✅8ciHisse;(2401-2800pages); Lev Tolstoy - Anna Karenina-turkce

Page 1

— Sanırım alacağım, dedi Vronski. Atlar üzerine bu konuşma ilgilendirmişti onu. Ama Anna bir an çıkmıyordu aklından. Elinde olmadan koridordaki ayak seslerine kulak kabartıyor, şöminenin üstündeki saate bakıyordu. — Anna Arkadyevna, tiyatroya gittiklerini size bildirmemi emrettiler efendim. Yaşvin, hava kabarcıkları çıkan suya bir kadeh konyak daha koyup içtikten sonra kalktı. Önünü iliklerken bıyıklarının altından gülümseyerek, bu gülümsemesiyle Vronski'nin canının neye sıkıldığını anladığını; ama buna önem vermediğini göstererek:


— Ee, gidelim mi? dedi. Vronski, canı sıkkın: — Ben gelmeyeceğim, diye karşılık verdi. — Ama ben gitmek zorundayım. Söz verdim çünkü. Neyse hoşçakal. (Çıkarken ekledi Yaşvin:) İstersen koltukta otur. Krasinski'nin koltuğunu al! — Hayır, istemem, işim var. Yaşvin otelden çıkarken şöyle geçiriyordu içinden: "İnsanın karısı varsa derdi var demektir; ama sahip olduğu kadın karısı değilse derdi daha da büyüktür."


Yalnız kalınca ayağa kalktı Vronski. Odanın içinde dolaşmaya başladı. "Ne var bu gece? Dördüncü gala... Yegor karısıyla orada. Ağabeyimle annem de yüzde yüz oradadırlar. Bütün Petersburg orada demektir bu. Şimdi tiyatroya girdi Anna, kürkünü çıkardı, ışığa çıktı... Tuşkeviç, Yaşvin, Prenses Varvara... (Hep birlikte gözünün önüne getirdi onları) Bana ne oluyor? Korkuyor muyum, yoksa onu koruma görevini Tuşkeviç'e mi devrettim? Ne yandan bakarsan bak, aptallık benim bu yaptığım, budalalık... (Kolunu salladı) Niçin bu duruma düşmeme göz yumdu Anna? Kolunu sallayınca madensuyuyla konyak


sürahisinin bulunduğu sehpaya çarpmıştı. Devrilecek gibi olan sehpayı tutayım derken devirdi onu, öfkesinden bir tekme attı sehpaya, zili çaldı. Gelen hizmetçisine: — Benim yanımda çalışmak istiyorsan görevini bil! dedi. Bir daha olmasın böyle şey. Bunları kaldırman gerekirdi. Oda hizmetçisi, haklı olduğunu bildiği için kendini temize çıkarmak amacıyla bir şeyler söyleyecek oldu; ama efendisinin yüzüne bakınca, yalnızca susmasının gerektiğini anladı. Çabucak eğilip halının üzerine diz çöktü. Kırık ve sağlam kadehleri, şişeleri ayırarak toplamaya koyuldu.


— Senin işin o değil, bir garson yolla o toplasın ortalığı, sen benim frakımı hazırla. *** Vronski sekiz buçukta girdi tiyatroya. Oyun en heyecanlı yerindeydi. Kapıdaki yaşlı görevli Vronski'nin kürkünü çıkardı. Tanıyınca, "Ekselans," dedi ona. Kürkü için numara almasını, onu istediği zaman Fyodor'a seslenmesinin yeteceğini söyledi. Aydınlık koridorda yaşlı görevliden ve elleri kollan kürklerle dolu, kapıyı dinleyen iki uşaktan başka kimsecikler yoktu. Aralık kapıdan, orkestranın dikkatli eşliğinde bir müzik cümlesini çok net bir biçimde okuyan bir kadın sanatçının sesi


duyuluyordu. Kapı açıldı. Bir hademe süzüldü dışarı. Kadın sanatçının okuduğu, bitmek üzere olan müzik cümlesi netliğiyle şaşırttı Vronski'yi. Ama hemen kapandı kapı. Vronski cümlenin sonuyla kadansı duyamadı. Salonda kopan alkıştan kadansın bittiğini anladı. Avizelerle, tunçtan havagazı aplikleriyle pırıl pırıl aydınlatılmış salona girdiğinde gürültü hâlâ dinmemişti. Sahnede kadın sanatçı çıplak omuzlarıyla pırlantalarıyla ışıl ışıl, öne eğilmiş, atılan buketleri elinden tutan tenorun da yardımıyla topluyordu. Gülümsüyordu. Sonra, pomattan pırıl pırıl parlayan saçları ortadan ikiye ayrılmış, uzun kollarını sahne ışıklarının bu yanından uzatarak ona bir şey


vermeye çalışan bir baya yaklaştı. Locadaki seyirciler gibi parterdekiler de öne uzanıyor, bağırıp çağırıyor, alkışlıyorlardı. Orkestra şefi kürsüsünden uzanıp adamın uzattığı şeyi aldı, kadın sanatçıya verdi. Papyonunu düzeltti. Vronski parterin orta yerine kadar yürüdü. Durup bakındı. Şimdi bu alışık olduğu bildik havaya, sahneye, bu gürültüye, salonu hınca hınç doldurmuş bu iyi bildiği, hiç de ilginç olmayan karmakarışık seyirci sürüsüne her zamankinden daha ilgisiz bakıyordu. Localarda –aralarında birtakım subaylarla– hanımefendiler oturuyorlardı gene. Kimin nesi olduklarını Tanrı bilir, rengârenk


tuvaletler giymiş kadınlar, üniformalar, fraklar gene... galeride gene aynı pis kalabalık. Bütün bu kalabalıkta da, localarda da, ön sıralarda gerçek insan en çok kırk kişiydi gene... Vronski bu vahalara dikkatini topladı hemen, onlarla ilişki kurdu. Salona girdiğinde perde bittiği için ağabeyinin locasına gitmedi. Ön sıraya kadar yürüdü. Serpuhovski'nin yanında durdu. Yüzü salona dönük durmuş, dizini kırıp tabanını orkestranın bölmesine dayamış dikilen Serpuhovski uzaktan görüp gülümseyerek yanına çağırmıştı onu. Anna'yı görmemişti Vronski. Bilerek o yana bakmıyordu. Ama salondakilerin


bakışlarından onun nerede olduğunu biliyordu. Belli etmeden bakıyordu localara. Ama Anna'yı değil, daha kötü bir şeyi, Aleksey Aleksandroviç'i arıyordu bakışlarıyla. Şansına, tiyatroda yoktu Aleksey Aleksandroviç. Serpuhovski: — Askerlikten çok az şey kalmış sende! dedi. Diplomat, artist, öyle bir şey olmuşsun. Vronski saplı dürbününü ağır ağır çıkarırken gülümsedi. — Evet, dedi. Yurda dönünce giydim frakımı.


— Ne yalan söyleyeyim. Bu bakımdan imreniyorum. Yurtdışından dönüp de şunları takınca (apoletlerine dokundu Serpuhovski) özgürlüğüme acıyorum. Serpihovski, Vronski'nin devlete hizmet etmesi konusuna çoktan boş vermişti; ama eskisi gibi seviyordu onu hâlâ, şimdi de yakın ilgi gösteriyordu ona. — Birinci perdeyi kaçırdın... Vronski bir kulağıyla Serpuhovski'yi dinlerken, dürbününü koltuklardan özel davetliler bölümüne çevirmiş, locaları gözden geçiriyordu. Şapkalı bir bayanla, dürbününün objektifi içine girdiği anda gözlerini sinirli sinirli kırpıştırmakta olan dazlak kafalı bir ihtiyarın yanında


birden Anna'nın başını; danteller içinde çarpıcı, güzel, gülümseyen, mağrur yüzünü gördü. Alt kat beşinci locadaydı. Yirmi adım ötede. Ön sırada oturuyor, hafif yana dönmüş, Yaşvin'e bir şeyler söylüyordu. Güzel, geniş omuzları üzerinde başının duruşu, gözleriyle yüzünün tutmaya çalıştığı heyecanlı parıltısı onun Moskova'da balodaki halini anımsatmıştı Vronski'ye. Ama bu güzelliği şimdi çok algılıyordu Vronski. Onun Anna'ya beslediği duyguda esrarlı bir şey yoktu şimdi. Bu yüzden de, – Anna'nın güzelliği onu çekse bile– gururunu incitiyordu. Anna bakmıyordu ondan yana; ama Vronski, Anna'nın onu çoktan gördüğünü anlamıştı.


Vronski dürbününü ikinci kez o yana çevirdiğinde Prenses Varvara, gülmekten yüzü kıpkırmızı olmuş, tuhaf bir biçimde kahkahalar atıyor, ikide bir bitişikteki locaya bakıyordu. Anna ise yelpazesini katlamış, locanın kırmızı kadife kaplı önüne parmaklarıyla hafifçe vurarak bir yerlere bakıyor, bitişik locada olanları görmüyor, besbelli görmek istemiyordu. Yaşvin'in yüzünde, kumarda kaybettiği zamanlardaki anlatım vardı. Kaşlarını çatmış, bıyığının sol yarısını ağzına gittikçe daha çok alarak yan gözle bitişikteki locaya bakıyordu. Soldaki bu locada Kartasoflar vardı. Vronski tanıyordu onları. Anna'nın da onlarla tanıştığını biliyordu. Sıska, ufak


tefek Bayan Kartasova, Anna'ya sırtını dönmüş, locasında ayakta duruyor, kocasının tuttuğu pelerinini giyiyordu. Yüzü bembeyazdı, öfkeyle kaplıydı. Heyecanlı heyecanlı bir şeyler söylüyordu. Dazlak kafalı, şişko Bay Kartasof sık sık dönüp Anna'ya bakarak yatıştırmaya çalışıyordu karısını. Karısı çıktıktan sonra uzun süre oyalandı locada. Anna'nın bakışını yakalamak, ona selam vermek istediği belliydi. Ama Anna –besbelli bilerek– görmezlikten geliyordu onu. Geri dönmüş, saçları kısa kesik başını uzatıp onu dinleyen Yaşvin'e bir şeyler söylüyordu. Kartasof selam veremeden çıktı sonunda. Loca boş kaldı.


Vronski, Kartasoflarla Anna arasında ne geçtiğini anlayamamıştı. Ama bunun, Anna için küçük düşürücü bir şey olduğunu sezinlemişti. Bunun gördüklerinden, daha çok da, üzerine aldığı rolü sürdürmek için son gücünü kullandığını bildiği Anna'nın yüzünden anlamıştı. Anna sakin görünmeyi tam anlamıyla başarıyordu da. Onu ve çevresini tanımayan, onun danteliyle, olanca güzelliğiyle dikkati böylesine çekecek biçimde sosyetenin içine girmeye cesaret etmesi üzerine kadınların hayretlerini, öfkelerini, acıma duygularını belirtirlerken söylediklerini duymayan bir insan bu kadının sakin duruşunu, güzelliğini zevkle seyreder, onun o anda utanç direğine bağlanmış bir


insanın hissettiklerini hissetiğini aklının ucundan geçirmezdi. Bir şeylerin olduğunu bilen; ama bunun ne olduğunu anlayamamanın verdiği acı dolu endişeyi içinde duyan Vronski bir şeyler öğrenmek umuduyla ağabeyinin locasına yürüdü. Anna'nın bulunduğu locanın tam karşısındaki aradan geçiyordu partere. İki ahbabıyla konuşan eski alay komutanıyla karşılaştı orada. Kareninlerden söz ettiklerini duymuştu Vronski. Alay komutanının, yanındakilere anlamlı bir göz atıp onu yüksek sesle, "Vronski," diye çağırmak için acele ettiği de kaçmamıştı gözünden. Alay komutanı:


— O, Vronski! dedi. Alaya ne zaman geleceksin? Bir ziyafet çekmeden bırakmayız seni. Demirbaşımızsın sen bizim. Vronski: — Ne yazık ki, zamanım yok şimdi, dedi. Başka zaman konuşuruz bunu... Koşarak çıktı merdivenleri, ağabeyinin locasına gidiyordu. Annesi, ak saçları bukle bukle kontes de ağabeyinin locasındaydı. Varya ve genç Prenses Sorokina ile koridorda karşılaştı Vronski.


Varya, prensesi kaynanasının yanına götürdükten sonra elini kaynına uzattı. Vronski'yi ilgilendiren şeyden söz etmeye başladı hemen. Varya'yı öyle heyecanlı hiç görmemişti Vronski. — Bence çirkin, iğrenç bir davranıştı bu. Madame Kartasova'nın hiç hakkı yoktu... dedi. Madame Kartasova... — Anlatsana ne oldu, bir şeyden haberim yok benim. — Nasıl? Duymadın mı? — Görüyorsun işte, duymadım. — Şu Kartasova kadar kötü ruhlu insan olmaz!


— Ne yaptı? Anlatsana. — Bana da kocam anlattı... Karenina'ya hakaret etmiş. Kocası, locadan locaya konuşmaya başlamış Karenina ile, o da rezalet çıkarmış. Yüksek sesle küçük düşürücü bir şeyler söylemiş. Sonra da çıkıp gitmiş. Prenses Sorokina başını locanın kapısından uzatıp seslendi: — Kont, anneniz sizi çağırıyor. Annesi alaylı alaylı gülümseyerek: — Ben de ne zamandır seni bekliyorum, dedi. Kayıplara karıştın.


Vronski, annesinin sevincinden gülümsemesini tutamadığını fark etti. Soğuk karşılık verdi ona: — Merhaba maman ben de size geliyordum. Prenses Sorokina biraz uzaklaşınca yaşlı kontes. — Ne diye gitmiyorsun faire la cour á madame Karenina?[93] dedi. Elle fait sensation. On cublie la Patti pour elle.[94] Vronski yüzünü buruşturdu. — Maman, dedi. Bana bundan söz etmemenizi rica etmiştim sizden.


— Herkesin söylediğini söylüyorum. Vronski karşılık vermedi. Prenses Sorokina ile bir iki sözcük konuştuktan sonra çıktı. Kapıda ağabeyiyle karşılaştı. Ağabeyi: — Ah Aleksey! dedi. Ne iğrenç bir şey! Salak karı... başka bir şey değil. Şimdi onun yanına gitmek istiyordum ben de. Hadi birlikte gidelim. Vronski ağabeyini dinlemiyordu. Koşar adımlarla aşağı indi. Bir şeyler yapması gerektiğini hissediyor. Ama ne yapacağını bilmiyordu. Kendini de onu da böylesine kötü bir duruma soktuğu için Anna'ya duyduğu öfke ile çektiği acıdan ötürü ona duyduğu acıma


duyguları heyecanlandırıyordu Vronski'yi. Partere indi, doğru Anna'nın locasına yürüdü. Orada Stremof vardı. Ayakta duruyor, Anna ile konuşuyordu. — Doğru dürüst tenor kalmadı artık. Le moule en est brisé.[95] Vronski öne eğilerek selam verdi Anna'ya. Stremof ile de selâmlaştıktan sonra durdu. — Anna, Vronski'ye kaçamak bir göz attıktan sonra alaylı: (Vronski'ye öyle gelmişti.) — Geç geldiniz galiba, dedi. En güzel aryayı kaçırdınız.


Vronski, Anna'nın yüzüne sert sert bakarak: — Pek anlamam zaten müzikten, dedi. Anna gülümsedi. — Patti'nin fazla yüksek sesle okuduğunu söyleyen Prens Yaşvin gibi, dedi. Vronski'nin yerden alıp ona uzattığı programı uzun eldivenli küçücük eline alırken: — Teşekkür ederim, diye ekledi. O anda güzel yüzünde kaslar çekilmişti birden. Kalkıp locanın önüne gitti.


Vronski, ikinci perdede Anna'nın locada olmadığını fark edince, aryaları sessiz dinleyen salonda alçak "şşş" sesleri arasında dışarı çıktı, otele gitti. Anna otele dönmüştü. Vronski onun odasına girdiğinde Anna'nın üzerinde tiyatrodaki tuvaleti vardı. Duvarın dibindeki ilk koltukta oturuyor, önüne bakıyordu. Başını kaldırıp Vronski'ye şöyle bir göz attıktan sonra eski durumunu aldı gene. — Anna, dedi Vronski. Anna ayağa fırlayıp öfke ile umutsuzluk dolu ağlamaklı bir sesle: — Bütün kabahat sende! diye haykırdı.


— Gitmemeni söylemiştim! Yalvarmıştım sana! Sonunun senin için kötü olacağını biliyordum... — Kötü! diye haykırdı Anna. Korkunç! Ömrümün sonuna dek unutmayacağım bunu. Benimle yan yana oturmanın onun için utanç verici bir şey olduğunu söyledi. Vronski: — Aptal bir kadının lafı... dedi. Ama niçin böyle bir tehlikeyi göze aldın? Fırsat verdin ona? — Senin soğukkanlılığından nefret ediyorum. Beni bu duruma düşmeye zorlamamalıydın. Beni sevseydin...


— Anna! Benim sevgimle ne ilişkisi var bunun? Anna, gözlerinde bir korku, Vronski'nin yüzüne bakarak: — Benim seni sevdiğim kadar sevseydin beni! dedi. Benim kadar acı çekseydin... Vronski acıyordu Anna'ya; ama gene de kızıyordu ona. Aşkına inandırmaya çalışıyordu onu. Anna'yı şimdi yalnız bunun avutabileceğini biliyordu çünkü. Sitem etmiyordu ona; ama içinden. Vronski'ye öylesine basit gelen (ederken kendi kendinden utandığı) o aşk yeminlerini Anna içine sindire sindire dinledi. Böylece biraz yatıştı. Devrisi


gün büsbütün barışmış, köye gitmek üzere yola çıktılar.


Altıncı Bölüm


I Darya Aleksandrovna yazı çocuklarıyla birlikte Pokrovskoye'de, kız kardeşi Kiti Levina'nın yanında geçiriyordu. Kendi köyündeki ev harap bir durumda olduğu için Levin ile karısı yazı onların yanında geçirmeye razı etmişti onu. Stepan Arkdayeviç'in pek hoşuna gitmişti bu. Yazı ailesinin yanında, köyde geçirmesine görevinin engel olduğuna çok üzüldüğünü söylüyor, Moskova'da kalıyordu. Seyrek geliyordu köye. Bir iki gün kalıp dönüyordu. Çoluk çocuk ve mürebbiyeyle gelen Oblonskilerden başka Prenses Şçerbatskaya da köyde, Levinlerde konuktu bu yaz. Bu durumda


olan kızının deneyimsizliği nedeniyle onun yanında bulunmayı bir görev saymıştı kendine. Ayrıca Kiti'nin Avrupa'dan arkadaşı Varenka, Kiti evlenince ona geleceğine verdiği sözü tutmuş, arkadaşının yanında konuk kalıyordu. Bütün bunlar, Levin'in karısının akrabaları, dostlarıydı. Gerçi onların hepsini seviyordu Levin. Ama kendi deyimiyle "Şçerbatski unsurunun" istilasına uğrayan Levin düzenine ve dünyasına acıyordu. O yaz onun akrabalarından yalnızca Sergey İvanoviç gelmişti onlara. O da Levin değil, Koznışef soyadını taşıyordu. Öyle ki, Levin ruhu bütünüyle yok olmuştu. Çoktandır bomboş olan Levin'in evinde


şimdi büyük bir kalabalık vardı. Neredeyse bütün odaları doluydu. Hemen her gün, yemeğe oturulurken yaşlı prensesin herkesi sayması, sayarken on üçüncü sıraya düşen kız ya da erkek torununu ayrı bir masaya oturtması gerekiyordu. Ev işlerini özenle yürüten Kiti konuklarının ve çocukların yazın alabildiğine açılmış iştahları yüzünden çok tüketilen tavuk, hindi, ördek bulmakta az güçlük çekmiyordu. Bütün aile yemeğe oturmuştu. Doli'nin çocukları mürebbiyeyle, Varenka ile mantar toplamaya nerelere gideceklerinin planlarını yapıyorlardı. Zekâsıyla bilgisiyle konukların büyük saygısını kazanmış Sergey İvanoviç,


mantarlarla ilgili konuşmaya katılıp bu konuda da bilgisiyle herkesi şaşırttı. Varenka'ya bakarak: — Ben de geleyim sizinle, dedi. Mantar toplamayı çok severim. Ayrıca bunu çok iyi bir uğraş da sayarım. Varenka kızardı. — Buyrun, dedi. Çok seviniriz. Kiti ile Doli anlamlı anlamlı bakıştılar. Bilgili, zeki Sergey İvanoviç'in Varenka'ya mantar toplamaya birlikte gitmelerini önermesi son zamanlarda Kiti'nin kafasını hayli kurcalıyor, birtakım sezgilerini doğruluyordu. Bakışı dikkati çekmesin diye annesiyle


konuşmaya başladı hemen. Yemekten sonra Sergey İvanoviç, kahve fincanı elinde, konuk salonunda pencerenin önüne oturdu. Bir yandan, kardeşiyle daha önce başladığı konuşmasını sürdürürken, bir yandan da mantar toplamaya gidecek çocukların salona girecekleri kapıyı kolluyordu. Levin, ağabeyinin yanına, pencerenin içine oturmuştu. Kiti, kocasının yanında ayakta duruyor, besbelli ona bir şeyler söylemek için onu hiç de ilgilendirmeyen konuşmanın sona ermesini bekliyordu. Sergey İvanoviç, Kiti'ye gülümsedi. Kardeşiyle başladığı konuşmayla pek ilgilenmediği besbelli:


— Evlendiğinden bu yana çok değiştin, dedi. Hem de iyi yönde bir değişme bu. Ama en olmayacak düşünceleri savunmak huyundan vazgeçmemişsin. Levin, karısına bir sandalye sürüp yüzüne sevgiyle baktı. — Ayakta durmak iyi gelmez sana Katya! dedi. Koşarak salona giren çocukları gören Sergey İvanoviç: — Neyse, dedi. Zaman yok. En önde, çorapları iyice yukarı çekilmiş Tanya, elinde sepetiyle Sergey


İvanoviç'in şapkasını sallayarak yan yan, dörtnala Sergey İvanoviç'e doğru koşuyordu. Hiç çekinmeden, cesaretle yaklaştı ona. Babasının gözlerine pek benzeyen ışıl ışıl gözleriyle şapkasını uzattı Sergey İvanoviç'e. Şapkasını onun başına kendi giydirmek istiyormuş gibi uzandı. Bu senli benli davranışının bıraktığı etkiyi ürkek, tatlı gülümseyişiyle hafifletti. Sergey İvanoviç'in gülümsemesinden, şapkayı giydirebileceğini anlayınca, usulca giydirdi ona şapkasını. — Varenka bekliyor, dedi. Varenka kapıda dikiliyordu. Üstünü


değişmiş, sarı basma bir entari giymiş, başına beyaz bir eşarp bağlamıştı. Sergey İvanoviç kahvesinin sonunu içerken, bir yandan da mendiliyle puro kutusunu ceplerine yerleştirirken: — Geliyorum Varvara Andreyevna, geliyorum, dedi. Sergey İvanoviç yanlarından kalkar kalkmaz Kiti kocasına: — Benim Varenka'ın ne hoş bir kız, değil mi? dedi. Ne dersin? Kiti bunu bilerek, Sergey İvanoviç'in duyabileceği kadar yüksek sesle söylemişti.


— Hem çok güzel! diye ekledi. Soylu bir güzelliği var. Sonra seslendi: — Varenka! Değirmen korusuna mı gidiyorsunuz? Biz de geleceğiz oraya. Yaşlı prenses telaşla daldı içeri. — Kiti, dedi. Durumunun farkında değilsin galiba! Böyle bağırmamalısın. Kiti'nin sesini, annesinin ona sitemini duyan Varenka çabuk, yumuşak adımlarla geldi Kiti'nin yanına. Hareketlerindeki çabukluk, heyecan okunan yüzünü kaplamış kırmızılık, her şey... ruhunda olağanüstü bir


değişikliğin gerçekleşmekte olduğunu gösteriyordu. Kiti bu olağanüstü değişikliğin anlamını biliyor, dikkatle izliyordu onu. Şimdi Varenka'yı yanına çağırmasının tek nedeni vardı: Bugün yemekten sonra koruda olacağına inandığı önemli olaya onu yürekten uğurlamak istemişti. Varenka'yı öperken: — Varenka, diye fısıldadı. Tahmin ettiğim şey gerçekleşirse çok mutlu olacağım. Varenka kızarıp bozardı. Kiti'nin söylediğini duymazlıktan gelip Levin'e: — Siz de bizimle mi geliyorsunuz? diye


sordu. — Geleceğim; ama harman yerine kadar, orada kalacağım ben. Kiti: — Ne yapacaksın orada? dedi. — Yeni yük arabalarına bakmam, ne durumda olduklarını görmem gerek. Ya sen nerede olacaksın? — Taraçada.


II Evin kadınları taraçada toplanmışlardı. Yemekten sonra orada oturmayı seviyorlardı. Ama bugün bir işleri de vardı orada. Son zamanlarda onları oyalayan zıbın dikimi, kundak örtüsü işlerinden başka, bugün burada Agafya Mihaylovna için yeni bir usulle, su katmadan reçel yapıyorlardı. Baba evinden bildiği bu metodu buraya Kiti getirmişti. Daha önce bu işleri yürüten Agafya Mihaylovna Levinlerin evinde yapılan bir şeyin kötü olamayacağı düşüncesiyle bunun başka türlü yapılamayacağını söyleyip yabani çilekle bahçe çileğine su katmıştı gene.


Bu yaptığı öğrenildiği için de Agafya Mihaylovna'yı reçelin su katmadan da iyi olacağına inandırmak amacıyla ahududu reçelini herkesin gözü önünde kaynatıyorlardı şimdi. Agafya Mihaylovna saçı başı karmakarışık, kıpkırmızı olmuş yüzünü bir keder kaplamış, dirseklerine kadar sıvadığı sıska kolları çıplak, reçeli karıştırıyor, ahududuna soğuk soğuk bakıyor, reçelin kesilmesini yürekten istiyordu. Prenses, ahududu reçelinin böyle yapılmasının baş akıl hocası kendi olduğundan, Agafya Mihaylovna'nın öfkesinin ona yönelmesinin gerektiğini sezinlediği için başka şeylerle meşgulmüş, reçelle ilgilenmiyormuş gibi


davranıyor, başka şeylerden söz ediyor; ama arada bir yan gözle mangala bakıyordu. Başladığı konuşmayı sürdürüyordu: — Hizmetçi kızlara ucuz kumaşları kendim alırım her zaman. Agafya Mihaylovna'ya dönüp: — Köpüğünü almak zamanı gelmedi mi dersin canım? diye ekledi. Kiti'yi durdurdu. — Senin yapacağın iş değil bu. Hem çok sıcak orası.


Doli: — Ben yaparım, dedi. Kalktı, kaşığı köpüklenen reçelin üzerinde dikkatle dolaştırmaya başladı. Kaşığa yapışan köpükleri temizlemek için daha şimdiden sarımtrak pembe köpükle, kan kırmızısı şurupla kaplı bir tabağın içine vuruyordu kaşığı arada. Çocukluğunda kendisinin de, büyüklerin de reçelin en iyi yerini, köpüğünü yememelerine nasıl şaştığını anımsamış, çocuklarını düşünüyordu. "Çayla nasıl da yalana yalana yiyeceklerdir bunu." Doli bir yandan da hizmetçilere nasıl armağanlar almanın daha uygun olacağı üzerine sürüp giden, ilgi duyduğu


konuşmaya katılmaktan geri kalmıyordu. — Stiva en iyisinin para vermek olduğunu söylüyor. Prenses ile Kiti bir ağızdan: — Para vermek olmaz! dediler. Armağanın değeri vardır onlar için. Prenses: — Söz gelimi, dedi. Geçen yıl ben bizim Matryona Semyonovna'ya poplin değil de, onun gibi bir şey almıştım. — Anımsıyorum, yaş gününüzde onu giyiyordu.


— Çok güzel bir deseni vardı. Çok sade ve zarifti. Ona almamış olsaydım, aynı kumaştan kendime bir giysi diktirecektim. Varenka'nın giysisinin kumaşını andırıyordu. Doli kaşığı temizlerken: — Tamam, galiba, dedi. — Reçeli kaşığa alıp yavaş yavaş döktüğünde kıvrıla kıvrıla akıyorsa tamamdır. Biraz daha kaynatın Agafya Mihaylovna. Agayfa Mihaylovna sinirli: — Bıktım şu sineklerden! dedi.


Bir an sustuktan sonra ekledi: — Kaynatmak bir şeyi değiştirmeyecek. Parmaklığa konmuş bir ahududunun sapını çevirerek gagalayan serçeyi görünce Kiti birden: — Ah, ne tatlı bir şey, korkutmayın onu! dedi. Annesi: — Evet, ama mangaldan uzak dur sen, dedi. Kiti, neden söz ettiklerini Agafya Mihaylovna'nın anlamasını istemedikleri zaman yaptıkları gibi Fransızca:


— A propos de Varenka,[96] dedi. Biliyorsunuz maman, bugün bir şeylerin olmasını bekliyorum nedense. Bunun ne olduğunu anlarsınız. Ne hoş olurdu! Doli: — Şu çöpçatana bakın hele, dedi. Ne büyük bir ustalıkla, titizlikle yaklaştırıyor onları birbirlerine... — Hayır, söyler misiniz maman, siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? — Ne düşünebilirim? O (Sergey İvanoviç'ten söz ediyordu) isteseydi Rusya'nın bir numaralı kızıyla evlenebilirdi zamanında. Pek genç sayılmaz artık kuşkusuz... ama bence her


kız seve seve varır ona gene de... Varenka çok temiz yürekli bir kız; ama Sergey İvanoviç istese... — Hayır anneciğim, ikisi için de bundan daha iyisinin olamayacağını anlamaya çalışın. Bir kere, kız olağanüstü bir insan! Kiti bir parmağını bükerek söylemişti bunu. Doli doğruladı kız kardeşinin söylediğini: — Sergey İvanoviç çok hoşlanıyor ondan. Gerçek bu. — Sonra, Sergey İvanoviç'in toplum içinde öyle bir yeri var ki, karısının parasına da, soylu olmasına da


gereksinimi yok. Yalnızca bir şeye gereksinimi var onun: Cici, sevimli, sakin yaradılışlı bir karıya. Doli doğruladı: — Evet, onunla sakin bir yaşamı olabilir insanın. — Ayrıca, Varenka'nın onu sevmesi gerekiyor. Seviyor da... Sözün kısası, çok hoş bir şey olurdu bu! Korudan şimdi dönecekler. Her şey olup bitecek sanıyorum, bekliyorum bunu. Gözlerinden hemen anlarım her şeyi. Öyle sevinirdim ki böyle bir şey olsa! Sen ne dersin Doli? Annesi:


— Sakin ol hadi, heyecanlanma, dedi. Hiç iyi değil heyecanlanman. — Heyecanlanmıyorum anne. Sergey İvanoviç, Varenka'ya bugün evlenme önerecek gibi geliyor bana. Doli, Stepan Arkadyeviç ile geçmişini anımsadı. Dalgın gülümsedi: — Ah, dedi. Erkeklerin ne zaman, nasıl evlenme önerecekleri bilinmez... Bir engel vardır, birden yıkılır bu engel... Kiti birden: — Anneciğim, babam size evlenme önerisini nasıl yaptı? diye sordu.


Prenses: — Olağanüstü bir şey olmadı, çok basit, çok sadeydi, dedi. Ama kocasının ona evlenme önerisinde bulunuşunu anımsayınca yüzü aydınlanıvermişti. — Hayır, nasıl olduğunu anlatın. Konuşmanıza izin verilmeden önce de seviyordunuz onu, değil mi? Kiti, kadın yaşamının bu en önemli olayından şimdi annesiyle iki arkadaş gibi söz edebilmenin hazzını içine sindire sindire konuşuyordu. Prenses: — Elbette seviyordum, dedi. Köye bize


gelirdi. — Peki her şey nasıl olup bitti anne? — Sizin kuşağın bunun yeni bir yolunu bulduğunu sanıyorsun galiba. Hep aynı şeyler: Bakışlarla, gülümsemelerle... Doli doğruladı: — Ne güzel söylediniz anneciğim! Evet, bakışlarla, gülümsemelerle... — Peki ne söyledi babam? — Kostya sana ne söyledi? — Bir şey söylemedi. Tebeşirle yazdı. Ne hoştu o an... Aradan çok uzun bir


zaman geçti gibi geliyor bana şimdi. Üç kadın düşünceye daldılar. Aynı şeyi düşünüyorlardı. Sessizliği ilk bozan Kiti oldu. Evlenmeden önceki kışı ve Vronski'ye kapılışını anımsamıştı. Düşüncelerinin doğal çağrısıyla: — Yalnız bir şey var... dedi. Varenka'nın o eski aşk öyküsü! Bir yolunu bulup bunu Sergey İvanoviç'e anlatmayı, onu buna hazırlamayı istiyorum. Erkekler bizim geçmişimiz konusunda çok hassas, kıskanç oluyorlar. Doli: — Hepsi değil, dedi. Kendi kocanı düşünerek bu kanıya varmışsın.


Vronski'nin anısı hâlâ acı veriyor ona. Öyle değil mi? Kiti yalnızca gözleriyle dalgın dalgın gülümseyerek: — Öyle, diye karşılık verdi. Prenses, annelik duygusuyla kızından yana çıktı hemen: — Hangi geçmişinin onu rahatsız ettiğini anlayamıyorum, dedi. Vronski'nin sana kur yapması mı? Her kıza kur yapan çıkar. Kiti kızardı. — Neyse, kapatalım bu konuyu, dedi.


Annesi sürdürdü konuşmasını: — Hayır, bir dakika... Vronski ile konuşmamı sen istemiştin. Anımsıyor musun? Kiti üzgün: — Ah anneciğim! dedi. — Siz zamane kızlarına söz dinletmenin olanağı yok... Vronski ile senin arandaki ilişki belli bir sınırı aşmazdı. Ben istedim bunu. Neyse yavrum, heyecanlanmak iyi değil senin için. Lütfen hiç aklından çıkarma bunu ve sakin olmaya çalış. — Sakinim maman.


Doli: — O zaman Anna'nın Moskova'ya gelmesi Kiti için ne iyi oldu! dedi. Bu düşüncesi birden şaşırtmıştı Doli'yi. — Anna için ise çok kötü oldu, diye ekledi. O zamanlar Anna çok mutluydu. Kiti de mutsuz hissediyordu kendini. Şimdi tam tersi oldu! Sık sık düşünürüm Anna'yı. Kiti'nin Vronski ile değil de Levin ile evlendiğini unutamayan prenses: — Düşünecek başka birini bulamadın mı? dedi. Kalpsiz, iğrenç, aşağılık bir kadın!


Kiti canı sıkkın: — Ne diye söz edersiniz bunlardan, dedi. Düşünmüyorum böyle şeyleri. Düşünmek de istemiyorum... Taraçanın merdivenlerinden gelen kocasının tanıdık ayak sesine kulak kabartarak yineledi: — Düşünmek de istemiyorum. Levin taraçaya çıkarken: — Neyi düşünmek de istemiyorsun? diye sordu. Ama kimse yanıt vermedi ona. O da yinelemedi sorusunu.


Levin, kadınların hepsinin yüzüne keyifsiz keyifsiz bakıp ona açamayacakları bir şeyden söz ettiklerini anlayınca: — Kadınlar saltanatınızı bozduğum için üzgünüm, dedi. Agayfa Mihaylovna'nın reçelin susuz kaynatılmasından, genel olarak da yabancı Şçerbatski etkisinden duyduğu üzüntüyü paylaşır gibi oldu bir an. Ama gülümsedi hemen. Kiti'nin yanına gitti. Son zamanlarda Kiti ile konuşurken herkesin yüzünü kaplayan o anlatım kapladı yüzünü. — Ee, ne haber? diye sordu.


Kiti gülümsedi. — Hiç, dedi, iyilik. Ya senden? — Köylü arabalarından üç kat daha çok yük alıyorlar. Çocukların yanına gitsek mi dersin? Arabayı hazırlamalarını söylerim. Prenses sitemli: — Ne o, Kiti'yi açık arabaya mı bindirmek niyetindesiniz? diye sordu. — Ama yavaş gideceğiz, prenses. Levin, damatların kayınvalidelerine söyledikleri gibi anne demiyordu prensese. Bu da hiç hoşuna gitmiyordu


prensesin. Gerçi prensesi çok seviyordu Levin, ona karşı büyük bir saygısı vardı; ama ölü annesine olan duygusunu incitmeden anne diyemiyordu ona. Kiti: — Siz de bizimle gelin anneciğim, dedi. — Bu saçmalıklara bakamıyorum. — Öyleyse yürüyerek giderim ben de. İyi gelir bana. Kiti kalktı, kocasının yanına gidip koluna girdi. Prenses: — İyi gelir; ama her şeyin bir ölçüsü vardır, dedi.


Levin, Agafya Mihaylovna'ya gülümsedi. Onu neşelendirmek amacıyla: — Ee, Agafya Mihaylovna reçel hazır mı? dedi. Yeni usulle daha mı iyi oldu? — Galiba öyle. Bizim usule göre fazla kaynadı sayılır. Kiti kocasının niyetini anlamıştı. Aynı duyguyla seslendi yaşlı kadına: — Daha iyidir Agafya Mihaylovna, daha iyidir. Bozulmaz böylesi. Hem buzumuz kalmadı, soğuk tutacak yerimiz bile yok onu. (Agafya Mihaylovna'nın başörtüsünü düzeltirken gülümsedi.) Öte yandan, kurduğun turşu öylesine güzel ki,


annem böylesini hiçbir yerde yemediğini söylüyor. Agafya Mihaylovna, öfkeli öfkeli baktı Kiti'ye. — Avutmaya çalışmayın beni hanımım. Sizi ve onu böyle görmek yetiyor beni mutlu etmeye. Yaşlı kadının Levin'den kendileri diye değil de kabaca o diye söz etmesi dokunmuştu Kiti'ye. — Mantar toplamaya siz de gelin. Mantarın çok olduğu yerleri gösterirsiniz bize. Agafya Mihaylovna, "Kızabilmek


isterdim size; ama kızılmıyor ki..." der gibi gülümseyerek salladı başını. Yaşlı prenses: — Benim söylediğim gibi yapın lütfen, dedi. Reçelin ağzını bir kâğıtla kapayıp kâğıdı romla ıslatın. Buz olmasa da küf tutmaz o zaman.


III Kiti, kocasıyla baş başa kalacağına çok sevinmişti. Çünkü taraçaya çıkıp da, neden söz ettikleri sorusuna yanıt alamayınca kocasının neşeyle mutlulukla pırıl pırıl yüzünden bir an bir hüzün gölgesinin geçtiğini fark etmişti. Önden yürüyüp çavdar başaklarıyla taneleri dökülmüş tozlu, evden görülmeyen yola çıktıklarında Kiti kocasına iyice yaslandı. Onun kolunu göğsünün üzerine bastırdı. Levin, taraçada bir an kapıldığı o tatsız duyguyu çoktan unutmuş; şimdi, karısının gebeliğinden başka bir şey düşünmediği


o anda yepyeni şeyler hissediyordu. Onun için bambaşka, sevinç dolu, şehvetten büsbütün uzak bir duyguydu bu. Sevdiği kadının yakınında, yanında olmanın verdiği o tatlı duyguydu. Konuşacak bir şey yoktu; ama şimdi gebelik durumunun etkisiyle değişen bakışını görmek istediği gibi, onun sesini de duymak istiyordu. Kiti'nin bakışında olduğu gibi, sesinde de, en sevdikleri şeyden başka hiçbir şeyi düşünmeyen insanlarda görüldüğü gibi bir ağırbaşlılık, bir yumuşaklık vardı. Levin: — Yürümek yormayacak mı seni? dedi. Daha yaslan bana. — Hayır. Seninle yalnız kaldığıma çok


sevindim. Ne yalan söyleyeyim, onların burada olmaları mutlu ediyor beni; ama baş başa geçirdiğimiz o kış akşamlarını da arıyorum. Levin karısının kolunu koltuğunun altında sıkarak: — O günler güzeldi; ama bunlar daha güzel, dedi. İkisi de çok güzel. — Taraçaya geldiğinde neden söz ettiğimizi biliyor musun? — Reçelden mi? — Evet, reçelden de söz ettik; ama daha sonra evlenme önerisinin nasıl yapıldığından söz ettik.


Levin: — Ya! dedi. Karısının söylediklerinden çok onun sesini dinliyor, şimdi yürüdükleri, korunun içinden geçen yoldan başka bir şeyi düşünmüyor, Kiti'nin sağlam basamayacağı yerlerin çevresinden dolanıyordu. Kiti: — Sergey lvanoviç ile Varenka'dan da, diye sürdürdü konuşmasını. Sen de fark ettin mi? Çok istiyorum bunu. Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Kocasının yüzüne baktı Kiti. Levin gülümsedi.


— Ne düşüneceğimi bilmiyorum. Bu konuda çok tuhaf düşünceleri vardır Sergey'in. Anlatmıştı sana, biliyorsun. — Evet, ölen şu sevdiği kız... — Ben çocuktum o zamanlar. Bana anlatılanlardan biliyorum yalnızca. O zamanki durumunu anımsamıyorum. Çok hoş, sevimli bir gençti. Ama o zamandan bu yana kadınlara karşı davranışlarına bakarım her zaman. Kibardır onlara karşı. Bazılarından hoşlanır. Ama onları birer kadın değil de insan olarak görür sanki. Hissedersin bunu. — Ama şimdi Varenka'ya karşı... bir şeyler var galiba...


— Belki de vardır... Ama iyi tanımak gerekir Sergey'i. Kimseye benzemez. Soylu bir dünyası vardır. Ruhu son derece temiz, yüce bir insandır. — Ne demek istiyorsun? Bu küçültür mü onu yani? — Hayır. Ama yalnızca kendi dünyasında yaşamaya öylesine alışmıştır ki, gerçekle uzlaştırmayabilir yaşayışını. Varenka bir gerçektir ne de olsa. Levin düşüncelerini tam olarak belirtecek sözcükleri bulmaya çalışmadan, rahat ve cesaretle konuşmaya alışmıştı artık. Böyle sevgi anlarında karısının onun ne demek istediğini imalarından anladığını


biliyordu. Anlamıştı da onun ne demek istediğini Kiti. — Evet, ama beiki de gerçek değildir ondaki. Sergey İvanoviç beni dünyada sevmezdi, biliyorum. Varenka tepeden tırnağa soylu bir yaratıktır. — Yo, yanılıyorsun. Çok seviyor seni Sergey. Benim ailemden olanların seni sevmeleri de çok hoşuma gidiyor. — Evet, bana karşı çok iyi; ama... Levin getirdi karısının sözünün sonunu: — Ama rahmetli Nikolay'cık gibi değil... Birbirinizi çok sevmiştiniz. (Ses tonu değişmişti.) Ne diye saklayayım?


Bazen sitem ediyorum kendi kendime. Sonunda unutup gideceksin onu, diyorum. Ah ne müthiş, ne candan bir insandı... (Bir an sustu Levin) Evet, neden söz ediyorduk? Kiti, kocasının sözlerinden ne anladığını belirtti: — Sergey İvanoviç'in âşık olamayacağı inancındasın demek? Levin gülümsedi. — Aşık olamaz demek istemedim, dedi. Ama bunun için gerekli o zayıflık yoktur onda... Her an gıpta etmişimdir ona. Şimdi bile, böylesine mutluyken bile gıpta ediyorum ona.


— Aşık olamayacağı için mi? Levin gülümseyerek karşılık verdi: — Benden iyi olduğu için gıpta ediyorum. Kendi için yaşamıyor, her şeyini görevlerine adamıştır. Bu yüzden huzur içinde, mutlu olabiliyor. Kiti, dudaklarında şakacı, sevgi dolu bir gülümseme: — Ya sen? dedi. Sorsalardı, o anda niçin gülümsediğini söyleyemezdi Kiti. Ama bir anda aklından geçen düşüncelerin bıraktığı son izlenim, ağabeyine hayranlık duyan, kendini onun karşısında küçük gören


kocasının bunu söylerken içten olmadığıydı. Onun bu içtensizliğinin ağabeyine olan sevgisinden, çok mutlu olduğu için vicdanının sızlamasından, en önemlisi de onu bir an bırakmayan daha iyi bir insan olmak isteğinden geldiğini biliyordu Kiti. Kocasının bu özelliklerinden hoşlanırdı. İşte bunun için gülümsemişti. Dudaklarında aynı gülümseme: — Ya sen? Sen neden hoşnut değilsin? diye sordu. Karısının onun herhangi bir şeyden hoşnut olmadığına inanmaması sevindirmişti Levin'i. Farkında olmadan, bunun nedenlerini açıklamaya itiyordu


Kiti'yi. — Mutluyum; ama kendimden hoşnut değilim, dedi. — Mutluysan nasıl hoşnut olmayabilirsin? — Yani, nasıl anlatsam sana? Şu anda bütün kalbimle istediğim tek şey var: Ayağının takılıp sendelememen. (Patikada karşılarına çıkan bir dalın üzerinden geçerken gerektiğinden hızlı bir hareket yapan Kiti'ye sitemle yükseltti sesini.) Ah, böyle atlanılmaz ki! (Sonra sürdürdü konuşmasını.) Ama kendimi düşününce, kendimi başkalarıyla özellikle ağabeyimle karşılaştırınca kötü olduğumu


hissediyorum. Kiti, dudaklarında hep o gülümseme: — Peki, ama hangi bakımdan? diye sordu. Başkaları için de aynı şeyi yapmıyor musun ki? Kurduğun küçük çiftlikler, tarım çalışmaların, kitabın neci oluyor? — Evet, şimdi çok daha iyi anlıyorum bunu, dedi Levin. Suç sende. (Karısının kolunu sıktı koltuğunun altında.) İstediğim gibi olamamamın suçlusu sensin. Üstünkörü yapıyorum yaptığımı. Bu işi de seni sevdiğim gibi sevseydim... Oysa son zamanlarda zoraki ilgileniyorum işimle.


Kiti: — Peki babama ne diyeceksin? diye sordu. Toplum yararına bir şey yapmadığı için o da mı kötü bir insandır? — O mu? Hayır. Babanda olan o sadelik, o ruh duruluğu, o temiz yüreklilik olmalıdır insanda. Oysa bende var mıdır bunlar? Bir şey yapmadığım için acı çekiyorum. Bunun suçlusu sensin. Sen ve şu. (Levin karısının karnına bakarak söylemişti bunu, Kiti de anlamıştı bu bakışın anlamını.) Siz olmadığınız zamanlar bütün gücümü işime veriyordum. Oysa şimdi yapamıyorum bunu. Vicdan azabı çekiyorum bu yüzden. Bana verilmiş bir


ödev gibi zoraki yapıyorum işimi. Kendimi de, başkalarını da aldatıyorum... Kiti: — Peki, dedi. Şu anda Sergey İvanoviç'in yerinde olmak ister miydin? Onun yaptığı toplumsal görevi yapmak, onun gibi, sırtına yüklenen görevi sevmek ister, bununla yetinir miydin? — Elbette hayır, dedi Levin. Doğrusunu istersen, o kadar mutluyum ki, hiçbir şey anlayamıyorum. (Bir an sustu.) Sahi, bugün onun evlenme önereceğini mi sanıyorsun. — Hem sanıyorum, hem sanmıyorum.


Ama çok istiyorum bunu. Dursana biraz. (Kiti eğilip yolun kenarından bir yabani papatya kopardı. Çiçeği kocasına uzatıp ekledi.) Al say bakalım, evlenme önerecek mi, önermeyecek mi? Levin beyaz, ince uzun taç yaprakları bir bir koparmaya başladı. — Önerecek, önermeyecek... Onun parmaklarının hareketini büyük bir heyecanla izleyen Kiti kocasının eline yapıştı birden: — Hayır! Hayır! İki yaprak kopardın. Levin kısa, henüz gelişmemiş bir taç yaprağı koparırken:


— Neyse, öyleyse şu küçük yaprağı saymayız, dedi. İşte araba da geldi. Prenses: — Yorulmadın mı Kiti? diye seslendi. — Hiç. — Yorulduysan bin istersen. Atlar uysalsa, yavaş gideceklerse tabii. Ama arabaya binmeye değmezdi. Gidecekleri yere çok yaklaşmışlardı. Hepsi birlikte yürüdüler.


IV Varenka beyaz başörtüsüyle, siyah saçlarıyla çocukların ortasında, onlarla büyük bir içtenlikle ilgilenirken pek hoştu. Hoşlandığı erkeğin, duygularını açıklaması olasılığının onu heyecanlandırdığı belliydi. Sergey İvanoviç onunla yan yana yürüyor, sık sık başını çevirip yüzüne bakıyordu. Varenka'nın yüzüne bakınca, ondan duyduğu iyi şeylerin hepsini anımsıyor, Varenka'ya beslediği duygunun çok değişik bir duygu, çok çok eskilerde bir kez, ilk gençliğinde yalnızca bir kez duyduğu duygu olduğunu giderek daha iyi anlıyordu. Varenka'nın yakınında


olmaktan duyduğu sevinç giderek güçlenerek sonunda öyle bir noktaya varmıştı ki, bulduğu ince saplı, kenarları yukarı kalkık kocaman bir kayın mantarını Varenka'nın sepetine koyarken genç kızın gözlerinin içine bakmış, onun yüzünü kaplayan sevinç ve korku dolu heyecanı fark edince kendi de heyecanlanmış, ne söyleyeceğini şaşırmış, bir şey söylemeden gülümsemişti. Çok şey söyleyen bir gülümsemeydi bu. Sergey İvanoviç, "Böyle bir durum varsa her şeyi enine boyuna düşünüp taşınmalıyım, kararımı öyle vermeliyim," diye geçirdi içinden. "Çocuk gibi, içinde bulunduğum anın


heyecanına kapılmam doğru olmaz." — Gruptan ayrılıp yalnız toplayacağım ben, dedi. Benim mantarlarım göze görünmeyecek yoksa... Seyrek yaşlı kayın ağaçlarının arasında ipek gibi kısa otların üzerinde dolaştıkları korunun kenar bölümünden içerilere doğru, kayın ağaçlarının beyaz gövdeleri arasında kavak ağaçlarının kül rengi gövdeleriyle koyu yeşil fındık fundalıklarının göze çarptığı koruya yürüdü. Kırk adım uzaklaştıktan sonra, gül kırmızısı saçak saçak çiçek açmış bir çalılığın arkasına geçti. Onu görmediklerini bildiği için durdu. Çevresinde çıt yoktu. Altında durduğu kayın ağaçlarının üstünde sinekler arı


gibi vızıldıyordu yalnızca. Arada bir de çocukların sesleri geliyordu uzaktan. Birden, Grişa'yı Çağıran Varenka'nın sesi duyuldu ormanın kenarından. Sergey İvanoviç'in yüzünü sevinç dolu bir gülümseme kapladı. Gülümsediğini fark edince, durumunu beğenmemiş gibi iki yana salladı başını. Bir puro çıkardı. Kayın ağacının gövdesine sürterek yakmaya çalıştığı kibritler bir türlü yanmıyorlardı. Ağacın gövdesini kaplayan ince, yumuşak zar fosforun üzerine yapışıyor, alevi söndürüyordu. Kibritlerden biri yandı sonunda. Puronun hoş kokulu dumanı kayın ağacının altındaki çalılıktan dalgalana dalgalana yükseldi. Sergey İvanoviç iplik iplik yükselen dumanı bakışlarıyla izleyerek


yürüdü. Bir yandan da içinde bulunduğu durumu düşünüyordu. "Peki, neden olmasın?" diyordu kendi kendine. "Bu gelip geçici bir heves ya da tutku olsaydı, bunun yalnızca bir kapılma, karşılıklı bir kapılma (evet, karşılıklıdır diyebilirim) olduğunu hissetseydim, bu tutkumun yaşamımın temelini oluşturan şeylere ters düştüğünü görseydim, kendimi bu tutkuma bırakınca görevime, işime ihanet etmiş olacağıma inansaydım... ama yok böyle bir şey. Bu duyguma karşı olduğunu söyleyebileceğim tek şey var: Marie'yi kaybedince, onun anısına sadık kalacağıma söz vermiştim kendime. Bu duyguma karşı yalnızca bunu


söyleyebilirim... Önemlidir bu." Sergey İvanoviç kendi kendine böyle söylerken, aslında kendisi için bunun hiçbir öneminin olamayacağını; ama başkalarının gözünde onun şiir dolu durumunun değerini düşüreceğini hissediyordu. "Ne var ki, çok düşünmeme karşın, bu duyguma ters düştüğünü söyleyebileceğim başka bir şey bulamadım. Sağduyumla düşünüp taşınsaydım bile bundan iyisini bulamazdım!" Şimdiye dek tanıdığı kızları, kadınları gözünün önüne getiriyor, serinkanlılıkla düşündüğü zaman karısında görmek istediği özelliklerin tümünü, evet tümünü Varenka kadar kendinde


toplayan bir kız anımsamıyordu. Varenka gençliğin bütün güzelliğini, tazeliğini taşıyordu. Ama çocuk değildi. Sergey İvanoviç'i seviyorsa, bilerek, bir kadının sevmesi gerektiği gibi seviyordu: Birinci özelliği buydu. İkincisi: Varenka'nın, sosyeteye girmek hevesinden uzak olduğu gibi, sosyeteden nefret ettiği de belliydi. Ama aynı zamanda da sosyeteyi biliyor, iyi çevreden bir kadında olması gereken özellikler –Sergey İvanoviç için bu özellikleri taşımayan bir kadını hayat arkadaşı olarak düşünmek bile anlamsızdı– evet, iyi çevreden bir kadında bulunması gereken özellikler de vardı onda. Üçüncü özelliği: Dinine bağlıydı Varenka. Ama –söz gelimi–


Kiti gibi dinine çocukça, bilmeden bağlı, temiz yürekli değildi. Yaşamı dini inançların temeli üzerine oturtulmuştu. En küçük şeyleri buluyordu onda Sergey İvanoviç. Varlıklı değildi Varenka. Kimi kimsesi de yoktu. Yani yarın bir sürü akrabası doluşmayacaktı evine. Kiti'de gördüğü gibi, kadın tarafının etkisi olmayacaktı ailede. Her şeyini kocasına borçlu olacaktı. Sergey İvanoviç aile yaşamını düşünürken, bunun böyle olmasını isterdi hep. Bütün bu özellikleri benliğinde toplayan bu kız seviyordu onu. Abartmıyordu durumu. Ama görmemek de elinde değildi bunu. Kendi de seviyordu bu kızı. Aradaki yaş farkıydı tek engel. Ama Sergey İvanoviç'in atları uzun ömürlüydüler


genellikle. Beyaz tek saç yoktu başında. Hiç kimse kırk yaşında demiyordu ona. Hem Varenka'nın bir konuşma sırasında şöyle dediğini anımsıyordu: "Yalnız Rusya'da elli yaşında bir insan ihtiyar diyor kendine. Oysa Fransa'da elli yaşında bir insan dans la force de l'age[97] olduğunu söyler. Kırk yaşındaki de un jeune homme." [98] Kendini ruh bakımından yirmi yıl önceki gibi hissettikten sonra yaşın ne önemi vardı zaten. Şimdi, öte yandan gene ormanın kenarına çıktığında güneşin yatay ışınlarının parlak aydınlığında, elinde sepetle yaşlı bir kayın ağacının yanından yumuşak adımlarla geçmekte olan Varenka'nın bu görünüşünün izlenimi, onu güzelliğiyle şaşırtan, sararmaya yüz


tutmuş çayırla çayırın ötesinde ta uzakta, ufkun maviliğinde eriyip giden, yaprakları yer yer sararmış yaşlı koruluğun güneşin yatay ışınları altındaki görünümünün bıraktığı izlenime karıştığı anda hissettiği gençlik değil de neydi Sergey İvanoviç'in? Yüreği sevinçle sıkışmıştı o anda. Tatlı bir duygu doldurmuştu içini. Kararını verdiğini hissetti. Varenka bir mantarı koparmak için eğildi, sonra yumuşak bir hareketle doğruldu birden, bakındı. Sergey İvanoviç purosunu atıp kararlı adımlarla yürüdü ona doğru.


V "Varvara Andreyevna, henüz çok gençken ideal bir kadın yaratmıştım hayalimde. Sevmiştim de idealimdeki bu kadını. Onu eşim olarak benimsemek mutlulukların en büyüğüydü benim için. Uzun yıllar geçti aradan. Aradığım şeyi şimdi ilk kez sizde buldum. Seviyorum sizi, karım olmanızı diliyorum." Sergey İvanoviç, Varenka ile arasında on adım varken böyle geçiriyordu içinden. Varenka yere diz çökmüş, mantarı elleriyle Grişa'dan korumaya çalışarak küçük Maşa'yı çağırıyordu. O tatlı, kadife sesiyle:


— Buraya, buraya! diye bağırıyordu. Çocuklar! Bir sürü mantar var burada! Yaklaşan Sergey İvanoviç'i görünce doğrulmadı. Duruşunu da değiştirmedi. Ama onun yaklaşmasından heyecanlandığı, buna sevindiği belliydi. Sakin bir gülümsemeyle kaplanmış güzel yüzünü başörtüsünün altından Sergey İvanoviç'e çevirdi. — Bir şeyler buldunuz mu bari? diye sordu. — Bir tane bile bulamadım, dedi. Sergey İvanoviç. Ya siz? Varenka, çevresini alan çocuklarla


ilgilendiği için yanıt vermedi. Maşa'ya, dibinde bittiği kuru otun yumuşacık, pembe şapkasını boydan boya yırttığı küçük bir mantarı göstererek: — Şunu da, dalın yanındakini de, diyordu. Maşa mantarı, beyazı görünecek biçimde ikiye ayırarak kopardığında kalktı Varenka. Sergey İvanoviç ile yan yana çocuklardan uzaklaşırken: — Çocukluğumu anımsadım, dedi. Konuşmadan birkaç adım yürüdüler. Varenka, Sergey İvanoviç'in konuşmak istediğini görüyor, onun hangi konuda konuşacağını da hissettiği için sevinçten


ve korkudan yüreği sıkışıyordu. Hiç kimsenin konuşmalarını duyamayacağı kadar uzaklaşmışlardı. Ama hâlâ başlamıyordu Sergey İvanoviç. Susarken daha rahattı Varenka. Söylemek istedikleri şeyleri sessizlikten sonra söylemek, mantar konusunda söylediklerinden sonra söylemekten çok daha kolaydı. Ama Varenka istemeden, farkına varmadan konuşmaya başladı: — Hiçbir şey bulamadınız demek? Aslında korunun içinde az olur mantar. Sergey İvanoviç derin bir soluk aldı. Bir şey söylemedi. Varenka'nın mantardan söz etmesi canını sıkmıştı. Onu başlangıçtaki konuya, çocukluğuna döndürmek istiyordu. Bir süre daha


sustuktan sonra, bir şey düşünmeden, Varenka'nın son söylediğine yanıt verdi: — Beyaz mantarların daha çok kenarlarda olduğunu duymuştum. Gerçi mantarın beyazı da hangisidir bilmem ya... Birkaç dakika daha geçti aradan. Çocuklardan iyice uzaklaşmışlardı. Baş başa kalmışlardı. Varenka yüreğinin küt küt vurduğunu duyuyor, yüzünün bir kızarıp bir bembeyaz olduğunu, sonra gene kızardığını hissediyordu. Madam Ştal'in yanındaki durumundan sonra Koznışef gibi bir kimsenin karısı olmak mutluluktan da yüce bir şey görünüyordu ona. Ayrıca, Koznışef'in


ona tutulduğuna az çok inanıyordu da. Hem şimdi kesinleşmek zorundaydı bu. Dehşet içindeydi Varenka. Sergey İvanoviç'in söyleyecekleri de, söylemeyecekleri de korkunçtu. Ya şimdi açılacaklardı birbirlerine ya da hiçbir zaman açılmayacaklardı. Sergey İvanoviç de hissediyordu bunu. Varenka'nın her şeyinde –bakışında, yüzünün kırmızılığında da, önüne indirdiği gözlerinde de– sinirli bir bekleyiş vardı. Sergey İvanoviç bunu görüyor, acıyordu Varenka'ya. Şimdi bir şey söylememenin Varenka'ya hakaret olacağını da hissediyordu. Verdiği kararı doğrulayan delilleri çabuk çabuk geçiriyordu aklından. Evlenme önerirken


kullanmayı istediği sözcükleri yineliyordu içinden. Ama bu sözcüklerin yerine, hiç beklenmedik bir düşünceyle birden şöyle sordu: — Kayın mantarıyla beyaz mantar arasında ne fark vardır sahi? Yanıt verirken heyecandan titriyordu Varenka'nın dudakları: — Şapka kısmında hemen hiç fark yoktur. Ama sap kısımları değişiktir. Varenka bunu söyler söylemez Sergey İvanoviç de Varenka da işin artık bittiğini anlamışlardı. O dakikaya dek en yüksek noktasına varan ikisinin de heyecanı düşmeye başlamıştı.


Sergey İvanoviç, heyecanı bütünüyle yatışmış: — Kayın mantarının sapı, iki gün tıraş olmamış esmer bir adamın sakalını andırır, dedi. Varenka gülümsedi. — Evet, çok doğru. Gidiş yönleri kendiliğinden değişmişti. Çocuklara doğru yürüyorlardı şimdi. Varenka hem acı duyuyor, hem utanıyor; ama aynı zamanda kendini hafiflemiş hissediyordu. Eve dönerlerken düşüncelerini bir kez daha aklından tek tek geçirince hata


ettiği sonucuna varmıştı Sergey İvanoviç. Marie'nin anısına ihanet edemezdi. Çocuklar sevinç çığlıkları atarak ona doğru koşarlarken Levin, karısını korumak için onun önüne geçip durmuş, öfkeyle bağırıyordu onlara: — Yavaş olun çocuklar, yavaş olun! Çocuklardan sonra Sergey İvanoviç ile Varenka çıktılar korudan. Kiti'nin Varenka'ya bir şey sormasına gerek yoktu. İkisinin de sakin, biraz mahcup yüzlerinden planlarının boşa gittiğini anlamıştı. Eve dönerlerken kocası sordu ona:


— Ee, ne var ne yok? Kiti, babasınınkini andıran –Levin'in onda büyük bir haz duyarak fark ettiği– bir gülümsemeyle: — İş yok, dedi. — Nasıl yani, iş yok? — Şöyle... (Kiti, kocasının elini tutup dudaklarına götürdü. Dudaklarını açmadan öptü.) Tıpkı, piskopos eli öper gibi. Levin gülümsedi. — Kimde iş yok? diye sordu.


— İkisinde de. Oysa şöyle yapmaları gerekirdi... — Köylüler geliyor... — Görmediler ki!


VI Çocuklar çaylarını içerlerken büyükler balkonda oturmuş, bir şey olmamış gibi –oysa herkes, özellikle Sergey İvanoviç ile Varenka, olumsuz olsa bile son derece önemli bir şeyin olduğunu çok iyi biliyorlardı– evet, büyükler balkonda oturmuş, bir şey olmamış gibi konuşuyorlardı. Sergey İvanoviç de Varenka da başarısız geçen bir sınavdan sonra sınıfta kalmış ya da okulda okumak hakkını temelli yitirmiş bir öğrencinin hissettiklerini hissediyorlardı. Bir şeylerin olduğunu hisseden balkondakiler de başka şeylerden heyecanlı heyecanlı söz


ediyorlardı. Bu akşam Levin ile Kiti çok mutluydular. İçleri sevgi doluydu. Karşılıklı sevgilerinin onları mutlu etmesi, aynı şeyi isteyip de buna ulaşamayanlara tatsız bir ima taşıdığı için vicdan azabı veriyordu onlara yalnızca... Yaşlı prenses: — Dediğimi unutmayın, dedi. Alexandre gelmeyecek. Bu akşamki trenle Stepan Arkadyeviç'in gelmesini bekliyorlardı. Yaşlı prens, belki kendisinin de geleceğini yazmıştı. Prenses: — Nedenini de biliyorum, diye ekledi.


Yeni evlileri ilk zamanlar baş başa bırakmanın gerektiğini söyler her zaman. Kiti: — Babam da bıraktı ya bizi, dedi. Ne zamandır görmedik yüzünü. Hem yeni evliliğimiz nerede kaldı artık? Öyle çok oldu ki evleneli! Prenses derin bir göğüs geçirdikten sonra: — O gelmezse ben de "Hoşçakalın" diyeceğim size çocuklar, dedi. İki kızı birden atıldı: — Aman anne!


— Bir de onu düşünsenize? Kim bilir şimdi... Yaşlı prensesin sesi hiç beklenmedik bir biçimde titredi ansızın. Kızları susup bakıştılar. Bakışlarıyla birbirlerine şöyle demişlerdi: "Annem her zaman bulur kendine üzülecek bir şey." Prensesin, kızının evinde kendini ne denli mutlu hissettiğini, burada ne denli gerekli olduğunu bildiğini, son ve sevgili kızlarını kocaya verip de aile yuvaları boşaldığından bu yana kendisinin de, kocasının da ne acı bir hüzün içinde olduklarını kızları bilmiyorlardı. Kiti, yüzünde ciddi bir anlatım, esrarlı bir tavırla gelip karşısına dikilen Agafya


Mihaylovna'ya birden: — Ne istiyorsunuz Agafla Mihaylovna? diye sordu. — Akşam yemeği için geldim. Doli: — Bu güzel işte, dedi. Kiti, sen git yemekle ilgilen, ben de gidip Grişa'ya dersini çalıştırayım. Bugün hiç çalışmadı çünkü. Levin yerinden fırladı. — Bu taş bana! dedi. Hayır Doli, ben gideceğim.


Artık liseye giden Grişa'nın yazın ders çalışması gerekiyordu. Daha Moskova'da oğluyla birlikte Latince çalışmaya başlayan Darya Aleksandrovna, aritmetik ve Latince'den en zor derslerden günde hiç olmazsa birini yinelemeyi Levinlere geldikten sonra hiç aksatmıyordu. Levin onun yerini almak istemiş; ama Darya Aleksandrovna Levin'in ders verişini görüp bunun Moskova'da öğretmenin verdiği derse hiç benzemediğini fark edince sıkılarak, Levin'i kırmamaya çalışıp kararlı bir tavırla, dersi öğretmenin yaptığı gibi kitaptan vermenin gerektiğini, bunu gene kendisinin yapmasının daha iyi olacağını söylemişti.


Levin çocuğun eğitimini, bu işten hiç anlamayan annesine bırakan Stepan Arkadyeviç'in ilgisizliğine de, çocuğu böylesine kötü bir biçimde eğiten öğretmenlerine de kızıyordu. Ama baldızına, çocuğun derslerini onun istediği gibi yürüteceğine söz vermişti gene de. Grişa ile kendi bildiği gibi değil, kitabın istediği gibi ilgileniyor, isteksiz olduğu için de ders saatlerini sık sık unutuyordu. Bugün de aynı şey olmuştu. — Hayır Doli, ben giderim. Sen otur, dedi. Her şeyi sırasıyla kitaptaki gibi yapacağız. Ama Stiva gelince ava gideceğimiz için aksatırız dersleri. Levin, Grişa'nın yanına gitti.


Varenka da Kiti'ye aynı şeyi söyledi. Levinlerin huzur ve mutluluk dolu evinde yararlı olmayı o da başarmıştı. — Ben yoluna koyarım yemek işini, siz oturun, dedi. Agafya Mihaylovna ile gitmek için kalktı. Kiti: — Evet, evet, dedi. Piliç bulamamışlardır yüzde yüz. Öyleyse bizimkilerden... Varenka, Agafya Mihaylovna ile çıkarken: — Agafya Mihaylovna ile ben


hallederiz, dedi. Prenses: — Ne tatlı bir kız! dedi. — Yalnızca tatlı değil anneciğim, aynı zamanda bulunmaz bir kız. Sergey İvanoviç (besbelli) Varenka ile ilgili konuşmaya son vermek isteğiyle: — Demek bugün Stepan Arkadyeviç'i bekliyorsunuz? dedi. Hafifçe gülümseyerek ekledi: — Birbirine böylesine zıt iki bacanak daha bulmak çok güçtür doğrusu. Biri


yerinde duramayan, balığın suda yaşayabildiği gibi, yalnızca sosyete içinde yaşayabilen bir insan, öteki de bizim Kostya... hayat doludur, çabuktur, her şeye duyarlıdır; ama sosyetenin içine girer girmez, karaya vurmuş bir balık gibi ya çabalamaya başlar ya da donup kalır. Prenses, Sergey lvanoviç'e döndü. — Evet, çok düşüncesizdir bu konuda, dedi. Ben de sizden ona, onun (başıyla Kiti'yi gösterdi) burada kalamayacağını, Moskova'ya gelmesinin zorunlu olduğunu anlatmanızı rica edecektim. Doktor çağırdığını söylüyor... Kiti, annesinin bu işte Sergey


İvanoviç'in arabuluculuğuna başvurmasına canı sıkılmış: — Anneciğim, dedi. Her şeyi yapacak, her şeye razı oldu. Onlar konuşurlarken iki yanı ağaçlıklı yolda at solumaları, çakıllarda tekerlek sesleri duyuldu. Doli kocasını karşılamak için daha yerinden kalkmamıştı ki Levin, Grişa'nın ders çalıştığı alt kattaki odanın penceresinden bahçeye atlamış, Grişa'yı da dışarı almıştı. Levin balkonun altından: — Stiva geldi! diye bağırdı.


Sonra: — Korkma Doli! Bitirdik dersi, diye ekledi. Çocuk gibi koşmaya başladı arabaya doğru. Bahçe yolunda zıplamaya başlayan Grişa: — Is, ea, id, ejus, ejus,[99] diye bağırıyordu. Levin iki yanı ağaçlı yolun başında durup: — Biri daha var yanında. Baban galiba! diye seslendi. Kiti dik merdivenden inme, öteden dolaş.


Ama yanılmıştı Levin. Stepan Arkadyeviç'in yanındaki yaşlı prens değildi. Arabaya yaklaşınca Stepan Arkadyeviç'in yanında, arkasından uzun kurdeleler sarkan bir İskoç kepi giymiş, topluca, genç, yakışıklı bir adamın oturduğunu gördü. Petersburg ve Moskova sosyetesinin gözde gençlerinden, Stepan Arkadyeviç'in onu takdim ederken söylediği gibi "yaman bir delikanlı, ava çok meraklı" olan, Şçerbatskilerin kuzenlerinden Vasenka Veslovski'ydi. Veslovski, gelenin yaşlı prens değil de, kendisinin olmasının yarattığı hayal kırıklığından hiç bozulmadan neşeyle selamlaştı Levin ile. Tanıştıklarını


anımsattı ona. Kaldırıp arabaya aldı Grişa'yı. Stepan Arkadyeviç'in beraberinde getirdiği zağarının üzerinden aşırdı onu. Levin arabaya binmedi. Arkadan yürüdü. Yakından tanıdığı ölçüde daha çok sevdiği yaşlı prensin gelmemesine biraz sıkılmıştı canı. Hiç tanımadığı, burada gereksiz şu Vasenka Veslovski'nin, aşırı bir ilgiyle son derece kibar bir tavırla Kiti'nin elini öptüğünü görünce onu daha yabancı ve gereksiz gördü. Veslovski, Levin'in elini hararetle bir kez daha sıktıktan sonra: — Karınızla cousins[100] oluruz, dedi.


Ayrıca eski dostuz da. Stepan Arkadyeviç herkesle selamlaşmasını bitirir bitirmez Levin'e döndü. — Ee, av var mı? Veslovski ile müthiş niyetlerimiz var! Anneciğim o zamandan beri hiç gelmediler Moskova'ya. Hadi Tanya, seninki orada! Arabanın arkasından alıver lütfen. Herkese laf yetiştirmeye çalışıyordu. Karısının elini bir kez daha öpüp avcunun içinde tuttu. Öteki eliyle hafifçe üzerine vurarak: — Çok dinçleşmişsin Doli'cik! dedi.


Bir dakika öncesine kadar çok neşeli olan Levin şimdi her şeye canı sıkkın bakıyor, her şeyden nefret ediyordu. Stepan Arkadyeviç'in karısına gösterdiği sevgiye bakarak, "Dün kimleri öpüyordu acaba o dudaklar?" diye geçiriyordu içinden. Doli'ye baktı, o da gitmemişti hoşuna şimdi. "Kocasının onu sevmediğini biliyor bilmesine. Peki, ama neye seviniyor böyle? İğrenç bir şey bu!" diye düşünüyordu. Bir dakika önce öylesine sevimli bulduğu prensese baktı. Onun şu kurdeleli Vasenka'yı karşılarken takındığı, onu kendi evine buyur


ediyormuş gibi senli benliliği hiç hoşuna gitmemişti. Sergey İvanoviç bile –o da çıkmıştı kapıya– Stepan Arkadyeviç'i karşılarken gösterdiği yapmacık dostluğuyla hiç gitmemişti hoşuna. Ağabeyinin Oblonski'yi sevmediğini, ona saygı duymadığını biliyordu çünkü. Varenka bile, o bile, bu adamla tanışırken takındığı sainte nitouche[101] tavrıyla –nasıl kocaya varabileceğini düşünüyordu yalnızca çünkü– nefret uyandırmıştı Levin'de. En hoşlanmadığı da Kiti olmuştu. Köye gelişini kendisi için de herkes için de bir bayram olarak gören bu adamın neşesine


kendini kaptırması. Hele hele onun gülümsemelerine karşılık verdiği gülümsemeleri cinlerini tepesine çıkarıyordu. Yüksek sesle konuşarak girdiler içeri. Herkes oturur oturmaz Levin kalkıp dışarı çıktı. Kiti kocasına bir şeylerin olduğunun farkındaydı. Onunla yalnız konuşmak için fırsat kolluyordu. Ama Levin, büroda işi olduğunu söyleyip hemen çıkmıştı. Çiftlik işleri çoktan beri bugünkü kadar önemli görünmüyorlardı Levin'e. "Hepsinin bayramı var içeride," diye geçiriyordu içinden. "Oysa buradaki işlerin bayramla ilgisi yok.


Beklemeye gelmezler. Yaşam da olmaz bu işler olmadan."


VII Levin, yemeğe çağrıldığı zaman döndü eve ancak. Merdivende Kiti ile Agafya Mihaylovna yemekte verilecek şarapları kararlaştırıyorlardı. — Canım ne uzatıyorsunuz? Her zamanki şarapları verelim olsun bitsin. — Yo olmaz, Stiva içmez... Kostya, dur bir dakika, neyin var senin? Kiti yetişmeye çalışıyordu Levin'e. Ama Levin acımadan beklemedi onu. Geniş adımlarla yemek salonuna yürüdü. Orada Vasenka Veslovski ile Stepan Arkadyeviç'in heyecanlı konuşmalarına


katıldı. Stepan Arkadyeviç: — Ee, yarın gidiyor muyuz ava? dedi. Veslovski oturduğu sandalyeden kalkıp ötekine yan oturdu. Kalın bacağını altına aldı. — Ne olur gidelim! dedi. Levin, Veslovski'nin bacağına dikkatli dikkatli bakarak, yapmacık bir güleryüzlülükle –Kiti çok iyi bilirdi onun bu, ona hiç yakışmayan yapmacık güleryüzlülüğünü– karşılık verdi: — Buna çok sevindim! Gideriz. Bu yıl


avlandınız mı hiç? Çulluk bulup bulamayacağımızı bilmiyorum; ama ördek çok var. Öyleyse sabah erken kalkmalıyız. Yorulmayacak mısınız? Yorgun değilsin ya Stiva? — Yorgunluk mu? Yorgunluk nedir bilmem ben. Hadi var mısınız hiç uyumayalım bu gece! Dolaşalım! Veslovski atıldı: — Sahi, gelin uyumayalım! Tamam mı? Doli gene, kocasıyla konuşurken son zamanlarda hemen her zaman takındığı belli belirsiz alaycı tavrıyla: — Elbette, dedi. Senin bütün bir geceyi


uyumadan geçirebileceğinden, başkalarını da uyutmayacağından hiç kimsenin kuşkusu yoktur. Benim yatma zamanım geldi artık... Gidiyorum. Yemek yemeyeceğim. Stepan Arkadyeviç yemek yiyecekleri büyük masanın öte yanına, karısının oturduğu yana geçti. — Hayır Doli'ciğim, dedi. Biraz otur. Anlatacağım çok şey var sana daha. — İnanmam. — Biliyorsun, Veslovski, Anna'nın yanındaydı. Gene onlara gidecek. Buradan topu topu yetmiş versta ötedeler zaten. Ben de gideceğim. Veslovski,


buraya gel! Vasenka kadınların yanına geçti. Kiti'nin yanında oturdu. Darya Aleksandrovna ona döndü. — Ah, anlatın lütfen. Anna'nın yanında mıydınız? Nasıl Anna'cığım? Levin masanın öte başında kalmıştı. Durmadan Prenses Varenka ile konuşuyordu. Stepan Arkadyeviç, Doli, Kiti ve Veslovski arasında heyecanlı, esrar dolu bir konuşmanın sürüp gittiğinin farkındaydı. Bunun esrarlı bir konuşma olmasından başka, heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatan Veslovski'nin güzel yüzünden gözlerini


ayırmayan Kiti'nin bakışındaki ciddi anlatım da kaçmıyordu gözünden. Vronski ile Anna'dan söz ediyordu Vasenka. — Çok iyiler. Bu konuda bir şey söyleyecek durumum yok kuşkusuz. Ama onların evinde kendini bir aile içinde hissediyor insan. — Ne yapmak niyetindeler? — Kışın Moskova'ya gidecekler galiba. Stepan Arkadyeviç, Vasenka'ya: — Oraya birlikte gitsek ne iyi olur, dedi. Ne zaman gidiyorsun?


— Temmuzu onların yanında geçireceğim. Stepan Arkadyeviç karısına döndü. — Sen gelecek misin? Doli: — Çoktandır istiyordum zaten, dedi. Geleceğim. Acıyorum Anna'ya. Anlıyorum da onu. Pırlanta gibi bir kadındır. Sen gittikten sonra yalnız gideceğim ben. Hiç kimseye de yük olmayacağım böylece. Yanımda sen olmazsan daha iyi olur. Stepan Arkadyeviç:


— Çok daha iyi olur, dedi. Ya sen Kiti? Kiti birden kıpkırmızı oldu. Dönüp kocasına baktı. Veslovski sordu ona: — Siz tanışıyor musunuz Anna Arkadyevna ile? Çok hoş bir kadındır. Kiti daha da kızardı. — Evet, dedi. Kalkıp kocasının yanına gitti. — Yarın ava gidiyor musun? Levin'in –özellikle, Veslovski ile


konuşurken Kiti'nin yanaklarını kaplayan kırmızılığın körüklediği– son birkaç dakikadır duyduğu kıskançlığı iyice kabarmıştı. Şimdi karısının sözlerine kulak verirken onun dediklerini kendine göre anlıyordu. Kiti ona ava gidip gitmeyeceğini soruyorsa, bunun onu sırf, kocası Vasenka Veslovski'ye bu zevki tattırıp tattırmayacağını öğrenmek istediği için ilgilendirdiğinden kuşkusu yoktu. Karısının Vasenka Veslovski'ye âşık olduğu inancındaydı. Sonraları aklına geldikçe çok şaşırmıştı o zamanki duygularına. Levin karısına tuhaf, kendisinin bile yadırgadığı bir sesle karşılık verdi: — Evet, gideceğim.


Kiti: — Olmaz, dedi. Yarın evde kalın. Doli kocasının yüzünü görmedi daha. Öbürsü gün gidersiniz. Kiti'nin bu sözünü şöyle yorumluyordu şimdi Levin: "Ayırma beni ondan. Senin gidip gitmeyeceğin umurumda değil. Ama bırak şu hoş gencin yakınında olmanın tadını çıkarayım biraz." Levin oldukça kibar: — Ah, dedi. Sen istiyorsan, evde kalırız yarın. Bu arada Vasenka, varlığının neden


olduğu acıdan bütünüyle habersiz, Kiti'nin arkasından masadan kalkmış, gülümseyerek, ona tatlı tatlı bakarak yanına gelmişti. Onun bu bakışı Levin'in gözünden kaçmamıştı. Yüzü bembeyaz oldu. Bir an kesildi soluğu. "Nasıl cesaret edebiliyor karıma böyle bakmaya?" diye düşünüyordu sinirli sinirli. Vasenka bir sandalyeye oturdu. Her zamanki gibi gene ayağını altına aldı. — Yarın gidiyoruz demek? dedi. Ne olursunuz gidelim! Levin'in kıskançlığı daha da artmıştı. Kendini aldatılan bir koca, kadınla


sevgilisinin yalnızca onlara rahat bir yaşam sağlasın diye gereksinim duydukları boynuzlu bir koca olarak görüyordu artık... Öyleyken, güleryüzlü konuşuyordu Vasenka ile. Ona eski avlarını, tüfeğini, çizmelerini soruyordu. Sonunda devrisi gün ava gitmeye razı oldu. Neyse ki, yaşlı prenses son verdi Levin'in acılarına. Kalktı; Kiti'ye gidip yatmasını söyledi. Ama Levin'in yeni bir acı duymasına neden oldu bu. Vasenka, iyi geceler derken gene öpmek istedi Kiti'nin elini. Ama Kiti kızardı. Sonra annesinin ona sitem etmesine neden olan saf bir kabalıkla Vasenka'nın elini itti. — Bizde âdet değildir böyle şeyler,


dedi. Vasenka'nın böyle davranmasına cesaret verdiği, daha önemlisi de bundan hoşlanmadığını böylesine beceriksizce belli ettiği için Levin'in gözünde suçluydu Kiti. Yemekte içtiği birkaç bardak şaraptan sonra en sevimli romantik ruhsal durumuna giren Stepan Arkadyeviç: — Uyumanın sırası mı şimdi yani? dedi. Ihlamur ağaçlarının arkasından yükselmekte olan ayı göstererek ekledi: — Bak Kiti! Ne hoş! Veslovski, serenadın tam zamanı şimdi. Bilsen ne


güzel sesi var! Yolda birlikte şarkı söyledik. İki şarkı var yanında, ikisi de yeni. Varvara Andreyevna ile birlikte söyleseler ne güzel olur. *** Herkes odasına çekildikten sonra Stepan Arkadyeviç ile Veslovski bahçenin iki yanı ağaçlı yolunda daha uzun süre dolaştılar. Yeni şarkıyı birlikte söylüyorlardı. Sesleri duyuluyordu evden. Levin karısının yatak odasında koltuğa kaşları çatık oturmuş, Stepan Arkadyeviç ile Veslovski'nin seslerine kulak veriyor, neyi olduğunu soran karısına yanıt vermemekte diretiyordu.


Ama sonunda Kiti ürkek ürkek gülümseyerek, "Veslovski'nin bir şeyi mi hoşuna gitmedi yoksa?" diye sorunca inadını bıraktı. Her şeyi açıkladı. Açıkladığı şey Levin'in gururunu daha da incitiyor, böylece daha da sinirlendiriyordu onu. Çatık kaşlarının altında korkunç parlayan gözleriyle karısının karşısına dikilmiş, güçlü kollarını, kendini tutmak için olanca gücünü harcıyormuş gibi göğsüne bastırıyordu. Yüzünün anlatımı –bu anlatımda Kiti'ye dokunan bir acı anlatımı olmasaydı– soğuk, hatta acımasız sayılırdı. Elmacık kemikleri titriyor, sesi ikide bir kısılıyordu. — Bunun kıskançlık olmadığını


anlamaya çalış. İğrenç bir sözcüktür kıskançlık sözcüğü. Kıskanamam ben. Kıskanabileceğime inanamam da... Hissettiklerimi anlatamıyorum. Ama korkunç bir şey bu... Kıskanmıyorum; ama bir erkeğin sana bu gözle bakmayı aklından geçirmesi, buna cesaret edebilmesi gururuma dokundu, küçülttü beni... Kiti bu akşam konuşulanların, yapılanların tümünü, bunların çekilebilecekleri anlamları elinden geldiğince açıkyüreklilikle anımsamaya çalışıyordu. — Ne gözle bakıyorlarmış bana? diye sordu.


Kiti, Veslovski'nin onun arkasından masanın öte başına geldiği anda bir şeylerin olduğunu hissetmişti ruhunun derinliklerinde. Ama kendi kendine bile itiraf edemiyordu bunu. Bunu kocasına söylemek böylece onun acısını çoğaltmak da istemiyordu. — Hem şu halimle nerem çekici benim? dedi. Levin başını ellerinin arasına aldı. — Ah! diye haykırdı. Böyle söylememeliydin! Demek çekici olsaydın...


Kiti kocasına acıma dolu bir sevgiyle baktı. — Hayır, hayır Kostya, dedi. Dur hele, beni dinle! Nasıl olur, benim için dünyada senden başka erkek yokken ne geçirebilirsin aklından? Ne düşünebilirsin? Yok benim için senden başka erkek yok! Söyle, hiçbir erkekle konuşmamamı ister misin? Kocasının kıskançlığı ilk anda gururuna dokunmuştu. En küçük, en masum bir eğlencenin bile ona yasak olması üzmüştü onu. Ama şimdi, kocasının çektiği acıya bir son vermek, onu huzura kavuşturmak için yalnızca bu değersiz şeyleri değil, her şeyini seve seve fedaya hazırdı.


Levin umutsuz bir fısıltıyla: — Düştüğüm durumun korkunçluğunu, gülünçlüğünü anlamaya çalış, dedi. Şunu demek istiyorum, konuğumuzdur Veslovski. Aslını sorarsan, o senli benliliğinden, bir de bacağını altına almasından başkaca uygunsuz bir davranışı olmadı. En iyi davranış biçimi sayıyor bunu, bu yüzden güleryüz göstermeliyim ona. Kiti kocasının bu kıskançlığının açığa vurduğu sevginin büyüklüğüne ruhunun derinliklerinde sevinerek: — Ama büyütüyorsun sen de Kostya, dedi.


— İşini asıl korkunç yanı da gene her zamanki gibi sana taptığım, öylesine mutlu, evet çok çok mutlu olduğumuz bir anda bu serserinin... Hayır, niçin serseri olsun? Niçin böyle söz ediyorum ondan? Onunla bir ilgim yok benim. Peki, ama ne diye mutluluğumuz... Kiti: — Bir şey söyleyeyim mi sana, dedi. Bunun neden olduğunu anlıyorum ben. — Neden, neden? — Yemekte biz konuşurken bana nasıl baktığını fark ettim. Levin ürkek:


— Ee, sonra? dedi. Kiti, o anda neden söz ettiklerini anlattı kocasına. Anlatırken heyecandan tıkanacak gibi oluyordu. Levin bir süre sustu. Sonra Kiti'nin korkuyla kaplanmış, kanı çekilmiş yüzüne bir göz attı. Birden ellerinin arasına aldı başını. — Katya, acı çektirdim sana! Bağışla yavrucuğum! Delilik benim yaptığım! Katya, tepeden tırnağa suçluyum. Böylesine saçma bir şey yüzünden nasıl böylesine üzebildim seni? — Ah, acıyorum sana. — Bana mı? Bana? Delinin biri olduğum için kuşkusuz! Ya seni ne diye üzdüm?


Rastgele bir yabancının mutluluğumuzu bozabileceğini düşünmek bile korkunç bir şey! — Öyle ya, insanın gururuna dokunan da bu... Levin karısının elini öptü. — Eh, dedi. Öyleyse ben de bütün yaz burada alıkoyacağım onu. Büyük yakınlık göstereceğim ona. Göreceksin. Yarın... Evet, sahi, yarın gidiyoruz.


VIII Devrisi sabah, av araçları –bir binek arabasıyla bir yük arabası– kapıda hazırlandığında kadınlar kalkmamışlardı daha. Ava gidileceğini sabah erkenden sezinleyen Laska, alçak sesle doyasıya havladıktan, hoplayıp zıpladıktan sonra yük arabasının üzerine çıkıp arabacının yanına kıvrılmış, avcıların hâlâ çıkmadıkları kapıya, bu gecikmeden ötürü canı sıkkın, heyecanla bakıyordu. Kapıdan ilk çıkan Vasenka Veslovski oldu. Kalın baldırlarının yarısına kadar çıkan yepyeni çizmeler giymişti. Yeşil bir gömlek vardı üzerinde. Beline deri kokan gıcır gıcır bir fişeklik bağlamıştı.


Kurdeleleri sarkan şapkası başındaydı. Elinde kayışsız, pırıl pırıl bir İngiliz çiftesi vardı. Laska yerinden fırlayıp ona koştu, selamladı onu, ayaklarının dibinde zıplayarak –kendi diliyle– ötekilerin hemen çıkıp çıkmayacaklarını sordu. Ama yanıt alamayınca nöbet yerine geçti, başını yana çevirip bir kulağını havaya dikip öyle kaldı gene. Sonunda gürültüyle açıldı kapı, Stepan Arkadyeviç'in zağarı Krak, havada kıvrılarak ok gibi fırladı dışarı. Arkasından, elinde tüfeği, ağzında purosuyla Stepan Arkadyeviç göründü. Ön ayaklarını göğsüne dayayan köpeğine sevgi dolu bir sesle, "Dur, Krak!" diyordu. Stepan Arkadyeviç çarık giymiş, ayaklarını güzelce sarmıştı.


Yırtık bir pantolonla kısa bir palto vardı üzerinde. Şapkası çok eskiydi. Ama son model tüfeği kız gibi, av torbasıyla fişekliği –biraz eski olmalarına karşın– en iyi cinstendi. Vasenka Veslovski bu gerçek avcı şıklığından –paçavralar giyinmek; ama en iyi av gereçlerine sahip olmaktı bu şıklık– o zamana dek habersizdi. Şimdi, bu pılı pırtının içinde kibar, dinç, neşeli soyluluğuyla pırıl pırıl Stepan Arkadyeviç'i görünce anlamıştı bunu. Bir dahaki ava kendisi de böyle gitmeye karar vermişti. — Bizim ev sahibinden ne haber peki? diye sordu.


Stepan Arkadyeviç gülümsedi. — Karısı genç... dedi. — Evet, hem de çok güzel. — Giyinmişti. Gene karısının yanına koşmuştur sanırım... Stepan Arkadyeviç yanılmamıştı. Levin karısının yanına koşmuştu gene. Dünkü aptallığını bağışlayıp bağışlamadığını ona bir kez daha soracak, bir de "Tanrı aşkına" dikkatli olmasını rica edecekti. En önemlisi, çocuklardan uzak durmalıydı Kiti. Çarpabilirlerdi ona çünkü. Sonra, iki günlüğüne evden uzaklaştığı için karısının ona gücenmediğini onun ağzından bir kez


daha duyması; ayrıca, karısının sağlık durumunu öğrenebilmesi için ondan, ne olursa olsun, yarın sabah ona bir atlıyla iki sözcük de olsa, bir pusula yollamasını bir kez daha rica etmesi gerekiyordu. Kocasından iki günlüğüne ayrılmak her zaman olduğu gibi zor geliyordu Kiti'ye. Ama onun avcı çizmeleriyle beyaz gömlek içinde daha bir iri, güçlü görünen bedenini ve yüzündeki, kendisinin anlayamadığı o avcı heyecanının aydınlığını görünce kocasının sevinci, üzüntüsünü unutturdu ona; neşeyle vedalaştı kocasıyla. Levin koşarak çıktı dış kapıdan.


— Kusura bakmayın baylar! dedi. Kahvaltı koydunuz mu? Doru niçin sağda? Neyse, olsun varsın. Laska rahat dur, git otur yerine! İğdiş edilmiş koçları ne yapacağını sormak için onu merdiven başında bekleyen sığırtmaca döndü. — Genç sürüye kat... Afedersiniz! Bir haydut daha geliyor işte. Levin bindiği arabadan yere atladı, elinde cetvelle ona doğru gelmekte olan marangoza doğru yürüdü. — Dün büroya gelmedin, şimdi de yolumdan alıkoyuyorsun beni. Ne istiyorsun?


— Emredin bir dönemeç daha yapalım efendim. Topu topu üç basamak eklenecek. Tam istediğiniz gibi olacak öyle yaparsak. Çok daha iyi olacak. Levin canı sıkkın: — Benim sözümü dinleseydin iyi olurdu, dedi. Sana önce kirişleri çek, basamakları sonra döşe demiştim. Düzeltemezsin artık. Beni dinle, yeni bir merdiven yap. Sorun şuydu: Eve ek olarak yeni bir bölüm yapılıyordu. Marangoz bu bölümün merdivenini ayrı olarak, yüksekliği hesaba katmadan yaptığı için yerine koyduklarında merdivenin çok dik olduğu anlaşılmıştı. Marangoz, birkaç


basamak ekleyerek aynı merdiveni kullanmak istiyordu. — Çok daha iyi olacak efendim. — Peki, ama üç basamak daha ekleyince nereye çıkacak yaptığın merdiven? Marangoz küçümser bir gülümsemeyle: — Af buyrun efendim, dedi. Tam divanın önüne. İnandırıcı bir tavırla ekledi: — Aşağıdan başladığımız gibi devam edeceğiz, çıka çıka divana varacağız. — Peki, ama üç basamak eklenince


merdivenin boyu uzayacak... O zaman nereye gelecek? Marangoz inatçı, inandırıcı bir tavırla: — Aşağıdan başlayacağız, nereye gelirse... diye karşılık verdi. — Tavana kadar çıkıp duvara dayanır. — Af buyrun efendim, döşemeden başlayacağız... Levin tüfeğinin harbisini çıkarıp yere, tozun üzerine merdivenin şemasını çizmeye başladı. — Bak, görüyor musun?


Durumu sonunda kavradığı anlaşılan marangozun gözleri parladı birden. — Nasıl emrederseniz, dedi. Görülüyor ki yeni bir merdiven yapmam gerekecek. Levin, arabaya binerken: — Evet, diye seslendi, sana nasıl söylediysem öyle yap. Sür bakalım! Filipp köpekleri tut. Şimdi, aile ve çiftlik işlerinin tüm telaşını arkada bıraktığı o anda Levin'in içini öylesine bir yaşama sevinci ile sabırsızlık doldurmuştu ki, canı konuşmak bile istemiyordu. Ayrıca, av yerine yaklaşırken her avcının duyduğu o yoğun heyecanı da duyuyordu. Şimdi


düşündüğü bir şey varsa o da, Kolpenski bataklığında bir şey bulup bulamayacakları, Laska'nın Krak'dan iyi avlanıp avlanamayacağı, kendisinin iyi atışlar yapıp yapamayacağıydı. Yeni tanıştığı Veslovski'nin önünde mahcup duruma düşmemek için ne yapmalıydı? Oblonski'nin onu geçmemesi için nasıl hareket etmeliydi? Bu sorular da geliyordu aklına. Oblonski'nin duyguları da aşağı yukarı aynıydı. Onun da canı konuşmak istemiyordu. Yalnızca Vasenka Veslovski durmadan, neşeli neşeli konuşuyordu. Levin şimdi onu dinlerken, dün ona büyük haksızlık ettiğini düşünüyor, içi sızlıyordu. Vasenka


gerçekten çok hoş, temiz yürekli, dürüst pek neşeli bir gençti. Bekârlığında tanışmış olsaydılar Levin yakın bir dostluk kurardı Vasenka ile. Onun yaşamı umursamaması, bir de kibar senli benliliği Levin'in hoşuna gitmemişti biraz. Uzun tırnaklarının, şapkasının, buna benzer şeylerinin kendisine hiç kimsenin kuşku edemeyeceği bir önem kazandırdığına inanıyordu sanki. Ne var ki, onun temiz yürekliliği, dürüstlüğü bağışlatabilirlerdi bu kusurunu. Kültürüyle, İngilizceyi ve Fransızcayı çok iyi konuşmasıyla ayrıca onun dünyasının insanı olmasıyla pek hoşuna gitmişti Levin'in. Sol yana yardımcı koşulu Don boyu


bozkırlarından gelme atı çok beğenmişti Vasenka. Hep bu attan söz ediyordu: "Bozkır atıyla bozkırda dörtnala gitmek ne hoştur! Ne dersiniz? Öyle değil mi?" Bir bozkır atına binip dörtnala gitmekte vahşi, şiir dolu bir şey hayal ediyor; bunun yalnızca hayaliyle yetiniyordu. Ama onun temiz yürekliliği –özellikle, bu temiz yürekliliğine güzelliği, içten gülümsemesi, davranışlarındaki incelik eklenince– çok hoştu. Yaradılış bakımından Levin'in hoşlandığı bir yapıda olmasından mı, yoksa dünkü günahını bağışlatmak için Levin'in onda hep iyi şeyler görmeye başlamasından mı nedense, onunla konuşmaktan, onun yanında olmaktan hoşlanıyordu Levin.


Üç versta yol almışlardı ki, Veslovski purosuyla cüzdanının olmadığını fark etti birden. Onları kayıp mı etti, yoksa masanın üzerinde mi bıraktı, bilmiyordu. Cüzdanında üç yüz yetmiş ruble vardı. Önemsememek elde değildi durumu. Veslovski: — Bakın ne diyeceğim Levin, dedi. Şu Don atına binip dörtnala gideyim eve. Çok hoş bir şey olur bu, ne dersin? Arabadan inmeye hazırlanıyordu bile. Veslovski'nin en azından yüz kilo olduğunu düşünen Levin: — Ne diye zahmet edesiniz? dedi. Arabacıyı yollarım.


Arabacı yardımcı ata binip gitti, geri kalan iki atı Levin kendi sürdü.


IX Stepan Arkadyeviç: — Ee, hangi yoldan gideceğiz? dedi. Güzelce anlatıversene bize şunu. — Planımız şöyle: Şimdi Gvozdevo'ya kadar gideceğiz. Gvozdevo'nun bu yanında çulluğun bol olduğu bir bataklık var. Öte yanında da nefis bir ördek bataklığı. Şimdi hava çok sıcak. Akşama doğru varırız oraya (yirmi versta yolumuz var) akşam avlanırız biraz. Geceyi orada geçirir, yarın büyük bataklıklara gideriz. — Peki yolumuz üzerinde bir şey yok


mu? — Var. Ama geç kalırız. Hem hava da sıcak. Çok güzel iki küçük yer var; ama bir şey olmaz oralarda şimdi. Levin kendi de istiyordu oralara uğramayı. Ama eve yakın av yerleriydi buralar. Her zaman avlanabileceği yerlerdi. Hem çok küçüktüler. Üç kişinin ateş etmesine elverişli değildiler. Levin işte bu yüzden kendini zorlayarak yalan söylemiş, "Bir şey olmaz oralarda şimdi," demişti. Küçük bataklığın önünden geçerlerken Levin bir şey söylemeden geçmek istedi. Ne var ki Stepan Arkadyeviç'in deneyimli avcı gözleri sazları fark etmişti. Bataklığı


gösterdi. — Buraya uğramayacak mıyız? Vasenka Veslovski yalvarmaya başladı hemen: — Levin ne olur, lütfen! Ne güzel bir av yeri baksanıza! İster istemez razı oldu Levin. Araba daha durmamıştı ki, köpekler birbiriyle yarışarak bataklığa doğru koşmaya başlamışlardı. — Krak! Laska! Köpekler geri döndüler.


Levin, köpeklerin kaldırdığı, bataklığın üzerinde acıklı çığlıklar atarak yalpa vura vura uçuşan bataklık kuşlarından başka bir şey bulamayacaklarını düşünerek: — Üç kişi sıkışık olacağız, dedi. Ben burada kalacağım. Veslovski seslendi ona: — Yo olmaz! Gelin Levin, siz de gelin! Birlikte avlanalım! — Gerçekten sıkışık olacak. Laska, buraya gel! Laska! Bir köpek yeter size, değil mi? Levin arabanın yanında kaldı. Avcıların


arkasından imrenerek bakıyordu. Avcılar bütün bataklığı dolaştılar. Ama çulluktan ve birini Vasenka'nın vurduğu bataklık kuşlarından başka bir şey yoktu. Levin: — Sizden av yerimi acımadığımı, buraya uğramamızın zaman kaybetmekten başka şeye yaramayacağını söylerken haklı olduğumu gördünüz işte, dedi. Vasenka bir elinde tüfek, ötekinde vurduğu bataklık kuşuyla arabaya acemi acemi çıkmaya çalışırken: — Hayır, gene de iyi oldu, dedi. Gördünüz mü? Ne güzel vurdum onu! Öyle değil mi? Peki asıl av yerine daha


çok var mı? Atlar birden yürüdüler. Levin'in başı birinin tüfeğinin namlusuna çarptı, bir patlama oldu. Aslında patlama daha önce olmuştu; ama Levin'e o başını çarptıktan sonra oldu gibi gelmişti. Durum şuydu: Vasenka Veslovski, horozları indirirken bir namlunun tetiğini çekmiş, kimseye bir şey olmamıştı. Stepan Arkadyeviç başını iki yana salladı. Veslovski'ye sitemli sitemli gülümsedi. Ama Levin'in ona sitem edecek durumu yoktu. Önce, edeceği her sitem ucuz atlattığı korkunun ve alnında beliren şişliğin bir sonucu olarak yorumlanacaktı. Sonra, Veslovski ilk anda öylesine saf bir üzüntüye kapılmış;


arkasından, bir anlık şaşkınlığa öylesine candan, öylesine temiz yürekli gülmüştü ki, onun bu gülüşünü görüp de gülümsememek elde değildi. Oldukça geniş olan ve hayli zamanlarını alacağa benzeyen ikinci bataklığa yaklaştıklarında Levin oraya uğramamaya razı etmeye çalıştı arkadaşlarını. Ama Veslovski gene kandırdı onu. Bataklık küçük olduğu için konuksever bir ev sahibi olarak gene arabaların yanında kaldı Levin. Krak en kestirme yoldan bataklığın yolunu tutmuştu. Köpeğin arkasından ilk koşan Vasenka Veslovski oldu. Stepan Arkadyeviç daha yaklaşmamıştı ki, bir çulluk kalktı. Veslovski karavana attı,


çulluk gidip otu kesilmiş çayıra kondu. Bu çulluk Veslovski'ye bırakılmıştı. Krak buldu onu gene, kaldırdı. Veslovski vurdu çulluğu, arabaların yanına döndü. — Şimdi siz gidin, ben kalacağım atların yanında, dedi. Levin'in içinde avcı kıskançlığı kıpırdanmaya başlamıştı. Dizginleri Veslovski'ye verip bataklığa yürüdü. Uğradığı haksızlıktan hanidir yakından sızlanıp duran Laska önden koştu. Levin'in iyi bildiği, Krak'ın henüz uğramadığı, sazlarla örtülü, kuşu bol yere gitti dosdoğru.


Stepan Arkadyeviç: — Niçin durdurmuyorsun onu? diye seslendi. Levin köpeğinden hoşnut, hayvanın arkasından koşarken: — Ürkütmez o kuşları, diye karşılık verdi. Laska, bildik saz kümelerine yaklaştıkça araştırmasında daha bir ciddileşiyordu. Küçük bir bataklık kuşu yalnızca bir an dağıttı dikkatini. Saz kümelerinin önünde bir daire çizdi, bir daire daha çizmeye yeni başlamıştı ki, birden irkildi, olduğu yerde donup kaldı.


Yüreğinin küt küt vurmaya başladığını hissetti Levin. — Stiva, buraya gel! diye seslendi. Zorlanan işitme duygusunun üzerinden bir örtü kalkmış gibi, bütün sesler ansızın uzaklık sınırlamasını kaybederek birbirine karışmış belirginlikleriye onu şaşırtmışlardı. Stepan Arkadyeviç'in ayak sesini duyuyor, bu sesi uzaktan gelen nal sesi sanıyordu. Üzerine basıp kökünden sökerek kırdığı bir sazın çıkardığı gevrek sesi havalanan bir çulluğun kanat sesi sandı. Arkasında, pek uzaktan gelmeyen bir şeye benzetemediği bir su şapırtısı geldi kulağına.


— Aport! Köpeğin önünden bir şey havalanmıştı. Bir çulluktu bu. Ama Levin tam namluyu kaldırmış, nişan alıyordu ki, arkasındaki su şapırtısı iyice yaklaştı, tuhaf bir biçimde bağırarak bir şeyler söyleyen Veslovski'nin sesi karıştı bu şapırtıya. Çulluğun arkasına nişan aldığını bile bile çekti tetiği Levin. Karavana attığından emin olduktan sonra geri döndü. Arabayla atların yolda değil, sazlıkta olduğunu gördü. Avı seyretmek isteyen Veslovski arabayı sazlığa sürmüştü. Atlar batağa saplanmışlardı.


Levin, batağa saplanmış arabanın yanına giderken: — Hangi şeytana uyup da girdi buraya, diye söyleniyordu kendi kendine. Veslovski'ye döndü, soğuk: — Ne diye çıktınız yoldan? dedi. Arabacıya seslendi. Atları kurtarmak için çalışmaya koyuldu. Levin'in canı sıkılmıştı, iyi atış yapmasına engel olunduğu, atları batağa saplandığı; en önemlisi de, koşum üzerine bilgileri olmadığı için Stepan Arkadyeviç'in de, Veslovski'nin de atları kurtarma, koşumları çözme işinde ona ve


arabacıya yardımcı olmamalarıydı onu sinirlendiren. Levin buranın kupkuru olduğuna onu inandırmaya çalışan Vasenka'ya karşılık vermeden, arabacıyla çalışıyordu. Daha sonra, kendini işe iyice verdiği sırada Veslovski'nin arabaya olanca gücüyle asıldığını –öyle ki, yapıştığı çamurluğu bile kırmıştı– görünce dünkü duygularının etkisi altında kalarak ona fazla soğuk davrandığı için kendi kendine sitem etti. Bu soğukluğunu aşırı bir nezaketle bağışlatmaya çalıştı. Sonunda yola çıkardılar arabayı. Sonra kahvaltının verilmesini söyledi Levin. Yeniden neşelenen Veslovski ikinci pilici bitirirken bir Fransız


tekerlemesini söyledi: — Bon appétit, bonne conscience! Ce poulet va tomber jusqu'au jon de mes bottes.[102] Eh, talihsizliğimiz sona erdi artık, işler yolunda gider bundan böyle. Ama suçumun cezasını çekmem için ben arabacı yerinde oturmalıyım. Öyle değil mi? Ne dersiniz? Arabayı bırakmasını rica eden Levin'e dizginleri bırakmadan karşılık verdi: — Hayır, hayır, Automedon'um[103] ben. Görürsünüz ne güzel götüreceğim sizi. Olmaz, suçumun cezasını çekmeliyim. Hem rahatım da iyi arabacı yerinde. Sürdü arabayı.


Veslovski'nin atları (özellikle içeride tutamadığı soldaki doru atı) yoracağından korkuyordu Levin. Ama ister istemez kendini bıraktı Veslovski'nin neşesine. Onun yol boyunca arabacı yerinde söylediği şarkıları, anlattığı öyküleri ve fou in hand'in[104] İngiliz usulü nasıl sürüleceğini açıklamaya çalışmasını dinledi. Üç arkadaş karınları tok, son derece neşeli, Gövozdevski bataklığına vardılar.


X Vasenka atları çok hızlı sürmüştü. Çok erken gelmişlerdi bataklığa. Hava henüz sıcaktı. Yolculuklarının asıl hedefi olan büyük bataklığa geldiklerinde Levin, Vasenka'dan nasıl kurtulabileceğini, onun kendine ayak bağı olmadan nasıl dolaşabileceğini düşünmeye başlamıştı. Stepan Arkadyeviç'in de aynı şeyi düşündüğü belliydi. Onun yüzünde, gerçek her avcının avdan önce duyduğu o telaşı ve onun biraz da kendine has o içten kurnazlığını fark etmişti Levin.


Stepan Arkadyeviç: — Ee, nasıl gideceğiz? dedi. Sazların üzerinde daireler çizen iki iri kuşu göstererek ekledi: — Çok güzel bir bataklık. Atmacalar da görüyorum. Atmacanın olduğu yerde av da boldur. Levin çizmelerini ayağına geçirdikten sonra tüfeğinin kapsüllerini gözden geçirirken: — Evet beyler, dedi. Şu saz kümesini görüyor musunuz? Irmağın sağ yakası boyunca uzayıp


giden, yansının otu kesilmiş sulak çayırda koyu yeşil bir adacığı göstererek ekledi: — Şu sazları görüyor musunuz? Bataklık orada tam karşımızda başlıyor. Görüyorsunuz, şu koyu yeşil yer... Buradan sağa, atların olduğu yere doğru uzuyor. Ta akçaağaç korusuna, değirmene kadar her yerde vardır çulluk. Bak, şu su birikintisini görüyor musun? En iyi av yeri orasıdır. Bir geldiğimde on yedi çulluk vurdum orada. İki köpek olduğuna göre ikiye ayrılır, değirmenin yanında buluşuruz. Stepan Arkadyeviç: — Peki sağdan kim gidecek, soldan


kim? diye sordu. Bu, onun için hiç de önemli değilmiş gibi ekledi arkasından: — Sağ yan daha geniş, siz ikiniz oradan gidin. Ben soldan gideceğim. Vasenka atıldı: — Çok güzel! Biz daha çok vuracağız! Hadi gidelim artık, yürüyün. Levin'in olmaz diyecek durumu yoktu. Ayrıldılar. Bataklığa yeni girmişlerdi ki, köpekler kuyruk sallamaya başladılar. Yüzeyi pas rengi bir gölcüğe doğru koştular. Levin,


Laska'nın bu dikkatli dolaşarak aranışını bilirdi. Burayı da iyi biliyor, bir çulluk sürüsü bekliyordu. Levin, arkasından suları şapırdata şapırdata gelen arkadaşına heyecanlı bir sesle: — Veslovski, yanımda yürüyün, yanımda! dedi. Kolpenski'de tüfeğinin kazara patlamasından sonra arkadaşının tüfeğinin namlusunun doğrultusu ister istemez ilgilendiriyordu onu. — Hayır, dedi Veslovski. Sıkıştırmayacağım sizi. Beni düşünmeyin siz.


Ama Levin, ayrılırlarken Kiti'nin söylediklerini düşünüyordu, anımsıyordu elinde olmadan: "Dikkat edin, birbirinizi vurmayın!" Köpekler, her biri kendi izini sürerek, kâh biri, kâh öbürü öne geçerek yaklaşıyorlardı su birikintisine. Oradan çulluk kalkacağından kuşkusu yoktu Levin'in. Çamurdan çekerken çizmesinin çıkardığı sesi çulluk sesine benzetip birden tüfeğine davrandı, dipçiğini sıktı. Kulağının dibinde dan! dan! diye iki patlama oldu. Bataklığın üzerinde dolanarak avcılara doğru gelmekte olan bir yabani ördek sürüsüne atış menzilinin dışındayken ateş etmişti Vasenka. Levin dönüp arkasına


bakıyordu ki, bir çulluğun kalktığını duydu. Arkasından bir daha, bir daha. Birbiri ardından dokuz çulluk kalkmıştı. Stepan Arkadyeviç içlerinden birini, tam zikzak uçuşuna başlayacağı anda vurmuştu. Çulluk tostoparlak olup batağa düştü. Oblonski çok sakin bir hareketle namluyu alçaktan saz kümesine doğru uçmakta olan başka bir çulluğa çevirdi. Patlama sesiyle birlikte bu çulluk da düştü. Kuşun, yaralanmamış beyaz kanadıyla kesik sazlar arasında çırpındığı görünüyordu. Levin o denli şanslı değildi: Birinci çulluğu çok alçak attığı için vuramadı. Kuş yükselirken doğrulttu arkasından gene namluyu. Ama tam tetiği çekeceği


anda ayaklarının altından bir çulluk daha kalktı, dikkatini dağıttı, gene boşa attı. Onlar tüfeklerini doğrulturlarken bir çulluk daha kalktı. Tüfeğini önce dolduran Veslovski iki sıkımlık saçmayı daha boşalttı suya. Stepan Arkadyeviç vurduğu çullukları topladı. Gözlerinin içi ışıl ışıl baktı Levin'e. — Eh, ayrılalım artık, dedi. Köpeğine ıslık çaldı. Tüfeği elinde hazır, sol ayağının üzerine basarken hafifçe aksayarak sol yana yürüdü. Levin ile Veslovski de öte yana yürüdüler. Levin, avda ilk atışlarını kötü yaparsa heyecanlanır, sinirlenir, bütün gün doğru


dürüst bir atış yapamazdı. Bugün de öyle olmuştu. Çok çulluk vardı. Köpeklerin önünden, avcıların ayaklarının dibinden durmadan çulluklar kalkıyorlardı. Durumunu kurtarabilirdi Levin. Ama ateş ettikçe –kuşun menzilde olup olmadığına bakmadan, neşeyle sağa sola ateş eden, tek bir kuş bile vuramamasına karşın bozulmayan– Veslovski'nin önünde küçük düşmüş hissediyordu kendini. Acele ediyor, sabırsızlanıyor, giderek öfkeleniyordu. Öyle ki, tetiği çekerken vuracağını hiç ummuyordu artık. Laska da bu durumun farkındaydı sanki. Tembel tembel aramaya, avcılara sitemli sitemli bakmaya başlamıştı. Patlamalar birbirini izliyordu. Avcıların çevresini kalın bir barut dumanı


kaplamıştı. Oysa av çantasının geniş ağında hafif, küçücük, üç çulluk vardı hepsi. Onların da birini Veslovski vurmuştu, birini de ortak vurmuşlardı. Bu arada bataklığın öte yanından Stepan Arkadviç'in, sık olmamakla birlikte, Levin'in boşa gitmediklerini tahmin ettiği silah sesleri duyuluyordu. Hemen her silah sesinin arkasından Stepan Arkadyeviç'in sesi duyuluyordu: "Krak! Krak! Aport!" Bu daha da bozuyordu Levin'in sinirini. Çulluklar durmadan daireler çiziyorlardı sazların üzerinde. Hemen her yandan kuşların kalkarken çıkardığı sesleri, havada bağrışmaları duyuluyordu. Daha önce havalanmış olanlar bir süre


uçtuktan sonra avcıların önüne konuyordu. Bataklığın üzerinde düzinelerle atmaca çığlık atarak dolanıyordu yükseklerde. Levin ile Veslovski, bataklığın büyük bölümünü geçtikten sonra, bazı yerleri yol yol çiğnenmiş, bazı yerleri biçilmiş, köylülerin çayırlarıyla sazlıkların birleştiği yere geldiler. Çayırların yarısı biçilmişti. Gerçi otu biçilmiş yerlerde kuş olması olasılığı, biçilmemiş yerlere oranla azdı; ama Stepan Arkadyeviç ile buluşmaya söz verdiği için Levin av arkadaşıyla birlikte çayırların biçilmiş ve biçilmemiş yerlerinden geçerek yollarına devam ettiler.


Atı çözülmemiş bir arabanın yanında oturan köylülerden biri seslendi onlara: — Hey avcılar! Gelin de birkaç lokma bir şey yiyin bizimle! Bir yudum bir şey için! Levin dönüp arkasına baktı. Yüzünden neşe fışkıran al yanaklı, sakallı bir ihtiyar güneşte parlayan yeşilimsi içki şişesini havaya kaldırmış, bembeyaz dişlerini göstererek gülümsüyordu. — Hadi gel canım, boş ver! Veslovski:


— Quest-ce qu'ils disents?[105] diye sordu. Levin, Veslovski'nin votkaya dayanamayacağını, köylülerin yanına gideceğini tahmin ettiği için biraz da kurnaz: — Votka içmeye çağırıyorlar sizi, dedi. Çayırı bölüştürdüler aralarında anlaşılan. — Niçin bulunuyorlar bu ikramda? — Mutlu ediyordur onları bu. Sahi, gidin yanlarına. Hoşlanırsınız. — Allons, c'est curicux.[106]


— Gidin, gidin, diye seslendi Levin. Değirmenin yolunu kolaylıkla bulursunuz. Birkaç adım attıktan sonra arkasına bakınca Veslovski'nin, tüfeğini önünde tutup iki büklüm olmuş, yorgun bacaklarıyla zar zor adım atarak bataklıktan köylülere doğru yürüdüğünü görünce sevindi. Köylü, Levin'e de seslendi: — Sen de gel! Çekinme! Birkaç lokma çörek yersin! Levin'in canı votka içmeyi, birkaç lokma bir şey yemeyi çok istiyordu. Bitkin düşmüştü. Yorgunluktan titreyen


bacaklarını yürürken çamurdan güçlükle çekip çıkardığını hissediyordu. Bir an duraksar gibi olmuştu. Ama köpeği ferma etmişti o anda. Bütün yorgunluğu birden kayboluverdi. Çamurların içinden kolaylıkla yürüyerek köpeğinin yanına gitti. Tam önünden bir çulluk kalktı. Ateş etti Levin, vurdu. Köpek fermasını sürdürüyordu hâlâ. "Aport!" Köpeğin önünden bir çulluk daha kalktı. Levin ateş etti. Ama şanssız bir günündeydi. Karavana atmıştı. Vurduğu çulluğu aramaya gittiğinde onu da bulamadı. Sazlığı adım adım dolaştı. Ama onun kuşu vurduğuna inanmıyordu Laska. Sahibi onu avı aramaya yollayınca da arıyor gibi yapıyor; ama aramıyordu.


Levin, başarısızlığının kabahatini yüklediği Vasenka'dan ayrıldıktan sonra da düzeltememişti durumu. Çulluk burada da çoktu. Ama o karavana atıyordu hâlâ... Güneşin yatay ışınları hâlâ sıcaktı. Levin'in terden sırılsıklam olmuş gömleği bedenine yapışmıştı. İçi su dolmuş sol çizmesi ağırdı. Ayağı lık lık ediyordu içinde. Barut isinden simsiyah olmuş yüzünden boncuk boncuk ter taneleri yuvarlanıyordu. Ağzında bir acılık, burnunda barut ve durgun su kokusu, kulaklarında çullukların bitmek tükenmek bilmeyen sesleri vardı. Tüfeğin namlularına dokunulmuyordu: Öylesine kızmışlardı. Kalbi küt küt


vuruyordu. Heyecandan elleri titriyordu. Yorgun bacakları sazlara takılıyor, çamurlara batıyor, birbirine dolanıyordu. Ama durmadan yürüyordu Levin, ateş ediyordu. Sonunda, yüz kızartıcı bir karavana atınca şapkasıyla tüfeğini yere fırlattı. "Olmaz böyle, kendimi toparlamalıyım!" dedi kendi kendine. Şapkasıyla tüfeğini aldı yerden. Laska'yı çağırdı, bataklıktan çıktı. Kuru bir yere gelince bir saz kümesinin üzerine oturdu, çizmelerini çıkardı. Sularını boşalttı. Sonra bataklığa girdi gene. Yosun kokan sudan içti biraz. Tüfeğinin kızmış namlularını ıslattı. Yüzünü, ellerini yıkadı. Ferahlamıştı. Öfkelenmemeye kesin


karar verip bir çulluğun konduğu yere yürüdü. Sakin olmak istiyordu; ama aynı şey oldu gene. Tam nişan almadan çekiyordu tetiği. Düzeleceğine daha çok bozuluyordu durumu. Bataklıktan çıkıp Stepan Arkadyeviç ile buluşacağı akçaağaç korusuna geldiğinde av çantasında hepsi beş kuş vardı. Stepan Arkadyeviç'i görmeden onun köpeğini gördü. Krak, pis kokan bataklık çamuruna bulanmış, baştan ayağa simsiyah, devrik bir akçaağacın kökünün arkasından fırladı. Zafer kazanmış bir komutan tavrıyla gelip koklaştı Laska


ile. Krak'ın arkasından, akça ağaçların gölgesinde düzgün bedenli Stepan Arkadyeviç göründü. Yüzü kıpkırmızı, terden sırılsıklamdı. Yakasını açmış, (gene hafifçe aksayarak) Levin'e doğru yürüyordu. Neşeyle gülümseyerek: — Ee, ne haber? dedi. Amma da çok atış yaptınız! — Ya senden ne haber? diye sordu Levin. Ama sormak gereksizdi bunu. Arkadaşının ağzına kadar dolu av çantasını görmüştü çünkü. Stepan Arkadyeviç:


— On dört kuş vurmuştu. — Çok güzel bir bataklık burası! Veslovski engel oldu sana anlaşılan. Bir köpekle iki kişinin avlanması zordur. Zaferinin parlaklığını yumuşatmak istemişti.


XI Levin ile Stepan Arkadyeviç, Levin'in ava çıktığı zamanlar konuğu olduğu köylünün kulübesine geldiklerinde Veslovski oradaydı. Odanın orta yerinde oturup tahta divana tutunmuş, bataklık çamuruna bulanmış çizmelerini ev sahibesinin asker kardeşi çekip çıkarmaya çalışırken, o neşe dolu, coşkun kahkahalarıyla gülüyordu. — Yeni geldim, dedi. Ils ont été charmants.[107] Düşünün, doyasıya içirdiler beni. Yapabileceğim kadar yedirdiler. Ne nefis bir ekmekti o öyle! Délicieux.[108] Ya votka! Böyle nefis


votka içmedim ömrümde. Bütün ısrarıma karşın para almadılar. Üstelik, "Kusurumuza bakma," deyip durdular. Asker, vıcık vıcık çizmeyi simsiyah olmuş çorapla birlikte çıkarmayı sonunda başarmıştı. — Ne diye para alsınlar sizden? dedi. İkramda bulunmuşlar anlaşılan. Votka mı satıyorlar ki? Çizmelerinin çamuruna, durmadan yalanan köpeklerin berbat ettiği kulübenin pisliğine, odayı dolduran bataklık ve barut kokusuna, hatta çatal bıçak bulunmamasına karşın avcılar – yalnızca avcılarda görülen bir iştahla– doyasıya içtiler, akşam yemeklerini


yediler. Yıkanıp temizlendikten sonra arabacıların beyler için yatak hazırladıkları samanlığa geçtiler. Hava kararmıştı; ama avcıların uykusu yoktu. Konuşma avla, köpeklerle, daha önceki avlarla ilgili anılar arasında bir süre dolaşıp durduktan sonra üçünü de ilgilendiren bir konuya geldi. Vasenka'nın, geceyi geçirdikleri bu yerin güzelliğinden, saman kokusunun tatlılığından, köşedeki kırık arabanın (aslında kırık değildi araba, okları çıkarılmış olduğu için kırık sanmıştı onu Vasenka) hoşluğundan, onu doyasıya votkayla ağırlayan köylülerin temiz yürekliliğinden, sahiplerinin ayaklarının


dibinde yatan köpeklerden durup durup söz etmesi üzerine Oblonski, geçen yaz Maltus'un malikânesinde katıldığı av partisinin güzelliğini anlatmaya başlamıştı. Maltus tanınmış bir demiryolu zenginiydi. Stepan Arkadyeviç Maltus'un Tver ilinde kiraladığı bataklıktan, bu bataklığın nasıl korunduğundan avcıları av yerine götüren arabalardan, kahvaltı için bataklıkta kurulan çadırdan söz ediyordu. Levin yattığı samanların üzerinde doğruldu: — Anlayamıyorum seni! dedi. Nasıl oluyor da iğrenmiyorsun bu insanlardan?


Öğle yemeği Lafitt şarabıyla nefis olur kuşkusuz. Biliyorum. Ama o lüks tiksindirmiyor mu seni? Bu adamların hepsi tıpkı eski kesimciler[109] gibi, parayı insanlarda tiksinti uyandıran yollarla kazanıyorlar. Bir şeyi umursamıyorlar. Sonra da kötü yollarla kazandıkları parayı, kendilerine duyulan tiksintiyi silmek için harcıyorlar. Vasenka Vronski: — Çok doğru, diye atıldı. Çok doğru! Hiç kuşku yok ki bonhomie'si[110] yüzünden yapıyor bunu Oblonski. Ama başkaları ne diyor: Oblonski oraya gittiğine göre...


— Hiç de... (Oblonski'nin bunu söylerken gülümsediğini fark etmişti Levin.) Bence o, zengin herhangi bir tüccardan ya da kişizadeden daha az dürüst değildir. O da, ötekiler de aynı biçimde emekleriyle, zekâlarıyla kazanmışlardır parayı. — Evet, ama nasıl bir emekle? Bir işletme hakkı elde edip onu satmak emek midir? — Emektir elbette. Şu anlamda bir emektir: O ya da onun gibiler olmasaydı yolumuz olmazdı. — Ama bir köylünün ya da bilim adamının emeğine benzemez bu.


— Tutalım ki benzemez. Ama bir sonucu olan, bize yol kazandıran bir emektir. Gelgelelim, yolun yararsız olduğunu söylersen... — Hayır, başka bir konudur bu. Yolların yararlı olduğunu kabul ediyorum. Ancak, verilen emekle orantılı olmayan her türlü kazanç kötüdür. — Peki, ama bu oranı kim belirleyecek? Levin: — Dürüst olmayan yolla, kurnazlıkla kazanç elde etmek... diye başladı. (Dürüstle dürüst olmayan arasındaki sınırı açık seçik çizemeyeceğini hissediyordu.) Söz gelimi, bankaların


kazancı gibi kötüdür. Kesimciler devrinde olduğu gibi, hiç emek vermeden büyük paralar kazanılıyor günümüzde. Kazanma biçimi değişmiş yalnızca. Le roi est mort, vive le roi![111] Kesimciliği kaldırdık, bu kez demiryolları, bankacılar çıktı. Bunlar da emek vermeden kazanmanın yollarıdır. Stepan Arkadyeviç –kendi görüşünün doğruluğundan kuşku etmediğinden olacak– sakin, serinkanlı: — Evet, dedi. Söylediklerinin hepsi doğru. Zekice bile olabilir... (Kaşınan, samanları altüst eden köpeğine bağırdı.) Krak, yat bakayım! (Sonra sürdürdü konuşmasını.) Ama dürüst olan ile


olmayan kazanç arasındaki sınırı belirlemedin sen! Daire amirim işi benden iyi bilmesine karşın, astı olan benim ondan çok maaş almam dürüstlük olur mu sence? — Bilmiyorum. — Öyleyse ben söyleyeyim de dinle: Şu bizim ev sahibimiz köylü ne denli çalışırsa çalışsın elli rubleden çok kazanamazken senin, çiftlik işlerine verdiğin emeğe karşılık beş bin ruble kazanman da, benim, daire amirimden çok almam kadar, Maltus'un bir yol ustasından çok alması kadar uzaktır dürüstlükten... Ayrıca, toplumun bu gibi kesimlere, hiçbir dayanağı olmayan bir düşmanlık beslediğinin de farkındayım.


Sanıyorum bir çekememezliktir söz konusu olan... Veslovski: — Hayır, haksızlıktır, dedi. Çekememezlik değil. Ama hiç de hoş olmayan bir şeydir söz konusu... Levin: — Yo, izin verin, dedi. Benim beş bin, köylününse elli ruble almasının haksızlık olduğunu söylüyorsun: Doğrudur. Bir haksızlık var bunda. Ben de hissediyorum bu haksızlığı; ama... Böyle şeyleri ömründe –besbelli– ilk kez düşünen, bu yüzden de bütünüyle


içten konuşan Vasenka Veslovski: — Gerçekten öyle, dedi. O durmadan dinlenmeden ömrü boyunca çalışırken, biz ne diye yiyip içelim, avlanalım, yan gelip yatalım? Stepan Arkadyeviç, bilerek Levin'in üstüne üstüne gidiyormuş gibi: — Evet, öyle! Hissetmesine hissediyorsun; ama vermiyorsun ona çiftliğini, dedi. Son zamanlarda iki bacanak arasında gizli bir düşmanlık havası esiyordu sanki. Bacanak olduktan sonra, hangisinin daha iyi bir yaşam düzeni olduğu konusunda aralarında bir yarış


başlamıştı sanki. Yavaş yavaş kişiliğe dökülmeye başlayan bu konuşmada da kendini göstermişti aynı düşmanlık. Levin: — Vermiyorum, çünkü isteyen yok bunu benden, diye karşılık verdi. Vermek istesem bile veremem zaten. Ayrıca, verebileceğim kimse yok... — Buradaki köylüye ver, reddetmez... — Peki, ama nasıl vereceğim? Gidip tapuyu onun üzerine mi yapayım? — Ne yapacağını bilmem; ama hakkın olmadığı inancındaysan... — Hiç de bu inançta değilim. Tam


tersine, toprağı vermeye hakkım olmadığını, toprağa karşı da, aileme karşı da görevlerimin bulunduğunu hissediyorum. — Yo, afedersin; ama bu eşitsizliği haksızlık sayıyorsan niçin bu düşüncenin gerektirdiği gibi davranmıyorsun? — Davranıyorum; ama ters anlamda. Onun durumuyla benimki arasında farkı büyütmemeye çalışıyorum. — Kusura bakma; ama paradokstur bu. Veslovski doğruladı: — Evet, insanı yanıltan filozofça bir açıklamaya benziyor. (Gıcırdayarak


açılan kapıdan samanlığa giren köylüye seslendi.) Hey patron! Uyumadın mı sen hâlâ? — Hayır efendim, ne uykusu! Beylerim uyuyor sanıyordum, sonra sesinizi duydum... Bir kanca alacaktım da şuradan. Köylü çıplak ayaklarıyla yavaş yavaş adım atarken ekledi: — Isırmaz ya? — Ya sen nerede uyuyacaksın? — Çayıra gideceğiz, efendim. Veslovski, samanlığın iki kanadı açılmış


kapısından dışarının donuk aydınlığında görünen kulübenin köşesine, atları çözülmüş arabaya baktı. — Ah, ne hoş bir gece! dedi. Dinleyin, kadınlar şarkı söylüyorlar. Doğrusu güzel de söylüyorlar! Şu söyleyen kim patron? — Yandaki köylü kızlar, efendim. — Hadi çıkıp dolaşalım biraz. Uyuyamayacağız nasıl olsa, Oblonski, hadi kalkalım. Oblonski gerinerek: — Ah, insan hem burada yatıp hem oraya gidebilse, dedi. Yatmak daha


güzel! Veslovski çabucak doğruldu. Çizmelerini ayağına geçirirken: — Öyleyse ben yalnız giderim, dedi. Hoşçakalın beyler. Eğlence güzelse sizi çağırırım. Siz avla ağırladınız beni ben de unutmam sizi. Veslovski gittikten, köylü samanlığın kapısını kapadıktan sonra Oblonski: — Tatlı bir çocuk, değil mi? dedi. Biraz önceki konuşmanın konusu üzerinde düşünmeyi sürdürüyordu Levin.


— Evet, çok tatlı, dedi. Duygularını, düşüncelerini elinden geldiğince açık belirtmeye uğraşmasına karşın, kafası çalışan, içten Veslovski ile Oblonski'nin bir ağızdan ona, kendini yanıltıcı felsefelerle oyaladığını söylediklerini düşünüyordu. Canını sıkıyordu bu. — Böyle işte dostum, ikisinden birini yapman gerek: Ya günümüzün toplum düzeninin hakça bir düzen olduğunu kabul edersin, kendi haklarını savunursun ya da benim gibi, hakkın olmayan şeyleri elde ettiğini kabul eder, zevkle yararlanırsın onlardan. — Hayır, elde ettiklerini hak etmiş


olmasaydın zevkle yararlanamazdın onlardan. Hiç değilse ben yararlanamazdım. Benim için asıl önemli olan, suçsuz olduğumu hissetmemdir. Dikkatini hep bir konu üzerinde toplamaktan yorulduğu belliydi Stepan Arkadyeviç'in. — Ne dersin, biz de gitsek mi oraya? dedi. Uyuyamayacağız nasıl olsa. Sahi, gidelim hadi! Levin karşılık vermedi. Söz arasında, hakça davrandığı; ama davranışının ters anlamda olduğu üzerine söyledikleri düşünmeye zorluyorlardı onu. "Kişi ancak ters anlamda mı hakça


davranabilir yoksa?" diye soruyordu kendi kendine. Stepan Arkadyeviç yattığı yerden doğrulurken: — Taze kuru otun da ne keskin bir kokusu var! dedi. Uyuyamam ben burada. Vasenka bir işler çeviriyor olmalı. Kahkahalarını, sesini duyuyor musun? Biz de gidelim mi? Hadi kalk gidelim! — Hayır, ben gelmeyeceğim, dedi Levin. Karanlıkta el yordamıyla kasketini bulmaya çalışan Stepan Arkadyeviç gülümseyerek:


— Bu da bir prensip yüzünden mi? diye sordu. — Yo, prensip yüzünden değil. Ne yapacağım orada? Stepan Arkadyeviç kasketini bulduktan sonra ayağa kalkarken: — Sana bir şey söyleyeyim mi, kötülük ediyorsun kendine, dedi. — Neden? — Karınla arandaki ilişkilerin farkında değil miyim sanıyorsun? İki günlüğüne ava gidişinizi ne büyük bir sorun yaptığınızı gördüm. Aşk dolu bir yaşam biçimi olarak güzeldir bütün bunlar.


Ama bütün bir ömür için bu yetmez. Erkek özgür olmalıdır... Erkeklere özgü zevkler vardır. (Kapıyı açarken ekledi Oblonski.) Erkek tam erkek olmalıdır. Levin: — Yani köylü kızlarına kur yapmaya mı gitmeli? dedi. — Bundan haz duyuyorsa neden gitmesin? Ça ne tire pas â consequence.[112] Karıma bir zararı dokunmayacak. Bana da zevk, neşe verecek. Önemli olan, aile ocağının kutsallığını korumandır. Evinde en küçük bir etkisi olmamalı dışarıda yaptıklarının. Öyle olduktan sonra özgürsün.


Levin öbür yana dönerek soğuk: — Olabilir, dedi. Yarın sabah erken çıkmalıyız yola. Kimseyi uyandırmadan, şafakla kalkıp gideceğim ben. Veslovski'nin sesi duyuldu: — Messieurs, venez vite! Charmante![113] Ben keşfettim bunu. Charmante, tam anlamıyla bir Gretchen.[114] Tanıştık bile. Gerçekten harika bir parça! Sözünü ettiği kız özellikle kendisi için güzel yaratılmış, bunu onun için hazırlayana minnettarmış gibi konuşuyordu.


Levin uyuyor gibi yaptı. Oblonski ayakkabılarını giyip bir puro yaktı. Samanlıktan çıktı. Kısa bir zaman sonra duyulmaz olmuştu sesleri. Levin uzun süre uyuyamadı. Atların saman yerlerken çıkardıkları sesi dinledi bir zaman. Sonra ev sahibi köylünün atları büyük oğluyla çayıra götürdüğünü duydu. Arkasından askerin, ev sahibinin küçük oğluyla –yeğeniyle– samanlığın öte bölümünde yatmaya hazırlanışını dinledi. Çocuk, incecik sesiyle dayısına, ona öylesine korkunç görünen iki köpek üzerine izlenimlerini anlattı. Bu köpeklerin kimi yakalayacağını sordu sonra. Asker kısık, uykulu bir sesle, avcıların yarın sabah bataklığa


gideceklerini, orada silah atacaklarını anlattı. Sonra da çocuğun sorularına bir son vermek için "Hadi uyu artık Vaska, yoksa sopa yersin," dedi. Çok geçmeden de horlamaya başladı. Sesler kesildi. Yalnızca atların saman yerken çıkardıkları sesle çulluk sesi duyuluyordu. "Yalnızca ters anlamda mı acaba?" diye sordu kendi kendine Levin. "Ne önemi var? Suç bende değil ki!" Sonra yarını düşünmeye başladı. — Sabah erkenden çıkacağım yola. Öfkelenmemeye çalışacağım. Çulluk sürüyle. Bataklık çulluğu da var. Döndüğümde Kiti'nin pusulası da gelmiş olur. Evet, Stiva haklı galiba. Karıma karşı tam bir erkek gibi davranmıyorum.


Kişiliğimi yitirdim... Ama elden ne gelir! Bu da ters anlamda. Uykuya dalarken Veslovski ile Stepan Arkadyeviç'in kahkahalarını, neşeli konuşmalarını duydu. Bir an açtı gözlerini: Ay yükselmişti. Açık kapının önünde parlak ay ışığında durmuş, konuşuyorlardı. Stepan Arkadyeviç, bir kızın tazeliğinden –onu, kabuğu yeni soyulmuş taze bir cevize benzeterek– söz ediyor. Veslovski de o neşeli kahkahalarını atarak, besbelli, bir köylünün ona söylediği sözü yineliyordu: "Sen ne yap yap evlen!" Levin uyku arasından: — Baylar, yarın şafakla... diye mırıldandı.


Uykuya daldı.


XII Levin sabah şafakla uyanınca arkadaşlarını uyandırmayı denedi. Yüzükoyun yatmış, çorabını çıkarmadığı ayağı battaniyenin altından çıkmış Vasenka'nın uykusu çok derindi. Uyandırmak olanaksızdı onu. Oblonski uyku arasından, böyle erken ava çıkmayacağını söyledi. Samanların bir köşesine kıvrılıp yatmış uyuyan Laska bile isteksiz isteksiz kalktı. Arka ayaklarını, tembel tembel, önce birini sonra ötekini geri uzatıp gerindi. Levin çizmelerini giydi. Tüfeğini aldı. Gıcırdayan kapıyı usulca açıp dışarı çıktı. Arabacılar arabaların yanında


uyuyorlardı. Atlar ayakta kestiriyorlardı. Atlardan yalnızca biri burnunu yemliğe sokmuş, soluğuyla sağa sola saçtığı yulaftan yiyordu. Ortalık henüz iyice aydınlanmamıştı. Kulübeden çıkan ev sahibinin yaşlı karısı eski, sevdiği bir tanıdığına sesleniyor gibi dostça seslendi Levin'e: — Ne o? Niye böyle erken kalktın aslanım? — Ava gideceğim teyzeciğim. Şuradan bataklığa geçilir mi? — Arkadan dosdoğru git, bizim harman yerinin yanından geç yavrum. Kenevir tarlasına kadar yürü, bir patika var


orada. Yaşlı kadın, güneşte yanmış çıplak ayaklarını yere dikkatle basarak Levin'i harman yerine kadar geçirdi, çıkması için çiti araladı. — Buradan doğru yürürsen bataklığa çıkarsın. Bizimkiler de dün akşam oraya götürdüler atları. Laska patikaya kadar neşeli koştu önde. Levin ikide bir gökyüzüne bakarak çevik, çabuk adımlarla yürüyordu arkasından. Güneş doğmadan bataklığa varmak istiyordu. Ama güneş beklemedi onu. Levin samanlıktan çıktığında gökyüzünde hâlâ parlayan ay şimdi bir cıva parçası gibi soluktu. Biraz önce


öylesine belirgin olan şafağın kızıllığı kaybolmak üzereydi artık. Uzaktaki bir tarlada demin ne oldukları belli olmayan lekeler belirginleşmişlerdi. Çavdar demetleriydiler. Çiçeklerini dökmüş uzun saplı, kokulu kenevirler üzerindeki, güneş henüz doğmadığı için görünmeyen çiy, Levin'in bacaklarını, gömleğini ıslatıyordu. Sabahın durgun sessizliği içinde en küçük sesler duyuluyordu. Bir arı, mermi gibi vınlayarak geçti Levin'in kulağının dibinden. Baktı Levin, bir arı daha, arkasından bir daha. Hepsi de kovanların bulunduğu çitin öte yanından doğru geliyor, kenevir tarlasının üzerinde, bataklık yönünde gözden kayboluyorlardı. Patika doğru bataklığa gidiyordu. Bataklığın yeri, bazı


bölümlerde koyu, bazı bölümlerde ince sisten belliydi. Öyle ki, saz kümeleriyle söğütler bu sis tabakasının içinde küçük adacıklar gibi sallanıyorlardı. Bataklığın kenarında, yolun bir yanında atları çayıra çıkarmış küçük çocuklarla köylüler, onları bütün gece bekledikten sonra yatmışlar, paltolarını üstlerine çekmiş, uyuyorlardı. Biraz ötede, ayaklarından bağlı üç at otluyordu. Atlardan birinin zinciri şakırdıyordu. Laska sahibinin yanı sıra yürüyor, önden koşmak istiyor, çevresine bakıyordu. Levin, uyuyanların yanından geçtikten sonra ilk su birikintisine gelince tüfeğinin kapsüllerini gözden geçirdi. Köpeği salıverdi. Atlardan üç yaşında besili bir doru olanı köpeği görünce


ürktü, kuyruğunu kaldırıp kişnedi. Öteki atlar da ürktüler. Bağlı ayaklarıyla suları şapırdatarak, çamura batan toynaklarını çıkarırken tok sesler çıkararak çıktılar bataklıktan. Laska durmuş, alaylı alaylı atlara bakıyordu. Arada bir dönüp soru dolu bakışını Levin'e doğrultuyordu. Levin sırtını okşadı Laska'nın, artık başlayabilecekleri anlamına ıslık çaldı. Laska, ayaklarının altında vıcık vıcık çamurun içinde neşeyle, dikkatle koşmaya başladı. Laska koşarak bataklığa dalınca köklerin, bataklık bitkilerinin, durgun suların çok iyi bildiği kokusuyla yabancısı olduğu at pisliği kokusu


arasında, çevreye iyice yayılmış bir kuş kokusu da almıştı. Onu en çok heyecanlandıran bu kuş kokuşuydu. Bazı bataklık yosunlarıyla kuzukulaklarının üzerinde çok belirgindi bu koku. Ama kokunun hangi yöne giderken zayıfladığını, hangi yöne giderken çoğaldığını kestirmek olanaksızdı. Yönü kestirmek için rüzgârın estiği yönde biraz ilerlemek gerekiyordu. Laska, ayaklarının hareketini hissetmeden, gerektiği anda hemen durabileceği kadar yavaş, sağa, doğudan esen şafak yelinin yönünde koşmaya başladı. Sonra rüzgâra karşı durdu. Genişlemiş burun delikleriyle havayı ciğerlerine çekince yalnızca kokularının değil, onların kendilerinin de hemen oracıkta, önünde


olduklarını hissetti. Hem bir tane değildiler. Sürüyle vardılar. Laska yavaşladı biraz. Burada, yakınlarda bir yerdeydiler. Ama nerede? Kestiremiyordu bunu henüz. Yerlerini belirlemek için bir daire çizmek amacıyla dönmüştü ki, birden sahibinin sesini duydu. Sahibi ters yönü göstererek, "Laska! Burada!" diyordu. Laska bir an durdu, başladığı işi sürdürürse daha iyi olmaz mıydı acaba? diye sorar gibi baktı sahibinin yüzüne. Ama sahibi, bir şeyin bulunması olanaksız, suyla çevrili bir saz kümesini göstererek sert bir sesle yinelemişti emrini. Laska sözünü dinledi sahibinin. Onun gönlünü hoş etmek için arıyormuş gibi yaparak saz kümesini dolaştı, sonra


eski yerine döndü. Aynı koku geldi gene burnuna. Sahibi onu rahat bırakması için ne yapması gerektiğini şimdi daha iyi biliyordu. Önüne, ayaklarının dibine bakmadan, çamur topaklarına ayağı takılarak, sulara batıp çıkarak; ama çevik ve güçlü bacaklarıyla önüne çıkan her engeli aşarak, ona her şeyi açıklayacak olan daireyi çizmeye başladı. Onların kokusu giderek daha güçlü, daha belirgin geliyordu burnuna. Ansızın, onlardan birinin hemen şurada, beş adım önündeki sazların arkasında olduğunu anladı. Durdu, öyle donup kaldı. Kısa bacaklarının üzerinde ilerisini göremiyordu; ama kokudan, onun en çok beş adım ötede oturduğunu hissediyordu. Kuşun kokusunu giderek


daha güçlü hissediyor, beklemenin hazzını tadıyordu. Kuyruğu dümdüz gerilmiş, yalnızca ucu kıpırdıyordu. Ağzı hafif açık, kuyruğu dimdikti. Bir kulağı demin koşarken ters dönmüştü. Sessiz, sık sık soluyor, başını çevirmeden, daha çok gözlerini döndürerek sahibine bakıyordu. Sahibi, yüzünde Laska'nın çok iyi bildiği o anlatım, her zamanki korkunç bakışlı gözleriyle çamurlara bata çıka yaklaşıyordu. Levin çok sessiz yürüyor gibi gelmişti Laska'ya. Oysa yürümüyordu Levin, koşuyordu. Laska'nın kendine özgü bu arama biçimini bilirdi Levin. Onun ağzı hafif açık, yere iyice yapışıp iri arka pençeleriyle toprağı avuçlayarak


yürüdüğünü görünce köpeğin bir bataklık çulluğuna ferma ettiğini anlamış, daha ilk atışta başarısızlığa uğramamak için içinden dua ederek Laska'nın yanına koşmuştu. Köpeğin yanına iyice sokulduktan sonra yüksekten ileri baktı. Hayvanın burnuyla hissettiği şeyi gördü. İki buçuk metre ötede, sazların arasında bir bataklık çulluğu vardı. Başını çevirmiş, kulak kesilmişti. Sonra kanatlarını hafifçe açıp gene kapadı, kuyruğunu acemice sallayarak sazların arkasında gözden kayboldu. Levin, Laska'yı arkasından dürttü. — Aport! Aport! diye bağırdı. Laska, "Ama gidemem ki!" diye


geçiriyordu içinden. "Nereye gideceğim? Buradan, olduğum yerden hissediyorum onları; ama ileri atılırsam bir şey anlamayacağım. Nerede olduklarını, neyin nesi olduklarını bilemeyeceğim." Gelgelelim, Levin diziyle dürtüyordu onu gene, heyecanlı bir fısıltıyla, "Aport Laska'cığım, aport!" diyordu. "Madem istiyor, ben de yaparım dediğini. Ama günah benden gitti," diye düşündü, yerinden kopup sazların arasına daldı. Artık bir koku almıyordu. Yalnızca görüyor, işitiyor; ama hiçbir şey anlamıyordu. Laska'nın daha önce bulunduğu yerin on adım ötesinden tok bir sesle, kendine


özgü kanat çırpmasıyla bir bataklık çulluğu kalktı. Silah sesiyle birlikte, beyaz göğsünün üzerine hızla çarptı çamura. Bir bataklık çulluğu daha, köpeğin kaldırmasını beklemeden, Levin'in arkasından havalandı. Levin döndüğünde kuş hayli uzaklaşmıştı. Ama saçmalar yetişti ona. İkinci bataklık çulluğu yirmi adım daha uçtuktan sonra önce yükseldi, sonra havaya atılmış bir top gibi döne döne pat diye düştü kuru yere. Levin, yağlı, sıcak bataklık çulluklarını av çantasına indirirken, "Bu sefer bir şeye benzeyecek," diye geçiriyordu içinden. "Ne dersin Laska'cık,


benzeyecek mi?" Levin tüfeğini doldurup bataklıktan çıktığında güneş oldukça yükselmişti. Ama bulutların arkasında olduğu için görünmüyordu. Parlaklığını yitirmiş ay küçük, beyaz bir bulut gibi duruyordu gökyüzünde. Tek bir yıldız görünmüyordu artık. Daha önce çiyden gümüş gibi parlayan yapraklar altın rengini almışlardı şimdi. Durgun sular kehribar gibi pırıl pırıldı. Otların maviliği sarımsı bir yeşilliğe dönüşmüştü. Bataklık kuşları suyun kenarındaki, çiyden parlayan, yere uzun gölgeler bırakan çalılıkta doluydu. Bir atmaca uyanmış, bir tınazın tepesine konmuş, başını bir o yana bir bu yana


çevirerek, keyifsiz keyifsiz bataklığa bakıyordu. Kargalar tarlalara doğru uçuyorlardı. Yalınayak bir çocuk paltosunun altından çıkmış hart hart kaşınan bir ihtiyarın yanına sürüyordu atları. Tüfekten çıkan dumanlar, yeşil otların üzerine süt beyazı çökmüştü. Çocuklardan biri Levin'in yanına geldi koşarak. — Amca, dün burada sürüyle ördek vardı, dedi. Uzaktan peşi sıra yürümeye başladı. Levin, yaptığı işi beğendiğini belli eden bu çocuğun gözü önünde üç çulluk daha vurunca bir kat daha keyiflendi.



XIII İlk hayvanı ya da kuşu kaçırmazsa avcının o avının şanslı geçeceğini söyleyen inanç doğru çıkmıştı. Levin otuz versta yol teptikten sonra sabahın saat on birine doğru, çantasında en iyisinden on dokuz kuş, çantası almadığı için kemerine bağladığı bir yaban ördeğiyle aç, yorgun, mutlu, geceyi geçirdiği yere döndü. Arkadaşları çoktan kalkmış, bu arada acıkıp kahvaltılarını bile yapmışlardı. Levin, uçarlarken olan güzelliklerini yitirmiş, çarpılıp büzülmüş, kanları


pıhtılaşmış, başları yana düşmüş bataklık çulluklarıyla çullukları bir kez daha sayarken: — Durun hele, durun, diyordu. On dokuzdu. Çok iyi biliyorum. Gerçekten de on dokuz çulluk vardı. Stepan Arkadyeviç'in onu kıskanması Levin'in pek hoşuna gitmişti. Hoşuna giden başka bir şey de, avdan dönünce Kiti'nin pusulasını getiren haberciyi orada bulmuş olmasıydı. "Çok iyi ve mutluyum. Beni merak ediyorsan, için her zamankinden rahat olsun. Yeni bir koruyucum var: Mariya Vlasyevna. (Levin'in aile yaşamında yeni, önemli bir yeri olan ebeydi bu.) Ne


durumda olduğumu öğrenmeye gelmiş. Sağlığımı çok iyi buldu. Yollamadık onu. Sen gelene dek kalacak. Hepimizin neşesi de, sağlığı da yerinde. Bir an önce dönmek için acele etme lütfen. Hatta, av güzelse bir gün daha kal." Bu iki sevinç –iyi geçen av ile karısından aldığı pusulanın verdiği sevinç– öylesine büyüktü ki, avdan sonraki iki küçük tatsızlığı kolaylıkla geçiştirmişti Levin. Tatsızlıklardan biri, dün fazla zorlandığı anlaşılan yana koşulu doru atın yem yememesi, keyifsizlenmesiydi. Hayvanın hasta olduğunu söylüyordu arabacı. — Dün fazla yoruldu hayvan. Konstantin Dmitriç. Hayvan on versta öyle


sürülürse sonu bu olur işte. İlk anda Levin'in keyfini kaçıran; ama sonra onu çok güldüren öteki tatsızlık şuydu: Kiti'nin, görünüşte bir haftada yenemeyecek kadar çok olan, bol bol verdiği yiyecekten bir şey kalmamıştı. Levin avdan yorgun argın, aç dönerken börekleri hayalinde öyle bir canlandırmıştı ki, konak yerine yaklaşırken, Laska'nın kuş kokusunu aldığı gibi o da böreğin kokusunu duymuş, ağzında lezzetini hissetmişti. Böreği hemen sofraya koymasını emretmişti Filipp'e. Gelgelelim yalnız böreğin değil, bir tek pilicin bile kalmadığı anlaşılmıştı.


Gülerek Vasenka Veslovski'yi gösterdi Stepan Arkadyeviç. — Amma da iştahı varmış! Hani benim de hatırı sayılır bir iştahım vardır; ama onunki evlere şenlik! Levin canı sıkkın, Veslovski'ye baktı. — Elden ne gelir, dedi. Filipp biraz et ver bana öyleyse. Filipp: — Eti yediler efendim, kemiklerini de köpeklere verdiler, dedi. Levin'in canı öyle sıkılmıştı ki, öfkeyle:


— Hiç değilse bir lokma bir şey bıraksaydınız! diye yükseltti sesini. Ağlamak geliyordu içinden. Vasenka'ya bakmamaya çalışarak, titreyen bir sesle Filipp'e: — O halde kuşların içini temizle, dedi. Isırgan otuyla doldur. Bana da biraz süt iste. Karnını sütle doyurduktan sonra bir yabancıya öfkesini belli ettiği için kendi kendinden utandı Levin. Açlığın etkisiyle sinirlenmesine güldü. Akşam üzeri bir daha çıktılar ava. Veslovski de birkaç kuş vurdu bu çıkışlarında. Gece eve döndüler.


Dönüş yolculuğu da gidiş gibi neşeli geçti. Veslovski kâh şarkı söylüyor, kâh onu votkayla ağırlayan "kusurumuza bakma" diyen köylülerle olan serüvenini büyük bir haz duyarak anlatıyor, kâh geceki serüvenlerini, halkada öpücük oyununu, köylü kızını, ona evli olup olmadığın sorup da evli olmadığını öğrenince, "Başkasının karısına kızına sulanacağına kendine bir karı bulmaya bak!" diyen köylüyü anımsıyordu. — Genel olarak bu gezimizden son derece hoşnut kaldım, ya siz Levin? Levin içtenlikle: — Ben de! dedi.


Evde Vasenka Veslovski'ye beslediği düşmanlığı şimdi duymadığı gibi, ona karşı içinde sıcak, dostça duygular beslemesi sevinç veriyordu Levin'e.


XIV Devrisi sabah saat onda çiftliği dolaştıktan sonra Vasenka'nın yattığı odanın kapısını çaldı Levin. Veslovski içeriden: — Entrez![115] diye seslendi. Levin'in karşısına iç çamaşırıyla dikilip gülümseyerek: — Bağışlayın beni, dedi. Ablutions'umu[116] yeni bitirdim. Levin pencerenin yanına oturdu.


— Rahatsız olmayın lütfen, dedi. İyi uyudunuz mu? — Ölü gibi. Av için nasıl bir gün bugün? — Ne içersiniz? Çay mı, kahve mi? — Hiçbirini. Kahvaltı edeceğim. Vallahi ayıp bu yaptığım. Sanırım bayanlar bile kalkmışlardır. Şimdi bir yürüyüş yapmak ne hoş olur! Hadi atlarınızı gösterin bana. Levin bahçede biraz dolaştıktan, ona atları gösterdikten, hatta paralelde onunla jimnastik yaptıktan sonra konuğuyla eve döndü. Birlikte salona girdiler.


Veslovski, semaverin başında oturan Kiti'nin yanına gitti. — Çok güzel avlandık, dedi. Öyle hoş anlar yaşadık ki! Kadınların bu zevkten yoksun olmaları çok acı! Levin, "Eh, ne var bunda, evin hanımıyla bir iki sözcük konuşması gerek elbette," diye geçirdi içinden. Veslovski'nin gülüşünde, Kiti ile konuşurken yüzündeki mağrur anlatımda bir şeyler görür gibi oldu gene... Masanın öteki ucunda Mariya Vlastyevna ve Stepan Arkadyeviç ile oturan prenses yanına çağırdı Levin'i. Onunla, Kiti'nin doğum için Moskova'ya gitmesi, orada ev hazırlaması üzerine


konuşmaya başladı. Gerçekleşmekte olan şeyin yüceliğini önemsizlikleriyle küçülten her çeşit hazırlığın düğün yaklaşırken Levin'in canını sıktığı gibi şimdi de, gününü parmak hesabı çıkardıkları doğum hazırlıkları daha çok gurur kırıcı görünüyordu ona. Doğacak çocuğun nasıl kundaklanacağı üzerine konuşmaları duymamaya çalışıyor; şu esrarlı, sonu gelmeyen yün örgülerini, Doli'nin pek önemsediği üç köşeli keten kol bezlerini, daha bir sürü şeyi görmemek için başını çeviriyordu. Ona gerçekleşeceği söylenen; ama gene de inanamadığı olağanüstü bir şey olduğuna inandığı oğlunun (oğlu olacağından kuşkusu yoktu) doğum olayı bir yandan çok çok büyük, bu yüzden de erişilmez


bir mutluluk olarak görünüyordu ona. Öte yandan da öylesine esrar dolu bir olay olarak düşünüyordu ki, bunu çevresindekilerin olacaklar üzerine bildiklerini sandıkları şeyleri de, bu bildiklerinin sonucu olarak, beklenen olaya olağan, insanların elinde olan bir şeye hazırlanıyormuş gibi hazırlanmalarını da küçültücü, çirkin buluyordu. Ama prenses onun duygularını anlayamıyor, onun bu konuda düşünmekte, konuşmakta gösterdiği isteksizliği hafifliğine, ilgisizliğine veriyordu. Bu yüzden rahat bırakmıyordu onu. Stepan Arkadyeviç'e Moskova'da bir daire tutmasını


söylemiş, şimdi de Levin'i yanına çağırmıştı. Levin: — Hiçbir şey bilmiyorum ben prenses, dedi. Bildiğiniz gibi yapın. — Moskova'ya taşınacağınız zamanı kararlaştırmaksınız. — Vallahi bir şey bildiğim yok benim. Bildiğim tek şey var, milyonlarca çocuk Moskova'ya gitmeden, doktorsuz doğuyor... Niçin... — Evet, o halde... — Yo, Kiti nasıl isterse öyle olsun. — Kiti ile konuşamayız bunu! Kızcağızı


korkutmamı mı istiyorsun? Bu ilkbaharda Natalya Golitsina bir kötü ebenin yüzünden öldü. Levin canı sıkkın: — Siz ne derseniz onu yapacağım, dedi. Prenses anlatmaya başlamıştı ona. Ama Levin dinlemiyordu. Levin'in sinirini gerçi prensesin konuşması da bozuyordu; ama canını asıl sıkan bu konuşma değil, semaverin yanında gördüğü durumdu. Kiti'nin üzerine dudaklarında o güzel gülümsemesiyle eğilmiş, ona bir şeyler anlatan Vasenka'ya, yüzü kıpkırmızı olmuş, heyecanlanmış Kiti'ye bakarak, "Hayır, olamaz!" diye geçiriyordu


içinden. Vasenka'nın duruşunda, bakışında, gülümsemesinde masum olmayan bir şey vardı. Levin, Kiti'nin duruşunda, bakışında bile aynı masum olmayan şeyi fark etmişti. Levin'in gözlerinde dünya karardı gene. Dünkü gibi mutluluğun, huzurun, gururun doruğundan umutsuzluğun, öfkenin, küçülmenin dipsiz uçurumuna fırlatılmış hissetti gene kendini. Her şey çirkin, iğrenç görünmeye başladı ona gene. O yana bir daha bakıp: — Nasıl uygun buluyorsanız öyle yapın prenses, dedi.


Stepan Arkadyeviç, Levin'e şakayla besbelli, yalnız onun prensesle konuşmasını değil, onun –farkına vardığı– heyecanının nedenini de ima ederek: — Hükümdarın tacı ağırdır![117] dedi. Bugün çok geç kaldın Doli. Herkes Darya Aleksandrovna'yı ağırlamak için kalktı. Vasenka bir an doğruldu, zamane gençlerinde görülen, bayanlara karşı o kabalığıyla önce belli belirsiz eğilerek selam verdi, sonra bir şeye gülerek Kiti'yle konuşmasını sürdürdü. Doli: — Maşa çok üzdü beni, dedi. Gece hiç uyumadı. Bugün de çok huysuz.


Veslovski'nin Kiti ile sürdürdüğü konuşma gene dünkü konu üzerineydi. Anna'dan, aşkın sosyete koşullarının üzerine çıkıp çıkamayacağından söz ediyordu. Bu konuşma hiç hoşuna gitmiyordu Kiti'nin. Konuşmanın konusu da, biçimi de, özellikle, bu konuşmanın kocası üzerinde bıraktığı etki heyecanlandırıyordu onu. Ne var ki, bu konuşmaya son veremeyecek, bu genç adamın gösterdiği apaçık ilginin ona verdiği yüzeysel hazzı saklayamayacak kadar saf ve masumdu. Bir son vermek istiyordu bu konuşmaya; ama bunun için ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Her yaptığını kocasının fark edeceğini, kötüye çekeceğini biliyordu. Gerçekten


de, Kiti'nin Doli'ye Maşa'nın nesi olduğunu sorması üzerine Vasenka, kendisi için sıkıcı bu konuşmanın bitmesini beklerken ilgisiz ilgisiz Doli'ye bakmaya başladığında karısının bu sorusu Levin'e yapmacık ve iğrenç bir kurnazlık gibi görünmüştü. Doli: — Ee, bugün mantar toplamaya gidiyor muyuz? diye sordu. Kiti: — Gidelim, ne olur, dedi. Ben de gelirim. Birden yüzü kızardı Kiti'nin. Nezaket


gereği Vasenka'ya onun da gelmek isteyip istemediğini sorması gerekiyordu. Ama sormadı. Kocası kararlı adımlarla yanından geçerken suçlu gibi: — Nereye Kostya? diye sordu. Kiti'nin bu suçlu tavrı Levin'in bütün kuşkularını doğrulamıştı. Karısının yüzüne bakmadan: — Ben yokken makinist gelmiş, daha görmedim onu, dedi. Alt kata indi, çalışma odasından henüz çıkmamıştı ki, kendini hiç sakınmadan, çabuk çabuk yürüyen karısının, çok iyi tanıdığı ayak sesini duydu.


Levin soğuk: — Ne istiyorsun? dedi. İşimiz var bizim. Kiti, Alman makiniste döndü. — Afedersiniz, kocamla bir şey konuşacağım. Alman dışarı çıkmak istedi; ama Levin durdurdu onu. — Siz rahatsız olmayın. Alman: — Tren saat üçte mi? diye sordu. Geç kalmasam iyi olacak.


Levin yanıt vermedi ona. Karısıyla dışarı çıktı. Fransızca: — Ne söyleyecekmişsiniz bana bakalım? dedi. Karısının yüzüne bakmıyor, ne durumda olduğunu, yüzünde kasların çekildiğini, acıklı, ezilmiş bir görünüşü olduğunu görmek istemiyordu. Kiti alçak sesle: — Ben... şunu söyleyecektim... diye mırıldandı. Böyle yaşanmaz... bir işkence bu... Levin öfkeli: — Uşaklar şurada, büfedeler, dedi. Olay çıkarma.


— Gel öyleyse şuraya gidelim. Koridorda duruyorlardı. Kiti yandaki odaya girmek istedi; ama orada İngiliz mürebbiye Tanya'ya ders veriyordu. — Öyleyse bahçeye çıkalım. Yollan süpüren köylüyle karşılaştılar bahçede. Ama köylünün, Kiti'nin gözyaşlarıyla ıpıslak yüzünü, Levin'in heyecanını göreceğini, bir felaketten kaçan insanlara benzediklerini umursamadan çabuk adımlarla yürüyüp geçtiler yanından. Konuşmalarının, birbirlerini inandırmalarının, baş başa kalmalarının, çektikleri bu ıstıraptan böylece kurtulmalarının gerektiğini hissediyorlardı.


İki yanında ıhlamur ağaçları olan bahçe yolunun sonunda gözden uzak bir sıraya geldiklerinde Kiti: — Böyle yaşanmaz, dedi. Cehennem azabı bu! Ben acı çekiyorum, sen acı çekiyorsun. Hem de niçin? Levin, gene o geceki gibi yumruklarını göğsünün üstüne bastırıp dikildi karısının karşısına. — Yalnız şunu söyle bana: Onun davranışlarında uygunsuz, masum olmayan, korkunç derecede küçük düşürücü bir şey yok muydu? Kiti, sesi titreyerek:


— Vardı, dedi. Ama benim suçsuz olduğumu görmüyor musun Kostya? Sabahtan beri ters davranmak istiyorum ona; ama şu insanlar... Ne diye geldi sanki buraya? Ne mutluyduk! Kalınlaşmış bedenini saran hıçkırıklar arasında konuşuyordu. Bahçıvan onların –peşlerinden o yana biri gitmemişti, kaçtıkları bir şey yoktu, yolun sonundaki sırada da bir şey bulmuş olamazlardı; ama– ikisinin de eve dönerken sakin, mutluluktan pırıl pırıl parlayan yüzlerle yanından geçtiklerini gördü.


XV Levin, karısını üst kata kadar geçirdikten sonra Doli'nin bölümüne gitti. O gün Darya Aleksandrovna'nın da üzüntüsü büyüktü. Doli odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, köşede ayakta durmuş, avaz avaz ağlayan küçük kız çocuğuna öfkeli öfkeli söyleniyordu. — Akşama kadar ayakta öyle duracaksın o köşede. Yemeğini de yalnız yiyeceksin. Tek bir bebeğinin yüzünü görmeyeceksin. Yeni giysi de diktirmeyeceğim sana... Çocuğa daha ne cezalar vereceğini,


bilmeden sayıp döküyordu. Odaya giren Levin'e döndü. — Yo, pis bir kız o! Nereden kapıyor bu kötü huyları, bilmiyorum! Kendi işi için akıl danışmak isteyen, uygunsuz bir zamanda geldiği için de canı sıkılan Levin umursamaz bir tavırla: — Ne yapmış? dedi. — Grişa ile ikisi ahududu toplamaya gitmişler, orada da... Ne yaptığını söylemeye dilim varmıyor. Miss Eliot yanımızda olmadığı için öyle üzgünüm ki! Yenisinin bir şeye baktığı, bir şeyle ilgilendiği yok. Makine sanki... Figurez


vous, que la petite...[118] Darya Aleksandrovna, Maşa'nın suçunu anlattı. Levin yatıştırmaya çalışıyordu onu: — Hiç önemli değildir bu... düpedüz yaramazlık... Doli: — Peki niçin sinirlisin? Benden istediğin nedir? diye sordu. Neler olup bitiyor orada? Doli'nin bu soruyu sorarkenki ses tonundan Levin, söylemek niyetinde olduğu şeyi kolaylıkla söyleyebileceğini anlamıştı.


— Orada değildim, dedi. Kiti ile bahçedeydik. Stiva'nın... gelmesinden bu yana ikinci kez kavga ettik. Doli zeki, her şeyi anlayan gözlerle baktı ona. Levin sürdürdü konuşmasını: — Elini vicdanına koy da söyle, şu genç adamın davranışlarında bir koca için tatsız, hayır tatsız değil korkunç, küçük düşürücü bir şey yok mu? Doli: — Şey, nasıl söylemeli... diye başladı. Annesinin yüzünde belli belirsiz bir gülümseme fark edince sıvışmaya kalkışan Maşa'ya döndü.


— Dikil orada, dikil! (Gene Levin'e döndü Doli.) Sosyete, onun her genç gibi davrandığını düşünürdü. Il fait la cour à une jeune et jolie femme,[119] sosyeteden olan koca da bundan yalnızca gurur duymalıdır. Levin canı sıkkın: — Evet, evet, dedi. Ama farkına vardın mı? — Yalnız ben değil. Stiva bile fark etti. Çaydan sonra açık açık şöyle söyledi bana: Je crois que Veslovski fait un petit brin de cour à Kiti.[120] Levin:


— Pekâlâ, dedi. İçim rahat artık, kovacağım onu. Doli dehşete kapıldı. — Ne diyorsun, çıldırdın mı sen? diye haykırdı. Gülümseyerek ekledi: — Ne oluyor sana Kostya? Kendine gel! (Maşa'ya döndü.) Eh, Fanni'nin yanına gidebilirsin artık. Olmaz Kostya, istiyorsan Stiva'ya söylerim ben. Alıp götürür onu. Konuk beklediğini söyleyebiliriz. Zaten hiç de bu eve uygun bir insan değil. — Hayır, hayır ben kendim


söyleyeceğim. — Ama kavga etmez misin onunla? — Hiç de. Öyle eğlenceli olacak ki benim için! Gerçekten eğlenceli olacak. Levin'in gözlerinin içi parlıyordu. Fanni'nin yanına gitmeyip kararsızlık içinde annesinin karşısına dikilmiş, onun bakışını yakalamaya çalışan küçük suçluyu göstererek ekledi: — Hadi bağışla onu Doli. Bir daha yapmayacak. Anne baktı ona. Kızcağız hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Annesinin dizlerine sarıldı. Doli zayıf, narin elini kızının


başına koydu. Levin, "Onunla bizim aramızda ortak ne var hem?" diye geçirdi içinden. Veslovski'yi aramaya gitti. Holden geçerken, arabanın istasyona gitmek üzere hazırlanmasını emretti. Uşak: — Dün yayı kırılmıştı, dedi. — Öyleyse açık arabayı hazırlasınlar. Ama hemen. Konuk nerede? — Odasına gitti, efendim. Levin odaya girdiğinde Veslovski eşyalarını valizinden çıkarmış, yeni


askılarına yerleştirmiş, at binmek için tozluklarını ayağına deniyordu. Levin'in yüzünde değişik bir anlatım mı vardı, yoksa Vasenka ce petit brin de cour'unun[121] bu ailede yersiz kaçtığını kendiliğinden mi hissetmişti, nedense odasına Levin'in girmesiyle biraz (bir sosyete erkeğinden beklenebilecek kadar) bozulmuştu. — Ata tozlukla mı biniyorsunuz siz? Vasenka kalın bacağını sandalyenin üzerine koymuş, en alt çengeli takarken içtenlikle gülümsedi. — Evet, dedi. Böylesi çok daha temiz oluyor.


Hiç kuşku yok, iyi yürekli, cana yakın bir insandı Vasenka. Onun bakışında bir ürkeklik fark edince Levin hem acıdı ona, ev sahibi olarak da kendi kendinden utandı. Masanın üzerinde, o sabah jimnastik yaparlarken eğrilmiş paralelin kollarını düzeltirken kırdıkları kalın sopa vardı. Levin sopayı eline aldı, söze nereden başlayacağını bilemeden, sopanın kırılan ucundaki kıymıkları temizlemeye başladı. — Ben... Sözünün sonunu getirmemek amacıyla susmuştu ki Kiti'yi, olanları anımsayınca Vasenka'nın gözlerinin içine bakarak


sürdürdü konuşmasını: — Sizin için arabayı hazırlamalarını söyledim. Vasenka şaşırmış: — Nasıl yani? diye başladı. Nereye gideceğim ki? Levin elindeki sopanın kıymıklarını temizlerken, yüzü asık: — Tren istasyonuna gidiyorsunuz, dedi. — Siz bir yere mi gidiyorsunuz? Yoksa bir şey mi oldu? Levin güçlü parmaklarıyla sopanın


ucundaki kıymıkları giderek daha çabuk koparıyordu. — Evet oldu, dedi. Konuk bekliyorum. Hayır, konuk falan beklediğim yok, bir şey de olmadı. Ama gitmenizi istiyorum. Bu kabalığımı neye isterseniz yorabilirsiniz. Vasenka doğruldu. Durumu en sonunda kavramıştı. Mağrur: — Açıklamanızı rica edebilir miyim? dedi. Levin yüzündeki kasların çekildiğini gizlemeye çalışarak soğukkanlı, tane tane konuşarak kesti sözünü:


— Hiçbir şeyi açıklayamam size. Sopanın ucunda kıymık kalmayınca Levin bu kez parmaklarıyla kalın iki parçayı kavradı, sopayı boydan boya yardı, kopan parçayı atik bir hareketle yakaladı. Bu çevik kolların, Vasenka'nın o sabah jimnastik yaparken ellediği o kasların, bu parlayan gözlerin, sakin sesin, titreyen yüz kaslarının görünüşü Vasenka'yı inandırmakta sözlerden daha etkili olmuşlardı belki. Omuzlarını kaldırıp küçümser bir tavırla gülümseyerek öne eğildi. — Oblonski'yi görebilir miyim?


Veslovski'nin omuzlarını kaldırması, gülümsemesi Levin'i sinirlendirmişti. "Yapacak başka neyi kaldı?" diye geçirdi içinden. — Şimdi yollarım onu size. Stepan Arkadyeviç arkadaşından, onu evden kovduklarını öğrendikten sonra Levin'i görmeye gitti. Bahçede buldu onu. Vasenka'nın gitmesini bekliyordu orada. — Bu ne saçmalıktır! dedi. Mais c'est ridicule![122] Zorun ne senin? Mais c'est du dernier ridicule![123] Neler kurdun kendi kendine acaba? Bir genç... Ama durumun ciddi olduğu belliydi.


Çünkü Stepan Arkadyeviç ortadaki nedeni açıklamaya kalkışınca gene renk kalmamıştı Levin'in yüzünde. Hemen kesti sözünü: — Anlatmaya çalışma bana bunu lütfen! Başka türlü davranmak elimde değildi! Sana karşı da, ona karşı da çok mahcubum. Buradan böyle gitmesinin onun için fazla üzücü olmayacağını sanıyorum. Oysa onun burada bulunması karım için de, benim için de sıkıcı oluyor. — Ama onun için gurur kırıcı bir durum bu! Et puis c'est ridicule![124] — Benim için de hem gurur kırıcı hem


acı! Üstelik bir suçum yok, acı çekmemi gerektirecek bir şey de yapmadım! — Doğrusu hiç beklemezdim bunu senden! On peut être jaloux, mais à ce ponit c'est du dernier ridicule![125] Levin hızla döndü. Stepan Arkadyeviç'in yanından uzaklaştı. İki yanı ağaçlık yolun derinliklerinde yalnız başına bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladı. Çok geçmeden açık arabanın tekerlek sesi duyuldu. Levin ağaçların arasından öteki yolda Vasenka'nın, başında İskoç kepi, samanların üzerine oturmuş, (işin kötüsü açık arabada oturacak yer yoktu) arabanın her sarsılışında hoplayarak gitmekte olduğunu gördü.


Bir uşağın evden koşarak çıkıp arabayı durdurduğunu görünce, "Bu da nesi?" diye geçirdi içinden. Levin'in unuttuğu makinistti bu. Makinist öne eğilerek selam verdikten sonra bir şeyler söyledi Veslovski'ye. Sonra arabaya atladı. Uzaklaştılar. Levin'in bu davranışı Stepan Arkadyeviç ile prensesin canını çok sıkmıştı. Levin kendi de yalnızca son derece ridicule (gülünç) hissetmiyordu kendini, tepeden tırnağa suçlu, küçülmüş de hissediyordu. Ama karısıyla kendisinin çektiklerini düşündükçe, aynı durum bir kez daha gelse başına nasıl hareket ederdi diye soruyordu kendine. "Gene böyle davranırdım," diyordu.


Bütün bu olanlara karşın, akşama doğru –Levin'in bu davranışını bağışlamayan prensesin dışında– herkes, cezasını çekmiş çocuklar gibi ya da sıkıcı bir resmi kabulden sonra büyükler gibi canlanmış, neşelenmişti. Öyle ki, akşam prenses salonda yokken, Vasenka'nın kovuluşundan çok eskiden olmuş bir olay gibi söz ediyorlardı. Bir şeyi gülünç anlatma yeteneğini babasından almış Doli kahkahalarla güldürdü Varenka'yı. Aynı şeyi üçüncü, dördüncü kez, her seferinde güldürücü eklemelerle anlatırken Varenka tutamıyordu kahkahalarını. Genç konuğun onuruna takmış takıştırmış, salona çıkmaya hazırlanıyormuş ki, tangur tungur bir yük arabasının gürültüsünü duymuş birden.


Hem kim olsa beğenirsiniz bu arabada? Vasenka, İskoç kepiyle, şarkılarıyla, tozluklarıyla samanların üzerinde oturuyormuş. — Binek arabasını hazırlatsaydın bari! Sonra bir ses duydum: "Durun!" Eh, dedim, acıdılar galiba ona. Baktım, şişko Alman'ı yanına oturttular, ikisini birlikte götürdüler... Benim süslenmem de boşa gitti!


XVI Darya Aleksandrovna niyetini gerçekleştirdi. Anna'ya gitti. Kız kardeşini üzmek, onun kocasının hoşlanmadığı bir şeyi yapmak acı veriyordu Darya Aleksandrovna'ya: Levinlerin Vronski ile en küçük bir ilişki kurmak istememekte ne denli haklı olduklarını biliyordu. Ne var ki, Anna'yı ziyaret etmeyi, durumundaki değişikliğe karşın ona olan duygularının değişmediğini göstermeyi kendi için bir görev sayıyordu. Bu gezisini yaparken Levinlere bağlı kalmamak için köye at kiralamaya adam


yolladı. Ama Levin bunu öğrenince onun odasına gitti. — Senin oraya gitmeni hoş karşılamadığımı niçin düşünüyorsun? dedi. Bu hoşuma gitmemiş olsa bile, benim atlarımdan almadığın için daha çok gitmemiştir hoşuma. Gideceğini kesin olarak hiç söylemedin bana. Hem köyden at kiralaman beni üzer. Sonra, en önemlisi götüreceğim derler, yarı yolda bırakırlar insanı... Benim atlarım var. Üzülmemi istemiyorsan benim atlarımdan alırsın. Darya Aleksandrovna ister istemez razı oldu. Kararlaştırılan gün Levin baldızı için dört at hazırlattı. Menzilde değiştirmek üzere de çiftlik ve binek


atlarından görünüşte bir şeye benzemeyen; ama Darya Aleksandrovna'yı gideceği yere bir günde götürebilecek dört de yedek at yolladı önden. Şimdi, yola çıkacak prenses için de, ebe için de ata gerek olduğu bir sırada Levin için güç bir şeydi bu; ama konukseverliğinin, evsahibi olmasının ona yüklediği görev, onun evine konukken Darya Aleksandrovna'nın dışarıdan at kiralamasına göz yummasına izin vermedi. Ayrıca, bu yolculuk için Darya Aleksandrovna'dan istenen yirmi rublenin onun için çok önemli olduğunu da biliyordu. Darya Aleksandrovna'nın çektiği para sıkıntısı Levinleri üzüyordu.


Levin'in sözünü dinleyip şafak sökmeden yola çıktı Darya Aleksandrovna. Yol güzel, araba rahattı. Atlar keyifli keyifli koşuyorlardı. Arabacı yerinde arabacıdan başka, daha güvenli olsun diye Levin'in uşak yerine yolladığı kâtip de vardı. Yolda uyudu Darya Aleksandrovna. Ancak atların değiştirileceği hana yaklaştıklarında uyandı. Darya Aleksandrovna çayını Levin'in Sviyajski'yle giderken uğradığı toprak sahibi zengin köylünün evinde içti. Kadınlarla çocuklardan söz ettikten, ihtiyardan Kont Vronski üzerine bilgi aldıktan sonra saat onda yola çıktılar. İhtiyar göklere çıkarıyordu Vronski'yi.


Darya Aleksandrovna evde çocukların telaşından düşünmeye zaman bulamıyordu. Oysa şimdi, bu dört saatlik yolculuğu sırasında, daha önce tutulan düşünceleri birden üşüşmüşlerdi kafasına. Ömründe, hiç yapmadığı biçimde, baştan sona, hem de ayrı açılardan düşünüyordu günlük yaşamını. Düşünceleri onu bile şaşırtıyordu. Önce çocuklarını düşündü. Prenses de Kiti de (Kiti'ye daha çok güveniyordu) çocuklarla ilgileneceklerini söylemişlerdi; ama gene de merak ediyordu onları. "Maşa gene yaramazlığa başlamasa, Grişa'yı at tepmese, Lili'nin midesi daha çok bozulmasa..." Daha sonra bugünün sorunları, yakın geleceğin sorunlarına


bıraktılar yerlerini. Bu kış Moskova'da yeni bir daireye taşınmalarının, konuk salonunun mobilyasını değiştirmelerinin, en büyük kızına bir kürk yaptırmalarının gerektiğini düşünmeye başladı. Peşinden daha uzak geleceğin sorunları bir bir geçmeye başladı aklından: Çocuklarını yaşama nasıl hazırlayacaktı? "Kızlar bir şey değil," diye düşünüyordu. "Ama oğlanları ne yapacağım?" "Şimdi yeterince ilgilenebiliyorum Grişa ile. İyi bir şey bu. Ama serbest olduğum, doğum yapmadığım için böyle. Stiva'dan bir şey beklemek akılsızlık olur kuşkusuz. Ben de iyi insanların yardımıyla yetiştiririm onları. Ama bir doğum daha yaparsam..." Doli, kadının


lanetlenmiş olduğu için yavrusunu dünyaya acı çekerek getirdiği sözünün çok yanlış olduğunu düşündü. Son gebeliğini, doğan çocuğunun ölümünü anımsayınca, "Doğurmak bir şey değil, asıl gebelik zor," diye geçirdi içinden. Handa genç köylü kadınla konuştuklarını düşündü. Doli çocuğu olup olmadığını sorduğunda güzel köylü kadın neşeyle karşılık vermişti: — Bir kızım oldu. Tanrı'nın yardımıyla doğurdum. Geçen oruçta da toprağa verdim. Darya Aleksandrovna: — Çok üzüldün mü öldüğüne? diye sormuştu.


— Ne üzüleyim? İhtiyarın bir sürü torunu var zaten. Dertten başka bir şey değil çocuk. Ne çalışabiliyorsun, ne bir şey yapabiliyorsun. Ayak bağı yalnızca... Genç kadının yüzündeki içten, sevimli anlatıma karşın, bu sözleri iğrenç gelmişti Darya Aleksandrovna'ya. Ama şimdi elinde olmadan anımsamıştı onun bu söylediklerini. İnsanın içini ürperten bu düşüncede gerçek payı da vardı. Darya Aleksandrovna on beş yıllık evlilik yaşamını şöyle bir düşününce, "Evet, zamanımın çoğunu gebelikle, mide bulantılarıyla, kafa uyuşukluğuyla, her şeye karşı ilgisizlikle, en önemlisi de biçimsizlikle geçti. Kiti, o cici, güzelim Kiti bile ne çirkinleşti! Bense


biçimsiz bir şey oluyorum gebelikte. Biliyorum bunu. Doğum... çekilen acılar, o korkunç sancılar, hele o son an... sonra emzirme, o uykusuz geceler, o korkunç acılar..." Hemen her çocuğunu emzirirken çatlayan meme uçlarının acısı aklına gelince ürperdi Darya Aleksandrovna. "Sonra çocukların hastalanmaları, hiç bitmeyen o korku. Sonra anılar, çocukların kötü eğilimleri (Küçük Maşa'nın ahududu toplarken yaptığını anımsadı), dersleri, Latince... bütün bunlar öylesine akıl almaz, güç şeyler ki! Bütün bunlar yetmiyormuş gibi ölmeleri yok mu bir de..." Doli'nin hayalinde, daha meme çocuğuyken difteriden ölen son


çocuğunun –oğlunun– onun anne yüreğini aralıksız dağlayan anısı canlandı gene. Onun toprağa verilişini, o küçük, pembe tabuta karşı herkesin ilgisizliğini, kendinin paramparça yüreğini, tabutun üzerinde sırmalı bir haç olan pembe kapağını kaparlarken bir an gördüğü, şakaklarında kıvır kıvır saçların çevrelediği soluk, küçük alnının bir hayret anlatımıyla hafif açık duran küçücük ağzının karşısında duyduğu o yapayalnızlığı, o acıyı anımsadı. "Niçin bütün bunlar? Neye yarayacak bunca didinme? Benim, rahat bir dakika yüzü görmeden, kâh gebe, kâh çocuk emzirerek, her an öfkeli, her an huysuz, acı çekerek, başkalarına da acı


çektirerek, kocasının tiksindiği bir kadın olarak ömrümü tüketmemden başka neye yarayacak? Ortaya mutsuz, kötü terbiye almış, yoksul çocukların çıkmasına... Bu yazı Levinlerin yanında geçirmeseydik halimiz nice olurdu acaba? Kostya ile Kiti öylesine iyiler ki. Hiçbir şeyi fark ettirmiyorlar bize. Ama böyle sürüp gidemez bu. Onların da çoluk çocuğu olacak. O zaman yardım edemezler bize. Şimdi de durumları sıkışık zaten. Kendine bir şey bırakmayan babam yardım edebilecek mi acaba? Çocuklarımı bir başıma yetiştirmem olanaksız. Peki başkalarının yardımıyla, bunun utancına katlanarak yetiştirebilecek miyim çocuklarımı? Tutalım her şeyin en iyisi oldu:


Çocuklarımdan ölen olmadı artık, şöyle böyle yetiştirdim onları. En iyi durumda, birer alçak olmayacak çocuklarım o kadar. İsteyebileceğim, umabileceğim her şey bu işte. Bir bunun için ne çok acı çekmem, ne çok didinmem gerekiyor... Hayatım mahvolmuş benim!" Genç köylü kadının söylediğini düşündü gene. İçini bir tiksinme duygusu doldurdu. Ama bu sözde kaba gerçeğin bir payı olduğunu kabul etmemek elinde değildi. Darya Aleksandrovna, onu korkutan düşüncelerini kafasından kovmak için sordu arabacıya: — Daha çok var mı Mihaylov'a? — Şu köyden sonra yedi versta var


diyorlar. Araba köyün içinden geçip bir köprüye indi. Bükülmüş demet bağlarını omuzlarına vurmuş neşeli bir köylü kadın grubu yüksek sesle, neşeyle konuşarak köprüyü geçiyorlardı. Kadınlar durdular köprünün üstünde, geçen arabaya merakla baktılar. Darya Aleksandrovna, ona çevrili bu sağlıklı, neşeli yüzlerde, neşeleriyle, mutluluklarıyla ona nispet ediyorlarmış gibi bir anlatım gördü. Köylü kadınları arkada bırakıp tepeye vardıktan sonra, eski arabanın yumuşak yayları üzerinde yeniden tatlı tatlı sallanmaya başlayınca, "Herkes yaşıyor, herkes çıkarıyor yaşamın tadını," diye düşünmeye başladı


Darya Aleksandrovna. "Oysa ben, beni bir sürü telaşıyla ezen, öldüren dünyadan, bir hapishaneden kurtulur gibi kurtulup ancak şimdi geldim kendime bir an için. Herkes yaşıyor: Şu köylü kadınlar da, kız kardeşim Natalya da, Varenka da, şimdi ziyaretine gittiğim Anna da, yalnız ben yaşamıyorum. Herkes saldırıyor Anna'ya. Neden? Ben ondan iyi miyim sanki? Hiç değilse sevdiğim bir kocam var. Sevmek istediğim... Sevmiyorum onu; ama seviyorum. Oysa Anna sevmedi kendisininkini. Suçu ne Anna'nın? Yaşamak istiyor. Bu ruhu Tanrı verdi bize. Onun yerinde olsaydım belki ben de aynı şeyi yapardım. Moskova'ya bana


geldiğinde o korkunç günlerde onun sözünü dinlemekle iyi mi ettim, kötü mü hâlâ bilmiyorum. O zaman kocamdan ayrılıp hayata yeni baştan başlamam gerekirdi. Gerçek sevgiyi tadabilir, gerçekten sevilebilirdim belki. Şimdi daha mı iyi sanki? Saygım yok ona, (kocasını düşünüyordu) ama benim için gerekli olduğundan katlanıyorum ona. Böylesi daha mı iyi oldu? O zamanlar hoşa gidebilirdim hâlâ, güzelliğim hepten kaybolmamıştı." Böyle düşünürken aynaya bakmak istedi Darya Aleksandrovna. Çantasında küçük bir aynası vardı. Çıkarmak istiyordu onu. Ama arabacıyla oturduğu yerde sallanıp duran kâtibin sırtlarını görünce, tam aynaya bakarken onlardan biri dönerse


çok utanacağını düşündü. Çıkarmadı aynayı. Ama aynaya bakmadan da, zamanın şimdi bile geç olmadığını düşünüyordu. Ona karşı pek bir kibar davranan Sergey İvanoviç'i anımsamıştı. Çocukları kızıl olduğunda onunla birlikte çocuklara bakan, ona âşık, Stiva'nın arkadaşı iyi yürekli Turovtsin'ı anımsadı. Sonra, oldukça genç bir adam daha vardı. Kocası bir gün şakayla bu gencin üç kız kardeş içinde en güzel Doli'yi bulduğunu söylemişti. Tutku dolu, olmayacak aşk serüvenleri geliyordu Darya Aleksandrovna'nın aklına. "Çok iyi etti Anna, bundan böyle hiç suçlamayacağım onu. Mutludur o, bir insanı da mutlu


ediyor, benim gibi yaşamdan bezmiş değil. Her zamanki gibi taptaze, zeki, her şeye açık olsa gerek." Darya Aleksandrovna'nın dudaklarında çapkın bir gülümseme belirdi. Çünkü Anna'nın aşk serüvenini düşünürken kendisi için de öyle bir serüven hayal ediyordu. Tanıdığı birkaç erkeğin kişiliğini kendinde toplayan, hayalinde yarattığı, ona tutkun bir erkekle yaşanan bir aşk serüveniydi bu. Anna gibi o da itiraf ediyordu kocasına her şeyi. O anda Stepan Arkadviç'in kapılacağı şaşkınlığı düşününce elinde olmadan gülümsedi. Darya Aleksandrovna kendini böyle hayallere kaptırmış, Vozdvijenskoye yol ayrımına kadar geldi.



XVII Arabacı dört atlı arabayı durdurdu. Sağa dönüp birkaç köylünün bir yük arabasının yanına oturdukları çavdar tarlasına baktı. Kâtip arabadan atlayacak oldu; ama vazgeçti sonra, bir köylüye emreder bir sesle seslendi. yanına çağırdı onu. Arabada giderken esen hafif rüzgâr araba durunca kesilmişti. At sinekleri, onları öfkeyle kovmaya çalışan atların terli bedenlerine yapışıyorlardı. Yük arabasının yanından gelen tırpanın madeni sesi kesildi. Köylülerden biri kalktı, binek arabasına doğru yürüdü.


Kâtip pek işlek olmayan, kupkuru, bozuk yolda çıplak ayaklarıyla yavaş yavaş yürüyen köylüye öfkeyle seslendi: — Amma mıymıntıymışsın be adam! Yürüsene! Başına bir hasır parçası bağlamış, kıvırcık saçlı, kambur sırtı terden simsiyah yaşlı köylü adımlarını çabuklaştırıp arabaya yaklaştı. Güneşte yanmış eliyle çamurluğundan tuttu. — Vozdvijenskoye'ye, konağa mı gidiyorsunuz efendim? Kont'a? Şu yolun sonuna dik gidin. Sonra sola dönün. Araba yolunu izleyin. Sizi doğru konağa götürür. Kimi göreceksiniz? Kont'un kendisini mi?


Köylüye bile Anna'yı nasıl soracağını bilemeyen Darya Aleksandrovna: — Evdeler mi acaba babacığım? dedi. Köylü, çıplak ayağının tabanının izini tozda bırakıp bedeninin ağırlığını bir bacağından ötekine geçirdi. — Evde olsalar gerek, dedi. Besbelli, konuşmak isteğiyle: — Evet, evde olsalar gerek, diye yineledi. Dün de konuklar geldi. Çok konuk geliyor onlara... (Yük arabasının yanından bağırarak bir şeyler söyleyen delikanlıya döndü.) Ne istiyorsun? Sahi! Biraz önce orak makinesini görmek için


hep birlikte atla geçtiler buradan. Şimdi evde olsalar gerek. Peki siz kimlerdensiniz? Arabacı yerine çıkarken: — Uzaktan geliyoruz, dedi. Konak uzak değil demek. Yaşlı köylü parmağını arabanın çamurluğunda gezdirerek: — Dedim ya, şurası dedi. Şu yolun sonuna varınca... Sağlıklı, kısa boylu delikanlı da geldi yanlarına. — Ürün kaldırmak için işçiye ihtiyacınız


yok mu? diye sordu. — Bilmiyorum canım. Yolcuları bırakmak istemediği, konuşmaya hevesli olduğu anlaşılan yaşlı köylü: — Sola döner dönmez karşınıza çıkacak, dedi. Arabacı sürdü arabayı. Ama dar yola saparlarken köylü seslendi arkalarından: — Dur! Hey ahbap dur! İki köylü birden bağırıyordu: — Dur!


Arabacı durdurdu arabayı. Yaşlı köylü: — Kendileri geliyorlar! diye seslendi. İşte! (Şoseden gelen dört atlıyla iki tekerlekli bir arabada iki kişiyi gösteriyordu.) Görüyor musun geliyorlar işte! Gelen atlılar Vronski, jokeyi, Veslovski ve Anna, arabadakiler de Prenses Varvara ile Sviyajski idi. Dolaşmaya, yeni gelen biçme makinelerini görmeye çıkmışlardı. Darya Aleksandrovna'nın arabası durduğunda atlılar iyice yaklaşmışlardı. Önde Veslovski ile Anna vardı. Anna, kırpık yeleli, küt kuyruklu, besili, tıknaz İngiliz midillisinin üzerinde sakin


yaklaşıyordu. Yüksek şapkasının altından dökülen siyah saçlarının çevrelediği güzel yüzünün, dolgun omuzlarının, siyah binici giysisinin sardığı incecik belinin görünümüne, sakin zarif duruşuna hayran kalmıştı Doli. Anna'nın atla dolaşması ilk anda uygunsuz bir şey gibi göründü ona. Darya Aleksandrovna için bir kadının ata binmesinde, Anna'nın durumunda bir kadına yakışmayacak, genç işi hafif bir hoppalık vardı. Ama Anna'yı yakından görünce hemen hoşlandı onun ata binişinden. Anna'nın inceliğinin yanında, her şeyinde –duruşunda da, giyinişinde de, hareketlerinde de– öylesine bir


sadelik, ağırbaşlılık, soyluluk vardı ki, onun ata binmesinden daha doğal bir şey olamazdı sanki. Anna'nın yanında, terlemiş bir kula süvari atının üzerinde, kalın bacaklarını öne uzatmış Vasenka Veslovski vardı. Kurdeleleri uçuşan İskoç kepi başındaydı gene. Kendini beğendiği belliydi. Onu tanıyınca elinde olmadan neşeyle gülümsedi Darya Aleksandrovna. Arkalarında Vronski vardı. Vronski'nin altında, dörtnala giderken terlediği besbelli doru bir safkan at vardı. Atı tutmaya çalışıyor dizginleri çekiyordu. Daha arkadan ufak tefek jokey geliyordu. İri bir rahvan at koşulu yepyeni iki


tekerlekliye binmiş Sviyajski ile prenses atlılara yetişmeye çalışıyorlardı. Anna, eski binek arabasının bir köşesine büzülmüş ufak tefek kadının Doli olduğunu anladığı anda sevinçle gülümsedi. Yüzü aydınlandı. Bir sevinç çığlığı attı. Eyerin üstünde hopladı, atı dörtnala kaldırdı. Arabanın yanına gelince yardımsız atladı attan, binici giysisinin eteğini tutarak Doli'ye doğru koştu. Kâh yanağını Doli'nin yanağına bastırarak, onu öperek, kâh geri çekilip onun yüzüne bakarak: — Ah, sen olduğunu tahmin ettim; ama inanmaya cesaret edemiyordum, diyordu.


Ne büyük bir mutluluk bu! Sevincimin ne büyük olduğunu bilemezsin. Attan inmiş onlara yaklaşmakta olan Vronski'ye döndü. — Aleksey, ne büyük bir mutluluk bu! Vronski, gri silindir şapkasını çıkarıp yaklaştı Doli'ye. Sözlerine ses tonuyla daha bir anlam vermeye çalışarak dudaklarında sağlıklı, bembeyaz dişlerini gösteren bir gülümsemeyle: — Geldiğinize ne çok sevindiğimi tahmin edemezsiniz! dedi. Vasenka Veslovski atından inmeden kepini çıkardı, kurdelelerini başının


üstünden uçuşturarak selamladı konuğu. İki tekerlekli yaklaştığında Anna, Doli'nin soru dolu bakışını yanıtladı: — Prenses Varvara. Darya Aleksandrovna: — Ya! dedi. Bir hoşnutsuzluk anlatımı belirdi yüzünde. Kocasının halasıydı Prenses Varvara. Uzun zamandır tanırdı onu. Saygı da duymazdı ona. Prenses Varvara'nın ömrünü zengin akrabalarının yanında sığıntı olarak geçirdiğini biliyordu. Ama onun şimdi Vronski'nin, bir yabancının evinde kalması, kocasının


ailesi adına gururuna dokunmuştu. Doli'nin yüzündeki bu anlatımı fark etti Anna; bozuldu, kızardı, eteğini bıraktı, üzerine basınca tökezledi. Duran iki tekerlekliye yaklaştı Darya Aleksandrovna. Prenses Varvara ile soğuk selamlaştı. Sviyajski de yabancı değildi. Yeni evli tuhaf dostu Levin'in ne yaptığını sordu. Kaçamak bir bakışla arabanın birbirine uymayan altlarına, yamalı çamurluklarına şöyle bir göz attıktan sonra bayanların iki tekerlekliye binmelerini önerdi. — Ben de şu araçla gelirim, dedi. İki tekerleklinin atı uysaldır, prenses de çok güzel sürüyor.


O sırada Anna geldi yanlarına. — Hayır, dedi. Siz yerinizde kalın, biz binek arabasıyla geliriz. Doli'nin koluna girip çekeledi onu. Bir eşini görmediği bu şık araba, bu güzel atlar, çevresindeki bu çekici, pırıl pırıl yüzler Darya Aleksandrovna'nın gözlerini kamaştırmıştı. Ama onu en çok şaşırtan, iyi tanıdığı sevgili Anna'sındaki değişiklik olmuştu. Daha az dikkatli, Anna'yı önceden tanımayan, en önemlisi de, Darya Aleksandrovna'nın yolda düşündüklerini aklından geçirmemiş bir kadın fark edemezdi Anna'daki bu değişikliği. Ama Doli, şimdi Anna'nın yüzünde gördüğü, yalnız âşık kadınlarda


görülen o geçici güzelliğe hayran kalmıştı. Yüzündeki her şey – gamzelerinin belirginliği de, saçlarının toplanışı da, dudaklarının duruşu da, gülümsemesi de, gözlerinin parlaklığı da, hareketlerindeki çabukluk, incelik de, sesindeki dolgunluk da, hatta hayvana sağ ayakla dörtnala kalkmayı öğretmek için onun midillisine binmesine izin vermesini isteyen Veslovski'ye yanıt verirken öfkeli, yumuşak tavrı da– evet, her şeyi göz kamaştırıcıydı. Anna'nın da bunun farkında olduğu belliydi. Mutlu ediyordu onu bu. İki kadın binek arabasına bindiklerinde birden bir çekingenlik geldi üzerlerine.


Anna'ya Doli'nin soru dolu, dikkatli bakışı karşısında bir sıkılganlık gelmişti. Doli'nin sıkılganlığının nedeni ise, Sviyajski'nin binek arabası için tuhaf bir tavırla "araç" demesi üzerine Anna ile birlikte bindiği eski, pis arabasından elinde olmadan utanmasıydı. Arabacı Filipp ile kâtip de duymuşlardı aynı utancı. Kâtip bu duygusunu gizlemek için bayanları bindirirken telaşlı telaşlı sağa sola koşmuştu. Ama arabacı Filipp dışta kalan bu üstünlüğün altında ezilmemek için suratını asarak önceden hazırlamıştı kendini. Doru hayvana bakıp alaylı alaylı gülümsedi. Bu atların ancak iki tekerlekliye prominaj'a[126] çıkmaya yaradığını, arabaya koşulunca sıcak bir havada durmadan kırk versta


gidemeyeceklerini geçirdi içinden. Tarladaki köylüler ayağa kalkmış, konukların karşılaşmasını merakla, neşeyle izliyorlar, kendi aralarında konuşuyorlardı. Başına hasır parçası bağlamış kıvırcık saçlı ihtiyar: — Hepsi de çok sevindiler, dedi, epeydir görüşmedikleri belli. — Gerasim amca, bizim ekin demetleri şu doru aygırla ne güzel çekilir, değil mi? İçlerinden biri, kadın eyerine oturmuş Veslovski'yi gösterdi. — Baksana, dedi, şu pantolon giymiş bir


kadın değil mi? — Hayır erkek. Baksana ne ustaca çevirdi hayvanın başını! — Ee, çocuklar, uyumayacağız galiba? İhtiyar: — Uykunun sırası mı? dedi. Elini siper edip güneşe baktı. — Gün devriliyor, baksana! diye ekledi. Kancaları al da yürü.


XVIII Doli'nin zayıflamış, bitkin, kırışıkları toz dolmuş yüzüne baktı Anna. O anda aklından geçeni, Doli'nin zayıfladığını söylemek istedi. Ama kendisinin güzelleştiğini anımsadı hemen. Doli'nin bakışı da ona aynı şeyi söyleyince göğüs geçirdi, kendinden söz etmeye başladı. — Bana bakıp içinde bulunduğum durumda mutlu olabilir miyim diye soruyorsun kendine, değil mi? Ne yaparsın! İtiraf etmekten utanıyorum. Ama... bağışlanamayacak ölçüde mutluyum. Sihir dolu bir şey geçti başımdan. Bir kâbustan uyanıp da, o


korkunç şeylerin hiçbirinin gerçek olmadığını anladığı anda bir insanın hissettiklerini bilirsin... Uyandım ben kâbustan. Acı dolu, korkunç günlerim geride kaldı. Uzun süredir, özellikle buraya geldiğimden bu yana öyle mutluyum ki! Soru dolu ürkek bir gülümsemeyle baktı Doli'nin yüzüne. Doli elinde olmadan, istediğinden daha bir soğuk gülümsedi. — Ah çok sevindim! dedi. Senin adına çok sevindim! Niçin hiç yazmadın bana? — Niçin mi? Cesaret edemedim de ondan... Durumumu unutuyorsun...


— Bana mı yazmaya cesaret edemedin? Bana ha? Ah bir bilsen benim nasıl... Bence... Darya Aleksandrovna gelirken yolda aklından geçenleri Anna'ya açmak istedi; ama nedense o anda yersiz göründü ona bu. Konuyu değiştirmek amacıyla: — Neyse, sonra konuşuruz bunları, dedi. Akasya ve leylaklardan oluşmuş canlı bir duvarın ardında seçilen kırmızı yeşil damları göstererek ekledi: — Nedir bu yapılar? Küçük bir kasaba sanki. Ama Anna yanıt vermedi.


— Hayır, hayır! dedi. Benim durumum üzerine ne düşünüyorsun? Ne düşünüyorsun? Onu söyle, dedi. Darya Aleksandrovna: — Bence... diye başladı. Ama tam o anda, midilliyi sağ ayağıyla dörtnala kaldırmış Vasenka Veslovski kısacık ceketi sırtında, kadın eyerinin üzerinde ağır bedeniyle hoplayarak dörtnala geçti yanlarından. "Kalktı, Anna Arkadyevna!" diye bağırdı. Anna bakmadı bile o yana. Ama Darya Aleksandrovna bu uzun konuşmaya arabada başlamanın uygun kaçmayacağını düşündüğü için sözünü kısa kesti.


— Bir şey yok bence... dedi. Seviyorum seni ben. insan sevdiğini olduğu gibi sever, olmasını istediği gibi değil. Anna bakışını arkadaşının yüzünden ayırıp gözlerini kıstı. (Bu onun yeni, Doli'nin bilmediği bir alışkanlığıydı.) Bu sözün ne anlama geldiğini tam olarak anlamak için düşünceye daldı. Sonra – besbelli– bu sözü istediği anlamda anlayıp: — İşlediğin günahlar olmuşsa eğer, buraya gelişin, şu sözü söylemen hepsinin bağışlanmasına yetecektir, dedi. Anna'nın gözlerinin yaşardığını fark etti Doli. Bir şey söylemeden sıktı elini. Bir


anlık sessizlikten sonra yineledi sorusunu: — Söylesene, nedir şu yapılar? Ne çok yapı öyle? Anna: — Malikâne personelinin evleri, ahırlar, tavlalar, diye karşılık verdi. Şurada da park başlıyor. Çok bakımsızdı bütün bunlar. Aleksey bu duruma getirdi onları. Bu malikâneyi çok seviyor. Hem ondan hiç beklemediğim bir tutkuyla verdi kendini çiftlik işlerine. Öylesine yetenekli bir insan ki! Başladığı her işi çok iyi yapıyor. Sıkılmak bir yana, kendini vererek, büyük bir tutkuyla çalışıyor. Anladığım kadarıyla hesabını


kitabını bilir bir toprak sahibi oldu. Çiftlik harcamalarında eli sıkı bile davranıyor. Ama yalnızca çiftlik harcamalarında. On binler söz konusu olunca aldırmıyor. (Anna bunu, kadınların, sevgililerinin yalnız kendilerinin bildikleri özelliklerinden söz ederlerken olduğu gibi sevinç ve kurnazlık dolu bir gülümsemeyle söylemişti.) Şu büyük yapıyı görüyor musun? Yeni hastanedir orası. Bize yüz binden aşağı mal olmayacağını sanıyorum. Onun tek düşündüğü şey bu yapı şimdi. Kendini bu tutkuya nereden kaptırdı biliyor musun? Köylüler, çayırı kendilerine biraz daha ucuz bırakmasını rica ettiler ondan, o da reddetti. Bu yüzden cimri diye sitem ettim ona.


Yalnız bunun için değil kuşkusuz. Başka şeyler de bir araya gelince, cimri olmadığını göstermek için bu hastaneyi yaptırmaya karar verdi. Doğrusunu istersen, c'est une petitesse;[127] ama bu yüzden daha çok seviyorum onu. Evi göreceksin şimdi. Dedesinden kalma evdir bu, dış görünüşünde bir değişiklik yapılmamıştır. Bahçenin yaşlı ağaçlarının değişik tonda yeşillikler arasından ortaya çıkan sütunlu, güzel eve bakarken heyecanlanmıştı Doli. — Ah, ne güzel! dedi. — Gerçekten çok güzel, değil mi? Evin üst katının manzarasına doyum olmaz.


İki işçinin toprağı kabartılmış çiçek tarhına düzeltilmemiş delikli taştan bordür yaptıkları çakıl dökülmüş, çiçeklerle süslü avluya girdiler. Üstü örtülü kapının önünde durdular. Anna, uşakların kapının önünden götürmekte oldukları binek atlarına bakarak: — O gelmişler! dedi. Gerçekten hoş bir at bu, değil mi? Midillidir. Çok seviyorum onu. (Kapıdan fırlayan, güzel giyimli uşağa döndü.) Buraya getirin onu. Şeker verin. Kont nerede? (Onları karşılamaya çıkan Vronski ile Veslovski'yi gördü.) A, işte geliyor!


Vronski Anna'ya Fransızca: — Prensesi nereye yerleştireceksiniz? diye sordu. Anna'nın yanıtını beklemeden bir kez daha selamlaştı Darya Aleksandrovna ile. Bu kez elini de öpmüştü. — Sanırım balkonlu büyük odayı vereceksiniz ona? Anna, uşağın getirdiği şekeri sevgili atına verirken: — Yo, olmaz, orası uzak! dedi. Köşedeki oda iyi. Böylece daha sık görüşürüz. Hadi yürüyün.


Veslovski'ye döndü: — Et vous oublies votre devoir,[128] dedi. Veslovski parmaklarını yeleğinin cebine sokarken gülümsedi. — Pardon, fen ai tout plein les poches,[129] diye karşılık verdi. Anna, şeker yerken atın ıslattığı elini mendiliyle silerken: — Mais vous venez trop tard,[130] dedi. Sonra Doli'ye döndü: — Çok kalacak mısın bari? Bir gün mü?


Olmaz! Doli, biraz da arabadan çantasını alması gerektiği, yüzünün toz içinde olduğunu bildiği için mahcup: — Öyle söz verdim, dedi, hem çocuklar... — Olmaz Doli'ciğim, şekerim... Neyse, bakarız! Hadi gidelim, artık gidelim! Anna odasına götürdü Doli'yi. Vronski'nin dediği, ön cephedeki balkonlu oda değildi bu. Anna'nın Doli'ye özür dileyerek verdiği odaydı. Anna'nın verirken özür dilediği bu oda bile, Doli'nin ömründe oturmadığı, ona


Avrupa'daki en lüks otelleri anımsatan, çok zengin döşeli bir odaydı. Anna, üzerinde binici giysisi bir an Doli'nin yanına oturdu. — Ah, canım, ne mutluyum! dedi. Çocuklardan söz et bana biraz. Stiva'yı şöyle bir görebildim ancak. Çocuklardan söz etmesini beceremez zaten. Sevgili Tanya'ın nasıl? Kocaman kız olmuştur! Darya Aleksandrovna kısaca: — Evet, kocaman oldu, dedi. (Çocuklardan böylesine soğuk söz etmesi şaşırtmıştı onu.) Levinlerin yanında çok iyiyiz, diye ekledi.


Anna: — Benden tiksinmediğini bilseydim... dedi. Hep birlikte bize gelseniz ne iyi olurdu. Aleksey'in eski, çok yakın dostudur zaten Stiva. Birden kızarmıştı Anna'nın yüzü. Doli ne söyleyeceğini bilemeden: — Evet, ama çok iyiyiz orada... dedi. Anna bir kez daha öptü Doli'yi. — Bırak şimdi onları, dedi. Sevincimden saçmalıyorum. Seni gördüğüme öyle sevindim ki canım! Benim hakkımda ne düşündüğünü söylemedin daha. Her şeyi bilmek


istiyorum oysa. Ama beni olduğum gibi göreceğin için sevinçliyim. Benim için önemli olan, bir şeyi kanıtlamaya çalıştığımın düşünülmemesidir. Kanıtlamak istediğim bir şey yok. Yaşamak istiyorum yalnızca. Kendimden başka hiç kimseye kötülüğüm dokunsun istemiyorum. Buna da hakkım var sanıyorum. Öyle değil mi? Neyse, uzun konudur bu. Sonra enine boyuna konuşuruz her şeyi. Şimdi gidip giyineyim. Sana da hizmetçi kızı yollayayım.


XIX Darya Aleksandrovna yalnız kalınca bir ev kadını gözüyle inceledi odayı. Arabayla eve yaklaşırken, koridorlardan geçerken, şimdi odasında otururken her şey, yalnız İngiliz romanlarında okuduğu; ama Rusya'da, hele köyde hiç görmediği yeni Avrupa lüksünü anımsatmıştı ona. Bir bolluk, göz kamaştırıcı bir güzellik izlenimi bırakmıştı üzerinde. Yeni Fransız duvar kâğıtlarından, odanın bütün tabanını kaplayan halıya kadar her şey yepyeniydi. Karyolada yaylı bir döşek, değişik bir baş yastığı ve ipek kılıflı küçük küçük yastıklar vardı. Mermer lavabo da, tuvalet masası da,


kanepe de, masalar da, şöminenin üstündeki bronz saat de, perdeler de, duvarlardaki portreler de... her şey en pahalı cinsinden ve yepyeniydi. Saç tuvaletiyle giyinişi Doli'ninkinden daha modaya uygun olan şık oda hizmetçisi kız bile yeni, pahalıydı. Kızın kibarlığı, temizliği, hizmet edişindeki candan davranışı Darya Aleksandrovna'nın hoşuna gitmişti. Gelgelelim, bir talihsizlik sonucu valizine koyduğu yamalı geceliği yüzünden sıkılıyordu onun yanında. Evde öylesine gurur duyduğu yamalar utanç veriyordu ona şimdi. Evdeyken, altı geceliğe arşını altmış beş kapikten yirmi dört arşın pazen gideceğini, bunun,


işçiliği ve süslemeleri dışında on beş ruble tutacağını, geceliğini yamamakla bu on beş rubleyi kazandığını düşünürdü. Ama şimdi oda hizmetçisinin karşısında utanç değil de, bir sıkılganlık duyuyordu bundan. Darya Aleksandrovna, odaya çok eskiden tanıdığı Annuşka girince rahatladı biraz. Şık oda hizmetçisi hanımının yanına gideceğini söyleyip çıktı. Annuşka kaldı Darya Aleksandrovna'nın yanında. Hanımefendinin geldiğine çok sevindiği belliydi. Durmadan konuşuyordu. Doli onun, hanımının durumunu, özellikle kontun Anna Arkadyevna'ya olan sevgisi, bağlılığı üzerine düşüncelerini


açıklamak istediğinin farkındaydı. Ama o bu konuya girince kesiyordu hemen sözünü Doli. — Ben Anna Arkadyevna ile büyüdüm, her şeyden değerlidir benim için o. Bu konuda yargıda bulunmak bize düşmez. Hem sanıyorum sevmek... Darya Aleksandrovna kesiyordu sözünü: — Lütfen ver de yıkasınlar şunu. — Başüstüne efendim. Bizde ufak tefeği yıkama işine ayrıca iki kadın bakar. Çamaşırlar ise makinede yıkanır. Kont kendisi ilgilenir bütün bunlarla. Böyle bir koca...


Doli, Anna'nın odaya girmesine, böylece Annuşka'nın gevezeliğine bir son vermesine çok sevindi. Anna sade, patiska bir giysi giymişti. Doli büyük bir dikkatle gözden geçirdi bu giysiyi. Bu sadeliğin ne anlama geldiğini, ne kadar paraya mal olduğunu biliyordu. Anna, Annuşka için: — Eski bir tanıdık, dedi. Anna'nın sıkılganlığı geçmişti artık. Çok rahat, sakindi şimdi. Doli onun, buraya gelmesinin onda uyandırdığı etkiden artık kurtulduğunu; ruhundaki, duygularıyla içten düşüncelerinin


bulunduğu bölmenin kapısı kapanmış gibi, o yüzeysel, umursamaz tavrını takındığını gördü. Doli: — Ee, kızın nasıl Anna? diye sordu. — Ani mi? (Kızına Ani diyordu Anna.) Sağlığı yerinde. Çok düzeldi sağlığı. Görmek ister misin onu? Hadi gidelim, göstereyim sana. (Anlatmaya başladı.) Dadılarından az çekmedim. İtalyan bir sütanası var. İyi, güzel kadın; ama aptalın teki! Yol vermek istedik; ama çocuk öyle alıştı ki, hâlâ tutuyoruz. Doli, kızın soyadının ne olacağını sormak amacıyla: — Ee, nasıl bir yol buldunuz? diye


başladı. Ama Anna'nın yüzünün birden değiştiğini görünce sorusunun sonunu başka türlü getirdi: — Nasıl bir yol buldunuz da kesebildiniz onu memeden? — Asıl sormak istediğin bu değildi, değil mi? Soyadının ne olacağını sormak istiyordun. Öyle değil mi? Aleksey'i çok üzüyor bu. Soyadı yok çocuğun. Yani Karenina'dır soyadı. (Bunu söylerken, birleşen kirpiklerinden başka bir şey görünmeyecek, kadar kısmıştı gözlerini. Sonra birden aydınlandı yüzü.) Neyse, sonra konuşuruz bütün bunları. Şimdi gidelim, göstereyim onu sana. Elle est


tres gentille.[131] Emeklemeye başladı bile. Evin her yerinde Darya Aleksandrovna'yı şaşırtan lüks, çocuk odasında daha da şaşırtıcıydı. İngiltere'den getirtilmiş küçük arabalar, bebeklerin yürümesini kolaylaştıracak tekerlekli araçlar vardı. Çocuğun emeklemesi için özel olarak bilardo masası biçiminde yapılmış bir divan, salıncaklar, özel banyolar, daha bir çok şey vardı. Hepsi de İngiltere'den yeni getirtilmiş, sağlam, güzel, besbelli çok pahalı şeylerdi. Oda geniş, aydınlık, tavanı çok yüksekti. Anna ile Doli odaya girdiklerinde


çocuk, üzerinde tek bir gömlek, masada küçük koltuğunda oturuyor, et suyunda yemeğini yiyordu. Hep üzerine dökülmüştü yemeği. Çocuk odasında hizmet eden Rus kızı hizmetçi yediriyordu onu. Besbelli arada kendi de atıştırıyordu. Çocuğun sütanası da dadısı da yoktu görünürlerde. Bitişik odadaydılar. Ancak anlaşabildikleri tuhaf bir Fransızca ile konuştukları duyuluyordu. Anna'nın sesini duyunca, yüzünde tatsız ve çirkin bir anlatım olan süslü püslü, uzun boylu bir İngiliz kadın sarı buklelerini sallaya sallaya girdi odaya. Anna onu suçlamamıştı; ama o kendini savunmaya başladı hemen. Anna'nın her


söylediğini çabuk çabuk konuşarak "Yes my Lady" diye yineleyerek yanıtlıyordu. Kara kaşlı, simsiyah saçlı, pembe yanaklı, düzgün, sağlıklı ciltli, küçük bedeni pembe beyaz küçük kız, yeni gelene bakarken yüzündeki sert anlatıma karşın, pek hoşuna gitti Darya Aleksandrovna'nın. Onun sağlıklı görünüşünü kıskandı bile. Çocuğun emekleyişi de çok hoşuna gitti. Kendi çocuklarından hiçbiri böyle emeklememişti. Çocuk, gömleğini arkasında toplayıp onu halının üzerine koyduklarında çok tatlı bir görünümü vardı. Simsiyah gözleriyle büyüklere – besbelli onu seyrettikleri için mutlu– vahşi, küçük bir hayvan gibi bakarak,


gülümseyerek, bacaklarını iki yana açıp ellerine kuvvetle dayanarak, mini mini kıçını çabucak öne alıyor, sonra küçük kollarını ileri uzatıyordu. Çocuk odasının genel havası, özellikle İngiliz kadın hiç hoşuna gitmemişti Darya Aleksandrovna'nın. İnsandan çok iyi anlayan Anna'nın, kızına böylesine sevimsiz, hoppa bir İngiliz kadınını tutmasını Darya Aleksandrovna kendi kendine, Anna'nınki gibi uygunsuz bir aileye iyi bir kadının gelmeyeceği düşüncesiyle açıklamasından geliyordu bu hoşnutsuzluğu. Ayrıca, söz arasında geçen birkaç sözcükten Darya Aleksandrovna Anna'nın dadısıyla çocukla sık görüşmediklerini, annenin


çocuk odasına uğramasının olağan bir olay olmadığını anlamıştı. Anna bir oyuncağını vermek istedi çocuğa; ama bulamadı onu. İşin en garip yanı çocuğun kaç dişi olduğuna yanıt verirken Anna'nın yanılmasıydı. Son çıkan dişten haberi yoktu. Odadan çıkarlarken, kapının önünde duran oyuncağa çarpmasın diye eteğini kaldırdı Anna. — Burada ne kadar fazlalık olduğunu görmek bazen çok ağır geliyor bana, dedi. İlk çocuğumda böyle değildi. Darya Aleksandrovna çekingen:


— Bense bunun tam tersini düşünmüştüm, dedi. Anna çok uzaktaki bir şeye bakıyormuş gibi kıstı gözlerini: — Oh, hayır, dedi. Onu, Seryoja'yı gördüğümü biliyorsundur sanırım. Neyse, sonra konuşuruz bunları. İnanır mısın, önüne ansızın bir dolu sofra konan, hangisinden başlayacağını şaşıran aç bir insan gibiyim şu anda. Dolu sofra sen ve seninle yapacağımız, başka hiç kimseyle yapamayacağım konuşmalarımızdır. Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Maisje ne vousferai grâce de nen.[132] İçimi olduğu gibi dökmeliyim. (Anlatmaya


başladı.) Önce, burada karşılaşacağın kimselerle ilgili kısa bilgi vermeliyim sana. Kadınlardan başlıyorum. Prenses Varvara. Tanıyorsun onu. Stiva'nın da senin de onun üzerine düşüncelerinizi biliyorum. Stiva onun yaşamının tek amacının Katerina Pavlovna teyzeye üstünlüğünü kanıtlamak olduğunu söyler. Doğrudur. Ama temiz yüreklidir. Ben de minnettarım ona. Petersburg'da bir an oldu, un chaperon[133] gerekti bana. O imdadıma yetişti. Gerçekten temiz yürekli bir insandır. Durumumu çok kolaylaştırdı. İçinde bulunduğum durumun ağırlığını tam olarak anlamadığının farkındayım... Orada, Petersburg'da çok kötüydü durumum. Burada ise bütünüyle huzur içinde,


mutluyum. Neyse sonraya bırakalım bunu. Herkes üzerine bilgi vermem gerekiyor sana. Sonra Sviyajski geliyor. Bu bölgenin başkanıdır. Çok dürüst, değerli bir insan. Ama Aleksey'den bir beklediği var. Anlayacağın gibi, köye yerleşmesinden sonra büyük varlığıyla çevrede hayli önemli bir kişi olabilir Aleksey. Sonra Tuşkeviç var. Gördün onu. Betsi'nin evinden çıkmazdı. Artık yüz çevirdiler ondan, o da bize geldi. Aleksey'in dediğine bakılırsa, görünmek istedikleri gibi kabul edilirlerse çok iyi sayılabilecek insanlardan biriymiş. Prenses Varvara'nın dediği gibi de, et puis il est comme il faut.[134] Sonra Veslovski... Tanıyorsun onu, çok sevimli, cana yakın bir çocuk (Anna'nın


dudaklarında çapkın bir gülümseme belirdi.) Levin ile arasında geçen şu müthiş olay nedir? Veslovski anlattı Aleksey'e; ama inanmadık. Il est tres gentil et naif.[135] (Gene aynı gülümseme belirdi Anna'nın dudaklarında.) Erkeklerin de eğlenceye, çevresinde insanlar görmeye gereksinimleri var. Bu yüzden değer veriyorum bütün bu kalabalığa. Evimizde canlılık, neşe olmalı. Aleksey yeni bir şey istememelidir. Sonra kâhyayı göreceksin. Almandır. İşinin de ehli. Aleksey çok değer veriyor ona. Sonra doktor var. Genç bir adam, tam nihilist sayılmaz; ama bıçakla yemek yiyor, bilirsin... ama çok iyi bir insan... sonra mimar geliyor... Une petite


cour.[136]


XX Taraçaya, gölgede gergefin önünde Kont Aleksey Krilloviç'in koltuğuna bir kılıf işleyen Prenses Varvara'nın yanına geldiklerinde Anna. — İşte size Doli, prenses, dedi. Çok istiyordunuz onu görmeyi. Yemeğe kadar bir şey istemediğini söylüyor. Ama siz söyleyin kahvaltı hazırlasınlar. Ben de gidip Aleksey'i bulayım. Hepsini getireyim buraya. Prenses Varvara Doli'yi sevgiyle, biraz da koruyucu bir tavırla karşıladı. Ona hemen, Anna'yı onu büyüten ablasından


daha çok sevdiği için burada kaldığını; şimdi de herkesin Anna'ya yüz çevirdiği bu güç geçiş döneminde ona yardımcı olmayı kendine bir görev bildiğini anlatmaya koyuldu. — Kocası boşanmalarına razı olunca ben de yalnız yaşamıma döneceğim gene. Ama şimdi yararlı olabilirim. Benim için ne denli ağır olursa olsun, görevimi yapacağım. Başkaları gibi davranmayacağım. Sen de çok iyisin. Buraya gelmekle ne iyi ettin! Çok iyi geçinen bir karı koca gibi yaşıyorlar. Tanrı yargılayacaktır onları, biz değil. Ya Biryuzovski ile Arenyeva... Ya Nikandrof, ya Vasilyef ile Manonova, ya Liza Neptunova... Onlara bir şey diyen


oldu mu? Sonunda aralarına aldılar onları gene. Sonra da, c'est un intérieur si joli, si comme il faut. Tout-à-fait l'anglaise. On se réuit le matin au brekfeast et puis on se sépare.[137] Yemeğe kadar herkes canının çektiğini yapıyor. Saat yedide yeniyor yemek. Seni yollamakla çok iyi etti Stiva. Onlara sarılmak zorundadır. Biliyor musun, annesiyle ağabeyinin yardımıyla her istediğini yapabilir Vronski. Sonra, çok iyi şeyler yapıyorlar. Yaptırdığı hastaneden söz etmedi mi sana Vronski? Ce sera admirable,[138] her şeyi Paris'ten geldi. Konuşmalarını, erkekleri bilardo salonunda bulup onlarla birlikte taraçaya


dönen Anna kesti. Yemeğe daha çok vardı. Hava da çok güzeldi. Bu iki saati geçirmek için çeşitli yollar önerildi. Zaman geçirme yolları çoktu Vodzvijenski'de. Pokrovskiye'dekilerden değişikti hem bu yollar. Veslovski, dudaklarında o güzel gülümsemesi: — Une partie de lawn tennis,[139] dedi. İkimiz gene eş oluruz Anna Arkadyevna. Vronski: — Olmaz, hava sıcak, dedi. En iyisi bahçede dolaşmak. Sandalla bir gezinti yapmak. Darya Aleksandrovna sahili görür hem.


Sviyajski: — Ben her şeye razıyım, dedi. Anna: — Bence Doli için en iyisi bahçede dolaşmak, öyle değil mi? Sonra da kayığa bineriz. Böyle kararlaştırıldı. Veslovski ile Tuşkeviç kıyıya gittiler. Orada kayığı hazırlayıp onları bekleyeceklerdi. Bahçede iki çift olarak yürüyorlardı. Anna ile Sviyajski ve Doli ile Vronski. Doli kendini bulduğu, onun için bu yepyeni ortamda biraz sıkılganlık ve rahatsızlık duyuyordu. Anna'nın


davranışını yalnızca teorik olarak doğru bulmuyor, onun çok iyi yaptığını da düşünüyordu. Temiz, dürüst yaşamın tekdüzeliğinden bıkmış namuslu kadınlarda görüldüğü gibi Doli de yasadışı aşkı uzaktan yalnızca onaylamakla kalmıyor, ona imreniyordu da. Ayrıca, Anna'yı yürekten seviyordu. Ama gerçekte onu, yabancısı olduğu bu insanların arasında. Darya Aleksandrovna için yepyeni, kibar davranışları olan bu insanların arasında görünce sıkılmıştı. Özellikle burada bulduğu rahatı için onların her şeyini bağışlayan Prenses Varvara'yı görmek hiç hoşuna gitmemişti. Genelde Anna'nın davranışını doğru


buluyordu Doli. Ama uğruna bu davranışın yapıldığı erkeği görmek hoş bir şey değildi onun için. Ayrıca, hiçbir zaman hoşlanmamıştı Vronski'den. Vronski'yi çok mağrur bulur, öte yandan onda, zenginliğinden başka gururlanacağı bir şey göremezdi. Oysa burada, kendi evinde Vronski –elinde olmadan– daha bir etkilemişti Doli'yi. Onun yanında rahat olamıyordu bir türlü. Geceliği yüzünden oda hizmetçisi kızın yanında hissettiklerini hissediyordu onun yanında. Hizmetçi kızın karşısında yamalar için duyduğu, utanma değil de sıkılganlığa benzeyen o duygunun bir eşini de Vronski'nin yanında duyuyordu. Doli kendini mahcup hissediyor,


konuşacak bir konu arıyordu. Mağrur Vronski'nin evinin, bahçesinin övülmesinden hoşlanmayacağını düşünüyordu. Başka bir konu bulamadığı için evinin çok hoşuna gittiğini söyledi. Vronski: — Evet çok güzel, eski stilde hoş bir yapıdır, dedi. — Taşlığın önündeki avlu çok hoşuma gitti. Eskiden de öyle miydi orası? Vronski'nin yüzü hazdan aydınlandı. — Oh, hayır! dedi. O avluyu bu ilkbaharda görseydiniz!


Vronski, evin ve bahçenin çeşitli güzelliklerini anlatmaya başladı. Önceleri dikkatli, sakınarak konuşuyordu. Giderek heyecana kaptırdı kendini. Çiftliğinin güzelleşmesi, iyi bir duruma getirilmesi için büyük çaba harcayan Vronski'nin, buraya yeni gelen bir kimse karşısında bunlarla övünmek istediği, Darya Aleksandrovna'nın övgüsünün onu yürekten sevindirdiği belliydi. — Yorulmadıysanız, hastaneyi de görmek isterseniz gidelim, dedi. Hemen şuracıkta zaten. (Doli'nin hastaneye gitmek istediğinden, sıkılmadığından emin olmak istiyor gibi dönüp yüzüne bakmıştı.) Gidelim mi? (Anna'ya


döndü.) Sen geliyor musun, Anna? Anna, Sviyajski'ye baktı. — Geliyoruz, dedi. Değil mi? Mais il nefaut pas laisser le pauvre Veslovski et Tuşheviç vont se morfondre la dans le batenau.[140] Haber yollamamız gerek onlara. Anna, daha önce hastaneden söz ederken dudaklarında beliren o gizli, bazı şeyleri bildiğini gösteren kurnaz gülümsemesi gene dudaklarında, Doli'ye döndü. — Evet, onun buraya diktiği bir anıttır bu hastane, dedi. Sviyajski:


— Ah, büyük bir şey bu! dedi. Ama Vronski'nin her yaptığına evet diyormuş gibi bir duruma düşmemek için hafif eleştiri kokan bir tavırla: — Doğrusu şaşıyorum kont, diye ekledi. Beden sağlığı yönünden halk için bunca şeyler yapıyorsunuz da, okullara karşı ilgisizsiniz. Vronski: — C'est devenu tellement commun, les ecoles,[141] dedi. Ama doğrusunu söyleyeyim, asıl neden bu değil. Kendimi kaptırdım bir kez. (İki yanı ağaçlı yoldan yana açılan bir patikayı gösterdi Darya Aleksandrovna'ya.)


Hastaneye buradan gidiliyor. Bayanlar şemsiyelerini açtılar, yana ayrılan patikaya saptılar. Birkaç dönemeci döndükten, bahçe kapısından çıktıktan sonra Darya Aleksandrovna tam karşısında, yüksekçe bir yerde büyük, güzel gösterişli, hemen hemen bitmiş bir yapı gördü. Henüz boyanmamış sac damı parlak güneşte pırıl pırıl parlıyordu. Bu yapının yanında yeni bir yapıya daha başlanmıştı. Yapıyı çevreleyen iskelelerde önlüklü işçiler tuğlaları yerleştiriyor, teknelerle getirdikleri harcı boşaltıyor, malalarıyla düzeltiyorlardı. Sviyajski: — İş çok çabuk ilerliyor sizde! dedi.


Son geldiğimde çatı kapanmamıştı. Anna: — Sonbahara hepsi tamamlanacak, dedi. İçerisi hazır sayılır. — Peki bu yeni yapı nedir? Vronski: — Doktorun lojmanı ile eczane, dedi. Kendilerine doğru gelmekte olan kısa önlüklü mimarı görünce kadınlardan özür dileyip ona doğru yürüdü. İşçilerin kireç çıkardıkları kuyuyu dolanıp mimarın yanında durdu. Ona


heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmaya başladı. Ne konuştuklarını soran Anna'ya: — Alınlık çok alçak oldu gene, diye karşılık verdi. Anna: — Temelin yükselmesi gerektiğini çok söyledim, dedi. Mimar: — Evet, öyle yapsaydık çok iyi olurdu galiba. Anna Arkadyevna, dedi. Ama geçti artık.


Onun mimari bilgisi karşısında hayretini belirten Sviyajski'ye Anna: — Evet, ilgilenirim, diye karşılık verdi. Yapının hastane yapısına uygun olması gerekir. Oysa sonradan düşünüldü ve plansız başlandı. Vronski mimarla konuşmasını bitirdikten sonra bayanlara katıldı. Onları hastane yapısına götürdü. Dıştan daha kapıların, pencerelerin çevrelerini düzeltiyorlardı, alt katın boyasını yapıyorlardı; ama üst katta her şey bitmiş sayılırdı. Geniş demir merdiven sahanlığına çıkıp ilk büyük odaya girdiler. Duvarlar mermer görünüşünde sıva yapılmış, büyük


çerçeveler yerlerine takılmış, yalnızca parke döşemeler tamamlanmamıştı. Bir parke blokunu rendelemekte olan marangozlar, içeri giren bayan ve baylara selam vermek için saçlarını tutan bantları çözmek amacıyla işlerini bıraktılar. — Burası bekleme odası, dedi Vronski. Bir kayıt masası, bir masa, bir de dolap konacak buraya. Hepsi o kadar. Anna, boyanın kuruyup kurumadığına baktı. — Buradan, dedi. Şuradan geçeceğiz. Pencereye fazla yaklaşma Aleksey, boya kurumamış.


Bekleme odasından koridora geçtiler. Burada Vronski onlara yeni sistem havalandırma düzenini gösterdi. Sonra mermer banyoyu, yayları çok güzel karyolayı gösterdi. Daha sonra koğuşları gezdirdi onlara. Kileri, çamaşır deposunu, peşinden yeni tip ocakları, gerekli şeyleri koridorda hiç gürültü çıkarmadan taşıyacak servis arabalarını, daha bir sürü şeyi gösterdi. Sviyajski bütün bunları her yenilikten haberi olan bir insan tavrıyla değerlendiriyordu. O güne dek görmediği şeyler karşısında düpedüz şaşıp kalıyordu Doli. Gördüklerinin hepsini anlamak amacıyla her şeyi soruyordu. Onun bu ilgisi görülür bir haz veriyordu Vronski'ye. Sviyajski:


— Evet, dedi. Sanıyorum, Rusya'da kusursuz yapılmış tek hastane bu olacak. Doli: — Peki doğum bölümünüz olmayacak mı? diye sordu. Köyde çok gereklidir. Ben sık sık... Vronski bütün kibarlığına karşın kesti Doli'nin sözünü: — Bu doğumevi değil, hastanedir. Bulaşıcı hastalıkların dışında her türlü hastalıkla ilgilenilecektir. (Yataktan yeni kalkmış hastalar için getirtilmiş tekerlekli koltuğu Darya Aleksandrovna'ya doğru itti.) Şunu görüyor musunuz? Bakın... (Koltuğa


oturup sürdü onu.) Hasta yürüyemiyorsa, henüz bitkinse ya da ayaklarından rahatsızsa, hava alması da gerekiyorsa, dolaşacak bu koltukla... Darya Aleksandrovna her şeyle ilgileniyor, her şeyden çok hoşlanıyordu. Ama en çok hoşlandığı Vronski'nin kendisiydi. Onun o doğal, içten heyecanıydı. Arada Vronski'nin anlattıklarını dinlemeden yüzüne bakarak, yüzündeki anlatımı anlamaya çalışarak, içinden kendini Anna'nın yerine koyarak şöyle düşünüyordu: "Evet, çok sevimli, iyi bir insan." Vronski heyecanıyla, canlılığıyla çok hoşuna gitmişti şimdi. Anna'nın ona niçin tutulduğunu anlıyordu.



XXI Vronski, Sviyajski'nin yeni aldıkları aygırı görmek istediği ahıra gitmelerini öneren Anna'ya: — Olmaz, dedi. Sanıyorum yoruldu prenses. Atlar da ilgilendirmiyor onu. Siz gidin, ben prensesi eve götüreyim. Yolda konuşuruz biraz. (Doli'ye döndü.) İsterseniz kuşkusuz... Darya Aleksandrovna biraz şaşırmış: — Atlardan hiç anlamam, dedi. Sizinle eve dönmek de zevktir benim için. Darya Aleksandrovna. Vronski'nin


yüzünden, onun kendisiyle konuşmak istediğini anlamıştı. Yanılmamıştı da. Bahçe kapısından yeniden bahçeye girdiklerinde Vronski, Anna'nın gittiği yöne şöyle bir göz atıp onun, konuşmalarını duyamayacağından, onları göremeyeceğinden emin olduktan sonra, gözlerinin içi gülerek: — Sizinle konuşmak istediğimi anladınız, diye başladı. Anna'nın dostu olduğunuzdan kuşkum yok. Şapkasını çıkardı, mendilini aldı cebinden, açılmaya yüz tutmuş başını sildi. Darya Aleksandrovna yanıt vermedi. Yalnızca ürkek gözlerle baktı yüzüne. Vronski ile yalnız kalınca birden dehşete kapılmıştı: Gülen gözleri,


yüzünün sert anlatımı korkutmuştu onu. Vronski'nin onunla ne konuşacağı üzerine bir sürü düşünce geçti aklından bir anda: Çocuklarla birlikte buraya gelip onların konuğu olmamı isteyecek, ben de bu isteğini reddetmek zorunda kalacağım. Ya da Moskova'da Anna'ya bir çevre sağlamamı isteyecek... Sakın şu Vasenka Veslovski'nin Anna'ya karşı davranışlarını sormasın bana? Belki de Kiti'den, ona karşı suçlu olduğundan söz edecektir? Hep kötü, hoş olmayan şeyler düşünüyordu Doli; ama Vronski'nin onunla konuşmak istediği konuyu tahmin edememişti. — Anna üzerinde büyük etkiniz vardır,


dedi. Sizi çok sever. Yardım edin bana. Darya Aleksandrovna soru dolu, ürkek bakışını Vronski'nin kâh ıhlamur ağaçlarının arasından süzülen güneş ışığında yer yer aydınlanan, kâh gene gölgede kalan canlı yüzüne kaldırdı. Onun ne diyeceğini bekliyordu. Ama Vronski bastonuyla çakıllara vura vura, bir şey söylemeden Darya Aleksandrovna'nın yanı sıra yürüyordu. — Anna'nın eski dostlarından bize gelen tek kadın sizsiniz. –Prenses Varvara'yı saymıyorum– Bunu, durumumuzu olağan bulduğunuzdan değil, bu durumun bütün ağırlığını gördüğünüz, Anna'yı sevdiğiniz, ona yardım etmek istediğiniz için yaptığınız kanısındayım.


Yanılmıyorum, değil mi? Doli'nin yüzüne baktı Vronski. Darya Aleksandrovna şemsiyesini kaparken: — Ah, evet, dedi. Vronski: — Hayır, diye kesti sözünü. Durmakla karşısındakini güç bir duruma sokmuş olduğunu unutup elinde olmadan durmuştu. Öyle ki, Doli de durmak zorunda kaldı. Vronski: — Anna'nın durumunun ağırlığını benim


kadar yürekten hiç kimse hissedemez, dedi. Beni duyguları olan bir insan saymak lütfunda bulunursanız, çok da doğaldır bunu benim kadar yürekten kimsenin hissetmemesi. Onun bu durumuna neden olan benim. Bu yüzden de en yürekten ben hissediyorum bunu. Vronski'nin bunu büyük bir içtenlikle, kararlılıkla söylediğini elinde olmadan hayranlıkla izliyordu Darya Aleksandrovna. — Anlıyorum, dedi. Ama korkarım, onun bu durumuna neden olduğunuzu düşündüğünüz için abartıyorsunuz... Kabul ediyorum, sosyete içinde güçtür durumu.


Vronski üzgün, buruşturdu yüzünü. Çabuk çabuk konuşarak: — Sosyete bir cehennemdir onun için! dedi. Petersburg'da kaldığımız iki haftada çektiği ruhsal işkenceden daha korkuncunu düşünmenin bile olanağı yoktur... Buna inanmanızı diliyorum. — Evet, ama burada Anna da... siz de sosyeteye gereksinim duymadığınız sürece... Vronski küçümser: — Sosyete mi? dedi. Ne gereksinimimiz olabilir sosyeteye? — Bu gereksinimi duyacağınız zamana


dek –belki de hiçbir zaman duymazsınız– mutlu, huzur içinde hissedeceksiniz kendinizi. Anna mutlu. Hem çok mutlu, farkındayım. Söz arasında kendi de söyledi bunu bana. Darya Aleksandrovna gülümsedi. Bunu söylerken elinde olmadan kuşku etmişti. Anna'nın gerçekten mutlu olup olmadığından. Ama Vronski'nin kuşku etmediği belliydi. — Evet, evet, dedi. Çektiği onca acıdan sonra yeniden yaşamaya başladığını biliyorum. Mutludur Anna. Şu andaki yaşamı mutlu olmasına yetiyor. Ama ben? Bizi bekleyen şeylerden korkuyorum... Bağışlayın yürümek mi istiyordunuz?


— Hayır, benim için fark etmez. — Öyleyse şuraya oturalım. Darya Aleksandrovna yolun kenarındaki banka oturdu. Vronski karşısında ayakta durdu. — Onun mutlu olduğunun farkındayım, dedi. Anna'nın mutlu olup olmadığı kuşkusu daha da güçlenmişti şimdi Darya Aleksandrovna'nın içinde. Vronski sürdürüyordu konuşmasını: — Ama böyle sürüp gidebilir mi? Bu


yaptığımızın iyi mi kötü mü olduğu başka bir konudur. Ama ok yaydan çıktı bir kez. (Rusça'dan Fransızcaya geçmişti birden.) Ömür boyu bağlandık birbirimize. Bizi birleştiren, bağların en kutsalı saydığımız aşk bağıdır. Bir çocuğumuz var. Başka çocuklarımız da olabilir. Ama yasalar ve durumumuz öyle ki, Anna şimdi, çektiği acılardan, başından geçen onca şeyden sonra bütün ruhuyla dinlenirken görmediği, görmek istemediği binlerce güçlük çıkıyor karşısına. Hak veriyorum ona. Ama benim elimde değil bu güçlükleri görmemek. Kızım yasalara göre benim kızım değil. Karenin'in kızı. Bu yalanı istemiyorum!


Vronski, kolunu hayır anlamına sertçe sallayarak söylemişti bunu. Sonra soru dolu bir bakışla, canı sıkkın baktı Darya Aleksandrovna'nın yüzüne. Darya Aleksandrovna bir şey söylemiyor, Vronski'nin yüzüne bakıyordu yalnızca. Vronski sürdürüyordu konuşmasını: — Yarın bir oğlum olacak; ama yasaya göre o da Karenin soyadını taşıyacak. Malım mülküm çocuklarıma kalmayacak. Ne denli mutlu olursak olalım, kaç çocuğumuz olursa olsun, benimle çocuklarım arasında bir bağ bulunmayacak. Karenin soyadını taşıyacaklar. Bu durumun ağırlığını, dehşetini anlıyorsunuz sanırım! Anna'ya


açıklamayı denedim. Sinirlendiriyor onu bu. Anlamıyor. Ben de anlatamıyorum. Şimdi bir de ters yönden bakın duruma. Mutluyum, onun sevgisi mutlu etmeye yetiyor beni. Ama bir işim, bir uğraşım olmalı. Bu uğraşı buldum kendime, gurur da veriyor bana bu, hem eski saraylı arkadaşlarımın, görev arkadaşlarımın uğraşlarından da soylu buluyorum bu uğraşımı. Dünyada değişmem işimi onların işine. Burada istediğim gibi çalışıyorum, mutluyum. Hayatımdan da memnunum. Mutluluk için başkaca bir şey gerekli değil bize. Seviyorum bu işimi. Cela n'est pas un pisaller,[142] tam tersine. Vronski'nin ne söyleyeceğini şaşırdığını


fark etti Darya Aleksandrovna. Onun konudan bu ayrılışının nedenini tam anlayamıyor; ama onun, Anna ile konuşamayacağı ruhsal sorunlardan söz etmeye bir kez başladıktan sonra, şimdi her şeyi açıklayacağını, köydeki uğraşı sorununun da ruhunda, Anna ile olan ilişkilerinin bulunduğu gizli düşünceler bölümünde olduğunu hissediyordu. Vronski kendini toparladıktan sonra: — Evet, dedi. Çalışırken insan için en önemli olan duygu, yaptığının kendisiyle birlikte ölmeyeceği, vârislerinin olacağı inancıdır. Oysa bende yok bu inanç. Çocuklarının, sevdiği kadından olan çocuklarının onun çocukları olmayacağını, başka birinin, onlardan


nefret eden, onları tanımak istemeyen bir insanın çocukları olacağını önceden bilen bir insanın durumunu getirin gözünüzün önüne... Korkunç bir şey bu! Sustu Vronski. Çok heyecanlı olduğu belliydi. Darya Aleksandrovna: — Evet, anlıyorum kuşkusuz, dedi. Peki, ama Anna ne yapabilir bu durumda? Vronski kendini toparlamaya çalışıyordu. — Evet, konuşmamın amacına getirdi beni bu sorunuz dedi. Bazı şeyler yapabilir. Ona bağlıdır bu... Çocuğu


evlat edinmeme izin verilmesi için Çar'a dilekçe verebilmem için bile yasal boşanma gerekli. Bu da Anna'ya bağlıdır. Kocası boşanmaya razı olmuştu... Kocanız yoluna koymuştu bu işi o zaman. Sanıyorum şimdi de reddetmeyecektir boşanmayı kocası. Bir mektup yazılsa ona, yetecek. O zaman, kocası Anna isterse boşanmayı reddetmeyeceğini söylemişti. Elbette... (bir keder kapladı Vronski'nin yüzünü) onun gibi kalpsiz insanların yapabileceği Farisey[143] canavarlıklarından biridir bu. Onu anımsamanın bile Anna'ya ne büyük bir acı verdiğini biliyor. Anna'yı tanıdığı için bir mektup istiyor ondan. Bunun Anna için büyük bir acı olacağını biliyorum. Ama ortadaki nedenler


öylesine büyük ki, passer pardessus toutes ces finesses de sentiment,[144] gerek. Il y va du bonheur et de l'existence d'Anne et de ses enfants.[145] Gerçi benim için de çok ağır bir şey bu. Hem çok ağır. Ama kendim için istemiyorum bunu. (Vronski, ona ağır gelen şey için birisine gözdağı veriyormuş gibi söylemişti bunu.) Evet prenses, hiç utanmadan cankurtaran simidi gibi sarılıyorum size. Kocasına mektup yazıp boşanmak istediğini bildirmeye razı edin onu! Darya Aleksandrovna, Aleksey Aleksandroviç ile son görüşmesini anımsamıştı. Dalgın:


— Evet, elbette, dedi. Anna'yı düşününce bu kez kararlı: — Evet, elbette, diye yineledi. — Onun üzerindeki etkinizden yararlanın. Mektubu yazmasını sağlayın. Onunla bu konuda konuşmak istemiyorum. Konuşamıyorum da. — Pekâlâ, konuşacağım. Nasıl oluyor da Anna kendi düşünemiyor bunu? Darya Aleksandrovna nedense Anna'nın yeni tuhaf alışkanlığını, gözlerini kısmasını anımsamıştı birden. Anna'nın gözlerini, konu ruhsal konulara değindiği zaman kıstığını da anımsamıştı. "Her


şeyi görmemek için gözlerini kısarak bakıyor sanki çevresine," diye geçirdi içinden. Darya Aleksandrovna, Vronski'nin minnettarlığını belirtmesi üzerine: — Evet, kendim için de, onun için de konuşacağım Anna ile, dedi. Kalkıp eve yürüdüler.


XXII Anna eve döndüğünde, ondan önce gelmiş Doli'nin yüzüne, Vronski ile onun arasında geçen konuşmayı soruyormuş gibi dikkatli dikkatli baktı; ama bir şey sormadı. — Yemek zamanı geldi artık sanırım, dedi. Doğru dürüst göremedik birbirimizi daha. Akşamdan umutluyum. Şimdi giyinmeye gitmem gerek. Sanıyorum sen de giyineceksin. İnşaatta berbat oldu üstümüz başımız. Doli kendi odasına gitti. Gülmek geliyordu içinden. Giyinecek bir şeyi


yoktu. En iyi giysisi üzerindeydi çünkü. Ama yemeğe hazırlandığını bir şeyle göstermek için oda hizmetçisine giysisini temizlemesini söyledi. Manşetleriyle kurdelesini değiştirdi, saçına bir dantel iliştirdi. Üçüncü kez giysi değiştirip gene son derece sade bir kıyafetle odasına giren Anna'ya gülümsedi. — Yapabileceğimin hepsi bu, dedi. Anna, kendi şıklığı için özür diliyormuş gibi: — Evet, çok resmiyizdir biz burada, dedi. Bir şeyden hoşnut olduğu pek seyrek görülen Aleksey'i çok sevindirdi


senin gelmen. Bayılıyor sana. Yorulmadın ya? Yemek yakındı. Herhangi bir konuda konuşacak zaman yoktu. Salona girdiklerinde Prenses Varvara ile siyah redingotlarını giymiş erkekler oradaydılar. Mimar fraklıydı. Vronski, doktorla malikâne kâhyasını tanıştırdı konuğa. Mimarı daha hastanede tanıştırmıştı onunla. Sinekkaydı tıraşlı yuvarlak yüzüyle kolalı papyon kravatıyla pırıl pırıl, şişmanca şef garson yemeğin hazır olduğunu bildirdi. Kadınlar kalktılar. Sviyajski'den Anna Arkadyevna'yı koluna takmasını rica etti Vronski. Kendi de Doli'ye yaklaştı. Veslovski,


Tuşkeviç'ten önce uzattı kolunu Prenses Varvara'ya. Böylece Tuşkeviç malikâne kâhyası ve doktorla birlikte yürüdü yemek salonuna. Masa, yemek salonu, yemek takımları, hizmetçiler, şarap ve yemekler evin modern lüksünün genel havasına uymakla kalmıyor, her şeyden daha lüks, parlak görünüyorlardı. Darya Aleksandrovna kendisi için yeni olan bu lükse bakıyor, kendi evini yöneten bir ev kadını olarak, bu gördüklerinden hiçbirini kendi evinde uygulama umudunun olmadığını bile bile –onun yaşayış düzeyinden çok yükseklerdeydi bütün bunlar– elinde olmadan, en küçük şeyi dikkatle inceliyor; bütün bunları


kimin, nasıl yaptığını soruyordu kendine. Vasenka Veslovski de, kendi kocası da, Sviyajski bile, tanıdığı birçok erkek hiç düşünmezlerdi bunu, iyi bir ev kadınının konuklarına, içinde yaşadığı lüksün çok kolaylıkla kazanıldığını, kendiliğinden olduğunu hissettirmek istediği inancındaydılar. Darya Aleksandrovna, sabah kahvaltısında çocuklara verilen pirinç lapasının bile kendiliğinden olmadığını; bunca lüksün, böylesine bir düzenin elde edilmesi için büyük çaba ile dikkatin gerektiğini biliyordu. Darya Aleksandrovna, Aleksey Krilloviç'in masayı gözden geçirirkenki bakışından, başgarsona yaptığı baş işaretinden, Darya Aleksandrovna'ya soğuk çorba mı sıcak çorba mı istediğini soruşundan, bu


düzenin doğrudan doğruya evin erkeğinin çabasıyla elde edildiğini, desteklendiğini anlamıştı. Bunda Anna'nın etkisinin Veslovski'ninkinden çok olmadığı belliydi. Anna da Sviyajski gibi, prenses ile Veslovski gibi, onlar için hazırlanan şeylerin keyfini neşeyle çıkaran bir konuktu. Yalnızca konuşmanın yönetiminde bir ev sahibesi gibi davranıyordu Anna. Küçük bir masada kâhya gibi, mimar gibi, alışık olmadıkları bu lüksün karşısında ürkmemeye çalışan, herkesin katıldığı bir konuşmaya uzun süre katılamayan, bambaşka bir dünyanın insanlarının yanında konuşmayı yönetmenin bütün güçlüğüne karşın, her zamanki zekâsıyla,


doğallığıyla, –hatta Darya Aleksandrovna'nın fark ettiği gibi, zevkle– yönetiyordu konuşmayı. Konuşma döndü dolaştı, Tuşkeviç ile Veslovski'nin sandalda yalnız başlarına dolaşmalarına geldi. Sonra Tuşkeviç, Petersburg'da Yat Kulüp'teki son yarışları anlatmaya başladı. Ama Anna onun bir an susmasından yararlanıp sessizliğine bir son vermek için hemen mimara döndü. Sviyajski'yi gösterip: — Son gelişiyle bu gelişi arasında yeni yapıda gördüğü ilerlemeye şaştı Nikolay İvaniç, dedi. Oysa ben her gün gidiyorum oraya, her gün de şaşırtıyor beni hızlı ilerlemesi.


Mimar gülümsedi: — Kont hazretleriyle çok rahat çalışıyor insan, dedi. (Ağırbaşlı, saygılı, sakin bir insandı mimar.) İl büyükleriyle çalışmaya benzemiyor, kendileriyle çalışmak, ilde sürüyle kâğıt doldurularak açıklanacak bir işi burada sözlü olarak anlatıyorum konta. Konuşup anlaşıyoruz. Üç sözcükle bitiriveriyor... Sviyajski gülümsedi. — Amerikan usulü, dedi. — Evet efendim. Yapılar rasyonel bir biçimde yükselmektedir orada... Konuşma, Birleşik Devletler'de


yöneticilerin, ellerindeki olanakları kötüye kullandıkları konusuna geçmişti. Ama Anna, kâhyayı gömüldüğü sessizlikten çekip çıkarmak amacıyla başka bir konuya çevirdi sözü. Darya Aleksandrovna'ya döndü. — Orak makinesi gördün mü hiç? diye sordu. Seninle karşılaştığımızda makineyi görmeye gitmiştik. Dönüyorduk. Ben de ilk kez gördüm. Doli: — Nasıl çalışıyor bu makineler? diye sordu. — Tıpkı makas gibi. Bir tahta ile bir sürü küçük makas var. Hepsi o kadar.


Anna yüzük dolu güzel, bembeyaz eliyle bıçak ile çatalını aldı, orak makinesinin nasıl çalıştığını göstermeye koyuldu. Açıklamasından bir şey anlaşılmayacağının farkında olduğu belliydi. Ama hoş konuştuğunu, ellerinin güzel olduğunu bildiği için sürdürüyordu anlatmasını. Gözlerini Anna'dan ayırmayan Veslovski kur yapıyormuş gibi: — Daha çok çakıyı andırıyor, dedi. Anna belli belirsiz gülümsedi. Ama karşılık vermedi Veslovski'ye. Kâhyaya döndü. — Öyle değil mi Karl Fyodoroviç?


dedi. Makas gibi çalışıyor, değil mi? Alman: — O, ja. Est ist ein ganz einfaches Ding,[146] dedi. Makinenin yapısını anlatmaya koyuldu Sviyasjki: — Ne yazık ki kestiğini demet yapmıyor, dedi. Viyana fuarında telle demet bağlayanını görmüştüm. Öyle bir makine çok daha kazançlı olurdu sanırım. — Es kommt drauf, an... Der Preis fom Draht muss ausgerechnet werden.[147] Sessizliğinden sıyrılan Alman,


Vronski'ye döndü, — Das lasst sich ausrechnen, Erlaucht.[148] Hesaplarını yaptığı küçük defteriyle kurşun kaleminin bulunduğu cebine atmıştı elini, yemekte olduğunu anımsadı, Vronski'nin soğuk bakışını da fark edince tuttu kendini. — Zu complicirt, macht zu viel Klopot,[149] diye bitirdi sözünü. Vasenka Veslovski, Alman'a takıldı. — Wünst man Dochots, so hat man, auch Klopots,[150] dedi. (Aynı gülümsemesi dudaklarında Anna'ya


döndü.) J'adore l'allemand.[151] Anna şakacı bir sertlikle: — Cessez,[152] dedi. Sonra hastalıklı bir doktora döndü. — Biz de sizi kırlarda bulacağımızı sanıyorduk. Vasiliy Semyoniç. Gittiniz mi oraya? Doktor kederli bir şakayla: — Oradaydım; ama buharlaşıp uçtum, dedi. — Güzel bir gezinti yaptınız öyleyse.


— Fevkalade! — Peki, yaşlı kadının sağlık durumu nasıl? Tifüs değildir umarım? — Tifüs olmasına tifüs değil; ama durumu da parlak değil. Anna: — Çok yazık, dedi. Böylece evinde çalışanlara gerekli nezaketi gösterdikten sonra konuklarına döndü. Sviyajski şakacı: — Sizin anlatmanıza göre gene de çok güç bir orak makinesi yapmak. Anna Arkadyeviç, dedi.


Anna, makinenin yapılışını anlatışında Sviyajski'nin de fark ettiği tatlı bir şeyin olduğunu bildiğini gösteren bir gülümsemeyle: — Hayır, nedenmiş? dedi. Onun bu yeni, bir genç kıza yaraşan cilveli tavrı tatsız bir izlenim bırakmıştı Doli'nin üzerinde. Tuşkeviç: — Ama Anna Arkadyevna'nın mimari bilgisine diyecek yok, dedi. Veslovski: — Elbette, dedi. Dün Anna Arkadyevna'nın "Saçaklıkları da planyaya vurun," dediğini duydum, dedi.


Yanılmıyorum, değil mi? Anna: — Bu konuda bunca şey duyduktan sonra şaşılacak bir yanı yoktur bunun, diye karşılık verdi. Oysa siz yapılanların neden yapıldığını bile bilmiyorsunuzdur belki? Darya Aleksandrovna, Veslovski ile arasındaki flört havasından Anna'nın hoşnut olmadığını; ama elinde olmadan da kendini bu havaya kaptırdığını hissediyordu. Bu konuda Vronski hiç de Levin gibi davranmıyordu. Veslovski'nin gevezeliklerine önem vermediği


belliydi. Tam tersine, o yöne itiyordu onu. — Peki, söyleyin bakalım Veslovski, taşları neyle yapıştırıyorlar birbirine? — Tabii ki çimentoyla. — Bravo! Ya çimento nedir? — Şey, bir çeşit bulamaç... hayır, macun gibi bir şey. Veslovski'nin bu sözüne herkes kahkahayla gülmeye başlamıştı. Sıkıntılı bir sessizliğe gömülmüş doktor, mimar ve kâhya dışında sofradakiler arasında konuşma kâh yağ gibi kayarak,


kâh arada bir, bir şeye takılarak, kâh bazılarını iğneleyerek sürüp gidiyordu. Bir ara da Darya Aleksandrovna'ya dokundu söylenen bir şey. Darya Aleksandrovna sinirlendi. Kıpkırmızı oldu. Neden sonra düşünebildi uygunsuz, gereksiz bir şey söyleyip söylemediğini. Sviyajski Levin'den söz etmeye başlamıştı birden. Onun, makinelerin Rus tarımında yalnızca zararlı olacakları üzerine tuhaf düşünceleri olduğunu söylemişti. Vronski gülümsedi. — Bu Bay Levin'i tanımak mutluluğuna eremedim, dedi. Ama kötülediği o makineleri ömründe görmemiştir sanırım. Gördüyse ve denediyse de Avrupa yapısı olanları değil, entipüften


Rus mallarını görmüş, denemiştir. Bu durumda makineler üzerinde nasıl bir görüşü olabilir. Veslovski Anna'ya dönüp gülümseyerek: — Alaturka bir görüş olsa gerek bu, dedi. Darya Aleksandrovna kıpkırmızı kesilerek karıştı söze: — Onun makineleri kötülemesini savunamam kuşkusuz. Ama şunu söyleyebilirim, son derece kültürlü bir insandır Levin. Şimdi burada olsaydı size vereceği yanıtı bilirdi. Ama benim elimden gelmez bu.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.