Irsad1

Page 1

MUZAFFER OZAK

1

IR SAD '

ı.eilt

Salah Bilici Kitabevi Ali Bilici

Büyük Reşitpaşa Cad. Yümni iş Hanı Giriş KatNo: 24 Vezneciler !iSTANBUL

Tel-Fax (0212) 512 87 44


SALAH BİLİCİ KİTABEVİ YAYlNLARI. NO: 17

BIRINCi DERS

MÜ ND E R ECAT: Allah ve Allaha iyman, isbatı Vacib-ül Vücud, Esma-ül Hüsmi Allah korkusu ve Allah sevgisinden bahseder

Baskı:

Davutpaşa Cad. Besler İş Merkezi No: 20/ı 8- ı 9 Topkapı/İSTANBUL

Ç'evik Matbaacıhk Tel: 02 ı 2

so ı 30 19


ÖNSÖZ Allaha hamdü Send, Resulüne ve cemi enbiyaya al, evldd, ezvac ve

ahbabına seldm ederim.

istanbul gibi bir belde-i Mübdrekede, beri muhtelif camilerde,

yirmi sene gibi bir zamandan

A-llah rızası için, Nebiyi Muhteremjn rılhaniye­ ·

tinden istimddt ederek Va'z-ü nasihat ettim ve etmekteyim.

!3'!

kerre,

dersimizi dinleyenlerden bazı kadirşinas

zevat; bana mfi­

racaat ederek, yapmış ;;�::. !ım derslerin kitap halinde neşrini ve bizden sonra gelecek neslimize yadikdr bırakmamızı rica e�;:;:-. !!l!n aciz, bun­ ların

ricalarını

emir

teUikki

ederek

yaptığmı.ız

dersleri

kitap

neşre karar verdim.

şeklinde

Her kitabı bir ders olarak neşredeceğiz. 1hvanımızdan, kardeşlerimiz­

den rağbet görüldüğü takdirde bundan böyle neşre devam edeceğimizi lna­

yet-4 Rabbaniyle vaad ederim. Tevfik ve indyet Allah'tandır.

Ri.sdlelerimizin ismini 1RşAD koyduk. Allahü Zülceldl; okuyan ve din­

leyeni IRŞAD buyursun.

Amin ve Bi-hörmeti Seyyidil-mürselin velhamdülilldhi Rabbildlemin.

El-Hic Muzaffer

OZAK



Bütün hamdü senalar Allah Cellecelale mahsustur. Selatü selam, tazlmatü tekrlmat hakkın sevgili habibi ve Resfılü, bütün Peygamberlerin efendisi Hazretl Muhammed'e ve onun aline ve evlidına ve ezvacına ve ahbabına ve ashabına ve ensanna olsun. A L L A H Celle Celaluhu

Allah vardır. Birdir, ortağı , benzeri yoktur. Herşeyi yara­ tan odur, dilediğini dilediğine veren, öldüren, dirilten, besle­ yen odur. Aziz eden, zelil eden odur. Azizi zelil , zelili aziz eden odur. Geceyi gündüzden, gündüzü geceden ayıran odur. O, ev­ vellerin eweli, ahirlerin ahiridir. Dilediği gibi hükmeyleyen odur. Gizli aşıkları bilir ve görür. Üzerinden zaman geçmez, ihtiyarlamaz, uyumaz; öldüriir ölmez, ycdirir yemez, doğdu­ rur doğmaz. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Herşey ona muhtaçtır. Mekandan münezzehdir, mekan ondan münezzeh değildir. Her işin faili odur. İbadete layık hiçbir ilah yoktur, ancak o var-


-6-

dır. Yerde ve gökte, gayıp alemlerinde ne varsa hepsi onun mül­ küdür, mahlukudur. Dilediğini hemen var eyler, dilediğini hemen yok eyler. Çok merhametlidir. Bir hadisi kudside : « Rahmetim gazabınu geçti. )) tcbşiri ilc günahkarları dil­ şad etmiştir. Rahimdir, kendisine karşı yap ı l an isyanı, küfıi.i, fıskı ; terbiyesizliği yapan kimse tevbe ve nedamet eder i se ve dilerse affeylcr. Cömerttir. Kendisini tanımayan dinsizlcrc, yol­ suzlara, asilere ikramını esirgemez, rızıklarını verir, kendisine dönerlerse, affetmeyeceği günah yoktur.

Kur'anında:

'�

)

,......

)

'

"

' '

..,..

� ,,.....____ :t\\ -� _� ,' _': ...-:_\\J.A' .4�\ 1

...

"""

{Zümer suresi 63. ayet)

« Ey nefislerini israf edip beni unutarak günah işleyen kul­ larım. Benim rahmetimden ümidinizi kesmeyiniz, muhakkak ben Allahınız, bütün günahlarınızı affederim. Ben bağışlayıcı­ yım.)) diye vaad etmiştir. Diğer bir ayetinde de:

�lnnallihe lA yaQfirü en yüşrike bihi ve yagfirü mA dOne dlike ve men yO,rik b i l llhi fekad iftera ismen aziyma.t

liman yeşli Nisi sOresi, 48


-

7

-

Manayı münifi : Cenab-ı Hak , sıire-i-Nisa'da işbu ayeti ke­ rimede: <<Şüphe yok ki, Allah kendisine şerlk koşmayı affet­ mez. Şirkten başka günahları dilediAl kimseler Için affeder. Kim ki, Allahü teahiya ortak koşarsa, büyük bir günah işlemiş, Hakka iftira etmiş olur.>> buyurulmaktadır. Ey mü'ınin kardeşler, ey Hak yoldaşları ! Fırsat elde iken, korkunç ölüm bizi bulmadan , y.·alnızlık evine girmeden, a'mali­ mizle başbaşa kalmadan, rczil haci l olmadan, oğlumuza, ebii­ mize hasret kal madan, ahbaplarıınız, ehlimiz, evlatlarımız ve arkadaşlarım ız bize düşman olmadan , kabre varmadan , dille­ rimiz susmadan, gözümüzün nunı sönmeden, yüzümüz kabre dönmeden , nan cahimi görmeden, Rabhimizi sevelim , dilimiz­ le övelim. Zira, kişi sevdiğini çokça anar ve kırmaz, her emri­ ni canına minnet ve devlet , saadet bilir. Biz, onu seversek o da bizi sever, biz onu översek o da bizi över. Ona yürüyerek gide­ ne o koşarak gelir. O, b ize canımızdan daha yakındır, bizler ona uzağız. O, bi­ ze yakın olduğu gibi, bizler de ona yakın olmağa çalışalım . Onun hakkında söylediğim ve söylenen, yazdığım ve yazılan bü­ tün denizlerden bir katre, güneşten bir zerredir. Bütün güzel­ likler ve güzel isimler onundur. O bizim Rabbimiz ve bütün varlığın Rabbidir. Bizi kulluğundan tard etmesin, kovmasın, kovarsa hangi kapıya gideriz ? Nereye güvenir ve dayanırız ? Haktan gayri ne şey var ki , bakidir, sonsuzdur. Bizleri kapısında, kulluğunda daim kılsın. O'nun kapısındaki kulluk, onsuz sultanlıktan çok ama hem de çok hayırlıdır. E S M A-t

İLA H i

Ulemayı Benarndan naklolundu : Bari Tealanın üçbin ismi ,·ardır. Binini , ancak Melekler bilir. Binini, ancak Peygamberler bilir. Üçyüzü Tevratta, üçyü­ zü . Zeburda, üçyüzü İncilde ve doksandokuzu Kur'an-ı Kerim dedir. Bir adedini kendi zatı gizlemiş, onu bildirmemiştir. O is­ mine (İsmi Azam) tabir olunur. Hangisi ismi asgardır? Hepsi


-

8

-

azamdır ama, o ismi kendi zatında olduğu için gizli kalmasın. dan anlaşılıyor ki, O'na mahsus bir isim. O 'nun için ismi Azam deniliyor. O isiınde Kur'an-ı furkanda'dır. Sevgili peygamberimiz efendimiz, ismi a'zamı da bizlere hadisi şerifleriyle beyan buyurmuşlardır: ........

,., -·

..........

'

.,.

;'

..

...,.

'

=�r;��u.:o�'".:ı� v��.c�:; ' r. -\\�f \ � ·�o· :i\ "'\)o dJ

...

.,bıA ... .J

:::- --· .... \ 1)) ?--; � \, •"-.\\ .. .. l: ,� !J:,_·�_).-Aı�.4 u�-.. u.: u

.....

_,

.•

,

.,

-

'

\

�� \ .,

.....

.

���j eVe il�hüküm iiAhün vahklün lA illıhe illA hüverrahmanurrahiym.a Bakara- 163

tElif lAm mim Allahü lA ilahe illA huvel-hayyül-kayyum.• Al-i-lmran - 2

eVeanetil vücuhu lil-hayyil-kayyumi vekad habe men hamele zulma.ıı TlhA - ı ı 1

Ya Rab ! Ya Rab ! İsminin de, ismi a'zam olduğunu Hazreti Ayşe radiyallahü anha haber vermiştir. Kur'an okuyan ve hatim eyleyen o ismi de okur ve bulur, idi. Bunlardan biri imam-ı Ali'dir. ama bilmez. Bazı eshab-ı Nebi bilirler


-

9

-

Allah Cclle H azret le ri merhametinden bazı şeyleri gizle­ mi şt ir. Mesela: Evliyasını gizlcmiştir, bütün insanlar birbirine hürmet ct­ sin diye; Kadir gecesini gizlemiştir; bütün Ramazan ayının ge­ cele� ibade t le geçirsinler, fenalıklardan kaçmsınlar diye. Rı­ za-i ilahisi hangi ibadettedir, gizlemiştir. Bütün emirlerini tut­ maları için. İsmi A'zamını Kur'an-ı Kerim 'de gizledi . Bütün Kur'an-ı Kerim'i kullarım okusunlar diye. Biz, buraya teberrüken Kur'an-ı Ke ri m 'de zikrolunan dok ­ san dokuz Esmayı aldık. Ezberlemeyi ihmal etme! Her halde ezberle ! Senin ezberlemene O'nun ihtiyacı yoktur. Senin ise ona ihtiyacın çoktur. Ezberle de,· Esmada kalma! Müsemmayı bul . Onu, ezber­ leyene Cehennem yoktur. Cennet vardır, Resul böyle buyurdu. Büyük velilerden Abdül Ahadin Nuri Hazretleri Halıiyatın­ da şöyle buyurdu:

Sofiya esmada kalma, gel müsemma dersin al. Bil müsemmadır, hernan taliml esmidan garaz. Allah Celle şanuhu, «Bana, bu isimlerim ile dua ediniz, ben de icabet edeyim>> buyurdu.

Hüvallahüllezi la ilah<:ı hu celle c:elaluhu

Er Rahmanü Celle CeiAiuhu

Ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, sevdiğini, sevmedlğini ayırdetmlyerek tekmil mah­ lukatını sayısız nimetiere müsteğrak kılan.


lO

(YA RAHMANÜ ism-i celilini, her farz namazdan sonra kerre okuyan kimseler, gaflet ve unutkanlıktan ve gönül darlığından emin olurlar.) 100

Er Rahiymü Celle Celfıluhu

Pek ziyade merhamet edici, verdiği ni'metleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi ni'metler vermek suretiyle mükafatlandı­ rıcı ve ahirette yalnız mü'minlere merhamet edici. (YA RAHİYMÜ ism-i celilini sabah namazından sonra 100 kerre okuyanlara, bütün yaratılanlar rahim ve dost olurlar.) , .

-

)��>JJ� El

. u .

Melikü

Celle Ce lllluhu

Bütün kainatın sahibi, bi'l-asale ve mutlak surette bükfundarı (YA MELİKÜ ism-i eeliline devam edenler, dünyevi ve uh­ revi riyasetten emin olurlar, halk nazarında hürmetli ve heybet­ l i görünürler.)

El Kuddüsü

Celle Celaluhu

Hatadan, gafletten, acizden ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz. (YA KUDDÜSÜ ism-i celilini her gün 100 kerre okuyanla­ rın gönülleri bütün kederlerden saf ve p ak olur.)

Es

Sellmü Celle CeiAiuhu


-11Her çeşit arıza ve hadiselerden salim kalan, her türlü tehlikelerden kullarını selamete çıkaran, Cennetteki bahtiyar kullara selam eden. (YA SELAMÜ isın-i celili, 160 kerre bir hastanın üzerine okunursa, o hasta sıhhat bulur.)

El Müminü Celle Celaluhu

Gönüllerde iman ışığı uyandıran, kendine sıtınanlara aman verip onları koruyan, rahatlandıran. (YA MÜ'MİNÜ ism-i eel i line devam edenleri, A llahu teala düşman şerrinden emin eder.)

El Müheyminü Celle CeiAiuhu

Gözetici ve koruyucu (YA MÜHEYMİNÜ ism-i celilini, gusül abdesti aldıktan sonra okuyanların, batıniarı parlak ve ay dın lık olur.)

El Aziyzü Celle CeiAiuhu

Mağliip edilmesi mümkün olmayan gaUp. (YA AZİYZtl ism-i celilini, her kim 40 gün sabah namazlann· dan sonra 40 kerre okursa, Allahu teala o ki mseyi başkalarına muhtaç etmez.)


- 12

El Cebb�ri.ı Cel le Cel.liluhu

Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, diledi�ini zorla yaptırmağa muktedir olan. (YA CEBBARÜ ism-i eeliline devam edenler, cebir ve şiddete ma'ruz kalmazlar.)

El Mütekebbirü Celle Cel�luhu

Her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren. (YA MÜTEKEBBİRÜ ism-i celilini, helaline yakınlık etmeden okuyanlara, Al lahu teala salih bir evlat ihsan buyurur.)

El Hllliku Cel l e Cellluhu

Her şeyin varlığına ve varlığı boyunca görünüp geçlreceği halleri, hadiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan var eden. (YA HALİKU ism-i celilini geceleri okuyanlara , Allahu teala bir melek halk eder ve o melek kıyamet gününe kadar ta'at eder ve sevabı o kimsenin üzerine olur.)

El Blriü Celle Cellluhu

Eşyayı ve her şeyin aza ve cihazını birbirine uygun ve mülayim bir halde yaratan.

El M u saYIIi rü Cel le Cellluhu


-- 13-

Tasvir eden, her şeye bir şekil ve hususiyet veren. (YA BARİ'Ü YA MUSAVVİRÜ ism-i eelilleriyle Ya Halıku ism-i şerifini, çocuğu olmasını isteyen ve fakat doğuramayan bir kadın, yedi gün oruç tutar ve her iftar vaktinde bir tas su üzerine bu üç ismi 21 kerre okur ve üfler ve o su ile orucunu bozarsa, Allahu teala o kadına bir çocuk ihsan buyurur.) ,.,

��'* !J�' El GafUrü Celle Celilluhu

Malfireti pek çok. {YA GAFFARÜ ism-i eeliline devam edenlerin, Allahu teala günahlarını mağfiret buyurur.)

El

Kahhlrü Cel le Celilluhu

Her şeye, her istelini yapacak surette galip ve hakim. (YA KAHHARU ism-i eeli line devam edenlerin nefislerinin he· vası kırılır, gönüllerinden dünya muhabbeti çıkar ve batın safa­ sma ererler. Bu ismi okumak, zulmün def'ine de sebep olur.)

El Vehhlbü Celle Cellluhu

Çe�it çeşit ni'metleri daima bağışlayıp duran. (YA VEHHABÜ ism-i celitini her kim dua ettikten sonra 7 ker­ re okursa , duası kabul buyurulur. Bir muradı olan, düşman elinde bağlı kalan ve rızkında darlık bulunan kimseler 3 veya 7 gece, gece yarısından sonra abdest alarak iki rekat namaz kıldıktan sonra 100 kerre bu ismi okurlarsa, Allahu teala bütün hacetlerini ihsan buyurur.)


14

El

Rezzilkü Cellc Celllluhu

Yaratılmışlara faydalanacakları şeyleri ihsan eden.

(YA REZZA.KtJ ism-i eeliline devam edenlere rızık kapıları açılır.)

El Fettlihü Celle Celaluhu

Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran. (YA FETTAHÜ ism-i eeliline devam edenlere fetih ve fütuh müyesser olur.) '

..,.

��� El Aliymü Celle Calaluhu

Her şeyi çok iyi bilen.

(YA ALİYMÜ ism-i eeliline devam edenlerin gönülleri ayd ı nla­ mr ve batınlarında türlü nurlar zahir olur.)

El KAbidü Celle CeiAiuhu

Sıkan, daraltan.

(YA KABİDÜ ism-i eelilini 40 gün 50 lokma üzerine yazarak yiyenler, açlık mihnetinden emin olurlar.) o-'

A�:r. �Q' El Blısitü Celle CeiAiuhi.ı

Açan, genişleten. (YA BASİTÜ ism-i eelilini, seher vakti ellerini

yukarı

kaldı-


-ıs-

rarak on kerre okuduktan sonra ellerini yüzlerine sürenler, kimseye muhtaç olmazlar.)

El HAfidu Celle CeiAiuhu

Yukandan aşağıya indiren, alçaltan (YA IIAFİDÜ ism-i celilini, üç gün oruç tuttuktan sonra, dör­ .

düncü gün bir mecliste yetmiş bin kerre okuyanları, Allahu teala düşman şerrinden emin kılar.)

Er R afi'ü Celle CeiAiuhu

Yukarı kaldıran, yükselten. (YA RAFİ'Ü ism-i celilini gece ve gündüz 100 kerre okuyanları Allahu teala diğer insanlardan şeref, fazilet ve zenginlik bakımından üstün kılar.)

El

Mu'izzü Celle CeiAiuhu

İzzet veren, ağırlayan. (YA MU'İZZÜ ism-i celilini, pazartesi veya cuma gecesi yatsı namazından sonra 140 kerre okuvanları, Allahu teala halkın gözünde heybe tli kılar ve o kimse Hak celle ve ala'dan gayrı kimseden korkmaz.)

El

Mü:ı·illü Celle

CeUIIuhu

Zffiete düşüren, hor ve hakir eden. (YA MÜZİLLÜ ism-i celilini 75 kerre okuduktan sonra zulüm

ve haset erbabından emin olmalarını dileyenlere, Allahu teala onların şerlerinden kendisine kifayet eder ) .


-16-

Es Semiy-ü Cella Collluhu

İyi işiten.

(YA SEMİ'U ism-i celilini, perşembe- günü Duha namazı kıl­ dıktan sonra kimse ile konuşmadan 100 kerre okuyanların bütün hacetlerini Allahu teala gide rir.)

El Basiyrü Celle Callluhu

İyi gören.

(YA BASİRÜ ism-i celilini, cuma namazının farzı ile sünneti arasında 100 kerre o kuyanları , Allahu teala makbul kılar.)

El

Hakemü

' K� � r

Celle Celll uhıı

Hükmeden, hakkı yerine getiren. (YA HAKEMÜ ism-i celilini , geceleri mümkün oldulu kadar ·çok okuyanları, Allahu teala bir çok sırlarına mahrem eder.)

El Adlü Celle Cellluhu

Çok adaletll. (YA ADLÜ ism-i celilini, cuma gecesi bir lokma ekmek üzerine yazarak yiyenlere, Allahu teala bütün in sanları muti kılar.)

El Latiyfü Celle Celaluhu

En ince işlerin bütün inceliklerinf bilen, nasıl yapıldılma nU-


-17fuz edilmiyen, en ince şeyleri yapan, ince ve sezilmez yoııar. dan kullanna �itli faydalar ulaştıran.

(YA LATiYFÜ ism-i celilini, fakir ve kimsesiz kalan kimse, iki rekat namaz kıldıktan sonra 100 kerre okursa bütün dilekleri yerine getirilir.) .

,.

»' 1

El Habiyru Celle Cellllutıu

Her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarmdan haberdar.

(YA H:\BİYRü·ism-i celilini, kötü huylarmdan şikayetçi olan­ lar devamlı okurlarsa, kısa zamanda salah bulurlar.)

El Haliymü Celle CeiAiutıu

Hilmi çok.

(YAHALİYMÜism-i celilini, bir parça kağıda yazarak ekinle­ rinin bulunduğu yere bırakanlarm ekinlerine zarar ve afet gelmez.)

El Aziymü. Celle CeiAiuhu

Pek azametli.

(YA AZ1YMüıism-i celilini çok okuyanlar, halk arasmda sevilip sayılırlar.) ....

����\ . u .

El

Gafurü Celle Celciluhu Mağfireti çok. lrşld

Cilt 1

-

F: 2


- 18-

(YA GAFfJRtJ ism-i celilini, hummaya ve başağrısına uğra­ yanlarla, gam ve keder içinde bulunanlar devamlı okurlarsa

kurtulurlar.)

9!\--;: ::

�4'

'\ı�u\.;.. ._) .... .

..� ,

-

Eş Şekurü Celle Şanühu

Kendi rızi.sı i9in yapılan iyi işleri daha ziyadesiyle karşılayan. (YA ŞEKtJR"ü ism-i celilini, geçimlerinde ve gönüllerinde dar­ lık olanlar, su üzerine 4 1 kerre okuduktan sonra o su ile yüzlerini yıkarlarsa, muratları hasıl olur.)

El Aliyyü Celle Şanühu

Pek yüksek. (YA ALİYYÜ ism-i celilini, okumaya devam edenlerin kader­

leri alçak ise yücelir, kısmetleri kapalı ise açılır, garip ise vatanına kavuşur.)

J�\

.../.. ·,

El Keblyrü Celle Şanühu

Pek büyük.

(YAKEBİYRÜ ism-i celilini günde 100 kerre okuyanlar, halk arasında izzetli olurlar.)

El Haflyzü Celle Şanühu

Yapılan işleri bütün tafsili.tiyle tutan, her şeyi, belli vaktine kadar afi.t ve beladan saklayan. (YA HAFİYZ'ü ism-i celilini, günde 16 kerre okuyanlar, afetlerden mahfuz olurlar.)


- 19

El Mukıytü Cel le Şanühu

Her yaradılmışm azığını veren.

(YA MUKIYTÜ ism-i celilini, kötü huylu çocuğu olanlar bir tas suya okuyup o suyu çocuklarına içirseler, huyu güzelleşir.)

El Hasiybü Celle Şanühu

Muhasip: Herkesin hayatı boyunca yapıp ettik.Jerini, bütün tafsilat ve teferruatiyle hesabını iyi bilen. (YA HASİYBÜ ism-i celilini, hırsızdan, göz değmesinden veya düşmanından korkanlar, perşembe günü başlamak üzere yedi gün gece ve gündüz 70 kerre okur ve yetmiş birinci seferinde

(Hasbiyallah-ül-hasib) derse onların şerlerinden emin olurlar.

,L.ll.J w .. ,

.

E l Cel iylü Celle Cel!lluhu

Celıidet ve ululuk sahibi. (YA CELİYLÜ ism-i celilini, misk ve safran i le yazarak yıkadık tan sonra içenler, halk arasında muhterem olular.)

El Keriymü Celle Şaniihu

Keremi bol.

(YA KERİYMÜ ism-i eeliline devam edenler, dünya ve ahirette aziz olurlar.)

El Rakiybü Cel l e Şanühu


- ıu-

Bütün varlık üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi altmda bulunan. (YA RAKİYBÜ ism-i celilini, kendisinin, evlat ve ıyalinin ve malının üzerine yedi kerrc okuyanlar ,

Allahın amanında

olurlar.) .,

4\ . .. ,

El MüclybQ Callc Şanühu

Kendine yalvaranların isteklerini veren. (YA MÜCİYBÜ i sm-i eeliline d evam edenlerin duaları müstecap olur.)

El VAsiü Celle Şanühu

Geniş ve müsaadekar. (YA VAsiü ism-i celilini rızıkları dar olanlar okurlarsa kendi· l erine rızık kap ıları açılır.)

4' t& . l � .o\ı •• �

/ .

� w

El Hakiymü Cel'e Ş.:;nühu

Buyrukları ve bütün işleri hikmetll. (YA HAKİYMÜ ism-i celilini, devamlı olarak okuyanların bütün işleri diledikleri gibi olur.)

El Vedüdü Cella Şanühu

İyi kullarını seven, onları rahmet ve nzasına erdiren, yahut sevilmeye ve dostluğu kazanılma�a biricik layık olan. (YA VEDÜDÜ i sm-i celilini, aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiden biri, diğerin in üzerine 1000 kerre okuduğu bir yemeği yedirirse, derhal anlaşırlar.)


-21

El

M eciydt.i Celle Celaluhu

Şam büyük ve yüksek. (YA MECİYDÜ ism-i eeliline devam edenler, ululuk ta daim olur.)

El

Ba'isü

Celle Celaluhu

Ölüleri diriltip kabirierinden çıkaran. (YA BA'İSÜ ism-i eeliline devam edenlerde Allah korkusu galip olur.)

��� o.;.JI .

.

··�

Eş Şehiydü Celle CeiAiuhu

Her zaman ve her yerde hizır ve nazır. {YA ŞEHİY DÜ bm-i celilini, kendisine itaat etmeyen oğlu üzeri· ne okuyanların eviadı söz dinler hale gelir.)

El Hakku Celle CeiAiuhu

Varlığı hiç de�şmeden duran. (YA HAKKU ism-i celilini, bir şeyini kaybeden okursa kaybını bulur.)

El

Vekiylu Celle Şanühu

işlerini yoluyla kendisbıe bırakanların işini düzeltip onların yapabileceğinden daha iyi temin eden.


- 2 2(YA VEKİYLÜ ism-i celilini sudan, ateşten veya herhangi b ir ş eyden korkan devamlı okursa, Allahu tealanın amanında olur.)

El Kavlyyii Celle Şanühu

Pek güçlü. (YA KAVİYYtl ism-i celilini, def'ine kadir olamadığı düşman­ larını niyet ederek okuyan, onlann şerlerinden emin olur.)

El Metiynu Celle Ş a nühu

Çok sağlam. (YA :\IETİYNti ism-i celilini okumaya devam edenlerin bütün çetin i şle ri kolaylaşır.)

El Veliyyü Ce lle Şanühu

İyi kullarına dost. (YA VELİYYtl ism-i eeliline devam edenlerin, VELİYULLAH olacakları umulur .)

0\ . . ,

El Hamiydü Celle Şanühu

Ancak kendisine hamd ü sena olunan, bütün varlı�n diliyle biricik öğülen. (YA HAMİYDti ism-i eeliline devam edenler, halk arasında se­ vilen ve övülen bir kimse olurlar.)


- 23 -

El M uhsf Celhı Şaniihu

Namütenahi de olsa bir bir her şeyin sayısmı bilen.

(YA MUHSİ ism-i celilini kıyamet hesabından korkanlar 1 000 kerre okurlarsa, hesap vermeleri kolaylaşır.)

El Mübdi"ü Celle Şan üh u

Malılükatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan. (YA MÜBDİ'Ü ism-i celili, çocuğunu düşünnesinden korkulan bir kadına okunursa, her türlü gebelik

tehlikelerinden

kur­

tulur.)

1_�\ .. ,

El M u'iydü Celle Celllluhu

Yaratılmışlan yok ettikten sonra tekrar yaratan. (YA MU'İYDÜ ism-i celili, ev halkından birisinin seferden sa· limen dönmesi için 70 kerre okunursa, dilekleri yerine gelir.)

El M uhyi Celle Celllluhu

Can bağışlayan, sağlık veren, dirilten.

(YA MUHYİ ism-i celilini ağır bir zahmet e uğrayanlar her gün yedi kerre okurlarsa kısa zamanda kurtulurlar.) o,....

�\ .. ,

El MümiytLi C elle Gellll u hu

Canlı bir mahlilkun ölümünü yaratan.


-

24

-

(YA MÜMİYTÜ ism-i celilini, düşmanının hehiki için okuyanla­ rın maksatları hasıl olur.)

El Hayyü Cell e Cellluhu

Diri, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten. (YA HAYYÜ ism-i eeliline devam edenler, uzun ömürlü olurlar.)

El Kayyümü Celle Şanühu

Gökleri, yeri ve her şeyi tutan. (YA KAYYÜMÜ i sm i eeliline devam edenler gaflete düşmezler.) -

El Vlcldü Celle Şanühu

istediğini Istedi� vakit bulan. (YA VACİDÜ ism-i eeliline devam edenler kalp zenginliğine mazhar olurlar.)

El Mlcidü Celle Şanühu

KadrU şinı büyük, Kerem ve semihati bol. (YA MACİDÜ ism-i eeliline devam edenin gönlünde nur belirir.)

El Vahidü Cella Cellluhu

Tek, zatında, sıfatlannda, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla şeriki veya benzeri bulunmayan.


-

....

25

-

(YA VAHİDtl ism-i celilini, tenhada çok okuyanlar, korku ve evhamdan emin olurlar.)

.... ''L

� .. •

El

-;;; 1 .... \..>

1,;

Ahadü Celle Şanühu Allah birdir

o

(YA AHADtJ ism-i celilini 1000 kerre okuyaniara bitm halle­ rine dair bazı hususlar açılır.)

Es Samedü Cel l e Şanühu

Hacetierin bitirilmesi, ıztırapların gtderllmesi Için tek mercl. (YA SAMEDÜ ism-i eelilini çok okuyanların bütün ihtiyaçlarını Allahu teala karşılar, herkes ona muhtaç olur.)

El

Kaadirü Celle Şanühu

istediğini, Istediği gibi yapmağa gücü yeten. (YA KAADİRÜ ism-i celilini çok okuyanların bütün dilekleri has ı I olur.)

El Muktedirü Celie Şanühu

Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde de istedili gibi tasarruf eden. (YA MUKTEDİRÜ ism-i celilini çok okuyanlar, gaflet uyku­ sundan uyanır.)


- 26 -

El Mukaddlmü Celle Şanühu

İstedilfni ileri geçiren, öne alan.

(YA MUKADDİMÜ ism-i celilini savaş alanında veya korkula­ cak bir yerde okuyaniara hiç bir zarar gelmez.)

El Mu'ahhirü

Celle Celiıluhu

İstedtAini geri koyan, arkaya bırakan.

(YA MU'AHHİRÜ ism-i celilini günde 100 kerre okuyanların gönüllerinde Allah sevgisinden gayn hiç bir sevgi karar tutmaz.)

E! Evvelü Cel l e Celllluhu

İlk.

(YA EVVELÜ ism-i celilini, evlat sahibi olınak veya seferdeki yakinine kavuşmak isteyen, 40 cuma günü 1000 kerre okursa dileği hasıl olur.)

El Ahirü Celle Celaluhu

Son. (YA A.HİRÜ ism-i celilini çok okuyanın akıbeti hayır olur.)

Ez Zahirü Celle Şanühu

Aşikar.


- 27-

(YA ZAHİ RÜ ism-i celili ni , cuma namazlarından sonra 15 kerre okuy ani a nn batın la n nurl a nı r .)

El B3tınü Cel l e Şanühu

Gizli.

(YA BATINÜ ism-i celilini günde üç kerre okuyanlar eşyanın hakikatine vakıf olurlar.)

El Vllliy Celle Şanühu

Bu muazzam kdinatı ve her an olup biten hadisatı tek başına tedbir ve idare eden. (YA VALiY ism-i celilini, evleri üzerine okuyanların meskenleri her türlü tehlikeden masun olur.)

El M üte'aliy Celle Celaluhu

Yaratılmışlar hakkında aklın mümkün gördügü her şeyden, her hal ve tavırda pek yüce. (YA MÜTE'ALiY ism-i celilini çok okuyanlar, Allahu tealanın ihsanlarına mazhar olurlar.)

El Berrü Celle Cellluhu

Kulları hakkında müsait bulunan, iyiliği ve bahşişl çok olan. (YA BERRÜ ism-i celilini çocuğunun üstüne okuyanların yavruları her türlü belalardan emin olur.)


-28-

El Tewlbü Celle Cellluhu

Tevbeleri kabul edip, günahları bağışlayan. (YA TEVV ABÜ ism-i celilini çok okuyanların tövbeleri kabul buyurulur.)

El Müntekıınü Cella Cellluhu

Suçluları adaleti ile müstehak oldukları cezaya çarpan.

(YA MÜNTEKIMÜ ismini çok okuyanlar düşmaniarına galip olur.)

El Afiivvü

Celle Cellluhu

Affı çok.

(YA AFÜVVÜ ism-i celilini çok okuyanların bütün günahları affolunur.)

'�'_, \_, .

w

� ...

El Rıı'ufü Calle Cellluhu

Pek re'fetlt.

(YA RA'UFÜ ism-i celilini çok okuyan çok nimet sahi bi olur.)

Milikül Mül ki Celle Şanühu

(YA

Mülkün ebedi sahibi. MAIJK-lİL-MlJLKİ ismini çok okuyan halk arasmda aziz olur.)


-29-

Zül

CalAli

vel-lkrami

Celle

Şanuhu

Hem büyüklük sahibi hem fazl'ı kerem sahibi. (YA ZÜL-CELALİ VEL-iKRAMi ism-i cel i lini çok okuyanlar zengin olurlar.)

El Muksitu Ceıle Şanühu

Bütün Işlerini denk ve birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. (YA MUKSİTÜ ism-i eeliline devam eden, şeytan şerrinden emin olur.)

El

C3ml'ü C e l l a Şanuhu

istediğini, istediği zaman istedip yerde t oplayan. (YA CAMi'Ü ism-i celilini okuyan kaybını çabuk bulur.)

El

Ganiyyü Celle Şanuhu

Çok zengin ve her şeyden müstağni. (YA GANİYYÜ isın-i eeliline devam edenin gözü tok olur.)

�c��

El Muğniy Celle Şanühu

istedilini zengin eden. (YA MUCNİY ism-i celili, her defasında 10 kerre olmak üzere on cuma okuyan kimseye muhtaç olmaz.)


- 30

El Mani'ü Celle Şanühu

Bir şeyin meydana gelmesine müsaade etmeyen. (YA MANi'ü ism-i ee liline devam edenler, evlilik hayatında dirlik düzenlik içinde yaşa rl ar. )

Ed Darrü Celle Şanühu

Elem ve mazarrat verici şeyler yaratan. (YA DARRÜ ism-i celilini, aşağı mertebeye düşenler cuma geceleri okurlarsa rütbeleri yükselir.)

En NAfi'u Celle Şanühu

Hayr ve menfaat verici şeyler yaratan. (YA NAF i'U ism-i celilini dört gün müddetle her gün gücü yettiği kadar okuyanlara, hiç bir zarar ve elem erişmez.)

En Nüru Celle Şanühu

Alemleri nurlandıran, istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran. (YA NÜRU ism-i celilini okuyanların batınları nurlanır.)

El Hadiy Cell e Şanühu

Hidayet yaratan istediği, kulunu hayırlı ve karlı yollara muvaffak kılan, muradma erdiren. (YA HADiY ism-i celilini okuyanlarda marifet hasıl olur.)


- 31

E l Bediy'u Celle Şanühu

Örneksiz, misalsiz, acip ve hayret verici ilemler icad eden. (YA BEDİY'U ism-i celilini Ya Bedly us-semavati vel-ard şeklin­ de 70 kerre okuyanların bütün zor işleri kolaylaşır.)

El Bakiy Cel l e Cel!lluhu

Varlı�ın sonu olmayan. (YA BAKY i ism-i celilini güneş doğmadan 1 00 kerre okuyana ömrü boyunca hiç bir felaket gelmez ve ahirette de yarlıganır.)

El V11risü Cell e Şanühu

Servetierin geçici sahipleri, elleri boş olarak yoklu�a dön­ dükten sonra varlı� devam eden, servetierin hakiki sahibi. (YA VARİSÜ ism-i celilini çok okuyanlar uzun ömürlü olur.)

��\ "1

Er Reşiydü Celle Şanühu

Bütün işleri ezeli takdirine göre yürütüp, dosdopu ve bir nizarn ve hikmet üzere akıbetlne ulaştıran. (YA REŞİYDÜ ism-i celilini akşam namazı ile yatsı namazı arasında 1 000 kerre okuyanların zor ve karanlık işleri düzelir.)

Es S11bılru Celle Şanühu

Çok sabırlı.


-

32

-

(YA SABÜRU ism-i celilini bir derde veya karışık bir işe düşen 3000 kerre okursa kurtulur.) Dua edildiğinde, Esma-ül-hüsna ile dua edecek olursak; dualarımızın indi ilahide kabul olunacağı muhakkaktır. Zira, Cenab-ı Hak celle celaluhu: (Bana, bu isimlerimle dua ediniz.) buyurmuştur. Allah'a hiç kimse galip gelemez. Allah, her şeye galiptir ve kafidir. Dua edenin duasını işitir, kalbierden geçen bütün dü­ şüncelere vakıftır.

�ve esirrü kavleküm evicheru bih innehu a liymün bi-zat-is-sudur.1 Mülk

-

13

Manayı münifi: Sözlerinizi gizli tutsanız da, açıkça söyle­ seniz de Allahü teala iç in aynıdır. Çünkü o, kalblerinizdeklni hakkı ile bi lir. Mülk O'nundur, bütün hamd-ü-semilar O'na mahsustur. Öldürür, diriltir. O, ölmez. Haydır ve diridir. Ebedidir, daim­ dir, bakidir. Hayır, O'nun yed-i-kudretindedir. Her şeye kadir­ dir, her şey O'na dönecektir. Gökler ve yerler arasında bilinen ve bilinmeyen alemler O'nundur. Mukaddes ve mübarek zatı, hiçbir şeye benzemez. Bcnzenıek ve benzetmekten münezzeh ve mutahhardır. Allah'lığına ayetleri şahittir. San'atı, birliğine delildir: Birdir Allah, şeriki yoktur, Kul hüvallahü ahad, bi-şektir . Şahid-i-adiiken kiinatı Birli�e şek eden eşşektir. Ey Allaha talip, ey Cemale ragıp olan aşık-ı-sadık: Dünyada her nereye bakarsak, o gördüğümüz şeye karşı dört soru akla gelir: 1. Neden yapıldı? 2. Ne biçimde yapıldı? 3. Ne için yapıldı? 4. Kim yaptı?


33-

Bu soruları cevaplandırmak için düşünürüz, araştırırız, bulamazsak bilenc sorarız, kafa yorarız. Mesela, önümüzde bir ·saat var ve bize soruyorlar: - Neden yapıldı? - Madenden. - Ne biçimde yapıldı ? - Daire şeklinde, yuvarlak. - Ne için yapı ldı ? - Vaktimizi bilmek için. - Kim yaptı ? - Bilmem , görmedim . Saati gördün , şeklini ve neden yapıld ığını öğrendin, ne için yapıldığını da bildin, ama yapanı görmedin diye bu saati imal eden ustayı inkar mı edeceksin ? Etsen bile, bu inkarın akl-ı-selim ile bağdaşır mı? HiKA Y E

Arabinin birisine, Cenab-ı Hakkın varlığını sordular. Şu -cevabı verdi: ' - Kum üstünde, bir devenin ayak izini göriiy oruz. Bıraktığı bu izlerden, oradan bir devenin veya ona benzer herhangi bir diğer hayvanın geçtiğini anlıyoruz da, görebildiğimiz ka­ dar gökyüzünü , yıldızları , dağları , çölleri, denizleri yaratan bunca eserleri gözlerimizin önünde iken, bütün bunların da bir yaradam olduğunu neden idrak edemiyoruz ? Bunları gö­ rüp, bildiği halde; yaratanı bilmeyenc, onun varlığını, birliği­ ni, kudret ve kuvvetini inkar cdcne insan denilir mi? Madem ki ben varım; o halde beni de var ed�n bir kuvvet ve kudret sahibi vardır diyen kişi, Hakkın varlığına; vücudu­ nun bürhan olduğunu idrak etmiş demektir. Çünkü, hiçbir şey kendi kendisine olmaz. Mutlaka onun bir yap ıcısı vardır. O da , şeksiz ve şüphesiz Allahü tealadır. Kainatta her şey, ama her şey Hakkın varlığına şahid-i adildir. Akıllara hayret ve durgunluk veren şu ayeti, hep bir­ likte gözden geçirelim : lrşld, Cilt 1

-

F

:

3


-34Birincisi; gökyüzüdür. Güneşi, ayı, yıldızları ve daha go­ remediğimiz, bilemediğimiz diğer varlıkları ilc enginleşcn o muhteşem gökyüzünü bir düşününüz. Düşününüz ki, insanoğ­ lu, en yakını olan aya bile henüz nüfuz edememiştir. Buna kar­ şılık, güneş doğuyor, batıyor, ay çıkıyor, kayboluyor. Gündüz­ ler gece, geceler gündüz oluyor. Aylar, mevsimler değişiyor ve bütün bunlar şaşmadan , şaşırmadan tam ve mut lak bir intizam içinde yüzyı llardır aynı düzen içinde cercyan ediyor. Bütün bunları görüyoruz ve b ili y oruz . Yapanı göremiyorsak inkar ını edelim ?

sHüve llezi caa l eşşemse ziyaen velkamere nüren ve ka dderehu meniizile li-t3'lemü adedes­ siniyrıe ve!-hisabe ma h a l aka llahu zalike i l la bi l h a k.

Yufassilul-ayati li-kavmin ya'l emun.l Yunus -5-6

Manayı münifi: Güneşe ziya, a}:'a nur veren, yılların sayı­ sını, ayların, günlerin, her vaktin hesabını bilmeniz için aya nice menziller tayin ve takdir eden o Allah'tır. Allah, bunların her birini ve her şeyi yerli yerinde yaratmıştır. Allah, kendi kudret ve kuvvetini bilen kavimler için, ayetlerini böylece be­ yan eder. Gece lle gündüzün gelip gitmesinde, Allah'ın gökler­ de ve yerlerde yarattığı her bir şeyde, Allah'ı bilip tanıyanlar ve ondan korkanlar için kudreti Uahisine ait bir takım ayat-ı beyyinat ile ibretler vardır. İ kinci fıyat; dünyamızı, yeryüzünü gözlerinizin önüne ge­ tiriniz. Dağları, denizleri, çölleri, gölleri, ağaçları, kurtları, kuş­ ları, insanları, vahşi veya ehli hayvanları, sebzeleri, meyveleri,


-

35

-

çiçekleri, sözün kısası yeraltında ve yer üstünde hala adlarını bilmediğimiz, renklerini, kokularını duymadığımız bütün ni'­ metleriyle şu koca dünyaya bakınız. Koskoca bir fil, beş yaşın­ da bir Hintli çocuğun elinde kös kös gidiyor. Bir sürü manda, on yaşında bir çocuğun eli altında istenilen yere ve yöne götü­ rebilecek kadar zelil olmuş. Bu yaratıkları görüyoruz da, yapa­ n ı ve yaratanı görmedik diye inkar mı edelim?

«Evelem yerev enn� halUna lehüm minl!l•a ve zallelnaha lehüm feminhA meş3ribu efelll yeşkCırün.»

<>mılet eydiyna e:ı':ımen fchüm leha m�likün

rekübühüm ve minhJ

ye'külün

ve

lehüm fiyh3 menafi'u ve

Yasin- 71, 72. 73

Manayı miinifi: Onlar, görmüyorlar mı ki bizzat kudreti­

mizle kendileri için bir takım hayvanlar yarattik da onlara sa­ hip oldular. Bu hayvanları onların ellerinde zelil kıldık. İşte onların bir kı.smı binek hayvanlarıdır. Onlara binerler. Bir kıs­ mıilm da etinden yerler, sütünden de faydalanırlar. O hayvan­ lardan başka şekilde de faydalanırlar. Bütün bu ni'metlerime şükretmezler mi ? Üçüncü ayatı: Kendimizi bir yoklayalım. Ne kadar güzel yaradılmışız. Gözümüz görüyor, kulak işitiyor, el tutuyor, aya k yürüyor. Akıl ve idrak vermiş, sanatları yapmak için aza ver­ miş. Meşhur bir heykcltıraş veyahut ressamın yaptığı bir res­ me veya bir heykele baktığımızda, heykeli görünce heykeltıra­ şın nasıl bir sanatkar olduğunu her ne kadar o sanatkarı gör­ mesek de takdir ediyor ve inkar etmemize imkan olmadığını anlıyoruz, o heykeli yapan ustaya o vücudu veren o aklı, o is­ t id adı ve elleri ve parmakları vereni görmesek inkar etmemiz m ı lazım gelecek? İnkar edenler; hakkı değil, kendilerini inkar etmiş olur-


-36lar. Akil olan kimseler b ir zerreden hakka vasıl olurlar. İnkar deği l , ikrar ederler, hayretle bu ilahi sanatı sey rederler . Zaten münkirin inkfm da ha kkın varlığını ispattır. Yok, yok olunca var çıkar. Mü'min, imanının mükafatını dünya ve ahirette gorur, münkir de inkarının cezasını dünya ve a hiret te bulur. Bunun, birincisine avatı afakiye, ikincisine ayatı Süfliye, üçüncüsüne ayatı Nefsiye derler. Allah Kur'an-ı Kerim'inde: .:...;

• ""

'

z

o

""' / }

>

/ .........,.....

-- ; -Q��?}.'lQ���\ cı

_,.,.,

aEfelll yenzurüne ilel ibili keyfe hulikat ve il essemlli keyfe rufiat ve llel cibali keyfe nuslbet ve il elardı keyfe sutihat. fezekkir iıınema ente müzekkir.1 CAsiye- 17, 18, 19, 20. 21

ecDeve nasıl halk olundu, sema nasıl ref olundu, dailar na­ sıl yüceldiler, arz nasıl döşendi, görmüyorlar mı?• diyo r . «Göz verdim, b aksınlar ve görsünler. Bunlan onlara hatırlat, çünkü sen ancak bir hatırlatıcısın.)) Görsünler de, benim kudretimi temaşa etsinler. Bana iman e d ip selamet ve saadet bulsunlar. Bu rada , benim kudreti­ mi görmeyen bakar gözlü amalar, yarın benim cennat ve cema­ limi gö re meyecek ve gözleri ama olarak haşr ol acakla r dır . Bir göz ki olmaya ibret onun nazarmda, Ol düşmanıdır, sahibinin baş üzerinde. Hazreti Resul-i Ekrem efendimiz, «Bir saatlik tefekkür, altmış senelik nafile ibadetten hayırlıdır» buyurmuştur. Bir saat, altmış dakika tefekkürle bir dakika, bir sene ibadet ye­ rine geçıyor. Tefekkür de ibadetin en yücesidir. Tefekkürde a.yat ile hakkı bulacağımız ve o muhteşem ve muazzam varlık karşısında yapılacak secde ve rükfı kaç senelik ibadet yerine 2'ecece2:ini, ey okuyucu senin idrakine terk ederim.


-

37

-

Sıddık-ı Ekber Eba Bekir radıyallahu anh: <<Bir eşyadan evvel, o şeyde ben Allahın kudretini görürüm.)) buyurdu . Dördüncü ayatı: Tenziliyyedir. Kur'an-ı Mübin ile Zatı ila hiyesi malum olur. Kur'an-ı Kerim öy le bir kitaptır ki; yaş ve ku ru , evvel ve ahir, zahir ve batın , on da cem' olmuştur. Bu kitab-ı k�.!rimin en kısa süres i nin bir misalin i geti rmekten bütün m a h luk at acizdir. Bu hitab , fahri risa le t zamanında yaşamış, şiir kudre­ ti çok yüce şai rlere karşı olduğu gibi, kıyamete kadar gelecek bütün şa irl c re de ayn ı h itap vari tt i r ve nasıl o şairler bunun ben zerin i ge ti remed i le rsc , şi m di den son ra da gctircnıeyec�k­ le rd ir . ilimiere m c vzu veren, san'atlara model , kudret ve kuv­ vet-i ilahiyyeyi beyan eden bir nürdur. Kalbe şifa, ruha gıdadır. Mü ' m ine ise aynen şi fad ı r . Öyle ise, Kur'an'ı oku, anla, tefek­ kür et. Şimdi Allahın ayetlerini oku ve bil , ona secde et. E vvel o, ka di m , cvveli ve alıiri o lmayan O, kerim o, gani O, mabud o! Yoktuk, var etti. Seni insan halk etti. Akıl ve anlamak verdi, duy u rdu. Göz verdi, gö s te rdi. Çıp la k t ı k , giydirdi. El verdi tut­ turdu, ayak verdi yürüttü. Ölüydük d irilt t i . Yine öldürecek . İn kar eden var mı? Ondan korkmayacak mısın? Onu sevmeyecek misin? Ona secde etmeye ce k misin ? Bir sigara n..' ren c teşşekür ediyorsun da, o sigarayı almak için sana eli verene şükü r yok mu? Tak ­ kevi verene teşekkür var d a , takkeyi g iyeceğin başı verene şü­ kür yok mu? ­

Haceti dünya için, sen varırs m yüz yere. Haceti ukba için, hiç komazsın yüz yer.e.

Gel! Tenbelliği bırak , inkarı terk et! Rütbene masana , ka­ rl ığın a güvenmc! Hakkı bil, Hakkı bul, H ak t an ol! Ona bütün ka hbın ve kalbin ve fikrin ile secde et! Yakında ona dö­ neceksin, ima nının nuruna göre onu göreceksin . Yarab; Cennet evine girenlerden eyle bizi. Oradan Cemalini görenlerden eyle bizi. sana va

Bu dünya alemi nd e, Allahı b a ş gözüyle görmek mümkün değildir. Görmek dilersek göremez miyiz? Göremeyiz! Zira Za-


- 38 tulhihı id rak

ve ihata mümkün d eğ i l di r. B i l ak i s Künhü İlahi­ yeyi idrak ve ihata edememek i d ra k t i r . İdraki meali bu küçük akla gerekmez. Z ira bu te razi bu kadar sıkieti çekmez.

Den izde bu lunan k üçük balıklar, büyük b a l ığ ı n b<1şına t op­ lanmışlar , derya varmış, bize gö st e r demişler. Büyü k ba l ı k bu suale karşı ccvaben derya dan harice çıka l ı m da d eryay ı sey re­ delim demiş . Anla! Ol mahi ler ki derya iç i n de o l u p deryay ı bi lmezler.

LA lLAHE lLLALLAH Gece gündüz diyelim IA ilahe iliallah Kalbten pası silelim Li ilahe iliallah

Dervişin dermanıdır Mü'minin imanıdır Aşıkın burhanıdır u ilahe illailah

Zikrin budur ulusu

La ilahe iliallah

r.Ievlamızın adıdır Ağzımızın tadıdır Kalbirnizin yi.dıdır. u ilahe illailah

Cennetin hem miftahı Durma zikret fettabı Enbiyalar meddahı La ilahe illailah

Dört kitabın özünde Aşıldarın sözünde l\'luhammedin yü zünde u ilahe iliallah

Ateşi gülzar eden Şeytanı bizar eden Aşıkı didar eden

A$ki'nin budur sözü Geceler hem gündüzü Allahın tatlı sözü

u ilahe illallah Sözün budur doğrusu

u ilahe illailah

lA ilahe iliallah

ALLAH-Ü ZÜLCELAL ' İ N SAB İ T OLAN SlFATLARI:

1

2 3

--

---

HAYAT . D i ri ol mak, ehedi: o l mak, varlığına zeval erişememek. İLİM. Allah her şeyi b i l i c i d i r , Onun b ilmed iği yok t u r . SEM ' İ . A l la h işiticidir, O 'nun i ş i t mediği , duymadığı hiç bir şey o l am a z .


- 39-

4 5

6

7 8

-

-

-

-

-

BASAR. Allah görücüdür. Görmediği hiçbir şey yoktur. IRADET. Allah dilediğini yapar. RET. Cenabı Hakkın gücünün yetmiyeceği hiç­ bır şey yoktur. Her emrinde galiptir. KELAM. Allah söyleyicidir. Bizim gibi harf ve seda ile söylemez. TEKVİN. Allah bütün mevcudatı, cümle malılukatı yaratmıştır ve yaratıcıdır. Dilerse yıkar. O' nun em­ rine bir şey muhalefet edemez.

HAZRETi ALLAH'IN ZATİ SIFATLARI İSE ŞUNLARDlR: 1 - VÜCUT : Allah vardır.

KIDEM : Evveli yoktur. Evvel O'dur. BEKA : Alıiri yoktur. Ahir O'dur. VAHDANİYYET : Zatta vahit, Sıfatta Ahaddir. Na­ ziri yoktur. 5 MUHALEFETÜNİL HAVADiS : Bir şeye benze­ mez, hiçbir şey de O 'na benzemez. KIYAM Bİ NEFSİHİ : Mekana muhtaç değildir. 6 Mekan ona muhtaçtır. Ey okuyucu ; bunları ezberle ! 2

3 4

-

-

-

-

-

IMANIN ŞARTLARI VE BEKASINA SEBEB OLAN SlFATLARI : GAİBE IMAN ETMEK : Dinde ve imanda ihsan sahibi olanlar için gaib yoktur. Hazreti Ali kerremallahü veche : «Görmediğim Rabbe ibadet etmem» buyurmuşlardır. Cennet ve Cehennem, ahiret ve kabir ve buna mürnasil şeyler bizim için gaibdir. Gören için gaib diye bir şey yoktur. Zira ahirette ne var ise, dünyada onun bir misli, bir benzeri bulunmaktadır. İbret nazarı ile nazar edersen görürsün. Mesela bir misal verelim : Dünya yüzünde hükumetler vardır ve her hükfunetin de bir kanunu vardır. Bu kainat, hükfımeti ilahiyedir. Onun da kanunu vardır. Her hükumet, kendi kanununu çiğneyeni mah­ kum eder ve ceza evine gönderir. Hükfı.meti ilahiyenin kanu-


- 40 -

nunu çiğneyeni de, Hak affetmezse Cehennemine gönderir. Ahiretteki Cehenneme misal, dünyadaki hapisanedir. Hakka misal hakimdir. Adaleti tecelli ettiren dünya hakimi hükmün­ de aldanabilir, fakat Hakimi Mutlak yanılmaz. Hük münde adil­ dir. Adliyle hükmeder. Her muhakemede bir savcı bulunur. Hakkın savcısı Peygamberdir. Mahkfımu hapisaneye gönderen j andarmalar, meleklere misaldir. Hapisane müdürü vardır. Cehennemin müdürü, Malik denilen meleğin misal idir. Cehen­ nemde zebaniler vardır, dünya hapisanelerindeki gardiyanlar onların misalidir. Yapılan suça göre hapisanelerde bulunan mahkumları hücrelere taksim ederler, azgınları zindana koyup, zincire vururlar. Hakkın cehenneminde de suçluları , suçlarına göre yerlerine, hücrelerine kapatırlar. Azgınları , zalimleri, m ün­ kinleri zincire vururlar. Allahü sübhanehu ve teala, kendis ine ve habibine riayet etmeyen v e kanun-u rabhani olan Kur'an-ı Kerimin alıkarnını çiğneyen kafirlerin göreceği ve tadacaği aza­ bı şu ayet-i celile ile haber vermektedir:


- 41 ve

�ve e m m a men ütiye k itabehu lem

bi-şi m 3 1i hi

edri ma hisabiyeh yA leytaha kAnatil

f eyek u l ü ya leyteniy lem

Ota kitabiyen

kadiyeh ml agna anniy mllliyeh heleka

annıy

s u i t a niy�h hüzuhu fegü ! l u h u sümmel-cahi yme sallühu sümme fiy silsiletin zer'uha seb'üne

z i ra ';ın feslü kühu i nnehü kan e 111 y ü 'minü billahil-aziymi ve lll yehuddü alA taam-il-mis­ kin feleyse l e h ü ! - y e v m e h a h ü n a h amiym ün ve la ta amün illil m i n g ı sliynin lA ye 'küluhll i l l e : -hatı ' u n ' Fela u k s i m u bima tu!ısirune ve m a 'a tu bsi r u ne innehu lekavlü rosOiiyn keriym ve ı .ıa hü v e b i - !o v l i s a ' i r i n kaliylen mA tü'minune ve 111 bi-kavli kahlyn k a l iylen mA tezek-

kecürı tcnz i y l ü n m i n r a bb i l - a l e m i y n . »

El-Hakka

-

2 5 -43

Meal-i kerimi : Allahu sübhanchu ve tcala, kafirlerin başı­ na gelecek olan azabı şu ayetleriyle beyan buyurmaktadır: Amel defterleri sol eline verilecek kafire gelince; o da şöyle sız­ lanacak: Keşke amel defterim bana verilmeseydi. Keşke hesa­ hırnın ne olduğunu bilemeseydim. Keşke ölüm hayatıma niha­ yet verseydi de, tekrar dirilıneyip, hayvanlar gibi toprak olsay­ dım ve bu anı görmeseydim, bu azabı tadmasaydım. Malım , ba­ na yaramadı. Kud:ı;etim, kuvvetim ve saltanatım elimden gitti. Tesirim kalmadı, fakr-u zillet içinde kaldım. Ben, ebediyyen azab ve zillet içine düştüm. Kafir, bu zillet içinde kıvram rken , cehennem zebanilcrinc şöyle denecek: - Onu tutun; boynuna bukağı , kelepçe vurun . Ellerini ve kulların ı baglayın. Yetmiş arşın uzunluğunda zcncire \·urup, alevii ateşe atın. Cehenneme yuvarlayın. Çünkü, o azarnet sahibi A l l ::ıh'a i man etmiyordu. Yoksulu ve fakiri doyurmuyor, onla­ rı ycd irip, içi rmek, görüp gözetmek hususunda başkaların ı teş­ \·ik etmiyordu. Bugün , burada onu da görüp gözetecek bir ak­ r<'.bas ı , bir dostu veya ahbabı, şefaatçisi bulunmayacaktır. Onun , irinden veya kanlı sulardan başka bir yiyeceği de olmayacak­ t ı r. Zira, bu kanlı ve irinli sular, günahkar kafir1erin yiy�cck­ l c ri ve içecekleridir. Gördüğünüz ve görmediği niz, bildiğiniz \'C bilmediğiniz �eylere yemin ederim ki, bu Kur'an Allah yanında muazzez ve mükerrem bir Resul'ün, Allah'tan alıp sizlere tebliğ ettiği Hak­ kın sözüdür. Bu Kur'an, şair sözü değildir. Bu Kur'an, falcı sö­ zü de değildir. Hiç düşünmüyor musunuz ? Bu Kur'an-ı Aziym� bilinen ve bilinmeyen alemierin Rabbi ve sizi yoktan var ed en Allah tarafından indirilmiştir.


- 42 -

Allah ceUe celaluhu ; bu ayet-i celilelerle, kafirleri n cehen­ nemde görecekleri şiddetli azabı beyan buyurmakta ve diğer bir ayet-i kerimede de :

« i n n 5 a 'tedn&

l i l - ka f i r i y n e s e l a s i l e ve a g l a n en ve sa ' ı yra . t

Insan

-

4

Manayı münifi : Biz, kafirler için demir bukağılar ve zin­ cirler ve alevii ateşler hazırladık, huyurulmaktadır İ şte; Allah'ın r i met icrini yiyen, lutuflarını gören, fakat bu­ na rağmen Hak kı tanımayan ve ona şirk koşan , O'nun Resulü­ .nü tanımayan , hilkatini unutan , akıbetini düşünmeyen , nere­ den gelip, nereye gittiğini sezemeyen, Hakkın kanununu çiğne­ yen kafirlerin sonları budur. Tebaası bulunduğu hükümetin ka­ nunlarını dinlemeyerek suç işleyenler, nasıl ki bu suçlarına gö­ re ceza görüyorl arsa; Hakkın kanunlarını çiğneyenler de, yu­ karıdaki ayetlerde beyan huyurulduğu gibi Hakkın hapishane­ sinde ınüstehak olacakları cezaları çekeceklerdir. Dünyada , k anunları çiğncyip ceza görenler, nasıl ah-ü-zar ediyo rlarsa; H a k k ın kanununu çiğneyenler de cehennemde ah­ ü-ôr edecekler a mma bunun kendilerine hiçbir faydası olma­ yacak t ı r. Kaldı k i , dünyada elem ve mihnetlcrin bir sonu yok­ t u r . Yu karıda gördüğümüz ayetler, Allah hü kümt:tinin hapis­ hanesi olan cehennemde kafirlerin çekecekleri azabın şiddet ve delı :;; c t i n i açıkça beyan buyurmaktadır. Allah 'ın kanunu olan K u r 'an ı n hükümlerini çiğneyenler, onun tek Allah olduğuna i nanmayanlar, Hak Resulü olan Hazreti Muhammed'e iman et­ meyenler, muhakkak bu azaba duçar olacaklardır. Yeryüzün­ d e , her devletin bir hapishanesi vardır ve suçlular bu hapisha­ ne lerde , suçlannın derecesine göre muamele görürler. O hal­ de, dünyada ne varsa, ahiret hayatının nimet ve nikbetlerinin birer nümunesi , m isalidir. Görenler, görebilenler için bu pek aşi kar bir gerçektir:


- 43 Görenedir, görene. Köre nedir, köre ne ? Yalnız şu farkla ki, buradaki azab herşey gibi, fanidir, geçicidir. Burada, b_azan adalet aldatılabilir. _Orada ise, azab baki ve ebedidir. O mahkemenin mutlak hakimi olan Allah aldatılamaz. İlim, belli başlı üç şubeye ayrılır : İŞİTMEK, GÖRMEK, TATMAK. Mesela ; güzel yurdumuzda bir Bursa vilayeti vardır. Bur­ sa ' yı gören, bu güzel şehrin güzelliklerini bize ne kadar tarif etse, onu kendi gözlerimizle görmüş gibi olamayız. İçine gir­ meden, karşıdan görmek bile, bu şehri tanımamıza ka.fi gel­ mez. Mutlaka görmek lazımdır. Bazı işitenler, işitmekle kaldılar, göremediler. Bazıları da, hem işittiler, hem de gördüler. Bir kısmı da hem işitti­ ler, hem de gördüler, hem de tattılar. İşitip de görmeyenin, gaibe iman etmesi gerektir. Bazı görenin, gaibe imanına da lüzum kalmadı. Görmedi gösteril' di. Tatmadı, tattınldı.

Haşr-ü-neşri gördü bunda, nefha-i-sür olmadan . . Mutu kab le e n temutu sırrını fehmeyleyeıı, Cümle gaibi kimse

b i l m ez ;

Hak tcala bilir ve bil di kleri

k i m seler, b i l di r i l d iğ i kadar b i lirler.

;\1ü 'mi n le rc layı k olan cn·ela gaibc iman e tmek , Allah'ın e m i rleri ne i t aa t l i o l m a k , hclül olan şeyleri hclal olarak; haram o l a n şeyleri haram olarak bilmek, Hakkın emirlerini baş tacı ct

m e k tir. Ancak , bu suretle gaibe iman yakin mertebesine ge­

lir

ve

birçok hakikatler kendiliğinden ortaya çıkar. Yoksa, Hak­ kın e m i rl er i n i kendi nefsine uyduran gaflettedir. Akıllı isen. ken d i nefsini Hakkın emirlerine uydur. Daima Allah'tan kork . H2ngi işe başlarsan, Hakkın rızasını gözet ve Allah'ı sev . . Her emri n i severek yap .. Men'ettiği herşeyden ondan korkarak ka­ çın . .


-

44

-

Ne kadar günahkar olsan da, Hakkın rahmetinden üm idi­ ni kesme . . . O, ganiyyül-alemindir. A ffeder, kerem eder, gün ah­ l a rı bağışlayıcıdır. Allahü teala, cümlemizi kendisine k u l , Habibinc ümmd ve tabi-i-sünnet eylesin ve şakavet imizi saadete kalbeylcs i n . Bi­ hü rmeti seyyidil-Mürsdin.

TEVHİD İLAHİSİ Hakkın metin kal' ası Nur burcunun balası Zikrullahın aleisı La ilahe illallah ..

Zikrcden sultan olur Nail-i-gufran olur Ne güzel devı·an olur L<l ilahe il!allah ...

Dervişlerin maksudu Aşıkların matlühu Zikirlerin mahbubu La ilahe illallah . . .

Aşıkın cananıdır Dertlinin dermanıdır Mü'minin imanıdır La ilahe illallah . . .

Halka-i-zikrc otur Aşk badesini doldur Zikrin efdali budur u ilahe illallah . . .

Zikrcylcdiğin zaman C�vap verir Hak hemen Gi)nülde koınaz güınan Uı W'the illallah . . .

Nefsi aşka sevkeyle Zikri dile zevkeyle Gel diyelim şevk ile La ilahe illallah ...

:WiişkiJler asan olur Nice bir ihsan olur Zikreden insan olur Uı Wihe lllallah . . .

Tevhid kalbin cilfısı

Kalpten

gamı

def'edeı·

Siler kalplerden pası Razı olur Mevlası La ilahc illallah ...

Zikredcni ref'eder Hakka iletir gider La ilahe Hlallah ...

Aşıklarm derınanı Mü ' minierin ferman ı Hakkın bize ihsanı La ih1he illallah ...

Tevhidc gel tevhide Tevhid m1rı nur ede Gönlünü ınesr(ır ede La ilahe i llallah . . .


-

Tcvhid min nur eder Harabı marnur eder Rizayı Hakka g ider La i lahe illallah ...

45

-

Melekut tevhid eder Mahlukat tahmid eder İns-u-cin terncid eder La ilahe il lallah ...

Tcvhidde kemal vardır

Aşıka cemal vardır

Tevhid eden dilleri Nur olur gönülleri

Faniye zeval vardır La ilahe illallah

Şol cennetin gülleri LA ilihe illiilah . . .

Tevhid eder dilleri Nur olur gönülleri Şakıdır bülbülleri

Dervişlerln ilk verdi Gönlü Hakka çevirdi

...

La ilahe illallah

.••

Gafletten bidar olur Vasıl-ı-didar olur

Zikreden Hakkı bulur La ilahe illall a h ...

Zakiri sevindirdi La ilahe illa i l a h

o o o

GafH olma erenler Hakka ğönül verenler Hakikati görenler La ilah e illailah

o o •

Kenar durma öyle gel Hak kelamın söyle gel Zikrullah:ı şöyle gel La ilahe illallah

Ölmeden önce ölür Hak ile bile yürür Cemal-i Hakkı görür Li ilahe illai lah

Gece gündüz tesbih et Gönlünü Hakka ilet Ger dilersen mağfiret

Ateşi gülzar eder Şeytanı bizar eder Vasıl-ı didar eder Li ilah e illaUah

...

U

ilahe Ulallah ...

Zikr�t dağla taş ile Bu günahkar baş ile Dolsun gözün yaş ile ı.a

ilahe illallah

...

Ayakta dur zikreyle Otur Hakkı fikreyle Her nefeste şükreyle La ilahe illallah ...

o o o

o o o

Ak olur hep karalar Merhem bulur yaralar Sır perdesin aralar La ilahe illailah o o •

Evliyanın yüzleri Nur-u-Haktır özleri Daim budur sözleri La ilahe illailah o o o


- 46Meleklerdir tanıklar Vuslat bulur yanıklar Zikreder uyanıklar La ilihe iiWiah

Zakirin-i-zakirat Budur dervişe hayat Tcvhidle bula necat ı.a Uihe illallah ...

Sivadan uryan olur Sinesi püryan olur Didesi giryan olur La ilihe illallah . . .

Affolur dört bin günah Hak olur kula penah Me d ile oku gümrah

Vahdet meyinden içer Ölmeden evvel göçer Cennet hullesin biçer

Yetmiş bin tevhid eden İma nın tec d id eden

.•.

La ilahe illailah . . .

Cebrail'le Mikail Tevhid eder iyi bil Gece gündüz söylegil La ilahe illclllah ... Üçler yediler kırklar Baş eğdi bütün ırklar Kalktı aradan fa rkl ar ı.a ilahe iliallah . . . Müfet tih-el-ebva ptır Her harfi bin sevaptır Bu en güzel cevap tır La i lahe iliallah

. . .

La ilahe illallah ...

Azabı teb 'id eden

La ililıe Ulaiiah ...

CERRAHi 'dir adımız Vuslattır mu ra dı mız

Zikı-imiz inşadımız u ilahe iliallah . . .

NUREDDİN'dir ulumuz Zikr-i-Haktır dolumuz Arştan öte yol um �ız La ilahe illallah ...

Başıma devlet

budur

Dev rişe haslet budur AŞKİ 'ye vuslat budur La ilihe illallah...


iR$AD iKiNCi DERS

MÜNDERECAT : Hazreti Muhammed Aleyhisselamın şam hakkında Kur' an-ı Kerim'in bazı ayetlerinin meali, Nutk-ı Hazreti Na­ suhi, Peygamberimizin bazı isimleri ve hassaları, Hilye-i evsaf-ı Muhammed Aleyhisselam. Ahlak-ı Muhammedi­ yeden bir nebze ve muhabbet-i Muhammediye. Bir yahu­ di halıamın İslamiyeti kabulü ve Hazreti Halıbab'ın kıs­ saları ile Efendimizin veda haccında irad huyurdukları Hutbe-i Şerife'den bahseder.



-

� .--�\\

1 o ıll

, 1

� ) ".,:1-j �, .. 1

\

49

-

\

.., \ � .... .___ :_:_J __ ________ , ., -

Hamdü sena.Iar, bütün ibadetler ve taatlar Allah'a malı­ sustur. O Allah ki her şeyin halıkı ve malikidir. Herşey ona dö­ necektir. SahH-ü selam ol nebii ahir zamana ki son Peygamber ve Hakkın son habercisidir. Aline ve eviadına ve ezvacına ve ahbabına ve ensarına ve eshabına ve kıyamet gününe kadar onu sevenlere ve seveceklere selam olsun. Amin. Ey hak yolcusul Allahü tealfı Kur'an-ı kerimde buyurdu: }

Jt J�

) "

-": � ..

'

/

o : \ \ ': � · � �)'

'

j�\�j �\;-::u�\.)�)k� · > \

..,

'

\ '" -� � \:.:J .. .).) ,_u-ot..U ) .....J

/

'

'}}) . "":},..

""

1

« K u l in künt ü m tuhibbuna l l ahe fettı�b i ü n i

k

·

) '

;

e

o�

j ) _p

yuhbibkümullahü

• ..r •

' ,.

�) •

ve yağfir

leküm zünube­

küm va l lahu gafürünr.Shlym.»

Al-i lmran

-

31

«Habibim; kullarıma söyle: Eğer, beni seviyorlarsa sana tabi olsunlar ki ben de onları seveyim, günahlarını affedeyiın. Muhakkak ki ben merhametliyim, bağışlayıcığırn.»

Evvelu m a halaka l lahu nOrT

Peygamberimiz hadisi şeriflerinde: « İlk evvel ADah benim nürumu halk et t i. » (Hadis-i Şerif meali) . Hazreti M UHAMMED aleyhisselam .

(Sallallahü teala aleyhi ve sellem) . Mahbubu huda, Şefii rfızi cezadır. Melcei fukaradır. Bü­ tün alemiere nüru evvel, ba'sı sonradır. Enbiya ve rüsulün ya­ ni bütün Peygamberlerin seıveri, evliyanın ve asfiyanın rehbell'fld,

CIIt 1

-

F

:

4


50 -

ri, insanların ve görünmeyen kuvvetlerin Peygamberidir. Alla­ bu teala, onu kendi nurundan halk eylemiş , nuru her şeyden evvel yaratılmış, ba'sı ise cemi enbiyadan sonradır. Ahir zaman nebisidir. Kendisinden sonra ne nebi, ne de resul gelir, son Pey­ gamberdir, Hatemül enbiyadır. Son kitab olan Kur'an-ı Kerim ona nazil olmuştur. İsmi güzel, cismi güzel, nesli güzel , sözü güzel, yüzü güzel­ dir. Va'dinde sadık, sözü hakkı natıktır. Arş-ı ala onun ayağı tozu ile iftihar eder. Cebrail gibi bir melek ona hizmet etmek şerefine nail olmak için hakka binlerce sene ibadet etmiştir. Adem aleyhisselamın tövbesinin kabulü, duasında onun hürıne­ tine afvını istediği için mağfirete nail olmuş , İbrahim Halil onun nurunu harnil olduğu için nar-ı Nemrud nura kalb olmuş­ tur. Cismi nurdur. Gölgesi yere düşmez . Bütün enbiya onun ümmeti olmağı Haktan temenni etmiştir. Hepsi cihana gelece­ ğini müjdelemişlerdir. Gökler onun kudumuyla nurlanmış, yer onun vücudu ile iftihar etmiştir. İsmi şerifi yerde Muhamme d aleyhisselam, gökte Ahmed aleyhisselamdır. Malışer günü ise, Mahmud ismi şerifi ile yad ol unacaktır. Allahü teala ona hiç ismi ile hitap etmeyip : (Ey Resulüm, ey Kulum, ey Nebim) diye hitap eylemiş, kendi isimleriyle isim­ lendirmiş, Rauf, Rahim , Aziz, Nur diye kitab-ı kerimde beyan eylemiştir. Yine Kur'an-ı Kerimde:

1Ve ma erselnake i l la rahmeten Iii alemiyn.• cc

Ey sevgilim; ben seni aleıniere rahmet olarak gönderdim.»

Hadis-i Kudside de :

« Bütün malılukatı senin hünnetine halk ettim.» buyur­

muştur. Hidayete erişen kimse mü'min olup seni gördü. İki ci­ handa selamet ve hidayet buldu. Hidayete erişmeyen kimse ise, sana baktı, seni göremedi. Yalnız dünyada gezip, yiyip içip sılı­ hat ve servet, afiyet buldu. Bunlann cümlesi senin hürmetin-


- 51 den, senin aleme rahmet olduğundandır. Arş ve kürsi, yerler

Ye gökler, içlerinde bulunan malıluklar ve bunların cümlesinin bilkatleri ve nimet bulmaları hep senin hürınetindendir. Bura­ ya münasip görülen: Nutk-ı Hazreti Nasuhi-i Üsküdari (Allah sırrını takdis etsin) Resulullaha layık olan nimetleri beyideriy­ le beyan eyliyor. Teberrüken kitabımıza dcrceyleyip risalemizi süsledik. Ezberle : NA'T-İ HAZRET-İ PEYGAMBERi Eyleyen uşşakı şeyda daima Tal'atındır ya Resulallah senin Derd ile ah ettiren subh ü mesa Hasretindir ya Resulallah senin. Rüz ü şeb kanm benim efgan iden Nar-ı hasretle dilim suzan iden Dembedem bu gözlerim giryan iden Firkatindir ya Resulallah senin. Esfiyanın gördüğü lutf-ı Huda Evliyanın sürdüğü zevk ü sefa Enbiyanın bulduğu rıfat şeha Devletindir ya Resulallah senin. Merhamet kıl ben garip avareye Mücrinıem, rahm eyle yüzü kareye Şefkat itmek bi-kes ü biçareye Adetindir ya Resulallah senin. Ey şefi-ül müznibin nur-i ehad Bir garibindir Nasuhi kıl meded Bab-ı-lütfundan kerem kıl itme red Ümmetindir ya ResUlallah senin. . Aşağıdaki Hadis-i Kudsinin meali buna delalet eder:

-;il �--.r----

... ... ... - t:.ı:t j�l Z: \\.... 1..:ı --:-_\ \ & � � ,, -x� ..r-.J�-� ,.f � Y--JJ � - .. ı..s: \�_;J.<\1 8

e leviilke levilke

��) ��)

lemA halaktül eflllk.t

« Resulüm, Ya Muhamme d aleyhisselam. Eğer, sen olma-


- 52 saydm bu clhanı halk etmczdinh diyor. Diğer bir ayette : (Ey insanlar, muhakkak ki Resfılü Aziz geldi.) Diğer bir ayetinde : (Kim ki Resülüme itaat etti, muhakka k bana itaat etti) diyor . Başka bir ayetinde : (Habibim ! Senin mübarek ismlnl ve evsafı ceınilini yükselttim.) Yine bir ayette :

\.

/

/

..,. _

--'�0 � �,._; \_!: :. .

0

,.,., , ./

\ � \\ � "' � � /

./

/

...,

/,.- o

/ o ' /

=>'l\J\.:.L- ) �j .

....::

/

� ...-

....-

./

�-�t�... u ���Y C_i:; '

1

(Ben aziınüşşan ancak seni kaffel nas'a, yani insanlara müjde­ ci ve korkutucu gönderdim) buyurdu.

İnsanları cennet ile müjdeler, inanmayan inatçı zalimleri nar ile korkutur. Diğer bir ayette : (Habibim Ahmed. Onlara s öyle , yani kullara bildir, de ki, eğer siz Allahı seviyorsanız ba­ na tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin, günahlannızı ba�şlasın. Allah bağışlayıcı, rahmet sahibidir.) Diğer bir ayette: (Sana bl­ at eden ancak bana biat etti.) Diğer bir ayette: (Senin rlsaletine benim şehadetim kafidir.) Yine diğer bir ayette: (Muhakkak si­ ze rabbinizden nur geldi) buyuruyor. Hak teala, Nur-u Muhammediyeyi halk ettiği zaman, hal k olan nur: « LA İLAHE İLLALLAH » deyince Allahu teala bu h i ­ taba cevaben: « MUHAMMED Ü N RESÜLÜ LLAH » dedi. Bu ik i kelam : (LA i LAHE İLLALLAH MUHAMMED Ü N RESÜLÜLLAH) kelime-i tevhid oldu. Kelime-i Münciye oldu. All ahü teala şöyle buyurup : « Kullarımdan bir kimse, bu kelimeyi lisanen söyle r , kalbi ile d e tasdik ederse, Zat-ı ecellialama kasem ederim ki, bu sözü söyleyen kulumu narcia ebedi bırakmam» dedi. Diğer bir ayetinde : uBedlrde düşmana karşı bir avuç top­ rak attığında sen atınadın, ben attım» buyurdu. Bedir muha re ­ besinde efendimiz yerden bir av uç toprak alıp düşmanın üzeri­ ne atmı şt ı . Mucize olarak bu atılan topraklar bütün düşmanla­ rın gözüne isabet etmişti . Cenab-ı Hak, Resulünün eliyle bu top­ rakları kendi attığını beyan ediyor. Diğer bir ayette :


- 53 -

a innai lahe

ve

nı e l a i keteh u

y u s sa i i Cı n e

a l e n n e b iy y i

ya

e y y ij h e l l ez i y n e

anıana

sal l ü

a l e v h i vese l l i m ü t es l i y m a . >l Ahzab

-

56

(Muhakkak ki ben Allah , meleklerimle berab�r, habibime salat ediyorum. Ey beni taıııyıp iman edenler! Sizler de habi­ biın üzere salat ediniz.) buyuruyor. Bu ayetlerc ve hadisi kud­

siye mürnasil nice ayet ve hadisler vardır ki Hazreti Resulü Ekremin medhü senasma delalet eder. Bir gün ashabın kibarından bir zat Resılle sordu : (Ya Re· sulallah, siz ne vakitten beri nebisiniz.) Resulü Ekrem efendi­ miz: (Adem nebi, su ile toprak arasında iken beıı nebi id.im) buyurdular. Ey aşıkı sadık! Bu ayetlerden ve hadislerden d i.işünerek hisse almak lazımdır. Bir gün yine efendimiz, bütün kainatın efendisi, Hazreti Ömer radıyallahu anh efendimize: (Beni ne kadar seversin ya Ömer ?) diye buyurdu. Hazreti Ömer radıyal­ lahu anh cevabında: (Ya Resulallah, seni her şeyden fazla sc­ verim , fakat nefsimi senden fazla severim.) deyince, (Val lahi ya Ömer, sen kamil mü'min olamad ın) cevabını verd i : Hazre­ ti Ö m er bu söz üstüne ağlayara k : (Ya Resulallah seni şim­ d i , nefsimden de ziyade seviyorum) ded i . O zaman Rcsulullah : (Şimdi mü'mini kamil oldun ya Ömer) buyurdular. Demek Re­ sülü her şeyden fazla, nefsimizden fazla sevmedikçe kamil ima­ na nail olamayacağımız bu hadis ile sabit oldu. Bir gün bir arabi gelerek: (Ya Resulallah, kıyame t ne za­ mandır?) diye sual etti. Efendimiz bu sualc karş ı : (Ey arabi; o bir emri mukarrerdir. Ne vakit olsa olacaktır. Sen o gün içi n n e hazırladın?) buyurdu. Arabi: (Ya Resulallah h i ç bir hazırlı­ ğım yoktur, ama Allahı ve seni severim.) dedi. Hazreti Peygam­ ber buyurdular k i : (Bu sözde sadık i sen sevd iğin i l e berabersin.) Enes ibn-i .l\E1 l i k rad ı ya l l a h u anh buyurdular: Arabi i le Peygamber aley-


- 54 -

hisselamın bu muhaveresine sevindiğimiz gibi hiç bir şeye sc­ vinmedik. Zira Hazreti Resfılü ve Ciharyarı her şeyden ziyade severdik. Bir gün görmesek (Acaba nereye gittiler ve ncrede­ dirler?) derdik. Hatırımıza şu gelirdi : (Bu zevatı ali kadirler, ahirette funal-i saliha ve fadıla ile derecatı aliyata vasıl olacak­ larından, biz de aşağı derecelerde kalıp , bunların cemalinden uzak kalırız diye endişe içindeydik. Bu hadise ile malum oldu ki , amalde onların mertchesinde olmasak dahi, onlara muhab­ betimizin ahirette bizleri onlar ile haşredeceğini gösterdi. ' Öy­ le ise, bu sözlerden hisse alıp Resulü sevelim. Seven sevdiğini n yolundan gider. Seven sevdiği ile beraberdir. Sevmek zorla olmaz. Zira, muhabbet irade-i cüz'iyede de­ ğildir. İrade-i külliyededir. Ne yapalı m k i ; bu muhabbete eri şeli m ? Allahın emirlerine ittiba, Resulün sünnetine iktida eder­ sek kalbirnize muhabbet tohumunu ekeriz . Sonra, o tohum meyva verir. Kalbimizde tulfı eder. Allah kalbirnizi Muhammed aleyhisselama meyil ettirir. Muhabbet ve meveddet zuhur eder, öyle bir hal alır ki onu her şeyimizden, nefsimizden de ziyade severek imanı kamile nail oluruz. Yarabbi ! Bizim kalbirnizi mu­ habbeti Muhammediyye ile tezyin eyle . Bizi ondan dünya ve ahirette ayırma. Amin. Ömer ibn-i Hattab radiyallahu anh, Efendimizden şu me­ alde bir hadis rivayet ettiler: Efendimiz şöyle buyurdu diyor. Allah tealanın, öyle kulla­ rı vardır ki bunlar peygamber ve şehid değildir. Lakin kıyamet gününde enbiya ve şüheda, bu zevatın yakınında olmayı ister­ ler. Bu hadiseye karşı eshab-ı Resul dedi ki: (Ya Resulallah. Ne amel ile bu mertebeye eriştiler? Biz de yapalım bu mertebeye erişelim.) Bu soruya karşı Hazreti Nebi buyurdu: Bu zevat bir kavimdir ki hısıın değil iken birbirleriyle Al· lah için sevişirler, birbirleriyle menfaat mukalıili sevişmezler. Ancak Allah rızası için sevişider. Allah hakkı için onların yüz­ leri ziyade nuriudur ve onlar nurdan minherler üzerindedir. Mahşerde halk endişe ve korkuya düştüğü vakit onlar düşmez­ ler. Diğer halk malızun olsa onlar olmazlar, dedi ve şu ayeti okudu: « Ey Allahın dostları, agah olunuz. Onlar için korku ve mahzuniyet yoktur » .


- ss -

« E i a i n n e evliyil Allah 111 havfun a l ayhim ve lll hüm yahzenun.» Yunus

-

62

Meali kerimi : «Haberiniz olsun ki Allahın dostları (velile­ ri) için asla korku yoktur Onlar malızun da olmazlar Kendile­ rine bir zarar erişmeyip , korkmadıkları gibi istekleri geri çev­ rilmez ve böylece mahzuniyete de uğramazlaro)) Ey aşıkı sadık! İşte, biz Allah Resulünü ve ashabını Allah için seviyoruz, seveli m . Hısımlığımız olmadığı halde ashabını seviyoruz, se\·elim. Bu ali makamlara bu muhabbetimizle eri­ şeceğiz. Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki iki kimse Allah için b irbirini sevse, bu makama nail olur. Ya Nebi aleyhisselamı ve ehli beytini ve eviadını ve eshabını severse ne ali mertebeye ula­ şacağını senin izan ve irfanına bırakıyorum. Resuluilah efendimizin bazı isimlerini teberrüken bu risa­ leye kaydedeceğim ki, bu isi mler risalemizi süsler, nurlandırır. Sözlerimize, özlerimize, gözlerim ize nur, kalbirnize sürur veri r. o

o

EFENDİMİZiN İSiMLERİ

Ey Hak yolcusu! Ey cemale talip, ey cennete ragıp! Resul aleyhisselamın isimleri iki bin yirmi adettir. Meşhur isimleri ikiyüzbi rdir. İsınin çok olması, müsemmanın makbuliyeti ve mergf.ıbiyetine delalet eder. Kütübü semaviyenin hepsinde ismi ve evsafı şerifleri zikr olunmuştur. İncilde İsa aleyhisselam:

f V e i z kale l ysebnü . Meryeme y 11 beni i s ra i yla i n n i y Rasulül lahi i leyküm müsaddikan t i ma beyne yedeyye m i n ettevrati va m ü b e ş ş i ren b i resu l i n ye "tiy m i n b a 'd i y ismuhu Ah­ rnedu Felammll ca 'ehüm b i l - beyyinati K a l ü haza s i hrun m ü b i yn . J Saff - 6


-

56

-

Manayı münifi : Hani, Meryem oğlu İ sa: (Ey İsrail oAı.dla· rı! Ben, evvelce naztl olan Tevrat'ı tasdik ve benden sonra gele­ cek Ahmed isimli Nebiyt müjdelemek üzere gönderilmiş Allah' ın resulüyüm.) demişti . Vaktaki, Muhammed aleyhisselfun onla­ ra apaçık mucize getirince onlar, bu mucizelere sihirdir dediler. Kendi Resfıllerinin müj deleyip geleceğini bildirdiği Resfılürriüz Muhammed aleyhisselama inanmadılar. Tevratta olduğu gibi Zebur'da ve diğer suhuflarda da ismi şerifleri mevcuttur. Adem aleyhisselam, lihikmetillah memnu ağaçtan y iyin­ ce, cennetten çıkarıldı ve 300 sene:

« Kala Rabbana zalemnA enfüsenA ve i n lem

minel-hllsiriyn.t

tağfirlenA

ve

terhamnll

lenekünenne A'raf 23 -

t<Ya Rabbena, yani ey bizim Allahunız. Biz nefsimize zul­ meyledik. Sana karşı bizden zelle zuhur etti. Eğer, sen bize rahm edip bizi affetmezsen, biz büsranda kalmışlardan oluruz •) diyerek gözyaşı döküp feryad figan ile tövbe, istiğfar ederek yalvardı. Böylece gece gündüz demeyip nedamet eyledi . Bir gün tesbihi istiğfarında: «Yarabbi! Harnil olduAum nur-u Muham­ med hürnıetine bizi af eyle)) diye inlediğinde, merhameti ilahi cfışu huruşa gelip: « Ya Adem, Muhammed'in hürmetine seni ve eşini affeyledim. Benim indimde Muhammedin mevkii sana ne öğretti ? )) deyince, « Yarabbi! Beni yaratıp, bana ruh verince gö­ zümü açtım ki senin ismi şerifin ile Muhammedln ismini cen­ netin her yerinde müşahede ettim ve hildirn ki mevcudat onun için yaratıldı. Onun için suçlular bağışlanacak,)) dedi. Allah eel­ le hazretleri : «Ya Adem, bir kimsenin denizierin katresi, güne­ şin zerresi kadar günahı olsa, Muhammed hürmetine benden afüv taleb etse, affederim. Hem, ya Adem seni cennetten çıkar­ dım. Onun ümmetini cennete koyup bir daha çıkarmam. Bir kimse bana ibadet eylese, ibadeti yerden semaya kadar olsa, Dahibirn Muhammed'e içinde muhabbet yok ise, o ibadeti ka­ bul etmem,)) buyurdu.


-

57

-

Ey hak kardeşi ! Adem nebi bir hata için üçyüz sene ağladı. Biz ise her gün yüzlerce günah işiiyoruz da bir kere olsun suçumuzu hatırlaya­ ra k bir katre gözyaşı dökmüyoruz. Allahtan affımızı istemiyo­ nız . Nemize güveniyoruz? B u günah, b u isyan ile halimiz ne olacak ? Bir düşündük mü? Bu isyan sebebi ile, ya imansız ola­ rak göçersek halimiz ne olur ? Ya ahiretimiz harap olursa ? Ya cehenneme atılırsak, o korkunç azaba nasıl tahammül ederi z ? İ nsan harnarnda bile bir kaç saat kalsa, o sıcağa tahammül ede­ miyor. Nerede kaldı , cehennemin ateşine tahammül Ye sabır cy­ leyebilsin. Bir düşünelim de, Allah bizi hesaba çekmeden, biz kend i­ mizi hesaba çekelim . Yaptığımız fenalıklara, günahlara tövbe­ kar olup «Ah » edelim. Bir günaha bin gün AH etmek gerek. Bin günah ettim Yarab, bir gün AH etmedim. Gelin suçlarımız için istiğfar edelim , ağlayalım. Ağlayamı­ yorsak ağlayamadığımıza ağlayalım. Semavi kitapların hepsinde, Efendimizin ismi ve evsafı var demiştim. Aşağıdaki hikayeyi ibretle oku : H

i KA Y E

Efendimiz zamanında, Şam'da ; o asrın nadir yetiştirdiği Yahudi ülemasından alim bir haham var idi. Bin sure ve her b i r suresi bin ayetten ibaret, Hazreti Musa'ya nazil olan Tevratı şe­ rifi bir cumartesi günü mabetierinde okurken, Tevrat'ın dört yerinde Efendimizin evsafı cemilelerini ve medhi senasım oku­ duktan sonra, Efendimize hasedinden , hiyanetinden ve düş­ manlığından, Efendimizin nam-u nişanını görmemek için mez­ kfır sahifeleri yırtıp çıkardı. Ertesi hafta, ayn ı gün aynı Tevrat ı şerifi okurken Tevratın sekiz yerinde Efendimizin medhü se­ nasını gördü. Yine aynı sahifeleri dahi yerinden söküp yırttı. Üçüncü hafta Tevratı okurken, Cenabı Hakkın habibi edibini oniki yerinde övdüğünü görünce tefekküre varıp insafa geldi. O anda kalbi nur-u Muhammediye ile dolup, iman şfılesi kalbin· de yanınağa başladı . Diğer bir hahama: (Medine şehri ne taraf


- 58 -

tadır? Bana yolunu tarif eder misin ?) dedi. D iğer haham : (Aman ne yapıyorsun ? O şehre sakın gitme. Orada bir sihirbaz vardır) dedi. (Sihri ile alemi kendine bendetmiştir. Korkarım ki seni de sihri ile celb ve tesbir etmesin) dedi. Kalbine nur-u kerameti Ahmediye tulu eden: « Sus. Haltetme. İşler senin dediğin gibi değildir. )) diyerek Medine yolunu başka bir zattan öğrenip, kal­ b i aşkı Muhammedi ile yanarak, gözlerinden yaşlar dökerek, yemeyi ve İçıneyi unutarak tarik-i hidayete revan oldu. Medine şehrinc geldiği vakit, güzellikte birazcık Efendimi­ ze benzeyen Selmani Farisi'ye rastgeldi. (Ey efendi ; ben ga:ri­ bim. Ben mahbubu Huda, şefii riızi ceza, Melce-i fukara olan ahir zaman nebisine götürür müsün ?) diye rica etti. Selmani Farisi radiyalahu anh, (Merhaba. Gel benimle beraber) diyerek alıp Ravza-i Şerife doğru götürdü. Halbuki Efendimiz alemi ce­ male gideli dört gün olmuştu. Medine matem içinde idi. Sel­ man bu haberi o zata bildirmemiş, gözlerinden yaşlar döküyor i d i O zat da aşkı Muhammed ile ağlıyordu. Her ikisi ağlıyarak ravza-i pake vardılar. Selmanı Farisi: (Ey aşıkı cemali Muham­ m c d i . O senin didarını özleyip görmek için geldiğin zat ki, Ha­ b i bi Mevla Hazreti Muhammed Mustafa bundan dört gün ev­ vel Allahın emriyle dar ül ahirete göç edip vasıl-ı firdevsi ala oldular. Bizleri öksüz ve yetim bıraktılar) deyince ihtida eden zat malızun mükedder feryadı figan ile : (Ey efendi onu nasib olup göremedim . Sen gördün mü ? Meclisinde oturdun mu? Mü­ barek sesini işittin m i ?) dedi. Selman: (Evet onun cemalini gördüm, meclisi şerifinde oturdum, ben onun ehli beytinde­ n i m) diyerek kabri Resılle vardılar. Orada bulunan eshab ile feryadı figan ederek kabri nebiye salatü selam ettiler. Şamdan ge l e n o zatı muhterem : (Ey nas içinizde nebiyy-i ahir zemana akraba olan kimse yok mudur?) dedikte. İ maını Ali, (Ben onun chli beytindenim . Emınisi eğluyum, vasisiyim, kerime-i muhte­ remleri hala benim tahtı nikahımdadır) cevabını verdi. O zat : (Ey resulüllahın yakini . Bana ol Habib-i Hudanın evsaf-ı şerife ,.e ahlaki hamidelerinden bazılarını haber ver.) Hazreti Ali da­ hi gördüğü ve bildiği veçhile kendisine bir parça evsafı Resul­ den haber vermesi üzerine ol zat dahi başından geçen macera­ yı haber verip : (V allahi ve Billahi işte benim Tevrat ı şerifin yir.


- 59 -

mi dört yerinde ınedhini gördüğüm nebiyyi ahir zaman Hazre­ ti Muhammed Mustafa şeksiz şüphesiz budur) dedikten sonra , (Sizden rica ederim. Acaba bu Resfılü Hudanın mübarek vücu­ du şeriflerini mesh eyleyen elbiseleri yok mudur ? Onu kokla­ yayım. Hiç ol mazsa kokusunu ondan duyayım) dedikte, İ maını Ali : (Ya Selman . Evden Resfılün mübarek bırkasını al da getir) dedi. Selman, efendimizin hırkasırp alıp ravzaya getirdi. Eba Bekir, Ömer, Osman, Ali rıdvanullah aleyhim ecnıain hazre t­ leri H ırka-i saadeti sıra ile alıp yüzlerine, gözlerine sürerek ahı figan eylediler ve hırka-i mübareki o merd-i aşıkın hidayete eren başına vaz' eylediler. O dahi hırka-i mübareki alıp yüzüne ve gözüne sürüp, kabri Restıle karşı durup şehadet parmağını kaldırarak : « Eşhedü en la ilahe illailah ve eşhedü enne Muhammeden Resulüllah» parmağı ile kabri resulü gösterip, (Sahib-i hazel kabr) demesiyle şiddetle ağlamağa başladı . Ahu enin ile : (Ya­

rab . Sen büyüksün, Erhamer rahimsin. Eğer benim sana ve ha­ bibi ekremine olan imanımı ve tasdikimi kabul buyurdun ise bu kulunu bundan böyle yaşatma. Habibi Ekremin kabri şeri­ fi huzurunda ruhumu kabz eyle) der demez, bir kere ALLAH deyip hemen secdeye vardı. Bir de baktılar ki ruhu Cennete vasıl olmuş. Rahimehullah. İşte kardeşler! Efendimizin ismi ve e\'safı bütün ilahi ki­ taplarda vardır. Hazreti Muhammedin cismi şerifi bütün malı­ lukatın ve mevcudatın en efdali , en ekmeli ve en eşrefidir. En meşhur ismi Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemdir. Bu isim­ den sonra meşhur olan ismi şerifi Ah m ed sallallahü alcyhi \'e sellemdir. Zira , Muhammedin manası çok çok hamd ve medh olunmuş demektir. Çünkü Allahü teala kendi ismi ile beraber z ikrettiği için Hazreti Ademden, Hazret i Fahri Aleme kadar bü­

tün nebiler Y e restıller ve salihler l isanında ve kitaplarında v e

melaikelerin lisanında devran edilmesiyle Resfılü Ekreme med­ bu sena çok olup ve olacağından ezelde MUHAMMED tesmiye edip bütün mevcudatı nur-u nübüvvetinden halk buyurdu. Arş' ta ve Cennette: (LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESÜLÜLLAH)

kelime-i tayyibesini yazd ı . Semavi kitaplarda habibini Muham-


-

60

-

med ve Ahmed isimleriyle yad etti. Ahmed'in manası çok ham­ dü sena edici demekti:-. Kur'anda Muhammed, İ ncilde Ahmed i simlerini beyan etti. Resulü Ekreme tazim için Adernden Pcy­ gamberimize gelinceye dek ne bir nebiye, ne bir veliye ve ne de bir mü'mine Muhammed ismi şerifi konmamıştır. Resuluilah dünyaya teşrif buyurduklarında, zaifül kalb olanlar Resulü hakkında şüpheye düşmesinler diye Resulden evvel böyle bir Peygamber geldi g�çti dememeleri için Resulü Ekremden evvel Muhammed isminde kimse gelmemiştir. Hatta geçenlerde dünyada en çok anılan isim hangi isim­ dir diye anket açılmış, en çok zikrolunan « MUHAMMED » ism i olduğu ilan olunmuştur. Meşhur isimlerinden birkaç ismi şerifi :

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Ahmed sallallahu aleyhi ve sellem Mahmud sallallahu aleyhi ve sellem Hamid sallallahu aleyhi ve sellem Ahyed sallallahu aleyhi ve sellem Vahid sallallahu aleyhi ve sellem Mahin sallallahu aleyhi ve sellem Haşirin sallallahu aleyhi ve sellem Akibün sallallahu aleyhi ve sellem Taha sallallahu aleyhi ve sellem Yasin sallallahu aleyhi ve sellem Tahir sallallahu aleyhi ve sellem

Diğer ismi şeriflerini öğrenmek isteyen Aşık (Delail-i H ay­ rat) kitabına baksın. İ smi şeriflerinin manaların ı ve bassahırı­ nı öğrenmek isteyenler de (Delail Şerhi - Kara Davud) nam ın­ daki kitaba baksınlar. Ahmed ve Muhammed isimlerinin bazı hassalarını s i z l e re beyan edeyim : Yarın kıyamet gününde, isimleri Ahmed n! Muham med olanların bu isimlerine binaen affa nail olacakları beyan olun­ muştur. Yine Ahme d ve Muhammed isimli kimselere, bu isim­ lerinden ötürü hürmet etmemiz vacibattandır. Bir meclise Ah­ med ve Muhammed isimli kimseler geldiği vakit de, onları mec·


- 61 l isin en mutena yerine geçirip izzet ve ikram etmemiz lazımdır.

' . Dini_?lizce, hiç l;>i : mü .mi !le .se b ve � üfür etm�� layık de ­ gıldır. Bahusus bu ısımlerı hamıl olan kımselere, ısırolerinden ötü� saygı gösterip hiçbir ağır söz söylememek lazımdır. Islam tarihinde : Abdullah İbn-i Zübeyr narnındaki hali­ fenin derisi yüzülüp idam edilmişti. Buna sebep, Hazreti Ali'­ nin eviadı Muhammed Hanefi hazretlerini seb ve şetim eyle­ yip hapsetmesinden dolayı Allah Haccac-ı Zalimi başına mu­ sanat etmiştir . . Başına gelen felaketin bu isme saygısızlığın­ dan olduğunu, Islam alimlerinden bazıları beyan buyurdular . Sen de erkek eviadının ismini Ahmed ve Muhammed koy. Bu şerefli isimlerle eviadını şereflendir. Ne kadar güzeldir ki, şanlı ordumuza Mehmetçİk ismi verilmiştir. Bu şerefi e ne kadar öğünsek ve iftihar etse k azdır. Zira Cenab-ı Hakkın sevdiği isimlerdendir. .

MÜBAREK HİLYE-1 ŞERlFLERl

( 1\lübarek evsafları ) Hazreti Esedullah A l i ibn-i Ebi Talib kerremallahu veçhe ile onbeş sahabe rivayet eyleyip tarif ettiler :

Resfılü mücteba 1\luhammed 1\lustafa Sallallahü aleyhi ve sellem hazretleri Hılkatçe ve ahlakça insan oğullarının ekmeli idi. Bütün enbiya-i izam aleyhimüssalatü vesselam, tamül aza ve güzel yüzlü olup, Rabibi Hfıda onların en güzeli idi. Cism-i paki gü­ zel, her azası mütenasip, endamı gayet matbu. Alnı, göğsü ve avuçları ve iki omuzunun arası geniş idi. Boynu uzun v2 mevzun ve gümüş gibi saf. Omuzları ve pazuları, baldırları iri ve kalın, bilekleri uzun. Parmakları uzunca, elleri ve parmak­ ları kal ınca idi. Mübarek karnı göğsü ile beraber olup şişman değil i di Ayaklarının altı çukur olup düz değildi. Uzuna yakın orta boylu, iri gövdeli, güçlü kuvvetli idi . Ne zayıf, ne semiz. Belki i kisi ortası sıkı etli idi. Mübarek cildi ise ipekten yumu­ şak idi . Kemali itidal üzere büyük başlı, hilal kaşlı, çekme burunlu. Az değirmi çehreli v e söbüce yüzlü idi. Şişmaıı yüzlü, yumru yanaklı değildi. .


- 62 -

İki kaşının arası açık ve fakat kaşlar birbirine karip i d i . Çatık kaşlı değil idi v e i k i kaşının arasında b i r damar var i d i ki kızdığı vakit kabarıp görünür idi. Kirpikleri uzu n , gözleri kara ve güzel, büyücek idi. Gözlerinin akında az kırmızılık Yar idi. Rengi ezher idi. Yani ne kireç gibi beyaz ne de kara yağ ı z . Belki ikisi ortası v e gül gibi kırmızıya mail beyaz v e nurani ve berrak olup mübarek yüzünde nur lernaan eder idi . Dişleri i n­ ci gibi abidar ve tabidar olup, söylerken ön d işlerinden nur sa­ çılır ve gülerken femi saadeti bir latif şimşek gibi ziyalar saça­ rak açılır idi. Saçlarını uzattığı vakit kulaklarının memelerini tecavüz ederdi. Sakalı sık ve tam idi. Uzun değil idi ve bir tu­ tamından ziyadesini alırdı. Alemi bakaya rıhlet buyurdukların­ da saçı ve sakalı henüz ağarmaya başlamış, başında, biraz sa­ kalında yirmi kadar beyaz kıl var idi. Cismi nazif, kokusu la­ tif idi. Koku sürünsün, sürünınesin teni ve teri en güzel kok u­ lardan ala kokardı. Bir kimse onunla musafaha etse bütün gün anın rayiha-i tayyibesini duyardı. Mübarek elile bir çocuğun başına mesh etse, rayiha-i tayyibesiyle o çocuk sair çocuklar arasında malum olurdu. Doğduğu vakit dahi pak ve latif idi ve sünnetli, göbeği ke­ sik olarak doğmuş idi. H issiyatı, fevkalade kavi idi. Pek uzak­ tan işitir ve k imsenin göremeyeceği mesafeden görür idi. Ve her hareketi mutedildi. Bir yere azimetinde acele ve sağa, so­ la meyl etmeyip kemal-i vakar ile doğru yoluna gider. Faka t sür'at ve suhulet ile yürürdü. Şöyle ki; adeta yürür gibi gö­ rünür, lakin yanında gidenler sür'at ile yürürlükleri halde ge­ ri kalırdı. Mübarek yüzünde nur-u melahat , sözünde sela­ set ve letafet var idi. Lisanında talakat ve fesahat, beya­ nında fevkalade belagat var idi. Beyhude söz söylemeyip her kclarnı hikmet ve nasihat idi . Herkesin aklı idrakine göre söz söylerdi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Kimseye fena söz söy­ lemez ve kimseye bed muamele eylemez. Kimsenin sözünü kes­ mez idi. Mülayim ve mütevazi idi. Haşin ve galiz değildi. Fakat mehip ve vakur idi. Gülmesi dahi tebessüm idi. Anı ansızın gö­ ren kimseyi mehabet alır idi. Onunla ülfet ve musahabet eyleyen kimse, ona can-ü gö­ nülden aşık ve muhip olurdu. Ehli fadla derecelerine göre ih-


- 63 -

t irarn eylerdi . Akrabasına dahi pek ziyade ikram eylerdi , laki n , onları kendilerinden efdal olanların üstüne takdim etmezdi. Ehlibeytine ve eshabına hüsnü muamele ettiği gibi . sair nassa dahi rıfk ve lutuf ile muamele ederdi . Hizmetkarlarını pek ho� tutardı. Kendisi ne yer ise onlara yedirir, ne giyerse onlara giy­ dirirdi . Cömert , kerim, şefik ve rahlm, sed ve halim idi. Ahcl-u vadinde sabit ve sözüne sadık idi. Hüsnü ahlakça \"C aklı zcka­ vctçe cümle nasa faik ve her türlü medhü senaya l ay ı k idi. Mccl­ dahı Allah idi. Velhasıl sureti güzel, sireti mükemmel , misli ya­ radılmamış ve yaradılmayacak bir vücud-i mesut Ye müb are k idi. Allahümme salli v e sellim aleyh v e ala alihi ve eshabihi ecmain.

Ey talibi rızayi ilahi! Resul aleyhisselamın mübarek şemalini , eshabı kiramın haber verdiği gibi buraya yazdım. Tekrar ve tekrar oku. Rab: birniz cümlemize dünyada kabrini ziyaret, alemi manada ce­ malini , müşahede alemi ahirette şefaatine nail buyursun. Ya­ rın, mahşer günü cümlemizi onun livası altında cem ve haşrcy­ lesin. Amin . Bi-hürmeti seyyidil mürselin. Peygamber efendimizin Cenabı Hak i nelindeki makamına ait ayetleri ve hadis-i kutsilerin bazılarını size haber verdim. Bunlar onun hakkındaki makamatı Muhammediyen in bir cüz'­ üdür. Resulün isimlerini ve evsafını cemilinden ahlak ı Muham­ mediyesinden bir nebzedir. Onu çok sev, zira dünyamız onun­ la mamur, ahiretimiz onunla mesrur olur. Kabir denilen a h i ­ retin kapısına vardığımızda, iki melek gelir. Bu meleklere mün­ ker ve Nekir isimleri verilir. Bunlar kabre giren mevtaya gel ir­ ler ve soru sorarlar: Rabbin kimdir? Dinin hangi dindir? Ah ir­ zaman Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.) hakkında bilgin nedir diye sual ederler. Dünyada onu sevdi ise (( o beni m sevgi li Peygamberi m , Hakkın sevgilisi ve Resulüdür» der ve bu cevabı verenin kabri Cennet bahçesinden bir bahçe olur. İ manın nuru ile kabri pür nur olur. Onu sevmek nimetine nail olamayalar , (Müslümanlar Muhammed Peygamber) derlerdi diye cevap ve­ rir. Böyle cevabı alan iki melek o münk i r ve münafıkın kabri-


- 64 ni

ateşle doldururlar. Allah bizi ondan dünyada ve ahirette ay ır­ mas ın. Onu s e v , unun sünnetine riayet et. Zira , seven meyus mü­ keddcr ve mahzun olmaz. Severim diyen ona çok salavat okur. Zira, kişi sevdiği ile haşr olur. Aşağıda ki kıssayı ibre t le oku. Onu seven , onunla haşr olacağını ayeti celile haber vermektedir.

H i K A Y E Res(ılü Ekremin kölesi Suban radiyallahu anh efendimiz, Reslulüllahı ziyade severdi. İçinde bir endişe vardı. Ben bir gün Hazreti Resulü görmesem firakına tahammül edemiyorum. Yarın malışer günü o n ebile rin serveridir. Onun Cennetteki makamı her halde benden yücedir. Orada ayrı düşersek benim halim nice olur diyerek sararmış, solmuştu. Resulüllah efendi­ miz bir gün Suban'ın bu halini gördükte : (Ya Suban hasta mı­ sın? Sararıp soldun) deyince içindeki endişeyi Restile a çı p ağ­ ladı . Efendimiz de :

((Ve

f e ..ı l a i k e n ı a ;ı ; lez;yne

men y u ti - : 1 1 2 h e verre s Cı ; e

e n ' a m a l l a h ü a l e y h i m m i n e n - n e b i y­

y i n e vcss ı c d ıyk ı yn e v J s � ü h e d a i vess a l ; h i y n e ve h a s u n a ü l a ı ke r e f i yka za l i ke l fa z l u mi nallahi ve kafa

billahi a l iym5 . ,

N i sa

-

6 9 . 70

(( Şu muhterem kimseler ki Allah ve Resulüne itaat ettiler.

İşte bunlar Allah tealamn in'am ve ihsan ettiği kimselerle be­

raberdirler, ay nl m azlar Nebilerle, sıddiklarla, şehidlerle ve salihlerle beraberdirler. Onlann arkadaşlıkları ne güzeldir. İş­ te bu, Allahın fazlıdır. Allahın hakkı ile herşeyi bilmesi kafidir, ona itimat ediniz.» mealincieki ayeti kıraat buyurdular. Demek .

ki Allaha ve Peygamberimize itaat edecek olursak, Nebilerden, sıddiklardan , şehidlerden ve salihlerden kimi seviyorsak bera­ ber olacağız.


-

65

-

Zaten, Resul buyurdu ki : (Kim kimi severse, o kişi sevdi�l iledir.) Peygamberleri seversek onlarla beraber oluruz. Zalimleri seversek zalimlerle beraber oluruz. Öyle ise kardeşim, Allaha makbul kişileri sevelim, onlarla beraber olalım. Onlar hakkın cennetinde, zalimler ise hakkın nanndadır. Mübarek suretinden bahseylemiştik. Biraz da mübarek si· retinden bahsedelim : Resfılü Ekrem Efendimiz, kendisine karşı olan eza ve ce-. falara sabredip, eza ve cefa edenlere çirkin, kabih sözler söy­ lemez idi. Daima affeder, sabırlı ve halim idi. Uhud muhare­ besinde kafider mübarek dişlerini şehid ettikleri zaman, es­ habın bazıları (Yi ResCi.lallah, bu kafirlere beddua eyle) de­ diklerinde Efendimiz: «Ben alemiere rahmet olarak gönderil· dim. Beddua için gönderilmedim)) buyurdular ve ilave ettiler ki: ((Bugün bana karşı harb eden bu zavallılar içinde bana iman edecek çok kimseler görüyorum. Bunlann evlidlan AJ. lah dinini şarka, garba yayacaklar. Allah için gaza edecekler­ dir)) buyurdu. Ne büyük görüş . . . Hakikaten de böyle oldu. Uhud'da efendimize karşı harb edenler, onun dini için canlarını verdiler. Mübarek dişleri kı­ rıldığı vakit şöyle dua ediyordu: «Yarabbi ! Kavmime hidayet ver. Onlar bilmiyorlar)) diye­ rek gözünden yaş döküyordu. Sallallahu aleyhi ve sellem . Bir Yahudi karısı efendimizi zehirlernek istedi. Bunu haher alan efendimiz, bu kadına ceza etmeyip affeui. Efendimiz çok cöınertti. Kendilerinden bir şey talep olundu� vakit kim­ seyi boş çevirmemişti. İsteniten nesne kendisinde bulunmasa dahi borç alırlar, o kimsenin gönlünü hoş ederlerdi. Herkese kendi kadrine göre ikram-ı ihsan ederdi. Şeci idi . M u h arebe lerde katıra biner. Hele Hüneyn harbinde bütün ashab lihik­ metin düşmana karşı yüzgeri ettiği zaman, O yalnız başına düş­ mana ham le etmiŞti. Allahü tea!a Kur'an-ı Keriminde: �

­

lr,Jd, Cilt 1

-

F : 5


-

« E I Ieziyne

y u b� l l i g One

66

-

r i s a l a t i l l a h i ve y a h şevnehu ve

la y a h şevne

eha d en

i l l a l l a h ve

kefa b i l l a h i h a siyba . »

Ahzab - 39

Meali k e rimi : «0 peygamberler ki, onlar Allahın buyur­ duklarını halka tebliğ ederler. Onlar ancak Allahtan korkar­ lar. Ondan başka hi�bir kimseden korku duymazlar. Allah on­ lara yardımcıdır ve kafidir. »

B izim peygamberimiz olan Hz. Muhammed gibi cemi en­ biya da Allahtan başka hiçbir şeyden korkmamışlardır ve korkmazlar. Habibinin, kendisinden başka hiçbir malıluktan korkma­ dığını beyan ediyor. Büyüklerle büyük, küçüklerle küçük mu­ amelesi ederdi. Ufak çocuklara iltifat eder, fukaraya zengin­ den fazla muhabbet gösterirdi. Zayıflara ve garibiere müşfik ve merhametli idi. Bütün mahlukat-ı ilahiyeye karşı rauf ve rahim idi. Mütevazi idi. Hasır üstüne oturur, merkebe biner. evinin yiyeceğini kendi taşırdı. Bazen, toprak üstünde namaz kıldığı olurdu. Efendimiz fukara ve gayrimüslim olan hasta­ larm da ziyaretine gidip hal ve hatırıarını sorarlardı. Köle ve fukara kendisini davet etse, davetlerine icabet ederdi. Bu­ yururlardı ki :

«Her malıluka karşı merhametli olun. Hak da size mer­ hamet etsin.» Hanesinde hizmet eder, ailelerine yardımda bu­

lunur. Hamur yoğurur. Bazen evini süpürür idi. Esvabını di­ ker, koyunlarını sağar, yırtılan elbiselerini yamardı. Kendi işlerini kendi görürdü. Hizmetçisi ile beraber yemek yer, bazı işlerde hizmetçisine yardım ederdi. Resulü Ekrem Efendimiz, bütün insanlardan adil, emin, sıdk-ı bütün idi. Peygamberl i ğ i ni izhar emri gelmeden önce müşrikler ona ( Muhammed-ül emin) derlerdi. Velhasıl, ahlak bak ı m ı ndan huluk-u azimin fevkinde idi. Allah cümlemizi şefaatine nail buyursun.


- 67 -

Ey aşıkı sadık! Resuluilahı canından ziyade sev. E�habına ve aline ve ezvacına salatu selam eyle. Mübarek sünnetlerine it­ tiba et. Ahlakını Resuluilahın ahlakına benzetrneğe sa'yü gay­ ret eyle. Sünnetine riayet eyleyen, Fahri Alemi sevdiği için sünnete ittiba eyler. İbn-i Abbas, Resulden rivayet eyledi : a:Ümmetimin fesadı zamanında, bir kimse sünnetimden bir sünnetiıne yapışır, onu icra ederse ona verilen ecir yüz şe­ hid sevabıdır.» buyurmuştur. Hazreti Babbab kıssasını oku. İşte sevgi böyle olur. Davada bürhan gerektir. Şahidin olmazsa korkarım dava­ yı kaybedersin. Muhabbet ve aşk , sevdiği uğruna her şeyini fe­ da etmektir. Bak aşıkı sadık'a, nasıl sevdi Resulü . İ bret ile tekrar tekrar oku, aşık böyle olur. Cevre tahammül etti ama visale nail oldu. H i K A Y E

Peygamber efendimiz, devrinde bulunan padişahlara ve krallara ve kabile reisierine mektup yazıp, Din-i İsiama davet etmişti. Mesela: Rum padişahı Herakliyüs 'e, İran Şahına, Mı­ sır kralı Mukavkise, Yemen emirine, büyük, küçük kabHelere name göndermişti. Tarih kitaplarında mufassalan beyan olu­ nur. Bazıları bu mektup ve davete icabet etmişler, cevap ver­ mişler. Bazıları ise Resulün elçilerini katletmişlerdi. Bazısı da cevap vermeği zül addetmişler, gelen mektubu bir tarafa bı­ rakmışlar, hiç alakadar olmamışlardı . Bazısı efendimize karşı düşmanlığa başlamıştı. İcabet edenler, bu davete karşı elçi göndermiş, İ slamlığı öğrenmiş ve İ siarnı kabul buyurmuşlardı . Rum pailişahı Hera k l iyü s , M ı sır padişahı Mu kavkis mek­ tubu almışlar, cevap vermişler, cevapla beraber efendimize he­ diyeler göndermişlerdi. İ ran şahı , efendimizin elçisini katiet­ miş ve mektubu peygamberiyi yırtmı ş , Allahın gazabına uğra­ mıştı.. Kendisi elçiyi nasıl katiettirdiyse, kendi öz eviadı tara­ fından kati olunmuş , mülkü de yakın bir zaman içinde mek­ tup gibi parçalanmıştı.


-

68

-

Bu arada, Arap kabile reisierinden bir kabile reisi olan Habib namında bir emire mektup yazıp İ siama davet etmişler­ di. Bu zalim adam da mektubu okumuş, Peygamber elçisini bir haylice hırpaladıktan sonra kovmuş. Pür hiddet (Bu mek­ tubu önümden kaldırın) deyince mektubu diğer evraklarla be­ raber sarayın hazinesine bir sandık içine koymuşlar. Lihikme­ tillah mahfuz kalmıştı. Kabile şeyhinin yetişmiş , gayet güzel bir oğlu vardı . İ smi Habbab idi. Bu yiğit, günlerden bir gün bir evrak almak için babasının hazine odasına girer. Mezkur san­ dığın içinde evrak ararken , efendimizin mektubu Rabbab'ın eline geçer. Mektub-u şerif nazarı dikkatini celb edip, açar okur; okur amma bütün vücudunu i man ateşi kaplar. Kalbine i slamiyetİn nuru doğar. Bu nur, bütün vücudunu sarar. Zira, o mübarek mektupta ol kelime-i müncie-i mübareke ki Cenne­ tin miftahı ismullah :

(LA İLAHE iLLAILAH MUHAMMEDtlN RESÜLtiu.AH)

yazılmıştı. Mektubun münderecatı insanım diyen her kimseyi derhal kendine çekiyor, ona hak ve hakikati gösteriyor. Allah­ tan başka ilah yok d iyor, ibadete ve tanınmaya layık ancak O' dur diyordu. «Ey hükümdar ! Kendini nas'a Al lahım diye taptırma, bir­

birimize ilah diye tapmayalım . » İ man edene dünya, ve ahirette selamet yollarını gösteriyor. İ man etmeyene dünya ve ahiret ­ te bulacağı cezayı hatırlatıyor. Zulüm edilmemesini, ad i ile ic­ rayı hükümet etmesini, bütün insanların Allahın k ulu olduğu­ nu, hiçbir milletin b irbirinden fai k olmadığını , Allahtan kor­ kanların Allah ind inde kerim oldğunu bildiriyor. - i mzas ı : (Allahın kulu v e Resfılü Muhammed) i d i .

Habbab, mektubu tekrar tekrar okudu. Mektubun sahibi­ ne kalbi n de öyle bir muhabbet doğdu ki, lisan bu muhabbeti

tarifte aciz kaldı. O g'ünden sonra Habbab 'ı bir düşüncedir al­ dı. Yemez, içmez, uyumaz oldu. Bu mektubun sahibi Muham­ med kirndi ? Niçin mektubu yazıp onları dini İ siama davet et­ mişti ? Hem kendisi Allahın kulu ve Resulü olduğunu yazıyor, onlardan bu daveti mukabilinde hiçbir karşılık istemiyordu.


-

69

-

Onları necat'a, felaha, saadete çağırıyor, dünyada hacil, ahiret­ tc rezil olmaktan kurtarınağa delalet ediyor. Hakka kurbete cemale, vuslata davet ediyordu. Mektuptan babasına açacak oldu . Babası, sözünü kesti, (Evet böyle bir mektup gelmişti. O mektubun sahibi, bizim di­ nimizi ve putlarımızı yalanladı, Arap milleti içine tcfrika sa­ lıp yeni bir din kurmak isteyen , İ slam dininden gayri bütün dinleri batıl diye söyleyen, [u kara ile zengini bir tu tan , köle ile hür kimseyi müsavi gören bir sihirbazdır.) dedi. (Oğlum sakın ona aldanma! Zcv k - ü sefana bak.) Fakat , la ilahe iliallahın nfıru, Muhammed Resuluilahın aşkı , vücudunu kaplamış olan yiğit, babasının bu sözlerine teaccü p etti. İçin­ den, (Yazık sana baba, seni nceata çağıran bu hak münadisi­ ne bu sözleri nasıl utanmadan söyleyip iftira ediyorsun) dedi. Fakat Muhammed Resuluilah ismini okuduktan sonra mübarek cismine aşık olmuş, gece gündüz hakka münacaat ed i p (İlahi Yarab , kalbimi biliyorsun, Resfılün yüzünü gönneden aşık ol­ dum . Başımı sırası geldiği vakit de tereddütsüz verrneğe hazı­ rım. Bir kere olsun onun cemalini bana gös ter. Öy1e öleyim. Bana bundan sonra taht, saltanat gerekmez) diye aşkı muhab­ beti ile başbaşa kalıp tenhalara kaçıyor, ağlıyor, ol Re sf.ılü müçtebanın adını dilinden düşürmüyor, gece gündüz Rabbine yalvarıyordu . . . Ey aşıkı sadık! İnsancia istidadı ezeli olursa, bir işaret ona kafidir. A teşe kendini atan pervane böceği gibi , hemen nfıru gördü mü ora­ ya kendini bırakır. İstidadı olmayan da güneşten kaçan yara­ sa kuşu gibi nfıru gördü mü sırt çevirir. Penceresini, perdesi­ ni indirir de, semada güneş yok diye bağırır. Allah; ölüden di­ r i , diriden de ölü çıkarır. işte ölüden diri çıkmıştı öyle bir za­

limden böyle bir aşık zuhura gelmişti. Zehirden şifa olduğu gi­ b i . Babası bilmiş olsaydı kendinden böyle bir oğul gelip ke!!­ di putlarını yalanlıyacağını ve kendi ·idealine düşman olacağı: nı bilseydi elbette onu belinde taşımazdı . Halbuki onu ııe ernel­ leric büyütmüştü. Ey hakikati arayan. Bu dünya aleminde herşey böyledir.


- 70 -

Kişi düşmanını başında taşır. Bu sırları biz bilmeyiz, Allah bi­ lir. Allah . bu kainatı bu esrar üzerine kurmuştur. Firavun , düş­ manını bulmak için nice masumların kanına girmişti de , öldür­ mek için aradığı düş manını yani Hz. Musa'yı , Allahü tcala Fi­ ravunun kendi kucağında büyüttürmüş idi. Düşün, kainata ib­ ret gözü ile nazar eyle! Böyle nice sırlara vakıf olacaksın, ken­ di tarihini oku. Nice sultanlar kendi oğullarını öldürttüler. Ni­ ce babalar da kendi ömürlerinin semeresi yavrularını boğdurt­ tular, nice evlatlar da öz babalarını katlettiler. Önceden bu sır­ ları bilselerdi, eviadlarını dünyaya getirirler miydi ? İşte her­ şeyi Allah bilir, biz bilmeyiz. Ancak bildirdiği kadar biliri z , b i z yine sözümüze gelelim : Rabbab 'ın aşkı günden güne ziyade oluyor. Resulü görme­ ğe, onunla buluşmağa, onun cemaline erişmeğe sabırsızlanıyor­ du. Fakat kolay değil . Maşuk hemen ele geçmez. Tahammül l�l­ zım, sabır lazım. Dikensiz gül olmaz. Gülü koparmak için mut­ laka eline diken batması şart. İçinden gelen bir his, iştiyak, bu aşk kelime olarak Usanından dökülmeğe başlamıştı. Ben buraya, Habbabın efendimize söylemiş olduğu sözleri Türkçe manzum olarak yazdım . Sen de oku ve ezberle. Sana canım kurban ola Muhammed. İki aleınde derınamın Muhammed. Seni görmezden evvel şevk-i aşkın Bana kar etti sultanım Muhammed. Hayalin gönlüme nakş oldu, çıkmaz. Cemalin olsa seyranım Muhammed. Yakar aşkın od'u bu cism-i canı Eriş dennana lokmanım Muhammed. Olursam senin için pare pare Feda olsun sana canım Muhammed. Visalin teşnesiyim, eylerem ah. İşitsen zar-ı giryanım Muhammed. Nolaydı, bir irişsem haki paye Geçirsem anda devranım Muhammed. Bu sözleri hem söylüyor, hem ağlıyor, hem de inliyordu. Gece uykusunu terk etmiş, ıyş-u işretten, nas ile sohbetten ke


- 71 siJmişti. İnsanlardan kaçıyor, daima tenhalarda dolaşıyor. Ana ·

sı, bu hale vakıf olup meseleyi babasına açtı. Baba divanı top­ layıp, Habbabı divana davet etti. Habbab divana geldiğinde babası oğlunu kucaklayıp gözlerinden öptü. Halini sordu . su­ al etti: {Ne oldun oğlum ? Nedir bu halin ? Ben padişah babana söyle. Çares ini göreyim . Derd ine derman olayım) deyince . Hab. bab hazretleri : (Bacağığım, ben o mektubu okuduğum günden beri Hazreti Muhammed'e aş ık oldum.B ô.tıl dininizi terket t im . Putlarınızdan yüz çevirdim. l3en şimdi Al!ah'ı buldum ve bil­ el i m . Onun Resulünün aşıkıyı m . Belki bana kı zacaksınız, beni hapsedeceksiniz, belki bana eza cefa edip öldüreceksiniz. Bu nu biliyorum, ölürüm bu yoldan vazgcçmem. Onu göremez scm muhakkak ölüıiim. Bilin, duyun. Ben Müs l üman oldum . Ahir zaman nebisine iman getirdim) d iyerek keJ ime-i şehô.det getirdi. Baş parmağını kaldırarak: (Eşhedü en la llahe illailah ve eşhedü enne Muhaınmeden resülüllah) dedi . . . Bu sözleri oğ lundan dinleyen baba, pür gazab yerinden fırlayıp Habbab 'ı tu­ tup yere vurdu. Tekme ile öldürrneğe kasd edip ayağının altın­ da çiğniyor, (Bu sözlerinden dön , seni öldüreceğim) diye put­ larına yemin ediyordu. Bütün vüzerası emire yalvararak Hab­ bab'ı onun elinden aldılar. Muhakkak bir ölümden kurtulmu-ş­ tu . Vezirler emire dönüp : (Ya emir. Böyle bir civana kasd et · meyin. Biz ona nasihat eder, dinimize çeviririz) dediler O gün­ den itibaren paluze tenli, ahil gözlü kızları Halıbab 'ın yanına gönderip onu ıyş-u işrete teşvik ediyorlardı . Ona sözde nasihat ed ip: (Bilmediğin dine neden giriyorsun ? Neden bizim dinimi· zi t erk ediyorsun ? Aklını başına alıp düşün . Peşin nimetleri b ı · rakıp gelecek nimetiere inanıyorsun. Tahtını tacını terkedecek­ si n, onla kalsa iyi. Baban seni kendi eliyle öldürecek. Bunca sal­ tanattan olacaksın. Bak güzel eadyeler senin için, taht, taç se· njn için) dediklerinde Habbab : .

« Bana , küfürde sultan , emir olmaktansa, Muhammed'in dininde köle olmak daha iyidir>> diyor. Ne güzel kızlara bakıyor, ne de bu sözlere kulak veriyordu.

Ah Muhammed Resülüllah. Ah Allahü ahad. Reswü Ahmed diye feryat ediyordu. Birkaç gün de böyle geçti. Günlerden bir


-

72

-

gün babası Babbab'ın yanına geldi . Yapılan nasihatlerin hiçbir faydası olmadığını görünce tekrar Babbab 'ı öldürrneğe kasd edip ayağının altına aldı. Durmadan vuruyor, kuruyası ayakb­ rı ile tekmeliyordu. Babbab'ın ağzından, burnundan kanlar bo şanıyor, fakat ağzından bu mübarek kelimeden başka söz çık · mıyordu:

«Li. ili.he iliallah Muhammedün Resô.lüllah. »

Emir bıçağını çekti. Öldüreceği sırada yine vezirler araya girip : (Ya emir. İşi bize bırak. Mademki nasihatle uslanmadı, onu biraz hapsederiz, korkuturuz, işkence yaparız, belki dini­ mize döner. Hemen katletme) diye emire rica ettiler. Rab­ bab'ın figanına dağlar dayanamaz iken, zalim babanın taştan katı olan kalbinde hiçbir merhamet eseri görülmüyordu. (Ya emir, yapacağımız işkence ve hapis ile uslanmaz ise o vakit katlettirirsiniz) dediler. İşkence başladı. Evvela cellatlara Habbab'ı dövdürdüler, aç bıraktılar. Ekmeğin tuzunu ziyade edip kendisine su vermediler. Habbab, yapılan bu işkencelere rağmen dini islamdan dönmek değil, bilakis aşkı ziyade oluyor, işkenceleri canına minnet ve devlet biliyor, Onu görmedim ise Onun için ölüyo­ rum diye teselli oluyordu. Bir gün, yine emir gelip oğluna nasihat zım.nmda : ( Bak oğlum. Canına yazık ettin. Bizleri de felakete uğrattm. Sana acıyoruz. Bu nasihatim son, seni eellada vereceğim. Gel dinine dön. Benim yerime sen emir ol) deyince Habbab hazretleri : (Ey baba, sen ne söylüyorsun? Ahireti dünyaya mı değişe­ yi m ? B en , tenekeye altını değişmem . Ben, Allah'ın kuluyum . O ki bütün alemierin Rabbidir. Onun habibine aşıkım. Kalbirn o nu n aşkiyle dolınuştu r. Değil ki böyle azap etmek, bundan bin defa daha fazla şiddetle azap etseniz, cismimi parça parça dağıtsanız. İslam dininden dönmem) dedi. (Ne azabınız var ise yapın. İşte başım, sırtım, cismim. Karşınızdayım. Yapın, sizin azabınız bana tesir etmiyor. Aşk benim vücudumu sardı . Onun yo luna bu can-ü teni k oydum . Aşk ateşi b ana yoldaş oldu .)


-

73

-

(Muhammed hazrederine uyan, onun yoluna can ve baş koyar. Ey baba! Kibrini kır. Milletinden utanma. Aklın var ise İ shiına gel . Sen beni kamçı ile küfre davet ediyorsun, ben seni t a t lı sözlerimle Hakka davet ederim.) Babası baktı ki çare yok, kendi yoluna gelmeyecek, cellatları çağırıp: (Buna üç gün ݧ kence ediniz, dördüncü gün katlediniz) dedi. Ol hazreti alıp b i r kamçılı adam tayin ederek güneş a l t ında su çektirdiler. Yor­ gunluğuna bakınayıp kamçı ile vuruyorlar (Muhammed 'den dön . Putlarımıza tap) diye cebr ediyorlardı. Ağzından , burnun­ dan ve başından akan kanlar üs tünde kurur, ağzında ecU ilahe­ illallah )) sözünden başka söz işi tilmezdi . Suyu o çek t iği halde ona bir yudum suyu çok görürlerdi . Artık ayaklarında derman, gözleri nde fer kalmamışt ı . Üç gün , üç gece böyle tamam oldu . i dama gideceği saatler yaklaştığı anda bekliyen nöbetçiyi öy­ le bir uyku bas t ı rdı k i , yüzünü yı kadı , e tin i çimdi kledi, imka­ nı yok bir türlü uykusunu bozamıyordu . Zaten Habbab 'ı ka­ lın zincirieric bağlamışlar, eli ve ayağı kelepçeli idi . Ne ayağın­ da kuvvet, ne de gözlerinde fer kalmıştı. Üsteli k de 3 gündür onu tuzlu ekmekten de men' etmişlerdi. Nöbetçi uykuya daldı. Öy1c b i r uyku k i . . . Zavallı uyumayayım demişti ama , Hak ona u yu demişti. Bunun farkında bile değildi. Hab bab durmadan k uyunun çıkrığını ağır ağır çeviriyor, bir taraftan Allah'a niyaz ediyordu: (Yarab ; sen kadir-i kayyumsun. Şu halimi görüyor­ sun, derde derınan eden sensin. Benim dcrdim sence mal um Habibin Muhammed'·e giden yolları bana aç. Onun mübarek ce malini göster. Bu çektiğim eziyet, cefa benim d i n yolundaki if­ t i harımdı r. Onu bu dünya gözü ilc görmeden ölürsem, Mahşeri beklemek benim için azab olur. Ondan bir dakika- ayrılık bana yüzlerce yıl gibi geliyor. Ey hallel müşküla t olan A1lah . Senden diliyorum, beni onunla kavuştur) diye deruni bir ah çekti. Ey ihvanı din! Bilmem ki bizlerde böyle imanın muhabbe­ tin ve aşkın zerresi var mı ? Ey Muhammed ümmeti kendini bir yokla. Bir kuruş için dinini dünyaya değişiyor musun ? Ki o bir kuruş senin değil, bil ki mirasçınındır. Öleceksin. Hırs ile bi­ ri ktirdiğimiz mallarımızı sevmediklerimiz taksim edecek. Ade­ tuilah böyle cercyan etmiştir. Mal sahibinin malı, sevmedikle-


-

74

-

ri ne k a l ı r Komşuna eziyet. cefa edersen .Allah o eziyet ettiğin

komşunu senin malına varis eder.

Ruhu, melek-ül mevt kabzeder. Bedenini, toprak yer, ma­ lını mirasçı alır. Bilmem sana ne kalır ? İşte aşk ebediyettir. Muhabbet onun tacıdır. Allah bu dini bizlere zahmetsiz ihsan etti. Böyle bir zahmet görsek, yahut İslam diyarında dünya­ ya gelmeseydik halimiz nice olurdu ? Hakkın bu ihsanından ötürü seede-i şükre var. İşte Eshabı Resulden niceleri, bahusus Bilal ve Hilal Radıyallahü anhuma ve bunlara benzer binlerce, yüzbinlerce mürnin-i sıddık böyle meşakkatler gördüler de dinlerinden dönmediler. Ateşiere atıldılar. Testerelerle biçil · diler. Dinlerini ve imanlarını iki günlük dünya meta'ına sat­ madılar. Bu cefaları canıarına minnet ve devlet bildiler. Sey­ fullah Halid ibn-i Velid'in şu sözüne bakınız : «Birçok muharebelere girdim, vücudumda yarasız bir yer kalmadı. Şimdi kadınlar gibi yatağıının içerisinde ölüyoruiiD> diye hayıflanıyordu. Hepsi şehadeti canına devlet ve minnet biliyorlar. Zira, şfıhedanın Allah indinde diri olduğuna ve indi ilahide merzuk bulunduğuna imanları tam idi. Bizden evvel geçen ümmetler de kendi nebilerinin dinleri için seve seve canlarını Allah'a vermişlerdi. Hele Meryem oğlu İsa'nın kavminden hak için, hak yoluna binlerce adam vahş1 hayvanıara yem olarak parçalatılmıştı. Bunlar, hayvanlar ta­ rafından parçalanırken, hayvanlardan daha adi olan hak düş­ manları bunları zevk ile seyrediyor, yakın bir zamanda narın özüne atılacaklarını hiç hesaba ka tmıyorlardı . Allah içın can verdiler, cananı buldular. Allahtan ayrıl­ madılar, ona verdikleri sözden dönmediler. Fakat, şimdi onlar fc \Z- i neca l t a , s a a d e t t c , Ce n n et t e ku rbiyctte ve vuslattadır. Al­ ,

laha inanmay ı p , inanan m ü 'minlcre zulm eden zal imle r de, el­ lerinden masabrı , kasa l a r ı v e keseleri gi tmiş, rü t be l e ri heva ol­ muş chediyen a za p t a olup, azaplan tah fif olmaz. Bilükis h e r gün daha ziyade a r t t ı ğ ı n ı Ku r'an-ı Kerim b eyan etmektedi r. Her iki taraf da dünyada baki kalmad ı . Kalmadı amma bir fı rka k i mü'mini sadıklar ala-yı ı l i i y ind e sefa sürmekte, d iğe r k a f i r zümresi esfel-i s afil i n de zulümlerinin cezasını çekmektedirlcr. ,


- 75 -

Ama biz görem i yoruz demiyelim. Yakın bir zamanda bü­ t ün insanların ve cinlerin, bütün malılukatı ilahiyenin cem ol­ duğu , bizim de hazır olduğumuz Mahkeme-i Kübnl'da , bütün malılukatın gözleri önünde zali mlerden , mazlCımlarin hak k ı alınıp Allahın hapishanesi olan cehenneme atılacaklar, yaptık­ ları zulmün seyyiesini bulacaklardır. Hatta, Allah öyle hükmey­ leyecek ki, boynuzsuz koyunun hakkı boynuzlu koyundan alı­ nacak. Zira, dövüştükleri zaman boynuzsuz koyun , boynuzlusu kadar acıtamadığından onun dahi hesabı görülecektir. Yukarı­ da zikrettiğim iz gibi o hak dahi i n faz olunacaktır. Bunlar hay­ \·andır. Kendilerine tekalif yoktur. Zerre kadar hayr ın mükafa­ t ı görülecek , zerre kadar ş c r r i n de ceza s ı çcki lecektir. Allah di­ lcrsL: b el ki affeder, o n a ka rı şa m ay ı z . M ü l k onundur. Biz unun kanununda gördüğümüzü b ö y le c e haber ve riyoruz. Bu zfı­ limler nara ilka olundukları vaki tte oraya memur olan melek­ ler bunlarla alay edip, (Sen büyük adamsın, azabı tat) diyecek­ ler. Orada ebedi kalacaklard ır. Mazlumlar da Allah için gördük­ leri cevr-ü cefanın saadetine erecekler. Hakkın Cennetine gi re­ ceklerdir. Burada bir sual varid olabilir. Allahı ve Resulü sevene bu kadar işkence yapılıyor da . Al­ lah niçin bu zalimlere bu kadar müsaade veriyor. Mazlum rnü ' minlerini ve aşı klarını nasıl cefaya layık görüyor ? diyorsan ce­ vabımız şudu r: Biz gafillere gös t e riyo r , i ş t e dendim. Seven kişiler böyle o l u r . Ben b iliyorum , ben görüyoru m , siz de bilin ve görün di­ yor. Yine Hakka aşk d a v a s ı n da bulunan kimselere , Hakka o l a ıı aşklarının miktarını kendilerine bildiriyor. imtihanı bunun içindir. )

( Allahın kulları

BEYİT Eğer aşık isen yare Sakın aldanma ağyi.re Düş İbrahim gibi ni.re Bu gülşende yanar olmaz. Ey Allah için kardeşim ! Ey ahiret yoldaşım ! Bakınız Cil­ ve-i Rabbaniyeye :


- 76 Habbab hazretleri, öyle dua ederken, istedeğini istediğine veren Allah, Cebraile (Habbab aşıkın çilesi tamam oldu. Git, onun bendierini sök, benim ve habihim için çektiği cefayı, ha­ bibime olan muhabbetini bütün aşk davasında olan kullarıma ibret olarak naklettireceğim. Mulakat zamanı geldi. A.şıkı ma · şukuna kavuştur) dedi. O anda Rabbab'ın bağları birdenbire boşaldı. Zincirleri toprak gibi dağılıyor, elinde ve ayağındaki bu bağlar kendi kendine sökülüyordu. (Allah) deyip yerinden fırladı. Gideceği yolu bilmiyordu. Sanki kuşlar gibi uçuyor ( Benim efendim, sevgili Peygamberim) diyor. Dili Allahı tev­ hid ediyordu. Seksen konaklık yolu bir gecede almış, yer çe­ kilmiş, aşkın burakına süvar olmuş, Medine-i Münevvereye dahil olmuştu. O sönmeyecek nfıra doğru koşuyordu. Medine-i Münevve­ re'ye vasıl oldukta karşısına eshabı resulden Amr radiyalla­ hu anh çıktı. Gördü ki karşısında bir civan ağlıyor, ona yak­ laştı, ağlamasının sebebini sordu. Derdini kendisine açmasını bildirdi. ( Ey civan aç mısın ? Susuz musun ? Sana ekmek ve su vereyim. Eviadım sende iman asarı görüyorum) dedi. Habbab cevabında ( Ben yemek içmek istemem. Kendime aşkı rızk et­ tim. Onları ben çoktan unuttum ) dedi. Amr anladı ki bu çocuk aşıktır.

ded i . Babbab nerede olduğunu bilmediği için başına bir felaket gelir diye sı rrını aç­ mıyordu. Bunu anlayan Amr: (Ben Müslümamın elhamdü l i l lah , ded i . Muham med ' i n hak­ kı için sırrını bana söylersen, sırrını kimseye ifşa etmem) de­ yince, Habbab bu lutfu i l a h i k a rş ı s ı n da hemen kendinden geçti. Öte yandan, Cebrail habibi huda efendimize nazil o l u p : Ya Re su l al lah Hakkın sana s el am ı var. Eshabın i l e çıkıp, sana aşık olan bir zat geldi , onu istikbal edeceksin. Senin aşkınla za­ hirdc harab , batında ma rn u r olmuştur. Dini islam yüzünden çok cefa gqrdü. Hak buyurdu ki: (Ben Habbab'a, Hazreti Eyüp aleyhisselamın sabrının ecrini ihsan ettim. Habibim onu karşı­ layıp ağlışuna alsın, diye buyurdu . Habibimi sevdiği için ben de onu seviyorum) haberini müj deliyordu . Bu haberi alan Efen · dimiz, eshabı ile beraber Habbab'a karşı varıp, aşık ilc maşuk (Oğlum , a� k ı n kimed i r ? Söyle bana)

.


- 77 -

kanıştular. Efendimiz, Habbab 'ı kucaklayıp bağrına bas t ı (Merhaba a ş ık - ı sadık oğlum) dedi. Rabbab Resulün ayağının tozuna yüzünü sürmek istedikçe (ey dinde zahmetler çeken Qğ. )um) diye ona iltifatlar ediyordu. Habbab başından geçeni h i kaye ettikte, efendimiz ve eshab gözlerinden } aş yeri n e kan d ö­ küyorlardı. İşte, aşıkbr böyle saadetc ererler. Aşkın ı isbat ett i , Hak Resulüne dünyada k avuşt u \'e ahirette de b e raber olacakt ı r. Ki­ şi sevdiği ile beraberdir. Ey mü'm i n ! Allahın emrine itaat , sünneti restıle ittiba eder­ sen senin de kalbinde Habibi Hüdaya böyle muhabbet lıası l olur. Dünya ve ahirette ayrılmazsın ondan. O , senin için doğ­ duğu vakit de , miracında, bütün ömrü boyunca Hakka müna­ caat e t t i. Seni H a k tan dilec H . Yarın ah i re t gününde, eviadını kayb ed en baba gibi seni malışer yerinde arayıp bulacak , malı­ ş er i n şiddeti Ye dehşetinden seni kurtarıp selametle cennete ulaştıracaktır. O n u, her şeyden zi:vade sev ki Hak seni sevsin . Ona tabi ol ki Hakkı sevdiğini isbat edesin. AŞKİYYİ CERRAHi 'DEN BİR NUTUK

Bütün nas bilsin duysun , Mi.i'minler baksın görsün Kıtmii'im kapısında, Billahi Muhammedin Nur-u çeşmim Ahmedin. Babında kıtmir oldum Devleti anda buldum Hak dirlarını gördüm Vechinde .Muhammedin Nur-u çeşmiın Ahmedin.

Kıtmir olup beklemek Şahlıktan bence yüce Beklerim gündüz gece Yolunu Muhammed'in Nur-u çeşmim Ahmedin.


- 78 Bir nigehe talibem, baksa biraz yüzüme Aya�ının tozunu çeksem sürme gözüme Mübarek karlemini bassa bir h:ez yüzüme Türahım kapısanda billahi Muhammedin Nur-u çeşmim Ahmedin. Aşki la.yık mı sana bu �0:zleri söylemek Sana mı kaldı sandın, kıtmir olup beklemek Yaydı kanadm yere Cebrail gibi melek Üstüne bassm deyü kademi Muhammedin Nur-u çeşmim Ahınedin. Arşı ralıman müftehir, kademi bastı deyü Şerefiendi o gece cenneti reri göğü Cümle ekvan diledi üstüme bassm deyü Arşın ziynetidir, gubarı Muhamınedin Nfır-u çeşmim Ahmedin. Mübarek ve Muazzez Peygamberimizin Veda Hutbesi n i buraya dercediyoruz. Oku ve b u hutbe ile amil ol ki ; dünya ve ahiret saadetlerine erişesin. ( Muhtasar Sahihi Buhari, Cild 10 sayfa 431 - 434 )

VEDA

H U �r B E S İ

Allah'a h �� �deri , n'a döneriz. Nefslerim izin fenalık­ � larmdan ve kotu ışlerımızden O'na sığın ırız. Ey Nas ;

?zümü iyi dinle yiniz . Bilm iyorum, belki bu seneden son­ ra sızın le burada ebedi olarak bir- daha birleş miyeceği m. Ey Nas; Bu giinlc.riniz nasıl mu kad des b ir gün ise , bu a yl a n n ız n a sıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nası l m übare k b i r ş e h i ı· i s e canla r ı nt z , rnallcı.rınız, ı rzla rınız d a öyle m u kaddes l i r , h e r türlü taarruzdan masundur.


-

79

-

Eshabım, Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın, benden sonra esk da al �tlere dönüp de birbirinizin boyuunu vurmayınız. Bu vasıyetımı burada bulunanlar, Bulunmayanlara bildirsin. Ola­ bilir ki bildirilen kimse burada bulunup da işitf'nden daha iyi aniayarak muhafaza etmiş bulunur.

� �

Eshabım, Kimin yanında bir emanet varsa, onu sahibine versin. Faizin her nev'i mülgadır, ayağırnın altındadır. Lakin borcu­ nuzun aslım vermek gerektir. . . N e zulmediniz, ne de zulmoluııuııuz, Allahın emri�·Ie faiz­ c�.lı rtık �asaktır. Cahiliyet�en kalma bu çirkin adetin her ! �. turlusu ayagımın altındadır. Ilk kaldırdığım faiz de Abdül­ muttalibin oğlu Abbasın f�izidir. (Abdülmuttalib oğlu Abbas, Peygamberler Peygamberı ( S.A.V. ) in amcasıdır. )

Eshabım, Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da kamilen mül­ gadır. İlga ettiğim ilk kan davası da Abdülmuttalibin torunu Rebianın kan davasıdır. ( Rebia, Peygamberler Peygamberi ( S.A.V. ) in amcası oğludur. ) Ey Nas ; Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfuz ve saltanatını kurmak kudretini ebedi surette kaybetmiştir. Fa­ kat, size bu saydığım şeyler haricinde küçük gördüğünüz iş ­ lerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak i�in bunlardan da hazer ediniz. Ey Nas ; Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Al­ lahtan korkınanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah ema­ neti olarak aldınız ve onların namuslarını ve isınetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hak ­ kınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların aile harimini sizin hoşlanmadığı­ nız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onları razı olma­ dığınız herhangi bir kimseyi aile yuvamza alırlarsa, onları hafif surette darb ve tahzir edebilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki


- 80 -ve giyim leri­ ha kları , mem leket an'an esine göre her türlü yiyim ni temin etmenizdir.

Ey Mü'minler, Size bir emanet bırakıyorum ki, siz ona sıkı sarıldıkça, yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emamet, Allah kitabı Kur'andır. Ey Mü'minler, Sözümü iyi dinleyini z ve iyi muhafaza ediniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kar­ deştirler Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz, başkasına helal değildir. Meğer ki gönül boşluğu ile kendisi vermiş olsun. Eshabım, N efsinize de zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hak­ kı vardır. Ey Nas : Cenab-ı Hak, her hak sahibine hakkıııı ( Kur'anda) vermiştir. Varis için, vasiyete lüzum yoktur. Çocuk kimin döşe­ ğinde doğmuşsa ona aittir. Zinakar için mahrumiyettir. Ba­ basından başkasına neseb iddia ed.en soysuz, yahut efendisin­ den başkasına intisaba Imikan nankör, Allahın gazabına, me­ leklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın. Cenab-ı Hak bu makule insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şehadetlerini kabul eder. Ey nas , yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz ? « Al lahın risaletini tebliğ ettin, risalet vazifeni ifa et tin , bize vasiyet ve nasihatte bulundun diye şehadet ederiz . >ı

Şahit ol ya Rab, şahit

.

ol ya Rab, şahit ol ya Rab . .

.

.

Resiılü Ekrem efendimiz b i r m i rat-ı mücelladır. Ona ba­

kan kendini g ö rü r.

Günlerden bir gün , Efen d i m i z i n huzuruna Eba Cehil gel­

di. Peygamberimiz Efen dimize h itaben (Ya Muhammed , senden daha ç irkin yüzl ü, senden daha ac ı sözlü hiçbir k imse görme­ dim) ded i . Efend imiz bu kötü hitap karş ısında Eba Cehil'e hi­ tabcn « Doğru söyled inİvı buyurdu lar. Bir müddet sonra mecl i s e

(Anam ve

Sı dd ık-ı Azam Eba Bckr geldi. Efendim ize

ayn ı

hi taben

babam ve nefsim sana feda olsun ya Resulüllah , sen-


- 81 -

den daha güzel yüzlü ve senden daha tatlı sözlü bir kimse gör­ medim) buyurdular.Eb a Bekr'in bu içten gelen hitabına karşı ( Doğru söyledin , benim yarı garım) dediler. Eshabı bu iki zıt mütalaa karşısında (Ya Resfılallah, Eba Cehil size layık olmayan sıfatları söyleyerek sizi zem etti. Eba Bekr ise sizlerde olan bazı hasletleri söyleyerek sizi medhü sena etti. Her ikisine de aynı cevabı verdiniz) deyince ; «Ben bir saf aynayım, Eba Cehil bana baktı, kendini gördü» buyur­ dular. İşte mü'minler Hazreti Rabbab'ın da aşkı mirat-ı Muham­ medde zuhura gelmişti. Bir mü ' mini sadık kalksa da ( Ben Resülüllahı seviyorum ama acaba efendim beni seviyor mu ?) dese, ona cevaben deriz ki ( Senin Hazreti Peygambere aşkın muhabbetin ne miktar ise, Resfılün de sana karşı muhabbeti o miktardır. Öyle ise ona k-arşı aşk u muhabbetini arttıra gör .. Bundan kıyas eyle de ŞU ayeti tefekkür ediver. • i r. n a l lahe � e m � � a . :. e t e h u y u sa l l ü:ıe a : e .1 .ı e 1J i n :

ve

se: l i m ü

ya eyy ü h e l l e z i y n 9

tes l i yma . �

amenü

sa l l O

a l eyhi

( S ar&-i Ahzab 56)

Ayet meali : ( Ben «Allah» muhakkak meleklerimle bera­ ber muttasıi Habibim üzere salat ediyorum. Ey mü'mlnler siz de Habibime salat ediniz. ) Buyurur Hakkın efendimize karşı olan aşk u muhabbeti ne ise Efendimizin de Allaha karşı mu­ habbeti o mertebededir ki, biri Ralık, biri ise mahlfık-ı halis­ tir. Tecelliyata bakınız ki, evvelerin evveli ahirlerin alıiri olan Allahta olan aşkı namütenahi babibinde tecelli ederek o zatı şerifte nihayetsiz aşkı zuhura getirmiştir. Ve zatı risalet penahilerine aşk imam olmuş bu aşk iki sevgili arasında ezel­ den ebede kadar her an artmaktadır. Bir danenin yüzbinlere� olduğu gibi. Bu sözlerimizi ancak aşk ehli anlar.

Aşk ehli ölmez, yerde çürümez. Yanmayan bilmez, iteşi aşka. Efendimizin bütün varlıkların hocası olmasının sıiTı hik­ meti : Dini İslamın sırları çoktur. Efendimiz buyurdu ki : «M.İlr�d. Cilt 1

-

F

:

6


82 --

rac gecesi Allahu Teala bana doksanbin kelirnat ile hitap etti. Otuz binini herkese tebliğ edeceğim . Otuz binini de ehline söy­ leyeceğim. Otuz bini benim ile Allah arasındadır» buyurdular. Eba Hureyre Radiyallahu anh : << Bana Efendimizden iki heybe ilim verildi, birini açtım söyledim, sizlere efendimizden aldığım gibi bildirdim. Ö teki sır heybesin i açarsam benim başımı vü­ cudurndan cüda edersiniz » diyor. :t şte ehline haber verilen otuz binden bir haber yine Huzeyfetul Yemani (Hak ondan razı ol­ sun) sırdaşı Nebi idi. Eshab arasında dos t şeklindeki düşman­ lar, rnünafık.lar ona bildirilmiş idi . Dikkat Hazreti Ö mer (Allah ondan razı olsun) Huzeyfe kimin cenaze namazını kılar ise onun kıldığı cenaze narnazına hazır olurdu . Günlerden bir gün ki Hazreti Ömer'in bilafeti zamanı idi. Emiriil-Müminin Huzeyfe­ ye hitaben (Ya Huzeyfe tayin etti�:irn valiler arasında Allaha ve Resulüne ve rnü'rninlere dost göıünüp düşman olan münfıfık var mıdır?) diye sordu. Huzeyfe C(!Vaben : << Bir tane var » buyur­ dular. <<Aman, haber ver, azledeyim » buyurunca: « Söylemeğe memur değilim )) dediler. Üç aylık yoldan orduları idare eden Ö mer tayin ettiği valiler arasındaki rniinafık valisini tanımıyor­ du. Bu imarn-ı Ömer'in noksanlığ1 değil Allah her sırrı herkese bildirnıiyor, setr ediyordu.

H i K A Y E Musa aleyhisselam zamanında yağmur duasına çıkmışlar. Hazreti Musa dua etmiş, ya�ur yağmarnış . Sebebi hikmetin­ den Hakka rica ve niyaz etmiş : << Ya Rabbi duaını kabul huyu­ rup yağmur vermedin» demiş . Allah Celle: « Ya Musa, aranızda nemrtıarn van) (nemmam bir kimsenin ayıbını etrafa yayan , iki meclis arasında laf taşıyan kimseye denir) cevabı üzerine <<Ya­ rabbi kimdir? Onu bana bildir, onu aramızdan çıkarayım » de­ yince, Hak Teala, Musa aleyhisse]ciına hitaben: << O nemmarnın kim olduğunu sana bildireyim de ben mi nemmarn olayım• buyurmuş. Allah, münafıklan, Efendimize bildirmese, sıfatı nübüv­ vete noksanlık gelirdi. Efendimi:!: Huzeyfeye bildirmeseler na­ sm kalbine şüphe gelir, (Acaba Efendimiz münafıkları bilmiyor-


-

83

-

lar mı ?) diye. Buna binaen, Allah habibine, babibi de sahabe­ den yalnız Huzeyfeye bildirmişti. Çünkü Efendimiz hacei kainat idi. Her nebiye verilen ilim, bilim, mucizat ve sıfat Efendimizde cem' olmuş, cemi enbiyaya aşkta ve meşkte imaını has olmuştu. Mesela birkaç misal: Adem'de safvet, Nuh da davet ve necat , İbrahim 'de ha.J.ili­ yet , Musa'da kelam, Eyyub 'da sabır, Yakub 'da hüzün, Yusuf'­ ta cemal ve sıdk, Davut'ta tilavet, Süleyman 'da şükür, Yahya'­ da havf, İsa'da terk ve rica, aleyhümüsselam sıfatiarını kema­ le eriştirdiği gibi, bunların zübdesi olan aşk u muhabbet sıfa­ tını fahri alemde kemale eriştirdi. Zira, hace-i kainat Efendi­ miz insan vücudunda kalb mesabesindedir, diğer nebiler aza mesabesindedirler. Her vücutta aza kalbe tabidir. Kalb çalış­ ınazsa azalar durur. Bunun gibi risalet ve nübüvvette bütün en­ biya Muhammede tabi oldular. Muhammed ummandır, diğer enbiya o uromanda balık ve ördek mesabesindedir? Diğer aza. ların her biri bir ubudiyyeti terbiye etmekte, bir s ıfat üzere­ dir. Kalbin sıfatı ise muhabbeti terbiye etmektir. Bu sebeple Fahrialem Habibullah oldu. Çünkü, kemal bu din-i islamda za­ hir ve diğer dinler mensuh oldu. Cemi enbiyada olan haslet Mu· hammedde cem' olup muhabbet mührü ile mühürlendi. Hate­ mül Enbiya oldu . Perde arkasında kullara söylenecek ne ise izah olunup Kur'an kitap oldu . Kıyamete kadar ne bir nebi ne de bir semavi kitap gelmez . Manayı Kur'anı gören için her sır· rm manası zuhur eder. Resulün ilmine ve bilmine ve muhabbe­ tine veraset edenler gelir ve kerameti kevniye kerameti ilmiye ve kerameti vücudiye ile kıyamete kadar devam eder. Hacei Kainat Efendimizin sünnetine ittiba eyleyen mürni­ ni sadık, Adem'in safvetine, Nuh'un necatına, İbrahim'in hali­ l iyetine, Yakub'un hüznüne, Yusuf'un sıdkına, Musa'nın keli­ miyetine, Yahya'nın haffine, İsa'nın terkine, Muhammed Sal­ lallahü Aleyhi ve Sellemin muhabbet ve aşkına varis olur. Olur da dareynde saadete erişir. Adem gibi tövbekar ol, Nuh gibi hc­ Liktan necata eriş , necata eriş de Halil ol ki nar sana nur ol­ su n . Allaha dost ol ki Musa gibi sana hitab etsin . Yakub gibi .büzünlü ol k i , bir gün Yusufa kavu ş a s ı n. İsa gibi Haktangay-


-

84

-

rı nı terk et k i , muhabbete eri şesi n. Muhabbeti bul ki . Muham· med'e erişesin. Muhammed'e eriş k i , Hakkı bulasın, Hakta ola­ sın, cemale cresin, Hak didarını göresin. Hak didarını gören­ ler Hakta olanlardır, aşkta pişcnlerdir. Bu makama erişmek için Hazreti Res(ılün Allahtan ge tird iği din-i islama girmek ve onun e m rettiği şeyleri seve seve yapmak icap ederse Allah Mu­ hammed ve din yolunda feda-i can etmekle olur. Canından geçmeden Canan ele girmez, Zunnannı kesmeden İman ele ginnez.

Canlarını verenler cananı buldular. Ebedi Saadete .erdiler şimdi. Dostları ile bayram ediyorlar. Dünyada aziz, ahirette şe­ rif oldular. Zira, Restıle ittiba eyleyen dünyada aziz olur. Ahi­ rette şerif olur. Bu dine girmekle Muhammed Sallallahü Aley­ hi ve Selierne tabi olmakla ne kadar köleler sultan oldular, ni­ ce zeliller aziz oldular. Bu dine ihanet eden n ice yüksek zevat dünya ve ahirette zeli l Qldu. B izler de Allah ve Resulünü ve Allahın sevdiklerini seve­ lim de aziz olalım. Dünya ve ah irette sevdiklerimizle beraber olalım. Allah ve Resulünü ve salihleri sevenler oııların gittiği doğru yol (ki İslam yoludur) ve hidayet tarikidir o yoldan yü· rürler. Şeytana ve zalimlere ve kafidere fas ı k u faci rl e re uy­ mazlar. -

Allah 'a ibadet ederler, ahlakı Muhammediye ile sıfatlan ı r­

lar. Kötülüğü, yalanı, sahtekarlığı, tembelliği, kini terk ederler. Kendilerine karşı yapılan kötülüğü af edip o fenalığı yapan kimseyi taltif ederler. Halim olurlar, mürüvvet, kanaat, sabır, şükür, ehl i olurlar; zira sevdiği Peygamberi böyle yapmıştır. Aşağıya yazacağım Resulü aşk ile seven, onun uğruna canını yüzlerce kerre ortaya koyan Allahın arslanı Ali Kerremallahü veche Radiyallahu anhın kıssasım oku. İ şte Res(ıle böyle ittiba, sünnetine böyle iktida edildi.


- 85 Kıssas-ı Ali Radiyallahu anh :

H i K A Y E İ bni Mülcem narnındaki namerd , beyt-i Huda olan dama­ d ı Paygamberi bir sabah huzuru Hakta iken zchirli kılıç ilc \'urdu. O beyti Huda mclcei fukara damadı Resulü Müctcba Halife·i Hak kanlar içerisi nde yere serilm işti. Hazn:ti imaın ı mihrabından alıp hanei saadetine götürüp, yatağına yatırdılar. Nice muharebelere girmiş , nice azıl ı kafirlerin bir darbede can­ larını cehenneme göndermiş, nice habisin babasetlerini bu dün­ yadan temizlemişti. Fakat, kader böyle imiş, bir mimerdin st.ii­ kastına kurban gidiyordu . Hazreti İ mam, muhterem oğullarına şefkat nazarı i le bakı­ yor, sanki onların ileride başlarına gelecek had isat ı levhi mah· fuzdan okuyordu. İ maını Hasan'a sordu , (Beni kim vurdu ?) He· men carihi zalimi huzuru halifeye getirdiler. İ mam kendisini vuranı tanıyordu . Zira, İ bni Mülcem iınama hizmet etmişti. İ mama hizmeti esnasında (Ya İ bni Miilccm ben i m eec J i m senin elindedir) buyurmuş, kerametini izhar etm işlerd i . O vakit i b­ ni Mülcem (Haşa ya İ mam , . ellerim kurusun böyle bir şey ya­ pacak isem) demiş, kendisini öldürtmesi için rica ve niyazda bulunmuş idi. Mülcemin bu sözlerine karşı Allahın arslanı Ali (Nasıl seni öldürtebilirim ki, sen suç işlemedin, suç işlemeden seni haps veyahut katlettirsem zalim olurum) demişti . Vakit ve saat gelmiş, kader zuhur etmişti. İ mam Ali, i bni . Mülccme sordu: (Ya İ bni Mülcem , sana ne yaptım; ırzına ma­ l ına, canına mı iliştim ?) İ bn i Mülcemi dehşet ve korku kapla­ mıştı. (Haşa yalnız yalnız hüküm Allahındır ya İ mam) diyebil­ mişti. Hazreti Halife (Sözün Hak, niyetİn batıl) dedi . İ bni Mülcem'i alıp hapse koyup nezarete aldılar. Sonra İ mam Hasan'a dönüp, (Eğer ben bu cerhden kurtulur isem onun hakkındaki muamele bana aittir. Eğer ölür isem bir kılıç darbesi ile onu katl edin ki, kanunu i lahi yerini bulsun . Sakın olmaya ki onu zulm ve cefa ile öldürmeyiniz. Zira dedeniz Mu­ hammed Sallallahü Aleyhi ve Sellernden işittim; bir kelp ku-


-

86

-

dursa dahi onu cefa, eziyet ile öldürmeyiniz, buyurmuştu) dedi. Sonra kendine süt getirdiler. Sütün yarısını gösterip (Bu sütü alın zindanda bulunan garibe götürün . Karnı açtır) dedi. (Zin­ danda olan garip kimdir ya İmam) dediler. (Katilim olan İbni Mülcemdir onun karnı açtır) dedi. Sütü alıp ibni Mülcem'e götürdüler. Sütü içmedi ve (içine zehir koydunuz, beni öldüreceb.iniz, içmem, içmeın) diyerek sütü geriye verdi. İbni Mülcemin sütü içmediüini ve sözlerini imama bildir­ dikleri zaman (İbni Mülcem neden bize suizan etti. Eğer gÜtü içse idi, yarın malışer günü ayağıını cennetin eşiğine koyar ib­ ni Mülcemi cennete koymayınca , kendim cennete girmezdim) buyurdular. İ şte Resfılün aşıkı aşk mektebinde aşk hocası olan Hacei Kainattan alınan dersin semeresi o Ali ki Radiyallahu anh, ilim , hilim, aşk şehrinin kapısı, Ömer de böyle adalet şehrinin kapı· sı, Eba Bekir, Osman da böyle b iri sıddık, diğeri haya şehrinin kapısı, Allah onlardan razı olsun . Ya Rab ! Bizi Rabibinden ayırma. O korkulu kıyamet gü­ nünde bizleri onun sancağı altında, afv ü rahmetinde cümle müminlerle beraber cem'i haşr eyle. Amin B i-hürmetil seyyidil mürselin. Velhamdülillahi Rabbil Alemin. Lillahi Fatiha. EL - Hac Muzaffer OZAK


i R$AD ÜÇÜNCÜ DERS -- - ----.

M Ü N D E R EC A T: Bu risalede hakiki bir müslümanın ne gibi sıfatiara ma­ lik olmasını ve imanın kemal bulmasını beyanla bir ama­ nın ibret verici bir hikayesi. Behlul Dananın Harun Reşit ile bir hikayesini. Bir mürşidi kamilin talebelerini imti­ han etmesi. Bir köylü kadınının bir fakiri, bir lokına ek­ mek ile ikramı \'e o ikrama karşılık Allah 'ın o kadına eviadını bağışlaması. İbrahim Aleyhisselamın misafire ikramı. Hz. Eba Bekir'in bir hikayesi ile insanları irşad edecek islami hakikatlerden bahseden mübarek Bir risaledir.



-

89

-

Sallu ala seyyidina Muhammed sallu ala Mürşidina Muhammed Sallu ala Şcms-id-duha Muhammed Sallu ala Bedr-id-duca Muhammed Sallu aJa Nur-ii-Huda Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)

�&Jı �--=-�=-------------·-:i

E 'üzü-bi l l ahi Mineşşeytanirraciym B is m i I I Ah i r rahmani rrahiym lnnemel-mü'm inün-el leziyne iza zükira l lllhu ve-cilet ku l ü bühüm ve iza tül iyet a leyh i m AyAtühü zAdethüm iymAnen ve a la R a bbihim yetevekke l ü n . E l l eziyne yukiymün-es sa:ate ve mimma razaknahüm yünfikun. U l A ike hüm-ü l -mü'minüne hakkan lehüm derecatün i n d e Rabbihim v a ma{Jfiretün v e rızkun keriym. ( Sadakallah-ül-aziym) E l -t:.nfal 2, 3. 4

-

Ayet-i Kerimenin Meali Şerifi : ((Gerçekten mü'minler ancak o mü'minlerdir ki, Allah anıl­ dığı zaman yürekleri ürperir, karşılarında ayetleri okunduğu


- 90 --

zaman iymanlarını artınr ve Rablaırına tevekkül ederler. O kim­ s eler ki, namazı dürüst kılarlar ve kendilerine merzuk kıldığı­ nuz şeylerd e n infak eylerler, işte hakka mü'minler onlar, onl a­ ra Rabları n ın yanında dereceler var, bir mağfiret ve bir nzkı kerim var.» cc Kur'an Dili Tefsiri» El ewelü Allah, el ahiru Allah, ezzahirü Allah, el batınü Allah, Hayrihi ve şerrihi min Allah. Men kane kalbihi Allah fe­ muinuhu fiddareyni Allah. Rabbişrahli sadri ve yessirli emri vehlul ukdeten min Lisaniy-yefkahfı kavli ve ufewidu e111 ri ilallah, innallahe hasirim bil-ibad . .. . Kullarının her bir işini gören , kalb ierinden geçen her fik­ ri ve niyeti bilen, her zamanda, her mekanda her şeyi gören ve bilen, işidici ve görücü ve bilid olan Allah; bizleri burada tevfiki ile cem' eylediği gibi, yanııL Kıyamet Gününde, nedamet anında, o büyük günde, hasret deminde lfıtfu ile, keremi ile, ih­ sanı ile, ikramı ile, sevgi l i Habibit, mergfıb u mahbfıb-ı H u da , Şefi i rfızi ceza, melcei fukara, enisi zuafa, iki cihan güneşi, yok­ tur ki cihanda bir eşi, ani-bihi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin, Livai Hamd isimli sancağı altında böylece rahmetiyle, keremiyle cem'eyleye! Amin. Ol mübarek nurlu el­ leriyle havzı Kevserden cümlenlli�i sirab eyleye! Arşın gölgesi ki, o gölge den başka hiçbir gölge yoktur, bizleri orada mü'min kullan ile aşık, sadık ve salihlerle haşr eyleye . Mfı ile Keremi ile muamele eyleyip cennetini, rizasım cema l ini ikram eyleyip, cümlemizi mesrfır eyleye . . . Allah'a iman eden, emrettiği doğru yolda giden. O 'n a ş i rk ortak ko şmayan , hak ve hakikatllerden şaşmayan, O 'nu seven ve öven, O'nun nzasına talip, cennetine ragıp, cemaline aşık olan, O'nun sevgilisine gönül veren, Hakkın cennetine giren, yarin güllerini deren sevgili Muhammed'in (Aleyhisselam) üm­ met leri !

Okuduğum ayat-ı beyyinatta, Allahu teala liıtfu ile şöyle buyuruyor:


- 91 -

Halis mü'min kimdir? Ne gibi sıfatiara sahip olmalıdır ? Nasıl olmalıdır k i , bir mü'minin imanı kemale ersİn ? Her mü'­ minim diyen, mü'min midir? Allah celle ve celaluhu onun bu i ddiasını kabul eder mi ? Davasında haklı mıdır ? Mü' min, nasıl bir sıfata bürünmelidir ki, Allah onun imanını ve ibadetlerini kabul buyursun ? Bu ayet-i kerime, işte bütün bunları bize gösteren bir mi­ henk taşı gibidir. Elimize geçen her sarı maden parçasına: - Bu altındır, diyebi liyor muyuz ? Desek bile, bu i ddiamızın hiçbir değeri oluyor mu ? Ancak o sarı maden parçasını, bu işin ehli olan bir kuyumcuya götü­ rüp , mihenk taşına vurduktan sonra, gerçekten altın olup ol­ madığını, gerçekten altın ise kaç ayar olduğunu anlamıyor mu­ yuz ? İşte, bu ayet-i kerime de, Allah'ın ölçü taşı, mihengidir. Kavlimizi, fiilimizi, özümüzü, sözümüzü, inancımızı, güvenci­ mizi bu ayet-i kerime hükümlerine tatbik ederek imanımızın, islamlığımızın, hatta insanlığımızın değeri ve derecesini öğre­ nir; amellerimizi ve hareketlerimizi buna göre tayin ve tesbit etmek imkanını elde ederiz. Akıl sahipleri ; bu ayet-i kerimeyi okuyup, arnellerini ve imanlarını ölçerler, varsa eksikliklerini anlamağa ve doğru ol­ mayan kötü hareketlerini onarmağa çalışırlar. Bu ayet-i keri­ me, insanoğlunun kötü davranışlarını, inançlarını ve indi ila­ hideki derece ve mevkilerini yüzlerine vurur ama, akıl ve iman sahipleri bu yüzlerneğe kızmazlar, bil'akis suçu kendilerinde ararlar, hak yolundaki sa'yü gayretlerini artırınağa ve halis mü'min olmağa çalışırlar. Zira, mü'mine yakışan sıfatlar bu ayetle beyan buyurulmuştur. Bu ayetin emrettiği sıfatiara bo­ yananların, Hak rızasına erişecekleri muhakkaktır. Yerlerin ve göklerin ve cümle alemierin sahibi ve yaratıcı­ sı olan Allahü teala; sevgili Habibi, mergubu, Resulü olan Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve selierne yirmi üç senede inzal ettiği Kitabı kerimi ki, bizler için nurdur, şifadır, devadır, hab­ lullah yani Allah'ın kurtarıcı ipidir, ona tutanan kendini dün­ yada rczaletten, ahirette, azabtan kurtarır, şu sfırei azizin de


- 92 -

mealen: «Ancak mü'mlni hakiki şu kullanmdır Id, onlar benlın ismimi duydukları vakit benim haşyetimle ve sevgimle, celil ve cemalimle kalbieri cilalanır. Onlalra Kur'anım okunduAu za­ man, o okunan ayetlerimi can kulağı ile dinlerler ve yalnız din­ lemekle kalmayıp alıkarnı ile de amH olmaya, yani onda emre­ dilenleri yerine getirmeye gayret sarf ederler. Bu gayretlerinin derecesinde de imanlarının nurları .artar. İşte o nur ile, hayır ile şerri, ak ile karayı, nur ile zulme:ti, iman ile dalileti hakkiy­ le ayırd edebilirler. Bundan sonra da her işte, her yerde ve her şeyde bana tevek.kül edip, bütün işlerinde bana tefvizi umur ederler ve her şeyin halıkının ben olduğuma iman ederler.» «0 mü'mln ve mükerrem kulla:rım ki, beş vakit namazla­ rını tadil-i erkan üzere yani, farzına , vi.cibine, sünnetine, müs­ tehabma riayet ederek, Resulümden gördükleri gibi eda eder­ ler. Onlara verdiğimiz rızıklardan bı�nim rızam için, benim yo­ lumda yine benim kullanma, yahut benim mahlukatıma yedi­ rir ve ikram ederler. İşte, bu sıfatiara malik olan ve böylece yapanlar hakikaten, bana hakkiyle iınan edenlerdir, beni bilen­ lerdir, beni bulanlardır, bende olanlardır. Ben de onlara, indim­ de yani cennetimde yüksek makamlar, nihayetsiz nbnetler ha­ zırladım ki, öyle nimetleri ne gözler gördü, ne sözler tarif ede­ bildi, ne de kulaklar işitti, ne de bı�şerin kalbine bunlann öl­ çüsü sığabildi. Ancak bu nimetierin ne olduAunu, ben Allah bi­ liyorum,)) buyuru lma ktad ı r Söyleyenler, hakkı ile tarif edeme­ diler. Yarın cennete lutfu ilahi ile g)[recek olur isek; bana, (Ey .

hoca efendi, bize cenneti hiç tarif edememişsin)

diyeceksiniz.

Bendeniz de, o nimetleri müşahade ettiğim zaman tarif ederne­ diğimden size karşı malıcup o lac ağ ı m Fakat, bereket versin, cennette malızun olmak yoktur. Yine ayete devam edelim : •Onlara bu sıfatiardan dolayı bazı kerre beşer olmak dolayısiyle kendilerinden zuhur edecek günaha, af ve maAfiretim vardır. Dünya ve ahirette onlar için rızkı kerim vardır ki, dünyada onlar:ı rızıklandırdığım gibi cen­ nette de onlar için hesaba gelmeyen,. nihayete ermeyen, nlmet­ lerim vardır ve bu nimetlerim ebedidlr.» Anl ıyo r musunuz mü'minler? Allah zikredildiği zaman, ya­ hut kendimiz zikrettiğimiz zaman kalbimiz çarpıyor mu- Gö.


- 93 -

zümüz Onun, heybet ve kudretinden yaşarıyor mu, Onun sev­ gisinden heyecan duyuyor muyuz ? Cildimiz Onun eelalinden diken diken oluyor mu ? Kur'an-ı Kerim okunduğu zamanlarda haz duyabil iyor muyuz ? Bu haz ile Hakkın emirlerini layıkı veç­ hile yerine getirebil İyor muyuz? Em rettiği şeyleri yapıp , neh­ yettiği , men'ettiği şeylerden kaçmabiliyor muyuz ? Namazlan­ mızı kılıyor muyuz ? Vaktinde kılabiliyor muyuz ? Her işimiz­ de Hakka tevekkül ediyor muyuz? İşte mü'minler, bütün bu so­ ruları kendimize sorduğumuzda ne derece müsbet cevaplar ve­ rebilirsek . o kadar Hakka mi.i'min yani Allah 'ın istediği gibi mü' min olabiliriz. Yok ; öyle olmayıp, Allah'ı dilimizle zikredip, Onun her şe­ ye kaadir olduğunu söyleyip, kalbimiz buna inanmıyorsa veya­ hut (Allah vardır, her şeyi gören Odur, işiten Odur) deyip be­ ri tarafta·, sanki yokmuş gibi türlü kötü fiiller işlersek yani, kav­ limiz başka, fiilimiz başka ise, o kimsenin kalbi, nıhu hasta­ dır. Öyle kalbin sahibi, okunan Kur'anı değil , okuyanın sesini dinler. Hatta o Kelamullahı dinlemekten dahi sıkılır. Bunlar, Allah'a tevekkül de edemezler. Zira kalbieri ger­ çekten, Allah'a iman edememiş kimselerdir. Elbette, bu kimse­ ler namaz da kılmazlar. Kılsalar bile, bir angarya, bir borç kalksın diye kılarlar. Böyle namaz ise, insanı Hakka iletmek şöyle dursun , belki uzaklaştırır. Hele böyleleri, yani kalbieri inanmadığı halde inanmış görünen , kavilleri başka, fiilieri baş­ ka olanlar; zekatlarını da veremezler. Ü stelik kimseye yardım­ ları dokunmaz. Hayırlı işlere mani olurlar. İyi olacak kimseye, doktor perhiz tavsiye eder ve böylece bir hastalık anında vücudu için zarar teşkil edebilecek olan şey­ lerden onu korumuş olur. Fakat, iyileşmesine imkan kalmamış veya iyileşmeyen hastaya pcrhiz verilse bile, o buna aldırış et­ meyecek t i r . Sonunda ise, mahvını kendi hazırlanmış olacaktır. Bak aziz cemaatım! Kendini bu ayetle ölç; Allah indindeki mevkiini bu ayetle öğren. Dünya pazarına geldin . Yakın bir za­ manda gideceksin . Uzak bir yolun yolcusu, korkulu yerlerden geçicisin . İman, Kur'an , Muhammed aleyhisselam ve İslam ile alakası olmayana sözümüz yoktur. Böyle olan kimselere verilen nimete, mala, mülke bakmayın . Yani, önem vermeyin. İdam ola-


- 94 -

cak malıkuma veya kesilecek kurbana iknim çoğalır, ama an­ sızın bıçak boğazına, ip de boynuna geçiverir. Bunların dururn­ I a rı bu misale benzer. Dikkatle oku tıekrar tekrar oku. Allah siz­ lere, bana ve cümleye hidayet ey lesi n! . . . Bir kimse farzediniz; bu kimse evsiz, yurdsuz, vatansızdır. Bir viranede yatar uyu r. Rüyasında kendisini zengin olmuş gö­ rür. Otomobiller, sayfiyede köşkler, şehirde apartmanlar, para­ lar, kasalar, rütbeler sahibi olmuştur, güzel bir aileye sahiptir. Metresi de, dostu da vardır. Böyle ·bir rüyanın zevki, sevinci içinde iken bekçi gelir ayağıyla t e pere k ve galiz küfürlerle « Kalk ulan serseri » deyip uyandırdıüı zaman , bu gördüklerinin hakikat olmayıp bir rüya olduğunu anlar ki oni.ln ne hale ge· leceğini bir düşüntin. Bu serserinin gördüğü rüya üç saat, ya­ hut , üç dakika sürdüğü gibi; Al lah ı , Peygamberi bilmeyip de bu dünyada nimete gark olanlar da, rüyadan farkı olmayan bu dünya hayatında, otuz kırk, çok söyledim üç · dört sene böyle bir rüya görüp Allah'ın bekçi s i olan Azrailin , « kal k uyan artık, gö'rdüğün rüyadan başka bir şey d e ği ld i r» , d iye onu uyandır­ dığında, rüya gören serseri nasıl gördüğünlin rüyadan başka bir şey olmadığını anlayınca ne derece meyus ve mükedder olur ise, imansız, amelsiz zengin de, ölüm geldiğinde Azrailin onu uyandırdığında ne büyük bir felake te ve hasrete uğrayacağını bir tefekkür edelim. Serseri gördüij:ü rüyadan mes 'ul değildir ama, imansız, amelsiz zengine hesap ve azap vardır. B ıraktı ğı m alları n

hep s i varisieri veyahut düşmanları ta­ ve yağma edilecektir. Bu yağma esnasında dost sandığı kimseler yağınada düşmanını mebhut edecek, geride bıraktığı evlat ve ayaline düşman olarak bu yağın ada onlar da m ücad e le edeceklerdir. Şaşılacak iştir, ölüme namzet olanlar, ölmüşün malını yağma etmektedirler. Sanki, kendilerini ölüm bulmayacak zannındadırlar. Hayatında iken hayra, Allah yoluna sarfetmediği para, mal ve mülkü, darmadağın olacaktır. H albuki burada sarfetse idi, o sarfettiğinin kat kat fazlasile ahirette önünde görecekti. Ölü­ mün eline düşen bu zavallının, dostu, ahbabı, arkadaşları zan­ nettiği kimseler onun ancak kabrinin başına kadar gelecekler rafından pay


-

95

-

ve kimse de onunla o çukura girmeyecektir. Ancak o, işlediği amelleri ile başbaşa kalacaktır. İşte, o anda gördüğüDün ıi.iya­ da n başka bir şey olmadığını anlayacaktır ama, artık oradaki pi şmanlık faidc vermez. Çünkü, vatansızdır. Vatanı aslisini ara­ ınamıştır. Nereden geldiğini, nereye gideceğini bir defa olsun düşünmemiştir. Onu buraya kim döndürmüştür? O, bir s iga­ ra verene ıiiku etmiş, o sigarayı almak için, eli verene ıii k u et­ memiştir. Onun kafasına bir serpuş giydircne secde etmiş, ser­ puş giyecek başı verene bir defa olsun secde etmemiştir. Secde ct ınek şöyle dursun; o, iğrenç bir sudan halk olduğunu bildiği halde, yaratıcısına daima hasım olmuş , Allah düşmanlan ile b i rlik olmuş , Nemrud gibi Allah'a ilfuu harb eylemiştir. O top­ rak üstünde iken Allah'a iman edenlere bakaretle bakmış, on­ ların itikat ve ibadetlerine gülmüştür. Şimdi ise ne kasası, ne kesesi, ne ıii tbesi kalmıştır. Karanlık bir çukurda çok ağlaya­ caktır. O, haram ile vücudunu şişirmiş, semirtmiş, şimdi akrep­ ler, yılanlar, çiyanlar onu yiyecek, semireceklerdir. O dünyaya sığmıyordu, iki arşın yer ona kafi gelmiştir. O, terzi, kumaş be­ ğenmez idi, bir kefeni bile ona çok görmüşlerdir. Onu çok ta­ nıyan vardı . Çok dostu ahbabı vardı . Fakat şimdi kimse onun­ la gelmemiş, onu yalnız bırakmışlardı. Şimdi kötü arneli ile. küfıii , inkarı ile başbaşadır. Çok para döktüğü doktorlar da onun derdine çare bulamamışlar, işte çok korktuğu ölüm onu bulmuş, bu hale koymuştur. Allah 'ı tanımazdı, Peygamberle arası hiç iyi değildi . Her gün ölenleri göıiip hiç ibret almamış, hiç bugün için bir hazır­ l ıkta bulunmamıştı. Diploması, apartmanların tapu ve çapları da ona bir fayda vermedi . Dostları onu yalnız bırakıp gitmişler­ d i . İşte o, bu halde _ahü feryat ederken iki heybetli melek gelip : (Yaradanın kim, ne için halk oldun , sebebi hilkatin nedir, di· nin nedir, peygamberin kimdir ?) derler, cevap yok, dil tutul­

muş , işte idam sehpan, deyip nan göstererek ve kabrini ateşle doldurup gideceklerdir. Evet, mü'minler. İster mü'min, ister kafir, ister dinli, ister dinsiz olsun , şairin dediği gibi: Ana rahminden geldik pazara Bir kefen aldık, döndük mezara.


- 96 --

İşte hayat bundan ibarettir. Bu sözlerimiz sizlere acı gelm(�sin, bize kınlmayınız, danl­ mayınız. Bir ama önündeki çukunt hissetmeyip çukura doğru gitse, sen de bunu görsen, (bakalım şu kör nasıl düşecek ?) di­ ye ses çıkarmaz mısın ? Böyle yapan insan mıdır? Soruyorum ? Elbette ki, insan isen arnaya seslenecek, (Aman, gitme dur, ÇU ­ kura düşeceksin) diye onu ikaz edeceksin. Yahut koşarak gi­ dip arnayı tutup çukura düşmekten, onu helaktan kurtaracak­ s ın. Bu her insanın, eğer insan ise, vazifesidir. İşte bizler ama gibiyiz, bize seslenen ve bizi helaktan kurtaran Kur'andır, Pey­ gamberimiz aleyhisselamdır, büyük mürşidlerimizdir. Onların bu sesienişine kızacak mıyız, darılacak mıyız ? İnsan isek, te­ şekkür etmemiz lazımdır. Onları baş tacı etmemiz lazımdır. Rabbinizden göz geldi . İşte bu Muhammed aleyhisselamdır, Kur'andır. Aniatacağım hikayeyi dinleyiniz ve kıssadan hisse alınız:

H İ K A Y E Sabahın erken saatlerinde iki atlı yolcu yola çıkar, birisi amadır. Ama olan elinden kamçısını düşürür, attan aşağı iner kamçıyı aramaya başlar, hava serin olduğu için bir yılan kıv­ rılmış yatarmış, ama kamçıyı ararken, yılan tesadüfen eline ge­ çer. Hayvan soğuktan donuk vaziyettedir. Yılanı kamçı . diye eline alan ama atma biner arkadaşına yetişir. Arkadaşı nerede kaldığını sorar, kamçısını düşürdüğünü, fakat yerde eski karn­ çısından daha güzel bir kamçı bulduğunu söyleyerek arkadaşı­ na gösterir. Arkadaşı (Aman elindeki kamçı değil yılandır, at onu) derse de. inatçı kör atmaz. Ne kadar söyledi ise kar etmez. Nihayet güneş çı kar hayvanın beli ısınır ve arnayı sokar, helak eder. Peygamber aleyhisselam, ulema ve Kur'anı dinlemeyeni bu inatçı am�'ya benzetiyorum. Kardeşlerim! Elinize aldığınızın ne olduğunu görmüyor· sunuz. Haber veriyoruz; elinizdeki yılandır, kamçı değil ? Onu at , sendeki bu huy iyi bir huy değil . Bu gidiş, gidiş değil. Bırak ·bu gidişi , dinlemezsen helak olacaks ın, olacağız. Ya hfıu! önün­ de kabir var, ahiret var, sen göremiyorsun , helak olacaksın. Elindeki mal değil, ateş ; dünyada i ken cehennemde yaşıyor-


-

97

-

sun, insafa gel , Allah'a gel . Seni hakka çağırıyoruz, doğru ol , dürüst ol , Allah 'a kul ol ki , cihana sultan olasın. Kur'an seni felaha, necata , cennete çağırıyor. Koş, vakit geçiyor, geç kal ­ dm, sen i l m i bıraktın eelıle daldın, imanı bıraktın küfre dal­ d m , nuru bıraktın zulmete daldın, çalışmayı bıraktın tcnbel­ l iğe daldın. A nupalı aya çıkıyor, sen yerde yürümesini bi lmi­ yorsun, yürümesini unuttun. Çalışmadan zengin, okumadan alim olmak i s tiyorsun, gezmeksizin, seyyahlıktan dem vuruyor­ sun, bu senin sonun için iyi olmaz. i badet yapmadan cennete sahip olmağa çalışıyorsun, (Kalbim temiz) diyorsun , kendi ken­ dini kandırıyorsun . Böyle i ddia edenler Allahın hasmıdırlar. Allahın namaza ihtiyacı yok, senin vardır. Temizliğe Allahın i h­ t iyacı yok , senin vardır. Senin temiz olman için, lCıtfundan do­ layı sana guslü, abdesti farz kılmış, Allahın, Peygamber aley­ hisselamın, kurbana ve kana ihtiyacı yok, senden takva istiyor. Ey sofu ! Domuz eti yemiyorsun ama, i nsan hakkı yiyorsun. Kan içmek haramdır diyorsun, insan öldürüyorsun. Şarap haram diyorsun, yetimin malını yiyorsun. Zina haramdır diyorsun , gıybet ediyorsun. Bu kötü huylardan ne vakit vazgeçeceksin ? Evet sözün doğru . Domuz eti yemeyi Allah haram etti. Haktır, doğrudur ama ; insan hakkını yemeyi de haram etti . Kul hakkı yemek; domuz eti yemekten daha büyük bir günahtır. Zira, bi­ ri hukukullah , biri kul hakkı. Allah hakkından vazgeçer, kul ise hakkından vazgeçmez. Kan içmeyi haram etti ama, insan öldür­ meyi de haram etti. Allah Kur'anı kerirriinde:

l r ş :l d , C i l t 1

-

F : 7


- 98 «Bir kimse, bir mü'minl kasten öldürürse, katllln ebedi cehennemde kalaca!ıru>> ilan buyuruyor.

Efendimiz de, bir hadisi ile:

«Mü'mine sebbin, yani sövmenin fısk, mü'minin katlinin küfür olduğunu» haber verdiği halde sen, kan davalarmdan , hala vazgeçmedin. Evet; yalnız şarap değil, in san ı sarhoş eden bütün içkilerin haram olduğu mu hakkak ama, yetimin malının nan cahim olduğu da muhakkak.

Allah zinayı haram etti . Zinü eden nara atıldı , fakat yala­ nın, gıybetin zinadan da kötü olduğunu Muhbiri Sadık Efendi­ miz bildirdi. Hele tenbellik Allahın ve Resulünün (aleyhisse­ lam) en sevmediği insan, tembel olan kimsedir. Allah'ın düş­ manı da yediğinden , yediğini görene tattırmayan, ona da yedir­ miyendir. B ir de çalıştırıp, çalıştırdığı kimsenin hakkını vermc­ yendir. Karısını, hacısını çalıştıran köylü kardeşim! Sen ise, köyünde kahvende oturuyorsun, karın, bacın tarlada ter dökü­ yor. Hangi bakla iman davasındasın? . . . Senin, �nim bu tem­ belliğimizle bu yerleri bize bırakrnazlar. Bizi buralardan kovar­ lar, sonra da kul köle olursun. Efendili�ni bil, çalış. Evet; hiç ölmeyecek gibi dinin, milletin için çalış. (Dinim ve milletim yı­ kılmasın, ölmesin) diye çalış. Ta kıyamete kadar onlann baki kalması lazım. Yarın ölecek gibi de ahirete hazırlan ki, sen ölü­ cüsün. Hiç ölmeyecek gibi çalışman vatan ve dinin içindir. Ya­ rın ölecek gibi çalışman, ahirete hazırlanman ise nefsin içindir. Ormaniara kıymayınız. Yaş kesenle baş kesen felah bul­ maz. Çalışarak elleri nasır tutan kimseleri cehennemin yakma·


- 99 -

yacağını Resul aleyhissehlm haber verdi. (Adalet ile, küfür bile devamlı olabilir ama, zulüm ile islam dahi devamlı olmaz) de­ diler. Zulmetmeyeceksin, her işde adalet gözeteceksin. (Bana hacı desinler) diye hacca gitme ! Allah için hacceyle . Gönül yıkma, yüzbin Kabe yapsan bir gönül yıktmsa halin ha­ rabdır. Kabeyi, İbrahim aleyhisselam yaptı. Gönlü ise, Allah yarattı . Ey kardeşim ne vakit uyanacaksın ? Ey Şafii mezhebine ta­ bi olan arkadaşı m ; elin namalırerne dakunduğu zaman abdes­ tİn bozuluyor, tekrar abdest alıyorsun da , Hakkın rızası olma­ yan bir harama elini uzat tığında neden abdestin bozulmuyor? Halbuki birinci abdest, namaz abdestidir, bozulursa yine al· mak mümkündür. İkinci abdest ise iman abdestidir. Yalan söy­ lemek, gıybet etmek, çalmak, çırpmak, vurmak, öldürmek gi­ bi, Allahın men'ettiği şeylere yanaştın mı , iman abdesti bozul­ du demektir. Tekrar almak zorcadır. Hazreti Adem aleyhisse­ lam, elini bir kere Hak rızası olmayan yere uzattı diye üçyüz se­ ne tövbe ve nedamet ederek ağladı. Yani üçyüz senede iman abdestini tazeleyebildi . Nebi olduğu halde. Ya sen ve ben nebi değilken ve o kadar senedenberi yaptığımız binlerce, onbinler­ ce fenalıklarla iman abdestimizi bozduğumuz halde, bir defa olsun bu abdestimizi tazelemek için ah ederek ağlamak, yalvar­ mak, aklımızdan geçti mi ? Ey Hanefi mezhebine, Maliki, Hanbeli mezhebine tabi olan Hak arkadaşlarım! . . . B izler de mezhebim izce , birçok abdesti bozan şeyler ile namaz abdestimiz bozulduğunda onu tazeliyor ve fakat iman abdestini bozan türlü fenalıklardan zerrece ka­ çınmıyoruz. Hanefi mezhebine tabi olan bir kimsenin, bir yeri kanadığı veyahut sebileyn denilen yerlerden su ve gaz çıktığın­ da, gider abdestini tazeler. Fakat, gider kan döker, yani adam katieder de, zedelenen iman abdestini tazelerneye lüzum gör­ mez. Hakka bir kere rücu etmez, af dilemez . Vücudumuz kir­ lendiğinde onu temizlemek, yıkamak kolaydır. Bir parça sa­ bun ve bir miktar su bunu yapabilir. Halbuki iffetimiz, namu­ sumuz kirlendi mi, temizlemek için dünyanın sqbunları, deniz­ Ierin ve nehirlerin suları kafi gelmez. Bu dünya bir imtihan ye-


- 1 00 -

ridir. Bu dünyada bir takım insanlar, iman ve İslam ile müşer­ ref olup , arnali saliha yani, iyi ve yararlı arneller işlemişlerse , böylelerinin bu dünyadaki mematları , yani ölümleri, aslında onların hayatları demektir. Zira, onlar bu dünyadaki hayata bel bağlamamışlardı . Gerçek hayat olarak ahiretteki hayatı bekliyorlardı . Buna mukabil , bu dünyada diğer bir takım in­ sanlar da Ailah , Peygamber (aleyhisselam) , iman , Kur'an tanı­ maçlan , sanki onlara ölüm tattınlmayacak gibi , Allah korkusu olmadan , bir düzene girmeden hayvanlar gibi, belki hayvanlar­ dan da aşağı bir tarzda yaşamışlar ise, her insana geldiği gib i onlara da ölüm geldiği zaman gerçekten ölmüş olacaklardır. Bu küfür, isyan, inkar sebebi ile, orada maruz kalacakları mll.a­ ınele onları pişman edecektir. (Keşke çürüyüp toprak olsa idik veya yok olsa idik daha iyi idi) diye sizlanacaklar, fakat bundan bir fayda görmiyeceklerdir. Veyahut , (Ah keşke dünyada Allah ve Peygamberini (aleyhisselam) tanıyıp bu hallere düşmese idik veyahu t da: (Ya Rab ! B i z i tekrar d ü n yaya gönder, sana ve sevgili Resulün Muhammed (aleyhisselaına) iman ederek ama­ li s al i ha işleyelim ve buradaki gerçek hayata, ebedi hayata o mü'min kulların gibi biz de nail olalım) diye, dünyada dökme­ dikleri yaşları dökecekler, dünyada yapmadıkları niyaziarı ya· pacaklar ve dünyada bir kere secdeye koymadıkla rı başlarını secdeye koymak isteyecekler, fakat buna kad ir alamayacaklar. Ah v e figanlar ile yalvaracaklar, yakaracaklar, fakat bütün bun­ lardan maalesef bir fayda görmiycceklerdi r . Kendileri ne, şu acı hakikati ifade eden sözler söylenecektir : « Dü nya ahireti n tarla­ s ıydı , orada ekseydiniz burada biçecektiniz. Artık geriye· dön­ meye de kudretiniz yok . » denecektir. Din kardeşlerim ! . . . Yukarıdaki hitab-ı izzete muhatab ol­ mak istemez iseniz gelin iman, islam ve Allah yolundan , Pey­ gamber (aleyhisselam) yolundan ayrılmayalım. Şurada kağıt üzerine karaladığımız bu hitab-ı izzet kalblerimizde o kadar korku ve dehşet uyandırmayabilir. Arif olanlara, bundan daha hafif sözler tesir eder. Bahsettiğimiz bu hadise vukubulacaktı r. Şimdi bu sözlerden yüreğimiz çarpmıyorsa, o an gelince yalnız yüreğimiz mi çarpacak ? Kendimizi yerden yere, kafamızı taş-


- 101 -

tan taşa çarpacağız. Fakat yine söylüyoruz ki, faydası yok! Gelin kardeşlerim ! Allah yoluna imana. Gelin yoldaşlarımı Allah Resfılü, Hak nebi, Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'in yoluna, kurtarıcı yol budur. Felaha götüren yegane yol budur. Evet; dünya, ahiretin tarlasıdır. Hiç görülmüş müdür, bir kimse buğday ekip de mahsul zamanı arpa biçsin ? Bu ne ka­ dar imkansız ise, bu dünyada fenalık eken orada iyilik bulamaz, aynı şekilde bu dünyada iyilik eden de şüphe�iz orada kötü mu­ amele ile karşılaşmaz. Gelin; suçlarımıza nedamet edelim, kendimizi bu zilletten kurtaralım . Allah'ın indinde makbul olalım. Kötü ahlakları mı zı terkedelim, tembelliği de bırakalım . Şu cennet vatanı çalışa­ rak , uğraşarak , birbirimizi sevip, sayarak, düşmanlık, kin ve hasedi bırakıp karşılıklı yardımiaşarak Allahı ve dini Muham­ medi'yi (aleyhisselam) terketmeden hem dünyamızı , hem ahi­ retimizi kazanalım. Yarın, kıyamet gününde, hesap gününde bu vatanı bize bırakan şehid ve gazi babalarımızın yüzlerine nasıl bakabiliriz ? diye bir düşünelim. Sen inkarı bırak, imana yapış. (Ahiret var mıdır, cehennem var mıdır?) deme de orada mah­ cubiyet verecek, seni nara sürükleyecek kötü huylardan vaz­ geç . Hem cehennemde ateş de yoktur. Ateşini sen burada i ken hazırlayıp götürmüş olursun. ,

­

H i K A Y E

Ehlullahtan Behlfıl Dfma, bir gün halife Harun Reşit ile karşılaşır. Kendisini tanıyan hükümdar, bu mübarek zata: - Ya Behlul ! Nereden geliyorsun böyle ? diye sorar. Hazret, hiç düşünmeden : - Cehennemden geliyorum , cevabını verir. Harun Reşit , şaşırarak tekrar sorar: - Ne işin vardı orada ? Behlul Dana anlatır: - Efedim; ateş lazım olmuştu. Cehenneme gideyim de, bi­ raz isteyeyim dedim . Fakat, oradaki memur bana: (Burada ateş yoktur.) dedi . (Nasıl olur, Cehennem ateş yeri değil mi ?) diye


- 102 -

sorunca: (Evet ; gerçekten burada ateş yoktur. Her gelen , ateşi­ ni dünyadan getirir.) cevabını verdi. Dehşete kapılan Harun Reşit, kendisinden tekrar sordu : - Ya Behlul ! Ne yapayım ki, oraya ateş götürmiyeyim ? Behlul Daml, hızla uzaklaşırken haykırdı: - Adalet . . . Adalet. . . Adalet . . . Ey imam efendi: Hırsızlık yapmıyorsun ama, vazifeyi ter­ kediyorsun . Ey müezzin efendi : Yankesicilik etmiyorsun ama, görevini önemsemiyorsun . Ey Kayyum efendi : Sen de dolandırıcı değilsin ama, camii süpürmüyorsun. Anlayana sivrisinek saz Anlamayana davul zuma az.

Ey müslümanım diyen kişi! . . . «Temizlik imandandır» lev­ hasını asmışsın, bu bir hadisi şeriftir, ama neden kahbın ve kalbin temiz değil ? . . . Et ile, kalın kağıdı da beraber koyup, kilosunu . . . liraya satan kasap ? İ marnın arkasında kıldığın beş vakit namaz, sakın yorgunluktan ibaret olmasın ? « Kisb eden Allahın dostudur)) levhasını asan tüccar, es­ naf! . . . «Muhtekirler mel'undur)) hadisi şerifini okumadın mı, okuma bilmiyorsan da duymadın m ı ? . . . Niçin ihtikar yapıyor­ sun ? Niçin vurgun yapıyorsun ? İ ş sahiplerinden rüşvet bekleyen memur! . . . Onları günler­ ce sürünciüren zalim! . . . Öldüğü n zaman musallada, « bu nasıl kişidir ? )) diye soracaklar. Bunu hiç düşünmedin mi ? Ey bu milletin önderleri . . . Her çoban, kendi sürüsünd �n mes'uldür. Sizler de hepiniz birer çobansınız. Mi lletin izden, ailenizden, ço­ luk - çocuğunuzdan �es 'ulsünüz. Bu hadisi şerifi işitmedin mi? İşitınedin farzedelim, tarih de o kumadın mı ? Hz. Ömer (radiyallahü anh) efendimizin, « memlekette bir koyunu kurt kapsa, Allah Ömer'den sorar» diye ağladığını tarih kaydediyor. Allahın yardımını talep eden Amerika başkanının resmini de görmedin m i ? . . . , Müteveffa Ken nedy'nin, (Pasifikteki balıkçı bizim kadar


- 1 03 -

refaha kavuşmayınca mes'ud olamam) dediğini de duymadın mı ? . . . İnsaf edelim, hep duymuş okumuşsunuzdur ama, bize ibret vermedikten sonra nasıl hatırlayalım ? . . . Görüyorsunuz mü'minler! Onlar gayri - müslim ol duk la rı halde, bizim sahip olmamız gereken ahlaka, sıfatiara nail ol­ dukları için Allah onları dünyaya hakim kıldı .

Ya biz, ne haldeyiz ? . . . Sofuınuz bir türlü, sefihimiz bir tür­ lü. Gelin uyanalım. Kur 'an bizi insanlığa davet ediyor ama, biz hangi hükümlerine itaat ediyoruz? Dört asırdan beri bu belde­ de Kur'an okunduğunu zannedenler yanılıyorlar. Kur'anın sa­ dece harfleri okundu fakat, ahkamı, emirleri hakkı ile okunup yazıldı mı ? Bizlere insan gibi yaşamayı öğreten, dünyada ve ahirette bizi hakikaten refah ve saadete kavuşturacak olan Al­ lah Kitabını ne yaptık ? . . . Bir fal kitabı olarak kullandık. Kötü arnellerimizin vasıtası olarak kullandık, ona herhangi bir kitap muamelesi yaptık. Bir de onu sadece ölülerimize okunan bir rahmet kitabı olarak telakki ettik. Halbuki ölenlerin artık Kur' anın alıkarnı ile amil olmalarına yani, onun emirlerine göre ha­ reket etmelerine imkan yoktur ki. . . Ruhlarına okunan Kur'an, onların belki azaplarını hafiffetecek veya onlara cennet n i 'me· ti olarak takdim edilecektir. Biz canlı ölüler ise, onun hü:Kümlerine riayet etmek şöyle dursun , ayak altı ettik. Beni bu s özl erim den ötürü tekfir ve tel'in edecek varsa, onu da şahid tutarak imanımı tazelerim ve «<� ilahe iliallah Muhamınedün Resulullah» derim. Hıristiyan alemi, İncil'i geriye at ı p yüceldiler. Biz ise, on­ lar gibi yapalım diye ve islam dinini hıristiyan dini gibi zanne­ derek Kur' anı geriye atıp geri kaldık. Nasıl mı ? Mesela, biz müslümanların günde beş farz, altı sünnet, on müstehap olarak ellerimizi yıkamamız lazımdır. Ama, toprak­ tan halk olunduk, sonra dağılırız diye bir defa bile ellcrimizi zorla yıkarız. Temizlik imandan olduğu halde, üstelik cünup gezmekte bile maalesef hiçbir mahzur görmiyenlerimiz var. İncil kaidesine göre ise, bir hıristiyanın « vaftiz suyu,,nun çıkmaması için ömründe hiç yıkanmaması gerekir. Halbuki on­

ların günde dört - beş defa duş yaptıkları vakidir.


- 1 04 Gidiniz Hıristiyan diyanndaki sokakları görünüz, insanla­

rı görünüz. Ben fakir; hem islam diyariarının bazısını, hem de batı di­ yarlarının bazılarını görerek bizzat şahid oldum k i , bizde gö­ rülmesi gereken hasletlerin hemen hepsi onlardadır. Buna mu­ kabil, bir yığın elem ve sıkıntı verici hadiselerin ve her türlü yalan dolan vesairenin bizlerde geçer akçe olduğunu görerek şimdiye kadar merak ettiğim, batıl bir din mensuplarının yü­ celik kazanması sebebine, cevap bulmuş oldum. Öyle ki, mese­ la içkinin su gibi içildiği bir memleket mensupları , meyhane­ lerini günün ancak birkaç saatinde ve sanki bir kabahat yuva­ sı imiş gibi gizli yerlerde faaliyette bulundururlarsa ve otel gi­ bi gece gündüz daimi surette açık ,.e faaliyette olan bir mües­ sesenin mensuplarını, dini vazifelerini ifa edebilmeleri için nö­ betleşe kiliseye gönderirlerse , gündüz çalışan bir taksi şöförü­ nün, akşam saatin S ' i vurduğu sırada bizi yağmur altında ara­ basından nezaket ve rica ile indirerek (Kusura bakmayınız, si­ zin artık S 'den sonra çalışan taksilere binmeniz lazım) deyip meslekdaşlarının hak ve hukukuna kendi kendini kontroku tayin edecek kadar dürüst ruh sahibi olursa, o memleket kıl­ şaneye dönmez mi, ki evvelce hakikaten hepsi birer virane mi­ sali idi. Hem manen, hem maddeten . . . Şimdi müslümana layık bir ahlak, temizlik ve doğrulukla hem manen, hem de madde­ ten yükselmişlerdir. Şairlerimizden biri: Diyarı küfrü gezdbn; beldeler, kilşaneler gördüm, Dolaştım mülkü islamı, bütün viraneler gördüm.

demekle işin sadece maddesine mi bakınıştı acaba? . . . Halbuki o, her işte maneviyat arayan birisi olarak bilinir. Bir kaşaneye ruhu, sütü bozuk, ahlakı beş para etmez, çapulcu, yıkıcı ve k ı· ncı birisini, cicili bicili elbiseler giydirerek oturtun, çok değil, üç - beş zaman sonra o bölgenin elle tutulacak yeri kalır m ı ? Aynı viran olmuş o binaya üstü başı hiç d e düzgün vaziyette ol­ mayan fakat, ruben, ahlaken, insanlık bakımından gıpta edi-


-

1 05

-

lecek , imrenilecek birisini oturtun . O, muhakkak orayı tekrar bir kaşane haline getirecektir. Bu misal zihninıizden silin me­ den, bu hale düşmemizin sebebini gelin sizlerle, beraberce araş­ tırıverelim . İ slam çıkmazdan evvelki mcmleket lerin vahşet i , bütün tarih bilenlerce hatta mektep kitabı, okumuşlarca da malumdur. Yine bu kimseler hep bilirler ki, İsh'lmiyeti kab u l eden ve yalnız kabul etmekle kalmayıp onun gösterd iği yol üzerinde hareket eden her kavim, her millet bütün dünyaya kendi isimlerinden asırlarca bahsettirecek insanlık ve medeni­ yet örnekleri, vermişlerdir. İşte, o zamanki Arap yarımadasının İslamdan evvelki insanların hali ile sonraki hal ve medeniyet­ leri işte hala dillere destan olan, bir zerafet, bir inceli k , b i r le­ tafet ve bir ilim, irfan yuvası o l a rak hat ırlanan Endü lüs , G ı r­ n at a medeniyeti , işte hala eserleri yaşayan Selçuk mcdeniyeti ve nihayet işte asırlar boyunca memleketler değil kı talar aşın, adeta dünyanın o zaman bilinen bütün sahasına, akla gelebilc­ c�k. her türlü, gerçek insanlığın , gerçek medeniyetin , ahlakın . adaletin, faziletin, ilim irfan ve san'atın, zerafet ve nezaketi n çelebiliğin , centilmenliğin en üstün, en belirli örneklerini ver­ miş olan Osmanlı Türkleri ile, d iğer islam medeniyetlerinin, hüsranla son bulmalarının sebebi nedir acaba ? Bunu kendimize hiç sorduk mu ? O Türk ve İ slam devletleri ki; bugün aya çıkma yarı ş ı i �· i n ­ de bulunan devletleri bir mektupla sindirir v e yine bugün mc­ deniyeti, ilericiliği kimselere kaptırmak istemeyen bazı gayri müslim devletleri, başlarında bulunanların zulümlerinden ko­ rumak ve kurtarmak için kapısında dilendirirdi. O devletler, Türkün ve müslümanın himayesinde bulunmayı cana minnet bilirlerdi. Böylesine güçlü devletler ve medeniyetler, n a sı l oldu da zillete ve hüsrana düşerek yıkıldılar? Acaba buna, islamlığı kabul etmiş olmaları mı sebep ol­ muştu? Hayır! Öyle olsa idi; bu millet daha islamlığı kabul et­ tiği zaman bu zavallı hale düşmesi lazım gelirdi. İslam olmadan evvel bu millet, çok kuvvetli bir millet mi idi ? islam olduktan, o dinin peygamberi olan insanoğlunun sembolü Hz. Muham-


- 1 06 -

med (Sallallahü teala aleyhi ve sellem)in insanlara göster,diği , Allah Kitabı olan Kur'an'ın ve Hadis-i Şeriflerin yolundan git­ tikleri, ona hürmet , sevgi ve bağlılık, azami itaat, titizlik gös­ terdikleri için mi bu zelil duruma düştüler ve namları payele­ ri ayak altı oldu ? . . . Hayır! Hayır hiç de böyle değil ! Tamamen ve tamamen ak­ si sebeplerden ötürü bu milİet; küçük, beşyüz çadırlık bir ka­ bile iken Allaha, Kur'ana, Peygambere, Ulema ve meşayihe hür­ met ettikleri için, Allahın yardımı ile şarka ve garba, şimal ve cenuba sahip ve dünyaya hakim olmuşlardır. Sonra, bu güzel gidişlerini b ırakıp, adalet yerine zulüm, itaat yerine isyanı alıp , Kur'anı geriye attıklarından dünyadan silindiler. Yoksa islam onları geri bırakmadı . . . Sen geriliği islamda, ilerlemeyi küfürde mi zannediyorsun ? Bu dersimiz; meşhur filozofun « Düşünüyorum, o halde varım)) diyen insanoğlunun en mümtaz ve kıymetli malı olan akıl, düşünce ve idra,k sahibi olanlar içindir. Bu hasletlerin kendin­ de var olduğunu iddia edip de, hakikatleri görmeyen veya gör­ mek istemeyenlere, içi saman dolu boş kafa sahiplerine hitap · etmiyoruz. Bu gibi kimselerin insanlara faydası şöyle dursun , zarar­ ları olur. Zira, içi saman dolu bir çuval yalnız bir işe yarar, hay­ vanın karnını doyurur. İçi boş bir kafa, akıldan yoksun bir ka­ fa dediğimiz gibi fayda şöyle dursun, zehirleyici, akrepten , yı­ landan da beter zehirler saçar, insanların ruhunu öldürür. O zavallı hayvanlar, zehiriediği kimsenin sadece hayatına son ver­ mekle yetinirler. Ama böyleleri öldürnıez, insanı en üstün malıluk halinden , en aşağı malıluk haline düşürür, ebe di hüsranına sebep olurlar. Evet; hitabımız akıl sahiplerinedir. Mevzumuz şu idi ki, o muazzam devirleri idrak etmiş islam medeniyetlerinin sahip­ lerinin hep, sonunda mülkled, devletleri yıkılınağa mahkum ol­ muştu. Buna se.beb ne idi ? . . . . . . Zulum ! .. Maddi, manevi zulüm ! . . Zikretmiştik yukarıda, adalet ile desteklenen küfür bile payi­ dar olur ve ıulum ile hareket eden islam mensupları ise son


- 1 07 -

buf mağa, yıkılınağa nı,ahkumdurlar. Zira, birisi fiilde, birisi sözdedir. Fiil ise sözden makbuldür. Zulmün manası ise , Kur'anı terketmek, Kur'anın haberci­ si olan Resul aleyhisselamın gösterip, takip edin dediği yoldan sapmak tır. Kendi bildiğine hareket tarzı takip etmektir. Madem ki, onların yıkılmasına İslamiyet sebeb olmamıştı, hatta İslamlık sebebi ile bu yüce durumlara yükselebilmişlerdi, o halde, bunun verdiği kuvvet , kudret ve güzel ahlak sebebi ile doğruluk, dürüstlük, hak , hukuk, adalet ve insanlık ve daha ne , kadar iyi hasJetler varsa onlar sayesinde yıkılmayıp, ilelebet sarsıntı geçirmeden yaşamasına aynı haybetli, haşmetli devir­ lerinin kıyamete kadar süıiip gitmesine muvaffak olması lazım gelirdi. Böyle de olmamış. O halde bu yıkımiara sebeb nedir? Buna verilecek cevabı , hi tab ettiğimiz akıl sahipleri , tarihi hikaye gibi değil, tarih olarak okuyan, okumakla kalmayıp onun zahirinden batına yani dış görünüşünden içine nüfuz ede­ rek, tetkik ederek, idrak ederek okuyan kimseler elbette bilir­ ler. Bizim burada bu soruyu cevaplandırmamız sadece bu ha­ kikati ka�ıt üzerine dökmek ve bu işten gafil olanları uyandır­ mak içindir. O; i slamı her cephesiyle kabul ve tatbik eden devletler, ka­ vimler, zamanla bu hak yolundan bilerek veya bilmeyerek, tür­ lü geçici dünya zevklerine aldanıp dikenli silahiara sapmışlar ve bu arada hak dinine ve onun sahibine saygı ve hürmette ku­ sur ederek, hatta aldırış etmeyerek, hiçe sayarak bu elim ve zil­ lct verici sonları nı, kend ileri hazırlamışlardır. Keşke burada iş bitse. Bu dünyada maruz oldukları rezaleti, hesap günü dfıçar olacakları rezalete, tercih edeceklerdir. İ şte; şimdiki Avrupa ve Amerika islam dinini kabul etme­ diği halde; doğruluk, adalet , dürlistlük ve çalışkanlıklarından, Allah onlara, insanlığa örnek olacak kadar ni'met , refah ve sa­ adetini bahşetmiştir. Birisi; biz de islamdan çıkıp, Hıristiyan olsak da, Avrupa­ lılar, Amerikalılar gibi doğru, dürüst, adil, çalışkan olsak ol­ maz mı? dese . . .


- 1 08 -

O'na da deriz ki: Senin milliyetin, din ile kaimdir. Bulgarlar, Macarlar, Fin­ liler ve bir takım kavimler aslında hep Türk soyundan idiler. Hıristiyan dinine girdikten sonra kendi soyu olan Türklüğe , düşman olmuşlardır. Çünkü , bir milletin beka�ı din, dil ve an' anesi ile kaimdir. Bunlardan biri terkedilirse o millet aslını kaybetmeye mahkfımdur. Nasıl ki, uzun müddet Osmanlı Dev­ letinin idaresi altında, dil , din ve an'anelerine bir baskı görme· den yaşayan Bulgar, Macar ve Yunan lı lar, o idare yıkılınca der­ hal eski soydan gelen vasıfları ile birer devlet kurabildiler. Bunların içinde din ve lisanları , an 'anelerini kaybedenler ise, Türk harsı içinde Türk ve müslüman oldular. Peki; nasıl oldu da biz Türkler Arap lisanını ve islamlığı kabul ettiğimiz halde Türklüğümüzü kaybetmedik, diyecek olurl<'l. rsa, onlar unutma­ malıdırlar ki ; Türkler, islamlığın bütün dünyaya yayılmasına sebep olan bir önderlik vazifesini icra etmişlerdir. Eğer, böyle bir hakimiyet kurmasalardı, Türkler de Araplar arasında kay­ naşıp milliyetlerini kaybedeceklerdi. Onun için değil midir ki; Osmanlı Devletinden bahsederken , sadece Türk Devleti veya İ s­ lam Devleti değil , Türk ve İslam Devleti denilmekte ve meyda-· na gelen medeniyete de Türk ve İslam Medeniyeti adı verilmek­ tedir. Şayet, islamiyeti terkedecek olursak, bu sefer tesirinde ka­ lacağımız milletin dinine intibak ederek Türklüğümüzü kaybe­ der ve Türklüğe düşman kesiliriz. Zira, din , milliyetleri orta­ dan kaldırır, nasıl ki, gayri-müslim olan bir kimse, İslamiyeti Türkiye'de kabul ederse iki nes i l sonra Türküro der. Veya gi­ der Hindistan 'da islam olursa iki nesil sonra evlatları , Hindli­ yim derler. Aynen, bir müslüman da gidip hıristiyan ülkelerin­ den birinde hıristiyan olursa onun bir iki nesil sonraki evlatları hıristiyanım derler ve mensup olduğu milliyetİn iddiasın ı gü­ derler. İ şte bu sebeple islamlığı terkedelim de ahlak ve gele­ neklerimizi onlar gibi yapalım diyenler bu dünya sonundaki kö­ tü akıbetierini sezemedikleri gibi, bu dünyadan sonraki akıbet­ Ierini hiç sezemiyorlar ve idrak edemiyorlar demektir. Allah muhafaza buyursun ve bizi , İslamdan ayrılıp da ahi­ rette imansız muamelesi görenlerden , bunun netices i , sonu gel-


- 1 09 -

meden ebedi hüsrana uğrayan, zavallılardan cylemcsin . Ami n ! Bi-hürmeti seyyid-il-mürselin! İncil'deki tahrif edilmiş kaideleri geri ye atan hıristiyan alemi. Kur'anln bazı ahkamını, alarak yücelmişler, bugünkü medeniyet zirvesine çıkmı şlard ı r . Onların dalalette olmalarının sebebi , Cenabı Peygamberi kabul etmemeleri . Yalnız, Peygamberimizin yüce sıfatlarından birisi olan FETANET'ini kabul ve tasdik etmektedirler ki , fe­ tanet yüksek akıl manasma gel i r. Garplı lar, Peygamberimiz hakkında : (Ak ill ı bir kimsedir.) demek suretiyle, yalnız bu sı­ fatını kabul etmektedirler. Allah ' ı kabulde, Hı ristiyan alemi i le birleşiriz. Yahudiler \"C H ırist iyanlar, Allah'ın varl ığ ı n ı kabul ederler. Onlarla ihti­ lafımız, n iibiivvettir. Biz, onların peygamberlerine iman ettiği­ miz halde, on lar bizim peygamberimizi , yani Mahbub-u Hüda' nın nübüvvetini hasetlerinden ötürü kabul etmezler. Hatta, ba­ zıları: (Hazreti Muhammed Peygamberdir, fakat bizim peygam­ berimi z değildir.) demektedirler. Bazıları da: (Peygamberleri kabul etmeden , Allah'ı kabul etsek) diyorlar. Peygambersiz Al­ lah bulunmaz. Bulunsa da, hakkı ile bilinmez. Kaldı ki, böyle söyleyenierin hayranı oldukları Hıristiyan alemi ve Yahudiler, birer peygamberin arkasından gi tmekte ve o peygamberin adı ile isimlenmektedirler. Halbuki, bütün Musevi ve Hıristiyan aleminin asırlardan beri peşinden gittikleri ve hürmet ettikleri İsa ve Musa aley­ h isselam , hazreti fahri alemin ümmet i olmayı Cenabı-Haktan dilemişJerdir. Bizler ise , ayat-ı-beyyinat ile amil olmayıp, bu derekata düşmüşüz ve elbette geri kalmışız. Bu geriliğimizi de, tembelliğimizden, miskinliğimizden değil de, İslam dininden bilmişiz. Bütün mes 'elc budur. Aslında yukarıda da söylediği­ miz gibi , bütün peygamberler:

- Ya Rab ! N e olur, bizi d e sevgili habibin (sallallahu aley­ hi ve sellcm) ümmetinden, yani Ümmet-i Muhammed'den bir fert olarak yaratsaydın, diye niyaz etmişlerdir. Mü'min kardeşim ! Kıyme t i ni , mevkiin i , dereceni anla; an-


- 1 10 -

la da Allah'tan irfan iste, acınacak durumlara düşme, bu letten kurtul! . . .

z i l­

Kur'anın ahlakı ile ahiaklanan hıristiyan milletleri, sade­ ce bu alıkarnı yerine getirmekle kalıyorlar. Onların müslü­ man olabilmeleri için lisanları ile de : ( Ben müslümanım ! ) de­ meleri, yani ( La ilahe iliallah Muhammedün Resfılullah) keli­ me-i-tayyibesin i söylemeleri şarttır. Belki, Allah onlardan ah­ ı karnı ilahiyeye itaat eden ve fakat lisanı ile müslümanlığın a ikrar etmem iş, daha doğrusu müslüman olduğunun farkın i­ -i-tayy kelime o ederek ihsan tini hidaye a varamamış olanlar beyi söylemeği d� nasibed er. Zi ��·. .ahlak güzelliğinden d_?layı, iman şerefin e erışen çoktur. Kotu huyund an dolayı, ımanı kayb eden de az değil dir.

Beri tarafta, baz ı ları mız da İslam olmak şartını ikrar et­ mi şizd ir ama, amel tarafımız, yani Kur'anın hükümlerine itaa­ ti miz gayet zayıftır. Elbette, bu gibiler de kamil birer müslü­ man değildirler. Ne var ki , b u n l ar kibirlerini k tı-mışlar ve (I...a­ ilahe iliallah Muhammedün Resfılullah) kel im e- i - tayyib es i n i ik­ rar ve imanlarını bü şekilde izhar etmişlerdir. Bu gibi kimse­ ler, günah ve is yan la rı sebebiyle Allah'a ka rş ı ge l mi ş lerd ir . Fa­ kat, Allah'a ortak koşmamış, O'nu inkar etmemi ş ve O'nun sev­ gili resulüne de hakaret etmemişlerdir. Yaptıkları bu kötülük­ ler, günah ve isyan olarak kalmıştır. O n ları n , tövbe ve istiğfar etmeleri , evvelki isyanlarını tekrar etmeyece klerine dair Allah ' tan af, mağfiret ve yardım istemeleri halinde, hiç şüphe yo k tur ki Cenab-ı Hak onlara da rahmet kapı larını açacak ve affı ile şad edecektir. Z i ra A ll ah gafur- ur- rahi m d ir . (Bana yürüyerek gelene , ben koş arak gelirirn.) buyurmaktadır. Bununla, insanla­ ra hiçbir şeki lde ümitlerini kaybetmemelerini hatırlatmakta­ dır. Allah, her iki halde bulunanlara da hidayet ihsan eylesin , amin bi-hürmeti seyyid-il-mürselin . Şimdi bir nebze de imandan bahsedelim: Allah'a iman üç derecedir: 1 - İlmel yak in 2 - Aynel ya kin 3 - Hakkal yakin


- lll -

Bunları misal vererek izah edelim : İlmel yakin şu demektir: Mesela, bir şehrin ismini verdi­ ler. (Bursa şehri var) dediler. Bursa adında bir şehrin var ol­ duğunu öğrendik, öyle haber verdiler, fakat gidip görmüş de­ ğiliz. Bu, ilmel yakindir. Vaktaki , o şehri görmek isteyip yola çıkarız ve şehre yak­ laşırız. İşte o anda, şehrin umumi görünüşünü yani, bir dağ eteğine mi kurulmuş, yoksa bir göl, bir deniz kenarına m t . ne kadar büyüklükte bir saha üzerinde kurulmuş tur ? Binaları na­ sıldır? Bütün bunları şehre yaklaştıkça görüp idrak ederiz ve bu andaki bilgimiz aynel yakin derecesindedi r. İşittikten son­ ra, şimdi de kendi gözümüzle görmüş ve o şehrin hakikaten var olduğunu idrak etmiş oluruz. Fakat bu derecedeki bilgimiz, bize o şehir hakkında iste­ nen tam bir bilgi temin etmiş olmaz. (Uzaktan şehri gördüm işte) deyip geri dönmek mantıklı insanın hali değildir. Bir de şehrin. içine girip görmesi lazımdır. Zira, ne sokaklarını, ne semtlerini , ne binalarını görmüş değildir. Nihayet, şehri karış karış gezip görebilir. işitip, gözümüzle de gördükten sonra, bir de o şehirde bizzat diğerleri gibi yaşayıp, o şehir hakkında ne varsa her şeyini öğrenip bilmiş olur ki, bu elde ettiğimiz bilgi derecesi de hakkal yakin derecesidir. Böylece önce ilmel yakin, yani işitmekle, sonra aynel ya­ kin, yani görmekle, daha sonra da hakkal yakin, yani tatmak derecelerine ulaşmış oluruz. İmanın üç derece olduğunu bu dünyadaki misaliyle ver­ dik. Şimdi bu misal i gözönünde tutarak, Allah'a imanın dere­ celerini tekrar tetkik edelim. Allah'ın varlığını ve bir olduğunu ve bütün bu alemierin sahibi, yaratıcısı olduğunu, onun Resulleri, (aleyhimüsselam) habercileri vasıtası ile işittik ve iman ettik. İşte bu iman, ilmcl yakin derecesidir. Bütün akıl , iz'an ve idrak sahipleri bu dere­ cede bir imana sahiptirler. Kısacası bütün mü'minlerin imanı ilmel yakin derecesindedir. Bu emirlere, kimisi son derece kayıtsız bir durum takınır. Allahın varlığını ve birliğini tasdik ettiği halde onun emirleri­ ni yerine getirmez. Getirse bile, sıkıntı ile bir angarya kabilin-


- 1 12 -

den yapar. Tabii, böyle kimsenin bir üst dereceye terfi edece­ ğini kimse iddia edemez. Böyleler tövbe, istiğfar etmeden öbür dünyaya göçerlerse, yarın huzur-u İlfıhide büyük mahcubiyet­ lere düşeceklerdir. Allah , cümlemizi böyle olmaktan muhafaza buyursun . Amin ! . . . Bi hürmet i scyyidil-mürselin. Buna mukabil , yukarıda bahset tiğimiz gibi Allahın emir­ lerine gayet dikkat ederek yerine getirmek isteyenler, Allahın sevdiği kullarıdır. Bu gibilerin, emirleri yerine getirmek için gayret ve şevk göstermeleri Allahın en hoşuna giden hal lerdendir. Bu gibiler, her ne kadar aynel-yakin derecesine basmamışlarsa da, o de­ receye çağrılabilecek topluluk arasında olduklarını unutma­ malı dırlar. Şayet bunlar yoldan sapmazlarsa! Bundan başka, bir de, Allahın emirleri hususunda son derece titiz, son derece hassas ve onun emirlerine muhalif, görünüşte cezbedici, kan­ dırıcı bir takım dünya zevklerine, eğlencelerine dahi itibar et­ mezler ise, işte bu kimseler Hakkal-yakin derecesinin en kuv­ vetli namzetleri olurlar. Yalnız bunu bilhassa belirtmek isterim ve yalnış anlaşılmasından endişe duyarım . Bir takım kimseler: (Peki, dünyada hep ibadet mi yapacağız, hiçbir eğlence, hiçbir « gezip tozma ı> hakkımız deği l mi ?) diyecek olurlar. Dikkat edi­ l irse, yukarıda itibar edilmemesi gereken dünya eğlence ve zevklerinden kasdettiğimiz, Allahın Kur'andaki emirlerine mu­ halif yani , aykırı olanlarıdır. Yoksa bu emirlere hakkı ile ria­ yet eden kimseler bütün dünyayı gezsin, tozsun. Bütün mübah olan eğlenceleri takip etsin . Yeter ki, edep , iffet, ırz namus ve haysiyetini titizlikle muhafaza etsin. Bu hasletlerini rencide edebilecek eğlenceler, zaten b i r eğlence değil, bir rezalet, bir in­ �anlık dışı vakit geçirmedir ve insan için her iki tarafta da ne­ t icesi hüsran olan bir durumdur. Bahsettiğimiz bu ikinci dereceye, artık girmeye hak kaza­ nacak sıfatiara sahip olmuş mü'min, Allahın yalnız sevdiği bir kulu değil, aynı zamanda takdir ve tebcil ettiği bir kulu olmuş­ tur. dna, (Madem ki, sen bana bu kadar yaklaşmak için gay­ ret sarfettin, o halde senin bu emek ve gayretlerini boşa çıka­ racak değilim. Sana hasretini çektiğin cemalimi gösteriyorum.)


- 1 13 -

buyurulacaktır. Artık o kişi, dünyada her eşyada Allahın var­ lığını görür, hisseder, düşünür. Onun için dünyada hiçbir za­ man ruh sıkıntısı, manevi boşluk , gaile, gam, keder v.s. gibi elem verici şeyler kalmaz, gönül safaya erer. Kimbilir; belki de savtsız, cihetsiz, mekandan münezzeh olan Allah celle biza­ tibi cemalini gösterdiği kimseler, bu ihtişam karşısında büyük bir denizi, ufak bir bardağa boşaltırken taştığı gibi Hallac-ı Mansur, Beyazıtı Bestarnİ gibi kendilerini kaybederler de, de­ nizlerin bir nihayeti olduğu halde, bu bardağa değil, en büyük kaplara dahi s ı ğ d ı r ma k imkansız i ken n i hayetsiz olan Allah zev­ ki, nasıl taşmas ı n ? Taşar d a , Hallac gib i : « E nel H a k » de r : Mest olanların kehlmı kendinden gelmez veli, Pest « Enel Hwu nice söyler kişi Mansur olmadan. Aynel yakin mertebesine e rişen kimseleri , Allahın da tak­ dir ve tebcil ettiğini söylemiştik. İşte bir de bundan daha ileri olan bir üst derecesi vardır ki, Hakkal yakin mertebedir. Bu mertebeye ayak basmış kimseler, Allahın emir ve nehiyleri hak­ kında en titiz en hassas, en i t aatl i olanlardır. Hatta farz olan emirlerden sünnetlerden başka nevafil dediğimiz ibadetleri, yapılıp yapılmamasında bir mecburiyet olmayan ibadet ve ta­ atleri dahi hassasiyetle, istek ve arzu i le yapa n l ard ır Artık , b u gibi lerle A l l a h arasında t e k l if tekellüf dahi kalmaz, aradaki perdeler kalkar. Allah i l e olur, Allah 'da olur. İ şte, A l la h ile ol­ ma k , Allah'da olmak demek bu demektir. Artık, bu mertebeye dahil olanlara bazı mübah olan, yani yapılıp yapılmamasında herhangi bir günah ve sevap olmayan şeyler bile yasak olur. Öyle ki , mübah olanı yani yapılmasında bir suç o l m aya n bazı hareketleri yaptığımızcia mesela; sadece vakit geçirmek, eğlenmek için , Allahın emirlerine muhalif ol­ mamak sartiyle yaptığımız hareketlerle, eğ lencelerl e günaha .

.

girmiş o lmayı z . Buna mukab i l Hakkal yaki n mertchesi n d e bu­

lunan bir kişiye, bunlar da yasak olur. Onlar Allah'tan başka bir şey tefekkür ettiler mi, günahkar olurlar. (Bu, nasıl şey ?) diye soranlara, yine dünyadan misal verelrşAd, Cilt 1

-

F : 8


- 1 14 -

l i m , çünkü, hiçbir şey yoktur ki, dünyada, ahiretin bir nümunc­ si olmasın. Yani, ahirette ne varsa onun bir ifadesi , bir nümu­ nesi, bir örneği ve bir işareti mutlaka ve mutlaka dünyada var­ dı r. Bulup , görebilene. Evet ; dünyada her insanın bir mesleği vardı r. Her meslc­ ğin de kendine göre, bir şerefi, bir haysiyeti vardır. Yine bu mesleklerin her birinde çeşitli insanlar çalışıp hayatlarını ka­ zanırlar. Kimisi mesleğini iyi kavrayıp refaha k�vuşur, kimis i d e doğru dürüst çalışmada gayret göstermediği için d e i k i ya­ kası bir araya gelmez. Sıkıntı, geçim darlığı çeker veya çok ça­ lışıp gayret gösterdiği halde işini n püf noktalarını kavrayama­ d ığı için emeği boşa gider. Bu verdiğimiz misal ilmel yakin mcr­ tebcsinde olanların durumudur. İşte bu meslek sahiplerinden bazıları mesleklerinde i lerierler ve pek çok kimse tarafından tanınır, sevilir, sayılır, hürmet edilir, i tibar gösterilir. Refah içersinde, mal ve mülk sahibi de olabilirler. Bu kimselere top­ luluğu idare etmek gibi vazifeler verilmek istenir. Çünkü, her· kesçe malumdur ki , o adam mesleğinde hakikaten dürüstlüğü ile doğruluğu ile tanınmış, o halde bizleri de idare edebilecek seviyededir, deyip söz birliği ile onu başa getirirler. İşte bu mertebe de Hakkal yakin derecesine benzer. Bu yüce vazifeye seçilmiş olan k işi, artık evvelce yapab i l­ diği bazı serbes t hareketleri yapamaz. Eğer yapınağa kalkarsa ve buna devam ederse o mevkiinden onu tekrar indiriverirler. Mesela, bu adam mühim vazifeleri varken, onları bırakıp baş­ kaları gibi çok zaman eğlence peşinde koşarsa o, bu mevkiine lay ık değildir, diye bu payesi elinden alınıverir.

İşte , buna benzeterek söyliyelim ki, Hakkal yakin mcrtc· besi ne erişmiş büyük evliyaullah, bizlerin icra ettiğimiz halde günaha girmediğimiz bazı mübah hareke tleri icra ederlerse gü­ naha girerler. Aynen misellde vcrd iğimız gibi . Buna, ilmi tabir! ile « Hasenatül ebrar, scyyiatül m u kaıTab i n » denir. Bahsettiğimiz büyük mevk i sahibi adamın itibarı i le, her· hangi bir meslek sahibi adamın itibarı a rasında nasıl büyük fark varsa, ilmel yakin derecesinde olan bizler ile ayncl yaki n ve Hakkal yakin derecesine vas ıl olan Evliyaullah aras ında da


- 115 -

öyle muazzam fark vardır. Hele Peygambcrle «aleyhisselaın » bizim aramızda . . . (Peki ; biz hep bu ilmel yakinelen (Jtcye geçerniyecek mi­ yiz ?) diyenlere, bunu , tekrar şöyle izah edeli m : Elbette büyük mevki sahibi olan o ada m , o mertebeye va­ s ı l oluncaya kadar birçok merhaleler geçirdi , oraya layık biri s i olduğunu tavır ve hareketleri, namus v e iffeti i l e isbat et t i . i l i m , tahsil gördü v . s . aynı şeyleri yapan herkes aynı mevkie şüphe­ siz ki çıkabilir; yeter ki, dediğimiz şartları yerine getirs i n . A�·­ nen bunun gibi kısaca söyliyelim. Bir kimse, Allah 'ın emirleri­ ni zamanla ve gittikçe artan bir titizlik ve hassas iyetle, h ü rmet ­ l e yeri ne getirirse ve onun sevgili habibini mutlaka her şeyin­ den, mal, mülk, rütbe, aile vesaire hatta nefsinden fazla sever­ sc böyle bir kulun veli olmasına hiçbir şey mfıni değildir. Fa­ kat, ded i kleri m izi yerine �etirmek şartı ilc. Esasen, Al lahı ve Peygamberini (sallallahü aleyhi ve sellem) tanıyıp iman eden ve onun yolundan giden her m ü ' m i n b i r \Ti i d i r, Allah'ın dos­ tudur. Bizler ile yüce velilerin arasındaki fark, işte bu arnelie­ rin ve muhabbctin ziyadeliği sebebi ilcdi r. Tarihten de şu misalleri vererek bu bahsi son bir defa da­ ha izah etmiş olalım. H i K A Y E

Bir mii rşidin talebeleri arasında bir tanesi varmış k i , her hareketi ve tavrı onun ne kadar asil ruhlu \'e idnlk, iz'an sahi­ b i ol duğunu bell i ediyormuş. Mürşidi de, tabii, o gence daha çok sevgi gösterirmiş. B u durumu b i r türlü hazınedem iyen birkaç kötü ruhlu ta­ lebe ve halktan bazı cahiller, kötü fiki rlerini açığa vurmaktan çekinmeden ileri - geri ko n u şma ğa ba� larlar. Ç ü n k ü ruhu kö­ t ü , hased dolu olan kişi, herkesi kendi gibi bi lir. Eğer i nsaıı gözüne necasetli bir güzlük takarsa, dünyayı o gözle görür. Si­ yah veyahut yeşi l gözlük takan da dünyayı b u renklerde tema­ şa eder. Mürşid , bu dedi kodulara o talebesi narnma ziyadcsiylc üzülür. Fakat sonunda bunlara layık oldukları dersi vermek ,


-

1 16

-

üzere ve daha doğrusu o talebesinin kadr ve kıymetini isba t et­

mek üzere, talebelerini imtihan edeceğini yayar.

imtihan günü, talebelerine hitaben : (Bana her biriniz giz­

li, tenha ve kimsenin sizi görmediği bir yerde birer tavuk ke­ sip getirin, bakalım tavuk keserken nelere dikkat edeceksiniz, nelere aldırış etmiyeceksiniz.

Fakat şartım şu ki,

yanınızda

k imse olmasın, keserken de kimseye göstermeyin) der. Her bi­ ri birer tarafa seyirtip ve derhal bu emri yerine getirerek k�­

si lmiş tavuklada dönerler. Hepsi de hocalarına, tavukları ke­

serken kimseyi yanlarına almadıklarını, emri harfiyen yerine getirdiklerini arz ederler. Fakat, o talebe hala ortalıkta görün­ mez. Aralarında sinsice fısıldaşanlar « hocanın

sözünü yerine

getirmedi de yüzü yok gelmeye » diye konuşup dururken, o ta­ lebe elinde canlı bir tavukla malızun ve süklüm püklüm kapı­ da görünür. Herkes, bıyık altından güler. Talebeler kendi fikir· lerini, hoca da kendi fikirlerinin tahakkuk ettiğinden

dolayı

memnundurlar. Hoca: (Niçin emriınİ diğerleri gibi yerine getirmedin, ta­ vuğu kesmedin, canlı getirdin?) dediğinde; talebe oevaben: (Velinimetim efendim, sizin emrinizin zerresine muhale­ fet etmek, şöyle dursun, size canımı bile feda ederim. Fakat, siz, bizi gönderirken şart koştunuz ki, sizi

kimse görmeden bu

işi yapın. Ama, ben nereye gitti isem, nereye gizlenip kesrnek istedi isem Allah'ın beni gördüğünü bildim. Artık daha elim varmadı ki keseyiın . . . ) Hocası bunun üzerine diğer talebelerine doğru nazar ede r . Hepsinin başı öne doğru eğilir. Daha söz söylemeye hacet ka l­ mamıştır zira. İ şte bu talebe, şimdi Üsküdar semtinde mübarek kabirle·

ri bulunan ve büyük evliyaullahtan olan Üsküdarlı Aziz Mah­ mud Hüdai (Kuddise Sırruh) hazretlerid ir. Hocası ise rahme­ tuilahi aleyh Hz. Üftade (Kuddise Sırruh) dur. Aynı kıssayı Hz. Ebu Hanife'ye de izafe ederler. Allah, onların ve cümle evliyaullahın sırlarını takdis etsin. Amin! Bi-hürmeti seyyidil-mürselin . H z . Üftade, bu olaydan epeyce b i r zaman sonra d a , yeri-


- 117 -

ne onu halef tayin ederek ona irşad salahiyeti vermi ştir. Hz. Hüdai, o muvaffakiyeıli imtihanını şöyle vennişti: Hz. Üftade ağır bir soğuk algınlığı geçirmiş o lduğundan , k ı ş günleri sabah narnazına kalktığında soğuk su ile abdest ala­ ınazmış ve talebesi, yani Hz. Hüdai; efendisinden daima bir müddet evvel kalkarak abdest suyunu ateşte ısıtırmış. Yine bir sabah ayazında bakar ki, bu sefer kendisini hocası uyandırıyor. Eyvah diyerek fırlar ve derhal ibriği kaparak göğsüne bastınr. Kollarını sıvayıp da abdest i çi n !eğen başına gelen Hz. Üftade' nin, ibrikten dökü len su ile birden eli başlanır. Hayret içersin­ de sevgil i talebesinin yüzüne bakarak: (Hüdai nerede kaynattın bunu ?) dediğinde, aldığı ce vap şu olur: « Gönül ateşinde sultanım !

. .

. ))

Bunun üzerine, Hz. Üftade ona: « İnşallah rikabında sultan­ lar yürüsün benim sevgili evladım » diye mukabele ve dua eder. Bu hadiseden sonradır ki, «Artık burada dunnan, senin heba olman demektir. Git , meydan-ı irşada, adam yetiştir » di­

yerek onu Üsküdar'a yollamıştır. Osmanlı padişahlanndan Sultan I. Ahmed zamanını idrak etmiş o lan Hz. Hüdai, şimdi Ayasofya camiinin karşısında ve Sultan Ahmet meydanındaki aynı ismi taşıyan ve I . Ahmed'in yaptırdığı Sultan Ahmed Camiin i n yapılmasına ve o yerin ta­ yin edilmesine sebeb olan z at t ır I. Ahme d in : (Peki, camii han­ gi vakıfla y ap ac ağı z ?) sorusunu, « Avusturya seferi i le » diye ce­ vaplandırmıştır. Ve yine, işte bu zattır ki, Sultan Ahmed mai­ yet i erkanı i le yolda Hz. Hüdai'ye rastladıklannda, padiş ah Sul­ tan Ahmed Han , muhterem hocasına hürmetinin bir i fad e s i ola­ rak onu kendi atma binrneğe davet ve israr etmi:;; , onu atma bindirerek Hz. Hüdai'nin rikabında dizginleri tutarak y ü rü­ m üşt ür. Biraz sonra Hüdai hazretleri inmek taleb etmiş ve de­ vamla: (Sübhanallah, rahmetli hocam, « rikabında s u lt a n l ar yü­ ıii s ün» diye dua etmişti, o da zuhur etti. « Hocamın ruhu ş ad ol­ sun » diye bu israrı nız ı kabul ettim cihan padişahı) diyerek at­ tan inmiştir. .

'

Tarihten verdiğimiz bu menkıbe gibi daha binlerce gönül sultanlarının, mana padişahlarının, evliyaullahın muhteşem ib­ ret ve ders veren hadiseleri vardı r .


- 1 18 -

Bizlerin, bu menkıbelerden almamız gereken ders şudur: Her yerde ve her mekanda, her türlü hareketlerimizi hatta, İc­ ra etmeyip de, İcra etmeyi düşündüğümüz şeyleri dahi, Allahın görüp, i şittiğini ve bildiğini düşünerek, Hakkın rızası olmayan işlere elimizi uzatmamaya gayret etmemiz lazımdır. Hz. Resul (sallalahü aleyhi ve sellem) bakın bu hususta ne kadar ümit ve­ rici ve ne kadar sevindirici bir müjde veriyorlar. Hadis-i şerif şöyle : « Bir kimsenin zerre miktarı imanı olsa, (Allaha ve onun Resulüne olan iman) ona hesap günü şefaat etmeyi ve belki af­ folunması ihtimalini vaadediyorum.»

Zerre kadar iman'dan murad nedir dendiğinde, «bir kim­ sc bir vakit namazını unutarak kazaya bıraksa, vakit geçti�­ de hatırına gelerek, eyvah namaz kazaya kaldı diye kalbi bur­ kulsa işte o kimse, zerre miktan imanı olan kişidir. )) diye b u­ yurulmuştur. B una göre; Allah'tan korkmak da iki türlü oluyor. B irisi : Onun azabından, cehenneminden korkma . . . Bu avaının korku­ s udur. Diğeri ise Rabbim bana « Kulum ! » diye hi tabetmez de, beni kulluğundan kovar ve bana cemalini, vuslatını göstermez­ se . . . Korkusu çekenlerdir ki, bu korku Allahın dostlarının, ve­ lilcrin korkusudur. Dost nedir, veli nedir; bahsetmiştik. İşte, bu çeşi t Allah korkusuna sahip olanların zikrullah ile kalbieri cilalanır, gerek ayet, gerekse hadis-i şerif ve gerekse Hak kclarnını dinledikleri, duydukları zaman kalbieri nurla­ nır, imanlarının nfıru artar. Bu nur arttıkça namazları nda t e ­ celliyat olur. Kıldıkları namaz onların m iracı olur. Kalbieri yu­ muşar, açiarın ve açıktakilerin halini düşünür. Düşünmekle de kalmaz, onlara, şefkat , merhamet ve yardım elin i uzatır. Ko­ ıur; gözetirler. Kendilerine verilen bu nimetierin yalnız Hak ta­ rafından verildiğini, kasa, kese, rütbe, mal ve parasının, ema­ neten, adeta bir bekçisi olduğunu ve bir gün hepsinin alınaca­ ğını düşünerek, hiçbir karşıilk ve teşekkür veya hizmet bekle­ meden gariblere, kimsesiz yetim ve ihtiyarlara, muhtaçlara, (Ben fakirim) deyip de istiyemiyen, mahalle kenarlarında kal­ mış mazlfımlara, kendilerinin de o hallere düşebileceğini gözö­ nüne alarak mümkün olan şekilde yardımlarını kimseye belli etmeden, riya, gösteriş yapmadan nacla nlar gibi (Bak sa-


- 1 19 -

na yardım ediyorum) demeden bu söylediğimiz şekildeki, Alla­ hın en çok sevdiği ve indi ilahide en makbul tuttuğu salih arnel­ leri temiz kalble icra ederler ve hak rızasına ererler. Enes ibni Malik Radıyallahu anh hazretleri, üzerinde dur­ madığımız, bu sadakanın dahi yetmiş türlü belaya deva teşkil ettiğini Hz. Mahbubu Hüda efendimizden naklederek haber ver­ mişlerdir. Zekat yalnız müsli ın olanlara verildiği gibi sadaka kim ol ursa olsun verilebilir. Sadaka, gayrimüslim olsa bile vermek d'tizdir. Menfaatı hem dünyada, hem ukbada mutlaka göıiilür. Sadakanı n ehemmiyetini, şu kıssadaki hadise kafi derece­ de bize anlatır zannederim. HiKAYE

Fakir bir köylü kadın, müracaat eden bir fakiri elinde ka­ lan son lokması ile memnun eder. Fakir ona : « Allah, bu verdi­ ğin lokmayı dünya ve ahirette önüne çıkarsın, sana hayırlar ih­ san buyursun . » diye dua eder. Bir zaman sonra, o köylü kadın tarlada kocasına yardıma va rdığında, nur topu gibi eviadını bir ağacın altında yatırıp uyu tur. Karı - koca işlerine daldıklanndan, o sırada çocuğun bu­ lu nduğu yere yaklaşan azılı bir kurdun, çocuğu kundağından di şine takarak ormana götürdüğünü neden sonra farkederler. Çocuklarını kurtarmak üzere kurdun peşine düşerler. Epey bir takipten sonra kurt kendilerinden çok ileri gidince eviadların­ Jan ümidin i kesen ana - baba feryadü figan ile dövünürlerken; bir zatın k urdu yakalayıp, ağzından çocuğu aldığını, kurtanp yere koyduğunu ve kurdu da kuvvetle yere çalıp öldürdükten sonra, çocuğu göstererek: « Fukaraya verdiğin o lokma, bu lokmaya bedel oldu . » di­ ye seslenerek oradan kaybolduğunu hayret ve dehşetle görürler. Hal ve hakikat böyle iken « İyi Ahlak Derneği »nin güzel dersleri arasında « Fukaraya yardım etmeyiniz, onlan dilencili­ ğe alıştırıyorsunuz » sözünü radyodan işitiyoruz. Bu zihinlerde birer soru uyandırabilir. Nitekim beni de düşündürdü. Eğer,


- 120 -

İyi Ahlak Derneği; ayrıca « Fukaraya Yardım Ccmiyet i » adı al­ tında bir cemiyet kurarak , buraya verilecek olan , hayırperver zatların yardım ve sadakalarını başka maksat veya menfaalle­ ri için saıfetmeyip, kuruşu kuruşuna, mahallelerde bir bir tes­ bit edilecek olan hakikaten fakir, hakikaten muhtaç olanlara a:dl ve intizam dahilinde, tatmin edecek şekilde dağıtmakla, giy­ dirip kuşatmak ve yedirmekle vazifeli bulunan ve bu vazifeyi , şerefen kabul ettikten başka, dürüstlükle çalışacak olan me­ murlar, tayin eder ve bu i ş tahakkuk edip tatbik safbasma gi­ rerse, o zaman « fukaraya yardım etmeyiniz; onlan dilenciliğe alıştırıyorsunUZ » sözünün bir manası olur. Ortada ne böyle bir cemiyet, ne de bu maksada hizmet eden bir kurul teşkil edilip faaliyet göstermezken , sadece iyi, güzel öğütlerle bahsettiğimiz maksat hasıl olmaz. H i K A Y E

Allah'ın halili yani dostu, efendimizin cedleri ve her nama­ zımızda tahiyyat esnasında ikişer defa okuduğumuz salavadar­ da ismi mübarekeleri dörder defa geçen ve beş vakit farz \'C sünnet namazının yekCmunda günde ellialtı defa olmak üzere namaz içerisinde zikrettiğimiz Hz. İbrahim aleyhisselam, Cc­ nabı Hakka (Benim evlatlanından nCını evvel ba'si sonra ola n Hz. Muhammed Aleyhisselamın indi i labindeki kadr-i kıymet­ leri ve onun ümmetine yapacağı ihsanı beyan buyuruyorsun. Ya Rabbi benim ismimi de onlann lisanından eksik etme) diye dua e t m i ş ve duası kabul olmuş. Namaz kılan ümme t i Muham­ med (S .A.) salavatlarda onun ismini zikretmektedir. Hakkın ve Resulünün ismi ile beraber zikredilen bu pey­ gamber, evinde bir fukara bulunmadan yemeğe el sürmezdi. İ ki üç gün bir fukara gelmezse Hz. İbrahim (Acaba bir hata ını zuhura geldi bende ki, Allah bana bir fukara göndermedi) der­ ken, ertesi günü kapı çalını r. Açtığında saçı sakalı bi rbi rine ka­ nşmış toz toprak ve kir içerisinde bir adamla karşı laşır. Ada­ mın bu halini gören İbrahim peygamber, « aleyhisselam » onun i slam olmadığını derhal farkeder ve sorar (Hangi dindensin sen) Adam «Mecusiyim, ateşe taparım » der. İbrahim << aleyh is­ selam» bunun üzerine onu bu putperestlikten çıkarmak, Alla-


- 121 -

ha şirk koşmasına mani olmak için adama hitaben: (Ben , he m Allah a şirk koşan, hem de bu h a l d e tl ol aşan bir küf r ch line yar­ dım edemem, git tövbe istiğfar et İslam ol, üstünü başını temiz­ le. O zaman gel, kapım açıktır) dedi ve ihtiyarı, mahrum gön­ derdi. Yalnız kaldığında İbrahim Peygambere, hitabı izzet gel­ di ki, şöyle buyruluyordu : (Ya İbrahim! Ben Allahlığımla, bana isyan ettiği, hatta y�­ gane affetmediğim bir günah o l an , bana şirk koşmasına rağmen, onun rızkını kesmezken, sana ne oldu ki, kul iken onu bir lo k­ ma ekmekten mahrum olarak günderdin . Hemen git ve onun gönlünü yap . Şayet bunu benim nzam için yapmayıp. ncfsin için yapsa idin, seni Halil iyetimden silerdim) buyurdu. Hz. İbrahim bu emr-i i lahiyi alınca, yollara düşüp garibi Medine 'de bulmuş, kendisini taltif ederek hanesine götürüp, karnını doyurmuş, gönlünü almış, aynı zamanda bu inceliği se­ zen müşrik ateşe (sanem) derken, bir anda (Allahussamed) de­ miş, imanla müşe rref olmuştur. HiKA Y E

Bir gün Hz. Eba Bekr-i sıddik Radıyallahu anh, çarşıcia ta­ ze hurmalar görmüş, bir miktarını alarak Hz . Fahri Aleme hed i ­ y e olarak getirmişti. Hurmaları huzuru saadete koyup (Ya Re­ sulallah, bu hurmalardan tenavül buyurmaz mısınız ?) dediği anda bir fakir gelip : (Ya nebiyallah , hurmaları bana versenc) diyerek ister. Fahri alem, nefsi çektiği halde hurmaları kamilen fakirc verir. Bu işin farkına varan Hz. Ömer, fakire hurmaların bedc­ lini verip tekrar hurmaları huzuru ncheviye getirir. Gene aynı fakir huzuru saadete gelip: (Ya Resulallah hurmaları bana ver­ mez misin ?) dedi. Resulüllah hurmalardan hiçbirini yemeden y i ne verir. Bu hadise aynen dört defa tekerrür etti. Dördüncü­ de Hz. İ maını Ali hurmaları Resulüllahın önüne koyduğunda yine gelen fakir (o hurmaları kerem edip bana verin) diye niyaz eyledi. Bu sefer Resulüllah efendimiz bkire hitaben : (Sen fa­ kir misin, tüccar mısın ?) buyurduklarında garibi red etme em­ ri eelili nazil oldu:


- 1 22 -

İ slamda dilencilik haramdır. Fakat isteyeni de red etmek haramdır. Yalnız istenen şey meşru olmak şartiyle. Bu ayetlerin mealini ve bu kıssaları katiyen aklımızdan çı­ karmıyalım ve bize balışedilen bu nuru, bu nimetleri heba et­ miyelim, Allah ve onun sevgili Rabibinin yolundan bir an dahi ayrılmıyalım. Her işimizde onun yaptığı gibi yapınağa çalışa­ lım. Her hareketimizi onun hareketine göre tayin edelim. Onun hakkında çok şey bilmiyorsak öğrenelim, öğrenmeye gayret edelim ve öğrenmek istiyelim. Allah, bizi bu isteğimizden mah­ rum etmeyecek, bizi hem burada, hem orada onunla mülaki kı­ lacak, en ziyade sevdiği kullar zümresine ilhak edecektir. Allah üzerine yem in ederim ki, bu uğurda temiz, halis kalble hare­ ket ederek, Muhammed'in « sallallahü aleyhi ve sellem » yolun­ dan hiçbir şekilde ayrılmayanlar, bu saydığımız, daha doğrusu sayamadığımız, güneşlerden bir zerre, denizlerden bir katre miktarı bile anlatamadığımız nimet ve mazhariyedere mutlaka ve mutlaka en yakın bir zamanda erişeceklerdir. Şakiki Belhl diyor ki: Horasan padişahı İbrahim Ethem, mülk padişahlığını terkeyleyip , gönül sultanı olduktan sonra, Basra şehrinde dolaşırken , Basralılar başına toplanıp : (Ey İs­ hak'ın babası! Allah Kur'ancia «Bana dua edin, dualarınızı ka­ bul edeyim » dediği halde biz çok zamandır dua ediyoruz, dua­ larımız kabul olmuyor) diye şikayette bulundular. İbrahim Et­ hem, (Allah sırrını takdis etsin .) Basralılara cevaben şu veciz tavsiyelerde bulundu: (On şeyden dolayı sizin kalbieriniz öl­ müş, bu on kötü sıfat kimde bulunursa, nasıl olur da Allah on­ ların duasını kabul eder?) dedi ve Basralıların on tane kötü huylarını birer birer saydı. Enbiya ve Evliya, ayna gibidirler, aynaya baktığımız vakit bize yüzümüzdeki karayı gösterdiği gibi, bu zat-i ali-kadir de böylece Basralıların suçunu kendilerine göstenniş oldu. (Vechini «yüzünü » pak eyle ki, aynaya bühtan olmasın) demişler.


- 1 23 -

B izler, kötü huylarımızdan \'az geçecek ve yüzümüzdeki karayı s i lecek yerde, aynayı kırarız. Ve saymaya başladı. Kusurlarınız şunlardır:

1 - Allah 'ı tanıyorsunuz, Allah'ı tanıdığınızı iddia ediyor­

sunuz, onun hakkını vermiyorsunuz. Allah'ın hakkı fukaraya yardımdır . . . 2 - Kur'anı okuyorsunuz, onun emirlerini ve nchiyierini

tutmuyor, onunla amcl etmiyorsunuz.

3 - Şeytan düşmanımızdır diyorsunuz, ona uyuyor ve ita­

at ediyorsunuz. 4 Ümmeti Muhammed'deniz diyorsunuz, Resfılün sün­ -

netine tabi olmuyorsunuz. 5 - Cennete gireceğinizi iddia ediyorsunuz, oraya girmek

için lazım olan arnelleri işleıniyorsunuz. 6 - Ateşten nceata ermek istiyorsunuz, yaptıgı..nız kötü amellerden ötürii nefsinizi ateşe atıyorsunuz. tır

1 - Ölümün Hak olduğunu biliyorsunuz ve ölüm Hak'·

diyorsunuz, ona hazırlığınız yok.

8 - Din kardeşlerinizin ayıpları ile meşgul oluyorsunuz

ama,

k end i ayıplarınızı görmüyorsunuz.

9 - Rabbınızın nimetini yiyorsunuz, ona şükür etmiyor­

sunuz. (Bunun şükrü yedirmekle olur.) 10

nuz.

-

Ölülerinizi gömüyorsunuz da,

hiç ibret alnuyorsu­

Sanki sizin başınıza gelmiyecekmiş gibi.

B öyle söylerek Hasralılan ve b izleri ve kıyamete kadar ge­ lecek olan mü'minleri i rşad buyurdular. Rahmetullahi a leyh Ya Rab , bize kereminle imanı nasib eyle, bizi felaha ermiş­ le rden , nardan ne dl. t bulmuşlardan eyle. Amin ! . . . Bahsettiğimiz ayeti kerimenin mealine dönelim : .

« Ancak o mü'minler ki, Allahı zikrettikleri zaman yahut onun zikrini duydukları zaman kalbieri nOrlanır.» Zikir unu­

tu lan şeyi ha t ı rlatmaya denir. Fakat bir kimse « Allahtan gafil olarak ıı bin defa, yüzbin defa Allah dese faydası yoktur. Çü n lüi , onun s öz ü fiiline uymamakta yani, burada Allah derken be­ ri yerde Allahın nehyettiği şeyleri hiç çekinıneden icra etmek­ tedir. O k i mse, her Allah deyişinde ona : (Yalancısın, ya lan cıs ı n) ­


- 1 24 -

hitabı gelir, fakat duyabilene. Bu hal şuna benzer: Bir kimse durmadan ekmek, ekmek , ekmek dese fakat bir ekmek bul u p d a yememiş ise, o insanın sadece ekmek deyip durması i le ka r­ nını doyunnasına imkan var m ıdır ? Hatta bu, tekrar söylen i p durması onun ağzını sulandırıp yorulması ndan ba�ka b i r işe yaramaz. Onun doyabilmesi için mutlaka o ekmeği bizzat ye­ miş olması lazımdır. Aynen bu misaldeki gibi, Allah lafzından zevk duyabilmek, Allahı bulmak, Allahta olmak için, O n u , b iz­ ler her ne kadar bizatihi görmüyorsak da, o bizleri muhakkak görmektedir ve bizlere her yerde, her durumda mutlaka gördü­ ğünü, işittiğini hatta bizi bizden daha iyi görüp daha iyi işittiği­ ni ve bize bizden daha yakın olduğunu daima hatırda tutarak, hissederek O'na, O nun istediği tarzda ibadet \'C taat etmemiz, her emrine uyınamız ve her menettiği şeye boyun eğmemiz U­ zımdır ki, buna imanı yakin ve ihsan derler. İ manı yakin yuka­ rıda anlattığımız tarzda, Allaha en yakın olmak isteyen, buna gayret eden ve nihayet muvaffak olanda zuhura gelir. Safilik­ te buna, (makamı müşahede) tabiri verilmiştir. Bu makam ve­ layet velilik sıfatıdır. Fakat bu makama ermiş bir kimsenin, bir velinin dahi daima makamı müşahede anında bulunması imkansızdır. Dünya yüzünde daima bu tecelliyat anında bulun­ mağa insanoğlunun tahammül kudreti yoktur. Buna ai t bir m i ­ sal verelim: '

İmam-ı Ali Kerremallahu Veçhe Radiyallahü Anh , (Ben görmediğim Allaha ibadet etmem) buyuruyor. Yine, Uhud Ccn­ gi esnasında atılan bir ok İmam Ali 'nin (Radiyallahu Anh) aya­ ğına isabet eder. Çıkarmak için çok uğraştıkları halde yaranın verdiği fiziki ıztırap buna mfmi olur. Bunun üzerine kendile ri eshaba dönerek : (Ben namaza d u ra� n m s i z de oku çekiniz) dcr. Namaza durup ok çıkarıldığı h alde soluna sela m verdiği sırada « çıkardınız mı ? » diye sorar. Bu hadise İmam-ı Ali (Radiyallahu Anh) namaza durduğu vakit makamı müşahede esnasında oldu­ ğunu ve sair zamanda duyduğu fiziki ıztırabın bu anda farkına bile varmadıklarını gösteriyor. İşte bu hadise, mü'ıninler için büyük bir müjdecinin ha­ bercisi oldu. Zira, ölümün acısının üçyüz kılıç darbesi şiddetin-


-

1 25

-

de olduğunu haber veren Hz. Resulü E krem Sallallahü Teala Aleyhi ve Sellem Efendimiz, mü'min olanlara ölüm anında Vus1atı Cemal . Vuslatı Canan olduğundan bu şiddetli acı tattınl­ mayacak \'C onların ölümü adeta tereyağından kıl çeker gibi olacaktır, diye buyurmuşlardır. Kur'anı Kerimde şu hadise, bize bunu izah ve isbat ed iyor: Yusuf Aleyhisselamı , kardeşleri hasedlikleri sebebiyle ve babaları Yakub Peygamberin (aleyhisselam) çok sevmesini çekemediklerindcn ötürü «Yusuf'u da beraber götürelim ba­ ba » diye yanlarına alıp yola çıktılar. Ken'an diyan denilen yerde yaş ıyan Yusuf Aleyhisselam , yolda kardeşlerinin hain ernelleriyle karşı karşıya geldi. Onu oradaki bir kuyuya attılar. O kuyudan bir insanın yardım görmeden çıkması imkansızdı. Kardeşleri o n u yok ettiklerine sevinerek babalarına onu kurtlar parçaladı diye, adice bir yalan uydurmaya karar verdiler. Yalan­ Iarına delil teşkil etmesi için de onun gömleğini kana bulayıp yanlarına alarak oradan uzaklaştılar. Bir müddet sonra Mısır'a doğru yol alan bir kervan oradaki k uyuyu görüp su çıkarmak ümidiyle k o şup bir kova salladılar fakat, su sesi yerine bir inil­ t İ duyunca derhal bu sesin sahibini yukarıya çe k tiler, yaralannı tedavi edip onu da Mısır'a götürerek bir köle gibi satışa çıkar dı lar. Onun pazar yerinde güzelliğine ve yüzündeki asalete, nlı­ rani çchresine hayran kalan Kıtfir isimli Mısır azizi satın alıp sarayına bir köle gibi götürdü. Kıtfir' in hanımı Züleyha hatun ise, şimdiye kadar görmediği bu güzellik ve nuranilik karşısın da dayanamamış ve gönlünü Yusuf'a kaptırmıştı. Mısır gibi bir beldenin az izi ni n hanımı, hizmetçisine aşık olmuş dedikodusu o devrin sosyetesi arasında konuşulan , münazarası yapılan tek m evzu olmuştu. En sonunda Züleyha bütün bu dedikoduculara hadlerini bildinnek ve kendisinin ne derecede mazur olduğunu göster­ mek için , Mısır'ın bütün sosyete hanımiarım sarayında, büyük b i r ziyafete davet etti. Yemekler yendikten sonra herkesin önündeki tabaklara mevyalar ve bıçaklar koyuldu Önlerine ge­ len meyvaları soyuyorlardı. Züleyha vaktin geldiğini göıünce derhal Yusuf Aleyhisselamı salona çağırttı. Yusuf Aleyhisselam ­

­

.


-

1 26

-

kapıda göriinünce kadınların hepsi bıçakları ile meyvaların ye­ rine parmaklarını kesrneğe başladılar ve bunun farkına dahi varmadılar. Bunu gören Züleyha, Yusuf Aleyhissehimı dışarıya gönderdikten sonra kadınlara hitaben : (Artık ellerinizi kesme­ yi bırakın meyvalarınızı soyun) deyince kendilerine gelen ka­ dınlar bir yanda parmaklarından akan kanları silmeye uğraşır­ ken, bir yandan da, «bu insan değil , kerim bir melek » diye Zü­ leyha'dan af dilemişlerdi. Bu kıssada b ize şu müj de vardır : Ölüm acısı, her ne kadar üçyüz kılıç darbesi gibi olsa da, Yusuf'un cemalini gören kadınların ellerini kest ikleri halde, kesilen ellerinin acısını duymadıkları gibi; mü'min de cemali İ lahiyye yahut cemali Restlle, yahut cennete, nazar ettiğinden bu ölüm acısını duymaz. Şehitlerin tekrar ve tekrar şehit olmalarını istemeleri bu yüzdendir. Zira, tecelliyatı ilahi ile ikram olunurlar. Hele Allah yolunda şehit olanların niyazlarının şöyle oldu­ ğu H adisi şerifte haber veriliyor. « Ya Rab! bizi dünyaya gönder tekrar şehit olalım, tekrar gönder tekrar şehit olalım. Ya Rab, bize bu şehit olduğumuz andaki zevki böyle tekrar tekrar tattırmanı senden niyaz ede­ riz.» O andaki zevki şehit olanlardan ve Allah'tan başka kim bi­ lebilir? Yalnız şu var ki; Allah'a bu derece yakınlık, bu derece kur­ biyet peyda eden kimselerin dahi Allahın her sırrına tamamiyle vakıf olmasına imkan yoktur. Nasıl ki, evvelce verdiğimiz mi­ salde bir şehrin içine girip sokak , semt, bina vesairesini gezi p tetkik etmeğe imkanımız olduğu halde her bir evin veya odanın da içini tetkik etmemize imkan yok ise, bu Hakkal yakin dere­ cesine vasıl olabilenlerin dahi tamamıyle Allah'ın nihayetsiz sırlanna vakıf olmalarına imkan yoktur. Buna imtiyazlı olan yegane kerim malıluk yegane insan, ye­ gane kul Allah'ın «Bu alemleri senin için yarattım» dediği Hz. Muh ammed salla1 1ahü teala aleyhi ve sellem efendimizdir. Bu alemlerin, güneşierin ve yıldızların, bu dünya ve dün ­ yalardan başka dünyaların, tarihten evvelki zamanların v e kı-


- 1 27 yarnetten sonraki zamanların, cennetierin ve cehennemlerin, yer­ lerin ve göklerin ve denizierin ve bunların her birinin içlerinde­ kini görüldüğü vakit delışedere düşebileceğimiz

büyüklükte,

haşmetli ve korkunç yaratıklarm ve yine, değil gözle, büyütme aletleri ile dahi zor seçilebilen milyarlar ve milyarlarca malılu­ katın yer, gök ve denizierin gerek her bir zerresinin,

gerekse

küllisinin, daha varlığından haberdar olmadığımız mekanların ve bu mekanlardaki mahlCıkatın, hayvanların nebatatın ve bir tırnağının dahi mislini meydana getiremiyeceğimiz insanoğlu­ nun ve bu insanoğlunu bir miktar « SU»dan başlıyarak tam, mü­ tekamil şekline getiren ve bütün bunlar için de hiçbir zorluk çekmeyen Allah, bu kainatın yaratılmasına sebep olan « Levlake levlak lernma halaktfıl eflakn hitabı izzcti ile şanını ve karlrini bildi rdi , (( Sen ol masaydın bu alemleri yaratmazdıın.» «Bütün bu alemleri senin için, seni ise kendim için yarattıın.» dediği :

Mergub-u Huda Şef-i-Riız-i-ceza Mel ce-i -fukara Enis-is-zuafa Mahbub-u-Huda Sahib-i-seyf Sahib-ül-kitab Seı·dar-ı-Enbiya Resü l-i-Kibriya Sahib-i-Kabe Kavseyn İmam-ül-Haremeyıı

Ce d' d-ül-Haseneyıı Sahib-i-şefaat Sahib-i-makam-ül-Mahmud Res ü l-ü-müc teba Resul-ü-sakaleyn Nebiy'yül-Haremeyn İınam-ül-kıbleteyn Sahib-ül-mi'rac Sahib-ül-Ref-Ref Sahib-ül -mü clzat Sahib-ül-Kur 'an

Hazreti Muhammed ( Sallallahü teala aleyhi ve sellem) efen­ dimizin haliki, sahi bi olan Allahu Azim-üş-şan'ın cemaline, vus­ latına nail olma zevkini düşünün. Zira, bu nimet Ümmet-i Mu­ hammed 'e bahşolunacaktır. Yukanda zikrettiğimiz Yusuf kıs­ sası, buna açık bir delildir. Gerçek mü'min için, ölüm babında Vuslat-ı-Cemal vardır. Bu makama, buradan yani dünya alemin­ den de erenler çoktur. Hazreti İmam-ı Ali'nin : - Ben, görmedi�lın Rabbe ibadet etmem, buyurması bu makarna erişenlere burhandır, şahittir :


- 1 28 -

Biz i.şıkız, biz ölmeyiz; Çürüyüp, toprak olmayız, Karanlıklarda kalmayız, Bize, leyl-ü-nehar olmaz .. Allah, cümlemizi vuslatından, cemalinden ve sevgili Rabi­ bi sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimize kavuşmaktan mahrum etmesin, amin; amin bi-hürmeti seyyid-il-mürselin, vel­ Hamd-ü-lillahı Rabbil-Alemin. Rızaen-Iiliahi Rıza-i Resfılullah ve riza-i-ricalullah el-fatiha . .

El-Hac MUZAFFER OZAK


IR$AD e

A

DÖRDÜNCÜ DERS M Ü N D E R E C A T :

Bu risale-i şeri fe , Nur-u Muhammed 'inin yara d ıl m ası , hil­ kat-i Alem Efendimizin şfın-ı alisl hakk ında mizil olan ayat-ü beyyina t , dostluk nişanesinin beyanı, İmam-ı Ali'­ nin bir kıssası , Hz. Musa'ya Cenab-ı Hakkın dostluk hak­ k ın daki sorusu, Bi la l-i Halıeşi'nin İslam olmasından do­ layı gördüğü eza ve cef<l.ya t ahammülü ve Ebu Bekr Sıd­ dik tarafından kölelikten kurtarılarak azad edilmesi, evlenecek olanlara mühim bir tavsiye, Bilal-i Halıeşi'-nin çok siyah olmasının sebebi, Kıyamet Gününde Efendimi­ ze Allah'ın ikramı ve büyük şefaata izn-i İlahinin zuhu­ ru bir a ralıinin Resu luilah hakkındaki sorusunu havi mübarek bir risaledir.

l r,ld. C i l ! 1

-

F

:

9



Sallu Sallu Sallu Sallu Sallu

Bismlllahirrahmanirrahiym ala Seyyidina Muhammed ala Mürşidina Muhammed ala Şemşidduha Muhammed ala Bedriddüca Muhammed ali Nuril hüda Muhammed.

Rabbişrahli sadri ve yessirli emri vehlCıl ukdeten min lisa ­ innallahe basirun

ni yefkahu kavli ve ufevvidü emri ilallah,

bil'ibad. Kulların her sırrını bilen·, her yaptığını gören ve işiten Al · Malışer Gününde

lah; bizleri burada cem eylediği gibi, yann

sevgili Rabibi Muhammed Mustafa sallalahu aleyhi ve sellemin Liva�yı Hamd sancağı altmda lCıtfu ile cem'eyleye. Amin.

E'Ozü billAhi mineşşeyt3nir-ractym BismiiiAhirrahmani rrahiym

(Ve mA erselnAke I l lA rahmeten-111 - Aiemlyn) ( SOre-l Enbiya, Ayet

:

Mefıli Şerifi : « Habibirn, Resulüın, Mergubum, biz seni cak alemiere rahmet olarak gönderdik.»

1 07 1

an­

Diğer b i r ayeti kerimede d e :

( � r.� -:"-.J • -:'/ (.�.--__. �.) ...

® J'-,

� �\\\��f :\Ci::..)G ;(f\.. 's-:: \.f".. -

.;..)

r? �C:-:; �)\� 'J;�� @

�,0, f.

\�

. �....�

� o ...-: .

.

1

/

..ı 1

o ..J/ 1 /til "\''v-.....

o ,. �

\\

,.ı • /

:.

;;

� � � \ � :.. �_y- e..J

« Ey Nebiyyi Mükerremim, biz seni ancak şahid ve müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik. Allahın lmJ lle sen Haiclun da­ vetcisi ve nurlu bir Çerağısın. ))


-

132

-

Yerde ve gökte, bilinen ve bilinmeyen alemierin sahibi ve yegane maliki Rezzak olan Allahü Tefılaya hamd, sena ve secd� ederiz. Ancak Mabudumuz, Mescudumuz, Rezzakımız, Halıkı­ mız O'dur. O var eder, O yok eder; O aziz, O zelil eder. Her şey O'nundur. Evvel O'dur, ahir O'dur, zahir O'dur ve batın O'dur. Her şeye kadir yine O'dur; her şeyi O hakkı i le bilir. O istediği · ni yüceltir. O'nun yükselttiğini kimse alçaltamaz! .. Alçaltmak isteyen kendi alçalır. O'nun rahmetine nihayet yoktur. Mülk O'nundur, her şey O'na dönecektir. Kendi Zatını gözlerden ni· han etmiş, kendini Cemali Muhammed sallallahu aleyhi ve sel­ lernden müşahade ettirmiştir. Zira, O'nu sevmiş, O'nu övmüş ve O'nun zikrin i yükseltmiştir. Adem (aleyhisselam) ve İsa (aley­ hisselam) dahil bütün Peygamberler (aleyhimüsselam) O'nun geleceğini insanlara müjdelemiş; bütün enbiya'yı mürselin , O'nun Ümmetinden bir fert olmayı Ccnab-ı Haktan temenni ve n i yaz etmişlerdir. işte ol şam yüce, kadri ali, olan cemi alemiere Rahmet, bir İsmi Ahmed, gül-i gülzari, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sel­ lern) ve O'nun a l , evlad, ashab ve ahbabına sonsuz selatlİ se­ lim, tahiyyat ve teslimat olsun. Amin. Ey Hakka kul olup rükıl ve secde edenler! Ey iki cihanın Fahri , Hakkın Sevgilisi Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sel · lem)e gönül verenler ! Ey cemi enbiyayı tebcil edenler! Ey Hak ­ kın Cennetine talip, Cemaline ragı p olan aşıku sadıklar! Ey Muhammed Resulüllahı (sallallahü al eyh i ve sellem) her şeyin ­ den ziyade sevip, kemal-i imana ulaşanları Yerin v e göklerin ve her şeyin Haliki ve Sahibi olan Allah. Mektub-i Rabhani olan, hay ı r ve şerri , zulmet ile nüru , hidayet ile dalaleti birb i rinden ayıran , Kur'an-ı Keriminde b izlere lütfu ile şöyle bildiriyor: « Biz seni alemiere ancak rahmet için gönderdik.>>

Ne büyük bir kelam-ı İ lahidir bu . . . Mü'minler! Hilkat-i alemden ve Hilkat-ı Adernden bir neb ­ zecik bahsedelim ve Resul aleyhisselamın Allah indindeki mev­ kiinden ve Allahın O'na olan ihsanından bir nebzecik sunalım. Ey mü'minler! Biliniz k i ; mahlfıkatın eşrefi melekler, in sanlar ve cinnilerdir. Bunların içinde en şerefiisi insandır. Ayı::­ t i kerimede :


- 1 33 -

«Biz insanlan mükerrem ve ekmel kıldık.»

ı sare-i isri ayet: 70)

<<Biz insan-ı alıseni takvim üzere halk ettik�• ı sare- i Tin Ayet: 41

İ nsan malılukatın mükerremi, ekmeli ve en güzeli, en ka mili olarak halk olunmuştur. İ nsan hal i fe tullaht ır. Ayeı :

«Rabbin meleklere, b en dünyaya , arza halife yarataca� dediği vakitte,,)) Bu (Surei Kavli i lahisi ile insanın şerefi sabit o l muştur. Kısacası bütün mükev\·enat , herşey, insan için halk olunmuştur. İ nsan için de, en şerefiisi ve en güzel i, en e kmeli,

Nebiyyi Muhterem sallallahu aleyhi ve selleındir. Ve bütün ya­

ratıklara rahmet olarak gönderilmiştir.

Ayet: « Biz seni bütün alemiere rahmet olarak gönderdik . .. ( Süre-1 Enbiye, ayet: 1 0 7 1

Malum olsun ki; b u kainatın Haliki ve Maliki, S ahib i , Ya­ ratıcısı olan Al lah , biz insanlan meleklerden, cinnilerden , hay -


-

134

-

vanlardan, nebatlardan üstün, madde alemleri üzerine hakim kıldı ve bunlara faik hAlketti. Güneşi, ay'ı , yıldızları, dağları , kıt'aları, denizleri ve semavatı bizlere müsabhar eyledi . Ve insanı her şeyden mükerrem ve cahseni takvim>> üzere yarattı . Hadisi Kutside şöyle beyan etti ki: «Ey A dem oğlu, bü tün mev­ côdatı senin için, seni de kendim için halk ettim>> dedi. Bunca yaratılan ve sayısı bizce bilinmeyen yaratık üzerin· de varlığına ve birliğine, kudret ve azametine binlerce şahid ve delil halk eyleyip, göz sahiplerine, hasiret erbabma beyan eyle­ di. Sayılarının bizce tesbiti mümkün olmayan bu mahlllkat ı , yaratmadan önce, kendi nurundan bir nur halk edip o nura (Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem ol!) dedi. O nur, Efen­ dimiz aleyhisselamın nllru. oldu. O nur, «<.a ilahe illaJ.Iah » de yip, Mabudunu tasdik etti. Allahü teala bu tasdike mukabele edip crMuhammedün Resôlülla h• sallallahü aleyhi ve sellem de­ di. Cehennem kapısının kilidi olan bu mübarek kelime ile narın kapısını kapadı , sekiz cennetin anahtarı oldu ve cennet kapıla­ rını açtı. Bu mükaleme-i ezeli hakkında şahid, Kur'an-ı Kerim' dir. Birçok sure-i celilede beyan huyurulduğu gibi . . . Ezcümle Fetih suresinde : .

� � I Hüvel leziy ersele resQiehu bil huda ve d iynil halekı liyuzhirehu aleddiyni ku llihl ve kafa billahi şehiyda. ) I SOre-i Fetih, Ayet: 2 8 1

« Ey Habibiın, seni yalanlıyan, senin peygamberliğini tas· dik etmiyen kafirlerin inkirı seni üzmesin, inciltmesin; Alla· bm sana şehadeti kafidir.» buyurdu .


- 1 35 -

Allah celle, bir nur-u Muhammediyyeyi (aleyhisselam) dört kısma taksim edip, birinci kısmından Levhi ve Kalem i halk et­ ti; kal em , emr olunanı yazdı. NUnın ikinci kısmından Arş ve Kürsiyi yarattı ve Arşa şöylece yazılması için kaleme emr eyle · di: <<U. ilahe lllallah Muhammedün Resôlüllah,, sallallahu aley­ hi ve seliemi yaz. «Ey Resôlüm! Kullanmdan bir kimse «<...a ila­ he ülallah» deyip seni zikretmezse ona magfiret etmem. illa he· niın ismim lle seni zlkredeni affı magfiret edece�l ilan eyle . • Nurun üçüncü kısmından güneşi, ay'ı ve yıldızlan halk ey­ ledi. Dördüncü kısmından ise Cenneti ve Cennetin s arayl arın ı . Dünya ve Ahi ret güzelliklerini, hurileri, gılmanları , vildanları , Adem aleyhisselamı n nfırunu, melekleri, cinnileri halk eyledi . Arşa şu mübarek kelimatı yazıp, Resulünün şanını, ind-i İlahideki mevkiini cümle malılukata beyan eyledi.. Hadisi Kudsi: «Ben ol Allahım ki, benden gayri ibadete la· yık hiç bir ilah yoktur. Muhammed benim Habibim ve Resfı­ lümdür. Her kim ki, benim kazama rıza, nimetime şükr, bela· ma sabrederse o kulumu sırldıklar divanına yazar, sıddıklarla haşr ederim.» dedi ve : «Her kim , beni tanır ve bana inanır, he· ni tas dik edip, seni tasdik etmez Ise, ey Habibim Muhammed; onun imanını kabul buyurmam.» diye Arşına yazdı. Sonra bu nfırun bilkatını Şecere-i Yakin ismi ile b i r ağaç yaratıp Hazreti Resul saliallahu aleyhi ve sellemin nfıru Nebevisini beyaz inci . den ve türlü türlü ziyn etlerlc tezyin buyurup, tavus şeklinde mezkfır ağacın üzerine koydu. Bu nur-u Nebi, orada yetmiş bin yıl Hak Celle ve Ala Hazrederine tesbih ettikten sonra, Allahü teala haya aynasını halk edip nur-u Muhammed aleyhis s el a mın karşısına koydu. Vakta ki bu tavus, aynada kendi suretini ve tezyİnatını ve hilkatini gördü. Allahu tealarlan haya ederek beş defa secde etti. İşte bu beş secde, zat-ı risaletpenahilerine ve ümmetine beş vakit namazın farz olmasına sebep oldu. Cenabı Hak, bu mübarek nfıra tecelli buyurrnakla, haya · sandan vücud-u mübareklerinin her tarafından terler zuhura geldi ve bu terler bütün eşyanın mayası olup, her bir yerinden bütün malıltıkat halk olundu. Şöyle ki, başının terinden me-


- 1 36 -

laike ve yüzünün terinden Arşü Kürsi, Levh ve kalem, güneş , ay, yıldızlar ve göklerde olan mahlukat-ı saire; göğsünün terin­ den enbiyayı mürselin, şehidler, gaziler, veliler, salihler hal k olundu. Arkasının terinden beytü'l-mamur v e Kabe-i Şerife ve beyt-i mukaddesi ve Allaha secde edilen mescidler halk olundu . Kaşlarının terinden mü'minlerin ve mü'minatın nuru hal k olundu. Kuyruğunun terinden yahudileri, nasarayi , mecusileri , dinsizleri ve diğer kafideri ve ayaklarının te r ind e n arz ve arzda bulunan mahlukatı halk buyurdu. Bundan sonra Allahü teala bu mübarek kuşa, dört tarafı na naza r e tmeyi e m i r buyurdu l a r . E t ra fı na baktığında dört nur halk olunmuş gördü. Bu nurlar ; Hazreti Ebu Bek r-is Sıddik, Ömer Fa ru k , Osman ve A l i (Racl i ­ yallahu anhum) efendilerimizin nurları idi . Nfıru Nebevi, yine orada yetmiş bin sene tesbihten sonra, Allalın teala bu nuriara tecelli edip, ruhlarını halk buyurdu. İşte bu ervahı tayyibe o anda «Li. ili.he illiUlah, Muhammedün

Resfılullah,, (sallallahu aleyhi ve sellem) kelime-i tayyibesini te­ laffuz buyurdular. Bundan sonra Cenabı Yezdan , yeşil akikten b i r k a n dil h a lk e d i p , i ş bu tavusu Fahri Alem s a ll a l lahü aleyhi ve sellem efendimizin dünyadaki sureti cemilesine tebdil ede rek bu k an d i l içine vaz'e y l e d i O a n d a , m a h l u k a t ı n ruhları nı d a hal k buyurdu . Ruhlar, bu kandil etrafında bin sene kadar dev­ ran ve ervahı mü'minin , Cenabı Hakkı bin yıl tesbih ile meşg u l oldular. Ondan sonra, bütün ruhlara b u kandile nazar etmele­ ri için, emr olundu. Kandil cihetine nazar ettiler, bu nazariarı n ­ d a ınü'min ruhlarından, nuru Nebevi aleyhisselfımın b aş ı n ı gö · re ı ı le r d ü nyada s u l t a n alnını gö re n l er emir-i fıdil \'C kaşl a rı n ı görenler muhsin i adil ve bumunu görenler doktqr. d ud a k l a r ı n ı göre n ler, vezir, ağzını görenler saim (yani oruç t utucu) , d i ş l eri .

,

,

ni görenler güzel yüzlü ve boğazını görenler vaiz, sakalım gör­ renler fi s eb i l il l a h saki \'C d i l in i görenler elçi, omuzunu görenler

silahşör, boynunu görenler tacir, sağ kolunu görenler cerrah, sol kolunu görenler cahil , sağ elinin ayasını görenler sarraf, sol elinin ayasını görenler kileci, sağ elinin arkasını gören le r cö­ mert , sol elinin arkasın ı görenler k uyumcu , sağ el inin p arm a k l a rı n ı gö re n l e r hattat ve h a t i p , sol el i n i n parmaklarını gö re n l e r sanatkar ve demirci, arkasını görenler mütevazi ve yanların ı gö­


- 1 37 renler gazi, karnını görenler kari ve dizlerini görenler rak i W:: s;kid, ayaklarının altını görenler yürüyücü ve gözlerini gören­ ler okuyucu oldular. Ve bu sureti Cemile-i Nebeviyye sallallahü aleyhi ve sellemin hiçbir tarafını görmek şerefine nail olm ay a n ­ lar dünyada müşrik, mecil.si ve dinsiz olanlardır. Ondan sonra, Allahu teala bu nfıru şerifi Arşı alanın altına vaz'eyledi ve orada ta Adem aleyh i sselanı ı n yaratı l masına ka­ dar, muhafaza buyurdu. Adem aleyhissclamın cesedini toprak tan halk buyurduğunda, arşı alanın altında hıfz buyurduğu n lı ­ ru Nebiyyi M u h a mmed aleyhisselamı al ı p , A d e m a l eyhi s s e H 1 mın mübarek zahrına vaz'ederek, bütün meleklere Adem aley­ hisselama secde etmelerini emr eyledi . Görülüyor ki, Hazreti Resul-i ekrem ve Nebiyyi Muhterem sallallahu aleyhi ve sellemin bütün malılukatı İlahiyyeye, rüt­ belerine göre rahmeti isabet etmiştir. Alemi ervahta böyle ol­ duğu gibi, d ünya ve ahiret a l e m i nde de böyle olacaktır. Allahu teala, kendi nurundan Habibini (aleyhisselam) ya­ ratıp, bütün alemiere rahmet olduğunu Kur'an-ı Kerimde be· yan ve şan-ı alisini tebcil ediyor. Her mahluk, rütbesine göre Resulün (aleyhisselam) rahme­ tinden nasibedar olmuştur. Mesela; cemadata da rahmet olma­ sı, yoktan vücuda gelmesi, ruh sahipleri halk olup, yemek, i ç ­ mek ve sıhhat bulmaları, kafirlerin küfürleri sebebiyle hela k olmayıp, suretleri dahi hınzıra, maymuna ve taşa tebdil olma­ maları , hep ResUl aleyhisselamın rahmet olarak gönderilmc­ sindendir. Asilerin, kafirlerin zelzelc i le , su tufanı ilc, rüzgarlar­ la yere hatıp mahv olmamaları, bunun gibi nice afetlerden kur­ tulmalan da Nebiyyi Muhterem sallallahu aleyhi ve sellemi n rahmetidir. Zira, Resuluilah aleyhisselamdan evvel olan kafir Iere, ne türlü azaplar olduğu cümlenizin malfunudur. Laki n , Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi v e selleın , geld ikten son­ ra, kafirlere azap, bizden evvel gelen ümmetiere olduğu gib i , şiddetli olmamıştır. Allahu teala Kur'an-ı Kerimde: (( Onla ra Kavm-i Nuh, Kavm-i Salih, Kavm-i Lut , Kavm-i Şüayb gibi azap indirmem. Zira sen onlann içindesin., buyurdu.


- 138 -

Maazallah bizler, bizden evvelki kavimterin yaptıklan fe­ nalığın yüz mislini irtikap ettiğimiz halde, Allahu tealanın Ha­ bibi sallallahu aleyhi ve selierne olan sevgisi ve O'nun bu aleme rahmet olarak gönderilmesinden dolayı imhal olunmaktadır. Bizim yaptığımız fenalığın binde birini, bizden evvel gelen üm­ metler yapsaydılar, derhal suya gark, yahut ateşle imha, yahut başlarına cehennemde kızdınlmış taşlar ile taraf-ı İlahiden cc­ zalandınlırlardı. Bütün aleme bu dünyada rahmet olduğu için­ dir ki, bu böyledir. Amma, ahirette imansız olanlara ebedi rab ınet yoktur . Ancak Arasatta, hesaplcı.rı görülmek için Hazret-i Resulün (aleyhisselam) şefaati ile hesaba çekilip sonra ebedi cehennemde kalacaklar ve efendimizin aynen rahmet olduğunu ve o vakit anlayacaklar ama ne fayda! ? Dünyada, .Muhammed aleyhisselama her kim, iman edip iman ile ölür ise şefaatine nail olacak \'e rabmete kavuşacaktır. Hazret i R es u l i ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ; Allahu teala ve melekler, peygamberler aleyhimüsselfun, veliler, salih · ler, sadıklar ve bütün mü'minler indinde ittifak ile, bütün mah­ Jfıkatın ekremi , eşrefi ve azaını olduğu nazil olan bütün kütüb-i semaviyede ittifak ile muharrer ve sabittir. Bunun böyle oldu­ ğu, bütün ehli insafca malCımdur. E y mü'minler ! Hazreti Resul sallallahü aleyhi ve sellemin methü senasını, kadrü azametini tarife, tasvire insanların t a k a tı yoktur. Ancak kadrini, azametini tamamiyle Allahu tcalft bi · lir. Hazreti Resul aleyhisselam ; Allahın abdi, yani kulu ve Re­ sfılüdür. Biz, kendi kulluğumuzla O'nun kullu�u müsavi tut­ mamalıyız. Bütün meleklerin peygamberlerin (Aleyhimüsse­ Jam) , salihlerin, Hazret-i Adem'den kıyamete kadar Allahu te­ alaya kulluk edenlerin ibadetlerini bir tarafa, Resulün aleyhis­ selam abidiyetini bir tarafa koysak; Allahın Resulünün (aleyhis-

. . .


- 1 39 -

selam) alıidiyetinin a�r geleceği muhakkaktır. (Hazreti Mu­ hammed sallallahu aleyhi ve sellem de, bizim gibi insandı) di­ yenler büyük edepsizlik etmiş olurlar. Evet, cinsiyette bizim gi· bidir, fakat abidiyette yektadır. Allah'tan sonra en büyük varlık Muhammed aleyhisselamdır. Hazret-i Resfılüllah (S .A.V.) Allahu tealanın abdi, Resulü. Habibi, Mcrgubu ve pek ziyade Sevgilisidir. Allahu tcaladan sonra en yüce varlık Habibi Hüda, Şefii Ruzi Ceza, Melce-i Fu · kara Efendimizdir. Allah değildir, fakat O'na biat eden, Alla · h u tealaya biat etmiş, O'na itaat eden Allahu tealaya itaat etmiş­ olur. O'na ihanet, Allaha ihanettir. O'na isyan Allah'a isyandır. Fahri Alem sallallahu aleyhi ve sellem, bütün alemiere ve bütün malılukatı İlahiyyeye rahmettir. Arşı aladan yerler altı­ na kadar olan mahlukat ve dünya ve ahiret, cennet ve cehen­ nem, cümlesi Hazreti Resulün (sallallahü aleyhi ve sellem) 'in, nurundan ve onun hürmetine halk olunmuştur. Bütün mevcu­ datın Allahu teala indinden ziyade hayırlısı ve efdalidir. Alemi halkta bütün malılukatın evvelidir. Alemi cisimde bütün pey· gamberlerin ahiridir. Bütün ResUl ve Nebilerin şahı ve sultanı­ dır. Bütün peygamberler aleyhimüsselam O'nun vezirleri ma­ kamındadır. Zira, bütün peygamberlerin ilimleri, nurlan ve ke­ mal leri Hazret-i Resul-i Ekrem ve Nebiyyi muhterem sallallahu aleyhi ve sellernden mün'akistir, Allahu tealanm medh ve sena buyurduğudur. Mübarek ismi şerifini, kendi ismi tlahiyesine <el.i Uihe illilJah» kelime-i tayyibesinde ve ezan ve kaamette, hutbede, arşta, cennetin yazılarında mukarrin kılmıştır. Allahu teala, Kur'an-ı Keriminde habibine: eYa Eyyühen· nebiyyü, Ya Eyyüherreso.ı. lifzı şerifiyle hitap etmiştir. ( Ya Muhammed) aleyhisselarn, (Ya Ahmed) diye hitapta bulunma· mıştır. Diğer Peygamberlere, (Ya lsa), (Ya Musa), (Ya Nuh, (Ya Davud) diye hitap ettiği halde; Seyyidül - Mürselin sallallahü aleyhi ve selleme, ismi ile nida etmemiştir. Resul aleyhisselama Kur'an-ı Kerimde kendi zatı uhlhiyyeti ve melekleri ile Rabibi­ ne (aleyhisselam) salat ettiğini beyan etmiş ve mü'minlere, sa­ tat etmelerini emr eylemiştir. Habibini miraca dAvet buyurup,


- 140 -

kendi Zeltma izafe ettiği ayetlerini ona müşahade ettirip, ayet­ lerine şeref bahşetmiştir. Habibine (aleyhisselam) muhabbetin den dolayı, şeriatını hafif kılmıştır. Resulüne (sallallahü aleyhi ve sellem) ve O'nun ümmetine ikram için, bütün Kütüb-i sema­ viyyenin efdali olan Kur'an-ı, Habibine (aleyhisselam) irızal ve izah etmiş, hükmünü kıyamete kadar ibka ederek ; nmcize ola­ rak Habibine (aleyhisselam) vermiştir. Habibine ikramından dolayı her devirde ulema halk edi p , Kur'an-ı ve şeriatını ümme­ tine beyan ettirmiştir. Habibine ve ü mmetine ikramen, bir ay­ lık yo ldan , düşmanın içine korku verip kendini ve ümmetini mansur kılmıştır. Beşbin meleği Habibine ve ümmetine musah­ har kılmış, bu beşbin melaike ümmeti, şer'i şerife muvafı k su­ rette cihad ederlerse, imdat için gelirler, ancak hizmetleri, üm­ meti Muhammede yardımdır. Bu melekler; dünya göğsünde, güzel alaca atlar üzerine binmiş, kılıçları bellerinde, süngüleri ellerinde, Mevladan cihad için izin beklerler. Eğer cihad şer'i şerife muvafık olur ise, on· lara izin verilir. Eğer şeriata muhalif ise izin verilmez. Birçok muharebelerde kafirlerin şöyle haber verdiğini işitmişsinizdir. «Bizler müslümanlada harp ederken, müslü­ manların safında, sarıkh, sakallı adamlar hücum ediyor» de­ dikleri hepimizce malumdur. Hak teala, Resulü ekremi sal­ lallahu aleyhi ve sellemi, bütün insanların şerrinden ve rnek­ rinden masun ve mahfuz kılmıştır. Düşmanların, zatına ettik­ leri hiylelerini, kendi başlarına aksettirmiştir. Allahu teala, Resfılünü, kendi vekili ve halifesi kılmıştır. Resulüne olan itaatı, kendisine itaat ; Resulüne olan isyanı, kendine isyan, Resulüne muhabbeti, kendisine muhabbet ve Habibine düş­ manlığı, kendine düşmanlık olarak ilan etmiştir.

Hazreti Muhammed sallallahü a leyhi ve sellem; AlJahın haS k ulları na miirşittir. Zira, cehenneme girmemizi ve ebedi azab­ da kalmamızı icabeden, her türlü zulmetten bizi halas edip, ce­ hennemin nanndan azad etmiş ; ve cennetin yo llarını bize gös­ termiştir. Resuluilah (aleyhisselam) bize Allahın lutfu ilahisi4 dir. Nebiyyi Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem bütün hayır­ la rın madenidir, cennetin miftahıdır. Rahmet, necat ve saadet


- 1 41 -

Nebisidir. Bütün güzel ahlaklarla, sıfat-ı cemile ile muttasıftır. Ve bütün müttakilerin, salihterin imamıdır. Bütün meleklerin . peygamberlerin , mü'minlerin sevdiği ve ahirette, cennet ehlinin ziyade mahbubudur. Kötülüklerin, iğrençliklerin, şeytanın , in­ sanın, insan şeytanlarının ve kötülüklerin hep düşrnanıdı r. Mü'­ minlere rauf ve rahimdir. Her veçhile kemal-i insaniyet zatı serifinde mevcuttur. Bütün malılu katın n fı ru d ur Müb a rek söh ret i Kıyamete kadar bakidir. Esrna-i şerifleri ve sı fatlan çoktur. Bunların çok olması, zat ve cismi mübarekleri ziyade eşref, ek­ rem ve ekmel olmasına delalet eder. B izim aciz kalemimizle ya­ zıp, saymamız ile Resulüllahın (aleyhisselam) fazileti tüken­ mez. Zira, Allahu teala mahbubuna hesapsız ikramlar etmiştir. Kur'an-ı Kerimde: « Ey Mahbubum, senin üzerine ihsanıın ve fazlım gayet büyük oldu.» demektedir. Diğer bir ayeti kerime­ de: «Resulürn, muhakkak ben azametü şanımla, sana kevseri verdim.» demektedir. Kevserin manası saymak ve yazmakla tü­ kenmez. Biz, kısaca mana veriyoruz: Sana çok ziyade hayırlar ve fazl-u ihsanlar, kerametler, mfı.ziceler verdim, demektir. Ya · ni zürriyetler, hüsn-i zikirler, ümmetierine çok alimler verdim . Kur'an-ı Kerimi sana inzal eyledim. Ümmetini, bütün ümmet · lerden çok ve hayırlı kıldım. Ahirette sana fazl-u kerem ve şe­ fa atl er selametler, makam-ı mahmudu , Liva-i Hamdi, Havz-ı Kevser-i Şerifi sana ihsan ettim demekdir. Cennete de, en ev­ vel girecek Resülüllah aleyhisselam ve diğer en b iyaull ah aley­ himüsselamdır. Ümmetler den en evvel cennete girecek Resu­ luilah sallallahu aleyhi ve sellemin ümmetidir . Sonra, diğer üm metler girecektir . Hasıl-ı kelam Muhammed (aleyhisselam) bir zat ı akdestir, Allahu teala O'nu tayin edip ınedhü sena buyur­ maktadır. O'nun kadrini bizim gibi acizlerin bilmesine ve an­ lamasına imkAn yoktur. Bu kadarla kifayet ederiz. .

,

,

,

,

Allahu

tealanın ve Resfilü s allallah u aleyhi ve sellemin is . mi şerifleri ile risalemizi süslemek, kalblerimizi nuriandırmak . g:örilümüzü mesrur etmek için, ibadullaha O'nun şam kadri:ıin bir özünü yazıp hediye ettik. Zira, Allahu tealanın medh ü se­ n asmın Resulüne kifayet edeceği m u hakka k t ı r Allahu teala bi­ zi; onun dünya da ve ahirette şefaatine nail eylesin. Amin .

.

-


-

1 42

-

Okudu�uz diğer ayat-ı beyyinata dönelim: ccEy Neblyyi Muhteremlın, biz seni ancak Insaniann ef 'aline , ahvallne şa­ hit ve müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik. Allalun imi ile sen hakkın daveteis i ve mirlu bir çerağısın,)) Bu ayet-i kerimeye verilen bu mana, güneşlerden bir zer­

re, deryalardan bir katredir. Evvelki derslerimizde söylediğimiz gibi, Resw-i Kibriya aleybisselamı herşeyimizden ziyade

sev­

medikçe imanımız kemal bulmaz. Sevmek üç türlü olur. Birisini sevmek, ona karşı olan sev­

gimizi isbat etmek için. Sevdiğini sevmek, sevdiğinin sevdiğin i

sevmek, onun sevınedi� sevmemektir. Düşmanlık da üç şe­ kildir: Düşmanına düşman, onun dostuna düşman, onun düş­ manına dost olmaktır. Dostun olan zatın, dostunu sevmez isen; o zata olan dostlu­

ğun kamil değildir. Dostunun düşmanına düşman değilsen , yi­ ne dostluğun kemalde değildir. Bunun için Cenab-ı Hak, e Elıl-i kitabım » diyen; hıristiyan, yahudi ve diğer kafidere bu ayet-i kerime ile bu meseleyi beyan ediyor.

«Habibim onlara söyle, eğer sizler Allahı seviyorsanız, ba. na tabi olunuz Id, Allah da sizleri sevsin. Günahlannızı afvu mağfiret buyursun. O büyük, afvu mağftret edicidir.» ısare-i Al-l l m ran, Ayet

:

31 1

İnsan, dostunun dostuna düşmanlık edemez. Zaten böyle ya­ pan kimseye dost denemez. Zira dostunun dostuna düşmanlık

etmesi, aynen dostuna düşmanlık gibidir. Dostunun düşmanı i le

dost olmanın ne kadar büyük suç olduğunu siz aziz cemaatimin i rfan ve iz'anına terk ediyorum. Zira, böyle bir dostluk tasav­ vur edilemez. Mesela : Vatanımızı ve vatanımızı seveni severiz.

Vatanımızı sevrneyeni de sevmeyiz. Bu, vatana

tam bir muhab­ bettir. (Vatanımı severim) diyen kimse, vatanı sevenleri sev­ mezse veya vatanı sevmeyen vatan hainlerine muhabbet ve yar­

dım ederse; o kimse vatanını sevıniyor demektir. Belki bizzat

kendisi de bir vatan hainidir. Allahu tealayı ve O'nun Resulünü (aleyhisselam) severim diyen kimse; Allahu tealayı ve Resulünü sevenleri sevmezse, yahut Allahın ve peygamberin (aleyhisse-


-

1 43

-

lam) düşmanlarını severse; bu kimse Allahu tealayı ve Resül

aleyhisselamı sevmiş olmaz. Bilakis o, Allahu tealanın ve Re­

sul aleyhisselfunın düşmanı, içi n ifak ile dolmuş bir münafık tan başka bir kimse değil d i r. Görülüyor ki, mü m i nlere yapılan hiyle, Restile hiyled ir. Restile hiyle ise Allahu t ealaya h iy le dir Kullar, Allahu t ealaya hiyle ve hud'a yapmaktan acizdir. Allahu teala b öyle şeylerden münezzehtir. Fakat, Allahu teala, mü'minlere dost olduğu içi n , mü'minlere yapılan hiyle ve hud'ayı kendisine yapı l mı ş hiyle olarak kabul ediyor. Kendine yapılacak hiyleye vereceği ceza da, elbette en ağır cezadır. Bu vaziyete göre, kfıinatın ve cümle alemin, cümle mah lfıkatın, evvellerin ve ahirlerin, yüce sahibine, yaratıcısına hiy­ le ve hud'a yapınağa kalkışmak ve O 'nu kandırmağa çalışmak bilmem ki, hangi aklın kandır ? .. Bu meyan da Serveri E nbiya , Res ü l i Kib ri ya sallalahu '

.

,

-

aleyhi ve sellem bir hadis-i mübarekinde: «Allaha itaat ediniz�

aynı derecede Resulüne itaat ediniz, sonra da, Allaha ve Resu­ lüne itaat eden, emirlerinize itaat ediniz. Her kim ki, Allah ve Resulüne itaat eden emirine itaat ederse bana itaat etmiş, ba­ na itaat eden de Allaha itaat etmiş olur. Her kim , Allaha ve ba­ na Itaat eden emire Isyan ederse, bana Isyan etmiş, bana Isyan ise Allaha lsyandır.» buyuruyor. Bu hadis-i şerif bize vahdetin, birliğin nereye bağlı olduğunu beyan ediyor. Akıllı olan kimse­ lere bundan daha açık bir delil ve bürhan olamaz. Ey hak yo ldaşlan ! . . Muhabbet ve adavet Allahu tea l a ve Resulü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem için olacaktır

Nefs imiz için yaptığımız dostluğun hiçbir faydası yoktur. Bila­

kis zararları vardır. Yine nefsimiz için yaptığımız düşmanlık da dünyada ve ahirette bizi hüsrana uğratır.

Bir kimse, bir kimseye güzelliğinden dolayı dost olursa . bu nefsi bir dostluktur. O k im sen in güzelliği solup da ç i r kin ol­ du mu, onun yanından firar eder, belki de ona düşman olur. Yüzünü görmek istemez. Yine bir misal verelim : Bir kimse, di ­ ğerine yüksek mevkidedir, diye muhabbet edip, dost olsa, bu k i ms ey i o mevkiden indirdiler mi, o k i m s eyi sever görünenler


- 1 44 -

hemen ona düşman olurlar, yahut serveti elinden gittimi ; ser­ veti için ona dost olanlar ondan kaçarlar. Hatta düşmanı olu r­ lar. Çünkü, bu saydığım kimseler aslında onun dostu değiller dir. Kimisi güzelliğinin, k i m i s i mal ve mevkiinin, k imisi parası­ nın dostudur. Bunlar zail olup gidince, arada artık sevilecek nesne kalmarlığına göre, muhabbet yerine düşmanlık kaim olur . Bunları sizler d e görüp işittiniz. Tabii, bu ibretler görenedir, görene . . . Köre ne ? H e l e nefs i için düşman olanların, düşman­ lıkları, onları hayvan derecesine indirir. Hatta belki hayvanlar· dan da aşağı dereceye düşürür. Çünkü o insan, nefsine uyarak mutlaka bir fırsatını bulup, düşmanlık beslediği kimseden in­ tikam almak i steyecektir. Buna ya muvaffak olur, yahut ola· ınaz. Lakin bu hiyanetinin cezasını dünyada veya ahirette mut­ laka görür. B i r kimse ınuharebede, mukaddesatı yani, din i , d evl e ti ve Allahu teala için düşmanını katietse ve bu uğurda kendisi kat· lolunsa şehit ve sağ kalırsa gazi, bir tarafı sakat olsa malul ga­ zi. rütbe ve ünvanını alır. Vatanın her tarafında iftiharla dola­ :-;; a bilir. Herkes, ona hürmet ve riayet eder. Öyle kimseyi Allahu teala ve Peygamber aleyhisselam da, melekler ve mü'minler, hatta düşman ordusu da sayar ve takdir ederler. Çünkü, yapmış o l du ğu bu mücadele, nefsi için deği l , Allahu teala, Resul aleyhis­ selam ve mukaddesatı içindir. Buna mukabil, nefsi için yani, iç­ k i , kumar ve diğer m enh i y at için bir adamı ka t l c y l ese Allahu tealanın ve Resfrlü aleyhisselamın ve bütün insanların nefretini ü zerine çekmiş olur, cemiyet içerisinde ismi kaatil, cani olur. Hatta sehpaya kadar götüriil ür. Netice olarak, Allah için sevip, A l l ah için buğz e d e n leri n , nail olduklan ali derecelere mukabiL nefsi için sevip, ncfsi için buğz edenlerin duçar oldukları derc­ kcleri i bret le görüyoruz. ,

H iKAYE

Sizere ilmin kapısı, Allahu tcalanın Arslanı Hazret-i Al i radıyallahu anh'dan bir misal verelim ki, dersimize revnak versin . Hendek gazvesinde, imam-ı Ali radiyallahu an h, di.işm<m ordusundan bir askeri yere yatırmış, kılıcını kaldırıp onu öl-


- 145 -

dürrnek üzere iken kafir, Hayderi Kerrarın mübarek vuzune tükü rü r İmam-ı Ali (radiyallahu anh) hemen ayağa kalkarak düşmanını öldürmekten vazgeçer. Bunu gören kafir şaşınp ka · lır ve şöyle der: « Niçin beni öldürmekten vazgeçtİn ? Ey lutuf sahibi ! » İ mam-ı Ali (radıyallahu anh) ona der ki : « Senin malın ve canın bana haramdır. Seni öldürrneğe izinli değilim. Ancak Allalm tealanın emri olan cihatta , harbte, seni katJetrneğe bana izin verilebilir. İşte biraz evvel , harb esnasında seni mağlu p et­ tim, yere düşürdüm ve öldürecektim. Ama, sen yüzüme tükü ­ rünce, nefsim sana gazaplandı. Eğer seni katletseydim. Allah için değil, nefsim için katietmiş olacaktım, o zaman da gazi de­ ğil , kaatil diyeceklerdi. Sen, yüzüme tükürünce nefsim şahlan ­ dı. Nefsim için sana kılıç vuracağıma, Allahu teala için nefsime kılıç vurdum. Elimden kurtulmanın sebebi işte budur. » .

. . .

Kafir, Hazreti Ali Kerremallahu veebenin b u hareket tar­ zından hayret ve haşyet içerisinde kalır. İ slam olmanın kadrü k ıymetini, bizzat şahit olduğu bu olaydan idrak eder. Kalbine İ slam nurunun indiğini hissederken , gözlerinden inen yaşları hissetmez. Nası l hissetsin ki ! . . Birkaç saniye içerisinde, hem ka· fir olarak katiolunmaktan kurtuluyor, hem kafir olarak kal­ maktan kurtuluyor, hem de müslüman oluyordu. Ü stelik müs­ lü m an olmasına sebep olan , karşısındaki zat , İ mam-ı Ali (ker­ remallahu veche) idi . Evet; dostluk, muhabbet ve düşmanlık Allahu teaHinın tayin ettiği veçhile olacaktır. Yani, daima Alla· hu tealamn rızası gözönünde tutulacaktır. Bu meyanda, evlenme bahsinde de bu kaideye uyarak aza­ mi derecede titiz olmak, aile içerisinde daima şahidi olduğumlll iıuzu rsuzlukların, pürüzlerin, karı-koca arasında vuk'u bulan anlaşmazlıkların muhakkak ki, en şifalı çaresidir. B i r erkek, evleneceği kadının paras ı , güzeliği veya evi bar·

kı olduğu için değil, Allahu tealanın emrini ve O'mın Resulünün sü nnetini icra ediyorum düşüncesine, inancına dayanarak , aile yuvası kurmalıdır. Evvel a, bir kadında aranması gereken en mühim ve elzem olan vasıflar, ırz ve iffet sahibi olmasıdır. Al­ l ahu tealaya ve O'nun sevgili Resfılüne, yuvasına bağlı, senin ı rl rşad, C i lt ı

-

F : ıo


- 146 -

zını, iffet ve şerefini koruyacak, senin zürriyetini temiz bir şe­ kilde yetiştirecek, evinin ve eşyanın çobanı olacak bir hanıma mal ik olmağa gayret edeceksin. Böyle temellerle kurulan yuva­ n ı n, kolayca yıkılmasına imkan ve ihtimal olabilir mi ? Halbu ki para için kurulan yuva, para bittiği nde zahir güzelliği , yüz gü­ zelliği için kurulan yuva d a, güzellikler söndüğünde yı kı lınaya mutlaka m ahkCımdur Bütün bunlara karşılık, ahirette, Hazret-i Hatice'ye, Haz­ ret-i Ayşe'ye, Hazret-i Fatıma'ya (Radıyallahu Anhuma) komşu olmayı arzu eden ve Habibi Kibriya sallallahu aleyhi ve selierne gönül veren hanı m kardeş ! . . . Sen de bir erkeğe varmak istediğin zaman , o erkeğin malı, canı, rütbesi, kesesi, kasası için vanna! İ nsanlığına bakarak, karıs ına ve çocuklarına göstereceği şe fkat ve ihtimamını süzerek ve Allahu teala yolunda, O'nun Resfılü sallallahu aleyhi vesellernin yolunda olup olmadığını tartarak, zevceliğini kabul et. Ey, kız evlat sahibi ana ve babalar! . . . Kızınızı vereceğiniz erkeğin iman ve itikadına, takvasına, insanlığına bakıp, kızını­ zı ona göre evlendirrneğe çalışınız. Yoksa mala, zenginliğe ta­ malı edip, (Ne olursa olsun) demeyiniz. Sonradan mal gitti mi, sevgili kızınla sevdiğin damadın birbirine d üş man oluverirler. Veya aynı eşler, bu mal ve paralarla, kötü yolla ra saparak Al­ lahu te&daya karşı da isyan edip kıyamet gününde birbirlerin­ den davacı olurlar. l\1evzuumuz cdenme bahsi olmadığı halde bu arada evle­ necek eşiere bazı tavsiyelerde bulunmadan geçemiyeceğim. Ev liliğin devamı ve mes'ut olmak için, şu şartlara mümkün oldu­ ğu kadar riayet edilmeli ve has s as iyet gö s t erilme l i di r ki, evli ­ likten beklenen maksat hasıl olsun : ,

.

1 - Kız,

erkekten küçük olmalıdır. 2 Erkek, kadından zengin olmalıdır. 3 - Kız, erkekten daha güzel olmalıdır. 4 iffet bakımından kız, erkekten daha iffetU olmalıdır . Erkeğin nesebi de kızdan daha yüce olmalıdır. 5 - İkisi de Allahu tea.Iaya ve O'nun ResUlüne, kıyamet ve ahirete inanmalıdır. -

-


-

14 7

-

Kadın, erkeğin akrabası.na, kocamın allesi diye hür­ met etmeli, kocasına ait olan her şeyi, kocasını sevdiği Için sev· melidir. Erkek de, keza allesine alt olan her şeyi, allesi Için sev­ melidir. O vakit böyle bir yuva Allahu teilfının ve Peygambe ri­ miz aleyhissehimın sevdiği bir yuva olacak, yıkılınası imkan� sızlaşacaktır. 6

-

• ••

Şimdi dersimize gelelim. Günlerden bir gün Cenabı Musa Kelimullah (aleyhisselam) Tur dağına varır. Hak sübhqnehu ve teala hazretleri, Nebiyyi muhtereme : « Ya Musa! Benim için ne yaptın, ne amel işledin ? » diye hitap eder. Hazreti Musa: «Ya Rabbi ! .. Namaz kıldım, oruç tuttum, zekat verdim. » der. Alla­ hü teala: « Namaz d ine nişan, Oruç nara kalkan, Zekat için de, mal kimindir ki, kimin malını kime verdin . » der. Musa (aley­ hisselam) : « Ya Rabbi! Öğret ki, senin nzan için gereken arneli işleyeyim.» der. O zaman hitab-ı izzet gelir : «Ya Kelimim ! Sev diklerini benim nzam için sevecek ve sevmedik.lerini de yine be· nim nzam için sevmeyeceksin. Benim indimde en makbul ve r ızaını kazanan yegane amel işte budur. » Ey mü'minler! .. Allahu tealanın bu konuşmada kastı, cemi kainata rahmet olarak gönderildiği bize bildirilen, Habib-i Hü da Resulü Ekrem Hazret-i Muhammed sallallahu teala aleyhi ve sellem Efendimize, gösterilmesi gereken muhabbet, sevgi, hürmet ve aşkın ehemmiyetini belirtmek içindir. O halde tahayyül edilebilir mi ki, bir kimse hem Efendimi­ zi (sallallahu aleyhi ve sellem) sevsin, hem de Ebfı Cehil'e mu­ habbet etsin ? Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, aleyhine hareket gösteren düşmanlannı seversek veya onların bu ha.iııA­ ne, insan dışı faaliyetlerine bilir bilmez yardım edersek, ah­ makça hareket etmiş oluruz. Zira, bir insan iyi ile kötüyü ayı racak seviyede değil ise o zavallı, aciz bir mahlfık demektir. Bu takdirde insanlığa selamet, hidayet, yollarını tebliğe memur olan Allahu tealanın sevgili Resulünü ve dolayısiyle Allahu te­ alayı gücendirmiş oluruz. O'nu sevmemiş duruma düşeriz. O ­


- 148 -

zaman, alemde, Allahu tealayı gücendiren bir kimsenin başvu­ rup, aman dileyeceği bir kapı kalır m ı ? Demek ki, Allahu teala­ ' nın sevgilisine düşmanlık edenleri de scYmez . Netice o l a ra k bu Allahu tealayı seven insan, Allahu tealanın sevgilisi olan Haz­ ret-i Muhammed sallallahu aleyhi ve seliemi sever ve yolundan gider. Aynı zamanda Allahu tealanın sevmediğini, Allahu teala­ nın sevgilisine düşmanlık edenleri de sevmez. Netice olarak, bu tarzda yapılan ameller, Allahu tealanın rızasını kazandıran amellerin en makbulü olmuş oluyor. ,

Şu olayı ibretle okursak, mesele iyice andınianmış olur : Hakkiyle seven kişi, BilaJ-i Rabeşi'yi ( radiyallahu anh) ken­ disine örnek tutar.

H i K A Y E Hazret-i BilaJ-i Rabeşi Radiyallahu Anh, müşriklerin azı­ lılarından Ümeyye ibni Halef'in kölesi i di Siyahilerdendi, fa.

kat kalbi nurdan da ak idi. Ü meyye ibni Halef ise Din-i i slamın ve Peygamber aleyhisselamın amansız düşmanlarındandı . Vak­ ta k i , Bilal-i Rabeşi iman ile müşerref oldu . Ümeyye ibni Halef, bunu haber aldıktan sonra, her gün Hazret-i Bilal Radiyallahu anhı , cebren İ slam dininden döndürmek emeliyle onu kumluğa götürüp, haddinden ziyade eza ve ccfa ederdi. Ş öyle ki : H a zr c t i B ! E1l Radiyallahu anhı , güneşin en sıcak zamanında, ateş g i bi kızmış kurnlara yatırıp, üzerine ağır taşlar koyarak, dikenli bir sopa ile döver ve bu da yetişmiyarmuş gibi , ayakları ile tcper ve yo ru lu ncaya kadar döğdüğüyle yetinmeyip bilahare Bilal Radiyallahu anhın mübarek vücuduna diken batırırdı . Dikenie­ ri n açtı ğı y arala rdan sızan kanlarla B ilal Radiyallahu anhın vü­ c u du perişan h ale ge l ird i O ha l d e bile, Hazreti Bilal Ra d i y a l l a lm anhın ağzından, Sevgililerin ismi işitilir, {Ya Ehad ! Ya Ah med ! ) sadasından başka bir söz çıkmazdı . Hazret-i Bilal Ra di yallahu anhın KALBi AŞK-I i LAH i ve m uhabbet-i Muh zı nı m c­ di ile dolmuş idi, bu dikenierin batıniması ve bu şiddetli dayak H azret - i B ilal Rad iyallahu anhın a ş k ı n ı ve imanını eksiltmek şöyle dursun bilakis, melanet gördükçe, eza ve cefa arttıkça onun Habibullah aleyhisselama karşı, iman , aşk ve muhabbeti.

­

­


- 1 49 -

ni o nisbette arttırıyordu. O derece eza ve cefa görmesine rağ­ men bir kcrre olsun Halefe tabi olmadı. Hazret-i Bilal Radiyal­ lahu anh, Hak yolunda, Muhammed aleyhisselamın aşkı uğru­ na, canını , cesedini fedaya yemin etmişti. Kafir Ümeyye ise, her gün Bilal Radiyallahu anhı, kızgın kurnlara gömer, « Ehad , Ahmed » demeye devam edersen, Din-i islamdan dönmezsen , ey siyah köle ! Seni bundan daha beter döğe döğe, hırpalayıp, sonunda da öldürürüm, diye söylerdi . Bu kafir, eza ve cafayı arttırdıkça Hazret-i B ilal Radiyallahu anhın aşkı da o nisbette artar ve onun (Ya Ehad ! Ya Ahmed! ) feryatları Ümeyye ibni Halefi çileden çı karırdı . Ümeyye ka­ firi Bilal Radiyallahu anhı her gün bu şekilde döğmeyi adet edinmişti. Hazret-i Bilal Radiyallahu anh ise, o hallerde bile « Ehad, Ahmed » demekle teselli bulur ve bundan zevk duyar. Günlerden bir gün, Eba Bekr Sıddik Radiyallahu anh oradan geçerken hazin hazin « Ya Ehad , Ya Ahmed ! >• sadasi kulağına geldi. Mübarek gözleri yaşardı. Şu biçare, Allah dediği için, sa­ hibi tarafından, bu eza ve cefayı görüyordu. Bütün kababati Allah birdir demekti. Ne büyük bir suç idi bu ! Hele Resul Aley­ hisselam'a Ahmed diyordu, bu ne cinayetti l Hazret-i Ebu Bekr Sıddik Radiyallahu anh « Allah » sadasının geldiği tarafa doğru yürüdü. Baktı ki, Ümeyye'nin kölesi siyahi mü'min Bilal Radi . yallahu anh, insafsız Ümeyye'nin işkencesi altında, hitap bir halde iken bile, dilinden Allahu teala ve Resul aleyhisselamın ism-i şerifini zikretmekten geri durmuyor, bunda teselli bulu­ yor, bunun üzerine Hazreti Ebu Bekr Sıddik Radiyallahu anh ona: « Sabreyle, ya Bilal ! » dedi, « sabreyle . . . » Aradan bir zaman geçti, bir iş için Ebu Bekr Sıddik Radiyallahu anh, tekrar ora ­ dan geçiyordu, yine dayak faslını ve Bilal Radıyallahu anhın , hazin hazin inleyerek « Ya Ehad, Ya Ahmed! » diye feryat edişini gördü ve dayanamadı, koşarak, huzur-u Resul Aleyhisselama geldi ve « Ya Resfılallah ! » B i la l sen i n ateş-i aşkına giriftar olmuş­ t u r . Müşrikler B i l a l Radiya l l ahu anhı çarmıha germişler ve çıplak bedenini dikenli ağaçlarla dövüp, kanlar içinde bırakı · yorlar. Vücudunun her bir yerinden kanlar akıyor. Hain Ümey­ ye, vurdukça Bilal Radiyallahu anh «Allahu Ehad , Resul Ah-


-

ıso

-

med » sözünden başka şey söylemiyor. Hükmü ihihiyeye teslim olmuş, o cefa altında sabr ve t c,·c k k i.i l l e bekliyor. Sıddik Radi­ yallahu anh , Bilal Radiyallahu anh ın ahvalini anlatırken , Sul ­ tan-ı Kevneyn efend imiz (sallallahu aleyhi ve scllem) Bilal Ra­ diyalahu anhın kurtarı lması için çare ned i r ? ded iler. Ebu Bekr S ıddik Radiyallahu an h : « Ya Re s lı la l la h , bunun çaresi Bilal ' i

Ü meyyc 'den sat ı n a l m a k t ı r . Sah i b i h e r n e ister ise vermeli, her

halde Bilal Radiyallahu anhı kurtarmalıyız. Zira Bilal Radiyal ­ l ahu a n h , esir- i a ş k ı i l a h i di r . Fa k a t d ü ş m a n ın ı n zu l m ü a l t ı n d a i n ­ lemektedir. A r t ı k onu zal i m l e r i n zulmünden kurtarmak bize vacip oldu . » dedi. Hazrc t i Res ulüllah alcyhisse la m : « Y a Ehlı Bekr, benim tarafıından vekil olarak, yarı babasına benim için ver, ödemek üzere, benim sana borcum olsun . Yarın Bilal'i sa­ tın alın » ded i . Ebu Bekr Sıddik Radiyallahu a n h da : « B u işte, kudretimin yettiği kadar, mal ve paramı sarfedeceğim ya Re­

sfılallah » diye cevap verdi. Sonra ·hemen yola çıktı, ümeyye ' ­ nin evine varıp, kapısını çaldı. Ü nıcyyc k a t i r i , kapıyı açtığında,

Hazret-i Sıddik Radiyallahu anh , şiddetli b i r lisan ile : « Ey Al­ lahın dllşmanı ! Bu ehlullah B i l a l - i gü nahsız olduğu halde , ni­ çin bu derece döversin ? Ey din düşmanı ! Bu ne hased ve ad a vettir? Bu ne düşmanlıktır ? Sen, bir Allah dostunu dövmektc · sin, eğer senin kendi dinine imanın, ihlasın ve hürmetin olsay dı, d i ninde sadık olan bir kimseye, bu derece zulmetmeye vic ­ dan ı n r ı za göst crmezd i . Ona merhamet ederd i n . Fakat m a l u m oldu k i , senin kendi dinine de, putlara da sıdkın imanın yok­ muş . » ded i . Zalim Ü me yye i s e : « Madem k i sen i n mc r ha m e t i n varmış , bu köleyi sana satayım , alır mısın ? » dedi. Hazret-i Sıd dik Radiyallahu anh : « Eğer bu köle diye hakaret ettiğin su !tanı, bana satarsan , Allaha bin defa şükür secdesi ederim . . . ,, ded i .

Hazreti S ıddik Radiyal l ah u a n h ı n d a gayet güzel, kuvvetli, beyaz, fakat kalbi kara , kötü ruhlu bir köles i vard ı . Ümeyye zalimine, beyaz köleyi sana ' c rey i m , o n a mukabil, bu siyah kö­ leyi bana verir m isin ? dedi . Sonra Ebu Bekr Radiyallahu a n h , kendi beyaz kölesini getirdi. Ümeyye ibn i Halef bu beyaz köle­ nin iş yaptırılabilecek kuvvette biri olduğunu gördü. Ebu Bekr Sıddik'in Radiyallahu anh, böyle bir köleyi elinden çıkarmak


- ıs ı -

isteyişine şaştı. Fakat sonra, Bilal Radiyallahu anhı mutlaka satın almak için ona getirdiğini düşününce; zerre kadar kıy­ ınet vermediği, hatta işkence ettiği siyahi kölesi Bilal Radiyal­ lahu anhı satarken mümkün oldu� kadar kar etmeyi düşündü . Zira, Ebfı Bekr Sıddik Radiyallahu anhın ne olursa olsun Bi lal Radiyallahu anhı satın alacağını sezmişti. Bu sebepten ayak diretip, (Beyaz köle üzerine bir miktar da para isterim) dedi. Sıddik Radiyallahu anh beyaz köle ile ikiyüz gümüş para vere­ rek Hazret-i Bilal'i satın aldı ve Allahu tealanın nzası için azat etti. Ebu Bekr S ı ddi k Ra d iyal l a h u anh , Bilal-i Babeşi 'yi alıp götürürken Ümeyye, arkadan bir kahkaha atarak , güya onu aldatmış gibi, Sıddik Radiyallahu anh ile alay ediyordu . . . Sıddik Radiyallahu anh geriye bakarak, « bu gülmenin se· bcbi nedir ? » dedi. Ümeyye gülmeye devam ederek: «Benim in­ dim de iki para etmez siyahi bir köleyi, böyle güzel bir köle ile � deği ş ti rdiğİ n gib i , üsteli k de bu kadar para verdin . Düpedüz seni aldattım, onun için gülüyorum. » dedi. Sıddik-ı azam Radi­ yallahu anh efendimiz: (Behey ahmak! Kıymetli bir mücevheri, çocuk gibi, bir iki cevize değiştİn de haberin yok . . . ) diye cevap verdi. « Evet, Bilal Radiyallahu anh, haddizatında, misli olmayan bir cevherdi. Mukabilinde, sana verdiğim köle ve para ise, Bilal Radiyallahu anhın balıasma nibsetle bir iki ceviz gibidir. Zira ben, onun görünüşüne bakmam. Cevherine, hakikatine baka · rım. Sen ise, Bilal'in şekline ve rengine, suretine bakarsın. Ha· kikati görmekten acizsin, gafilsin. B u sebepten, servetimin hep ­ s i Bilal'e feda olsun » dedi. Evet, Bilal Radiyallahu anh, haddizatında misli olmayan bir cevherdir, bir cevher-i muazzamadır. Onun kıymetini, kad ­ rini ancak, Allahu teala ve O'nun Resulü sallallahu aleyhi ve sel1em b i lir. Eğer sen satarken tamalı edip , daha mal istesey­ din, bütün mal!mı feda edecektim. Yine vermeseydin, o kadar daha borç mal alıp Bilal için bedel olarak verecektim. Buna rağmen yine de inat etseydin, verdiğim malın birkaç mislini da· ha borç alıp Bilal'i senin zulmünden kurtaracaktım. Velhasıl B ilal için hesapsız mal verilse yine onun balıası değildir. Bu ci­ hetle B il a l gibi bir cevheri , el inden pek ucuza aldım. « Elham-


-

1 52

-

dülilialı ki, bu şeref bana nasip oldu . » deyince, Ü meyye kafiri, « Eyvah, ben ne yaptım, keşke daha fazla para, mal isteseydim . » diye kahroldu. Sarraf gerek cevhere, Nadan bilesi değil!

Resfılüllah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz Miraçtan döndüğünde, Bilal Radiyallahu anh'a iltifat edip, « Ya Bilal, se­ nin gibi makbul-i İ lahi olan bir ümmetimin olduğuna hamd ediyorum. Sen öyle Mahbub-ı Habibsin ki. . » buyurmuşlar. İ ş­ te Hazreti Bilal Radiyallahu anh böyle bir cevher-i İ lahidir. Eshab, bir gün efendimize : « Ya Resulallah, Bilal ne kadar siyah, bunun sebebi nedir ? » diye sormuşlar. Saadetle buyur­ muşlar ki: « B ilal'in siyahlığı , yarın cennette hurilerin yüzlerin­ de ben olacak, hfıriler bununla tezyin olacaklardır. » buyurmuş­ lar. Ve yine buyurmuşlar ki: «Ben sak-ı arşta idim. Bilal mes­ cide giderken, ayakkabılarının sadasını işit tim. » Cennette: « Ey Cennet seni Bilal'e verdim.» dediğinde Cennet de dedi ki « Ya ResUlall ah ! Ebu Bekr Sıddik Radiyallahu anhın parası ile alın­ mış bir köleyi mi verdin ! Oysa Mekke kadınlarının birisi bile , ona varmamıştı.» Hazreti Habibullah aleyhisselam buyurdular ki: Ey Cennet, sen onun siyahlığına nazar etme. Gecenin gün­ düz üzerine fazileti malumdur. Bilal Radiyallahu anh ne diyor, biliyor musun ? « Büka'mı başıma bürüyüp kalb imi şevk-i ilahi ile harekete getirip, seher vakti çektiğim bir alıımı sekiz cenne­ te değişmem . Her ne vakit ki, ciğerimi ve kalbiınİ yakan aşkı i lahi ve aşkı Resul ateşine yandığımda, ınciaike-i Mukarrebin-i Aşkın hürmetine Ateş-i aşka b ırakırım . >> diyor dediğinde Cen­ net, bu haberi , mahbubu h u d a efendimizden i ş i t t iğinde Hz. B i ­ lal'in indi i lahide ve indi Restilde ne büyük bir mevkii olduğu­ nu o vakit anladı. Velhasıl cennet ile Bilal Radiyallahu anh arasında akdi iz · divaç yapıldı . Yani sekiz cennet Bilal Radiyallahu anhın emri ne verildi. Resfılüllah Aleyhi sselam Efendimiz Miraçtan avdetinde, meseleyi Bilal Radiyallahu anha müj deledi. Bilal Radiyallahu .


- 1 53 -

anh Resulüllah Aleyhisselamın ayaklarına kapanarak: (Ya Ne­ biyallah ! Ü mmetinin menzillerini gördün . Ben kuluna ise cen · net makam olmuş) Peygamberimiz Aleyhisselam da Bilal'e : «Ya Bilal Nasıl memnurt oldun mu ? Cennetler senin emrine veril · di.» Hazreti Bilal Radiyallahu anh dedi ki: (Ya Resulallahi Bir kimse senin yüzünü bir kere görrneğe iki cihanı vermez mi ? Se­ kiz cennetin hurisine, gılmanına, köşküne mi tamalı etsin ? Se · nin cemal-i mübarekin, bana herşeyden makbuldür. Bana cen· net değil, senin nur-u cemalin gerek !) Bilal (R.A.) Habibi Ekrem aleyhisselama böylesine dost idi; kemal-i i man da böyle olmak gerektir. HiKAYE

Bilal Radiyallahu anh'ın son demleri idi. Ailesi ve evlatları başucunda ağlı yorlard ı . B ilal-i aş ı k birdenbire gözlerini açtı . Aği a yanlara karşı: (Neden ağladıklarını) sordu ve ilave etti . (Ağlamayınız, bana sevinin. Benim için sevinin. Zira, ben sev­ diğimin yanına gidiyorum. Bak sevdiğim karşımda duruyor. Beni çağırıyor. İ şte sevdiğim Resul aleyhisselam, bana gülü · yor, beni yanına çağırıyor) dedi ve gülerek : « Lebbeyk ya Resul allah » diye konuştu ve ccEşhedü enla ilahe illailah ve eşhedü en­ ne Muhammedün Resülüllah» deyip tebessüm ederek ruhunu Hakka teslim eyledi . Hazreti Sıddik Radiyallahu anh tekrar edip : « Ey ahmak ibni Halefi Böyle bir cevheri zayi ettiğinden dolayı, bin defa nadim olsan yeridir. Sen devletini bir p :.ıla sattın . İ şte suretpe­ restlerin ceza ve sezası budur. Hakikaten Ebu Bekr Radiyalla­ hu anh Bilal Radiyallahu anhı görüp onu satın almak gibi bir devlete nail olduğuna ve öyle bir Allah dostunu zalimin zulüm pençesinden kurtardığına pek ziyade sevinmişti. Kemal i sürCır ile Bilal Radiyallahu anhın elinden tutarak doğruca Resulüllah Aleyhisselamın huzuruna götürdü. Bilal-i Rabe­ şi Radiyallahu anh cefa zindanından kurtulup cemal-i Re:­ sulüllah Aleyhisselama vardı. Huzur-u m1ra, maşukı Kibriya Sallallahu aleyhi ve selierne vasıl ve iltifat-ı cennet-i cenabı risaletpenaha nail oldukta, o derece safaya garkoldu ki, tarife ,


- 154 -

s ığmaz. Hazreti Nebiyyi Muhterem Sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, Bilal Radiyallahu anh'a o kadar iltifat buyurdular ki, o iltifatı karanlık geceye etseler idi, gecenin siyahı sabah gi bi aydınlatır, nurlanırdı . Mahbub-ı Kibriya Sallallahu alcyhi ve sellem Efendimiz bu hizmetinden dolayı Ebu Bekr Sıddik Ra­ diyallahu anhı iltifatlarına gark etti ve (Ya Eba Bekr, Bilal'in bedelinde beni hissedar et. Yarısını ben veririm demiştim) de­ mesi üzerine Ebu Bekr Sıddik Radiyallahu anh : « Ya Resulal­ lah, B ilal ile ben, senin dergahının köleleriyiz. Bir kölen , diğer köleni satın alıp şevki cemalin için azad eyledi . Ben kulun ise . hiç kapından azad olmak istemem ! » dediler. Dersin evvelinde okuduğumuz ayeti kerimede: «Biz seni ancak alemiere rahmet olarak gönderdik.» Efendimiz, Sallal­ lahu aleyhi ve sellemin cemi alemiere rahmet olduğu buyunı l­ muştu. Allahu tealayı inkar edenlerin, günahkar olanların. müna­ fıkların da her türlü nimetlerden istifade edebilmeleri, kere· m e muhatap olabilmeleri bu sebeptendir. Gezip, yiyip, içip, sı hhat ve afiye t bulmaları onun hürmetindendir, onun aleme ralunet olduğundandır. Allahu teal fın ın Habibine olan sevgisi·

ne binaen, bunlar da bu nimetlerden faydalanırlar.

Bizim irtikap ettiğimiz isyanlardan birkaçını, bizden evvel gelen ümme tler irtikfıp ettiği için dünyadan kaldırılmışlard ı r. Şuayb Aleyhisselamın kavmi , ölçek ve terazilerinde eksik ver­ dikleri için , üzerlerine gökten yağmur yerine ateş yağdı rılmı ) · t ı r . Dünyadan kaldırılmış oldukları , ahiret azabına duçar ol u p , hala azap çekmekte bulunduklarını Kur'an-ı Kerim haber veri­ yor. Keza, Lut Aleyhisselamın kavmi de böyle olmuş, b azı a l ı­ laksızlıklarından dolayı, üzerlerine cehennemde k ızdırılmış taşlar yağdırılarak helak olunmuşlardı. B u felaketlerden anca k Şuayb (Aleyhi ss c lam) i le ailesi , Lut Aleyhisselamın ise k e n d i s i ve kendine iman eden evlatları kurtulmuş, hatta ailesi dahi ki.if­ ründcn dolayı necat bulamamış, helak olmuştu. B izlerin i rtikap ettiğimiz bunca isyanlardan dolayı dünya­ da, böyle ağır cezalara uğramayışımız azab-ı İlahi ile bizim ara · mızda Muhammed'ine olan muhabbetinden ve rahmeten lil-ale ·


- 1 55 -

min olan efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin kalkan olarak bulunmasındandır. Zira, bir ayet-i kerimede: cc Habibim, onların içinde olduğun için, onlara di�er ümmetler gibi azap etmem. •>

buyuruyor. cc Çünkü seni rahmet olarak gönderdim. » Burada sayabildiğimiz, rahmet olduğuna delil getirdiğİrniz birkaç kc­ lamdır. Keza, ahirete de rahmet olarak gönderildiği böylece an · laşılacak , fakat burada kendisine İnanmayanlar, o güzel Reslı · lü yalan layanlar, her şeyi anlayacaklar ama, faydası olmaya · cak tır. Bir bina ki, yapıldı, yıkılınası muhakkaktır. Bir fert k i dünyaya geldi, mutlaka ölecektir. İ şte b u dünya , bir gün ge· lecek bütün ziynetlerinden sıyrılacak. Güneş gökte dürülecek . yıldızlar dökülecek, denizler kaynayacak, dağlar kıyametin şid­ deti ilc hallacın pamuğu attığı gibi atılacak ve havada bulutla r gibi seyran edecektir. Hamile kadınlar hamiini düşürecek , em­ zikli kadınlar, emzirdiği yavrularını yere fırlatacaktır. İ nsanlar şaşkınlık içinde, ne yaptıkların ı bilmeyeceklerdir. Yer, şiddet­ le sarsılacak , içinde olanları dışarıya fırlatacak, gökler bakır gi­ bi eriyip dökülecek. Haktan gayri hiçbir varlık kalm ıyacaktır. Kur'an-ı Kerim bu hadiseleri dehşetle beyan buyurmaktadır. Kurumuş topraklara can veren Allahu teala , tekrar bu alemden, başka bir alem halk ve inşa edecektir. i lk olarak kah rinden ihya olunacak olan, Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemdir. Kıyamet gününde, evvela konuşacak olan yine O'du r. Bütün mahlukat-ı i lahi, korkuları ndan Hak tcalanın rahmetin­ den ümit kestiklerinde, Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sel· ]em, insanları ve bahusus ümmetini sünlra sevince garkede­ cektir. Alemiere rahmet olan Resulü Ekrem Sal lallahü aleyhi ve sellem E fendimiz, bir hadis-i şerifinde: cc (Livail-hamd isimli san­

cak elimde olduğu halde, Ademoğullarından Rabbim indinde, en ziyade ekrem olan benim. iftihar etmek için söylemiyorum. Rabbimin bana vermiş olduğu hitf ve nimetlerini sayıyorum. Kıyamet gününde Adem Aleyhisselamm evlatlannın efendisi benim ve onların büyüğüyüm. Bütün Peygamberler benim san­ cağım altında toplanacaklardır.» buyurmuşlardır.


- 156 -

Buhari-i Şerifte Resul Aleyhisselamdan şöyle rivayet edi­ liyor:

«Kabirden kalkıp Bürakıma binip, sancağımı elime ala­ rak onu, arş'ın altına girip dikerim. Her peygamberin bir bayrağı olup, cümlesi benim sancağıının altına dikeceklerdir. »

Malışer ehli, yani bütün insanlar, başı açık, yalınayak ve her­ kesin işlediği günahlar, tecessüm ettirilmiş ; herkes suçunu sırtına yüklenmiş, aç susuz, çıplak ve güneş bir mil miktarı başları üstüne in dirilmiş olarak ; kimsede ses sada olmayıp Allahü tealanın emri ilahisini bekliyeceklerdir. Ah-ü vah, na­ lcvü efgan arşı tutacak. Bütün enbiya, yani Peygamberler diz üstüne düşüp «Nefsim, Nefsim ! » diye çağırdığı anda, Al­ lahü teala tarafından emr olunur k i : «Ey malışer ehli, gidin Adem'den şefaat dileyin, size şefaat etsin . » Bu hitabı izzet karşısında, malışer ehli, Adem Aleyhisselamın oturduğu min­ beri şerife gidip : ( Ey Adem babamız ! Sen Allahü tealanın safiyyisin. Şefkatli babamızsın, biz eviatıarına merhamet edip, şefaat eyle. Defterimiz verilip, hesaplarımız görülsün, arnellerimiz tartılsın da herkes gideceği yerine bir an evvel varsın ) diye niyaz ettiklerinde ; Adem Aleyhisselam : ( Bu şe­

faate ben kaadir değilim .. Elimden gelmez. Bugün yevm-i kı­ yamettir. Bugün Rabbirn z iyad e gazaplıdır. Bu ana kadar böyle gazaplaıımamıştı. Bundan böyle de gazaplanmasa ge­ reldir. Ben, Rabbimin gazabından ziyade korkarım, size şefa­ d edemem. Bugün ancak kendi nefsimi düşünüyorum. Sizler X fı lı AleyhisseH1ma gidin. O ulül-azimdir, hacetinizi görür. Belld o şe fa a t eder) deyip malışer ehlini Nuh Aleyhisselama havale e de c ektir

.

Malışer ehli Nuh A leyh i s s e l a m a gidip şefüat d i leyecek ler. Nuh Aleyhisselam da özürler beyan ederek : (Kafir olan oğlum

için , ehllmdir diye Allahu tealarlan afvını istemiştim, ben da­ hi nefsim için korkmaktayım. Şefaate mezun değilim) diyerek

onl ara İ brahim Aleyhissel<ima git melerini tavsiye edip, (İbra­ him halilullahtır, Mu hammed Aleyhiınüsselamın ceddidir. Size belki şefaat eder) der. Malışer chl i İ brahim Aleyhisselama te­

veccüh ederler. İbrahim Alcyhisselam da (Nefsim, Nefsim) d i · yerek , Musa Kelimullaha gi tmelerini söyler. Musa Aleyhisselarrı da özürler beyan edip: (Bu şefaate ben sahip değilim) der V(:


- 1 57

(Nefsim, Nefsim) diyerek malışer elılini İ sa Aleylıisselama gön­ derir : (İsa Aleyhissehim ruhullahtır, varın ondan şefaat dileyin.) Malış e r ehli İ sa Aleyhisselama vardıklarında, onu gayet kork· muş bulurlar. (Ey İsa ! Sen ruhullahsın, bize şefaat eyle.) İsa Aleyhisselam dahi : (Bugün benim şefaat etmeye yüzüm yoktur. Zira, kavminı beni Rab ittihaz eyleyip, bana ibadet ettiler. Üs­ telik bana, Allahü tealanın oğlu dediler, bana taptılar, beni AJ. lahü tdllaya şerik koştular. B e n bunl ı uı düşünüp sonum nice olur diye endişedeyiın. Bugün düşündüğüm tek şey nefsiındirj diyerek özürler beyan eder. (Ey malışer ehli! Ben şefaati ancak, ben den sonra gön der i le n nfıru evvel, bas 'i sonra, dünyada iken de müjdelediğim, bütün alemiere rahmet, serveri kainat, mah­ bubu Hüda Muhammed Aleyhisselatü vessalama gidiniz. Şefa· ate mezun ancak O'dur. Zira Allahü teala onu, razı kılıncaya kadar ikram huyuracağını vaadeylemişti. Durmayıp O'na vara­ lım) d er . Malışer ehl i , enbiya ve Sultan-i Kevneyn ve Şefiüssa­ kaleyn ve ceddül Hasaneyn Muhammed Sallallahu aleyhi ve sel­ lem Efendimize gelip , görürler ki; ziyade refi ve yüksek, müzey­ yen, diğer peygamberlerin minberierinden ala b ir minber-i şe­ rifte, mübarek vechi şerifi Cennetten daha güzel ve güler yüz­ lü olduğu halde oturmaktadır. Bu yüce makamı gören , dünya­ da iken kendisine iman etmeyen kafirler, o zaman iman etme­ diklerine bin defa pişman olup : (Ah ne ol ay d ı da di.inyacla biz yüce Şefaatçıya iman etseydik. Ve onun yoluna canımızı ve ma­ lımızı koyarak İslam olsaydık) diye ned amet edip orada iman etmeyi temenni ederler. Fakat faydası yoktur. Malışer e lı li Pey­ gamberimiz Aleyhisselamın bu halini görünce : (Aman ya Resfı­ lallah! Ey Nebiyyi Muhterem! Bize şefaa t eyle) dediklerinde, Seyyidissadat ve Şefi'ül-arasat cevapla : « Evet bu şefaate ehil ancak benim. Rabbim bana bu şefaatı vadetmişti.n diyerek Mev · Iasından bu şefaate izin t a l ep eder. Cenabı H a k , Resu l - i E k rem Sallallahü aleyhi ve selierne lutf ile: « Ey Habibim! Sen şefaat eyle. Sana şefaate izin verdim>> der . Resu l ü Ekrem Al eyh i s selam da bu i hsanı ilahiye karşı tyşekküren secdeye varır. Bu seed e ­ de Allahu tealaya öyle tesbihler eder ki, daha evvel böyle bir tesbih etmemiştir. Bu tesbihatı es nas ında Hak teala lutf ile� « Ey Restilüm, mübarek başını secdeden kald.ır! Ne muradın


- 1 58 -

var ise iste. Zira, şefaatın kabul ohmdu, isteğin verildi.n buyu­ ruldukta, Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendi ­ miz; <>Ya Rabbi! Fatımam, Hasanım, Hüseyinim ve ehli beytim , ümmetime feda olsun, illa ümmetiın, ümınetbn,)) diye niyaz edecektir. (Yani ümmetime selamet ihsan eyle ya Rabbi demek­ t ir.) Hülasa-i kelam , kıyamet gününde cümle peygamberlerden evvel, ümmetine şefaat edebilmeyi, onlan kurtarmaya salahi­ yetli Fahri Alem Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizdir.

Efendimiz Aleyhisselamın, malışer yerinde bütün şef::iati yedi defa olacaktır. Birisini beyan ettik. İnşaallah diğerlerin i de başka bir dersimizde anlatacağız. Şimdi anlıyoruz ki , dünya ve ahirete rahmet olarak gönde­ rilen ancak Habibi Hüda (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendi mizdir. Bizleri , cennet ve cemalullah ile müj delemiş, cennetin nimetlerini bildirmiş, hayır ve şer nedir öğretmiş, iman etme­ yenleri azab-ı ilahi ile korkutmuş , iman edenlere ve etmeyen ­ Iere şahit olmuş, Allahu Teala'nın birliğine şehadet etmiş ve Al · lahu tealanın izni ile Hakka davetini tam yapm ış. Karanlıklar­ da bize nür olmuş ve hak yollarını göstermiş olan , bu dere ­ ce Şefik, Rahiym, Rauf ve Rahmeteniii alemin olan Hazret-i Mu­ hammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizi her şeyimiz: den fazla sevmek hak değil midir? Evet elbette haktır. Onu, her şeyden fazla sevelim ki, imanımız kemale ersin. Dünyada ve ahirette ateşten, azaptan kurtulabilelim. Cennet nimetlerini bu­ lalım. Cemalullahı seyredebilelim. Zira, seven, sevdiği i le be ra · berdi r. Ya Rabbi ! Resulüssakaleyn Sallallahu aleyhi ve sellem hürmetine bize Habibin Muhammed Aleyhisselamı sevdir. Bizi O 'ndan ayırma.

Kişi sevdiğiyle beraberdir, demiş idik. Şu hadiseyi Enes İbn-i Malik (R.A.) bizlere ne kadar güzel nakledip surura gark eyledi:

H i KAYE Enes İbn-i Malik (R.A.) diyor ki, günlerden bir gün biz hu­ zur-u Resulde oturuyor idik. Bir arabi gelip, Resfılüllaha hita-


- 1 59 -

ben : « Ya Resulallah, kıyamet ne vaki t kopacaktı r ? )) diye sual etti . Efendimiz bu zata cevap vermeden namaza kalktı. Namaz dan sonra bize dönerek : « Ü soruyu soran kimdi r ? )) dedi. Ara­ bi ayağa kalkı p : « Benim ya Rcsulallah » dedi . « Ey Arabi; kıya­ meti soruyorsun, o bir emr-i mukarrerdir, muhakkak olacak­ tır, fakat sen o gün için ne hazırladın ? )) dediler. Arabi cc\·a b ı n ­ da: « Valiahi ya Resulallah benim fazla ibadat ve taatim y o k t u r , beş vakit namazımı kılarım ve senede b i r a y o ruc u mu t u t a rı m , b a ş ka salih arnalim yok gibidir, fakat Allah'ı ve seni çok severim » dediğinde Server-i Kclinat efendimiz : c Ey Arabi, kişi sevdiğiy­ le beraberdir, sen de sevdiklcrinle berabersin » buyurdular. Enes İbn-i Malik diyor ki: « B iz bu mükalemeye, İsiama girdi­ ğim iz kadar sevindik, zira daima endişemiz bu idi . Falır-i Alem yarın ahiret gününde yüce makamlara nail olur da biz onun ma­ kamlanna erişemeyiz endişesindcydik. Anladık k i .beraber o l ­ m ak çok muhabbetle imiş, çok ibadetle değilmiş . » E y mü 'min ! Sen d e Allah'ı ve Resulü seviyorsan, yarın onunla olursun. Yok Resulün düşmanına muhabbetin var ise, Resulünden dur olup, düşmaniyle haşroh.ırsun. Zira kişi sevdi· ğiyle beraberdir. Ya Rabbi ! Arşın, Kürs'in hakkı için, ism-i azam, nur-ı Kur' an hakkı için; sırr-ı İmran, sırr-ı Fürkan hakkı için; hüsn-i veeh-i Yusuf-ı Ken'an için; Hak yolunda dökülen dem için ; M i ' racda seni gören göz için; Resulüne iltifat ettiğin söz için; Ebu Bekr'in sıdkı , Ömer'in adli için ; Osman ile Ali'nin fazlı iç i n ; Ha­ san-ı Mücteba, Hüseyn-i Kerbela için; Ehl-i Beytin safası, Cir­ cis'in cefası için; Gavs-i Geylan, mezheb-i Nurnan için, lncil-ü Tevrat , Zebur-u Kur'an için, bizleri H abibine yoldaş e t , ehl-i derdin derdine sırdaş et, nıhlarımızı RUh-u Muhammedi ile aşi­ na kıl, bizi ondan ayırma, sevdiklerinle haşr eyle, kulluğunda sabit kıl, abicilerden abid kıl. Abidlerinle abid kıl. Dersimizi dinlemek lütfunda bulunanları lutfun ile aziz et, imanı kalbie­ rinde leziz et. Ölmüşlerimize rahmet eyle, sağ olanlanmızı mu­ habbetinle tezyİn et. Vatanımızı kötülüklerden koru, düşman· larımızı rezil et. Ahir ve akıbetimizi, hayr eyle, son nefesde


- 1 60 iman ile çene kapamak nasib et . Dualarımızı kabul edip bizi dilşat et. Amin , bi-hürmet-i Seyyid-il-mürselin velhamdü l i llahi Rabbil Alemin, kabul u niyaz el - Fatiha ! EL-Hac Muzaffer Ozak


i R$AD BE$iNCi DERS

M Ü ND E R EC A T: İçindekileri her müslümanın okuması lazımdır. - Bu rlsale ana baba haklarından bahseder - Hazret-i Mu­ sa'nın Cennetteki refiki kıssası - Hazretl Veysel Kara­ ni'nin anasına itaatından dolayı eriştiği makamat-ı ali­ ye - Bir hayırsız evladın hikayesi - Hazretl İsa'nın kıssası - Selman-ı Farisi lle Resuluilahın bir azabın vukuuna şahit olmaları - Hasan-ı Basri Hazretlerinin bir hikayesi - İmam-ı Kuseyri'nin menakıbı - Bir de­ likanlının hac yolunda uğradığı felaket ve İmam Hasan (R.A.) m kıssası - Semerkand şehrinde bulunan bir zatın hikayesini havi ibret verici mühim bir eserdir. ·

l rşAd Ci lt ı - F : ı ı



- 163 -

B ismi i iAhirrahmanirrahiym

Sallü Salili Sallu Sallü Sallü

ala Seyyidtna Muhammed, ala Mürfidlııi Muhammed, ala Şemsiddüha Muhammed, ala Bed.riddüca Muhammed, ala Nurll-Hüda Muhammed.

El evvelu Allah, el ahiru Allah, ez zahiru Allah; el batinu Allah. « Rabbişrahli sadri ve ye&sirli emri vahlfıl ukdeten min lisani yefkahu kavli ve üfevvidü emriy ilallah. İnnallahe basi· riın bil'ibad. »

EQzjj billAhi m i neş-şeyta n i r-raciym

Ve'blldullahe

ve

B i s m i i iAhi rrahmanlrrahlym

li tüfl'l ku bihi şey'an ve bil vAlidayni ihsAna.

( Ntsl sOresi, Ayet: 3 6 1

Meali şerifi: "Allah'a Ibadet ediniz. O'na hiçbir şeyi ortak

koşma:yınız. Anaya ve babaya iyilik edtnJz.•


-

164

-

«Ve kadA rabbüke e i i Ata 'budü i l l a iyyahu ve b i l val idayni ihsAnen imm.!! y ebl u ganne

indekel

k i bere ehaduhüma ev k i l a hiima Fela

tekul

lahuma lifl i n veli tenherhüma ve k u l

la­

huma kavlen keriymi Vahfid lehüma cenahazıii l li minerrahmetl ve kul rabbir ham hüma kemi rabbeyiı n i sa �ı i v r . »

( El-lsrA Ayet: 2 3 . 2 4 1

MeaJ.i şerifi: «Rabbin, kat'i olarak hilkmetti: Ancak O'na ibadet ediniz, ana ve babalarımza iyilik ve itaat edin, şayet ge­ rek yalnız biri, gerek ikisi birden yanmda kocarsa sakın onla­ ra of aman deme! Yüzlerine sert söyleme, onlara tatlı söz söy le; onlara karşı şefkatll, hürmetll ol, kuşlar gibi tevazu kanat­ l arın ı aç da. de ki, (Yarab : Onlar beni küçük yaşımda iken merhametle besledikleri gibi, sen de şimdi onlara öyle merha · met eyle} , ,, Kull a r ı n ı yoktan var eden, bizleri ken sine kul , Habib ine ümmet eyleyen, biz günahkarları huzuruna kabul eden ve biz leri burada tevfikiyle cem ' eyleyen Allah ; yarın kıyamct te o dehşetli anda, şiddetli mekanda, Habibine bağışlayıp mahbu bu olan sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın liva ­

s ı altında böylece lütfu keremi ile cem'eyleye. Bizlere af ile mu­ amele eyleye. Cüınlemizi nanndan azad eyleyip lutfi ile cenne tine isal eyleye. Cennette civar-ı Mustafa'da cümlemizi iskfın ey­ leye. Rızasına erişen kullarla komşu eyleye. Cemali ile müşer­ ref eyleye. Allahı tevhid eden, Resulüne gönül veren, Allahın cenne­ tine talip , nzasına ragıp, cemaline aşık olan mü'minler! Bu ·


-

1 65

-

okuduğum ayeti kerimeler Furkan-ı Hakimin, Kur'anı Kerimin, ;-.Jisa v e Esra sure-i celilesindedir. Kur'anı oku , okut , dinle ve anla ! Anlamakla, dinlemekle kalma, emirlerine uy ve her emrini canına minnet, devlet bile ­ rek seve seve yap , nehyinden, yani yapma dediği şeyden kaçm ve yapma ki, Allaha hakkı ile kul, Nebi aleyhisselama muhlis bir ümmet olarak, iki cihanda rahat edesin, dünyada belalardan , ahirette azabı ilahiden emin olasın. Kur'anı Kerimin emirleri her ne kadar amel etmede nefsine ağır gelirse, Allahın yapma de­ dikleri , nefsine her ne kadar yapması hoş gelirse gelsin, madem k i Allah o şeyi yap demiş, o emir senin selametin için bir n i­ met-i uzmadır. O nehyi , yani yapma dediği şeyin, senin nefsi · n e her ne kadar hoş gelirse yapma k i , yine senin dünya ve ahire­ t in için Rabbinin sana bir lutfudur. Zira, bütün insanlar, Rabbi ­ lerinin emirlerine itaat eyleseler, Allah'a hiçbir menfaati yok­ tur. Yine bütün insanlar Allahın yapma dediğini yapsalar, Alla­ ha bir zarar eriştiremezler. Her yapan, yaptığını kendi için ya­ par. Allahın bu emirleri ve bu nehiyleri bize ihsanı 1Iahidir. Bir düsünclim. Allah celle hazretleri , bizlere bir lutfu olan emirleri ve nch iyieri bildirmese idi, bizleri kendi halimize bı­ raksa idi, bizler hayvanlardan daha aşağı olur, birb irimizi yer­ dik. Kendi evlatlarımızı alı r, kendi ana, babalarımızia evlenir­ dik. Temizliği , şefkati , rahmeti , büyüğe hünneti , anaya, baba­ �-a itaat i ve ihsanı nereden bilirdik ? Hak ve hukuku nereden ye­ rine getirebilirdik? Zaife ve mazluma şefkatı ve yardımı nası l yapabilirdik ? Yoksula, fakire ihsan etmek, dilsiz hayvanlara yardım etmek , onların hakkını gözetmek, kimin aklına iz'anına gelirdi ? Hele Allah'ı bulmak ve bilmek kolay mıydı ? Adalet, mü­ savat, hürriyet beşerin haddi miydi ? Diyeceksiniz ki, beşeriyet bu saydığım güzel vasıflan eski devirlerde de, ccmiyetler, ka­ vimler, milletler meydana geldikten sonra, icraya başlamışlar­ dır. Evet öyledir, ama yine beşeriyetİn başı Allah ile kul arasın­ da vasıta olan peygamberler aleyhimüsselam ile başlamıştır. Peygamberlerin tarafı İlahiden getirdiği , suhufların , bazı ahka· m ı ile amil olup, bazı güzel emirlerle amil olunmuştur. Bazı ah­ kama da hiç riayet edilmemiştir. Medeni zannedilen Romalılar


- 1 66 ve Mısırlılar ve diğer bazı milletler, kendi öz kardeşleriyle evle­ niyorlar, kendilerinden olmayan milletlere, hak tanım ıyorlardı. Bugün bile, resmen biı: peygamber (aleyhissehim) ümmeti ve bir dinin saliki olduklarını, Allah'a iman ettiklerini söyledikleri ve paralarına, (Allah bizim ile beraberdir) diye yazdıkları hal­ de, yüzleri siyah diye, bir millete bakaretle nazar edip, onları yüzleri siyah diye, kendilerinden aşağı gören , hak tanımayan milletler mevcuttur. Sa.nki, o siyah yüzlü insanlar, yüzlerini ken­ dileri boyamışlar, onları Allah yaratmamış . Onları aşağı gören­ ler de, yüzlerinin beyaz olmasını, kendileri yaratmışlar. İşte, bizlere bizliğimizi bildiren lCıtfu ile Allahtır. (Yaradanı b i l i rsck , yaratılanı hoş göıüıüz. Yaradandan ötüıü) . Bütün beşer bir ka­ dınla, bir erkeğin cem'inden meydana geldik. Allah ccllc surci Huctıratta şöyle buyuruyor:

( Ya eyyü h e n n il sü innil haiAknaküm min zekerin ve ünsA ve ce"alnaküm şü "uben ve kaba'ile lfte'arefu inne ekremektim indaiiAhi et�.aküm inna l laha a l lymün habiyr.)

( Hucurat: 1 3 )

Meali kerimi : « Ey insanlar, biz sizi bir kadınla bir erke�in birleşmesin­

den yarattık. Sizi şube şube, kabile kabile, millet millet kıldık,

tanınasınız ve bilinesiniz diye. Hiçbir beyazın , siyaha, hiçbir sa­ rının, kınnızıya, hiçbir kavmin diğer kavme üstünlüğü yoktur. Ancak Allah'tan korkırtak ile, Allah'ın emirlerine itaat, nchiyie­ rinden içtinap iledir Ü!ıtünlü�)) buyuruyor.

Şunu da unutmayalım ki, her izdivaçtan çocuk uoğmaz. Ademin ana ve babası yoktur. İsa aleyhisselam ın da anası var­ dıı·, babası yoktur. Havva anamızın da; babası vardır, anası yoktur.


-

1 67

-

Bizlerin de ana ve babalarımız vardır. Allah dilerse baba­ sız, dilerse anasız ve babasız, dilerse babalı fakat anasız insan yaratabileceği gibi, dilerse ana ve baba olduğu halde, evlad ver­ meyebilir.

( I n nama em ruhu iza er.\da şey'an en yekOie le h u k ün fayakOn.)

(Sure-1 YAsin:

82)

Mülkün hakimi mutlak O'dur. Dilediği gibi yapar. Her şe­ ye kadir O'dur. O'nun dilediği olur. O bir şeyi yaratmağı murad etti mi, o şeye Ol der ve hemen o şey zuhura gelir.

İşte, bizleri de yoktan var etti. Zelil idik, çirkin, iğrenç bir su idik. Bizleri insan olarak halk buyurdu. Bizlere görmek için göz, işitmek için kulak, anlamak için fehim verdi. Bazan da göz v erdiği halde görmekten, kulak verdiği halde işitmekten , beyin verdiği halde anlamaktan mahrum etti . Gözde görme yok, i ş gösterende. Kulakta değil, işittirende, beyinde değil anlatanda olduğunu bizler� gösteriyor. Açtık, doyurdu, çıplak idik giydir­ di, cahil idik, bizleri ilim ile tezyin etti, kendisine muhatap tu­ tup, bizlere hitap etti ve nimetlerine gark etti. Bizlere ne için hal k olduğumuzu , sebebi h ılkatimizi ve nimetlerini bildirmek için l ü tf u ndan emirlerini Ye n chiyierini gösterip , Nchi leri aley­ hirrıüsselam vas ı tasiyle irşad buyurdu. (Em i rierime itaat edene cennet ve cemalim var, isyan edene de, narım var) deyip ilan et­ ti. Akil isen , işte iki yol . Biri doğru , Hak katına giden yol , Allah yo lu Nebilcrin gösterdiği sırat-ı müstakim , diğeri ise dalalet felaket , zulmet uçurumu , şeytanın dav e t ettiği yol . ,

.

,

Ey

insan oğluyum diyen! İşte size Hak Teala hazretlerinin bize in'am ettiği bazı nimetlerinden, deryarlan bir katre, güneş­ ten bir zerre bahsettim. Yine kendi kitabı olan Furkan-ı az im

-


- 168 de, buyuruyor: «Benim size in'am ettiğim nimetlerimi sayınağa kalksanız, takatıniz yetmez, sayamazsınız., diyor. ) """

'

fl

'

,.

.l , o /

)

���.� �\.; � 'o) ' L. t:�.�\5 -, �---·�\j � �

-v �

..

ı

,

, _., ,.

0

o -:

J

�) o)

,

� �� � ) ���o;uJj \/· :� �� \�� ') ( Ve in ta'uddQ nimeta l lahi la tuhsuha . )

( Sure-i lbrahim: 3 4 1

Meali münifi

:

Allah'ın nhnetlerini sayalım derseniz, saya­

mazsınız.

Bizde sayınağa takat yok . Verilen nimetlerden bazılarını hatırlattık ki, bu nimet , evvela bizleri insan olarak yaratıp, ken­ dine kul , Habibine (aleyhisselam) ümmet edip, bizlere Kur'anı inzal eyleyip , kendisine muhatap tutmasıdır. Bundan büyük ni­ meti ne olabilir. Allah ; kulum diyor, her gün bizi huzuruna ka­ bul ediyor, Kur'anda bize hitap ediyor, emirlerini bildiriyor ve diyor ki: « İşte ben sizin Rahbiniziın, Rezzakınızım, sizi yaratan be­ nim, bana hakkı ile ibadet ediniz. Bana hiç bir şeyi şerik, ortak tutmayınız. Gizli ve aşikar, beni birleyin, tevhid edin, bana muh­ taçsınız. Ben kaviyim. Siz acizsiniz, Ben Allah hakimim, Sİl mahkiimsunuz, bana ibadet ettiğiniz gibi, sizi bu dünya alemine getirmeye sebep olan aı11a ve babanıza ihsan ediniz.» buyuruyor.

Onlara muhabbeti , ihsa.nı ve itaati farz kılıyor. Onları hor, ha­ kir etmeyi şiddetle men' ediyor. Cennetim ve rızai ilahim , ana­ ları na ve babalarına ih san eden kullarımındır, buyuruyor. Kendi zat-ı ulfıhiyeıtine ibadet ile emir eylerlikten sonra, ana ve babaya ihsan etmenin aynı derecede bir ibadet olduğu ve bu ayeti celileden anlaşılmaktadır. Yine kendi zat-ı İ lithisine karşı, muhabbette, ibadette gizli ve aşikar, şirk koşmadam men' ettiği gibi, ana ve babamıza mu· habbet ihsan ve itaatte hiçbir kimse ile müsavi tutamayacağımı­ za, bu ayeti celile açık bir delildir. Tabii ana ve babaya meşru işlerde itaat edilecektir. Zira, bir kaide-i mutlaktır ki, kula ita·


- 169 -

atte Allaha karşı isyan var ise, itaat edilemez. Mesela: Bir ana yahut baba, oğluna veya kızına fenalık etmeyi emir etse, fena­ lık etmek , Allaha karşı isyan olduğundan, bu emre itaat etme­ meleri lazımdır. Bir misal : Bir kimsenin anası fahişe olsa, ana­ sını kerhaneye götürmez, fakat kerhaneden döndüğünde sırtına alıp getirecek. Bu misalimiz biraz ağırcadır. Fakat anaya itaa t ve hizmetin, ne derece olacağını anlatmak için zikrediyorum . Yine bir kimsenin anası putperest olsa, yahut islam dininden başka bir dine salik bulunsa, tapınağına gidecek olsa götürmez ve fakat tapınağından evine gelmeye kudreti olmasa, o islam olan evladı , onu sırtına alıp evini;! getirmesi lazımdır. Bir baba. içkiye müptela olup, oğluna, kendisini meyhaneye götürmesini emir etse, evlad babayı meyhaneye götürmez. Zira, bu emirde Allaha isyan olduğundan, kula itaat yoktur. Fakat , meyhaneden eve sırtında götürmeyi emir eylese, s ırtına alıp eve getirmesi la­ zımdır. Getirmeyecek olursa evlad, ind-i i lahide mes'ul olup� azaba dfı.çar olur. Aman şunu da unutmayalım. Bu verdiğimiz misallerden anlaşılıyor ki, ne zaman olursa olsun , nerede olursa olsun, kim olursa olsun, bize teklif edilen emirlerde ve ricalarda Allaha karşı bir isyan varsa, kula karşı itaat yoktur. Yapılan rica da, böyledir, iltimas da böyledir. Hakka karşı isyanda, kula itaat, rica, iltimas yoktur. Sözü uzattın demeyin, nceatınız bu sözle­ re bağlıdır. Babaya, anaya itaatın ve ilisanın ne demek olduğunu bir miktar beyan eyledik . Şimdi sizlere, canlı misalini yine kelamul­ Iahtan verelim. Peygamberimizin (aleyhisselam) dedesi olan bü­ yük peygamber İbrahim aleyhisselamın, emr-i İlahide ne dere­ ce itaatta bulunduğunu duydun . Eviadı bulunan İsmail alcyhis­ selamı, Hakka ibadette hiç tereddüt etmeden, bıçağın altına ya­ t ırdığını işittin . Rıza-i İlahi için, yavrusunun boynuna bıçağı çaldığına şahid oldun. Bu, emr-i azime karşı, evladın Allah'a iba­ dette, babaya itaatte nasıl tesJimiyet göstereceğine açık bir dc­ lildir. Bu emr-i azim ki, görünüşte ne kadar korkunç ve çirkin, fakat hakikatte ne kadar güzel bir rahmet olduğunu beyan edi­ yor. Allah : « İşte emrlıne tesliıniyyet ve babanıza itaat ederse­ niz, İsmail'i bıçak kesmediği gibi, size de bir muslbet ermeye-


-

1 70

-

cektir. Sizlere ihsan-ı ilahim olacağını bu ayetimle anlayınız. » diyor. Kur'an; akillere, muhlislere bu nimeti ilahiyyeyi gösteri­ yor. Hazreti Allah, çocuklardan babaya karşı yapılacak olan itaat, İ smail aleyhissehlmın babasına itaati gibi olacak. Allaha itaat da; babalarda İbrah im aleyhisselamın Allaha olan itaatı gi­ bi olacak . Bu kıssayı inşaallah Kurban dersinde mufassalan anlatırız. Bir gün huzuru saadete bir arabi gelir (Ya Muhammed! Sal­ lallahu aleyhi ve sellem, bana İ slam dinini anlat) der. Resfılü müçteba aleyhisselam: « Allah birdir, şeriki, benzeri yoktur. Ben O'nun Resfılüyüm. Allahın birliğine, benim onun . peygamberi olduğuma inanacaksın. » buyurur. Arabi, ol kelime-i münciyeyi getirip : (Eşhedü en la ih1he iliallah ve eşhedü enne Muhamme­ den abdühu ve Resulühu) der. (Beş vakit namaz kılacaksın. Se­ nede, ramazan ayında bir ay oruç tutacaksın. Zengin isen, malı­ nın kırkta birini, her sene:: : zekat olarak vereceksin. Ömründe bir defa mevsim-i hacda istitaatın var ise, hac edeceksin) buyurur­ lar. Arabi, (Bu kadar mı lslam ya Resulallah ?) diye sorar. Cenabı Resfılü Rabhilalemin, (Evet, ya Arabi, bu kadar) de­ yince Arabi, (Allaha yemin ederim ki, ne bir eksik ne de bir faz­ la yaparım) der ve gider. Fahri alem sallallahu aleyhi ve sellem eshabına, (Eğer sö­ zünde durur da, ana babasına da ihsan eder ise, dünya alemin­ de ehli cennetten birini görünüz) buyururlar.

( E I-cennutü tahta akdam-il-ümmih!lt . )

Hadis-i şerif : <cCennet anaların ayağı altındadır.» Kadınlık alemine ne:: büyük bir şereftir bu hadis-i şerif . Hangi din, kadına, anaya. bu mertebeyi, bu yüksek mevkii _bah­ şetmiştir? Bu hadis-i şerifle, annenin rızasının ind-i tlahide ne kadar ali, ne kadar yüce mertebesi olduğu ve All ahın vad'ettiği cennete ancak, ananın rızası ile girileceği ilan ediliyor. Yine bir kimse Rabhisine ibadet kılıp, dua eylese o duada,


- 17 1 -

Allaha hamd, Resul aleyhisselama salat etse, ana ve babasına dua etmeyip, onlar için Allaha istiğfar eylemese, dua Allaha ar­ zolunmaz, o duayı Allah celle kabul buyurmaz, Allah celle bü­ tün münzel kitaplarında bahusus, Tevrat, İncil, Zebur ve Kur'a­ nında, ana, babaya itaatı ve ihsanı emir eyleyip, bütün nchileri­ ne (Benim rıza-i İlahim ana ve babanın rızası iledir. Gazahım da, ananın, babanın gazabı iledir) diyerek ilan etmiştir. Resul aleyhisselama, (Allah katında hangi iş makbuldür, efdaldir ?) diyerek sual olundu. Resfılü Ekrem Efendimiz ceva­ ben (Vaktinde tadili erkanma riayet edilerek kılınan namaz; sonra ana ve babaya itaat ve ihsan, sonra Allah yolunda, Allah rızası için cihad, yani din düşmanları ile mücadeledir) buyurdu­ lar. Mücadele bedenen olur, malen olur, lisanen olur, kalemle olur, kılıçlarla olur, kalb ile olur. Yalnız Hak için olur. Nefs için mücadele makbul değildir. Bir harb dönüşü Hazreti Resulü Rabbil-alemin eshabı ba­ safaya. (Küçük harbden büyük cihada döndük) buyurdular. Es­ habı kirarnı fahri alem efendimize: (Ya Resulallah! Nereye tevec­ cüh edeceğiz, hangi büyük kavime cihad edeceAfz?) sorusuna: (Düşman ile cihad, küçük cihaddır; nefsimiz ile cihad ise büyük cihaddır. Nefsiıniz ile cihad edeceğiz) buyurdular. Allah, cenne­ ti yarattığında Cebrail aleyhisselama: (Ya Cebrail, cennetime nazar eyle) buyurdu. Cebrail cennete vardı, cennetin sarayları­ n ı , bağlarını, bahçelerini dolaştı. Onda olan nimet-i İlahiyyeyc hayran oldu. Fakat , cennetin etrafında bir takım manialar gör­ dü . İman, sabır, tahammül , namaz, oruç, cihad, hac, zekat, fe­ dakarlık , mürüvvet, vefa, sıdk , alıdına vefa, af, (Bu maniaları geçip cennete girene aşk olsun, dedi .) Yine cehenneme nazar et­ mesi için emr olundu. Cehenneme nazar edip, orada olan dere­ katı, ateşleri, bukağıları, yılanları, akrepleri, kaynar suları , kay­ nayan katranları görüp ürperdi; korktu. Cehennemin dışarısın­ da, bir takım insanlara nimet görünüp, aslında nikbet olan iç çekici tuzaklar gördü ki, nefis erbabının arzu ettiği şeylerdi. Ka · dm, içki, tembellik, kumar, yalan, dolan, gıybet, fuhuş bunları görünce (Eyvah bunlara aldanmayarak , buraya girmeyene aşk olsun) dedi. Nefsimize ağır gelen birçok şeyler vardır ki, bunlar.


- 1 72 bizim için nikbet suretinde nimet olup, yine bizim için görünüş­ te nimet görünüp, aslında bizim için nikbettir, musibettir. Fa­ kat, biz bunların hangisinin nimet, hangisinin musibet olduğu­ nun farkında olamayız. Zira, Kur' ana tabi olmayan amadır. Ha­ yır ile şerri seçemcz. Bunun için, Allah celle Kur'ana tabi olma­ yan kimselere amü tabiri ile hitap eyleyip, (Burada ama olan ahirette de ama olacaktır) buyurmuştur ve sizlere Rabbi nizden muhakkak göz geldi diye , hasiret olarak Kur'anı göstermiş, her kim kendine göz olarak Ku r'anı seçti, o kimse hayır ile şerri , ak ile karayı, nimet ilc nikbeti ayırmış oldu. Allah bizi fadlı ilc, Kur'andan mahrum edip , basireti olmayanlardan eylemeyc. Amin. Allah celle Kur'anın seksen yeri nde, namazı kılın ve zekatı veriniz diye emir eylemiştir. Namazı kılana, zekatı verene müj ­ deler, namazı kılmayam, zekatını vermeyeni cehennem ile, azap i le korkutmuştur. Ve daima namaz ile zekatı beraberce zikr ey­ lemiştir. Restile itaatin, kendi zat-ı Uluhiyyet ine itaat olduğu nu b ildirmiştir. Bir kimse Allah'a itaat edip, Restile itaat etmezse, Allaha itaati merdtiddur. Bunun gibi sure-i Lokmanda :

«Ve vassayn 8 1 - i n sa n e bivll l i d eyhi ha melethü ümmühü vehnen a l a veh n i n ve fisll l u h u f i �meyni enlşkü r l i y ve l ival ideyke i hıyyel-ma s lyr.J ( S Ora-i Lokman:

14)

Meali şerifi : ((Biz, insana anaya, babaya iyillkte bulunma· yı emreyledik. Bilhassa anası, ona gebe olmuş Idi. Onun sütten kesilmesi iki yılda olur. Bana ve ana, babana şükret. Zira, yine bana döneceksin.» diye emir eylemiş. Kendine yapılacak şükür

ile, ebeveyne, yani ana ve babaya şükrü , cem' eylemiş . Bir kim­ sc Allaha şükür edip, ana ve babasına şükür etmez ise, Allaha şükür etmiş olmaz. Zira, Restilü Rabbil alemin olan Peygambc­ rimiz , « Her kim ki ana ve babasını razı kıldı, muhakkak Rabbi ondan razı oldu. Her kim ki ana ve babasını gücendirdi, muhak·


- 1 73 kak Haliki ona gücendi. Ana ve babasının rızasına, Allahın rıza­ sı bağlıdır. Onlar razı olacak olurlarsa, Allah da razı olur. Onlar güceniderse, Allah da gücenir. )) Aşağıdaki kıssayı, dikkat ve ibretle oku. Ana ve babası na hürmet ve itaat ve ihsanda bulunan , nasıl bir dereceye yükseli­ yor.

HiKAYE Hazreti Musa aleyhisselam bir gün Tur-i Sinada, Rabbi ilc kelamda iken Allah celle : (Ya Musa ! ister misin, cennetteki re­ fikini yani arkadaşım, sana dünyada iken tanıtayım) diyerek hi­ tap eder. Musa Nebi de: (İsterim ya Rab) der. (Git filanca şehre, şu isimde, şu cisimde, şu mahalde bir kasap var. İşte o kasap, cen­ nette seninle beraberdir. Kusurları çoktur ama, anasına yaptığı hizmetten dolayı, anasının ona ettiği duayı kabul ettim. Ona bu mevkii, bu dereceyi layık gördüm. Anasının yaptığı dua ile bu mertebeye erdi. Cennette senin refikin oldu) der. Musa Nebi , o şehre varıp, mezkCır kasabı bulur. Kendisini ta nıtmaksızın Allah misafiri olduğunu söyler. Kendisini bir ak­ şamlık misafir etmesini rica eder. Kasap kabul eder, akşam üs­ t ü , Musa Nebiyi yanına alıp, zenbilini sırtına vurur, akşam için tedariki görüp, kasabın evine yollanı rlar. Kasap evine gelip, ka· pıyı açar, Hazreti Musa'yı alır, evin en temiz odasına yerleştiri r, (Merhaba Allah misafiri, hoş geldin) der. Ve sonra ilave eder: (Ey Al lah misafiri, beni hoşgör. Bana biraz müsaade et . Bizim evde senden evvel eski bir misafir daha var, ow• n hizmetini gö­ re�im, sonra size hizmet ederim) der. Tavana bağlı bir salıncağı indirir, içinde eli, ayağı tutmaz ihtiyarlıktan oturarnıyacak dere­ cede zayıf bir kadın va rdır. Onun, emzikteki bir çocuk gibi altı­ nı temizler, getirdiği yiyeceklerden bir kısmı ile besler, elini öper, saçını koklar, t e k rar yer i n e yatırır. İ h t i ya r bir şeyler m ı ­ rı ldanır. Kasap (amin) der. Hazreti Musa bu sözlerden bir şey anlıyamaz, vani ihtiyarın sesini duyamaz. Sonra gelir, Hazreti Musa'nın, hizmeti ile meşgul olur. Hazreti Musa kasaba sorar: (Bu ihtiyar kadın kimdir?) Kasap cevap verir: (Anamdır. Başı­ m ın tacı, gönlümün ilacıdır. Derdime derman, yarama merhem-


- 174 eli r .

Misafirirndir, ona hizmet e tmekten zevk duyarım) der. (Sa­ na bir şeyler söyledi . AHedersin ben duyamadım, dua mı etti ?) diye sorunca : (Evet, her annenin eviadına dua ettiği gibi dua et· t i , olacak şey değil ama , ana bu, eviadına layık görür) der. (Ne diye . dua ediyor sana ?) (Olacak şey değil , ben bir kasabım , gü­ nahkar avamuan biriyirn. Her gün bana evlad ım, Allah seni Haz­ reti Musa ile cennete refik etsin diye dua eder. Olacak iş mi bu? Musa Nebi kim, ben kimim) . der. Hazreti Musa aleyhisselam : (Müjde olsun sana, ey kasap kardeş , ananın d u a s ı kab u l o l d u . Ben Musa Peygamberim, sen de cennette benim refikimsin) der. Akil olana da bu kıssa kafi­ dir. Doğrusu, Allah cümlemizi , anaları nın nzasını alan kullar­ dan eyleye.

HiKAYE Veysel Karani narnındaki tabiinin efdaliyetini bilirsiniz. Er­ diği mertebe, anasına olan itaattandır. Bu Veysel Karani ki ls­ tanbul'daki mukaddes emanetler arasında bulunan, Resulü Ek­ remin hırkasına sahib oJ:muştur. Bu zata, Ümmet-i Muhammed için dua etmesini, Resul aleyhisselam kendisine söylenınesi için vasiyet buyurmuştur. Veysel Kanini Yemen'lidir. Yemen'de Ka­ ran köyündendir. Resulü görmek için anasından izin istemiş , anası da Hazreti Üveys'e, (Resul evde ise kendisi ile göıiiş , mes­ cidde ise görüşme ve hemen gidip gelmek ve bir kerre görmek için sana müsaade ediyorum) demişti. Üveys , Yemen'den çıkıp, üç aylık yolu yürümüş, Medine'ye gelmişti. Resulün hücresine varmış, kapıyı çalmış ehli beyti Mustafa'dan , aleyhisselam üm­ mül mü'minin Hazreti Ayşe radıyallahu anha kenqisini karşıla­ mış, ne istediğini sual etmişti. Resulü görmek için Yemen'den geldiğini söyleyince, Hazreti Ayşe (Resulullah evde değil mcs­ cidde, oraya gidiniz) cevabını verince, (Mescidde buluşmağa an­ nemin izni yoktur. Resul aleyhisselama benden selam söyleyi­ niz, Yemen'den Üveys geldi sizi bulamadı, mescidde de buluş­ mağa anasının izni olmadığından döndüğümü , kendisine bildi­ riniz) deyip Yemen yollarına düşmüş, anasının emrini de yerine getirmişti. Resul aleyhisselam mescidden eve dönmüş , Veys 'in nunımı evinde bulmuştu. Hazreti Ayşe vukuatı haber vermiş,


-

1 75

-

Veys 'in selamını Resille tebliğ etmişti. Resul aleyhisselam Ye­ men taraflarına bakarak, (Bize dost kokusu geliyor) derdi. Es­ habı kiram , (Ya Resulallah, madem ki Üveys size dosttur, niçin gelip s izi görmüyor?) dediklerinde: (Anasının hizmetine bak­ maktadır) buyururdu. Efendimiz : Bir gün Üveys Medine'ye gelecektir. Fakat , be­ ni bulamayacaktır. Zira, Üveys Medine'ye geldiği vakit ben Rabbime vasıl olurum, buyurarak Üveys ile dünyada buluşam ı­ yacaklarını bildirdiler. Üveys Medine'ye geldiğinde kendis ine bırkasının verilmesini ve ümmetine dua etmesini vasiyet buyur­ du. Ve bir elinde nurdan bir işaret olduğunu da haber verdiler. Hazreti Ömer Radiyallahu anh'ın bilafeti zamanında, bir­ çok Yemenli Medine'yi ziyarete geldi. Hazreti Ömer ile Hazreti Ali Radıyallahu anhüma, Yemeniiierin yanına varıp, (Karan kö­ yünden içinizde Üveys namında bir veli var mıdır ?) diye sual et­ tiler. Yemenliler de, aralarında böyle bir veli olduğunu bilme­ diklerini yalnız, Karan Kariyesinden aralarında bir deve çoba­ nı olduğunu, fakat insanlara pek yaklaşmadığını, develerio için­ de kendi başına ibadet ettiğini söyleyip onu Hazreti Ömer ile Al­ lah'ın arslanı Ali'ye gösterdiler. İmaını Ömer'le İmaını Ali Radı­ yallahu anhüma Üveys hazretlerinin yanına varıp, selam verip, Resulün selamını ve hırkasını kendisine takdim ettiklerinde (Bir yanlışlık olmasın) diyerek, kabul etmek istemedi. Ve ken­ disini saklamak istedi. Ancak elindeki nuru görüp (Allah Resu­ lünün tarif ettiği veli, sensin. Zira elindeki nuru, Resulullah biz­ lere bildirdi) dediler. Ve ümmeti Muhammed hakkında dua et­ mesini Resul aleyhisselarnın vasiyeti olduğunu da kendisine tebliğ ettiler. O vakit hırkayı Resulü alıp yüzüne ve gözüne sü­ rüp, kendisini yalnız bırakmalarını rica etti. Emiriii Mü'minin Ömer ile Sakıyı Kevser efendimiz Üveys'i yalnız bırakıp bir ta­ rafa çekildiler. Veysel - Karani hazretleri hırka-i-Resulü eline alıp (Ya Rab ! Bu hırka, sevgili Resulün hırkasıdır. Bunu bana hediye etp1iş, ben bu hırkayı giymem . Ümmet-i Muhammedi af etmeyince) diyerek, niyaza başladı. Bir daha aynı sözleri söyle­ yip , tekrar niyaz etti: Üçüncü sefer tekrar niyaza başladığında, Hazreti Ömer ve Hazreti Ali Üveys'in yanına vardıklarında, (Ah


-

1 76

-

acele ettiniz. Birinci niyazımda, ümmetin üçte bir bölüğünü Al­ tah bana bağışladı, ikinci nİyazımda ümmetin üçte ikisini bağış, ladı , üçüncü nİyazımda ise bütün Ümmet-i Muhammed'in affı­ nı niyaz etmiştim, siz geldiniz) buyurdular. Her devirde olduğu gibi , Yemenliler de aralarında böyle duası kabul olan bir veliden haberleri yoktu. Onu, bayağı bir ço­ ban zannediyorlardı. Bu surette olan evliyaullaha, yani kendini bildirmeyen, in­ sanlardan kendini gizleyenlere Üveysi tabir edilir. İşte mü'minler, anasına hizmet, itaat ve ihsan edenler, ya­ rın kıyamette Hz. Musa, Hazreti Üveys ile beraber haşr olacak­ tır. Ana ve babalarına ihsan edenler, dünyada ve ahirette mes­ rur olurlar. Onlara ne kadar hizmet ve ihsan etsek , onların bize ettiği bir gecelik hakları na mukabil olamaz. Şu kıssayı ibretle oku : HiKAYE

Bir gün, huzuru saadete gelen sahabiden bir zatı şerif Re­ sul aleyhisselama. (Ya Resfılallah! Evlat üzerine ana hakkı mı bü­ yük, baba hakkı mı büyüktür?) diyerek sual eyledi. İki cihan senreri saadetle buyurdular : «Evlad üzerinde ana hakkı, baba hakkından büyüktür. )) Bu sual üç defa tekrar olundu. Üç suale de cevaben: u Ana hakkı, baba hakkından büyüktür.)) buyurdular. Dördüncü sualde, «Baba hakkı büyüktür,)) dediler. O zat sordu : (Ya Resulallah! Neden anaya üç, babaya ise bir hak ver­ diniz ?) Cevaben : (Annen sıeni dokuz ay on gün karnında taşıdı, sonra doğurdu. Sonra senin için uykulannı terk etti, seni emzir­ di, üç sene seni kucağında taşıdı, altını temizledi. Yedi sene sır­ tında taşıyıp, onsekiz sene senin çamaşırlarını yıkadı, yemeğini pişirdi önüne koydu. Kırlc:, elli, altmış yaşında olsan, seni me­ rak edip yollarını gözledi. Baban ise, seni ananın rahmine ekip , senin yiyeceğini getirmiş, giyeceğini temin etmiştir. Ana ile mu­ kayeseye imkan var mıdır ?) O sahabi yine, kclama devam edip : (Ben de ya Resulallah, anaının bana yaptı�ı yardımdan, hizmet­ ten daha çok ona hizmet etsem acaba hakkını ödeyebilir miyim ?)


-

1 77

-

sualine, Resulullah : (Bir gecelik hakkını bile ödeyemezsin.) bu� yu rdular. (Neden ya ResCılallah, ben de senelerdir anaını sırtım­ da taşıyor, onun altını temizliyor, yemeğini pişirip yediriyonım. Yaşarsa aynı hizmetlerine bakacağım) dediğindc : (Aranızda bir fark kalıyor ki, anan seni yaşasın diye baktı, sen ananın ölümü­ nü bekliyorsun) buyurdular. Ana demek, sırf şevkat demektir ; ana demek merhamet madeni demektir. Ana demek vefa, mürüvvet demektir. Nasıl hakkı ödenebilir ? İnsan bir defa ölür, ana her doğumda bir ölür. Doğurmanın, ölüm kadar acı olduğunu Hazreti Ali ha­ ber vermektedir. Hele, sen aciz iken seni her türlü musibetten koruyan o değil mi ? Uzun geceler senin için uykusunu terk e den o değil mi ? Kısa gecelerde seni emzirmek için üç dört defa uykusunu bozan o değil mi ? Yemeyen, yediren o değil mi ? Giymeyen, giydiren, çektiği acılarını sana göstermeyen ve bildirmeyen o değil mi : Gözleri yaşla dolu olsa, ağladığını eviadı görür, üzülür diye, hemen tebessüme çeviren o değil mi ? Eviadı uyuduğu vakit uyandınnağa kıyamayan, eviadı­ nın kusurlarını görmeyen, görse dahi göstermeyen, eviadının yaptığı cefayı hemen affeden o değil mi ? Nasıl örlersin hak­ kını annenin ? Buna imkan var mı ? Ana bu, ana. Derdimizin ortağı, yaralarımızın merhemi . . . Eviadını kurtarmak için canını feda etmeye hazır olan o degı - · ı mı ?. . Vay olsun onlara, azab olsun şu kimselere ki, analarını kırdılar, onlan incittiler de, nara girmeye müstehak oldular. .

Müjdeler olsun, kutlu olsun şu zümreye ki, analarını hoş­ nud edip, Allahı razı kıldılar, Cennete dahil oldular.

HiKAYE

Hayırsız, asi bir evhid, babası ölünce, anasının elinde, avu­ etı nda ne varsa yemiş tüketmiş. H er gün gelir para diye, anası­ na yapmadığı cefa, etme d i ği eza kalmazmış. Elinde, avucunda, sırtında, altında, üstünde ne varsa satıp savmış. Muhterem ana­ sını bir lokma ekmeğe muhtaç etmiş. Yine bir gü n geli r anasına (para ver bana) diye tutturur. Kadıncağız yok diyerek yemin · irşad. C i l t ı

-

F : 12


-

178

-

ler ederse de, asi evlad (Var da vermiyorsun, seni ö ldürece ği m) diye, bıça�mı çekerek :masını kanlar içinde yere serer. Bedbaht kadın, kanlar içinde y·erde yatarken, eviadına şefkatle bakı p , (Aman buradan kaç. Eyvah seni polisler tutup hapis ederler.) diyerek eviadının bu halde iken dahi , hapse girmesine kıyamaz . Eviadını oradan uzaklaştırır. Ana bu, ana hakkını nasıl örlersin ?

Ayağın taşa vursa ah anam d iyorsun. B a ş ımızdan geçen olaylara ismiyle de bizlere ortak tır. Onun için, Allah celle kendisine ibadetten sonra ebeveync

ihsanı ve itaatı emir eyliyor. Üzerimizde haklannın ne derece olduğunu bu ayetle anlayalım. Allaha, kıyamet gününe, huzu ru

izzete hesap vermeye imanımız var ise; onlara hürmet gösteri r. ana diye hitap etmeyip anneciğim anacığım. Baba diye hitap e t­ meyip, babacığım diye hitap etmemiz lazımdır. Onları , isimleri ilc çağırma. Onların herhangi bir teklif ine üf deme. Allah Ku r' anında, ana ve babanıza üf d emey in diyor. Haydar-ı Kerrar efen ­ dimiz, (Eğe r üften daha hafif bir kelime olsa idi, Allah onunla ana ve babaya hitap etmeyi men ederdi) buyuruyor. işin e gider­ ken, onların ellerini öp, (bir emriniz var mı?) diye onlara sor. Akşam evine döndüğün zaman ananı kucakla, babanın ellerini öp, huzur lan nda edeple otur. Onların yüzlerine merhamet ve sevgi ile nazar eyle ki, Allah, sana merhamet nazarı i le nazar ey­ leye. Onların sevdiklerine hürmet göster. E�er rabmete kavu ş­ tular ise, onları her gün rahmet ile, Kur'an ile yAd eyle. Hayat­ ta kalan d ostlanna amın, bab an namına hürmet ve saygı göster ki h akları nı eda etmiş olasın. Sen anana ve babana bu güze l mu­ ame leyi, Allahın sevdi!�i şeyleri yaparsan, evladın da sana aynı güzel şeyleri yapar. Sen, onlara fena muamele edersen evladın da sana aynı kötü muameleyi edecektir. Etme, bulma dünyası­ dır bu! Ne ekersen onu, biçersin. Merhamet edersen, merhamet olunursun . İhsan edersen, ihsan olunursun. Hakaret e de rsen , hakaret olunursun. Bu saydıklarım umum içindir. Ana ve babaya yapacağın i ç i n , ayrı bir muameleye tutulacağın muhakkaktır. Sen anneni yahut babanı döversen; muhakkak evladın da seni dövecektir. �


-

1 79

-

Onları hoş tutarsan, evladın da seni hoşnud edecektir. Aşağıya yazdığım hikaye, aklı selim sahibi isen, sana bu hu­ susta kafi gelecektir.

HiKAYE Bir gün, Hazreti İsa aleyhisselam, bir gencin, bir piri fa­ niyi yani ihtiyar bir zatı beyaz sakalından tutup yerde sü­ ründürdüğünü gördü. Gence hitaben : (Ne yapıyorsun ? Allahın gazabına uğrayacaksm. Yağmurlar yağmaz, otlar bitmez bu senin suçundan. İhtiyar bir adam dövülür mü ?) Buyurduğlın­ da, ihtiyar, Hazreti İsa'ya (Bırak dövsün beni, ben onun babasıyım. Vaktiyle ben de babamı dövmüş, sakalından tutup, sürüklendiğim kadar yerde sürüklemiş tim) dedi. Bu dünya et­ me bulma dünyasıdır. Ne ekersen onu biçersin. Vah olsun o kimseye ki, ebeveynin hakkını gözetmedi, yazıklar olsun o kimseye ki, anasına, babasına ihsan edip cen­ neti kazanma dı. Resfılullah : (Hakir oldu, zelil oldu, burnu yere sürüldü ; şu kimse ki anasının ve babasının, yahud yalnız

anasının, yahud yalnız babasının hayatiarına yetişti de on­ ların hakkını yerine getirip, cennete giremedi ; ni.ra dahil ol­ du. Allah onu, nardan kurtarsın, diye haber verdi bana Ceb­ rail aleyhisselim, ben de amin dedim, yi. Enes) buyurdular. Anasma, babasına isyan eden ; dünyada zelil olur. Kabir­ de azap görür, ahirette ise, gideceği yer nardır, cehennemdir. Onlara bakmayan, onların hakkını yerine getirmeyen, onları hor, hakir eden, karısının sözünü, ana ve babasının sö­ zünden üstün tutan kimsenin, muhakkak Allahın gazabına müstehak olup, dünyada sefil ahirette ise müthiş azaba dO.çar olacağını ilan ederiz. Bu okuyacağın kıssa, sana birçok hakikatları öğretecek, seni irşada kafi gelecektir. Tabii, iz'an ve insaf sahibi isen. lz'an ve insafın yok ise ; ben ne yapabilirim ? Benim elimden ne gelir ? Ancak, sana dua etmek, senin için Allaha istiğfar et­ mek . . . Seni ehli insaf kılması için, beni de dalalete itmemesi, sırat-ı müstakıymde yani doğnı yolda, kendi rızası olan yol­ da sabit kılması için daima dua ve niyaz etmekteyim.


- 1 80 Bak, bu hikayeyi ibretle oku. Sarhoşlukla, bilmeyerek anasını inciten bir kimsenin ka­ birde gördüğü azabı sana ve bana ibret levhası olarak önü­ müze serecektir. Aman içkiden sakın. Zira, içki kadar kötü, hiçbir şey tasavvur edilemez. lçki aklı giderir. Aklı olmayan, her şeyi yapabilir. lçki, kötülükle­ rin anasıdır. B irçok fena lık musibet ve belalar doğurabilir. İnsanı, dünyada hapse, zindana hatta idama kadar, ahi­ rette ise ebedi azaba duçar edebilir. Zira, iGki icen, bütün malılukatı İlahiyyeyi incitebilir. Allahı ve Resulünü gücen­ direbilir.

HiKAYE Selman-ı Farisi ( Radıyallahu anh) diyor ki : Günlerden bir gün, ResUl aleyhisselam bana, (Ya Selman ! Gariplere gide­ lim, onları ziyaret edelim) buyurdu. Ben de (Yii. Resfılallah, gari pler kimdir ? ) dedim. Efendimiz ; ( Garipler o kimselerdir

ki, dünyadan göçmüşler, arkalarından rahmet okuyan kimse­ leri kalmayanlardır) buyurdular. Sonra beraberce Medine'nin

kabristanına vardık. Kabirieri ziyaret esnasında efendimiz, bir kabrin önünde durup, uzun uzadıya ağladılar. Gözyaşları elbiselerini ıslattı, ben sual edip, ( Ya hayrelbeşer ağlamanı­ zın sebebi nedir, vahiy mi nazil oldu, ondan ötürü mü ağlar­ sınız) dedim, ( Hayır vahiy nazil olmadı, bu kabirde yatan bir delikanlıya şiddetle azab olmakta) buyurdular. Cebrail bana geldi. Bu gencin neden kabir azabına uğra­ dığını sordum. Anasına yaptığı hakaretten dolayı bu azabı elime dfıçar olduğunu haber verdi ve : - Var git Medine'ye Bilal'e söyle, nida edip, Medine hal­ kı, bu kabristana toplansınlar, herkes kendi ailesine ait olan kabre gelsinler dedi. Ben de, Medine'ye varıp, Bilal'i bulup, emri Nebiyyi tebliğ ettim. Bilal, emri Medine halkına bildirdi. halk bölük bölük kabristana gelmeye başladı. Ben de, Resfılün yanına gelip emrine muntazır oldum. Herkes bir kabrin ba­ şına gelip duruyor. Fakat, bizim durduğumuz kabir ki, Resfı­ lün azap gördüğünü haber verdiği kabir idi. O kabre gelen kimse olmadı.


- 181 -

Resiii aleyhisselam bana ; (Ya Selman, azab gören o kab­ ri işaret ederek, bu zatm anası öldü ise, bu genç, kıyamete kadar bu azabı görecektir) buyurdular. O sırada ihtiyar bir kadın elindeki asasına dayandığı hal­ de bizim bulunduğumuz kabre gelip oracıkta durdu. Resiii aleyhisselam : (Valide, burada yatan senin neyindir ?) dedi. Kadın cevap verip, (Oğlumdur ya Resiiiallah) dedi. Efendimiz : (Oğluna dargın mı idin ?) dedi. Kadın : ( Evet Ya Resfılallah) dedi. (Ona hakkın� helal etmedin mi ?) diye sorunca, kadınca­ gız kabre bakıp aglayarak : ( Ben ona dargınım) dedi. Ve dar­ gınlığının sebebini anlatmaya başladı : _

( Bir gece eve geç geldi. Kapıyı ona geç açtım diye, beni itti. Kolumu ve gönlümü incitti. Ondan sonra da iflah olma­ yıp, bu dünyadan gitti. Ondan razı değilim) dedi. Efendimiz : (Ona hakkını helal et, ey validem ! Oğlun ka­ bir azabı çekmektedir) buyurdular. Kadın ağlayıp : (Gönlüm ona kırık, beni incitti, küçükken babadan yetim kaldı, yemeelim yedirdim, giymedim giydirdim, onu gözümden sakınır idim, bana o bakareti layık gördü. Af etmek elimden gelmiyor) dediğinde, ( Bak kabre, valide) de­ yip, kabrin hali kadına beyan olundu. Oğlunun dört tarafın­ dan ateş sarmış, ( Aman anam bana imdat et) diyerek fer­ yadını işitip, o hali müşahede edince, analık şefkati galebe edip : (Aman Allah Allah, oğlumu affet. Hakkımı helal ettim. ) diyerek feryad etmesiyle derakap kabir azabı tahvili nimet ve azab def olup, cehennem çukuru olan o kabir, derhal cen­ net bahçesine tebdil olundu. Resfıl aleyhisselam : (Kabri siz kü­ çük görmeyin. Kabir ya cennet bahçesinden bir bahçe, yahut cehennem çukurundan bir çukurdur) buyurmuşlardır. Anan hayatta ise eve koş ayağının altından öp. Eğer rabmete ka­ vuşmuş ise, onu Kur'andan ve hayırdan eksik etme ki, rıza­ sını alasın. HtKAYE Ensardan Alkame radiyallahu anh, ölüm yastığına başını koyduğunda, her kelamı konuşuyor ve fakat La ilahe illailah


- 1 82 Muhammedün resulüllah kelimei tayy ib es ini s öy leyem i yo rdu Restıle vukuatı haber verdiler. Efendimiz, yan garı olan Sıddı­ kı Ekberi yanına a l ı p Al kamc'yi zi yarete geldiler. Halini sordu­ lar. ( Ya Resulallah ! Kelimei tayyibeyi söyleyeceğim zaman, üzerime ateşten bir dağ Kaldırıyorlar) dedi. .

,

Resul aleyhisselam Alkame'nin ehli beytini yanına çağır­ dı. Onlara şunları sordu : (Alkame namazını kılmaz mı idi ?) Hepsi : (Kılardı) dediler. ( Orucunu tutmaz mı idi ?) (Tutardı) dediler. Sonra, Alkame'nin anasına hitaben, (Alkame'den razı mısın ?) dediler. Kadın : (Razı değilim, Ya Resfılallah) dedi. (Ne için ondan razı değilsin, sana ihsan mı etmez, itaatta mı bulunmaz idi ?) sualine : (İhsan ve itaat ederdi) dedi. (Ya ne için ondan razı değilsin ?) buyurdular. Kadın ağlayarak : (Ai­ lesini benden üstün tutar idi) dedi. Resul : (Hakkını ona he­ lal et, ya valide) dedi. Kadın : ( Edemiyorum. Ya Resulallah) dedi. Bunun üzerine Efendimiz : ( Odun getiriniz, Alkarneyi ya­ kacağım.) deyince : ( Ben anayım, yakmamza razı olamam) dedi. O vakit Resfıl aleyhisselam : (Allahın onu yakmasına na­ sıl tahammül edeceksin) deyince, kadın ağlayarak : (Hakkım helal olsun) dedi. Derhal Alkame'nin lisanı açılıp (La ilahe illa1lah Muhammedün Resfilüllah ) deyip ruh teslim etmiştir. Ana ve babaya itaatsizlik, onlara hürmet etmemek insa­ nı son nefesinde imansız çene kapamasına sebep olabili� . Ev­ lat, imanla dahi ölse kabrinde azab göreceği ve mahşerde Al­ l B;._h önünde � esap verdiğinde, Allahü Tealayı gazablı b� lup, nara atılacagı haberlerde gelmektedir. Böyle asi olan evlat kabr� gir!_Il eden de kendi �nasına ve yahut babasına yaptığını : v muhakkaktır. Yukarıda sizlere ar­ kendı evladından çekecegı zeylemiştim. Şu K.ıssayı ibretle oku ve Hasan-ül-Basri hazretlerinin ana ve baba hakkındaki kanaatinin ne olduğunu öğren. Hasan-ül-Basri, Hazreti Ali Kerremallahü veçhe radiyal­ lahü anhın yetiştirdiği büyük mürşiddir. Tabiindendir. Bütün !arikatı aliyyenin şecereleri ona, ondan da tmam-ı Ali'ye, Imam-ı Ali'den Cenabı Fahr-ül Mürseline varır.


-

183

-

HiKAYE

Hasanül-Basri hazretleri bir gün, Kabeyi tavaf ederken, arkasında zenbilli bir delikanlıya rastgelip, zenbilinde ne ol­ duğunu sual eyledi. O delikanlı : (Ya imam ! Ze.nbilde anam var) dedi. Ve devam etti : ( Biz fakiriz, senelerdir anam Kabe'­ yi ziyaret etmek ister, fakat bizim mali durumumuz müsait olmadığı için Kabe'ye gelemezdik. Anaının bu arzusu, bence malum idi. Kendi ihtiyar oldu, gelmesine hiç imkan kalmadı. Daima Kabe'den aşk ile bahseder, Kabe aklına geldikçe göz­ yaşlarını tutamazdı. Anaının bu haline tahammülüro kalmadı. Anamı işte bu zenbille arkama alıp, memleketimiz olan Şam'­ dan Kabe'ye getirdim. Şimdi, işte Kabe'yi tavaf ettiriyorum. Ana ve babanın hakkı büyüktür derler. Acaba, ya imam ana­ ının hakkını, bu yaptığırola ödeyebildim mi ? dediğinde ; Haz­ reti Hasan-ül Basri, (Yetmiş defa kabil olsa da, Şam'dan ananı sırtında Kabe'ye getirip böylece tavaf ettirsen, ananın kar­ nında iken bir defa attığın tekmeye karşılık, hakkını ödeye­ mezsin) buyurdular. Ana ve babasına hürmet etmeyen, onları hor, hakir eden zalim evlat ! Bu kıssayı oku ve bir düşün, Ananı yetmiş defa sırtında taşıyarak, Şam'dan Kabe'ye getirsen ananın karnın­ da iken bir defa bilmeyerek vurduğun tekmeye karşılık, bile olamaz iken, onları dili ve eli ile bilerek döven hain ! . . . Onla­ rm hakkını nasıl ve ne ile yerine getirebileceksin ? .. (Onların hakkından ne olur ?) demeye cesaret eden kişi yakın bir zamanda dünya ve ahirette çekeceğin ulu azabı unut­ ma ! Muhakkak, bu korkunç azab sana hazırlandı. Sana teb­ şir ederim. Korkunç azaba çok yakın bir zamanda düşecek, ektiğini biçeceksin. Biçtiğini yiyeceksin. Bak ; aşağıda bildireceğim hi kayeye . . . Anasına hürmet eden kişiye Allah dilerse, Hızır'ı bile gön­ derip onu ummadığı yerden memnun edeceğine dair bir ibret levhasıdır. Anlayana, dinleyene müjdeler olsun. HlKAYE

lınamı Kuşeyri buyuruyor ki : Babamdan yetim kaldım. Memleketimizden tahsil-i ulfimiçin akranlarım başka d iyariara


- 184 -

gidiyorlardı . Ben de anaına gidip, (Anacağım, arkadaşlarım tah­ sile gidiyorlar, bana müsaade ver. Ben de tahsil edeyim, cahil kalmıyayım.) diye izin istediğimde: (Oğlum, senden başka evi­ min kapısını açacak kimsem yok. Beni bu dan dünyada yalnız bırakma) deyip ağladı. Ben de kendisine cehaletin ne kadar kö­ tü olduğunu, okumağa hevesim olduğunu, Allah için olsun mü­ saade etmesini rica ve niyaz edip, naçar müsaadesini alıp, arka­ daşlarla yola koyulduk. Şehrin baricine çıktığımda abdest boz­ mak için bir kuytuya vardım, abdestimi bozar iken üstümü kir­ lettim. Arkadaşlara: (Siz gidin, ben eve dönüp çamaşır değişti­ rip size yetişirim) dedim. Onlar yola koyuldular. Ben de eve dön­ düm. Eve geldiğimde, anaının yüksek sesle ağladığını işittim , benim firakıma dayanamayıp, ağlıyordu. İçeri girip üzülıneme­ sini, tahsilden vazgeçeceğimi kendisine bildirdiğimde: (Yok ev­ ladım ben bu mes'uliyeti üzerime alamam. Git tahsil et. Ben anayım; ağlamaktan ve duadan başka elimden ne gelir? Gözyaş­ larıma bakma, o yaşlar senin hasretinle yanan kalbimin ateşini söndürüyor. Durma git tahsil eyle) dediyse de ben gitmekten vazgeçtim: (Sil gözünün yaşını, benim garip anam) diye gönlü­ hÜ aldım. Bana dualar edip: (Allah sana ilmini nas\p eylesin be­ ni garip bırakmadığın gibi, sen de dünya ve ahirette garip kal­ mayasın) dedi. Gönlü şad oldu. Ertesi günü yüzü nurlu bir zat evimizin kapısını çaldı, kapıyı açtığımda, ne istediğini kendi­ sinden sordum. Beni arzu ettiğini bildirdi . Kiminle müşerref ol­ duğumu sorduğumda: (Ananı yalnız bırakmadığın ve onu has­ ret ateşine yakınadığın için, Allah Hızır kulunu seni okutup ye­ tiştirmek için, sana yolladı) dediler. Anladım ki, bu gelen Hızır aleyhisselamdı. Elini öpüp, kendisinden üç s.ene de cemi ulumu tahsil ettim . İcazetim zamanı geldiği vakit bin kitap telif etmi ş­ t i . Beni okuttu� kitapları bir sandığa koyup memleketimiz­ den geçen Ceyhun nehrine atmarnı söyledi. Ben de kitapları gö­ türüp nehre atmağa kıyamadım. Bir yere sakladım. Eve döndü­ ğiiınde, bana sual edip, (Kitapları ne yaptın?) dedi, (Nehre bı­ raktım) dediğimde, (Ne gördün ?) dediler. Hiçbir şey görmediği­ mi söyledim. (Kitapları nehre atmamışsın) dedi ve (git kitapla­ rı nehre at) diye tenbih eyledi, ben yine gidip kitaplan nehre at­ mağa kıyamadım, yerini değiştirdim. Eve geldiğimde, kitaplan


·

1 85 -

nehre atarken ne gördüğümü sordular. (Bir şey görmedim) de· dim . (Yaramaz çocuk yine nehre atmamışsin kitapları) dedi. Üçüncü sefer gidip kitap sandığını nehre attığımda, nchirden i k i e l çıkıp sandığı aldı ve nehre dalıp kayboldu. Eve döndüğüm zaman, gördüğümü Hazreti Hızır'a anlattım. (Evet sandığı neh­ re şimdi atmışsın) dedi. Bunun manasını sorduğumda, (Kıya­ mete yakın Hazreti İsa yeryüzüne inip ümmeti Muhammed'den bir fert gibi bu kitaplar ile amil olacaktır) buyurdu. Annesine olan muhabbetten ve şefkatten do!ayı, Allahın kendisine bu in' arnı, ihsanı zikr ediyorlar. Kardeşler, bu kıssa bize büyük bir ib· ret bahşediyor. Anasının rızası için kendini feda edenin, Allah, Hızın bile ayağına gönderiyor. Mihnet diyarı olan dünyada böy­ le olursa, ahirette nail olunacak nimeti var kıyas eyle! Eba Hureyre radiyallahu anl1 , Resul aleyhisselamdan rivayet edip buyuruyorlar: (Allahın kullarından her kimde bu dört has­

let var ise, Allah, o kimsenin vücuduna min haram kılar. Ve onu şeytanın şerrinden korur. Bu kimse, bu sıfata maliktir ki, Alla­ ha isyanda, kula itaat etmez. Her ne kadar onu ölümle ve döv mekle tehdit etseler, yahut dövseler ve öldürseler bile! . . . İkin­ cisi: Allaha isyanda kendine mal, mülk ve mevki vaad etseler dahi bunlan kabul etmez ve Allaha isyan etmez; üçüncüsü: Al­ lahın haram ettiği bir şeye malik olsa da, Allah korkusundan fenalığı terk eder. Dördüncüsü: Elinde salahiyeti olduğu halde kendisine fenalık yapanı af edip, intikamı terk eder. Allah böy­ le kimsenin vücudunu nara haram kıldı ve onu şeytanın şerrm­ den emin eyledi) diyor. Yine devam edip buyururlar ki: (Bir kimsede bu dört sıfat bulunursa, Allah celle o kulun başına rah­ metini saçar ve o kulunu, sevdiği kimseler zümresine ithal eder.

Bir : - Şu kimse ki, fakiri evinde misafir eder, yahut foka­ raya misafir olur. İki : - Hastalara ve gözsüzlere, kötürümlere ve emsali sa· kat ve alil kimselere merhamet eder.

Üç

:

- Kölesine, işçisine, uşağına kötü söz söyleyip, onları dili ve eli ile incitmez ve onlara yardımcı olur.

Dört : - Ana ve babasına şefkatli olup, onların dünyada hizmetlerini yapar l'e onların affı için Allaha dua eder. Allah da


- 1 86 -

böyle olan kullarına rahmetini saçar; sevdikleri arasına bunlan dahll eder.) buyurdular. Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, ana ve babasına iyilik

edenler, bu dünyadan

iman ile göçecektir.

Ana ve babaya itaat, bir kimsenin necatına sebep olduğu bu ha­ hadis-i şerif ile sabittir. Ana ve babaya Asi olanlar ise, ne gibi ame1 i saliha yaparsa yapsınlar, akıbetieri nardır, buyurdular. Allahın rızası ananın, babanın nzasındadır. Allalım gazabı ise, ananın ve babanın gazabındandır buyuruyorlat. Bir kişi ibadet eh1i olmasa, lakin Allaha asi olup, ana ve babasına mfıti ol­ sa, ana ve babayı hoşnut etse, Allah ondan razıdır. Ana ve ba­ baya, bu güzel muamelesinden dolayı Allah

onu sonunda sa­

lihlerden kılıp , cennetine ithal eder. Bir kimse, Allaha ibadet eb­

li olup, ana ve babasına asi olsa, onları hoşnut etmese, yaptığı ibadetin semeresini göremez. Resul aleyhisselam buyurdular:

(Cennetin kokusu beşyüz yıllık yerden duyulur. Ana ve babası· na asi olanlar ile, hısım ve akrabayı terk edenler bu kokudan mahrumdurlar ) Resftl aleyhisselam buyurdular: •Bir evlad ana veyahut ha· basının yüzüne bir kerre şefkat nazan ile baksa, bir hac ve bir omre sevabına nail olacaktır.) dediler. Bu hadis-i şerifi dinle­ yen Eshabı Kirarn efendilerimiz: (Ya Restilallah bir günde bir evHid ana ve babasının yüzüne bir kerre bakarsa ne ecir verilir?) .

dediler. Efendimiz buyurup: «Bir evlad eğer sağ iseler, anasınm ya·

hud babasının yahut her ikisinin yüzlerine günde bir defa şef· kat il e baksa, her bakışında, bin defada olsa, bir hac bir omre sevabı verilir)) buyurdular. Edeben, evlad babaya imarnet ede­

mez. Babasından alim dahi olsa, eğer babası ümmi ise, evladın

babasına imameti caiz olur. Babasının, anasının üst yanı na otu­ ramaz . Bir meclise vardıklarında, onlardan evvel oturmamalı­ dı r. Ana ''e babadan evvel yemeğe el sürmemelidir. Bazı evliya­ ul lah ana ve babası ile yemek yemez, onlar yemek yerken ken­ d isi hizmet ederlerdi. Ana ve babadan evvel söze başlamamalı­ dır. Söz söylediğinde ana ve babasının sesinden ziyade yüksek konuşmamalıdır. Yolda giderken ana ve babadan önce yürümek g ünahtır. Meğer ki yol göstermek için olursa caizdir. Kendileri­ ne yavaşça hitab edip, anacağım ve babacığım diyerek onlara


- 1 87 -

olan hürmet ve şefkatini izhar etmelidir. Yüzlerine güleç yüz ile bakan evlada , Allah her bakışına makbul olmuş hac ve omre se­ vabını vereceğini Resul aleyhisselam haber verdi. Bu fırsatı ka· çırma! Anan ve baban sağ iseler, yahut ikisinden birisi sağ ise yüzlerine tatlı nazarla bakıp bu sevaba her an nail olalım. Ana ve babanın rızaları yok ise. evlad hacca dahi gitmemelidir. Defteri amalin hayır kısmına yazılacak en büyük sevap ana ve babana yapacağın ihsan ve itaattır. Onların sağlıkla­ rını ganimet bil, onlara ikram, ihsan ve itaat eyle, güler yüz göster. Onların sözlerini kesme. Gönüllerini kırma. Cenneti, Hak rızasını kazan. İslam dininin beş şartından bir tanesi «Hac»dır. Ananın rızası olmadan yapacağın Hac ibadeti bile kabul değildir, de­ mişlerdir. Anasının rızası olmadan Hacca giden bir delikanimm ba­ şına gelen felaketi ibret ile oku. Ana ve babana muti ol, Allah rızasını kazan. Anan ve baban, senin aziz misafirlerindir. On­ lan bir gün kaybedip, dünyada yalnız kalacaksın. Ana gibi bir yar, bir dost bulamayacaksın. Çünkü, sana dost gibi gö­ riinen kişilerden en sadakatiisi anandır. Başka dostlar ya­ landır. Anandan gayrı dostlar senin dostun değil, senin paranın, rütbenin, güzelliğinin, gençliğinin, sıhhatinin dostudur. Zü­ ğürtte, çirkinde, ihtiyarda, hastada, hapiste de olsan, en ha­ kiki dostun anandır. Bunu bilmiş olasın.

Hi KAYE Bir delikanlı Hacca niyet edip, anasından izin istedi . Ana· sı razı olmadı. (Evladım benim senden başka kimsem yok , sen Hacca gidersen bana kim bakar. Hem de ben senin hasretine dayanamam) dediyse de, çocuk dinlemeyip b ineğini hazırladı . Kadın baktı ki eviadı fikrinde ısrar ediyor, ona yol levazımatını hazırlayıp Allaha ısmarladı. (Yarabbi bana eviadımı sağ salim geri iade et, sözümü dinlemedi, ama gençtir onu affet, kazadan beladan koru) diye arkasından dua ve niyaz edip , onu yolcu etti. Delikanlı Hac kafilesi ile giderken bir kimse yanına s okul up , (Senin ile arkadaş olalım. Ben bir kestirme yol biliyorum, o yol·


- 1 88 dan gidersen bu kafileden bir hafta önce Kabeye varırız) deyip ,

çocuğu kandırdı, kafileden ayrıldılar. Yollan ormanlık bir ye­

re varıp, insandan, canlıdan hiçbir eser kalmadı. O korku n ç va­

diye vardıklarında, o adam kılıcını çekip: (Çabuk paralan çı­

kar) dedi ve önlerinde olan hendeğe bakmasım çocuğa söyledi. Çocuk hendeğe bakınca birçok insan iskeletlerinin olduğunu gördü. (Bana kıyma, ben bir ananın oğluyum, paralanın sana helal olsun, beni anama bağışla) dediyse de, harami, (Ben ye­ minliyim soyduğum adamı öldürürüm , çabuk soyun, paralan çıkar) deyip, üzerine yürüdü. Delikanlı : (Bari iki rekat namaz

kılayım) diye niyaz ett i . Harami, bu niyazı kabul ed ip : (Çabuk ol. Kıl bakalım namazını) dedi. Yiğit abdest alıp namaza durdu ve yüzünü secdeye vurup niyaza başladı, hem ağlıyor hem de

dua ediyordu. Duasında: (Ya Rabbi, bana imdat eyle, derman

eriştir. Biliyorsun Ya Rab dünyada bir ananın bir oğluyum, ana­

mı firak ve hasret ateşine yakma, anama merhamet eyle) diye­ rek, gözyaşı döküp, müı;ı.acaat ederken, kulağına bir ses gelip, lebbeyk» avazesini işitti. Ses durmadan yaklaşıyordu. Çocuk bu sesi işitince yüreğine su serpildi. (Medet ya Allah) dedi. Ses «

yaklaşıyordu, delikanlı: (Ya Allah meded, ya Allah) dedikçe ses yanına gelmişti . Başını secdeden

kaldırdığında,

başı ucund a

e li n de süngüsü ile bi r azim zatın durduğunu görüp: (Beni bu zalimden kurtar, beni öldürüp, anaını hasret ateşine yakmak is­ ter) dedi. Hemen o zatı muhterem elindeki harbeyi haramiye vu­ rup, onu helak eyledi. Yiğit bu zata sordu : (Sen kimsin, beni h u zalimden kurtardın) dediğinde: (Ben yedinci kat gök melekle­ r i n den im. Burada bulunan bu haraminin mallarını al Allah san a helftl etti; dön an an ın hizmetine, Hactan vazgeç) ded i ve kayıp oldu. Kaldırabileceği kadar mal al ıp oradan vatanına döndü. Anasına kavuştu. Kıssayı anlatıp, Allaha şükür ettiler. Bu yiğit bildi ki, anaya hizmet, Haccetmekten efdal imiş.

Hi KAYE Bir kimse Resul aleyhisselama gelip, babasından şikayet etti. Babasının kendisinden izin almadan, malından sarfettiğini söyledi. Resfıl aleyhisselam bu zatın babasını huzuruna

davet


-

1 89

-

etti. Bu zat bir Piri ffmi idi, asasına dayanıp huzura geldiğinde o zata hitaben: (Oğlunun izni olmadan malından alıyormuş­ sun ?) buyurdular. O zat Resul aleyhisselamın bu sözünden, oğ­ lu tarafından şikayet edildiğini anladı. (Ya Nebiyyallah, bir za­ manlar ben kuvvetli idim, oğlum zayıf idi, ben zengin idim, oğ­ lum fakir idi; bundan malımı saklamaz, kendim yemez, ona ye­ dirirdim. Şimdi ben, zayıf ve kuvvetsiz oldum, oğlum kavi oldu ve ben fakir oldum, o gani oldu. Malını benden saklamaya başla­ dı. Ben, o yesin diye önüne koyar idim. O benden saklar, onun bana yaptığı muameleyi ben ona yapmadım. Yine de eski kuvve­ tim yerinde olsa, ondan malımı esirgernem dediğinde; Resul aleyhisselamın mübarek gözleri yaş ile dolup, mübarek sakalla­ rı üzerine inci tanesi gibi yaşlar döküldü. (Haydi baba, git oğlunun malından istediğin kadar sarf ey­ le, bu mal senindir) deyip oğlu da bu beyanı Nebiyye razı oldu. Babanın eviadının izni olmadan ·malından sarf edebilmesinin caiz olduğu, bu hadise üzerine anlaşıldı. Bir kişi gelip Resule, anasının huysuzluğundan şikayet etti. Efendimiz (Anan seni do­ kuz ay karnında taşıdığı zaman huysuz değil miydi ve seni em­ zirdiği zaman huysuz değil miydi, senin için uykusunu, rahatını terk ettiği zaman huysuz değil mi idi de, şimdi mi huysuz oldu) buyurdular. O kimse (Ya Resulallah, ol huyurduğunuz hakları ben ona ödüyoruro şimdi) dediğinde, (Ne yaptı n anana, ne gibi hizmet­ te bulundun ?) dedi . (Her şeyine baktığından maada arkamda Kabeyi tavaf ettirdim ve hac ettirdim) dedi. (Onun sana yaptığı bir geceli k hizmetin karşılığı değildir) buyurdular. Ana ve baba­ ya hürmette her ikisini müsavi tutmalı dır, fakat ana bu şekilde­ ki hürmete razı olmasa, baba, anaya yapılan dayete razı olmasa, o�lunun kendisini anasından üstün tutmasını dilese, eviada dü­ şen vazife, anayı üstün tutmasıdır. Anaya, babadan ziyade hür­ met etmesi lazımdır. Kardeşler! Ana ve babamız hayatta iseler, onların kadrü kıymetlerini bilelim. Eğer, onlara şimdiye kadar cehalet dolayı­ sıyla indi ilahideki mevkilerini bilmeyerek itaatte ve ihsanda kusur ettiysek, bundan böyle rızalarını alalım. Zira, ana ve ha-


-

1 90

-

bamızın rızası, Allahın rızasına sebep olup, onların gazabı, Alla­ hın gazabına sebep olacağını, Allah ResCılü haber vermiştir. Ben de sizlere yukarda zikr ettim. Eğer onların nzalannı almadan ahirete gittiyseler, ne yapmamız lazım geldiğini bilmek ve onla­ rın ahiret aleminde iken bizlerden razı olmalarının nasıl müm­ kün olacağını öğrenmek isterseniz; aşağıdaki · tavsiyelerimi tu­ tunuz. Beş vakit namazı kılar isek, Allaha vücut şükrünü yap-. mış oluruz. Ebeveynimiz, ister sağ, ister ölmüş olsun, beş vakit namazın arkasından onların affı, mağfireti için dua etmemiz lazımdır ki; onlara olan teşekkürümüzü ifa etmiş olalım. Ana­ nın ve babanın dostlarını ve dostlarının eviadlarını ziyaret, ana ve babamızın haklarındandır. Ana ve babanın dostlarına yapı­ lan ihsan ve ziyaret, ana ve babaya yapılan ihsan ve ziyaret gibi olduğunu Resuluilah haber vermistir.

HiKAYE Hazreti Hasan Radiyallahu anh, bir gün çölde giderken, bir arabiye rastgeldi. Devesinden aşağı inip, o fu'abiyi devesine bin­ dirdi ve başındaki güneşliği arabinin başına örttü. Onun hal ve hatırını sordu. İmamla bulunan diğer arkadaşları : (Ya imam bu bir köylüdür, siz bir sultansınız, iki cihan serverinin torunu H\­ tıma radıyallahu anhanın yavrusu, imamı Ali'nin oğlusunuz. Bir arabiye bu kadar hürmetin sebebi nedir ?) dediklerinde: (Bu an1bi babam Ali'nin dostudur, bu yaptığım hürmetle babama olan hürmeti ifa ediyorum) buyurdular. Bir kimsenin, ana ve babası yahut ikisinden birisi, evladla· rından razı olmadığı halde ölseler; asi evlad, onlar için dua ve istiğfar edip onların ruhları için Kur'an okutsa, yahut sadaka verse haklarını ödemiş olur. Resulullah Sallallahü aleyhi ve sel­ lem buyurdu ki (Bir kimse her cuma günü ana ve babasının kab­ rini ziyaret etse, ana ve babasına ihsan edenlerden yazılır. Sada­ kaların en hayırlısı, ana ve baba için verilendir.) Bir kimse, cuma gecesi akşam ile yatsı namazı arasında iki rekat namaz kılıp, her rekatında bir Fatiha ve on beş Ayetel Kürsi ve on beş İhlas suresi okusa, selamdan sonra yirmi kerre salatü selam etse ve bu namazın sevabını, ana ve babaya bağış-


- 19 1 lasa muhakkak ana ve babanın haklarını ödemiş olur. Bir kimse' nafile namaz kılarken, anası seslense, nafile namazı bozup, anasına ( B uyurun) demesi, yanı�a çağırdı ise gitmesi lazımdır, demişler. Farz namazı kılıyor. ıse, yahut na­ maz kıldığını ana ve babası bildiği halde çağırırlar ise, na­ mazı bozması caiz değildir. Ana ve babasının ruhları için çeş­ me yaptırsa ve yahut kuyu kazdırsa ve yahut sadaka dağıtsa, Allah bunun sevabını o kimsenin ana ve babasına, Cennet ni­ metlerine tahvil eyleyip, ikram eder.

Hi KAYE Semerkant şehrinde bir saka vardı. Bu zat , haftada bir Cu­ ma günü kazandığını anne ve babasının ruhu için, fukaraya ver­ meyi nezir eylemişti. Her beş vakit namazdan sonra, da onlar için dua ve istiğfar ederdi. Bu abdine uzun zaman sadık kaldı. Fakat bir cuma günü para kazanamadı, tabii fukaraya da bir şey veremedi. Bir alime gidip ne yapması icabettiğini sual etti. O alim de (Oğlum, kavun, karpuz kabuklarını topla hayvaniara ver, se­ vabını ana ve babana bağışla, bu alıdin yerini bulur) dedi. Saka alimin dediği gibi yaptı. o gece ruyasında ana ve babasını gördü.

Ebeveyni, (Allah senden hoşnut olsun; bize her cuma günü·

hediye gönderirdin, bu cuma gecesi bize hak tarafından cennet kavun ve karpuzları ikram olundu) dediler. Ölenlerin ruhları, izni İlahi ile her cuma gecesi evlerinin ka­ pısı önüne gelip, şöyle hitap ederler, (Oğlum, kızım. kardeşim, yahut ehlim , sizler türlü nimetleri yiyip, bıraktığımız evlerde oturuyorsunuz. Biz, kabirde açız, sususuz ve karanlık yerdeyiz. Hiç bizi hayır ile yad etmiyor, ruhumuz için tasadduk etmiyor­ sunuz. Yakın bir zamanda siz de bizim gibi olacaksınız. Bizim için tasadduk edin) derler. Eğer, hayır ve tasadduk ile anılıyor­ lar ise, (Sen bizi unutmadın, Allah senden razı olsun) deyip, mesrCıren döner giderler. Eğer kendileri hayır ile yad olunmu­ yor i seler, (Siz bizi mahrum ettiniz, Allah da sizi mahrum etsin) deyip, giderler. Ölmüş olanlara, dünyada bıraktıkları evlat ve ebillerinin ahval ve harekatı bildirilir. Onların yaptıkları iyi veya kötü


-

1 92

-

arnellerinden dolayı, ahirette olanlar sevinirler veya azap duyarlar. Fakat, geride bıraktıklarını, kötülüklerden menet­ rneğe veya iyi ameller işlerneğe hali hayatlarmdaki gibi zor­ lamağa kuvvetleri olmadığından, ancak iyiliklerioini temenni ederler. !yilik yapanlara, amali saliha işleyeniere dua ederler. Kötülük yapanlara, Allahın gazabına sebep olabilecek arnel­ ler işleyeniere üzülür, azap duyarlar. Böyle hayırsız evlatlar bıraktıklarma nadim olurlar ve onlara beddua ederler. Dün­ yada iken evlatlarının kötü yolda olduklarını görüp, bildik­ leri halde, onları bu kötülüklerinden kurtaramayan ana ve babalar, nasıl azapta iseler ; ahirette de bu azap ve eza-cefa kat kat olur. Bu gibilere melekler : - Dünyada bıraktığmız evlatlarmızın amaline bakın, di­ yerek evlatlarının kötü arnellerini gösterir ve azap ederler. Bunun aksine, iyi ameller işleyen evlatların ana ve babalannı da taltif ve tatyip ederler. O anne ve babalar da, evlatlarının hayırlı arnellerini görüp ferahlarlar. Falır-i kainat efendimiz, Mi'rac'a vardığında ; A.dem aley­ hisselamm sağına bakıp ferahladığını ve soluna bakıp keder,­ lendiğini görerek, bunun sebebini Cebrail aleyhisselamdan so­ rar ve şu cevabı alırlar : - Ya Resfılallalı ! Soluna bakıyor, zürriyetinden gelen kB­ fir ve asi evlatlarmı görüp üzülüyor. Sağına bakıyor, mü'min ve salih evlatlannı görerek ferahlıyor ve seviniyor. İşte, bundan da anlaşılıyor ki, dünyada bıraktığımız veya bı rakacağımız evl at larımızın , iyi veya kötü amelleriyle, yalnız dünyada değil, ahiret hayatı nda da ya sevineceğiz veya üzülece­ ğiz . Bunun için evlatlarımızı iymanlı, ibiaslı ve ibadetli yetiştir­ meliyiz. Onların yapacakları hayırdan ve şerden, dünyada ol­ duğu gibi, ahirette de biz mes'ulüz. Ana ve babalannı hayır ile yad etmeyen veya ettirmeyen evlatlar, ölmüş olan ana ve baba­ larından bedduaya müstehak olurlar ve gerek onların, gerekse Hazreti Allah'ın lanetine uğrarlar. Çok kısa olan insan ömrünü tamamlayıp, önünde sonunda ölümün korkunç pençesine düş­ tükleri zaman , onlar da mallarından, mülklerinden ayrılarak bir amel çukuru olan kabirierine girince, mutlAka aynı Akibete uğ raya c ak olan evlat lar unutmamalıdırlar ki, orada gözleri yaş­ lı ve malızun b ı rakt ıklan evlatlanndan hayır dua alabilmek ümi-


-

193

-

di ile cuma geceleri evlerinin kapısına gelip merhamet dilene­ ceklerdir. Fakat ihsan olunmadığından malızun ve mükedder dö­ n ecekler ve kendilerini hayır ile yad etmeyen, ettirmeyen eviat­ Iarına beddua edeceklerdir. Ey ehl-i-iyman ! Ana ve babalarııruzı hayır ile yad edelim Onları kapımızdan boş çevinneyel im Malızun ve mükedder et· meyelim. Yaptığımız ve yapacağımız hayırlada onlan sevindi­ relim ve ruhlarını şad edelim. Ölüye hürmet, insanlara mahsus bir haslettir. Hayvanda bu vasıf yoktur. Düşünelim ve akıldan çıkarmayalım ki , çok yakın bir gelecekte bizler de ölümü tada­ cağız. Bizler de, ana ve babalarımız gibi, bu f3.ni dünyadan el ve etek çekeceğiz. Biz, onları hayır ile yad edersek, çocuklanmiZ da bizleri hayır ile yad edeceklerdir. İnsanoğlu, ne ekerse onu biçer. Cuma geceleri, kapımıza gelen ana ve babalanmızın ruh­ lannı şad edersek, öldükten sonra bizler de evlatlarımızın kapı­ sından boş dönmeyiz. Bunu, muhakkak olarak bilmek lazımdır. Akibet ölümdür. Bu gerçeği şimdiden düşünerek, o günler için hazırlıklı, tedarikli bulunmalıyız. Bu tedarike, çocuklarımızı da hazırlamamız gerekir. Bizler, ana ve babalarımızı, ikram ve ih­ san ile şad edersek, yaptığımız ve yapacağımız hayır ve hasenat evlatlarımıza da bir ibret dersi, bir talim olacak ve onlar da biz­ den sonra bizi taklide çalışarak, gördüklerini tatbik edecekler­ dir. Ana ve babaya itaat ve ihsanın, hürmet ve muhabbetin azal­ ması , aşağıda açıklayacağımız bazı haberlere göre kıyametin ya­ kın olduğuna ve ışrat-ı-saatten bulunduğuna apaçık bir delildir. ' Kıyamet alametlerinden en mühimminin, ana ve babaya itaat­ sizlik olduğu aşikardır. Bilmem, şimdi ana ve babaya itaat ve ihsan oluyor mu ? Ana ve baba kadri biliniyor mu? İmam-üi-enbiya efendimiz, Cebrail aleyhisselama: - Benden sonra dünyaya iner misin ? diye sual buyurduk­ larında, şu cevabı almışlardır: - Evet, on defa daha inip, bu on seferin her birisinde, in­ sanlığa layık olan sıfatiarın birisini ref'edeceğim. Bunlardan bir tanesi de, ana ve babaya itaat ve ilisanın kaldırılması olacaktır. .

.

lrşld, Cilt 1

-

F : 13


- 194 -

Ana ve babaya isyan, kıyametin kopmasına sebep teşkil edecektir. Tabii, gören ve anlayanlar için . . . Bir gün, Resfılü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendi­ miz, Cebrail aleyhissehlma hitaben : - Ya Cebrail! Ben, ahirete gittikten sonra dünyaya iner misin ? diye sormuşlar ve: - Evet, Ya Resulallahi sizden sonra, dünyaya on defa da­ ha inerim. Sonra, kıyamet kopar, buyurmuştur. Efendimiz, bu on defa inişin sebebini sorduklarında, Cebrail aleyhisselam: Birinci lnlşimde, dünyadan bereketi kaldırınm. İkinci inişiınde, kalplerden merhameti kaldınrım. Üçüncü inişiınde, mahlukattan muhabbeti, ana ve babaya itaati ve ihsanı kaldınnm. Dördüncü inişiınde, utanmayı, hayayı kaldınnm. Beşinci inişimde, kalplerden Allah korkusunu kaldınnm . Altıncı inişiınde, fokaradan sabrı kaldınnın. Yedinci inişiınde, zenginlerden sehaveti, cömertliğt kaldınnm. Sekizinci inişiınde, emirlerden ve ümeradan adaleti kaldı· rırıın. Dokuzuncu inişiınde, Kur'an-ı Kerimi ve abkamını kaldınrı m. Onuncu ve sonuncu inişimde de, kalplerden lymanı kaldın­ rım , buyurmuşlardır. Hadis-i-Cebrail'de. Resfıl-ü -sa kaleyn efendimize kıyamet alametlerinden sorulduğunda: - Köleler, efendilerini doğurduğu zaman kıyameti bekle­ yiniz, cevabını vermişlerdi. Kıyamete yakın bir zamanda, ana ve babaya hiç hürmet edilmeyeceği, hatta eviatiann efendi gibi , ana ve babaların da köle gibi olacaklan haber verilmiştir. Tekrar, tekrar söylerim ki; ana ve babasına itaat eden aziz olur. Onları zelil eden de zelil olur. Ana ve babasına, bu zilleti re­ va görüp, aynı zillete uğramayan: - İşte . . . Ben, zelil olmadım, diye böbürlenmesin . . . Dünya­ da, maruz kalacağı zilletten başka, ahirette de diıçar olacağı aza­ bı, şimdiden kendilerine miijdelerim.


-

1 95

-

Buna mukabil' ana ve babasma hürmet ve itaat edenleri de dünyada izzetıe ve ahirette saadetle teb_şir e �rim. B ? ; et­ me - bulma dünyasıdır. Ne ekersen, onu bıçecegm mutlak ve muhakkaktır.

HiKAYE Bir adamın, ihtiyar ve hastalıklı babası vardı. Kansı, dai­ ma:

·

- Senin babana bakmaktan usandım. Ya babam, yahut be­ ni tercih et. Eğer, babanı tercih edersen, ben çıkar giderim, di­ yor ve kocasını iz'ac ediyordu. Adamcağız, kansına bir çok de­ falar: - Hanım, ne yapayım ? Babam bu, kime bırakabilirim. Ben bakınazsam babama kim bakar, onu kim korur, diye yalva­ rıp yakardı ise de, kadın bir türlü söz anlamıyor ve bildiğinden şaşmıyordu. Nihayet, düşündü, taşındı ve babasını götürüp bir dağa bırakmaya karar verdi. Arabayı hazırladı, küçük oğlunu da yanına alarak, babasına: - Ben, oğlumla dağa gidiyorum. Haydi, sen de gel. Biraz gezmiş, hava almış olursun, diye arabaya bindirdi. Dağ yolunu tuttular. Başına geleceklerden haberi olmayan ihtiyar, torunu ile konuşuyor ve onunla yol boyu sevişiyordu. Issız bir arınana vardılar. Adam, yere bir yatak serdi, ba­ bası nı oraya yerleştirdi, yanına biraz su ve biraz yiyecek de bı­ raktı ve : - Baba, sen burada yat . . . Ben, biraz odun keseyim, diye­ rek çocuğunu yanına alıp oradan uzaklaştı. Neye uğradığını anlamayan ihtiyarcık, arkalarından baka kaldı. Saatler geçtikten sonra, kendisini arayan, soran olmayın­ ca, oraya ne maksatla bırakıldığını anladı ve gözleri yaşardı. Fa­ kat, ne çare? Zavallı ihtiyann elinden ne gelirdi? ihtiyar, dağda kaderi ile başbaşa akıbetini bekleye dursun, baba - oğul araba ile köye döndüler. Çocuk babasma sordu: - Dedemi neden orada bıraktık? Gidip, onu almayacak mıyız?


- 196 -

Babası da : - O ihtiyarladı, artık orada kalacak, cevabını verdi. Ço­ cuk, işin farkında olmadığından : - Ama neden ? diyordu. Ben dedemi isterim. - Oğlum, o ihtiyar dedim ya . . . Orada kalması lazım, deyince çocuk : - Peki, ben büyüyünce sen de dedem gibi ihtiyar ve has­ talıklı olacaksın. Ben de seni o zaman, senin dedemi bırak­ tığın gibi dağda bırakacak mıyım ? sözleriyle babasını uyar­ dı. Ne büyük bir günah işlediğinin o zaman farkına varan adam, ağlayarak geri döndü ve bıraktığı yerde babasını bu­ larak ayaklarına kapandı. İhtiyar, oğlwıun başını okşayarak : - Ağlama oğul, dedi. Ben babamı dağda bırakmadım ki, Allah beni sana dağda bıraktırsın, dedi. Anlayan ehli irfana bu hikaye kafi gelir sanırım. Allah, sana ve bana tevfik etsin. Bu kitabıını okuyan, bu duayı da ezberlesin. Rabbenağfirli ve livalideyye velilınü'minine yevme yeku­ mül hisab.

Sübhane Rabbike Rabbil izzeti amma yasiffın ve selamün alel mürselin vel hamdü lillahi Rabbil alemin. El fatiha . . .

El-Hac HUZAFFER OZAK


i R$AD ALTINCI DERS

MüNDERECAT : Bu risalede ahirette olacak hallerin dünyada �sali, Ebu Derda hazretlerinin bir zata nasihatları. U�ün­ cü Sultan Mustafa ile bir meczubun hikayesi. Sahabi­ den Üsame'nin kıssası. Muaz ibni Cebel ( R.A.) in bir ayeti celilenin tefsirini Resfıl aleyhisselamdan sual et­ mesi ve Resfıl (A.S.) in tefsiri, Ta.biinden Hasan Bas­ ri hazretlerinin bir yahudi ile hikayesi. Ümmeti Mu­ haınınedin kıyamet günü onbir sımf üzere haşr olup on sınıfının nara idhali, bir zümrenin ehli necat oldu­ ğunu beyan, cehennemde bulunan asi ve günahkar üm­ meti Muhaınınedin Şefaati Nebi (A.S. ) ile nar'dan azid olmalarım beyan eden ibret verici mübim bir eserdir. ·



-

Salliı ali Salliı ala SaJiiı ala Salliı ala Salliı ala

199

-

Seyyidina MUHAMMED (S.A.V.) mürşidina MUHAMMED Şemsiddüha MUHAMMED Bedriddüca MUHAMMED Nfinılhüda MUHAMMED

El-evvelü Allah, El-ahiru Allah, ez-zahiru Allah, el-batınu Allah hayrihi ve şerrihi minellah. Men kane fi kalbihi Allah, Femuinuhu fiddareyni Allah. Rabbi-ş ralıli sadri ve yessir li emri vehlül ukdeten min lisani yefkahü kavli. Ve üfevvidu emri Hallah innallahe basi­ run bil-ibad. Kullarını yoktan vareden, onlara nimetlerini ihsan eden Allah bizleri mü'm.in olarak getirdiği gibi, mü'min olarak sa­ lihler arasına ilhak eyleye. Ölümün acısından, kabrin vahşe­ tinden, cehennemin narından azad eyleye, Lfıtfu ile cenneti­ ne girenlerden, cennette didarını görenlerden eyleye. Ruhları­ mızı ruh-u Muhammede aşina eyleye. Çirkab-ı masivadan ka­ raran yüzlerimizi, haram yerlere bakan gözlerimizi, dünya sevgisi ile harap olan gönüllerimizi, envar-ı Kur'an, tevhid-i Yezdan ile ma'mfir, malızun gönüllerimizi mesrur eyleye. Za­ hirlerimizi şeriatın nfiru ile pürnfir, batmlarımızı aşk-ı ilahi, meveddeti Peygamberi, muhabbeti ehl-i beyti Resfılillah, hür­ met-i ashab ile tenvir ve tezyin eyleye. t_

)

D _... /

1

o

/

''f\_...�J ._,- \

rv. 'I: I.)� U �� -: , ....... "... \ ; �

/"'

.... .....

1 / ....

o.,.)y: • :

� \;' . �

>

...,.

� '

.. ..

...,.

�J)

Etizü billAhi mineşşeytanirr aciym BismiiUihirrahm llnlrrahiym. eVe vüffiyet küllü nefsin mıı amilet ve hijve lllemü bima yefll lün.J (Zümer SOresi Ayet 70)


- 2 00 « Herkese yaptığı işin karşılığı tas tamam verilir. Zaten Hak

Teala onların yaptığını en iyi bilendir . "

Vesiyka l l eziyne keferü i l a cehertneme zümera. Hatta izS ca 'uha füt iha t f:bvabüha v·.;ı ka l '!

l ehüm lıazenetuha e l em ye'ti küm rusulün minküm yetlOne a l eyküm ayati rabbiküm ve yün­ , ;,·Q n e k ü m l i kae yev m i küm h8za

ka l a bela ve lakin hakkat keli metü 'l- azabi alel kaliriyn.

( Süre-i Zümer Ayet: 7 1 )

« Kafir olanlar, bölük bölük, cehenneme sürülürler. Cehen­ neme vanp, onun kapılan açılınca, cehennem bekçileri de onla· ra: (İçinizden, Tanrınızın ayetlerini size okur, sizi bugününüze kavuşmaktan korkutur, Peygamberler gelmedi mi?) derler. On­ lar, (Evet, geldi) derler: fakat azap hükmü; kafidere hak oldu.» !..'

---

� / � .\\� �. /_... _... (o\ \}\� �J��,Pt 41'}..->'_Y 1� ;) . .....

� ,�

o

.

/

/)o

o

0

(�ı;.

V � 1

/

� c..!. -�\ ;:'_,-:: :. /_., � :,� V� , ,...... ;:"/

.

K ıyled lı u i Q ebvabe cehenneme ha lidiyne fiyha febi'se mesvel-m ütekebbiriyn. Sada k.a l la hü-1 aziym

( Zümer Süresi , Ayet : 7 2 )

Onlara : « Cehennemin istediğiniz kapılarından girin. Orada daimi kalın. Kibirlllerin yurdu oldu bu nar ne kadar kötüdür.» denecek. Allahın birli ğine iman eden, Habibi kibriya, şefii riızi ce­ za, bütün alemiere rahmet, bir ismi Ahmed, bir ismi Muham­ med. İman edenc saadet, imansıziara nedamet, yolundan gidene selamet olan şefi, rahim, rauf, keıim, nezir, beşir, Taki, nebi


-

201

-

Mustafa müctebaya gönül veren o hakkın sevgilisini, her şeyin­ den, malından, canından, anasından, babasından, evladından ziyade seven mü'minler, sadıklar, aşıklar, Allahın Resulünün dostları, hakka düşman olanların düşmanları; bugün sizlere Al­ lahın eelalinden bahsedeceğim. Her devletin her milletin, her hükümetin bir kanunu, bir nizarnı olduğu gibi, bizi bu kainata getiren ve bizi buradan tek­ rar götüren, bizleri bu dünyada besleyen, türlü türlü nimetler ihsan eden, bu mülkün sahibi olan Allahın da, bir kanunu, b i r nizarnı vardır. Nasıl ki, memleketlerinin kanunlarını dinleme· yenleri, kendi hükumetleri cezalara çarptırdığı gibi, Allahın ka· nunlarını dinlemeyen, Allahın nizarniarını çiğneyenler de, hü­ kumet-i ilahiyyenin hapishanesinde yaptığı cürme göre cezasın 1 çekecek, elim, ve korkunç bir azaba duçar olacaktır. Fakat tam adaletle cezalandırılır. Kendisine ve kendisi gibi nara giren hiç­ bir kimseye zulm olunmaz. Ancak kendi küfrünün cezasını, isya­ nının ezasını görür. Bu kabahatli; eğer imanlı ise Allah tarafın­ dan takdir edilen cezayı çekip, Hazreti Fahri Alemin şefaatiylc nar'dan çıkar cennete dahil olur. Eğer, kafir ise orada ebedi ka­ lır. Mü'minler! nar'dan yani, cehennemden çıkmak var diye, bu nar'a girişe ehemmiyet vermemezlik yapmayalım. Elini bir defa ateşe daldır, ne kadar tahammül edebileceksin ? Cehennem denilen yer, hamam sıcağı kadar hararetli olsa, ne kadar taham­ mül edebiliriz?Bir düşünelim. O ateşlerin içerisinde yaşayan bir takım hayvanlar var ki, bunlar ehl-i nar-ı sokacak, incitecektir. Yaz geceleri sivrisinek, tahtakurusu, pire ve kara sinek gibi in­ sanları ta'dz eden hayvaniann iz'acma tahammülümüz yok, hem de bunlardan kurtulmak elimizde iken, gördüğümüz huzur suzluğu, bir düşünün, Halbuki, orada irademiz elimizde olmayıp korkunç azaplara nasıl tahammül ederiz? Hele imansızlar hak­ kın nimetini yeyip, devletini sürüp, hakka karşı gelen Resulleri tekzip edip, onlara iman etmeyenler ebediyyen orada kalacak­ lar Allabm azabına dayanamıyacaklardır. Fakat, ne faydası vart Cildieri yanıp kül olduktan sonra tekrar cildieri meydana gele· cek ve bu azabı ebediyyen tadacaklardır.


-

2 02

-

clnnelleziyne keferü bi ayatina sevfe n u s l iyhim nara k ü l l ema nadicet cüiOduhüm bed­ d e i na hüm cülüden gayreha l iyezükulazabe innel iaha kana aziyzen hakiyma .t (Süre-i Nisa, Ayet: 56)

Meali : Şüphesiz ayetJerimizi inkar ile kafir olanları ateşe atacağız. Onların derileri pişip, kül oldukça, azabı tatmaları için başka deriler peyda edeceğiz. Çünkü Allah azizdir. Dilediğini yapar. Hakimdir, dilediği gibi yapar.

Mü'minler! Bu kainat-ı alemde birçok mahlukat halkolmuş , ' bunların bir kısmından istifade olunuyor, bir kıs mından hiçbir faide olmadığı halde neden yaratılmışlardır? Hiç düşündük mü ? Pire, akrep, tahtakurusu, çıyan gibi mahlukat niçin yaratılmış­ tır? Şimdi sizlere bu sırdan bahsedelim. Ahiret aleminde ne var· sa, dünyada onun bir remzi, bir benzeri vardır. Ne var ki, dün­ yada gördüklerimiz 'fani olup, ahirettekiler bakidir. Ebedidir. Bu dünyadaki ağaçlık, sulak yerler, güzel vadiler, nehirler cen­ netteki güzelliklerin bir nümunesidir. Güzel meyvalar, altınlar. gümüşler, elmaslar, inciler, zümrütler, yakutlar, mercanlar cen­ netin ziynetlerine işarettir. Dünyada gördüğünüz güzeller cen­ netteki, hfırilere, gılmanlara, vildanlara alemdir', işarettir. Cen­ nette tfıba denilen bir ağaç vardır ki, kökü yukarıda , dalları aşa­ ğıdadır. Güneş buna işarettir. Ayın nfıru orada bulunan hfırile­ rin yüzlerinin nfıruna, aynı zamanda oraya girecek olan ehli cen­ netin yüzlerinin nfıruna, işarettir. Gençlikte sıhhatl i, cevval ol­ mamız, cennetteki ebedi gençliğimize işarettir. Güzel mevkile­ rin ayrı ayrı güzellikleri cennet derecelerinin birbirlerinden ala olduğuna alamettir. Dünyada verilen mülklerin, birbirinden


- 203 -

farklı olması, cennet ehlinin arnelleri bakımından birbirlerine faikiyyetlerine işarettir. Dünyada olan taamlar, yemekler, kuş etlerinin .Ye balık etlerinin lezzeti orada bulunan , Allah tarafın­ dan bizlere ihsan edilecek taam ve kuş etlerinin lezzetlerine işa­ rettir. Anlattığım birer misal olup, akil olana kafidir. Bunlar, bu nimetler, bu devletler bilkatinin gayesini bilip, Rabhilalemine ve onun Habibine (S.A.) iman eden amal-i saliha erbabına mahsus­ tur. Bir kimsenin gösterHip satışa arzolunacak bir malı, metaı olsa, o malın hepsini pazara dökmez. Bir parçasını getirip, (işte bende bu maldan var) diye · nümune göstermesi gibi Rabbillale­ min de nimetlerinden yahut azaplanndan bir kısmını, dünyada bizlere gösterip yukarıda saydıklanm gibi, cennetten ve nimet­ lerinden numuneler göstermiş; ehl-i imana hazırladığı bu ni­ metleri beyan ve nebileri vasıtasıyla kitab-ı keriminde zikreyle­ yip cennet ve cemaline davet etmiştir. Tabii görened.ir, görene. Köre nedir? Köre ne ? Duyanadır duyana, ne faide duymayana. Yukarıda saydığım nimetler meyanında, hUriler bizlere ehil ola­ rak verilecektir. Bunlar kadın cinsindendir. Gılmanlar ve vii­ danlar ise erkek cinsinden olup, ehl-i cennete garsonluk ve hiz­ met ehlidirler. Kötü , düşünenlerin düşüncesi gibi değildir. Dün­ yada bile dinlisi, dinsizi garson ve hizmet erbabının güzellerini tercih ediyor. Güzel bir kimsenin sunduğu bir nimet ile çirkin kimsenin elinden alınan ve yenen bir nimetin, hiç bir zaman ay­ nı olmadığı gibi, Allah Celle Hazretleri ehl-i cennete bu güzel hiz­ metçiler elinden nimetlerini ikram ettirecektir. Herkes, kendi arneline göre iltifat-ı ilahiyyeye nail olacak­ tır. Bu dünyada olduğu gibi. . . Yalpız, bu nimetler ahirette iy­ rnan ehlinedir. Kafirin ahirette nasibi yoktur. Onun gideceği yer cehennemdir. Orası ne kadar kötüdür. Mü'minler bu Sefalı hayatın lezzetini orada daim olarak tadacaklardır. Biz, mevzuumuz olan meseleye gelelim. Dünyada bulunan susuz çöller, yahut şimal kutbu, cenup kutbundaki azap verici yerler, yanardağlar, volkanlar cehenneme alarnet ve remzdir. Oradan çıkan lavlar cehennem derelerine alarnettir. Korkunç denizler cehennemde bulunan ateş denizlerine işarettir. Acı ,


- 204 -

yenmez meyvalar cehennem meyvalarındaki zakkumları, kay­ nar sular da ma-i hamime işarettir. Binlerce korkunç hastalık­ lar. cüzzamlar, firengiler, firengiden dökülmüş yüzler, cehen­ nemdeki azaplara işarettir. i nsanda bulunan irinler ve cerahat­ ler cehennemde bulunan derelerden akan pis sulara alamettır. Dünyadaki körler, kafirlerin gözlerinin kör edilip cehenneme öylece atılacaklarına işaretir. Dünyada sar'alı, nüzullü olanların hastalıkları , dünyada tefecilik yapan, insan hakkına riayet etme­ yenlerin sıfatıarına işarettir. Hapishane cehenneme alamettir, orada bulunan koğuşlar, derekatı cehenneme işarettir. Katiller, hırsızlar, ağır cezalılar, mahkumlar cehennem ehline işarettir. Hücreler, zincirler, cehennemde olan azap aletlerine. işarettir.

'«Ve Terel mücrimiyne yevme, izin m u k a r reniyne f i l -asfa d . Sera biylühüm min Katıra· nin ve Tağşa vücuhehüm-ün-na r.J ( S üre-i i brahim. 49/501

Meali münifi :

Habibim; o gün mücrimleri, kafirleri üzerine katrandan el­ biseler giydirilip çift çift zincire vurulmuş olarak yüzleri üzeri­ ne cehenneme

atılmış olarak görürsün.

«lnna atedna I i i kafiriyne selasile ve egiAien ve sa ıyra . 1

( SOre-i i nsan. Ayet: 4 1

meali : Biz kafirler için zincirler, demir kelepçeler, tokalar, buka­ �ılar ve alevii ateşler hazırladık.

Hapishane müdüıü, cehennemin baş meleği olan Malik na­ mındaki meleğe, gardiyanlar cehennemde vazife gören zebani


- 205 -

namlı on dokuz meleğe alamettir. Kur'an.ı Kerim her memleke­ tin kendi kanununa alamettir. Kanunlan çiğneyen, hakimin hu­ zuruna sevkedilip ceza gördüğü gibi; hakkın kanununu çiğne­ yenin de ceza göreceğine alamettir. Suçluyu mahkemeye sevke. derken, o memleketin kanununu temsil eden inzibat kuvvetle­ ri, polis ve jandarmalar vazife görürler. Bunlar Allahın emri ile vazife gören meleklere işarettir. Dünya aleminde bazı kimseleri, gizli polis, veya milli emniyet, takip edip yaptıklannı tesbit eder ve vakti geldiğinde kendilerine yaptıklanndan sual sorarlar. İş­ te bunun gibi insanda da iki melek vardır ki, onlar bizden ayrıi­ mayıp «hayır ve şer)) fiillerirnizi tesbit ederler. Bu melekler de Allahın emniyet memurlarıdır. Bizimle beraber olan bu melek­ ler gizli polislere alamettir. Bunlara (Kiramen Katibin) denir. Yaptığımız hayır ve şer işlerimizi yazarlar. Bunları biz gönne­ yiz. Onlar bizimle beraberdir, bizi takip ederler. Bir memlekete vardığımız zaman, o memleketin hudurluna yaklaştığımızda, bizi hudutta o memleketin polisi karşılayıp pa­ sapo,rt sorduğu gibi, kabre vardığımızcia iki melek gelip bizden pasaport sorar. Yani Allahtan, Peygamberden, dinden, imandan ve kitaptan sorarlar. Bir memleketten diğer b ir memlekete git­ merniz, dünyadan ahirete, memurların pasaport sonnalan, me­ leklerin bize birtakım sorular soracağına alamettir. Pasaportta gideceğimiz memleketin sefaretine tasdik ettirmemize alarnet de, hükümet-i ilahiyyenin sevgili sefiri olan Muhamme d (S.A.V.) in İmanımızı tasdikidir. Pasaportta tasdik mührü yoksa , kabul ediJmeyişimiz ve icap ederse tevkif edilmemiz imansızların ka· birde tevkif olunacaklarına işarettir. Zelzeleler kıyametin şiddetine, ezan sur'un üflenmesine, mahkemeler malışer yerine, hesap vermeye, hakimler Allaha, müddeiumumiler Nebilere, suçlarımız dosyalara, mübaşirler münadi olan meleklere, mizan adalete işarettir. Mahkemesi olup davayı kazananın sevinmesi, heraat edenin meserreti, mü'min kulların hesaptan sonraki sünlruna, cennete layı k olanın beşarc­ ıine alamettir. Mahkeme olup hapise yahut idama mahkUm olan kimsenin me'yusiyeti, nedameti ah-u figanı cehenneme sev­ kolunan günahkarın ve cehennemde ebedi kalacak olan kafirle­ .rin nedamet ve helakma işarettir. Birbirlerini azdırıp fenalık


-

206

-

yaparak, her ikisinin huzuru hakimde birbirlerini itharn ederek. birbirlerinin suçlarını açıklayarak, birbirlerine küfürler ederek (senin yüzünden başıma bu belalar geldi) diyerek birbirlerine düşman olanın bu hali birbirlerini azdırıp dinden çıkaran hu­ zurullahta (Ya Rabbi ben sana asi olmazdım, bu adama tabi ol­ dum. Beni doğru yoldan çevirdi. Bana fenalıklar irtikap ettir­ di. Beni bu azaba düçar etti. Ben azabı hakettim. Bana verece­ ğin azabın iki katlısını bu adama ver. Ona laneti kebir ile lanet et) deyip birbirlerine düşman olarak na'ra sevkolunmasına ala­ rnet ve işaret ir. Resul (S.A.V.) buyuruyor ki : «Bir beldeyi bir kimse bir kötü işe alıştınrsa, o beldede o kötü iş işlendiği müddetçe o kö­ tüliiğü getiren kimsenin defterine bir misli kaydolunur. İyilik te böyledir.» Mesela ilk katil olan « Kabil » dir. Dünyada ne kadar katl vakası olduysa ve olacaksa bir misli günah « Kabil » in defterine yazılacaktır. Bir misal daha verelim: Bir kimse bir kızı iğfal et­ se, o kız fahişe olsa, o fahişe ne kadar zina ederse bir misil gü· nahı onu ilk iğfal edenedir. Tımarhanelerde yatan yüz çeşit deli­ nin, hastahanelerde yatan ve dertlerine deva bulunmadan ölen­ lerin bu hali nar'da çeşitli azaba düçar olanlara alamet, hasta­ lıktan kurtulanların hali de azaptan sonra cennete girmeğe, ni­ mete erıneğe alamettir. Yere atılan tohum, insanın toprağa atıl­ masına, bir müddet toprakta kalması, insanın kabirde yatma­ sına, tohumun içinde hayat olması insanın öldükten sonra yine. bir hayatın ibkasına; tohumun tekrar hayat bularak dünyaya çık­ . ması, ölünün dirilmesine, ölü toprakların balıarda hayata ka­ vuşması, bütün insaniann ölüp tekrar dirileceklerine alamettir. Her neyi görsen, ahiretten bir numunedir. Bir ibrettir. Tabii akıl sahiplerine, bu böyledir. Bakıp ta göremeyenlere bir sözü­ müz yoktur. Hadisatın bir miktarını siz, aziz göz sahiplerinin önüne ser­ dim. Bir sivrisineği, bir gözle görünmeyen mikrobu halketmek ile· bu kainatı yaratmak Allah için müsavidir, kolaydır. Allah her şeye hakim, bütün mahlukat ise mahkumdur. Gördünüz ya, müslümanlar gördünüz ya ey ehl-i insaf! Her yaratı1an, boş yaratılmamış, Allah abes bir şey yaratmamıştır.


-

207

-

Resul (S.A.V.) «Bana cehennem arzolundu. O ranın ebiinin ekse­ risini kadınlar ve zenginler teşkil ediyordu. Orada hurma ağaç­ lan gibi zehirli yılanlar ve katır gibi akrepler gördüm.» Buyur. dular. Dünyada yaratılan yılanlar ve akrepler orada bulunan kor­ kunç yılan ve akreplere işarettir. Agah olalım. Aksi halde aklbe­ tirniz iyi olmaz. Madem ki nar halkedildL Oranın da ehli vardır. Aman oranın ehli olmamaya dikkat edelim. Bu da dünya haya­ tında iken Allaha, Muhammed (S.A.V.) e, Kur'ana iman edip; Al­ lahın nehyinden ictinab ile olur. Misali: Öyle bir memleket farzedelim ki; orada herkes malı­ dut bir müddet hükümdarlık yapıyor. Müddeti bitince onu bir kayığa bindirip denizin ortasında ıssız bir adaya bırakıyorlar. O adada yılanlar, çıyanlar, yırtıcı hayvanların olduğunu da bili­ yoruz. Bizden evvel geçenler de aynı hükümdarlığı yaptılar, son­ ra o adaya sürüldüler. Bize nöbet geldiğinde bizden evvelkilerin halinden ibret alanlarımız, sürüleceği adayı hatırlayıp, nasıl ol­ sa oraya gideceğim deyip, adayı imar ettiriyor. Orada bulunan yılan ve çıyanları öldürtüyor, vahşi hayvanları imha ettiriyor. Orasını İstirahat edilecek bir hale getirtiyor, işte bütün bunlar dünya hayatına teşbihtir. O hükümdarlık dünya hayatımıza işa­ ret. Kayık tabuta, deniz de ölüme, o korkup.ç ada, kabre, ahiret, hayatımıza işarettir. Orasını hazırlamayanlar, akreplerden, yı­ lanlardan temizlemeyenler, kendilerine barınacak yer hazırla­ mayıp helak olanlar, imansız gidenler yahut tövbesiz ölenler, imanlı ölüp günahları olduğundan azaba duçar olanlara alamet­ tir. Orasını imar eden hükümdar ise, dünyada iken ahireti dü­ şünüp ahiretteki yerini hazırlayan amal-i saliha erbabına ala­ mettir. Her gelen hükümdar, nihayet o ıssız adaya sürüleceğini bil­ diği halde, o adada olan yılan ve çıyanları imha ettirmemesi, kendisine temiz bir barınak hazırlamaması akil işi midir ? İşte, bizim hayatımızın misali bunun gibidir. Toplu bir yerden dağılmamız, hanemizin fertlerinin dağıl­ masına, bir cenaze görmemiz bizim de buraya gelip hanemizi, çocuklanmızı yetim, ailemizi dul, malımızı, mülkümüzü, yüzüs­ tü bırakarak arnelimizle başbaşa kalmamıza, viraneler görme-


- 208 miz bizim de handerimizin harap olmasına, ölmüş bir insanın evini eşyasını almamız bizim de ölümümüzden sonra eşyaları­ mızın dağılmasına alarnet olduğunu unutmamalıyız.

O ne ibret almaz gözdür ki, yüzlerce vukuata şahit olur da ibret almaz. Böyle göz; gözün değil, düşmanın senin! Sen düş­ manını başının üstünde taşıyorsun. Sanki alemin başına gelen bu işler, senin başına gelmeyecekmiş zannediyorsun. Böyle ib­ ret almayan gözün gör-mesinden görmemesi daha iyi , kör olma­ sı daha layıktır. Nerede firavunlar, şeddatlar, hani dünyayı tit­ reten cihangirler ne oldu? Hani abaü ecdadın ? Ne kadar büyük olsan akıbetin ölüm. Ne kutlu ve ne mutlu o k.ims�ye ki, arka­ sında güzel bir nam bıraktı. Hem insanlara iyilikte nümune ol­

-du, hem de Rabbini kendisinden razı kılıp ömrünü hevaya ver­ medi, kıymetli ve aziz olan ömrünü insaniyyete ve rahınaniyye­ te sarf etti. Vay olsun o kimseye ki, ömrünü bedavaya verip, cevahir­ lerden kıymetli olan o ömrü aziı;i , ma'siyyette harcadı . Bir daha eline geçmeyecek olan o kıymetli ömrünü, Allaha isyan ile geçi­ rip, arkasında kötü bir nam bıraktı . HuzuruHalıtan

kovulup,

ebedi azaba duçar oldu .

Derda (R.A.) hazrederine bir kimse gelip (İyi insan olmak istiyorum. Kalhim hasta; bana Kur'an reçete­ sinden bir deva, Muhammed (S.A.V.) eczahanesinden bir şifa tavsiye et Ya İmam) diye niyaz eyledi. Ebu Derda Hazretleri Sahabeden Ebu

ona «Oğlum sana şunlan tavsiye ederim. Cenaze namazı kıl, has­

tahaneleri dolaş, kabristanlan ziyaret et, derdine şifa olur.» de­ di. O adam da

verilen bu tavsiyeleri tut t u

.

Canım; cenaze namazı kılmak insanlan ıslah etse idi, ce­ naze imamları evliya olurdu. Kabirieri ziyaret etmek insanları hakka götürseydi, mezar kazanlar melek olurdu. Hasta yokla­

yanlar, hasta yoklamakla, insan olsa idi hastabakıcılar insan ı -

kamil olurdu deme ! Bu tavsiyeleri ibretle yap. Bu zat

da bizim

cenaze imamları gibi cenaze namazı kıldı. Kabir kazıcılan gibi , kabir ziyareti yaptı. Hasta bakıcılar gibi hasta yokladı. Hiç bir


- 209 faide görmedi. Bunlar gibi kalbi karardı . Döndü dolaştı, Ebfı Derda'ya gelip (Ya imam bu tavsiyelerini tuttuın. Fakat kalhim yine yumuşamadı. Tavsiyenizin hiç bir faidesini gönnedim) de­ yip durumundan şikayet etti. Bunun üzerine Ebfı Derd.a: cAh evladım, sen cenaze namazını ahir zaman imaml�rı gibi kılmış­ sm, ibretle cenaze namazı kılmamışsın, cenaze namazı kıldığın zaman bu tabutta ben yatıyorum. İşte benim namazım kılınıyor diye hatırına getirdin mi ? İşte benim el hisemi

soydular, işte

elimden kasa, kese masa çıktı. Ailem dul, çocuklarım yetim kal­ dı. İşte karanlık yere beni kapayacaklar, iradem gitti. Urgansız zincirsiz beni bağladılar. İşte kötü arnelimle başbaşa kaldım. Şimdi iki melek gelip bana sual soracak. Karanlık evde tek ba­ şıma ne yapacağım dedin mi ? )) diye sorduğunda : (Hayır böyle bir şey düşünmedim.) dedi. « Böyle kıldığın cenaze namazı sana faide vennez. Bilakis kalbini karartır. Bunlan böyle düşünerek cenaze narnazına devam et» dedi. Ey cenaze namazı kıldığı halde, ölen kimseyi görüp, ölüın­ den ibret almayan . . . Bir gün gelip, ölümü tarlacağını düşünme· yen gafil kişi, şu kıssayı oku da ibret al.

H i KAYE İsa aleyhisselam, bir gün odakta otlayan bir sürüden bir koyun yakalayarak, kulağına bir şeyler söyledi . Koyun, ot ye­ mez, su içmez oldu. B irkaç gün sonra, yine aynı otlaktan geçen lsa aleyhisse­ lam, çobana o koyunu göstererek: - Bu hayvan hasta mı? Neden, diğerleri gibi ot yemiyor ve su içmiyor ? diye sordu. Kendisini tanımayan çoban da: - Geçenlerde, buradan bir zat geçti ve bu koyunun kula­ ğına bir şeyler söyledi. O günden beri , bu hayvana bir durgun­

luk geldi, cevabını verdi. Acaba, Hazreti İsa koyunun kulağına ne söylemişti? Efendiler; İsa aleyhisselam, o koyunun kulağına: (Ölüm var ! ) demiş ve hayvan olduğu halde, ölümü işiten koyun yemeden, içmeden kesilmiş ve bu hale gelmişti.

ir,ld, Cilt ı

-

F : 14


- 2 10 Ya, biz insanlar? Gözlerimizin önünde, en

sevdiklerimiz

ölüp, göçtüğü halde sanki ölüm sırası bize gelmeyecekmiş gibi, gülüp oynuyor, Allaha karşı yüz bin isyandan geri durınuyoruz. Halbuki, bize hayvanlardan daha fazla yaslanmak, tasalanmak düşer. Çünkü, ölüm bize, hesap ve sual de bizedir. Ölümden ib­ ret almayan, hiç bir şeyden ibret alamaz. Böyle olanlar da, ken­ dilerini çekip çeviremezler ve Allaha kulluk edemezler. Akil olan, ölürnden ibret alır ve bir gün kendisinin de öleceğini dü­ şünür. O korkunç gün için hazırlık yapar. Yaşadığı her günü, Allaha ibadet ve itaatle geçirir. Kıldı� her namazın , belki de son namazı olduğunu hatırına getirir de, Rabbine öylece ibadet eder. Bu şekilde ibadet edenleraen, hiç bir kimseye kötülük gelmez. Çünkü, onlar Allahın emirlerinden dışan çıkmazlar. Allahın menettiği şeylere el uzatmazlar. Bir düşünelim ! . . . Hani babalarımız ?

Hani

dedelerimiz'

Hani firavunlar, hani Nemrud'lar hani o dünyaya sığmayanlar? Hani, o Allahlıklarını ilan edenler, hiç ölmeyeceklerini

zanne­

denler? Nereye gittiler, nice oldular? Şimdi, onların hiç yıkılınayacak sandıklan sarayları , kaşa­ neleri örümceklere, yılanlara, akreplere mesken oldu. Bin bir ihtimam ile baktıklan vücutlanndan� dünyanın en kıymetli mü­ cevherleriyle süslü taçlar taktıkları başlanndan eser bile kalma­ dı . Dünyaya hükmettikleri orduları, askerleri, kumandanları nerede ? Sanki , dünyaya hiç gelmemiş bu fani alemde hiç yaşa­ mamış gibi oldular değil mi? Her biri bilinmeyen bir başka çu­ kurda, arnelleri ile başbaşa kalmadılar mı? Evet : onlardan iy­ man edenler, iyrnanlarının ve sahih arnellerinin mükafatını, ka­ fir olanlarda, küfürlerinin cezasını çekmiyarlar mı sanırsınız? Bizler de, yakın bir gelecekte, bizden önce gelip geçenler gi­ bi öl ümü tadacağız, arnellerimizle başbaşa kalacağız. Ölüm . öy­ le bir nehirdir ki, her canlı mahl'Cık onun suyundan içecektir. Kefen , öyle bir elbisedir ki, herkes ergeç bu libası giyecektir. Ta­

but, öyle bir binektir ki, her insan önünde sonunda o bineğe bin­ dirilecektir. Kabir, ahiretin kapısıdır; herkes o kapıdan gire­

cektir. Aklı başında olana bu sözlerimiz kafidir.


-

21 1

-

Her ne deniii çok yaşarsa bir kişi, Akibet ölmek dürür anın işi . . . HÜ Ey kardeş ne duruyorsun tedarik görsen Bu faru dünyadan geçeriz birgün Ecel şarabı bir nehirdir ki O yerden bizler de içeriz birgün Haberin var mıdır duvarsız evden ? Nice kervan gelmiş şehirden, köyden Çok misafir konmuş paşadan, beyden Bize de sıra gelecek birgün Acep eyi olur mu ecel yaresi ? Lokman hekim gelse yoktur çaresi Bizlere de göründü ecel deresi Bu yerden bizler de geçeriz birgün. Ölüm davetsiz konuktur her eve gelir. Azrail darbını, yiyenler billr Ma'mtireler elbette hep harab olur. Bizler de ecel şerhetinden içeriz birgün. Yıkarlar cesedin teneşir üzre Namazın kılarlar musaila üzre Götürürler kabristana gömülmek üzre Bize bu yollar görünür birgün. Helal edin hakkınız, bağışlan suçun Azrall darbından pek yanar içim Yüklendi yüküm hazırdır göçüm Elveda bayra�ın açarız blrgün. Tedarik görelim ölmezden evvel Kabir azabını görmezden evvel Arsai mahşere varmazdan evvel İkab-ı Hakdan nereye kaçarız o gün


- 212 -

ibretle bak kabre heber gün gelir Ne yaşlı ne taze ne civan bilür Dünyaya gelenler elbette ölür Huzuru izzete vanrız birgün. Aşki tedarik kıl o günler Için Temizle tevhidle zahirin için Binek kapuda hazır yüklerler göçün O korkunç saatler gelecek birgün. HÜ Ömür bahçesinin gülii solmadan Uyan hey gözlerim gafletten uyan Acil bir gün bize devran dönmeden Uyan hey gözlerim gafletten uyan Nice gafletine mağrur olursun Kervan geçer gider yolda kalırsın Billahi sonra pişman olursun Uyan hey gözlerim gafletten uyan. Derviş Yunus söyler sözü tutulmaz Senin kumaşm bu yerde satılmaz Böyle yatmak ile Hakka vanlmaz Uyan hey gözlerim gafletten uyan . . . Aşık

Yunus ( Kuddise sırrulıl

mü'minler! . . . Ayaklanrn ız yürürken, hak için yürüsün. Dil1erimiz, hakkı zikreylesin . Ömür bahçesinin gülleri solma· d an , diJlerimiz susmadan, çenelerimiz kilitlenmeden, gözleri m i z gaflet uykusundan uyansın. Zira, ömür denilen o. aziz nimet çok çabuk gelir, geçer .. Cansız binek bir gün o lur, kapıya daya­ nır. Evin, yuvan matemiere boyanır . Son pişmanl ık fayda ver­ mez. Kabrinde, karanlıkta ağlamanın sana hiç fayda s ı olmaz. Geçen örnrün geriye dönmez. Daha dün, çocuktuk. Sonra genç olduk, delikanlı olduk. Bak , şimdi saçımıza, s akalı mı za aklar düştü. Yakında, amel sandığı olan kabire gireceğiz. Hakka laEy


-

213

-

yık ne amel işledik ? Sonumuz ne o la c a k , bir dü şü ndü k mü? Bu fan i dünya için, mi ra sç ı la rı ım z a mal ve mü lk bırakmak içi n , ha­ ram · helal demeden mal ve para cem 'ettik. Ahiretimiz için ise, hiç bir hazırlığımız yok! . . . Ellerimiz boş, yüzlerimiz kara, bel­ ki de bir çok suçu ve günahı b erab erim izde göt ü İiiyo ru z . ,Gelin; tö\'be edelim. Hakka rücu edelim . Ömür kuşu uçmadan, fı'rs at elden kaçmadan , ecel bize gelip ça tmadan, hak bizleri rahmet ve mağfiretine çağırıyor. Derdine deva, marazına şifa bul . Geri­ de bıraktığın zamanlara nazar eyle, neler oldu? İleriye bak, ne­ ler olacak ? Akıllı isen, ibret al ! . . . HÜ Kime gidem deva bularn Gönül eğlenmez, Eğlenmez. Derdime bir çare soranı Gönül eğlenmez, Eğlenmez. Padişahlar beyler göçmüş Ecel şarabın içmiş Bu dünyadan malızun göçınüs Gönül eğlenmez, Eğlenmez. Haralı olmuş bütün iller Sararıp solmuş ol güller Ötmez olmuş o bülbüller Gönül eğlenmez, Eğlenmez. Derdim artar günden güne Ne bayramlar ne düğüne Gözüm baktıkça yanna Gönül eğlenmez, Eğlenmez. Ne zenginde ne fakirde Ne altında ne bakırda .Ne bugünde ne yarmda Göniil eğlenmez, Eğlenmez. Malın varsa ne Faide Fakir olsan baş kayguda Sultan olsan bu faoide Gönül eğlenmez, Eğlenmez.


- 21 4 Kopardılar çu gülümü İncittiler çok gönlümü Düşündükçe ben halimi Gönül eğlenmez, Eğlenmez. Aşkİ, Dostlar göç eyledi Varlıkları hiç eyledi Özleri böyle söyledi Gönül eğlenınez, Eğlenmez. Aldım var diye söyler tabibler Lokman hekim gibi bilgin olsa ne fayda? Tevhid etmez ise, son nefeste bu diller Bülbül gibi dilin olsa ne fayda ? Malım cahım var diyerek benlik edersin Ecel şerbetini bir gün sen de içersin Yalın ayak, başın açık bu dünyadan göçersin Kanın gibi malın olsa ne fayda ? Ne kadar ilmin olsa kardeşim Eğer iyınan olmaz ise yoldaşın Hakka secde etmez ise o başın Dört kitabı yutmuş ol san ne fayda? Sur çalınıp gökler dökülünce Denizler kuruyup sular çekilince Dağlar kopup, yerler sökülünce İrem gibi mülkü n olsa ne fayda ? Zebaniler cehennemi sürüyünce Tütününden halka korku bürüyünce Dehşet ile halk üstüne yiirüyünce Rüstem gibi güciin olsa ne fayda ? Dünyayı alırsın boynuna Hiç ölüm korkusu gelmez aynına Azrail geldiğinde yanına Hazine dolu paran olsa ne fayda? Bir gün olur götürürler evinden Allah'ın ismini bırakma dilinden Kim kurtuldu Azrail'in elinden Bin yıl kadar örnrün olsa ne fayda ?


- 215 Kabrini etseler zahirinde marnur Yahut yağsa üstüne kar ile yağmur İyınan ile göçmedinse ğfun budur Altın, gümüş kubben olsa ne fayda ? Dinleyin alıhaplar bir mami gördüm Bir yere vardım gömlek biçerler Bize de var mıdır diyerek sordum Didiler bir yakasız da sana biçeriz bir gün. Kabir dünya gibi bol mu sanırsın Mindersiz yastıksız yere konursun Eriyip çürüyüp toprak olursun Karanlık kuyular açarlar birgün. Kahir diyorlar bu karanlık yere Girmeden uğrarsm ah ile zare Şifası bulunmaz bir derin yare Merhemsiz yareler açarlar birgün. Ey Aşki söylersin ibret almazsın Alıvali mevtadan haber sonnazsın Hakkın rızasına süvar olmazsın Bu handan elbet göçeriz birgün.

c en a �.:eye hazır olan imam ve cemaat efendiler ! Cenaze !lamazını kıldığınızda, bunları düşünmen iz lazımdır. Bunları düşünmezsek, bizlere ölüm yokmuş gibi hareket edersek, gaflet­ t e bulunursak ki bir gün de, bu halin bize gelmesi mukadderdir. Cenaze namazı kılarken yüz bin türlü dal avere dUşünen kimse­ de, iman var m ı d ı r ? yok mudur, size sora rı m ? Böyle gafletle na­ maz kıl dıran imam efendinin, yakın bir zamanda başındaki s a· n k yılan olup boynuna dolanacak. Onu nara iletecektir. Ey im a m efendi! senin azabın hiç bir kimsenin a za b ı na benzemez. Sen, Nebi (S.A.V.) i temsil cdensin. Yaptığın cürmün azabı çok büyüktür. İnsafa gel , ölüden ibret al! İnsan olmaya bak. Keçi can kaygusunda, kasap et kaygusunda kab ilinden hareket etme. O sarık, o c übbe senin gibi çok imamdan kaldı . Daha nicesinden kalacaktı r. Bunu böyle bil de ona göre hareket et. Seni irşad etEy


-

216

-

tiğim için bana kızma. Al eyhimde bu lunma. B unları bana Allah söyletiyor. Söyleyene bakma söyleteni gör. Sana nimeti verene bakma, verdirene nazar et. Sana sapayı vuranı nazar-ı itibara alma, vurduranı anla! Ey ölümü düşünmeyen, öleceğini hatırına get irmeyen ! İyi bil ki, bu ölüm denen korkunç hal seni n ve benim de başımıza gelecek, sinderimizde umulmaz yaralar açacak. Sevgililerimiz bizden kaçacak, sevdiğimiz mallarımız sevmediklerimize kala­ caktır. İşte biz de, böyle cenaze namazı kıldığımızda, bu korkulu anları düşünecek olursak ; kötülüklerden uzaklaşıp Allaha yak­ la'}acağımız muhakkaktır. Ebfı Derda Hazretleri , o zata: (Oğlum hasta yokladığında, o hastanın yerine kendini koy. Sıhhat, sağlık, b izim için olduğu gibi, hastalık da bizim için. Oriu hasta yapan Allah seni de has­ ta yapabilir. Sıhhatine güvenme. O hasta da bir zamanlar senin gibi sıhhatli idi. Sıhhatin ne büyük bir nimet olduğunu sıhhatli iken bilmezsin.) demişti. Onun için Sultan-ı Enbiya Efendimiz: « Beş şey gelmeden beş niınetin kadrini ganimet biliniz» buyur­

muşlardır. 1 Ölüm gelmeden hayatın kadrini bil! -

2

Hastalık gelmeden sıhhatin karlrini bil ! Meşguliyet gelmeden boş vaktin kıymetini bil! 4 İhtiyarlık gelmeden gençliğin karlrini bil ! 5 Fakirlik gelmeden zenginliğin karlrini ganiınet bil ! B i zle re bu nimetierin karlrini bilmeyi, irşad buyurmuşlar-

3

-

--

-

-

dır. Gazi Sultan Süleyman da divanında sıhhatin ehemmiyeti ha kkında şu beyti söylemişlerd i r : Halk içinde mfıteher bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. H İ KA

YE

Üçüncü Mustafa, bir vellye : - Dünyanın lezzeti nedir? d iye sordu . O da cevaben : - Yemek, içmek, os . . . . . . . . . diye cevap verdi .


-

217

-

Padişah verilen bu kaba cevaba kızıp o veliyi huzurundan kovdu. Veli ona: - Padişahım ye, iç, dışarıya çıkarma! diye beddua edip gitti. Dua kabul oldu padişah yedi , içti, fakat dışarıya çıkarama· d ı . Tabii raha tsızlığı günden güne art ıyor, bütün doktorlar ihti· maın gösterdikleri halde, bir türlü dışarıya çıkamıyordu. Niha­ yet inkisare uğradığını aniayıp Veli'yi huzuruna getirtti, kendi­ sini bu halden halas etmesini rica etti . Veli: - Padişahl ığını bana verirsen seni bir defa yellendiririm, dedi . Padişah çaresiz razı oldu , nası l razı olmasın ? Hayatı g i d i· yordu. Veli elini padişahın karn ma koydu , bir defa s ıvazlad ı . Padi şah bir kere yellendi . Rahatladı . Oh dedi . Veli ona : (Görü· yorsun ya padişahım, senin padişahlığını bir yele satın aldım) dedi. Padişahın yaptırdığı camii kendi ismi ile yad ettirdi. Ha­ la o camie Sultan Mustafa Camii denmeyip mezkur velinin ismi ile anılıp Laleli camii denir. Biz, gelelim Hazreti Ebu Derdel (R.A.) nın dersinc. O şöyle­ ce nasihatına devam etti : (O hastanın yerine kendini koy. O kor­ kulu anları düşün. Rabbine şükredersin) buyurdular. Mü'minler, suyu içiyoruz ve çı karıyoruz. Bu ne büyük b i r nimet! Acaba hiç düşündük m ü ? Yemekleri y i yo r \'C d ı ş a r ı �'a ç ı ·· kar ıyo ruz . Bu ne büyük bir ihsan·ı ilahi, farkında bile deği l i z . içtiğimiz suyu, yediklerimizi dış ar ıya çıkaramazsak halimiz n e o l u r ? B i r defa düşünelim . lçt iği suyu dışanya çıkararnıyan prostat hastasını gözümüzün önüne getirelim . Çektiği ezayı b i r düşünelim de Rabbimize kulluk edelim . Verdiği bu sıhhat nime t i ne şükürler ile O'na arz-ı ubudiyet edel i m . Ebu Derda (R.A.) o zata buyurdu : (Kab irieri ziyarete gi t t i­ ğinde bastığın toprak hangi mahbubun yanağı , hangi mahbubc­ nin rludağıdır bir düşün . Hangi emirin, hangi paşanın yüzü , hangi padişahın göğsüdür. Sağlıklarında onların ya n ı na gi rme k şöyle dursun uşaklarının yanına dahi giremezdin . Hepsi sessi:t. v e nişansız kaJ mışlar. Sen de bir gün gelecek onlar gibi olacak· sın. İşte böyle düşünerek kabirieri ziyaret et ! dediler. O zat, b u tavsiyeleri hakkıyla yer ine get i rip halini ı slah eyledi . Biz dahi,


-

218

-

bu tavsiyeleri bu şekilde yerine getirecek olursak bizlerin de ıs­ lahı mümkündür. Bir gün Resul (A.S.) ashabına nasihat ediyordu. Onun bu tatlı sözlerini dinleyen ashab efendilerimiz, kimi hak korku­ sundan, kimi hak sevgisinden ağlıyorlardı . İçlerinden yalnız Üsame (R.A.) ağlamıyordu . Resulullah (S .A.) e halinden şikayet etti. E fendimiz onun göğsüne mübarek ellerini koyup (Uhruc ya iblis) dediler; yani « çık ya şeytan ! » demektir. Üsame ağlama­ ya başladı. Sonra ashabına dönüp şöyle buyurdular: Gözün ağlı­ yamaması kalb katılığ ından , kalb katılığı günahın çokluğun­ dan, günahın çokluğu ölümün unutulmasından, ölümün unutul­ nıası ttilu-u crnelden, tulu-u ernelin sebebi dünya hayatını fazla sevmekten ileri gelmektedir. Buyurdular. Dünyayı islam dini, Kur'ani Kerim zemmeyledi. Dünya nedir? Dünya mal , mülk . masa, kasa, rütbe, kumaş, evlad değildir. Her ne şey seni Rab ­ binden men' ederse işte dünya odur. Mesela, bütün dünyanın her nimetine sahip bir kişi Rabbini unutmaz, ona karşı kulluğu­ nu tam yaparsa bu kişi dünyaperest olmayıp, hakkın sevgili ku­ lu, Peygamberimizin ümmetidir. Bir kişi fakir olup dilense o di­ .l enciliği yüzünden Rabbine karşı olan kulluğunu yapmasa, bu kişi dünyapcresttir. Hak katında Resuluilahın indinde makbu­ l iyyeti yok tur. Sözün k ısası elin karda, gönlün yarda olacak. Bü­ tün dünya senin olacak, sen Hak'kın olacaksın. Hiç ölmeyecek gibi dünyaya çalışacaksın , yarın ölecekmiş gibi ahirete hazırla­ nacaksın. Herkes senden iyili k görecek. Her malıluka merha­ metli olacaksın. Adil , sadık, dürüst, çalışkan ve doğru olacak­ s ın . Böyle olman lazım. Zira, mü'minler böyle olur. Hem Rabbi­ n i , hem peygamberlerini, hem de insanları memnun eder. Mü­ m i n demek Allaha inanmış, nebilere, kitaplara, meleklere, kıya­ ıncte hayrın ve şerrin, kaderin haktan olduğuna, öldükten son­ ra dirilip dünya hayatından Allaha hesap verrneğe iman eden ki msedir. Peygamberimiz, Müslüman o kimsedir ki elinden ve dilinden kimseye zarar vermez, buyurmuşlardır. İyilik edemez­ sen, hiç olmazsa kimseye zararın dokunmasın . Bu sözleri söyle­ yip kalbiyle inanan kimse fiili ile isbat ederse işte o, kamil mü' m indir. Yalnız dili ile söyleyip kalbi ile de inanıp fiili bu inandı-


-

219

-

ğına

uyınazsa fasıktı r, günahkardır. Onun affı Allahın rahmeti­ ne k a lmı ştır Böyle asi, fasık kulu, Allah dilerse a z ap eder, dilerse affe­ der. Diliyle s öyleyip, kalbiyle inanan kimse de « ben fakirin zan­ nına göre » fe nalı k yapamaz. Hakkın emirlerinden dışarı çık a m az . L is a niyle söyleyip kalbjyle inanınazsa münafıktır. Müna­ fıklara cehcnncmin en alt kısm ında azab olunacağını Allah Cel­ le . Kur'an da haber veriyor. .

­

lnnel-münafik iyne fidderki esfeli m i n - e n - n � r ve len tecide

lehüm n a siyra. ( N isi!: 1 45 1

Meali şerifi : Muhakkak ki münafıklar, cehennemin en alt tabakalarındadırlar ve onlara şefaatçi yoktur.

Bunlardan hiç birine i nanmayan, yahu t birisini inkar eden­ ler. yahut da b az ı s ı n a inanıp, bazısını inkar ed e n l e r kafirdirler.

lnnel leziyne yekfürüne b i l lahi ve r ü s ü l i h i ve yüriydüne en yüferriku beyna i l a h i ve rüsü­ l i hi ve y e k u l ü n ı. n ü 'm i n ü bib3ğdın ve nekfürü b iba ğ d ı n ve yüriydüne en yettehizü b ey n e za ­

l ike sebiylil . O l a i ke hüm-ül -kilfirüne hakkan

ve

a tedn� l i l - ka f i riyne

a

za ben

mühiyna. ( N isll : 1 50 - 1 5 1 )

Manay ı münifi : Allahı ve peygamberlerini inkar ederek ka­ fir olan, Allah ile peygamberlerini birbirlerinden ayınnak iste­ yen yani Allah'a inanıp peygamberlere inanmayan (Onlardan bir


-

220

-

kısmına inanır, bir kısmma inanmayız) diyen yahudiler ki, Hz. Musa ve Hz. Üzeyir'e inanıp, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'e (Aiey­ himiisselam) inanmayanlar gibi, yahut dinin bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmayanlar gibi küfr ile iyman arasında bir yol tutmak, bir din kurmak isteyen kimseler yok mu; işte onlar tas­ tamam kafirlerdir. E:iz de, bu kafidere şiddetli, korkunç ve ha· karedi bir azab hazıdadık.

Resulullah (S .A.V.) : « M ünafıkın alameti üçtür. >> buyurmuşb rdır. 1

2

- Yalancılar

- Ahdinde d Lirmayanlar

3 - Emanete hıyanet edenler. İşte bunların arnelleri mü­

nafıkhktır.

Bu sıfatlar münafıkhk alametlerindeadir.

Bak kardeşim! Bu sıfa tl a r sende varsa, tövbe et, b u kötü h uylard a n vazgeç. Tövbe kapın ka pan m adan önce , Allah her türlü günahı affeder Ona rücu ' et. Sonra pişman olma n ın faide­ si olmaz. (La ilahe rtlallah Muhammedün Resiılullah) deyip b u altı şeye iman ettin m i , iman mumunu yaktın demektir. Mum mücerred, açık ta yanmaz, fenere k oym azs an , rüzgardan sön dü ­ ğü gibi, iman mumunun e t rafın ı islamın beş şartı ki, Birincisi : «La ilahe illallah, Muhammedün resulullah>> tı r . Bu şart yanan mum gibidir. Diğer dört şart ki: Namaz, Oruç, Zekat , Hac'dır. Bu yanan mumu, bu dört şart ile muhafaza a ltına al. Bu da ka­ fi değil . Fenerin carrıı kınlır. Etrafına tel çevir ki fenerin camı kırılmasın. Tel de güzel ahlaktır. Güzel ahlak sahibi olmazsan ktldığın namaz, tuttı:ığun oruç, verdiğin zekat, ettiğin haccın fa­ idesi olmaz. Fenerin etrafında tel olmazsa cam kırı l ır, cam k ı­ rı lı nca mum söne r , :?a ni i ma n gider. İmansızların halini All a h ü Tcala yuka rd a ok u duğu m ayeti kerimede böyl e beyan e diy or : Ne k orku n ç akıbet ! All<Lha sığınırız. Kafirler, imansı zlar küfürleri derecesinde bölük bölük ce­ henneme sevkolunurlar. Cehenneme va rı nc a, cehennemin kapı­ ları açılı r. Cehenneme, o korkunç azaba sürüklerler. Onların feryad-u figan ile i n l eye re k , birbirlerini levmedere k, azab-ı ila­ hinin dehşet ve şid d e t i n de n Allah diye feryat ettiklerinde zeba­ niler onlara: (S i zlere kendi cinsi ni zden , yani beni adernden Alla-


- 22 1 -

hın bu gününü, bu azabını bildiren ayc t lerini, nchileriniz oku­ ınadılar m ı ? S i z i bu ateşle korku t ın ad ı lar m ı ? Si z e, bu acı gü n leri , bu acı demleri haber vermediler m i ?) dediklerinde . . . Ka­ firl e r cevaben : (Bize Resuller ge ld i l e r , b u azabı bildirdiler, ayet­ leri tebliğ et tiler. Fakat , biz inanmadık. Bize bu azap hak oldu. Biz mütekebbir idik, bize hiçbir söz te'sir etmedi.) Öyle ise hay · d i cehenneme giriniz, o rad a ebedi kal ı n ız . İnkarlarınızın iman­ sızlığınızin cezası n ı çe k i n i z . Orası yan i ceh e nn e m , ne kadar kö­ tü d ü r , ne çirkin yerdir. Hakkı kabul et meyen, Rabbine isyan ey ­ l eyen zal i nı l eri n ye ri d i r diyeceklerdir. Cehennem yed i tabaka­ dır. Yan i üstüste yedi mekandır. Resuluilah (S .A.) böylece ha­ ber vermiştir. Birinci t a bakası «SAİR» dir. Burada mü'minlerden günah­ kar ola�lar, kul ve hayvan haklarına riayet etmeyen, zina, liva ta eden, ana ve babaya asi olan , harpte düşman önü nden kaçan , yetiın hakkı yiyen, mahlukata zulüm eden , namaz kılmayan, ze­ kat vermeyen , yalan söyleyenler cezalarını çekecektir. Ve iman· ları sebebi ile cezaları bitince Resulullah (S .A.V.) in şefaati ile nardan azad olacaklardır. İkinci tabaka « LEZZA »dır. Üçüncü tabaka « SAKAR»dır. Dördüncü t abaka « CAHİM »dir. Beşinci tabaka « CEHENNEM »dir. Al tıncı tabaka « HAVİYE »dir. Yedinci tabaka « H UTAME »dir ki, burası çok korkunç ve çirk in bir yerdir. Burada münafıklar ebediyyen kalacaklar ve azapları e k s i l meyip bilakis artarak yanacaklard ır. Narın şiddetine dayana­ mayacaklardır. ­

,

·

Fe ma asberehüm alennar Onlar, ateşin şiddetine dayanamayacaklardır.

( Bakara

1 751

Muaz bin Cebel (R.A.) Resuluilah (S .A.V.) e hitaben : « Ya Resulallah


Yevme yünfehu fissüri Fete'tOne efvacen

Ayetinin m anas ı nedir » diye sordu. Manayı şcri fi : ccO gün sfır üflendi mi bölük höJiik geJirSİDİZ.>> demektir. Muaz bin Cebel hazretleri i1ave ediyorlar: <� Resulüllah (S .A.V .) o kadar a ğlad ı ki, bu ayetin ınanası ıı ı tefsir ederken gözlerin den akan yaşlarla elbisesi ıslandı. V e şö�·­ lece tefsir buyurdular. » diyorlar. « Ya Muaz! bana bir em r i azimden _ sual ettin dediler. » Ve devam buyurdular. « Benim üm­ metim onbir bölük üzere haşrolunurlar. Birinci bölük kabirie­ rinden elsiz ve ayaksı•: olarak haşrolur ve huzur-u izzete öylece geli r. Bir münadi Allahın vaidini ehl-i mahşere ilan eder. (Bu cl­ siz, ayaksız başrolanlar ahlaksız günahkar kişi lerd i r . Bunları n uğradığı bu azabın sebebi, bu hainler, Hazreti Muhammed gibi -

bir nebiyye ümmet olup o mübarek nebi'nin nasihatlarına, oku­ duğu ayetlere, buyurd uğu hadisiere ehemmiyet vermeyip, kom­ şularına eza ve cefa eden denilerdir. Bunların cezaları nar, girc­ cek leri yer, cehennerr..dir) diyip nar'a sevkedileceklerdir» bu­ yurdu Komşu hakkın ın ne o l du ğu ne gibi bir vebale sebep ola­ cağını bu hadis-i şerif ln mealinden de anlayabilirsiniz. Resului­ lah (S .A.V.) buyurdu : •< Cebrail (A.S.) bana komşu hakkında m a lfımat verdiği zaman, komşu komşunun malına ortak ve varis olacak zannettim . » b uyurdu l ar . Hazreti Peygamberin yolunda olan bir kimse komşusuna eza ve cefa etmez. Yine Resuluilah (S .A.V.) «Komşusu aç iken, karnını doyuran, mü'min değildir)) buyurmuşlardır. Size islam büyüklerinin Kur'andan ve hadisten nfırlan ı p bizlere öğrettikleri , « komşu hakkına nasıl riayet edileceğin i » bildiren bir k ıs s ayı nakledelim. .

,

­

H i KAYE Hasan-ı Basri (Rahimehullahü) Allah sırrın ı takdis buyur­ sun. Hasta oldu. Kom şus u bulu n an b ir yahudi kendisini ziyan�­ te geldi. Ziyaret esnasında imarnın yattığı odadan fena bir koku


223

-

-

geldiğini hissedip: (Ya imam bu evde fena bir koku var) dedi. İmam da cevaben (Benim hastalığımdandır.) buyurdular. (Bu hastalı k kokusu değil, kenef kokusu, Allah aşkına söyle. Nedir bu?) diye ısrar etti. Zira kendi hanesinden imarnın hanesine hi­ ğımın sularının sızdığının farkına varmıştı . And vererek ısrar edince imam . (Birkaç aydır sizin lağım bizim haneye sızıyor. Yaptırdımsa da sızıntı kesilmedi) deyince yahudi (Niçin bize ha­ ber vermedini z ?) dedi. Hazreti imam , (belki sizi inciti rim) diye cevap verdi. Yahudi, bu ahlak-ı haseneye aşık olup iman ile mil­ şerref olarak, imarnın ahlakının müslümanlıktan bir nur oldu­ ğunu aniayıp canını nar'dan azad eyledi . Ey müslümamın diyen, komşusuna kötülük eden . onu eza­ landıran, onu karakollarda, mahkemelerde bir hiç yüzlinden süründüren , başına gelecek azabı dü şünerek, bu çirkin huyun­ dan vazgeçmeyecek misin? Koroşuna eza ve cefa ettinse tövbe et, rızasını alınağa çalış. Yoksa akıbetin kötüdür. Haberi , Resu­ lullah (S .A.V.) veriyor. İ şte komşusuna eza eden lerin elsiz ve ayaksız olarak haşredilip nar'a atılacağını yukanda Resulümüz haber verdi. Yine Efendimiz buyurdular ki : İkinci bölük domuz sure­ t inde haşrolup o şekilde mahşere geleceklerdir. Münadiler; (Bunlar o zalimlerdir ki, namazı umursamazlar, ehemmiyet ver­ mezler, kılsalar da, sehv ile kılarlar, secdegahlarını bilmezlerdi . Bunların d a gidecekleri yer cehennemdir) diye nida edip, o kim­ seler nar'a sevkolunacaklardır. Üçüncü bölük, boyunlarına « Akra>> isimli yılanlar sarılmış, kendilerini bu canavarlardan kurtarınağa çalışır bir halde haş­ rolunup mahşere bu şekilde gelecekler. Allah tarafından b i r münadi: (İşte bunlar o kimselerdir k i , onlara emaneten verilen malı kendilerinin addederek fukarayı mahrum eden , zekatını vermeyen zenginlerdir. Cezaları nar, yerleri cehennemdir,) di­ yerek onları nar'a atacaklardır.

0 -�

/ '

.,

'

.....

/

' o , / .-:..,.

'J. "�. \ \

�: ;�} �':1\�; � \�>ı�u� � .,

;

/

"

'

E l l eziyne lA yü'tOnezzekAte ve hüm b i i 'Ahiretihüm kafi rün. 1 SOre-l Fussi let: 7 )


- 224 -

.1\Ianayı münifi : Zekat vermeyen kimseler, ahirete inanma­ yanlardır.

/ -" �---� �" o ) \:-" 0 )_, •

..

..

.)

\

.•_

cı.

-�.

/

\ _..,IV __)� •

Ve l l ez i y n e y e k n i z ü n -ez-zı•hebe vcl-fıddata ve lA y ü n f i ku n e h a fi sebi y l ' l lahi febeşşirhüm ( Süre-i, Tövbe: 34, 3 5 )

bi-azabın e l i y m .

Manayı münifi : Şu kimseler ki, altın ve gümüş biriktirip AIJah yolunda sarfet meyenleri azab-ı-elim ile müjdele. Kıyamet gününde, biri k tirdikleri o altınlar ve gümüşler, cehennem ate­ şinde kızdırılıp alınları, yanları ve sırtları, yani dimağın, kalbin ve ciğerlerin bulunduğu eşref azalara yapıştınlacak ve o birik­ tirelikleri paralada dağianacaklar ve: - Bunlar, kendiniz için biriktirdiğiniz paralardır. Haydi, biriktirdiklerinizi taclın, vebalini çekin, denilecektir. j,

/

. ,o � ��· � \ .. \ � '\•.... -:' � \ � ...- �,_ ::J,ı \ �� ' � � . u�'-" � _, ,.

! ,.,

�.J

... ,

C'\ �

.,-

/o

)

lo

o

... 1

o

) ' ' - / ,., ., , ) •

'

)-

.,

....

,)-

_,

/ ...

.. ,

.J' .r • .JO ...,

� �

j, -' ...,} .;

�� ;... , . \"\ •: \; uJ',.,._ . · l:! -::� 0 ' ' .- :.Y'tr. -'J. \� �

,

t.

...

_,_..

-

/

� ""

)-, /

o

/ ./J-

'

..

/ .ı,o /O

/.;

,)-

/

�j_;L, � �-� �fJ':J �ü� G� \

,

..,

"""""'

Ve lA yahseben n e l l eziyne yebha l ü n e b i rnil a 'tAhümüiUihü min fadlihi hüvıı hayren le· tı ü m bel hüve şerdin l ehüm sı·yutavvakune ma bahiiCı bihi yevm-el-kıyameti ve Ii liahi m iy­ ( AI-i-lmran: 1 80) ras-•J s-semava t i ve l 'a rd i . Va l la h u b ima ta ' m e l ü n e h a b i y r .


-

225

-

Manayı mi.inifi : Allah'ın onlara kendi inayetlnden ıhsan et· tiği şeylerde, malda veya ilimde cimrillk gösterenler, zekatları­ nı vermeyenler veya evsafı peygamberiyi gizlemek suretile buh­ Jedenler; sakın bu halin kendileri için hayır oldu�nu sanına­ sınlar. Bil'akis, bu onlar için şerdir. Cimrilik edip, fokaraya ve­ remedikleri paraları, boyunlarına geçirilecektir. Gökler ve yerler ve arasındaki her şey Allahındır. Bu alem mahvolur, Allah'tan başka bir malik kalmaz. Allah, işlediklerinizden haberdardır. Menavi adlı Hadis kitabında, Resfıl-üs-sakaleyn efendimiz­ den, Ebfı Hureyre (R.A.) şu hadisi şerifi nakletmektedir:

Diğer bir hadisi şerifte de şöyle buyurulmuştur: ( M4ni "üz-zekAtı yutavvaku bi-şücAin esvede)

Manası : Zekat vermeyenierin boyunlanna, kıyamet günün­ de, halka gibi bir siyah yılan geçirilir. Onların boyun larındaki yılanlar dile gelecek ve: - Bizden niçin kurtulmak istiyorsunuz? Dünyada, bizi lrııA�. Cilt 1 - F : 1 5


- 226 -

kimselere vermek istemezdiniz. Biz s i zin sevdiğiniz mallarınız, diyeceklerdir. Biriktirip, biriktirip zekatını vermedikleri altın ve gümüş­ ler, ateşte kızdırılacak ve onların alınlarına, yanlarına ve sırtıa­ rına yapıştınlarak : - İşte, birikti rdiğiniz malların vebalini , azabmı tadın , de­ nilecektir. Ey, malı olduğ.ı halde zekatını vermeyen gafiJ ! . . Eğer, namaz k ılıyorsan; zekat vermediğİn için namazın da şayanı kabul değildir. Yukarıda sözünü ettiğimiz Hadis kitabı Menavi'de, Fahri küinat efendimizin şu mübarek hadisleri naklo­ lunmaktadır: .

( Men sall3 sa13ten ve lam yüeddizzek.ate fel3 sa13te lehO)

Huyurulmaktadır l:i, bundan da zekat vermeyenierin kıldıkları namazın kabul olu nınayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Mal, senin değ il Allah'ındır. Muvakkaten sana emanet edil· miş nlan bu malın, kırkta birini, böyle bir emanete nail olmamış kullarıma ver buyuruyor. Niçin vermiyorsun ? Sen kim oluyor­ sun da, Allah'ın emrini dinlemiyorsun ? Biriktiriyorsun, yemi­ yorsun, yedirmiyorsun. Bir gün öleceksin . O mal, ortada kala­ cak . Kadınma bırakırsan başka bir erkekle, erkeğe bırakırsan başka bir kadınla )'iyecek. Kızına kalırsa kocası ile; oğluna ka­ lırsa karısı veya bc.şka kadınlarla yiyecekler. Bu sözlerimin doğ­ ru olmadığını iddia edebilir misin? Sana, hepsini ver denmiyor. Ancak, kırkta biri ni muhtaçlara dağıt deniyor. Neden kıskanı· yorsun? Bahusus, bu ilahi emri yerine getirmekle . malın arta­ cak , vücudun sıhhat bulacak, fukara senden hoşnut ve razı ola­ cak, Allah ve Resfılü zişAn senden razı olacak, daha ne istersin ? Zekatını, hakkıyla ver d e Ahirette canını nardan azad e t . Dün­ yada, kendini zalimlerden koru . Hakkın yolunda senden yar· dım isteyen fakiri, kapından boş çevirirsen, bir zalim gelir sen­ den o malı zorla al ır. Bunu da böyle bilesin . . . . .

. .

Dersimize devam edelim. Resfı.lüllah şöyle buyuruyorlar: Ümmetimden dördüncü taife de, ağızlarından kanlar aka· rak kabirierinden haşredilip mahşere sürülürler .. Münadiler:


-

2 27

-

- İşte, bunlar alış-verişlerinde yalan söyleyen, insanları kandıran aldatan sahtekarlardır. Cezaları nar, yerleri cehen­ neındir, diyerek ateşe sevkolunacaklardır.

Aldatanlar, bizden değildir.

Beşinci taife ise, pis bir koku içinde ve çok çirkin, kerih bir vaziyette başrolunacak ve münadiler: - Bunlar da riyakar insanlardır. Günah işlerlerken, insan­ lardan korkarak suçlarını gizlerlerdi. Fakat, o suçu işlerken, Al­ lah'tan korkmazlardı. İ şte, bunların da ceza1an afeş ve yerleri cehennemdir, diye ilan ederek nara sevkedeceklerdir. Her za­ man, her yerde Allah'tan kork! Çünkü:

( Re's-ül-hi kmeti mehafetu l l a h ) .

Dikmetin başı Allah korkusudur.

Buna mukabil, bazı kimseler de günahı aşikar olarak ya­ parlar. Neden böyle yaptıklan sorulunca da: - Allah'ın bildiğini, kuldan neden saklayım ? cevabını \'e· rirler. Biz de bu gibi kimselere deriz ki: - Allah'ın senin hakkında her bildiğini kullardan sakla­ masaydın ne sen , ne de ben cemiyet içinde bu kadar rahatlık­ la gezip, dolaşabilirdik. Bereket versin, Allah-ü-zülcelal hakkı­ mızda bildiklerini diğer kullarından gizliyar da, cemiyet içinde vakar içinde yaşayabiliyoruz. Evet ; cehenneme girecek altıncı bölük de, kabirierinden dilleri tutulmuş ve dışanya sarkmış, ağızlarından kan ve irin akarak, boyunları kesilmiş halde haşrolunurlar. Münadiler:


- 228 -

- Bu güruh da, yalan yere şahadet edenler, şehadeti gizlc­ yenler, herhangi bir vak'ayı gördüğü ve bildiği halde saklayan­ lardır. Bunların da cezaları nar ve yerleri cehennemdir, diye­ rek nara sevkedeceklerdir. Yanlış ve hatalı bir telkin neticesi olarak, halk diline leşmiş bir söz vardır:

yer­

- İşin yoksa şahit ol, paran çoksa kefil ol . derler. Bu telakkiyi terketmek lazımdır. Yalancı şahit olma; ran varsa iyilikten de geri kalma! . . .

pa­

Yedinci bölük ise, kabirierinden mahçup bir vaziyette kal­ kıp, yüzlerini yerlere sürterek her yanları çıplak olduğu halde haşrolacaklardır. Münad.iler: - Ey malışer ehli ! . . . Bunlar, namus düşmanı zanilerdir. Tövbesiz olarak ölüm tadmışlardır. Bunların da cezaları nar ve mekanları cehennemdir, diyecekler ve Allah hapishanesi olan nara sevkedeceklerdir. Sekizinci bölük, kabirierinden karınları ateşle dolu , yüzle­ ri siyah, gözleri gök olarak haşrolunacaklar ve münadiler: - Bunlar haram yiyicilerdir. Zulümle yetim hakkı yiyen­ lerdir. Kul hakkına ehemmiyet verınİyen ve riayet etmeyenler­ dir. Bunlar, haramzadeler ve haramilerdir. Bu güruhun da, ce­ zaları nar, makamları cehennemdir, diyecekler ve onları nara sevkedeceklerdir.

( lsra: 34)

Manayı münifi: Yetimin malına yaklaşma! O mala , ancak muhafaza etmek için yaklaş! . . .


-

2 29

-

Jnnelleziyne ye'küiOne eınva!-ııl--� etam!l zulmen i nnema ye'külüne fiy butunihim n3ren

ve se yaslevne sa iyr�.

( N is3: 1 0 1

Meali şerifi : Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenlerin, yedikleri ancak cehennem ateşidir. Onlar, kannlannı cehennem ateşi ile doldururlar. Yakın bir zamanda, alevii ateşe atılacak· !ardır. Dokuzuncu güruh, kabirierinden baraslı ve cüz'amlı olarak başredilecek ve münadiler bunları da: - Bu nankörler, ana - baba hakkına riayet etmeyen alçak­ Jardır. Bunların da cezalan ateş ve yerleri cehennemdir. diye tanıtaeaklar ve nara atacaklardır. Onuncu güruh ise, kabirierinden gözleri kör, kalpleri ama olarak (Duygusuz) haşrolunacaklar ve münadiler: - Bunlar da, Kur'anı arkalarma atan ve zikr-i-ilahiye yüz çeviren veya hafız olduktan ve Kur'anı okuduktan sonra unu­ tan, içki ve kumar gibi Allah'ın menettiği her türlü menhiyatı irtikabeden, bugünlerini düşünemeyen asilerdir ki, cezaları ateş ve yerleri cehennemdir, diyerek nara sevkedeceklerdir. Nihayet, sıra on birinci zümreye gelecektir. Bu, öyle müba­ rek bir zümredir ki, yüzleri leyle-i-bedr, yani ayın onbeşinci ge­ cesi gibi nfırlu, sırtlarında cennet elbiseleri, altlarında cennet binekleri olduğu halde haşrolunacaklar, Sırat köprüsünü yıl­ dırım hızı ile geçip b izzat Resfılü Ekrem sallallahu aleyhi ve sel­ Jem efendimizin mübarek ellerinden ab-ı Kevser-i içerek cenne­ te ve cemal-i-ilahiye nail ve nza-i-Rahman'a vasıl olacaklardır. Münadiler: - İşte, bunlar Allah'ın has kullarıdır. Bunlar, Allah'ın her emrine itaat etmiş, hayır ve hasenatı Allah için yapmış, isyan­ dan ve bütün kötülüklerden kaçınmış takva ehli, mağfiret ehli , aşk ehli, zikir ehlidirler. Beş vakit namazlarını, tadil-i-erkan üz·


-

2 30

-

re kılınışlar, tövbe ve tevhid ile ölmüşlerdir. B u ehli-imanın mükafatı cennet, mağfiret , rahmet ve rıdvandır, maksad-ı-ali olan Cemal-i-Ralıman'dır diyecekler ve bu zümre-i-naciyeyi cen­ nete izam edeceklerdir. Esasen, bu zümreye dahil zevatta, dün­ ya ve ahirette korku ve malızun olmak da yoktur.

EIA inne evl iyasilah lA havfün alayhim ve lll hüm yahzenOn. ( Yunus: 62)

Manayı münifi : İyi bilin ki, Allahu tealanın velileri, yani dostları ve yakınları için hiçbir korku yoktur. Onlar, malızun da olacak değillerdir. Bu zümre, dünya hayatında Haktan başkasından korkmaz­ lar. Böyle olduğu için de bütün insanlar, bunlardan korkarlar. Bunlar: (Ya Rabbi! Bizleri salihler zümresine ilhak et, mü'min olarak öldür) diye dua ederler. Biz sözümüze gelelim . Kafir taifesinin her biri de dereke-i cehennemde azap görürler. Onlar ebediyyen orada kalacaklar­ dır. Azapları eksilmeyecek, artacaktır. Ü mmet-i Muhammed'in asileri; günahları miktarı adalet-i ilahi ile yanarlar. Eğer, şefa­ ata nail olamaz ise cezalarını böylece çekerler. Fakat, Resfılul­ laha (S .A.V.) bunların yandığı, narda olduğu bildirilmez. Zira . bilecek olursa muhakkak onları da kurtaracaktır. Fakat bunlar çok asi günahkarlardır. Bunlar zulm ehli olan ümmet-i Muham­ med'dir ki, yetim hakkı yiyen, zina eden, namaz kılınayı benim­ semeyen, zekatını vermeyen, alış-verişinde yalan söyleyen, kilo ve ölçeğinde eksik tartan, yalan yere şehadet eden, gördüğü vak' ayı görmedim diye inkar ederek hak sahibinin hakkının zayi ol­ masına sebep olan, ana, babaya itaat ve güzel muamele etmeyen asi1erdir. Ailelerinin haklarını korumayan, komşularına eziyet eden, hayvan haklarına riayet etmeyen, ilmi ile amil olmayan­ lardır. Halka zulm eden emirler, ihtikar yapan tüccarlardır. Bu ve buna benzer Allahın emirlerine itaat etmeyen, Rablarına is­ yan eden günahkar ümmeti Muhammeddir ki, günahları mikta­ rı narda yanıp cehennemde kalacaklardır. Bunlar cehenneme gi-


- 23 1 rerken, Falır-i Alemin haberi olmadan nara sevkedilip, adalet yerini bulacaktır.

KÜ! Semalar yarılıp açılıverir, Gök kubbe bir anda düşer derine, Yıldızlar savrulup saçılıverir, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Denizler kaynayıp karışır birden, Kabirler d eş ilir, sıynlır perden Malıcup ve perişan kalktığı yerden, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Her nefis öğrenir a'mali nedir ? Ta'ati nelerdir, ihmali nedir? İyilik, kötülük, vebali nedir? Sürerler beşeri malışer yerine . . . Ey insan! Ne diye gururlanırsın ? Bu gençlik, güzellik baki sanırsın, Nefsine uyına ki, çok aldanırsın, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Sen hesap gününü etme ki inkar, Mağfiret eylesün ol yüce H ün kar, İ syanın zarardır, iyman ise kar, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Kiramen-katibiyn korurlar seni, Ne yana dönersen görürler seni, Sen seni bilmezsin, bilirler seni, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Mü'mine va'doldu cennat-iin-naim, Kafirin makann cahimdlr, cahirn; Asiye merhamet eyler mi rahim, Sürerler beşeri mahşer yerine . . .


- 232 Bir hesap günü var bildin mi gafil, Surunu üfürür o gün İsrafil, Ta'atbı olacak azaba kafil. Sürerler beşeri mahşer yerine . . . Milyonun olsa da eylemez fayda, İ stersen ömrünü geçir sarayda Zahirin, batının olur hüveyda, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Kurulur o dernde mizaıt muhakkak, Hak kaza olunur, ka di olur Hak, Seyyiat, hasenat hep tartılacak, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Kaybolmaz zerrece ne hayır, ne şer� Hepsini önünde bulacak beşer, Adalet günüdür, bilmiş ol malışer, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Yanına kar kalmaz ettiğin zulüm, Zalhnden hakkını alacak mazlum , K.afirler edemez. Hakka tazallüm, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Cehennem şiddetli alevler saçar, Analar, babalar evlattan kaçar, Sararır gül yüzler, benizler uçar, Sürerler beşeri mahşer yerine . . . Kimisi Sıratı sür'atle geçer, Klıninin ayağı takılır, sürçer, Kimisi Kevser-i-Reswden içer, Sürerler beşeri nı.ahşer yerine . . . Enbiya, evllya diz üstü düşer, Titreşir korkudan, dmiaklar şişer, Kafalar içinde beyinler pişer, Sürerler beşeri mahşer yerine . . .


-233 Adem'den, İdris'ten imdat uınulmaz, Musa'dan, İsa'dan çare sorulınaz, Kimseden kimseye şefaat olmaz, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Münadi seslenir: Aluned'e varm! . . . Şefi'i odur hep günahkarlarm, Onsuz pek haraptır hali kulların! . . . Sürerler beşeri malışer yerine . . . Koşarlar nebiyyi zişana heman , Feryad-u-figanla derler: « El 'aman! . . . '' Ümmetin perişan gördüğü zaman, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Resfıl-ü mücteba ağlar bu hale, Melekler düşerler hüm-ü-melale, Tevecciih eylerken ol zülcelale, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Secdeye kapanır Arş-ı-a'laya, Niyazda bulunur kadir Mevlaya, Yürekler dayanmaz bu vaveylaya, Sürerler beşeri malışer yerine . . . Resul-üs-sakaleyn eyleyüp nida; « İlahi! Fatımam yoluna feda, Layık mı boş dönsün kapından geda . . . • Sürerler beşeri malışer yerine . . . «Hasanım, Hüseynim nezridem sana, Zeynebim, Rukiyem bezlidem sana, İlahi! Ümmetlm ba�la bana . . . ,. Sürerler beşeri mahşer yerine . . . Hak celle ve ala buyurur şöyle: « Habibim! Gam yeme, üzülme böyle, Ümmetin affettim, ağlama öyle . . . )) Sürerler beşeri mahşer yerine . . .


- 2 34 -

Ey Aşki! Ne mutlu ümmeti oldun, Muhammed aşkiyle birnıneti buldun, Ni'meti, izzeti, cenneti buldun, Sürerler beşeri malışer yerine . . . El-Hac MUZAFFER OZAK

Kardeşlerim ! bu gibi huylarınız varsa hemen tevbe ediniz, bir daha yapmayınız. Kime vurdunsa git o zatı bul, hakkını he­ lal ettir. Rizasım al. Kimin malını aldın ise, sahibine iade et. Onun hakkını helal etmesini te'min et Zira Resfılullah (S.A.V.) şöyle buyurdu : «Nara tahammül edeceğin kadar suç -işle . . . n Bizim dünya ateşinin b ir kıvılcımına tahammülü­ müz \Ok . Nerde kaldı ki, ahiret ateşine tahammül edelim. İnsan hamam ı n sıcağına, yazın güneşine tahammül edemiyor. Cehennemde yanan bu ümmetin cezaları tamam olunca; Ce­ nab-ı Hak Cebrail'e azameti kibriyası ile şöyle buyurur: « Ya Cebrai l ümmeti Muhammed 'in asileri Cehennemde ne yapıyor? >ı Cebrail cevaben : « Ya Rabbi Zatın alimdir. Bendan daha iyi on· ların halini sen biliyorsun. » diyerek cevap verir. Cenab-ı Hak ·Ce lle Celalühü Hazretleri : « Ya Cebrail! Git onların hallerine bak , » der. Hazreti Cebrail gidip cehennemin ortasında ateşten bir minder üzerinde oturan , cehennemin memuru olan Malik'e varır. Malik Cebrail'e hürmetten , ta'zimen ayağa kalkar. Ve Ceb­ rail (A . S .) a : « Ya Cebrail ! Buraya ne için geldin , ı) der. Ceb­ raiJ ; « Ya Malik, asi ümmet-i Muhammed'e ne muamele yaptığını görmek için buraya gönderildi m , ı> der. Malik: « Bunların halini hiç sorma. Halleri çok fena, mekanları gayet dardır. Ateş ceset­ lerini yakıp mahvetti . Yalnız, yüzleri ve kalbieri İyınanları saye­ sinde kurtulup, halas olabilmiştir» diyerek. cevap verir. Ceb­ rai l : « Ya Malik ! Bunların üzerinden perdeyi kaldır da hallerine nazar edeyim. Böylece emir aldım. ı> der. Malik (A .S.) cehenne­ min gardiyanları olan zebanilere emreder. Perde açılır. Ehl-i nar, Cebraili (A.S.) görünce hüsn-ü cemalinden, yani güzelliğin­ ·den onun azab melaikesi olmadığını anlayıp, Malik'e hitaben :


- 235 « Ya Malik, bu zat kimdir? Biz bu nara gireli bundan güzel kim­

sc

bize gelmedi . Böyle bir meleğe tesadüf etmedik. » diye Malik'e sorarlar. Kimliğini söylemesini rica ve niyaz ederler. Emr-i ilahi ile Malik şöyle cevap verir: « B u gördüğünüz güzel ındck, Nebi­ ler Serveri, Serdar-ı Enbiya olan Hazreti Muhammed (S .A.V.) c vahiy getiren Cebrail 'dir. » diye cevap verir. Onlar Nchilerini n is mini işitince cehennemde b i r gulgule v e feryat yükseltip ağ­ layarak : « Aman el'aman Ya Cebrail ! Resulullah'a (S .A.V.) git , bizden selam et. Halimizi gördün, var O rahim olan Nebinıizc anlat . Encamımızı haber ver. Uzun zamandır burada yanmak ta , azap çekmekteyiz. Kendisinden başka bizi azad edecek ve eli­ mizden tutacak ve bizlere şefaat edecek yoktur. » diyerek ah-i.i enin ederler. Dünyada yaptıklarını hatırlayıp, bin pişman olur­ lar. Cebrail , onları o halde bırakıp izn-i hak ile huzur-u izzetc dahil olur. Cenab-ı erhamerrahimin «Ümmet-i Muhammed'i n<l­ rımda nasıl buldun ? Hallerini nasıl gördün ? » diye Cebraile su­ al eder. Cebrail haşyet ve korku ile: Ya Rabbi ! Hallerini vasf et­ mekten acizim . Mümkün olamayacak derecede fena ve elimdir, diyerek cevap verir. Cenab-ı Hak «Benden birşey talep ettiler m i ? )) buyurur. «Ya Rabbi, Ecel l-i Alan benden daha iyi bilir. Benden Nebilerine selamlarını bildirip hallerini haber verınem i rica ve niyaz ettiler. )) Cenab-ı Erhamerrahimin : « Çabuk git errıa­ neti mahalline tevdi'et. Resulümü hallerinden haberdar et.» Bu­ yurur. Cebrail ağlayarak cennette Tuba altında türlü mücevhc­ rat ile tezyin edilmiş bir çadırda Resulüllah (S .A.V.) a vasıl olur. Resftlii Ekrem : « Ya Cebrail ; burası sürur yeri dir, niçin ağlıyor-· sun ? » diye kendine sorar: Cebrail cevaben :

« Ya Resulallah (S.A.V.) nar-ı cahimde azab olunan asi üın­ metini görseydin. Hallerini benim gibi bilseydin, benden ziyade - zat-ı Risalet penahiniz ağlardınız . . . )) der. Bunun üzerine Rc­ sül-ü Ekrem : « Ya Cebrail Cehennemde benim ümmetimden kimse var m ı ? Benim ümmetimden bir fert nara girdi mi ? n di­ yerek sayha ile ağlamağa başlar. Ve hemen arş-ı alaya gelip ba­ şını secdeye koyup hiç bir nebinin, hiç bir velinin yapamayaca­ ğı bir lisan ile Cenab-ı Hakka sena eder. O esnada Allah tarafın­ dan : « Ya Resulüm! Ey Mahbubum, başını secdeden kaldır. Ne


- 236 istersen verilir. Şefaat dileğin kabul edilir. » Diye hitab-ı izzet vaki olur. Resfılü Ekrem: « Ya Rabbi ! Ümmetimin asileri hak­ kında hükmün icra olundu, onlardan mazlumların intikamını aldın. Yeter onlara artık azab etme . >> diyerek niyaz eyler. Ce­ nab-ı Hak « Resulüm kelime-i tevhidi getirip hüsn-ü hatime, ya­ ni iyman ile ölenleri ateş-i slızanımdan selamete çıkarmak üze­ re seni şefaata müsaadeli kıldım. Ve onları, sen Habibime hibe ettim , bağışladım,» diyerek iltifatı ilahiyyesini habibine bildi­ rir. Ve onu teselli eder. Resul-ü Ekrem, süratle cehennemin en yüksek memuru b u­ lunan Malik'e gidip ümmetinden sual eder. Malik de ümmeti­ nin asilerinin azabını O 'na tafsilatı ile haber verir. Resul-ü Ek­ rem : « Ya Malik ! Perdeyi aç, ümmetimin hallerine nazar ede­ yim . » Buyurur. Malik keşf-i hicap için zebanilere emredip, per­ de açıldığında; nar'da bulunan asi ümmet, Resulullah'ı görüp hemen feryadü figan ederek: « Ya Resulallah! imdat, şefaat Ya Nebiyallah! » diyerek hep bir ağızdan bağrışmaya başlarlar. « Ya Resulallah! Ateş bedenlerimizi yakıp kömür etti. Azaba tabam­ mülümüz kalmadı. B izi buradan halas et . . . » diye sayha ederler. Hz. Muhammed (S.A.V.) izn-i ilahi ile hepsini nardan çıkarıp azad eyler. Bab-ı c�nnette, ab-ı hayat ile yıkanıp ve o su vasıtasıyla tertemiz olunca, genç delikanlılar olurlar. Yüzleri ayın ondördü gibi olur. Yalnız alınlarında şu yazı okunur: (Bunlar ehl-i nar idiler. Rabınan olan Allah bunları nardan azad eyledi.) Bu yazı alınlarında yazılı olduğu halde, cennete dahil olurlar. Bir müd­ det sonra bu ibareden yani, alınlarındaki yazıdan dolayı mah­ çup kalmak, hüzün ve esefe düştüklerini beyan ederek alınların­ dan o yazının kaldırılmasını Cenab-ı Haktan dua ve niyaz eder­ ler. Allah Celle Hazretleri, dualarını kabul huyurup o yazıyı alınlarından siler. Asi ümmet-i Muhammed'in bu iltifatı ilahiy­ yeye nail olduklannı gören kafirler: (Keşke biz de dünyada iken müslüman olsaydık. Bizim de bir şefiimiz bulunsa idi. Onlar gi­ bi biz de nar'dan kurtulsaydık) diyerek nedamet edecekler, ama ne faide. Zira, onlar orada müebbet, temelli kalacaklardır. Azab­ ları eksilmeyecek, artacaktır. Zira, onlar Allaha, Peygamberine iyman etmemişler, namaz kılmamış1ar, kimseye iyilik etmemiş-


- 237 -

ler. Ölüm onları bu vaziyette bulmuştur. Onlar Halikiarına şirk koşmuşlar, başıboş yaratıiclıkları her yaptıklannın yanlarına kar kalacağını zannetmişler. Neticede bu korkunç azaba düçar olmuşlardır. Ya Rab Rabib-i Haşimin hürmetine, bizi narından kor u ! Ümmet-i Muhammed'in asileri, imanlarından ötürü şefaatı M u­ hammediye ile azaptan kurtulduktan sonra, lutf-u ilahi ile şa­ düman olurlar. Ebedi nar'da kalan kafirlerin nedametini Allah Ce1le Hazretleri sure-i Hicr ayet 2 'de haber vermektedir.

R u be m A yeve 'ddül leziyne keferu levkl!nu

m ü s l i miyn. ( S Q re-i Hicr: 2 1

« Kafirler kıyamet gününde keşke biz de müslüman olsa.y­ dık. mü'minlerin nail oldukları lutf-u ihsandan biz de mahrum olmasaydık» diye temenni ve tahassür ederler. Buyuruyor. Ne mutlu bizlere ki, o Nebiyyi Zişan'a ümmet olduk. Allah'a yüz­ binlerce şükürler olsun ki bizleri ümmet-i Muhammed'den ey­ ledi Bu nimeti takdir eyleyen. Allah'ın emirlerini tutar, dini va­ zifelerini yerine getirir ve şefaat-ı Nebiyye nail olur Y a Rabbi � Bizi affeyle ! Narına koyma. Bize lutfeyle, bizi mü'min olarak öl­ dür. Salihler arasına ilhak eyle Ya Rabbi ! Bihürmet-i seyyi d i l mürselin. Velhamdü Iiliahi rabbil Alemin. Sübhane rabbike rab­ bil izzeti amma yasiflın. Ve selamün alel mürselin. Velhamdü Iil­ Iahi rabhil-alemin . EL-FATİHA.

A l lahümme ecirna minennar ve adhılnel cennete maal - eb­ rar. Allahümme ecirna ve ecir mevtana ya mucir.

Rahman.

Biafvike ya

Açıldı bu gece rahmet kapısı

Bu bezme Mevla'dan ikramlar geldi. Zikredip, dillıniz andık Mevlayı Hem Resöl-ü Kibriya'dan selamlar geldi.


- 238 Aşk od'u düşerek kalhimize Tesbihini aldık çün dilimize Gayret kenıerin sardık hem belimize Dostumuz Mevla'dan ihsanlar geldi. Aşka gelip Hak dedi dağ ile taşlar Dost aşkı ile döküldü kan ile yaşlar Kıyam'da, rüku'da, secde'de başlar Affına, lütfuna sruller geldi. Kulunuz biz senin ey Kerim Allah Rahmeyle bizlere ey Rahim Allah Kerem kıl bizlere ey Gani Allah Bu asi kullann lütfuna geldi.

Kovarsan kapından kime gideriz Yakarsan narında biz ne ederiz Senden gayri ilah yok kande gideriz Dergahına kulların tevbeye geldi. Muhammed aşkına affet bizleri Karatma mahşerde bu ak yüzleri Mahzun etme Ya Rab, şad et bizleri Kullann mahzfınen kapına geldi. Aşki'nin günahı dağlardan yüce

İ syan lle meşguldür gündüz ve gece Habibin elinden Kevserden içe Huzftruna aşk i le uryana geldi. Aşkt-l Cerrahi-i Halveti

EL-HAC MUZAFFER OZAK


i R$AD YEDiNCI DERS

MÜN D ER E CAT : Bu Risale-i Şerife Receb ayının indi ilahideki fazileti ve Su'ban Radiyallahü anhın bir kabristandan geçerken Re­ swullah Sallallahü aleyhi vesellemin kabirde azab gören­

ler Için söyledikleri, Receb ayına hürmet eden bir kimse­ nin eriştiği menzile ve Kudüs'te Receb ayına hünnet eden bir kadına Allah eellenin ikramı ve Cüneyd-i Bağdadi (K. S .) nın bir Mecusi ile konuşması ve bir delikanimm Hak tarafından irşadı, insanlan Hakka yöneiten bir risale-i mübarekdir. �----- ----- -----=--



SALLÜ ALA RESÜLÜNA MUHAMME D Sallô ala seyyidina .Muhammed Sallô ala mürşidina Muhammed Sallô ala şemsidduha Muhammed Salh.i ala bedriddôca 1\luhammed Sallô ala nurül hüda Muhammed Sallallahü aleyhi vesellem

,..,...-; \ 1 \ � � . \ ..." �.,?"../ .,.,......_ � · _ ...

_�...

\ "'

., \ . ' .,., ...:.,) ....'------------: · ... •

Ve sarıü i l a mağfiretin min rJbbiküm ve cennetin arduhas-semavatü vel-ardü u i d det

l i l müttekiyn.

Sure-i A l i lmran, Ayet: 1 33

Meali şerifi : Rabbinizin mağfiretine, genişliği gökler ve yer kadar olan Cennete koşunuz. Çabuk olun; bu Cennet Allah'tan korkanlar için yaratıldı.

Allah-ü zülcelal Hazretlerinin varlığına, birliğine iman eden ve Serdar-ı Enbiya, Resul-ü kibriya, mergub-u huda, şefi-i ruz-i ceza, melce-i fukara, Enis-ül-gureba, iki cihan güneşi Muham­ med Mustafa Salllallahü aleyhi-ve-sellemin risaletini tasdik ey­ leyen; ahiret gününe iyman eyleyen; Cenabı Hakkın Cennetine talip , rızasına ragib , cemaline aşık olan mü'minler! Nasıl ki; in­ sanlar birbirlerinden faziletli yaratılmı ş ise, günlerin de birbir­ lerine üstünlükleri ve efdaliyeti vardır. Bu efdal olan günler, Cenab-ı Hakkın rahmetinin cuş-u-hu­ rüşa geldiği, lütf-u ihsanınm deryalar gibi taştığı, belki de der­ yalardan ziyade kullarını aff-ı mağfiret ile affedeceği ve kend ilrşad, C i l t

ı - F : ıs


-

2 42

-

sine dönenleri cenneti ve cemali ile müşerref ve şad kılacağı için böyle günleri, böyle geceleri ve böyle saatleri rahmetinden ve şefkatinden bizlere ihsan buyurmuştur. İ şte, bugünlerden ve bu gecelerden birisi de ; Receb ayının ilk gecesi ve Receb ayının ilk cuma gecesidir. Hazret-i Fah ri Alem Sallallah-ü aleyhi vesellemin muhtcrem ve sevgili torunu ve Hayder-i kerrar, sakiyi kevser, Fatih-i Hayber, Esed-ullah-i l­ galib Ali-yyibni, Talibin malıdurn-u mükerremleri Hazreti Ha­ san Radiyallahü anh, Fahri Alem olan dedesinden şöyle rivayet ediyor: « Senede dört gece vardır ki, o gecelerde Cenah-ı Hakkm rahmeti, mağfireti, keremi, ihsanı, lfıtfü cihana yağınurlar gibi yağmaktadır. Ta ki bu gecelerin kıymetini bilenler ve bilecek­ ler için. )) Bu geceler şunlardır:

1 2

3

4

-

-

-

-

Receh-f Şerifin birinci gecesi, Şahan-ı Şerilin onbeşinci gecesi olan Beraat gecesi, Ramazan bayramı gecesi, Kurhan bayramı gecesi,

İslamda, aylar Karneri olduğu için gece evvel, gündüz son­ radır. Mesela: Şahan-ı şerifin on dördünü on beşine bağlayan ge­ ce onbeşinci gecedir. Ramazan-ı Şerifin son gününü Bayramın birinci gününe bağlayan gece Bayram gecesidir. Kurban Bayramının arifesini Kurban Bayramının birinci gününe bağlayan gece Kurbanı n ilk gecesidir. Perşembeyi euroaya bağlayan gece cuma gecesidir. İşte, böyle gecelerin kadr-ü kıymetlerini bilenler, bu müba­ re1.< vakitleri isyan ile değil ibadet-ü taat, hayr-ü hasenat , naz-ü niyaz ile geçirirler. Böyle gecelerde Rabbilerinin rızalarını kaza­ n ı rlar. Şu hikayeden ibret alıp; böyle günlerin ve böyle gecele­ rio kadr-ü kıymetini b ilelim:

Hİ KAYE Eshab-ı kirarndan Su'ban Radiyallahü anh şöyle rivayet ediyor: ResUlüllah Sallallah-ü aleyhi vesellem ile beraber gidiyor-


- 243 duk . Yolumuz bir kabristana uğradı. Efendimiz kabristanı n önünde durup ağlamağa başladılar. Gözlerinden dökülen yaşlar göğsünü ıslatıyordu. Yanına yaklaşıp : - Ya Rcsfılallah, anam, babam, nefsim, sana feda olsun, niçin ağlıyorsunuz ? Vahiy mi nazil oldu ? diye sordum. - Ya Su'ban! (R.A.) burada yatanlar; yani bu kabristanda bulunan mevtalar, azab-ı kabre düçar olmuşlar, onların haline ağlıyorum. Diye cevap verdi ve ilave buyurdular: - Eğer, bunlar Receb ayının günlerinden bir gün oruçlu olup gecesinde Allaha ibadet etmiş olsalardı ; bu azabı görmez­ lerdi, dediler. Yine Resuluilah Sallallahü aleyhi ve sellernden şöyle riva­ yet edildi: « Bir kimse, Receb ayının ilk gecesini ibadet-i taat ile ihya buyurursa; kalbler öldüğü vakit, o kimsenin kalbi ölmez. Allah (celle celalühü) o kulunu rahmetine garkeder de; anasından doğduğu gün nasıl günahsız ise; öylece günahlardan temizler. O gecenin rahmetinden, cehenneme girmesi lazım gelen yetmiş ki­ şiye şefaat etmeye kendisine izin verilir . » Mü'minler! . . . Buradaki lutf-ü keremi düşünün . . . Hem ken­ di afvolunuyor; hem de yetmiş kişiye şefaata izin veriliyor. Bu ne lütuf; bu ne kerem; bu ne mübarek gece. Bu akşamın kadr-ü kıyınet ini bilemeyip, Allaha isyan edenlere ve gayri yollara gi­ denlere, bu ömrü azizlerini havaya savurup kıymetini hilmiyen­ Iere ne diyelim! . . . Mü'minler! . . . Bir kimse altınım, elmasını denize savurup atsa, oturduğu evini yıksa; eşyalarını yaksa; bu kimseye bizler (Her halde zavallı adam aklını zayi etti) diye acırız, acımakta da haklıyız. Kaldı ki bu zatın tekrar çalışıp, kazanıp bu mallara sa­ hip olması ihtimali mevcuttur. Halbuki; giden ömür ne para

ile; ne çalışınakla geri gelir. Ömürlerini yok yere sarf edenler, hatta isyan ile geçirenler, ölüm geldiği vakit tekrar hayata dön­ menin imkanı var mıdır? Tabii yoktur. Öyle ise ömrü aziziniz al­ unlardan, zümrütlerden ve her şeyden kıymetlidir. Ömr-ü aziz­ lerini havaya verenlere ne isim verileceğini, siz okurlarıının ve dinleyenlerimin idrakine bırakıyorum.


-

244

-

Resulullah Sallallahü aleyhi ve sellernden şöyle rivayet edil­

d i : � ümmetim ! . . . dikkat edin şehrullahı (yani Receb ayını) ga· nimet bilin. Receb ayı muhakkak şehrullahdır. Yini Allah'ın ayı· dır. Bir kimse sevalımı Allahdan ümit ederek bir gün oruç tut­ sa; o k ula cennet vacip olur. Mutlaka cennete girer. iki gün oruç tutarsa, o kulun Allah indindeki mevkiini sema ve arz ve dünya ehli vasfetmekten acizdirler. Eğer, üç gün oruç tutsa; dünya be· lalanndan ve ahiret azabından ve cünfın (yani: deli olmaktan) cüzzam ve baras illetine u!ramaktan, kötü kişilerin fltneslnden emin olur. Bir kimse Receb ayında yedi gün oruç tutsa, cehen· nemin yedi kapısı bu kişi için kapanır. Sekiz gün Allah nzası için oruç tutarsa, sekiz cennetin kapısı onun için açılır. On gün oruç tutarsa, Allahdan ne Isterse isteği verilir. On beş gün oruç tutarsa geçmiş günahları afvolduğu gibi �nahlan , hase­ mila teb dil olur. Kim ki; on beşten ziyade oruç tutarsa ; Allah onun ecrinl zJyade kılar.,, Hadisi şerifte şöyle varid o lmuşt ur: Recebl şerlfln birinci günü, bir kimse Allah nzası için oruç tutsa, üç senelik geçmiş günalıma kefarettir, ikinci günü oruç tutsa, geçmiş günalıma kefarettir, üçüncü günü oruç tutsa, bir senelik geçmiş giinahma kefaret olup dördüncü ve ila alıiri gün­ ler için tutulan her bir orucun da birer ay geçmiş günaha kefa­ ret olduğu Ravzatül ülema namlı kltabta mukayyettir. Yalnız, afvolan bu günahlar, Allah ile kul arasındaki günahlar olup , kul hakkı müstesnadır. Kul hakkının kazası mutlaka şarttır, yani hakkı üzerimizde olan kimsenin nzasını almamız şarttır ve la· zımdır. Mi'rac gecesi Resuluilah Efendimiz Cennette bir nehi r gö r ­

düm , suyu baldan tatlı, soğukluğu kardan ziyade, kokusu ise, miskten daha ala idi. Cebrail Aleyhisselama sordum : - Bu nehi rden kimler içer? Cebrail (A.S.) bana dedi ki: - Bu nehrin is mi Receb'dir. Senin ümmetinden bir kimse, Receb ayı n da oruç tutsa, size salat etse, Allahü Sübhanehü ve

Teala bu nehirden o ku] a ikram edecektir. Bu nehirden içmek is teyen aşık! « Şehrullah ,, olan Receb'te oru ç tut ! Resulü kib riya , şefii rüz-i cezaya salavat ver!


-

245

-

<: Receb )) kelimesi üç lıarfdir. Ku r 'an harfiyle R, C , B (Re­ ceb) ile yazılır. (R) harfi Allahın rahmetine, (c) harfi de kulun cürmüne, (b) harfi de kulun beri olmasına delalet eder. Allah Sübhanehu ve teala (Ey kulum ! Cürüm ve günah işlcd in. Rah­ metirole seni onlardan beri kıldım. i syanını ve cürmünü bu ay hürmetine bağışladım, buyuracaktır.) Bu harflerin, huna remz olduğunu, ulema böylece beyan etmişlerd i r. Receb ayı çıktıktan sonra Huzurullaha varır, Allabii sübhaneh u ve Teala Receb ayı· na:

- Ey benim Şehrim ! Aceb seni sevdiler m i ? Kullanın sa· na taziın ettiler mi ? der. Receb ayı sü ku t e de r ; konuşmaz. Cenab-ı Hak tekrar ve tekrar sorar. O vakit Receb ayı der ki: - Ayıblar örten sensin Ya Rab ! Kullarına da gayrının ayıh­ l a rı nı örtınck için emreyledin. Resfılün de bana « sağı r ay » diye isim verdi . Ben kullarının taatını işittim masiyetlerini , günahla­ rını duymadırn, diye cevap verir. Bunun için, bu ay a « Sağır ay :> denilmiştir. Allahü Sübhanehu ve Teala hazre tleri : - Sen benim şehrimsin, günahları işitmezsin . Kullanm ı günahları ve isyanları i1e mademki kabul ettin ; senin kabıl i et­ t iğin gibi ben de, senin hürmet i ne onları mağfi re t buyurdum . Günahlarına bir kere olsun nedamet etmek şartı ilc, sende gü­ nah ve masiyet işleseler dahi, bir kere nedamet edecek olurlar­ sa onları mağfiret buyuracağım , buyurur. Receb ayına sağır denilmesinin sebebi şundandır : İ k i Kira­ men katibin mele� bizimle beraber bulunur; yaptığımız iyili k ve kötülükleri yazarlar. Receb ayına mahsus olmak üzere yalnız hasenatımızı yazıp, seyyiatımızı yazmazlar. Receb ayınd a tövbe ve nedamet edenlerin seyyiatı meleklere gösterilmez ki , göreler. İşittirilmez ki, yazalar. Resuluilah Efend imiz buyurdular: <( Muhakkak Receb Şeh­ rullahdır. Yani Allahın ayıdır. Şaban ayı da benim ayımdır. Ra­ mazan ise ümmetimin ayıdır.)) demişlerdir. İmaın-ı Suyutinin « Camiüssagir )) narnındaki kitabında Haz­ reti Ebu Hüreyre: (Resulullah aleyhisselamın Ramazandan son ·


- 246 ra en fazla oruç tuttu� ay Receb ile Şaban aylan idi.) diyor.

Recebin lugat manası ; Tazim, büyüklenmedir. Kabenin ha­ dimleri Receb ayının evvelinden sonuna kadar bu aya tazimen, hünneten Kabeyi açık tutarlar. Diğer aylarda ise, pazartesi gü­ nü ile perşembe gününden gayri günlerde Kabeyi kaparlar. Ya­ ni, haftada iki gün açık bırakırlar ve derler ki: (Bu ay şehrul­ lahdır. Bu beyt de, (yani evde) Allahın evidir. Kul da Allahın ku­ lu olduğuna göre, biz nasıl men'edebiliriz kulunu; Allahın evin­ den : Allahın ayında) derler.

HiKAYE Beyt-il-Makdis'de yani Kudüs mescidinde bir kadın vardı. Orada Allah rızası için hizmet ederdi. Receb ayı geldi mi; iba­ detine ilave olarak Receb ayına hürmeten her gün on iki ihlas

suresini tilavet ederdi. Yine Receb ayı geldi. Adeti olan an iki ihla'sı Recebe hörmeten tilavet ediyordu. Günlerden bir gün oğ­ lunu çağırıp:

- Oğlum benim ölümüm yaklaştı. Bana bir emr-i Hak olur­ sa Rabbime ibadet kıldığım, daima hizmetinde bulunduğum za­ man sırtıma giydiğim bu eski elbiseınİ bana kefen yap. Diye vasiyyet etti. Birkaç gün sonra da öldü. (Yani oldu, mü'minler ölmezler olurlar. Kafider ölürler,) Oğlu anasının va­ siyyetini tutmadı. Ona yeni kefen aldı . Annesini yeni kefenlere sardı. Eski bir elbiseyi kefen yapmak dosta, düşmana karşı ken­ disine ağır gelmişti. O gece annesini rüyada gördü . Annesi ona : - Niçin vasiyetimi tutmadın ? Diye sitem etti. Sabah olunca vasiyetini yerine getirmek üzere eski elbiseleri alarak kabristana yollandı. Annesinin kab­ ri.ni açtı. Nasıl bu işi yapmasın, rüyasında annesi ona: - Niçin vasiyetimi yerine getirmedin ? Senden razı deği­ lim . Hakkım sana helal olmasın, demişti. Bir de baktı ki, kabir bomboştu. Annesi kabirde yoktu. Şa­ şırmıştı. Dün buraya onu kendi eli ile gömmüş ve son vazifesi­ ni yapmıştı. Ağlamağa başladı, şimdi ne yapacaktı ? Kendisine şöyle ni· da olundu:


- 247 -

- işitmedin mi, bilmedin mi ? Bizim şehrimiz olan Recebe bir kimse hürmet etse, biz onu kabrinde yalnız bırakmayız. Seyyid Seyfullah (K.S .) şöyle diyor:

Biz aşıkız, biz ölmeyiz Çürüyüp toprak olmayız Karanlıklarda kalmayız Bize Leyl ü Nehar olmaz. -

-

Allaha kulluk eden, Allahı seven , Allahın dostları zulmette kalmazlar. Ebedi saadeti buradan bulurlar. Ebedi hayata bura­ dan ererler. Onlara gözlerin görmediği; kulaklarıo işitınediği , akılların düşünemediği, beşer kalbinin hatıra getiremediği ni­ metler ihsan olunur. Böyle günleri fırsat bilip; say idegör. Ya­ k ı n bir zamanda bu misafirhaneden seni cansız bir ata bindirip dostlarının firkat gözyaşları; düşmanlarının sevinç sürCırları ile o korkunç çukura arnelin ile başbaşa bırakacaklar. Şairin dedi­ ği gibi: Aldanına azizim bu dünyanın nakşına, nakkaşına Hazret-i Adem gibi girsen

Hezaran

yaşına

Akıbet gelirsin şu musaila taş ına Kapatırlar seni bir hali haraba yalnız

O karanlık gecede kendine bir dost ara bul. Oran ı n dostu, arkadaşı iyi amellerdir. İyman, Namaz, Oruç' tur, zekat'tır, saclakattır, bütün iyiliklerdir, zikrullahdır, sıddık · tır, bütün malılukatı ihihiyyenin hakkını gözetmekdir. Resul Sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdular: «Bir kişi öldüğü zaman, bütün arnelleri münkati olur. Yap­ tığı iyilikten üç şey, üç arneli daima devam eder; defter-i ama­ linin hayır kısmına daima sevap yazılır.>>

1

Sadaka-i Cariye ki: Mektep, Medrese yaptırmak, Çeş­ me yaptırmak, Kuyu açtırmak, Hastahane yaptırmak, Mescid -

yaptırmak, Kanal açtırmak, yol yaptırmak, ağaç dikmek, köp­ rü yaptırmak gibi. . .


- 248 Yaptırdığı bu hayırlar devam ettiği müddetçe, defter-i ama­ li kapanmaz ve daima hayır defterine sevap yazıl ır 2 - İyi evlat yetiştinnek: Dinine, vatanına, milletine, hem­ cinsine hizmet eden iyi ahlaklı evlat yetiştirmek de böyledir. Kendi eviadı olmasa da, başkasının eviadı dahi o lsa o , yavrunun yapaca�ı iyilikterin sevabı, onu yetiştirenlerin defter i-amal ine .

-

yazılacaktır. 3 - Talebe okutmak veya okuttunnak da böyledir. Kur'an ilminden başka tıb (Doktorluk, baytarlık, eczacılık) mühendis­ lik, mimarlık, hukuk, coğrafya, kimya, iktisat ve benzeri bütün ilimleri öğrenmek, mli'ıninler için farzdır. Bunları öğretmek ve­ ya öğrenmekte de sevab-ı-azim bulunduğundan, bu maksatla ya­ pılan mekteplerde okuyan talebe ve okutulan ilimler devam et­ tiği müddetçe, yaptıran kişilerin hayır defterleri de kapanmaz. Yalnız, bu ecr-i-azime nail olabilmek için şart : Allah 'a , Peygam­ bere, semavi kitaplara ve özellikle Kur'anı kerime iyman et·· mektir. Zira, bu ilimierin hiç birisi, Kur'anı kerimden hariç de­ ğildir. Bir kimse, iymana müteallik şeylere , inanmazsa, onun ya­ pacağı hayır ve hasenatın, ahireti için hiç bir faydası olamaya­ cağını, Kur'anı kerim açıkça beyan buyurmaktadır. inanmadı­ ğı halde, yukanda sayılan hayırları yapan kimsenin mükfıfatı, yalnız dünyaya mahsustur. Ona (Büyük adam) derler, saygı gös­ terirler ve bütün bu iltifatlar dünyada kalır. Ahiretin sermaye­ si, iyınandır, islamdır. Fakat, şunu da söylemeden geçemeyece­ ğim ki, bu kabil iyilikleri yapanlar mesela Hıristiyan, hatta din­ siz bile olsalar, bu hayırlı işlerinden dolayı son nefeslerinde kendilerine iyman ve islam nasibolması ihtimali mevcuttur. B ir ki msenin; müslüman olsa bile, insanlara fenalığı dakunuyor, Al­ lahın dinini, yolunu unutup iyiliklerde bulunmuyorsa, son nefe­ sinde iymanının elin den gideceği ve ahirette de azaba duçar ola­ cağı, kütübü muteberede yazıl ıdı r. Bu sebeple, mü'minler hayır ve hasenata koşmalı , hem dünya, hem de ahiret hayatlarını ma­ mur ve abadan etmelidirler. Tembellik, kokmuşluk, kötülük iy­ manın gitmesine sebebolacağı gibi, iyilikler de iymanın bekasına en mühim amildir. Aşağıda s un acağım hikayeyi, ibretle okuyunuz: -


-

249

-

H İ KA Y E Eh1ullahtan Cüneyd-i-Bağdadi (K.S.) rivayet ediyor: Bir Mecusi'nin, karlı bir günde kuşlara yem verdiğini gör­ düm. Ateşpereste hitaben : - İyınan olmayınca v e islama girmeyince bu yaptığının fa.v dasını göremezsin. Allah, bu yaptığın iyiliği, ancak iyman ile kabul eder, dedim. Mecusi de bana : - Belki kabul etmaz amma, bu yaptığımı görmez, bilmez: m i ? dedi. - Elbette görür ve bilir cevabını verdim. - Öyle ise, bu da bana kafidir, dedi. Aradan yıllar geçti. Bir hac mevsiminde Beytullah'ı arzu et­ tim ve Mekke-i-mükerremeye gittim. Kabe-i-muazzamayı tavaf esnasında, bir zatın : - Ey b u kainatın sahibi ! Ey bu beytin Rabbi! Her şeyi gö­ ren, işiten, bilen sensin, diye gözlerinden yaşlar dökerek Beytul­ lah'ı derin bir aşk ve vecd içinde tavaf ettiğini farkettim . Yü­ zünde, iyrnan nfıru pırıldıyordu . Dikkat edince, bu nfır yüzlü za­ tın, birkaç sene önce karlı bir günde kuşlara yem veren ateşpe­ rest olduğunu hatırladım . Tavaftan sonra , kendisine yetiştim ,.e usulca kolundan tuttum. Bana: - İşte, Allah gördü ve bi ldi , dedi . Hayretle yüzüme baka­ rak: - Allahu ehad, Resfılühu Ahmed, sayhasiyle ruhunu teslim eyledi . o anda bana hitap olundu k i : - Y a Cüneyd! Sen beytimi arzu ettin, geldin beytimi bul­ dun . O, bana geldi, beni buldu. Gördün mü? Yaptığı o iyilik nasıl iymanına sebeboldu . Müşrik olduğu halde, iyiliği sayesinde ne ali makamlara ne yi.i ­ c e b i r devlete erdi v e ebedi hayata kavuştu, cennet ve cemale ve riza-i-ilahiye mazhar oldu. B izler ise, elhamd-ü-lillah mü'miniz, Muhammedi'yiz. Eğer, amcıli salihada bulunacak olursak, b izlere bahşolunacak nimet­ leri bir düşünelim. Düşünelim de, ona göre gayret edelim. Ölüm · günü geldi�i zaman, Rabbimizin cemaline ve Resul aleyhissela-


- 250 n1 ı n iltifatına nail olalım. Arkamızda bırakacaklarımıza; güzel ahlakta, Allah'a iymanda, Peygamberlere muhabbette, kitap ve sünnete riaycttc, vatana hizmette, malılukatı ilahiyyeye merha­ mette, insanlığa yardım ve müzahcrette nümune olalım. Musal­ .lacb nanıazımız kılınıp imam efendinin cemaate: - Bu zatı nasıl bilirsiniz ? sorusuna: - İyi biliriz cevabını alabilrneğe hakkıyle layık olalım. Yoksa, hazır bulunacak cemaati ; yaptığımız ve saklamağa muk­ tedir almadığımız fenalıkları hatırlatarak, bıyık altından gül­ dürmeyelim , yalancı şahitlik etti rmeyelim . Bilakis , bu şahitleri ­ nı i ze kalben ve lisanen , yürekleri yanarak, gözlerinden yaşlar dökerek: - İyi insandı, iyi müslümandı , mü'mindi, muvahhiddi, sa· dıktı. Dünya bir insan-ı-kamil kaybetti, yeri gerçekten doldurul­ maz, dedirtelim ve kendimizi rahmetic yadettirelim . Bırakaca­ ğımız hayırlada defterİnıizi kapattıralım. Şairin dediği gibi:

Yadında mıdır doğduğun dem ? Sen ağlardm , gülerdi alem; Öyle bir hayat geçir ki, olsun Mevtin sana hande, halka matem . . .

iyilerin iyiliklerinden dolayı aınel defterleri kapanmayaca­ ğı gibi, fenaların da bıraktıkları fenalıklar de,·am ettiği müd­ Jetçe, günah defterleri kapanmayacaktır. Mesela Kabil kardeşi Habil'i katleyledi . Kıyamet gününe kadar, nerede bir kat i l ola­ yı vuku bulacaksa, bir misli günahı, Kabil'in günah defterine kaydolunacaktır. Zira, yeryüzünde ilk katil odur. Onun açtığı günah defteri , ila-yevm-el-kıyame kapanmaz. Bir başka misal daha verelim: Türkiye 'de ilk defa eroin, kokain, esrar, afyon ve sair gibi zchirli ve zararlı maddeleri birtakım kumar oyunları getirenie­ rin de günah defteri asla kapanmayacak, o zehirli ve zararl ı maddeleri bilerek \'eya bil meyerek kullananların, o kumar çe­ şitleri oynayanların yapacakları günahın bir misli i:k defa o fe­ naiığı getirenierin defterlerine kaydalunacak ve ycvm-i-cezada·


- 25 1 kendi suçlarından başka, sebeboldukları diğer insanların suç­ larınd an dolayı da yargılanıp nara atılacak lardır. Vereceğim şu misali de ibretle okuyunuz :

Bir kimse, bir kızı iğfal etse ve maazallah o kız fahişe ol­ sa ; o kızı iğfal eden tövbe edip, namaz-niyaz sahibi olsa dahi, o kız kaç kerre zina ederse, günahının bir misli, kendisini ilk defa iğfal edenin defterine kaydolunur. Yarın, kıyamette iğ­ fal ettiği kızın hakkını Allah o kuldan sorar ve kendisini de aynı suçtan mahkum ederek hükumeti ilahiyenin hapishane­ si olan cehennemine yüzüstü atar. Kendisini kıldığı namazlar kurtaramaz. Çünkü, iğfal ettiği kızı kurtaramamış ve onun günah deryasına düşmesine sebep olmuştur. Aynı ceza ile cezalanacaktır. Bütün fenalıklar böyledir. Bunu iyi bilelim, hakikatıere agah olalım ! . . Eğer, yaptığına nadim olur da, iğfal ettiği kızı b u fela­ ketten kurtarır, tevbe ettirip nikahlarsa ve bu suretle ona iffetini iadeye muvaffak olursa, affa mazhar olur. Yoksa ken­ ezse, disini kurtarır ve iğfal ettiği kızın akibeti ile ilgile belki de kıldığı namazlar, yaptığı diğer ibadetler, haccı ve zekatı, iğfal ettiği kıza verilir. Kafi gelirse ne ala ... Gelmez­ se, o fahişenin bütün günahları, kendisini ilk defa iğfal ede­ ne yüklenir, nara atılır.

\, z�;-�\�� �}��� :..ı�ü .,; .=:;,�\ �'l.�J�J---J.Öo\ı,-;' � {1� �i<;�·-� 8;� ;J.;i\<\��_.Y:�Ij�-�':J-:.f - . .... � l y V

\

(...; -"'

\_,;

�...-.?.

... ••

'-"·

_,

u

�:;.... 1

���/���\-;;\ ���\2Ça:f\���� ;� \�J� �\; 'ib S:Jj��2�_; i�j� �j ;>.. ·\ -::.\

.J..j • -..,

0

� -;; \' ' '-A � ,...;:2 '-' lJ__....

..-;oJ ' ·�

o Q..../

Q

••

..

1)

':'

. -

\ -;- ' '

....... _

.,..

- -: - \ • , '

� -

::; , :- � �

;>.. cı � t � � �

· -"

_,

\

./


- 252 Bir gün, Sahib-i-miirüvvet efend imiz, ashabına Sôrdular: - Müflis kimdir? Aslıab-ı-kiram efendilerirniz, cevaben: - Parası, mülkü, metaı olmayandır, dediler. Efendimiz: nı

- Hayır! buyurdular. Kıyamet gününde, bir kimse Huzu· ilahiye getirilir. Bu kimse, namazım kılmış, orucunu tutmuş,

zekatını vermiş, hacca gitmiş, her türlü hayır ve hasenatı yap· maya çalışmış, fakat birisini döğmüş, zecretmiş, fenalık etmiş , hakkını yemiştir. Allah celle celaluhu, meleklere emreder: - Bunun hayır ve hasenatını hak sahiplerine dağıtınız. Ye· terse ne ala . . . Yetmezse, hak sahiplerinin günahları oımn üstü­ ne yüklenir ve bu suretle hayır ve hasenatından da iflas eder ve bu yüzden yüzüstü cehenneme atılır, buyurdular.

Görülüyor ki, iyman arnall saliha ile, arnali saliha ise Kur' an ahlakı ve Resulün sünnet ve siyreti ile beka bulmaktadır. Bu sebeple, kötü huylarımızı düzeltmeliyiz. Kendimizi iyi sıfat­ Iada süslemeliyiz. Elimizden iyilik gelmiyorsa, hiç olmazsa, fe­ nalık da etmemeliyiz. Şunu unutmayınız ki , bu saydığım huy­ lardan ve sıfatiardan kaçınmak, batınımızı marnur eder. Kötü h uylar ise, nara sebebolor. Belki, iymansız çene kapamamıza , cbedi azaba duçar olmamıza, yol açar. Yalnız ahirette değil ; aza­ bımız telcil olunarak dünyada da aynı işkenceleri çekmeye mah­ kum olabiliriz . Bu dertlerden bazılan u-cub, kibir, riya, gazab (Öfke), ha­ sed, mal ve makam hırsı ve sevgisidir.

Mal sevmekten iki dert daha peyd a olur ki, hiçbir tab ib bu· na çare bulamaz: 1

2

-

--

Afet-ül-batn

Afet-ül-ferc

Bu saydıklarımızın hepsi birer manevi hastalıktır. Bunlar­ dan birisine tutulan, dünya ve ahirette mutlaka cezasını çeker. Meğer ki, Tevfik-i Rabhani erişip, tövbe ve istiğfar ederek bu kö­ tü hastalıklardan kurtulabilelim. U'cub, kendisini beğenmektir ki, bu hastalık ek seriye sofu ve zahid kimselerde zuhura gelir. Şeytan ona nam azı , orucu, haccı terkettirinceye kadar uğraşır:


- 253 -

- Allah'ın emirlerini, senden daha iyi tutan kimse yok, di­ ye onu kandırır. Bu suretle, onun arnellerini heba eder. Bu gibi­ ler, yalnız kendilerini cennetlik, diğer bütün insanları cehen­ nemlik bilirler. Her yaptığını, Allah için değil de, insanlara gös­ teriş olsun diye yapınağa başlarlar ki, büyük bir afettir. Buna RiYA, böyle yapanlara da MÜRAİ denir. Ulemadan bazıları , ri­ ya için (Gizli şirk) dahi demişlerdir. Kibi r de, çok kötü ve Allah'ın hiç sevmediği sıfatiardan bi­ risidir. Kibir sahibi, Allah'ın düşmanıdır. Şeytanın, rahmetten koğu]masına, kibri sebebolmuştur. Kalbinde, zerre miktarı ki­ b i r olan kişinin, cennete giremeyeceğini Rabib-i Hüda efendi­ rniz haber \Jermektedir. Yukarıda tarif ettiğimiz U 'cub kibir­ den de kötüdür. Kibir, bir kimseye karşı olur. U 'cub sahibi, yal­ nız da kalsa bu huyu kendisinde hisseder, yine kendisini beğe­ nir. Gazap , hilmiyetin aksidir. Dilimizde: (Öfke ile kalkan , za­ rar1a oturur) . Sözü ile, babalarımız gazabı n fenalığını ne güzel ifade etmiş ve bizlere nasihatta bulunmuşlardır. Gazap, gayet kötü bir sıfattır. Mesela, bir mü'mirie beş milyon lira versen, dininden çıkmaz, ama gazaplandığı zaman öyle bir küfür savu­ rur ki, ne din kalır, ne iyman . . . Ne'fızü-bilHih, dinden çıkar. Al­ lah, nasibederse, ileriki derslerde, sırası gelince inşaallah onu da söyleyeceğim. Hased; çok kötü bir sıfattır. Nasıl k i , ateş odunu yakarsa, hased de sahibini öylece yakar. Daha dünyada nara sürükler ve cehennem azabını burada görrneğe başlar. Hazreti Adem, cennetten çıkarıldıktan sonra, bir zelle için senelerce ağladı ve nihayet affa mazhar oldu. Kendisine, taraf-ı­ ilahiden üç nur �österildi ve: - Bu nuriara ne olduklarını sor! buyuruldu . Hz. Adem, ilk nura sord u : -- Ki minle müşerref oluyorum, adınızı bağışlayınız ? Nür, ona cevap verdi : - B e n akılım, dedi. (Demek k i , akıl b i r nurdur) . - Makamın, vazifen nedir ? Neden mükerrem kılınmışsın ? - Makamım, insanoğlunun başıdır. Hayır ile şerri seçerim . Ben im bulunduğum kafanın sahibinde, türlü türlü san 'at-


-

2 54

-

lar zuhura gelir. Lisanından, ab-ı-hayat gibi sözler akar. Cennet yolları, Hak cemali, Hak rizası benimle bulunur. Hz. Adem, akıl nuruna: - Allah, seni daima mükerrem kılsın, temenn isinden son­ ra ikinci nura döndü ve sordu: - Ey muazzez nur! . . . Makamın neresidir, vazifen nedir, adınızı bağışlar mısınız ? . . . İ kinci nfır da, kendisine şu cevabı verdi : - Benim adım da, haya'dır. İnsanın gözünde bulunurum. Benim bulunduğum göz, Allah'tan gayrısını görmez. Haya sah i­ bi insandan, melekler bile haya ederler. Ben , hangi gözde bulu­ nursam, o göz ibret sahibi olur. Hz. Osman Zinnureyn gibi, ded i . Bir göz ki , olmaya ibret onun nazannda; Ol düşmanıdır sahibinin, baş üzerinde . . . Adem aleyhisselfun: - Allah seni de mükerrem kılsın, dedi. Sana sahip olan ev­ latlarıma ne mutlu, ne kutlu ! . . . Sonra, üçüncü nura döndü: - Ne muazzez nursun, ne m ükerrem cevhersin, dedi. Adın, vazifen nedir, makamın neresidir ? Üçüncü nfır cevap verdi: - Adım merhametti r. Ma k amı m , insanoğlunun kalbidir. İyınanlı kalplerde bulunuı·um . Benim dahil olduğum kalpler. baştan aşağı nfır olur. İçinde, benim bulunduğum kalbin sahibi dünyada saadete ve ahiretde selamete erer, dedi. Bir başka rivayete göre de; Allahu zülcelal, Hz. Adem'e üç nur gösterip, bunlardan birisini almasını emretti. Hz. Adem, bu nurlardan akıl nurunu seçip aldı. İyınan ve haya nurları, akı l nurunu takibettiler. Hz. Adem: - Seni değil , aklı istemiştim, deyince : - Ben akıl ile beraberim, ondan ayrılmam, cevabını veren iyman nurundan sonra, haya nuru da: - Ben de iymanın bulunduğu yerden ayplmam , dedi. Sonra, Adem aleyhisselama: - Sol tarafa bak! denildi. Üç zulmet görüp iğrendi. Pek çir­ kin ve kelimelerle tarif edilemeyecek kadar iğrenç idiler. Hz. Adem'e emrolundu:


- 255 - Ya Adem (A.S.) bu üç z ulmete sor . . . İsi mleri nel erd i r ? Mekanları nelerdir ? Vazifeleri nelerdir? Hazreti Adem (A.S.) birinci zulmete sordu: - Ne kadar çirkinsin. İ sınin nedir ? Mekanı n nere sidi r ? Vazifen ne lerdir ? Zulmet cevap verir : - İsmim kibirdir. Vazifem kulu, ce ıı ab -ı Hakkın gazabına

uğ;ratmaktır. Mekanım insan oğlunu n başıdır. Bir başta ben olursam, kul Hakdan dfır olur.

Deyince ; A de m a leyhisselam : - Yalan söyleme ya kibir! . . . İnsan oğlunun başında Akıt gibi bir cevher. bir nfır vardır. Deyince: - Evet öyl e dir . Amma C\ k ı l gidince; ben o kafacia kaim , o vücuda hakim ol urum . Dedi. Adcm aleyhisselam ikinci zulmete sual edip : - i smin ned ir ? Mekanın neresidir ? Vazifen nedir? Dedi. İkinci Zulmet cevabe n : - Benim ismim t ama ' dı r. Mekanım insan oğlunun gözü­ dür. Ben bir Ademoğlunun gözünde bulunuı·sam; o A demoğlu insanlıktan ist ifa e d ip , hayvan gibi olur. Din gider, iyman gider. İ lm-ü irfan gider. Namus, ırz, vicdan gider. Dedi . Adem nebi (A.S.) : - Sus ! . . . yalan söyleme. İnsan oğlunun gözünde haya olur. Deyince: - Evet öyledir. Haya gidince ben gelirim. Ben ge lince be­ la gelir. Dedi. Üçüncü zulmete hitab edilmesi emrolundu . Hazret-i Safiyullah üçüncü zulrnete: - Ne kadar çirkin yaratılmışsın. ismin nedir? Me k anı n neresidir ? Vazifen nedir ? Diye sorunca, zulmet cevap verip:

- Adım hascdd i r . Mekan ı nı kalbdi r . V az i fe m ise, bir kalp­ te oturdum m u , o ka l p t e ne di n , ne iyman, ne Hak kalır. Sahibi­ mi ateşe yakarı m . Beni harnil olan hayva nd an daha aşağı olur, şeytan dan beter olur. Helak olur, dedi. Adem nebi: Sus, yalan söyleme ! . . . Kalbde merhamet bulunur. Deyince :


- 256 - Doğru ya Adem ! . . . Merhametle cem' olmam. Merhamet gidince ben yerine kaim olurum . . . dedi. Sür çıkar ağyarı dilden ta tecelli ide Hak Padişah konmaz saraya hane marnur olmadan

Anlayana sivrisinek saz; anlamayana davul - zurna az. Hubbu-Cah; (yani, makam sevmek ise ; ) insanı helak eder. Taberistan valisi olacağım diye, makamından vazgeçmiyerek Kerbela'da İmam-ı Hüseyni şehid edenler gibi makamına, eelhı­ na doyamadan gidenler binlercedir. Onlar nara gidip yerleri n­ de, makamlarında şimdi baykuş lar oturmakta; örümcekler ağ kurmaktadır. Mal sevrneğe gelince: Karfın gibi, kendi ve m alı yere ha­ tıp, sevdiği mall arı mirasçılarına taksim olup, onlar azabını çek­ mektedirler.

Karın afeti ki, Yeme hasletidir. Yiyip semirenleri şim di yer altında yı l anlar , kurtlar yiyip semiriyorlar. Afetül-ferc ki: Beş dakikalık lezzet için ömür boyunca zil­ lete, rezalete o meş'um kara damga vurulup cemiyetten kovu­ lan , Allah huzurundan tardolanların haddi hesabı mı var? Zü­ leyha gibi şehvete düşersen, sultan dahi olsan zelil olursun. Şeh­ \'e t i ne sabredersen Yusuf (A.S.) gibi köle de olsan sultan olursun. İ şte tövbe ayı geldi. Allaha dön! . . . Allaha dön! . . . Hiç vakit kaybetmeden dönülecek kapı orasıdır. Belki öm­ rümüzün son Receb ayını idrak ediyoruz. Suçlarımıza tövbe ede­ lim. Bir daha günaha, isyana dönmeyelim. Resül Aleyhisselam:

��/

? 5)\� : �8\ J�)d�·��\�&t_;J\_j� � -=::...:�� -

K a l ennebiyyü

.

a l eyh i s se l a t u

· �

vesselam

..

\

Etıaibu

m i n ezzenbi

keman

.:-

l a zenbe l e h .

<<Tövbe eden günahı yapmamış gibidir» diyor.

Biz zaif mahluklarız. Allah kavidir. Biz fan iy i z , O bakidir. Nasıl olur da, biz zai fle r o kaviye isyan ediyoruz. Gözlerimizin.


- 257 nürunu söndüriiverirse ne yapabiliriz ? Aklımızı alırsa, her ne olursak olalım, bizi akıl hastahanesine götürürler. Ellerimiz ku­ rusa; ayakla rı m ız kötürüm olursa ne yapabiliriz ? Allah şifa ver­ mezse hangi dok tor bizi iyi edebilir ? Gelin ! . . . ibret alalım. Her gün ahbaplarımız a h irete gidiyor . Bize de sıra ge lecek Allahü zül-celalin, afvetmeyeceği kul ve günah yoktur. O kerem sahibi­ dir. Şeytan bile Adem'in kabrine secde ed ip ; (Aman yarabbi!) dese; o bile afvolur. Biz ademzadeyiz, Hazret-i Resfılün üm me t i yiz. Hakkın katında merteberniz yücedir. Afvedersek afv ve mağ­ firet buluruz. Cennet b izi m için hazırlandı. Okuduğum ayetin luga1en manası budur. Allah , bizleri afvına, mağfiretine çağırı­ yor. Cenneti bizler için hazırladığını ilan ediyor. Ne kadar gü­ nahımız çok olsa; Rabbimizin rahmetinden büyük olamaz. .

­

H i KAYE Gençliğinde ibadet edip, sonra ibadeti bırakan bir delikan­ lı bi r gün aynaya bakıp saçında, sak.alında , b eyaz kıllar gördü : (Eyvah ! ben ne yaptım?) dedi. (Acaba! . . . Allaha dönsem Rab­ bim beni afvedcr m i ?) d iye düşündü . (Ömrü mü Allaha isyan ile ge çi rdi m ne yapacağım?) diye düşündüğü sırada kendine h i t a p olup : - Ey kulum ! . . . Sen beni s everd i n . Ben de seni severdi m . Sen beni terk e t t i n . Ben seni helak etmedim. Rızkını verdim . Yi­ ne bana dönersen , ben yine de seni severim , buyurdu. Allah rahmeti bol , lfıtfu geniş, kerem i namütenahi mal ik­ ül-miilktür. Kendi ne döneni afveder. Suçunu bağışlar. Bahusus üç a y l a rda rahmet i coşar. Keremi taşar. Her gece nida ol un u r : - Bizi seven yok mu ? Biz de sevelim. - Tövbe eden yok mu ? Tövbesini kabul edel im - Afv isteyen yok mu ? Affedelim. - Bizden isteyen yok mu? İstediğini verelim ! . . - Cennete talib olan yok mu ? Cennet verelim ! . - Bana talib olan yok mu ? Cemal i m i gösterey i m ! . . Hz. Ebu Bekr Radiyallahü teala anh buyuruyor. Receh i n i l k Cuma gecesi k i : « Leyle-i Regaib » diyoruz. O ge ce n i n sabaha karşı sülüsünde Sema ve yer melekleri Kabede toplanıp Allaha .

.

.

lrş�d. C i lt 1

-

F : 17


- 25 8 -

niyaz ederler. Allah Celle Celalühu; onlara sorar: - Ey meleklerim, benden isteyin, isteyeceğinizi . . . Deyince: - Ey bizim rabbimiz! Sen Zat-ı ecelli aladan dilediği m iz: Receb ayı hürmetine oruç tutan ümmet-i Muhammedi affeyle­ mendir. Derler. Allahü Zülcelal hazretleri buyurur: - Muhakkak onları afvey]edim, cennet ve cemalimle on­ l ar ı şad eyledim, diyerek biz Ü mmet-i Muhammed-i rahmetine gark eder .

Elleziyne yahmilünel "arşe ve men havlehu yüs ebbihün e bihamdi Rabbihim. ve yü'ml­ nüne bihi ve yestagfirOne l i l l eziyne amenu Rabbenft ve siğte külle şey'in rahmeten ve ilmen fagfir lilleziyne tabu vettebe 'ü sebiyleke valuhim azabel-cahiym. I M ü'min - 7 1

Allah'ın arşını taşıyan ve arşı ilahiyeyi ta­ vaf eden melekler rablerine hamd-ü-senft ve onu överek tesbih

Manayı münifi

:

ve onu noksan sıfatiardan tenzih ederler. Kalbieri ile ona ina­ nırlar, mü'minlerl affetmesi için, onları rahmetine garketmesi için dua ederler ve şöylece niyazda bulunurlar: (Ey Rabbimiz! . . Senin rabmetin ve ilmin herşeyi kaplarnıştır. Mü'minler de töv­ be edip senin dinine sarı1an, senin rizan üzere gidenleri affü mağfiretinle ş3deyle .. Onları cehennem azabından koru, ruirında yakma ..) Onlann, babalanndan , zevcelerinden, zürriyetlerlnden salahı halde bulunanlan, va'dcylediğin cennetiere ithal eyle. Çünkü, yegane galip sensin, hakim sensin, on.lan kötülüklerden koru, dünyada her kimi kötülüklerden korursan kıyamet günü rabmetinle şadedersin, büyük kurtuluş da işte budur.


-

2 59

-

Ümmül-mü'minin, Hz. Ayşe radıyallahu anha; Resul aley­ hisselamdan şöyle rivayet buyuruyor :

Kıyamet gününde, bütün insanlar açtır. Yalnız, Nebiler ve enbiyanın ebiileri ile, Receb, Şaban ve Ramazan aylarında oruç tutanlar müstesnadır. Receb, Şaban ve Ramazan aylarında oruç tutanlar için susuzluk ve açlık yoktur. Resul sallallahu aleyhi ve sellernden şöyle rivayet edildi: (Kıyamet günü olduğu vakit, bir münadi nida eder) : - Receb ayına hürmeten oruç tutanlar nerede ? Sonra bir nur peyda olur. Cebrail ve Mikail nurun gittiği tarafa giderler. Receb ayına hürmet edip oruç tutanlar, onlara tabi olup sırat denilen Cisr·i Cehennemİ yıldırım gibi geçerler. O korkunç akabeden kurtulunca; hepsi Allaha şükür edip; sı­

ratı sür'atle geçirtti diye secde ettiklerinde : - Ey Receb ayına hürmet edenler! . . Başlarınızı secdedcn kaldırın . Secde etmek dünyada idi. Şimdi cennetteki menzille­ rinize girip , zevkü safada olun ! . . Deyu hitap olunup Recebe hür­

met eden zevata böylece iltifat olunacaktır.

Resul Aleyhissalat-ü vesselam buyurdular ki : « Ölüm zamanını ruhumuzun rahatlık

ile

acı duymadan ,

susuzluk çekmeden kabz olmasını o anda şeytanıh

şerrinden

emin bulunmayı ve iyman ile göçmeyi istiyorsanız, Receb ayın­

da geçmiş günahlarımza n ed am c t ve tövbe ederek; ekseri gün­

lerini oruçlu olarak geçiriniz. Rabbinizi çokça zikrediniz. Sela­ metle Rabbinizin izni ile cennetine giriniz . » Enes (R.A.) Hazretleri (Ben, Muaz-ibni Cebel'e rast

gel­

d i m . Kendisine sordum : - Ya Muaz nereden geliyorsun ?

- Sallallahü Aleyhi ve sellemin yanından geliyorum, ded i . - B i r şey söylediler mi ? Kendisinden bir şey işittin mi ?

dedim. - İsittim . Bir kimse, « Li

il ah e i llallah » dese; ha l i s e n

muhlisen, yani ; inanarak , Allah için, Cennete dahil olur.

,


- 2 60 Bir kimse Receb ayında Allah rızası ıçın bir gün oruç tutsa cennete girer. Buyurdular. Dedi. Sonra ben Mescide girdim. Resfılü ( A.S. ) orada buldum. - Ya Resfılallah ! Muaz bana : «La ilahe illallah» diyen ve Recebde Allah rizası için bir gün oruç tutan cennete gir­ di dediğinizi haber verdi. Dedim. -Evet Muaz doğru söylemiş. Ben böyle söyledim. Dedi. ) Receb geldiği vakit: ResUl aleyhisselam şöyle dua ederdi : Allahümme ! .. bariktena Recebe ve Saban Ve belliğna· ila Raırt�zan . . . Allah, sene yi oniki aya taksim huyurup ; dördü Eşhür­ ül-Hurum ki : Zil Kaade zil-Hicce, Muharrem, üçü birbiri ar­ dına gelir. Birisi de Receb ayıdır. Vakti cahiliyetde bu dört aya tazim ve hürmet ederler idi. Hatta ( Sana biri hakaret et­ se, sen mukabele etmeyip, Allaha bırakırsan yakın bir za­ manda sana hakaret eden cezasını bulur. ) Kerrat ile tecrübe olunmuştur. Kardeşlerim ! .. Bugünlerin kadrini bilelim. Rabbimize ita­ at edip, Kur'anın emirlerine uyahm ki, iki cihanda aziz ola­ lım. Ya Rabbi ! .. bizi kulluğundan kovma ! .. bizim günahları­ mızı affeyle ! Bizleri narından azad eyle ! .. Ruhlarımızı tathir edip Rabibinin ruhu ile aşina eyle ! .. Ey Rabbimiz, bizi kulluğunda daim, ibadetinde kaim, Re­ ceb de, Şaban da, Ramazan da saim eyle. Salibiere ilhak eyle ! .. Burada cem'eylediğin gibi, yarın kıyamette Habibin sanca­ ğı altında rabmetinle cem'eyle ! .. nufatına, şefaatma mazhar kıl ! .. Narından azad eyleyip ; Cennet-i Cemalinle müşerref eyle ! .. Sübhane Rabbike Rabb-il-izzeti amma yasi fun ve sela­ mün alelmürselin vel-hamd-ü-lil-lahi Rabb-il Alemin. '

EL-HAC MUZAFFER OZAK


- 26 1 -

- HU -

Açıldı bu gece cennet kapusu Şehrullaha girdik El-hamdiilillah Bilene Kadirdir hem ilk gecesi Şehrullaha girdik Elhaındülillü h

Şehrullah, Recebdir. İsmi mübarek Gündüzü saim ol tesbih ederek Gecesi secde kıl, yaşlar dökerek Şehrullaha girdik elhaındii lilhth Birinci gününde siiim olana Cennetler verilir taib olana Hem gecesinde kaim olana Şehrullaha girdik Elhamdülillah Kadrini bilene ne mutlu gündür Kalbini, yönünü hem hakka döndür Karanlık kabrini Nur ile dol.dur Şehrullalıa girdik Elhamdülillah Tevhidi bırakma sakın dilinden Gayret kemerin çözme belinden Aşıklar zevk alır dostun gülünden Şehrullaha girdik Elhamdülillah

Koşunuz rahmete, hem mağfirete Giriniz, niınete lutfe Cennete Hakka kulluk edin bakman m i h n e l e Şehrullaha girdik E l hamdiililhth

Resulü kevserde bulmak istevcn

Cennetin güllerin derrnek ist eyen

Dünyada cemalin görmek isteyen Şehnıllaha girdik Elhamdülillah Aşık-ı canan için canından geçer Cennet hullelerin bu ayda biçer o ab-ı hayatı buradan içer Şehnıllaha girdik Elhamdülillah


- 262 Aşki kaim ol Hakkın yolunda İstiğfarı virdet çokça dilinde

Zulmet içre kaldın gurbet elinde Şehrullaha girdi k Elhamdülillah Aşki Halvetiyyül - Cerrahi El-Fatiha maassalavat . . .


i R$AD SEKiZiNCi DERS

MÜN D ER E CAT Bu risale-i şerifede Sahivat-ı şerifenin faziletleri, Salavat getirmediği için Resfılün bir zahidi Tevbihi, bir kişinin rüyada Resfılüllah ile mülakatı, kabir

azabına

giriftar

olan bir mevtaya Restiiiiilahın duası ve azaptan kurtul­ ması, Hasan Basri Hazretlerinin kıssası, tefecilik yapıp, faiz yiyenlerin ahiretteki akibeti, Hz. isa devrinde dirilen bir mevtanm kabir azabmm sebebi, Delall-i Hayratın te­ lif sebepleri ve fazileti, Peygamberi rüyada gönnek İsti­ yen bir gence bir irlfin tavsiyesi, büyük tevbe duası ile islami hakikatlerden bahseden mübarek bir risaledir.



- 265 -

SALLÜ ALA RESULÜNA 1\IUHAMI\IED Sallfı ala seyyidina Muhammed Sallfı ala mürşidina Muhammed Sallfı ala şemsiddüha Muhammed Sallfı ala Bedriddfıca Muhammed Sallfı ala nurül hfıda Muhammed Sallallahfı aleyhi vesellem EI-evvelü Allah EI-Ahirü Allah. Ez Zahirü Allah, EI-Batınü Allah. Men kane fi kalbihi Allah. Fe' mui:ynühu fi'ddareyn-Allah. Sallfı ala Resulina :\luhammed Sallfı ala Şefii Zünübina Muhammed Sallfı ala Tabib-i Kulubina Muhammed Allahın nihayetsiz, salatu - selamı sevgi li Peygamberimiz efendimizin ve onun Ali, evladı , ehl-i beyti ve Ashab ı üzerine

olsun.

Günahlarımıza şefi ' i olan, kalblerimizin tabibi 1\Iuham­ r.ıed aleyhisselama sa!atü-selam e yle Allahım ! . .

Sevgisi her müslümana vacib olan ; i nsanları k üfı·- ü da­ laletten kurtaran, hidayete, selamete i leten ; bize Cennet yol­ larını gösteren, Cemal-i ilahiyyeye eriştiren ancak o Nebiyy-i ekremdir, nfır'u evveldir, bas-i sonradır. Ondan sonra ne nebi, ne resUl gelir. Son nebi odur. Nebiler serveridir. Vel iler reh­ beridir. İnsanların ve cinlerin Resfılüdür, Peygambcridir. Onu sevmelr, ona itaat etmek, her mü'mine vacibdir. Zaten iyma­ nı:rr. ı zın kemalinin onu her şeyimizden fazla scvmedikçe ta­ mam olmıyacağını bahsetmiştik. Bakınız Mü'minler ! Cenab-ı Hak ah karnı eskimiyecek, olan daima genç ve dinç duran kelam-ı ilahi, Kur'anı Mübin ..


- 266 k i ; nefse şifa , kalbe Hüda, ruha cila ve rahmet olan mektub-u rabhanisinde

ne buyuruyor ve Halıibinin fazl-ü şerefini nası]

beyan ediyor b iz kul1arına ! . .

va

�innellahe v e m e i a i k e t e h u y O sa l l u n e a l en neb i y y i . Y a eyy u h e l l eziyne a m e nu sa l l u a l ey h i sell-imu tesl iyma . » S a d a k a l l a h ü l a z i y m . ( S uret ü i -Ahzab

-

56)

<<Muhakkak Allah Melekleriyle nebisi üzerine salat etmek­ tedir. Ey beni tevhid eden, bana şirk koşmayan, ahiret gününe inanan, Allah önünde hesap vermeye inanan, Cennetime talib, cemalime ragıb, bana ve Resiilüme gönül veren mü'minler! .. Siz­ lere rahmet olarak gönderdiğim sevgili Nebime hakkıyla salat-ü selam ediniz ki; bu sizin necatınıza sebeb olacaktır,)) Zira rıza-i Rabbani, merhamet-i sübhani bununla kaimdir.

Şu hikaye s izlere bu ayeti kerime hakkı nda bürhan, şahid teş­ k i l edecektir. Sulehay-ı ümmetten bir zat-ı şerif; üzerine farz olan dinin d i reği ki; beş vakit namaz esnas ında lihikmet-illah tahiyattan

sonra

salavadan okumadan namaza son verdi. O gece rüyasın­

da Nebiyy-i Ekremi görür. Nebiyy-i Ekrem efendimiz :

- Niçin bugün kılmış olduğun ikindi namazırıda bana sa­ lavat vermedin ? .. diye sorar. O salih zat da Resiilüllahın bu so­ rusuna karşı : - Ya Resulallah, s ize malumdur. Allaha hamd-ü-sena et­ t im . İşim çok acele idi . Telaşımdan size s alat-ü-selamı unuttuın , der. Aleyhisselam efendimiz şöyle buyuru r :

- Benim sözümü işitmedin mi ? « Bana salat edilmedikçe a rneller ınevkufturı) , Yan i ; ind-i

ilahide kabul olmaz. Allaha

takdim olunmaz. Dualar mahbustur, müstecab olmazlar. Hat­ ta b i r kul ; bu dünyan ın insan larının cem-i hasenatını İcra etse


- 2 67 -

de, hasenatın içinde bana muhabbet ve salatü selam ol masa, kıyamet günün de o hasenat kabul olunmaz.

(Bu nihayet bir rüyad ır.) Demeyiniz. Rüyayı insan görmez., in sana gö steri l ir. Göz kapal ı dı r, eşya yoktur, gören k i mdir ? Görülen ned ir? Gösteren kimdir? Sizleri insafa davet ederi m . Bahusus , rüyada Restilüllahı gö rdüğünü zanneden bir kimse; gerçekten onu görmüş demektir. Çünki ; Efendimiz bir hadisi şerifinde ; (Rüyasmda beni gören muhakkak beni gördü. Şey tan benim suretimde görünemez). Buyurmuşlardır. Bu kı s s a ile

anlaşılıyor ki, bir kimse Restil-ü zişana tabi olmadan Allahu te­ a l aya inansa ve ibadet dah i e tse, hatta Allah'a ve pey gam b e rlere gösterdiği hürmet ve nıuhabbeti Resulüllah'tan esirgese, sala­ vat o k u m a s a , selam ve tahiyyat ge ti rmese , ibadetlerinin, dual a­ r ı nı n ve bütün yararlı arnellerinin Allahu tea.Ia indinde kabule şayan o lm a yacağı beyan b uyu rulm u ştur . Resfılüllah ( S.A.V. ) :

( Babil şu kimsedir ki ; benim ismimi işittiği zaman bana salat okumaz ) . buyurulmuştur. Bilindiği üzere «bahil kimse yani ; cimri cennete gitmez. Ne kadar zahid de olsa, cömert, yani sahiy kişi cennete girer, fasık dahi olsa». Buyurmuşlardır. Muhabbet eden, muhabbet ettiğini dilinden düşürmez. İşte, salavat vermek bir nevi iba­ dettir ve belki aşk mevkiinin anahtarıdır. Salavat Allaha dua­

ların en büyüğüdür.

Manası : Yarabbi ! . . bana Reslllün üzerine salat-ü selam ver ! .. diyorsun. Ben ise bu salavatı vermekten acizim. Resu­ lüne layık olan salat-ü selamı ancak sen, Allah olduğundan sıfatı ulfıhiyetinle bilirsin. Ona layık olan salat-u selamı Re­ sfılün üzerine sen eyle. Resllle salavat-ı şerife hakkında yu­ karıda : «duaların en büyüğü ve sebeb-i selametimiz» demiş­ tim. Buna delil ve şahid, ŞU hadis-i şerif mealidir.


-

268

-

«<uyamet gününde, en evvel şefaatime layık olan insan ha· na çokça salflVat veren kimsedir» b uyurulmuştur. Eba Hüreyre ile Arnmar ibni Y a s er (R.A.) riv ayetle ri ne gö­ re, b i r hadis-i şerifinde Re su lü llah (S.A .V.) şöyle buyurdu l a r : «Allah, benim kabrimin üzerinde bir melek halkedip onu vazifelendirdi. Bu meleğin vazifesi kıyamet gününe kadar de­ vam eder; ümmetimden bir kimse b ana salavat verse; o melek: - Ya Resfrlallah, üınınetindeır filan şehirde filan oğlu fi. lfuı kimse siz Nebiyyi Ekrem'e sala,·at verdi, diye. Beni haber­ dar eder, dediklerinde; iki sahabe il e diğer meclisde oturan sa­ habiler : - Ya Resulallah! Allahü Zül-celal ve tekaddes Hazretleri­ nin Kur'an-ı Celilede: «Ben melekler·imle beraber Habibime sa­ lat ederiz,, ayetindeki salat'dan kas d nedir? .. Dediklerinde : Resulüllah : - Bu bir ilimdir, ilmi meknundur. Bu salatın sırrmı an­ cak Allah bilir. Eğer, bunun sırnnı l!;Öylememe müsaade olunsa idi, size bu sırdan haber verirdim. » B uy u rdular. Yine Nebiy-Aleyhisselam buyurdu l ar ki : - Her müslimin yanında iki melek vardır. Benim adım :mıldığı vakit o müslim bana saHit getirirse; iki melek; (Allah bu kulunu mağfiret buyursun! ..) diye dua ederler. Eğer ism. i m amldığı zaman bana salavat vermez!;e o iki melek: - Bu fırsatı kaçırdın. Seni Allah mağfiret etmedi, diye­ rek, o kula hitap ederler. Bu dua ile bedduaya şahid olan di�cr melekler de : - Amin! .. Derler. Şeyhül İslam . Müfti-i Ru m Ebussuud Efendi Hazretleri n i n « İ rşad-ü Aklu s-Selim f i Tefsir-i Kur'an-il Azİm » tefsir-i şerifi n­ de böyle zikredilir. Enes i bn i Malik Radiyallahu anh Resul-Sallallahü al eyh i vesellemden şu hadis-i şerifi rivayet eyledi :

«Hiç bir dua yoktur ki; Allah ile o dua arasında hicab bu­ lumnasın. Ta, Nebi aleyhisselama salavat verllinceye kadar dua Allaha arz olunmaz. Vaktaki, dua eden salavaı-ı şerife okur; dua o zaman Allaha vasıl olur. Ve o mania, o hicab ref olur,)>


- 269

Onun için, her duada Efendimizin ism-i şerifini zikredip, sala­ vatı şerife okumağı bir ganimet bilmelidir. Restıle salat oku­ mak , ona muhabbetden gelir. İkinci kitabda bahsetmiştim. Re­ su] (S.A.V.) ile aramızdaki muhabbetin ölçüsü; bizim Resulül­ laha karşı olan sevgimiz ne ise; Falır-i Alemin de sevgisi bize karşı o derecededir. Şu hikaye ibret alanlar için çok önemlidir: Bir Zah id kişi, rüyasında efendimizi gördü, Resulüllaha karşı yürüdü ki; Resille mülaki ola . . . Efendimiz ona hiç il tifat etmediler. Zahid Resul Aleyhisselama : - Ya Resulallah, bana dargın olduğunuzu görüyorum . Size karşı bir saygısızlık mı yaptım ? Diye sordu. Resul A l eyh i sselam : - Ben seni tanımıyorum! . . deyince ; o : - Ben filan zahidim. Diye kendisini Peygamber efendimize tanıtınağa gayret g ös te r diy se de; efendimiz : - Hayır; ben seni tanı mı yo ru m Djye ısrar eder. O zaman zahid : - Ya Resulallah, ben ulema dan işittim : « Resulüllah , ü ın ­ metini kendi eviadını tanıyan bir baba gibidir» diyo r la rd ı . Bana « s en i tanımıyoru m » demenizin sebebi hikmeti nedir ? .

Bunun üzerine Resul Aleyhisselam : - U lema sözünde doğ ru dur . Ben sizin Nebinizim . Her b i­

rinizi kend i eviadımı tanı d ı ğı m kadar tan ırım. Ne var k i ; s e n o derece ülfet ederim . Bana muhabbeti ali olanlara ülfetim de o derece alidir. Salavat-ı ş erifen i n fazailinden ahiretde bulunan mevtalar, yani, ölülerimiz de faydalanı rlar. « Bi r kabristana uğradığımız zaman ; orada yatan emvat-ı müsli mine üç salavat , ü ç ihlas , b i r Fatiha okuyup, b i r gün bizim de oraya varacağımızı hat ı rl aya rak » bağışlamalıyız. Belki orada yata n la rd a n kabir azabı gö­ renlerin azab ları kaldırılır : Belki okunan salavat ve sureler, bu azapların nimete tebdil olmasına sebeb teşkil eder. Bir gün , Re­ sul Aleyhisselfun bir kabristandan geçerlerken, bir kabrin ba­ şında durup uzun uzadıya ağladılar. Yanında bulunan ashabı : - Ya Resulallah; ne sebebe binaen a ğ l ıy o rsunu z ? B i r ayet mi nazi l oldu k i ; onun tesirinden muzdarip oldunuz ? beni n e derece tanıyorsa n , ben de sana

­


-- 270 -

Diye sorduklarında; Efendimiz (S.A.V.) : - Hayır; şimdi ayet nazil olmadı, fakat burada yatan zat kabir azabına düçar olmuş, dehşetli azab görmektedir, ona acıyarak ağl ıyorum. Diğer ümmetlerim de böyle olurlarsa hal­ leri nice olur ? Dedi ve oradan geçip gi ttiler . Avcietlerinde ayni kabir önün­ de durup tebessüm buyurdular. Aynı Sahabe : - Ya Resfılallah! Demin bu kabir ehli için ağlıyordunuz. Şimdi i se tebessüm buyurmanızın sebebi hikmetini sorabilir miyiz ? Deyince, Cebrail bana gelip, haber verdi : - Burada yatanın bir oğlu varmış, bugün mektebe baş­ layıp, « Allah » ismini yani « Bismillahir Ralıman-ir Rahiymııi oku­ duğu için Hak Sübhanehu Hazretleri babasının azabını nimete tebdil eylemiş, buyurdular. Ey Mü'min kardeşler! .. Sırası gelmişken sizlere kabir azabı neden zuhur eder, ne gibi fiilierimiz bizleri kabir azabına düçar eder, haber vereyim : Hak Resfılü; « dört şey kabir azabına sebeptir» buyurmuşlardır. 1 - idrardan korunmamak, (yani: pislikten kaçınma­ mak.) 2 -Ana, babaya isyan etmek, onların hukukuna riayet et­ memek. 3 Yalancılık etmek, (Bu ahhiksızlığın en büyüğüdür.) -

4 -

Bir meclisden diğer bir meclise laf götürüp; iki kişi­ yi, yahut iki meclisi birbirine düşman etmek. Bu dört kötü sıfattan birisini, yahud ikisini ; yahud da hepsini icra eyleyen kimse azab-ı kabre düçar olur. Düşüne­ cek olursak ; bu dört şey yalnız müslümanlar için değil ; belki bütün insanlar içinde ayıptır, kötüdür. İster müslim, ister gayri müslim olsun ; bu dört şey ki ; kötü sıfatdır. Bundan kaçınmak biz mü'minlere vazifedir.

Yukarıda sizlere kabir azabmm neden meydana geldiğini izah etmiş, muhbir-i sadık olan Nebiy-yi -Zişan.efendimizin ha­ dis-i şerifinin mealini s öylem i şdim . Yine, kabir azabı na düçar olan, kabrinde azab gören insanların ruhuna okuyacağı m ız bir


- 27 1 -

fatiha-i şerife ve üç ihlas-ı şerif ile sevgili peygamberimiz efen­ dimize okuyacağımız salavat-l şerife hürmetine azab-ı kabrin derhal nimete kalbolacağını aşağıdaki hadise bizlere gösteri­ yor. İbret ile okuyunuz ve dinleyiniz: Hi KAYE

Tabiin zamanı idi. « Peygamberimiz devri saadetlerine ye­ tişmeyip; Peygamberimizin arkadaşlarını görenlere Tabiin de­ nir. » Bir kadın Hazret-i Ali (R.A.) efendimizin talebesi ve arka­ daşlarındah Has�m-ül-Basri Hazrederine gelip : - Ya Üstad! « Bir kızım vardı vefat etti. Onu hiç olmaz­ sa ıiiyamda görmek istiyorum. Bana bir şey öğretiniz ki; evia­ dımı bir defa olsun göıiip hasret ateşimi söndüreyim, » diye ri­ ca etti. Hasan-ül-Basri Hazretleri, o kadına kızını görmesi için ne yapması gerektiğini öğretti. O cuma gecesi aynı duayı yapıp; Allaha kızını ıiiyada göstermesi için çok yalvardı ve yattı. O ge­ ce, kadın kızını ıiiy asında feci bir şekilde göıiip , kalbi parça parça oldu. Zira, kızına katrandan bir cehennem elbisesi giydi­ rilip , boynuncia zincir bağlanmış, ayaklarında ateşten bukağı vardı. Sabah uyandığında, ağlayarak Hasan-ül-Basri Hazretle­ ı-ine geldi. Kızını ne halde gördüğünü ağlıyarak anlattı ve kızı­ nın bu azaptan nasıl necat bulacağını; kendisine bu hususta yardım etmesini rica ve niyaz etti. Hasan-ül-Basri Hazretleri ve o mescitte oturanlar bu kadına ve o kızcağıza ağladılar ve ken­ di hallerini düşünüp yarın kabir denilen ahiretin ilk kapısında, o karanlık yerde tek başlarına kaldıklarında ne yapacaklarını düşünüp Rabbülaleminden merhamet dileyip niyaz ettiler. Bu mesele üzerine birkaç zaman sonra, Hasan-ül-Basri Haz­ retleri, bir gece ıiiyasında cennette gayet müzeyyen bir taht üzerinde bir güzel kız göıiip başında bir taç ki . . . diller ve ka­ lemler vasfını tariften aciz. Sanki; Güneş gibi parlak, sırtında­ ki libası yani elbisesi dil ile tarife gelmez bir kız idi. Hasan-ül­ Basriye : - Beni tanıdın mı Ya İmam ? . . Dedi . Hazret-i İmam :


- 272 Siz hangi Peygamberin kızı, yahud hangi Nebinin zev­ cesisiniz ? deyince : - Hani ! . . Bir hanım gelip kızını görmek için sizden dua ve niyaz öğrenmiş idi. İşte o hatunun kızıyım. Dedi. Hazret-i Hasan-ill-Basri : - O hanım bana kızının azabda olduğwıu söylemişti. Ne

sebeble bu makama yükseldiniz ? deyince : - Ya İmam! Allahın sevgili kullarmdan bir kul bizim yattığımız mezarlıktan geçerken durup : «- Resul aleyhissela­ ma üç salavat okuyup sevahım bizlere bağışladı. Benim yattı­ ğım kabristanda benim gibi beşyüz elli kişi azab-ı kabre düçar olmuştu. Bir nida olundu ki : - Bu makberede kabir azabı gö­ renlerden aza bı kaldırın ! .. Şu zatın okuduğu salavat hürmetine, denildi. Benim gibi beşyüz elli k işinin salavatın bereketinden azabları kaldırılıp, hepimizin kabri, cennet bahçesinden bir balı · çe oldu . . . )) dedi. Sizleri, Resulüllah aleyhisselatü-vesselama salat okuruağa davet ederim. Hatta « Delail-i Hayrat)) isimli kitabı okumağa devam edenlerin cismi pak, kalbi temiz birer mü'ınin olmağa namzet olduklarını ve dünya ahiret muradlarına nail olacak­ ların ı haber veririm. Tabii, bu kitabı okuyan kimsenin her tür­ lü fenal ıklardan kaçınması şarttır. Hele, kul hakkından, hayvan hakkından kendisini korumalıdır. Daima Allahdan korkmalı, Allahı sevmeli, yalandan, riyadan, pislikten, tufeylilikten, para­ zitlikten kendisini ko rumalı, helalinden kazanıp, helalinden sarf etmelidir. Fukaraya yardımı eksik etmez ve kalbini fenalık­ tan ta tbir eder ise, Allahın emri olan namazı tadil-i erkanına riayet ederek vaktinde eda eder ise; ağzı dualı bir mü'min olur ki; böyle kimsenin okuyacağı salata ne gibi ecr verileceğini Ab­ durrahman ibni Avf (R.A.) Resulüllah aleyhissalatü vesselam­ dan rivayet ediyor: Cena"b-ı Resulü Ekrem Efendimiz şöyle haber verdi : << Ceb­ rail (A.S.) bana gelip : - Ya Resulallah ! . . senin ümmetinden bir kimse, senin üzerine bir defa salavat okusa, yetmiş bin Melaike size salaı okuyan mü'min için :


-

273

-

Yarabbi ! . . b u kulu affeyle! . . Diye; Rabb-ül-Aleminc dua ederler.)> İşte bu kimseye Melekler s alat ederlerse; o kimse ehl-i cen­ netten olur. Yine Hasan-ül-Basri (R.A .) « Ben rüyamda Eba Üsame 'yi gördüm. Eba Üsame ahirete intikal etmi şdi . » Ona sordum : - Ya Eba Üsame! .. Rabbin sana ne muamele ett i ? .. dedim. - Afvoldum, nimete erişdim . . . dedi. - Ne sebeple ? dedim. - Her ne vakit Hadis okusam, arkasından ResCılüllah sallallahü aleyhi ve selleme salat ederdim, dedi, buyuruyor. Ya zamanımızda ezan okunurken kasten radyosunu kapa­ mayan, daha fazla açan, üstelik « sabah uykusunu bölüyop> di­ ye şikayet eden , Efendimiz aleyhisselamdan Mehmed Ağadan, bahseder gibi bahsedene ne diyelim ? Allah, bu gibilerini ıslah eylesin ! .. Hidayete eriştirsin. Senin okuyacağın salat ilc Efen­ d imiz yücelmez. Okumaman ile de şerefden düşmez. Çünkü; ona Allah ve melekleri ve suleha-i ümmet salat etmektedirler. Salat okumağa sizi davetimiz, sizin ve bizim necatımız içindir. Aleyhisselam Efendimiz buyuruyorlar; «Bir gün bana Al­ lahın dört meleği geldi. Bunlar: Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail Aleyhisselam idiler,)) Cebrail (A.S.) bana dedi ki : - Ya Resulallah! Senin ümmetinden bir kimse, zat-ı risa­ letpenahma, günde on defa bulus-u kalb ile salait etse, yarın kı­ yamet gününde ben onun elinden tutar sırat-ı kuşlar gibi geçi­ ririm. Mikail AleyhisseHim b uyurdu : - «Ben o kulu senin Kevresinden kana kana içiririm,)) İsrafil Aleyhisselam dedi : - Ya Resulallah! O ümmetinin afvı için başımı secdeye koyarım. Allah celle celalühu Hazretleri onu afvetmedikçe ba­ şımı secdeden kaldırmam. Azrail Aleyhisseliııı da : - Ya Nebiyyellah ! .. Sana günde on defa sahit edenin ru­ hunu Peygamberler gibi kabzederiın. lrşad, Cilt ı - F : ı s


- 2 74

Dediler. Bu ne büyük Jutuf Yarabbi ! .. Bu ne ihsan Allahım ! . Böyle bir ganimeti kaçıran, Allahı, Peygamberleri unutan, gafillere ne kadar yazık! .. Ey Ulu Allah! .. Bizleri uyandır, aşkına kandır! .. Derdinle yandır.ı .. Amın .' .. Kaab (R.A.) Hazretleri Resftlüllah aleyhisselatü vesselaın­ dan rivayet ediyor. Sevgili Peygamberimiz buyurdular ve biz "

gafillere duyurdular. Yarın kıyamet günü, ümınetimden bir asiyi mizana geti­ rirler. Günalu sevabmdan çok olduğu için, nara (yani,) ateşe atılmasını Allah emreyler. Bu zatı zebaniler tutar. Allahın ha­ pishanesi olan nara sevkederler. Bunun halini Hazret-i Adem (A.S.) görüp : - Ya Resf.ılallah! Ümmetinden birini nara götürüyorlar. Diye, nida eder. Ve haber verir. Ben, onun arkasından koşarak yetişir ve meleklere : - Ümmetimden olan bu zatı bana bağışlayın ! .. derim. Vazifeli olan melekler : -- Ya Resulallah! Sana nazil olan Kur'anda bizim hakkı­ mızda « Oniar Allahın emrine muhalefet etmezler. Buyrulan vazifelerini yaparlar» hükmü vardır. Bunu siz de biliyorsunuz. Bu sebeple, bu asi kulu nara götürmeye mecburuz, derler. Bu esnada, tarafı ilahiden meleklere bir emir gelir : - Habibime itaat ediniz! .. Efendimiz der ki : - Bu ümmeti mizana tekrar götürünüz! .. Tekrar arneli vezriolunur. Tartılır, Seyyiat hasenatından fazla gelir. O vakit aleyhisselatü vesselam efendimiz kolunun yeninden yazılı bir şey çıkarır; terazinin sevab gözüne koyar. Sevabı günahından ağır gelir. Kul öyle ferahlanır ki; sevincin­ den, minnetinden Resulün mübarek ayaklarına kapanarak : - Siz ne mübarek, ne muhterem bir Nebisiniz ki; beni bu azabd,an kurtardınız. Anam babam size feda olsun. Falır-i Mem : - İşte ben senin Peygamberin Muhammedim, der. Tekrar Resulün (arşın üstüne bastı diye şeref duydu�) mübarek ayaklannı öperek sorar :


- 275 -

Bu rif 'at , bu devlet, bu saadet nedir? Ya Resulallah! der. Efendimiz de : - Sen, bana dünyada iken salavat okurdun.

İşte, bana

okuduğun o salavatı bugün için sakladı m . Mizana şey bu idi, buyururlar. Bunun üzerine o adam :

koyduğum

- Ah, dünyadayken vakitlerimi boş geçireceğime ağzt­ boş şeylerle, lüzumsuz söz, yalan ve küfürle kirleteceğime, siz aziz Nebime salat etseydim, bugün daha yüce makamlarda bulunsaydım , diye nedamet duyar. Bir salat okumak ile necata erilir ise, binlerce salat okuya· n ın erişeceği derecatı senin irfanına b ırakıyorum . Sizlere salat okuyan bir zatın ahiretde azaptan nasıl halas olduğunu söyledik. Bir de salat okuyanların dünyada beladan nasıl nccat bulduğunu anlatalım : Vakt-ı s aa det de bir Yahudi; « Deverni çaldı» diye bir müs­ l ümanı huzur-u Resılle (S .A.V .) getirip, yalancı şahidier göste­ rerek iftira eder. Yalancı şahidler, münafıklardan idiler. (Müna­ fık diye içi küfr ile dolu olup « kendisini islam ve mü'min göste­ rene» derler.) Li Hikmetilialı deliller müslümanın aleyhinde görüldüğünden o müslümanın devesini alıp yahudiye verirler. mı

İslam dininin hükmüne göre, o müslümanın elinin kesil­ mesi lazımdır. Mü'min bunu böyle bildiği için ellerini barigah-ı İ lahiye açarak : - İlahi ! Benim Mevlam ! Sen herşeye kadirsin, bana iftira e ttiler. Ben bu deveyi çalmadım. Sen, her şeyi bilensin . Nebiy­ yi Ekrem üzerine okuduğum salat hürmetine beni bu rezalet­ den kurta r. Sen her şeye kadirsin, şu deveye dil ver! bana o ş ahi d olsun, diyerek öyle bir deruni (Ah! .. ) eder ki, Rahmet-i i la­ hi cuş-fı-hurfışa gelip; her şeye kadir olan Allah, bizlere !isan verip söyleten Allah için ne güçlük var ki ; deveyi konuştura­ maya! Deve dile gelip :

- Ya Resulallah! Ben bu mü'minin devesiyim, bu adam­ lar ise, yalancı şahidlerdir. Bu yahudi bu mü'mine iftira et­

miştir. Diyerek o yahudinin elinden kurtulup mü'min adama doğ­ ru itaat ederek gelir, onun önünde diz çöker.


-

2 76

-

Bu hadiseyi görenlerin imanının nfıru artar. Yahudinin ya­ lancılığı ve iftirası meydana çıkar. Münafıklar ise rezil'ü rüs­ Yay olurlar. Hazret-i Nebiyy-i Muhterem o şahsa sorarlar. Dikkat edil­ s i n ! Efendimizin soruşu bilmediğinden değildir. Allahü Zül-C0lal de Tur-u Sina' da : - Ya Musa, elindeki nedir? Diye sormuştu. Bilmediğinden , görmediğinden mi idi aca­ ba? Buna, mazhar-ı kelam denilir. Sırların bizlere duyurulma­ sı içindir. Resul aleyhisselamın salavat hakkında o şahsa soru sormaları; salavat vermenin kerametierini bizlere beyan içindir. Resul-ü Ekrem efendimiz Arabiye hitaben : - Ey Mü'min ! Bu keramete ne ile nail oldun ? Allah senin hakkını gözetmek için deveye dil verdi, seni bu dünya belasın­ dan kurtardı ? der. O mü'min de : - Ya Resfılallah! Ben her gece sana on defa salavat oku­ madan yatmam, der. Nebiyy-i Adil efendimiz de : - Senin elini dünyada kesrnekten kurtaran Allah; ahiret­ te bana verdiğin salavat hünnetine seni azab-ı nardan kurtara­ caktır, der. Bir kimse akşam · sabah bana onar defa salivat okusa, Al­ lah o kulu loyamette in'Am etti�, Imin ettiAJ nebllerle, sıddik­ lar1a beraber haşreyleyip nebllere ıhsan ettl�l gibi o kula da ihsan eder, huyurulmuştur. Evliyaullahdan Süfyan-ı Sevri (K.S.) Hazretleri der k i : Ben h ac'da idim. KAbe-i Mu azzamayı tavaf ederken bir delikan ­ h gördüm ki ; Kabede, Arafat'da ve Müzdelife'de, Mina'da ve Kabetullahı tavafda salAvatdan maada hiç bir dua okumadı . Ancak Nebiyy-i Muhtereme salatü selam etti. Kendisine münasip bir zamanda, münasip bir lisan ile : - Arkadaş, her yerin bir duası vardır. Eğer bilmiyorsan sana talim edeyim, dedim. - Hepsini bilirim. Başımdan geçen bir hAdiseyi sana ha­ ber vereyim de, ne için dua okumadığımı ve yalnız Alemierin


- 277 efenilisine salatü selam getirdiğimin sebebini görün! Dedi ve aniatmağa başladı : - Biz Horasan ehliyiz. Hac kafilesi Horasan'dan kalktı . Ben de babam ile farz olan vazifeyi eda için kafileye katıldım . Vakta ki, dağlar, dereler aştık, salıralar geçtik ve Kufe şehrine vardık. Pederim rahatsızlanıp gece yarısı ahirete göçtü, üzeri­ ni örttüm. Kimseyi rahatsız etmemek için Allaha tevekkül edip i çin için ağlıyarak oturdum. Bir aralık, « beni bu gurbet ilJerin­ de yalnız b ırakan babamı » tekrar görmek istedim. Bir de yü­ zünden örtüyü kaldırdım ki, babamın başı eşek başına dön­ müştü . Ben , bu hali görünce ne yapacağımı şaşırdım. Ne yüzle bunu aha l iye söyleyebilirdim. Böyle düşünürken bana uyku gi­ bi, bir hal geldi. O aralık çadırın kapısı açılıp içeriye yüzü örtü­ lü bir zat girdi ve yüzünden nikabını kaldırdı, bana dedi ki : - Ne kadar üzüntülüsün. Bu ne büyük gam böyle ? Ben cevaben : - Efendim, bu başıma gelen saadet değildir ki; gamsız olayım. Hem ben gamlı olmayayım da kimler gamlansın ? Dedim. Hemen yürüdü, babamın yattığı yere varıp; üzerin­ den ürtüyü çekip babamın yüzünü mesh eyledi. Ben de kalk­ t ı m baktım ki; babamın yüzü eskisinden de güzel; ayın ondördü gibi nu rian m ı ş parlıyor. Bu mucizeyi görünce o za t ı mukacide­ se yaklaşıp : --- Siz kimsiniz ? Ey iyilik seven insan ! Diye sorduğumda : B en· Muhammed Mustafayım (Sallallahü aleyhi vesel· lern) . D ey ince : Nedir bu hal, Allahaşkına bana söyleyin! .. Diye mübarek ayaklarına kapandım, ve ağlıyarak niyaz et­ t im. Bana lutf ile dedi ki : ·-

--·

-- Senin baban tefeci idi, faiz yerdi. Tefecilik yapanlara

h ü k nıul lah budur. Ya dünyada, veyahut abiretde eşek su retine girse gerektir. Amma, Allahü sübhanchu s e n i n babanı bu surc­ t e dünyada iken koydu. B una mukabil babanın dünyada iken iyi bir hasleti , adeti vardı. Yatağına yatmad an evvel her gece, bana yüz salavat okurdu . Vakta ki; bana babanın bu hale gel­ d i ğini; ümmetimin verdiği salatı bana ula�tıran Melek tarafı n-


-

27 8

-

dan haber verilince, hemen Allahtan bana salat okuyan baban için şefi'i olmarnı istedim, müsaade olundu, ben de geldim, şe­ faat ile babanı bu halden kurtardım, dedi . - Ben de bundan böyle hiç bir dua etmem, ancak Resu­ le salatü selam ederim, diye ahdettim. Zira, Resılle salatü-selfmı dünya ve ahirette insana kafi geleceğini anladım, dedi. İmam Radiyüddin Sağani'nin « Meşarik-ül-Envar» adında·· ki hadis-i şerif kitabında Resulililah aleyhisselatü vesselamdan şöyle rivayet ediyor. «Bir kimse, bana bir defa salavat okusa; o salavat okuyan­ da zerre kadar günah kalmaz.>) Tabii bu günah kul hakkı, ya· hut hayvan hakkı ise afvolmaz. Zira, kime vurduksa rızasını al­ mamız şarttır. Kimin malını haksız yere yedik ise helal etti r· memiz ve yahut bu gasbettiğimiz malı sahibine iade etmemi z lazımdır. Hi KAYE Hazret-i İsa Aleyhisselam bir kabristan önünden geçiyor­ du; orada kabirierden birinde azab olduğunu gördü. Sebebini öğrenmek için Cenab-ı Rab-bül Alemine niyaz etti. Her şeye kadir olan Allah (C.C.) : - Ya İsa! .. Dua et onu ihya edeyim, kendisinden sor. Niçin azaba düçar olduğunu göresin ki, ben ölüleri böylece diriltirİnı . Öldükten sonra dirilrneğe iyınan etmeyeniere ibret olsun. Hz. İsa Aleyhisselam dua etti. Hemen azab gören kabir ehli başından toprakları silkerek ayağa kalktı. Hazreti İsa (A.S .) : - Neden kabir azabına düçar oldun? diye sordu. O zat da : - Ya Nebiyy Allah! Ben dünyadayken harnallık yapardım. B i r gün odun taşıyordum. Odundan sahibinin haberi olmadan dişimi karıştırmak için bir kıymık çöp almışdım .. Bundan, azfı.. ba düçar oldum, dedi. Mü'minler! .. Ufacık, ehemmiyet veremiyeceğimiz bir suçtan da böyle azablarla cezalanabiliriz. Ya, helal haram demeden kul hakkı­ na el uzatırsak, birisini gıybet edersek, ahiretde halimiz nice


- 279 -

olur ? . . Zira, zerre miktarı arnelimiz dahi, ister kötü, ister iyi, mutlaka önümüze geti rilecekdir. B izlere gösterilecektir.

Yazıklar olsun o kimseye ki ; yetim malını bigayri - hak­ kın yemiştir. Onun bu yediği yetim malının, mal olmayıp o kimse için ancak ateş olduğunu Allah Kur'anı Keriminde be­ yan ediyor. İşte salavat-ı şeri fe okumak günaha kefarettir. Fakat,

kul hakkı, hayvan hakkı müstesnadır, demiştik. Yine, Sallal­ lahü al eyh i vesellem efendimiz buyurdular :

kimse benim ismiıni işitip de bana salat etmezse; o nıüstchak olur. Al l a h lutfcdip o kimseyi na­ rından uzaklaştırsın,>• diye dua etmiştir. Ahiret azabından kur­ t u l mak, ve nimete erişmek isteyen kimseler efendimizi n ism i ­ n i işitt iklerj z a m a n aşk ile salavat-ı şcrife okumalıdı rlar. Ne­ biyy-i ahirüzzarnan efendimizi her şeyinden, hatta can ından zi­ yade sevmelidirler. Günahlarına tövbe e dip, bir daha masiye t ç i rkefine düşmemelidirler. Kazaya kalan namazlannı tadil-i er­ kan üzere kılmalı ; zengin iseler zekatlarını Allah yoluna Allah için vermeli; senede bir ay oruç (ki; Ramazan ayı orucudur) tut­ malı; ömürlerinde bir defa hac mevsiminde Haccını ifa ederek Rabbine şükretmeli dirler. Yalandan, yalan yere yemin etmek­ ten , zinadan sakınmalı ; riyadan, süm'adan ictinab etmeli, ki­ birden, gururdan, sahtekarlıktan , gıybet e tmekten kendilerini korumalıdı dar. Dilini kötü şeylerle kirletmemcli , Tevhid, teh­ lil ve salat ile tezyin etmelidirler ki; Restile layık olan ümmetin fertleri olabilsinler. Allah cümlemize böyle amal-i saliha icra etmek nasib eyleye . . . Amin! . . Yukanda sizlere « Delail-i Hayrat >ı okuyunuz de m i şd i m . B u <t Delail-i Ha)Ta t -> kitab ı nı telif eyleyen Süleyrnan-ül Cezuli Haz­ retleri bu mübarek kitabı nasıl telif eylediğin i şöyle bildirmek­ tedir: Anlatmadan gcçemiyeceğim : Bu mübarek zat; Efendimizin toı·unu , İmam-ı All efendi­ mizin ve Hz. Fatımanın mahdumu mükerremleri Hazret-i Ha­ san (R.A.) evlatlarındandır. Evvela « Cezul» şehrinde, sonra şimdi İspanya' da kalan bir şehirde yaşamışlardı. Oraları vak­ tiyle Müslümanların elinde idi. Sonra Fas diyarına hicret ede­ rek orada t edris-i ilim, irşat ve ibadet ile meşgul olmuşlardır_ « Bir

k imse cehenneme


- 280 -

Günlerden bir gün, salırada dolaşırken namaz kılmak için abdest alınağa bir kuyunun başına varır, fakat ip ve kova bu­ lup da sudan istifade edemez, etrafa bakınıp dururken bir du­ vann üzerinde bir kız çocuğu görüp : - Evladım! .. Evinizde kovanız var mı? Verin de abdest alayım! .. der. Kız cevaben : - Bütün insanlar sizin ilminizden ve hayr-ü kerametiniz­ den bahisle sizi medh-ü-sena ederler. Siz ise bir suyu kuyudan ipsiz ve kovasız çıkaramıyorsunuz! .. der. - İpsiz ve kovasız kuyudan su çıkarmak mümkün mü­ dür? deyince, kız hemen gelip, kuyuya bir şeyler söyler gibi ya­ par, bi-inayetillah kuyunun suyu ağzından taşar. Dışarıya ak­ mağa başlar. O su ile abdest aldıktan sonra : - Kızım ! Allah ve Resfılü aşkına bu keramete ne sebeb­ le nail oldun ?.. Haber ver! Diye niyaz edip, istirhamda bulunan hazrete, kız cevaben : - Cenab-ı Resul sallallahü aleyhi ve"elleme salat-ü sela­ mı çok okumakla ve Salavat-ı şerifeye devam etmekle bu ke­ ramete nail oldum, der. Süleyman-El-cezfıli Hazretleri bu kızın kerametine şahid olunca, pek ziyade salavat-ı şerife okumağa ahdetti. Fakat, acaba hangi salavatı şerifeye devam etsem diye düşünürken, o gece uykusu tutmadı. Öylece tefekkür ederken, gece yarısı ol­ duğunda hanımının yatağından kalktığını ve en güzel elbisele­ rini giyip evden çıktığını hayretle gördü. Üstadı gayret alıp, (Bu hanım gece yarısı nereye gidiyor?) diye o da eşinin arkasından gizlice sokağa çıktı. Bir de ne görsün; önünde bir arslan sürü­ sü hanımını ortaya almışlar deniz kenarına doğru yürüyorlar. Süleyman-ül-Cezfıli Hazretlerini hayret ve dehşet kapladı ve arkalarından, uzaktan takibe başladı. Hanımı deniz kenarına indi. Postunu denize atıp yakın bir yerde bulunan ıssız bir ada­ ya müteveccihen yol aldı. Arslanlar deniz kenarında oturup onu beklerneğe başladılar. Hanım, ıssız adaya varıp abdest alıp te­ heccüd namazı kılarak Rabbül Alemine ibadetü-taat, tazarru ve n iyaz edip, bu sefer suyun üstünde yaya olarak döndü. Karaya vasıl olduğunda arslanlar yine birisi önüne, birisi ardına düşüp eve döndüler. Hazret-i şeyh, ondan evvel gidip yatağa yattı ve


-

28 1

-

uyur bir vaziyetde bekledi. Hamm da eve gelip geceliklerini gi­ yip yatağına yattı. O geceden sonra Hazret (Bakalım yalnız o ge­ ce mi böyle bir keraınet ile ibadet etti acaba?) diye hanımını üç gece daha uyumadan takip etti ve gördü ki her gece aynı iş zu­ hur ediyor. Üçüncü günü sabahı vaziyeti anlatıp; o mübarek hatundan bu işin sırnnı sordu. Hanımı ona : - Siz şimdi mi bu işe vakıf oldunuz? « Benim senelerdir mutadım budur. Allah, bu keramet tıkını seneler evvel başı­ ma koymuştur» dedi. Hazret-i Şeyh Cezfrli kuddise sirruhu sual edip : - Ya bu keramete ne sebeble vasıl oldunuz? Dediğinde hatun:' - Cenab-ı mübeccel ve nebiyyi mufaddal aleyhisselam hazrederine muhabbet ve salavatı şerifeye devamım sebebiyle! cevabını alınca Şeyh de : Hangi salavat-ı şerifeye devam ediyorsunuz? Diye sorduğunda; Hatun bir şey söylemeyip sustu. Şeyh hazretleri ısrar edince : - Bu gece istihare edeyim, izin olur ise, cevap vereyim . Dedi. Ertesi sabah Hatun; Şeyhe : - Sarahaten haber verrneğe izin yoktur. Lakin bütün sa· lavat-ı şerifleri cem'eyle. İçinde var ise, vardır diye haber veri­ rim, dedi. Hazret-i şeyh de gayret kollarını sıvayıp mfıteber kitabiar­ dan ve asnnda olan şeyhlerden Cenab-ı Resulüllah sallallahü teala aleyhi ve sellem hazretlerinin lisan-ı mübareklerinden ta­ lim buyurduğu salavat-ı şerifleri ve Aslıab-ı kirarn ndvan-ullahi aleyhim ecmain hazrederinden ve ulema-i kiramın ve meşayihi­ izamın vird edindikleri salat-ı şerifeleri cem' edip; bir kitap haline koyarak hatununa okuduğunda; hatun kitabı dinledik­ ten sonra : - Birkaç yerinde vardır! Diye haber verdi. Bu sebeple, bu mübarek kitaba devam eden rahmct-i H u ­ daya vasıl olacağına ve Hazret-i Risaletpenahın sevdiği kişiler arasına katılacağına şüphe yoktur. Şeyh Hazretleri bu kitapa (Delail-ül Hayrat ve Şevarik-ul Envar) adını koydu. Hak Teal a


-

2 82

-

sa'yini meşkfır, günahını mağfur ve rahmetine müstağrak eyle­ sin. Amin! .. Hazret-i Şeyh, deniz kenarında « E sfa» diyarına hicret edip ilLrn, amel ve muhabbet ile talebelerini terbiye ile meşgul oldu. On beş sene « Esfa» şehrinde kaldı. Oradan da hicret edip « Ko­ va! » diyarına gitti. Oradan da Delail-i Hayrat kitabını talim ve neşretmekle etrafdan üzerine insanlar cem olup kendinden feyziyab oldular, kemale eriştiler. İ rşada kadir olanlardan ( 1 2 1 6 5) on iki bin yüz altmış beş kadar talebesi kendinden son­ ra halkı irşad ettiler. Ve kendileri « 870 » Hicri senesinin Rebi­ ülevvelinin « 1 6» günü sabah namazının ikindi rekatının seede-i s aniyesinde mesmfımen teşrif-i Dar-ül Ukba ettiler. Hak teala Rahmet eyleyip kabiderini pür nur ve dar-ı cezada şefaatlarını cümlemize müyesser eylesin. Amin! O şehirde kendi yaptırdığı cfuni-i şerifin içerisine öğle na­ mazında defnolundu. 77 sene sonra kafir o diyarı zapteyleyincc şeybin talebelen : - « Biz üstadımızın cesedini burada kafir elinde bırakma yız. Kemiklerini olsun diyar-ı islama götürelim . » Diye kabrini açtılar baktılar ki, Hz. Şeybin vücudu şerif­ lerine asla bir zarar gelmeyip; defnolduğu şekil üzere bulun­ maktadır. Kendisini sevenlerden bazı kimseler; mübarek aln ı na p a rmağı ile basıp sonra kaldırdığında yine kan cem' olurdu Hayatta olan insan gibi . Orada hazır bulunanlar; bunu göz­ leriyle gördüler. Mübarek cesedini alıp Marakeş 'e nakledip ora­ ya defnettilcr. Rahmetullahi aleyhi. Bu kitabı okuyanların dünya ve ahiret nimetlerine nail olacakl arı muhakkaktır. Nail olunacak nimetlerden biri si; Alem-i mem1mda Hazret-i Resulüllahın cemalini müşahededir. B i r kimse Restılü alem-i manada görüp iltifatına nail olursa, şefaatine de nail olacağı şüphesizdir. Bir zat, Resfılüllahı (S.A.V.) ıiiyada görmek istermiş, bir türlü görmek müyesser olmazmış. Arif'i billah bir zat-ı şerife gidip derdini anlatı r ve bir tavsiye ister, yalvarır, niya z eder. A rif i billah olan zat-ı şerif : - Oğlum; cuma akşamı çokça tuzlu balık ye! .. namazı kıl ! .Su içme yat ! . . görürsün, der. ­

­

.

. .

-


- 283 O zat da efendinin tavsiyesine uyarak çokça tuzlu balık yiyip yatar. Sabaha kadar dereler, çeşmeler, pınarlar görüp oralardan sular içer. Sabah olur. Arif-i billaha koşarak : - A efendi! Resulü görmedim! . . Sabaha kadar harareı­ den rüyamda çeşmelerden, pınarlardan su içtiın. Hala harare t­ dcn yanıyorum. Deyince : - İşte tuzlu balığı yiyince suya nasıl iştiyakın artıp sa­ baha kadar su gördünse; Resulüllaha da öy le yan malıs ın k i ; mübarek cemalini müşahede e d esin, d er. Aşk ile salavata devam kak görecektir.

e d en

de, Allahın Resulünü muhak­

Akl-i selim sahibi o l an l a r için bu a n l at t ıkl a r ım ı z kifaye L edecekdir. Bu tavsiyemizi tutanlar ve bu risalemizden ibre t alanlar; gece ve gündüz, bilhassa cuma günü ve cuma gecesi Rcsfıliillaha aşk ile salavat-ı şerife okuyup muradlarma n a il o lacaklardır. Rabbi ! .. bizim bu ris al e l erimizi okuyup d inleyenleri , ve sözlerimizle amel eyleyenleri iki cihanda aziz eyle ! Cümlemiz­ d en razı olup kusurlarımızı afveyle. Bizi iki cihanda Habibin Muhammed aleyhisselama bağışla. Burada bizi ona ümmet ey­ lcdiğin gibi; iyman ile ruhumuzu kabzeyle. Sekerat-ı me vt im iz­ dc gözüroüzden perdeyi gider. Cemali Muhammed Mu s t afa (S.A.V.) ile müşerref eyle. Bize ölüm acıları duyurma. Kabrin zulmetinden, kabir azabından bizleri ralunetinle azad et. Biz· leri Babibinin « Liva-il-Hamd»i altında malışer günü cem'eyle! .. Nar-ı cahiminden azad eyle. Cennet-ü Cemalinle müşerref kıl! . . Ami n ! . . Ya

Buyurun günahlarımıza tevbe edelim :

Estağfir-ullah! .. Estağfir-ullah! .. Esta�ir-ullah! .. Esta�ir-ullah-el'azim-el'kerim Ellezi ı.a Uahe illahe illa hu .. El'-Hayy-el' Kayyum ve netiibu ileyh! .. ve nes'elüt-tövbete ve-I ' mağfirete ve hidayete innebu hüve-1-gafiir-ür Rahim. Va'fü anna vağfir lena ve'rhamna inneke entet-tevvab-ür'Rahim.


- 284 -

ilahi! .. Ya Rabbi! .. i l ahi Ya .. Rabbi !.. ilahi Ya . . Rabbi! . .

Ya Rabbi! . . Eğer benim elimden, diliınden, gözürnden, ku­ lağıından, vesair azalarımdan sana karşı şirk, küfr, isyan, büyük küçük günah sadır olduysa; ben onlardan rücu ettim. Tövbe e l ­ tini. Nedamet ettim. Ş imdi senin rahmetine geldim . İhsanına sığındıın . İ liraf-ı zünub ediyorum. Tövbe ediyorum. Afvını diliyor ; göz yaşları

döküyorum ! . . Tövbe Ya . Rabbi .. Tövbe b i r daha sana karş ı is­ yan etmiyeceğime tövbeler olsun. İmanımı tecdid ediyorum . Se­ nin mağfiretine sığ ınıyorum. Eğer, sen beni afvetmezsen beni kim afveder? Eğer, sen beni b ab -ı lüt fundan kovarsan, hangi kapıya iltica ederi m ? Asiyim, keremine geldim. Mücrimim , i h· s an ı affına geldim. Sen, keremi bol padişah sın ! .. Benim tövbe­ mi kabul et. Suçumu bağı şla . Habibin hürmetine, Kur'anın iz­ zetine, İslamın devletine, Hüseynin kanı, Fatımanın demi hürme­ tine, Haticenin vefası, Aişenin safası, Alinin çektiği cefası hür­ ınetine. Ebu B ekri Sıddikin s ı dk ı , Öınerin adli , Os manı n haya­ sı hürmetine, Aşere-i mübe ş ş e re hürmetine. Ashabı saffa safi­ yetine, Ehl-i Bedrin celaleti, Uhudun, şühedası izzetine. Ta be scher gözlerine hab-ı gaflet girmeyen aş ıklar, bağrıyanı k sadık­ lar, iH\hi kelimat ın hakkına kanlarından kendilerine kefen bi­ çen şüheda, amil olan ulema, sabir olan fukara hürme tinc, ben k u luna afvu nazarınla bak ! . . Sana teslimim ister affet ister yak ! .. B e ni senden dur e t me. Habibine bağı şla, aşkın ile nakış­ la. Affın ile şad! .. Cennctinle dad ! . . cemalinle müşe rref kıl Ya Rabbi ! . . Peygamberlerin evveli Adem (A.S.) alıiri b enim ncbim , .se­ n i n s evg ili Habibin Muhammed, bütün alerolere rahmet, ina­ yct, her ikisin i n arasmda ne kadar nebl Res ul geldiyse inandım , iyman e t tim . Dilimlc i krar, kalbirole tasdik et tim. Amentü-billahi ve ımeh1iketihi ve kü t iibihi ve rüsulihl vel­ yevm-il-ahiri ve b il kader i hayrihi ve şe rrihi min-Allahi teala vel' ba'sübad-el' mevt. Eşhe dü enla ilahe illi Allah. Ve Eşhedü enne Muhammedün­ Abdühü ve resulühu ke lime-i tayyibesi ilc çene kapamak nasib-i

müyesser eyle. Amin.


- 285 Bi hürmeti seyyid-il-mürselin ve bi-hürmeti ali-Aba-bi-lıür­ ıneti ve izze ti La ilahe ili Allah. Sübhane rabbike rabb-il-tzze ti amma yasifune ve selamün ale-I mürselin vel-Hamdülillahi Rabbil-aleınin. Sözlerimizin tesiri için, Allah rızası için okuyanların ve din­ leyenlerin selamet bulması için. El-fatiha

El-Hac

Muzaffer OZAK

HU Meydan benimdir

Aşkın dinimdir Göynii m ye rindir E l hamdül i llah Aşkını verdin

İhsanlar k ıldı n Göz yaşını sildin El hamdü l i llah

Aşkın gönl ü m d e Virdin dilimde Değil elimde Elhamdüiillah Aşkınla derdc İ rdiın ben kadn�

Sıyrıldı perde

El hamdülillah Dosta kul oldum

Devletin sürdüın Didarın gördüm Elhamdülillah

Dosta giden yol Dostuna kul ol Hak ile hak ol Elhamdülillah Can kuşu pazar Tellalda gezer Beratım yazar Elhamdülillah Oldum divane Girdin devrane Şem'a pervane El h a m d ü l i lla h Dostum Muhammed Çek t i m çok zahmet Erişti rahmet Elhamdülillah Aşkinin canı Odur canan ı

B ul d u de rın a n ı E l ha m d ül i llah



IR$AD .

"

DOKUZUNCU DERS MÜN D ERE CAT : Bu risalede Namazın faziletleri, Abdestin esrarı, imam-ı Ali (R.A.) nin zekat hakkındaki kehimları, Hazret-i Ömer (R.A.) in kıssası, bir ateşperestİn islama gelmesi, beş va­ kit namazı cemaatle kılmasından gördüğü mükafat-i İla­ hiyye, beş vakit namazda okunan ayat-ü beyyinatın ve tesbihatın ve bir amanın cemaate devamdan dolayı göz­ leri açıldığının; beyanı hakkında mühim bir risaledir.



SALLÜ ALA RESÜLÜNA MUHAMMED Sallu ala seyyidina Muhammed Sallu ala mürşi d ina Muhammed Sallu ala şemsidduha Muhammed Salliı ala bedridduca Muhammed Sallu ala nurül hiıda Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem

lll \ " :.J\ 1 J � \ ...ıi"'" /

--=) - ı

'

��

l n e l l eziyne

'"./

'

,

-�--------------------------� .. -

a m e n ü ve a m i l ü 's sal i h a t i ve e k a m ü s-sa l ate ve atü -z-zekate l e h ü rn ecruhüm

indi! rabb i h i m vela h 3 v f u n a l e y h ı m ve lahüm y a h z e n ü n . S a d a k a l la h ü l Azim.

( S üre-i B a ka r a : 2 7 7 )

{(Şu kullanın ki; benim birliğime ve Habibim Muhammed' in benim tarafıından inanmaya dair getirdiği umdelere inanıp, Kur'an ile Habibime uyarak arnali saliha işlediler ve dinimin direği olan namazı vaktinde, erkan ve adabile eda ederek onla­ ra verdiğim nimetlerden farz ol an zekatı verdiler. İyınan edip amal-i saliha ile arnelierin en ehemmiyetlisi bulunan , ibadat-i bedeniyye ve ibadet-i maiiyeyi ifa ettiler. Bu zevat için Rab 'le­ ri Celle şanühu indinde ecirleri vardır. Bu yaptıkları boşa gitl r sa d , C i l t

ı

--·

ı: :

19


- 290 mez. Onlara ahirette korku yoktur. Çünkü onlar, ben ; Allah­ tan razı olmuşlar ki; bu emirlerimi yerine getiriyorlar: Ben de, onlardan razıyım ki, bu yaptıklarının mükafatını verip, ahirete varınca geçmiş zamanda yaptıklan ibadetlerinin boşa gitmedi­ ğini görüp malızun olmayacaklardır.» Tefsir-i Tibyan Allaha iyman edip O'nun sevgili Resulü Muhammed 'ine gönül verenler hepimiz biliyoruz ki; İslam dini, islamın nunı beş esas üzere bina kılınmıştır. Bu binayı , bir fenere bcnzetir­ sek; dört cam ile çevrili bir feneri göz-önüne getirin. Bir taraf ı namaz, bir tarafı oruç. Bir tarafı zekat, bir tarafı hacdır. Bu camları birbirine bağlayan çerçeveler de; sıdk, vefa, sabr; mü­ rüvvettir. Üst kısmı kanaat, alt kısmı cömertliktir. Ortasında yanan nur da i slam ve iyman mlrudur. Bu fener, böyle kalmak· la nur ve ziya saçar. Kendini de etrafını da nurlandırır. Bunlar­ dan herhangi birisi terk olunursa; o camlar kararır, nur \'er­ mez olur. Bir hane farzediniz. İçerisinde nur olursa, o hanenin cam­ larından dışarıya nur sızar, ışık görünür. içerde nur yoksa ta­ bii o hane karanlıktır. o haneden nur yerine zulmet görünür. İşte bu bina insandır. Eğer canevi olan Allahın nazargahı mahi­ yetincieki kalbimizde, iyman ışığını yakabil seydik, bizlerden Al­ laha ibadetlerin en sevgilisi namaz, oruç, zekat, hac meydana gelip bu nurların meyvası olan sıdk, yani doğruluk, vefakarlık , sabr denen sıfat-ı ilahi, mürüvvet, kanaat, civanmerdlik gibi Al· lah'ın sevdiği, peygamberin beğendiği , meleklerin hayret ettiği birçok sıfatlar meydana gelir de meleklerden yüce oluruz. Yok ! İyınan nurunu kalbimizde yakmadıysak ; İyınan yerine zul met i namaz yerine ·küfürü, dalaleti, isyan ve masiyeti,, oruç yerine inad, zekat yerine hiyanet, hac yerine yalan, bühtan, gıybet, ve­ fa yerine döneklik, sabr yerine inad, mürüvvet yerine cimrilik , kincilik, kanaat yerine tama' hırs, cömertlik yerine hasislik gi­ bi daha bunlara benzer Allah'ın sevmediği sıfatlar ile sıfatlanır, Allah'ın ve meleklerin lanetine uğrar, yaşayışta hayvanlar gibi ahlaken hayvanlardan da aşağı oluruz. İyınan nurunu muhafaza eden camlardan en mühimmi , ..

,


-

291

-

namaz denilen ibadettir ki; Allah'a en sevgili ibadet vaktinde cda edilen namazdır. Efendimiz: «Namaz benim gözümün niı­ rudur. Her şeyin bir ahimeti vardır. ishimın ahimeti ve iymanın nişanının da namaz olduğunu» iki cihan serveri haber vermek­ tedir.

Ey

müslümanı m diyen , ey Muhammed Aleyhisselam'a Ye a hiret gününe iyman ettim diyen mü'min ! . . Kur'an-ı Kerimde ( 83) yerde Allahü Sübhanehu ve Teala, namaz kılmamızı bizle­ re em rcylemiş, namazı zikretmiştir. Çünki bütün ibadetlerden n amaz, Allahın b izden razı olmasına sebeptir. Namaz, sünneti cnbiyadır. Namaz, mahşere teşbihtir. Namaz, meleklerin sev­ Jiğiciir. Namaz, ma'rifet m1ru, iymanın aslı, duaların icabetine scbcp t i r . Namaz, amellerin kabulüne sebeptir. Namaz, malda bcrckctc, kisbte (kazançta) helale sebeptir. Namaz, düşmana silah, şeytana kerihtir. Namaz, Azraille sahibi arasında şefi'dir. Namaz, karanlık kabre nur, kıyamette sürur, arş'ın gölgesinde bulunmağa sebeptir. Namaz, kıyamette başiara tae, herkes çı­ rı lçıplak bulunduğunda sırtiara libastır. Namaz, nara kalkan­ dır. Rabbine hüccet-i bürhandır. Namaz, mizanda sıkiet-i hay· ra, sırattan selamete sebeptir. Namaz, miftahı cihandır. Na­ maz, r ıza-i canandır. Namaz bizlere hediyye-i Rahmandır. Na­ maz, dinin direğidir. Muaz bin Cabel ve Cabir bin Abdullah (R.A.) Resfılüllah (S.A .V.) den haber verdiler : e Miraç gecesi, birinci kat semaya vardığımda, birinci kat meleklerini zikreder gördüm. Cebrail'e sordum : - Ya Cebrail! Ne vakittenberi Allahı zikrediyor bu melek­ ]er ? dedim. - Ya Resulallah! Yaratıldıklarından beri böyle Allahı zik­ rederler, dedi. Oradan ikinci kat semaya uruç ettim . Orada bulunan me­ lekleri rükfı eder vaziyette, Allahı zikrettiklerini gördüm . On· ların da yaratıldıklarındanberi Hakka rükfı edip zikir ettikle­ rini Cebnlil bana haber verdi . Oradan üçüncü kat semaya var­ dık. Orada olan meleklerin de secde eder ve secdede oldukları halde Allahı zikrettiklerine şahit oldum. Bu seedelerini hal k olunduklarındanberi ederlermiş . Hiç başlarını secdeden ka l -


- 292 dırmazlarmış. Bana , selamımı almak için başlarını secdedcn kaldırıp, selamı alıp tekrar secdeye vardılar. Kıyamete kadar secdede kalacaklardır. >> Oradan dördüncü göğe çıktım. O nl a rı n diz üstünde, şeha­ det et tikleri ibadet lerini gö r dü m .

tesbih çekiyorlardı . A l t ı nc ı göğe altıncı gök melekleri, tehlil ve tekbir ile Rabbül ­ A l c m i n e ibadet ediyorlardı . Yedinci gök melekleri salat·Ü selam okuyorlardı. Bilkatierinden kıyamete kadar böyle yapacakları­ nı Cebrail bana haber verdi. Kalhim iştiyakla bu ibadetleri arzu etmişti . Rabbim , benim bu iş tiyakım üzerine yedi kat gök ehlinin ibadetlerinin ce m olduğu bu namazı ümmetime ve ban a bir ikram olmak üzere farz kıldı. Ümmetimden he rhan g i bir kimse, bu b e ş vakit na­ mazı ifa etse, yedi kat gök ebiinin ibadetine nai l olur buy ur­ d u lar Ey Mü'minler! .. Namazlarını kılan mü 'minlere şu m üj de­ ye bakınız da, namazı zinhar tembellik yapıp terketmeyi niz. Hab e rde varid oldu ki: Vakta ki Allahü Sübhanehu Cebra i l i halketti . Cebrail kendi heybetine, güzelliğine bakıp : B eşinci g ö ktek i melekler

vardığımda

'

.

- Ya Rabbi ! Benden güzel bir melek halkettin mi? Diye Rabbü-1 Alemine sordu. Cenab-ı Hallak-ı Alem :

- Senden güzel bir melek yaratmadım . Diye Cebrail Aleyhisselamın sualine cevap \·erince Cebra i l (A .S.) kalkıp iki rek'at şükren vacib Teala Haz reder in e --her bir rek'atı on bin sene olmak üzere-- namaz kıldı . ibadet i n i b i­ tirince Vacib Teala Hazretleri kendisine iltifaten : (Ya Cebrfı i l ! Bana hakkı i le ibadet ettin. Senin g ib i bana ibad e t eden olma­ dı . Fakat ahir zamanda benim kerim bir nebim , mahbubuın , habibim gelecek. Onun ümmetieri zaif yani i ba d e t ç e az ibadct l i , g ünah kar oldukları halde sehv, hata, nisyan ile kılacakları iki rek'at namaz İzzeti Celalim için senin kıld ığ ı n bu namazından b a n a daha sevgi1i olacaktır) buyurdu. Aziz kardeşim ! Hangi ümmet, bu lutfu ilahiyyeye nail ol­ du ?


293 -

(Ya Cebrail ! Zira, sen bu namazı emirsiz olarak kıldm . On­ lara namaz kılınağı e mrede ce ğim Onların bu rıf'atı Habibime ümmet olmalandır.) Cebrail tekrar sordu : .

(Ya Rabbi ! Onların kıldığı namaza caksın ?) Allahü tea la buyurdu : --

ne

g ibi

ilısanda buluna·

Ce nn e t im i verec eğ i m.

Cebniil : (Ya Rabbi ! Ümmeti M uham med e bahşedeceğin bu cennet'il Me'vayı izin verirsen iz dolaşayım) diye niyaz et ti. Cenab-ı Allah müsaade huyurup Cebrail (A.S.) da Cennet'i Me'­ vayı bütün başınet ve sür'ati i le uçup dolaşmağa başladı. Resul (S.A.V.) Cebraili ilk defa, semacia kendi mel e kiyyet sıfatı ile gördü. Şark ile garb arasını kap l arl ı ğ ı nı mü şahede bu­ yurarak Hat i ce n in evine korku ile gelip : (Ya Hatice! Zemmilfıni) (Ört beni ört beni) dediği tarihler­ de ve s u re i müzemmil'de zikredilmiştir. İşte, bu heybeti ile üç bin sene uçtuktan sonra, on defa daha ilave ederek otuz bin se­ ne uçtu, ve yoruldu. Cennet ağaçlarından bir ağacın gölgesine indi. Allaha secde ve niyaz etti ve seedesinde katettiği mesafeyi '

'

-

sordu.

(Ya Rabbi! Ben aciz oldum. Bu ümmeti Muhamme d'e ver­ diğin cennetin nısfmı mı, yoksa üçte biri mi, yoksa dörtte biri midir? bildir bana) diye niyaz ederken . . . Cevab-ı lzzet gelip : <<Otuz bin sene daha uçsan, bu bilkatın ve sür'atin on misli faz­ la olsa ümmeti Muhammed'e ihsan olunan nimetin onda biri değildir. İki rek'at namaza mukabil bu nimetim ! Ya Ceb rai L dedi. Bu nimet hangi ümmete verildi ? lnsaf edelim , kardeşler! Allahü tealan ın bizlere i h s an ı sonsuzdur. Yukarıda anl a ttığım kıssa sizlere acaib gelmesin. Semada yani gökte öyle yıldızlar var ki, dünyamıza ışını yedi milyon senede geldiğini Astronomi bilginleri söylüyorlar. Daha da uzak ve çok uzakta olan yıldız­ lar da vardır. Yıldızların sayısını şöyle anlatmak isterim k i : Dünyada bulunan her insan bir tek yıldıza taksim olsa, insanlar tükenir, yıldızlar tükenmez. Bunların hepsi dünyamızın göğün­ dedir.


- 2 94 -

Filhakika, göğe nazaran bu görünen alemin bir hardal ta­ n e si kadar olduğunu İmam-ı Rabhani mektubatında haber ver­ mektedir. İkinci göğe kıyasen birinci kat gök bir hardal tane­ s i , üçüncü göğe nazaran ikinci gök bir hardal tanesi, dördüncü göğe nazaran üçüncü gök bir hardal tanesi, beşinci göğe naza­ ran dördüncü gök bir hardal tanesi, altıncı göğe nazaran be­ şinci gök bir hardal tanesi , yedinci göğe nazaran altıncı gök bir hardal tanesidir. Sonra Sidretü'l Münteha gelir ki, ona naza ran yedinci gök yine bir hardal tanesi kadardır. İşte, Sidretü'J 1\lünteha ki Cennetü'l Me'va oradadır. Büyüklüğünü var kıyas eyle; aklın idraki durur. Namaz kılan mü'minler, bu nimete na­ il olacaklardır. Bu S idretü ' l Münteha ki Cebrail (A.S.) ın maka­ mı oradadır.

Bunlar bilinen alemlerdir. Bir de bilin m iye n alemler vardır ki, Haktan başka kimse bilmez. Bir gün , Cebrail (A.S.) in ken­ di heybetine bakıp (Benden daha büyük Allah'ın meleği var mı­ dır?) diye kalbinden geçirdiğinde, kendisine emrolunup filan makama git, şu emrimi tebliğ et! diye vazifelendirdi. Cebrail (A .S.) emri tebliğ etmek için o makama varıp o meleği gördü­ günde kendisi hey'eti asliyesi ile o meleğin yanında bir sivrisi­ nek gibi kalıp emri tebliğ ettiğinde mezkur melek, söylediğini anlamıyorum, diye rek Cebnlili elinden tutup kulağından içeri­ ye soktuğunu Cebrail (A.S.) efendimize haber \'ermişler. İşte aziz müslüman ! Kudreti ilahiyyeye bak ki, bütün bun­ ler yedi kat gök, S idre t ü ' l Münteha, Arş-ı Kürsl b u na kıyasla ne kadar büyük olduğunu, sekiz cennet, yedi cehennem, yedi kat arz, bilinen ve bilinmeyen alemleri bir kün emri ile halk bu­ yurulmuştur. Yıkımı da böyle olacaktır. Bir emirle yıkılacak . tekrar yaratılacak, arzımız başka bir arz olacaktır. O gün mah­ şerdir. Ölüler di rilecek , huzur-u ilahiyycyc sürülccck, maz­ lum zalimden hakkını alacak, herkes yaptığı iyiliğin ve fe­ nalığın cezasını bulacaktır. Bu nasıl olur deme! Hiçbir ş ey ken­ diliğinden olamaz. Gördüğümüz bir şeyin her ne kadar yapa­ n ını görmezsek de, o san'atın bir san'atkfırı olduğunu isbata lü­ z um var mıdır? Bunları plfınsız ve m odel s i z yapan Allah, yık ıp tekrar yapmaktan da aciz midir ki, ikinci ihya modeJlidir. Alla-


- 295 hın b öyle şeylere ihtiyacı da yoktur. Mevlid-i şerifi iyi dinler­ sen birçok şeyler sana haber verir. Ol! dedi bir kerre var oldu cihan, Olma, derse, mahvolur ol dem heman.

Bir katre sudan halkedip, görrnek için göz, işitmek ıçın kulak ihsan edip b unl a rı n yanında anlamak kabiliyeti , tefek­ kür nimeti verdi . Bunlar küçümsenecek şeyler midir? Amma, biz küçümseriz de şükretmeyiz. Yahut şükrü pek az yaparız. Bize verilen nimetierin şükrü, (Yarabbi şükür) demek değildir. Ekmek, ekmek demekle karın doymadığı gibi şükür yarabbi demek de Allaha karşı şükür olmayıp zikirdir . Vücudun şükrü Allaha kıyam, rükfı', secdedir, tesbihtir , tehlildir, tevhiddir. Kulluğunu bilip acizliğini aniayarak Rabbill Alemine karşı bur­ nunu yere, alnını toprağa sürmektir. Verilen gözün şükrü, hak­ tan gayrını görmemektir. Her şeye ibret ile nazar etmektir. Ku­ lağında şükrü, hak ketarnı dinlemektir. Kimden olursa olsun, söyleyene bakınayıp söyletene nazar etmektir. Güzelliğin şükrü, iffet ve ırzını muhafaza, sana verilen nimetin şükrii ise; madde ise infak, ilim ise talim ve öğretmek, mansıp rütbe ise adalet, mazlumun hakkını zalimden almakla olur. Eğer şükrü böyle yapmazsak, verilen bu n imetler bizim için nikbet olup, bunla­ r ı n şükrünü yerine getiremediğimizden cezalara çarpılarak bun· ların hesabını veririz ve cehennemİ boylarız. Hazret-i Mısri Niyazi Efendimizin şu sözü bizleri irşada kafidir : Bir göz ki olmaya ibret nazarında Ol düşmanıdır sahibinin baş üzerinde Kulak ki öğüt almaya her dinlediğinden Akıt ana kurşunu hernan deliğinden Bir el ki olmaya hayr-ı hasenatı Verilmez ona cennet ilinin derecatı Bir ayak ki mescid yolun bilmez onu kes, Öğrensin, onu mescid kapısında as.

İbret sahibi olmayan göz senin düşmanın

olduğu

halde


- 296 başının üs t ünde taşıyorsun. Allaha secde e t meyen vücut sen i n düşmanındır. Hayır, hasenat etmeyen cl düş manındır. Hayra gitmeyen ayak düşmanı n d ı r . Bunları kes

at, d üşman ı n a hizmet

e tme . Azizim; s izlere soranm . Baş sen misin,

senin mi ? Sen

d eği l , senindir. Kol sen misin , sen in mi ? S e n değil, senindir.

Ayak sen misin, senin mi? Sen deği l , senin . B u vücut se n misin , senin m i ? Sen değil, senindir. Pek i sen

nesi n ? Hepsi toplanıp işte ben b uyum dersen ona cevab ı m ı z şudu r : Gönlün birçok şeyler yapmak istiyor. Vücudun buna raz ı o lmuyor . Eğer, i ş t e vücudunla ben i m diye iddia eden sen; vü­ cudun sana binektir. O başka , sen başka ? O baş ka olmasa idi, sana n 1 m olması şarttı. Halbuki böyle olm uyor. 1 - Yatıp uyuyorsun. Vücudun i s t irah a t t e iken sen rü­ yalar görüp yo ruluyorsun . 2 - Sen p a ra kazanmak için çalışmak istiyorsun, vüc u t ist e rneyince isteğini yerine getiremiyorsun. Bi rçok vakalar ba­ şına ge ldiğ i halde farkında b i le değ i ls i n . Vücudun eğer sen ise, öldüğün zaman sen ne redes in ? İşte bineğini sana terkettiriyor­ lar da, o güze l dilin konuşarnaz, o yürüyen ayağın yü rüyeme z o l uyor. Herkes senden k açı n ıyo r . Sen ampul gibisin, ı şığı bize gösteren am p ul oluyor, arn p ul başka cereyan başka. Onun için, hak Resul bu işi şöy le t a'ri f e d i yor . B i r kötü­ rüm, bir körün s ır t ına binmiş. Köre m i sal vücudun, kötürüm�? misal ruhu ndu r . Onun için kendi azalarımız olan el, ayak, göz k u l a k kendimiz hakkında huzur-u Rabbil A l e m i n de birbirinden davacı olu p kendi sahibi al eyhi n e ş i kaye t te b ulunacak . Ve yap­ tığı i ş le re şahit olacaktır. Vü cu t d iyecek ki (Ya Rabb i ! Beni m kabahatim yok , ruh olmasaydı ben ne yapab i lirdİ m ?) Ruh diye­ cek , (Vücut olmas a ben ne yapabilirdim , Ya Rabbi) diyerek b i r · bi rleri n i şikayet etti klerinde Cenab-ı Allah onlara : (Bir kötü­ rüm, bir körün sırtına binip bir suç işleseler, han gi s i suç l u ­ d u r ? ) d iye sorup (Her ikisi de suçludur) ce vab ı nı alınca; (öyle i se iki n iz beraber cezanızı çekiniz. B i riniz kör, biriniz kötürüm gibi idi niz . Suçu b eraber işlediniz,) diyerek na'ra atacaktır. B u h abe ri Resul (S.A.V.) verdiğinde t ebe ssü m huyurup mübarek femi s a ad e t le ri n de dördüncü dişle r i göründüğünü sahabi efen­ d ilerimiz haber vermektedirler.


- 297 -

Bir hırsızlık yapanın elinin izleri, kendi aleyhine şehadet ettiği gibi . . . Bir kimsenin lisanı suç işleyip sahibini belaya dü­ çar eder. Yahut işlediği suçu itiraf eylerki, kendi aleyhinde şc­ hadettir. Görene görene, Köre ne, köre ne ? Dünyada ne varsa ahiretin remzidir. Yukarıda Cebrail (A.S.) dan bahsettiğim için bu kıssay·ı anlatmadan geçemiyc cc ­ ğim. Bir gün, Cenab-ı Allah Cebraile, (Ya Cebrail seni, ben} adernden eyleseydim bana ne ile ibadet ederdin ?) demi ş . Ceb­ rail: (Ya Rabbi! senin için gizli aşikar birdir) deyince (Evet öy­ ledir. Kullanın vakıf olsunlar ki, benim bildiğimi onlar bilmez­ ler.) Allahın kulunu imtihanı da böyledir. Allah kulunu ünli­ han eder. Kendi zatını öğrenmesi için değildir. Kendi zatını öğrenmesi için olsa idi, Allaha cehl isnad olurdu ki, Al lah nok san sıfatiardan münezzehtir. Allahın kulları imtihanı , imtihan olan kulu diğer kullara bildirmek içindir. Yahut da o kula ken­ dinin miktarını bildirmek içindir. Bu böyle malum ola. Cebrail (Zatı Ulılhiyyetine üç şeyle ibadet ederdim . Biri fakr-i hal olanlara yardım ederdim, günahkarların suçunu ör· terdim, susuzları sulardım) deyince, Allah Teala ona : (Böyle yapacağını bildiğim için seni vahyiıne müvekkil kıldım) buyur­ du. Bir kimse namazını kılsa, zekatını vermese o kimsenin na­ mazı indi ilahide makbul olmayıp merdud olduğunu R esulüllah haber veriyor. Susuzlara su vermek meselesine gelince, en büyük scvap su dağıtmaktır. Suyu menedenden daha zalim bir kimse tasm·­ vur edilemez. H i KAYE Zinnuni Mısri Hazretleri, hacca gidiyordu. Çölde, bir kö­ pek gördü ki, susuzluktan yerleri yalıyordu. Zinnuni'nin yanın­ da su yoktu . Onlarla beraber giden hac kafilesine yetişip : (Ey hacı namzetleri, şu kelbe su verene «bu hac benim 70. haccım­ dın> . Yetmiş haccıının sevahım veriyorum) diye köpeğe su ve-


- 298 rene hediye etmiştir. Dünyada olana merhamet et ki, hak da sa­ na merhamet eylesin. H i KAYE Müslimi şerifin rivayetine göre; Hz. Musa zamanında bir kadını fenalığından dolayı şehirden sürmüşlerdi. Mezkılr kişi çölde dolaşırken bir kuyu başında bir köpeğin dolaşıp, susuz­ luktan yerleri yalarlığını gördü. Başındaki örtüsünü kuyuya sa­ larak, ıslatıp ayakkabısının içine ısianan örtüyü sıkarak hay­ vanı suladı. Sonra bu kişi öldü. Allah, Musa Aleyhisselama vah­ ycdip, (Var filan mahalde bir dostumuz öldü. Cenazesini kal­ dır, namazını kıl.) Musa nebi, her kime sorar ise, böyle bir Al­ lahın dostunu tanımadıklarını ifade ederler. (Yalnız şehirden kovulmuş bir kişi var i di, öldü. Dünya onun şerrinden kurtul­ du. Biz onu bir çukura attık) derler. Allah vahyeyledi; (Ya M u­ sa! İşte o kul benim dostum idi,) dediğinde, (Aman Ya Rabbi ! Kulların onun kötü kişi olduğunu söylüyorlar) dedi. Cenab-ı Al lah, (Ben, baha Allahı değilim, bahane Allahıyım. Kelbi sula­ dığı için mahlılkuma, merhamet ettiğinden, onu dostlarım ara­ sına kattım,) b uyurur. Bir kelbi sulayan böyle olur ise, ya in­ sanları sulayanların , çeşmeler yaptırıp kuyular açtıranların, kanallar kazdınp, barajlar yaptıranların alacakları sevapiarı bir düşünün. Harun Reşit ki, Abbasi halifelerinin en büyüklerinden idi. Onun çok sevgili ailesi Zübeyde Kabe'ye su getirdi. Hala Zü­ beyde suyu diye anılmaktadır. Ölümünden sonra, rüyada onu gören bir veli (Allah sana ne muamele yaptı?) diye sordu. O da (Affeyledi) , diye cevap verdi. Veli ona (Elbet affolursun, Kabe'­ ye su getirdin. Böyle bir hayra nail olan affolur) deyince, Zübey­ de, (Rabbim beni ondan ötürü affeylemedi. Zira, o yaptırdığı m hayırcia milletimin hakkı varmış. Amma hayra sarfettiğim için affa mazhar oldum) der. Ashabı vakfın getirdiği suları kesenle­ re, bu vakıfları teb dil edenlere lanet vardır. Yarın mahşerde ashabı vakıf bunlardan davacı olacağı gibi, ümmetin fukarası kurtlar, kuşlar dahi davacı olup, bu zalimlerden haklarını ala­ caklar, bu hainler de azabın en şiddetlisini göreceklerdir. B un·


- 299 -

lara yardımcı olmıyacak, hakkın azabına tahammül edem iye­ klerdir. Vakıf alınmaz, vakıf satılmaz, vakıf rehin edilmez, vakıf tebdil edilmez, büyük günahtır. Lanet alana, satana, tebdil ede­ nedir. Diyar-ı islamcia mü 'minlerc yakışan vakfa riayettir. Vak­ fa riayet etmiyenlerin yakın bi r zamanda gözleri kör olduğunu yahut kanser illetine yahut herhangi bi r belaya düçar oldukla­ rını biz gördük, siz de görürsünüz. Ölüp kurtulma yok. Dünya­ n ı n en b ü y ü k azabı ölüm olup, ahirette kafirlere, ölmek en bü · yük nimettir. Onun için süreyi Nebe'nin son ayeti, «Vakta ki ce

hayvanların hesabı görülüp, Allah hayvanatı toprak edince, ka­ flrler azab-ı ilahiyye}i görüp ölümü nimet bilip, keşke biz de toprak olsaydık, diyecekler.>> Elbet öyle. Zillet ve azap içinde

yaşamaktan ister dünyada, ister ukbada toprak olmak, yok ol­ mak devlettir. Fakat, orada ölüm yok. Kafirlerin ve zalimlerin bu temennisini, bizlere lütfundan ve kereminden Allah beyan etmiştir. Yoksa bunların halini söylemeye tenezzül bile etmez­ di. Ne kıymetleri vardır ki indinde .. Kafirin küfrü onun salta­ natma zarar mı eriştirir? Yoksa senin ve benim iyman etme­ miz ona şan ve şeref mi bahşcder? İyınan edenin iymanı kendi­ si için olup, darcynde selftmet, necat bulur. Kafirin küfrü de kendi için olup, dünyada ve ahirette azaba düçar ve.. iki c ihan ­ da da zelil ve hakir olur. Mesela, bir kimse diğer birinden iyilik görüp o iyiliğe k ar­ şı nankörlük ederse, vazifeyi insaniyyesini yapmamış olur. Her­ kes, fena nazariada bakar. (Bu ne kötü, nadan, alçak kimse imiş) diye ona buğz ederler. Zalimler, kafider de böyledir. Yok­ tan var olmuş insan, yaratılmış göz, kulak, anlayış sahibi kılın­ mış, hergün Rabbinin nz.k.ını yiyip, kulluk vazifesini yapmaz ise Rabbine k arş ı nankördür, asidir. İnsanın in sana karşı yaptığı iyiliğe kötülükle mukabele edene yukarıda zikrettiğim çirkin sıfatları söylersek; Rabbil alemi ne karşı yapılan küfranı nimete ne deriz? Onun için iy­ man sahiplerine arnel-i salih erbabına, hltfü kerem ; küfranı ni­ met ederek Rabbini unutan asi mücrirnlere azap hak olmuştur ki, kendilerine o günde sorulacak : (Size bugünleri, bu korkulu demleri, haber verenler gelmedi mi ? Size azabı haber verme-


-

300

-

diler mi ?) denildiği zaman , (Evet geldi, bizlere böyle olacağını haber verdiler. Ama biz inanmadık ,

onları

yalanladık.

Allah

böyle şeyler indirınedi. Siz uyduruyorsunuz, dedik. Eğer bizde düşünme için akıl , işitme için kulak, görme için göz olsayd ı , şimdi bizler, b u belalara uğrayıp cehennemlik olmazdık) diye­ rek günahlarını itiraf ederler ve kendilerine verilen bu ceza­ nın hak olduğunu söyliyerek, mahzun, müteessir feryad-ı figan ile birbirlerini muahaze ederek nara sevkolunacaklannı kela­ mullah haber Yeriyor. Mikroptan kaçar gibi, daha da süratli olarak küfürden , daW.letten, kötü itikattan, haram vakfa ihanetten, yetim hakkından, kul ve hayvan

yemekten, hakkından ,

devlet ve millet hakkından kaçınız. Velev ki zerre kadar olsun. Zira, zerre zerre derken dağlar gibi olur da haberin olmaz. Allah'a karşı işlenen suçlar, ister büyük, ister küçük olsun, suç suçtur, isyan isyandır. Küçücük, hatta gözle göriilmesi da­

hi mümkün olmayan bir mikrobun insanı helak ettiği nasıl bir da in­

gerçekse, Allahu teah1'ya karşı işlenen en ufak bir günah

sanın felaketine sebep olabilir. Bu itibarla, günah ve isyanların en küçüğünden bile arslandan kaçar gibi kaçmak ve sakınmalı­

dır ki, felaha erelim .

Bunun için de beden ağyar ile gönül yar ile olmalıdır. Be­ den dostu ile na'im

ve

gönül her dem dostu ile ka'im olmalıdır.

Beden rahat ile mekanda, gönül aşk-ı habib ile seyranda, kulak seda ile, gönül Huda ile, göz rakipte, gönül Habip'te, el san'at­ ta, gönül Hazret-i Hak'ta, ayak yürümekte, · gönül zikretmekte olursa kişi Hakka isyandan, Rabbil-alemiyni

nisyandan azade

olur ve beden de gönül de necata erer, kurtulur . Böyle olmazsa; ceset her ne kadar zahirde rabatta olsa \'e­ ya öyle görünse bile, ruh zindanda ve vücut isyanda ve büsran­ da kalır, mahv-u-helak olur. Daha bu alemde iken ceza.ya uğrar} fanide azabı tarlarak alem-i bekaya öyle giderler. Evet ; günahın da sevabm da küçüğü ve büyüğü olmaz. Al­ lah celle hazrederine küçük bir isyan, insanı dünyada belaya ve ahirette cezaya uğratır. Şu hikayeyi ibretle oku da kı s sa da n hisseni al! . .


-

30 1

-

HiKAYE İ stanbul'da Süleymaniye mahallesinde ders-i-amdan bir zat vardı. Ne yazık ki bu zat, sırası geldiğinde : - Ben, Peygamber zamanında bulunabilseydim, ne yapar yapardım ve Res(ıl-ü zişfma fa'izin haram olması keyfiyetini kaldırtır ve fa'izi helal �ydı rtırırdıın, der ve bu batıl itikadın­ da inat ve ısrar ederdi . Nihayet, o da her fani gibi ecel yastığına baş koydu. O mühlik anda esirik deve gibi ağzından köpükler saçmaya baş­ ladı. Öyle ki, ağzından fışkıran bu köpükler yattığı odanın ta­ vanına kadar sıçrıyordu. Sonunda ruhunu teslim etti. Rahat döşeğinde vücudunda gayet kerih, insanı iğrendirici ve tiksindirici bir koku peyda oldu. Öyle çirkin bir koku ki, yalnız gasledeni değil , cenazesinde hazır olanları dahi tedirgin etti. Bir müddet sonra salihlerden bazı kimseler bu hoca efen­ diyi rü'yalarında görerek ahiret aleminde hakkında nasıl bir muamele tatbik o lund uğu n u sorarlar. Cevabcn : - İymansız olarak çenem kapandı ! . . deyince, bu felakete neden uğradığı sorusunu da şöyle açıklamı ştır : - Dünyadan iymansız göçmeme Peygambere fa'izin ha­ ram olduğu hükmünü kaldırtır, fa'izi helal ettirirdim , demem yüzünden bu feci akibete ma'ruz kaldım ! dediğini kendisini rü'yada görenler yeminlerle te'yid etmişlerdir. Fenalığın küçüğü olmaz. Küçük bir delik zamanla koca bir geminin batınasına sebep olur. Damlardan dökülen damla­ lar küçüktür ama, zamanla damladıkları yeri aşınd ı rır , delerler. Damla damla biriken su, zam anla bir göl olur. Koca bir havuz­ da yahut fıçıda iğne deliği kadar bir delik, içinde bulunanın yok olmasına sebep olduğu hepimizce malumdur. H ayı r işlerine ge­ lince, zerre kadar hayra koş Onu yapmaya hevesli ol. Senin kıyınet vermediğin, ehemmiyetli bilmediğin bir hayır senin necatına sebeptir. Hayırların başı Allaha iyınan, peygam berlere iyman, meleklere, kitaplara iyman, hayr ı n şerrin, kaderin, Al­ lahtan olduğuna iyman, öl d ükten sonra tekrar dirilrneğe Alla­ hı n huzurunda hesap verrneğe iyman, Allahın birliğine, Mu.

,


- 302 -

hammed aleyhisselamın nübüvvetine şehadet edip, beş vakit namazı vaktinde eda, zahirinde tadil-i erkana, farzına , vacibi­ ne, sünnetine, riayet, batınında ise Allaha tam teslimiyet, farz­ larda ise emirlerine riayet, nehiylerinden içtinap, vacibinde ise, bayrı hasenata sa'y, sünnet inde ise bunları severek yap· ınandır. Zira, Allahü teala namaz kılanlara (Veyl olsun ki ya­ ni azabım o namaz kılanlaradır ki, onlar zahirde namazın erka­ nına, dikkat ve riayet ederler de, namazın ruhu olan yardımlaş· nıayı menederek bu güzel namazlarında seh i v ederler.) buyur· du. Sehv denildiği zaman, namazın zahirinde yapı lan hades­ ten ve nceasetten taharet setri avret, vakit niyet, iftitah tekbi­ ri , kıyam, kıraat, rükfı, sücud, celse, haLalı olsa dahi mücerret bunlar için veyl olsun, azab olsun. O namaz kılana ki namazla­ rında sehv ediyorlar denilmezdi. Zira server-i Alem (A .S.) (Üm· metimden, sehv ile hata ref' olundu.) Buyurmazdı. Niyete iti­ bar vardır. Hata ve nisyanı sehv ile yenilen oruç sahihtir. Yu­ karıda zikrettiğimiz gibi, namazı kılıp şekillerine dikkat edip, ruhu salat olan manayı namaza dikkat etmiyen gaflet içinde namaz kılanadır. Bunlar, hadesten taharet ki, abdestin farzı dörttür. Sünneti şu kadardır. Yüzünü yıkamak, hakka söz ve­ rip senden, başkasına yüzümü tutmam . Ancak sana yüzümü dö­ nerim. Gözlerimle senin rızan olmayan şeylere nazar etmem demektir. Zahirde mücerret abdestin farzından biri olan, yüz yıkamaksa, kafir, zalim de yüzünü gözünü yıkıyor. Zahirde farz olan, kolları yıkamak, abdest ise kollarını yıkamayı kafir de yapıyor. Musaili zahirde kolunu yıkadığı gibi batında da (Ya Rabbi! Senin rızandan başka yerlere kollarımı uzatmıyacağım) diye Hakka söz vermesidir ve rizay-ı ilahiyeden gayrı yere ko­ lunu uzatmamalıdır. Başını m e s h ettiğinde (Emirlerin başım tacıdır, cismimin miracıdır) demektir. Kulaklarını yıkadığın zaman, kulak yıkamak sünnettir. (Ya Rabbi ! Senden başkası· nın sözünü dinlemem, ancak senin rızan olan şeyleri dinleyecc­ ğim ve kclarnının dinlenmesine mani olanları bu su ile temizle · diğin gibi o kötü duyguları atıyorum) demektir. Ayaklarını yı­ kadığın zaman (Rizan olmıyan yerlere gitmiyeceğim . Söz veri­ yorum) demektir. Bu manalar ki deryadan bir katre, Şemsten


-

303

-

bir zerredir. Yoksa, mücerret ayağı yıkamak abdest olsayd ı , kafir zalim ayağını sabun, sıcak su ile yıkıyor. Onun öyle yap­ ması bakımından Allaha daha hoş gelirdi. Nceasetten taharette böyle mücerrct , zahin.le diinva ncea­ setinden temizliği gibi hakikatcia batmını temizlemektir. Dünya çirkefinden . haset ten, nifa k t a n , t a t h ir olduğunu a nl a m an , ve bilmendi r. Setr-i a\Tete ge l ince ; Hakka karşı yal n ız kendini gizlemek mi sandın ? Ne kadar gizle n sen o görür. Ke n di ayıbını örttüğün, başkasına göstermediğİn gibi, onların da ayıbını örteceksin . Ayıp örtmenin n e kadar sevap o l d uğu n u Cebrail kıssasında anlattım . Kıbleye yönelmek farz olduğu mu­ hakkak. Ama, biri takva, Hak katında şarka, garba dönmek makbul olmayıp, Allaha, kıyamete, meleklere, kitaba, nehilcre , iyman olduğunu beyan buyuruyor. İnfak sevdiğiniz malları sc· verek, sevdiklerinize yani mü'minlere vermek farz oluyor. Aynı zamanda akrabalarınıza, yetimlere, yoksullara, gurbette ga rip düşmüşlere, haceti olanların hacetini görmek, köleleri azat e t · mektir, diyor. Zamanımızda, kölelik yoktur, kölelik kalkmıştır diyene şaşarım. Zalim bir kimsenin e m rind e senelcrce çal ışıp hakkını alam ıyan , kendini k urtara m ı yan , v e hü rriye ti ne kavu­ şamıyan zavallılar, köle değildir de ya nedir ? H a k k i yl e bu h u­ suslara riavet ederek zahirinde tadili erkfma, batınında ise hu­ kukullaha ve hukuku beşere riaye t ederek namazların ı kı lan­ lar, hakkiyle hak sahiplerine zekat veren lerdir. İmam-ı Ali ye sormuşlar: (Ya imam! Zekat kaçta kaç \·cnn e k t i r ? Şeriatı Ah­ mediyyenin ölçüsü nedir ?) demişler. Cevap l arı n da (Nekeslcre. yani tamalıkarlar için kırkta birini vermektir. Bizim için hepsi ni vermektir) buyurmuştur. Şunu anlatmadan geçemiyeceğim : Hz. Ömer rivayet ediyor: « Bir harp are fcsiyd i . Efendimiz bizi infaka davet etti . » İçimden dedim ki: (Bu sefer Eba Bekri bu hayırcia geçeyim) . Malımın nısfını al ı p huzuru Resulüllaha vardım. Efendimiz bana sor du : (Ya Ömer, ne kadar getirdin ? Ne kadarını evde bıraktın ?) Ben de ccvaben : (Ya Nebiyallah! Nısfını getirdim, nısfını çocuk larıma b ı ra k t ı m ) dedim . (Allah kabul buyursun) dediler. O a ral ı k Ebu Bekr huzura dahil ol­ du. O da servetini getirip Resulüllaha teslim etti. Ona da sor­ du : (Ya Eba Bekr, ne kadar getirdin ?) Cevaben : (Hepsini ge'

,


-

304

-

tirdim Ya Resülallah!) dedi. Efendimiz ona: (Çocuklarına bir­ şey bırakınadın mı ?) dediğinde, (Onlan Allaha bıraktım) bu­ yurdu. Ben bu hali görünce bir daha Ebfı Bekr (R.A.) ile hayır yarışına girmeye tövbe ettim. B iz ayetin mealine gelelim. Ha­ yır sahiplerinin güzel huylarından birisi de ahiderinde vefakar olmak, sözlerinde durup verdikleri sözlerde sehat etmektir. Münafıkın alametleri üçtür: Nifak sahibi yalancıdır. Ya­ lan söyler. Vaadinden ve abdinden döner, sözünde durmaz. Emanefe ihanet eder. Bu sıfatlar münafık sıfatıdır. Mü'mi­ nin sıfatı ise : Zarurete belalara darlıkta, musibetde sabreyle­ yenlerdir ki, işte Habibim iymanda sadık olanlardır. Haktan ittika edenlerdir, diyor Allah. Yoksa farz olan mücerret kıblc­ ye yönelmek değildir. Vakit ise zahirde namaz vaktinin geldiği­ ni bilmek farz olduğu gibi, hakikatta, herşeyin vaktinin geldiği­ ni tayin farzdır. Niyet her namazda yapıldığını bilmek farzdır. İslamda her şey niyetledir buyrulmuştur. Batın niyeti, bir da­ ha bu terkett iğin kötü sıfatiara dönmemeğe, riicu etmemeye niyettir. İftitah tekbiri farzdır. Hakikatta iftitah tekbiri ile, dünya ve masivayı geriye atıp huzura vardığının farkına var­ maktır. Ezanın okunması, İsrafil'in suruna işarettir. Ezanı işitip camiye koşmak, kabirierden kalkıp mahşere gitmemize remzdir. Camiye vardığımızcia malışer yerine cem' olmaya işa­ rettir. Saf bağlandıkta, bütün insanların saf bağlıyarak huzur-u ilahiyede kıyamda durmalarına alerndir. İftitah tekbiri alan kimse huzuru izzete hesap vermeye duran , kimseye alfunet­ tir. Hesabı okunup , Allaha karşı mahcubiyetinden rükfıa varıp, i 'tirafı zünfıp ederek : (Ya Rabbi ! Seni noksan sıfattan tenzih ederim. Azimsin . Benim günahım senin rahmetİn katında şey'i kalildir) diyerek yalvarmasına teşbihtir. Sonra cebrolunup, oku oku kitabını denildiğinde rükfı ile sücud arasında , kavmeye işarettir. Defterini okuyup öyle irtikap ettiği günahlara tesa­ düf ederek, tekrar korku, huşu ile secdeye kapanarak (Aliyyül A'la olan Allah, seni noksan sıfattan tenzih ederim) diyerek yalvarınasma birinci secde işarettir. Tekrar olarak kalk, def­ terini oku, diye emrolunca Allahü Ekber diye kalkıp mahcu­ biyyetinden ikinci defa secdeye kapanması, namazdaki ikinei


- 305 secde buna alamettir. Tahiyyete oturması, her yaptığı yüzüne vurulmuş, nan hak ettiğinin farkına varmış, sağına bakıp, ken­ dine şefaatç i arayıp bulamayıp, tekrar soluna bakıp

şefaatçı

araması, namaz selamma teşbihtir. Zahiren k ıy amda rükıl da, kavme de, secde de, tahiyyat da selam da, ama

hakikatta bu

halde olmasını bilmesi namazın budu, huşuundandır.

İmam-ı Ali efendimiz (R.A.) namaza duracağı

zaman

kah

k.ızanrlar, kah beyaz olurlannış. Bu hali gören ehli beyti ona sonnuşlar: (Ya imam!

Namaza

duracağınız zamanda sizler

kah kırmızı, kah bembeyaz oluyorsunuz!) cevaben : (Huzuru Hakka çıkıyorum . Bu kolay mı ?) diye buyurmuşlardı . Yine if­ titah tekbiri ile huzura vasıl oldu mu, dünyadan ayrıldığına al amettir . Zahiren k.ıyamda durması, manen, (Ya Rabbi! Senin önünden, başka ve senin dostlarından başkasına kıyam etmi­

yeceğim) demesidir. Zahiren rükıl farzdır. Batmen (Ya Rabbi !

Senden başkas ı na rüku etmem. Senin düşmaniarına müdaram, muavenetim yoktur) demesidir. Hamd edenlerin hamdini işiten sensin, deyip , zahiren secde farzdır . Batmen (Y a Rabbi ! Ancak, sana secde ederim . Ben hiçtim , beni topraktan hiç olacağım) deyip, ikinci secdeye kapanması

getirdin, yine namazın sırla­

rındandır. Anlattıklarun , bu hususta bir hiç mesabesindedir. İşte, bu tarzda namaz kılanlara veyl ve azap olmaz. Veyl , azap,

Allaha secde ederek , Allah düşmaniarına yardım edip, secde­ gahını bilmeyen müraiyyedir . Vey l v e azap ;

Hz. Mevlana'nın dediği gibi, namazda başını

s ecdeye koyup, kıçını

yukarıya

dikmeyi namaz zannedenlere­

dir. Bu veyl ve azap ki bunlar namazın ve islamın

hakikatini

bilmeyip, bütün fenalıkları yapar, cümle fena huytarla sıfatla­ nır ve Allahın bütün men ettiği cürümleri irtikap ederek namaz

kılanların, bu namazları onlan Allaha yak laştırmay ıp , bilakis

Allahtan uzaklaştırdığı

için,

bunlara,

kitab-ı

kerimde

Allah

(Vcyl, azap olsun o namaz kılanlara) demiştir. Ya namaz kıldığı

halde kötülüğü ter k etmiyene, namazında sehvedene, muavene­ ti men'edene, Allahın azabı, olursa hiç namaz kılmayarak , bu fen a huylarla huylanan kimselere ne gibi azap ve i kab olacağı­

nı bir düşünün mü'minler . . .

l rşAd. C i lt 1

-

F : 20


- 3 06

Diğer bir aye ti kerimede, namaz insanı fuh şiyyattan kontr, münkirattan meneder, dediğine göre bir kimse hem namaz kı­ l ıp, o kıldığı namaz onu fuhşiyyattan, münkirattan men etmi­ yorsa, demek ki böyle olan kimseler namaz kılmayıp, namaz

gösteriyor demektir. Allahın istediği gibi namaz kılsalardı , o namaz onlan fenalıklardan, münkirattan men'erlecek idi. Hak­ kıyla namaz kılan kimseye kıldığı namaza ilisan olan şu nimet­ Iere bakınız. Aleyhissalatü vesselam Efendimizin şu müjde s i namaz kılanlara ne büyük beşarettir. Kıyamet kopup insanlar mahşere cem ' olunca, ve insanlar arasında bazı kimselerin yüz­ leri yıldızlar gibi nurdan pırıl pı rı l parlıyacak. Melekler bunla­ ra hitap edecekler: (Ne amel ile bu dereceye vasıl oldunqz ?) sualine karşı. (Bizler dünyada ezan okunduğunu duyduk mu hemen abdest almaya koşar, huzurullaha çıkardık) diyecekler. Bazı kimselerin yüzü ay gibi parlak nurlar

sual olduğunda, (Bizler, abdestli

olup ezanı

saçacak.

Bunlara

M uhammediyeyi

böyle abdestli dinler, mescide Rabbimizin huzuruna çıkardık) diyecekler. Bazı mü 'minlerin yüzleri ise güneş gibi ziyadar o lup , bunlara (Siz ne gibi arnelle bu mertebelere nail oldunuz ?) sua­ line, (Bizler helaldan kazanıp

helaldan yerdik. Kazancımızın bir kısmını fukaraya, yoksullara ikram ederdik. Namaz vakit· lerinden evvel mescitlere gelir, ezanı mescitlerde dinlerdik. Rabbimiz, bizlere bu dereceleri ikram etti) diyecekler. Şu müj­ deye bakın! Mü'minler Resfıl Aleyhisselam buyurup, bizleri

ir­

şat e diyorlar. Bir mü'min, namaza imarnın ilk tekbiri ki, iftitah

tekbiri deriz. O ilk tekbir ile girmesi onun hakkında bin hac ve

bin omre haccı (ki senin her vakitte yapman caiz olan bir iba­

dettir) yapınışeasma sevaba nail olur. Bu ilk tekbir ile namaza giren mü'min, Uhud dağı kadar altını infak etmiş gibi ecre gi­ rer. Her rekatına bir sene Rabbine ibadet etmişcesine sevap ve­ rilir. Nardan, nifaktan beri olup, cennetteki mekanını bu dün­ ya aleminde iken görür de cennete hesap görmeden dahil olur, buyuruluyor. Tabii bu müjde hakka hakkıyle kulluk edip na­ maz kılanlaradır. Yine şu müjdeye bakınız: Resul Aleyhisselam

buyurdu: Bir mü'min namaza durup Allahü Ekber dedi mi, Al­ lah meleklerine emreder :

- Kulumun günahlarını kaldırın k i , bana

temiz

olarak


-

307

-

ibadet etsin. Melekler de günahını kaldırırlar, o kul namazı bi­ tirdi mi melekler : « Ya Rabbi! Bu kulun günahlannı yine üze­ rine yükleyelim mi ? diye sorduklarında hitabı izzet gelip, (Ey mcleklerim, keremime layık değildir. Kaldırttığım günahı tek­ rar yazdırayım. Onun bütün hatalarını affettim) , der. » Efendi­ mizin şu müjdesine bakınız; Mü'minler, üınmetimden şu Idrn­ se ki, temiz ve hela.I su ile abdest alıp imarnın arkasında nama­

za durursa, o kimse Allahu zülcelalin rahmetine müstehak olur. Yine aleyhisselatü vesselamdan naklolundu: « Bir mü'min beş vakit namazı cemaatle kılar ise, o musaili beş müjde ile tebşir olunur: >>

Dünyada fakirlik isabet etmez. 2 Kabrinde azap görmez. 3 Mahşerde kitabı sağ tarafından verilir. (Sağ tarafından kltabmı alanlar ehll cennettir. Eğer bir kimsenin kitabı solundan veyahut arkasından verilirse ehli nardır.) 4 Sıratı yıldınm gibi geçer. 5 Azapsız hesapsız cennete dahil olur. 1

-

-

-

-

-

Sahibi kerem (S.A.V.) efendimiz, şöyle teşbih ettiler ki :

(Bir kimsenin kapısı önünden bir nehir geçse, o kimse günde beş kerre o nehirde yıkansa, o kimsede kir kalmadı� gibi, beş kerre huzuru izzete dahil olanda günah kalmaz. Zira rabmed ililüyyeye dahll olup mazhan güfran olur.) Bir şişeyi necaset­

le doldurup denize bıraksalar denizin suyu o şişenin dışını te­ mizler. O şişenin içine nüfuz edemediği gibi dışını temizleyip , içini temizleyemiyenler, aynı o şişe gibi dışı temiz olup, içerisi kirli kalır. Onun için bu nehre beş kerre giriyorsun, içini ve dı­ şını temizle ki, affa hakkı ile mazhar olasın, dünyada iken cen­ netteki makamını göresin. Dış temizliği abdest, necasetten taharettir. İntizamdır. Doğruluktur. İç temizliği ise, u'cub , kibir, riya, hasetten, ga­ zaptan, dünya hırsından, tama'dan, haram yemeden, düşün­ meden söylemeden, şehvetten; kalbini temizlemektir. Hak'tan ve Restıle muhabbetten gayrini kalbine koymamaktır. Azizim , b u güzel sıfatlar sende olursa, hak sana ikab etmez. Kanaat­ kar olursun, fakrın ateşinden beri olursun da vücudun kabir·


- 308 de azap görmez, herkesin vücud� manada kendi � abridir. Bak . yada hakkın ıkramına . . hakka, hakkı ile kulluk edene dun .

HİKAYE

Tabiin zamanı idi, iki ateşperest kardeş, birbirleri ile şöy­ le konuştular : ( Bizim abaü-ecdadımız ateşe tapagelmiş, biz de ateşe ibadet ediyoruz. Şu taptığımız ateşe elimizi sokalım. Elimizi yakarsa, ona ibadetten vaz geçip yeni bir din zuhur et­ miş, o dini sorup soruşturalım ve girelim. Dini getiren pey­ gambere iyman edelim) , diyerek ellerini ateşe soktular. Elleri yandı ( Ey ateş ! Allah isen bizim ellerimizi yakma) diye yine tekrar ateşe sokup elleri yanınca ( Eğer bundan bize Tan­ rı olsaydı, ellerimizi yakmazdı) diye islama talip olurlar. Şe­ birdeki müslümanların mescidine doğru yola çıkarlar. Yolda ağabeyisi kardeşine, ( Ben, bu işten vazgeçtim, babalarıının dininden dönmem) deyip geri döner, küçük kardeşi ise ( Ben hakkı arayacağım) diye mescide girip bir yere oturur. O aralık Malik B . Dinar, va'zü nasihat ediyordu. Fakirin ya­ nında zengin, kumandanın yanında asker, güzelin yanında çirkin, hastanın yanında sıhhatli, birbirine kaynaşmış zevat sınıf farkı yok. Beyazın önünde bir siyahi, efendinin önünde bir köle oturmuş bir kardeşlik havası, bir vefa yuvası idi. Bu mescitte fukara geriye atılmıyordu. Herkes, diz dize oturu­ yordu. Şefkatli bir baba gibi nasihat eden bu zatı şevk ile dinliyorlardı. Kendisi ateşgede olduğu halde ona da birşey dememişler, aralarına alıp bağırlarına basıvermişlerdi. O bir zaman hıristiyan olmak için kiliseye de gitmişti , orası hiç de böyle değildi. Orada zenginlerin yeri ayrı, fakirin yeri ayrı

idi. Zenginler güzel koltukta oturuyor, fukara ise ayakta du­ ruyordu. Hele zavallı köleler onların elinden neler çekmiyor­ lardı. Bu gibi fakirleri düşünürken o iyınanlı zatın güzel söz­ leri, müjdeleri ona büyük bir devletin kapısında olduğunu, başına bir tacın konacağını tebşir ediyordu. Tahkik etmeye lüzum kalmamış, sanki Cennete girmiş gibi idi. Ders bitti, o delikanlı ayağa kalkıp : ( Ey şevkli alim ! ey hak yolunu gös­ teren mürşit ! Ben ateşperestim. Hak dinini kabule geldim. Bana iyman ve islamı arzeyle, ) dedi. Malik B. Dinar ( Allah


- 309 birdir, ondan başka ibadet edilecek hiç bir ilah yoktur. Muham­ med (S .A.V.) onun Resulüdür) diyecek ve kalbin ile İnanacak­ sm, dedi.

O da şu mübarek kelime ki (Eşhedü enli dahe diallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve ResU.Iüh) deyip mü'min mtivahhid oldu, (Allaha, meleklere, kitaplara, Resullere, hay­ rm şerrin karlerin öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna ina­ nacaksın), dedi. (İnandım, kabul ettim. Hepsi haktır ve gerçek­ tir) dedi. Sonra (Ey oğlum Allahın emri olan beş vakit namazı kılacaksın. Senede bir ay Ramazan ayında oruç tutacaksın, zen­ gin olursan malının kırkta birini fukaraya vererek, ömründe bir defa hac zamanı hac edeceksin), dedi. (Hepsini kabul ettim, ama ben fakirim, zekat nasıl vereyim, hac nasıl yapayım) dedi. Di­ nar oğlu Malik (Zengin olduğunda) , diye cevap verdi. (Öyle ise başım gözüm üzeredir) dedi. Bu konuşmayı, müslümanlar hayranlıkla seyrediyorlardı .:vfalik B . Dinar, (Madem ki fakirsin. Biz şimdi hepimiz kardeş olduk, sana biz kardeşlerin biraz yardım edelim) dedi, deli­ kanlı (Beni mazur gör ya imam! Beni mazur gör, bu yardımı kabul etmem, zira Allaha iyman ettim, hakka mü'min oldum, ben müşrik iken o beni malızun ve. malıntın etmedi ki, ona kul olduğumda mahrum ede; teşekkür ederim. Sıhhatim var, çal ı­ =?ır, kazanırım. Bu bana daha sevgilidir) diyerek evinin yolunu tuttu. Bütün endişesi, evdeki karısı bu işi nasıl karşılayacaktı ? Ya, ters cevap alırsa ne yapacaktı? İki yavrusu vardı, hanesi dağılırsa bu yavrulan ile ne yapardı ? Hep bunları düşü nüp dua ediyor. (Ya Rabbi ! Karım ı n kalbine iyman ver, onu da islama dahil edip başına iyman t a c ı n ı koy) diyerek eve gel di ; i ç e ri gi r­ d i . Yavruları oynuyordu B ab al a rı nı gö rünc e koşa ra k karşılad ı­ l ar, onları alıp bağrına bastı, okşadı. B u hali çocukların annele­ ri ha yranl ı kla seyrediyordu. Oturdular, Allah ne verdi i se yedi ­ l e r. Yatsıyı c amide k ı l m ış , vaki t epeyce i ler l emiş ti. Çocukl a r ı yatırıp kendileri de yatac ak l arı sırada, (Otur bakalım eşim. Se­ n inle mühim bir iş görüşeceğim,) d iyerek va k ay ı anlattı. (Ben mü slüman oldum . Sen bu işe ne dersin ?) dedi . Duası kabul ol­ m u ş , k a d ın bu macerayı hayranlıkla din l emi ş ve (Benim jsla..

'


-

3 10

-

ma ginnemi istiyorsan, işte ben de müslüman oldum. Sen be­ nim velinimetim, sebebi saadetim sin. Ben senden ayrılamam. Sen nerede, ben orada.. Cennete beraber, cehenneme beraber gi­ derim,) diyerek. Gündüz öğrendiklerini ona da öğretti . Aşk i le şehadet kelimesini söyleşip ol dahi müslüman oldu. O gece ya­ tıp sabah oldu. Haremini ibadete kaldırıp kendisi Allahın bey­ ti olan mescide koştu. Camiye vardığında mescid yeni açılmış, müezzin yanık sesi ile salatü selam okuyor, mü'minler salavat ve selam vererek tekbir, tehlil getirerek birer ikişer mescide giriyorlar. Kimis i şadırvanda, abdest alıyor, kimisi namaza dur­ muş, Rabhilalemine secde ediyordu. Cami sanki cennetti. Rab­ bine şükürler etti. Ona islamın zevkini tattırdığı için ne güzel şeydi müslümanlık , içeri girdi. O da diğer mü'minler gibi iki rekat sünneti kıldı, karnet okundu. Herkes birbirini ikaz ede­ rek kalıplar safa, kalbler safiyete durdu . Bu kadar kişiyi safa sokmak için en aşağı elli kumandan lazım idi. Birkaç kerre gör­ müştü, dağınık askerin safa gelişini. Başlarında kumandanları olduğu halde dakikalarca saf olamamışlardı. Halbuki müslü­ manlar kendi kendilerine saf oluvermişlerciL Namaz kılındı, tesbih ve dua edildi. Herkes ellerini barigah-ı ahadiyyete açmış, dua ediyordu. O da duasını yaptı. Camiden çıktı, ırgat pazarı­ na gitti. Yevmiye ile çalışan bütün işçiler burada toplanırlar. İşi olanlar işlerini buradan gördünneye adam tutarlar idi. O her gün oraya gider, kendine iş bulur, yavrulannın nafakasını temin ederdi. Yine oraya gitti. Bir iş bulmak için beklerneye koyuldu. Bugün işçi arayanlar pek çoktu. Herkese bir i ş verip götürüyorlardı. Fakat bu, islama yeni gireni sanki gören yoktu. Evvelce işlerini yapıp memnun ettiği zatlar dahi gelip başka başka adamları tutmuşlar, sanki bunu gören olmamıştı. Haki­ katen görmüyorlardı. Pazarda hiç kimse kalmadı. Bu tek başı­ na öğle ezanma kadar bekledi. Ezan okununca abdest alıp ca­ miye gitti. Namazdan sonra yine iş yerine döndü. Yükünü ta­ şıtacak bir kimse dahi çıksa, yükünü verse taşıyacak, çocukla­ nnın nafakasını alacaktı. Nafile yere durdu, durdu. ikindi okundu. Camiye girdi, vazifesini yaptı, çarşıda dolaştı. (Ham­ malım, yok mu yükünü taşıtacak) dedi. İş yoktu. Akşam okun­ du, abdestini aldı. Camiye girdi. Namaz kılındı. Herkes evinin


- 31 1 yolunu tuttu . O bekledi . Yatsıyı kıldı. Evinin yolunu tuttu. Ev­ de yiyecek yoktu, ne söyliyecekti, yavrularını nasıl doyuracak­ tl,

onlara nasıl söz geçirebilirdi ? Çocuklar yoktan anlamazlar­

dı. Eve girdi . Çocuklar uyumuştu. Eşi karşıladı. Eli boştu. (Ha­ ni ekmek ? Çocuklar aç uyudular) dedi. (Kancığım bugün biri­ sine çalıştım, yevmiyem onda kaldı. İnşallah yarın ikisini bir­ den alırız,) dedi. (Namazını kıldınsa yatalım) deyip uyudular. Kendisini uyku tutmuyordu.

Sabah erkenden

camiye

koştu .

Namazı kılıp , ırgat pazarına gitti. Yine ona iş yoktu. Öğle, ikin· di , akşam ve

yatsı namazlarını kılmış, namaz aralarında iş ara­

mış, bulamamıştı. Bir aşçı dükkfmının önüne bırakılan kırıntı ekmekleri toplayıp evine döndü. Çocuklarını ağlar buldu. Ek­ mek, ekmek diyorlardı. Karısına dün çalıştığı zata bugün de çalıştığını, fakat yevmiyesini henüz alamadığını beyan etti . O kı rıııtı ekmekleri yediler. Çocuklarını okşadı ve onları uyuttu. Sabah oldu, ezandan evvel camiye koştu, cemaatle namazı kıl­ dı . Namazdan sonra iş bulma yerine gitti. Onu kimse

gör:mü­

yordu. Herkese iş verildiği halde, buna iş yoktu. Kendisini . kim­ se görmüyor, tanıyan da tanımıyordu. Öğlene kadar durdu, kar­ nı açtı, takatı kesilmişti, gözleri açlıktan kararıyordu, öğle okun­ du, camiye girdi. Hak divanına durdu. Namazdan sonra

yine

iş aramaya koyuldu. Bulamadı, ikindi okundu, camiye geldi, namazdan sonra derin bir ah çekti, secdeye kapandı, ağlaya­ rak; (Ya Rabbi! Beni sana şirk koşarken aç koymadın, haşa ki sana kul olduktan sonra aç öldüresin. Beni aç öldürsen her bir azama yüz bin dert versen senden yüz çevirmem, sana olan iymanımdan dönmem. Kalbimi biliyorsun. Bu, beni kullarma ders vermek için

imtihanındır. Benim

sana olan

bağlılığıını

bana bildirmendir. Ama karımdan korkarım, onun iymanı zaa­ fa uğramasın) diye gözyaşları döktü. Ağladı, ağladı. Allaha şirk koştuğu günlerine nedamet etti. İstiğfar etti. Ey mü'minler biz­ lere böyle bir imtihan olsa acaba bu imtihana razı olup salıre­ debilir miyiz, iymanda sehat, islamda daim olabilir miyiz ? O öylece ağiaya inieye niyazda, duada ağlayıp inlesin, bu taraftan bir meleğe emrolunup insan şeklinde eline bir torba altın ala­ rak bu zatın hanesine geldi. Kapıyı çaldı. Kadın kapıyı açtı .


- 3 12 (Hanım kocana söyle efendisi onun işinden pek memnun . Ko­ can işine devam etsin. İki gündür yevmiyesini alınamıştı. İşte iki günlük yevmiyesi. Bu torbanın içinde) deyip kaybolup gitti. Kadın torbayı açtı. İçerisinde ömrü boyunca onlara kafi gel­ dikten maada, yavrularına dahi yetişecek altın dolu idi. Kadın şaşırmıştı, bu nasıl mükrim bir efendi idi. Padişah bile iki gün çalıştırdığı insana böyle bir hazine vermez. Ne lfıtuf, kerem sa­ hibi idi bu efendi. Gözleri sevinç yaşiariyle dolarak bir tanesi­ ni alıp sarrafa götürdü. Altının ayarına bakan yahudi sarraf böyle bir altın görmemişti. Ayan çok yüksek idi. Dünya altını­ na benzemiyordu. Bu altın üzerinde nurdan tevhid yazılı idi. Altını evirdi çevirdi. Nereden buldun bu altını ? dedi. O da ko­ casının bir yerde çalıştığını, yevmiye olarak kocasma verildiği­ ni söyledi. Yahudi, kütübü semaviyeyi okumuş bir adamdı. Ko­ casının mutlaka kendisini görmesini tenbih etti. Yüksek bir fiatla altını bozdu. Kadın memnundu. Eve dönmüş, et ve mey­ veler almış, çocuklannı doyurmuş, kocasına nefis yemekler hazırlamıştı. Onu sabırsızlıkla bekliyordu. Biz adamcağızın ya­ nına dönelim. Ağladı, sızladı, akşam oldu, namazını kıldı. Yat­ sıya kadar camide Kur'an dinledi. Yatsıyı kılıp sokağa çıktı­ ğında mendilini çıkarıp içine bir miktar kum koydu. Diğer mendiline de taş doldurup hanesinin yolunu tuttu. Çünkü kom­ şuları ateşgede idi. Onlara karşı üç gündür evine eli boş döne­ mezdi. Ellerinde mendiller eve yaklaştı . Evde kandil yanıyor­ du. Çocuklar da oynaşıyorlardı. Evden taze yemek kokuları dı­ şarıya geliyordu. Bir mfma veremedi. Durdu, acaba karısı bir kimseden bir şey mi istemişti. Din düşmanı olan akrabalanna el mi açmıştı ? Hiddetle içeri girdi, niyeti fena idi. Karısı sevinç­ le karşılayıp, çocuklar ayaklarına sarılıp, babamız geldi, diye­ rek cıvıldaşırken, kaşları çatık olduğu halde (Nereden aldın söyle nereden buldun bunları ?) diye bağırarak elindeki men­ dilleri kapının arkasma attı. Karısı (günahtır, ekmekleri, un­ l arı neden yere atıyorsun?) diyerek yere düşen ekmekleri yer­ den kaldırıyor, unları da toplamağa çalışıyordu. Adam şaşır­ mıştı. Acaba hayal mi görmüştü. Kumdu onlar, taş tı diğerleri. Hayır taş değil ekmekti bunlar, hem de taze ve sıcaktı. Kum de­ ğ i l undu. Hem de has undu. Adam şaşırmıştı bu işe. Kadın


- 313 -

söze başlayıp (o ne devletti, o ne lutuf sahibi bir efendi imiş. O senin çalıştığın zatın bugün bir adamı gelip yevmiyelerini bize verdi, efendine söyle çalıştığın iş sahibi senden çok mem­ nun imiş, işine devam etsin, yevmiyesini arttırdım) deyip ten­ hih ettiler, dedi. Adam o vakit, nereden, ne olduğunu , neden taşların ek­ mek, kumların da un olduğunu anladı. Allaha hamdü sena edip (Ey eşim, sevgili yoldaşım,) diye başından geçenleri anlat­ tı. O iş sahibinin insan olmadığını Allah olduğunu bildirdi . İmanlarının mükafatına buradan nail oldular. Kadın yalmdi sarrafa gidip görünmesini söyledi. Sarraf adamdan bu işin sır­ rına muttali olunca o da Allaha iyman edip dareynde seh1met buldu.

Allah dilediınİ unu kum, kumu un eyler. HaYayı su, suyu hava yapan Allah, herşeye kadirdir, böyle küçük şeyleri AHa­ ha çok görmemelidir. Olur mu olmaz mı diye şekke düşmeme­ li. Bir katre sudan yaratıldığını unutarak Allaha apaşikar ha­ sım olup ilanı harb ederek ölmüş, çürümüş, kemikleri dağıl­ mış, çürümüş vücutları kurtlar, kuşlar tarafından yenilip yok olmuş bedenler nasıl dirilir, kum nasıl un olur deme, evvelin­ de bizi yarattığında modelimiz bile yoktu. Bizi nasıl yoktan varetti ise öylece vareder. Bir buğday tanesine yetmiş tane, bir mısır tanesine ikiyüz tane verdiği gibi .. Bir buğdaydan milyonlarca kilo yarattığı gi­ bi.. Nasıl ki aslında kum yoktu. Yok olan kumu var ettiği gi­ bi, kumdan da onu var eder. O her şeye kadirdir, dilediğini o l emri ile var eder. Dilediğini yok eder. Bazen varlığı dar, bazan da darlığı var eder. Azizi zelil, zelili aziz eder. Düşmanın kuca­ ğında düşmanını büyütür de sonra onu kendi başına bela eder. Firavun gibi. Onun işleri akıl ile ölçülmez. Akıl ile ihata edilmez. Ona teslim olmaktan başka çare yoktur. Ona kul olan, cihana sultan olur. O bize bizden yakın olup, biz ondan uzağız. Ne ka­ dar yaşarsak yaşıyalım ona döneriz. O bizi kabul etmez ise biz ne ederiz? Gelin cümle günahlarımıza nedamet edip ona döne­ lim. Rabbimizi sevelim. Melceimiz, rezzakımız odur. Ya rabbi bizde sana layık amel yok, isyan ise gayet çok. Şimdi sana n i-


- 3 14 -

yaz edip, sana riicu ediyor, iymamınızı tazeliyoruz, bizi kabul et. Bizi belbından kovma! Bizi Muhamrnedinden ayırma. Buyu­ run mü 'minler cemi günahlannuza estağfirullah. Namazı ala kader-il-imkan mü'minler cemaatla kılınağa gayret etmelidir. Zira, cemaatle kılman namazda yirmi yedi derece ecr olup; na­ maz arasında yapılan sevh-i nisyandan ma'fudur. Perden kılı­ nan namazlarda bi r ecr alınıp, yapılan noksanlıklarda affa mazhar olmadığı Kütüb-ü fıkhıyyede musarrahtır. Hem de ce· maat te'kidli sünnetdir. Resfılüllahın, cemaata gelmiyenlere tehdidi vardır. Bu mühim sünneti mü'minler terketmemelidir. Cemaata devam eden bir amanın iltifatı Resfılüllaha nail ol­ duğunu, bu nakledeceğim kıssadan öğrenerek cemaata daim ol. . . Cemaat rahmetdir. H i KAYE iki gözleri ama bir zat, cemaata daima devam eder. Resfı-· lü llahın bu sevgili sünnetini terketmezdi. Günlerden bir gün cemaata giderken, bir çukura düşüp , başı yanldı. O perişan haliyle eve döndüğünde, ai lesi ona : - Be adam. Gözün görmez. Cemaat sana vacib değildir. E vinde namazını kılsanaL dediğinde . - Resfılün sünneti için değil başım, vücudum param par­ ç a olsa, bu sünneti terketmem. Baş gözüm kör olduysa, kalb gözüm kör değil ya! .. diye cevap ve rdi . O gece rüyasında Resulüllahı (S.A.V.), görüp Resfılüllah arnaya : - Ailenle niçin münakaşa ettin? Diye sual eylediklerinde: - Ya Resulallah senin sünnetinden dolayı münakaşa ettik. Dediler. Bun1 m üzerine Resfılüllah mübarek elleriyle amanın gözle­ rini sıvayıp, gözlerinin nuru kendisine iade olundu. Sabahle­ yi n kalktığında; artık ama değil basir idi, gözleri görüyordu. Sünnet-i şerife olan hürınetinden, gözleri iade edilmişti. Ey aşık-ı sadık sen de cemaata devam et ki; bir gün Resfılül­ lah (S .A.V.) senin kalb gözlerini meshederek; seni de sünnet-i berekatiyle kalbini nurla tenvir buyursun.


-

3 15

-

Seyyid-ül-mürselin efendimizin namaz hakkında irad bu­ yurdukları bazı Hadis-i şeriflerin mealierini a ş ağıya yazdım . Ola ki hidayete mazhar oluruz. Bu hadisi şerifleri yazmaktan maksadım, namazın kadrü kıymetini bilmek, anlamak ve an­ l a tmak içindir. Efendimiz buyuruyorlar :

- Her şeyin bir alanıeti vardır. İymanın alameti de na· mazdır. - Namaz, benim gözümün nurudur. - Kıyamet günü hesap, namazdan başlar. Bu hesap doğ· verilirse diğer amellerin kabulüne de yardımı olur. Eğer, namaz hesabı doğru verilmezse, işler biraz müşkilleşir. - Cehenneme müstahak olan zalim mü'minlerin, ateş bü­ tün vücudunu yakar. Yalnız, Allah'a secde eden azalara tesiri olmaz. Öyle ise, namazı bütün kahbın ve kalbin ile kıl. - Bir kimse, yatsı namazını cemaatla kılsa, o gecenin ya­ rısını ibadetle geçirmiş olur. Eğer, sabah namazını da cemaat· la kılacak olursa, bütün geceyi ihya etmiş olur. - Bir kimsenin kıldığı namaz, o kimseyi kötülüklerden alıkoymuyorsa, bu namaz o kimseyi Haktan uzaklaştırıyor de­ mektir. - Sofra hazır olduğu vakit eda edilen namaz, nakıstır. Meğer ki, vaktin geçmesinden korkulursa, o namaz müstesna­ dır. (Bu hal ekseriya, Ramazan'da olur. tftar ed.ip te mi ak şam ru

namazını kılmalı, yoksa evvela namaz kılıp sonra mı iftar etme· lidir? Bir çoklarının öğrenmek istedikleri bu suale cevabımız şudur: İş , namazı kılanın durumuna göre değişir. Namaz kıla­ nın, eğer aklı yemekte kalacaksa, iftar etmeli ve sonra namaz kılmalıdır. Namazda aklına yemek gelmiyo rs a , önce su veya tuz ile orucunu bozmalı, namazını edadan sonra iftar etmelidir.)

- Namaz dinin direğidir. Her kim namazı kıldı, muhakkak dinini yaptı. Kim ki namazı terkeyledi, muhakkak dinini yıktı.


-

3 16

-

Kuvvet bulmak için, islam -dinlnin cemaate, toplulu�a ihtiyacı vardır. Dini islamın, cemaate olan ihtiyacı; sevap al­ mak için mü'minlerin cemaata olan ihtiyaçlanndan ziyadedir. - Cemaatle kılman namazın ecrl, yalnız kılınan namazın sevabmdan yirmi beş, diğer bir rlvayete göre de yinni yedi de­ rece fazladır. - Cenneti alanın ortasında oturmak isteyen kimse, cema­ a tla namaz kılsın. - Namaz kılmayan kimse, sanki hiçbir din ihtiyar etme­ miş gibidir. - Mü'mini, kafirden ve müşrikten ayırdettiren fUlen na­ mazdır. - Namazını terkeden kimse, ölünce veya kıyamette Ce­ nabı Allah'ı kendisine dargın ve gazablı bulur. Namazın ne büyük bir nimet olduğunu ve kıla nların ne büyük ecir aldıklannı ve eriştikleri menzilleri okudunuz. Kıl­ mayan tenbelierin de, ne büyük tehditlere maruz bulunduklan­ nı, nasıl bir akibete hazırlandıklannı ve çekecekleri azabları da bildirdim. Resulü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efen dim i­ zin, namaz hakkındaki hadisi şeriflerinden bazılarının mealie­ rini sizlere açıklarken şunu düşündüm :

Ömrü azizimiz geçmeden, Rabb i m iz e kulluk e del im , Al­ Iah'a en sevgili amel, vaktinde ve t a dil-i -erk an üzere kılınan namaz o lduğunu hatırlatmak vazifemdir. Namazında daim ol, Hak rizasım bul, Hakkın cennetine gir, didar-ı-ilahiyi gör. İhl as ile kıldığın namaz, seni dünyada ve ukbada menzili maksuduna eriştirir. Böyle namaz kılacak olursan, Allah'ın amanında ve emniyetinde olursun. Senden, Allah celle, Resulü, medekieri ,.e bütü n salih kullan razı olurlar. Eğer, namaz kılmazsan, Allah'a asi ve peygamberlere eza ve cefa edenlerden olursan , Allah ve Resfılü, melekleri ve sulehayı ümmet s en den bizar ve müştcki olurlar. Böyle bilesin ! .. Bir mü'min beş vakit namaz kılacak olursa, en azından Allah'ı lisanen kaç kerre zikreder? Aynı zamanda, namaz iba­ det-i-vücudiye olduğundan, vücudunun abdest ve namaz azalan


- 3 17 da kaç kerre Allah'ı zikreder ? Hep birlikte düşünüp, hesalıe­ delim : Altmış üç sene yaşayan ve Rabbine ibadet eden bir kimse­ nin ibadeti, eğer Hak katında makbul ve mergup ol duysa , yal­ nız namaz ibadetincieki zikirlerinin en azından bir günlük ola­ nını aşağıya kaydettim. Maksat kullan ibadete teşviktir. Na­ maz kılan bir mü'minin, yalnız namaz ibadeti sırasında yaptığı zikri ilahinin, böylece amel defterine yazılacağını s öylemeğe , lüzum d ahi görmüyorum.

( Femen ya'me: m i sk a l e zerrel i n hayr3n yerebu vemen ya 'mel miska l e zıırret i n şerren "ı'l!ra hu ) .

Zerre kadar hayır ve zerre kadar şer yaptınsa, o bayrı ya o şerri göreceksin. Yaptı!ın zayi olmaz, unutulmaz.

ve­

Hergün, namaz kılmak için al ı nan beş defa abdestte oku­ d u ğu muz : s E 'Uzü s Besınele s Ham d inna-Enzelna suresi s 5 Kelime-i-şehadet 5 Amentü 5 Abdest duaları Beş vakit namaz için okunan : S

Ezan

S

Karnet

Bir günde kılınan farz, vacip, sünnet olarak namazlarda okuduğumuz : 39

214

lstiğfar Tekbir


- 318 ıs

Sübhaneke

40 E 'uzü 40 Besınele 40 Sure-i-Fatiha 33 Zammı sure 40 Kıyam 40 Rüku 120 Rüku tesbihi 40 Kavme 40 Semi 'allahu limen hamide 40 Rabbena lekel-hamd 40 Evvel secde 1 20 Evvel secde tesbihi 40 Celse 40 Ahir secde 120 Ahir secde tesbihi 2 1 Tahiyyat 30 Salavat 2

26 20 39 s

1 65 1 65 165 s

s

5

ıs

Kunud duası Selam Allahümme entes-selam İstiğfar Ayet-ül-Kürsi Tesbih (Sübhanellah) Tesbih (El-hamd-ü-lillah) Tesbih (Allah-ü-ekber) Tevhid

Dua Hamd Salavat

Şunu da unutmamalıdır ki, namazda o kuna n Kur'anı ke­

rimin bir harfine yüz sevap verilir. (Elif-lam-mim) için, üçyüz hasene yazılır. Bu yazdıklarım en azındandır. Namaz kılan mü'­ min, bir günde bu ecri alırsa, kırk sene veya altmış sene na­ maz kılanın ereceği derecatı, senin irfarıına b ırakıyorum . Tabii Allah celle kabul buyurursa, b u böyledir. Sevap ve ecir bahsi gibi, günahlar da aynı hesaba ve rakamlara vurulursa, bir

gün-


-

319

-

de beş günah işleyen kişinin kırk senede işleyeceği günahı var hesap eyle ! .. Rabbimiz, cümlemize rahmeti ile muamele buyursun . . . Bunlar bir musailinin namazda en azından Allaha yaptığ1 tesbihat ve tekbirattır. Eğer zahirin temizliğine riayet edildi­ ği gibi, batını temiz olup o kalp şehrine Allah ve Resulünün mu­ habbetini koyarak, Allaha secde eden mü'min, Allah kabul bu­ yurur ise ne gibi ecre nail olacağını ne dil tarif eder, ne de ec­ ri yazmağa kalemler kafi gelmez. Mü'minler; Efendimizin gö­ zü nuru olan bu namazı ihmal etmiyelim. İnsan yaptığı ibade­ ti unutmalı, yaptığı suçu ise unutmamalıdır. Burada yaptığım bu hesap mü'minleri namaza teşvik ettiğimdendir. Bir günde kırk rekat namaz vardır. Yani beş vakit namaz sünnetleriyle: k. ırk rekat namaz yapar.

Ey aşıkı sadık! V'ey gaflet uykusundan uyanık ! V'ey Hak­ ka ve Resulüne yanık! Namaz kılanların, Allah indinde ve Resulünün yanında n e büyük bir mertebeye erdiklerini ve ne yüce makamlara eriş­ tiklerini sizlere bildiriyorum. Haftanın her günü ve gecesinde, kılacakları nafile namazlarından nail olacaklan sevapları , mü­ teber kitaplardan birer birer alarak siz aziz müslümanların bil­ gilerinize sunuyorum. Dikkatle okumayı , ibret almayı ve ihlas ile kılınayı Allah cümlemize nasip ve müyesser eylesin . . . Amin . . . Bi-hürmeti seyyid-il-mürselin . . .

Her müslümana; kız ise dokuz yaşından, erkek ise oni ki yaşından itibaren beş vakit namaz kılmak farzdır. Bu namaz, Haktealadan bir emri azimdir. Terkeden, yani kılmayan fasık, günahkar olur. inkar eden ise, islamdan çıkar . . . - Ben, namaz kılınarn amma kalbirn temizdir, diyenierin akibetlerinden korkulur.

Kılanlar, va'di ilahiye mazhar olurlar. Tenbelliklerinden dolayı kılmayanların işleri, Haktealaya kalmıştır. Allah, diler­ se bu namazsıziarı affeder. Dilerse, azab eder. Kılan mü'minle­ re, müj de-i-ilahi muhakkaktır. Bu zevat-i-ali-kadir, rahmet-i-ila­ hiyye nail olarak cennete girerler. Bu sebeple, kılmadığın, kıla­ maclığın namazları kılarak kaza eyle! Namazı sakın küçiimse-


-

320

-

me! Zira, bütün ibadetlerin cem'i namazdadır. Gök ebiinin iba­ d et le ri de namazda cem'olmuştur. Ömriinü ibadetsiz geçirme ! Ahiret s ermaye s i namazdı r .

Bir takım sapıkların : - Sofuların namazı , bizim niyazımız vardır, demelerine aldanma! . . - Biz, salat-i-daimundayız, d iye n ieri n sözlerine kulak asma! .. Sünnetine, vacibine, farzına, müstehabına, tadil-i-erkanı­ na riayet ederek namaz kıl! .. Zira, Resulüllah ve evlcHları, zev­ ceieri , ali, ehl-i-beyti, ashabı, ensarı ve cemi evliya, evtad ve ak­ ta b namaz ları nı kılmışlardır. Onlar : - Biz, salat-i-daimundayız! diyerek namazlarını asla ter­ ketmediler. Ey, salat-i-daimundayız! diyen fasık! .. Sen mi, salat-i-dai­ m u ndasm, yoksa Resulüllah mı ? Sen mi yükseksin; yoksa Resul aleyhissalatü vesselam mı ? Kıyas dahi kabul etmez. Sen , bir asi beni-adem; o ise onsekiz bin aleme rahmet. . . Olsa olsa, o .salat-i-daimundadır. Öyle oldu� halde, be ş vakit namazı ter­ ketti m i ? Çün k i , namaz v aki t ler üzere farzolmuştur : 1 E st3 ' i z ü - b i l l ii h :

i n l' e s - s a l a t e k a rıet a l e i - m ü ' m i n i yne k i ta b e n

mevkuta ) .

Meali şerifi : Muhakkak, namaz malum vakıtlarda mü'min lere farzdır.

Beş vakit kılan, salat-i-daimundadır. Kıl mayan fasıktır, Al­ l aha asidir. O nl ar , Salat-i-daimunda değil; salat-i-kaimunda bile Jeği l dir . Ehl-i -beyt-i-Mu stafa mı yük se k , sen mi ? Eviad-ı-Resul mü yüce, sen mi? Evliya'ullah mı yüce, sen mi yücesi n ? Bu z e ­ va t -ı -a li -kadi r : - Biz, salat-i-daimundayız ! demişler, namazlarını eda et­ m i şl e r , her farz olan vakitte namaza daim olmuşlardır. S ana ne oldu ki;

- Ben , sala.t-i-dfıimundayım , d iye rek namazını kılmaz, Al lah ve Resfılün ü , ehl -i -b eyt i ve evl iya'ullahı güc end i ri r ; İb l is ' i me m n u n e ders i n . . . Belki de, sen bana cevap olarak :


-

J O::. i

-

Onlar, tal i m-i ümmet için namaz kıldılar, diyebilirsin . Ben de sana derim k i : -

.

.

- İyi ya işte ! . . Eğer; ümmet isen, sen de kıl ! .. Onlar, sa­ talim için kılmışlar, örnek olmuşlar. Ümmet değil isen; e v­ liya l ı ktan dem vurma! . . Hri st iyan isen k iliseye, Yahudi isen havraya, Mecusi isen tapınağa git! .. Tarikattan, hakikattan , ma­ rifetten ne bakla dem Yuruyorsun A, bi-namaz! .. Allaha asi ki­ ş i � Hakka gi den enbiya ,.e evliya yoluna oturup, her Hakka gideni şeytan ve delalet yoluna çağınyarsun ? Sen, esir-i-nefs-i­ ş eyt a n olmuşsun! .. Sözlerinle, Haktan dem vuruyor, fiilieri n le şeytana uyuyorsun! .. A, nefsini bilmeyen kişi! .. Müslüman ve mü'mine layık olan, Allah Ye Resulünün ve onun itretinin gittiği yoldan gitmektir. Yoksa, bütün iddiaları bir kuru dava ve boş emektir : na

. .

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, Şahsın görünür rütbe-i-aklı eserinde . . .

Namazı kılan, mu h a kk a k dinini yaptı . Kılmayan ise. mu­ h a kk a k dinini y ı ktı Ka za ya kalan n ama z la rını mutlaka ikmal ey le ! . Sonra, nafile nam az l a rı da k ı l ki , Hak Resulünün verdi­ ği müj deye eresin! . . Yolculuğa ç ıkt ın ; yakında vatan-ı asiine döneceksin ! . Oraya hediye götürmen lazımdır, eli boş gi demez­ s j n , gi tmemelisi n ! . . .

.

.

B i r hadis·i-şerifte, ahiret h e diyeler i beyan buyurulmuştur. Va tan-ı-asline dönerken , ilk defa buluşacağın zat, Melek-ül­ mevt 'tir. Yani, Azrail aleyhisselamdır. Ona, dört hediye götür­ men lazımdır. Bunlar kazaya kalan ibadetleri kaza etmen; na­ maz , oruç zekat, kurban ve Hac i le hukuku ibadı yerine getir· mendir. Öleceğini unutmamak, akibetinden emin olmamak ve korkmaktır. Yusuf aleyhisseh1m , peygamber iken duasında : ,

- Ya Rabbi! .. Beni, mü'min olarak öldür; salibiere ilhak ey le! diye niyaz ettiğini, kur'anı-azimüşşanda Allah celle be­ yan huyurmaktadır. Ruhun hediyesi dörttür : ..

lrşad, Cilt ı

-

F : 21 .


- 322

-·-

Az yemek , az uyumak, az söylemek ve doğru o l m aktır. Böyle yaparsan, ruhunu azaptan korur ve onu en büyük he diyen ile memnun etmiş olursun . D önüp , d ol aşıp varacağın yer kabirdir. Oraya da hediye götürmen lazımdır. Şu dört hcdiyeyi de kabir için hazırla :

Teheccüt namazı ktl! . . Kur'an oku ! .. Daima temiz ol ! . . Lôf gö tü rüp getirme ! . . Dostları, birbirine düşman etme! . . Fesad ey­ leme ki, kabrin hediyes i de bunlardır. Bu güzel hareketlerin ek: kabrinin hed iye s i o lacaktır .

MüNKlR-NEKİR denilen iki sual meleği vardır ki, bu iki melek kabre giren mevtaya şu sorulan sorarlar : - Rabbin kim ? Peygamberin kim ? Dinin hangi din dir ? Kitabın, kıblen nelerdir? Mü'minler nendir? İşte bu meleklere de hediye götürmen lazımdır. Bun­ l arın h e yeleri de ; yalancılığı terketmek, kibirden �oyunup tevazu sahibi olmak, hak sözü dinleyip kabul etmektır.

di

Mizanın hediyesi de dörttür :

Güzel ahlak sahibi olmak, Kur'an ahlakı ile ahlaklan­ mak Resfılün sünnetlerine ittiba etmek. Allahı unutmamak ve Mevla'yı zikreylemektir. Gösterişi ve ri�ayı terketm� � ! malılukata eza ve cefayı layık görmemek, eza ve cefa ettıgı kişilere haklarını hel al ettirmektir . Sıratın hediyesi de dörttür

:

Haramdan ve şüpheden sakınmak, gazabını �utmak, � e­ maata devam etmek ve dini emirlere gayret ve hımmet gostermektir. Cehenneme de hediye lazımdır. Şu dört hediyeyi de ona

götür :

Allah yoluna malını tasadduk etmek .. Allah korkusun­ dan ağlamak, ana ve babaya - Allaha isyanları olmadığı tak­ dirde - itaat etmek ve ana-babaya isyanı terketmek de, cehen­ nemin hediyeleridir. Cennet hediyesi de dörttür : Emanete hıyanet etmemek ve muhafaza etmek, Allah yoluna malını infak etmek, canını Allah yoluna koymak ve i lim tahsil etmektir.


- 323 Resfılüllah sallallahü aleyhi ve sellemin hediyesi de dört­ tür : Allah için iyi işleri ve iyi kişileri sevmek. A1lah için kötü işleri ve kötü kişileri sevmemek, alimiere hürmet ve riayet ve elıl-i-beyt-i-Mus tafa'ya muhabbettir. Allahu tealfmın hediyesi de dörttür : Farzları, vacipleri severek yapmak, hararnı ve menhiyatı, Allahtan korkarak terkeylemek, iyi ve güzel işlere halkı teşvik etmek ve yaptırmak, fena işlerden halkı sakındırmak ve yap­ t ırmamakt ı r Ey, ihvan-ı-yaran-ı-din-i-islam : .

Cenabı hakka hamd-ü-senalar olsun ki; bu hediyeleri ha­ zı rlamamızı bizlere talim buyuran, bizzat sultan-ı-din-i-mübiyn aleyhi ve alihi salavatullah-ül-mfı'in efendimizdir. Bir gün, hu­ zu ru saadetlerine gelerek : - Ben, ölümü arzu ediyorum ya Resfılallah! diyen bir z a­ ta, Efendimiz, yukarıda saydığımız hediyelerden bahis buyuı·­ muşlar ve : - Sen, bu hediyeleri hazırladın mı ? diye sormuşlardı. - Hayır! Hazırlayamadım, cevabını almalan üzerine : - Bu hediyeleri hazırlamadan ölümü isteme! buyurmuş lardır ki, bu suretle hem o zatı şerifi, hem de bizleri irşa d ve ikaz etmişlerdir. Farz olan beş vakit namaz ki; sabah - öğle - ikindi - akşam ve yatsı namazlarıdır. Bunlar, {MÜSLÜMANIM!) diyen her ki­ şinin , in ancını n temellerinden biridir ve e n m ühimm i dir. -

Ayrıca, cuma ve cenaze namazları vardır ki, bunlardan cu­ ma namazı cuma gününün öğle vaktinde, cemaatla kılınan farz-ı a y ı nd ır ve yalnız erkeklere farzdır. Ancak, kadın dahi bu na­ mazı cemaatla kılsa, üzerinden öğle namazı sakıt olur. Cenaze namazı da farz-ı-kifayedir. Bu namazı, kadınlar d� kılabilirler. Bu namaz, bir kaç ki ş i nin kılması ile, diğerlerinden sakıt olur. Bunlardan başka, iki bayram namazı da vardır ki, biri ra­ mazan bayramı, diğeri kurban bayramı namazı olup, bu iki na­ m azı eda etmek vaciptir.


- 3 24 -

Bu namazlardan başka, haftanın her gün ve her gecesin­ de kılınacak namazlar vardır. Bu namazları kılabiirnek bah­ tiyarlığına ve mürüvvetine erişen aşık-u-sadıklarm alacakla­ rı sevabı, muhbir-i-sadık efendimiz haber vermişlerdir. Ne mutlu ve ne kutlu ihlas ile kılabilene ! Allah, cümlemize aynı ihlas ile kılınayı nasip buyursun. Amin .. Bi-hürmeti seyyid­ il-mürselin . . . Haftanın her gününün ve gecelerinin nafile namazları şunlardır : Cuma gününün nafile namazı : Nafi oğlu Ömer (Radiyallahu anh) Resul aleyhisselama atfen rivayet ediyor ki ; herhangi bir mü'ınin, cuma günü ca­ miye gider ve cuma namazından evvel, dört rek.at namaz kı-larsa ve her rekatında bir Fatiha ve elli KULHÜ-VALLAH suresi (ki bu sfı.re-i celile ye İhlas suresi denir) okursa, bu na­ mazı kılan kimse, ölmeden evvel cennetteki makamını görür. -

Her kim cuma günü Duha vaktı iki rekat namaz kılsa, b ir Fatiha ve herhangi bir süreyi okusa, ikiyüz günahı affo­ lur ve cennette kendisine ikiyüz derece verilir. Eğer, bu na­ m2.zı dört rekat kılsa, dörtyüz derece verilir. Eğer, sekiz re­ kat k ılsa, sekiz yüz günah ı affolur ve sekiz yü z derece ihsan olunur. Bir rivayete göre de, bütün günahları mağfiret buyu­ rulur. On iki rekat kılsa, bin iki yüz günahı mağfiret olunur, bin iki yüz derece ihsan buyurulur. Cuma gecesinin namazı ise, akşam ile yatsı arasında on iki rekat namaz kılınsa ve her rekatında bir Fatiha ile onbir İlıHis suresi okunsa, on iki bin sene ibadet etmiş, gündüzleri oruçlu ve gecel er i namaz kılmış gibi ecr-ü-sevaba nail olur .

Cumartesi günü ve gecesi kılınacak nafile namazlar : Herhangi bir mü'min, cumartesi günü rnekruh olmayan vakitlerde dört rekat namaz kılsa ve her rekatta bir Fatiha ve üç İhlas suresi okusa, namazdan farig olduktan sonra bir ayet-il-kürsi kıraat etse ; okuduğu Kur' anın her harfine bir senelik ibadet sevabı verilir. Hac etmiş gibi mertebeye nail olur. Kıyamette enbiya, evliya ve şüheda ile beraber arş-ı­ ala'nın gölgesinde gölgelenir.

Cumartesi gecesinin namazı ise, akşam ile y atsı a rasın da


- 325 kılınır k i , bir kimse bu vak i t tc on i k i rckat namaz k ı l sa, Fa­ tiha'dan sonra herhangi bir sürc-i-şerifeyi o ku s a , bu namazı k ı­ lanm cennette kızıl yak u t t a n ve yeşil zümrütten süslü ve bi r k e rp i çj al t ı n dan , b ir k erp i çi güm ü ş ten , kap ı l a rı som altından bir köşk hazırlanır. Günahlan mağfiret olunur ve her mü 'mi n ve mü'mineye t a saddu k etmiş sevabı i h s a n buyurulur. Pazar günü ve gecesi kılınacak namazlar :

Eba-Hureyre (Radiyallahu anh) Resul vayet e d iyo r

:

a l e y hisse Uhn d an

ri�

Her kim, pazar günü rnekruh olmayan vakitte, dö r t rek:H namaz kılsa ve her rekatında bir Fatiha ve bir (Amenerresulü) okusa ki bu süre-i Bakara'nın sonudur, okuduğu bu su releri n her ha rfin e cennette bir köşk ver il ir, bir hac ve omre yap mı ş scvabına nail olur, bin rekat kılmış gibi ecre mazhar olur, dün­ yada mevcut Yahudiler ve Nasraniler sayısınca sevap verilir.

Pazar gecesi yirmi rekat namaz kılınsa ve her rekatta bir Fatiha, elli İhlas ve birer defa da (Kul e'üzü) leri okusa; na­ mazdan sonra yüz istiğfar, yüz salat-ü-selam okusa, kıyamet gü­ nünde ilk h a şrol anlarla dirilir, hesap-kitap olmadan cennete il k d a h i l olanlarla girilir ve dünyadaki insan sayısı nca s evab a n a i l o l u n ur . Pazartesi günü ve gecesi kılmacak nafile namazlar �

Encs oğlu Malik (Radiyallahu-anh) s a ll al l ahu teala alcyhi efendimizden rivayet edi yo r : Her kim , pazartesi günü on iki rek ftt namaz k ı l s a ve her re ka tt a bir Fatiha ve b i r Ayet-il-kürsi okusa, n amazdan sonra on iki kerre istiğfar getirse; kıyamet gününde bir melaike :

ve s ell e m

- Filan oğlu fi l an

nerede ? Gelsin , ecrini Allahu azimüş­ Cennet e lb i s el eri giydirilip, baş ı­ na cennet tacı konur, me l e k l er in istikbalile c e nnete götürülür, nurdan bir kö ş k veri l i r . Pazartesi gecesi n a mazı ise, gecenin herhangi bir saatin­ de kılınır. Bu, dört rekat bir namazdır. Birinci rekatta, bir Fa­ tiha ile y irm i İ hlas , ikinci rekatta bir Fa t i ha ile otuz İhlas, üçün­ cü rek att a bir Fatiha ile kırk İ hlas ve dördüncü rekatta bir Fa· tiha ile ell i İhlas okuyarak bu namazı kılanlara; dü nya ve ahişandan alsın, diye nida eder.


- 326 rette ne isteği varsa verilir ve bu namaza HACET NAMAZI de­ nir. Salı günü ve gecesi kılınacak nafile namazlar : Enes ibn-i Malik (Radıyallahu-anh) Mefhar-i-alem Efendi­ mizden rivayet ediyor : Herhangi bir müslüman, salı günü kuşluk vakti, on rekat namaz kılsa ve her rekatında bir Fatiha ile bir Ayet-il-kürsi Ye üç İhlas okusa, o kimseye yetmiş gün günah yazılmaz. Yet miş senelik günahlan affolur. Yetmiş gün içinde ölürse, şehit rüt­ besine nail olur. Salı gecesi, herhangi bir vakitte iki rekat namaz kılı nsa v e her rekatta bir Fatiha ve yedi (İnna enzelna) ve yedi İhlas okunsa, o kimsenin vücudu cehennemden azad olur. Salı gecesi namazını, Hz. Ömer (Radıyallahu-anh) Efendimizden rivayet etmiştir. Çarşamba günü ve gecesi kılınacak nafile namazlar : Muaz İbn-i-Cebel (Radıyallahu-anh) Rahmeten-lii-alemin olan Efendimizden rivayet ediyor : Her kim, Çarşamba günü rnekruh olmayan vakitlerde, on iki rekat namaz kılsa ve her rekatta bir Fatiha ile bir Ayet-il­ ki.irsi ve üç İhlas ile üçer defa da (Kul E 'fuü) leri okusa; yahut Fatiha' dan sonra bir defa (İza zülziletil ardı zilzaleha) sur� si ile üç İhlas okusa; geçmiş günahları affolur, kabir azabından emin bulunur ve Arş-ı-ala'da bir münadi nida edip, onu affı ila hi ve ikram-ı-Rabbani ile müjdeler. Çarşamba gecesi narnazını, Cenabı Fatımatüzzehra (Radı­ yaJlahu-anh) Resul aleyhisselarndan rivayet eder : Her kim, çarşamba günü gecesi iki rekat namaz kılsa, bi

­

rinci rekatta bir İhlas ve on (kul e'U.Zü bi-rabbil-feh1k) ve ikinci

rekatta yine bir İhlas ile on (Kul e'fızü bi-rabbin-nas) sure-i ce­ lilelerini okusa selamdan sonra on salat-ü-selam ve on istiğfar getirse yedi kat semadaki ve her semadaki 70 bin melek bu namazı kılana kıyamete kadar sevap yazarlar. Perşembe günü ve gecesi kılınacak nafile namazlar : Efendiniizin amcası oğlu İbn-i-Abbas (Radıyallahu-anh) İmam-üi-enbiya aleyhi ve alihi ekmel-üt-tehaya efendimizden rivayet ediyorlar :


- 327 -

Herh angi bir mü'min, perşembe günü öğle ve ikindi na· mazları arasında, iki rekat namaz kılsa ve her rekatta bir Fa­ tiha ile kırk İhlas okusa, Beytullah'ı haccedenlerin sevabına nail olur. Receb, Şaban ve Ramazan ayla rı oruçlarını tutmuş gibi sevaba erişir.

Perşembe günü gecesinin namazını, Eba-Hureyre (Radı­ yaiJahu-anh) Efendimizden şöyle rivayet buyu ruyo rlar :

Her kim, perşembe gecesi akşamla yatsı arasında, iki re­ kat namaz kılsa ve her rekatta bir Fatiha ile beş İhlas ve beş Muavezeteyn okusa baba ve anasının ruhuna gönderse, ana ve babaya karşı sağlıklarında eda edemediği haklarını eda etmiş olur ve sıddıkıyn ve şüheda sevabına nail olur. (Keza Fil İhya­ yı-uluın) . Muhtercm mü'min kardeşlerim : Sizlere, bunlardan başka bir armağan daha sunacağım .

Hz. İkrime İbn-i-Abbas 'tan rivayet olunmuştur kL Hatemii l-enbiya aleyhi ve alihi cfdal-üt-tehaya efendimiz muhterem amcaları Abbas ibn-i-Abdülmuttalip hazrederine şöyle buyur­ muşlardır :

- Ey a m c a m! Sana, on hasleti haber vermekle ikram et­ m i ş o layı m ki; anı işlerliği n vakit, günahının evveli ve ahiri, ye­ n isi ve eskis i , hata'en veya kasden, küçük veya büyük, gizli ve­ ya açık hepsi affolunsun . Günün rnekruh olmayan her hangi b i r vaktinde, gece veya gündüz, nasıl kolayına gelirse, dört re­ kat tesbih namazı kılarsın . Her rekatta sure-i Fatiha ile, başka bir sure-i-şerife okursun , Fatiha ve zammı sure okumadan ev­ vel onbeş kerre : SÜBHANALLAHİ VELH AMDÜLİLLAH İ VE LA iLAHE İLLALLAHÜ VALLAHÜ EKBER dersin. Son tesbihten,

VE LA HAVLE VE LA KUVVETE iLLA BİLLAH-İL-ALİY­ YİL-AZİYM ilave edersin.

Sonra, Fatiha ve zammı süreyi okur ve rüku'a varmadan tekrar on kere SÜBHANALLAHİ VELHAMDÜ-LİLLAHl (ve ilh.) diyerek rii k u edersin, üç kere :


- 328 SÜBHANE RABBİYEL-AZİYM dedikten sonra, on kerre da­ ha : SÜBHANALLAHİ VELHAMDÜ-LİLLAHt (ve ilh.) der ve doğrulursun. Her tesbihin sonuncusundan sonra VE LA HAVLE

VE LA KUVVE TE iLLA BİLLAH-İL-ALİYYİL-AZİYM -deme ği ihmal etmezsin. Böylece, rükudan doğrulduğunda on, ilk sec­ dede on, secdeden doğrulduğunda on, ikinci secdede on defa SÜBHANALLAH VELHAMDÜ-LİLLAH (ve

ilh.)

tekrarlarsınız.

Seedelerde evvela üçer defa : SÜBHANE RABBİYEL-ALA derneği de unutmazsın. Böylece; kıyamda yirmi beş, ıiiku ve secdede cem'an elli olmak üzre yetmişbeş tesbihat olur ki, dört rekatta

mecmu'u

üçyüz eder. İyice anlatabilmek için tekrar edelim : Rüku ve secdelerde, rüku ve secde tesbilileri önceden, di­ ğerleri sonradan okunacaktır. Her tesbihat tamamlanınca : VE LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLLA B İLLAH-İL-ALİY­ YİL-AZİYM ilave olunacaktır. Muktedir olursan, bu namazı her gün kıl ! Olmazsan, ayda bir kerre kıl! Onu da yapmazsan, senede bir kerre kıl ! Hiç de­ ğilse, ömründe bir kerre kıl! Bu namazı kılınayı itiyad terketmemek müstehab olur.

edinmek,

gaflet ve tenbellikle

Bu namazı kılan her mü'min: Resulüllah'ın tebşiratına mutlaka nail olacaktır. Bu sevaplar ve bu derecat nafile namazlan kılanlara böyle olur ise, ya Allahu tea.Iaya iyman ederek ve onu severek ve onun Resulü-Ekremine gönül vererek farz namazlar olan günde beş vakit namazı cemaatle ve tadil-i-erkan üzere riyasız, ivazsız eda eden aşıklara verilecek sevap ve derecatı insan aklına sı ğ d ır mak mümkün müdür ? Hemen, ömrü aziz geçm e de n , ecel şa­ rabını i çmeden , diki ş s iz gömlek giymeden, cansız ata binnıe­ den, karanlık kabre girmeden Allah'a kulluk edelim ki, iki ci­ handa nail-i-ihsan, r azi-i-Rabm an olalım. Kılanlara devl e t , k ı l ­ mayanlara nedamettir namaz! .. Mü'minin, iymanı alam et i di r Namaz kılarsan, seni b oş komaz, Azameti ilahiyyeyi bilmeye n , Hakkı tanımayan secdeye baş koymaz. Kıl ! .. Senin Mi 'racı n d ı r namaz! Senin ma'siyetinin Hacıdır nam az! . . ­

.

. .


- 329 -

NAMAZ KASİDESİ Al.amet-1-iymandır; ruha kuvvet, kalbe nur, Selfunet-i-insandır, onda huzur bulunur, Delalet-i-idandır, anda uruç olunur, Hakkın en çok sevdiği bir ibadettir namaz . . . Okunan bu ezanlar bil ki, davet-i-Haktır, Bir gün bütün mahlUkat buzurda olacaktır, Namaz kılan ecrini cennette alacaktır. Hakkın en çok sevdiği bir ibadettir namaz . . . Emr-i-lıakla surunu üfleyince israfil, Döğünecek o demde, namaz kılmayan gafil, Şefi olacak sana, kıldığın her nevafil, Halilim en çok sevdiği bir ibadettir namaz . . . Malışer günü ilk sual, n amazından sorulur, Namaz kılınayan gafil, onda pek çok yondur, Yü'minlere defteri, sağ yanından sunulur, Hakkın en çok sevdiği bir ibadettir namaz . . . Günahlardan arınır elin, ayağın yüzün, Abdest aldığın zaman niira bulanır özün, Tevhid olursa sözün, cemali görür gözün, Hakkın en çok sevdiği bir ibadettir namaz . . . Seher vakti uyuma! .. Gaflet zamanı değil; Seni namaz kurtanr, ncfsin gürnam değil, Uykunun faydası yok, ruhun amanı değil, Hakkın en çok sevdiği bir ibadettir namaz . . . Sabah namazlarmda kabul olur her nfyaz, Öğle namazlarmda şifa bulur her maraz, Rizayı Hakka vasıl olmak değil mi garaz? Hakkın en çok sevdiği bir ibadettir namaz

. . .


- 3 30 -

ikindi'yi kılanlar, azad olur cahimden, Selam iner secdede, kula Rabbürrahlmden, Akil isen örnek al Hazreti İbrahim'den, Hakkın en çok sevdiği bir ibadettir namaz

. . .

Acele et akşama, vaktı pek çabuk geçer, Bu fenaya gelenler akıbet bir gün göçer, Ak şam namazı kılan, cennet hullesin biçer, Hakkın en çok sevdiği bir ibadettir namaz . . . Yatsı namazı kula, sanki Mirac gibidir, Haremeyn'e götüren manevi hac gibidir, Z ümre i salihlyne nurdan bir t ae gibidir, Hakkın en çok sevdiği bir ibadettir namaz . . . -

-

Vitir namazlannda Hakka erenler erdi, Huzunı kibriyada Hakkı görenler gördü, Rahmeten-Iil-alemin sana bir berat verdi , Hakkın en çok sevdiği bir ib ade ttir namaz . . .

AŞKİ der ki: (Ey kardeş! Gel namaza duralım .. ) Teneşire vurmadan, secdeye baş vuralım, Cennet bahçelerinde bir yüce köşk kuralım, Hakkın en çok sevdiği bir ibadettir namaz . . . Bi hürmeti seyyid-il-mürselin.

yas ifun ve selamün alel mürseli n . Velhamdülillahi ı-<ı.bbil alemin. El Fatiha Sübhane rabbike rabbil izzeti

amma

El-Hac MUZAFFER OZAK


i R$AD ONUNCU DERS MÜN D ERE CAT Her müslüman ana ve babanın okuması lazım gelen bir risaledir. Evladın ana ve baba üzerindeki hakkından bah­ seder. Hazreti Vefa'nın kıssası, yine Hz. Şeyh Vefa'nın diğer bir hikayesi ve bir ana - oğul kıssası ve Abdullah'ül Mübarek'in kıssası ve eviadına Kur'an öğretenierin göre­ cekleri mükafatı ilahiyeye dair bir hadis-i şerif meali, Enes İbni Malik'in, Resulüllahın bi r yetimi hanesine al­ masına dair beyan ettiği hikaye, bir ermeninin bir yetime ikramın dan dolayı islam ile müşerref olması ve bir yahu­ dinin yetime yaptığı iyilikten dolayı cennette nail olacağı köşkü görüp müslüman olması ve evladın ana - baba üze­ rindeki haklarına ait nasayihi havi mühim ve mübarek bir risaledir.



- 333 -

Ya Eyyülhelleziyne il m en ü ku e n fü s e k Cı m ve ehliyküm n a r e rı . Ve kudühennAsü vel-hicAretü g ı lazun şidadün 1 8 ya 'sC:nell ahe m a em e r e h ü m ve yef'alüne mA yü'me­ rOn. Sadakallahül AzTm.

a l ey hA meliiiketün

(Tahrlm SOresi,

Ayet:

6)

Meali şerifi :

«Ey iyınan edenler : Kendilerinizi ve aileniz halkını, �ırası ve közü insandan ve taştan olan ; ateşten koruyun; O ateşe katı yürekli, sert yüzlü melekler memurdur. Onlar Allahın buyurduğu şeylere, karşı gelmezler ve emir olunduklan şeyleri yaparlar.» Sallu ala şefi'i zunubina Muhammed, salluala tabibi kulu­ bina Muhammed, sallu ala nfınıl'-Hüda Muhammed, sübhane­ ke la ilme lena illa ma allemtena inneke entel alimül' hakim. Sübhaneke la fehme lena illa ma fehhemtena inneke entel cevvadü'l kerim. Sübhaneke ma abednake hakka ibadetike ya ma'bud. Sübhaneke ma arafnake hakka ma'rifetike ya ma'ruf. Sübhaneke ma zekernake hakka zikrike ya mezkur. Sübhaneke ma şekernake hakka sükrike ya meşkftr. Rabbişrahli sadri ve yessirli emri vahlül ukdeten min lisani yefkahu kavli ve üfevvidu emri ilailah innallahe basi­ run bil ibad. Ol Padişah-ı lem yezel, ol lutfu çok, kendi güzel ; bizleri şeytanın iğvasından, insanların hiyle-i desaisinden hıfz eyle-


- 334 -

ye. Kafirin küfründen, fasıkın fıskından, zalimin zulmünden, ciirin cevrinden, hasidin hasedinden, yüze gülen münafıkın şerrinden halas eyleye. Daima kendi yolunda kaim, gündüzleri saim, iyman ve ihlasta kaim eyleye. Bu meclise hak rızası için uzak ve yakından gelen kadın ve erkek , cinni ve meleği iki ci­ handa aziz eyleye. Cümlemizi Tabe-Seher aşkı ilahi ve muhab­ beti Muhammedi ile ciğerleri püryan , di deleri giryan olan aşık­ lar meyanına idhal eyleye. Bu mübarek makamcia cem' eyledi­ ği gibi, kıyamet gününde civarı Mustafa'da lutf ile iskan eyle­ ye . Ruhlarımızı ruh-u Nebi ile aşina eyleye. Çirkab-ı isyan ile kararan kalplerimizi ve yüzlerimizi aşk-ı Muhammed'le tenvir ve tezyin eyleye. Cümlemize meded-ü-inayet ve lfıtfu hidayet eyleye. Nar-ı cahimden azad eyleye. Son nefesimizde şeytanın şerrinden emin eyleyip, iyman ile çene kapamak nasib eyleye .. Zahirlerimizi şeriatın nfıru ile pürnfır, batınlarımızı envar-ı tev­ hid ile tenviri tezyin eyleye. Ecel yastığına başımızı koyduğu­ muzcia az ağrı, asan ölüm ile çene kapamak nasib eyleye. Dillerimiz Allah Allah diyerek, gözlerimiz cenneti ala ve cemali Mustafa'ya nazırı hayran olarak, ölüm acısını duyma­ yan ve (:Ey kulum gel benden yana) sözüne m uhatap olan mü'­ minler zümresine ilhak eyleye. Dersimizin te'sirini halk eyle­ yip, esnayı derste olan ve olacak hatayı, nisyanımızı af eyleye� Rizayı şerifine bilmeyerek muhalif ef'ali ekvalimizi lütfu ve ke­ remi ile afv eyleye. Allah'ı tevhid eden Muhammed aleyhissela� ma gönül veren Allah'ın has kullan ! Allah Celle Hazretleri , bu okuduğum ayet-i celilede hitap edip bizlere nefsimizi ve ehlimizi yani evlad ve ailemizi cehen­ nem ateşinden korumamızı tenbih buyuruyor. Zira, bir memleketin valisi nasıl ki o memleketin umur-u hususundan kendi hükümetine karşı mes'ul ise, b izler de ken­ di nefsimizden, eviadı iyalimizden Allah'a karşı sorumlu oJdu­ ğumuz bu ayet-i celileden anlaşılmaktadır. Vücudumuz b ize emanettır, gözümüz, kulağımız, elimiz, ayağımız, mallarımız, kasamız, kesemiz, tarlamız, bahçemiz, ticarethanemiz, mevkii­ miz, evladımız, ailemiz bizlere emanettirler. B u emanetlerin sahibi olan Allah bizlere emanet ettiği bunca nimetlerden; hu-


- 335 zur-u izzetine alıp bunların hesabını bizlerden sual edeceğini sure-i Tekasürde şöylece beyan ediyor :

Ayet :

cSü mme letü s ' e l ü n n e yevrrıe'izin a n i n niiiym.»

« Elbette ve elbette sizlere verdiğim nimetlerden ve o ni­ ınetler hakkında sizi hesaba çekeceğim.»

İnsan olana lazımdır ki, hesaba ve soruya çekilmeden ken­ dini hesaba çekmelidir. Resul aleyhisselam buyuruyor. <<Sizler, hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz. })

Resul alcyhisselam : « Ey ümmetim! Sizler hepiniz birer çobansınız, her çoban kendi sürüsünden mes'uldür. Devlet rei­ si memleketinden, vali vilayetinden, aile reisi kendi evlat ve ehlinden, kadın kendi kocasının malından ve ırzından mes'ul­ dür! n buyurdular. İyi bir devlet reisi nasıl ki memleketini iyi idare eder, kendi milletini refah-ı saadete kavuşturursa, iyi bir aile reisi de kendi eviad-ı iyalini öylece dünya ve ahiret saade­ tine kavuşturur. Aile ve evlatlarımızın kötü ve isyankar olması­ nı kendi idaremizde ve kendimizde aramalıyız. Haram lokma ile beslediğimiz aile efradının bizlere isyankar ve Allaha asi ol­ maları muhakkaktır. Adem aleyhisselarn, Allahın men'ettiği meyvadan yemese idi, oğlu Kabil katil olmıyacaktı . Adem A1ey­ hisselamdan, li hikmetin zelle sadır olup, kendine men'edilen şecereden yiyip cennetten çıkarıldığında kay etti. Ettiği kay'dan bir zehirli nebat çıktı. Bu nebattan yılan yiyip yılandaki zehir hasıl oldu. Adem'in midesinde kalan o haram meyvanın bakiy-


-

336

-

meniye kalbolup o meniden Kabil hasıl oldu, dünyada i l k katl fiilini icra eyledi. Onun için babanın evlat üzerinde altı hakkı, evladın ba­ ba üstünde on hakkı vardır. Babası eviada karşı olan bu hak­ lardan birini yerine getirmeyecek olursa, yarın mahşerde kendi öz eviadı Allaha kendi babasını şikayet edip mes'ul ve mahkfım ettirecektir. yesi,

Allah cümlemizi bab-ı gafletten ikaz buyursun. .Amin. Ey mü'minler ! İyi dinleyin ve dinleyip amil olunuz. Ev­ ladın baba ve ana üstünde on hakkı var demiştim. Bunlar ne­ lerdir : 1 Babanın helaldan kazanıp, helaldan yiyip belinde­ ki meniyi helal meni olarak muhafaza etmesi eviadına karşı olan borcudur. -

2 Baba, alacağı kadının iyi bir aile kızı ve helaizade olmasına dikkat etmesi evladın baba üzerindeki haklarından­ dır. -

N asıl ki bir arazi alacağımızda o arazinin verimli olma­ sını, iyi yerde olmasını arzu ediyorsak ; . alacak olduğumuz aile temiz, dindar ve namuslu bir aile kızı olmasına dikkat etmek bir babaya düşen vazifelerdendir ki, bu hak evladın ba­ bası üzerinde haklarının en ehemmiyetlisidir. 3 Aldığı hanımı helalinden kazanıp helalinden ye­ dirmesi ve helalinden giydirmesidir. Çocuk dünyaya geldiği vakit çocuğun sağ kulağına 4 ezan ve sol kulağına karnet okuyup güzel bir isim ile isimlen­ dirmesi ve akika kurbanı kesip yavru bir haftalık olduğunda saçını tıraş ettirmesi, saçları ağırlığınca altın tutarı fukara­ ya tasadduk etmesi, yine yavrusunu helal lokma ile besleme­ si ve çocuk erkek ise sünnet ettirmesi evladın baba üstündeki -

-

haklarındandır.

5 Çocuk dört yaşında ; dört aylık on dört günlük oldu­ ğun ?a ona Kur'an öğretmesi, veyahud hacaya verip öğrettir­ mesı. -

6

7

8

mesi.

-

-

-

İlim tahsiline başlatınası. İlim tahsili ile beraber bir san'at öğretmesi. Eviadının kimin ile arkadaşlık yaptığına dikkat et­


-

337

-

9 - Yedi yaşına geldiği vakit eviadını namaz kıldırmağa

ve oruç tuttunnağa alıştırıp üzerinde dikkatle durması. Allah ; Sure-i celile-i Taha'da : .�� .

, ,......

,;,

, ,

.

� .q��\;'_,�P � �y,; \ o

/

}

...

/ c"t

.ı.

_/ ' }

• /

,

..... .ı.

o

� \9)J, @ıS;G:� � I...l i.J � yor.

..

• .

...

«Ehline namaz ile emret ve üzerine dikkatli ol. » buyuru­ 10 - Onuncu hak eviadını hüsnü hal ve

kemal ile tanı­ nan bir zata refik edip ondan kemal ve irfan öğrenmesini sağ­ lamak, evladın baba üzerine olan haklarındandır. Bunlardan birini terk eden baba yarın huzuru izzete varıl­ dığında eviadı tarafından Allahü Tealaya şikayet edilip ! ( Ya­ rabbi ! Bu babam olacak adam, beni ulvi alemden alıp zevk i için dar-ı mihnete inmeme sebep oldu. Beni, ikaz ve irşad et­ meyip ebedi felaketime sebeptir. Şimdi, bana vereceğin azabın iki katlısını ona ver) diyeceğini ve kıyamette baba evladın­ dan firar edeceğini Kur'an-ı Azim haber vermektedir. Buna binaen, Allah kıyamette olacak felaketi bizlere beyan edip nefsimizi ve ehlimizi ateşten ve cehennem zebanilerinin şid­ det ve gılzetinden korumamızı, lfıtfu ile Kur'an-ı Keriminde haber vermektedir. Ananın ve babanın yaptığı suçun, evlat üzerindeki tesirini bu yazacağım hikaye ile anlamanızı tavsiye ederim.

HİKAYE Şeyh Vefa ki İstanbul'da semti ile meşhurdur. Aynı isme izafeten Vefa Bozacısı diye İstanbul'un meşhur bir nimeti de h a zretin ism i i le şöhret bulmuştur. Şeyh Vefa kaddesc si rruh kerameti zahi r , Al laha taka rnıb eden velilerdendir. Ulum-u za­

p i-

h i rde ve ulfı m-u batmda yücclerden d i r . Tarikatı vefaiyenin lrşAd, Cilt 1

-

F

:

22


- 338 ri, batında içtihad scih ibidir.

E vra dı ve ezkarının

müellifidi r.

Fatih devri meşayihindendir. İstanbul'un fethin­ de bulunan ululardandır. Fatih Hazretlerinin cenaze namazın­ a imam olan zattır. Yeniçerinin Karamani Mehmet Paşayı ıstemeyip paşanın katli için ayaklandıklarında, Mehmet Pa­ şa kaçtı hazreti şeyhin zaviyesine sığınmış. Yeniçeriler pa­ şanın Ş�yh yefa hazretlerinin zaviyesine sığındığını haber alıp zavıyeyı kuşattıklarında, hazret dışarıya çıkıp bir kere «All �h ?> narasım savurduğunda orada bulunan yeniçerilerin hepsının bayılıp yere yıkıldığını, akılları başlarına geldiğin­ de bir bir oradan savuştuklarını Menakıb-ı Şeyh Vefa' da yaz­ maktadır. Kerametleri sayılmakla bitmez. Biz burada hazreti hilmiyeniere tanımak arzusu ile keremetinden bir nebzecik bahsetti!{. Kabri münevverlerini gidip, ziyaret ediniz. Öyle mukaddes yerlerde edilen duayı Hak Taalanın reddeylemiye­ ceği, ehline malfımdur.

?

Kerametlerinden birini daha, buraya yazmakla risalemizi süsleyelim. Bir kadın gelip oğlunun esarette kaldığını hazreti şeyhe bildirir ve oğluna sağ olarak kavuşması için hazreti şeyhin duasını ister. Hazreti Şeyh de : - Hanım ! Gitme otur, şimdi evladın gelir kavuşursun, derler. Bir saat kadar bir vakit geçer, yahut geçmez. Kadının oğlu sırtında aşçı gömleği, kolları sıvalı bir şekilde zaviyeden i çeriye girer. ( Al hanım oğlunu) buyururlar. Kadın eviadına sarılır, evlad - ana kavuşurlar. Oğlan şaşkın bir vaziyette ne olduğunu nasıl buraya geldiğini soranlara şöyle anlatır. ( Beni esir edip, esir pazarında sattılar. Bir hıristiyan be­ ni köle olarak satın aldı. Bana vazife olarak da aşçılık yapma­ mı huyurup mutfağa vazifeye verdi. Esaretimden beri orada aşçılık yapmakta idim. Bugün sahibim ava çıkıp tavşan avla­ mış, pişirmek için bana verdiğinde mutfakta bir kara kedi peyda oldu tavşam elimden kaptı ve kaçırınağa başladı. Ben de kedinin ağzından almak için peşine düştüm. Kediyi yaka­ layım derken kendimi burada buldum. Zira, kedi ağzında tav­ şan ile buraya girdi) der. Bir de bakar ki kara kedi şeybin dizi dibinde, tavşan da yerde yatıyor. Hazreti Şeyh latife ede­ rek :


- 339 -

- Al tavşam götür, pişir de kafir karnını şişirsin ! der. Bu nimet-i ilahiyyeyi ve keramet-i veliyyi ve himmet-i evliyayı görüp Allaha hamdü sena ederler ve şeybin tahtı hiz­ metine girip, dünya ve ahiret maksuduna ererler. Şimdi, o za­ ta «Esir Bey» derler ki hazreti şeybin zaviyesinde ebedi uyku­ sunda yatıp, ruhu cennet bahçelerinde gezmektedir. Şeybin kedisi de orada kendine mahsus efendisinin türbesi kapısın­ daki kabrinde yatmaktadır. İlımal etme ziyaretlerine git. Böy­ le şey olmaz deme, inkarı bırak. Hazret-i Süleyman'ın velisi olan Asaf-ı Berhaya Belkıs'­ tahtını bir göz açıp kapayasıya üç aylık yoldan getirdiği­ ni Allah Kur'an-ı Keriminde sure'i Nemlde zikrediyor. Beni İsrailin nebisi olan Hazreti Süleyman'ın evliyası, bir göz açıp kapayıncaya kadar taht-ı Belkısı getirirse, enbiyalar serveri rahmeten Iii alemin olan Hazreti Muhammed Aleyhisselamın evliyasına böyle bir ufak kerameti çok görüp gafillerden, rnünkirlerden olma. ın

Beni İsrail velilerinin kerametierine inanıyoruz, onlardan da böyle kerametler zuhurunu Kur'an-ı Kerim haber veriyor. Beni ısrail evliyası izn-i ilahi ile ölüyü ihya ederse ve tarfe­ tül-aynda Belkıs'ın tahtını üç aylık yoldan getirirse, sevgi­ l i Rabibinin velisinin nelere kadir olduğunu senin irfanına terkederim. Enbiyadan zuhur eden mfıcizat, evliyaullahtan zuhur eden keramet onların kendilerinden olmayıp, Allah on­ ların elinden, zuhura getirip halkeder. Bu böyledir bilmiş ola­ sın. Hazreti mahbubu kibriyanın velilerine böyle ufak kera­ metleri çok görme. Bunu da unutma, velinin kerameti ; şerefi ; tabi olduğu Nebisine aittir. Biz gelelim kıssamıza : Hazreti şeyh Vefa'nın bir erkek çocuğu olmuş. Oynama Gağına geldiği vakit, sokaktan geGen sakalarm kırbasını elindeki çivi ile deler fışkıran suya ağzı­ nı verip su içermiş. Kırba ; eti, mubah olan hayvan derisin­ den tabaklanıp yapılır. O vakit İstanbul'a kırk çeşmeler yapıl­ mamış kırk Geşme suyunu İstanbul'a getiren, Avnıpalılar'ın muhteşem Süleyman dedikleri yirmiyedi muharebeye yani gazaya iştirak eden, biz Türklere Rodos'u ve Macaristan'ı zapteden Viyana'yı kuşatan Sultan Süleyman Handır. Sakalar


-

340

-

�eY.h. n hat�n ve şey e olan hürmetlerinden ve e deplerinden oturu çocugun yapt ıgı bu kababati babasına söylemezlermiş. Nasıl söylesinler ? Resfılüllah «Çocuk babasının sırrıdır» bu­ yurmuşlardır. Ana, eviada hamile, kaldığı zaman bir nesneyi çalsa, mesela gül yahut karabiber. O çaldığı şey çocuğun yü­ z�de yahut vücudunda yahut da ahlakında görülür, b u b öy­ ledır. Ananın veyahut babanın yaptığı kabahat, evlat üzerin­ de zuhura gelir.

Bunun b ö yl e olması akıl ve hasiret sahiplerine büyük ayatı beyyinnattır. Yapacağ·ımız bir kabahatin cezasını ço­

cuğumuz çekebilir.

Bu nasıl adalettir demeyiniz. Bir baba, hırsız yahut ka­ til olsa evl a dına , katilin yahut hırsızın oğlu derler . . . Görü­ yorsunuz ya babanın y ah ut ananın kababati çocukla zikredili­ yor. Gayri meşru çocuğun zuhura gelmesi, anasının yaptığı kabahatin ortaya çıkmasıdır. Çocuğun bu kabahatte hiçbir suçu olmadığı halde anasının yaptığı kabahat ile zikrolu­ nup, anasının suçu ile suçlanır ve onun nas iç:inde hor hakir olmasına sebep olur, onun yaptığı kababati evlat çeker. Biz sözümüze gelelim : Böylece aylar geçer, çocuk elindeki çivisiy­ le sakaların kırbasını delip su i çmeye devam ederken, saka­ lardan biri çocuğun bu hareketinden usanıp hazreti şeyhe gider, çocuğu babasına şikayet eder. Hazreti Vefa ( Allah sır­ rını tak di s buyursun. ) Oğlunun ne vakittenberi sakaların kır­

basın ı deldiğini sorar ; şikayetçi saka da sokağa oynamağa çıktığından beri der. Hazreti şe yh bütün kırbal arı delinen sa­ kaları huzuruna davet edip hepsinin kırbalarını yen i l er . Ve hepsinden helall ık alır ve onlara der ki : ( Ben çocuğumun ter­ biyesini veririm, siz üzülmeyin, bu yapılan kabahat benim ya­ hut anasının kabahatidir. Çocukta kabahat yoktur) diyerek sakaları tatyibi hatır eder. Sonra, haremini yanına çağırıp ne gibi bir suç işlediğini kendisinden sorar. Kadın ağlayarak ( Vallahi efendi bilerek Allahın h i çb i r emrini geri b ırakma­ dım, yapma dediği şeyi irtikap etmedim. Yalnız şu var ki, ben çocuğa hamile iken, sizin izniniz ile bitişik komşuya otur­ mağa gitmiştim. Komşu bir iş i çin benim oturduğum odadan dışarıya çıktığında konsolun üzerinde duran limon gözüme ilisti . isterneğe utandım, nefsimi körletmek için limonu iğne


- 34 1 -

ile delip ağzıma götürüp suyunu içtim, ) dediğinde hazreti şeyh (Tamam hastalık teşhis olundu, elhamdü lillah. ) diye müs­ terih olur. Görüyorsunuz ; ana iğne ile limonu gayri meşru olarak emerse, çocuğu da çivi ile k ırbayı delerek suları içer. Ailesine komşudan helallık almasını tenbih buyurur. Kadın komşuya yaptığını anlatıp helallık diledi. Komşusu da ( Ne kıymeti var limonu yeseydin) , dedi. Ve hakkını helal etti. Hazreti Şeyh, çocuğunu yanına çağırıp, sakaların kırbasını delmemesini da­ hi çocuğa tenbih etmek luzumunu duymadı. Ertesi günü ço­ cuk elindeki çivi ile yerleri çiziyor, önünden gelip geçen saka­ ların, değil kırbasını delmek onlara bakmıyordu bile. Bu kıssadan akillere ve ehli ferasete yüz bin hisse var­ dır. Çocuklarımızın yaptığı itaatsizlikler ve kabahatler hep ana ve babanın isyanının evlad üzerindeki zuhurudur. Ba­ zan, böyle de olmayabilir. Amma yüzde doksan dokuz bu böy­ ledir. Allah, dilerse zalimden adil, adilden zalim getirebilir. O emrinde hakimdir. İstediği gibi mülkünü tasarruf edebilir. Bu böyle olunca ana ve baba çocuk üzerinde çok itinalı olma­ h haramdan sakınmalı, Allah ve Büyüklerine itaatta olmah­ dır ki evlad da aynı haramdan kaçınan, Allaha ve Peygambere ve büyüklerine itaatkar olanlardan olsun. Ana babanın hara­ rnı irtikabını bir tarafa bırakın, bazı takva ile hareket et­ meyip mubah olan şeyleri işlemekle çocuğun maneviyatta iler­ lemesine mani olanlar bile olmuştur. Mesela şeriatta ana cü­ nüpken eviada süt veyahut mama verebilir. Fakat, eviadının manen yücelmesini isteyenler abdestsiz olarak yavrusuna, süt meme, mama vermemelidir. Zira, çocuğun maneviyatma tesiri olur. Velhasıl yavrunun üzerine manen ve maddeten dikkatle durmalıdır ki evladın dünya ve ahireti ma'mur olsun. Şu kıssayı ibretle oku :

HIKAYE

Yazıcıoğlu Mehmet efendi Hazretleri. ( Muhammediye) k i · tabının müellifidir. Hacı Bayramı Veli Hazretlerinin yet i ştird iği yüce kişilerden biridir. Yazmış olduğu (Muhammediye) indi Re-


- 342 -

sfılullahta mergub ve makbul olduğu rivayet edilir. Bir hane­ de bulunursa o haneye yümni bereket getirir. Hemen her müs­ lüman Türkün evinde bir adet Kur'an-ı Kerim, mevlidi serif \'e Muhammediye bulunduğu herkesçe malfımdur. Türk mutasav­ vıflarından İsmail Hakkı Bursavi -tefsir sahibidir, arapça ola­ rak Ruhul Beyan tefsirini yazmıştır. Birçok islam diyarında bastırılmış ve okunmuş ve halen de okunmaktadır. Kıyame t e kadar da okunacaktır. Bu zatı muhterem (Muhammediye) ye şerh yazmıştır. Pek mühim bir kit aptır İşte bu kitabı yazan Ya­ zıcıoğlu iki kardeştir. Biri, Mehmet, diğeri Alımedi Bicandır. Mehmet efendi hazretleri Gelibo'luda yatmaktadır. Halen kabri münevverleri ziyaret o l u nmaktadır. Kardeşi Alımedi Bican efendi (Envaru' l A.şıkın) namlı kitabı farsçadan türkçeye çevir­ miştir. İşte bu Alımedi Bican efendi, bir gün camii şerifte ders verip halkı irşad ederken, ağabeyi Mehmet efendi camie girip kardeşinin ders takririni bir müddet dinledikten sonra, tebes­ süm ederek camiden çıkar. Ağabeyinin bu hali ders veren kar­ deşinin nazarından kaçmaz. Ahmedi Bican efendi, akşama eve gelince olan hadiseyi anasına naklederek ağabeyin in neden ken­ disine tebessüm ettiğini ağabeyisinden sorarak öğrenmesini ri­ ca eder. Anası, Mehmet efendi eve geldiğinde vukuatı nakledip, kardeşinin ders verdiği esnada ne sebepten güldüğünü sordu­ ğunda Mehmet efendi: (Muhterem anneciğim, ben kardeşimin ders takririne gülmedim. Kardeşim ders verirken onu o kadar çok melaike dinliyordu ki camide, kendilerine oturacak yer kal­ madığı için melekler birbirlerini çiğniyordu. Bu hali gördüğüm­ den, meleklerin beni adernden birinin dersini dinlemek için bir­ birlerini çiğnemeleri hoşuma gitti de onun için tebessüm e t tim) dedi. Anası Ahmet efendiye bu olan hadiseyi naklettiğinde Ah­ met efendi müteessir olup, (Ağabeyim melekleri görmek dere­ cesine nail olmuş, benim ise bu nimetten neden mahrum oldu­ ğumu kendisinden sorunuz diye anasından rica ettiğinde; ana­ sı Mehmet efendi hazrederine : .

- Oğlum, sen melekleri görüyorsun da kardeşin neden göremiyor? . . . dediğinde, (Anam bu noksanlığı sen kendinde ara ) b uyurdular .


-

3 43

-

O vakit, anası tefekküre varıp şöyle söyledi : ( Sana hiç abdestsiz süt vermedim. Fakat Ahmet küçük, kundakta idi. Komşu kadın bize gelmişti. Namaz vakti geçecek diye na­ maza durnıuştum. Ahmet ağlamaya başlayınca, komşu kadı­ nın Abmedi susturmak gayesiyle ona süt verdiğini sezdim, Hemen namazı bozdum. Fakat iş işten geçmiş, Ahmedim, komşu kadının sütünü içmişti. Kadına abdestli olup olmadığı­ nı sorduğumda abdestsiz olduğunu söyledi, ) deyince Mehmet efendi hazretleri ( işte anneciğim kardeşimin melekleri gör­ memesi bu yüzdendir) buyurdular.

Ey mü'minler ! Babalı k ve analık ancak dünyaya çocuk getirme k olsaydı , hayvanlardan farkımız kalma�dı . .H.ayvan­ lar da sevki tabii ile bir dişisini bulup babalık vazıfesını yapar çekilir gider. Eviada karşı vazife bu ise, bizlerin de hayvan­ lardan farkımız kalır mı ?

Hayvan, hayvanken yavrusuna nasıl avlanacağını, düş­ mandan nasıl korunacağını ve düşmanla nasıl mücadele ede­ ceğini öğretip dünya hayatına ahştırıyorlar. Eviadiarına yalnız dünya hayatını öğretenler, ahiret, Allah, Peygamber, din diyanet öğretmiyenler tıpkı hayvan­ lar gibidir. Evlad ve ebillerine dünya ve ahiret öğretmeyenler bu hayvanlardan da aşağıdırlar. Zira, hayvanlar için ahiret hayatı olsaydı belki bu hayvancıklar yavrularına dünya ha­ yatını ta'lim ettikleri gibi ahiret hayatlarını da ta'lim ederler idi. Hayvanların Ahiret nasibi olmayıp yalnız dünyada na­ sipleri olduğundan vazifelerini tam olarak yerine getiriyorlar. Bu hayvancıklar yavrularından bir menfaat beklemiyerek, yalnız ana, baba olarak vazifelerini ifa ederler. Biz ise, evladlarımızdan bize yardımcı olmalarmı ve bize bakmalarını, bize itaat etmelerini bekleriz. Evlatlarımızdan beklediğimiz bu güzel huylara karşı biz evlatlarımıza �e ya­ pabildik, bir düşünelim. Evlatlarımıza karşı olan hangı bor­ cumuzu ödeyebildik ki onlardan ne bekleyebiliriz ? Yukanda saydığım evladın ana, baba üzerindeki haklarmdan kaçını ye· rine getirebildik ?. Eviadiarına karşı olan borçlarını ödemeyen, ana ve baba-


- 344 -

larını, evlatları döğseler onların bu hususta hakları vardır. On­ ların bu hareketleri yarın kıyamette uğrayacaklan azabın ya­ nında ehven kalacaktır. Ama yine de insan olmak dolayisiyle sulh babalarımızın, bize öğretmediklerini, yol babamız olan Hz. Fahri Alem ve onun ilim ve haline varis olan din babaları­ mızdan ana ve baba hakkını öğrenip , onların bize bir seferli k dünyaya gelmemize sebep teşkil ettiklerini bize hatırlatarak, bi­ ze sevki tabii ile verdikleri sütlerine mukabil onlara meşru yer­ lerde itaatın farz olduğunu bildirdiklerinden onların bizlere yapmadıkları vazifelere karşı yine de ekserimiz onlara itaat eder. onlara bakar, onlara evlatlık ederiz. Bir kimse, eviadına dünya ve ahiretini öğretmeden , onu büyütmesinden . onu küçük­ ken öldürmesi evladır. İnsan öldürmenin enbüyük günah oldu­ ğu dört kitap ebiince malumdur. İ şte, eviatiarına dünya ve ahi­ reti öğretmeyen ana ve babalar, böyle büyük günahı irtikap et­ mektedir. Eviadına dünya ve ahiret hayatını öğretmeyenler; onlan öl­ dürmekten daha büyük günaha girmiş olurlar. Zira, küçükken yavrusunu katleden baba ve ana, ancak yavrusunun dünyasını viran edip, ahiretini ma'mur ederler. Fakat, eviadına dünya ha­ yatını . Allahını ve Peygamberini, öğretmeyen ana ve baba ise , eviadının dünyada rezil, bedbaht, sefil olmasını , ahirette ise ebedi hayatına mani olur, onu ebediyyen öldürürler. Bu iki katlin hangisi ehvendir? Sizlerin iz'an irfanına terk ediyorum . H i K A Y E Bu kıssayı ibret ile oku. Bir ananın bir oğlu vardı. Çocuk gi.i nlerden bir gün elinde bir yumurta ile eve geldi, anasına yu­ murtayı verdi. Annesi memnun oldu. Nasıl memnun olmasın ? Eviadı küçük yaştan ona bakınağa b::,şlamıştı. Ona yumurtayı nereden aldığını sormadı. Bil'akis, (Aferin evladım) dedi. Çocu k bir zam�n sonra, bir tavuk, bir müddet sonra kaz, hindi , keçi , koyun, sığır, öküz derken büyük bir :?aki oldu. B u çaldıklarını annesine getirdikçe kadın memnun o: muş, her seferinde onu aferinlerle taltif etmişti. Artık taltife hacet kalmıyordu. Bu şaki


- 345 -

astığı astık, vurduğu vurduk, çaldığı çaldık oldu. Eskiden in­ sanlar görmeden çalıyordu. Şimdi ise, zorla alıyor, vermiyen i öldi.irüyordu. Hükümetin başına gaile, insanların üstüne bir bela olarak musaHat olmuştu. Nihayet her şaki gibi hükumet kuvvetleri onu yakalayıp, adalet huzuruna çıkardılar. Adalet te· celli edip idamına karar verdi. Böylelerin insanlara ve cemiye· te muz'ir olduğu için katli lazım geliyordu. Hemen eellada tes­ lim edildi. Eviadının bu derekeye düşmesine sebep olan ana, şimdi eviadının ölümünü göz yaşları arasında seyre gelmişti . Çünkü eviadının asılmasına sebeb olmuştu. Ne ise çocuğa son arzusu sorulduğunda « Son arzum anaının dilini öpmek isterim » dedi. Ve çocuğun bu isteği yerine getirilmek üzere anası yanına getirildi . « Ana senden ayrılıyorum, çıkar dilini öpeyim » dedi. Kadın dilini çıkardığında öper gibi yapıp anasının dilini ısırıp kökünden kopardı. Kadın kan revan içinde hornurdanmaya baş­ ladığında (Ne yaptın bire katil herif? Ölürken bile suç işledin .) Dediklerinde: « B u yaptığım suç değil, belki hayatımda yaptı­ ğım en iyi ameldir dedi. Zira o dil beni şu sehpaya çıkarıp, dün· yada sefil rezil ahirette de büsranda kalınama sebep olmuştur. Böyle olan dillerin kopması olmasından evladır.» dedi. « Ben kü­ çükken bir yumurta çalıp anama götürdüğümde; bana sevgi göstereceğine, nereden aldın? diye sorup hak yolunu göster­ seydi , şimdi ben burada, darağacı nda olmayacaktım. Kaba şil­ teler üzerinde oturan namuslu bir adam olup , ahirette cehen­ nemde olacağıma, cennette olacaktım . » der ve kendisini asarlar. Eviadiarına dünyasını öğretmeyip onların felaket ine sebep olan. ana ve babanın dilini dünyada evlad ısırıp kopararnazsa bile, ahirette ısıracağı muhakkaktır. Yukarıda beyan etmiştik. Çocuklarımızı güzel isim ile isimlendirmek , ana ve baba üzerine düşen evlad hakkı idi. İsim mühimdir. « El-esma yenzilu mine es-semai » b uyrulmuştur. Ev­ latlarımıza koyacağımız isimler, enbiya ve evliya ve salih insan­ ların isimleri olmalıdır. Tarihe şan vermiş olan islam Türk ku­ mandanlannın isimleri ile isimlendirmek, bahusus Muham­ med, .A.hmed, Mustafa gibi aziz isimler evlatlarımıza karşı bu hakkı tamamen eda etmeliyiz.


- 346 Yavrularımızı böyle mübarek isimlerle isimlendirirsek, hem bu isimleri taşıyan zevat-ı ali kadre minnet ve muhabbe­ timizi izhar etmi� ve hem de ümit ve temenni olunur ki, Al­ lah'ın inayet ve keremiyle onları isimlerini aldıkları zatlarm ahiakına, siyret ve suretlerine varis kılmış oluruz. Kalpleri çeviren Allah'tır. Evlatlarımızm, aynı siyrette yetişmeleri mümkün ve muhtemeldir. Denilecektir ki, isimleri Ahmet, Mahmut, Muhammed ve­ ya Mustafa olduğu halde, maalesef iyi bir nam bırakmamış kimseler yok mudur ? Neden, Resfılü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin mübarek isimlerile isimlendikleri halde, onun siyretine, onun ahlakına uygun durumda değillerdir ? Biz fakir ise, bu itirazda bulunacak olanlara, acizane deriz ki ; bu isimleri taşıdıkları halde kötü ahlakları ile tanınan kimselerin babaları, yavrularına bu isimleri Nebi-i-zişana olan hürmet ve muhabbetlerinden dolayı değil ; dedelerinin, amca­ larının veya aile içinde hatırı sayılır herhangi bir zatın ismine i zafetle bu isimlerden birisini vermişlerdir. Binaenaleyh, on­ l �rın taş �dık � arı isimler, peygamberi zişana nisbetle değil, laalettayın bır Ahmet, Mehmet veya Mustafa'ya özenilerek verilmiştir. Yoksa ; enbiyaya, evliyaya, sulehaya muhabbetin­ den dolayı eviadını bu mübarek i simlerle isimlend.irenleri' Hakkın şan m dan değildir k i malızun ve mahrum etsin . . . Bununla beraber kim olurlarsa olsunlar ve ne halde bu­ lunurlarsa bulunsunl r, bu mübarek i simleri taşıyan kimse­ . . . . . asıl sahıplerme lere küfretmek, kötü söz söylemek, o ısımlenn hürmeten büyük günahtır. Bil'akis Ahmet, Mahmu� , Muham­ . med Mustafa isimlerini taşıyanlara, taşıdıklan ısimlerden dola ı hürmet ve riayet etmek, bir meclise geldiklerinde baş köşeye oturtmak lazımdır.

y

Resul Aleyhisselam buyurdular k i : (Yarın kıyamette, Ahmet, ve Muhammed isimlerini taşıyacak zevatı, Hak celle ve ala bu isimlere muhabbetinden dolayı affı ilahisile taltif edecektir. ) Allaha hamd-ü sena ederim ki, milletimin erkekleri, dün­ ya alemince MEHMETÇİK olarak tanınmakla, bilinmektedir.


- 3 47 Yine eviadının ana ve baba üzerindeki hakkı, namaz kıl­ mayı, caiz olacak kadar Kur'an-ı eviadına öğretmektir. Bu, eviada karşı büyük borçtur. Çocuk dört yaş, dört aylık, on dört günlük oldu mu, yahut dört yaşında, dört aylık on günlük olduğunda, mektebe vermelidir. Baliğ olduğunda namaz kılma­ sı çocuğa farz olur. Kur'an okumayı bilmez ise namazı olmaz. Zira, namazda kıraat farzdır. Dilsiz yahut sağır olursa, kı­ raat ona farz olmaz. Fakat namaz yine de farzdır. Böyle olan­ lar yani dilsizler ve sağırlar Kur'an okumayı bilmedikleri halde farz olan kıraati terkederek namazı kılarlar ve ana baba tarafından zorla kıldırılırlar. Tabii sağlam olan çocukları­ mız da böyledir. Yedi yaşına geldikleri zaman, namaz kılması öğretilir. Dokuz yaşında kız çocuklarına, Oniki yaşında erkek .evlada zorla namaz kıldırmak ana babaya düşen vazifedir. Böyle yapmayan, bu vazifeleri yerine getirmeyen ana baba Allah huzurunda mahcup olur, kendilerinden hesap sorulur, nara sevk olacakları ise muhakkaktır. Haberde böyle gelmiş­ tir. Eviadına Kur'an öğreten ana babanın Allah indinde ne gibi mükafata nail olacağını size burada beyan etmeyi fayda­ lı buluyorum. Kur'an-ı okumak ibadetlerin efdalidir.

Zira, Resfılüllah buyurdular : (Kıyamette Kur'an-ı kerim­

den büyük şefi' yoktur. Bu büyük şefaat Kur'andır. Ne melek ne Nebi ne de gayri bu şefaate muktedir değildir. )

Kur'an-ı kerimin şikayeti de böyledir. Şefaatiyle okuya­ nı necata ereliriliği gibi, şikayetile insanı nara sevkettirir. Ser­ veri alem buyurdular : ( Bir kimse Kur'an-ı okumasını öğren­ se de ba.';!ka birine verilen mansabı ve malı kendisine verilen Kur'andan yüce görse, böyle olan kimse Allahın ta'zim et­ tiği kelamı bu düşüncesiyle tahkir etmiş sayılır. Zira, Allah indinde en efdal, en azam en büyük nimet Allah kelamı olan Kur'anı kerimd.ir ). Serveri kainat şöyle buyurdular. Allah celle «TA HA» ve «YASiN» surelerini yeri ve göğü ve bütün malılukatı yaratmazdan bir sene evvel okudu, Melekler Kur'­ anı kerimi işittiklerinde ( Ne bahtlı şu gönüller ki bu hakkın okuduğu Kur'anı ezberler. Ne mübarek diller k i bu Kur'anı okur) dediler. Resfıl : ( Buna -binaen ümmetimin en !o;iereflisi Ktır'ana harnil olanıdır)


- 34 8 -

buyurdular. A.bdullah oğlu Cabir Semerne

( R.A. )

ve

Abdurrahman bin

şöyle ri vayet ediyorlar :

Bir gün, biz Resfılüllahın meclisinde oturuyorduk, bir zat gelip Resfıl aleyhisselama hitaben : «Ya Resillallah ! Bir

kimse eviadına Kur'an öğretse ve yahut öğrettirse, Allah o zata ne kadar sevap verir?» dediğinde ; Resfılullah ( A.S. ) şöyle buyurdular : « Kur'an Allah kelamıdır, ne sevap verece­ f�ini Allah bilir.» dediğinde Cebrail aleyhisselam gelip : «Ya ResUlallah ! Allah Celle sana selam ediyor ve şöyle buyuruyor ki ; bir kimse eviadına Kur' anı Kerim i öğretse, yahut öğret­ tirse on bin kerre beytimi haccetmiş ve on bin kerre düşman ile benim, rızam i ç in cenk etmiş ve on bin aç müslümaııı do­ yurmuş ve on bin çıplak giydirmiş ve İsmail aleylıisselam ev­ !fi.dmdan on bin köle azad etm i ş gibi sevap yazarım ve Kur'­ anın her harfine on bin günahını, affe deri m ;> buyuruyor, de­

di.

Cebrail Aleyhisselam : «Ya Resulallah ! Allah, ( Elif Lam Mim ) cümlesi harf değil belki ( Elif) , ( Lam ) , ( Mim ) üç harf­ tir. Her harfi başına on bin günahı affolur. Her okuyuşunda namazda ise her harfine yüz, abdestli ise her harfine yirmi beş , abdetsiz ezbere okursa her harfine on sevap verileceği diğer kütüb-ü sahihada mevcuttur. » Cebrail Aleyhisselam devamla : «Ya Resfılallah ! Kur'an okuyana, Kur'an karanlık kabirde nfırdur. Mizanda sevap kafesinde ağırlıktır, mahşerde şefi' dir, sıratta yoldaştır, cen­ nette delildir, cennette yüksek derece alınmasına okunınası dertli kalbiere şifadır» dedi .

vesiledir,

Aişe anamız diyor ki : Eviadına Kur'an okutan ana ve babaya bu ihsan-ı ilahiyyey i Resfılülla h Cebrail'd en isitince şöyle buyurdular : -

«Vah ! Şu ümmetimden olup ta eviatiarına Kur'an edeb ahlak öğretineyen ana ve babalara, veyl olsun, azap ols on� lara ben onlardan bizarım, onlar da benden beridir.» Yani

öyle olan ve çocuğuna Kur'anı ve islamı öğretmeyen ana ve babayı islamlığa kabul buyurmuyorlar. Maazallah ; ne kadar büyük bir tehdid. Kendilerinin böyle ana ve babalardan eza­ l �nd ı ını beyan buyuruyorlar. Resfıl aleyhisselam buyurdular

k1 «Bır kalbte Kur'an yoksa o gönül lıaraphr,

v irand ı r . »


- 34 9 -

Muaz bin Cebel diyor ki : «Ben ResUlden işittim. Allahü Teala kıyamette Kur'an ehline hitaben : ( Ehlim olanlar gelsin­ ler ) , diyerek davet edecek ve başlarına kızıl yakuttan gayet müzeyyen bir tae giydirip, şu-aı güneş gibi şule veren nurlar içinde olan bu zata : ( Ey Kur-anı hıfzeyleyen razı oldun mu ? ) diyerek sorduğunda, o dahi ( Razı oldum, razıyım Ya Rab, ) dediğinde ; kiramen katibin : ( Ya Rab, bu kuluna daha ikram et ) , deyip niyaz ederler. Allahü Teala emreder, bu hafızı Kur'ana cennet elbiseleri giydirilir. Allah celle, yine kendisi­ ne : - Razı oldun mu ? diye sorar. O zat razıyım der. Melekler daha ihsan eyle ! diye niyaz eylerler. Allah der ki : Aç sağ eli­ ni. O hafızı Kur'an sağ elini açar, razı oldum senden der ve rıdvan ile doldurur, benden razı oldunmu ? diye Tekrar o ku­ la sorar. Razıyım Ya Rabbi dediğinde ; Melekler : - Ya Rab­ bi bu kuluna ihsanını artır ! diye dua ve niyaz ederler. Allahü Teala bu kişiye güneş gibi parlayan bir nfır ihsan ederek me­ leklere, alın bu kulumu cennete götürün Etrafında yetmiş bin melek olduğu halde cennete ithal ederler. Kendisine Kur'anın her bir harfine bir derece-i Cennet verirler ki her derecenin aralığı yüz yıllık yoldur. Bu nimeti ilahiyyeye nail olan zata melekler Kur'an okumasını söylerler. Kur' anı kerimi okuma­ ya başlayınca uçmağa koyulurlar. Hızlı okudukça hızlı, yavaş okudukça yavaş uçarak be­ yaz bir inciden yüksek bir saraya konar. O sarayın sayılamı­ yacak kadar çok kapısı vardır. Kızıl altındandır bunların ka pısı. Her bir kapının önünde bir bahçesi vardır, her bir bahçe­ de türlü ağaçlar ve her ağacın üstünde türlü türlü yemişler vardır. Yine o sarayın bahçesinde türlü ırmaklar akar, her ırmağın kenarında köşkler ve saraylar vardır ve o köşklerin içinde huriler ve hizmetçiler. Gözlerin görmediği kulakların işitemediği, adem oğlunun kalbine gelerrıiy�n nimetler ihsan olur.» Kur'an okuyan zatı, melekler ellerinde hediyelerle gelip ziyaret ederler ve Allahın selamını tebliğ ederler. Kur'an oku­ yan kimsey'i bu veçhile ve bu surette ikram ettikleri gibi Al­ lah Teala emreder ki : ( Bu Kur'an okuyan zatın ana babasını getirin) der.


-

3 50

-

Kur'anı okuyanın ana ve babası da getirilir, hafıza yapılan ik­ ramın yarısı ana ve babasına da yapılır. Ana ve baba Allaha ham­ dedip: (Yarab. Biz bu nimetiere layık değildik , bizlere ne sc· hepten bu ihsanı ediyorsun ? Biz bu nimetlere, bu kerametiere layık arnelde bulunmadık) . Dediklerinde; melekler: (Sizlere bu ihsan-ı ilahi, çocuklarınıza Kur'an okuttuğunuz için verildi .) derler. Res(ılullah (S .A.V.) buyurdu: «Kur'an okuyan çocukların ana ve babaları, ölüp kabir azabına düçar olsalar, evlatlarının okuduğu Kur'an berekatından kabir azapları def'olur. » H i K A Y E

Bir gün serveri kclinat efendimiz ashabı ile giderken kab­ ristana uğrayıp bir kabrin başında ağladılar. Ashabı kirarn ağ­ lamalarının sebebini sorduklarında: (Bu kabirde yatan zat ka­ bir azabına düçar olmuş� ona ağ] adım.) buyurdular. Sonra gi­ decekleri yere gidip avcietlerinde aynı kabrin başında mesrur bir vaziyette tebessüm ettiklerini gören ashab, sebebi tebes­ sümlerini kendilerinden sual ettiklcrinde; (Bu zat öldüğü va­ kit ailesi bu zattan hamile kalmış. O çocuk bugün mek tebe baş­ layıp (Bismillah.irrahmanirrahiym) okuduğunda bu zatın azabı­ nı Allah defedip, Cennet bahçesinden bir bahçe eylediğini gö­ rerek mesrür oldum) buyurdular. Evlat, Allahın Ralıman ve rahim ismini yer yüzünde okur da yerin altında ana - baba azap görür mü ? Aninin oğlu Huzeyfe Resülüllahtan rivayet eyledi : « Bir kavmin çocukları mektepte :Fatiha okursa o kavme Allah bela vermez » dediler. Yine devam edip : « Fatiha okuyan yavru-­ ların okuduğu Kur'an hürmetine Allah celle kırk sene o ka­ vimden azab ını defeder ı> .

Yalnız şuna· dikkat etmelidir ki, hocanın hakkı hak edil­ melidir. Hocaya itaat ve hürmet veya ihsan etmek şu şart ile­ dir: Öğretmen hakkı ana ve baba hakkından büyüktür. ibni Abbas Resfılüllah (S .A.V.) den rivayet edip buyurdu­ lar ki : (Bir kimse Kur'anı ezberleyip unutsa kıyamet günü dil-


- 35 1 -

siz olarak haşrolunur. Bana, ümmetimin günahları arzolundu. Kur'anı unutanın günahından daha büyük bir günah görme·· dim!) buyurdular. Çocuğa Kur'anı öğrettİkten sonra, ilmihal i­ ni, abdestini, guslünü, farzını, vacibini, iyman ın şartını, isla­ mın binasını, sünneti, nafileyi, haramı , helali öğrctmeleri a n a . babaya farzdır. İ lme merak edenleri büyük mekteplere gün­ derrnek vatana, millete büyük insan yetiştirmek lazımdır. Oku­ ma merakı olmayanı salih bir kimsenin yanına \'ererek san'at öğretmek ana ve babaya düşen vazifelerdendir. Kötü insanları n yanına vermekten sakınınalıdır. Öğreneceği san'at makbul san'­ at olmalıdır. Kötü kişinin yanında kötü huy sahibi olursa, ev­ ladın girdiği günahın bir o kadarı ana ve babanın defterine kay­ dolur. Kefen satıcılık, kahvecilik, çöpçülük gibi işlere ve in­ sanların hor gördüğü san'atlara çocuğu vermemek, ana ve ba­ baya düşen en büyük vazifedir. Çocuğu iyi vazifelere, san'atla­ ra ve ahlakı bütün kimselerin yanına vennelidir. Ziraatçılık , makinistlik, demircilik, motor, elektrikçilik, marangozluk, kun­ duracılık, dokumacılık, hayvan yetiştirmek, Kaptanlık, balıkçı­ lık, madencilik gibi san'atları ulema ve evliyaullah makbul say­ mışlardır. Çocuk doğduğundan itibaren dört ay (la ilahe illallah) d c r. Dört ay (Ya Rabbi ana ve babamı afveylc) diyerek dua eder. Çocuğun küçüklüktc ağlaması bu tesbihlerdir. Ağlıyor diye· rek ana ve baba kızmamalıdır. Zira, tesbih ettiği için bu ağla­ masından gözünden yaş gelmez demişlerdir. Çocuk söylemeye başlayınca ona yedi defa Oa ilahe iliallah Muhammedün Resf.ı­ lüllah) ve ayetel kürsiyi ta'lim eylese ve sure-i haşrin sonunu telkin eylese ana ve babaya eviadı hakkında hesap olmıyacağr haberde varid olmuştur. Evladın kendisinin olduğunu bildiği halde, (Bu benim ev­ ladım değildir) diye inkar eden babaya Allah yıldızların sayısı ve ağaç meyvaları ve yaprakları kadar günah yazıp kıyamette rezil rüsvay eder. Eviadları evlenme çağına gelip de evlendirmeyen ana ve baba, eviadlarının nefsinden ötüıii girdiği günahın yarısmi


- 35 2 -

yli klcnir. Evlendirme çağına gelen evladlarımızı ehl-i ı rz bir k imse ile edendirmeliyiz. Emr-i Nebi (S.A.V.) böyledir. Erkek olan evl<1dlarımızı , ��vlenme çağına geldiğinde, ev­ Icndirmeğe gayret etmeliyiz. Çocuklarımıza inkisar etmemeli­ yiz. Onlara karşı daima güler yüzlü, yumuşak sözlü, şefkatli ol­ malıyız. Abdullah'ül Mübarek Hazretlerine bir kimse gelip evladın­ şikayet etti. Abdullah'ül Mübarek o zata (Evladına beddua e t t i n m i ?) diye sordu . O da (Evet ettim ,) dedi . (Ne için ondan şikayet ediyorsun ? Eviadını bed duan ile sen kötü yapmışsın) buyurdular. Evlatlarımıza daima hayır dua etmeliyiz. Zira, ana i l e baban ı n eviada duası, Nebi'nin (S .A.V.) kendi ümmetine olan duası gibidir. Hatta asi daJiıi olsalar, onların ıslahı için Rabbi ] Alemine dua etmemiz lazımdır. dan

Hacarndan işittim. Hacarn gözleri ile gördüğünü yemin i le söyledi. Memleketlerinde bir kadtnın üç çocuğu varmış. Çocuk­ i arm yaramazlığına kızan ana, onlara şöylece beddua etmi ş : ( Ü ç Cumada üçünüz d e kara toprağa girin) demiş. Evet; ü ç cu­ ı nada üçü de yere girdiklerinde hacarn şahit olduğunu ifade ederlerdi. Bu kıssayı da salih bir kimseden dinledim. Trabzon­ �ıa bir ailenin gayet kötü bir çocuğu varmış. Her gece sarhoş , avyaş , küfürbaz nara atarak büti:cn mahalleyi ta'ciz ederek evi­ ne gelirmiş . Bu çocuğun bu halini gören ana, baba şerrioden kendi sine birşey söyliyemez]er, korkularından tirtir titrerler­ m i ş . Bir gece eve gelen bu asi ev1ad anasını ve babasını duada bulmuş ve onların duasını dinlemiş. Ana, baba şöyle dua edi­ yorlarmış : Rabbi b i z i m

oğlum uzu

huylara tebdil et. Onu Habibin hürmetine Bu duayı, di nle ye n şaki evlat derhal ana ve ( Ya

islah et, kötü huylarını iyi salihlerden eyle. ) babasının ellerine sarılıp ( B eni affcdin) diyerek ağlamaya başlamış ve bir daha öyle kötülükleri yapmak şöyle dursun, bilakis salihlerden ol-

�uş.tur. �

� l

h,:

Z � a , a p ri çeviren Al.lahtır. Beddua i yi bir şey de­ gıldır. Degıl kı eviadınıza beddua etmek, düşmanımızın dahi A l l ahdan s ahı n ı istemeliyiz.

ı l


-

353

-

Biliyorsunuz. Hz. Ömer B . Hattab'ın iymanına sebep Resul (S .A.V .) ün onun iyman ile müşerref olması için dua buyurma­ larıdır. Bu dua-i Nebi ile Hz. Ömer İslam ile müşerref olmuştur. Görülüyor ki, dua ile birkaç şakiler said, birçok kötü ki­ şiler islah olmuştur. Kız evlatlarıımza erkek evl<Hlarımızdan daha fazla şefkat­ li davranmak lazımdır. Evierimize çocuklarımız için bir şey götürdüğümüzde, evvela kız çocuklarına vermek, sonra da er­ kek çocuklarına vermek adab-ı islamiycdendir. Kız evlat, ha­ nede berekettir. Bazı kimseler ailelerine kız doğurdu diye kız­ maktadırlar. Böyle hareket etmek doğru değildir. Evlat, kız ol­ sun erkek olsun hayırlı olmasını Cenab-ı Haktan niyaz etmeli­ dir. Her şey böyledir, her şeyin hayırlısı olmalıdır. Kendi evlat­ larımıza nasıl ihtimam ve şefkat gösterirsek, vatan eviadı bulu­ nan yetimlere de aynı ihtimamı, sevgiyi ve şefkati göstermemiz dinimizin yüksek emi rlerindendir. Yetim ve öksüz çocuklara da, Kur'anı Kerimi, adab ve ahlakı , sanatı ta'lim etmek, onla­ rın da hakiki bir insan olarak yetiştirilmeleri, vatan ve millete hayırlı hale getirilmeleri bizlerin üzerine farzdır. Hem de bun­ lara yapacağımız iyilik, insaniyet ve şefkat, bizlere hem dünya, hem de ukbamızın ve rıza-i ilahinin kazanılmasına sebebdir. Mektebe giden yetim ve öksüz çocuklara elbise, ayakkabı al­ mak, onlara kitab, defter, kalem temin etmek, büyük ecre nail olmaktır. Bir kimse, bir yetimin başını okşarsa, eline değen saçları adedince günahı mağfiret olup , her bir kıl adedince ok­ şayana sevap yazıldığını Resul (S .A.V.) haber vermektedir. Hali vakti yerinde olanlar, yetim çocukları kendi çocukları ile sün­ net ettirmeleri, Allaha karşı şükran borcudur. Yetimlerin ve öksüzlerin terbiyesi ile uğraşmak onların ırzlarını korumak, on­ ları himayemize almak, Resulün rızasına sebebdir. Çünkü Re­ sul de babadan yetim kalmıştır. Yetimi hoşnut etmek ResO.lü hoşnut etmektir. Bir hadis-i şeriflerinde : (Yetime sahip çıkıp, tekeffül eden ister kendi yetimi, ister gayrin yetimi olsun, benim ile cennetirşad, C i l t 1

-

F

:

23


-

te şu

3 54

-

iki parmağımın yakınlığ;ı gibi olacaktır. ) buyurdular.

Ne büyük müj de yetimlerı;! sahip çıkaniara t Yetime sahip çıkmak istemiyen, ona hakaret eden! Yakın bir zamanda sen

de öleceksin. Senin de sevgili yavruların yetim kalacaktır. On­ ların da bir zamanlar ana ve babaları vardı . Onlar da ana ve babaları tarafından okşanıyor , seviliyorlardı. Bu misafirhane­ den gitmeden, ecel sana yetişmeden rızai ilahiyeyi tahsile çal ı ş . Yetimlerin gözyaşlarını sil k i , bir gün sen d e çok ağlayacaksın, senin de gözyaşını, yavrularının hıçkırıklarını ve gözyaşını s i ­ len bulunsun . Bu kıssayı oku, ibret a l . Önderin efendisine uy . Yetime nasıl

muamele

olan kainatın

e tmişse, sen de öylece

yap. Allahın ve Resulünün rızasını al, dünyada iken cennet ni­ metlerine er.

HiKAYE

Enes bin Malik anlatıyor : Bir bayram günü idi. B iz Nebi · (S .A.V.) ile camiden çıkmış menzillerimize dönüyorduk. Çocuk­ lar bayramın neşesi içinde oynuyorlar, kuşlar gibi cıvıldaşıyor­ l:ırdı . Resul Aleyhisselam,

çocukları çok severdi, onların bu neş'elerini bir zaman seyretti . Fakat, karşıcia bir yavru malı­ zun bir vaziyette durmuş o da oynayan çocukları seyrediyor ve yüzünde hiç bir neş 'c, sevinç e:;;eri görülrnüyordu.

Resul Aley­

hisselam bu yavruya doğru git t i . Ona selarn ,·erdi. Neden diğer çocuklar gibi oynamadığını kendinden

sordu . O yavrucak ce­

vabında (Efendim, bugün bayram onların, neş'eli günler onla· rm . Elbette ki bayram onlara . Zira, kendilerinin ana ve baba­ ları var. Benim ise kimsem yok. Babam bir muharebede şehit düşmüş, annem bir zata vardı , üvey babam bana bakrnıyor, be­ ni sokağa bıraktılar. Benim dı:! babam olsaydı

şimdi ben de

bayram yapard ırn. Bayram benim neme ? Garibin bayramı ek­ mek bulduğunda, sırtına elbise,

ayağına ayakkabı

giydiğinde

olur. Benim ise babam yok , karnım aç, ayağım çıplak,

sırtım

açık nas ıl oynayabilirim ?) dediğinde; Resul (S .A.V.) gözyaşları­ nı tutarnayıp mübarek sakalı üzerine dökülüverdi. Nasıl dökül­ mesin , bu yetimin zarından aq;-ı ala titrerniş, kürsiy-i ilahi ye­ rinden oynamıştı. O rauf, rahinı olan onsekiz bin aleme rahmet


- 355 -

o larak gön derilen şefi k , bu hale ağlamaz m ıydı ? Kalbin de mer­ hamet, şefkat , iyman bulunan her in san bu hale ağlardı . Resul Aleyhi sselam o yavruyu

saçlarından

okşayarak

(İster

misin

b undan sonra senin baban Resulüilah , anan Aişe , ablan Fat ıma , enişten Haydar-ı kerrar, kardeşlerin cennetin delikan l ı ları olan Hasan ve Hüseyin olsun) deyince , çocuk efen d i mize (Sen Allahın Resulü

Muhammed Aleyhis selam

hitaben :

mısın ?)

deyip

efendimizin cilerine sarıldı . Efendimiz bu yavruyu elin den tu­ tup hane-i saadete götürdü . İşte, Muhammed üm meti olan , ön­ derine uyarak Resulünün yaptığını yapar. An latmadan geçemiyeceğim .

HiKAYE B i r kurban bayramı arefesi, bir müslüman oğluna

elbise

almak üzere , çocuk elbi seleri satan dükkanı n birisine girer . El­ biseci ermeni imiş . Dokuz yaşında bir erkek çocuğu için bir el­ bise çıkarmasını dükkancıya söyler. Dükkancı bir takım elbise ç ı karı r. Dar mı geli r geni ş mi geli r diye çocuğun boyu , genişliği üzerin de fikir teatisi yapadarken , oradan elbise almak isteyen zatın çocuğu boyun da ve vücudu yapısında bir fakir yavru geç­ t iğini göıiip , (İ şte benim çocuğum bu çocuk kadardır. Bu ço­ cuğa bu elbise uyarsa, benim çocuğuma da uyar) deyip o çocu­ ğu çağırır ve mezkur elbi seyi giydirirler. Çocuk elbiseyi kendi­ sine verdikleri zehabına varıp sevinerek elbiseyi giyer. Tama­ men çocuğa ı sınarlama gibi olur. Sonra (çı kar oğlum) deyip e1hiseyi ç ıkarırlar. Çocuğa : (Haydi git oğlum) deyip onu savmak istediklerinde, gözleri yaşarıp m alızun bir vaziyette d ı şarı çık­ mak üzere iken elbiseci ermeni işin farkına varıp , gafil müs­ lüman müşteriye hitaben : (Efen di size başka bir elbise vere­ ceği m . Bu elbiseyi maalesef size veremiyeceği m . Başka bir el­ bise seçiniz) deyip malızun bir vaziyette dükkandan çıkmak üzere olan çocuğa seslenip ; (Oğlum elbiseni almadan nereye gidiyorsun?) diyerek çocuğu çağırır ve elbiseyi ona teslim eder . (Evladı m azıcık dur, sana ayakkab ı , gömlek de alacağım) der B izim gafil i slam müşteri , (Benim seçtiğim elbiseyi ne için baş-


- 356 -

kasına verdi n ?) diye öfke ile giderken, ermeni arkasından ses· lenip : (Senden para alacaktım, bu işten ise Allahın rızasını al­ dım) der. Çocuğu giydirip , kuşatıp evine yolcu eder. Meğerse çocuk yetim imiş.

O sene devrin şeyhülislamı hacca gi tmiş. Arafa tta iken bir rüya görür. Rüyasında iki melek birbi rine hitaben : (Bu sene yapılan haccı , Allah İstanbul'd a , Kapalıçarşı'da elbiseci Agop ağanın yaptığı hayır hürmetine kabul buyurdu) derler. Şeyhü­ lislam uykudan uyanıp tefekküre varır ve rü yay ı kaydeder. Gör­ düğü günün tarihini bir yere yazar. İstanbul'a döndüğünde evi­ ne uğramadan Kapalıçarşı'ya gider, elbiseci Agop efenciiyi bu­ lur. Kendisinden arefe günü hayır yapıp yapmadığını sorar ve ken di s i ne gördüğü rüyayı tebşir eder. Agop efendi de (Bu h5.­ di seyi benden baska kimse bilmiyordu) , diyerek kalbine doğan iyman nuru ile küfür perdesi kalkar ve islamla müşerref olu r. Kelime-i tayyibeyi getirip Allaha makbul bir kul olur.

Ehli küfür, yetime yaptığı iyilikten dolayı iymana dahil olursa, iymanlı bir müslümanın bir yetime iyilik etmesinden hasıl olacak sevabı senin irfan ve iz'anına bırakıyorum.

H İ K ll Y E Yine bir dul kadın, bir aref,� günü bir hacı efendinin dük­ kanına gider. Yanında bulunan masumu gösterip : ( Efendi ha zretleri, ben fakir bir kimfıenin hanımı idi m. Ecel geldi efenilimi aldı, bu yavrumla ben kimsesiz kaldık. Ne üstümüz­ de elbise, ne ayağıınızda ayakkabı, ne de karnımızda bir lok­ ma var. Bizlere merhamet elinizi uzatın, Allah rızasını a.hnız, A Halı sizin ailenizi ve çocuklarmizı bizim gibi yapmasın) de­ diğinde ; hacı efendi avazı çıktığı kadar : ( B ıktım sizlerden, sabahtan beri kaçıncı oldu) deyip bu iki garibi kapısından ko­ var. Bu bedbaht ana ve yetim yavrusu gözyaşlarını tutarna­ yıp oradan malızun bir vaziyette dönerken, hacının komşusu olan bir yahudi, kadını yanına ç ağırıp hacıdan ne istedikleri­ ni ve neden kovulduklarını sorar. Kadın yahudiye cevaben :

- O benim büyüğümdür, kovar da döver de, sana ne oldu ·


- 357 -

çıfıt, der. Neden soruyorsun o müslüman ben müslüman . Bir müslümanın yaptığını , din düşmanım olan sana mı şikayet ede­ yim? dediğinde; yahudi hiç bu sözlere aldırmaz. Anladım hacı­ dan yardım istedin galiba. Gel, ben senin ihtiyacını göreyim di­ ye kadını ve o yetimi giydirir, kuşatır. (Hanım biz de insanız) derneği de ihmal etmez. Kadın, yahudiye hitaben : (Allah sana iyman nasib etsin, bizleri giydirdiğin gibi Allah sana cennette köşk verip, cennet elbiseleri giydirsin, cennet nimetlerine müstağrak etsin) der. Küçük yetimine dönüp (Oğlum amin de) diyerek küçük ve gü­ nahsız ağzı ile ona amin çektirir. O gece bu iki yetimi kovan hacı rüyasında kıyamet kop­ muş, kendisini cennete varmış görür. Cennette lisanların tarif edemiyeceği kadar güzel bir saray. Kapıları som altından, mer­ divenleri gümüşten, yakutlarla, zümrütlerle bir konak ki, üze­ rinde kendi ismi yazılı . İçeriye girmek istediğinde melekler ha­ cıyı içeriye sokmazlar ve derler k i : Düne kadar senindi, şimdi bu konak komşun bulunan Avram'ındır. Haydi çek buradan. Hacı bu rüyayı görüp uyanır. (Eyvah ! ben ne yaptım ?) diyerek saçını başını yolar. Hemen ertesi günü bayram olmasına bak­ ınayıp dükkan komşusu Avram'a koşar, (dünkü gün o kadına ve yetime verdiğin para, sarfettiğin ne ise sana ve reyim) dedi­ ğinde : - Bu iş bir altın ile oldu , der. Hacı çıkarıp bir altın ver­ diğinde, Avram olmaz der. Hacı iki altın , üç, onüç, yüz dediyse de Avram, olmaz hacı efendi, der. Hacı bin altın vereyim dedi­ ğ inde yine olmaz cevabını alınca , neden olmaz, der. Bak bin altın vereceğim dediğinde : - Onbin, yüzbin altın da versen, o köşkü ben sana sat­ mam , satamam. O kö şk bir milyon altın i le alınmaz. Senin gör­ düğün rüyayı ben de gördüm. Senin gördüğün köşk senindi . bana verdiler, ben de onu gördüm ve müslüman oldum. İşte şehadet ediyorum , diyerek kelime-i şehadet getirir. Sonra ona hitaben : (Hacı efendi bundan böyle kapma geleni boş döndür­ me de kendine başka saraylar al , Ailahın cennetinde saray bir tane değil ,) deyip yürüyüverir.


- 358 Kişi hacı olmaz gitmek ile Mekke'ye, Eşek derviş olmaz, taş çekmekle tekkeye.

Bir kimse üç beş bin lira ile hacı olur. Okur hoca olur, pa­ şa olur, ama adam olmak güçtü r. Ya Rabbi ! bize tevfikini re:fik eyle. Bizi evlatlarımıza kar­ şı, vazife-i diniyyemizi ve milliy(�timizi ifa eden ebeveynden ey· le. Evlatları olmayanlarımıza hayırlı evlatlar ihsan eyle. Evlat­ ları olup da asi olanların ıslah-ı hal ile ıslah eyle. Hayırlı evlat­ ları olanların evlatlarını tulfı-ü ömr ile muammer eyle. Cümle­ mizin ahir ve akıbetimizi hayr eyle. Milletimize selametler ve saadetler ata eyle. Sevgili vatanımızı ve milletimizi her türlü afat-ı semaviyye ve afat-ı aradiyyeden mahfuz eyle. İşittikleri­ mizle amil olmak ve rıza-i şerifine nail olmak lfıtfunu bizden esirgeme. Bizi kulluğundan kovma. Bizlerden Habibini razı ve hoşnut eyle. Ahir ve akıbetimizi hayreyle, mü'min olarak öldür. Salibiere ilhak eyle. Vücutlarımıza sıhhat ve afiyet, rızıklarımı­ za vüs'at , topraklarımıza bereket , ticaretimizi helal lokma ile izdad eyle. Görünür görünmez kaza ve belalardan, bulaşık has­ talıklardan hıfz-ı emin eyle. İki cihanda bizlere affın ile mua­ mele eyle . Analarımızı ve babalarımızı afv ile Müstağrak eyle Bizleri nar-ı cahiminden lfıtfun ile azat eyle. Cennet ve cema­ lin ile müşerref eyle . Bi-hürmeti seyyidi-1 mürselin . Sübhane rabbike rabbi-l izzeti amma yasifun ve selamün ale] mürselin velhamdülillahi rabb-il alemin. El Fatiha. El Hac -

MUZAFFER OZAK


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.