n h a g e n 'd e n P e l e r s b u r g 'a ç e ­ k ile n 8 A r a l ı k tarih li b i r t e l g r a f t a d a b u z i y a r e t t e n b a h s e d i l m e k t e , y a n i H e y e t i n ö n c e V i y a n a ’y a u ğ r a d ı k l a r ı a n l a ş ı l m ı ş b u l u n m a k t a d ı r . H e y e t s o n r a B u d a p e ş t e ' y e g e ç m i ş , 12 A r a l ı k g ü n ü B a ş b a k a n T is z a , p a r l a m e n t o ü y e l e r i n d e n A n d r a s i ile g ö r ü ş ü p a d ı g e ç e n m u h tı r a la r ı s u n ­ m u ş l a r d ı r . Ş a r k i y a t ç ı M e s z a r o s ’u n y a r d ı m i y l e “ K ü l ü g y H a d ü g y ” d e r ­ gisin d e R u sy a m a h k û m u T ü rk le rin d ilek lerin i a çık lay a n b ir m a k a le ve R u s i d a r e s i n d e k i y e r l e r d e k u r u l m a s ı t e k l i f e d il e n d e v l e t l e r i g ö s t e r i r h a ­ rita d a y a y ı n l a n m ı ş t ı r . Y u s u f A k ç u r a . M a c a r İ l i m l e r A k a d e m i s i s a l o n ­ l a r ı n d a R u s y a ’d a k i M ü s l ü m a n T ü r k - T a t a r l a n n b u g ü n k ü d u r u m u v e d i ­ le k l e r i ü z e r i n e k o n f e r a n s v e r m i ş t i r . S e r m e n M i k l o s t a r a f ı n d a n H e y e t ş e r e f i n e v e r i l e n z iy a f e t l e r d e , ü y e l e r , M a c a r i s t a n ' ı n d i ğ e r d e v l e t e r k â ­ n ı , z a d e g a n v e m e b u s l a r ile t a n ı ş m ı ş l a r d ı r . B u h a d i s e l e r i n , s a v a ş h a ­ lin d e o l a n b a zı d ü ş m a n b a s ın ı t a r a f ı n d a n d a t a k i p e d il d i ğ in i , m e s e l â P a ­ r i s ’te ç ı k a n “ L e T e m p s ” g a z e t e s i n i n 14 A r a l ı k 19 15 ta r i h l i n ü s h a s ı n ­ d a ç ı k a n 13 A r a l ı k Z ü r i c h m a h r e ç l i b i r h a b e r i n d e , T ü r k - T a t a r H e y e t i ­ n in 12 A r a l ı k t a B u d a p e ş t e y e g e liş i v e o r a d a k i fa a l iy e t i ü z e r i n e bilgi verild iğ in i g ö rü y o ru z. T ü r k H ü k ü m e t i n i n t e ş e b b ü s ü ile h e r h a l d e ö n c e d e n m ü s a i t z e m i n h a ­ z ı r l a n m ı ş o l d u ğ u n d a n , T ü r k - T a t a r H e y e t i B e r l i n ' d e d e ç o k iyi k a r ş ı ­ la n m ış, b a şta D ışişleri Bakanı P a g u , m u a v i n i Z i m n ı e r m a n n o l m a k ü z e re g e r e k s i y a s e t , g e r e k ilim m u h i t i n d e v e b a s m d a r e s m î v e g a y r i r e s m î b ir çok k im sele rle g ö rü şe rek R u sy a d a k i M ü s lü m a n T ü r k - T a ta r halkla­ r ı n ın ş i m d i k i d u r u m u n u a ç ı k l a m a y a v e o n l a r ı n g e l e c e ğ i h a k k ı n d a k i fi­ k i r v e p r o j e l e r i n i s u n m a y a i m k â n v e fırsa t b u l m u ş l a r d ı r . B u h a r e k e t ve ziy a ret A lm an b asın ın d a da g e n iş y a n k d a r u y a n d ırm ıştır. 12 O c a k 191 6 g ü n ü T ü r k - T a t a r H e y e t i ş e r e f i n e B e r l i n ’d e k i “ Küııstİ e r h a u s ” da, “ D e u t s c h - A s i a t i s c h e G e s e l l s c h a f f ' t a r a f ı n d a n b i r t o p l a n ­ tı t e r t i p e d i l m i ş v e b u to p la n t ıd a Y u s u f A k ç u r a R u s y a T ü r k l e r i h a k k ı n ­ d a b i r k o n f e ra n s ve rm iştir, O . k o n f e ra n s ı n d a tem el o l a r a k y u k a r ıd a a ç ı k ­ l a d ı ğ ı m ı z iki b e lg e d e k i k o n u l a r ı a lı n ı ş v e T ü r k ç e ' k o n u ş m u ş t u r . O n u n k o n u ş m a s ı . B e r li n Ü n i v e r s i te s i ö ğ r e t i m ü y e l e r i n d e n t a n ı n m ı ş ş a r k i y a t ­ çı P r o f e s ö r D r . M a r t i n H a r t m a n n t a r a f ı n d a n A l ı n a n c a y a ç e v r i l m i ş v e b ü y ü k b i r ilgi ile k a r ş ı l a n m ı ş t ı r . D a h a ö n c e d e n b a s ı n a d a v e r i l m i ş o l a n 52


Yusuf Akçura’nm broşürü ile Heyetin muhtırası, konferanstan önce de Alman gazetelerinde yaymlanmış bulunuyordu; önce W .Blankenburg, D eu tscherK uriergazetesinin 8 .XI.1915 tarihli nüshasm da N och ein e T ü rk isch e F rag e başlıklı makalesinde bunlardan bahsetm iş, son­ ra K öinische Z e itu n g ’un 8.1.1916 gün ve 23,1 sa 3Tİı nüshasm da. Heyetin muhtırası özet halinde basılmıştır. Konferanstan sonra ise, ge­ rek adı geçen iki belge ve onlarda ortaya atılan konular, ve gerekse Yusuf A kçura’nın şahsı hakkında Alman gazete ve dergilerinde ente­ resan bir çok haber ve makale çıkmış olup, görebildiğim başLıcalan şunlardır: A ktschura Oğlu jussuf, Die gegen w ârtig e L age d e r m oham m ed a n isc h e n T u rk o -T a ta ren R u sslan d s u n d ihre B estreb u n g en , Das grössere Deutschland III, 17, 22.IV .1916, s. 542-552 (Tam metin). Die Ziele der T urko-T ataren R usslands, Das grössere Deutschland III, 17, 2 2 .IV .1916, s.5 5 3 -5 5 5 . A k tsc h u ra Oğlu Ju ssu f Bey, Das grössere Deutcshland UI, 17, 2 2 .IV .1916, s .555-556. Dr. H achtm ann, A k tsc h u ra O ghlu Ju ssu f Bey, Deutsche Levante = Zeitung VI, 3, 1.II.1916, s .93. D enkschrift des K om itees zum Schutze d er R echte der m oham m ed an isch en tü rk is c h -ta ta ris c h e n Vöİker R u sslands (Muhtırarun tam metni), Die Welt des Islams IV, 1-2, 1916, s .33-43. Yusuf A kçura'nm konferansı dolayısıyla çıkan haberler; W illiHeffening,ZeitungsschauJDieW elt des Islams IV. 1-2, 1916, s .206-207: B erliner T a g e b la tt 15.1.1916; B o rse n C o u rie r 16.1.1916 v.b. “ Türk-Tatar Heyeti” Alm anya’daki ziyaretlerini tam am layarak 1916 Şubatmda Sofya üzerinden Türkiye’ye dönmüş ve bu esnada Bul­ garistan Başbakam Rodoslavov, Meclis üyeleri. Profesör Şişmanov v.b. ilgililer taraftndan kabul edilerek muhtıralar sunmuşlardır.

13. Yusuf Akçura İsviçre’de (1916) 1916 Şubatm da Almanya, Avusturya-M acaristan ve Bulgaristan seyahatini tam am layarak Türkiye’ye dönen Yusuf Akçura başkanlı* ğmdaki heyet, aynı yılın Haziran aym da Lozan’da toplanacak olan •‘MilUyetler Birli^nin Üçüncü Kongresi” ne (Troisieme Conference des Nationalites) katılmak üzere, herhalde Mayıs başlannda İsviçre’ye git­ miştir. Bu sefer heyet daha kalabalık olup, her boydan mümessillerin bulunduruhnasına çalışılmıştır: Kazan Tatarlarından Yusuf Akçura. Ab-

53


dürreşid İbrahim, Özbeklerden Mukimeddin Beycan. Kazak-Kırgızİar adına Safa Ahmetoğlu, Kumuklar adına Ahm et Saip Kaplanov, Dağıs­ tan adm a Seyit Tahir Efendi, Çerkezlerden Aziz Meker, A zerbaycan’­ dan Ali Hüseyinzâde, Ahmed Ağaoğlu katılmışlardır. Birinci DünyaSavaşınm başlarında müttefikler taraftndan Paris’te kurulmuş olan “ Milliyetler Birliği” (ru n io n des Nationalites) siyasî bir teşekkül olup, bilhassa çok milletli Avusturya-Macar'istan ve Os­ m anlI İm paratorluğuna karşı yürütülen parçalam a siyasetinin faal bir merkezi idi. 23 “ m ille f’in temsil edildiği bu birliğe sonralan “ Rusya Mahkûmu Milletler Birliği” (Ligue des Nationalites Allogenes de Russie) mümessilleri de katılmış ve böylece, bu “ Ligue' ’in bir üyesi olan “ Türk-Tatar Heyeti” de “ Milliyetler Sirliği” ne (1 'Union des Natio­ nalites) dahil olm uştur. “ Milliyetler Biriiği” nin toplantılannda Fran­ sa. İngiltere ve İtalya’nın müttefiki olan Rusya’ya karşı şiddetli hü­ cumlar yapıldığmdan, bu “ Birlik” , neticede müttefiklerin kendi aleyh­ lerine işleyen bir silâh haline gelmiştir. Yusuf Akçura ve arkadaşlarm m İsviçre’de yürüttükleri çalışmalar için esas kaynaklardan sayılabilecek: Annaies des N ationaütes, Bullecin de l ’Union des N ationalites, Lausanne 1916: Compte rendu som m aire de la IIP Conference des N ationaiites, Lausanne 1916: Revendications des Nationalites opprimees, Recueü des Me-

m oires, Rapports et Documents presentes â la III Conference des N ationaiites, Lausanne 1917 gibi eserleri şimdilik görm ek mümkün olmadı ise de, Bibliyografya listesinde zikredilen: Insabato 1920, Zarevand 1930, Jaeschke 1941, Togan 1942, Kurat 1970, Georgeon 1978, 1 9 8 0 ,1 9 8 6 gibi araştırm alara dayanarak İsviçre'deki faaliyet­ leri özetlemekle yetineceğiz: 18 Mayıs 1916 günü “ Türk-Tatar Heyeti” (Comite Turco-tatar) tarafm dan Amerika Birleşik Devletleri başkam W ilson’a, “ Rusya’da­ ki mazlum milletlerin şikâyetlerinin dikkate alınması ve onların hima­ yesi hususunda nüfuzunu kullanm ası” talep edilerek bir telgraf çekil­ miştir. “ Bize yardıma geliniz ve bizi imlıa ecülmekten kurtarınız!” söz­ leriyle son bulan bu telgraf, Yusuf Akçura, Abdürreşid İbrahim, Ali Hüseyinzâde, Ahmed Ağaoğlu tarafından imzalanmış olup, Revue du Monde M usulman dergisinde de basıimıştır: Cild III, Dec. 1922, s. 6-7, CildLVI, D ec.1923. s. 146-147. Bu deklarasyon, “ Rusya Mah­ kûmu Milliyetler Birliği” ne dahil bütün diğer gayri Rus milletlerin şi­ kâyet ve isteklerini içine alan büyük m uhtıraya dahil olup. Fin. Letonya. Litvanya, Leh, U kravna ve Gürcülerin de katılmasivle 21 kisi ta54


rafından imzalanmış bulunuyordu. Ayni mealde telgraflar İngiliz, Fransız, İtalyan v.b. devletlere de yollanarak “ Rusya M üslümanlarının haklannm tam nm ası” ricasmda bulunulm uştur. Ondan önce, 9 Mayıs 1 9 16' da tanınmış Kazanlı şah­ siyetlerden Abdürreşid İbrahim kendi başm a Stocklıolm’den Başkan W ilson’a bir telgraf çektiğine göre, onun İsveç’te siyasî faaliyetle bu­ lunduğu ve sonradan İsviçre’ye gelerek Heyete katıldığı anlaşılıyor. ‘‘Milliyetler Birlig’’nin üçüncü kongresi 27-29 Haziran 1916 günleri Lozan'da toplanmıştır. Bu kongrede “ Türk-Tatar H eyeti" m üşterek bir metinle ortaya çıkamamış, üyeler, temsil ettikleri halkın durumu­ na göre gruplaşarak, kendi başlarm a talepler ileri sürm üşlerdir. Mese­ lâ. “ Tatar. Ç a ğ a t a y ve Kırgız-Kazakboylarımn m uhtıraları” , 1 8 sa y falık bir broşür şeklinde bir arada toplanarak Kongre esnasında Fran­ sızca olarak Lozan’da bastırılmıştır: Les E xposes des D elegations d es N ationlites T a ta re , T c h a g a ta î et K irghize-K aissak, Lausanne 1916, 18 s. Bundan başka, Yusuf Akçura’mn 1 9 1 5 ’te Budapeşte’de yayınla­ nan ve konularmı Viyana. Budapeşte, Berlin ve Sofya’da verdiği kon­ feranslarda kullanan: Die gegenw ârtige Lage d er m o h am m ed an ischen T u rk o -T ataren R u sslan d s u n d ihre B estreb u n g en adlı Alm an­ ca eseri İsviçre’de aynen tekrar basıldığı gibi (Bern, Frd. Wyss-Verlag 1916, 12 s.), bu broşür ve onunla birlikle sunulmuş olan muhüra Fran­ sızca olarak da yayınlanmıştır: Aktchura Ogkı Joussuf, L ’E ta t actuel e t les A sp iratio n s d es T u rco -T atares M u su lm ans de R ussie, Lau­ sanne 1916. 14 s. ve: M em orandum d u Comite de la D efense des dro its d es p euples T u rc o -ta ta re s M usulm ans en R ussie. Yusuf Akçura 1916 Temmuzunda Zürich’e giderek, Siefeldt’in ta­ vassutu ile Temmuz ve Ağustos ayı içinde Lenin ile görüşmüş, Rus­ y a ’da ihtilâl başarı kazandığı takdirde milletler meselesinde Bolşeviklerin tutum unun nasıl olacağım öğrenmeye çahşmış ve kendi muhiıralarmdan vermiştir. Yusuf Akçura’dan temin ettiği yazdı malûmata da­ yandığım söyleyen Z .V. Togan’m İfadesine göre Lenin ona: “ Sizin istediğiniz hukuk, biz mevkii iktidara geçersek ziyadesiyle temin olu­ nacaktır. Mamafih bu yazılarınızı okuruz, muvafık görürsek gazetele­ rimizde neşrederiz” demiştir. Sonra Heyet Almanya üzerinden Istanbul’adönm üştür (Bugünkü T ürkeli, s.4 7 8 ). Bu görüşmeye Y.Akçu* ra ile birlikte katılmış olan Aziz Meker, “ Lenin’le bir m ülâkat” adlı yazısında bundan bahsetm iştir (Tasviri Efkâr, 20.X1I.1917). Heyetin İsviçre’deki faaliyeti ve muhtıraları üzerine, o zam an Al55


nmn, Frnnsız, Macar v.b. maıbuatında da biı çok yaz» çıkmış ve önemle takip edilmiştir. Bu faaliyetler Rusya muhitinde de epeyce güıüitü ko­ parmış ve Meclis'te (Duma) tartışm alara sebep olmuştur. Diğer cihet­ ten, Türkiye’de yerleşmiş muhacir Rusya Türklerinin ileri gelenleri, Rus­ y a ’da işler karıştıkça bundan Türk boylan için ancak m üspet netice çı­ kacağım ümit ediyorlardı.

14. Yusuf Akçura Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti murahhası oiarak Batı Avrupa ve Rusya’da (1917-19191 1 9 1 6 ’da İsviçre’ye yapmış olduğu seyahat üzerinden daha bir yıl bile geçmeden, Yusuf Akçura 1 9 1 7 y a z sonlarında, “ Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti” (Kızılay Derneği) m urahhası olarak İskandinavya’­ ya gönderildi. Osmanlı Devleti. Rusya'daki 60-70 bin tahmin edilen Osmanlı esirlerine yardım meselesini, ancak R usya'da patlak veren 1917 Şubat ihtilâlinden sonra, 2 M artta Çarm tahtı bırakması ve geçici hüküm etin kurulması üzerine ciddî olarak ele alabilmiştir. Türkiye ile Rusya arasında siyasî m ünasebetler kesilerek savaş başlayınca, Rus­ y a ’da bulıjnan Osmanlı tebaasının himayesi işi İspanya devletine ha­ vale ediiiTiiş ise de Ispanya’nın R usya’daki noksan teşkilâtı yüzünden bu iş yürümemişlir. Birinci Dünya Savaşı devam ederken Rusya'da bulunan esirlere yar­ dım işi için en uygun yol, Rusya ile kom şu olan tarafsız memleketlerle iş birliği yapmaktı. Nitekim Almanya ve Avusturya-M acaristan, İsveç ve Danimarka hükümet ve Kızılhaç Cemiyetleri ile anlaşarak Rusya’­ da bulunan kendi esirlerine yardım meselesini yoluna koymuş bulunu­ yorlardı. Osmanh Hilâl-i Ahmer Cemiyeti 1917 yaz aylarında “ Üsera Şubesi" (Esirler Bölümü) Müdürü İzzet Beyi İsveç ve Danimarka’ya göndererek Osmanlı esirlerine ne yolda yardım yapılabileceğini ince­ letmiş ve onun raporu üzerine Yusuf Akçura’nın m urahhas olarak İs­ kandinavya’ya gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Bu sıralarda, Rusya ile esirler mübadelesi işini görüşmek üzere Ko­ penhag’da tertiplenen konferansa Türkiye’nin de katılması islenerek davetiye gelmiş ve Hükümet tarafından Bahriye Miralayı Rauf, Erkân-ı Harbiye kaymakamı Seyfi ve Kızılay Esirler Şubesi Müdürü İzzet Bey­ ler bu konferansa katılmak üzere tayin edilmişlerdi. Yusuf Akçura da İstanbul'dan bu Heyetle bitlikte hareket etmiştir. Ona verilen talimata göre Hilâl-i Ahmer Murahhaslığının İskandi­ n avya’daki görevleri şunlar olacaktı: 1) Rusya’da bulunan Osmanlı esirleriyle haberleşilerek miktarlarının, ikamet yerlerinin mümkün ol56


duğu kadar doğru olarak tayini; sıhhî durumlarına, ihtiyaçlarına dair malûmat edinmek. 2) Bu esirlerle aileleri arasında ırauniazam- haber­ leşmenin teminine çalışmak. 3) İsveç ve Danimarka Kızılhaçlariyle münasebaıa sirişerek, onl?r 'vasıtasiyle Rusya’daki Osmanlı esirlerine para yardımı, hediye paketleri, kitap ve saire göndermek, 4) İskandinaw a yolu ile memlekete iade olunan sakat esirleri karşılayıp onlara ianeler ve hediyeler dağıtmak. Hareket günü açık olarak bilinemediğinden, Yusuf A kçura’nm bu seyahati ve çalışmaları, tahmini olarak 1917 A ğustosundan (veya Ey­ lülünden) 23 A ğustos 1 9 1 9 ’da İstanbul’a dönüşüne kadar iki yıl sürmüs olup, hazırladığı raporda bütün faaliyetini açıklamış bulunmak­ tadır: OsmanlI Hüâl-i Ahmer Cemiyeti, R usya ü s e ra m u ra h h a sı Yu­ su f A kçu ra Beyin rap o ru , İstanbul 1335, Matbaa-i Orhaniye, 108 s. Zaman bakımından Yusuf A kçura’mn bu seyahati üç bölümde incelenebilir: , . , i ,ı I. Batı Avrupa’da bulunduğu aylar (Danimarka, İsveç, Almanya): A ğustos (Eylül) 1917 - 13.1.1918 (4-5 ay). .

II. Rusya’da bulunduğu zamanlar (Petrograd. Moskova,Kazan, Ura): 13.1.1918-22.11.1919) (13 ay 10 gün). III. Tekrar Batı Avrupa’da bulunduğu aylar (Finlandiya, İsveç, Dani­ marka, Almanya): 23.11.1919 - 23.V1I1.1919 (6 ay). Yusuf Akçura Osmanlı Hİlâl-i Ahmer m urahhası olarak görevlen­ dirilirken Rusya’ya gitme fikri belki henüz ortada yoktu, o ancak ta­ rafsız d evlet'olan İsveç ve Danim arka’da oturarak, Almanya ve Avusturya-Macaristan hükümetlerinin yaptığı ^b i, tarafsız kızıüıaç der­ nekleri vasıtasiyie ■Rusya’daki Osmanh esirlerine yardım işini idare edecekti. Kopenhag’daki esirler mübadelesi konferansına katıldıktan sonra Yusuf Akçura İsveç ’e gelmiş ve bu konferansm bir neticesi olarak Fin­ landiya, İsveç ve Almanya üzerinden -' Türkiye’ye gönderilmek üzere R usya'dan gelmeye başlayan sakat Csmanb esir kafilelerini karşıla­ yarak, herbirine 1 5 -2 0 ’şer Mark para yardımı ve hediyeler dağıtmış­ tır. Yusuf Akçura İsveç’te iken bunun gibi 5 kafile geçmiş, onun Rus­ y a 'y a gitmek üzere a y ı^ m d a n sonra bu işi MalmÖ fahri Osmanlı Kon­ solosu Herr Heydberg ve eşi yürütmüşlerdir. Rusya'daki Türk esirlerine yapılacak para, yiyecek, elbise, kitap yardımı meselesinde türlü yollar denenmiş, fakat neticede Yusuf Ak­ çura’mn teklifi üzerine Türk, Alman ve İsveç hükümetleri arasm da va­ rılan anlaşm a gereğince, Rusya’daki Türk esirlerine yapılacak yardı* 57


mm, aynen dost ve müttefik Alman esirlerine olduğu gibi İsveç Kızıl­ haç Cemiyeti tarafından yürtülmesi kararlaştırılmıştır. 1918 yılmın Ocak ayı başlarında Yusuf Akçura Stocklıolm’de iken, Hilâl-i Ahmer Umum Merkezinden, “ Rusya’y a gidecek Osmanlı Sefa­ ret Heyetine Kızılay murahhası olarak iştirak etm esi” emrini bildiren bir telgraf alır ve hem en Berlin’e giderek heyete katılır. Rusya’ya gi­ dince banka yolu ile dışarıdan para getirtm enin müşkül olacağı cinlaşıldığından,' o esnada Berlin’de bulunan Maliye Nazırı Cavid Beyin de­ lâletiyle, Türk-Alman Kızılay» hesabına Deutsche Bank’tan 20.0 0 0 Ruble ve 3 0 .0 0 0 Mark çekerek yanlarına alırlar. Yusuf Akçura’nın Rusya’da bulunduğu 14 ayayakm zamanın aşağı yukan yarısı Petersburg ve Moskova’da, yarısı da İdil-Ural bölgesindeki şehir ve kasabalarda geçmiştir. Petersburg ve Moskova’da bulunurken, esirlerin değiştirilmesi ve durumlarının imkân nispetinde iyileştirilme­ si konularmı görüşen komisyon çalışmalarına OsmanU HiIâl-i Ahmer muralıhası olarak katılmış ve İskandinavya’da başladı^ işe devam ede­ rek esirlerin bulundukları yer, miktar ve durumlarını öğrenmeye ve on­ lara her türlü yardımda bulunmaya çalışmıştır. Ayrıca, Rusya’daki müslüm an Türk halkları arasında da Osmanlı esirlerine yardım meselesini ortaya atarak onların dikkatlerini bu konuya çekmeye gayret etmiştir. 3.III.1918'de Osmanlı Heyeti ile birlikte Yusuf A kçura’nm da ka­ tıldığı Brest-Litovsk andlaşm ası im zalanarak Rusya ile Almanya ve müttefikleri arasm da sulh yapılınca, sefaret heyetleri de Moskova’ya gelmeye başlamış ve esirlerin memleketlerine yollanması işine hız ve­ rilmiştir. Osmanlı ve Alman hükümetleri arasında varılan anlaşm a ge­ reğince. OsmanU esirlerinin memleketlerine gönderilmesi işi Alman ko­ m isyonlarınca yürütülmüş ve Alman başkom isyonunda Osmanh mu­ rahhası olarak çalışacak Binbaşı Hakkı Bey de sefaret-heyeti ile birlik­ te M oskova'ya gelmiştir. Batı Rusya karargâhlarında bulunan esirlerin sevk işi başarı ile yü­ rütülürken, iç savaş yüzünden İdil-Ural ve Sibirya’da sılâşıp kalan esir­ lerin kurtarılması işi çok ağır yürüyordu. Çar taraftarı Kolçak ordusu Şamara, Simbir ve Kazan’ı zaptederek ilerleyince, harp esirlerinin sevkiyatı büsbütün durm uştu. Bunun üzerine Yusuf Akçura esirler mese­ lesini yerinde halletmenin daha kolay olacağını düşünerek 2 8 .VJI. 1918 günü Moskova’dan Kazan’a doğru yola çıkmıştır. Nijni-Novgorod üze­ rinden 30.V U .1918’de K azan’a varmış ve burada 15 gün kaldıktan sonra Simbir ve Şam ara üzerinden U fa’y a gitmiştir. Bazan Kızılordu, bazan da Çar taraftarı Akordu bölgesinde kalarak ciddî tehlikeler de at58

L


latan Yusuf Akçura, bulunduğu her yerde Osmaniı eslrŞermi arayıp bul­ maya. onlara yardım etmeye çalışmış, İsveç, Alman ve A vusturyaM acaristan komisyonlariyle iş birliği halinde bunların Türkiye’ye yol­ lanmaları için gerekli tedbirleri almıştır. Yusuf Akçura, Osmanh Hilâl-i Ahmer Cemiyeti m urahhası olarak resmî vazifesini yürütürken, yerli millî hareket liderleriyle görüşerek, 1904-1908 arası birlikte yapmış oldukları çalışmalarm devammi ve neticesini yerinde görüp öğrenmeye çalışmıştır. Onun 1908’de Kazan’dan aynim asm dan sonra geçen on yıl içinde Rusya’daki Türk boylan arasm da bir çok m üspet değişiklik ve ilerlemeler olm uşsa da, dünya savaşm m doğurduğu sarsm tılar, onlarm hayatm da da menfi tesirini gösterm ekten geri kalmamıştı. Birinci Dünya Savaşı neticesmde Rusya İm paratorluğunun çökme­ si ile. b u devletm içindeki Rus olm ayan milletler için kendi mukadderatlarmı kendi arzularm a göre tayin etme imkâm doğmuştu. Fakat bu imkân, coğrafî şa n la r yüzünden her millet için aynı neticeyi vermedi. Batı A vrupa devletlerine kom şu olan Finler, Estler, Letler, Litvanya ve PolonyalIlar R usya’dan büsbütün ayrılarak istiklâllerine kavuştu­ lar. Onlarm bu neticeyi elde etmesinde, yalnız kültür bakmımdan ulaş­ tıkları seviye değil, aym zam anda Alman ordulan tarafindan işgal edi­ lerek fiilen kurtanlmıs olmaları da başlıca rolü oynamıştır. UkraynalI­ lar, Beyaz Rus ve diğer milletler bu bakımdan daha şanssız bir du­ rum da idiler. Savaş esnasm da Yusuf A kçura’nm başkanı bulunduğu bir heyetin Almanya. A vusturya-M acaristan ve Bulgaristan’da ve sonra, daha ka­ labalık bir kadro ile İsviçre’de yürüttükleri Rusya’daki Müslüman Türk topluluklarmm geleceği ile ilgjîi faaliyetlerinden yukarıda bahsedilmişti. 1 9 0 5 ,1 9 0 6 ,1 9 1 6 yıllannda akdettikleri kongrelerde türlü millî ve dim' meselelerini müzakere etmiş olan Rusya Müslümanları, ihtilâlden sonra 1-11 Mayıs i 9 1 7 günleriM oskova’dabütünT ürkülkeIerinden gelen 800 mümessilin katıldığı ‘‘Bütün Rusya Müslümanlarının Umumî,Kongresi” ni tertip etmişlerdir. Bu kongrede Rusya’nın gelecekteki devlet kuruluşu meselesi de müzakere edilmiş ve kongre üyeleri “ federalist” ve “ unitarist” olmak üzere iki gruba ayrılmışlardı. Bü-^ün Müslümanlar için bir parti kurulması meselesi ele almmamış ise de, 3 0 kişilik bir Millî Şura seçilmiş, bunun içinden de işleri yürütm ek üzere 12 kişilik bir daimî komkisyon teşkil edilmiştir. 1917 yılının 21-31 Temmuz günleri Kazan’da aym zam anda üç kongre toplanmıştır; 1) U m u m Rusya Müslümanlan kongresi. 2) Müs^ 59


Ilıman din adanılan kongresi, 3) Umum Rusya Müslüman Harbî Şura­ sı tarafından tertiplenen Askerî Kongre. Bu üç kongre üyelerinin 22 Temmuz 1917 günü Kazan şehir tiyat­ rosunda yaptıkları müşterek toplantısında Sadri Maksudi’nin raporu dinlendikten sonra: ” İç Rusya ve Sibirya Müslümanlarınm Millî-Medenî M uhtariyeti” ilân edilmiş vc 7 kişilik ti r "M uhtariyet Heyeti” seçil­ miştir. "İç Rusya ve Sibirya Türk-Tatarlarmın Millet Meclisi” ni topla­ m akla görevlendirilen ‘‘M uhtariyet Heyeti” çalışma yerini K azan’dan Ufa’ya naklettî: Görülüyor ki. Kazan kongreleri şeklen ‘‘Umum Rusya Müslümanları” adına tertiplenerek bundan önceki kongrelerin bir de­ vamı şeMinde ifade edilmek istenmişse de, Türkistan, Kafkasya ve Kı­ rım gibi ülkelerin Rusya'daki iç karışıklık dolayısiyle aktif olarak katıla­ mamaları yüzünden, Kazan kongrelerinin çabşmaları, hakikatte Idil ve Ural boyu Türklerinin işlerine inhisar etmiştir. ^ Kazan kongıelerinin k aran gereğince, ‘‘Iç Rusya ve Sibirya TürkTatarları Millet Meclisi” 1917 yıh 30 Kasımında U fa'da toplanarak çalışmalarına başladı. 1918 senesinin 22 Ocağına kadar devam eden 52 günlük toplantı devresinde Meclis, Millî Medenî Muhtariyetin ana­ yasasını müzakere ve kabul etmiş, millî idare ile ilgili diğer kanunları çıkarmış ve millî vilâyetlerin sınırlarını çizmiştir. Bundan başka, Alimcan Şerefin hazırladığı “ İdil-Ural” projesini de müzakere eden Mec­ lis, bir ■‘İdil-Ural Ştatı’’ (Devleti) kurulmasının matlup olduğu hakkın­ da karar çıkarmış ve bu meseleyi inceleyip işlemek üzere Kazan şeh­ rinde çalışacak bir ‘‘Topraklı M uhtariyet Heyeti” seçmiştir. 120 mebustan kurulu Ufa ‘,‘Millet Meclisi” , geçici ‘ Muhtariyet Hey eti” nin j^erini alm ak üzere, ‘‘Maarif Nezareti” , ^ Maliye Nezareti^^ ve • ‘Diniye Nezareti’’ adı altında üç nazırlıktan ibaret bir ‘‘Millî idare” seçmiştir Her nezaret beş kişiden ibaret olup, içlerinden biri reis idi. Nezaretlerin başında da ‘ 'Millî İdare” Başkam bulunuyordu. Meclisin Ocak 1918 sonunda dağılması üzerine "Millî idare” fiilen vazifeye başlamıştır. Rusya’daki iç savaş sırasında, 1918 Şubatında Idil Ural m uvakkat olarak Bolşeviklerin eline geçtiği zam an, onlar önce ‘‘Millî İdare’ ye dokunmadılar. Fakat 3 Mart 1 918'de Brest-Litovsk andlaşm ası im­ zalanınca Kazan ve Ufa’daki Türk Tatar millî teşkilâtlarma saldırarak yağm a eltiler. Millî İdare’nin üç nezaretinden ancak ‘ ‘Müslümanların Merkez Diniye Nezareti” ni yerinde bıraktılar. ‘‘Millî İdare’' reisi Sadri Maksudi M oskova'ya giderek teşebbüste bulundu ise de bİr netice ala­ madı ve R usya'yı terkederek Finlandiya'ya . geçti.

60


1918 yazında Sovyet idaresine i^arşı başlayan halle iıareketi sıra­ sında Bolşevikler Kazan ve ufa’yı terkedince, A ğustos başlarında Kaz a n 'd a süvari birlikleri teşkil edilmiş ve Ufa’da bulunan üyelerin katıl­ dığı “ Küçük Millî İdare” tekrar faaliyete geçmiştir. Bu sırada “ Umum Rusya Kurucu Meclisi’nin bazı üyeleri Sam ara’da toplanarak. “ Ku­ rucu Meclis Üyeleri Komitesi” adı altında bir teşkilât kurmuşlardı. Ko­ münist ordusunun tekrar ilerlemesi karşısında “ Kurucu Meclis” San ıara’dan Yekaterinburg’a ve “ Millî İdare” de Ufa’dan Kızılcar (Petropavlovsk) şehrine taşınmıştı. “ Millî ldare” nin Kızılcar'daki işlerin­ den biri de, 1919 yılının ilkbaharında Kolçak hakimiyeti altında bulu­ nan bazı “ Millî Şura” ların temsilcilerini çağırarak bir “ Küçük Millet Meclisi” toplayıp, o günlerde Versailles'da toplantı halinde bulunan barış konferansına îç Rusya ve Sibirya Türk Tatarlarının millî ve si­ yasî isteklerini bildirmek üzere, m urahhaslar seçm ek olmuştur. Mu­ harrir Ayaz İshaki bir “ Barış KLiruln” üyesi olarak zaten Ufa Millet 'Meclisinde seçilmişti. Seçilen ikinci üye Fuad Tuktar idi. Bu iki zat şa­ yet Paris'e varabilirse, orada bulunan Millî İdare Başkam Sadri Maksudi İle birlikte kendilerine yükleLÜen ödevi yerine getirmeye çalışacaklardı. 1919 yılının yazında Kızılordu tekrar ilerleyince “ Millî İdare” ta•mamiyle dağıldı. 1920 kışında aşağı yukarı bütün Sibirya’yı kızıllar istilâ ettiğinden, Sovyet idaresine karşı olan milliyetçiler burada da tutunam adılar. Ocak 1918’den Şubat İ9 l9 'a kadar 13 ay'Rusya’da kalmış olan Y u-' suf Akçura bu hadiselerin bir kısmını yakından takip etmiş, görmüş ve yaşanuştır. Bu esnada Kazan, Ufa ve diğer yerlerde milletin birçok ile­ ri gelenleriyle görüştüğü şüphesiz ise de. elimizdeki kaynaklarda bu konu üzerine fazla bilgi mevcut değildir. Hâmit K oşay'agöre (Belleten LXl, s. 397), 1918’de Yusuf Akçura Ufa’da Zeki Velidi ile buluşmuş, bu görüşmede Abdülkadir İnan da hazır bulunmuştur. A. Battal-Taymas, 1918’de Y. Akçura ile Kazan ve Ufa’­ da iki defa karşılaştığını, A kçura’nın, Alimcan B arudî'nin misafiri bu­ lunduğunu yazıyor (Ben bir ışık a n y o rd ıın ı 1962, s. 129). Yusuf Akçura, parası da bittiğinden Sibiiya’y a gitmekten vazgeç­ miş ve oradaki esirlere yardım işinin İsveç Kızılhaçı tarafından yürü­ tülmesini sağladıktan sonra 4 .1 .1 9 1 9 günü trenle Ufa’dan Moskova’ya hareket etmiştir. 1 7 .1 1 .1 9 1 9 ’da M oskova'dan Petersburg’a gelmiş ve 2 2 . 1 1 . günü Fin-Rus hududunugeçeıek 1 M artta Stockholm’a varnuştır. Bu sıralarda İdil-Ural’ın Millî İdare Başkam olarak Türk61


Tatarların dilekierini duyurmak maksadiyle Versailles sulh konferan­ sına ^tm ekte olan meslekdaşı Sadri Maksudi İle Helsinki ve Stockholm’­ de tekraı karşılaşmışlar ve Türk dünyasının içinde bulunduğu ümitsiz durum üzerine istişare etmek fırsatını bulmuşlardır. Yusuf Akçura Stocklıolm'den ayrıldıktan sonra Danim arka'ya uğ­ rayarak, Kopenhag’da, Türk Orhon yazıtlarım çözen meşhur dilci Pro­ fesör Vilhelm Thom sen'i (1842-1927) ziyaret etmiş ve ona, Türk Dili araştırm alarındaki büyük hizmetlerden dolayı teşükkür ve saygılarını sunm uştur. •. 2 3 Mayısta Berlin’e geçen Y usuf Akçura banka ile olan hesap işle­ rini yoluna koyduktan sonra Temmuz başında Ham burg’a gitmiş ve m evcut esirlerle birlikte Gülcemal vapuruna binerek 7 Ağustos günü hareketle 23 Ağustos 1919 günü İstanbul’a varmışlardır.

15, Millî Mücadele ve Cumhuriyet devrinde Yusuf Akçura (1919-1935) Tarih ve dU üzerine fıkirieri Halkçıhğı İktisadî ve sosyal görüşleri Milliyetçi Yusuf Akçura Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura Yusuf Akçura’nm Batı Avrupa ve Rusya’da geçirdiği 1918 ve 1919 yıllarında vukubulan başlıca hadiseler ve Türkiye’nin o zamanki umumî m anzarası kısaca şöyle idi: Almanya, A vusturya-M acaristan, Osmanlı İmparatorluğu ve Bul­ garistan A rlığından ibaret ittifak devletleri, Birinci Dünya Savaşının ilk üç buçuk yılında başarılı olmuşlar ve 1917 Ekim ihtilâlinden sonra 3 Mart 1918’de akdedilen Brest-Litovsk andlaşm ası ile Rusyayı safdışı bırakabilmişlerdi. Fakat Amerika Birleşik Devletleri’nin itilâf dev­ letleri yanında savaşa katılması, durum u ittifak devletlerinin aleyhine çevirmiş ve böyelce merkezî devletlerde çözülme başlamıştır. Önce 29.1X .1918’de Bulgaristan, sonra 3 0 .X .1 9 l8 ’de Osmanlı Devleti, 3 .XI. 1918’de Avusturya-Macaristan ye 11 .XI. 1918’de Almanya düşmaniariyle mütareke akdettiler. Paris'te sulh müzakereleri başladı. Ni­ hayet Almanlarla 28.V I.1919’da Versay, Avusturya ile 10.IX .1919’da Sen lernıen, B ulgarlarla 2 7 .X I .I 9 1 9 ’da Nöyyi, M acarlarla 4.V 1.1920'de Triyanon ve O sm anlIlarla 1 0.V IlI.l920’de Sevr andlaşm aları im zalandı.

13.XI. 1918’de itilâf donanmaları İstanbul’a girmiş ve 15.V. 1919’da

62


İzmir YunanMar tarafından işgal edilmiştir. İtilâf devletleri, mütareke şartlan n a riayete bile lüzum görmeden A nadolu’nun türlü bölgderini y a n ş edercesine bir bir ellerine geçirmeye çalışmaktadırlar. Bu vahim şartlar alûnda memleketin türlü bölge ve yerlennde bir takım zevat tarafından buna karşı tedbirler ve kurtuluş çareleri düşü­ nülmeye başlanmış ve bu maksada türlü adlar altında bir cok teşeM î^er m eydana getirilmiş bulunuyordu. A rtık Osmanlı Devletinin parçalan­ m aya yüz tuttuğu ve birlik sağlayacak durumda obnadığı açıkça gö­ rüldüğünden. bu teşekküUerin hiç biri memleket çapm da iş yürütem e­ yip. herkes kendi bölgesinin kurtuluş çarelerini aram akla meşguldu. İşte bu ‘‘ahval ve şerait içinde’’ M ustafa Kemal P aşa’m n 19 Mayıs 1919 ’da Sam sun’a çıkmasiyle Türk Millî Mücadele ve Kurtuluş Hare­ keti yepyeni bir şekil aldı: Bütün mahallî kuvvetlerin birleştirilmesiyle ordunun yeni b aştan intizam a sokularak silâhlandınlması ve düşman­ lara k atî darbenin indirilmesi için im kân doğdu. B ütün bu millî gelişmeleri heyecanla takip eden Yusuf Akçura bir taraftan “ Türk Ocağı” nda çalışıyor, diğer cihetten A nadolu’y a geçe­ rek Kurtuluş sava-şma katılma plâniarm hazırlıyordu. Ekim aymda, Ahm ed’Ferid (Tek) carafindan kurulan “ Millî Türk Fırkası” na da katü• m ıştır. Mütareke devresinde “ Türk Ocağı” , işgal kuvvetlerinden bil­ h a ssa İngilizlerin bir kaç darbesine m aruz kaldı: Ocağm merkezi bası­ larak evrak ve belgelerinden çoğu dağıtıldı. 1919 sonlannda Yusuf çura tevkif edflerek Agopyan hanına kapatıldı. Hapisten çıkmcı 1920’de İstanbul’da Şevket Beyin kızı Selma Hanımla evlendi. Onun A nadolu’y a geçiş su-asındaki durum unu, Halim Sabit Şıbay “ Yusuf Akçura tdü boyundan dönünce’’ b a lık lı (basılmamış) makaleşinde şöyle anlauyor: “ GüneşU sıcak bir gündü. Y usuf a büyük rü n ü n üstünde rastladım .Her vakitki ^ b i bıyıklarımn altmdan gülüm siyerek görüştükten sonra: ‘Ben o tarafa geçmeğe karar verdim, ^ î k hazırım ’ dedi. Dolmabahçeye doğru demirlemiş denizdeki yabancı harp gemilerini göstererek: ‘İşte bunlar burada kaldıkça fikirlerimiz, yur­ dum uz biz hep tehlikedeyiz. Kannca karannca. belki de oralarda bir işe yararım ’ diyordu. Vedalaştık. İstiklâl savaşm a iştirak etmek üze­ re A nadolu’y a gidiyordu’’. . ^ U-T1, Yusuf A l^u ra eşi Selma Hanım ve şair Mehmed Emm üa birlikte 9 3 1920 günü vapurla İstanbul’dan ayrılarak İnebolu üzerinden Ana­ dolu’y a geçti ve millî harekete katüdı. Millî Mücaüdelede müessir bir şekilde yer aldı. Cumhuriyet Halk Fırkası’n a girdi. Büyük Millet Mecüsine mebus seçildi. Hükümetin dış poütikasmm tespitinde tesın oldu. İttihat ve Terakki Fırkasma girmeyerek Genç Türkler devrinde ş a t o


bağımsızlığını korumuş, Rus ihtilâli sırasında maceralara da atılm a­ mıştı. Bu durum, onun Mustafa Kemal P aşa ile kolayca anlaşm asına yardım etti. M ustafa I^m al, bağımsız fikirlere sahip olan Yusuf Akçura’y a büyük değer veriyor ve kültür meselelerinde onu bir danış­ m an olarak m ütalâa ediyordu. Yusuf Akçura eşi Selma Hanımla birlikte A nkara'ya gelince, önce M aarif Vekâleti Telif ve Tercüme Heyeti üyeliğinde ve bu heyetin başkanlığmda bulımdu. Sonra İkinci İnönü savaşm dan Sakarya savaşınm sonuna kadar Yedek Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Kâzım Karabekir Paşanın karargâhm da hizmet gördü. 1 9 2 2 ’de Hariciye Vekâleti Umu­ ru Şarkiye Umum Müdürlüğünde m i^avir olarak vazife aldı. (Dışişleri Bakanlığı Doğu İşleri Genel Müdürlüğü). Bu esnada şiddetli bir açüğm hüküm sürdüğü kuzey Türk ülkelerinden, Müslümanların Merkez Di­ niye Nezareti adına Abdullah Bubi, Feyzi Bubi, Muharrem Feyzi Togay v .b . dan ibaret bir heyetin A nkara'yı ziyareti dolayısiyle Yusuf Akçura bunlarla yakından ilgilendi ve M usatfa Kemal Paşa ile görüş­ melerini sağladı. Gazi Paşa, heyeti TBMM’deki hususî dairesinde bir kaç defa kabul ederek dertlerini dikkatle dinlemiş ve her türlü yardımın yapılmasını emretmiştir. İstiklâl savaşınm en müşkül günlerinde Garp Cephesi levazımatmdan yüzbin kutu konserve, üçbin çuval un ve diğer gıda mad­ delerinin açlık bölgelerine yollanması temin edilmiştir. Rusya’daki aç­ lara hariçteki akraba ve dostları tarafından yiyecek ve giyecek paket­ lerinin gönderilmesine bir Amerikan bankası vasıtacılık ediyordu. Ay­ rıca, paketlerin felâketzedelere dağıtılması için Türkiye Hilâl-i A hm et Cemiyetinin (Kızılay Derneği) yardımı da sağlanmıştır. Gazi Faşa'nm tasvibi ile İstanbul mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine giren Yusuf A kçura’nın yemin merasimi 11 A ğustos 1924 gününe raslar. Sonra Kars mebusu olmuş ve vefatı esnasında da bu vazifede idi. Cumhuriyet devrinde akademik hocalık vazifesine A nka­ ra'daki "Serbest Halk Dersleri" kursunda başlamış (1921—1922), son­ ra 1925 }ahnda A nkara'da açılan “ H ukukM ektebi"nde tarih dersleri vermiştir. Damar sertliğinden muztarip olarak A nkara’nın yayla ikli­ mine dayanamaymca, Î9 3 4 ’te Yakmçağ Siyasî Tarih Profesörlüğü kad­ rosu ile İstanbul Üniversitesine nakletraiştir. Modern dünyada yaşam a imkânına sahip bir Türkiye yaratm ak için milleti her alanda yetiştirm ek gerektiği hususunda, A tatürk’ü destek­ leyenler arasında Yusuf Akçura da vardı. A kçura’mn üzerinde durdu­ ğu noktalar bilhassa şunlardı: Köylüleri zeamet kaimtılarmdan taartar64


mak, hem milliyetçi, hem aydın nesiller yetiştirmek ve Türk millî Dev­ letini sağlam ekonomik temellere dayandırmak. Yusuf Akçura’nın gerek tarihçiliği ve gerek siyasî, İçtimaî ve İkti­ sadî görüşleri üzerine, metinde anlatılanlardan başka, daha fazla taf­ silâta girişerek bunların tartt^masını yapm ak bu eserin hacmini aşa­ cağından. okuyucular için kolaylık olmak üzere hazırlamış olduğumuz ve önümüzdeki eseri yazarken de kullanılmış olan ekli Bibliyografya listesindeki belli başlı araştırm alara işaret etmekle yetineceğiz. Ancak onun tarih, dil, ekonomi ve halkçılıkla ilgili fikir ve görüşleri üzerine, türlü eserlerinden alm an bazı cümlelerle kısaca bilgi vermeyi de uygım bulduk. Yusuf A kçura’nın Cumhuriyet devrinde yürütm üş olduğu en önem ­ li çahşmalarmdan biri de, 193 T de A tatürk'ün önderliği altında kurul­ muş olan "T ürk Tarihi Tetkik Cemiyeti” (Türk Tarih Kurumu) ndaki faaliyeti olm uştur. Kurucular arasında bulunan Yusuf /ykçura bu ce­ miyetin Başkanlığına seçilmiş ve A tatürk’ün uygun görmesiyle 1932’de “ Birinci Türk Tarih Kongresi’’ni idare etmiştir. Çok cepheli bir aydın olan Yusuf Akçura’nm İlmî çalışmalarınm te­ meli ta rih olmuş, tarih yazarlığı ile tarih öğretim üyeliğini birlikte ylırütm üş ve tarihten edinilecek istifadeler konusıuida da fikirlerini açık­ lam aktan çekinmemiştir. O, “ tarih tarih içindir” fikıine iştirak etmi­ yor ve şöyle diyor: “ Bu söylediklerimden anlaşılmıştır ki tarih m ücerret bir ilim değil­ dir. Tarih h ay at içindir; tarih, milletlerin, kavimlerin varlıklarım mu­ hafaza etmek, kuvvetlerini inkişaf ettirmek içindir’’ (Birinci T ürk Tarilı K ongresi. Konferanslar, Müzakere zabıtları 1932, s. 605). “ ...T a rih millî harsın temelidir; aynı zam anda tarih, milletlerin ci­ handaki mevki ve şereflerini tayin eder: tarih sayesinde bir kavim, yer yiızünde h ay at ve saadet hakkının hüccetlerini aleme gösterir; tarih sayesinde bir millet, istikbalinin parlak ve sonsuz yollarını açar' ’ (Aynı eser, s. 617-618). Tarihçiliğin diğer önemli meselesi de, Türk tarihinin Türk görüşü ile yazılm ası ve okutulması işi idi. Yusuf Akçura tâ 1911’de şöyle diyordu; “ Biz kendimize, kavmimize, ırkımıza, yabancıların gözümüze tak­ tığı gözlükle bakıyoruz. Eğer Türkleri, Türklerin mazisini olduğu gibi görmek istersek, yabancıların taktığı gözlüğü kırıp atarak, vakâyie, Ö7. Türk gözümüzle bakmalıyız; yani babalarımızın bıraktığı eser ve vesikala­ rı bizzat tetkik ile ona göre hüküm vermeye çalışmalıyız” (Türk Yuıdu, I. 65


1 Kasım 1911, s. 19: Çingiz H a n adlı makalesinden). Yusuf A kçura’m n dil konusundaki fikirlerini türlü makalelerinden öğrenm ek mümkündür. Akçura aşın tasflyeciliğe kesinlikle karşı idi. Ona göre dil, kendi gelişme kanunlarına bağlı, y aşayan bir varlıktır. O, İsmail Gaspırah’nm "T ercüm an” gazetesi vasıtasiyle yaym aya ça­ lıştığı “ Osmanlıcanın basitleştirilmiş bir şekli olan umumî Türk yazı dili” ni tasvip ediyordu. ' ‘Türk Yurdu’' dergisi etrafında toplanan Türkçü aydınlar arasında 1 91 2 ’den itibaren “ h alk çılık ” fikrinin araştırm a ve inceleme konu­ su olarak ele aimdığım görüyoruz. Türk Yurdu’nun bir kolu olarak 1329 (1913) 'te “ Halka Doğıu’’ dergisinin yayınlanması bunun zirvesini teşİUleder. “ Türk Yurdu” nun yazarları olan Celâl Sahir, Halide Edip, Ah­ m et Ağaoğlu, Ali Hüseyinzade, Akil M uhtar, Mehmed Fuad Köprülü, Ziya Gökalp, Mehmed Emin, Yusuf Akçura v .b . aynı zam anda “ halkçılık” hareketinin de öncüleri idiler. Bundan m aksat, halk ağzı­ na yakın bir dille pratik meselelerin ele alınması ve halkın yetiştiril­ mesi ve tenviri idi. Yusukf Akçura, aydmlarla halk arasm daki münasebetlerle ilgili fi­ kirlerini “ Halka Doğru” dergisinde yaymladığı “ H alka” başlıklı seri yazılarla ortaya koydu (Sayı 2 2 ,2 3 ,2 5 ,2 7 ,3 0 ,3 1 ). Bu dergi, '.‘halkın içinde yaşayan, ona yardımcı olan, onunla konuşan, dertlerini dinle­ yen, suallerine cevap veren vaizler gibi, okumuş tabaka ile halkın bu­ luşma yeri olmah idi” . Millî şuur ve duyguların yalnızca aydmlarm ve memurların kafasm da yer etmesi kâfi gelmeyeceğinden, bu şuurun köylere kadar ulaştırılması gerekiyordu. Onun bilhassa 1 9 2 2 'den sonraki çalışma yıllarmda İk tisad î m ese­ leler önemli bir yer tutm uştur. 1 9 2 4 'te yayınlanm ış olan “ Siyaset ve iktisat hakkında bir kaç hitabe ve m akale’’ adlı makaleler derlemesin­ den bunu daha açık olarak görmek mümkündür. ‘‘Cihad-ı Ekbere dair’’ (Büyük savaş üzerine) başlıklı makalesinde şöyle diyor: ‘‘Fakat ey ocaklı kardeşler, bu askerî zafer ne kadar tam, ne kadar büyük, ne kadar parlak olursa olsun, kazanm aya mecbur olduğumuz zaferlerin yalnız birisidir, hiç unutmayalım ki, önümüzde kazanılacak bir kaç zafer daha v a r... ” (s. 122). ‘ ‘Bu pişdâr muharebesinden son­ radır W, asıl cihad-ı ekberin büyük meydan m uharebesi başlayacak­ tır. Bu meydan muharebesi, ne top ve ne tüfekle, ne de Lozan’da ol­ duğu gibi, söz ve kalemle edilmeyecek; bu büyük meydan muharebe­ sinin silâhı orak, tırpan, mala, pergâr, örs, çekiç, mancalık, tezgâh, buhar ve makinadır. Bu büyük meydan muharebesi, ziraat, sınaat ve

66


ticaret sahasında vukua gelecekrir. İşte Türk milleti, asıl bu iktisad mey­ dan muharebesini kazan d ı^ zamandır ki isbat*ı rüşd edecek, hür, müs­ takil, müreffeh milletler arasına girebilecektir” (s. 125). İnsanlığın ve dolayısıyle milİetlerin gelişmesinde maddî sebeplerle fikrî sebeplerin birlikte tesir ettiğim söylüyor ve ‘‘esbab-ı fikriye ’’ (fikrî sebepler) sözleriyle “ Emel = İdeal = ÜIkü” yü kastederek şöyle diyordu: “ ...İdealsizlik veyahut idealde intizamsızlık, bir heyet-i içtimaiye için pek vahim ve mühlik bir haldir. Bu hal, heyet-i içtimaiyeyi için­ den yer, y ah u t muhtelif h a ttâ mâküs taraflara çeker. İdeallerin çoğal­ ması, kavi ve galip bir idealin vücuduna manidir: Mevcut ideallerden hiç birisi, heyet-i içtimaiye emellerinin m uhassalası, gayesi değil de­ m ek olur” . “ Biliyorsunuz ki vekayi-i tarihiyenin müessirleri, tekâm ül-ü beşe­ riyetin âmilleri bir taraftan esbab-ı maddiye ise, diğer taraftan esbab-ı fikriyedir. Fikrî sebeblerin tesiri, o fikirlerin kuvvetiyle m ütenasiptir. Büyük vakalar, şiddetle iman edilmiş fikirlerin, y a n i... ideallerin semereleridir’’. “ ... Heyet-i içtimaiyemiz yaşam ak istiyorsa, bir, sağlam ve mü­ spet ideal sahibi olmahdır. Evet, böyle bir ideali bulmalıyız, yapmalı­ yız; gençlerimize, çocuklanmıza o ideal dairesinde muttarit, müteca­ nis ve sağlam bir terbiye, bir iman vermeliyiz; yani o ideali hayata geçirmeliyiz, tahakkuk ettirm eliyiz...” (Türk Yurdu II, 1328/19İ2_‘ s. 490-4 9 1 : “ Emel (İdeal)” adlı makalesinden). -# Yusuf Akçura miJlî-siyasî düşünceleriyle idealini tâ 1 9 0 4 ’te kaleme aldığı “ Ü ç'tarz-ı siyaset” te ortaya koymuş bulunuyordu. “ Artık Os­ m anlI Milleti vücuda getirmekle uğraşmak, beyhude bir yorgunluktur’’ diyerek bu siyaseti reddederken, “ İslamcılık” ve “ T ürl^ülük” yolları arasm da bir tercih yapam am ış gibi görünüyorsa da, k ^ a a tım ız c a o yolunu çoktan seçmiş ve ‘‘Türkçülük’’ fikrini ‘‘Emel «İdeal = Ülkü’’ olarak çoktan benimsemiş bulunuyordu. Yusuf Akçura’mn tuttuğu yo­ lun doğruluğu sonradan millî bir Türk devletinin kurulmasiyle tarihçe de ispatlanm ış olduğundan, ona bu gelişmelerin habercisi olarak ba­ kabiliriz. François Georgeon’un dediği gibi: “ ... Bütün bu çizgiler bir­ leştirildiğinde ortaya çokan sima, ortodoksluğun sm ırlannı zoriayan özgün bir aydmın simasıdır. Tıpkı, bazı gelişmeleri önceden kestiren . bir aziz gibidir o. Modern Türkiye'nin doğuşuyla ilgilenen tarihçileriçin, bu, üzerine eğilinmesi gereken bir noktadır” (Türk M illiyetçili­ ğ in in k ö k en leri - Y u su f A k çu ra. 1986, s. 8).

67


Bazı fikir adamları, Türk dünyasında XIX. y y .ın ortalarından itiba­ ren hızlanan kültür ve sosyal yenileşme hareketlerini de, Yızsuf Akçura ’nın siyasî alanda yaptığı gibi, üç temel üzefine oturtarak incelemek­ tedirler: T ürkleşm ek, İslâm laşm ak , M u asırlaşm ak . AzerbaycanlI Hüseyinzade Aü 1907’de Baku’da çıkan “ F üyûzat" gazetesinde ya­ yınlanan bir makalesinde, biribirine zıt gibi görünen Türklük, İslâmlık ve Osmanlılık (Tanzimat) siyasetlerinin birlikte ve kaynaştırdarak yü­ rütülmesini tavsiye etmişti. H üseyinzade’nin yazısında ancak başlık­ lar halinde kısa açıklamalarla ortaya atılan bu fikirler, sonradan Ziya Gökalp'in Türkleşm ek, İslâm laşm ak, M uasırlaşm ak adlı makale se­ risinde (Türk Yurdu ni-VI, 1913-1914; sonra 1918*de ayra başlıkla kitap halinde çıku) etraflıca incelenip işlenmiştir. Bu makalelerinde ah­ lâk, din, hukuk, iktisat, tarih ve siyaset meselelerine de tem as eden Ziya Gökalp, sonradan bu umdeleri: "T ürk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Avrupa medeniyetindenim" şeklinde prensipieştirmeye çalışu. O zam anm Türk milliyetçileri, Türk kültüründe bu üç temel unsu­ run bir sentezinin yapılabileceğine inanırken, din taraftarları İslâmi­ yet ile'Türk milliyetçiliğinin. Batı taraftarları da İslâmiyet ile modern medeniyetin birlikte yürüyemeyecegini iddia ederlerdi. Miliiyetçilre göre bu sentez, medeniyet sahibi münevver zümre ile. hars (kültür) sahibi halk arasm da yaratılacak karşıhklı ve sürekli tem as ve akşveriş neti­ cesinde gerçekleşecekti. Yusuf A l^u ra 'y a göre Türk cemiyetinin batılılaşması (veya m ua­ sırlaşması) ideolijik bir seçim değil, mecburî ve zarurî bir hareketti, bu iş Türkler için bir ölüm kalım meselesi idi. Aslında Batmm Doğu üzerinde herhangi bit ahlâkî veya fikrî üstünlüğü söz konusu değildi. Bazı kimseler Batıdan yalnız tekniğin alınmasmı tavsiye ediyor, fikir­ lerin ödünç almm asına karşı çıkıyordu. Bu sınırlamaya bir türlü m ana veremeyen Yusuf Akçura: ‘‘Avmpaldardan demiryolu köprüsü ve ha­ vada uçm a makinası yapm ayı öğrenelim ama, Avrupalılarca düşün­ mek usulünü zinhar talim etmeyelim, mezhebine bir türlü aklım ermez' ’ diyordu. , „ , .,-u Yusuf .\kçura’yı tarih, dil, İktisadî meseleler, halkçılık...vb. gibi han­ gi yönden ele alırsak alalım, hepsiıün temelinde Türkçülük ve Türk mil­ liyetçilik ülküsünün yatm akta olduğunu görürüz. ■Cafer Seydahmet K ırım lı’n m dediği gibi biz de; “ Bütün Türklerin, milüyetçiliğin k u w e tini anlamalarında, millî mefkureyi, Türkçülüğü bulmalarında, kültür­ de ve siyasî hayatlarm da bunun tatbikine geçmelerinde hiç kimse Yu68


sııf Bey kadar müessir olamamıştır” demekle tereddüd etmiyoruz. İlim adamı, profesör, gazeteci, liatip, siyasî teşkilâtçı olarak lıangi bakım­ dan incelersek inceleyelim, onu hep aynı yol üzerinde buluruz: Türk milliyetçiliği. Onun hangi kitabım, hangi makalesini, hangi nutkunu tahlil edersek edelim, onun hep aynı gaye için çırpındığını görürüz: Türkçülük. Ona nerede raslarsak taslayalım, Paris’te, Kazan’da, Kı­ rım ’da, İstanbul’da, Berlin'de, Lozan’da, o hep aynı ülküyü aynı he­ yecan, aynı samimiyet, aynı ciddiyetle yükseltmek için çırpınmıştır: O bütün Türk milletinin milliyetçisi idi. O Kazan’da çalışırken Kırım’ı, Kafkas’ı, Türkistan’ı, Türkiye’yi unut­ mamıştı. 15 Mart 1904 tariiıli “ üç tarzı siyaset” adlı eserim Kazan’m Züye köyünde yazm ış olması, Osmanh Devletinde takip edilen si­ yasetleri orada tahlil ve tespite çalışması, ‘‘Kazan Muhbiri” gazete­ sinde Türkiye’yi tanıtm aya uğraşması, Kazan’ın Muhammediye med­ resesinde Osmanh Türk Edebiyatım okutması, 1 9 0 6 ’da K azan’da çı­ kan “ Ulûm ve Tarih” risalesinde tarihe millîülkü gözü ile, bütün Türk­ çülük gayesiyle bakılmasında ısrarı ve nihayet Türkiye’de “ Türk Derneği” ve "T ürk Yurdu” ile başlayıp hayatının sonuna kadar de­ vam eden çalışmaları, onun bütün Türk milletinin sadık ve samimî bü­ yük bir milliyetçisi olduğunu göstermeye ve ispata yeterlidir. Onun bü­ tün eser, fikir ve işleri ve bütün hayatı buna delildir. Bu görüşlere uygım olarak, Yusuf Akçura Türklüğün coğrafyasını dünya Türkologları (dilci, tarihçi, etnologlar) gibi şümullü bir şekilde düşünüyordu. Ona göre dünyanın neresinde ve hangi siyasî sınırlar içerisinde bulunursa bulunsun, büyiık küçük her Türk topluluğu araş­ tırma konusu olarak aynı derecede değerli idi. Bu düşünce ile bir ma­ kalesinde: ” Ferdeiı, içtimaen yaşayan bir millet, kaybolmuş istiklâlini er geç bulup kazanacaktır. Bütün siyasi Türklük için Ba’sı b a’de’I-mevt (yeniden hayata kavuşma) haktır” demişti (Salnam e-i Servet~i Fün û n 1912, s .196; “ Türklük” adlı makalesinden). “ Üç tarz-ı siy asif’in bir yerinde de şöyle diyordu: “ Lâkin Türklük siyaseti de tıpkı İslâm siyaseti gibi umumîdir; hudud-u Osmaniye ile mahdud değildir” (Os­ m anlI sınıriarı ile sınırlandırılmış değildir) (1907 baskısı, s . 14). Buna bakarak bazı (bilhassa batılı) yazarlar, Yusuf Akçura için çok dçfa “ Paktürkist” ve “ Pantürkizınin babası” tabirlerini kullanmışlar­ dır. Bu yönde derinlemesine bir araştırm aya girişmeyerek, Fransız ya­ zar François Georgeon’un 1980 (Türkçesi 1986) tarihli eserine işa­ retle yetinelim: A ux origines du n atio n alism e Turc - Y usuf A kçu­ ra adh bu eserin bölüm başlıkları bile bu tabir ile yoğrulmuştur: L Des

69


origines Tatares au panturquism e (Tatar menşeli bir aileden pantürkizm ’e), II. Luttes pour le panturquism e (Pantürkizm için mücadele), III. Du panturguism e â la Turguie Kemaliste (Pantürkizm’den Kema­ list Türkiye’ye). Yukarıda işaret edildiği gibi, Yusuf A kçura’m n “ Pantürkist” ola­ rak vasıflandırılmasma, her şeyden evvel onun en önemli eseri olan “ Üç tarz-ı s iy a s e f’teki bazı cümleleri sebep olmuş ve olmaktadu": “ .. .dilleri, ırkları adetleri ve h attâ ekseriyetinin dinleri bile bir olan ve A sya kıtasınm büyük bir kısmiyle A vrupa'nm cihet-i şarkiyesine yayılmış bulunan Türkierin birleşmesine ve böylece diğer büyük milliyetler arasında, muhafaza-i vücut edebilecek azim bir milliyet-i siyasiye teş­ kil eylemelerine hizm et edilecek ve işbu büyük heyette Türk cemiyet­ lerinin en kavi, en müterakki ve en mütemeddini olduğu için Devlet-i Osmaniye en mühim rolü oynayacaktı” (1907 baskısı, s 36). Halbuki Yusuf Akçura bu yazısm da henüz kendi düşünce ve şahsi­ yetini ortaya koymuş değUdi: Osmanlıcılık, îslâmcüık, Türkçülük der­ ken bu meseleleri bir araştırm a ve tartışm a konusu olarak ortaya at­ mış bulunuyordu. Nihayet, ancak Osmanlıcılık siyasetini bir kenara ittikten sonra: "Müslümanlık, Türklük siyasetlerinden hengisi Devleî-i Osmaniye için daha nafı (faydalı) ve kabili tatbiktir?’’(s.32) diye so­ ruyor ve cevap arıyordu. Ayrıca ‘‘Üç tarz-ı s iy a s e f’te önemli bir eksiklik de vardı ki, bunım ne olduğunu yazarın kendisinden dinleyelim: “ Bugünkü düşünceme göre, bu makalede mühim bir tahlil noksanı vardır: ‘Türklük siyaseti’ ile ‘Tevhidi E trak’-(Türkierin birleştirilmesi), ‘İslâm siyaseti’ ile ‘Tevhid veya ittihad-ı İslâm’ (İslâm birliği) biri birlerine karıştırılmıştır. Os­ manlI Devletinin içerden ^Türklük’ veya ‘İslâm’ siyaseti takip etmesi.dışardan ‘Pantürkist’ veya ‘Panislâm ist’ olmasını mutlaka icap et­ tirmez. Ve bu tahlil de yapılabilmiş olsaydı, 1 9 0 8’den bugüne değin vaki olan hadisat, daha çok sarih görülmüş ve ifade edilmiş olurdu” (Türk Yıh 1928, s .406). Yerine, zam anm a ve milletlere göre bazı terimlerde değişik ve fark­ lı tefsirler ortaya çıkabileceğini kabul etm ek gerekiyor. “ Pantürkizm” tabirinde de böyle bir şey görüyoruz. Eğer partürkizm: “ Dünyarun ne­ resinde, hangi siyasî smır ve coğrafî bölgeler içerisinde bulunurlarsa bulunsunlar.bütün Türk soy, boy ve halklarınm tek bir devlet ve bir idare altuıda birleştirilmesi’’ anlamma geliyorsa, Yusuf Akçura’ya pan­ türkist demek yanlış olurdu. Bunu bizzat Farançois Georgeon’un adı geçen 1980 t a M eserinin 141. sayfasmda basılan harita da ispat eder. 70


Bu haritada Kırım. Kazan, Kazak, Türkistan ve Kafkasya için ayrı ayn devletler kurulması teklif edilmekte ve “ Üç tarz-ı s iy a s e f ’e göre (1907,5.36): "T ürk Birliğinde en mühim rolü oyanayacak" olan Osm anh Devletinin adı bile geçmemektedir. Halbuld bu harita Yusuf Akçura ve arkadaşları tarafından ittifak Devletlerinin 1916’da zafere en çok yaklaştıkları sıralarda hazırlanmış bulunuyordu. Yusuf Akçura o zam an bir “ P an tü rk isf' olmamışsa, ondan sonra zaten hiç olmamıştır. Yusuf Akçura. her şeyden evvel Türk topluluklarının biri birlerini bilmelerini, tanım alalanm ve sevmelerini istiyordu. Türk dünyasmm tarihi, coğrafyası, arkeolojisi, etnografyası ile, Türk cemiyetinin ikti­ sadi ve sosyal meseleleriyle ve bunun bir neticesi olarak siyasî durumlarıyle de ilgileniyordu. Yani, bugünkü anlamda o bir “ Türk kültür milliyetçisi’’ idi. Terimlerin tefsirinde ortaya çıkan karışıklık, herhalde baüh yazarların “ Türk kültür araştırm aları’’na da siyasî renk katarak “ Pantürkizm ” demelerinden ileri gelmektedir. Türkiye'de dem okratik. rejimin kurulmasından sonra Türkiye şuur­ larının dışındaki Türk ropluluklariyle ilgilenme işi bir kültür meselesi olarak ele alınmış ve “ Dış Türkler’'tabiri ile siyasetten uzak İlmî araş­ tırma yolu tutulm uştu. A nkara’da 1961’den beri faaliyette bulunan “ Türk Kültürünü Araştırm a Enstitüsü” , bu m aksatla kurulmuş olan yarı resm î İlmî müesseselerden biridir. Türk milliyetçiliğinin önderlerinden olan Ziya Gökalp ile Yusuf Akçura arasında bazı politik görüşler yüzünden *1913’1erde ortaya çıka­ rak sonradan yatışm ış olan geçici anlaşmazlıkların bulunduğunu yu­ karıda görm üştük,Üm it ve temenni edelim ki, bunlar, gelecek nesiller İçinde de sonsuza kadar devam edip gitmesin ve tarih, bu iki önder üze­ rinde gerekli araştırm a ve karşılaştırmaları y ap arak doğru hükm ünü versin ve herkesi hakkettiği yere oturtsun. Ancak tarihî şahsiyetler üzerine katî hükümlere varabilmek ve o devrin diğer şahsiyetleriyle karşılaştırılmalarını sağlam ak için, onların ayrı ayn hayatı, iş ve eser­ leriyle ilgili araştırm alarm tam amlanm ış olması gerekir. Bu bakımdan Ziya Gökalp daha bahtiyar bir durumda ise de. Yusuf Akçura hakkın­ da böyle bir şeyi söyleyebilmemiz için am an henüz erkendir. Onun gö­ rüş ve fikirlerinin tam ve hatasız olarak tespiti için daha fazla ön ça­ lışmalara ihtiyaç vardır. Eserlerinin tam bir listesinin hazırlanması, bu çalışmalar için gerekli ilk şart oıaıaK göz önünde bulundurulmalıdır. Girişte işaret ettiğimiz gibi, bu alanda ciddî çalışmalara girişmiş olan François Georgeon’un memleketimiz tarihçileri tarafından da destek' leneceğini ümit ve temenni ederiz.

71


Bazı yazarlar Yusuf Akçura ile Ziya Gökalp arasında karşılaşürnia denemelerinde bulunmuşlardır: misal olarak F. Georgeon’uıı ve Ercünıend Kuran’m araştırm alarm a işaret etmekle yetineceğiz: Ziya Gö­ kalp e t Y usuf A kçura,D oğanay Armağanı 1982, s.376-385;T ürk MiUiyetçiIiğinin kökenleri 1986,s .8-9, 154-156;Y usuf A k çu ra’m n tarih çiliğ i, Yusuf Akçura Sempozyumu tebliğleri 1987,s .48-49. Bu konunun tartışm asına girişmeyerek şunu belirtmekte fayda gö­ rüyoruz: Yusuf Akçura ile Ziya Gökalp biribirinin zıddı değil, Türk mil' liyetçiliğinin, birî diğerini tam am layan zirveleridir. Kanaatımızca araş­ tırmaların bu İstikamette yürütülmesi faydalı olur. Tanzim attan ve en az bu yüzyılın başından beri tâkip ettiğimiz Osmanlı ve Türk cemiye­ tinde millet, milliyetçilik ve Türk milliyetçiliği konularının işlenip şe­ killendirilmesinde ve hattâ topyekûn kültür ve fikir hayatı bakımın­ dan cemiyetin geliştirilip bugünkü şeklini almasında, bu iki fikir ada­ mının etrafında toplanan idealist zümre belirli yıllarda baş rolü oynamışlardır. Nihayet, aynı cemiyetin evlâdı olarak onlarla aynı devirde yetişen A tatürk'ün önderliği altında, Türk milleti için Türk milliyetçiliği ışığın­ da yeni bir devir açılmış, Türkiye Cumhuriyeti ile yeni bir hayat başla­ mıştır. Yusuf Akçura da. Ziya Gökalp de, A tatürk’ün takdirini kazan­ mış ve iltifatlarına m azhar olmuş kimselerdir.

16. Hususî hayatı ve ölümü (11 Mart 1935) Onun hususî ve ailevî hayatına gelince: Eşi Selma Hanım, Trablus Garp kum andam Müşir Recep F a şa ’nın seryaveri Şevket Beyin (ölm. 1905) ortanca kızı idi. Şevket Bey orada İttihat ve Terakki Cemiyeti­ nin yedinci şubesini kurm uştu ve meşrutiyetçi idi. Şevket Beyin Müfi­ de, Fahire, Selma ve Nümide adında dört kızı ve M azhar (Şevket İpşiroğlu) adında bir oğlu vardı. Büyük kızı Müfide Ahmed Ferid Tek ile (1877-1971), Fahire Mustafa Zühtü İnhan ile, Selma da Yusuf Akçu­ ra ile evli idi. 27 Şubat 1987 günü vefat eden sanat tarihçisi, “ Ata­ türk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” aslî üyesi ve Yusuf Akçura üzerine araştırmalariyle de tanınmış Dr. Emel Esin Hanım, Müfide ile Ahmed Ferid Tek'in kızları ve Büyükelçi Seyfullah Esin’in eşi idi. Akçura ailesinin iki çocukları olmuştur. 1924 doğumlu kızları Ül­ ken tabiptir ve Dr. Feridun Civelekoğlu ile evlidir. 1927 doğumlu oğullaıı Tuğrul ise mimar-urbanist olup, Ankara Ortadoğu Teknik Üniversite­ sinde Profesör iken 1 9 8 4 ’te kalp sektesinden vefat etmiştir. İki defa evlenmiş olan Tuğrul, son olarak Yunus Tayga’nm kızı ile evli idi. Her evlilikten ikişer olmak üzere dört çocuğu kalnuştır.

72


Yusuf Akçüfa hakkındaki bu küçük eserin son bölümünü, eşi Selm a Hanımın el yazm a haııralanndan aldığımız seçme pasajlarla ^süs­ lemek istiyoruz: ‘‘Yusuf’la ancak onaltı sene beraber y^ayabildik. Fakat onunla ta ­ nışmamız hatırlanmayacak kadar eskidir. İlk hatıralarım Yusuf un genç­ lik resimleri ile başlar. Asker elbisesiyle yahut Trablus Garp hapisha­ nesinde oturmuş bulaşık yıkıyor. Daha böyle bir çok resimlerini sey­ retmiştim. Kendisini ilk olarak 1 9 0 8 ’de gördüm. Benim için unutul­ mayacak zamanlar çok daha sonralandır. O vakitler Yusuf Adada çam­ lar altmda ufacık bir köşkte oturuyordu. Ben de talebe idim. İmtihanla liseye girmek için bana ne kadar yardım etmişti. Her gün saat üçte en sıcak vakitlerde elimde tarih kitabı ders almaya evine giderdim. Üs­ tünde yine her vakitki gibi kurşunî bir elbise, üıcecik beyaz bir gömlek. Yakuz o zam anlar saçı adeta kara idi. Basık tavanlı büyük bir odası vardı. Ortada annesinin eli ile işlenmiş kanaviçe örtülü m asa, onun önünde ikimiz yan yah a oturup çalışırdık. İki saat sonra ihtiyar dadısı çamlar altında bize çay hazırlar, sem aver kaynam aya başladı mı Yu­ su f’u n da keyfi gelirdi. Hemen kalkar, eli ile çayı demlerken m uhak­ kak h er seferinde nasıl yapılacağım bana tarif ederdi. Bir gün dersimi­ zi Dil’de yapmıştık. Dönüşte yoruldum diye bir ağacın dibinde duraklıyıverdi. Ne olacak ihtiyarlık, derken birdenbire dudaklarını ısırdı, ga­ liba diyordu, yarm kırk yaşına basıyorum . Vakit ne çabuk geçiyor, ne çabuk, bu kadar sene ne yaptım sanki.......... >....... “ Yusuf benim için hep bu hatıralarla kalsm istiyordum . Hiç değiş­ mesin, o da beni daima o A da’daki talebesi gibi görsün. Ona en yakı­ şan şej' şüphesiz ki çalışmaktı, belki ben bunu da bozacaktım. Benimle evlenmek istediği zam anlar kendine bunu söylem ek istiyordum.Hal­ buki ne kadâr yanılmışım. Benim için yaşam ak, onunla birlikte geçen zam anlarda imiş. Yalnız ne çabuk on alu şene oldu. Kendi de daima bımu söylerdi.” “ Hayaümızm en çoğu Keçiören’de geçti. En aşağıda güneşsiz bü­ yük bir oda, duvardan tutun da tavan, kapı, her ne varsa eğri büğrü yapılmış, tavam simsiyah, yerlerin tahtaları birer parm ak aralık, dışanyı ancak kendisinin görebilecek yükseklikte kırmızı pencereler, ön­ lerinde kıyıp ta atamadığı kim bilir ne zam andan kalm a gazeteler üst üste durur. Odanm üç tarafı boydan boya tah ta etajerle sıralı, içinde m untazam dizilmiş kitaplar... Baş sırada onun bana hediye e tti^ üç kitabım dururdu: Biri şür, İkincisi yem ek kitabı, üçüncüsü de çocuk bakımı. Yukarki gözde ufak tefek bazı hatıralar: Bir sigara kutusu, Yu73


nanlılardan kalm a bir tüfek, Halide Hanımın bir rom am ... Arkadaşlarının resmini kendi eli ile asnuştı. Ufak ufak başlıyor, gittikçe resimler büyüyor. En sonunda Emin Beyinki biraz fazla büyük geldiği için yal­ nız başı meydanda kalm ış. Diğer taraflarını da Türk Yurdu mecmuala­ rı örtüyor. Yanındaki duvarda yağlı boya bir kaç Bursa camisi. Bunla­ rın çok ihtiyar bir ressam ı vardı, arada gelip ona satardı.Yipe hep Ada'daki yazıhanesi. Üstünde pembe büvar, sağda A tatürk ün sarı çerçe­ veli bir resmi, yanında coçuklar, solda üst üste konmuş üç dört lügat . “ M ommsen’in bir küçük heykeli, bir kaç kart,annesinin fildişi ka­ lemi, kılıç kam a şeklinde kalem açacaklar, uzun bir makas, bunlar masanm her zamanki s ü s l e r i d i r . Duvarda mektep programı asılı, onun ucu­ na ilişmiş ufak bir kart, kendi talebeleri ile beraber. Tam odanın orta­ sında sanki tesadüfen unutulmuş gibi büyük bir valiz duruyor.Halbuki bilâkis yangın gibi bir telâş arasında unutulm asın diye buraya kon­ m uştur. İçinde İki asker elbisesi ile onu giydiği zam ana alt hatıraları vardı. Bu odayı Yusuf bu hale sokm ak için tam bir hafta bazı arkadaş­ ları İle birlikte uğraşmıştı. O gün böyle bütün kitaplarını bir arada gör­ dükçe ne kadar seviniyordu. Gözümün önüne geldi: Kulakları kızar­ mış, her zamanki gibi ufacık kalmış bir sigara ağzında, keyifli keyifli dolaşıyor. Yine başını önüne doğru eğm iş, om uzlan hafif kalkık, iki eli cebinde, ayaklarında beyaz kalın yün çoraplar.bütün bu kaba saba gi­ yinişin içinde yüzü büsbütün ufak ve ince görünürdü. Her kitaba ay­ rı ayrı bakarken gözlerinin içi gülüyordu. Bize durup durup: Sakııı bu kitaplara dpkunmaym, tozlansın, kirlensin yine ellemeyin, ben temizle­ rim, diyordu.Her pencereye gözü iliştikçe beni çağırıyor; Şu dağlara, şu kır çiçeklerine baksana,bunlar uzaktan ne güzel görünüyor değil mi? diyordu. O gün baktım da ne çocuk hali vardı. Saçı sakalıme ka­ dar beyaz olursa olsun,zaten bence o hep gençti. Ö yleolnu^a bu ka­ dar sene bu odada dinlenmeden, durm adan, asıl güzeli de hiç neşesini kaybetmeden çalışabilir miydi?” . ‘ ‘Bir pazarları boştu. O gün de öğleden sonra misarıılerını beklerdi. Arkcidaşları, talebesi, Bağlumlu nineler, aralarında bir vekil yahut mavi poturlu Keçiören bekçisi hepsi yanyana m asanın etrafında otururUydı. Arada beş on dakika bizi görmeğe yukarı gelince ne kadar sevinir­ dik. çocuklar etrafını alır, sanki hepimizde eliımzden biri alacak kor­ kusu v ard ı." ^ ^ _ “ Ekseri ikindileri şehire inerdi. Akşamları onu beklemek... Onun uzaktan baston tıkırtısı, sonra sesi, bunlar neden beni bu derece se­ vindirirdi. Nefes nefese içeri girerken ilk işi Ülken ile Tuğrul'u sormak

74


olurdu. Sonra düşer gbi kendini bir koltuğa atar, bir iki dakika öylece gözünü açm adan dururdu. Birden bire yerinden firlayıverir: Yok, da­ h a ölmeyeceğim, biraz daha işlerim var! diye alay ederken aşağı iner­ di. Geceleri yine çalışu", her evin ışıklan söner, herkes uyur,onun bir türlü o aşağıdaki yeşil lam bası sönmezdi. Kaç kereler uykum un ara­ sında saat üçü çalmca deli gibi kendimi aşağı atardım . Soba sönm üş, elleri buz ^ b i,ü s tü başı kül içinde farkmda bile değil, önünde kâğıtlar yazıp duruyor. Halbuki çoculdanm da ne çok severdi. Onlardan bir gün bile ayrılmazken, vazifesinin başında karşısm da gözü hiç birini görmeyiverirdi. Ölmezden bir gün evvel bile dersini bırakmadı” . (8-10 Mart 1935:) “ Tuhaf ki akşam adeta iyileşmişti, nasıl sevi­ nerek dönüyordu. Sesini ta bahçeden duydum: Bugün dersim ne iyi geçti. Cidden iki talebemden memnun kaldım. İşte kancığım benim dok­ torum da, ilâcım da hepsi onlar. Bilsen şimdi kendimi ne iyi hissedi­ yorum , diyordu” . (11 Mart 1935:) ,“ 0 sabah: Gitmeî diye ne kadar ısrar ettim , yalvardım elinden tuttum , imkânı yok sözüm ü bir türlü dinletemedim. Onun h asta hasta bir gidişi vardı. O gün kaç kere niyet ettim arkasın­ dan gitmeği. Keşke bu son dersinde bulunsaydım” . Yusuf Akçura’mn ölüm tarihi olan 11 Mart 1935 Pazartesi günü Göztepe’deki evinden Bayezit Edebiyat Fakültesine derse giderken eşi Selma Hanım gelememiş ise de, o zam an sekiz yaşında olan oğlu Tuğ­ rul’u beraberinde götürdüğü anlaşılıyor. Emel Esin’in notlanndan öğ­ rendiğimize göre, akşam üstü dönüşte vapurla H aydarpaşa’y a geldik­ ten sonra banliyö trenine binmek üzereyken Yusuf Akçurafenalaşmış ve eliyle oğluna kenara çekilmesini işaret ederek yere yığılmıştır. Kal­ dırıldığı Karakolda son nefesini vermiş ve oradan H aydarpaşa H asta­ nesine götürülmüştür, çocuğu Selma Hanıma getiren polis memuru Yu­ su f Beyin hastalandığını ve Karakolda bulunduğunu söylemiş. Selma Hanım,yeğeni Emel Esin Hanımla birlikte bir araba tutarak önce Hay­ darpaşa Karakoluna uğramışlar ve sonra Hastaneye giderek durumu öğrenmişlerdir. Yusuf Akçura için cenaze töreni 13 Mart Çarşamba günü yapılmış­ tır. Cenaze nam azı ilk önce Üsküdar’da sahildeki Şemsi Paşa Mesci­ dinde kılınmış, sonra vapurla Sirkeci’ye nakledilmiş, burada İstanbul Halkevi, Milli Türk Talebe Birliği üyeleri ve halk tarafından karşılana­ rak omuzlar üzerinde Sultanahm et Camiine, oradan da Bayezit Camii­ ne ve meydanına götürülerek. Üniversite kapısı önünde m ahşerî kala­ balığın iştiraki ile büyük bir merasim tertiplenmiş ve nutuklar söylen-

75


nıfştir. İstanbul Haydarpaşa Lisesi son sınıf talebesi iken bu törene ka­ tılan bir kimse olarak, konuşanlar arasında İstanbul Üniversitesi Rek­ törü Profesör Cemil Bilsel, Profesör Şemseddin Günaltay, Profesör Sadri Maksudi ve talebe temsUcilerini hatırlıyorum . Bundan sonra Yusuf A kçura’nm naaşı otomobile konm uş ve bin­ lerce kişinin iştiraki ile Edirnekapı kabristanına götürülerek defnedilm iştir.Burada son konuşmayı Edebiyat Fakültesi son sınıf talebelerin­ den Bedia Salâhattin ile Turan Neşri M aarif ve Yardım Cemiyeti Reisi M uharrem Feyzi Togay yapm ışlardır. O gün Üniversitenin bütün Fa­ kültelerinde dersler tatil edilmiş ve Yusuf Akçura için matem tutulmuş­ tur. Kabrin üzerinde. Kazan Hanlığı devrinden kalan son âbide ve millî heyecanın tim sali o lan “ Süyüm B ik e " kulesinin m a k e ti'b u lu n ­ maktadır.

76


2) Y u ^ u n çocukluÄ&#x;u k in d e kitap ilk okuma-denemeleri.

(1883)

7T


3) Sadri Maksudi ile Helsinki’de.

.(1918)


4) İstanbul Üniversitesinde talebeleri arasında.. (1935)

5) Keçiören’deki bahçesinde.

79


Vv


BİBLİYOGRAFYA Yusuf A kçura’nın bazı yazılan imzasız çıkmış, bazan A. (Akçuraoğluv, A.Y. (Akçuraoğlu Yusuty, T.Y. (Türk Yurdu) şeklinde kısalt­ malar kullanmış, bazan daSa’fes, Sates, S., La gibi taKma ad ve ru­ m uzlara başvurm uştur. Bütün bunları ayrıca belirtmeyip, 1934’ten sonra katileşmiş olan Y usuf Akçura veya Akçurs, Yusuf şeklinde birleştirdik. I- Bu Üstenin ilk bölümünde, Yusuf A kçura’nm yalnız bu kitapta adı geçen seçme eserleri zikredilmiş, ikinci bölümde ise onun hayatı, eser ve görüşlerinden bahseden kaynaklara yer verilmiştir. Onun eserlerinin tam bir listesi henüz m eydana getirilememiştir. Bilinen kaynaklarda, onun ancak araştırıcıya göre en önemli bulunan m uayyen eserlerinin zikredildiğinı görüyoruz. “ Giriş” te belirtildi^ bi. 1978, 1980, I 9 8 6 ’da Yusuf Akçura ü zerineciddîaraştırm alaror­ tay a koymuş olan Fransız Türkoloğu François Georgeon'un çalışma­ ları bu balomdan bir istisna teşkil eder. Bilhassa 19 8 6 'd a çıkan Türk­ çe tercüm esine eklediği ‘‘Yusuf A kçura’nm kitap ve makaleleri” liste­ si, büyük bir emek mahsulü başarılı bir çalışm adır. Fakat henüz bu da tam değildir. Yusuf A kçura'nın eserleri üzerindeki kendi araştırmalarımız, henüz tamamlanmadığmdcm, bunları İleride yayınlamayı düşünerek, şimdi­ lik onun ancak bu kitabı yazarken kaynak olarak kullandığımız eser­ lerinin bir listesini vermekle yetindik. II- Onun hayatı ve eserleri üzerine henüz h ayatta iken çıkan yazı­ larla 1 9 3 5 'te hem en ölümünden sonra basılan makaleleri ve ondan bahseden ansiklopedileri “ Giriş” te belirtmiştik. Aşağıdaki liste, bü­ tün bunlara diğer araştırm alarm da eklenmesiyle alfabetik sıraya göre tertiplenmiştir. M ümkün olduğu kadar ancak doğrudan doğruya Yu­ su f x\kçura ile ilgili olan, veya içinde ona ait özel bahis, önsöz, giriş bulunan eserleri bir aray a getirmeye çalıştık. İlm î konularm tanışm a­ sın a girişilm ediğinden. diğer yardım cı k ay naklara fazia yer verilmemiştir.

81


I. Yusuf Akçura’dan seçme eserler Akçura. Yusuf, Tâ kendim- yahut 'Defteri âmalim- Ta^kışla, Salı 23 Mayıs 1313. M uharrem Feyzi Togay tarafından ya* yınlanmii' hâtıra defteri. b k .Y u s u f Akçura. hayatı ve eserleri. İstanbul 1944. s. 97-141. _____________ ve Abbas, Kazan ulemasından Mercanı Efendi, Mu­ savver Malûmat XXIII. 69. s. 421-422. İstanbul 9 R am azan 1514 (11 Şubat 1897). Bu makaleM ercani A rm ağam 'nda da çıkmıştır, Kazan 1915, s. 422-424. ________________________________

_______________________________ _

Essai sur 1 ’histoire des institutions du Sultanat Ottoman, Pans 1903. Ecoie Libre des Sciences Politipu es’i bitirme tezi, asıl metin basılmamış, önsöz’ü Türkçeye çevrilerek Bilgi dergisinde yayınlanmıştır: ‘ 'Osmanh Saltanatı müessesatmın tarihine dair bir tec­ rübe", Bilgi I . l , s. 82-96: 1,2, s. 117-134, 1329 (1913). Üç tarz-ı siyaset. Önce Kahire’de “ Türk” gazetesi­ nin 14 Nisan. 28 Nisan. 5 Mayıs 1904 tarihli 24. 26. 2 7 i sayılarında yayınlanm ış, sonra Ali Kemal ve Ahm ed Ferid’in cevaplan ile birlikte birkaç defa broşür şeklinde de basılmıştır:

- Kahire 1907. Matbaa-i İçtihad. 8 0 s. - İstanbul 1327 (1911). Matbaa-i Kadir. 64 s. - A nkara 1976. Türk Tarih Kurumu, 55 s. (E.Z. Karal'ın önsözü . ile). ______________ Said GireyAlkin, Gabdulia Apanayev. .\Iraetcan Seydaşev. Yusuf Akçur: Dokiadnaya zapıska. Ego visokoprivoshoditerst\aı Gospodinu Predsedatelyu KomiLeta ministrov, upolnomoçennıh ot Kazans£ıgo Musui’manslcago Obşçestva. 28.1 .1 9 05, 12 s. - Vekiller Heyeti Başkanına. Kazan İslâm Cemiyeti mümessil­ leri taralından sunuian Muhtıra. Mümessiller; Said Girey Alkin. Gabdul-Kerını oğiu Gabduila Apanayev, Yahşi oğlu Ahmetcan Seydaşev. Haşan oğlu Yusuf Akçur.

82


,,

Vh'ım ve tarih. Kazan Maarif Kitaplıanesi 1906,34 s. M cvkııfıycl haiııalan, Orenbıırg, Kerimof-Hüseyinof Matbaası 1907, 48 s. — İkinci basılış-. İstaninıl 1330 (1914), 54 s. Çıkaran: “ Türk Y m du" Külüphancsi. J üncü iyün v a k ’a-i ınücssifesi, Oreııburg, Rcriıııof llüseyinof ve şürekası Matbaası 1907, 28 s. Dannılla AJiıucan cl-Baıvdi tercünıe-i hali, 2cilci, Ka­ zan 1907, 1908. Türklüğü bihncli ve bilişmcliyiz, Türk Derneği 1, 1911, s, 25-29. Müverrih Leon Cahun ve muallim Barlokl'a göre Çing iz Han, Türk Y ıu d u l. 1327-1328 (1911-1912), s. "l 7-22; s. 47-53; s. 78-82; S. 114-116; S. 139-143; s. 177-183: s. 202 -2 0 6 ; s. 2 4 0 -2 4 4 ; S. 268-272; s, 303-3 0 7 : S. 326-330. Türklük, S a i n a m c - i S e r v e t - i Fünıın 1328 (1912), s. 187-196. Türklük Başlıklı bu yazı Altın Armağan­ da da basılmıştır: 1912, s .49-94. Eme! (İdeal), Türk Yurdu 11. 1328 (1912), s. 484-4 9 1 . Eski "Şııra-i Ü m m et’'de çıkan makalelerimden, İs­ tanbul, Tanin Matbaası 1329 (1913), 60 s.

_ ,

Halka, Halka Doğru, î. 1329 (1913), sayı 22, 23 (Düşünce yarışı), 25. 27, 30, 31. Şihahcddin Mercani İstanbıılda, Mercani (Armağanı), naşiri: Salih bin Sabit Gubayduilin, Maarif Matbaası, Kazan 1333 (1915), s. 417-426. — Yusuf Akçura’nın İstanbul “ Musavver Malûmat’’ gazetesinin 1314 tarih ve XXIII, 69. sayısında, s .4 2 I-4 2 2 ’de Abbas ile birlikle neşrettiği Kazan ulemasından Mercani Efen­ di adlı yazısı da bu makalenin içine almmışlır; s. 422-424. Die gegenvvârtigc Lage der nıohammedanischcn TurkO'Talaren Rasslands and ihre Desüebungcn, (Budapest 1915), 12 s . —Tarihi ve yeri belirtilmeden ön­ ce 1 9 1 5 ’te Budapeşte’de basılmış olan bu metin, 1 9 1 6 ’da 3 defa tekrar yayınlanmıştır: 83


- Das Grössere Deutschland III. 17 / 22.IV 1916 s. 542-552. - Bern, Ferd, VVyss-Verlag 1916, 12 s. - Fransızca nüshası: L ‘Etatactueletles Aspirations des Turco-Tatares Musulmans de Russie, Lausanne 1916, 14 S. Ali Hüseyinzâde.M ehem m ed Esad Çelebizâde, Mu­ kim Eddin Beycan, Denkschriâ des Komicees zum

Schutze der Rechte der mohammedanischen TürkischTacarischen VÖlker Russlands, Budapest 1915, Dmckerei der Pester Uoyd=GeselIş:lıaft,; baskılar:

4 s. Diğer,

- Kölnische Zeitung, Nr. 23.1 / 8 .1 .1 9 1 6 (özet halinde). - Die Welt des Islams IV, 1-2 / 1916. s. 35-43. - Fransızca nüshsLSv.Memorandum du Camice de la Defense des droits des peuples Turco-Tatares Musul­ mans en Russie, 1916. ., OsmanlI Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Rusya üsera murah­ hası Yusuf Akçura Beyin raporu, İstanbul, Matbaa-i Orhaniye, 1535 (1919), 108 s. ., Siyaset ve iktisad hakkmda bir kaç hitabe ve makale (16 Eylül 1335-23 Nisan 1340), tabi ve naşiri Kütüphane-i Hilmi. İstanbul 1340 (1924), 221 s.

Gökaip Ziya Bey hakkında hâtıra ve mülâhazalar,. Türk Yurdu I, 3,. Kânun-u evvel 1340 (1924), s. 156-162.

Tarihi görüşe dair, Türk Yurdu I, 5, 1341 (1925). s. 349«-357.

Türkçülük. Türklük fikri, Türkçülük cereyanı, Türk Ocakları. Türk Yılı 1928, s. 289-455. Yusuf Akçura'run bu yazısı, önce 1978’deSâkinÖ ner sonra 1981 'de Nejat Sefercioğlu taraftndan Lâtin harf­ lerine çevrilerek Y .A .’nm hayatı ve eserleri üzerine açıklamalarla yayınlanm ıştır (aşağıya bk.).

84


______ , ______ , Tarih yazm ak ve tarih okutmak usullerine dair. Bi­ rinci l ’ürk Tarih Rongıesi, Konferanslar, müzakere za^ bıtlan, A nkara 1932, s .577-607. ______ , ______ , Türkçülük, Türkçühiğün tarihî gelişimi, İstanbul 1978, 253 s. Türk Kiilliu Yayını; 23. (Türk Yılı 1928, s. 2 8 9 -4 5 5 ’teki araşdrm anın Şâkinöner taralından Lâtjn yazısına çevrilerek yayınlanmış şeklidir. İçin­ dekiler:) Eser hakkmda birkaç söz. Sakin Öner (s. 11-13): Pı^of. Yusuf Akçura, hayatı, rıkirleri ve eser­ leri, Ş â k in ö n e r (s. 15-30); Türkçülük (s.31-253). ______ _______ _ Yeni Türk Devletinin öncüleri, 1928 yılı yazıları. Ba­ sım a hazırlayan: Nejat Selercioğlu, Küilüı Bakanlığı, A nkara 1981, XV1-212 s. (Türk Yılı” 1928, s. 2 8 9 '4 5 5 ’teki araştırm anın Lâtin yazısına çevrilmiş şeklidir). Nejat Sefercioğlu’nun “ Sözbaşı” nda, Yusuf Akçııra'nın hayatı ve eserleri üzerine bilgi verilmiş­ tir: s. IX-XVI. _ a-'

II. Diğer Kaynaklar Ağaoğlu, Ahm et. ^‘Y usuf Akçura", Cumhuriyet, İstanbuİ 13 Mart 1935. Ağaoğlu, Sanıet, Babamm arkadaşları, 3. baskı (İlavelerle), İstanbul 1969, Baha Matbaası, 213 s. (Yusuf Akçura için bk.: Tarih-i siyasi Profesörümüz, s. 68-72).

Akrschura Oghı Jussuf Bey, Das Grössere D eııtschland. lll, 17, 22.1V.1916, s . 555-556.

Anma törenleri. Yusuf Akçııra’nın 100. doğum yılı dolayısiyle 25 Ha­ ziran 1976 güllü Türk Tarih Kurumunda terliplenen tören. Belleten LXI. 1977. s. 609. Arsal, Sadri Maksudi, Dostum Yusuf Akçura, Türk Kültürü XV, 174, 1977, s .26-34. / Battal-Taym as, A ., Ben bir ışık arıyordum (kızıl dünya), Ülkeler* Beldeler-Olaylar-İnsanlar-Davalar-Sonuçlar, İstanbul 1962, V lll+209 S . (Simbirli bir Türk meşhuru Yusuf Akçura: s. 114-130).

85


Battal-Taymas. Abdullah, Kazan Türkleri, A nkara 1966, 239 s. Türk Kültürünü Araştırm a Enstitüsü, 2. basılış. (Yusuf Akçuraiçinbk.; s. 165, 170n, 176n, 181n, 190, 194). (Krş. Taymas). Bennigsen, Alexandre et Ouelquejay, Chantal, Les mouvementsnacio■naux chezies musulmans de Russie. Mouton Co, Pa­ ris • La Ha\^e 1960, 285 s . (Akçura: s. 57-62), Bennigsen, Alexandre et Lemercier-Quelquejay, Ch.. La presse et le

mouvemenc nacional chez les musulmans de Russie avant 1920, M outon Co, Paris • La Haye 1964, 386 s. (Yusuf A kçura’mn biyografisi: s. 66*67). Berkes. Niyazi, Unutulan adam, sosyoloji konferansları XIV, İstanbul 1976, s. 194-205 Bigi, M usa Caruilah, Islahat esasları. Petrograd 1915, 290 s. (1 9 0 5 ’teki siyasî faaliyetler için bk. s. 5*ö). Binark, N., Ömer Yusuf Akçura. Kazan ÎII, 10, s. 32-36.

B innd Türk Tarih Kongresi, Konferanslar, müzakere zabıtları, A nka­ ra 1932. XV-^631 s. Blankenburg, W ., Noch eine türkische Frage. Deurscher Kurier 8.X L 1915.

Büyük Türk milliyetçisi Yusuf Akçura öldü. Yana Millî Yul \1I, 4(87), Berlin 1935. s. 1-4.

Cumhuriyet ansiklopedisi, I, İstanbul 1968, s. 12: Akçura, Yusuf. Çankaya, Ali, Profesör Ömer Yusuf Akçura, Yeni mülkiyeliler tarihi ve mülkiyeliler. A nkara 1968-1971, 8 cüd; İL c.s. 1089-1096. Çotuksöken, Yusuf. Pantürkizmin babası Yusuf Akçura. Güneş 11 Ma­ yıs 1987. François Georgeon’un Türk milliyetçiliğinin kökenleri adı ile basılan Türkçe neşrinüı tenkidi. Devlet, Nâdir, Yusuf Akçura’nm hayatı (1876-1935). Ölümünün el­ linci yılında Yusuf Akçura sempozyumu tebliğleri, An­ kara 1987, s. 17-33. Ercüasun, A hm et, Yusuf Akçura ve Türk Skir'tarihindeki yeri, Ölü-

86


Hiütııın ellinci yılında Yusuf Akçura sempozyumu teb­ liğleri, A nkara 1987, s . 109-112. Eröz, Mehmet, Yusuf Akçıua'm n sosyal ve iktisadı gönişlen. Ölimıünüıı ellinci yılında Yusuf Akçura sempozyumu tebliğ­ leri, A nkara 1987, s. 51-58. Esin, Emel Y usuf Akçura hakkında bilinmeyen kaynaklar ve F.Georg e o n 'u n araştırm ası, T ü rk K ültürü XVII. 200-2 0 1 -2 0 2 , 1979, S. 44-53. Esin, Emel, Akçura-oğlu Yûsuf Beye dâir hâtıralar. Ölümünün ellinci yılmda Yusuf Akçura sempozyumu tebliğleri, A nkara 1987, s .35-42. Les Exposes, dcs D^l^gations des Nationalit^s Tatare. Tchagatai' et Kirghize-Kai'ssak, Lausanne 1916, 18 s. Frankfurter Zeitung, 30.VI11.1935 (G .V .M ende'nin Osteuropa sayı 9 ’daki makalesinden özet). Georgeon, François. A u x origines du nationalisme Truc-Yusuf Akçu­ ra (1876-1955). Paris 1980, ADPF, 154 s. Georgeon, François, Ziya Gökalp et Yusuf Akçura. Prof.Dr. Ümit Doğ a n a y 'ın am snıa A rm ağan, İstanbul 1982, s. 37 6 -3 8 1 . İstanbul Üniversitesi yayını No. 2848. Georgeon, François, Türk milliyetçiliğinin kökenleri- Yusuf Akçura (1876-1955), çeviren: Ale^ Er, A nkara 1986, 167 s. Yurt Yayınları: 13 Gökalp, Ziya, Türkleşmek, İslâm laşm ak, muasırlaşmak, Türk Yurdu Ill-lV-V, 1913-1914. Sonradan aynı başlıkla kitap ha­ linde çıktı: Yeni Mecnma, İstanbul 1918, 18 s. H ach tm an ıı,

^ r., Aktsclnıra Oghlu Y ussııf Bey, Levante=Zeitung VI, 3, I.II.1916, s .93.

D eutsche

Hakim, Merhum ve m ağfur ûstad AkçuracğIu Yusuf Deyin Helsingfors'tan ütişi ve hâtıralanm , Y an a Millî Yul VII, 6(89), Berlin 1935, s .28-29.. H ayat Ansiklopedisi I, s. 66: Akçura, Yusuf (1876-1955). Heffening, VVilli, Zeitungsschau, Die Welt des Islams IV, 1-2, 1916, s . 206-207.

87


Hostler, Charles Warren, Türken und Sowjets. die historische Lage und die politische Bedeutung der Türken und der Türkvölker in der heutigen Welt, Alfred Metzner Verlag, Frankfurt-Berlin 1960, 263 s. Insabato, Enrico, L ’/s/am etla politigue desAUies. Paris 1920. (1916 İsviçre’deki milliyetler Kongresi ve Yusuf A kçura’nm faaliyeti üzerine bk.: s. 218-220). İshaki, A yaz, Merhum Yusuf Akçura Bey, Yana Millî Yul VII. 6(89), Berün 1935, s. 1-11. Jâschke, Gotthard, Der Turanismus der jungcürken, zur osmanischen Aussenpolitikim Weltriege, Die Welt des Islams XXIII, 1941, s. 1-54. ' Jâschke, Gotthard. Der Turanismus und die kemalistische Türkei, Der Orient in deutscher Forschung, çıkaran: H .H .Schaeder, 1944. K.Z., Yusuf Akçura hâtırasına. Kurtuluş N o.5, Berlin Mart 1935, s. 133. Karal, Enver Ziya,Önsöz. (Şu eserin 1-18. Say falannda.-) Yusuf A k ­ çura. Üç tarz-! siyaset. Ankara 1976. Türk Tarih Ku­ rumu, 55 s.E .Z . Karai’m Ö nsöz’ünde Yusuf Akçu­ ra ’nın hayatı, eserleri üzerine bilgi verilmekte ve Üç tarz-ı siyaset’in tahlili yapılmaktadır. Kınmü Cafer Saydahmet, Casptrahİsmail Bey (Dilde, Fikirde, İşte Birlik), İstanbul 1934, 2 4 8 + 3 Sv. Kuımü Cafer Seydahm etyusufAkçura’nınmübarekruhuna. Yana Millî Yul Vn, 6 (89), Berün 1935, s. 188-23. Kilevli, Şahveli. Merhum büyük üstadımız Yusuf Akçura’ga (şiir). Ya,fia Millî Yul VII. 6 (89), Berün 1935, s. 32. Koşay Hamit Zübeyr. Yuszj/’A'-cfura. Belleten LXI. 162, A nkara 1977, s. 365-400. Köprülüzâde. M ehmet Fuad, Bizde tarih ve müverrihler hakkında. Bilgi 1 ,2 . 1329 (1913), s . 185-196. (Yusuf Akçura hakkmda: s. 192) Köprüiüzade. M ehm ed Fuad.Türklük. İslâmlık, Osmanlılık,TmkYuıdu IV, 1329 (1913), s. 692-702. Kuran, Ercümend, Türk Milliyetçiliğinin gelişmesi ve Yusuf Akçuraoğlu.. Türk Kültürü IV. 42, 1966’, s .529-530.

88


Kuran. ErcümendI TJıe Impact ofNationalism on the turkish elite in the nineteenth century, Ayyüdız Matbaası, Ankara 1966, 13 s . . Kuran, Ercümend, Yusuf Akçura’nm tarihçiliği. Ölümünün ^ eüind yılında Yusuf Akçura sempozyumu tebliğileri, Anka­ ra 1987, s. 45-49. Kurat, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, XVIII. yüzyıl sonundan kur. tuluş savaşma kadar Türk-IUıs ilişkileri (1798-1919), Ankara 1970, Üniversite Basmıevi, XVI+755 s. (Yu­ suf Akçura ve arkadaşlanmn Almanya ve İsviçre’de­ ki faaliyeti üzerine: s. 502-505). Kutlug Muhammed, (Yusuf Akçura üzerine), Der Nahe Osten, August 1935. s. 303-307. Landau, Jacob M., Pan-Turkism in Turkey, a Study o f Irredentism, London 1981,IV+219 s. (Yusuf Akçura için bilhas­ sa bk. s. 2, 13-15, 34-35, 38-44, 53, 74, 77 v.b.) Meker, Aziz, Lenin'le b t mülakat. Tasviri Efkâr 20.X1I.1917. .Mende, Gerhardvon, YusufAkçura, ein Vörkâmpferdes Türkismı^, Osteuropa 9-10.Vl.1935, s. 564-568. Mende, Gerhard von. Der nationale KampfderRussîandtürken, Ber­ lin 1936, VVeidmannsche Buchhandlımg, Vl+196 s. (Yusuf A l ^ a için bk.: s. 37, 38, 77, 82, 83, 86-87, 90, 100-105, 131). Meydan-Laroussie I, İstanbul 1969, s. 213: Akçura, Yusuf. Mohammad Sadiq» Türkçülük cereyaıü-Türk tnMyetçüiğjnin eşim de (1908-1918), T ^ k Kültürü Arastırmalan III-VI, Ankara 1966-1969, s. 5-20. Muhammediş, Rukiye, Büyük üstadımız Yusut Akçura Bey vefat, Ya­ na Millî Yul VII, 7 (90), Berlinl935, s. 28-30. “Müslüman îttifah” Cemiyetinin nizamnamesi, Petersburg, Abdürreşid İbrahimof Matbaası (1906), (Türkçe metin 8 s. + Rusça metih 8 s.).

Nevsal-i MiUî 1330 birinci sene Naşiri: Fırat, Asâr-ı Müâde Kütüpba^ nesi.İstmhul 1339(1914). s.20>22; YusufAkçura (resimli) 23-24. sayfalarda Yusuf A k çu ra'ju n yazı» sı v ar: Şarkta milliyet Gkn. Onuncu ölümyıîmda anarken, Verim gazetesi, İstanbul 11 Mait 1944 Orkun„Hüseyin Namık, Eski Türk yazıtları IV, Türk Dil Kuruıhu 194ı 89


Öliimünün ellinci yılında Yusuf Akçura Sempozyumu tebliğleri (l I -12 Man 1985), A nkara 1987. 1 12 s. Öner, Sâkin, Yusuf Akçura, Tiirkçüiük, Türkçülüğün tarihî gelişimi, İstan b u l 1 9 7 8 . 2 5 3 s . (T ürk Yüı 1 9 2 8 ,s. 2 89-455’teki araştırm anın Sâkin Öner tarafından Lâ­ tin yazısına çevrilerek yayınlanmış şeklidir. İçindeki­ ler: Eser hakkmda birkaç söz,SâVSnÖner{s. 11-13); Prof Yusuf Akçura, hayatı, fikirleri ve eserleri, Sâ­ kin Öner (s. \ 5-30)-.Türkçülük (s.31-253). Râsonyi, Lâsziö, Tarihte Türklük. Ankara 1971. VH+420 s. - Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayınları: 39. (Yusuf Akçura için bk. s. 237, 2 5 8 ,2 7 6 , 375, 383). Resulzâde, Mehmet Emin, Yusuf Akçura. Kurtuluş No. 5, Berlin, Mart 1935. Sa’di, Abdurrahınan, Tatar edebiyatı taıihi. Kazan 1926, 300 s. Devlet Neşriyatı Basması. (Yusuf Akçura için bk.: s. 145-148) Saniye İlTet, Yusuf Beynin büstüne karap (şiir),: Yafîa Millî Yul VII, 6 (89), Berlin 1935. S. 27. Saniye İlTet, Yusuf Akçuraoğkı. Varta Millî Yul VII, 6 (89). Berlin 1935, s . 12-18. Sefercioğlu, Nejat. Trof Yusuf Akçura, Yeni Türk devletinin önci'ıleri, I928yıhyazıları, basıma hazırlayan NejatSelercioğlu, KültüıBakanlığı. Ankara 1981. X y i+ 2 l2 s . (Türk Yılı 1928. s. 2 8 9 -4 5 5 ’teki araştırm anın Lâtin yazısı­ na çevrilmiş şeklidir). Nejat Sefercioğlu'nun “ Sözbaşı"nda,Y usuf A kçura’nın hayatı ve eserleri üzerine bilgi vardır: s. IX-XVL Tanzimat'tan Cumlmriyet'e Türkiye Ansiklopedisi V. İstanbul 1985. İletişim yayınları. (Türkçülük bahsinde Yusuf Akçu­ ra için bk.: s. 1397). Taym as, Abdullalı, Yusuf A kçora'm n işleri ve izleri tekresinde. Ku­ run 21 ve 23 M art 1935. Taymas, Abdullah, Muharrem Feyzi Toğay'a açık mektup: Y. Akçura hakkındaki eser ne oldu?, Haber-Akşam Postası, sa ­ yı 3775, 5 Eylül 1942. Taym as Abdullah Battal, Yusuf Akçuraoğlu’nun Türkçülüğü ve Rus-

90


ya Türkleri arasındaki çalışmaları. Türk Yurdu XXVI, 7, 1942. s. 221-225. Taym as, (Abdullah), Yusuf Akçura. ölümünün lO.yıIdönümü müna­

sebetiyle,Vakit, 11 ve 12 Mart 1945. Temir, Yusuf Aktschura. der Trâgeıdes cürkischen Einheitsıvüîens. VolJc und Reich XI,7, İBerlih Juli 1935, s. 5 3 8 -5 4 3 .- (ETu yazı Ahmet Temir’in değil, bu sözü bir ara m üstear _ ad olarak kullanmış olan Fuad Kazak’mdır?). Temir, Ahmet, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü'nün tarihçesi ve yaptığı işler, 25 yil, A nkara 1986, s . 7-27. Temir. Ahmet, Y usuf Akçura ve dış Türkler, Ölümünün ellinci yılmda Yusuf Akçura sempozyum u tebliğleri (11-12 Mart 1985). A nkara 1987. s. 99-107,•, Temir, Ahmet, Türkçülüğün tarihi ve Yusuf Akçura üzerine bir eser, Tercüman, sayı 9177, 13.İX .1987, s. 8. Temir. Ahm et, Değerlendirmeler: François Georgeon. Türk milliyet-

^

çiliğinin kökenleri Y usuf Akçura

(1876-1935),

çeviren: Alev Er, A nkara 1986. Türk Dili. Haziran 1987. TevQlö^u. "Pethi. Müftüoğtu .\hm ed Hikmet. Ankara 1986,303 s.-KüI^ tür ve Turizm Bakanlığı yaymlari: 6 6 9 . (Yusuf Ak­ çura için bk.; s. 78. 81-8 3 ; 126, 145n). Tevetoğiu. VethlHamduIlah Suphi Tannöver,Ankara 1986. 303S. Kültür ve Turizm Bakanlığı yaymlan: 658. (Yusuf Ak­ çura için bk.: s. 8 2-89.93-97, 99. 106, J 0 9 , 111, 112, 114. 124, 126. 128, 130. 139). ^ Thomas. David, Yusuf Akçura and the Intellectuaî Originsof ü c tarz-ı 5/yaser,Journal o f Turkish Studies II. 1979, s. 127-140. Togan,ZekiV elidi3ugünkü Türkili (Tmkiscan) veyakm tarihi, I. Batı ve Kuzey Türkistan. İstanbul, Arkadaş, Horoz ve Gü­ ven Basunevleri 1942-1947. X Il+696 s. (Yusuf Ak­ çura ile ilgüi y e rle r:S . 3 7 0 -378,475-479, 499. 558). Togay, Muharrem Feyzi, Yusut Akçura, hayatı ve eser/eri. İstanbul 1944. Zaman Kitabevi. Hüsnütabiat Basımevi. 1'41 s. Toprak. Zafer, Unutulan adam: yusufA/cçura, Cumhuriyet 30 Nisan 1987. François Georgeon’u n Türk milliyetçiliğinin kökenleri adlı Türkçe neşrinm tenkidi^. Türk Ansiklopedisi I. s. 319-320: Akçura, Yusuf. II


Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi I. İstanbul 1976, s. 87-88:Akçııra, Yusuf. Türk Edebiyatı Ansiklopedisi I, Cem Yayınevi. İstanbul 1984; ura Yusut. Türk meşhurlan, yazan; İbrahim Alâettin Gövsa, 1946-1947. s. 28: Akçura, Yusuf. Türk ve dünya ünlüleri Ansiklopedisi /,İstanbul, Anadolu Yayıncılık, s. 171-172: Akçura. Yusuf, 1876-1935. Türkiye teracim-i ahval Ansiklopedisi III, çü^ran: Mehmet Zeki, İs­ tanbul 1930-1932, Hamit M atbaası,s.300-301:yus u f Bey (Akçuraoğlu). Unat, Faik Reşit, Prof. Yusuf Akçura ve tarih öğretimi, Türk Tarih Ku­ rumu Atatürk Konferansları II, Ankara 1970, S. 39-44. Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de çağdaş düşünce tarihi - 1-,İstanbul. Ah­ met Sait Matbaası, Konya. Selçuk yayınlan: 5, 1966, s. ö37-ö49:Yusuf Akçura 1879-1935. Validov. Camalüt(ün (Cemal Velidî), Oçerk istorii obrazovannosti i literaturı Tatar (do revoîyutsii 1917 g.). (Tatarlarda maarif ve edebiyat tarihi taslağı, 1917 ihtilâline ka­ dar), Moskva-Leningrad 1923, 106 s.- Aynı eserin küçük boyda yeni kopya-baskısi: Society for CAS, Oxford 1986, 214 s. (Yusuf Akçura ve eserleri için bk.: s. 168-171). VVUson’a çekilen telgraf: Revue du Monde Musulman, vol. LII Dec. 1^22, s. 6-7;VoI. LVI, Dec. 1923, s. 146-147. Yeni Türk Ansiklopedisi I. İstanbul 1985, Ötüken yayınları, s. 59: Akçura, Yusuf, Y usuf Akçura. Yaş Türkistan, sayı 64, Berlin-Paris, Mart 1935 (ir kapakta). ^^ Yusuf Akçura Alman matbuatmda, Yaş Türkistan, sayı 70, BerlinParis, Eylül 1935 (iç kapakta). Z arevand, Turtsıya i Panturanizm, vvedenie A.N. Mandel’ştama. (Türkiye ve Panturanizm. Giriş: A.N. Mandel’ştam 'm), Pans 1903, 168 s. Imp.de Navarre, Librairie “ La Source” (Yusuf Akçura için bk. s .7. I I , 42, 50, 54, 56, 62, 70, 110 , 146, 147). Aynı eserin genişletil­ miş İngilizcesi: United and Independent Turanla, Aims and Designs o f t h e Turks Leyden 1971. 92


Yusupov, Abdulla, Gospoda Akçurinı (Akçura Beyler), Kazan 1974, 342 s. Tataristan Devlet Neşriyatı Zenkovsky, Serge A., Pan-Turkism and İslam in Russia, Cambridge 1960, Harvard University Press, XVI+345 s. (Yu­ suf Akçura için bk.: s. 21, 38-47, 50, 104, 107, 112, 116, 127, 129, 269-270, 279) .-Türkçe tercümesi: Rusya 'da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, çeviren Prof. Dr. İzzet Kandemir, 1974, XV+435 s. Die Ziele der Tmko-Tataren Russlands, Das Grössere Deutschland III. 17. 22, IV, 1916, S. 553-555.

93



Yusuf A kçura’nın doğum tarihi ve H âtıra Defteri üzerine bazı AÇIKLAMALAR 1. (Sayfa.9, l o ): Y usuf A kçura’nm doğum tarihi ile ilgili tanışm alara tem el teşkil e d e n l8 7 6 ve 1879 rakam ları üzerinde fikir yürüten yazarlar (Togay 1944, s .2 0 : Battal Taym as 1962. s. 114: Georgeon İ9 8 6 , s . 16 n . 10 v .b.) 1 8 7 6 ’da karar kılmış gibidirler. A ncak gözden kaçan bir rakam d ah a var: Tanm mış T atar şairelerinden Saniye İffet (U gan)'m Y aiia M illî Y ul’d a çıkan m akalesinde (1935, Vll. 6 . s . 12) Y. A kçura’nm doğum tarihi 1872 olarak gösterilmektedir ki, bu d a dikkatle üzerinde durulması gereken bir husustur. U fa’da •‘T u rm u ş” gazetesini çılö ran , gerek 1917 M oskova kongresinde ve gerek M illîM edenî m uhtariyet devrinde m aarif projelerini hazırlayan Z akirD akiriU gan’m (ölm. 1954) eşi olan Saniye İffet (ölm. 1957) ve ailesi, Akçuraları R usya'da iken yakından tam dıklan gibi, A n k ara'd a da, Keçiören sakini A k çu ra'lan n 1 9 2 3 ’ten beri.Etlik'te oturan kom şu­ ları olarak sık sık grüşüyorlardı. Y .A kçura’nm doğuin tarihini 1872 olarak verm esi, hiç şüphesiz aile içinde to n u şu la n l^ a ., rivayetlere ve duyduklarına dayam yordu. Ah­ m et A gaoğlu'nun son yazılarm da A kçura'yı ‘‘birdenbire çökm üş, ihtiyarlam ış” olarak görm esi, yalnız “ çok çalışm a” yüzünden m eydana gelert bir hâdise olm ayıp, yaşm m ilerlemiş olm ası, yani doğum tarihinin d aha da geriye alm m ası ile açıklanabilir kanaatındayım . Eğer Y usuf A kçura 1896 tarihli ' ‘Defleri âmaUm” deki: ‘‘başım dangelip ge­ çenleri, otuz yaşm daki meleklerin defterlerindeki kadar doğru kaydedeceğim ' ’ (Togay 97) cümlesi ile kendi y aşına işaret etm ek istem işse, bu takdirde I 8 6 6 'd a doğm uş olm a­ sı gerekirdi. 2 . (S a y fa .1 2 ,8 2 ): Y usuf A kçura’nm kendi hâtıraları ''-T a kendim - y ahut -Defteri am alim -” başlığı ile M uharrem Feyzi T ogay tarafından yayınlanm ıştır (Y usuf A k ç ı la , h a y a a v e e se rle ri 1 9 4 4 s . 9 7 -1 4 1 ). “ S o n d erece bozıûc b ir h a tla y azılm ış v e çizilm iş o la n b u d e fte r­ le rd e n m â n a ç ık a rm a k v e m u n cazâm b ir h âtu ra m ecm u ası h a lin e k o y m a k için ta ra b ir k ış g eceli g ü n d ü z lü u ğ ra ş m a k m e c b u riy etin d e k a ld ım ” ( s . 18) d iy en T o g a y ’a h a k v erm ek g erek iyor, çünkü şüpheli bazı kelim eleri çözm ekte zorluk, ç e k ti^ , bazen y a n ü ş o k u d u ğ u v e y a k e n d isin e g ö re tah m iru b ir şeki! v erm ey e ç a h şo ğ ı g ö rü lm e k ­ te d ir. B ir k aç m is ^ : 2 a. (Sayfa.9 ): T ogay’ın yanlış yorum ladığı sözlerden biri de. “ Bibi Fahri B anu” şeklinde okuduğu Y usuf’un annesinin adıdır (s.99)-O rtadaki söz "F ah ri” değil, ‘‘Kam er” olacaktır. Z a­ ten Y usuf A kçura kendisi de arm esinin a d ın ı' ’Babi Kamer B a n u '' diye zikrediyor (Türk

95


Yılı 1928, S. 3 9 6 ). Bu yanlışlık, "K am er” ve "F a h r (i)” sözlerinin A rap yazısı ile biri birine çok benzem esinden ileri gelm ektedir. Hele elyazılı m etinlerde bunları biri birin­ den ayırm ak bile im kânsızlaşır. Ayrıca şu n a d a işaret edelim ki. Osmanlıcada erkek adı olarak geçen “ F ah n ” sözü Kazan-Tatar edebiyatında hiç kutlanılm az, orada yaşayan şekiller; erkeklerde Fahreddin. kadınlarda F ahrünnisa, Fahrülbenat v .b.dır. Y usuf Akçura'm n Türk Yılı’ndaki annesiyle açıklamasını, M.F. Togay’ın görmediği anlaşılıyor. Son an d a Abdullah Battal-Taym as’ın A kçura ile ilgili notları arasında. Y usuf'un a n ­ nesinin adı üzerine bazı açıklam alara rastladım . Z am an ve yer darlığından yukardaki ifadelerimi değiştirm eden, onun sözlerini de ilâve ediyorum : ‘ ‘Bu çelişmeler karşısında ben çaresizlik içinde kalm ca, A kçuraoğlu'nun ta ilk okulda arkadaşlık ettiği Müşfika Ülken Hanım a (Hilmi Z iya Ü lken'in annesi) bir m ektup yazıp kendisinden durum u ay­ dınlatm asını rica etm iştim . Kendisi 8 .1 .1 9 4 8 tarihli cevap m ektubunda a ynen şunları ■yazıyordu’.- M erhum Y usuf Beyin valdesinin ismi Fahriye Hanım idi. V efatından on se­ n e kadar evet Dağıstanlı Osman Bey nam ında bir z a t ile evlenm iş idi. B üyük hareket-i arzda (I3 1 0 /1 8 9 5 )ö lm ü ştü ". Bütün bunlar gösteriyor ki, Y usuf A kçura’mn doğum tarihinde olduğu gibi, annesi­ n i n adi hakkında d a kati bir hükm e v arm ak m üm kün olm am aktadır. Son İhtimal ola­ rak, annesinin Bibi Kamer Banu ve Bibi Fahriye Banu diye her İki adı da taşıdığı düşünülebilir.

2 b . (Sayfa. I 2 ): ■ M.F. Togay’ın okuyuşunda düzeltilecek diğer bir h usus da. Y usf A kçura’nın ‘ ‘Hatı­ ra d efteri"n in adı ile ilgilidir. “ Defteri âmaiime ‘Tâ kendim ’ adını verdim.Şimal Türk lehçesine göre ‘N ik ö zü m 'd ü r” (s. 97) cümlesindeki n ik sözünün n e k (neq) olarak dü­ zeltilm esi gerekir. A rapça yazılı m etin elimizde olm adığından, buradaki ş e f l e r i tahm i­ ni olarak yazdık. n ik sözü Kazan edeblyatm da bir soru zamiridir, “ niçin?” anlam m a gelir: Nik alay? ''n için öyle?” . N ik ald ı? “ Niçin aldı?” . Halbuki burada T a k e n d im v e y a T a k en d isi tabirlerindeki ta hecesinin Kazan şivesindeki en uygım kar :ılığı, (ince vokal ve kaim ko n sonantla söylenişi biraz zor olan) n e k (n eq ) sözüdür. Misaller: n e k ü zl “ t a kendisi” , n e k ü s tin e b a s tı " ta m üstüne b astı” (doğru tahm in etti), v .b . gibi. M .F.T ogay’ın başka bazı kelimelerde de müdahalede b ulanarak kendisine göre de­ ğiştirmeye çalışüğı görülmektedir, meselâ Kazanlı kadm Hükümdar Süyüm B ikenin adım Sevim Bilge şekline sokm ası(s.6), U ral dağlarm a U lay demesi (s. 10) ve nihayetA kçur a sö zü n ü de Akçora şeklinde okum ası gibi. 3 . (Sayfa.9 ): Ailenin soy adı A kçura (bazan A kçora), Akçurin şeklinde geçer. Abdullah Taym as, M .F .T o g ay 'a hitaben yayınladığı “ A çık m ek tu p ’’t a b u m ünasebetle şöyle diyor: “ Bel­ ki hatırlarsınız, m üracaat m ektubunuzda Yusuf m erhum un soyadını biteviye Akçora şeklinde yazıyordunuz: ben kısa hususî m ektubum da, delillerini de serdederek. bunun doğrusunun A kçura olacağını sağlamiamıştım; çünkü Heyeti İhniye başkanı tarafından tercüm ei hal sahibinin adının bile yanlış yazılm ası hayra alâm et sayılam azdı” (Haber - A kşam Postası, 5.1X ,1942). M.F.Togay’a yazılan hususi mektuptaki delillerin neler olduğunu, yani bu sözün Akçura olm ası gerektiğinin nasıl ispatlandığm ı bilmiyoruz. Fakat Kazan şivesinde o sesi bulun­ m adığına göre, bu söz orada elbette ki u ile kullanılıyor ve resm î bir özel ad olduğu için şivelere aktarılırken de bunun aynen yazılm ası gerekiyordu. P asaporttaki Akçura şekli İstanbul’a gelince Akçora diye değiştirilemezdi.

S 6 --


Sözün tarihî çıkışına baktıgnırzda, o /u meselesinin burada da çözülemı :diğini göriiriiz. A k+Çura şeklinde iki parçadan ibaret olan bu terkibin ikinci kısmı. Oı hon yazıtlan n d a yüksek bir rütbe, unvan olarak ve ası! şalııs adına Jakılara kııllanılaı çur/çor sözü ile İlgili olsa g etek tir. Fakat Orhon yazıtlarında o /u şeklinde her iki türü ı okunabilen h a rf yüzünden, sözün okunuşu burada da karanlık kalm aktadır. O rhon yazıtlarında ç o r, ç u r ile kullanılan adlar için bazı misaller; Kül Çur. Külüg Çur.Kara Çur, Oğlan Çur, Tadık Çur, U nagan Çur.Yigen Çur y .b (H.N. Orku Eski Türk Yazıtları IV), Kazan İsUlnı Cemaati müm essilleri tarafından Rus hüküm etine sunular 2 8 .1 .1 9 0 5 tarihli m tıntırada (Dokladnaya zapiska) Y usuf'un soyadı "A k ç u r” olarak j ;eçnıekte ise de, bunun Orhon yazıtlarından elde edilen bilgilere dayanan şuurlu bir d ü ’.cltnıe oldu­ ğunu zannetm iyoruz. Kanaatım ızca bu, Kusçada Akçurin şeklinde kullantİan soyadın­ dan Rusça-in ekinin atılm asıyla m eydana gelen bir şekilden ibarettir. ,•

97


in d ek s

Şahıs, millet, halk, boy ve coğrafya adlan Abbas 82 Abdülhamid II 28 Abdülm cnd Efendi 11 A bdürreşid İbrahim (of) 35, 36, 37, 5 4 ,5 5 A bdürreşid Yunus (of) 9 Acılı Göl 23 A gaoğlu, A hm et 2, 37, 41 - 45 54, 6 4 ,8 5 ,9 5 A ğaoğlu, Sam et 85 A gopyan hanı 63 Ahmcd Bay, Hüseyinoğlu 36 Ahm cd F e rit (Tek) 42, 43, 44 Ahm cd M ithad Efendi 41 A hm edR ıza 29 A hm etoğlu, Safa 54 A htem (of), Bünyamin 36, 37 A kçora 96 A kçura, İbrahim 27 A kçura, Selma 3, 63, 72 A kçura, T uğrul 72 A kçura (Civelekoğlu), Ü lken 5, 6 A kçura, A kçuraoğlu, A kçurin, Yu­ suf, passim Akil M uhtar 42, 45 64 Akyiğitzade, Musa 41 A kyel, i. Hakkı 1 Aleksan 1 7 ,1 8 A liK e m ^ 3 1 ,8 2 Alim Maksud 37 Alkin, Said Girey 35, 82 Alm an, Alm anca, A lm anya 40, 47 - 59, 62 A m erika Birleşik Devletleri 34, 51, 54, 62. Anadolu 46, 63 A ndraâ 5 2 A nkara 7, 46, 64 Apanay 22 Apanay (ev), Abdullah 35, 37, 82

98

Arat, R eşit Rahm eti 1, 2, 3 Arsal, Sadri Maksudi 3, 76, 85 Asım Bey 18 A şık K erem 13 A tatürk, M ustafa Kemal Paşa, Gazi Paşa 9, 4 6 , 63, 64, 65, 72, 74 Avrupa 26, 33, 39 Avusturya-M acaristan 47, 49, 51, 5 3 ,5 4 ,5 6 , 5 7 .5 9 , 6 2 A zerbeycan 32, 54 Baku 68 Barudi, Alimcan 27, 61 B aşkurt, B aşk u n lar 23 Baştav, Ş erif 6 • B atı A vrupa 62 Batı Sibirya 36 Battal-Taym as, Abdullah 39, 61, 85, 8 6 ,9 5 Baybek, Hüseyin Hacı 37 Bebek 36 Battal-Taym as, A bdullah 39, 61, B fdia Salâhattin 76 B edrettin Alim 37 Benıugsen, A lexandre 86 Berkes, Niyazi 86 Berlin 40, 51, 52, 55, 58, 62, 69 Bern 84 Beyaz Ruslar 59 Beycan, M ukim E ddin 50, 51, 54, 84 Bibi K am er Banu 9, 10, 27. 95, 96 Bigi, Musa Carullah 36, S6 Bilsel, Cemil 76 Binark, N . 86 Blankenburg, W. 53, 86 Bolay, Süleyman H. 5 B outm y, Emile 28 Boyacıyan, Agop 41 Brest-Litovsk 58, 60, 62 Bubi 36


Ş u b i, A bdullah 64

Bu6t, F ey a 64 Budapeşte 42, 50, 52, 55 Buhara-Hive 5 O

Bulgaristan 49, 51, 53, 59, 62 Bursa 11, 74 BursalI T abir 2 7 , 41, 45 Büyük A da, Büyükada, A da 48, 49 Cafer Seydahm et 3, 68, 88 Cavit Bey 58 Celâl Bey 41 Celâl Sahir 42,44,45,64, Cemal Faşa 48 Cenevre 29 G velekoğlu (A k çu rai, Ü lken 5,6 Ç ağatay, 55 Ç ankaya, A lî £ 6 Ç atalca 42 ÇeleÖizade, M ehem m ed Esad 5 0 ,5 1 ,8 4 Çerkeş 54 Çin 9,34 Çingiz, G eneral UbeyduUah 37 Çistay 36 Ç otuksöken, Y usuf 6,86 Çürük G öl 20 D ağıstan 12,13,54, D anim arka 56,57,62 Devlekcn 18,23 Devlet^ N adir 5, 86 : Dim nehri 23 D ivanyolu 11 E dim ekapt K abristanı 76 E lm et 27 Emin Bey 74 Emin Bülent 43 Em rullah E fendi 41,45 Enver Faşa 49 Er, Alev 87 E rd lâ su n , A hm et B. 5 , 86 Eröz,M ehm et 5,87 E rzurum 42 E sin.E m ei 3,5,6,7,27,72,75,87, E st,E stler 59 Fahire 42 F ah rettin H azret 18,21 Fatih K erim i 29,37 F atm a 10,15,16.20,21^22 Ferid Bey 43

Fin, Finlandiya 54,57,59,60 Fizan 28 Forgach 52 Fransa, Fransız, Fransızca 17, 1 8 , 2 0 ,2 5 , 5 1 ,5 4 , 5 5 ,5 6 Fuad Raif 41 Fuad Sabit 41,43,44 Funck • B rentano 28 Gaspıralı, Gasprinski, İsm ail 2 ^ 3 7 , 4 1 , 64 Gaspırab, Ş e fik a 1,3,29 Georgeon, F rançois 5,6,54,64,69, 70,72,81,87,95 G ö k alp ,Z iy a 6,42,45,46,48,66,68, 71,72,84,87 G ökçe, O rhan 7 Gövsa, İbrahim A lâ etlin 92 G öztepe 75 GubayduUin, Salih bin Sabit 83 Günaltay, Şem seddın 1,76 Gürcüler 54 _ H achtm ann, Dr. 3, 53 Hakim 3,87 Hakkı Bey, Binbaşı 58 Halide Edip 48,64, Halü E tem 1,3 Ham burg 62 Ham dtülah Suphi 44,45 H anK erm en 18,23 H artm ann, M artin 52 Haşan Bay 9,10 Haşan Tahsin 31 Has-Mehmetli, Halil 1 Haydarpaşa 75,76 Heffening, Willi 53,87 Helsinki 62 H eybeliada 48 Heydberg 57 Hicaz, 15,43 H ostler, Charles W arren 33,88 H ü s ^ in Cahid 41,45 Hüseyin Ragıp,44 Hüseyinoğlu A hm ed Bay 36 Hüseyinzâde, Ali 3,37,41,42,45,50, 51,54,64,84 Isparfalı Hakkı 41 İbrahim (of), A bdürreşid 35, 36, 3 7 ,5 4 ,5 5 İdil (Volga) 32

99


İdU- Ural 35,58,60,61, İdil-üral Ş ta tı (Devleti) 60 İm am ı Azam 17 İnan, A bdülkadir 61 In ^ liz, İngilizce, İngiltere 51,54,55 İnhan, M ustafa ZUhtü 72 însabato, E nılco 54,88 îshakı, Ayaz 3,61,88 İshakT LutfuU ah 37 İskandinavya 56,57 İsm ail Bey Gasprinski, Hk. Gaspıralı İsm ail Habib 1,3 İsm et Paşa,İsm et İnal Bey 46 İspanya 5 6 İstanbul 11,12,15,38,39,44,45,47 56,57,62,63,64,69,76, İşveç 55,56,57,58,59 İsviçre 49,53,54,55,56, İtalya 51,54,55 İzbudak, Vcled Çelebi 1,3 İzm ir 63 İzm it 11 İzzet Bey 56 Jaesch k e, G erhard 54, 88 Ja p o n y a 34 K aban Gölü 21 K afkas 18,22,31,37,69,71 K afkasya Türkleri 51,60 K am a 23,36 Kansu, Ş A . 4 K antem ir, İzzet 93 K aplanov, A hm et Saip 54 K aıabekir, Kâzım 64 Karal, E nver Z iya 3,4,31 K aran, Lebip 1, 3, 48 K ardaş, Rıza 5 K am ik 18 Kars 64 Kasım H an 24 Kasım (H an Kerm en) 18,23 Kasim T atarla n 24 K asim of Türkleri 24,25 K azak, F u a t 2 K azak, Kazak-Kırgız, 37, 38, 54, 71 K ın m e ^ K ınm h, Cafer Seydahm et 1,68 Kilevli, Ş . 3,88 K o lçak 58 K openhag 52,56,57,62,

100

Kore 34 K orkm azoğlu, Celâl 41 K ostaki 17 K oşay, H âm it 1, 3, 4, 61, 88 Köprülü, Fuad 3,41,44,45,64,88, Kum uklar 54 Kuran, Ercüm end 5,33,88,89 K urat, Akdes N im et 54,89 Kuzey Türkleri 24 Lahovka 11 Landau, Jacob M. 89 L aodun yanm adası 34 Leh 54 L em erder'£)uelquejay, Ch. 86 Lenin 55 L et, L etler, L etonya 54, 59 Lİtvanya 54,59 Lozan, Lausanne 53,54,55,69 Macar, M acaristan 57,52,56 M ağm umî, Şerafeddin 28 M ahıdhan 15,20,21 Mahir Said 29 M ahm ud Nedim 41 M aksudof ailesi 24 M ançurya 34 M ehm et Aü Tevfik 43.44 M ehm et Em in (Yurdakul) 4 1,42, 43, 44, 45, 63, 64 M ehm et Zeki 92 M eker. Aziz 54,55, Mekerce 23,37 M ende, G erhard von 2,89 Menger, A-V. 2 Mercaru, Şehabeddin 27, 82 Meszaros 52 Mihail (Çar) 33 Miküş Sayfiyesi 18,19 Misak 1 M omnısen 74 Moskova 23,57,58,59,61 M uhammed Rahim 15,18,22 M uham m ediş, R. 89 M ustafa Kemal Paşa, b k . A tatürk M ustafa Zühtü 41,45 Müfide 72 Nasin', Kayyum 27 N e d p Asım 27,31,41,45 Nijni N ovgorod 18,19,23,24,37,38, N orveç 51


NÖyyi, NcuiHy 62 N urlat 18 Nuruosmaniyc 11 Odcsa 11,18,19,25 Orcnburg 38,39 Osmaıüı Devleti 11,29-31,40,43, 54,56,62,63,69,71 ö n e r, SSkin 6,84,85,90 Özbek 54 Paris 5,29,39,52,61,62,69 Perm 36 Petersburg, Petrograd 35,37,39, 40,52,57,58,61 Polanyab, Lehler 59 Port A rtur 34 P ortsm outh 34 Priştineli D erebostar^ 13 Puekjuejay, Chantal 86 Rahm ankul., Hacn A hm et 36 Râsonyi. h â s z lo 90 Rauf, M iralay 56 Recep Paşa 72 Resulzâde, M ehm et Em in 1,3,90 Rıza Paşa 26 Rıza T e ^ k 41 Rodoslavov 53 Rus, R usça , R usyalO , I I , 13, 17, 19.20,21,22,24,25,34,38,40, Sa'dî, A bdurrahm an 90 Sadri M aksudi Arsal 28,29,60,62,76 Sakarya 64 Şamara 58 Samsun 63 Saniye îffe t, Ugan 3,90,95 Saray, M ehm et 5 Schönig, Claus 6 S efcrdoğlu, N ejat 84,85,90 Selânik 42,45 Seima A kçura 7 2 Sem erkanth 23 Sen Jerm en 62 Sevr 62 Seydaş (ev), Y ahşi oğlu A hm etcan 35,37,82 Seyfi K aym akam 56 Seyit Tahdr Efendi 54 S ı ^ n (of). Şah H aydar 36 Sibirya 58,60,61 Siefcidt 55

Sim bir, Simbirsk, U l'yanovsk 9 , 10, 1 8 ,2 4 S irk cd 75 Sm im ov 39 Sofya 51,55 Sorel, A lbert 28 StavTopol 10,11 Stockholm 55,58,61,62 Storgk 52 Sultan Aziz 17,18 Sultan, m üftü M uham m edyar 1 9 ,2 3 , 37 Sultanahm et Camii 75 Suriye 43 Süleyman Bay 9 S üy ü m B ik c7 6 Svyatopolk Mirski 36 Şam il Zahit 18,19,20,25 Şem seddin Sami 31 Şemsi Paşa Mescidi 75 Şevket bey 28,63,72 Ş eyh ŞamU 12,13,19,22, Şibay, Halim Sabit 1,3,45,63 Şim al Tüıkleri 20 Şirinski, Hüseyin 37 Şişm anov 53 Tahsin. E fendi 31 T alât Paşa 48 T aşçıoğlu, Miikerrem 5 T aşkışla 26,28 T atar 3.11,51,52,55 T atar-Başkurtlar 23 Tayga. Yunus 72 Taymas, A bdullah B attal 1,2,3,90, 91.96 T ek, A hm et Ferid 1,3,28,31,63 Tem ir 91 Temir, A hm et 5,91 T evkil(of), K utluğm uham m ed 36 Thomsen, Vilhelm 62 Tisza 22 T oğan, Zeki Veledi 54, 55, 61, 91 Toğay, M uharrem Feyzi 2, 64, 76* 8 2 .9 1 .9 5 .9 6 T o k tar (Tuktar) 1, 3 Tolstoy 22 T opçubaş (of), Ali M erdan 37 T oprak, Zafer 6.91 T rablus Garp 26.28.73

101


T riyanon, T rianon 62 Troyski 36,39 Tuğrul A kçura 72,74,75 T uktar, Fuad 6 İ Türkistan, Türkistanlılar 3 7 ,3 8 ,5 1 , 60,69,71 Türkiye 10,11,13,25,62,64,69 T ürkm enler 50 U fa 18,23,35,36,57,58,60,61 Ugan, Saniye İffet 3,95 Ugan, Zakir Kadiri 95 U krayna, UkraynalIlar 54,59 Us, H akkı T ank 1 Ülken Civelekoğlu (A kçura) 5,6,74 Ü lken, Hilmi Ziya 9 2 ÜlkeHy M üşfika 96 Ü nve^ A . Süheyl 1 Üsküdar 75 Vîüidov, Camalütdin (Cemal Velidi) 3,92 V eled-Çelebi, 27, 31,41 Veliahd Yusuf İzzeddin 41 Versay, Versailles 61,62

V itte, W itte 36 V iyana 52,55, Wilson 54,55,92, Y akup 2 3 Y auş, Veli Bay 36 Y ediyıldız, Bahaeddin 5 Y ekaterinburg 61 Y unan, Yunanlılar 27, 63 Y unus (of), Abdürreşid 9 Y urdakul, M ehm et £ m in 1, 3 Y usuf İzzeddin, VeUahd 41 Y usufpaşa 11 Y usufpaşalı Zihni 26 Yücel, Y aşar 6 Zarevand 33, 5 4 ,9 2 Zeki M. 4, Zenkovsky, Serge A. 93 Z im m erm ann 52 Zühtü, M ustafa Zühtü 45 Zürich 55 Züye, Züye Başı 9, 18, 24, 30, 34, 69

İLÂVELER Adnan 45 A ntalya 46 A rif 45 Arsianbek, S .6 Asaf Derviş 45 Asya 35 Aybars Ersin 6 Bahaeddin Ş a k ir4 5 Bahçesaray 25 Burhaneddin 45 Celâl Esad 45 Cevad Tahsin 45 a v eiek o ğ lu , Feridun 72 Çingiz H an 66 Ebululâ 45 Esin, Seyfullah 72 F a ik S a b ri4 5 Hacı Murad 22 Haşim 44, 45 İnebolu 63 İpşiroğlu, Mazhar Şevket 72 İsmail Hakkı 45

102

Kadri R âşid 45 K âzım N âm i 45 Kızılcar 61 Lütfi Fikri 45 Mainz 7 M ahm ud M uin 45 M toastır 46 M ehm et Câvid 45 Mimar Kem aleddin 45 M oham mad Sadiq 89 Musa K âzım 45 Müfîd R atib 45 D r. N âzım 44, 45 N um an 45 Nümide 72 O rhan 45 O rhon 97 O rkun, Hüseyin N âm ık 89 Ö m er Seyfeddin 45 Pagu 52 Rçşad 45 R ifat 44, 45


R o m m in a 2 0 Salâh Cimcoz 45 Salih Z eki 45 Salim 44 Serm en M iklos 52 Scrver K âm il 45 Süleyman N um an 45 Ş eyh M ahm ud 45

Tevetoğlu, F ethi 6 Tcvfik R üştü 45 Tevfik Salim 45 Thom as, David 91 Tmgır 45 U nat, Faik R eşit 92 Osküp 46 Y altkaya, Ş erafeddin 45

103


.

Yusuf A K Ç U R A , ilm i ve siyasi " T r . , . .

İşlenip geliştirilmesinde önemli m r

"O sm anlı" iken yazmış olduğu Osmanhcılık, İslam cılık, Türkçülük" yıllarca Türk Y u rd u dergisini çıkardı sitelerde birçok talebe yetiştirdi. Atat'' ‘^an biri olarak, bilhassa dış siyaset ve k*' ! l^undu. Bu kitapta onun hayatı, eserler'^ Sünkü durum u üzerine bilgi vermiştir

"Türkçülül<” fik ridaha her' siyaset" adlı eseri ile ürerine tartışma açtı, P^^ofesörü olarak ünivermesai arkadaşların*^®Şelelerînde yardımı dove araştırmaların bu-

ISBN 975-17-0075-2

6 0 0 .-T L


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.