Arthur koestler spartacüs kuzey yayınları

Page 1



ARHUR KOE STLER

SPARTACUS


KUZEY

YAYINLARI:

19

• ()ykll

ve Roman

ı:iizisi :

5

• ·Kuzey Yayınlan'nda Birinci Baskı : Aralık 1984

KUZEY YAYlNLARI

Şimşek Sok. No : ·14/11 A:şa�ı Ayrancı/ANKARA Tel:

304081

Kapak: Ali CENGİZKAN

lb'yal Matbaacılık

- Tel: 298318 - 30 8061 - .ANXARA


ARmUR KOESTLER

SPARTACUS Çeviren ZÜHAL AVCI

K:UZ·EY! YAYINLARI



BİRİNCİ BÖLÜM 1

BAŞKALDIRI



ÖN SÖZ

YUNUSLAR Sabah olmamıştı daha, horozlar bile ötmemişti. Ama devlet görevlilerı horozlardan önce kalkar. öyle yapma­

' lan da gerekir. Zabıt ktifibi Quintus Apronius alıştı artık. Alıştı ama yine de homurdanıyor ve çıplak ayaklanyla terAlu döŞemede sal:ldal larını anyor. Yine ters dönmü ş sandallar, burunları ya. taita doğru ı Apronius'un günün başlangıcı nda karşılaştı�ı ilk aksilik! Pencereye yaklaşıp şöyle d er in bir nefes alıyor. Gözleri av­

luda. Beş katlı binanın önünde derin bir uçurum gibi görünü­ yor ·avlu. !şte, hizmetçisi Pomponia çıkıyor merdiveni. Sahip ol­ dutu tek. esir bu Pomponia. Bir elinck sabah kahvaıtısi, bir elin­

de sıcak su kovası, her sabah aynı saatte gelir Pomponia, biıç şaşmaz, Ama ihtiyardır, iskelet! çılonıştır.

Su ılık, kalıvaltı yenecek gibi değil z günün ikin.ci aksilitil Fakat, Qu intu s Apronius aşıl «Yunuslan» düşünüyor � gü. nün keyifli, en parlak anını. Bunun mutluluğU şimdiden keyif­ lendiriyor Apronius'u. yüzOne bir gillfimseme yayılıyor. Pompo. nia Odada dört dönüp istediği kadar söylenebilir, tstedii�i kadar payiayabilir onu.

Elbiselerini fırçaladı Pomponia, karmakanşık pllli togasını sardı. Apronius merdivenlerden inerken, bir yandan da togasının etekleri basamaklara de itmesin diye dikkat ediyor. Mutlaka pen. cereden kendisini seyrediyordur Pomponla. Sokak daracık, Gün neredeyse doitacak. Puvarlara sürünerek yürüyor Quintus Apronius. öküzlerin, atıarın çekti�i dizi dizi ara­ balar yolda yürüyecek yer bırakınıyar ki! Aitzına kadar dolmu ş yol; arabalarla, patırtı gürültüyle, arabacilann baitnşlanyla dol­ rquş. Gündüzleri Capua sokaklarından araba geçmesi yasaktır. -9-


A,pronius, İtriyat pazanyla

işçiyle karşılaştı.

Balik

pazarının sınınnda bir

grup

Sert baloşlı, saçları sakalları birbirine kanşmiş,

şehir meclisinin köleleri bunlar.

v

Kasvetli bir manzara. Bir evin eteklerini top;.

du anna yamyassı yapışıyor. Apro.oius, togasımn

luyor . Allah kahretsini Kölelerden ikisi çarpıp geçti Apronius'a.

ııldan

Aldırmadılar, özür dilem.ediler b1le. Hırs

ti bi , ama

ağzını açmaya da

mendeburlar. Bu adetler

de

titriyor zabıt Jta.

cesaret edemiyor. Zincirli değil bu

yenı çıktı! Muhafızlan ise, taa geri­

den geliyor. Neyse ge�tiler ... Apronius yürüyebilir artlk; ama ne­

ye yarar, günü berbat oldu blr kere! Son

günlerde tehlilreler artıp

duruyor. Büyük diktatör Cilla

oldu millet de yine azdı kudurdu. Ne adamdı Cilla! Düzeni ye niden kurmuş, ayak takımı na demir yumruğunu göster� mişti. Ondan önceki bütün bir yilzyıl, ihtilal kanşıklıklarıyla geç­ mişti : Gracus k ardeşler ve çılgınca ihtilai planlan, Sicilya'da öleli beş yıl

,

kölelerin korkunç ayaklanması, Marlus ile Cinna, Romalı esirleri silahlandınp ar!stokratıann üstüne saldıkları zaman, o

ayak ta­

kımının işlediği cinayetler ... Neredeyse temellerinden sarsılacaktı uygarlık! Neyse ki Cilla imdada yetişmişti. Hemen dizginleri eline almış, eski soylutann egemenliğini yeniden

sağlamış, hatiplerin ağzını

bağlamış, ele­

başılann başını ur;urmuş, halk partisinin önderlerini İspanya 'ya sürmüş{ü. Daha sonra da bedava buğday dağıtımını kaldınp, ay­ laklığa ödül verilmesini

önl emi ş

,

halka, binlerce yıl, hattı\ son­

suza kada'r yerinde. kalacak bir anayasa armağan etmişti. zık ki, çok geçmeden bitler sarmıştı

[tifüs]

Ne

Cilla'nın vücudunu.

ya­ Bit

hastalığına tutulmuş bitler kemirmişti Cilla'yı.

Sadece beş yıl geçmişti ama, o mutlu günler ne kadar uzakta kalmış gibi görünüyordu şimdi. Dünya yine karışıklıklarla, teh­ ditlerle doldu. Ayiaklara yine bedavadan buğday veriyorlar. Ha­ tipler, demagoglar eskisi gibi ateşli nutuklar atmaya başladılar. Önderini kaybeden aristokra.si ise tereddütler ödün veriyor.

içinde, durmadan

Ayak takımı fırsat bulunca yine başkaldırdı.

Amma berbat gün! «Yunuslan» hatırlamak bile Apronius'u oyalamıyor. Bir tahta perdeye iliştı şeyler

yapıştırmışlar. Yazıların

gözü. Boyacılar üstüne bir

boyası

kuruınamış

daha :

«Şeh­

rin en büyük gladyatör okulunun sahibi ve müdürü Lentulus Ba­

mekle seref du­

tuatus, Capua halkını dev bir gös\eriye davet et

yar.» Oyunlar öbür gün, Minerva bayramında başlayacak.

-10-

Hava


nasıl olursa olsun, yapılacak oyunlar, Batuatus hiç bir masraf­ tan kaçınınıyar beSbelli. Arenanın üstünü şeınsiyelerle örtecek. Ariı.larda .c;la triburtlere kokular serpilecek. �Şaşaalı oyunların me­ raliliları koşun, koşun!\ Capua'nın saygı değer vatandaştan, siz

kir yirmi altı kere �alip gelen yenilmez Karpofor'u seyretmiŞ ki­ şilersiniz; ' Lentulus · Batuatus'un ünlü gladyatörlerinin nasıl vu­ ruştuklarim, nasıl öldüklerini görmek fırsatını kaçırmayın!»

Altta da dö�üşlerln listesi var. Listeye bakılırsa program pek zengin olmalı. En heyecanlı dö�üş Galyalı şampiY:on ericsus ile Trakyalı

Spartacus arasındaki.

gladyatör ad

Yüz elli

Onsap. insana) döğüşecek, öteki yüz elUsi de ad

vanlarla).

gladium

besti�um ( hay­

Öğleyin oyunlara ara verilip arena temizlenirken, cüceler, ka­

dınlar ve palyaçolar döğüşme taklitleri yaparak seyircileri eğlen­ Biletler direcekler. Yer fiyatıarı beş as'tan elli sester'e kadar.

Hermios açık hamamlarında Titus'tan, ya da Minerva tapınağı­ nın girişindeki

bayHerden sağlanabilir.

Yine siniriendi Quintus Apronius. Roma'da coktan beri oyun­

lar bedavadır, hırslı politikacılar egemen halkın için bu yolu

bulmuşlardır.

gözüne

girmek

Halbuki burada, bu geri eyalette, in­

sanın en küçük bir zevkini bile parayla satın alması lAzım.

Gidip

Lentulus Batuatus'u bulmalı. Apronius, Batuatus'u şahsen tanır; bedava bir giriş kartı

istem.eli. Gladyatör

okulunun müdürü dik­

kate değer bir adamdır, üstelik «Yunusların» devamlı müşterisi­ dir. Apronius da ne zamandır onunla tanıştınlmak istiyordu za­ ten.

Böyle

düşününce biraz rabatladı Apronius, yoluna devam etti

ve bitkaç dakika· sonra pazar yen mahkemesinin bulundt$1 Mi­ nevra tapınağına vardı.

GÜneş

doğmuştu. Apronius'un meslekdaşları arka arkaya ge�

liyorlardı. önce alt kademedekiler

mamışlar,

göründü :

doğru dürüst uyan­

suratian bir kan-ş. Bir de mevkileriyle iftihar eder

halleri var, kibir suratlanndan akıyor. Davacılar çoktan ler. Pazarda. yer paylaşamayan balıkc1ıar

bunlar.

gelmiş­

Kendllerine,

mübaşir çartırana kadar beklemeleri ihtar ediliyor. Haderneler UY­ kulu uykulu dolaşıyor, sıralan yerleştiriyor, yargıcın masasının

üstündeki dosyaları yerli yerine

koyuyorlar.

Qui:ntus Apronius'un,

meslekdaşları arasında oldukça itibarı vardır. Bir kere tam on-11-.-


yedi yıldır bu işte, sOOıra Yarduiila�ma ve Cenaze İŞleri teri oldub d a bilinir.

Sekre­

Quintus Apronius daha gelir gel mez hemen meileğ� yeni git­ mişlerden birine yaklaşıp, «Diana ve Anto:riious'un hayrarilan• adındaki dern�e katilması için kandırmaya çalışıyor ve sanki bir lütufta bulunuyor gi'bl dern�in tüzü�ünü 'izah ediyor' : giriş aidatı yüz sester, yıllık aidat onbeş sester. Ayda beş as verinek suretiyle öd.e nebilir. Dernek üyelerinden biri ölürse 300 se ster ölüm tazminatı verilir. İntihar edene böyle bir şey yok tabii. Sonra bu paradan 'ceSedin ya)nldıRı yerde ağıtçılara dağıtılan elli ses­ ter'i çıkarmak laıam. Dernekte siyasi bir tartışmaya girmenin cezası dört, başkana bakaret etmeninki ise yirmi sester'dir. Kavg_a oniki sester'e patlar. Ziyafet düzenleme işi, her yıl değişen dört komisere düşer; halıları, yatak yastıklarını, sıc a k suyu, battani­ yeleri, dört testi şarabı ve her davetuye iki as'lık bir ekmekle dört sardalyayı getirn:ı,ek de koroiserlerin işi. ,

Apronius uzun uzun anlatıyor, dern�in faydalannı sayıp dô­ küyor, ama karşısındaki avanak kendisine tanınan bu şer efi ka­ bul edeceğine, «düşi:ineylm» .deyince, kızıyor Apronius, ark asını

dönüveriyor.

işte yüksek memurlar -<lereceleriıw göre- gelmer.e başladı. Yargıç görevini yapan şehir meclisi üyesi en son geliyor, ken. disine eşlik edenlere nezaketle gidebileceklerini bildiriyor, hemen karşılamaya koşup sandalyesini altına süren, dosyalan düzelte:tı zabıt katibine himayekar bir işaret yapıyor, halk ve d.ava cıla r da yerlerini alınca duruşma açılıyor. Duruşma aı;ıldı mı, Apronius da işine başlar: ıciılem yerine kullaridı�ı kuş 'tüyünü eline alır, lekesiz parşömen üstüne her kelimeyi özenle yazar. Onun özenli bir resme benzeyen yazısı kimsede yoktur. Kimse onun gibi be­ ceriyle, hızla ve yanlışsız zabıt tutamaz. Zaten bu meziyeti saye­ sindedir ki, onyedi yıllık m es le k hayatmda bütün üstlerinin tak­ dirini kazanabildL Yazıyor Apronius... Davalılarla davacılar ala­ bildi�ine kızışmışlar; avukatlar savunmalarını yapıyorlar, tanık­ lar gördüklerini anlatıyorlar, uzmanlar fildrlerini belirtiyorlar. Kanıtlar üstüste yığılıyor. Birtakım metinler okunuyor. Apronius biliyor ki, bütün bunlar kendl önemini ortaya koymak tçin birer vesiledir. Bu toplulutun yıldızı o, ötekiler birer figürandan i baret

· ıar.

.

Öğle olunca, mübaşir oturumun sona erdiğini ilan ediyor, Apronius da daha o anda dava konusunu unutuyor. Papirüsleri-ız-


rtl. toplayıp yargıcı'saygıyla, meslekıİaşlannı koruyucu bir taVırla

selaDiladıkt.iın son�. resmi görev sahnesini terketmek üzere etek­ lerl:ıü topiayıp yü r1).yor.

Ayakl4n, Osques mahallesindeki «Kadeh» tave maya süriik· Bu meyhanede «Diıina ve Antonious'un Hay­ raİı.Iarı» d�rneğinirt üyelerine ayrılmış bir masa vardır. Baş zablt kAtibi olduğundan beri, yani onyedi yıldır her öğle yemeğini ora­ da yer Apronius. Yemekler lokantacı tarafından onun için özel olarak pişirilmiştir. Apronius midesinden rahatsız olduğundan hep �rhiz yemeği yer.

lüyor Apro.t:iius'u.

İşte,. yemek de bitti. Şimdi kadehinin iyi yıkanıp yıkaıımadı­ ğına bakıyor, eteğindeki ekmek kırıntılannı silkeliyor, tavernadan çıkıp Yeni Hamarnıara yöneliyor.. ·

Hamamdaki çocuklardan biri bu daimi müşteriyi saygıyla se­ lamlıyor, özel dolabının anahtarını uzatıyor, azıcık bahşişi hoş görerek kabulleniyor. Büyük menner salon her zamanki gibi canlı bir kalabalıkla dolu. ötede bende gruplar meydana gelmiş; selamlaşanlar, yeni . havadisleri bırbirierine iletenler vı:ır. Büyük kemerin aıtında her­ hangi bir vesileyle «hatip kesilenler», heyecanlı şairler konuşma­ lar yapıyorlar. Dinleyiciler arada bir sözleri kesiyorlar, kahkaha· lar, bağırışlar, alkışlar birbirine karışıyor. Apronius yıkanma haz­ zından önceki bu düşünsel ze-vke bayılır. Bir gruptan ötekine gi­ diyor, doğumun önlenmesı ve çocuk düşürııle hakkındaki eleŞti­ rilere kulak veriyor, müstehcen bir fıkranın sonunu bekleyip iyi­ ce bm;ularak sırtını dönüyor. Togasının eteklerini toplayarak üçüncü gruba yaklaşıyor. Bunların ortasında Osques ·mahalleşi­ nin şüpheli işler çeviren sarrafı, spekülatör ve yağ tüccan, bit­ mez tükenmez bir şeyler anlatıyor. Maksadi yeni kurulan B ru tium reçinecilik şirketinin hisse senetlerini sokuşturacak bir enayt bul·­ mak. Israr ediyor : sadece insanlara hizmet etmesini sevdiğinden. Reçine! Harika bir şey! Bu işte istikbal var! Apronius'un yüzü karışıyor, dişlerinin arasıpdan ktifrederek oradan da uzaklaşıyor. Yedi yıl önce kendisi de spekülasyon yoluyla zengin olmayı ta­ sarlamış ve Asya Kiralama Şirketinin hisse senetlerinden almıştı, ama Cilla gelince şirketi kapatıvermiş, hisse senetleri de beş para etmez hale gelmişti. Küçük tasarruf sahipleri her şeyi kaybet­ mişlerdi. Apronius sadece bu konudaki Cilla'nın davranışını be­ ğenmezdi. -13-

·


Fulvius'un, bu ruhsatsız -avukat, siyasi yazar ve tehlikeli kıŞ· kırtıcının etrafına büyük bir kalabalık toplanmış, bu grup tam bir meclis halinde. Bu gösterişsiz adam, bu kel kafalı .cüce hak· kında zabıt kAtibine bin türlü şey anlatmışlardı : vaktiyle Roma'­ da Demokrat Partide önemli bir rol oynamış, sonra gürültücülü­ ğü ve aşınlığı yüzünden partiden atmışlar. o zamandan beri Ca­ pua'da sefil bir tavan arasında yaşıyor ve h.alkı Cilla'nın kur­ duğu düzene karşı ayaklandınnaya çalışıyor. Alabildiğine renksiz ve tatsız bir sesle konuşur bu Fulvius; deııikleririi anlamayan sanki bir yemek tarif ediyor sanır, Hal· buki. karşısındaki salaklar, her kelimeyi yutar gibi dinliyorlar. Tiksiniyor Apronius, kalabalı�ın arasına sokuluyor. Merak etti.,­ ğinden değil, hamama girmeden önce sinirlenmek hazmı kolay� laştınr da ondan.

«Cumhuriyet mahküm edildi!» diyor Fulvius, bir kaziye k o­ yar gibi. «Roma, diyor, eskiilen bir tarım devletiydi. Bugün köY·

lünün iliği sömürülmüştür; devlet, dibi delik bir kova haline gel­ miştir. Bu arada dünya da durmadan büyüyor. Denizaşırı eyaJet­ lerden korkunç derecede düşük fiyatla buğday ithal ediliyor. Pe­ riş:ın köylüye de tarlasını satıp dilenmekten başka çare kalmadı. Evet, dünya büyüdü. Dünyanın dört bir tarafından alabildiğine düşük fiyatıa köleler getirildi. Zanaatçılar perişan; gündelikçiler de dileniyor. Roma, boğazına kadar buğdaya gömülmüş, depblar• da çürOyor buğday, ama yoksunann ekmeği yok. Roma'da siirüyle işçi var. İşçi elini uzatıyor ya da yumruğunu sıkıyor: iş yok! Da­ ğıtım sistemi berbat, ekonomik düzen dünyanan genişlemesine ayak uyduraınamış, eSki �ekillere saplanıp kalmış, ergeç yıkıla­ cak. Bize yeni bir düzen gerek! Bir yüzyıldan beri düşilnen her-· kes açıkça görüyor bunu. ·Fakat bu fikri, ifade edilı,il�i her yerde yok etmeye çalışıyorlar, ,hem de hangi kafanın içindeyse o ka­ fayla beraber!» Elini yamrı yumru saçsız başından geçiriyer Fulv1us : «Ba­

şanyla sonuçlanmayan devrimler �ağında yaşıyoruz!•

Bu defa fazla ileri gitti, sınırları .aştı kışkırtıcı, Adet a uygar. lığı temellerinden sarsmaya çalışıyor. Kızıyor Apronius, ama yine de memnun : öyle ya, öfke umduğu şeyi yaptı, lıazmı kolaylaş. tırdı. Hamamın sıcak yerine giriyor Apronius. Ramamda ilk mer­ hale «Yunuslar» salonudur. Hem eğlenceli hem ciddi bir salon.

-14-


Baştan aşağı da mehner. Duvarlar boyunca _mermer kanapeler dizilmiş; ,·).tana�lerin kol dayayacak yerleri yunus balığı biçimin­ de. GerÇek bir tahta benzeyen bu kanapelerde gizli konuşmalar yapılır, �.·rır ıo tea-n edilir, vücutla beraber, fikirler de sereserpe açılır. «Yunuslan ,salonu bu iki işin birarada yapılmasma hiz­ met eder.

Apronius'un öfkesi, buraya gi ri nce keyife dönüşüyor, yu-. nuslu tahtlardan b1r1n1n üstünde gladyatör okulunun müdüril Lentuıus Batuatus'un' koca cüssesinl gör!lnce keyfi daha da ar­ tıyor. Batuatus'un bitişitindeki kanape boş, Apronius togasını şöyle yukarı kaldırıp, m emnunluk ifade eden derin bir nefes ala­ rak tahta yerleşiyor. Eliyle mernıer yunuslann kafalannı hazla okşaınaya başlıyor. İyi ki kızdırdı Fulvius onu. Sonucu tam ıste­ diği gibi oldu. Şimdi saygı dolu bir heyecanla, gizli gizli sayın müdürü seyrediyor. Bugün pek keyifsiz Lentulus. Organlarının iyi çalışmadığı, sağlığının yerinde olmadı� açıkça belli, Apronius cesaretini top­ lamaya çalışilyor, acıyarak içini çekiyor: «Hayatta en önemli şey, midenin iyi hazmetmesidir.» Zaten, ne zamanda.n beri bütün dev­ riınci eğilimlerin ve her bağnazlı�n hazım bozulduittindan doğ­ duğunu, yahut açıkça söylemek gerekirse, müzmin kabızlıktan ileri geldiğini felsefi bir yazıyla açıklamayı dftşOnüy ordu ; vakit bulabilirse mutlaka böyle bir yazı yazacak. Müdür yan gözle bakıyor Apronius'a, başını sallıyor ve Ire­ derli Qir ifadeyle «olabilir» diyor. «Kanıtlanmış bir gerçelo> diye israr ediyor zabıt lditibi. Şimdi filozofların inSaniann aklını ka­ rıştınn ak için kasıtlı olarak . şişirdikleri bazı tarihi olayları örnek vererek teorisini kanıtlamaya çalışıyor. Fakat, nafile; anlatışın­ daki sıcaklık, komşusunu oyalamaya Wi değil, Lentulus Batua­ tus, adamlarını daima iYi beslemiş, en iyi hekimlere rejimlerini kontrol ettir:ri:ıiş. Ne olmuş bütün masraflannın, bütün çabalan­ nın sonu? Ne olacak, nankörlük! İş bakımından sıkıntısı mı var acaba? (Apronius oyunlara bedava girnıe umudunun 'zayıfladığını hissediYor) «İYi bildiniz,» diye cevap veriyor Lentulus, içini Çekiyor. Saklamanın ne faydası var? En iyi gladyatörlerinden altınışı dün gece kaçtı. P olis adam­ lann izini bulmaya çalıştı ama. nafile! İri yan mfidtfr içindeki bütün öfkeyi dış ına vurmuş, ne sefil günler yaŞadıklannı, işle­ rin ne acınacak durumda olduğunu anlatıp duruyor. Zabıt kA,

-

ıs

-

.


tibi de öne doğru eğilmiş, ayrık parmaklanyla tQgasıiı.ın plil�rini tutmuş saygıyla dinliyor.

Apronius bilir ki, Lentulus adamı deg-ildir, vaktiyle Ronialda yapmıştır. Capua'ya şimdiden ün saldı.

Batuatus sadece önemli bir İ� parlak bir politikacı ola;rak istnl ge leli daha iki Yll ol duğ u halde kurduğu olrol Ticari ilişkileri bütün İtalya'ya, bütün eya.

letlere yaygındır. Çeşitli bölgelerdeki temsilcileti Delos esir PR'­

zarından malzeme, yani insan alırlar. Lentulus sonra bunlar:ı bir yıllık eğ itimle mükemmel gladyatörler hali ne getirip, Asya rayici üzerinden İspanya'ya satar. Lentuıus işteki başansını dü­ ,

rüstlüğüne borçludur. İşyerinde en iyi danışmanlarla çalışır, özel hekimlere öğrencilerinin �lışm alarını ve besinlerini kcmt rol et­

t irir . Gladyatörlerine en sert kuralları kabul ettirmesini bilmiş­ tir. Yenilmiş bir gladyat�r hiç bir zaman merhamet dllenmeye. cek, halkı acındırncak davranışlarla sıkmayıp, vakarla ölmesiııi bilecektir.

Öğrencilerı> her vesileyle sunları hatırlatır Lentulus: «Yaşa­

mak herkesin .elinin altmda olan bir şey, ama ölmek ancak, eği­ timle öğrenilen bir sanattır.» Bu sebept en de Lentulus'un gayet ze:vkli bir şekilde ölmesini bilen gladyatörleri, başka okull;:ı.nn gladyatörlerinden iki misli fazla seyirci ı;; eker. Şu işe baki.n ki, Lentulus da bugünterin talihsizliği dışında kalamamış. Quintus Apronius bu önemli kişinin yakınmalarını ·hem üzü­ lerek, hem de gururlanarak dinliyor .

«İşte böyle azizim, diyor müdür. Bizim bütün meslek bir bu­ nalım içinde; bunun hatası da sadece seyircilerimizin. Halk at·

tık ciddi bir şekilde yetiştitilmiş gladyatörlerin değerini takdir edemiyor, böyle bir yetiştirmenin kaça mal oldu�unu ise, hiç an· ıamıyor. Niteliğin yerini nicelik aldl. Halk son zamanlard a her gösterinin sonunda vahşi hayvanlarla boğ'uşma sahnesinin, o i�� renç sahnenin yer alnıasım istiyor. }Jöyle bir istek bize kaça pat­ lar, düşÜnebilir misiniz? Hesabı gayet basit : klasik, insan insana döğüş ad gladium, normal olarak malzem enin yüzde ellisinin kay­ bıyla sonuçlanır. İhtiyaten buna post festum öldürücü yı:ı,raları da

ilave. edi n, böylece, her gösteride gelirin yüzde altınışı masrafa

gidiyor demektir . Bu normal bir hesaptır, biz de bilançomuzu buna göre yapıyoruz. (Oysa bugün seyirci orijinalliğe o

kadar

düşkün ki, mut­ ad bestiari·

lalta vahşi hayvanlarla döğüş istiyor. Tabi . kii:nsenin

-16-


yüZde seksen beş, hatta yüzde do.ksana otlumun seçkin bir ma­ e�itlneni hesap etti : en iyi gladyatörün bile, roı:­ yıııni doldurma ihtimali yüzde yirmibeş. Demek

um döğü�erin za�anmızı

�den

yükseıtti

tein.atikçi olan

Ieşmesiniq::'.üç

haberi yok. Geçen gün

ki,' mantiıt,�. yetişttrlcinin bütün yetiştirme masratlannı bir bu.

çuk, ya bu,

cİa '

en

fazl� 1k1

temsilde amorti etmesi lazım; ortalaması

«Siz nankör seyirciler

değil mi?

(:Acı

acı

arenayı

bir altın madeni

sayıyorsunuz

gülümsüyor Lentulus) En ciddi müessesenin

bile yılcia en fazla yüzde on kAr bıraktığına n� dersiniz? Şaşar­

sınız değil mi? Bazan paramı toprağa yatırsam, ya da yapsam diye düşünüyorum. En az verimli tarla yüzde altı getirir.» Apronius umutlannın

suya, düştüğünü

bile

yılda

hissediyor;

çiftçilil!; �lanı üstelik

bazı teselli cümleleri de bekleniyor kendisinden. - Haydi canım, diyor, elli gladyatörün

değil ya sizi.

- Altmış! diye dÜZeltiyor

Lentuıus.

kaçışı

Hem de en iyilerinden

altınışı. örneğin, Galyah antrenörüro Cricsus! muhakkak görmüşsünüzdür.

mahved�

Nasıl çalıştığı,nı

İri yarı müthiş bir adamdır. Hareketleri ağır ve tehlikelidir.

balığı gibi bir kafası varılır. yük kayıp! Ya Ca.stus? Çevik

,

ve

Fok Bü­

kurnaz, sırtlan gibi sinsi. Daha

bir sürü var, hepsi de birinci sınıf döğüşçü : dev gibi Urcus, dai­

ma bir hayvan postuna sannan sakin, sempatik Spartacus, par­ lak bir gelecek vaadeden acemilerden Onomaus. Emin olun hepsi de birinci kalite maldı, kol.ay ticaret metalanydı. Lentulus kayıplarını sıralarken, sesine gayet acıklı bir ifade veriyor, «Artık, diyor, fiyatları yarı yanya indirmem gerekecek.

üstelik, şimdiye kaciar alkışlayıcılarla

ricacılara

.yüzden fazla

bilet dağıttım.� Quintus Apronius yutkunli,P konuşmaya daha genel bir hava venneye çalışıyor :

- Bir

dahaki gösteriye sağ' kalıp kalmayacaklannı

bu adamlar ·kimbilir ne garip şeyler hissed:erler? Kendisi gladyatörlerin rini anlayamıyor doğ'rusu.

nasıı

bilmeyen

bir ruh hali içinde olabHecekle­

-17-


Lentulus üstün bir edayla gülümsüyor, ınünasebetsizlerden sık sık duym.uştur.

bu soruyu

birtakım

- Alışıyorlar herhalde, diyor. Sizin gibi bir memur, Insanın en olağanüstü şartlara ne kadar çabuk uyduğunu bilemez tabi. Bu da savaş gibi bir şey, Z at en kader de her a n aramızdan biri­ ne bir darbe indirebilfr. Sonra bu adaınıarın iyi yaşamalan sağ­ lanmıştır; iyi ve temiz gıda alırlar. Bizim gibi sonıınıuıukıarı, iş endi şeleri ve sıkıntıları olan insanlardan daha mutlu yaşar­ lar. inanın, bazı günler gladyatörlerime gıpta ediyorum! Zabıt katibi durmadan ba�ını salladığı.na göre, böyle düşü­ nülürse gladyatörlerinin hayatının iyi taraflan olduğunu kabul ediyor demek.

- Fakat, diye devam ediyor müdür, insanoğlu hayatından ki. tnsanın doğası bu. Büyük temsillerden önce gladyatörler müthiş bir sinir1111k gösterirler. Her zaman saçına sapan bir yığın söylenti çıkar. Bu defa da seyircilerin, döWşte gal ip gelenlerin ad bestiarium dötüşü yapmalannı istedikleri söy. leniyordu� Tabii adamlar buna fena halde bozuldular. Son de­ rece tatsız ola ylar oldu ve dün gece, nasıl oldu bilinmez, aıtmışı memnun olmaz

birden kaçtı.

Lentulus Batuatus bundan en başta zarar gören kimse oldu­ ğu halde, adamlarının kızgınlığını bir derece anlıyor. Halkın tu­ tumu, ticaret işlerindeki bu aksaldıktan fazla isyana sevkediyor onu. Bir de batıl bir inanış çıkmış ortaya. Guya taze gladyatör ltanı bazı kadın hastalıltlarına iyi g elirm iş. Bu yüzden arenad a ne sahneler cereyan ediyor? Doğrusu, insan bunları bir dostuna anlatamaz, kendisi b!le anlatmaya dayanamaz. Bütün bu olaylar Lentulus•un sağlı�l.İlı çok kötü bir şekilde etkilemiş. Sadece kan adını duyunca midesi bulanıyor. Doktoru, ister Baies'e isterse P o m pei •ye içmelere gitmesini tavsiye etmiş

zaten.

içini çekiyor Lentulus, hem harcadı� çabalann boşluğunu, hem de evrenin perişan halini ifade edermiş anlamına çekilebi­ l ecek bir hareket yapıyor eliyle .

Aproniiıs bu adamdan bugün hiç bir şey koparamayacağını anlıyor artık, hayal kınklığina uğruyor. YunUslu menner tahttan kalkıp, togasının pUlerini düzeltiyor ve mıldf.\rden izin istiyor. -18-


Akşam «Kadeh» te yemeğini yerken düşünceden, endişeden Hatta kadehinin iyi yıkanıp yıkanmadığına bile

kurtuıam1yor. l;)akmıy�.

·

* **

Osques mahallesinin daracik sokaklannı gece sarmış. Apro­

nius evine dönüyor. Ümidi kıran o düşünce hep kafasında. Etek­

lerini kaldırıp evinin merdivenlerinden çıkarken, bir acı bota- , zını tıkıyor sanki. Onyedi yıl hizmet onu hayatm tadını çıkar­ maktan yoksun bıraktı. başka da bir işe yaramadı. Kınntüarı bile toplamasına izin veren yok. Bir otomat gibi bilinçsiz hare­ ketlerle soyunuyor, elbiselerini tek aya�ı kırık sehpanın üstüne yerleştiriyor, mumu üflüyor. Sokakta bir kalabalığın muntazam ayak sesleri.. . Apronius sabah sekakta kendine çarpan adamla­

rın yüZlerini görür gibi oluyor : kaba, karanlık yüzler. Gözünü odasının karanlığına dikmiş zabıt kfttibi. Bütün bir hayat boyunca çallŞm.ak, birtakım kötü

muamelelere

katıa.nmak,

kendini her şeyden mahrum etmek bir sonuca varmak için ml?

Tannlara nasıl inansm artık?

Çocukluğundan beri Apronius hiç bu kadar atlamaldı

olma­

dı. Uyumaya çalışıyor. Boşuna! Uyursa ne olaeRtını biliyor, rilya değil, karabasan görecek...

19-


I

APPİA YOLUNDAKi

RAN

Appia yolu uzaklıkları gösteren tMlar, ağaçlar ve tahta sı­

ralar dizisi halinde güneye doğru uzanıyordu. Yola kocaman dört köşe tMlar döşenmiş, kenarda toprak yığınlannın arasında kak­ tüsler kümelenmişti. Ağaçlarla taşlar, beyaz ve

tabakası altmda kaybolmuş

gibiydi.

y"otun

bir toz

Hava çok sakindi, çok

da sı­

caktı. Capua'dan sonra

ikincı yol taşına yaklaşırken, hemen ora­

larda Fannius'un hanı vardır. Mevsimin tam ortası olduğu hal­ de han bomboştu o gün. Berbattı işler. Pek önemli bir zorunluk olmadıkça kimse s.eyahat etmiyordu. Yasalardan kaçan birtakım insanlar etrafa yayılmışlar, -yolları

tehlikeli hale getirmişlerdi.

Öğlenden beri bir tek müşteri bile uğramamıştı hana. Sadece iki grup halinde arabalar geçmişti. Bunlar da Baies içmelerine gi­ den ve Fannius·un göşterişsiz hanını. farketmek nezaketinde bile bulunmayan soylulardır. Fannius tezgahın arkasına geçmiş, muhasebecisinin hesapla­ n okuyuşunu dinliyordu. Kekik ve soğan kokulan yayan yoğun

bir duman sarınıştı salonu. Yüzleri iyice boyalı iki hizmetçi ilk m1lşteriye kimin hizmet edeceğine karar verebUemek i.cin zar atıyorlardı. Yumruklan kuvvetli, sanki kavga etmek için yara­

tılmış genç ve heybetli uşaklar, ya ahırda hayvanlarla uğraşı-20-


yorlardı, ya

,!ardı.

da ..:$ineklerin

kaynaştığı gölgeli

avluda

kestiriyor-.

Bi� kapı ta,rafmdan bir patırtı koptu. Fannius daha ye­ rinden ciotruıaniıU:ıan kapı ardına kadar açıldı ve gürültülü bir imP cıaıdı i çeri.. Kırk· elli kişi kadar vardılar; bir anda doldur­ dular sıi,Jonu . Ellerinde sirk gladyatörlerinldne benzer acayip alet­ ler var((ı. Çoğu korkmuş gib iydi, çünkü lüzumundan fazla ba�­ rıyor, gÜiüyorlardı. İçlerinden bi ri, elbise yerine bir hayvan pos­ tuna sannmıştı. Hepsi de şaşkın şaşkın ayakta duruyor, yan yan hi�etçi kızlan seyrediyorlardı. Nihayet� bir tanesi, herkes i ç in avluda yemek hazırlanmasını istedi. Fannius baktı, bakt).; hit: acele etmeden tahta sıralarla tabu­ avluda at nalı ş ekli nde ki bir masanın etrafına ta şıttı .

releri

Hizmetçi kızlar elleriyle kaşlarını düzelttiler, birbirlerine manab

göz işaretleri yaptılar ve bizmete başladılar. Müşteriler masanın

etrafına yerleşmişlerdi. Bir an sessiıı-lik oldu. Bir bekleyiş ses­ sizli�i. Grupta birkaç kadın da vardı. Masanın başına iri kıyım bir adam oturmuştu ı sarkık bıyıklı, balık gözlü bir adam. Boy . nuna gümüş bir Zincir asmıştı; asık suratlı bir fok balı�ına ben­ ziyordu. Hizmetçiler gidip geliyorlar, tasları, testileri taşıyıp du­ ruyo rlardı . Birden iri- kıyım adam ihm alkar bir tavırla ve dirse­ ğinin bir hareketiyle tası, testiyi, ne varsa h epsi ni yere yuvar­ ladı. «Kaldırın şunları! diye bağırdı, fıçı isteriz biz!» Toprak tes­ tiler parça parça olup yere _dağ'ılmıştı, herkes gülüyordu. Kadın­ lardan biri, esıner, kıvrak, çocuk gibi gencecik bir kadın, tam­ bura ça lar gibi parmaklarıyla masaya vurı.ıyordu.

Fa'ı:ınius, atır a�li' iri kıyım adama yürüdü. Bo�a enseli uşak­ lan, bir duvar gibi arkasına sıralanmışlardı. Fannius, iri kıyım adamın koluna dakunduğu anda derin bir sessizlik oldu. Tek göz­ lü, geniş omuzlu, cüsseli bir a damdı Fannius. - Hangi sirk ten kaçtınız? diye sordu.

İli kıyım adam, Fannius'un elini itti : - Çok soru soranın kulaklannı koparırlar! Yaylan bakalım! Nerede fıçı? Fannius bir siire yerinden kıpırdanıadan, bu garip müşteri­ leri seyrediy ordu . Onlar da Fannius'a bakıp susuyorlardı. Uzu­ yordu sessizlik. Nihayet, Fannius uŞaklara tek gözünü kırptı, on-

-:n-


lar da bir fıçıyı yuvarlaya

yuvarlaya.

masanın yaruna getirdi­

ler. Fıçının tıpası açılınca Fannius arkasını döndü, yürüdü. Hiz­

metçiler taslan doldurmak için koşuştular. Fakat. adamlıtr çok­ tan fıçının �ına Qşüşm:fişlerdl, kendi işleriiii görü.yorla.rdı. on.

dan sonra yiyecek bii şeyler istedi ler, kızlar da tabaklan taşıma� Ya başla dılar. Dur-madan yi yor. durmadan içiyorla.rdı adamlar. Artık, iyiee keyiflenıiıişlerdi. Sportınen yapılı uşaklar duvann di­

bine dilmfşler, karşıdan adamlan seyrediyorla rdı.

Gece bastınnca iri kıyım adam, haneıyı görmek istedi. Gel·

di. Fannius. Yabancılardan

birkaçı masaya seril,miş uyuyordu.

Bazılan hizmetçi kızlan kucaklanna almışlardı, h1zmetçiler

pek

keyifliydiler.

de

Suratı halı\ gülmeyen iri kıyım adam, herkes için yatak ha­ zırlanmasını istedi. Bazıları 1tfraz ettiler, «En iyisi ye niden yola kOyulaJım, dediler. tsrar ediyordu adam, cGeceyi başka yerde geçireceğimize, burada geç1re11m» diyordu. Fannius ise, a�zını aç.

mıyor, dinUyordu. Derken esmer, kıvrak kadının sesi duyuldu, o da Iri yarı adainı destekliyor, gece kapıya nöbetçiler dlkilebi­ l�ini söylüyordu. Adam kısa . kesti tartışmayı : «Konaklamaya

lıaz:ı.rlanın!» O zaman konuştu Fanntus; bu kadar insana göre ne yeri, ne yata� vardı. Hemen parayı Mesinler, çekip

gitsin­

Ierdi!

Adamlar sustular. Bir süre sonra hayvan postuna sarınmış

oıin

yabancı, masrafı ödeyecek kadar paraları oldu� hususun­

da Fannius'a temina't v&rdi. Ahlak,

çllli yüzü sevimsiz de�ildi.

Kemikli iri yapısı ve iki dirseğini dizlerine dayayıp oturuşu ile

lxıunculara benzer bir. hali vardı. Fannius ona baktı, o da Fan­

nius'a. Gözlerini çevirdi hancı. !nce uzun bi r adam bomurdana ­ rak Fannius'un ayaklannın dibine bir kese fırlatt ı. E�ildi. Fan­ nius, keseyi yerden aldı ve mü şteril ere tekrar gitmelerini ihtar etti. Cevap çıkmadı. Bira:z: bekledi hancı, sonra bo� ens eli uşak­

larına bir göz işareti yaptı, Uşaklar ilerlemeye başladılar. !ri kı­ yım adam kalktı, şöyle bir dikildi, bir adım geriledi Fannius.

Karın kanna dayanmış gibi duruyorlardı. Fannius Iri k ıyım ada­

mı gözleri yle tarttı : «Senin gibi kaç tanesinin hakkından gel­ dim», di ye düşündü ve antden saldınya geçti. !rı kıyım adam lmZırlıkliydı : Fannius'un kasıkiarına d izi yle bir vurdu, hancı gıt. ti, gitti duvara yapıştı, sonra inleyerek yere yıtıldı.

Uşaklar tetikteydt, içlerinden biri kolunu kaldınnca hep bir­ den iri lo yım adama �llandılar. Uyuyanlar uyandı, hizmetçiler -

22

-


'

yaygaraya başladı, iskemieler havada datıldı, testiler tok sesler.

le

kafalarda

Avlunun

acaip silahlan, uşaldaiın Uzun sürmedi vuruşma.

parçalandı. Yabancıların

sapalarından da.ha: iyi iş görüyordu.

altı üstüne gelmişti. Yenilmiş uşaklar perişan hal­

de arabalığın

duvarı dibine çökm:llşlerdi.

Hizmetçiler

yaralıları

tedaviyle uğTaşıyorlardı ama, içlerinden ikisine tedavinin fayda etmeyeceti anlaşıldı, aldılar, götürdüler. Yenenler,

avluda

kararsız bi r

halde

dönüp dolaşıyorl.ar, gü­

lüyorlar, yenilenlere küfredlyorlardı. Susuyordu uşaklar. Birkaçı duvar dibine çökmüş, acıdan kıvranan Fannius'a bakıyordu. İn­ ce uzun adam Iki yanına sallanarak yürüdü, Fannius'un yanına gitti, üstüne dotru ee-Ildi. Başını yana çevirdi Fannius, hırsla yere tükürdü.

öteki

şöyle ayağının

r

ucuyla böğ üne dok:ununca

bu defa can acısrııdan böğürdü.

- Zaten bir gözünü kaybetmişs-in, dedi ince uzun adam, şim­ di

başka şeymi de kaybedeceksin. Yabancılarla, hele.' Cricsus ile

hır çıkarırsan, başına gelecek budur.

·

Arkasından bir kahkaba attı ve Fannius'un karnma bir tek­

me savurdu. Ama, Cricsus gülmüyordu. Donuk gözleriyle ve uç­ ları

düşük bıyıklarıyla dertli bir fok balığına benzeyen ericsus'un

güldütü yoktu. Boğa enseli uşaklar arabalığın önüne yığı!mış susuyarlar ve bekleşiyorlardı; yabancılar sürüsılnden silahlı birkaç kişi de on­ ları gözlüyordu. Hayvan postuna sannmış adam

aviuyu geçti,

gelip uşakların önünde durdu. Herkes ona bakıyordu. - Şimdi ne yapacağız sizi? diye sordu uşaklara.

şak,

Uşaklar

sessizce ona bakıyorlardı. Adamın bakışları yumu­ fakat dikkatliydi. ötekilerin hoşuna gitti bu. Aralarından bi­

ri· sordu:

- Ne

biçim adamlarsınız siz?

- Bil bakalım, diye cevap verdi ince uzun yabancı, belki se-

natörüz?

Başka bir uşak konuştu :

- Bize kalırsa, geceyi meniz lfızım. - İzin

burada

geçirebilirsiniz. Ama, yarın gıt­

verdiğiniz i�in teşekkür

adam ve güldü.

-23-

ederiz,

dedi hayvan

postlu


Herkes gillmeyıı b:işlamlştı. uŞaklar - Bu gece sizi ağıla

�pa.taca�ız

dedi postıu adam.

,

- Hepinizi öldürebilirdik, diye

bile.

ekledi Cricsus.

Dışarı ç:ıkma-

ya kalkışan oracıkta öldürılleteki Yabancılar haneının uşaklarını ağıla tıktılar, kapıyı kilitıecU­

l er

önüne de iki nöbetçi diktller. Avlunun girişine de. ·

,

iki nö-

betçi yerleşttrildi. ne

kıztar

Hizmetçi Iroşuştular, yataklan yapmak için. Kimbilir bir gece geçireceklerd.i?

yorucu

Kampahia'lr bir kıta asker tıerliyordu. yolda. Hemen ayni

gün:

k açakların peşine yollamışlard.ı as kerleri . Dört saatti r nereye git7 tiklerini bilmeden köyleri, kasabalan geçip patikaları tırmanarak

yürüyorlardı. Bir ara öncüler çıkardılar. Az sonra dönüp gelen 6ncülerin anlattıklarına göre, işçilerle köylüler kaçakları orada

görmüşlerdi. Fakat; bu izler askeriert hiç bir yere götünnedi. Her­

kes

görm üştü firarileri, ama ne t arafa. gittiklerini kimse söyle­

yemiyordu. Kimse söylemek istemiyordu.

Lentulus kendi adamlarını da askerin yanına katmıştı. Bun·

lar kaçakları tanıyıp teşhis edeceklerdi Lenttılus'un adamlan pek heyecanlıydılar. Bu araştırmadan, efendilerine karşı sorumlu .

hissediyorlardı kendilerini. Askerler ise, bu işi sadece tatsız bu­ luyorlardı. Mümkün olursa kaçakları

canlı

emir

ne

için

yakalamak

almışlardı. Bahar bariyosunda keyfeden sayın

meclis

buyurmuşlardı. Böyle bir maceranın sonunda ne gladyatorlerle çarpışmak da kolay

şeref. üstelik,

emir

üyeleri öyle terfi

vardı,

iş değildi.

Gladyatör, vahşi hayvan demektir, ya da en hafifinden, terbiye edilmiş vahşi hayvandır. Kaybedecek neleri va)." bu adamlann?

Ayrıca ellerindeki silahlar da bir acayip : balar , mızraklar . Bütün .bunlar, döğüşün .

.

fileler, kementıer, ya. kurallarını alt üst et­

meye yeter. Gece olunca birlik dörtyol ağzını orada, Kalatia kasabasının girişindeki

geçip, altıncı yol taşının hanın önünde durdu. Bu

sefer, istenen sonucu vermeyecekti galiba; askerler ise, buna üzü­ lüyorlar denemezdi. Hepsi

yaşlannı

başlarını

almış adamiardı :

işsiz işçiler, batmış çiftçiler ve zanaatçılar nafakalannı temin et­ mek ve

asker maaşı alabilmek

için asker olmuşlardı.

Kendile-


rini Romalı Iejyorilai'dan değil, Kampania'lı milisierden sayıyor" latdı. Hana girdiler, yediler içtiler. . . Güneş battıktan ik1 saat son­ ra da dönüş yoluna düzüldüler. Gökte incecik bir ay vardı, 7Jifiri karaniıkil · ortaklık. Yarı yolda, öncülerden birinin tırısa kaldır­ dı�ı atınin üstünde kendilerine doğru geldiğini farkettiler. Yanın, da bir adam vardı, topal bir adam. İsminin Fannius olduğunu söylüyordu. Kaçaklar, hanını işgal etmişler, uşaklanm öldür­ müşler, her şeyin altını üstüne getirmişlerdi. Gladyatörler şimdi hizmetçileı:t koyunlarına almışlar uyuyorlardı. Han, dört bir ta­ rafından sanlırsa kapana kısılmış fareler gibi yakalamak müm­ kündü orilan. En sonunda sordu Fannius : Kaçakları ihbar ede­ ne ödül vadedilmiş miydi?

Ask�rlerin içlerinden Fannius'u parçalamak geliyordu. Canla­ tından bezmişlerdi, üstelik şarap da bir uyuşukluk vermişti ki? Fakat, birliğin komutanı pek hırslı adamdı, derhal yola çikmayı emrettf.

Dörtyol ağzını bir mil geçtikten sonra bir çiftlik çıktı karşı­ Iarına. Çiftliktekiler uyandirılıp meşaleler yakıl4ı. Yirmi dakika sonra da han göründü karşıdan. Ölü gibiydi bina. Meşaleler tü­ tüyordu. ·Askerler binayı sardıktan sonra, komutan kılıcının kab­ zasıyla kapıya vurdu. Tek kanatlı kapı kalın tahtadan yapılmıştı, çok sağlamlı . Vurdu subay. Ses yok, «Belki de çoktan çekip git­ mişlerdir,» dedi askerlerin biri. Neticede kapıyı kırmaya karar verdiler. Birkaç balta getirsinler diye çiftliğe adamlar yolladı komutan. Bir zaman da bunları beklediler. Dışardan binanın sadece iki penceresi görüyordu. Biri yola, diğeri tarlalar tarafına bakan iki pencere. İkisi de zemin kattaydı pencerelerin. ötekiler avluya açı­ lıyordu. Beklemekteri başka çare yoktu. Askerler yolun kenanna çö­ küvermişlerdi . Hatta bazılan başını bir yere dayamış uyuyordu. Arada bir askerlerden biri, elinde meşale olduğu halde kapıya kadar gidiyor, tahta kanada vuruyor, alaylı bir Şeyler söylüyor­ du. İçerden hiç ses çıkmıyordu. Dışardakiler de bu işi gitgide da­ ha fazla can sıkıcı J;mlmaya başlamışlardı. Bir saat kadar sonra baltalar geldi. Kapıyı kırmak için baş. ladılar uğraşmaya. Amma sağlam kapıymış; Nihayet, açılınca iÇe­ ri baktılar : hiç bir şey kıpırdanuyordu bif!Ada. eSen yürü» de-

- 25 -


diler Fannlus'a, fakat o önden gitmek şerefini birlik komutanı­ na bırakh. Askerler de subayın peşinden girdiler içeriye ve ken­ dilerini dörtköşe bir avluda buldular. Meşaleterin ışığı garip bir

manzara veriyordu avluya. Birinci

katın pencerelerinden bakan gladyatörler aşa�ısını

seyrediyorlar ve bekliyorlardı. Subay,

Maınınius

adında genç bir

soyluydu. Kendine güven vermek için baltırdı : Kimse sorun çı­

karmayacak, anlaşıldı mı?)) özel olarak kime hitap ede�ini bil­

a�.

mediğinden başını dört bir tarafa çeviriyordu : «İnin

renmek fayda etmez! •

Di­

Komutan yeniden konuşmaya başladığında, karşısırrdan hala bir ses çıkmamıştı . .«Merd.iven nerede?:t

dtye sordu komutan Fannius'a.

parmaltıyla mutfak tarafını gösterdi. Döndü subay,

O ea

merdivene

doğru yürümeye başladı. O anda yUkarıdan biri bağırdı : - «Çekilin diyorum! Sizin için daha

IYi

oluı:·!ı>

- !niyor musunuz, inmiyor musunuz? Kahkahalar

cevap verdi

soruya. Başka bir

pencereden bir

gladyatör bag-ırdı.

- Nicos'a

balon!

Ne o, efendinden selam mı getirdin Nicosr

Nicos, Lentulus'un en eski hizmetkarlanndan biriydi. Başını kaldırdı : - Zırvalamay:ın!

dedi.

Zırvalayacağınıza yuvamza

dönün.

Patron ateş püskürüyor. Yine kahkahalar yükseldi. Askerler yerlerinden Iamıldamamışlard.ı Gözlerini pencereıe.

re dikmiş öylece duruyorlardı.

Nicos gözleriyle avlunun karşı tarafını araştınyordu :

- Spartacus nerede? diye sordu Hayvan postuna sarınnuş adam pencerenin

birinden

doğru

eğildi, yüzünü dostça bir gülümseyişle buruşturdu :

- Ave, Nicos! - Sen geri çeviremez misin,. bunlan? Eskiden daha alallı gibi görünürdün. Hayvan postlu

adam gülümserneye

devam etti, ama

vermedi. Meşaleler ışıktan çok i s veriyordu.

- 26 -

cevap


--=

Evet? diye sordu komı.ıtan, iniyor musunuz, inmiyor mu.

sunuz?

Sözünü bitirir bitirmez merdivene doğru ilerlemeye başladı. - Kıpırdam.a kaz kafalı! diye ba�ırdı bjri, merdivenin üs­

tündeki pencereden.

Bir adım daha attı subay. O anda şekli belirsiz bir cisim fır­

latıldı pencer�en; komutan küfrederek

yere

yuvarlandı. Elleriy­

le ayaklarİyla çabalıyarak vücudunu saran flleden çalışıyordu.

lardı.

a

kurtulmaya

Penceredeki adaml r böğürür · gibi sesler çıkarıyor­

Haykırışı bütün ötekilerin seslerini bastıran bir gladyatör : - Çekin şunu yukarı ! . diye bağırdı. Komutan öyle öfkeyle küfrediyorrlu ki, kendi sesi neredeyse kendini boğacaktı. Ne yapacaklarını bilemeyen askerlerden birkaçı

merdivene doğru llerlediler,

tereddütle

subaylarını kurtaracaklardı. Biri o

anda haykırarak yere yuvarlandı. ötekiler mıhlanmış gibi dur­ dular.

Ve

cehennem ateşi başladı :

Pencerelerden bıçaklar,

ınızraklar, hatta eşyalar yağıyordu aşağıya.

taşlar,

Askerler başlarını korumak için kalkanlarını havaya kaldır­

mışlar dört bir yana koşuşuyorlardı . Meşaleler birbirine çarpı­ yordu. Gladyatörlerin tepeden yağdırdıkları korkunç silahiara karşı kalkanlar hiçbir

i şe

yaramıyordu. Askerlerden bazıları mız_

raklarını pencerelere doğru savurmaya çalışıyorlardı. Tütüyor ve sönüyorrlu meşaleler. Karanlık tehlikeyi daha da arttıyor, yuka.

rıdaki patırtı büsbütün moral bozuyordu. Nihayet askerler avlu­ nun kapısına doğru çekilmeye başladılar. Nasıl

olmuştu bilin·

mez, kapı kilitlenmişti. Kim yaklaşırsa kapıya, ya bir mızrak yor ya da kafasına bir şey tniyordu. Sonunda

gladyatörler

merdivenden

inip

askerleri

yi.

avlunun

bir köşesine sıkıştırdılar. P_eiıcerelerde meşaleler Yf!.kıldı, yukar.

dan vuran ışıkla

aydınlık

hedefler haline gelen askerler sıkış­

tıkları köşede kendilerini savunaroıyorlardı artık. Az önce «Çek yukarı ! » diye ba�ıran ses yine işitildi· : --'- Atın silahlarınızı !

- 27 -


Görüıtü atıp

biraz

r

aza1dı, askerle den ·bir kısmı silahlarını yere

oturdular. Bir kısmı

ha1ıl a�ktaydı. Derken askerin biri

baiırdı : - Silahlarınızı

bıra]p:na:yınl

ericsus avlunun ortasına kadar ilerledi ve «Gel buraya! • dedi askere. öteki kıpırdamadı. Onun üzerine Cricsus teke tek dövüş­

menin , bir yığın insanın birbirine ginnesinden daha az pahalıya mal olacağını söyledi. Bu öneri askerlerin hoşuna �tmişti, geri

çekilerek . dövüşmeye taraftar olan askere yol açt.ııar. Ama o, hala. kıpırdamıyordu. Baktılar ki, askerler bunda Iş yok, hepsi

silahlarını atıp yere oturdular.

Gladyatörler silahları toplayıp birinci kata taşıyorlarlar, ara­ larında gülüp, konuşuyorlardı. Alablldiğine

keyifliydiler. Sonra

ölülerle yaralılar samanlı�a ta§ındı. Fannius ölmüştü. Komutan da. Savaşçılar ikisini de ayikıar altında ezmişlerdl. İki

yanına

sanana sallana yürüyen ınce otun gladyatör Castus, gülerek sa. manlı�ın spoliarium'a benzediğini söyledi. Dövüşürken ölen glad­

yatörlerin cesetlerinin toplandığı yere spoliarium �enir. Herkes

güldü bu benzetmeye. Gladyatörler, uşaklan ağıldan çıkardılar ve

askerlerin toplandığı köşeye

sürdüler. Aptal aptal

bakıyorlardı

uşaklar. Kapatıldıkları yerden savaşın patırtısını işitmişlerdi. En ·sonunda hizmetçi kızlar da ortaya çıktı. Ama, kimse

bak­

roadı yüzlerine. Gladyatörler avluda dolaşıyorlardı. Birkaçı da uyu. m.ak için yukarı çıkmıştı. Bir köşede askerlerin arasında koca Nicos sırtını duvara dayayıp oturmuştu. Hayvan postlu adam ona doğru yürüdü. - Bu işin sonu fena! dedi Nicos. - Bana bak Nicos, dedi postlu adam, arenada işin sonu daha mı iyi oluyor? Herkes sessiz dinliyordu. - Ama bu yasaya aykırı. Nereye varacak bunun sonu?. - Yasanın da, senin d e canın cehnneme! diye söze karıştı

ince uzun adam.

Bu defa hiç gülen olmadı. Nicos sordu : - Sizi götürmeden gidersek patrob ne der? - Bakalım dönebilecek misiniz?

verdi Castus. - 28 -

diye, soruya soroyla cevap


Herk� susuyoi'-d;u . - Bi�mle gelebilirsin, dedi postlu adam. - Bel). kırk yıl, sonunda haydut olmak için mi hizmet ettim?

- GHı.dyatörlf'rin Nicos etrafındaki çemberiert daralıyordu. Nicos, birkaçı yere serilmiş uyuyan askerleri göstererek

sordu :

- Ya bunlar ne olacak? Gladyatörler cevap vermediler. Küçük gruplar hallnde top­

lanmışlar, askerlere bakıyorlardı. Askerlerden kimi h orluyor, ki­ mi aralarmda tartışıyorlardı. Aralarından yaşlıca bir adam, . «dö­

nersek bizi işten atarlar, yahut da daha beterini yaparlar. Kim­ bilir b�lki

de çarmıha

gererlen> diyordu.

- Pek de iyi yapmış olurlar, dedi gladyatörün biri. _...,

Neden? diye sordu Ihtiyar asker.

Galdyatörler Iyice yaklaşınJşlardı. - Bakalım dörtebilecek misiniz? diye tekrarladı Castus. - Bizi öldürmeye mi

niyet

ettiıtiz yoksa? diye sordu

bir

başka asker. İnce uzun gladyatör hırsla cevap verdi : - önce senden başlayacağız, köpekoğlu köpek! - Sus! diye bağırdı hayvan postuna sarınmış adam. Castus derhal kesti sesini. Bütün öteki Galyalılar gibi onun boynuncia da gümüş bir zincir vard1 . Gladyatörler askerlerin

karşısında

duruyorlar ve susuyor-

lardı. - Hep beraber dönelim, dedi Nicos, en doğrusu bu. Ağır ağır konuştu hayvan postlu adam : - Biraz düşün Nicos, sonra konuşursun. Nicos kesti sesini. Çok genç ve her zaman çekingen duran Enomaus kanş söze : - Düşünsene Nicos. örneğin, sana da bana da birer mız-

rak veriyorlar ve başkalannı eğlenjiirmemiz için bizden, birbi­ rimizi öldürınemizi Istiyorlar.

- Ben böyle şeyleri hiç seyretmem, dedi Nicos. ...... Sen seyretmeden de bu böyle olur, dedi hayvan adam.. İyisi mi, sen

düşün

biraz.

-

29

-

postlu


Düşünüyordu Nicos, cevap vermiyordu. Cricsus sırtını duvara dayamış, donuk gözlerle a,sk:erleri sey­

rediyordu ı

- Çok konuştuk, dedi.

... - İyi

ya, ne

Nicos.

yapmaya

karar verdiniz öyleyse? diye sordu

Castus güldü :

karar verdik! ltimse gülmedi. Çek.ingen gözlerını hayvan postıu adama kaldırdı Enomaus : - Lukania'da datlar var, ormanlar var. - Dünya çok geniş Nlcos, dedi hayvan postlu adam. Sen bizimle gel ! Çıkık elmacık kemikll, eski bir çoban o}an askerlerden biri .söze kanştı :· - Senatör olmaya

�a

başka

- Ben Lukania'yı

istedikleri

Qllirlm.

Orada insan

bir kayboldu mu,

kadar arasınlar, nafile!

- Yabani at sürüleri de vardir, dedi başka bir asker. O ta­ raflardaki çobanların hepSi eşkiyadır. Efendilert para vermedi�! için hepSi hırsızlıkla, çapulculukla geçinir.

- A..v hayvanı da, nehlrlerinde balıklar da öyle bir doludur

ki, istemediğin kadar! diye devam etti eski çoban. Ben

beraber Lukania'ya gelmek ısterim.

- Ben de, dedi bir başkası. Verdikleri .parayla un

dan başka bir şey yiyemiyorum zaten.

de

sizinle

çarbasın­

- Hepinizi asarlari dedi Nicos. Sizi yönetecek: bir şefini2 bile yok. - Çok konuştuk! diye tekrarladı seçeriz, ondan sonra da ileri!

Cricsus. Kendimize

bir şef

- Crlcsus tribün olur, dedi gladyatörlerden biri. Herkes gfll­

meye başladı.

Eski çoban durmadan soruyordu : - Benl de götürecek misiniz? Gün yavaş yavaş ışıyor, avlunun üstünde gökyüzü gri

alma

Ya.

başlıyordu.

bir

renk

Gladyatörler meşaleleri söndüyorlardı. Meşa­

leler sönünce avlu daha geniş, daha bir başka göründü gözlere.

- 30 -


- Ben de siziıile geli rim . dedi u�klardan biri. - Peki han rte olacak? diye sordu başka bir uşak. - Belki Fanniı,ıs'un yüzünd en hepimizi asarlar; diye cevap verdi ilk uşak, yahut da madeniere gönderirhır.

Uşaklar

birbirlerin e sokulup fısıldaşına.ya

baŞladılar; sonra

dönüp g ladyatörlere d-ogru yürüdüler. - Geri

has!

- isterseniz,

diye baykırdı ince

uzun adam.

c1edi �klardan biri , hepimiz sizinle gitm eye

hazırız .

Bu defa gladyatörler kafa kafaya verdiler. «Size göre slla­

hımız yok» dedi Castus. U-şaklar kafa kafaya verip fısıl daştılar. «Nasıl olsa silah buluruz diyorlar,» dedi uşaklann sözcüsü. «Ama, .Şu adam olacak!» Parmağıyla Spartacus'u gösteriyordu. Spartacus de sakin ve dikkatıl göZleriyle ona baktı, sonra Cricsus'e döndü,

iri­

gülümser gibi yüzünü buruşturarak : «Sen hepimizden daha

gözlerle ona bakl.yordu. Gladyatör­ ler keyiflenmişlerdl; G alyalılar ericsus'tan yanaydılar, ötekiler Spartacus'u istiyorlardı. sin,» dedi. Cricsus da kederli

- Susun ! dedi Cricsus,

ikimiz

de oluruz.

işler yoluna girmişti, ama gladyatörl erde

bir şaşkınlık

var­

Kendilerine şef seçmişlerdi. Haneının uşakları samanlı�a gi­ dip sopalar, baltalar aldılar, aralarında paylaştılar. Ondan son­ ra da duvarın d ibine dizildiler. Gladyatörler onlan seyrediyor­

lardı.

Hayvan postlu adam köşeye toplanmış askerlere yanaştı :

- Ne yapaca�ız sizi?

- Bizi lirim.

de göttırfin, dedi çoban, Lukania ormanlarını iyi bi-

- Bunlara göre silahımız

yok, dedi Cricsus,

hem d e çok yaş.

lı lar.

- Kim demiş sizinle gidiyoruz diye? de di başka bir asker. Hepinizi yakalayıp asacaklar, ne diye gi delim sizinle?

Tereddüde düşmüştü askerler, aralarında tartışmaya başladı­ lar. Çobanla bir iki asker daha, ileri

çıkmışlardı. «Sen bizimle

dedi Spartacus çobana. Çoban bir sıçrayışta gladya­ törlerin tarafına geçti, gladyatörler geri çekiliverdiler.

geleceksin,»

- Ne oluyor orada? diye döndü Cricsus.

- 31 -


Çoban başını eğdi ve uşaklann tarafına geçti. Uşaklardan bi. ri ona da bir sopa verdi. üstündeki koca çivileri görünce, çoban sopayı keyifle vınlatarak, havada şöyle bir çevirdi . Adı Hermios'du . ·çobanın. Hayvan postıu adam, gladyatörlerle gitmek isteyen askerlere yaşlannı ve eskiden ne iş yaptıklarını soruyordu. Verilen cevap­ lara göre gladyatörler de «evet» veya «hayır» diyorlardı. Bazilan için anlaşamıyor, tartışıyorlardı. Sonunda, sadece en genç olan­ ları aralanna almaya karar verdile:ıi. Bunlar da duvar dibine sıralanmış uşakların yanına dizildller ve ellerine sopalannı al· dılar. ötekiler olduklan yerde toprağın üstüne oturmuşlardı. Hava iyiden iyiye aydınlanmış, gökyüzü kızılımtırak bir renk almıştı. Pencerelerin mikaları alev alevdi. Hayvan postlu adamla ericsus yanyanaydılar, gruplann heyecanlı konuşmalarını dinli­ yorlardı. Az sonra ericsus Spartacus'e döndü :

- Şimdi ikimiz kaçıp gitsek? dedi ve gürültülü bir şekilde içini çekti. «Yakalayamazlar bizi. İskenderiye'ye gideriz. İsken­ deriye'de çok kadın var.» Spartacus Cricsus'a baktı, düşündü. Bir zaman sonra : - Evet, dedi, yalnız iki kişi daha kolay olur. - Pouzzoles'de her çeşit insan var. Parayı verdin mi, hiç bir kaptan J?asaport sormaz. - Öyle, dedi Spartacus. ......

Sustu Cricsus; dikkatle karşısındaki adama bakıyordu. - Olmaz, dedi Spartacus. Hala. susuyordu Cricsus. - Belki daha sonra. . . diye devam etti hayvan postlu adam. - · Daha sonra, hepimiz asılmış olunız. Düşünüyordu Spartacus, bir yandan da keyifle harekete ha­ zırlanan gladyatörleri seyrediyordu. - Şimdi olmaz. Ama, sen yalnız gitmek istersen?

Baktı Cricsus'a, cevap bekledi. Sesini çıkarmadı Cricsus, yıl­ rüdü, gidip sırtını duvara dayadı. Gladyatörler güİüyorlar, heye­ canla konuşuyorlardı. Hepsi de çok keyifliydi. Hayvan postlu adam birden masanın üstüne sıçradı, ağaca baıt::ı. indirmeye hazırlanan bir oduncu gibi kollarını havaya kaldırdı, bütün sesiyle haykırdı : ·

-

32

-


- Gidiyoruz! Lukania'ya! Çillerle dolu yÜZünü kı n ştırarak gülüyordu. Gladyatörler se­ vinçle bağrıştılar, ondan .sonra da hazırlı�a hız verdiler. Gladyatörler toplulu�una kabul edilen askerlerle uşaklar, hala duvar boyunca diziimiş duruyorlardı. - Bizimle geliyor musunuz? diye sordu Spartacus. - Söyledik ya! diye cevap verdiler. Öteki askerler yere oturmuşlar .sessizce seyrediyorlardı. zılan hala

uyuyordu.

Ba­

Gladyatörler bunların paralarını ve üstle­

rinde kalmış ufak tefek silahları aldılar. Askerlerden biri diren­ ıneye teşebbüs etti, oracıkta boğazladılar. ötekiler de bakıyorlar. dı : Bu yaşını

başını

almı� adamlar işt�n atılacaklarını ya da

maden ocaklarında çalışmaya gönderileceklerini biliyorlardı.

O sırada kadınlar da inmişlerdi avluya. Bütün patırtı bo­ yunca pencerelerden

aviuyu seyretmişlerdi. Esmer, ince ve kıv­

rak kadın, gürültüyle masadan yere

atıayan

SpartakOs'ün önü·

ne gelip durdu. Uşaklar bu hayvan postuna sarınmış adama hay­ retle bakıyorlardı : düşünceden, harekete çok süratle

geçtiğini

görmüşler, şaşmışlardı, fakat bu ani davranış hoşlarına gitmiştl Genç kadın başını Spartacus'e doğru kaldınp sordu : 1

- Neye karar verdiniz? - Lukania'ya

gidiyoruz.

- Ormanlarda güzel günler bekliyor bizi. - Hem de ne güzel günler ! dedi Spartacus ve güldü : «Hepimizi asacaklar.» Sonra Nicos'a yaklru;tı : - Bizimle geliyor musun Nicos? - Hayır, dedi Nicos. Duvar dibine çömelmiş haliyle pek ihtiyar görünüyordu. - Hoşça kal baba, dedi hayvan postuna sarınmış adam. - Hoşça kal, diye cevap verdi Nicos. Gladyatörler kapıya

yöneldiler

ve

dışarı çıkınca karmaka­

rışık yola dağıldılar. Askerlerle uşaklar arkadan geliyorlardı; peş� lerinden de kadınlar. Hepsi hepsi üç taneydi zaten. Şimdi grubun sayısı yÜZü geçmişti. Güneş de doğmuştu.

-

33

-


II BAŞKALDlRANLAR

önce Lukania'ya gitmeye niyetliydiler, fakat Hirpinia dağla .. rının eteğine gelince .en çorak zor

geçim

tarlalar, en haşin tabiat ve en

şartlarıyla karşılaşınca,

yüzgeri

etmişlerdi.

Tanrıla­

rın kutsal toprağı Kampania ise, kimseyi geri çevirmezdi, bir e şkiy ayı bile. Olağanüstü bir ülkeydi burası. Yumuşac�k kara

r

t oprağ ı yılda üç ürün verirdi. İlkbaharda dinlenen toprak gülle ­

le donanır, bahçelerin kokusu insanın içine işler, kanını tutu ş ­

tururdu. Vezüv'ün yamaçlarında öyle otlar yeşerirdi ki, bunla­ rın

özü,

b akire rabibeleri bile çılgına çevirirdi.

me zamanı gelmiş kısraklar denize tepeden

Yazın

çiftleş

bakan kayalara tır ­

manır, ardlarını ateş rüzgarına verir, sonra da geriye yüklü dö­

nerlerdi . Bu tepeler varolalı beri ordunun buğday ambarı,

ülkenin

mücevher i olan Kampania'yı ele geçirmek için herkes birbiriyle çekişmişti.

Tiberüs Grackus'tan

Kampania'yı büyük toprak

sonra başka vatanseverler de elinden almak ve top­

sahiplerinin

raksızlar arasında bölmek istemişlerdi, ama bu toprakların sa­ hipleri onları öldürmüşler, parçalamışlar,

boğmuşlardı.

Sadece

tefeciler buraya musaHat olmaktan yılmamışlardı. Aristokratıar, çiftçilerin ya da

ortakçılarının

iliklerini sömürmüşler, bir kıs­

mını parayla satın almış, bir kısmını da toprakiardan süımüşler-

---' 34. -


di. Çiftçiler sonunda yerlerini büyük toprak sahiplerine, ortak­ çı larla çiftlik hizmetkarları da her yeni savaşın piyasaya daha çok sayıda sürdütü kölelere bırakmak zorunda kalmışlardı. Sefil olan köylüler ya orduya giriyorlar, ya da yol kesip dağ­

lara çıkıyorlardı. Bu arada bir sürü de söylenti dolaşıyordu ku­

laktan kulağa.

Son derece gözü pek bir haydut çetesi hanlara, tavernalam saldırıyor,

yolculan,

posta arabalarını soyuyor,

soyluların villa­

lannı ateşe veriyor, a�ıllardan öküzleri, haralardan atları çalı­ yordu .

Soyguncular hem

her yerdeydiler hem de hiçbir yerde

Bugün Klanius kıyısındaki bataklıklarda konaklıyorlardı,

yarın

Virginia dağlanndaki onnanlarda. Bunlara karşı, askeri birlikler, küçük şehirlerden

aletacele

toplanan askerlerle kurulan bölükler sevkediliyordu. Fakat, her

seferinde de askerler ya firar ediyorlar ya d a haydutların tarafı­

na geçiyorlardı. Kanunsuzların sayısı her gün biraz daha artıyor­

du.

Hem korku, hem hayranlık uyandınyordu bu adamlar; çün­

kü, hayata saygı duymadıklan gibi, ölümü de hor görüyorlardı. Güneş tam tepeye geldiği zaman, öğle şeytanı uyuşuk nöbet­ çilerin uykusunu altüst ederek tarlaları dolaşırken, işçiler ve kö­

leler birbirlerine sokulup haydutlardan

sözediyorlardı . Bunların

hakkında neler anlatılıyordu neler? Her gün yeni bir söylenti çı­

kıyordu ortaya. Başlannda iki komutan var deniyordu. Biri koca cüsseli, hep düşüneeli duran, zalim tabiatlı bir Galyalı, öteki a{:ık renk gözlü, hayvan postuna sarınmış bir Trakyalı. Yanlarında bir de kadın varmış, diye anlatılıyordu, esmer, kıvrak bir kadın. Yıl­ dızlardan geleceği okuyan Trakyalı bir prenses. adamın metresiymiş bu kadın.

Başka

Hayvan postlu

kadınlar da varmış ama,

herkes o prensesi istiyonnuş. Bunlar herkesin bildiği çapulculardan

değillerd i ;

gladyatör­

dü bu haydutlar. Kanıpania'da şimdiye kadar böyle insanlar gö­ rülmemişti . Çünkü, gladyatörler, insan değil, arenada ölmek için yaratılmış hayvan sayılırlardı. Ama, arenada ölmeyi

istememek­

te haklıydılar doğrusu. Çobanların bütün koyunlarını boğazlıyorlar, bağların bütün üzümlerini yiyorlardı. Binrnek için en iyi atları, eşyalarını taşıt­

mak için de en iyi katırları kaçırıyorlardı. Geçtikleri yerde ar-

- 35 -


tLlı;. ot bitmiyordu. El detmedik kız da, açılmad ık içki fıçısı da kalmıyordu. Dlrenmeye yeltenenlerl öl dürü yorl ar, kaçanları ya.

lte.l-ı yorl ard ı . Kendilerine katılanları

yanlarına

alıyorlardı;

peş.

lerın a en gidenlerin sayısı da pek çoktu . Bütün

Kampanla'yı böyle söylentiler v e efsaneler sarmı ştı .

JCadınlar Inekl erini satarkcn bu öyküleri n akled iy orlard ı birbirle­ rine. Yaşlı erkek köleler, gecel eri üstüste yı ğıl dıkları havasız iz­

belerde uykuları kaçınca kafa kafaya ·verip hep bunları konuşu­

yorlardı . Ornetln sıtırtmaç

Naso 'nun öyküsü kulaktan kula�a do­

laşıyordu Statlus'un,

Suessula ya'kı nları ndak i arazisinde üç öküz has­

talanmıetı, Ka r ı n la r ı şişen, burunları akınaya başlayan hayvanlar blç bir şey ycm l y or du . Kolları hacakları sertıeşmiş, gözleri cam gibi olmuDtU hayvancıkların; geviş getireıniyorl ar, dillerini kıpır­

ı1ata.mıyorlurdı. BO yücü nü n biri a fsunlamı ştı sanki öküzleri. As­ lında, hu y v a n lu ra !yi ve yeteri kadar yem vermediği için bu du­ rumdan kAhya sorumluydu . St atius'un arazisinde mera yokt u, hayvunlnr Için para verip dı şar dan y em almak ger ek ir�en, kılhya parayı ccblnc atıyor, h ayvanıan n da hastalanmalarına aldırış etmiyordu . S ı� ırtm a ç Naso, hasta olur bu hayvan l ar, diye kaç ke­ re söylcmJştı kllhyaya, aldığı cevap da, yediği tekmelerle tokat­ tar olm uşl u. Ni hayet sığırtmacın dediği çıkınca, yani h ayvanl ar çalışnmıız hal e gelince, Naso onları herkesin bildi�i en etkili usul­ Jerle tedaviye girişti. İncir çekirdeklerini selvi yapraklarıy la be­

raber dör:crck

yedird i , yumurta sarılarını yutturdu, şaraba y atı­ nlmış s a rmıs akları burun deliklerine soktu, süm ükl ü böcek kanı, ı:amk ve balı karı ştı rarak Iavmanlar yaptı, tam kuyruk altından

hacELmat etti, hacamat yerlerine de tarif edildiği şekilde papirüs

lltıerl yapıştırmayı unutmadı. Hiçbiri işe yararn a dı bunların. Bu

defa ltl\ hya telaşa düşmüştü.

Suçu kendi üzerinden atmak için

Naso'nun a�ıla bir domuzla bir tavuk soktu ğun u , bunları n d ış­

J.al arı ııı n

hayvan ların yemin e karıştığını, öküzlerin de bu yemle­ ri yiyin ce hastalandıklarını iddia etti. Naso kendini temize çıkar­ mak Için ne kadar uğraştıysa, nafile. Yakalayıp ayağına zincir

ıtu rdu lar , kızgın demirle dağiadılar ve değirmendtj

çalışmaya

mahkü m ettiler. Halbuki değirmende çalışmanın en korkunç ce­

zalarda n biri olduğunu herkes bilir. Ölümden, maden

ocağında

ya da taş ocağında çalışmaktan sonra en ağı r ceza budur. Za­

vallı mahkum, ayakları zi n cirlenm i ş olduğu halde durmadan d ön ­ mek ve kalın bir buhar ve toz bulutu içinde, değ i rmen i n tahta - 36 -


kolunu çevirtııek zorundadır. Bu toz -duman

yüzünden çok geç­

meden gözleri görmez hale gelir. Boynuna geniş bir demir plaka

geçirilmişth·; öyle ki, bunun yüzünden elini ağzına götürüp unun

tadına bile bakamaz. işte böyle Naso ölüme malıklim edilmiş olu­ yordu. Der,ken, bir gece haydutlar Stat ius'un çiftliğine tepeden in­ me bir akın yaptılar ve her zamanki gibi ne buldularsa ya� ettiler. Bu arada, değirmene de gelip un çuvallarını al d ılar ve sığırtmaç Naso'nun başına gelen leri öğrendiler.

Hayvan postıu adam kahyayı arattı, buldurdu. Naso'yu çözüp, değirınene onun yerine kahyayı bağlattı. Sonra bir kırbaç verdl Naso'nun

eline, kılhya, Naso'yu

daha çabuk dönmesi için nasıl

kırbaçlıyorduysa, bu defa kahyayı Naso'ya kırbaçiattı h ay du tlar. Giderken de, «Bizden sonra durur da dönmediğini öğrenirsek,

yi.

ne gelip Iarbaçlayacağız seni,)) dediler. Kahya korkudan çılgm.a

dönmüştü; iki gün iki gece hiç durmadan çevirdi değirmen ta­ şını, üçüncü gün de düştü öldü. İşte köylerde böyle acı ve korkunç öyküler ağızdan ağıza do.

d

!aşıyordu. Hay utlar her an her yerde ortaya çıkabilirlerdi, kim­

se güven içinde değildi. insanlar ancak silahlı mu haf ızlarl a se­

yahat ediyorlardı . Bazan bu bile yeterli olmuyordu. Bir gün çok sayın bir

hanımefendi

Salerno'ya

gitmek

için

Capua'dan

yo­

la çı kmı şt ı . Numidia'lı elli muhafız ve beş araba eşyayla Capua'­ dan hareket eden hanımca�ız, Suessula'ya, bir katır arabası için . de tek başına

varmıştı. Eşyalarından biri bile kalmamıştı ya­ nında. Acerra yakınında, bir derebeyine ait topraklarda da çok

tuhaf şeyler olmuştu. Bu

efendi, kölelerine çok sert muamele

eder, hepsin i onar on ar birbirlerine zincirlerdi. Bir gün haydut­ lar burayı da bastılar ve direnmeye kararlı görOnen köl elerle kar­ şılaştılar. Haydutlar bunları öldürmek için üzerlerine hücum ede­

cekleri sırada, her zaman çok az konuşan Trakyalı -araya girdi

ve öyle bir konuşma yaptı ki, herkesin ağzı açık kaldı

:

- Zincirlerinizi hayatınız babasına savunmak istediğinize gö­ re demek bu zincirleri çok seviyorsunuz,

onların

vücudunua:a

dokunması size zevk veriyor. Yoksa ben bu çiftlikte bu zincir­

lerden başka, size ait olan hiç bir şey göremedim. Ben mi yan­

lış biliyorum acaba? Bu tavuklar sizi n sabah kahvaltınız için ml

yı.ı.murtıuyor? İnekler, size ait hayvanların sayısını arttırmak için mi, boğaya sürt ünüyor?

için mi bal yapıyor?

Şu

arılar sizin ekmeğiniz! tatlandırmak

- 37 -


Kölelerin sus tu�unu görünce Spartacus, eski mesleği demir­ cilik olan bir adama, esirleri zincirlerinden kurtarmasını söyle­ di. Esirlerden bazıları Itiraz ettiler, efendimizden başka biri ta­ rafından serbest bırakılmak 1stemeylz, deQ.iler. Bunlar öldürüldü, ötekiler asilere katıldılar, onlarla beraber çıkıp � ttiler. Bu öyküler denizden gelen ve insanlarla hay-vanlan humma ile yakıp tutuşturan o kızgın rüzgara benziyordu. Bunlardan en fazla rahatsız olanlar da mülk sahipleri, kahyalar, bekçiler, mu­ hasebeciler ve ırgat başlarıydı. Bu yüzden, kölelere daha sert dav­ ranmaya, daha atır ceıalar vermeye, gözcüleri arttırmaya, nor­ mal zamanlarda zincire vurulmayan i�r;Jleri bile zindrlemeye b�lamışlardı. Fakat, bütün köleler, toprağı sürenler, belleyenler, otları ayıklayanlar, tırpanlayanlar, bostan ve bağlarda çapacılar, bağ bozumunda çalışanlar ve bunlarla beraber sığırtmaçlarla ço­ banlar gıtglde tembelleşlyorlar, asileşiyorlardı. Her fırsatta alet. leri bozuyorlar, kendilerin i yaralayıp, çalışmaktan kaçıyorlar, ya da hasta takHdl yapıyorlardı. Hepsi bir şeyler bekler gibiydiler. Her sabah o havasız lzbelerde yoklama yapıldığında, pencerele­ rin yüksekllAlne, kapıya vurulan koca demir kilitlere ra�en, birkaç köle noksan çıkıyordu. Kaçanlar asilere katılıyor ve gi­ derken kanlarını da beraber götürüyorlardı. Kampaula toprakları böyle bir hummaya tutulmuştu. Şehir­ ler, küçük garnlzonlarıyla bu hummanın yayılışını hiç bir şey ya. pamadan seyrediyorlardı. Roma'ya temsilciler gönderiyor, gece­ leri de surlardaki nöbetçilerin sayısını artırıyorlardı. Soylular şehirlerin dışındaki v1llalarda yaz keyfini kısa kesiyorlar, acele Roma'ya dönüp, artık bir rezalet halini alan bu durumu sena­ toya şikayet ediyorlardı. Oysa, senatonun derdi zaten başından aşmıştı : İspanya so­ runu vardı, Sertorius sorunu vardı, göçmenlerin meydana getir­ diği devrim ordusu sorunu vardı. Bu ordunun galip gelmesi, Roma devrimi demek olacaktı. Pompe kazanırsa bu defa da yeni bir diktatörlük çıkacaktı ortaya. Ya Asya sorunu? Ya Kral Mitridat? Mitridat kazandı mı, sömürge elden giderdi. Mitridat de�il de, Roma kazanırsa, bu defa olan buğday fiyatıarına olacaktı. Hep. si de bu kadar değildi ki? Denizierin gerçek hakimi korsanlar, işi bütün bütün azıtan halk ve demagoglar, hayat pahalılığı, değeri düşmüş yeni para basma sorunu . . . Bütün bunların yanında Kam­ pania'daki kanşıklığın önemi mi vardı? - 38 -


'lll ADA Aralarındaki otuz kadın hariç, şimdi asilerin sayısı yüzü geç­ mişti.

öncüleri için

atları,

eşyalarını

taşıyacak katırları, mola

verdikleri yerlere kuracaklan çadırlan ve topluluğun yarısını do­ natacak silahları vardı. Her gün biraz daha artıyordu sayıları. Yeni gelenler çoğu zaman tartışma konusu oluyordu. GiJ.a dya­ törler kuşkuyla bakıyorlardı bunlara. Bu varacağını

kestiremediklerinden,

iı:;in

aralarına

sonunun

nereye

başkalarını

almak

hoşlarına gi tmiyordu. Topluluğa

katılmaya gelenler

daima

hediyeler getiririerdi :

bir çuval un, bir koyun, iki at. Kimi de karısı ya da geliyordu.

Gladyatörler bunları

yerinin yakınına yerleşiyor,

hiz:m.etÇisiyle

kovuyorlardı. Onlar

kendi yiyeceklerini

da

konak

yiyor ve bekli­

yorlardı. Bazılarını öldürmüş ve soymuşlardı, ama hepsi de öl­ dürülemezdt ya. Bu gönüllüler bazan kon,aklama yerini bulmak için günlerce dolaşıp dururlardı. Kurnazlık edip şehre yolda tehlike var

mı haydutlan gören

gittiklerini olmuş mu,

söylerler, diye sorar­

lardı. Kaçan kölelerin bazıları yakalanır, efendilerine teslim edi­ llrdi. Yakalanmak ölüm demekti ; ama yine de bu, onları kaç­ maktan alıkoyamıyordu.

- 39 -


Kimler gelmemişti ki? Çlftlik hizmetkarları, çobanlar, günde­ Iikçiler, köleler Ya da köle olmayan işçiler. Hirpinia dağlarından sığır çobanları gelmişti, Samnia'dan dilenciler ve eşkiyalar; Yu­ nan asılı, Trakyalı, Galyalı köleler. Esarette doğanlardan tutun, köy lü ler şehirlilfT ve paçavralar içindeki hatipiere kadar bir yı.

ğın insan!

Aralarında Capua'dan gelmiş bir şehirli vardı : Sectus Liba­ nius, eski bir esnaf ailesindendi; dedesi 'Quintus heykel yapardı. Babası, işin bir dalında uzmanlaşmış, sadece heykel başları yap. makla meşgul olmuştu. Kendisi ise, renkli taşlardan, yeşil, kır. mızı, sarı ve mav i gÖZleri yerine oturturdu. iri yarı, sağlıklı ve orta yaşlı bir adamdı Libanius. Etrafından itibar görürdü. Dü­ zeni değiştirecek her şeye karşıydı. Ama, bunalım günleri ve iç savaş başlayınca kimse heykel satın almaz olmuş, Sectus Liba­ nius de atölyesin! kapatmak zorunda kalnuş,

gelip

bu haydutlara

katılmıştı. Prector ise, güney çiftliklerinden birinin hizmetkArlanndan­ dı. Nefesleri daima soğan

ve sarmısak kokan, ama kalpleri te­

miz eski Romalılar soyundan, gayet sert bir efendisi vardı. Adam l<ölelerine, Koca Katon'un, «bir köle ya uyur, ya çalışır» ilkesine uyarak muamele ederdi. Gerçi, bayram günleri tarla işlerini ta­ til eden yasayı uygulardı, ama o günlerde de ya damı aktartır,

Ya da helaları temizletirdi. Nasıl olsa yasa bu gibi işleri yasak etmiyordu.

Sonunda

Proctor ekin biçerken bile bile üç parma.

ğını uçurdu ve işe yararilaz damgasını yedi. Hemen gidip hay­ dutlam katıldı. Zozimos dil bilgisi ve hitabet hocasıydı . önce Oplontis şe. mecliSinde ayak 'işlerini görürken , başkana, kendisin i ço.. cuklarına eğitmen olarak tutması için rica etmiş, sonra iyi bir hir

çevre yapmış ve en kibar ailelerin çocukları için bir okul açmış. tı. Yirmi kadar

öğrencisi vardı Zozimos'un. Çocukların velileri

de kendisinden hoşlanırlardı.

Kısaca, işleri yolunda gidiyordu.

Bu başarıdan başı dönen, hatip olmayı aklınaJ koyan Zozimos oku. lu kapattı, şiirler yazmaya başladı, ama ça�tdaşlanndan hiç b'iri anlamadı onu. Büyük bir sefalet içine düştükten sonra da gelip haydl.ltlara katıldı. Gelir gelmez hemen siyasi bir nutuk söyle­ mek istemişti. Zozimos. Asiler alay etmişler, hatta bir güzel sopa çekmişlerdi

ona. Fakat geriye de yollamamışlardı.

eı:: lenceli, hem d e meraklı bir yığın

dinlemekten zevk alıyordu bu haydu t gurubu.

-

40

-

Çünkü

öykü biliyordu.

hem

Zozimoo'u


Gelenler arasında kadınlar da vardı. Bazılarının niyeti sa­ dece aşk yapmaktı. Bazılarının ise, geliş sebepleri başkaydı. Hizmetçi Letitia'nın suratı yıpranmış meşin gibiydi, iki memesi de hoş kırbalar gibi sallanıyordu. On yıl önce, efen. disi ona üç �lan doğurursa kendisini çalıştırmayacağını söy­ lemiş, Letitia da on yıl on çocuk doğurmuştu : sekiz kız ve sa­ dece iki oğlan. Artık kısırlaşmıştı, çocuğu olmuyordu Letitia'nın. O da kalkıp asilere katılmıştı. İhtiyar Sintia, doğduğu dağ köyünde eıii Yil süreyle bir yı. ğın iş yapmıştı, hepsi birbiriyle ilgili ve daima ücreti bir tarifey. le tesbit edilen işler. İki as karşılığında ebelik, dört as karşılı�ın­ da cenazelerde ağlıtçılık yapar, beş asa ölüleri kefenler, beş ses. tere fal bakardı. Yıldırımın çaktığı yöne, kuşun uçuşuna bakar, geleceği okurdu. Hastaları · tedavi eder, birtakım haplar, şehvet arttıracak ilaçlar satardı. Bunların da daima belirli bir tarifesi vardı. En ucuz il acı, çocuk- yapan haplan, en pahalısı da çoc� düşürteniydi. Sonra bir gün, ayni köye Yunanlı bir hekim gel­ miş yerleşmişti. Adam, kanın damarlarçla · bir aşağı bir yukan dalaştığını iddia eden, daha bunun gibi birtakım palavralar atan Eristratos'un çömeziydi. Şarlatan mahluk, adamakıllı müşteri tut. muştu. Sintitia'ya iş kalmayınca, o da haydutların peşine ta­ kılmıştı. Gelenler arasında genç kadınlar da vardı : fahişeler, nişan­ lılannıı;ı terkettiği kızlar, a1'ZU uyandıran hafif meşrep kadın­ lar, elden ele dolaşmış ve yıpranmış kadınlar. Çoğu iğrenç şey. lerdi bunların, ama aralarında güzelleri de vardı. Kadınlar yü­ zünden kıskançlık kavgalan oldu, cinayetler 'işlendi; sonunda bu­ na da alışıldı. Kadınlar bazan bir, bazan iki erkekle yaşayıp gi­ diyorlardı. Firarlann arkası kesilmiyor, topluluk gittikçe büyüyordu. Sonunda bunları önlemekten, gelenleri geri göndennekten vaz. geçilcLi. Gladyatörler her akşam yeni gelen oldu mu, diye soru­ yorlardı. Hatta aralarında bahse giriyorlard.ı. «Yarın müşterile­ rinin çoğunu öldürmüş olan bir hekim gelecek!» Hayır; genelev patronunun sokağa attığı , bir kız gelecek.» Kitle, yürüyüş halindeyken, bir gladyatörler grubundan zi­ yade, geçit resmindeki bir esnaf topluluğuna benziyordu. önce­ leri bir günde zahmetsitce otuz mil yürümüşlerdi. Şimdi ancak, oniki mil yol alabiliyorlardı. Daimi bir konaklama yeri bulmak - 41 -


Neticede Klanius bataklıklarının

şart olmuştu artık.

ortasında,

Acerra'nın batısında, onu da buldular.

tarafınd an sazlar, kamışlarla korunan oldukça sakin bir ay geç çıkıyordu artık. Yükseldiği zaman da sazlar arasında yüzü gözü tırnıı klanmış gibi görünüyordu. Gece­

üç

adaydı burası. Ş imdi

leri sadece kurbaağların şikayet çi şarkısı işitiliyordu. Bazan sazlardan havalanıyor, döne döne yükseliyor,

kuş

us'un

sarı

sonra

sularının kalın aynası üstüne süzülerek iniyor,

yerlere konuyordu. B at aklığın

pis

bir

Klani­

bir

kokulu gazları hemen yakına

kurulmuş çadırların içindeki havayı boğucu hale getiriyordu. Çok kimse dah a ortalık yarı aydınlanmışken çadırdan dışarı uğru­ yor, örtülere sarınıp açık havada uyumaya devam ediyordu. Ama, şafakta kolları bacakları kazık kesiyordu. Sonra, mesamattan ek­ Şi bir er fişkırtan gü neş doğuyordu. Bu yüzden bir çoğu ateş. lendi . Sabahları

büyucü

Sintia, bileşimi

gayet basit, fakat tadı

acı haplarını satardı. Kimse sevmiyordu bu kadını, · am a herkes

ilaçlarını

alıyordu . Çoğu da ölüyordu. o zaman tutuşturulan çalı

çırpı ateşinde yakıliyordu cesetler.

Akşamları ise, kampta hayat pek eğlenceli olurdu. Hava bi­

raz serinlemiş, sazların uçları kırmızımtrak bir sis tabakası içi­ ne gömülür olmuştu. Bazıları yiyip içtikten sonra suyun kenarın:;>

oturup

daki

ayakların ı

sallandırırlar ve suyun parmaklarının

kaynaşmasını

seyrederlerdi.

Bazıları

da baılk

Fanuins'un sporcu yapılı uşakları yan yana dizilirler,

etrafın. avlarlardı. taşı su yü.

yarıŞı yaparlardı. Sazların ortasında si­ genç kızlarla delikanlılar çevirirdi. arkaya atarlar, soluk göz kapaklarını indirirler,

zünde e n uzağa kaydırma tar

çalan birinin

Kızlar başlarını seslerind e

aynı

etrafını

titremeyle, şarkının daima ayni birkaç satırını

söylerlerdi. Çiftler yüksek otlar arasında kaybolmayı tercih eder­ lerdi. Kampın gürültüsOnsen uzaklaşmak için, iki ü ç

adım atmall k afi gelirdi. Tayıyla beraber çayıra çıkarılan bir kısrağın kuvvet­ li kişnemesi işitilirdi uzaktan. İki yaşlı adam karşı karşıya otu­ rur parmak sayma oyunu oynarlardı. Etrafiarını da meraklılar ç evirirdi.

O

gece en büyük kalabalık yeni gelen iki kişi et rafında top­

ianmıştı. Gelenlerden biri tek

hacağı

yar, öteki patlak gözlü, dev cüsseli olduğundan

çekingendi,

sessiz

duruyordu;

ürkmüştü

anlaşılıyordu, gnun

genci

hiç bükülmeyen bir ihti­

bir gençti. İhtiya r tedbirli ise,

konuşamayacak kadar

Bunlarla konuşmanın heyecanlı

için

Castus'u çağırdılar.

- � -

olacağı

İnce uzun gladya-


tör yanında birkaç arkadaşı olduğu halde yaklaştı. Castus'la ar­ ötekilerden ayn ve korkulan bir grup teşkil etmiş­ lerdi. Topluluk içinde bunlara «Sııilanlar» adı takılmıştı. kadaşları,

Durumu anlattılar «Sırtıanlara». «Sebetos'daki bir bağın işçi­ leriymiş, dediler. Buğday payları az olduğu ve kendilerinden öğüt­ me ücreti kesildiği için kaçmışlar.» - Besbelli yalan söylüyorlar, dedi Castu�. Burada bedava buğday bulacaklarını mı sanmışlar yoksa? Böyle adamlara da pek' ihtiyacımız var doğru:ou .. İhtiyar hiç bir şey söylemedi, genı; ürkek gözlerle Castus'a baktı. Etli ıslak dudakları vardı gencin. Kulaklarına küpeler tak­ ınıştı. Seyredenler bakıp gülüyorlardı. - Ne yapmaya geldiniz buraya? diye sordu Castus. Kuzu ye­ tiştirdiğimizi, kızlara tecavüz ettiğimizi ve Allah bilir daha baş­ ka şeyler yaptığımızı mı sandın? Senin ismin ne bakalım? -- Bibius, dedi ihtiyar. Bu da oğlum. Castus bu defa gence dönüp, sordu : - Senin adın ne? - Vibius., dedi delikanlı. Herkes, hatta Castus bile gülmeye başladı. Gencin pek biçim­ li bir ağzı vardı. Biraz kadıns; bir ağız. Eğildiği zaman boynun. da kolyesinin altından beyaz bir çizgi farkediliyordu. - Bibius ha? dedi, ince uzun gladyatör. Baba da, oğul da Vibius! Kolay iş doğrusu. Halbuki 'benim ismim Castus Retiarius Tiron! Nasıl bir etki yaptığını görmek i çin biraz durdu : Delikanlı hayranlıkla bakıyordu. - Şaşacak bir şey yok, dedi · Castus. Bütün soyluların üç is­

mi

vardır.

- Siz soylu musunuz? diye sordu delikanlı ve herkesi gül­ dürdü.

- Burada bütün eski gladyatörler soyludur, dedi Castus. Siz yeni gelenler avamsınız. - Siz de gladyatör

müsünüz?

diye sordu genç, saygıyla.

- Elbette, dedi Ct \SİUS. Bir ara derin derin düşündü delikanlı, sonra sordu - Ya şu hayvan postuna sannmış adam? o da mı soylu? - 43 -


- Elbette

Vibius,

· dedi ince uzun

gladyatör.

Gladyatörlerin

hepsi soylu kişilerdir. Babalan, dedeleıi prenstir onların. Hayvan postuna

sarınmış

olanın adı

Spartacus'tür;

Trakyalı

bir prens

ailesinden gelir. Herkes gülüyordu. Bu konuşma herkesi

�lendirmişti.

Castus baktı ki eğitimci ve hatip Zozimos ağır ağır o tarafa doğru geliyor, söylediklerine onu tanık tuttu :

- Doğru

söylemiyor muyum Zozimos?

- Sözle ifade edilebilen her şey gerçektir, dedi, Zozimos. ödü kopardı

Castus

ile çetesinden.

«Kelimelerle ifade edilen şeyler

mümkün demektir, mümkün olan her şey de bir gün gerçek ola­ bilir.» - Yani, inek domuz doğurdu, dersek bu

mümkün müdür?

diye sordu birisi. - Bu da mümkündür, dedi Zozimos. Madem ki bir Tanrı,

bir kadını kuğu kuşu haline getirdikten sonra ona bir erkek ço­

cuğu doğurtmuş, bir inek de pekala bir d omuz doğurabilir.

Herkes güldü. - Otur! dedi, elmacık kemikleri

çıkık, at çeneli eski çoban

Hermios. Bir şeyler anlat bize. - Ayakta duray!.ffi daha iyi, dedi Zozfmos, soylu konuşmala­ ra böyle dik duruş daha çok yakışır. - Anlat, anlat, diye israr etti çoban. - Pekala, dinleyin öyleyse. Yüz yıl önce Yunanistan'da bir

r

cumhuriyet vardı. Bu cumhuriyetin konsülleri gö evlerine başla­ madan ön.ce şöyle yemin ederlerdi : «Ben halkın dü�nıyım ve halka zararlı olmak için ne mümkünse onu yapacağım.» - Peki, insanlar ne diyorlardı buna? diye sordu Castus. - İnsanlar mı? Yani, halk demek istiyorsun. Tabii onlar da, bugünkü halk n e diyorsa onu söylüyordu. Bizim ülkede de aynt şey

olduğunu

bilmez değHsin.

Sadece bizim

senatörler

hallan

önünde yemin etmiyorlar. Dinleyenlerden ses çıkmadı. Hayal kınklıı\tına uğramışlardı. - Evet, evet, dedi Hermois, ama pek inanmış görünmüyor­ du. «Hep böyle olmuştur zaten.»

- 44 -


' Dişlerini göstererek güidü ve içini çekti. - Zozimos, dedi ince uzun gladyatör, pek can sıkıcısını Daha'

iyi bir öykü bilmiyorsan çek arabanı. - Giderim, dedi

Zozimos.

Patronum

beni

yıkıcı

fikirletim

yüzünden kovdu. Sizlerin yanında oaha fazla anlayış bulacağı­ mı

sanmıştim. 'Senden gizleyecek oeğilim

jra hayatlım Castus,

hayal kırıklığına uğradım. İncecik dallardan yakılan ateşler, ortada daire şeklinde ka· zıımış çukurlarda parlıyor, ateşten, nefesi tıkayan ve sinekleri kaçıran bir duman çıkıyordu.

Her

grup daima ayni çukurda ken­

di ateşini yakardı. Kadınların ateşi, Fannius'un uşaklarının ate­ şi, Keltlerinki, Trakyalılannki, hep ayrıydı. Keltıerle _Trakyalılar en kalabalık gruplardı ; birbirlerine de hiç tahammi:ll edemiyor­ lardı. Keltıerin başı Cricsus'tu. İnce

uzun gladyatörle «Sırtlan­

lar» da bu gruba dahildiler. Trakyalıların şefi ise, Spartacus'dü. Keltler kaprisli ve bir anda parlayan insanlardı. Çoğu Ro­ ma'da esarette doğmuştu ve asıl vatanlarının sadece adını işit­ mişlerdi. Hepsi de kölelerin fahişelerden olmuş çocuklarıydı. sa. balıtan akşama küfredip dururlar, her vesileyle boğaz boğaza ge.

lirlerdi. Sonra döğüştan sağ kalanlar ağlayarak birbirlerinin kol. lanna düşerlerdi. Trakyalılar daha yeni it hal malıydılar. Appius Clodius se­ ferden dönüşte getirmişti bunları. Daha ziyade somurtkan, çok iri yapılı adamlardı. Alınlarmda, omuzlarında mavi noktalar ha­ linde dövmeler vardı. Garip insaniardı Trakyalılar; durmadan dü­

şünürler, içmeyi, hem de çok içmeyi severlerdi, ama hiç patırtı

etmezlerdi. Ateş etrafında, nereden ele geçirildiği bilinmeyen bir boynuzu elden ele dolaştırırlar, ondan içerlerdi. İçlerinden biri şöyle yüksek sesle ·konuştu mu, ötekiler hayretle ve söyledi�ini din­

lemeden bakarıardı yüzüne. Hiç

dö�üşmezlerdi Trakyalılar;

bu

bakımdan, Fannius'un uşaklarına benzerlerdi, onun için de ara­ lannda iyi anlaşırlardı. içki boynuzu nasıl ortak mallanysa, nasıl elden ele dolaşır­ sa, kadınlan da kucaktan kuca!:'a d evrederlerdi. Geldikleri dağ. larda çok az kadın bulunduğu söylenirdi. O da�lardan şimdi rüya gibi uzakta belli belirsiz bir anı kalmıştı : sarı ve muazzam bir ııürü, böğüren hayvanlar ve kara keçi derisinden çadırlar. Kurak havalarda her şey malıvolurdu : insanlar da, hayvanlar da. Yok­ sulluk yüzünden vadide yaşayanlarla savaş yaparlar, kendi ara-

- 45 -


larında da bir küçük otlak için döğüşürlerdi. Her kabile, komşu­

sunun kulübelerini ateşe verirdi. Bastarnlar, Triballer, Fenkinler birbirlerini boğazlar dururlardı. Hayat şartları çok güçtü. Aşağı­

da,

vadide, Ustudomia, Tomoi, Kollatis ve Odesos şehirleri refah

içindeydi. Buralarda ·bolluk ve sefahat hüküm sürerdi. Yukanda

yaşayanların bildikleri ise, sadece yoksulluk, hayvan sürüleri ve eski geleneklerdi. Bir çocuk doğdu mu, beb�i bekleyen acıları bil­

. diklerinden,

herkes yasa girer, ağlar, inlerdi:

şenlikler yapılırdı. Çünkü, ölenin

Ama, biri öıünce

sonsuzluğun parlak dünyasına

girdiğini bilirlerdi. B u yoksulların bayram günleri de vardı. Yıl­

da

bir gün gülilltücü Bromios ve Bacus ormanlardan çıkarlar,

kadınlarla

erkekler de alay hal in de onların ·peşine takılırlardı

Öfkesi pek korkunç olan Ares'i de yatıştırmak gerekirdi rıyı

teskin etmek için

çırilçıplak soyunup, yüzünü,

bu tan­

vücudunu

acaip boyalara bulayıp �ile büküle dansetmek zordu d�usu..

te,

İş­

hayat böyleydi, şartlar pek güçtü oralarda. Muazzam hayVan

sülilleıi açtı. Her şeye rağmen,

otlatmak

kuraklığa ve düşmana

rağmen

lazımdı hayvanları. Romalı ortaya çıkana, ormanı istila

edene ve insan avına başlayana kadar dağın hoş tarafları da vardı,

ama

şimdi kafası

traşlı d üşma n her yerdeydi. Dağlılar

düşmanı öldürup daha yukarılara çekiliyorlardı, fakat inatçı Ro­

mal ı , dağlının

peşini

izlemekten

vazgeÇmiyordu.

Sonunda ıher

şey i fethetmiş, çobanları, sülilleıi, binlerce insan ve koyunu ele

geçirmişti. O zaman bu bölge halkı, asi olduğunu, satılıp damga.

lanacağını öğrenmişti zılıydı

suçlar ı. Roma

suçlam büyüktü, eski Apulia yasasında ya.

Cumhuriyetinin

büyüklük ve güvenliğine

kasdetmişlerdi. Trakyalıların, o asık suratlı ve sessiz insanların, şimdi Kam­

pania'da bir arada bulunan yüz kişinin öyküsü buydu işte. Hay­ van postuna sarinan adam da onlardandı, fakat onlar

gibi de­

ğildi. İtalya topraklarında ötekilerden daha uzun süredir yaşıyor,

İtalya'nın dilini ve geleneklerini daha iyi se onun hayatı hakkında esaslı bir bilgiye Gladyatörler gün

Clanius

olmuştu. Capua.dan

bi liyordu . Fakat, kim­

sahip bulunmuyordu.

sularının ortasına 'konak kuralı oniki kaçtıklarının

yirminci

gününde,

Sues­

sula'dan Nola'ya giden büyük yolda, atlı bir habereiyi yakaladı­

lar. Capua şehir meclisine ait bir köleydi bu ve Nola şehir mec­

lisine bir mesaj götürüyordu. Castus ile arkadaşları «işe» çıktık­ ları bir gün, sadece can yakmak zevkini tatmin amacıyla ve atı

hoşlarına gittiği için adamı yakalamışlardı. Köle ise deh.şete IÇa"


pıldı�ından

ağzından

birbirini

.öyle

tı.itmaz lafiar

kaçırdı

ki,

nihayet kuşkulandı haydutlar, adamı iyice sorguya çektiler. Castus ile a rkadaşlarının insanlan sorguya çekmek için özel usulleri var­ dı : bir çeyrek saat sonra mesajın ne olduğunu öğrenmişlerdi 'bile. Pretor * Clodius Qllaber üç bin seçkin askerin başında Roma'dan

hareket etmek üzereydi ; Kampania üstüne yürüyecek ve bu eş­ kiyalık sorununa bir son verecekti. Mesajda, Nola sinden, haydutların sayılan

şehir

mecli­

ve sığındıklan yer hakkında kesin

bilgi isteniyordu. Castus ve arkadaşları habereiyi ( yahut adamdan geri kalanı) kenarındaki ağaçlardan birine bağladılar, gö�süne de elodius

yol

Glaber'e «Hoş geldin» diyen bir yazı yazıp, dört nala konak ye. rin e döndüler.

Konak yerinde her şey sakindi. ötekiler hemen «Sırtlanlar»

grubunun etrafına toplandılar. Ne getirdiklerini yorlardı.

şey

« Bir şey başaramadık,»

öğrenmek isti­

dediler onlara. Castus hiç bir

söylememelerini, tedbirli olmalannı tembih etmişti arkadaŞ­

larına. Kendisi, e ricsu s'un çadırına

gitti. Cricsus yatağının üs­

tüne oturmuş, rutubetten bozulan ayakkabılannı ya�lıyordu. Cas­

tus girdiğinde, başını kaldırmadı, işine devam etti. - Her şey bitti, dedi e astu s.

üç

bin asker hareket etti Ro­

ma'dan. Yoldalar şimdi. Bir haberci yakaladık. Sonra

gidip

hayvan poı.ilu adamı

birk aç g!adyatörle beraber,

lar.

buldular ve eski ekipten

yine ericsus'un

çadırında

toplantı­

Çadırda boğucu bir sıcak vardı. Uzun uzun konuştular; bu

arada ince uzun gladyatör, herkesin sini,

herkesin

kendi

başının

ayrı

çaresine

ayrı

şansını deneme­

bakmasını önerdi.

öteki­

lerin hoşuna gitmedi bu öneri. Tartışmaya başladılar. Yüzleri ter içinde kalmıştı. Yükselen sesler, dışardakilerin merakını çelaniş­ ti,

çadınn etrafına

toplanmışlardı,

ama

içeri

girmeye

cesaret

edemiyorlardı. ericsus

kederli bir ifadeyle önüne

dan terini kuruluyordu. Hayvan postlu konuşursa,

bakıp

susuyor, durma·

adam da susuyor, kim

bakışlannı, karşısındakini ilk defa görüyormuş gibi

dikkaile ona dikiyordu. Derken, bütün konuşmacılar

ona hitap

etmeye başladı.

(*)

Eski Roma'da adalet mekanizmasında yargıç yetkisine sahip

kişi.

- 47 -


Hepsi konuştuktan ve konuşmaktan yorulduktan sonra, hay­ van postlu adam, yakında, deniz kıyısında Vezüv adını taşıyan bir dağ olduğunu hatırlattı onlara. Yeni gelenlerden birkaçı bu bölgedendi ve Vezüv'ün

tepesinde bir

çukur

olduğunu,

eskiden

dağ içinde yanan ateşin bu çukuru meydana getirdiğini söylüyor­ lardı. Çok eskiden yeryüzünde daha insanlar yokken, dağlar böy­ le kızgın bir ateş gibi yanar ve o tarafa bakınaya cesaret eden hayvanların gözlerini kör ederdi. dağın tepesinde huni şeklindeki

O

o

ateş söneli çok olmuş, sadece delik kalınıştı : yarım mil de­

rinliğinde ve iki amfiteatr genişliğinde bir delik. Gladyatörler ağızları açık dinliyorlar, fakat Spartacus'un sö,.

zü nereye

getireceğini

burlaştırmışü

anlayamıyorlardı.

Spartacus. İki

elini

Oturmuş,

çenesine

sırtını

dayamıştı;

kam ­

akşam,

ocağın karşısında öteki odunculara öyküler anlatırmış gibi. - Bu

dağın etekleri, diyordu, bağlar

Şehirler de var : Pompei, Herculanum toprak �ıplak,

ve ormanlarla kaplı.

Oplontis. Yukariarda ise,

, sarp, yalçın kayatarla örtülü. İki hırsız va:ktiyle

kaçıp o, huninin

içine

saklanmışlar, bir daha da kimse

yakala­

yamamış onları. Çünkü, tepeye sadece daracık bir yol çıkarmış; savunması kolay bir yol.

Şimdi, yavaş yavaş anlıyorlardı gladyı:ıtörler. Ortası oyuk bir

dağın tepesine hem eğlenceli

çıkıp,

orada

kamp kurmak,

hepsine hem

garip,

geliyordu. Gülüyorlar, bağırıyorlar, hep böyle çıl­

gınca fikirler ortaya atan, şimdi de dirsekierini dizlerine daya. yıp oturmuş, dikkatli bakışlarını tek tek herkesin üzerinde do­ laştıran, hayvan postuna sarınmış adamı alkışlıyorlardı. Dışarda, cadınn etrafına toplanan ve sıkıntı içinde bekleşenler, bu gürül7 tüyü işitince ferahladılar. Hummalar adasından ayrılanacaıtı ve kendinden kalesi olan bir dağın tepesinde yaşanacağı, az zaman­ da ağızdan ağıza yayıldı. Adada bütün gece danslar edild i , şarkılar söylendi, şarap kır­ baları boşaltıldı ve her zaman ayrı ayrı ateşlerin başında topla­ nanlar o gece bir araya gelip aynı sevinci paylaştılar. , Sabahietin çadırlar ren

söküldü ve sürü,

atlı öncüleri,

süt

ve­

hayvanların, öküz arabaları yayaları ve artçılarıyla Vezüv

adındaki dağ yönünde yola koyuldu. Şimdi, yüz

kadın hariç olmak üzere;

mişti.

- 48 -

sayılan

beşyüzü

geç­


IV

YANARDAG AGZI

Pretor Cladius Glaber asık bir suratl a egerının üstünden geriye döndü, askerlere şarkı söylemeleri için emir verdi. Asker­ ler hemen şarkıya başladılar. Çatlak sesleri, yola çıktıklarından beıi peşlerini

bırakmayan yeni bir toz bulutu kaldırdı havaya.

Ayrıca, söyledikleri şarkı da pek makbul sayılacak cinsten de­ ğildi : Pretorun kafasının dazlaklı�ından bahsediyor, hem gece,

hem gündüz sadık askerlerinin yolunu aydınlatan parıl parıl ke­ liyle alay ediyordu. Şarkının güftesi aslında pek esprili değildi. Gerçek bir generalin, gerçek bir ordunun mutlaka kendi marşıı olmalı,

ama

saygısızca

bir marşmış,

olsun!

Glaber

gerçek bir

general, ordusu da gerçek bir ordu de�il mi sanki? Bunun

tartışılacak

tarafı

yoktu.

tabii.

Aslında, Pretor

ne

Kral Mitridat ile, ne de Simbr'lerin şefi Boverix ile savaşacaktı.

Karşısındaki düşman daha gösterişli olsun isterdi elbet, hele bir orduya komuta etmeyi on beŞ sene bekledikten sonra . . . Hep böyle bir günü beklemişti. Artık kendisi gibi doğru dürüst karakterli insanların devri geçmişti; ildidar yolu kahra­ manca davranışlardan değil kadın etekliklerinden, alavere dala­ vereden geçiyordu. Arkadaşları en kısa zamanda. en şerefli mev. kilere yükselmişlerdi. Kendisi

ise,

mertebe silsilesinin her ba-

- 49 -


�mağını

teker

teker tı

den en büyük rütbeye

rmanmak zorunda kalmıştı :

kadar

en

küçüğün mev­

­

sabırla çıkmıştı da, önemli bir

ki olan İaşe ve Eğlence Başkanlığım bile çok görmüşlerdi Halbuki bir konsül oğluydu ve gençliğinde geleceğinin çok lak olacağı tahmin edilirdi.

ona . par­

Şu kahrolası askerler neden şarkı söylemiyorlar? Capua

ı r

şehir mezarlığı görünmüştü. Kampanial la

kendisini bir

rıcı gibi bekliyorlardı. Böyle sessiz askerlerle

şini? Eğerin

nl pırıl

üstünden

parlayan kel

mi

kurta­

yapacaktı· giri­

doğru döndü arkasma : Askerler yine pı­

�fanın

şarkısını söylemeye başladılar .

örneğin, Marcus Krassus! Fiilen hi ç bir savaşa katılma­ mıştı, ama muhaliflerini Cilla'ya ihbar etmiş, manarına el koy muş ve oradan başİayarak efsanevi servetini yapmıştı. senatonun yarısının on a borcu vardı . . Bütün yüksek memurlar da onun dü­ düğünü çalarlardı. Gitgide kulakları iyi işitmez olmuş, alabildi­ ğine şişmanlamıştı. Gözleri de iyi görmüyor ve tabii gençlik ar­ kad-aşı Clodius Glaber'i artık tanımıyordu. Geçenlerde bir vesta rahibesi ile uygunsuz şeyler yaptığı için hakkında soruşturma açılmış, fakat soruşturma sonunda rahibeye gece ziyaretlerini bir villa satışı için yaptığı anlaşılmıştı. Bütün Roma gülmüştü bu

.

masala. Clodius Olaher'in biraz keyfi yerine geldi : Capua'ya ye­ rinde duramayan

baŞarı atı üstünde bir kurtarıcı olarak gire­

Hay Allah, şu kahrolası askerler neden şarkı söylemiyor­ lar? Bu defa gülümseyerek e�erin üstünden arkaya döndü : Kel kafanın şarkısı, üçünca defa yine başladı. İyjce keyiflendi' Pre­ cekti l

tor, atın boyunu okşadı.

da

Ya, Pomp e denen o süslü bu d ala? Bazıları onun şahsın­

yeni

bir diktatör bulmazlar mı üstelik?

Müteveffa

babası şaşı

gözlü bir adamd ı ; yıldırım çarpmasından ölmüştü. Bir soylu içi

ne ölüm! Oğlu da

n

meslek hayatına mahkeme huzuruna çıkınakla

başlamıştı. Asculum

savaşının ganimetlerinden, tablolar ve

ki­

taplar çalınakla suçlanıyordu. Şu işe bakın, tablolar ve kitaplar! Adli takibat sırasında alelacele mahkeme başkanının insanı ür­ kütecek kadar çirkin kızıyla evleıuniş ve beraat etmişti Pompe. Karar okunduğunda, halk «Yaşasın adalet!) diye bağıracağına, «Yaşasın damat» diye bağırmıştı. Pompe, çok geçmeden mahke­ me başkanının kızından ayrılıp, bu defa, Cilla'nın başkasından - 50 -


gebe kalmış üvey kızla evlenmişti. Afrika'dan dönüşünde ise, sız.

lana sızlana, kaym pederinden zafer sancağını almış, arabasma da dört fil koşmuştu. Arabanın yayı, yeteri kadar geniş olmadı­ ğından,

filler!

koşurodan çıkarmak gerekmişti. Bunun

sızıanmış durmuştu

için

de

Poinpe. Her şeye ra�en, aşağı tabakadan

halk tapardı ona. Halk mı? Halk dediğimiz kitle kahraman de­ d�klerinin aslını bir bilse, kahraman diye bir şey kalır mı? Kendisi

o

kahramanıarın ne biçim şeyler olduklarını iyi bi­

lirdi, çünkü onarla beraber büyümüştü. İçlerinde doğru dürüst olan bir tek kendisi vardı,

bunu da herkes biliyordu. Halbuki

hepsi onun önüne geçmişlerdi : Lucullus, Mitridat'ı yenecek gibi olmuş, sonra içki alemleri ve sefahatle bu zaferin kepazesini çıkar­ mıştı. tspanya seferine komuta eden Pompe, kendisine Büyük Potn­ pe dedirtiyordu. Marcus Krassus, savaştan uzak, Roma'da oturuYor­ du, ama Roma'da satın almadığı kimse kalmamıştı. Hatta küçük Sezar !>ile.. Yeni yeni meydana �ıkan demokrat partide, önemli

bir kişi sayılmaya başlayan Sezar da, Bitinia'daki görevini kralın yatağında tamamlamış ve bütün Roma'yı

güldürmüştü

kendine.

Bu arada, Clodius Glaber kırk yıllık dürüst hizmetine müWat olarak, !ala

ala ordudan başka her şeye benzeyen bir blrlitm,

ihtiyar, mecalslz, hatta şarkı söylemeye bile askerlerin komutanlığını

alabilmiş,

takatieri olmayan

haydutlar

lanna karşı adeta koml.k bir saldırıya

ve

sirk palyaço­

girişmlştl.

lllddetten deliye dönen Pretor,

bitkin askerlere bağırdı :

«Şarkı söyleyin diyorum ! )) Şehre iki yüz adım kalmıştı, şehrin kapısında Capua şehir meclisi üyeleri kendisini karşılamak için sıraya dizilmişlerdi. Kel kafa marşı yeniden yükseldi . Pretor atı­ nın dizginlerini çekip şöyle bir gösteriş yaptı ve konsey 'Qyeleri­ n�n kendisine hoş geldiniz demek amacıyla yaptıklan tatsız, cansız konuşmaları, hırsından gözleri dolarak dinledi. Kuşatma on gündür devam ediyordu.

Bir ka.bus içindeymiş gibi dört dönüyordu Pretor. kadanyla R,oma Roma olalı bu tL di,

biçim bir

kuşatma

Kuşatılan bir şehir değifdi, bir dağ da değildi; tek bir keçi yoluyla çıkılabilen

bir yanardağ

Bllditi

görmemiş­

bir hunly­

�zıydı.

Ku­

şatılanlar aşağı inemez, kuşatanlar yukan çıkamazdı. Patika bir

damlalık ağzı kadar dardı ve öyle dikti ki, bir katır bile ancak önden rı

çekilir, arkadan ltilirse çıkabilirdi. Yani,

çıkmayı düşünmeye bile değmezdi.

- 51 -

buradan yuka­


Pretor her gün kırba kırba şarap getirtiyor, subaylanyla, ve

ayakları romatizmadan tutulmUş, ağızları· ise savaşçıların küfür­ leriyle dolu ihtiyar askerleriyle içip

içip sarhoş oluyordu. As­

kerler hiç değilse savaşçılann kaba ve küfürlü dilini kullanıy�­ lardı. Bu kadarı da bir şeydi. Pretor kamp

tepeterin

kurmuştu.

Bu

eteğinde bölge

yanm

halkı

ay

şeklindeki

bir

vadiye «Cehennemin

vadiye avlusm>

derdi. Tepeden atılan mızraklardan ve taşlardan korunmak için estetik anlayışını feda etmekten başka çare bulamamıştı Pretor. Mesafe epeyce uzak olduğu i çin, büyük kayıplardan endişe edilmi­ yordu, fakat Clodius Glaber çatlamış toprağın bütün tabi i sa­ vunm a olanaklarından ve engebelerinden faydalanarak

yerleş�

tinnişti adamlarını. Bu sebepten, askeri nizarnlar -dekor zevki

büyük

oan

Clodius Glaber'in

esef duymasına rağmen- altüst

edilmişti. Yanın ay şeklindeki vadi, Vezüv'ün eteklerin i sanyar ve

iç tarafıara do(tru

ateşi sönmüş

yanardağın ağzını, Sornma tepe­

sinden ayıriyordu. Vezüv'ün bir tarafı bu vadiyle çevr:illydi, va­ diden yanardağın ağzına incecik bir patikadan çıkılıyordu. De­

nize bakan öteki tarafı ise, dimdik bir duvar halinde, etekteki annanlara

doğru

iniyordU. Ne bir

asilere çıkış yolu yoktu.

O incecik

taraftan,

ne

öteki taraftan

patika ise doğruca Pretor'un

kamp kurduğu vadiye iniyordu. Evet, asiler çaresizdiler, ama, kuşatma da on gündür devam ediyordu. İlk iki günde dört defa yanardağın ağzına çıkmanın müm­ kün olup olamayacağı denenınişti. Umutsuz bir girişim . Patikayı korumak için yukanda bir kişi bulunması yetiyor ve saldırı iki kişi arasında, bidliğimiz düello haline geliyordu. Kim isterdi bir

r

gladyatö le teke kını verelim :

tek

döğüşmeyi? Fakat, Glaber'in ordusunun hak­

Bu iş için yinni gönüllü çıktı. On beşi öldürül­

dü, beşi y aka lan d ı ve haydutlar tarafından aşağı fırlatılıp _atıl­ dı. Ondan sonra da Pretor,

askerlerinin

yQr�lndeki

savaş ate•

şinin sönmesini doğal karşılamaktan başka çare bulamadı. İlk iki günde birçok asker, tepenin öteki yanındaki dimdil(

duvara benzeyen yamacı tırmanmaya girişmiş, bazıları böyle bir

işe

alışık olmadıklarından kafalarım kınnışlar, bazıları da yu­

kardakilere apaçık bir hedef olmuşlardı. Sonunda bu faydasız iş.

- 52 -


ten de vazgeçildi. O andan itibaren de görünmez düşmanı, içine saklandı�ı yanardağ ağzında açlığa terketmekten başka yapacak

bir şey kalmadığı anlaşıldı. Haydutların sayısı beş yüz, altı yüz

karui.r

olmalıydı.

Yanlarında epeyce at ve katır vardı ;

bunları

kesip yiyebilirlerdi. Buna karşı, içecek su stokları nasıl olsa çok geçmeden tükenecek ve asiler ya teslim olacak ya da susıu:luktan öleceklerdi. Zira, bu mevsimde yağmur

beklemek boşunaydı.

İlk iki günün başarısızlıkhi.rından ders alan Clodius Glaber, faydasız yere kurban vermekten vazgeçip beklerneye karar verdi. Üçüncü gün de sükunet içinde geçti. Kırlar şahaneydi. Ekili iki bölgenin sınırındaki vadi ve arazinin hafif eğimleri çam ve kes­ tane onnanlarıyla örtülüydü.

Hayatıarından

memnun

askerler,

kel kafanın şarkısını mırıldanarak onnanda geziniyorlardı. Hu­ nlye sığınmış haydutlar ise hala görünmüyorlardı. Arada bir, sa­ dece siperden

gözcülerin başları uzanıyordu. Uzaktan

oyuncak

gibi görünüyordu gözcüler. Dördüncü gün

de, üçüncü

gün

gib i

geçti. Clodius Glaber

şayet doğru hesapÜldıyla, içecek suyun ertesi gün tükenınesi la­ zımdı. Aklından Roma'ya yoUayacağı ilk zafer mesajını yazıyor­ du : - Cilla'nınkiler gibi kısa ve özlü bir mesaj : «Üç yüz haydut öldü, Iki yüzü esir edildi. Romalıların zayiatı bir ölü.» İlk iki günde kaybettiği

elli

askerin hiç

lafını

etmeyecekti

şüphesiz.

Cilla da masajlarında toplam olarak yüz bin ölüyü unutmamış mıydı? Beşinci gün, güneş ortalığı cayır cayır yakmaya başladı. As­ kerler hiç durmadan şarap içtiler, su içtiler. Haydutların susuz­ luktan öldüklerini düşünmek, daha da susatıyordu askerleri. Göz­ cüler mini mini kafaları kraterin kıyısından görününce, askerler bir dolu kırbanın bÜtün suyunu yere döküyorlai:dı, ama yaptıkları­ nın yukatıdan göriiidüğün e d e pek emin değillerdi. Halbuki son­ radan görüldüğü anlaşıldı; ertesi sabah ilk firariler, iki kadınla bir erkek, kendilerini

dağın

tepesinden bırakıp, aşağıya kadar

yuvarlana yuvarlana indiler. Dilleri şişmişti, gırtıadıkları dunna­ dan inip çıkıyordu. Askerler firarilere su verdiler, sonra üçünü de, alelacele yapılan fakat yukarıdan gayet iyi görülen kaba çar­

mıhalara,

kollarından

çivilediler.

Kaçaklar

şikayet

etmediler,

sabaha karşı bir daha su istediler. Bu defa su değil, ıslak sün ­ gerler verildL

Altıncı gün dağın tepesi o kadar sakindi

başları görülmedi.

- 53 -

ki,

gözcülerin bile


Öğleden son ra sabrını

yltlrcm Pretor, teslim olma şartlarını yukan beş gönilllO yolladı Hep­ baklarlm, dedi Glaber; fazladan beş ölü

müzakere etmek için patilla d an sin i öldürdüler. Öyleyse

.

raporunu değiştirecek de�lldl.

Ertesı gece u mutsuzla rdan bir grup daha aşağı indi, daha doğrusu k.endini aşağı attı. Bunlarm hepsinin dişlerinin arasın.. da birbıçak vardı. Düşerken bile bıçağı bırakınadıklarından, yüz­ leri kesilmişti. Bunlar da öldürüldü ama, çarpışma sırasında Ro­ malı askerlerden de yaralananlar oldu, hatt a yaralılardan ikisi sonradan öldü.

Yedinci gün .felaket getirdi. Gökyüzünde deniz tarafından doğru önce kara bir leke be­

lirdi. Hızla yaklaşıyorrlu leke. Derken muazzam bir bulut haline geldi. Bulut, yanardağın üstüne kadar gelecek miydi acaba? Bir­

den yanardağın içinden soğuk bir uğultu yükseldi : Bulut, suyu.

nu onların üstüne boşaltsın diye tannlara yalvarıyorlardı glad­ yatörler. Aniden kayboldu güneş. Yanardağ ağzının kenarlarında minicik g öl gel er kaynaşmaya başladı. Gölgeler, buluta yol göster­ mek i ster gibi ellerini kollarını sanıyorlardı. Clodius Glaber de başını havaya kaldırdı ve hayretıe farketti : O d a yağmur yağ. masını diliyordu. Halbuki yağınur ona nelere mal olacak, belki de siyasi hayatının sonunu getirecekti . Askerler aralarında ya�u­ run yağacağı hususunda üçe bir bahse girlyorlardı. Yaklaşıyor du bul ut . Karanlık duman kütlesi, peşinden, yırtılmış bir yelke­ nin parçalarını sürükler gibiyd i . Birden, o parça parça yelken dağın üstünü, kraterin ağzını örttü, her şeyi sardı ve müthiş bir u ğultuyla denizde karaya çarpan dalgaların gürültüsüyle, bar­ daktan boşanırcasına yağmur yağınağa başladı. ­

,

'

Askerler gülüyorlardı. Başlıklarını başlarına geçirmişler, ağız. larını açmışlar, damlaları havada yakalamaya çalışıyorlardı. Her zamankin den daha yürekten kel kafanın şarkısını söyl üyorl ardı . Çarmıha gerilmi ş üç kişiden, erkek hftla yaşıyordu. Yüzüne vuran ya�urla kendine geldi, ba şını kaldırmak Için bir gayret yaptı ve şişmiş diliyle yanaklarından süzülen damlaları yaladı. Asker­ ler birbirlerine sarılmış, yafımur altında oynuyorlardı. Esiri çar­ mıhtan indirip, boğazından aşağı şarap akıttılar. Ölmüştü adam, neden sonra farkettiler. Sonra yavaş yavaş damlalar seyrekleşti, ya�ur durdu ve güneş adeta aniden battı. ,

- 54 -


Clodius Glaber, şimdi asilerin en az üç günlük suları oldu�u­

nu biliyordu. Yapacağı

şey, yanardağ ağzına saklananların ye­

niden dillerinin şişmesini ve gladyatörlerin bir yudum su içip çarmıha gerilmek için, dağın tepesinden aşağı yuvarlanarak in­ melerini beklemekti. Bir M.bus. . .

O

gece, saçları

ağarmış,

kısacık boylu Pretor içti ve s�r­

hoş oldu. Çocukluğunun unutulmuş tanrılarına yalvarıyordu : on beş yıldır beklenen bu seferi bir kere daha uzatacak yağmur yağ­ masın!

Kuşatmanın . onuncu günüydü. İhtiyar

Vibius yanardağ ağ­

zının hemen kenarına, çoban Hermios'un yanına oturmuştu. İh­ tiyarın bükülmeyen bacağı boşlukta, bir bayrak direği ıtibi dim­ dik sallanıyordu. - Aşağıya bak, dedi çoban, Popilia yolu bu. Dikkat edersen su bendinin kemerlerini görürsün. Capua'nın arkasından Tifata

tepesine doğru iniyor yol. Hermios şişen ve birkaç gündür kanamaya başlayan diş etle­ rini parmaklarıyla oğuŞturarak konuşuyorciu. - Birşey görünmüyor, dedi ihtiyar. Çok uzak. Sustular. Arkalarında hareketsiz ve ısıl ısıı �niz, ufkun çiz­ gisini kaplıyordu . Çoban boynunu uzatıp haç şeklindeki vadiye baktı.

Clodius Glaber'in askerlerinin �adırları toprakla kaynaş.

mış gibiydi. - Aşağısı pek sakin, dedi. Sustu Dudaklarını sıyırarak diş. lerini gösterdi : «Şimdi yemek yiyiyorlardır.» - Yok, dedi ihtiyar. · Daha erken. Konuştuğuna pişman olmuştu Hermios, acıyla gülllmsedi. le kelimeler vardır ki, bunları

söylememek gerekir,

ama

()y. yine

de söylenir ve böylece, insan bazı şeyleri gerçekleştirebileceğini sanır. Şu yanardağ çukurunun dibinde zaten yeteri kadar konu­ şulmuyor mu sanki?

Heriı

bu kadar azap çekmek, hem de bir­

birini yemek! Ne olacak bu işin sonu? - Evet, ne olacak bunun sonu? dedi Hermios ve yine iste.

mediği halde konuşmuş olmasına şaştı.


-İyi olur zahir, başka tıfrlü olmazsa, diye cevap verdi ih­ tiyar. Çoban , «İnsan kocamJi bir ağaç gibi ihtiyar ve Irunımuş olur­ sa, böyle düşünür,» dedi. Vibius'un kolunu kesseler, içinden olsa olsa kurtlar çıkardı. İhtiyar susuyordu. Gözlerini kapamıştı. Işın­ ları kirpiklerinin arasından silzülen pembe güneşi seyretmek ho­ .şuna gidiyordu. - Şu halat hikayesinin bir işe yarayacağına inanıyor musun� diye sordu Hennios. - Belki, dedi ihtiyar. - Ben sanmıyorum. Yine sustular. - İşte Enomaus geliyor, dedi Hermios. Ne haber var acaba? Genç Trakyalı sessizce· yanlarına oturdu. - Ne var ne yok aşağıda? diye sordu ihtiyar. Omuz silkti Enomaus; vadiye baktı : tepelerin ötesinde Kam­ pania ovasının, Cocania ülkesinin yayılıp uzandığı görülüyordu. Kara topra�ın billurlaşmış teri, nehir yataklarını doldurmuştu. Yollar,

otlakların bereketli cildini mavi

damarlar gibi

çizgili­

yordu . Meyva bahçeleri meyvaların ağırlığı altında eziliyor, hava arazinin qstünde bütün bereketiyle titreşiyordu. Yine çoban konuştu : � Şu. atı ar . . . dedi. Bakarnıyorum onlara. Bir torbaya doldu­

rulmuş kemik haline geldiler. iskelet gibi. . . Dudaklarını sıyırdı, dişleri

göründü.

- Eh, sen de o atıara benzedin, dedi ihtiyar. · Sesinde hiç bir alay ifadesi, bir kötü niyet yoktu. Hermios acı acı güldü :

sam

- Çobanlarla hayvanlar iyi anlaşırlar. Bu gece kwağımda, yeli

gibi sıcak bir soluk hissettim .

katır gelmiş yüzümü

Uyandııİı, baktım bir

yalıyor. Niye onu çayıra çıkarmadığımızı

öğrenmek istiyordu. - Peki nasıl açıkladın? diye sordu Enomaus. Hennios sırıtır gibi güldü :

-

56

-


- Kşş! Kşş! dedim, sonra yine yatıp uyudum. Bir süre sustular. Yine Hermios konuştu ı - Biz de çayıra çıkamıyoruz. . . Bize de bunun nedenini açık­ layacak kimse yok.

İhtiyar Vibl us konuşmuyor, tınyordu.

güneşe

bakıp

gözleri ni

kırpış..

Birden, hem de yüksek sesle ı - Ben sana açıklayabilirlın, dedi. Bir gün panayırda bi r cambaz ' görmüştüm. Pls, çirJ:tin bir adamd ı . Ama, nasıl da eıti­ lip bükülüyordu ? Düşün, başını bacaklannm arasına sokabillyor

ve kendi suratma işiyordu. !şte böyle. . . tnsanlık budt.H". Şaşırdı çoban, - Ne demek istiyorsun?

Cevap vermedi ihtiyar. Karşıdan Zozimos geliyordu. O ko­ uzun burnu, daha zayıflamış, daha uzam ış­

ca burnu, o ince

tı. Ama, elbisesisinin p111eri her zamanki gibi düzgündü . Kaya­ lann üstünden, kocaman ve sıska bir kuş gibi seke seke yürü­ yordu. - Yiine tartışmaya baŞladılar, dedi. - Hermios ayıplarcasına salladı başını. ötekiler ses madılar. Zozimos da gelmiş, yanlarına oturmuştu.

çıkar-

- Su yüzünden . . . diye devam etti . Bir Trakyalılann , bir Galyalılann, bir de ötekilerin havuzu var. Galyalılann.kinde he­ men hemert su kalmamış. Bu adamlar kendilerine hakim olma­ sını bi l miyorlar. Şimdi de ötekilerin hakkına ortak olal ım di­ yorlar. - Bunlar hep böyle zaten, dedi çoban. Castus'ten, tan ve bütün galyalılardan nefret ediyordu.

Cricsus'­

- Spartacus razı olacaktı, ama öteki Trakyalılar karşi çıktılar.

- Hakları var, dedi Herı:p.ios. - Susuzluktan çatıayacak değiller ya! diye Konuştu Enom aus . Zozimos söze karıştı : - Doi;ru. Yasa zorunluluklara boyun eter. Gerçi böylesi pek

wder görül ür ya.

- 57 -


- Pe'ki nasıl anlaştılar? diye sordu çoban . - Bundan s on ra

herkes için tek

bir

havuz olacak. Fakat,

sıkı kontrol yapılacak : günde sadece bir tas. Havuzu Fannius'un

uşakları bekli yor şimd i .

Sustular. Her biri aynı şeyi düşünüyor ve ötekilerin de ken. disi gibi düşündüğünü biliyordu : lıktan ibarett!.

Aslı nda bütün bunlar çılgın.

Sessiz sedasız aşağı inm ekten başka care yoktu.

Pretor heı'balde

anlatıld ı ğ ı kadar kötü d eğild i r. Terb!yeli bir

adamdır. Hem kafası da kel. K.ibarca ve doğrudan doğruya, <<Bize içecek

bir

şey verin» diyeceklerdi.

Sonra hepsi dönecek ve eski

yerlerini alacaklardı. Nihayet o kadar yapılmaz bir Iş deği ld i

bu?

ki

Askerler gidip taze şarap, ekmek, yağ, mısır çorbası geti­ receklerdi . Anlaşmaılığın ortadan kalktığını görünce hepsi sevi­ neceklerdi, ızdıraplar sona erecekti . . .

- Evet, dedi çoban. B u ü ç havuz işi saçmaydı. önceleri her r;;ey yolunda giderken, Galyal ı lgtr, Trakyalılar diye ayırım yapılı· yor muydu? - Her milletin doğası ayrıd ır, dedi insanlar;

Zozimos.

Galyalılar mert

fakat, kendilerini beğenmişler, değişkenler ve disiplin­

sizler. Trakyalılar geç.imli

insanlar. Mavi

gözlü,

kızıl

saçlılar

ve kadına çok düşkünler. - Haydi canım,

dedi ihtiyar Vibius, bunlar hep kitap

laf.

ları ! Aç bir Trakyalıyla, susuz kalmış bir Galyalı arasında fark yoktur. Sustular. Vadiye bakıyorlardı. Kamp yerindEm beyaz ve mis kokulu kadar onu

bir duman

tü tüy ord u

köylüler, çobanlar ve

.

Vulturne'den

Sorrente

dağlarına

esirl er yemek pişirlyorlardı :

mısır

çorbası, bayır turpu çorbası, domuz yağı . . . - Annibal. . . Diye söze başladı çoban. Anlatınışlardı bana . . .

Öküzlerin boynuzianna

saman

demetleri

bağlayıp tutuşturmuş,

sonra hayvanları Romalılar üstüne salıvermiş. Romalılar

ateşi

söndürüp, öküzleri yemi şler. Zahmetle gülümsedi. - Neler saç.ınalıyorsun? dedi Zozimos.

ban

- Sen öyküleri kafanla biliyorsun, oo den ınidemle, dedi ço

garip bir

gü lüşle .

- 58 -


ikide birde dudaklarını sıyırarak, acıyan diş etlerini göste­ riyordu. Bakışı sabitleşmeye, göz kapakları klzarrnaya başlaiDJş­ tı. Dalgın dalgın sordu ı - Salıiden prens midir? - Kim?� diye sordu Zozlmos. Annibal ml? - Hayır, Spartacus.

- Haa, dedi Zozimos. Bilen yok. Enomaus'a döndü : - Sen bilirsin. Hayalleri

içinde uyandırılan Enomaus birden sıçradı. Açık,

adeta kadınsı bir alnı vardı Enomaus'un . İncecik cildinin aıtın­ da bir mavi damar farkediliyordu. - Bilmem, diye cevap verdi. - Prens olsaydı,

dedi

çoban, iç yağında kızarrnı5 bıldırcın

yerdi. Bu

cümleyi arka arkaya birkaç kere tekrarladı ve gözleri

yaşlarla doldu. - Sussanal ddei Vibius. Sesinde düşmanlık yoktu. Sustu Eno­ maus. - Ne pisboğazlık! dedi Zozimos canı sıkılmışcasına. Halbu­ ki Zozimos her zaman kendi yiyecek payını

daima iyi ayarla­

masını bilirdi. Kendini toplayan çoban : - Ama severim onu,

dedi. Biz bütün

bunları neden

yap-

tığımızı bilmiyoruz da . . . Spartacus biliyor, ondan öyle düşündüm. - Ne biliyor? diye sordu Zozimos. Bir zaman cevap vermedi çoban, sonra devam etti : - Daima bir fikri var. örneğin şimdi de şu halat fikri . . . - Çılgınca

bir fikir, dedi

Zooimos.

İşe yaramayacağına

eminim. - Evet, ded i çoban. Aina düşünebildi ya .. Dört adam, konuşmayı kesip, aşağıya ovaya baktılar. Arada­ bir küçük bir toz bulutu yolu kaplıyordu. Ya bir arabaydı geçen, ya atıarını tırısa kaldırmış atlılar. İstedikleri gibi dolaşabilirler­

di,

ucu bucağı yoktu arazinin.

- 59 -


Kraterin içinden d�ru yuvarlanan taşıann ve yukarıya çı­ kan adımların sesi geldi kulaklarına. Başını çevirdi Zozimos : - Oğlun geliyor ihtiyar, dedi. Kan ter içinde kalmış, önem­

li

bir haber

getiriyor gallba.

Soluk soluğa göründü Vibius. Kalın dudakları çatıamış, ku­

rumuştu, gözleri her zamankinden fazla şaşılaşmıştı.

- Çabuk inin aşaRı, diye ba�rdı. Herkes toplanıp halaUan yapmaya yardım .edecek. Bu gece gidiyoruz. - Nee? dedi çoban, keylfle dişlerini göstererek. - Hemen ineceksinlz, hemeni dedi genç Vibius. Herkes el. biselerini yırtıp şerit

haline

getirecek, şeritler de halat gibi öril­

ı ecek. Karar verildi, çabuk olun!

Çoban kalktı, sapasını havada hızla çevirerek vınlattı. «Gör­ dün mü?» dedi Zozlmos'a. Taştan taşa sıçrayarak hızla inmeye başladı. - Delilik bu ! dedi Zozlmos. DaMan aşıı:ğı halatlarla inildl­

ği

Iıiç işitilmiş mi? Fakat , o da kalkıp yürüdü.

Adımları kayalarda çınlıyordu. İhtiyar Vibius doğruldu, Pr'e­

tor'un kampına son bir defa baktı ve yere

tükürdü : «Afiyet

olsun ! » Yanında yürüyen Enomaus sordu :

- O

kadar çok mu nefret ediyorsun?

- Bazan evet, dedi

nefret

ediyorlar.

!şte

ihtiyar. Ama onla r her zaman bizden

bizim küçüklüğümüz bundan ileri

Kuşatmanın onuncu

geliyor.

gününü takip eden gece, Clodius Gla­

ber'in ordusu saldırıya uğradı ve

darmadağın edildi.

Dağın, Romanllların kampına inen yamacı, bütün bütün ge­ çilmez değildi. umutsuzlar ile firariler kaç defa buradan inmeye teşebbüs etmişler, kendilerini yamaçtan aşağı bıralmıışlar ve da­

ğın eteğine kadar yuvarlanmış1ardı. Fakat aşa�ya vard,ıklarında hepli de canlıydılar ve yukarıdan Indikleri için ölinemişlerdi; as.

kerıer

öldürmüşlerdi onları. Bu sebepten, Pretor «Cehennem Av·

lusu» denen bu yamacın eteğini boylu boyunca muhafaza altına 2ldırınış, nöbetçiler dikmişti.

- 60 -


Denize bakan öteki yamaç ise, dimdik yalçın kayalardan mey­ dana gelmişti, aşağıdaki a�açlı arazi ile, yukarıdaki, kül, t� ve toprak: kümesi arasında dümdüz bir duvar gibi yükseliyordu. Bu tarafta doğa, Pretor'u haydutlardan korkmak zahmetinden kur� tarmıştı. !şte asiler de o taraftan, güneş battıktan iki saat sonra pirbiri ardına indiler, dağın öteki tarafına döndi.iler ve kendini tam bir güven içinde hisseden Pretor'un ensesine bindiler. iniş, tam bir sessizlik itinde üç saat kadar sürdü. Glad­ yatörler bu iş için, kumaşlardan örülmü ş ve üç yerinden sivıi kaya uçlarına tutturolmuş iki halatıa bir ip merdiven kullan­ mışlardı. Merdivenin dü�ümleri, yanardağ ağzındaki tek bitki olan yaban i sarmaş!k liflerinden yapılmıştı. İp merdivenle, si­ lahlar ve doğrudan doğruya halatla inebilecek kadar çevik ola­ mayanlar indiri}mişti. Pırıl pınl bir ay ışığı işi kolaylaştırı" yordu. önden gladyatörler indiler. Sonra Fannius'un uşakları, Mam­ mius'un birliğinden asilere katılanlar, nihayet güçlü kuvvetli öte­ ki adamlar . . . Aşağıya varan, hemen otların üstüne uzanıyor ve bekliyordu. Bazıları fısııtıyla konuşuyorlardı. Gece yarısına doğ­ ru halatlardan biri koptu, iki adam boşluğa uçtu. Kemikleri par­ çalanınıştı adamların. ötekilere ihanet etmek korkusuyla inie­ mediler bile. Bunları kurtarmanın olanaksız olduğu anlaşılınca. öldürüldüler; sessizce öldü ikisi de. Güneş battıktan beş saat sonra, silahlı iki yüz kişi ile glad­ yatör aletleri, baltalar ve sopalarla donanmış yüz kişi, bir de şenliği kaçırmak istemeyen birkaç. kadın, dağın eteğinde toplan ­ mışlardı. ötekiler, ihtiyarlar ve hayvanlarl a birlikte, yanardağ ağzında kalmışlardı. Nihayet başladı yürüyü:ı . Yanardağın güney eteklerinden do­ Ianmak ve bunu yaparken orınanın sınırından dışarı çıkıp görül­ mernek lazımdı. Bir saatten fazla sürdü sessiz yürüyüş. Dağın bütün patikalarını gayet iki bilen Kampania'lı çobanlar rehber vazifesi görüyorlarclı. Nihayet yarım ay şeklindeki vadinin güney ucuna vardılar. Karşılarına· çıkan ilk nöbetçiyi, imdat diye ba­ ğırmasına fırsat vermeden boğazladılar. ötekiler nöbetçiler de tehlike. işareti vermeye vakit bulamadılar; çığlıkları gladyatörle· rin ulumaları arasında kayboldu gitti. Gladyatörlerin haykırışiarı kampı uykusundan uyandırmış ve kayalardaki yankıları çadırları doldurmuştu. - 61 -


Katliam, daha kurbanlar mahvalduklarını idrak ederneden başladı. Direnmeye teşebbüs edenler sadece bir iki kişlydi. 'Fa­ kat, askerlerin Clodi'i.ıs Glaber'in keyfine göre yerleştirilmiş olması ve müthiş keşmekeş, en yırtıcı savaşçıla n bile, sonunda, direnme­ nin fayda e tmeyeceği ne ve son çarenin kaçmak olduğuna inan­ dırmıştı. Savaşmaya hazırlanmış olan gladyatörler bu durumda sade­ ce birer kasap işi gördüler : direnmeyle karşılaşmamak müthiş bir hırsla doldurmuştu yü reklerini. öliim halinde olanlar, can çekişenler o gürültülü baskına uğramadan önce yüzlerini hiç gör­ medikleri dilşmanları hakkında daha önce söylenenlerin, yani gladyatörlerin insan değil , şeytan olduğu. hakkındaki söylentiterin doğru olduğun� düşünüyorlar, sonra can veriyorlardı.

Clodius Glaber, kel kafalı Pretor, atı haydutların elinde kal­ dığı için, yaya olarak avaya indi. Kaçarken birilğini kaybetmiş­ ti ; gece karanlığında tek başına yürüyordu. Bir ara yoldan ay­ rıhp bağlar içine girdi. Bağın sert ve 'kabartılmış toprağına ta­ kıl ıp tökezledi. Etrafına bakındı �etor, Yıldızların ışığında bağ, asınalara destek o lan yan yana diziimiş u çları sivri kazıkl arla, bir mezarlık gibi göründü gözüne. Her şey sakindi burada. Ne haydutlar vardı, ne Vezüv adındaki dağ, ne · R oma ne Senato. . . Sadece bir hareket vardı : yapılması şart olan bir hareket! Pal­ tosunun ,önünü açtı, yerini parınaklanyla buldu ve kılıcının siv­ ri ucunu · oraya dayadı. Ev:et, bu hareketi yapmak lazımdı . Fakat, bu lüzumu anladığı anda, hareketin anlam ını da birden idrak etti. Azar azar kılıcın ucunu ete batırmak gerekecekti. Azar azar dokuları delecek, kasları ve damarları parçalayacak, kaburga ke­ miklerini kıracak, incecik damarlı, akıl almayacak kadar nazik akci�ere saplanacaktı kılıç. Orayı da geçtikten sonra mukozalı kalp zarını yırtacak, en sonunda ise şekli Iale soğanınkine ben ­ zeyen o kan tulumuna, yani kalbe işleyecekti. Kalbin kendisi­ ne dokunabilmeyi aklı alınıyordu Clodius Glaber'in. tnsanotlu nasıl yapabilirdi bunu? Evet, belki hızla ve aniden vurulan bir darbe görürdü bu işi. Fakat, Glaber gibi bıça�n nerelerden na­ ı:.ıl geçeceğini düşOnen bir kimse için olanaksız bir şeydi. •.

Ölüm! (0 güne kadar ötekilerden farksız olan bu kelime) ulaşılmaz yerlere, uzaklara kaçmış gi bi geldi Pretor'a. Ölümle

· akraba olan bütün öteki kelimeler, Şeref, Utanç, Görev kelime­ leri, gerçeği, o mukozalı, alabildiğine nazik ve incecik damarlı - 62 -


gerçeği, ucu sivri bir aletle parçalamak için yaratılmamış

olan

gerçeği tanımayanlar i çin mevcut olabilirdi. Pretor Clodius Ola.

ber şimdi ölümün, al abi ldiğine saçma, hayatın kendisinden de da­ ha saçma bir şey olduğunu anlıyordu. Aynı zamanda ayakkabıla­ rının fçine canını acıtan çakıltaşlarının gir�iğini (ide farked�­ yordu. Bir taşın üstl.ine oturdu Pretor ve çakılları ayakkabısnu:ıı içinden çıka11lı. Bu minik taşlaTın bir umutsuzluk krizine tutul­ masına ·bayağı etkili olduğunu da farkeÜ i. Tabii, ordusunun yüz kızartan yenilgisiyle kıyaslamrsa, bu can acıtan minik taşlar sa­ yıları ye di tane ol du �u halde, gülünç bir hiçten ibaret sayılırdı. Fakat önemli de, önemsiz de, insanın içine aynı şiddetle işler­ se, önemliyi önemsizd en nasıl ayırt etmeli? Pretor'un d iliyle da­ mağı yarı da kalmış uykunun, o mahmurluğun yavan tadını hala mulıafaza ediyordu. Asma çubuklarının, orasında burasında unu­ tulmuş üzüm salkımları saj lanıyordu. Birkaç üzüm tanesi kopa. rıp etrafına bakındı. Garip hareketlerinin tanığı sadece yıldız­ lardı, onların da kendisini haksız görür gibi bir halleri yok­ tu. Kendini küçülm üş hissediyordu Pretor; bununla beraber, dav­ ranışlarında kimsenin mantıksız bir taraf bulamayacağım ka­ bul ediyordu. Dünyanın b üt ün felsefesi, üzümlerin yenmek için yaratılmış olduğuna karşı çıkamaz®. Pretor da örniiinde bu kadar lezzetli üz üm yememişti. üzümün suyunu yutuyordu. Cla­ dius Glaber, bu tatlı özsuya, nedenini açıklayamadı�ı bir heye­ canın göz yaşları da karışıyordu. Yıldızların ilgisiz ve kayıtsız ışığı altında, gece, Pretor Clodius Glaber'e yeni b ir şey daha öğretti :

Bütün zevkler, aralanndan bazıları değil, tümü ve bu arada hayatın kendisi de en ilkel ata­ lardan kalma ve gizli bir hayasızlığa dayanır.

- 63 -


V YUVARLAK KAFALI ADAM

ericsus yan tarafına yatmış, hürmetli kafasını sol koluna 1 dayamıştı. Kol kaslan, mavi ve kırmızı damarlarla, çizgi çizgiy­ di. Sırtüstü uzanmış olan Sp artacus ise ellerini ensesinde bağla­ mıştı. Çadır bezindeki bir delikten kraterin bir kenarı, gökyü­ zünde kesin bir çizgi halinde görünüyordu . ericsus ile Sparta­ cus'ün yatakları birbirine paralel şekilde konmuştu, aralarında da bir masa vardı. Clodius Glaber'in çadırının genişliği ancak - bu kadanna izin veriyordu. Hala yiyordu ericsus. Arada bir, durumunu bozmadan sağ elini masaya doğru uzatıp bir parça et daha yakalayıp ağzını dolduruyor, ondan sonra bir süre çiğneyip duruyordu. Arkasın­ dan ağzını testiye dayayıp içiyordu. Masadan yatağa durmadan etin ya(:ı damlıyordu. Dışardakl insan sürüsü sakinleşinişti. Bir süre sonra iyice sessizlik oldu. Kısa aralarla, hatta gerektiğinden daha kısa ara­ larla nöbetçiler birbirlerine sseleniyorlar, yani askereilik o-ynu­ yorlardı. ericsus de dikkatele dinliyor, her şeyin yolunda oldu­ ğunu a·nlıyor, dilini şaklatıyor, ya(:Iı parmaklarını şilteye sili­ yordu. Spartacus iri yarı adama dönüp baktı. Kıstı gözlerini ericsus ve diliyle dişlerinin arasına giren et parçalarını temizlerneğe ko- 64 -


yuldu.

Spartacus'un

bakışları

onu rahatsız ediyordu.

Arkasını

döndü.

- Cesetleri yakmalı, dedi Spartacus. Daha bir yığın var. Altı sekiz yüz kadar. Kokınaya başladı cesetler.

..

- Yaktır,

dedi Galyalı.

Sustular, Cricsus testıden koca bir yudum daha içti. Spar­ tacus de yine sırt

üstü

uzanıp, ellerini başının altında kenetledi.

Çadınn yırtığından yanarda�ın ağzı karanlık bir çizgi gibi gö. rünüyordu. - Ne düşündü�nü biliyorum, dedi

Spartacus. İskenderiyell

kadınları düşünüyorsun. - Glaber şimdi Roma yolunda d{)rt nalıt kalkmıştır. Koşup

senatoya haber verecek. Çok sürmez tepemize biner askerler. Spartacus hala

başlarının

üstündeki

siyah yırtığa

bakıyor.

du. Brzgindi, bakışlan her zamankinden daha .dalgındı. - Sonra? diye sordu. - Onları

da yutarız, dedi Cricsus.

- Sonra? - Yeni askerler gelir. - Sonra? Spartacus gözlerini çadır bezinin yırtığından ayırmadan ruyordu.

so-

- Sonra onlar bizi yutarlar. - Sonra? Cricsus esnedi. Elini yumruk yapıp başparmağını yere doğ­ ru

uzattı ve Spartacus'un

gözleri önünde bir iki

- Ondan sonra böyle olacak, dedi.

O zamana

salladı . kadar bekle­

mek niyetinde misin? İnsanların 'ruhlara kurban , edilişini belirten bir işaretti bu. Yenen gladyatör, yenBeni öldürmek iCin, oyunlarda nan en önemli şahsiyetten

izin

alırdı. o

hazır

bulu­

şahsiyet başparmağı

aşağı dönük elini sallarsa, yenik gladyatör öldürülürdil. Hayatın

d eğerini yok eden ve ölümü eğlenceli bir temsil derecesine in­ diren, cildi kınşık ve yüzüklerle kaplı bir parmağın işareti, rü­ yalarında bile peşini bıraknuyordu C'ricsus'un.

- 65 -


ericsus dönüp yan tarafına yattı. Çadır bezinin yırtığmdan

ayın ışınlan süzillüyor, yanardağın a� belirli bir çizgi halini alıyor, dışarda nöbetçi l erin sesleri daha aralı.ldı duyuluyotdu.

- Kim· söyl edi kalmaya niyetli olduğuınu? dedi Spartacwı. O

kadar bezgindi ki. sesi uykuda konuşuyormuş gibi çıkıyordu. cSi­

zinle kalmaya niyetli oldu�mu kim söyledi? Kovalanan, koşaralç kaçar.

Yeteri kadar koşunca durup bir nefes alır, sonra. kendi

yoluna gider.

Cevap vermedi Cricsus. - Çılgnı, diye devam etti Spartacus. Sen ağzından bumun­ dan köpükler gelene kadar koşan akılsız

bir insansın. Niye git­

miyorsun tskenderiye'ye? Ben hiç görmedim oralan, herhalde gü­

ıeı olmalı. Bir gece bir kadının yanında yatıyordum. Sarki söy ­

lüyordu

kadın. İşte İskenderiye'yi böyle hayal

ediyorum. Git

Cricsus! Benim gitmeyeceğim! kim söylemiş? - Nasıl şarkı söylüyordu

ka dın ? diye sordu

Cricsus. Usulca

mı, yüksek sesle mi?

� Usulca. Bir süre sustu Cricsus; sonra «Yarın belki çok geç olacak,•

dedi.

- Yann . . . Yarın . . . Yann buradan gidecetiz. . . İsken deriye'y e . Esnedi. Sustular. ericsus uyukluyordu .. Düzenli bir şekilde nefes alı ­

yordu.

Son ra horlamaya başladı. Başı, damarları fırlak kolunun

üstüne düşmüştü. Spartacus hala çadır bezinin yırtııtma bakıyor­

du. Kapadı gözlerini, sonra yine açtı. Uzanıp bir parça et aldı ,

bir

yudum şarap içti. Kampaula'nın nefis şarabı beynini

hafif­

ten uyuşturuyor, gözlerinin önüne sanki bir tül geriyord u. Nöbet­

çiler artı k tımıamen susmuşlardı. Biraz daha içti Spartacus, son­ ra kal kı p çadırdan çıktı .

Aşağıda kıyı, ay ışığının süt beyazı rengine boitulmuştu. Ya­ narda�ın ağzı gündüzki haline benzemez garip bir şekil almıştı. Ovada, kurumuş zeytin aıtaçlarının gölgeleri, kolu bacatı dağıl­ mış kuklala.Tı hatırlatıyordu. Spartacus uyuyan nöbetçilerin üs­ tünden atlayıp kamptan çıktı. KüçtlcOk, fakat sarp bir tepeye ağır ağır tınnandı. Sandallan, gecenin sessizliğin de, t�lar ılıe­ rinde yankılanan bi r ses çıkarıyordu. Tepenin doğrutunda eğim - 66 -


genişlemiş, dar bir

platform şeklini

almıştı.

Spartacus

sarma­

şık kökleriyle otların birbirine kanştığı yere uzanıp yatmış, bir

battaniyeye sıkı sıkı sannmış .bir adam farketi. Adamın sadece başı g.örilnüyoı'du : saçlan kazınmiş, hareketsiz bir top güllesi

gibi yusyuvarlak

]?ir

baş. Adamın kaşları hayret verici bir rüya

görüyormuş gibi ylıkarı kalkmıştı; incecik, ciddi dudakları vardı . ·

Etl i burnu kınş kınştı. Birkaç

saniye adamı

seyretti

Spartacus,

sonra

sandalının

burnuyla dokundu adama. Gözlerini açtı yabancı, falkat hiç kork­

muş görünm.edi. Gözleri karaydı, doluydu.

derine kaçınıştı

ve gölgelerle

-. Kimsin sen? Telaşsızca doğruldu adam : - ..Senin adamlanndan biri, diye cevap verdi.

- ·Benim kim olduğumu biliyor musun?

- Sen Trakya Prensi, kölelerin kurtancısı ve yoksunann

başı

Zpardacos'un. Barış ve bereket seninle olsun! otur Zpardacos şu örtünün üstüne. - Deli, diye mınldandı Spartacus. Kararsız, ayakta d uruyor­

du. Yine sandalının bı.ırnuyla adama dokundu.

- Sen uyumaya devam et, dedi. Yarın Romalılar gelecek,

se­

ni de bizi de çarmıha gerecek. Yıldız falma bakmasını bilir misin? --'- Hayır, dedi yusyuvarlak kafalı adam. Ama, kitapları ve

insanları gözlerinden okumasını bilirim.

- Okuruayı bildiğine göre, kaçak bir e�tmensin demek. Şim­

di bizim sürüde on bir eğitmen, yedi hesap uzrtıanı, altı hekim

ve üç şair var. Senato biZi hayatta bırakırsa, Vezüv'ün tepesinde bir üniversite kuracağız.

- Ben e�itmen eğilim, masajcıyım. Şaşırmıştı Spartarus : - Masajcı mı? Okuma bilenleri masajcı diye değil, eğitmen

()larak kullanırlar. - Daha üç

gün önce Sabia belediye hamamının dördiin ­

cü masajcısıydım. Beni sattıklan zaman okuma blldl�imi

memiştim kimseye. - Neden?

- 67 -

söyle­


- Beni birtakım yalanları okutınaya mecbur etmesinler diye. - Bir bu eksikti, diye mırıldandı Spartacus. Ania, rahatsız olmaya başlamıştı. «Senin cinsinden birkaç deli daha var bura­ da.» diye devam etti. «Örneğin bir Zozimos var. Eskiden eğitmen­ ıniş, durmadan siyasi söylevler verir. Eskiden dünyada bu kadar çok deli olduğunu bilınezdim.» Spartacus sustu. Huzursuzluğu artmıştı. Bım. şeyleri �öyle­ memek daha doğru olurdu. Dünyanın acılan . . . Bir süreden beri �irlerle ütopyacılardan hep bu bizim laflar işitiyordu. İçinden, kalkıp adamın yanından uzaklaşmak geliyordu, ama o anda canı yalnız kalmak da istemiyoı:<Iu. Yusyuvarlak kafalı adam titreyip örtüsüne sanndı. Ay ışı­ gında, şafağın yaklaşmasıyla yükselen beyaz ve soğuk bir sis ta­ bakasının etrafı kapladığı görülüyordu. Spartacus adamın yanın­ da, sarındığı hayvan derinin içi_nde, dev cüssesiyle, kararsız ve sıkıntılı, hala ayakta ,duruyordu. Gölgelerle dolu gözlerle kendi­ sine bakan okumuş masajcı, içine gitgide büyüyen bir huzur­ suzluk veriyordu. Bu okumuşların, 'bu lafazanların hepsi böy­ leydi; duygularını, karşıianna ilk çıkana söyleyiverirlerdi, ruhla­ rını sümüklü böceğin sümüklü gövdesini kabuğundan sıyınver­ mesi için, kolayca ortaya atıverirlerdi. Dün seni görmedim, dedi Spartacus. Savaş sırasında ne­ redeydin? �

- Senin kahramanlara masaj yapıyordum, dedi yuvarlak kafalı adam ve bumunu kınştırdı. Spartacus d e güldü : - Anlaşıldı, korkağın birisin sen. öteki düşündü : - Korkak olduğumu sanmıyorum, dedi, ama birisinin sivri ucunu göğsüme saplamak üzere elinde mızrakla üstüme yürüdü­ ğünü görünce dehşete :kapılıyorum. Bu sözleri eğlenceli bulan Spartacus adamın yanına oturdu. dirsekierini dizlerine dayadı. öteki, örtünün bir ucunu uzattı ona doğru. - Akılsız i dedi Spartacus, demin niye b�nden kölelerin kur­ tarıcısı, y0kstılların başı diye sözederek öyle delice laflar ettin?

Spartacus kayıtsız bir ifadeyle konuşuyordu, fakat gözleri o dikkatli ve araştıncı bakışiarına kavuşmuştu.

- 68 -


- Neden mi öyle konuştum? de di yuvarlak kaaflı adam. Çün­ l{Ü ki tap şöyle yazar : «Egemenlik Dört Canavarın elinden alın· . dı,

Kurtaneının

göklerde bulutlar arasından

doğru geldiğin i gördüm. Gün-Ata

ona

çıkıp Gün-Ataya

ululuk, şeref

ve hiç bir

zaman yok edilemeyecek egemenliği verdi.» - Ne saçmalık! dedi Spartacus hayal kınklığına uğrayarak. Yuvarla k kafalı adam parm aklarıyl a sayıyordu

:

- Dört Canavar : Senato, büyük toprak sahipleri, askerler ve

i.d,ari amirlerdir. - O senin d.ediğin canavarlar arenada bu lu nu r. - Arenadaki hayvan, bir semboldür.

- Söylediklerinin içinde anli:ı.nu olan tek şey, göklerdeki bulutlardı, dedi S partacuS'. Gerçekten o anda dağın etrafındaki sis bulu tu da gitgide yoğunlaşıyordu.

- Peki, Gün-Ata ne? muluk veren klın? - Şairane bir benzetme; yani Tanrı.

- Bir yığın Tan rı var, dedi Spartacus kızgın bir tavırla. - Kitapta şöyle yazıyor : «0, gururluların gururunu kırar, büyükleri ala şağı eder, zavallıları yükseltir. Yoksulları mal mülk_ le doyuru r, zenginleri her şeyden mahrum eder.» Sonra bir de şöyle yazıyor kitap : «0 ulu Ruh benim arkamdadır. Beni yok­ sullan inandırınakla, kalbi kırılmış olanl arın yarasını iyileştir­ mekle, •kölelere özgürlük bağışlamakla, mahklimlara hapishane kapılarını açmakla, körlere gözlerinin ferin'i iade etmekle görev­

lendirdi.»

- Bunlar daha akıllıca lafl;ır, dedi Spartacus. Kehanetıere

inanır mısın? - Hayır, dedi yuvarlak kafalı adam, burnu gülümser gibi kırışınıştı, ama dudakları o sert ifadesini değiştirınemişti. - Ben de inanmam, dedi Spartacus,

kAhinlerin,

falcıların

hepsi de , şarlatandır. - Bunların birkaç çeşidi vardır, dedi yuvarlak kafalı adam,

Kimi kudretli

kişilerin kUlağına tatlı sözler fısıldar, kimi

öfke ve ızdırabını geceye hayklrır.

de

- Yine de hepsinin söyledikleri belirsiz ve karışık şeyler.

- İşleri bu : iyi bir terzi herkesin üstüne uyacak elbise diker. - 69 -


Düşünüyordu Spartacus, bir soru sormak i

ncı b ir soruydu bu.

st iyordu

,

ama kı­

Sonunda yine

Utandığından soramıyordu.

de sordu adama : - Kehanetlere inanmıyorsan, neden beni kehanette adı ge­

çen Kurtarıcı yerine koydun? Sadece, «Kitapta yazıyor. . . o

- Ben öyle şey söylemedim. gelecek . . . » dedim.

Türedi adam ve örtüye daha sıkı sarıldı

- Elbiselere benzeyen kehanetıer vardır. Terzinin dükkanın­

da asılı durur; önünden, o elbiselerin uyabileceği bir

san

i

geçer. Sonra geçenlerden biri i çer

yığı n

in.

girer, alır elbiseyi götü­

olan elbisenin günün modasına uygun olma­ i steklerine, ihtiyaçlanna, arzularına uym.asıdır. bum u nu kınştırdı, gözler!-n i kapadı ve arkasını dönd ü.

rür. Aslında önemli sı, kitlenin Yine

Spartacus susuyordu; ayı, yıldızları, yanardağın ağzını ve tırnak­ lannı seyrediyordu. Sonra birden' öfkel enerek

- Az önce kehanetlere

inanmarlığını

ama!

- Söylenenlerin hiç birine in an

ce sözlerin kudretine inanıyorum.

:

sen kendi n

mıyorum

,

söyletlin

dedi adam. Sade ­

Sözcükler havada kalır. Fa­

kat, havanın rüzgAr olduğunu ve gemileri

ittiğini

un utm amak

lazım. Spartacus cevap ' vermedi. örtünün üstüne oturmuş, bacakla­

v l

n zl erini .

rını açmış, başını a uç arı a almıştı. Şimdi ay ışığı doğru ca yü­ züne vuruyordu. Kapalı gö

Işık öyle kuvvetıiydi ki, par­

laklığını kapalı göz kapaklan ardından farkedebiliyordu. Böyle­

ce ne kadar zaman oturduğunu bilmiyordu. Uyumuştu belki de. Gerin di , esnedi ve soğukt an ürperdi. - Orada

mı sın

hala? diye sordu adama. örtüYil bana ver.

Yuvarlak kafalı adam kalktı, örtüyü silkeledi ve ayağa kalk­ mış olan Spa rtacus'e uzattı.

İkisi

de karşı karşıy:;, durduklannda,

adamın Spar tacus'ten bir baş daha kısa olduğu Pek iri

yapqı

farkediliyordu.

değildi adam. Spartacus sıcaklığını muhafaza eden

örtüye sannıp uzandı : - Masajcı değil,

eğitmen

olsaydın daha

Gitme de bana bir şeyler anlat. - En iyi si sen uyu, dedi ad am.

- 70 -

iyi

ederdin, dedi.


Spartacus'ün başını koyduğu · yerden iki adım mesafedeki bir taşın üstüne oturmuştu; soğuktan titriyordu. :--- Doğrusunu Istersen uyuyamıyorum, diye cevap verdi Spar. tacus. Kafaının içinde sanki arılar vızıldıyor. - Çok yorgunsun ondan. Masaj yapayım mı, ister misin? - Bir şeyler aniatmanı istiyorum, dedi Spartacus. Gırtlaktan konuşuyorsun. Ya Suriyelisin ya da Yahudisin. - Esseni'yim. - o ·da ne demek?

- Uzun hika.ye . .

,

- Anlat öyleyse.

- Peki, dinle bakalım. Kitap şöyle yazar : Dört c ins insaıı vardır. Biriner cins «benim olan benimdir, senin olan şenindir,» der. Bunlar orta sınıf halktır, ya da bazı l arı nı n dediği gibi «Sodom» dur. İkinci cins insan, «benim olan 'senindir, senin olan da benimdir,» der. Bu bildiğimiz halktır, hakir görülenlerdir. üçüncü cins, «benim olan senindir, senin olan dil senindir,» der. Bunlar pek sofu olanlardır. Dördüncü cins ise, «benim olan be. nimdi r seninki de benimdir,» der. Bunlar «kötülerdin>. İşte böyle yazıyor kitap ,

.

İlk görüş, kardeşi Habil'i öldüren ve ilk şehri kuran Kabil'in görünüşüdür. Bu bakımdan onu ve görüşünü kınamak gerekir . üçüncü cins insan da kınanmasL gereken bir görüşü destekliyor : Zenginliklerin dağıtımından pay almamış olmak bahanesiyle, yok­ sulluğu bir erdem gibi gösterrneğe çalışarak .kendisini bir kat da­ ha küçültmeye çalışan in sandır bu. Yani iki yüzlülüğün bir çe­ şidini gösterir, yoksullarin gururunu meydana koyar. Dördüncü cins büyük toprak sahipleriyle tefecilerdir. Bunlann görü şün e neresinden baksan tutacak tarafı yoktur. Kala kala ikinci cins in san kalıyor : Benimki senin, seninki benim diyen insan. İşte Essenni'lerin i_nanışı budur. �

Mallarınızı payiaşarak mı yaşıyorsunuz?

- Evet.

- Köleler de mi ortak mal sayılır sizde? - Bizde köle yoktur ki.

Düşündü Spartacus : - Öyleyse avcılıkla ve çobanlıkla geçinlyorsunuz? - 71 -


- Hayır, köylü 've esnafız. Hepimiz çalı�r

ve

kazancımızı

paylaşınz.

- Garip,

dedi Spartacus. Hem

özgürsünüz, hem de

çalişı.

yorsunuz. Demek, kendi kendinizin kölesiniz. Hiç böyle şey işit. ·

medim.

- Olabilir:,

dedi

Esseni

başını

sağa

sola

de hakkın var. -. Görüyorsun

ya, dedi Spartacus,

sallayarak.

konuşuyorsun,

Belki

konuşu­

yorsun, sonra kendi sözlerine sen de takılıp kalıyor, icinden çı­ kamıyorsun. Kendi kendinin kölesi olmak, adeta bir adamın, ken­

di karısı olması demek gibi bir şey. Benim bildiğim çobanlarla avcıların köleleri olmaz, çünkü kendileri herhangi bir işte, bir toprakta çalışmazlar. Fakat, el em�i isteyen bir işte ve topra�ın

işlendiği yerde kölelerin olması sarttır. Erkek emir verir, kadın çocuk doğurur, - kö�e de çalışır, düzen böyledir çünkü. Gerisi ge­

vezelikten ibaret, mantığa da tamamen aykın. · - Öyle mi sanıyorsun? dedi Esseni başını sallayarak. Kam­ pania'daki düzeni sen altüst etmedin mi? - Sus, dedi Spartacus.

Kavalanan

bir insan düzen isteye­

mez. Hem bunun, senin gevezellklerinle ilgisi yok.

- Öyle mi

sanıyorsun?

diye sordu Esseni,

sonra eline bir

taş aldı, avucunda şöyle bir tarttı ve y.aırnıcın dibine kadar yu­

varladı. Taş yuvarlandı kaydı ve az sonra gözden kayboldu. Sis yutuvernıişti taşı. Fakat düşerken

çıkardı�

Ses tamamen kesilince Esseni

ses h&la duyuluyordu.

yine konuşmaya başladı :

-- Bu taı;a niye düştüğünü sorsaydın, attılar ondan düştüm , diye cevap verirdi. Taş ancak kendisini fırlatıp atan kuvveti ·bi­ lir, onun için sadece bu, söz konusudur. Halbuki her şeyin aşağı doğru

çekilmesini isteyen bir evrensel yasa var, taş da bilme­

den bu yasaya uyuyor. Sesini

çıkarmadı

Spartacus. Sırtüstü

uzanmıştı. Karşısında,

biraz sağ tarafında yanardağ ağzının bir parçası görünüyor, sol tarafında ise dimdik yamaç derinlerde,

karanlıklar içinde kay­

boluyordu. Esseni'nin sözlerini takip ederneyecek kadar bitkindi, fakat zihninin, söylenenleri bir sünger gibi emdiğini hissediyor­

du. Oysa yuvarlak kafalı adam artrk Spartacus'un farkında bile

de�ildi; onu tamamen unutmuş gibi görünüyordu. Ürkek ve çevik

bit hayvan gibi taşın üstüne tünemiş, başını sa�a sola sallıyor - 72 -


ve kend i kendine kon�uyordu. Burnunu yine kınştırnıı ş olma­

lıydı, zira sesinde belirsiz bir gülüş hissediliyordu.

leri

«�ahve'nin öfkelendiği

gün, onları ne altınları, ne de gümüş­

kurtaraoilecek. Bü tün bu ülke, kıskançlık ateşiyle yanıp kav­

mla cak .. De�irmenin yanında yaşıyanlar, ağlayın! Zira, bütün alı cılar g ittiler. üstüste para ylğanlann hepSi imha edilecek. Ku­ zularmi otlatacaklarına kendi karınlarını doyuran çobailların vay

geld i h<tşına! Bir ev üstüne bir ev daha koyan, bir tarlayı baş!aı bir tarlaya katan, böylece toprak kalmayana ve ülkenin tek sa­

ltirtleri haline gelene kadar çabalayanların vay geldi başına! «Halkın ızdırap

çekmesi bahasına kendi keselerini doldur­

mak için haksız emirler veren, adaletsiz

yasalar çıkaran yasa

koyucuların vay geldi ba.�ına! Çünkü, yargıçlarınız -hüküm ver­

mek

için rüşvet kabul ediyor, kA..lı.inleriniz �ehanetıerin i parayla satıyor, din adamlarınız dini öğretmek için ücret , alıyor. Çünkü,

harp çalıp şarkılar düzüyorlar, kupalardan şarap içip, mis gibi kokular sılrünüyorlar,

ama

halkın

dertleriyle meşgul olmuyor­

lar. Yahye'nin hükmü onların başlarının üstünde asılıdır. Mağ'­

rur olan

ve yüksek yerde duran, alçaltılacaktır. Yahve'nin Hük­

mü Lübnan'daki erez afl'açlarının, Başhan'daki meşelerin, deniz­ d e sefer yapan tüccarların, Senatonun ulularının, arenalardaki kanlı _ oyunlan

düzenleyenierin ve debdebeli her şeyin tepesinde

asilıdır. Efendimiz, Romalı kızları koyunlar gibi kırkacak, bütün

sOslerinden, ziynet!erinden

soyacaktır.

Doğu kapısından müthiş

bir çığlık yükselecek, öteki kapılardan tehlikenin geldiğini b!ldt.

ren haykırışlar duyulacak ve yedi tepeden ağlamaıar, sızlanma, lar yayılacaktır. 'Çünkü, Yahve'nin rahmetini ızdırap

çekenlere

get iren kişi gelmiştir. Yahve'nin, köleleri serbest bıraktırmak, ya­ qılı Icatplerı tedavi etmek için, kılıcı, ağı ve yabasıyla gönderdi�!

kişi gelmiştir.}} Yuvarlak kafalı adam, sözlerinin burasında durdu : - Sen bunları zaten b!ilyorsun, dedi. Sesinin tonu birden değişm işti , artık başını da sallamıyordu.

Demek ki şimdiye kadar sadece kendisi Için konuşmuş değildi. - Devam et, dedi Spartacus. -

üşOdüm diye cevap verdi. Esseni t>rtümü ver. ,

,

- Peki.

- 73 -


Sırtüstü yatıyordu Spartacus, k.ıpırdamad ı. Gözleri açıktı. Esseni ise örtüyıl şimdiden. unutmuş gibiydi. O taşın üstüne otur­ muş, d ağ ın yamacını, tırmanan sisin yükselişini seyrediyordu.

- Senin Yahve'n kadar lanet yağdıran bir Tanrıdan söZ edildiğini işitmemiştim şimdiye kadar, dedi Spartacus. Zep.ginlere karşı o kadar m erhametsiz ki, insan neredeyse kölelerin · Tannsı sanacak onu . - Yahve öldü, dedi yuvarlak kafalı adam . . Kölelerin Tanrısı değil d i, çöl Tanrısıydı. Çöl hayatma göre bir Tanrıydı. Kayalar. dan pınarlar fışk.ırtmasını, gökten ek.ınek yağdırmasını bilirdi. Fakat, şehirlere ait şeylerden zan�ttan, tarımdan haberi yoktu. Ne bağların, ne zeytin ağaçlarının bereketini arttırmasını bilirdi. Bu ğday başaklarını büyütemezdi. Çok şey veren bir Tanrı d eği ldi; çöl gibi adil ve sertti. Onun için şimdiki hayatı lanetiedi ve o lıayat içinde yok oldu. Hayal kırıklığına uğramı ştı Spartacus :

- Gördün mü, dedi, öldüğüne göre · kel;ıanetıerlnin de değeri

k almamıştı r.

- Kehanetıerin hiç bir zaman değeri olmamıştır. Az önce anlaşmıştım. sana. Kehanet değil, onu alıp kabul edecek olan önemli.

Spartacus gözleri açık, uzanmış yatıyor ve düşünüyordu : - Onu kabul ed ecek olan zor günler yaşayacak, dedi . - Evet. Zor günler . . . diye cevap verdi Esseni. -'- O özleri alıp kabul edecek o lan daima daha uzağa koş. mak zorunda kalacak : Ağzından köpükler fışkırana ve ke ndi ga. zab ı içinde her şeyi mahvedene kadar: Koşacak koşacak . . . O işaret, alıp kabul ettiği o damga bırakmayacak onu ve gazap şey­ tanı içini paralayacak. - Evet, evet, dedi Esseni. GünümüZde o !şaret pek az gö. rülüyor. So�uktan titriyor ve yan gözle Spartacus'e verditl ört üye ba· ·

kıyordu.

- Peki, sonu nda nereye vardı? dedi Spartacus, söyleyebilir

misin

bana?

---' Kim? diye sordu yuvarlak kafalı adam.

Sustu Spartacus. - 74 -


- Evet söyleyebilirim, dedi Esseni. Ama, İşareti gören şi değildir ki.

tek ki­

- Nereye vardılar sonunda? - Söyleyec�im. Çokfur bunların sayıları. nesi Lakonia Kralı Agis idi .

Agis,

öme�n.

bir ta

eğitmeninden vaktiyle Altın

ö koy.

Çağ denilen bir adalet çağı yaşanmış olduğunu öğrenmişti. günleri geri getirmek I stedi. Tabii, zenglnlerle soylular karşı

dular. Fakat, kral servetini halka dağıttı, eski yasaları yeniden · koydu. Ve sonunda asıldı. Susuyordu Spartacus. Gözleri açık, uzanmış yatıyor, güneşin doğuşunu seyrediyordu. Esseni ise oturduğu taşın üstünde konuş. maya devam ediyordu. - Hatırlamıyor musun? Daha yakınlarda, Romalı iki soylu bütün İtalya'yı yerinden oynatmıştı . Birinin adı Kayus Kro:ı.cus,

ötekininkl Tiberyus'tu. Kardeştiler. Topraklan adilane bir

şekilde

bütün halk arasında bölmek istiyorlardı. Hararetli söylevler ve. riyorlardı. örneğin biri şöyle diyordu : «İtalya'daki

vahşi hay­

vanlann bile inieri var. Halbuki, İtalya için savaşan ve ölen in­ sanların hava ile ışıktan başka bir şeyde hak iddia etmelerine olanak yok. Bunların ne evleri var, ne yuvalan. Kanlarıyla, 'ço­

cuklarıyla dağda bayırda serseriyane dolaşır dururlar. öteki in­ sanların zenginliği ve debdebesi için ·kanlarını d ökmek ve ölmek

zorundadırlar. Onlara dünyanın efendileri deriz. Halbuki benim

diyebilecekleri bir avuç toprağa bile sahip değiller.» Sonunda ka­ fasına sopalarla vura vura öldürdüler. Tannlar. huzur versin ru huna! - Ya kardeşi? diye sordu Spartacus. - Az sonra onun başına da ayni şey geldi. Cesetlerini nehire attılar. Fakat, öldürüldükleri yere «Dostluk» anıtını diktiler. - Anlat, dedi Spartacus. - Hepsi böyle işte. Daima biri ayağa kalkar, işareti görür, kabul eder ve yüreğinde isyan ateşiyle y ola cıkar. Halkın o geç­

miş Hak ve İyilik devrini ne kadar özlediğini bilir. Yakup, aşi­ retlerin paylaştığı çölde Yahve ile dostluk içinde y-aşadığı, zaman ne kadar adildi, çadırları ne güzeldt! ---' Yahve'yi karıştırma da anlat ! - 75 -


- Halkın kaybolmuş adalet özleminin bala ne kadar canlı olduğunu ve daima biı:ini n, bir kurtaneının ayağa kalkıp .o İşa1eti a1arak, yüreğinde o ateşle harekete geçtiğini söylemekte

hak­

olduğumu görüyorsun değil mi? O yenilince, çarmıha gerilince ,

bir başkası kalkar ay ağa . Sonra bir başkası, daha sonra da bir

başkası gelir. Zam an ın karanlıklarında, şehirlerin ve tarımın tan­ rısı, çölün ve çobanıann o eski tanrısını öldürdüğü

lamış

zaman

baş­

bir bayrak yarışı gibi.

Başının sallanışı

Esseni'nin bütün vücuduna yayımaya baş­

lamıştı, oturduğu taşın üstünde öne arkaya sallanıp duruyordu . Şafağın ilk kırmızı ışıkları nihayet sis i

Spartacus bilgin

ıiıasajcının

ihtiyar

delip

kendini gösterince,

bir adam olduğunu, göz oyuk­

larını dolduran kata gölgelerin kaybolduğunu, garip bir şekilde .kavisli kaşlarının al tında, göz kapaklarının gözlelinin üstüne düş­ tüğünü, kırışıklıkları yok olmuş koca burnunun ınce ve sert ifa­

deli dudaklarına değecek kadar kavlsli olduğunu farketti. Belini tutamıyormuş gibi

bir öne, bir arkaya sallanmaya devam ediyor­

du ihtiyar.

Spartacus kalktı, bayvan post'!Jnu yine sırtına aldı ve öyle ge, rindi ki, kemi kl erinin çatırdadığı işitildi adeta. Bir: an öyle ayakta durdu : hacakları açık, kolları gergin, sarındığı hayvan postu için ­ de iri yarı ve görkemli. Sonra eğil ip örtüyü, artık sananmaktan vazgeçen ihtiyara uzattı. Bulunduğu d11zlükte yamacın başına ka­ dar yürüyüp, önce tanyerine, sonra da yavaş yavaş her zamanki şeklini alan kratere baktı, ihtiyara veda etmeden, onun veda ke­ limesine de cevap vermeden kocaman ve gürültülü adımlarla kam­

pa doğru yürümeye başladı. Peşinden taşlar yuvarlanıyordu . Kamp uyanıyor, çadırlardan boğuk ve belirsiz bir uğultu Yiik­

d

seliyor u . Spartacus'un başının üstünde aıaca karanlıkta şekilleri iyice seçilmeyen kara kuşlar dönüp duruyordu. Birden hatırladı Spartacus : Clodius Glaber'in yenilmiş yedi

-

ordusunun enkazı

sekiz yüz cesedi yaktırması gerekliydi.

76 -

olan


İKİNCİ BÖL'ÜM

TERS R Ü ZGARLAR



ARA SÖZ

Y U N U S L A R Quintus Apronius kaç gündür rahatsız, keyfi

de

yerinde de­

ğil. Midesi hiç hazım yapmıyor, kamına, midesine kramplar giri­ yor. Bu sabah yataktan vaktinde kalkamadı; onsekiz yıllık hiz­ met süresi içinde pek sık görill.müş

�ey

detildi.

Şimdi togasının eteklerint toplamış, acele acele henüz tama­ men aydınlanmamış daracık sokaklarila yürüyOr.

Itriyat pazanyla Balık pazannın sınınnda bakışlan yeni ya­ pıştırılmış bir aflşe takılıyor. Her biri birer parmak boyunda, ye­

şil ve kırmızı harflerle yazılmış afişte bir tiyatro trupunun emp­

resariosu, Cornellus Rufus, gerçek sanatçılardan meydana gelen oyuncuları Capua halkına tavsiye ediyor.

İlk

temsil olan «Köylü

Bucco» yan n oynacak. Tedbirll davranıp yerlerinizi önceden ayır­

tınız!

Quintus Apronius afişteki yazılan ezberledi artık. Kaç gün­ dür her geçişte önünde durup başını sanıyaralt incellyordu yazı-

- 79

_,


ları. Siyasi eğiliml i olduğu anlaşılan bu piyesten çok bahsedil­ mişti. Söylendiğine göre, Pompei'de büyük güriUt ülere YOl aç­

mış, hatta. çatışmada iki kişi d e ölmüş. Bilet fiyatlan yanına yak­

laşılır gibi değil. Neyse ki, Letlus Batuatu s kendisini eınpresario

Comelius Rufus'a hemen bugün takdim etmeYi vaadetti. Bakalım sözünü tutar mı?

Mahkemede, bitmez tükenmez göıilnen duruşmada, zabıt kA­

tibi dakikaları sayıyor. Hay Allah, mide ağrıları b�ladı yine! Mahkemenin sonunu zar zor bekledi, çıkar çıkmaz da « Kadeh» e bile uğramadan doğruca hamama gitti.

Kemer altında her zamanki kaynaşma var. Fakat, Apronius tumturaklı bir ifadeyle okunan şiirler, ya da açık saçık hikaye­

leri dinieyecek halde değil. Gevezeler arasında kendisine alelacele yol açarken, yazar ve ruhsatsız avukat Fulvius•un etrafındaki ka­ labalığın

bugün

her zamankinden

yoğun olduğunu

farkediyor.

Yamrı yumru kafalı cüce, Allah bilir toplum düzenine karşı en ateşli eleştirmelerinden birini yapıyordur.

«Başarısız devrimler çağında' yaşıyoruz,» demişti geçen gün. Belki de şimdi Vezüv'ün tepesine karargah kuran ve Kampania'­ nın güvenliğini

tehdit eden şu haydutların becerikliliği üzerine

bir nutuk çekiyordur. Kışkırtıcının hayal ettiği yeni toplum dü­

zeni bu olsa gerek!

Zabıt katibi mermer yun1!slarla çevrili salona giriyor, her

zaman oturduğu kanapeye derin bir solu k alarak yerleşiyor. Fa­

kat, yüzü, asılıyor birden : Anlaşıldı, bugün bütün giriş imleri ba­ şarısızlığa uğraınaya mahkt1m. Tam kalkıp gideceği, kaderine bo­ yun eğeceği anda, Lentulus'un içeri girdigini farkediyor. Yanında, zarif bir bornuza sarılmış cüsseli bir adam var : Marcus Cornelius Rufus bu adam. Hararetli bir şeyler konuşuyorlar ve gelip Apro­ nius'un sağındaki mermer kanapeye yerleşiyorlar. Lentulus Iaubali bir edayla zabıt

biraz

katibini seçkin arkadaşına tanıştırıyor;

Rufus ise, yerinden kıpırdamadan hafifçe eğilip selam vererek yi­ ne Lentulus'a

dönüyor, konuşmaya devam ediyorlar.

Hep eski

günlerden bahsediyorlar; belli ki, uzun zamandır görüşmemiŞler. Apronius'un işittiklerinden anladı�a göre, arkadaşlıkları Lentu­ lus'un Roma'da siyaset yaptı�ı zamanlar başlamış. Tiyatro turne­ leri düzenleyen bu adamın · da önemli bir mevki işgal etti� belli. En büyük politikatıların isimlerini saygıyla dinliyor Apronius :

Cilla, Krizogon, Krasus, Pompe, Setegus. Bu isimler ne kadar da - 80 -


sık geÇiyor. Hem de onları yakınQ.an tanıyaniara mahsus imalar ve gülüşmelerle. Zarif tavırlı

Rufus

Yunan asıllı olmalı; halinden açıkça an­

birkaç damla doğulu kanı da vardır. de vaktiyle Cilla'nın azad ettiği ve partisini kuvvetlendir­ amacıyla Roma vatandaşlığına aldı�ı <<Onbinlerden» biridir.

laşılıyor. Damarlannda belki Belki rnek

Rufus'un girgin

tabıatı alabildiğine zarif ve nazik tavırları ça­

bucak yükselmesine yardım etmişti. Cilla öldükten sonra herkes ona demokrat partinin gelecekteki liderlerinden biri gözUyle bak­ mış, fakat iki yıl önce bir vesta rahibesiyle ilişki kurmasının ya.

rattığı skandal siyasi hayatını mahvetınişti. o olaydan beri Rufus tahıl ithalatçılı�ı ve bunun gibi daha bin türlü iş yapıyor.. şimdi

tiyatro

de taşra şehirlerinde

turneleri düzenliyor.

Rufus pek parlak bir konuşmacı. İki yanında yunusların bu­ lunduğu mermer kanapeden öne doğru şöyle zarifçe eğilmiş ko­ nuşuyor. Sözleri, sözlerinin kalitesi, o heybetli Lentulus'u kUçük bir kent ağası mertebesine Rufus,

tiyatro

indiriveriyor.

trupunun,

Pompei'deki

gerici seyircileri na­

sıl kızdırdığını hararetli hararetli anlatmaya girişmişken, Lentu­

lus sözünü kesip,

Veziiv'ün

tepesine

karargfth kuran

ve son günler­

de her yerde SÖZÜ edilen haydut sürüsünden de piyest e söz edilip

edilmediğini soruyor. Lentulus, ne de olsa her yerde lafı edilen bu adamların, kendisinin eski talebeleri olmasından

gururlı!l.

«Haym> diye cevap veriyor Rufus. Spartacus çetesinin adı geçmi­ yor

piyeste.

Zaten her vesileyle insanın

yerleri zabıtası,

canını

bÖyle bir şeye izin vermez.

sıkan

eğlence

Bununla

beraber,

gladyatörler grubunun, oyunun gizli mihvert olduğu söylenebilir; çünkü, köylü Bucco bir yığın maceradan rına katılmaya karar susta bizzat

hüküm

veriy or .

sonra, Vezilv

haydutia­

Zaten, seçkin muhatapları bu hu­

vereceklerdir. Rufus nihayet Apronius'a dö­

nüp kendisini tiyatroda da göreceği umudunu ifade ediyor. İşte, söylemenin

tam

zamanı! Apronius da bunu bekliyor za­

ten. Rakat, Rufuse'un siyasi geçmişi, hatta ond an fazla, o şık

bornozu cesaretini kırıyor Apı'onius'un; sıska ve endişeli

bir

h al l e,

mermer tahtın üstüne tüneıniş, yanında önemi iki şahsiyet öyle­ ce oturuyor ve konuşmayı, elde etmey i kafasına koydu�u bilete nasıl kaydırabileceğlni düşünüp duruyor. Tam da ele germişti fır­

sat, faka t yüzü sararıyor ve kekeliyerek ı:rmalesef gelemeyeceğini başka' sözleri olduğunu söylüyor. O aiı.da farkediyor ki, fırsatı bir daha ele geçirememek üzere kaçınnıştı�. - sı -


Nezaketle, hatta biraz da hayretıe, çok

üzüldüğünü

belirtiyor

Rufus, sonra ayağa kalkıp Lentulus'un koluna girerek onu hama­

mın bütün gelenekl erine uyarak yıkanışiarını seyrediyor : sıcak su,

()nları Apronius ve kin dolu gözlerle o iki önemli kişinin hama­ mın bütün geleneklerine uyarak yıkanışiarını seyrediyor : ılık su, buhar, sonra da soğuk su. Birbirlerinin vücudunu sert sert to­

katıadıklarını, ma s aj yaptırdıkları, terlediklerini görüyor. Derin

derin soluduklarını, zevk çığlıkları attıklarını işitiyor. Bütün bu

muamelelerden sonra öyle keyiflendiler ki, şimdi de top oynuyor­

lar : Sevine haykırılışları, dostça tartışmalar! Bu ağır başlı iş adam­ ları çınlçıpla.k soyunriıuşlar, yağlanmışlar,

kü çük

çocuklar gibi

zıplıyor, yürekten eğlenlyorlar. Hayatın bütün fırtınalanna rağ­

men, yaratılış saflığını muhafaza edebiimiş oldukları için mutlu­ lar. Nihayet insan sağlığının koruyucusu olan ve yorgunluk de­

nen duygu, kollarının, bacaklarının takatini kesince, dinlenme se­ dirlerine uzanıyorlar.

Quintus Apronius de birden o keyifsizllğini atıyor üzerinden

Şimdiye kadar, bütün meslek hayatı boyunca, böyle siyasi geç­ mişleri olan insanlara bu derece yakın olmadığını düşünüyor o anda. Birden heyecanlanıyor. Hayatının büyük sırrı, Pomponia'ya bile açmadığı o sır, dudaklarını yakıyor şimdi. Uzanıp, gözlerini tavana

dikmiş olmanın verdiğ i rahatlık da konuşmasını kolay­

laştırıyor. Empresario'ya, çekingen bir sesle, eskiden pek yüksek emel­ ler beslemiş olduğunu anlatıyor : Hükümet görevinden ayrılmak, uzaklara

seyahat

etmek ve bütün devrimierin özel nedenini orga­

nik değişikliklerde aramak gerektiğin i izah eden felsefi yazılar yayınlayarak ün kavuşmak. İşte sırf bu büyük amacına varabii­ rnek için borsa oyunlarına girmiş, on yıllık dürüst meslek haya­ tı boyunca biriktirdiği bütün parayla vergileri Urlı teşel;ıbüslere

yatırarak işleten bir Asya şirketinin hisse senetlerini almıştı. Hal­ buki üç ay sonra şirketi kapatmıştı Cilla. Hisse senetlerinin değe­ ri kalmamış, kendisi de tamamen mahvolmuştu.

Adaleli masajcı, karnma dumanı tüten sıcak koropresler ko­ yarken, Rufus dinliyor bu öyküyü, sonra başını yana çevirip Apro­ nius'a biraz daha dikkatle bakıyor. Sıska zabıt kAtıbini t�peden tırnağa

süzüyor; düşük

omuzlarını, boğum �um diz kapakla­

rını, bakımsız tırnaklarını, kıllı ayak parmaklarını farkediyor. İr­

kiliyor Apronius. Bu adam sanki kendisi hakkında her şeyi bili­ yormuş gibi. Aylık gelirinden, oturduğu tavan arasından,

- 82 -

evin


tahta merdiveninden, elinde süpürgesiyle iskeleti çıkmış Pompo­ nia'dan bile haberi var sanki. Alayla ve acırmış gibi gülümsüyor Rufus : - Biliyor

musunuz azizim? diyor,

bu

bahtsızlığa

uğrayan

sadece siz değilsiniz. 'Vergileri Değerlendirlp !şletme' şirketinin öyküsü biraz çapraşıktır, fakat insana ders veren bir öykü oldu­ ğu muhakkak. Anlatayım ıster misin? Apronius yutkunuyor ve sessizce bekliyor. - Pekı\la,

dinleyin bakalım, dliyor Rufus gülümseyerek ve

bir çocuğa masal anlatırınış gibi konuşarak. Roma'nın, Asya eya­

Jetinin gelirlerini işletmek üzere kurduğu şirket, tamamen dürüst bir şekilde kurulmuştu. Fakat, yöneticilerinin hepsi «Şövalyeler Birliğinin», yani yeni zenginler aristokrasisinin üyeleriydl. «0 romantik Cilla'nın nazarında ise, eski ve soylu ailelerden başka hiç bir şeyin kıymeti yoktu; yeni zenginler sınıfından nefret ediyordu. Cilla'dan herhangi

bir görev alabilmek için, insanın

atalarının mutlaka kurt sütü emmiş olması gerekirdi. !şte

onun

için, sizin sözünü ettiğiniz şirketin, vergi mükelleflerinin parala­ nnı yediği iddiasım attı ortaya, Derhal kapatılmasına emir verdi şirketin. Gelecekte de vergilerin doğrudan doğruya devlet tara­ fından, yan i Asya eyaletinin valisi eliyle toplanmasını öngören bir yasa çıkardı. Bunun sonuçları tabii herkes çin felaket oldu. Hem küçük hisse sahipleri paralarını kaybettiler, hem de vergi mü­ kellefler! zarar gördüler. Çünkü, hatırlayacağınız gibi, o tarihte söz konusu eyaletin valisi genç Lucullus ldl. Lucullus'un şeceresi gerçi Cilla'nın istediği kadar parlaktı, ama vergi tahsilat meka­ nizması hakkında bir şey bildiği yoktu. Roma'daki en seçkin şa­ hıslar da sizinle beraber aynı talihslzliğe uğradılar; bu bakımdan teselli bulabilirsiniz. O devirde Çiçeron şöhretinin en üst basa­ mağına çıkmıştı, daha yirmi yedi yaşındaydı ve Cerella adında bir hanımla beraber yaşıyordu. Bu hanımın da şlrkette önemli hissesi vardı. O da sizin gibi servetinin yarısını kaybetti. çıçeron buna o derece kızdı ki, bu yüzden neredeyse muhalefete geçecekti. Bir gün Forumda, «İkinci arfstokrasiyi koruyan, bizi zengin eden aristokraslyi himaye edin!» diye ba�ırmıştı. Unutmayın ki, bu

sözleri söylerken kelleyi koıtu�a almış oluyordu.»

Bir ara anılarına dalıp sözlerine ara veriyor Rufus. Zabıt Jta...

tibi ise ,şaşkın şaşkın başını sallıyor. Rahatlatıcı kelimeler, ha - 8'3 -


line anlayış gösteren sözler işitmeyi beklerken, bu iri yarı ad:ı­ mın birtakım karışık işleri ortaya sermesi. Apronius'a, parasını çalmak için hazırlanmışa benzeyen _dalaverelerden bahsetmesi, şa­ şırtıyor zabıt kiitibini. «Durun, Devam

hikaye daha bitmedi, diyor konuşkan

etmeme

izin verir ınisiniz? Lucullus'tan

Cornelius D<>labella diye biri geçmişti yerine. derece anlaşmak mümkün bunların

Emprasario.

sonra Kneyus.

Dolabella ile bil"

olduydu. örneğin, birkaç şövalye ile·

derneklerinin, bazı vergileri

toplamalanna göz yumu­

yordu; el altından buna izin vermişti. Aracılık işini de Cilla'nın gözdesi Krizogon diye bfrislyle, banker Marcus · Krasus yapıyor­ lardı. Yazık ki, Asya eyaletinin vergi mükelleferi sevinmeye fır­ sat bulamadılar. Derneğin zararını kapatmak için kendilerinden, her zamanki aidatıarının bir misli fazlasını

ödemeleri istendi·.

Böylece, alınan haraç yirmin bin talentten kırk bin talente çıktı.. Zavallılar mabetierinin hazinelerini ipotek etmeye, teminat ola­ rak tiyatro biletlerinin satışından elde edilen parayı vermeye, ço­ cuklarını esir pazarında satma.ya ya da korsanıara katılmak üze­ re kaçmaya mecbur kaldılar. Görev süresi sona erince, Dolabella: hakkında görevini kötüye kullanma suçundan soruşturma açıldı.

ama Krasus ile dostları birtakım manevralarla heraat etmesini

sağladılar. Suçlayıcı da kirndi biliyor musunuz? Bitinia sarayın­ daki macetalarıyla bir zaman bütün Roma'yı kendisine güldür­ müş olan Romalı genç bir soylu : Julius Sezar. . . » Pazar yeri mahkemesinin baş zabıt katibi Quintus Apronius

yalnız başına çrktı hamamdan, eve dönüyor. Başladı yine kramp­ lar, midesini, karnını parçalayacak bu sancılar. tşittlkleıiyle ap­ tallaşmış bir halde yürüyor. Şu kadar senelik meslek hayatında. Roma siyasetinin girdi çıktısı, karanlıkta kalan tarafları hakkında. bu kadar çok şey öğrenememişti. Hırsla sallıyor başını, küfredi­ yor. Ne çirkef ! Adeta bir pislik çukuru açıldı gözlerinin önünde. Meğer, bu sefil mahlüklar, bu sonradan gönneler, bu köpekler­ miş, gölgede kalıp kendilerini göstermeden cumhuriyetin iplerini

ellerinde tutanlar. Fesat hazırlayan, namuslu vatandaşlan soyan­ lar bunlarınış ı Adliyede o kadar önemli bir görevi olan kendisi ise ,onların karşısında çekingen bir öğrenci gibi davrandı. Saygılı· bir hayranlıkla, yüzlerine bakma,ya bile cesaret edemiyordu Ama, bugünden sonra her şey değişecek! İlk fırsatta haklarında ne dü· şündüğünü yüzlerine söyleyecek. «Diana ve Antinous'un Hayran­ lan»

derneğinin yıllık toplantısında, nasıl aşağılık adamlar ol-

- 84 -


rluklarını anlatacak bütün üyelere. Görsünler bakalım nasıl nutul{ verirmiş Apronius! « Hükümet etmesini bilen ve hiç ayırım yap­ madan bu pisliği temizleyecek olan kuvvetli bir adamın, .bu ko­

kuşınuş namussuzları kovalamasının zamanı geldi d

e

geçiyor bi­

le!» diyecek. Ah, Vezüv'ün tepesindeki haydutlar Capua'ya bir ge­ .lebilseler de her şeyi dümdüz etselerdi? Her: şeyi ama :

meyi, hamamları, yunuslan . . . Apronius «Kadeh

Bu

mahke­

sefalete bir son verebilselerdi !

Ta"Verna» dan çıktığı zaman karanlık, Os­

ques malıalesinin üzerine inmeye başlamıştı. Adeti olmadığl hal­

de bu akşam, yemek yerken, yüreğindeki hıncı bastırmak ve vü­

cudunun ağlarını uyuştıırmak için sert Kampania şarabından da içti. Şimdi ıssız sokaklarda şarkılar söyleyerek yürüyor, togasının

etekleri de yerde tozlar içinde sürünüyor. Pis, aşağılık

bir

şarkı

söylüyor, tam bir haydut şarkısı. Evinin dar mcrdivenini cıkarken, ayağı kayıyor Apronius'un, düşecek gibi oluyor, ama şarkıyı kesmiyor. tkinci katıa üçüncü

kat arasındaki merdiveııe oturmuş, başının dönmesine aldırış bile etmeden, haydutların

şarkısını

haykırıyor gece karanlığına. Bir

yandan da kıllı sıska bacaklarıyla tempo tutuyor. Gelsin!

Gelsin o barbarların başı Spartacus!

Gelsin de her

:Şeyin altını üstüne getirsin : evlerin, yunusların, mahkemenin, her :şeyin ! Öyle ya, Tanrılar tanık, kim arar bugünkü dünyayı !

85 -


I GENEL KURUL Asiler kitlesi şimdi yarım ay şeklindeki vadide Clodius Gla­ ber'in çadıriarına yerleşmlşti. Glaber'in yiyeceklerini yiyor, onun şarabını

iiçiyorlardı;

Her akı;am

dağın

yamaçlarında, yanardağ

ağzının içinde, alevleri çok uzaklardan görülen ateşler yakılıyor­ d u . Sanki Vezüv, efsaneler zamanında olduğu gibi yeniden püs­ kürmeye başlamıştı. Dağın tepesinde dalgalanan ateşten sorguç, vadid e yaşayanlara bir avuç asinin, adalet sağlayan bu gözü pek insan.l.ann , Romalı askerlere zaferin i ilan eder gibiydi. Efsane de aynen böyle ağızdan ağıza dolaşıyordu. Bütün ül­ keye, senatonun habercilerinden

daha hızla

y

ya ılmıştı. Efsane

doğduğu yerden uzaklaştıkça yayılışı daha da hızlanıyor, daha et­

kili

oluyordu.

Anaforun

kıyıya vardığında, o kaynaşmayı mey­

dana getiren taş parçasının şeklini tamamen unutınası gibi, söy. Ientiler de, paçavralar içindeki bir esir sürüsüne, gözü dönmüş o gladyatörlere karşı savaşmayı göze almış kel kafalı Pretor'un der­ me çatma

birliğini

unutturmuştu.

ma'nın yenilgisi üstüneydi. Hem

Söylentiler şimdi sadece Ro­

de

yenenler eslrlerdi. Roma'ya

karşı dikHen düşman, hayvan postuna sannmış kahramandı ;

intikamcı topluluğuna

dev cüsseli bir

yoksullarla ezilenleri kabul

eden bir kahraman!· Orada, yanardağın tepesinde ateş saçan mesajın ışıkları, git­ gide daha

uzaklara vuruyor, haydutların ve

- 86 -

çobanların

kutsal


toprağı- Lukania'yı aydınlatıyor;

yine o ateşin nefesi, Cilla'nın

sayesinde bir harabeler çölü haline gelmiş olan mağrur Samnia topraklarını kavuruyordu. Bu arada, Kampania'd a kitleler harekete geçmeye başlamış­ tı artık. Eskiden asilere tek tek şahıslar katılmaya gelirlerdi. Şim­ di yüzlerce

kişilik

gruplar halinde geliyorlardı. Eskiden gelenler,

gizli patil{.alardan geçip Clanius adasına doğru sessizce

sızınaya

çaiışırlardı. Şimdi yoğun kütleler halinde ve isyan şarkıları hay­ kırarak dağa tırmanıyorlardı. Cuınes bölgesinin senatörlerlnden birine ait iki yüz köle, as­ kerler gibi sıraya girip uzun bir kafile halinde gelmişlerdi : pa­

çavralar içindeydiler, ayakları çıplaktı hepsinin. Baştaki üç kişi, sancak taşıyan Romalı askerler gibi koca bir direk taşıyorlardl ellerinde; direğe bir kamçıyla bir pranga asmışlardı. Sonra uzun bir kafile hailnde işçiler gefdi. Lucullus'un, için­ den canlı balıklar aviayacağı suni bir göl inşaatında - çalışan iş­ çilerdi bunlar. Beraberlerinde bir de kocaman morina balığı ge­ tirınişlerdi. Balığın ağzında bir insan başı vardı. Arkadan, Nükria şehrinin serbest inşaat işeileri sökün etti­ ler. Şehir meclisi, Suriyeli köleler getiriyor, inŞaat ustalarına ga­ yet ucuza kiralıyordu. Öteki serbest işçiler de böylece işlerinden olmuşlar, ortada kalmışlardı. Ağırbaşlı, temiz giyimli adamıardı bunlar. Beraberlerinde inşaat işçileri birliğinin kasasını getirmiş­ lerdi. Ondan sonra vahşi köpekleri ve düğüm düğüm

sopalarıyla

Lukanialı ilk işçiler geldi.

Barbar savaşçılar gibi hepsinin om­ ' zunda . ya bir kurt, ya da bir yaban domuzu derisi vardı. Sakalları uzundu, bütü:ııı vücutları kıl içindeydi. Derken, Pompeili bir hovardanın yüz uşağı çıkageldi. Bunlar da tahtadan yapılmış koskoca bir erkek cinsiyet organı taşıyor­ lardı. Tahta şeyin üzerinde ise : «İşte efendim1z Gayus. Kendisi­ nin farkedilmeye değer tek tarafı budur» yazılıydı. Gelenlerin ço­ ğunluğunun ellerinde ise, topluluklarının simgesi olarak kölelerin tahta haclarından başka' bir şey yoktu. Grupların

hepsi

yarım ay şeklindeki vadide, «Cehennemin

Avlusunda» bir yer bulup yerleşiyordu . Her grup kendi alışık ol­ duğu yemekleri pişiriyor, kend i şarkısını söylüyordu. Herkes ay-

- 87 -


rı d ilden konuşuyorrlu : Kelt, Trakya, Osqua, Suriye, Latin ya da ' Germen d illeri . Bir topluluk ötekiyle ilgilen.miyor, hatta birbir­ lerin e düşmanca davrandıkları oluyordu. Bir parça

cuğunu bir çoban

domuz su­

sopasıyla, şarabı bir çift ayakkabıyla, �dm­

ları silahlarla değiştiriyorlardı. Grupların kıd emlileri asık surat­

larta ortada dolaşıyorlar, bu karışıklığa , bir tek kelime bile söy­

lemeden, tepeden bakıyorlardı. Gl adyatör ler

nıyordu.

kıyafetıerlnden tan ı ­

En iyi elbiselerı ( Clodius Glaber'in üniformaları) onlar

giymişlerdi.

Her yeni

gelene önce onlar gösteriliyordu. Lentu­

lus'un yanından kaçan altmış ki ş iden geriye elli ki şi kalmış, «Glad­

yatörler Kampı» adı verilen topluluktakilerin sayısı tse, beş bine çıkmıştı. Ara larında ünlü kl�ler vaydı, bunlar geçerken, ötekiler dönüp arkalanndan bakarlardı. örneğin kelebek gibi gruptan gruba uçan Zozimos. A�zı laf yapan, bilgince nutuklar söyleyen Zozimos ile kimi alay eder, kim i de alkışiardı onu. Çünkü , bü .. tün topl u l uk !çinde togası· olan tek kişi oydu.

Çoban Hermios, yarı vahşi Lukanialı hemşeriyleriyle büyük adam pozlarında dolaşırdı. Plşlerini göstererek sırı tır, Kampania

ordusundaki marifetıeriyle övünüp dururdu. İnce uzun eastus, iki yanına sallana salana, o uğultulu _kalabalık içinde bazan bir gr upla , bazan ötekiyle gezer, gümüş zin ciriyle oynayarak, eski­

terin,

eıanius bataklıklarında neler yaptıklarını anlatırdı. Herkes

hayrandı ona, ama seven i yoktu. Sessiz Enomau, bir genç kıza benzeyen yüzünden hoşlanan kadınıann gözdes!ydf. Şimdiye kadar hiç bir kadınla ilişki kur­ madığı ve gladyatör olduğu halde şiir yazdı�ı söylenirdf. ericsus

herkese korkulu

bir saygı

telkin ediyordu; kederli

bakışlı, dev cüsseli bu adamı kamp yerinde dolaşırken, konuşan­ lar birden

susarlardı. Genç kızlar gözlerini ondan kaçınrlardı. ericsus hakkınd;ı. pek h oş olmayan söylentiler dol aşıyordu : Gü­ ya her gün başka bir ka dınl a yatarmış. Bu iş asl ında pek müna· s ebetsi z olmamakla beraber, kadınlardan bazılannın duydu�u tik­ sintiy e · hak vermemek elde değildi. Bir de Spartacus vardı. . . Yeni gelenlerin çoğu, bu adamdaki özelliğin ne olduğun u me­

rak

ederlerdi. Geceleri yemekten sonra konuş ul an

konulardan biri

de daima bu olurdu . Hem de uzun uzun lafı ed il en bir kon u : Va­

kitleri o kadar çoktu ki! Kimi bu özelliği gözlerinde, kimi zeka­ sında .bulurdu. Kadınl ar ise sesfnde, ya da çil lerinde. Halbuki - 88 -


gözleri, zekası, sesi,

ha_tta

cilleri Spartacus'ünkine benzeyen baş­

kaları da vardı. Bi lginlerle

filozoflar derler

ki

:

�ı:Kişilik denen

şey, ÖZel bir çizgi veya ifade değil, bir bütündür.» Fazla bilgince

bir l af bu, bil ginieri n bütün lafları

gibi

çok

da

çap:raşık.

Bir

kere, herkesin kendine özgü bir kişiliği vardır. Bu bakımdan, bu

açıklamayla hiç bir şey açıklanmış olmuyordu.

Zozi.mos burnunu okşayarak, «Başkalannı egemenlik altına almayı sağlayan şey, iradedir» derdi. Ya da işte buna yakın bir şey söyledi. Fakat , mutlaka söylediği daima dengeli bir cüm­

leydi. Bunun l a beraber, sorunun biraz derinine

inilirse Zozimos'­

un sözl erinin anlamdan yoksun olduğunu farketmemek elde de­

ğildi. Öyle ya, iradesiz insan görülmü·ş müdür? trade bir şeyi çok, ama pek çok istemekse, bütün büyük toprak sahipleri şimdiye kadar vebadan ölür, bütün bakireler de hamile kal ı rlardı. «Evet, doğru» d iy ord u Zozimos, fakat k end i sinin söylemek istediği bu değildi ki? O, isteği değil eylemi kasdediyordu. İyi ama hangi eylem? örn eğin Eyn us ve Beneven t kardeşleri ele alalım. Bunların üçü de efendilerini öldürmüş ve arkadaşlarını , daha başkasına

hizmet etmektense,

Ne olm uştu

asilere katılmaya

uzun zaman

kışkırtmışlardı.

sonunda? Bu üç kardeş ise, iradeleri,

eylemleri

ve

Kısaca, iyi dÜşünülürse

kişilikleriyle beraber ipe çekilmişlerdi.

her insan öteki insanlar gibidir. Ama biraz şişman, biraz zayıf, daha az veya daha çok zeki. Kimi daha iyi konuşur, kiminin bur­ nu ötekilerden biraz daha kavislidir. Bütün bunlar Spartacus•un özelliğinin ne old u ğu nu açıklamaz. Belki de hiç bir özelliti yok.

Yani,

ne sanmış olabilirlerdi?

kadar!

Spartacus

,

Spartacus'tü,

işte bu

o, uzun boyuyla, odu ncular gibi biraz kamburlaştırdıl:ı

sırtıyla omuzlarındaki

hayvan postuyla, ötekilerin arasınıla dola­ konuşur ve herkesin

şırdı. Sakin gözleriyle bakardı etrafına, az

söylemek istediği şeyi söylerdi. Eğer tersini söylerse herkes dü­

şünür kendisinin de o ters şeYi söylemek istediğini keşfederdi. Çok ender gülümserdi, fakat eğer gülürosem işse gültimsenecek bir şey var demekti ve o gülümseyiş herkesin yüreğini ısıtırdı. Hep acelesi vardı sanki. Hiç bir yerde çok kal mazd ı . Bir grupta­ ,

,

· kilerin yanına, örneğin Fannius'un uşaklarının, ya da Lukanialı

oturduğu zaman kimse bunu önemli bir sevi nd i�ni belli eder ve eskiden ol­ sağduyuya ve d üzene uygun bir şekilde .Ya­

çobanların arasına gelip

,

olay saymazdı, ama herkes

duğu gibi, yurdunda

şamak varken, bu çılgın dağın tepesinde neden bulundutunu an­ ·cak o zaman anlardı.

- 89 .._


Castus bir emir verdiği zaman, «Sırtlanları» kızdırmak kim­

v

senin işine gelmediği i�in emri yerine getirilirdi. Emri veren eric­ sus ise, bu ağır ve abus adam etrafındakileri ürküttüğü için sözü dinlenirdi. Ama, Spartacus bir şey söylediğinde, aksiili düşünmek kimsenin aklına bile gelmezdi. Spartacus'ün istediğinden başkası­ nı istemenin ne anlamı vardı, o, daima herkesin istediği şeyi ifa. de ettiğine göre? Karakterleriyle, herkes birbirinden çok farklıydı. Biri şimdi olduğu yerde kalıp ömrünün sonuna kadar orada keyifle yaşamak dileğindeyken, ikincisi eski efendisine ait her şeyin yağma edil. mesi için bütün asilerin birden Puzzoles üstüne yürümesini isti­ yordu. Üçüncüsü, bir gemiye el koyup, bir yığın güzel kadının yaşadığı İskenderiye'ye yelken açılmasına taraftardı. Dördüncüsü, Capua'nın yerle bir edilip, ayni yere yeni bir şehir kurulmasını teklif ediyordu. Beşincinin dileği, Roma'ya savaş açmaktı. Al­ tıncısı, yurduna dönmek ve yine sürüsünUn başına geçmekten baş­ ka bir şey düşünnıüyordu. Öyleyse neden katılmıştı asilere? Kinı­ se anlamıyordu bunu. Yedinci, kölelerin daha önce de isyan et­ tiği Sicilya'ya gitmek niyetindeydi. ıara

katılınınasma

taraftardı.

Sekizinci, Kilikyalı korsan­

Dokuzuncu,

kadınları paylaşalım

diyor, onun ise, balık yemenin yasaklanması fikrini

savunuyor­

du. Her biri öbüründen ayrı bir şey istiyordu. Kimi söylüyor, ki· mi tartışıyor, kimi de susuyordu. Fakat, tek tek herbiri, hiç bir özelliği olmayan hayvan postıu adamın kendisiyle aynı emeli bes· lediğini, birbiriyle çelişen umutlarının sembolü olduğunu biliyoı ve hissediyordu.

Yağınur mevsimi yaklaşıyordu artık. Clodius Glaber'e karşı kazanılan zaferin üstünden iki hafta geçmişti, gladyatörlerin Capua'dan kaçışları ise neredeyse üç ayı­ nı dolduracaktı. Ve:iüv'ün tepesinde y iyecek azalmış, ovaya yapılan akınlar git. gide daha az veiimli olmaya başlamış, Nola, Herculanunı ve Ponı. pei arasındaki bölge bir harabe haline gelmişti. On fersah ça­ pındaki bir çevre içinde eskiden o kadar verimli olan Kanıpania ovası, üstünden

bir

çekirge sürüsü geçmiş gibi,

çırçıplak hale

gelmişti. Şehirler etrafına barikatlar kuruluyor, garnizonlar tak- 90 -


viye ediliyor, surlar onarılıyordu. Bir yandan da Vezüv'ün tepe; şine paçavralara bürünmüş, ayaklan kan içinde, saçı sakalı bir­ birine karışmış ve omuzlarına damga vurulmuş adamlar akın edi· yordu . Geçtikleri yollarda her şeyi yağma ediyor, şehirlerin uza ğından dölaşıyorlardı bu zavallılar. Beraberlerinde daima kürek­ ler, baltalar, tırpanlar, sapalar getiriyorlardı. Kutsal ülkenin süp­ rüntüleriydi bunlar; kutsal ülkenin toprağını besleyen gübreydi­ ier. İçlerinde temizlik diye bir şey kalmamıştı, pis kokular saçı­ yorlar, hastalık taşıyorlardı. Beraberlerinde hastalıktan başka ko­ kuşmuşluklarını, açgözlü iştahlarını ve bir türlü isim veremedik­ leri o belirsiz umudu da getiriyorlardı. Kendilerini dostça karşılayan olmuyordu. Topluluğa on gün önce katılmış olan; üç gün evel gelen i hakir görüyor, üç günlük adam da kendini eskllerden saymaya başlıyordu. Yavaş yavaş her­ kesin canı

sıkılmaya başlamıştı. Ne beklediklerini bilmeden bir

şeyler bekliyorlardı. Bazıları hornurdanmaya başlamışlardı, bazı­ lan evlerine dönüyorlardı. Kimse tutmuyordu bunları. Şimdi çe. ' şitli lehçelerde konuşan, yiyip ıçen, kavga eden, nutuklar veren beş bin insan yaşıyordu dağın tepesinde. Kadınlar ve ganimet yü. zünden çekişen, sıkı dostluklar kuran, şarkıla,r söyleyen ve birbi­ rini boğaziayan beş bin kişi. Hepsi de bekliyorlardı. Gladyatörler bile ne yapılacağı hususunda bir anlaşmaya varabiimiş değiller­ di. Sadece elli gladyatörün katılmasına izin verilen esrarlı toplan­ tılar yapılıyordu. Toplantı yeri daima yanardağ ağzının içiydi. O günlerde Fannius'un uşaklan dağın tepesine kırbalar dolusu şa. rap taşırlardı. Müzakereye başladıkları zaman gladyatörler adeta senatör suratı takınıyorlardı, ama bir sonuca varmayı beceremi­ yorlardı. Tasanların uygulanması sorununun konuşulmasına sıra geldiğinde,

herkes kaytanyar ve

başka

konulara

atlıyordu. Ya

işi gütmeye ya da kavgaya vuruyorlar, bir karar vermek gerek­ tiğini her seferinde unutuyorlardı. Her gün yeni bir tasari ortaya atılıyordu. Hiç bir tarafı tut­ muyordu Spartacus, .sessizce dinliyordu. Sadece müzakereterin so­ nunda her şey arap saçına döndüğü zaman, laşe, silah dağıtımı, yeni gelenlerin yerleştirUmesi

gibi

çok acil

sorunlar hakkında

birkaç kelime söylüyordu. Kimse itiraz etmiyordu söylediklerine, çünkü daima mantığa uygun ve çapraşık olmayan önerilerde bu­ lunuyordu. Fakat genellikle hayal kırıklığına uğranıyordu : on­ dan bekleniyordu kesin karar, halbuki Spartacus o kararın ken­ disinden beklendlğini aklına bile getirmez g5rünüyordu.

- 91 ;.;...;:


ler

Beklenen

şeyi

söyleyeceğine, grupların

takımlar

ve

bölük­

şeklinde örgütlenmesine nezaret ediyor ·ve her takımın başı­

na bir gladyatör yerleştiriyordu. Trakya dağlarında avcılann si­ lahları, otlardan

örülmüş ve yeni yüzülmüş hayvan derileriyle

kaplanmış yuvarlak kalkanları, ucu sivriltilmiş ve ateşte sertleş. tirilmiş

mızrakları

nasıl

hazırladıklarını

anlatıyor, askeri usul­

lere göre gruplar kuruyor, bunları öncüler, ihtiyarlar, piyadeler, zırhlı ve mızraklı ağır süvariler, diye ayırıyordu. Bütün bu işler zaman alıyordu tabii. Günler birbirini kova­ lıyor, kavgalar ve cinayetler gitgide seyrekleşjyor, yiyecek azalı­ yor ve yağmur mevsimi yaklaşıyordu.

Fakat her şeye rağmen, Clodius Glaber'e karşı kazanılan za­ ferden sonraki ikinci ayda, asilerin önderi, istediğini . elde etmiş, Vezüv'ün

tepesinde

kaynaşan o karmakarışık sürüyil

bir

ordu

·haline getirmişti.

İki

ayın sonunda Fannius'un uşakları gruptan gruba dolaş.

maya başladılar : - En eskilerinizi, temsilcilerinizi seçip tepeye gönderin, bir

genel kurul toplatısı yapılacak, dediler.

Kampta muazzam bir hareket başladı, gruplar birbirine gir­

di, oy verildi, tartışıldı ve fikirler incelendi. Bütün kamp aya­

ğa

kalkmıştı,

çeşitli

söylentiler dolaşıyordu; bu muazzam kitle

ağır bir uykudan uyanmış gibi günlerdir süreri yrkmaya

çalışıyordu.

bekleyişi sarsıp

Yanardağın ağzına çıkan patikada, tesbih

taneleri gib i peşpeşe insanlar dizilmişti. Sadece en eskilerle, tem­ silciler

çağrılmıştı

yukarıya,

halbuki

bütün kamp yola dökül­

müştü, aralannda en cesur olanlar yolu bırakmış, kayadan ka­ dan kayaya atlayarak tırmanıyorlardı.

Yeni gelenler tepeye

vardıklarında

kraterin

içini,

yanmış,

kararmış ve acayip şekil1er almış taşları ilk defa gördüler. Sön­

müş lavlar ve molozlar arasından inip, kendilerini huninin di­ binde buldular. Dipten muazzam bir uğultu yükseliyordu. Hepsi

de son derece heyecanlıydılar; eskiler yenilere kuşatmanın anı­ lannı,

Trakyalılarla

Keltrerin

iskeletlerini gösteriyorlardı.

havuzlannı,

Güneş

tam

öldürülen katırların

yanardağ

ağzının tepe­

sindeydi. Yanardağ ağzına doluşanların arkası kesllmiyor, insan­ lar kaynaşan ve ter saçan bir kitlenin içinde eriyip kayboluyordu.

- 92 -


Kraterin çeperleri bir insan örtüsüyle

kaplanmıştı.

Yabani

_sarmaşık daUanna asılmış gibi �örünen karannış kaya parçala-· rının üstüne oturmuş ya da kraterin sivri tepeciklerine tünemiş• lerdi insanlar. Topluluğa tepeden bakıyorlar, en dibe kadar her tarafı kuş

bakışı

seyrediyoriardi.

Aşağıdan yukarı doğru , kos­

kocaman bir deniz kabuğundan yükselen sesi andıran bir uğultu · çıkıyordu.

Sonra konuşmaya başladı Spartacus, fakat sesi o muazzam uğultu içinde kayboldu. Her zaman olduğu gibi, hayvan postuna sarınmış, huninin

içinde,

ortalara kad.ar yükselen bir kayanın

üstünde dikilmiş duruyordu. Yanında Cricsus, gladyatörlerin ço­ ğu ve

Fannius'un uşaklarından

birkaçı vardı. Etrafın daki kala­

balıkta her kişinin kokusunu, tek bir kokuymuş gibi ayrı ayrı duyuyor,

her

hissediyordu.

kişinin

O

bekleyişini

tek bir

bekleyişmiş

gibi

ayrı

kitlenin, kokusu ve bekleyişiyle hep bitden ken­

dine doğru yükseldiğini sanıyordu. Sonra ağır ağır kolunu havaya kaldırdı. Gladyatörlerle Fan­ nius'un uŞakları da ayni hareketi yaptılar, o anda bütün sesler kesildi. - Romalılar belki yeni bir ordu göndereceklerdir, dedi Spar­ tacus. Kış için tahkim edilmiş bir şehre ihtiyacımız var. Etrafı duvarlarla çevrili ve sadece bize ait bir şehir! Söylemek istedikleri tam tarnma bunlar değildi. Toplar ol­ madan, kuşatma makineleri olmadan, müstahkem bir mevki zap­ tetmenin olanağı yoktu. iri cüssesiyle hemen yanmaa duran eric­ sus döndü, o kederli gözleriyle baktı Spartacus'e. Bütün bunları biliyordu Cricsus, kraterin

içine dolmuş beş bin kişinin bildiği

gibi. Kraterin içindeki beş bin kişiden hiç

ses çıkmıyordu. Her

biri ayn ayrı muazzam kitlenin heyecanlı soluğunu, yani kendi solunuğu, o topluluktan yayılan karmaşık kokuyu, yani kendi ko­ kusunu duyuyor ve tepede bir kayanın üstünde dimdik duran Spar­ tacus'ün ne lazımsa onu söylediğini, kendileri istedikleri anda her şeyin mümkün olacağını biliyordu. - öyle bir şehir ki, diye devam etti. �partacus, sağlam ev­ leri, sağlam duvarlarıyla yalnız bize ait olacak. Romalılar gelir­ lerse, kafalarını bizim olan o şehrin duvarına çarpıp parçalayıa­ caklar. Bizim şehrimiz, gladyatörlerin, kölelerin şehri olacak bu!

-

93

-


Etrafını saran dikkati o anda idrak etti Spartacus. Huninin çeperlerinde yankılanan kendi sesini işitiyor, kalabal�ğın ken­ dine doğru yükselen solu�unu tek bir soluk gibi duyuyordu. - Şu şehre «Köleler �ehri) adını vereceğiz! dedi .ve yankı­ lanan sesinin kendis�ne ne kadar yabancı geldiğini hayretle far­ ketti. «Düşünün, istediğimiz her şeye sahip olacağız! Bizim şeh­ rimizde kimse köle olmayacak. Belki de bir değil, birçok şehir kuracağız, kölelere ait şehirlerden bir birlik meydana getirece­ ğiz. Bunları laf olsun diye söylediğimi sanmayın. Eskiden de böy­ le topluluklar vardı, hatta bunlardan biri o kadar eski de ·değil­ dir : «Güneş Devleti» idi bunun adı. . . » Spartacus bir yandan da sahip olamadıkları kuşatma ma­ kinalarını düşünüyor ve düşündüğünü söylemek Istiyordu, ama sadece Güneş Devletinden söz ediyordu. Bir perde arkasındaymış gibi Esseni canıamyordu gözünde : Bir taşın üstüne tünemiş, saat rakkası gibi bir öne bir arkaya sallanan, sert ağızlı Esseni. Sonra çoban Hermios'u da görüyordu. Dişleri meydanda, ·Spartacus'e ba­ kıyordu Hermios. Kalabalığın kokusu ciğerlerini dolduruyorrlu Spartacus'ün - Neden kuvvetli, zayıfa hizmet etsin? diye bağırdı kolla. rını kaldırarak. (Kolları görünmez bir kuvetıe havaya çekilir gi­ biydi) Neden sert, yumuşağın emrinde olsun? Neden kalabalık, bir avuç insanın emrine girsin? Onların hayvanlarını biz güdü­ yoruz, dananın anasının karnından çıkmasına biz yardım edi­ yoruz, kendi sürümüzü ço�aıtmak için mi? Onlar için havuzlar inşa ediyoruz, ama o havuzlara girmemize izin yok! Bizi dötQş­ türmeye zorluyorlar, fakat kendi hayatımız için de�il de. ölerek onları eğlendirmemiz için. Neden? Neden ama? SöylesenizeJ..• Artık kuşatma makinalarını düşünmüyor, meçhul bir pınar­ dan fışkırırmış gibi ağzından dökülen kelimeleri dinliyordu. Bir nehir gibi çağlıyor, yanardağ ağzının içindeki o kalabalığı sürük­ lüyordu kelimeler. - Çok olan kalabalık olan biziz! Şimdiye kadar kör oldu­ ğumuz ve neden diye sormadığımız için onlara hizmet ettik. Fakat, sorduğuınuz an onların bizim üstümüzdeki kudretlerinin sonu gelmiş demektir. Bu söylediğimi unutmayın, onların da sonu gelecek, onlar da iki koluyla iki baca�ı kesilmiş bir insan gövdesi gibi çürüyüp gidecekler. Biz kendi yolumuzda yürüyecek - 94 -


v.e onlarla alay edip geçeceğiz. Biz istersek Galya dan Tarente'ye kadar bütün İtalya ve Afrika güler onlara. Ne kahkahalar kopa­ �ağını, doğu kapısı nda n yükselecek çığlıklarla yedi tepeden yük­ selecek şikayetleri bir düşünün! O zaman bize hiç bir şey yapa­ maz olacaklar! Ş eh irl eri n etrafındaki surlar, kuşatma makinaiarına hacet kalmadan yıkılıverecek! '

·

Spartacus kendi sözlerinin yankılarıyla hayrete düşerek sus­ tu. O muazzam kalabalık bir kere daha silindi gözlerinin önün­ den. Sadec.e o yuvarlak kafalı adam, oturduğu yerde yusyuvarlak kafasını sallayıp duran adam kalmıştı şimdi önünde. Sonra ye­ niden kuşatm a makinaları geldi aklına.

- Tekrar söylüyorum, dedi. Bize, sadece bizim olacak bir şe­

hir lazım . . . Ama, kuşatma makinemiz yok!

Bir endişe hareketiyle saliandı kalabalık. Adamlar, kıpırdanı­ yorlar, kaynaşıyorlardı : bir büyüden kurtulmuş, kendilerine· "el­ mlşler gibi. - Kuşatma makinalarımız yok, duvarıann ise kendi kendi­ lerine yıkıldıkları doğru değildir. Fakat biz, gidip onların kapı­ larının önüne karargah kuracağız; her kapıdan, her gediıden şe­ birdeki kölelere mesaj yollayacağız; bu mesajı, işitilene kadar tekrarlayaca(:ız. Onlara diyeceğiz ki : «Capua'dan Lentulus Ba­ tuatus'un gladyatörleri soruyorlar size : Neden kuvvetli zayıfa hizmet ediyor, neden büyük bir kitle bir avuç insanın emrinde?» Bu soru, onların başından aşağı en müthiş mancınıklann taş yağmuru gibi i n ecek Köleler duyacak bu sorumuzu, seslerini yO.k­ seıtecek, kuvvetlerini bizim kuvvetimize ekleyecekler. O zaman. artık duvar kalmayacak! .

Spartacus birden, kalabalık içinde kadınlar da bulunduğunu farketti. Kadınların kendisinden ayırmadıklan gözlerinde bir he­ yecan ışığı gördü. Nefes nefese kalmış gibiydiler, Spartacus'ün sesi onları heyecanlandırmıştı. Erkekler ise dikilmişlerdi, yüril­ meye hazırdılar. Sonra Spartacus o asi1er kitlesinin tarihçesini yaptı, elli ki­ şini n nasıl beş bin oldu(:unu anlattı. İtalya'da kölelerin sefale­ tinden söz etti, dağiann ve topra(:ın damla damla terinden doğan umaklar gibi kölelerin gazabının da bir sel meydana getirece­ ğini, Lentulus'un ell i gladyatöriinün, bütün küçük gazap ırmak­ larını bi rleş ti rip kocaman bir nehir �aline getirecek bir yatak aç- 95 -


tığını, bu azgın selde Clodius .Glaber ile ordusunun boğulqu�unu söyledi. Konuşmasına devam ediyoN'lu Spartacus, bu nehrin

su­

larının gücünü ziyan etmemek için, suları aynı yatağa toplamak gerektiğini, bu sebepten kendilerinin de yağmurlar bastırmadan ilk kaleyi zaptetmek

zorunda

olduklarını anlatıyor, bu ilk kale­

den sonra kölelere ait şehirlerin bir birlik meydana

bunun bir iYi

niyet

getireceğini,

ve adalet devleti, bir Güneş Devleti olacağını

ilan ediyordu.

Orada, o

sürünün

arasında Nola şehir

meclisinde

iki memur da vardı. Nola meclis baş kan ı Olus Egnatus,

casusunu asilerin niyetlerini öğrenmek için, onların derm işti .

Oradaydılar ikisi de, kalabalık arasına

görevli

bu iki arasına gön­

sıkışmışlardı.

Onlar da ötekiler gibi, hayvan postlu adamın sözlerini içereesine dinliyorlardı. Yaşlı başlı, tecrübe sahibi

bu adamlar, bu ınese­

I enin artık sadece kendi şehirlerini değil, italya'yı, Roma impa­ ratorluğunu ve insan larla meskıin bütün dünyayı ilgilendireceğini

an lıyorı ardı.

- 96 -


II

NOLA'NIN YIKILIŞI

Empresario Marcus Cornelius Rufus, tiyatrosunun Nola'da­ ki ilk telllsilinin bir olay olduğunu memnunlukla düşünüyordu. Rufus'un reklam yapma bakımından &ok orijinal fikirleri vardı daima, bu defa da kumpanyanın günün sorunlarını sahneye koy­ duğunu ve siyasi bakımdan korkusuzluğunu gayet etkili bir şekil­ de ilan etmesini bllmişti. Nola'nın, beş gündür dünyanın geri kalan kısmıyla ulaşımı kesi!mişti. Kampania'nın bağrında bir çıban Olan o köle «sürüsü» şehrin kapılan önüne karargah kurmuıs. Köleler gitgide daha tehdit edici oluyorlar, her gece bir başka yeri yakıyor veya yağma ediyorlardı. Roma'nın vaadettiği yardım hemen yetişmezse du­ rum çok feci olacaktı. Buna ra�men, yahut belki de bu yüzden, akıllı Rufus ilk temsilini heyecan yaratan bir gösteri haline getirebllınlşti. O gece, tiyatro a�ına kadar doluydu. Geniş plili beyaz eı­ biselerinin içinde vakarlarından emin meclis üyeleriyle karıla­ ları, şeref sıralarına bir tahta kurulur gibi oturmuşlardı. Mec­ lis başkanı ihtiyar Olus Egnatus harlt,:, bütün aristokrası ora­ daydı. Egnatus eski bir devrin ciddiyetiyle, öyle sıradan bir tem­ sile gitmeyi kendine yakıştıramamıştı. Azametli civar kasabalar - fYI -


temsilcileri, şövalyelerle beraber ilk sıralan işgal ediyorlar,

şö­

valyelere bakıp, bir maymun gibi onlann tavırlannı kopye et­ ıneye

çalışıyorlardı : Arkalarında şehrin ileri gelen ailelerinin çocukları yer almışlardı. Delikanlıların yanakları boyalı, saçları

briyantinliydi. Tahta sıralı tribünü ise halk doldurmuştu ; ter­ ler içinde, gürültücü, durmadan bir şeyler yiyen

ar.

insanl

Salı­

neyi ve tribünleri, canlı: renkli çadır bezleri güneşten koruyor du. Sahnenin dibine kocaman bir perde çekilmiş, ön tarafına ıso bir buğday tarlasında bulunulduğu hissini vermek için saksılar içinde buğday başakları konulmuştu. Oyunun adı, Köylü Bucco

Id!. Oyunun başında Bucco yanakları şiş kipkırmızı bir maskeyle ortaya çıkıyordu. Başına sarı pamuk ipliğinden yapılmış bir pe­ ruka geçirmişti. Konuşa konuşa, hantal bir yürüyüşle ve bir

kukla

gibi kolu bacağı sallanarak sahneye çıkıyor, «Ben Köylü

Bucco'yum,

diyordu.

insan, iki de fil da

dedi di :

Asya'da bir

öldürdüm.

Bucco; yeteri

savaştan

dönüyorum .

Onyedi

Komutanım beni tebrik etti, sonra kadar düşman

öldürdün, yeteri ka­

dar kahramanlık yaptın. Şimdi rahatça evine dön, herkesin say. dığı şerefli bir insan olarak tarlanı sür. İyi an:ı.a, hani beni se­

vinçle karşılayacak karım, çocuğ um ve uşağım ?

Hey kan ! Hey

çocuk! Hey uşak! Muzaffer Bucco savaştan döndü ! • Buco ellerini çırpıyor, dört bir yanına bakıyor, fakat kim. se görünmüyordu. Durmadan el çırpan Bucco'nun çağırışiarına

nihayet Açgözlü Macus çıkıp geliyordu. Açgözlü Maccus alabildi­

ğine t embel olduğunu belli edercesine bir cenaze arabası ağır­ lığıyl a yürüyordu. İnsanı ürktltecek kadar çirkindi. Klsa tllniğinin ön tarafına paçavradan yapılmış ve dizlerine kadar sarkan

bir

erkeklik organı tutturulmuştu. Ağzını kocaman açarak bir pan. carı ısırıyor ve yürürken bir yandan da sahnenin kenarına di.

kilmiş buğday başaklarını koparıyordu. «Hey, hey!

diye bağırıyordu

Bucco.

Buraya baksana karga

korkuluğu! Hey adamın gözünden yaş getiren soğan kafalı! Koca kurbağa , ne işin var benim tarlamda?» Başakları koparmaya ve pancarı· dişlerneye devam eden Mac­ cus, <<Buğday topluyorum» diye cevap veriyordu. «Tanrım, diyordu Bucco, ben yokken uşağıını nasıl da de­ ğiştirmişler? Pek de çirkin!

Ama, Allah için erkek, buna diye­

cek yok ! )} - 98 -


Maccus ciddiyetle cevap veriyordu : «Bu tarlanın sana ait ol­ duğunu iddia ettiğine göre, Asya'da senin başına güneş geçmiş de keçileri kaçırmışsın demek! Bu tarla çok kudretli efendimiz Dosııena'nındır. Madem öğrenmek istedin öğren ·ışte ! » B u sözler üzerine Bucco feryada başlıyordu, ania öğrenecek­ leri bu kadarla kalsa. yine iyiydi. Dossena, tarlasını çalınakla kal ­ mamış, aynı zamanda karısıyla çocuklarını da kovmuştu. Bir fer­ sahlık bir çevre içindeki bütün topraklar ona aitti, buraları kö· Jelerine işlettiriyordu Dossena. Kendisi, yani açgözlü Maccus ise, Bucco'nun uşağı değil, Dossena'nın kölesiydl. Bu sözlerle perişan olan Bucco, hıçkıra hııçkıra ağlamaya başlıyor, uğurlarına savaşa gittiği, onyedi insanla iki fil öldür­ düğü o büyük efendilere Ianetler yağdınyordu. Demek, vatan ona böyle teşekkür ediyordu. Ama, lanet etmek neye yarardı ki? Şim­ di ekmek parası getireek bir iş bulmalıydı. Böylece, Bucco kendi toprağı üstünde ücretle, işçi olarak çalışmaya karar veriyordu. İşte tam o sırada sahneye Dossena giriyordu. Akbaba burun­ lu korkunç bir kamburrlu Dossena. Bucco, onun heabına çalış­ mayı teklif ediyor, fakat çok temiz bir latine konuşan Dossena teklifi reddedip, serbe$t çalışan iŞçilerden hiç hoşlanmadığını, bunların dünyanın parasını istediklerini ve kendilerine saygı gös­ terilmesini beklediklerini söylüyordu. «Hayır! Hayır!» diyordu Dossena, böyle bir işçiyi hiç bir zaman kabul etmeyeceğini söy­ leyerek çıkıyordu sahneden. Yalnız kalıyordu Bucco. Kolu kanadı kırılmıştı. Lanet ede­ cek takatı bile kalmamıştı. Allahtan tam o sırada nazik ve akıllı bir adam olan ihtiyar Pappus çıkıyordu ortaya. Bucco'nun Ro­ ma'ya gitmekten başka çaresi kalmarlığını söylüyor, «Orada, bu kötü günler yüzünden işini kaybetmiş olanlara her ay buğday da­ ğıtıldığını» anlatıyordu. «Git oğlum, o büyük şehre git, diyordu. Ekıneden biçilen buğdayla yaşarsın orada.» Bu kadar güzel bir olasılığa sevinen Buco, keyifle, avazı çıktı(tı kadar şarkı söyle­ yerek yola düşOyordu. Daha sonra, sahnedeki bu köy dekoru kaldınlıp, üstünde bir sokak resmi çizili koca bir pano konuyordu yerine. Bucco geliyor, büyük şehrin kokıısuna, hareketlili[tine, büyilklüğüne hayran ka­ lıyordu. Ama karnı açtı Bucco'nun. Yoldan geçenlerden birine buğdayın nerede dağıtıldığını soruyordu. Kolunun altına bir yığın

-

99

-


dosya s1k.ıştırmış olan yağlı şişman adam, Bucco'nun sorusuna cevap vermeden gözlerini gökyüzüne kaldırıyordu : Nereden çıktl bu? der gibi. Aydan mı indi, yoksa Germen eyaletinden mi geldi buralara? Şanlı ve yiğit diktatör Cllla'nın, -bu ismi korkulu biİ' saygıyla telA.ffuz ediyordu- bedava buğday dağıtırnma son ver­ diğini nasıl bilmez? Bu işe son vermişti CUla, çünkü, Cumhuri­ yetin, savaşabilmek için paraya ihtiyacı vardı. Bucco, kışkırtıcılık; veya vatana lhanetle suçlanmak ve bu yüzden sürütmek istemi­ yorsa, hemen çekip gitmellydi buradan. İşte, bütün ümitleri yok olmuştu Bucco'nun. Yine yoksul ve aç kalmıştı. Fakat, bu defa Tanrı, Buco'nun yoluna gürültülü bir grup 1nsan çıkanyor ve grubun başı olduğu anlaşılan kişi, Buc­ co'ya soruyordu : Gayus'a mı oy vereceksin, Gneyus'a mı? Bucco, «hangisi olsa olur,» diye cevap verince, öteki Gneyus•a oy ver­ mesi gerektiğini söylüyor, avucuna birkaç kuruş sık:ıştınyordu. Havadan gelen bu paradan pek sevinen Bucco, hemen köşedeki fı­ rına koşup bir ekmek almak istiyordu. Fakat fırıncı kabul et­ miyordu parayı : hükümetin halkı dolandırmak için yenı bastır­ dı�ı gümüşlü-bakır yeni bozuk paralardandı bu. Feleğtn bu yeni sillesiyle perişan olan Bucco, dükkanın önündeki taşın üstüne oturup ağlamaya başlıyordu. Derken yoldan geçen biri neden ağ­ ladığını soruyordu Buco'ya. O da savaşta onyedi düşman ve tki fil öldürdüğü halde, şimdi ekmek alacak para bulamadığmı an­ latıyordu göz yaşlan içinde. Bunun üzeririe adam, «Ama sen bir 'kahramansın» diyor, şanlı ve yiğit Cilla'nın -korkulu bir saygıyla telaffuz ediyordu bu ismi- cesur savaşçılanna ödül vaadetti�ni hatırlatıyordu. Bucco'nun böyle bir şeyden haberi yoktu tabii. Ona ödül olarak toprak vereceklerine, üstelik kendisininklni de elinden al­ mışlardı. Hasbayağı bir haksızııktı bu; öyle diyordu yabancı ada:ın., Hatta toprağını Bucco'Ya geri verdirrnek değil, da:ha büy-ük ve da­ ha verhnli başka bir tarla verilmesini sağlamak işini de üstüne alı­ yordu. Oyunun burasında dekor yine değiştiriliyar, şehir sokaklan yerine, kenannda buğday ekili saksılar bulunan ilk sahneye dö­ nülüyordu. Bucco artık: toprak sahibi olmuştu. Evet toprağına kavuşmuştu Bucco, ama çok geçmeden işler Yi!le ters gitmeye başlıyordu. Yeni toprattı taşlarla dolu bir tarladan ibaretti, elde edilen buğday ise, denizaşırı ülkelerden yapılan ve fiyatı düşüren ithalat yüzünden, yok babasina satılıyordu. Bucco ayrıca borca -

1 00

-


da

girmi�, tarım aletleri almak için, kambur Dossena'dan par.ı.

almak zorunda kalmıştı. Derken yi.ı;:ıe Dossena ortaya çıkıyordu. Bu defa yanında, yüzü gözü pomadlı bir yasa adamı vardı. Adam bir kağıt okuyor, Bucco ise, ka�ıttaki laflardan, .sadece toprağı­

nın bir kere daha elinden alındığını anlıyordu. Yüzünde şiş ya­ naklı maskesi, başında sarı pamuk ipli�inden perukasıyla za. vallı Bucco, yalnız · kalınca ba�ırmağa başlıyordu : «Mahvoldum !

diyordu. Her değişiklikte durumum daha da kötü oluyor. Bizim Cumhur'iyette adalet tersine mi işliyor nedir? Kaderim böyle ol­ duğu için bu hallere düştüğüme inanıyorsam, tannlar ca.ı;:ıımı al­ sın! Vah zavallı Bucco, şimdi ne yapacaksın sen? Otura�ın Için­ deki bir sıçan gibi zıplayıp zıplayıp, sonunda umutsuzluğa düş. nıekten başka çarem mi kaldı?» Dossena ile pomadlı adam dönüp geliyorlar, Bucco'ya defo. lup gitmesini söylüyorlardı. O zaman Bucco sopayı kaptığı gibi giclşiyordu.

Bir yandan

da

gidip Vezüv'ün

tepesindeki asileri

bulacağını, bu l'W.hrolası ülkeyi paramparça etmeleri

Icin hay­

dutlara yardım edeceğini haykınyordu. Oyun böylece sona eriyor, son dayak sahnesi de dinleyicilerin çılgınca alkışiarı arasında tamamlanıyordu.

İhtiyar Olus Egnatus, Nola sehir meclisinin başkanıydi. Ay. nca, son derece akıllı ve bilgili bir sanat eserleri koleksiyoncusu olmali niteliğine sahipti. O gece, Ilerici partinin halk tarafından

pek tutulan genç başkanı Herius Mutllus ile eski dostu Marcus Comelius Rufus'u temsilden soma yemeğe davet etmişti. Onları bekliyordu

şimdi. Yemek salonunda bir aşağı bir yutan dola.

şıyor, sofranın nasıl kurulduğunu titizlikle kontrol ediyor, ışığı, yeni aldığı bir vazonun değerını ortaya koymayan bir şamdanın yerin i değiştiriyordu . Şeytan gibi Mutilus ile o alaycı Rufus'un yemeğe gelecek olmalarına pek seviniyordu sehir meclisi başkanı. Mutilus gerçi kendisinin hiç mı hiç hoşlanmadığı demokrat gru. ba mensuptu, ama olsun! Bir yandan da yemek llstesinin kendi istediği gibi olmayışma sinlrleniyordu. Beş günden beri kuşatma altında yaşayan şehre taze' sebze girdiği yoktu. İhtiyar, her gün surların dışında yaptığı at gezintilerinden bile vazgeçmek zorun­

da kalmıŞtı. Şimdiye kadar hiç bir şey kendisini böyle bir özve­

ride bulunmaya zorlamıştı. Meclis toplantılannda tırtınalar ' koptutu, hatta kendisine yetmiş yaşında baba olmak zevkini tat-

-

101

-


tıran genç karısı doğ um yaptı�ı zaman bile Egnatus bu zevkini

feda etmemişti.

Önce Herius Mutilus geldi. Egnatus o güne

rakibini evinde

rmdar

bu siyasi

hiç kabul etmemişti. Bahçeye kadar inip, hem

samimi, hem merasimli bir edayla karşıladı

miı:ıafirini. Adeta

abartmah bir canlılıkla konuşurkea,. bir yandan da süsünü ha.J.a

bitirememiş olan kansına içten içe kızıyor, aynı zamanda ünlü demokratın mumların ışığında, Forumun kürsüsündeki heybetini

kaybettini görerek memnun oluyordu . Taşrab ,kasıntılı bir hali

vardı Mutilus'un. O güzel demokrasi ilkelerinin ise kendisini, soy­

lu Egnatus'un eşiğini ilk defa atıayan bütün ötekiler gibi kingenliğe düşmekten kurtaramadığı muhakkaktı .

çe­

Nola'dan geçen Romalı soylular, meclis başkanını ziyaret et­

tikleri zaman, başkentte çok iyi giden az veya çok argo kelime­

lerin burada dudaklarına yakışmadığını hayretl e farkederlerdi.

Egnatus siyah vazoyu gösterdi misafirine. Mutulus da gayet Egnatus, mi­

kibarca övgü kelimeleri söyledi. O anda anladı k1

safiri böyle güzellikleri takdir edebilecek bir insan değil. Ve eski

çömlekçilik sanatından anlamayan iqsanlanıi bugün önemli kişi­

ler olabildiklerini düşünerek yüreği sızladı. Mutilus'a Etrüsk ve Girit vazolarının, seri halinde imal edilen Sakız ve Arezzo Va7..0-

larından ne kadar farklı oldu!nınu anlatmaya çalışıyordu. Kalp

ve süsleme k,urallan hakkında karşısındakinin bir şeyler söyle­ mesini

beklemlyordu

tabii.

Sadece, modem imalat metotıariiıın

kötülüğünü söyledi durdu. İhtiyann ince mavi damarlarla çizgi

çizgi olmuş elleri, havada, büyüklüğüne rağmen zarif siyah vazo­

sunun şeklini çiziyor, süs olarak konmuş tek motıfe, konuğunu daha

yakından bakmaya

zorluyordu :

Vazonun

süsü,

Pompeili

çıplak ve zarif bir dansözdü. Dansözün üstündeki tül, kuş kanat­

ları gibi açılmıştı, uçuşuyordu. Motif, siyah zemin üstüne parlak

kırmızı vernikle işlenmişti. Mutilus'un bu açıklamalardan sıkıl­ dığı. belli oldukça, Egnatus d a inadına sözlerini uzatıyor ve bun­

dan hınzırca bir zevk alıyordu.

Vazo hakkındal konuşma, yemek salonunun karşılıklı iki ka­

pısı da ayni anda açılıp, ev sahibesi hanımla Empresario Rufus

birlikte içeri girene kadar devam etti.

GeJıç kadın birkaç saniye kapı eşiğinde durarak, biraz yap­

macıklı, fakat yine de zarif bir şekilde, kocasıyla misafirlerini

selamladı.

..:..... 1 02 -


·-

Bakıyorum,

dedi Rufus, ev sahibimiz yine bir kil parça­

sına tutulmuŞ! Bütün gece bunun güzelliğini övüp, misafirleri­ Dizi açlıktan öldürecek misiniz yoksa? Azizim, aslında siz dünya­ nın

sekizinci

harikası�nız :

İnceciksiniz,

genç görünüşlüsünüz,

hdla. yirmi ya§ında.kilerden farkınız yok. Benim cinsimden son­ radan görmeler her yıl dört hafta çamur banyosu yapmazlarsa, kırka

gelir gelmez

göbeklenmeye başlıyorlar.

ihkede,

biri yaş­

lanciıka şişmanlayanlar, biri de formunu koruyanlar olmak ÜZe­ re Iki ç'e§it

insan bulunduğuna göre, neye yarıyor bu demok­

rasi? Rufus

bu iltifatlı konuşmasını kesmeden bir iki adım atıp

ev sahibi hanıma ya·klaştı, araya bir iki Yunanca kelime de sı­ kıştırara'k elbisesinin

güzelliği hakkında bir şeyler söyledi. Ha­

linde belirli bir telifsizlik bulunmakla beraber, saygıyı elden bı­ rakmıyordu. Ama, bu saygılı tutumda biraz da karşısındakilere

tepeden batan bir eda vardı. İhtiyar Egnatus, şu Rufus'un ra­ batlı�ına hayrandı.

Ev sahibinin yanına varana kadar kaygan

mozaik döşeme üstünde en az yirmi adım yürümesi gereken Ru­ fus, hiç durmadan konuşabiliyor ve hantal cüssesine rağmen ala­ bildiğine vakur görünmesini biliyordu.

Ev sahibi, kansına Mutilus'u takdim ettiği sırada ise, karı­

sının şişm.an tribünden bir baş kadar uzun olduğunu farketti.

Bir süre ayakta gevezelik ettiler; ihtiyar bir uşak kokulu at­

lardan yapılmış renk renk likörlerle, çerezler ikram etti. Ev sa­ hibesi, yemekler iYi

olmamışsa sorumluluğun kendisinde

aran­

maması gerektiğini, çünkü hizmetçilerio yansının evden kaçıp hay .

dutlara katıldıklarını söylüyor, gidenleri alıkoymayı bir türlü· ba­ şaramadığını anlatıyordu. Bir ara ihtiyar, uşağın durup durup ikram ettl�i likörü Muti­ lus'un üçüncü defa reddettiğini farkedince, sözünü kesip sordu :

«Neden içmlyorsunuz?)) - Sadece şarap içiyorum, diye cevap verdi Mutilus. Dün ge­ ce

yine iki yüz kişi surları geçti. Spartacus'ün adamları, gelen­

leri, kollarını açarak karŞılıyorlarnıış deniyor. Fakat, dikkatinizi çekerim : kaçanların hepsi köle değil. Köle kadar, küçük esnaf ve serbest işçiler de var, bahçıvanlar da! Şehrin dışında Refio Ro­ mana tarafında yine ya�alamaya başlamışlar. Ev sahibesi Rufus'a döndü :

- 103 -


.,-- Piyesinizin baŞarı kazanması icin son derece uygun bir dönemde yaşıyoruz, dedi. Oyun her gün yeni olaylara neden olu­

yormuş diyorlar. Ben de görmek istiyorum ama, Olus'u tiyatroya

götürebUrnek bir mesele!

Masaya yanaştılar, herkes yine oturdu. Belirli bir zevkle tabağına balık alan Rufus, tribüne sordu : - Siz gittiniz mi? - Evet, diye cevap verdi Mutilus. Oyunun tehlikeli tarafı, görünüşteki saflığında.

Eğlence yerleri polisine sözüm geçseydi,

-yan yan meclis başkanma baktı- yasak ettirirdim bu oyunu. Rufus hayretten az daha boğulacaktı. Ev sahibi tribüne doğ-

ru dönüp gülümsedl ı Mutilus gülümsedi :

- İyi

ama, demokrasi ilkeleriniz?

- Bu piyesi siz de görm.elisiniz Egnatus, dedi. Halka, adeta matematik kesinliğiyle, akla uygun tek davranışın haydutlara

ka­

tılmak olduğunu gösteriyor. Sıkıntılı bir tavırla

söze

kanştı Rufuu

- Ama, dedi, son konuşmanızda siz de hemen hemen aynı şeyi söylemiştinlz. Hem de daha şiddetli bir ifadeyle. Öyle güzel bir konuşma yapmışttnız ki, bazı kısımlarını ezberled.im bile.

Biraz alaylı bir tavırla Mutilus'un konuşmasını tekrartadı :· «İtalya toprakları üstündeki vahşi hayvaniann inieri var, ama İtalya için savaşan ve ölen insaniann evleri

yok. Yersiz yurt­

suz bu insanlar kanlarıyla, yorlar.

çocuklarıyla başıboş dolaşıp duru­ Yoksulları, yuvalarını düşmana karşı korumaya teşvik

eden politikacılar yalan söylüyorlar. Onların savunacak ne yu­ valan, ne malları var. Onlara dünyanın hakimi deniyor halbuki, benimdir diyebilecekleri bir avuç toprağa sahip değiller . . . » Bun­

ar kışkırtıcı laflar değil mi diyorsunuz? Ev sahibesi gülerek söze kanştı :

- Davetlilerlmiziq ikisi de haydutlarla tam bir görüş birli­ ğine sahip gibi görünmüyorlar mı? - Sadece toprak reformunu kasdetmlştim, dedi Mutilus. Ytı­ zü kipkırmızı olmuştu. Zaten, o sözlerim, Büyük Gracus'un bir

konuşmasının tekranndan ibaretti.

- 104 -


- öyle sanıyorum: ki, oyuncularıma

Eflatun ya da

Tales

gibi bazı klasikleri okutsam, o eskilerin eşitlik ve kollektivizm hakkındaki kışkırtıcı sözlerini tekrarlatsam çoktan hapse gi­

rerdim.

- Kocam

sizi hapse atarsa

dedi genç kadın.

domuz sucuğu gönderirim size,

,

- Çok naziksiniz, diye cevap verdi Rufus. Fakat korkarım,

Roma'nın yardımı hep bu hızla gelirse, ne hapse girmeye, ne de nezaket göstermeye fırsat bulabileceğ"iz.

- Bu Spartacus'il salıiden çok tehlikeli mi buluyorsunuz? di· ev sahlbesi.

ye sordu

omuz silkt i Rufus. Soruya dolaylı olarak Mutilus cevap verdi : - Dün

geeeki yağmalar, yağınacılann esaslı surette örgüt­

lendiğini gösteriyor. Sonra, bu kitle halindeki firarların üstünde de düşünmeye , değer. Anlaşıldığına göre, Spartacus'ün adamlan şehre pek çok casus sokm.uşlar. - Aziz dostum, dedi Rufus, en etkili casus, aç midelerin da­ yanışmasıdır. Capua'da bir mide zil çalmaya başladı

mı, sanki bir

müzisyen diapazona dokunmuş gibi olur, bütün boş mideler zil değil, kampana çalmaya başlar. Rufus o anda aynı masanın etrafında oturan ötekilerin de aynı şeyi düşündüklerini tahmin etti. Ayrıca, daha on

yıl önce

köle olduğundan, mideden çıkan sesleri herkesten daha Iyi bilirdi Rufus. Elindeki eti, yine tabağına koydu, parmaklarını sildi ve Eg­ natus'un gözlerinin içine bakarak konuştu : - Tabii ben bu hususta en

iyi

hüküm verecek durwndayım,

dedi kayıtsız bir sesle. Sonra dikkatini yine kızannış. et parça­ sına çevirdi.

Bu arada, genç

kadın kadehini bir dikişte boşaltmış -ya

dördüncü, ya beşinci kadehtf bu- ve omzunun üstünden uşağa

uzatmıştı. İhtiyar,

ihtiyar

efendisinin bakışını görmemeye

çalı­

şarak yarısını doldurdu kadeb.in. - Çok merak ediyorum, dedi genç kadın, su Spartacus'ün ne gibi bir özelliği var? Üç ay önce kimse varlığından baberli de-­ ğildi, bu gün ise, yaşayan bir efsane oldu. Bir insanın kitleler üze­

rinde nasıl bu kadar etkili olabileceğini

- 105 -

anhyamıyonım.


- Ben de anlamıyorum, dedi Egnatus. Şimdi, - dostumuz Ru­ fus, Spartacus'ün midesinin, İtalya'daki bütün midelerden daha

kuvvetli bir ses çıkardığını neri sti.rer

belkt de

. .

.

- Hayır, dedi Rufus, böyl e bir açıklamayı yeterli bulmam. Boğazını temizlemek için hafiften öksürd.ü Muti lus. Sözü edilen adamın ününü kıskandı�ı bayağı bel li oluyordu. - Olağanüstü bir hatip. Başka izahı da yoktu r sanırım. - Ben o kanıda de�ilim, dedi ev sahibesi kadehini yine uşa-

ğa uzatarak. Başka bir şey olmadı. Onu nasıl canlandırıyorum gözüınde biliyor musunuz?

zuna dokunmuştu)

(bu soruyu sorarken, Rufus'un

om­

Saçı sakalı birbirine karışmış bir ilah gibi.

G�üs bağır açık, insanın içine işleyen bakışlar . . . Geçen yıl kü­ çü·k çocukları öldilren bir adam idam edilmişti, hatırlıyor m u ­ sunuz? Onun bakışları da böyleydi i-şte. Sinirli bir kahkaba attı ve Rufus yetmiş yaşında bir ada­ mın, böyle genç bir kadınla evlenmesinin haksızlık olduğunu dü­ şünm ekten kendini alamadı.

İhtiyar Egnatus, Rufus'un aklından geçenlerı bakışları ndan anlamış ol acaktı ki, hemen müdaahle etti ı - Ben de şöy.le canlandırıyorum gözümde :

kafalı,

tıpkı

iri yarı, dazlak

Suburralı bir harnal gib:l. Haşin ve dokunaklı bir

sesi olm alı . Herhalde fazla duyguludur ve oğlancıdır.

- Hepimiz anlaştık işte! dedi Rufu s gülerek. Zaten, ben ken­ disini görmüştilm. - Aaaa! diye hayretini belirtti gen_ı; lça.dın. Neden şimdiye ka­ dar söylemed iniz?

Rufus yaptıtı etkiden pek memnun olmuştu ı_

- Arkadaşım Lentuıus, bir gün Capua'da gladyatörler o:{culu­ nu gezd.irmişti bana. Gladyatörler o sırada sabah idmanı yapı­

yorlardı. - Nasıl bir adam anlatsanıza. Hem en dikkatinizi çekti ·mı?

- ,pek

detll. Sadece sırtındaki hayvan postu gözilme çarptı.

Bu da, barbarlarda pek görÜlen bir moda zaten . - Peki yüzü nasıl? diye sordu genç kadın.

lunklı�ına uğratacağım ama, maalesef fazla dikbir tarafı yok. Sıradan bir görünüşü var. Ahlak yüzlü,

- Sizi hayal kati çeken

sempatik, oldukça kemikli ve heybetli bir vücut . En iyi hatırla-

- 106 -


dığım tarafı da, oduncularınkine benzer atır ve kararlı hare­

ketleri.

- İyi ama, onu görünce hiç bir şey hisetmediniz mi? Gizem­ li bir kuvvet, çarpıcı bir taraf? - Galiba hayır, diye cevap verdi Rufus. İhtiyar koca Egnatus ile suç ortaklığı yaparmış gibi, kadının umduğUnun aksini söylemekten bayatı zevk alıyordu. 1

- Unutmayın ki, dedi, Oidipus'u sahnede kral olarak seyretmek ile, soyunma odasında görmek başka başka şeylerdir. - Ama, dedi genç kadın, bir insanın sahnede kendini kabul ettirebilmesı için bir :ü stünlüğü olması lazım. - Elbette, dedi Rufus. Fakat, benim inanışıma göre, insan­ ları kahraman yapan, koşullardır. Tersinin mümkün olabileceği­ ni sanmıyorum. Sadece bir şey var ı koşullar da daima, uygun insanları seçiyor. Tarihin bu gi'bi adamları bulup ortaya . çıkar­ m::ı�tta yanılmaz bir güdüsü var. Konuşmalar yavaş yavaş canlılığını kaybetmişti. Uşaklar do­ laşıp duruyorlardı. Bir ara uşaklardan biri Egnatus'a yaklaşıp, alçak sesle bir şeyler söyledi. Hiç bir şeyi gözden kaçırmayan Rufus - Haydutlar yine bir yerleri yağma mı etmişler? diye sordu. Egnatus karısına bir göz att : - Dış mahallelerde bir şey yok, diye cevap verdi. Genç kadın son derece rahat görünOyordu, fakat çok ıçıyor ve hiç durmadan kıpırdıyordu. Bir ara Rufus, kadının bacatJ_nın kendi dizine dokundu�unu hisettı. -Nola'da daha neler gördük biz, dedi Egnatus.!ç savaşı ha­ tırlıyorum da . . . Gözünün ucuyla sıkıntılı bir şekilde Mutilus'a baktı ve he­ men sustu. - Gayus Papius'un akrabası mısınız? diye sordu Rufus Tri­ büne ve ayni anda genç kadına bir baba tavrıyla bakarak dizini geri çekti. Mutllus kuru bir ifadeyle cevap verdi : - 107 -


- Gayus Papius, anıcamdı. Güney İtalya halkları, yani Samnia, Marsia ve Luk:anialılar

Roma Uranlığına karşı ayakbindiklan sırada Herius Mutilus da­ ha

yirmi

yaşını doldurmamıştı. Amcası Gayus Papius Mutilus, bu

ayaklanmaya önderlik edenlerden biriydi.

şehir olan Nola, rağmen, harekete

Samnia ırkından bir Roriıa'ya taraftar soyluların karşı ko asına

Yın

daha başlangıcında katılmış, fakat devrim asıi

başkentte, Marius ve Sinna'nın liderliğinde patıa:k vermişti. Nola

halkı bunun üzerine şehrin kapılarını açtı ve kendilerini bildik­ leri bileli düşman saydıkları kuşatıcılarla elbirliti yaptı. Bir an­

da Roma'ya duydukları muhabbet! unutup, ayrılık taraftan ke­ silen soyluların direnmelerine ra�en,

halk

devrim bayra� al­

tında Nola'yı kuşalanlarla birleşivermişU. Fakat, daha üç yıl geç. meden Roma, Cilla'nm sayesinde eski rejimi yeniden kurmuş ve Nola'da roller bir kere daha de�işmiştl. Soylular daima Nola'nın

geleceği ve Roma ile ittifak üzerine oynamış olduklannı iddia ediyorlardı. Halk partisi ise, yine kapılarını kapamıştı. Kuşatma yeniden başladı ve bu defa tam iki yıl sürdü. Sonunda Nola 'yı bo­

şalttı

asiler,

ama

giderken

de

soylulara

ait birkaç

�aneyi

ateşe vermekten geri kalmadılar. İsyanın son lideri Gayus Paius

da kaçarken öldürüldü.

- Amcanızı iyi tanırdım, dedi ev sahibesi. O zaman daha çok küçüktüm, beni dizlerinde hoplatırdı. Şöyle kocaman bir sakalı

vardı . Bir yandan d a Saronla ulusal kahramanının sakalının nasıl oldueunu eliyle tarif ediyordu. Egnatus, sesine resmi bir Ma vererek : - Büyük bir vatanseverdi l dedi. (Kansının, Mutilus'un anı ­

casına karşı duygulannı ineitmiş olmasından korktutu belliydi.)

Fakat bağnaz bir miliyetçi ve Roma'nın en büyük düşmanıydı, di ­ ye Have etti. - Saçmalanıayın Olus! diye

tersiendi Mutilus.

Bu mahut

bağnazlık neden sizin gibi en soylu ailelerden birine mensııp bu­

lunan birinde de olmasın? Sizin çıkarlarınızla partinizin çıkar­

lan, tanm reformunun düşmanlan ve büyük toprak sahiplerinin

koruyucusu olan Romalı soylulannkine sıkı sıkıya batlı da

on­

dan. Güney İtalya'daki ayaklanma, aslında orta sınıf köylülerin,

çobaniann ve zanaatkArlann derebeylik ve tefeclli�e başkaldırma- 108 -


sından başka bir şey değildi. Ayaklanmanın programı ne Samnia, ne Marsia, ne de Lukania için yapılmıştı. Programın esası, sa­ dece tarım reformu ve vatandaşlık haklarıyla ilgiliydi. Aslına ba­ karsanız, Roma'nın yüz yıllık iç siyaseti saı:Iece bir tek cümleyle özetlenebiilr : orta sınıf köylü halkın büyük mülk sahiplerine karşı mücadelesi . Gerisi fıkra yazarlannın a�ızlarında çi�nedik: leri bir sakızdan ibaret . . . - Biraz daha balık alır mısı:rıız? diye sordu e v sahibesi. - Hayır istemem, dedi Mutilus terslenerek. Genç kadının, en zayıf noktasını keşfettiğini hissetmlştı : balık yemesini bir türlü öğrenememişti tribün. - Çağdaş teoriler, dedi ihtiyar Egnatus, şöyle karşıdan ba­ kınca doğru gibi görünüyor. Ama, ben doğruluklarına inanmıyo­ rum. Bana göre bütün kötülüğün kökünü, aristokrasinin manevi çöküntüsünde, israfında ve büyük bir hızla kokuşmasında aramak lazım. Koca Katon . . . - Rica ederim efendim, diye sözünü kesti Rufus. Koca Ka­ ton'u bu işe karıştırmayın lütfen. Atalarımızın katı erdemlerinin, esefle, iç çekilerek yadedilmesi bugün kimseyi etitilemiyor artık. üstelik, Koca Katon'un tam yirmidört defa namussuzluk ve şan­ taj yüzünden takibata uğradığını siz benden de iyi bilirsiniz. Bu tartışmanın sonlarına doğru, konuşmaktan alabildiğine bezmiş görünen ihtiyar Egnatus, «Pekala, kabul ediyorum, ikini­ zin de tarih bilgisi çok kuvvetli dedikten sonra yerinden kalktı, ağır ağır salonu geçti, siyah vazonun önünde durara:k eliyle ok­ şadı vazoyu. - Bunun hakkında fikriniz nedir Rufus? - Güzel bir parça! Deminden beri gözümü ayıramıyorum. - Sizin kanıtıarımza karşı gösterilecek kanıt yok d�il. Benim kanatım da bu vazo, bana Söyleyebilec�iniz her şeyden daha kuvv.etli bu sanat eseri de,sem, belki beni fazla duygulu bulur. sunuz. - Demek istiyorsunuz ki. . . diye söze başladı Rufus, fakat Nola şehir meclisinin başkanı kesti sözünü : - Hiç bir şey demek istemiyorum! Her konuda tartışmak şart mı? -

1 09

-


Rufus sOkunetle devam etti : - Sadece bu vazonun İalya'da değil, Girit'te yapıldığını s/Yy­ Iemek niyetindeydim, tabii aldanmıyorsaın . - Vazoyu başkasından satın aldım, dedi Egnatus sesini yük­ selterek. Bir sanat eserinin yapıldı�ı, yazıldığJ., resmedildiRi, hat­

ta tasarlandı� yer neresi olursa olsun, hepsi, her zaman bize ge­

lir. Biz, yani o kadar çok kötülenen Romalı soylular var olma­ saydık, bu sanat eseri de do�amazdı . - Belki . . . dedi Rufus, hafiften başını

tışmanın

eterek

.

Böylece tar­

bitmiş olduğunu belirtiyordu.

Sıkıntılı bir sessizlik oldu. Tribünün dudaklahnda alaylı bir gülüş kıvrılmıştı. Hangisine gülüyordu acaba? İhtiyar aristokrata

mı,

yoksa sonrada n görmeye mi? Kendi de aslında pek bilmlyordu

bunu. Ev sahibesi, Rufus'a kaçamak bir bakış fırlatarak

:

- Bahçede dolaşmak ister misiniz? diye sordu. Politikadan bahsedilemeyecek kadar sıcak hava. - El çırptı, bir uşak girdi içen.

- Söyle, meşaleleri hazırlasınlar, dedi şehir meclisi baş:Unı. Bahçeye çıkacağız. - Ben kendim getiririm, diye cevap verdi uşak. o anda öfkesine hakim olatnadı Egnatus : - Sana

kendin

getir demedim

,söyle hazırlasınlar dedim!

diye bağırdı.

İhtiyar uşak, yerinden kıpırdamadı, sıkın tılı bir hali vardı. Ev sahibesi kocasına döndü : - Neden

anlamıyorsun?

dedi.

Hepsi

kaçtı

hizmetçilerin

-kıkır kıkır gülerek ekledi- Şenlik başlıyor! Köleler ordusu o gece Nola şehrini el e geçirdi. Şehirdeki y ağmacıl a r kapıyı açınışiardı asilere. Ordunun önderleri, Sparta­

cus, Cricsus ve genç Enomaus katliamı önleyemediler. Sonradan,

bulunan cesetlerin arasında şehir meclisi başkanının, genç kan­

sının ve demokrat tribün Mutilus'unkiler de vardı. Akıl almaz bir şans eseri olarak empresario Marcus Cornellius Rufus camu.ı kurtarabilmişti. Bütün oyuncularını, eşyalarını, parasını kaybet­ mişti, sadece Egnatus'un evinin dumanı tüten enkazı bulduğu kilden bir vazoyu kurtarabllmişti.

-

110

-

arasında


m

DÜMD"ÜZ

YOL

Kim i yaya, kimi at üstünde kuzeye d� ilerliyorlardı şimdi. Sayıları on bini bulmuştu. Arkalarında, ya(tmur Nola'nın son yangınlarını söndürüyordu. Kömür haline gelmiş kalaslar üstün­ de siyaha boyamyordu yağmur, harabe halindeki evlerin arasına, eğri büğrü kaldının taşlan üstüne karmakarışık bir çile iplik halind e düşüyordu. Eski mahallenin ıssız, dar ,sokaklarında, ce­ setler hala ortadaydı. Yağınurda yıkanıyor, yumuşuyor, şişlyor­ du cesetıer. Ölüler, denizde bo(tulmuşlann cesetlerine benzemişti. Yağma edilmiş evlerin harabelerine kanşmış, eşyaların, aynala­ rın dolaplarm, yatakların, kap kacağın, taburelerlu ve el'biselerin arasına uzanmıştı cesetler. Bir tapınağın önünde, isten kapkara olmuş çamurların içinde, altın kupalar ve gümüş şamdanlar gö. rünüyordu Kimse elini sürtnüyordu bunlara. Kadınlar yere eti· liyorlar, kollarını çamura batırarak bir şeyler aranıyorlar, az ötede erkekler yere oturmuş sızlanıyorlardı. Sessizci l Nola. Bir gece önce, diri diri yananlarla b�azlananların çığlıklan, yıkılan evlerin gümbürtüsü, hayvariıarın böğürüşü, çocukl.ann canhıraş feryatları, bir çılgınlık kasırgası gibi şehrin üstüne fnmiştı. Şimdi sessizdi Nola. Yağumurun sokaklardaki şıpırtısından başka hiç bir ses duyulmuyordu. .

Gittiler mi? Salıiden gitHer mi? Bir daha gelmeyecekler mi? - Ul -


Yersiz yurtsuz kalanlar şehrin yukarı mahallesine, taşlar ve tuğlalardan yapılmış mahalleye. doğru, alay halinde çıkıyorlardı. Sersefil halde birtakım insanlar el arabalan sürüyo rlardı. Tek bir katırın çektiği arabalara, incecik ayakları kınlmış masalar, iplik yumakları, sırılil.klam olmuş çıkrıklar, gitarlar, tavalar, kapaksız çocuk tabut ları , karnı patlamış bir dana, gözleri bakıssız tahta

heykeller yiiklenmişti. İlkyardım ekipleri önden gidiyordu. Askeri birlikler halinde gruplaşmış soylulardı bunlar.

Şehrin eski ma­

hallesi boşatılıyordu. Temizleme işi başlıyordu artık. Bulunan bütün

eşyalar

şe­

hir meclisine, cesetler ya da ceset parçaları ise, amfiteatra taşı­ nıyordu. Yukarı mahalle nedense zara,r görmemişti denebilir. dutlar gerçi birçok villayı yakıp yıkınıştı zabı eski

mahalle

üzerine

çökmüştü.

riu

Hay­

fakat asilerin asıl ga­ · tarafı ağaçlı, temiz

ve sakin yolları, bakımlı bahçeleri il e yukarı mahalle, haydutlan

sindirmişti, adamlar kendilerin i bu taralta yabancı hissetmişler­ di. Buna karşı tavernalar, batakhaneler ve genelevler, alıştıkları şeylerdi. Bu mahallede evler sıra sıra meşa'le haline gelmişti. Çliin­ kü, aşağı mah,allede bütün binalar ahşaptı ..

Hiç durmadan yağıyordu yağmur. Yersiz yurtsuzlar, kapalı­ çarşıya ve büyük mahkeme binası içine yerleştirilmişti. Öğleye doğru katliamdan canlarını kurtaran meclis üyeleri, karmakanşık eşyalar arasında yaslı bir toplantı yaptılar. Olus Egnatus'un ha­ lefi, onun ruhunu şadedecek bir konuşma yaptı : . Kader, şehir meclisi üyelerinden üçte birine feci bir darbe indirmişti. Kaybe­ dilen kıymetli şahsiyetler arasında, kendisinin halen koltuğunu işgal ettiği sayın Olus Egnatus da vardı. «Fakat, diye devam .edi­

yordu Egnatus'un halefi, her şey çok daha kötü olabili rdi. Gözü dönmüşlerln öfkesi, Allahtan eski mahalleye yöneldi, ayak takı­

mını mahvetti de, yüksek sınıfa dokunmadı. Şimdi gerekli tedbir­ leri almak ve ilk olarak yıkılanların tamirini isternek lazım.» Adamın kederli ve biteviye sesi gitgide değişip, hiç farket­ tirmeden daha somut konulara değinıneye başlıyordu :

«Bir is­

tikrazda bulunabilmek için müzakerelere girişrnek lazım» diyor­ du. Şehir, sahipsiz topraklardan alınacak pay üzerindeki öncelik hakkını tanıtmalıydı. Gayrimenkul piyasasında korkunç bir dü­ şüş beklenmeliydl. Spekülasyonu önlemek gerekecekti . . . O arada, meclis sıralarında bazı yerler boşalmaya başlamış, koridorlarda meclis üyeleri yapılacak işleri bölüŞmeye girişmişlerdi.

- 112 -

·


Neredeyse

akşam olmak üzereydi. HAla

Gönüllüler birlitine dahil

yatıyordu ya�ur.

olan c1Yi aile çocutları» katlle halin­

de, eSki şehirdeki işlerini bitırmiş, dönüyorlardı : Gerçek

keıi ra

·bir as­

biriUrtHer sanki. Bir mahzende ölesiye sarhoş olduktan son­ yakalanıp, elleri ayakan batlanarı J:Jir grup yatmacı çıktı

karşılanna.

Bunlan

miilslerin ellerinden alıp hemen oracıkta öl­

dürdüler. Şehir meclisinin önünde şüpheli birtakım adamlar do­

dı­

laşıyordu : bunlar da efendileri olan şehir meclisi üyelerinin

şarı çıkmasını lanydı. Hemen

belileyen yaşlı başlı uşaklar, tahtirevan taşıyıcı­ bunlann da etrafı çevrildi ve hepsi öldürüldü.

Ondan sonra. da şehirde köle avına çıkıldı. Hepsi görüldükleri

yer­

de temizlendiler. Halbuki bu köleler sonuna kadar efendilerine

sadık

kalmış.Iar, kanşıkhta ayaklanmaya katılmamışlardı. Şimdi

sadakatlerini hayatıarıyla ödftyorlardı. Katllam, hiç ara vermeyen yağmur altında bütün gece devam etti. Giln af'arırken, gönüllü­ er birli!i, o iyi aile çocukları, isyancılardan daha fazla sayıda

insan öldürmüşlerdi .

Kölelerden çok azı hayatını kurtarabildi, !�kat

kurtulanlar

ölenlerin bunu hak ettiklerini düşündüler, talihsizliklerinin nede­

ni olan Spartacus'e lanet ya�dırdılar.

Kimi yaya, kimi atlı kuzeye dotru ilerliyorla.rdı. Ş imd i on­ beş bini bulmuştu sayılan. Suessula'yı bir harabe halinde bı­ rakmışlardı arkalarında. Evlerin yarısı kül olmuş, üç bin insan boğazlanmış, bütün bunlar da sadece bir gece içinde yapıluuş­ tı. Şimdi Suessula'nın ku2ey kapısından çıkıyorlardı. oaıe olmuş. tu; günün çi� ışıjiında arkalarına dönüp, yaptıklarına baktılar. Evlerin kararmış Iskeletlerinden hAla duman tütüyor; hava, yan­ mış et kokuyordu. Yolun iki tarafına, görünmeyen ellerle sıraya diziimiş g ibi ,cesetler uzanmıştl. Hayvan postıu adam

sürQ.nün bMında, at üstünde, ağır a�ır

ilerliyor, yol kenarına upuzun serilmiş cesetlere bakıyordu :

ki­

mi nin içi havayla dolmuş, şişmlş gibi. ötekiler şırıtır gibi at�z­

larını açmışlar dişleri gôrünüyor. CoRu, kaP!tara kömür rengin­ de. Kadınlar hayasızca bacaklarını açmışlar; çocuklar, kollarını, bacaklarını karınıarına dotru çekip bilzftlmüşler. «Güneş Devlelb bu işte!

- llS -


Bütün bunlar nasıl oldu. bilmiyor Spartacus. Nasıl ön leyebi ­ lirdi bunları, onu da bilmiyor. Bit tek şey biliyor : Hepsinin se­

bebi Cricsus. Şimdi o iri cüssesiyle eğeri n üstü.ne kurulmuş, katır

üstündeymiş gibi biniyor ata. Alabildiğine .duygusuz, uyukluyor.

Vezüv sava şın dan beri hep böyleydi zaten. Spartacus o muazzam sürüyü

t akım lar , bölükler halinde düzenlemişti. Adamlara silah

yapmasın ı öğretmiş, karmakanşık kitleyi bir ordu haline getir­

m i şti. ericsus bütün bunlan kayıtsız bir tavırla ve o kasvetU ba­

kışlarıyla seyretmi ş , ama hiç bir şeye k arı şmamıştı . Destekleme­

mişii .de S par ta cus'ü . Bütün kadınlarla, bütün erkeklerle yatmış ve Nola'nın kapılarını açtığı geceye kadar o n e düşündüğü an­ laşılmaz

ve

gizem li haliyle uyuklamış durmuştu. Nola kapılarını

açtığı an uyanınış tı Cricsus, onun saati gelmiş a rtık. Spartacus'ün niyeti Nola'da geçici k arargah kurmaktı. Halbuki şehir surlannın içinde geçirdikleri o ilk gece, Cricsus'un, ince uzun gladyatörün

ve

sırtı anl arın gecesi olmuştu . O gece zehiriemiştı asiler sürüsii'­

nü, sarho ş etmiş ve bütün s özler gücün ü kayb etmi şti. Kafasını

sallayan

ihtiyarı n sözleri, -adalet ve iyilik hakkındaki nutuklar,

kızgın rüzgarın sürükleyip götürdüğü saman çBplerl gibi havaya uçmuştu. Nasıl bir hata yapmıştı acaba Spartacus? Kitlenin ken­ dini izlemekten vazgeçmesini, sözlerinin artık dinlenmemesini, nasıl yonımlamalıydı? Dümdüz bir YOl izlemiş, nefret edilen geç­ miŞi arkada birakınıştı. Dosdoğru ileriye yürümü ş, ne s ağa, ne sola bakmadan amaca yönelmişti. Kanşık ve çapraşık yollardan

gitmek, dolambaçlı yollar mı izernek lazımdı yoksa?

Birden dizginlerı çekip atı nı durdurdu Spartacus. Sessiz sü­ rün ün yanından geçerek geriye doğru gitmeye başladı. Cricsus başını çevirip bulanı k gözleriy le şöyle bir baktı, bir katıra biner gibi bindiği atının üstünde sallanmaya devam etti. Belki de tsken­ deriye 'Y.i hayal ediyordu o anda. Yol boyunca uzanan sessiz kafile, Spartacus'ün. yaklaşmasını

dikkatle Izliyordu. Eğerinin üstünde

dimdik. ve kaskatı oturuyordu, yüzü zayıflamış, gözleri pariltısını kaybe tm işti . Dudaklarını sıkmış, yüzünün hatl arı bütün iyilik ifa­

desini kayb etmişti . Adamlar,

Spartacus bir toz bulutu kaldırarak

yanlarında,n geçerken dönüp birbirlerine. bakıyorlar, birbirlerine işaret ediyorlardı. 1.clerin1 çeı.oyorlardı adamlar, sadece vicdanla­

rı rahatsız olduğundan değil, önderlerinin bu ka dar umutsuzca

sert görünmesinin n eden ini de anlaıiıadıklanndan. İyi ama, hay­

van

postıu adamın onlardan istediği neydi ki?

- 1 14 -


O beylerle, o cellatlarla hesaplaşırken, önderlerini kıracak bir şey mi yapmışlardı? Yoksa öles.i ye savaşmamışlar mıydı? Kendi­ J.erine katılan kölelere dokunmamışlardı ya? Onları

da

aralarına

almışlardı. öyleyse ne istiyordu Spartacus? Neye kızıyordu? Hay

Allah! Asi miydiler, yoksa allame miydiler? Hacca giden dindarlar

kafilesi

değildiler ya?

Kimi

yaya,

kimi· atlı,

kuzeye doğru

ilerliyorlardı. Sayıları

yirmi bini bulmuştu. Arkalarında dumanı tüten harabelerini bı­ raktıkları üçüncü şehrin adı Kalatia idi, eskiden tabii . . . Diren­ ıneye teşebbüs bile etmemişti Kalatia. Şeytani bir cazibeye kapıl­ mış gibi kapılarını açmış, hayatın kendini ölüme teslim etmesi gibi, şehir de kendini, hınldayarak, titreyerek asilere teslim et­ mişti. Şehir duvarlan içinde, çok kimse Roma'dan yardım um­ muştu.

Gelmemişti yardım.

Çok

için yalvarmış, yalvarışiarını

kimse hayatının ba�ışlanması

dinleyen

olmamıştı.

ölümün ne

merhameti, ne adaleti vardır. Ölüm ölümdür. Sadece karşıların­ dakini öldürenler, ölümle kardeş olanlar kurtulmuşlardı. Roma

yolunu kamçılıyordu

yağmur.

Sonu

görünmeyen sü­

rü, iki yanı hafif eğimli araziyl e çevrili upuzun yola döşenmiş

dört köşe taşları çiğneyerek kuzeye doğru ilerliyordu. Asiler şimd i Capua üzerine yürilyorlardı.

- 115 -


IV

TEilS R'i)ZGARLtlR Capua direndi. Nola, Suessula ve Kalatia boyun eğmişti. Spartacus'ün çağ­

rısı surları zorlamış, kölelere kapıları açtırmış ve duvarlar ku­

·şatma maJdnasına hacet kalmadan yıkıllvennişti. Halbuki, Capua dlrendi.

Nola'nın

düşüş haberini

ilk olarak Marcus

Xornelius

Rufus getlnnişti. Tepeden tımata köpQte bulanmış bir at UstO.n­

de, eşyasız, muhafızsız gelmişti Capua'ya. Öyle perişan, öyle bit­

Idndi ki, şehrin kapısındaki istemişlerdi.

Rufus

nöbetçiıer önce kendisini

dotruca

dostu

Lentulus

durdurmak

Batuatus'un evine

koşmuş, önce bir banyo yapmış, sonra Batuatus ile uzun uzun konuşmuştu. Romalı para babalarının habercileriyle, resmi ha­ bercilerden birkaç saat önce gelmeyi ba.şaran Rufus'un kanısına göre, Nola'nın düşüşü, Asya ordusunun bir

düzine

bildirisinden

daha önemliy di . Çünkü, bu ndan , iç savaşın yaklaştıtı anlaşılıyor­

du. İki ahbap hemen o anda fiyatına bakmadan mümkün oldu­ ğu kadar çok butday satın almaya karar verdiler ve bunun için

gerekli girişimlerde bulundular. Bu işler günün büyük bir kısmı­ nı ald ı ; ondan sonra da şehir mecl i si başkanına gidi p, kendisini durumdan haberdar ettller. Nola'daki katliam hakkında söylentiler dolaşm aya başlamış.

tı şeblrde. Halk, Balık pazarıyla Itriyat pazarı önünde toplanıyor,

- 1 16 - ·


hamamlarda, kapalı galerilerde, kemerler altında kalabalık git­

gide yo�unlasurordu.

Herkes

yçni haberi yorumıuyordu. Gürül­

tülü, heyecanlı gruplar oluşuyor, kimi açıkça memnunlutunu be­

litiyor, kimi memnunluğunu sakUrma;yı başaramadan b�ını

sal­

liı.makla yetiniyordu, Bu genel memnunluk az sonra zafer çıt­

lıkl an halinde kendin i göstermeye başladı ve kalabalık, sok akları istHa ett ikçe, genel bir sevinç halinde dört bir tarafa yayıldı.

Asiler ordusu daha çok uzaklardayken ayaklandı Capualılar. Hamamların kapıları önünde

her

gün devrimct nutuklar söy­

lemesiyle tanınmış olan ruhsatsız avukat ve hatip Pulvius, son­

radan yazdığı bir taşlamada bu kaynaŞmanın nedenlerini açıkla­ maya açlışmıştı.

ÖNDERİ VE GLADYATÖR

HAYDUTUARIN

s:PARTACUS'tlN NOLA'YI ZA.PTETMESİ HABERİNİ AJ.A.N KÖLELERİN VE AŞAGI SINIF HALK TABAKASININ SEVİN­ CiNİN NEDENLERİ başlıtım taşıyan ve hiç yayınlanmayan bu yazısında, Fulvius, «Halkın

ruhundan

anlayan

ayaklanması nedenlerinin şunlar oldutu

yor

ve

herkes,

hususunda

Capua

birleşti,& di­

nedenleri şöyle sıralıyordu : Bir kere bu sevinç iYi niyetli

bir duygu d�ildi, çünkü Capua ile Nola. bugüne dek hiç bir za­

man Jyj geçinememişlerdi. İkinci neden, yerel bir ba�azl ıktı ı

«<l a ğ anüstü bir insan olan Spartacus, Capua'nın çocuğud ur, de­

nebilirdi. Üçüncü, dördüncü ve beşinci neden olarak, Capua gibi

m üreffeh bir şehirde köleler ve fakir halk tabakası, yiyecek mad­ delerinin pahalıh�ı ·işsizlik ve hepsinden beteri, soylulann aza ­

m eili küstahhğı y üzünden, öyle seftl bir hayat sürüyorlardı ki,

içinde yaşadıkları koşulları detfştlrebilecek

her

olayı

sevinçle

karşılamaya hazırdılar, nasıl olsa zincirlerinden başka kaydedecek şeyl eri yoktu. Daha sonra asilerin arasına katılacak olan Fulvius, yazısına

devamla,

«Öyleyse

neden,

diyordu,

neden

bir din

bilgini

Esseni ile uzun tartışmalara girişip, ölene kadar böyle tışmayı sürdlirmeli? C apua halkı sevincini ifade etme

olan

bir tar­

hakkını ne­

den kullanmasın, hatta o sevinci görültüyle ilan etmesindi?J Rufus il e Lentulus şehir meclisi başkanının yanına alındık­ ları

zaman, başkan

ola,yları

hemen

hemen ötnmmiş

sayılırdı

.

Empresario'yu, münasebetsiz bir saatte istirahatlni bozan o say­

e!le

gısızı, yine de buz gibi bir nazak

dinledi. Rufıis•u

Köylü B u cc o adındaki oyundan dolayı pek seimsiz

117 -

aynca,

buluyordu.


Rufus

şehrin

bir tehlikeyle burun buruna gelmiş olduğunu söy­

lemek cesaretini gösterirse, başkan, bu görgüsüzün kendini bir şey zannetmesi karşısında alayla gülümsemekten

kendini ala­

madı ve meclisin gerekli tedbirleri almayı pekA-la }Jecereceğini

söy­

leyerek karşısındakinin ukalalığına en uygun cevabı vermiş oldu. Görüşme sona ermişti. Meclis

başkanı, çareslzlikle omuzla­

rını silken Rufus'a ve bütün büyük şahsiyetler karşısında oldu­ ğu gibi, burada da Çekingenliğe kapılıp bir köşede hiç konuşma­ dan bekleyen Lentulus'a yanm ağızia teşekkür edip ikinsinln de çıkmalannı beklerken, birden sokaktan ne olduğu anlaşılmaz bir uğultu yükseldi . önce aarlıklı ve uzaklardan gelen haykırılışlar duyuldu, sonra daha belirli ve düzensiz ayak sesleri yaklaştı ve sokak bir anda, haykınşları pencere camlarını kalabalıkla

doldu.

Şehir meclisi

başkanı

zangındatan

sapsarı

olmuştu.

bir Son

sözlerini kesti ve üçü birden pencereye koştular. Aşağıda sokakta, Osques mahallesinin hamallanna benzeyen şişman ve ter içinde bir adam, bütün kışkırtıcı hareketlerin ka­ çınılmaz bir aksesuarı olan tahta bir fıçı üstüne çıkmış konuşu­ yordu. Dinleyenlerin alkışiarı arasında, meclis başkanına hUcum eden sözler söylüyordu adam. Kısa, fakat özlü bir ifadeyle Kam­ pania'nın sefaletinden olduğu kadar, politikasından da çıkan ve arşıalaya kadar yayılan pis kokuyu, köleler ordusunun kokusu­ nun bile bastıramayacağını söylüyor ve açıkça Meclis'i şehrin ka­ pılarını Spartacus'e açmaya davet ediyordu Halk bu sözlere alkışlarla cevap verirken, başkan pencereden çekildi. Aynı saatte batıdaki dış malıalelerde yağma başlamıştı.

Spartacus'ün ordusu iki hafta sonra Capua'nın duvarları di­ bine vardı. ve kapıları kapalı buldu. Hem özgür insanlar,

hem dr

köleler, elbirliği ile alabildiğine düşman bir kitle halinde dikil­ diler karşısına. Capua'da olaylar pek garip bir şekilde gelişmişti. Halk daha yakınlard a kurtarıcı Spartacus'ün gelişini

sevinçle belderken ve

şehrin kapılarının açılmasını isterken, birden meydana gelen bu değişikliği nasıl izah etmeliydi? Nasıl kapanınıştı şehrin kapıları? Surların içinde hüküm süren bu heyecanın sebebi neydi? Esi r ·

- 118 -


}erin zincirlerini, yoksulların yoksulluklarını savunmak. istemele rinin, açların, midelerinden gelen açlık çığlıklarını

dinlemeye

devam etmek için hayatıarın ı tehlikeye atmalarnun sebebi ne

olabilirdi?

Sokak başlarının hatibi Fulvius b!J vatanseverlik duygusuna ukalanın, boş kafalı sersernin biri değil miydi Fulvius·? Hemen evine dö­

katılmadığı için az daha öldürülecekti. Kişkırtıcının, ·

nüp, kamış kalemini eline aldı, Capua'daki olayları anl atmaya ve 'bunların nedenlerini araştırmaya hazırlandı. Hem edebiyat çı, hem de avukat olarak insan ruhunıin en gizli gi rint i çıkın­

­

tılannı, hırslannı, tamalıını ve mantıksızlıklarını bilirdi. Balılı; pazarına bitişik bir binanın beşici katındaki tavan arasında yaz­ maya başladı Fulvius. Tavandaki koca bir kalas, kırık hacaklı ma­ sanın üstüne kadar uzanmış olduğundan, Fulvius iki büklüm otu­

ruyor ve başını kalasa çarpmamaya dikkat ediyordu. Halbuki yü. re ği ne her ilham gelişinde farkına varmadan ba şını doğrultuve­ riyor ve gürül tüyle kalasa tosluyordu. Böyle zihinde çakan her şimşek, saçsız kafasında bir yumruya maloluyordu. Odanın ha­

vası, yükselen denizin baygın kokusuyla ağırlaşmıştı. Surlar ta­ rafından ve sokaktan gelen savaş uğuıtusu küçücük pencereden içeri dolu yordu.

Yazısının ilk kısmını tamamlamış, bu bölümde fakir halkın Spartacus için duyduğu heyecanı anlatmış ve bunun nedenlerini çözümlerneye çalışmıştı. Şimdi yapıtının ikinci kısmına başlaya cak, durumun ilk günlerdekinin tersine dönüşünü a çıklamay a ça.

.

balayacaktı. Ama, bu defaki iş i pek zordu. Ni hay et yeni bölüme şu başl ığı koydu : İNSANLAR!,

KENDİ

ÇIKARLARINA

ZARAR

VERECEK

ŞEKİI..DE DAVRANMAYA iTEN NEDENLEP . Yazar yazmaz, hoşlanmadı bu başl ıktan Avukatlık yaptığı birçok davayı hatırlatıyor, çalınmış bir keçi ya da birkaç sester .

·için komşularını ölüme göndermeye hazır olan müşterilerinin hilekarlıklarına, merhametsizliklerine pek b enzi yordu bu başlık. Sokaktan, sıraya girmiş y Ürüyen insanların ayak sesleri geliyor­ du. Şu işe

bakın

ki, asker değildi bunlar, efendilerinin silahlan­

dırdığı kölelerdi. Kendilerine işkence yapanlar tarafından kardeş­

lerine karşı savaşmaya azınetmiş ve keyifle surlar yönünde riiyen askerler . . . - 119 -

yil­


Bunun üzerine Fulvius ilk yazdığı başlığı çizdi, yerine şun­ ları 'Yazdı : İNSANLAR!, YALNIZ OLDUKLARI ZAMAN BAŞKALARI­

NIN ÇIKARLARINı\; TOPLU HALDE OLDUKLARI ZAMAN lSE KENDİ ÇIKARLARINA ZARAR VERECEK ŞEKlLDE DAV­

RANMAYA İTEN NEDENLER.

Sonra uzun uzun iki cümleyi düşündü. !lham bir türlü gel­ Bu soruları kendi kendine çok: kere sormuştu zaten.

miyordu.

Penceresine kadar çıkan ve savaş istet:lni yansıtan bu utuıtu, yüreğini acıyla doldurdu. Kurtarıcılarını m1zraklar ve kaynar su ­ larla karşılamaya hazırlanan b u zavallı çılgınlann heyecanı zih­ nini karmakarışık etmişti. Yapıtını bir kenara itti ve yeniden başlayana kadar da aradan aylar geçti . Zaten tamamlaması da kısmet oımayacaktı.

Aşağı inip sokağa çıktı Fulvius. Her köşe başında, halktan hatipler, Spartacus'ün vah­ şetini anlatan, bu cinayet .kudurganlığını ve Castus ne öteki sırt­ lanların ahlaksızlığını yeren konuşmalar yapıyorlardı, Gerçeği söylüyorlardı konuŞI!).acılar, sükun ve düzeni övüyorlardı. Söyle­ dikleri nd.e, hlç değilse bazılan içtendiler. Hepsi �k ya:kında top­ rak reformu yapılacağından söz ediyorlar, buna hatta kendileri bi l e inanıyorlardı. Nola, Suessula ve Kalatia yangınlarını tasvir ve toplumsal ilerlemeden yana olan

ediyorlardı. Duyduklan dehşet ve tiksintt yapmacık delildi. Zen­ ginle faklri, köleyle özgür insanı birleştiren. direnme ruhunu yü­ celtiy orlar, bu ruhun Capua'yı bir kardeşlik toplumu haline ge­ tirdiğini belirtiyorlardı. Hatipler Cilla'nın partisinden olmadık­ ları gibi, soylu da değillerdi. Demokrattılar, iktidara muhaliftiler, halkın dostıarıydılar bunlar. Yalan söylemiyorlardı. Söyledikleri sadeydl açık seçiktl, mantıklıydı. Hepsi iyi niyetlerini ifade edi­ yorlardı. Küçük kanıtlarını, yuvarlak ve cazip lafiarla belirtttkleri gerçekleri, ufak para gibi serpiştiriveriyorlardı, halk da kapışıyar­ du bunları. Halk, bu adamların büyük ve korkunç bir · gerçeği sükutla geçiştirdiklerini farketmiyor ve yeryürinde daima efen­ dilerk köleler bul unmasının nedenini anlamıyordu . Bu gerçeği

bilen sadece hatip Fulvius'tu. Kafası şişlerle dolmuştu, güneş be­

nini yakıyordu, kitlelerin sersemliği yüreğini acıya boğmuştu. O

büyük Gerçek elindeydi, Gerçeği dört bir yana taşıyıp gösterme­

ye çalışıyor, fakat kimse onu dinlemek istemiyordu.

-

120 -


Rüzgar tersine d önmüştü C apu a da «Halkın Dostları», .her sokak başında, her pazar yeri nde her kemer aıtında kon uşma. lar yapıyorlardı. Hiçbir senato bu görevi vermemiŞt i onlara, hiç­ bir partinin sözcüsü değillerdi fakat görevl erine sadık vatanse verıerdi bu nlar Kölelerle yoksul halkı delice hatalar yapmamak: tamir edilmez eylemiere girişınemek v� iç sa� önl�ek için uyanyorlardı. Halkın Cumhuriy ete büyük Romalı vatandaşlar ailesine güvenini yeniden canlandırıyorlar; sehlr.· meclisinin kö­ l eleri silahlandıracağını i lan ederek, kölelerin kalbini kazanıyor. lardı. Böylece köle. efendisini savunmak fırsatını ele geçirecek ve Roma topluluğuna layık olduğunu kanı tıayacattı İster sara yda ister zindanlarda yaşasınlar ister b eyaz toga, ister dürüst bir hiz­ metin simgesi olan zincir taşısınlar, hepsi de nihayet o DişJ Kurt'un çocukları değil mi yd ll er? İnsanlık yasasının, düzen in ve medeni hakların sütünü o Ku rt un memelerinden emmemişler '

.

,

,

.

.

,

,

.

,

,

'

m iyd i ?

Heyecan, yoksul halkı ve köleleri ayaklandırm ıştı Bir gün evvel, açlık ve kin duygularının zincirden boşanmış gibi ortaya döktüğü o aşa�ılık güdüler, unutulmuş artık. Ellerinde sancak­ lar sallıyorlar m ızrakları birbirine vuruyorlardı. Hele köleler, şehir meclisi kend ilerine silah dağıttıtından ve onlan da böy. lec e geçici olarak kılıç taşımaya layık özgür vatandaşlar mer. tebesine yükselttıkten sonra, sevinçlerini zaptedemez olmuşl ardı Geçiciydi bu yükseliş, meclis onları yükseıttıl'i gibi, alçaltabilirdi de; olsun, yine memniındular. .

.

Kafası şişlerle dolu hatip Fu lvi us Capua'nın sokaklarında, yoksulluğu, sef il i ği ve Gerçefd ile tek başına dolaşıp duruyordu. Sonradan şunları yazd ı : «Uzun süre lairanlıkta kaldıktan sonra ışığa çıkanlar öylesine kör oluyorlar ki? İşte bunun için köleleri de silahtan anndmnanın en emin yolUJ:l,un, bunlann eline silah vermek olduğu anlaşılıyor.» ,

Fakat,

böyle

veeizeler ortaya atmanın zamanı deBiidi he­

nüz. Demokrat Partinin o büyük vatanseverlik heyecanı nı kim

yayıy ordu? Partini n can düşmanı olan soylutarla şehir meclisi,

gla dya t ör tüccan ve Roma'n ın eskiden seçim ajanı olan Lentullis Batuatus adında birinin

de yardımıyla körilklQyordu bu heye.

cam. Bu gerçeği ortaya atmak şimd i büyük tedbirsizlik olurdu Bu çeşi t söylentileri yayanlar bozguncular, kışlurtıcılardı. Hatta bazıları Spartacus'ün casuslarıdır diye kllrsüden indirilip öldQrQ.

lüyorlardı. - 121 -


V

ÇAPJ\AŞIK HİLE YOLLARI Asilerin çadırları, şehir duvarlarının etrafını geniş bir çem­ ber gibi sarmıştı. Kampania'nın ku�sal topraklarının ve güneyin sulak tarlalarının üstünü kaplayan çekirge bulutlarını hatıra ge­ tiren çadırlar, kurşuni ve ıslak Taffata dağının bağ kütüklerine asılmışlar, boş villalarla çıplak setler arasına gruplar seklinde va düzensizce sıralanmışlardı . ve kendini

teslim

etmiş

Her

iki taratan da, yatağından taşan

verimli

toprağı çamur halinde

denize

kadar sürükleyen Vulturne nehrinin kıyısına kadar uzanıyordu çadırlar. Uzaktan Capua'nın bir yağmur perdesi altında karanlık ve erişllmez görünen duvarları seçiliyordu. Taffata tepesinin ba, şında Diana tapınağı kafes kafes parmaklıkları ve kemerleriyle bir dantel işlemi gibi görünüyordu. Elli bakire rahibe orada ya­ şamıştı. Kimseden yardım istemeden üzümlerin suyunu

çıkarır­

lar, şarabın karanlık mahzenlerde mayalanmasına nezaret eder­ lerdi rahibeler. Kendi şaraplarını içip sık sık sarhoş olurlar ve aralarında yasak aşk yaparlardı.

Çünkü, manastıra hiç bir er­

keğin yaklaşmasına izin vermezlerdi.

O sırada Cricsus, Spartacus, Castus ve diğer şefler, Diana tapınağında ve bir

toplantı

halindeydiler.

Durmadan

kavga

ediyorlar .

sonuca varamıyorlardı . Kuşatma makinaları yoktu. Ger­

çi , adaha önce de yaptıkları,

Capua kölelerini kendilerini

des­

teklemeye davet etmek için şehri gizli haberciler göndeıınişlerdi; fakat Güneş Devleti, · Nola, Suessula ve Kalatia'nın dumanı tü­ ten yıkıntıları altında kalmıştı. Haberciler, surla'l'ın ötesinde yar­ gılanmadan öldürülmüşlerdi. Capua'lı köleler mazgallarda nöbet tutuyorlardı.

Elle!rine

silah

verilen

köleler,

'bunları

n

yaba cıya

karşı çevirmişetdi, hiçbir sözü de dinlemek istemiyorlardı. Rahibelerin tatlı kokularının hala dalgalandığı o zarif tapı. nakta

oturmuş kavga

ediyorlardı

gladyatörler.

- 1 22' -

Sadece,

Cricsu�


ile Spartacus ağızlarını açmıyorlardı. Bir kısmı Cricsus ile ince uzun gladyatörün, ötekiler -çoğunluk- Spartacus'ün tarafını tu­ tuyordu. önceki fetihlerinde Sırtlanların yaptığı zalimliğin, Ca­ pua!ı köleleri kendilerinden uzaklaştırdığıJ\'1 söylüyorlardı. Ça. dırların üstüne yağmur yağıyordu. Çadır bezleri delik deşikti, ıs­ lananlar sövtip sayıyorlardı. Karşıda, şehrin içindekiler, sıcacık ve kupkuruydular.

Tavernaların ve baharatın kokusu, asilerin

ol­

dukları yere kadar geliyordu. Capua, Roma'dan sonra bütün İtal­ ya'nın en zengin şehriydi. o iğrenç Castus ile Sırtlanlan, hep­ sini bu mutluluktan mahrum etmişlerdi.

Kuşatmanın on ikinci gününde yağmur durdu ve şehirden bir habere! çıkageldi :

Yanında Fannius'un iki

çadır dizileri arasından

yürüyor,

sağa

uşağı olduğu

halde,

sola bakmadan, düğüm

düğüm bir hastona dayanarakTaffata tepesine tırmanıyordu . Pek yaşlı görünüyordu adam. Habereinin gelişi önce hayret uyandırdı, sonra merak, en sonunda da kahkahalarla karşılandı : Sahici bir savaşta olduğu gibi, Capua, ınüzakerede bulunmak için bir elçi göndermiştil Dilsiz ve dev cüsseli uşaklar, elçinin yanı sıra yürüyorlar, ih­ tiyar

soluk almak için durunca onlar da duruyorlar,

bakıyorlar,

sonra

lerinden alaylı

önlerine

yine sessiz yürümeye devam ediyorlardı. Peş­

laflar ve kahkahalar yükseliyordu .

Spartacus, Diana tapınağında bir divana oturmuş, habereiyi bekliyordu. Fannius'un uşakları adamı içeri aldılar ve çekildiler.

O zaman, Spartacus ayağa kalktı ve ihtiyarı tanıyarak gülümse­

di. Nola yangınından beri lik defa bir gülümseyiş aydınlatmıştı yüzünü. - Nicos!

dedi yumuşak ve dostça bir sesle. Patron

nasıl

Nicos? !htiyar hizmetkar hemen cevap vermedi, sesini düzeıtmek iÇin öksürdü ve bir adım geriledi. - Buraya, Capua Şehir Meclisi adına geldim, dedi sonunda. - Vay, vay ,

vay!

diye , güldü

Spartacus.

Yüzünereki

gülüş

sesine de yayılmıştı. Demek resm i bir şahsiy.et oldun baba! Bir­ ...

gün böyle bir şey olabileceğini ne sen, ne ben tahmin edemezdik. Sustu. İhtiyar da susuyor, eşiğe çivilenıniş gibi duruyordu. Spartacus birden bir anılar dalgası içinde kaldığını hissetti : oku­ lun dört köşe avlusu, hayvan sıcaklığı taşıyan yatakhaneler, ölü. _.

123 -


ınün insana bir kardeş gibi yakınhtı, geçmışın

ve alışılnuşlığı_ caniandı gözleri nin önünde.

o

ılık

içtenlltl

- Memur mu oldun? diye sordu. Yoksa, �ehir meclisinin kö­ lesi misin? Sa ttı mı paron seni?

- özgürüm, diye cevap verdi Nicos sojtuk bir ifadeyle. Gö­ olarak Capua Şehir Meclisine ba!tlıyım.. Buraya haydutlar ve onlann ltderi Spartacus il e, kuşatmanın kaldınlması konusunda milzakerede

revirole igl ilt bütün hak ve vazifeleri yüklenmi�

bulunmaya geldim.

- Bunamış gibi saçmalıyor, diye düşündü Spartaeus. Söyle­ yeceklerini ezberleşm iş. Eskiden baba d�itim o mert Nfcos mu

bu? Şimdi karşımda nasıl buz g ibi duruyor ve nasıl saçmalıyor. Kimseden bir

şey bekleİnemeli . . .

- Eskiden,

dedi

şurdun.

yüksek

sesle,

benimle başka türlü konu­

Tekrar oturdu Spartacus. - Eskiden ikimiz de başka türlü konuşurd uk, diye cevap ver. di Nicos. Yüzün değişmiş, neredeyse tanıyamıyacaktım seni. Tut­ tuğun kötü yolda yüzünün ifadesi de sertıeşmiş. Gözlerin bile es­ kisi gibi t akmıy or. . . . Sizinle milzakerede bulunacatım, görevim bu. - Bulu n bakalım, dedi Spartacus güHlmseyerek. İhtiyar susunca, Spartacus yeniden konuştu :

- Kötü yol dedin. Sen ne bilirsin yollan?

Kırk yıdır hizmet

ediy orsun, kırk y ıldır özgürlü�e kavuşmayı belüedin ve sonunda

kavuşamadan ihtiyarladın. Yollan ne bilirsin sen? - Sen

kötü

yoldasın, dedi Nicos. Uçuruma götüren yoldasın.

Divanın üstüne, Spartacus'ün yanına oturdu. tık.

- Görüyorsun, diye devam etti, ihtiyarladım, kurudum ar.

özgür

ol ab ilmek

icin kırk yıl hizmet ettim. Şimdi Ihtiyarım, acı geliyor. Ama, yolları nereden bildiğimi sorarsan, senden daha i y i bildiilimi söylerim . Bel.k1 bir gün yine bu konuya döneriz, ama şimdi bunu n sırası defll. özgürlüğümün tadı

- Böyle derin

bir

filozof olduğunu bilmezdim!

Son

Appia yolundaki h anda görtişmüştük. Durmadan hepi mi zin

- 12-i -

defa

ası-


lacağını söylüyordun. Ama, nerdeySe s en de bizimle gelmeyw ka­

rar verecektin.

- Geçici bir körlükmüş o. Sizinle gelmedim, çünkü u çuruma

götüren yolu tutacaB'J nızı biliyordum. Nola, Suessula, Kalatia! Ne bale getirdiniz o şehirleri ! Ülkede huzur vardı, siz her şeyi kana

botdunuz. Ateş ekt inlz, kapkara kül biçtin1z. Herkes ayni şeyi söylüyor.

- Ama köleler her yerde bizimle birlik oldu. Nola'da, Sues­ sula'da, Kalatia'da bize kapıları a.çtılar.

- Capua 'da kimse sizinle birlik delil. Kapılar açılınca �ehir­ leri yakıp yıkıyorsunuz. Artık hiç kimse, hiç bir kapıyı açmaya­ cak size. Hepiniz eşkiyasınız !

Her biliyor bunu, herkes

stuten

kaçıyor! Bir an q!Vap verrtıedi Spartacus, sonra : - Nicos, dedi. Ben adil emirler· verdim, fakat her yerde ol­ duğu gibi, bizde de itaat etmeyenler vr. Bunlardan nasıl' kurtul­ malı, taşı tohumdan nasıl ayıklamalı ? İşte bana asıl bunu ötret.

- Bilmiyorum, diye cevap verdi Nicos. Ve bütün öteki ihtiyarlar

gibi

inatla tekrarladı : cKötü yoldasin ! )

Ayata kalkmıştı Spa.rtacus, artık gülümsemiyordu. Tapınakt11 hava serinlemişti, karanlık bastırıyordu.

- Sus Nlcos, dedi. Ben yolu iyi blliyorum. Yolu ben Vezüv'ün

zirvesindeki buultıann arasında keşfetUm. Orada başka bir lhti­

;rarla karşılaşmıştım, senden daha ince düşünceliydi. Eskiden sa­

na baba derdim. o bana Kurtancı, dedi. O ihtiyar biliyoidu yolu. - Ben o yolu bilmem, dedi Nicos, ama Nola, Suessula ve Kalatl a yolunu biliyorum.

- DoğrU,

dedi Spa�cus, fakat, bu basit bir ayrıntıdan iba­

ret. Sadece ayrıntılardan başka şeyi görmeyenler cılgınlardır.

te ş imdi senden bunu �renmiş

"Oldum.

İş­

Cevap vermedi ihtiyar? Bezgindi. Artık kendisi ne .bir yabaı.ıcı

olan Spartacus'Qn dilinden hic bir şey anlamıyordu. Fannius'un uşaklan meşaleleri getirdiler, tapmatın icf birden

aydınlandı,

daha geniş göıilndü; duvarlardaki taşlar tek tek seçilir oldu. İhti ­ yar Nlcos, gut hastalığından · bokum ootu m olmuş bacaklarını gerdi. Ayakta kaskatı duruyordu ; zayıftı, eskiden bir evlA.t gibi - 125 -


sevdiği, şim di ise, yasa dışı b ir

insan olan Spartacus'ü seyredi­

yordu. - C apua meclisi, kuşat m ayı kaldırınanızı en do�ru hareket

olacağını bildirmekle görevlendirdi beni. Şehrin ambarlannda ye­

teri kadar buğday, mahzenlerinde de yeteri kadar şarap var. Ca­ pua, yağm u r kemiklerinizi çürütene, sizi öteki dünyaya götürene kadar bekleyebilir. Ask eriemizi n morali yüksek, sizin ise kuşatma makinalarınız yok. Meclis, Capua duvarları dibinde ısianarak beklerneye devam etmenizde bir sakınca görmüyor. Tarlalarımızı da tahrip edebilirsini�: Z i ra Roma'da buğday dolu; bı:ığday fiya­ tının artması ise bizi hiç rahatsız etmez. Bununla beraber, mec­ Lisin, çadırlarınızı toplayıp başka bir yere, örneğin Sammia veya Lukania'ya gitmenizi istemekte kendince haklı bazı ne denl erı var. Kendi isteğinin sizin çıkarlarınızla da uyuşacağını tahmin edi yor ,

.

- Bunamışlar gibi dır dır ediyorsun, dedi Spartacus. Halbu­ ki ben sen in ağzından, taşı · tohumlardan nasıl ayırabilec·eğimi duy'mak isterdim. Asıl yararlı tavsiye bu olurdu. Aramızda, tas­ fiye edi lme si gerekli kişiler var. Aramızda bazıları yüreklerini dol­ duran muazzam ve haklı .bir öfkenin etkisiyle hareket ediyorlar, diğer bazıları ise karakterl erindeki aşağılık iştahı doyurmaya ça­ lışıyorlar. Nola, Suessula ve Kalatia'dan .sorumlu olanlar işte bu i ki ncl ler Bunlardan mutlaka kurtulmalıyız. Tabii çok güç ola­ cak bu iş. önce birtakım ku rn azlı klar yapmak, hileli v e çaprn şık yollardan gitmek gerekecek. önceleri bu gereğin pek farkında değiL dim, ama sen buraya geldiğinden v e o saçma laflan söyl edikten beri artık iyice anladım. Başka bir diyeceğin var mı? .

- Evet, dedi Nicos. Hatta söylediklerimin hepsinden daha önemli bir şey var : Capua şehir mecl isi , Roma senatosun un Pretor c. Va rln i u s u takviye edUmiş iki l ej yon başında, Kampa­ ola'da d üz en ı sağlamak amacıyla gönderdiğin! size b il d irm eml istedi ! ,

'

Sert ve öfkeli bir sesle konuşmuştu Nicos. Sonra susup söz­

l erinin

nasıl bir etki yapacağını bekledi. Birden diklldi Sparta­ cus. Nicos'un eskiden çok sempatik buldu�u yüzü, konuşurlarken rahat bir ifade taşıyan yfizil, sertleşmiştl, donmuş gibi oldu. «Bir­ şey var bunda» diye düşündü N!cos ve görevi daha eziyetıı geldi kendine. İlk defa karşısında taş gibi sert oturan adamın düşman oldu�unu farketti. «Karşımdaki birbaşkomuan, diye düşündü, kendisiyl e Capua ad ına müzakerede bulunuyorum». - 126

·-


- Söylediğini tekrarla ve açılda l diye emretti Spa.rtacu:S. Meşa le1 erin

çiğ ışı{:ı, cansız bir madde üzerine oyulmuş his­

sini veren yüzünü ayd ınlat ıyordu . Gözleri kötü bakıyordu. İhti­ yar; gözlerini kırpıştırıp bakışlarını onunkilerden kaçırdı : dhti­ yarım, diye düşündü. Bunlar da çok sert ve korkunç adamlar . . . » Birden- içini, bu işi burada kesnıek isteği doldurdu. - Savaş hazırlığı yapmış ik i lejyon, dedi. Başlarında pretor Varinius var. Mevcutları onikibi n kişi Varinius'a, senato temsil­

cisi olarak Cosinius ile Kaius Furius eşlik ediyorlar. Birlik, Lu­ cullus'un

ordusunda savaşmış olan

eski askerlerle, yeni askere

alınmış gençlerden kurulu. Acele etmeden ilerliyor ordu, ama bir

haftaya kalmadan hatta daha bile önce, buraya varmış olur. ina­

nıyor musun bana?

Sustu ve Spartacus'e baktı Nicos. Düşünüyordu

1 ·

«Bir ağzını

a çs a . .Onu hiç bu halde görmedim. Bir şeyi var, ama ne?» Spartacus nihayet konuştu

:

- Doğruysa bu, neden bana söyledin? Bir ordu geliyorsa üs­

tümüze, neden haber veriyorsun bunu? Açıkla? -

Açıklayayım. Az önce meclisin kendince bazı nedenleri

olduğunu söylemiştim.

Meclis, Roma kuvetıerinin Capua'yı bir

kere daha kurtarmalarını, kendi çıkanna uygun bulmuyor. Lej­

yonıarın Capua'yı ku rt ard ıkları her seferde, Capua kurtarılışım

çok pahalı ödedi. Annlbal'a karşı yapılan savaşta da böyle olmuş­

tu. Meclis Roma tarafından kurtarılınanın Capua'ya çok paha­ lıya m al olduğu na inanıyor ,

.

Birden sustu Nicos, gerçeği söylediği için

ferahlamıştı. Hay­

van . postıu adamın kendisine inandığını da farketmişti. Bir an düşündü Spartacus, sonra

ı

- Sizin şehir meclisi üyeleri pek hilekar ınsanlar, dedi. Ro-. ma'dan bize karşı kuvvet göndermesini istiyorlar,

hem de bizi

Romalllara karşı uyanık bulunmamız için uyarıyorlar. Bu çap­ raşık yolları pek iyi bildikle ri anlaşılıyor. Sizden ders almalıyız biz de. Nicos cevap vermedi. Bekliyordu. Hayvan postıu adaıri, gö-­ züne gitgide daha yabancı görünüyordu. - Geç oldu, dedi Spartacus. Burada yatmak ister misin, yok­ sa Capua'ya mı döneceksin?

- l2 7 -


- Dönecetım, dedi Nicos.

Kapının eş!Jine, ellerinde meşalelerle "bekleyen Fannius'un

uşaklannın yanına gelmişti Nicos. Spartacus'ün sesini duydu ve bu sesi son defa lşittılini düşündü. - Bizimle gel Nlcos, dedi man lar var. . . Bir

an tereddüt

arasmda

ufacık,

ses. Yorgu.nsun,

Lukania'da or­

ett i ihtiyar, Fa.nniu:s'un dev gibi uşaklannın

çellmsiz ve ihtiyar

haliyle

duraladı.

«Hayın

dedi ve meşaleleri başının üstüne kaldıran uşakların arasında yürümeye baŞladı. Bir kere daha duyul du Spartactis'ün sesi. Nicos o seste yine

bir gülüş hissetti :

- Salıiden kötü mü bu yol, baba? Arkasını dönmedi Nico:s, cevap lerio ışığ ı etti.

arasında

vermedi.

Karanlıkta, meşale­

o minicik ve ihtiyar haliyle

yürümeye

devam

- Allahaısmarladık, baba!. Ses üçüncü defa tapınatın dışında, ihtiyarın peşi n den gel­ mişti, fakat bu defa Nicos sesi duymadı bile.

Her zamanki gibi müzakereler tızuyor, fakat bir sonuca va­

rılamıyordu. Her zamanki

gibi gladyatörler büyük bir masanın

etrafına oturup saatlerce konuşmuşlr, ya da susarat biribirl�­

rinden nefret etmişlerdi. Cricsus o kasvetli gözierle etrafına ba­ kıyor ve esniyordu. İnce uzun gladyatör Castus durmadan boy-­

nundaki zincirle oynuyor, Varinlus'un askerlerinin geleceği ha­ barini «bir

kocakan

masalu diye niteleyip, Roma üstüne yürün­

mesini istiyordu. Fannius'un uşaklannın şefi, o dev

gibi

cüsse­

sinden taşan solukkanlılık ve satduyu ile herkesin sinirine do­

kunuyordu. Yuvarlak kafalı adam kimsenin anlamadılı bir şey­

ler söylüyor, Enomaus susuyor, Spartacus'e bakmakla yet iniyor­ du. Alnındaki mavı damar, sessiz bir öfkeyle kabarıyordu. Onun

çekingenlitı herkesin sinirini bozuyordli. Herkes ko­ nuşmuştu, herkes bir söyledilini bir kere daha söylemişti. Her­ kes , kendisini kimsenin dinlemedliUni blllyordu. Toplahnın res­ mi havası, kurşun ağı�lı ğıy la çökmüştü üzerlerine. Hepsi birbida çocuksu

- 1Z8 -


rini tanıyor, herkes ötekinin hakkında söylemeyi, ya da işitilme­ sini

d

isteme iği şeyler biliyordu. İki

kişi başbaşa kalınca

bat­

layıcı niteliği olmayan şeylerden konuşuyorlar, birbirlerini anlıyor.

lar; örneğin, kediye kedi diyor ve · çapraşık yollardan gitın.iyorlar. dı. Meclis halinde toplandıklan zaman ise, müzakereler iklli ko­ nuşmalarının topluca bir araya gelmiş şekli halinde yapılmıyor­ du, biliyorlardı ôunu. Lafların dönüp dolaştırılmasını hoşnutsuz­ lukla dinleyen hayvan postlu adamın kendilerini ne kadar hor gördüğünü

biliyorlardı.

Ama,

onun

kendilerinden

kendilerini aştığının farkındaydılar. Halbuki

olmaaığının,

o da ötekileri fe­

rahlatacak kelimeleri söylemiyor, hepsini kurtaracak darbeleri in­ dirmiyor, boyunduruk altında ızdırap çekmelerine göz yumuyor­ du. Perişan tarlalarda

çamura batmış bir halde, ıslak çadırlar

içinde sayılan bindi, on bin, belki yirmi bin vardı. Herkes, her şeyi aksi yönde çek.iştirip duruyordu, yüreklerin­ deki kinin boşluğunu idrak ediyorlar, f.akat kendi kendilerinin esiri olup, tersine çekiştirmeye devam ediyorlardı. Karşıda Ca­ pua'nın surları, alaylı bir taş yığını halinde yükseliyordu. Bu duvarların ardında köleler silahlarını kuşatıcılara çevirmiş bek­ liyorlardı.

Kuşatıcıların

umudu

ise, y�kılmış Nola,

Suessula ve

Kalatia'nın yıkıntılan altında kalmıştı. Bunu da idrak ediyordu asi kitlesi ; bu yüzden de Castus ile Sırtıanlara karşı içlerinden doğru aciz bir öfke yükseliyordu. Ama, Castus boynundaki zincir­

le oynamaya devam ediyordu. Kampta sadece onu dinleyenler de hı\la pek çoktu. Bin kişiden fazlaydılat bunlar, kılıksızdılar, ci­ nayet ve şehvet .kokuları saçarak, herkesten ayrı yaşarlardı . Gladyatörler büyük

masanın

etrafına sıralanmışlar,

uzun

uzun konuşmuş, tartışmış ve içmişlerdi. Sonra herkes balçık kil­ melerine aya�ı takılıp sendelayerek kendi çadırına gitmişti. Her zaman. olduğu gibi, bu defa da bir karara varılamamıştı. Spar­ tacus gitmelerine ses çıkarmamış, sadece yuvarlak kafalı adamı alıkoymuştu. - Şimdi otur şuraya ve dinle, dedi yuvarlak kafalı adama.

Sesi çok sert ve haşindi.

Esseni yuvarlak kafasını salladı ve yüzüne baktı : - Olacaklar için, başka danışmanlara ihtiyacın var, dedi ve birden ürpermiş gibi kıstı

omuzlarını.

Spartacus dinlemedi onu, konuştu :

- 129 -


- Varinius, oniki bin kişinin başında Roma'dan hareket et­ miş. Çobanlar ve da�lar ülkesi Lukania'ya geçmenin zamanı gel­ di. Ülkümüze göre ve barış içinde ancak orada yaşayabiliriz. Fa­ kat aramızda itaat etmeyi daima reddedenler var. Bizimle Luka­ nia'ya

gelmek istemiyorlar, Varinius'un karşısına çıkalım diyor­

lar. Bunları yalnız ı>ırakırsak mahvolacaklar. Esseni omuzlarını biraz daha kaldırdı ve başını ·bir kaplum­ bağa gibi içeri çekti. Güneş birden Spartacus'ün yüzünü aydın­ lattı ; gözlerini kırpıştırdı hayvan postlu adam. Yüzü daha vah­ şi, daha sert bir ifade almıştı. �

Evet.. bun lan kendi

başlarına

b ırakırsak. . . Bırakıp bırak­

mamak da bizim elimizde. Çılgın hepsi. Bırakırsak, körler gibi

kendi

felaketlerine koşacaklar. Varlnius koyunlar

gibi boğazla­

yacak hepsini; biz de kurtulacağız. Artık huzurumuzu kaçırama ­

yacaklar.

Ne dersin buna?

Esseni

susuyordu. Başını sallaınıyordu artık, oturmuştu, ha­

reketsiz duruyordu.

- Birşey söylemiyorsun.

Eskiden birgün, bulutlar

kaybolmuş tepede, sonu gelmez cümleler söyleyip

arasında

duruyordun.

Ama, bana gösterdi�n y9l, Nola'ya, Suessula'ya, Kalatia'ya çık­

tı. Artık birşey söylemiyorsun. Halbuki ben yola devam etmek zorundayım . itaat etmeyenlerin sayısı pek çok. Bunlan, kurban­

lık

koyunlar

gibi boğaziayacak Varinius'un karşısına

çıkmakta

serbest bırakınaya mecburuz. Çünkü biz onlan yok edemezsek, onlar bizi yok edecek. Aslında biz tohumuz, onlar taş. Oysa aynı

tarladanız

ve yapmak istediğimiz şey doğaya karşı çıkmak oluyor.

Öylece oturuyordu Esseni. Spartacus'ün karşısında büzülmüş, küçücük kalmıştı. Tıpkı Nicos gibi hayvan postlu adamın ken­ disine ne kadar yabancı hale geldiğini farlederek şaşıyordu . İh­

tiyar Nicos gibi o da kendi kendine, «Gladyatör bunlar, sert ve

haşin adamlar. Ne biliyorum onlar hakkında» diyordu. Sonra ye­ niden başını sallamaya başladı ve : - Tanrı dünyayı beş günde yarattı, dedi. Yani çok acele etti.

Bu telaş

arasında çok şey kötü yapıldı. Altıncı gtin insanı ya­

rattığı zaman, Tanrı herhalde yaptıklarını beğenmediğİnden bez­ gin ve öfkeliydi. İnsanı lanetiedi. Bu Ianetierin en korkuncu, · in­ sanın iyilik ve adalet adına kötü yola sapması, amacına varabil- 130 -


rnek için hile yollarından geçmesidir. Aynı şeyi tekrarlayaca(:ım : Bun dan sonra olacaklar için başka danışmalara ihtiyacın var . . . Spartacus sesin i _çıkarmadı, Esseni kapıdan çıkarken d e göz.. lerini yerden kaldırmadı. Masanın başında . bacaklarını açmış, ağ­

zını testiye .dayamış, gürültülü yudumlarla şarap içiyordu . Esseni

döndü Spartacus'ün yuvarlak ve kemikli yüzüne baktı : bu ada­ ını ilk defa görüyordu sanki.

Gece oluncaya kadar içti Spartacus. Karanlık hastınnca eric­

sus geldi yanına, konuştular. Az konuştular, çünkü ikisi d e kar­

şısındakinin kendi

düşüncelerini bilmesinden rahatsız oluyordu.

Aralarında olacak şey olmuştu artık.

Onun için de sözler, du­

daklardan olgun meyvalar gibi döküldü. Artık herşey söylenmiş­

U, herşey kararlaştırılmıştı. Ondan sonra sofraya alurup yeme{te

başladılar. Doyunca da masanın iki yanındaki yataklarına uzan­ dılar

den

ve Vezüv'ün .eteğinde,

sonra Glaber'in

Glaber'e karşı

kazandıkları

zafer­

çadırında geçirdikleri ilk geceyi hatırladı­

lar. ericsus bu gece de, o geeeki gibi, sağ elini masaya doğru uzatıyor, bir parça et alıyor, ağzına dolduruyor, çiğniyor, sonra yağlı

parmaklannı

siliyordu. İkisi

de karşısındakinin

kendiyle

ayn i şeyi düşündüğünü biliyor, fakat ikisi de susuyordu. Spar­

tacus sırtüstü uzanmış, ellerini başının altında kenetlemişti. eric­

sus dilini şaplatıyor, ağzını testiye dayayıp içiyor, dişlerini ka­

rıştı rıyordu. Göz göze gelmekten kaçınıyorlardı.

O sırada Ca:stus girdi çadıra. Bir haberin kampı heyecana verdiğini söyledi. Gladyatörlerin kavga ettikleri, topluluğun bö­

lünmek üzere olduğu söyleniyordu. İnce uzun gladyatör çadınıı

kapısında duruyor, gözlerin i karanlığa alıştırmak ister gibi kır­ pıştırıyordu.

Dudaklarında zorlama bir gülümseyiş vardı.

Ko­

nuştu ve sustu eastus, f_akat kimse ona cevap vermedi. Kapıda kalmıştı ince uzun adam, sıkıntılı

bir şekilde boynundaki zin­

cirle oynuyordu. ericsus ağzını şarapla doldurdu, sonra yere tü­ kürdü : - Birtakım masallar anlatmak için mi rahatsız ettin bizi? Castus gülümserneye devanı ediyordu :

- Sizi

ilgilendirir

diye düşündüm.

- Hiç ilgilendirmez! Spartacus'e döndü : «İlgilendirir mi bizi?»

- 131 -


- Hayır, dedi Spartacus. Aramızdan bir kısmıltın yarın Va-

rl'nius'la savaşmak için yola çıkmasına karar verildi. Bu cevabı verirken kayıtsız - Sahi

görünmeye gayret etmişti.

mi? ctedi eastus. Aramızdan bazıları mı?

- Evet, isteyenler. Üçü de sustu. Castus hala çakılmış gibi kapı önünde duruyor, ilerleyemiyordu. - Peki ötekiler? diye sordu. - Biz Lukania'ya, çobanlar ve ormanlar ülkesine gidece�iz, dedi Spartacus. Yeniden , fakat bu defa

daha uzun bir sessizlik oldu. Bir

yerlerden bir katırın kişnemesi işitildi. Kişneme kesilince yine sessizlik çöktü. Sonra eastus, ericsus'un yattı�ı tarafa dönerek, ·

karanlığa do�ru sordu :

·

- Ya sen? Sen de mi Lukania'ya gidiyorsun? ericsus'dan ses çıkmadı, Spartacus verdi cevabı : ---<

Hayır o sizinle gidiyor.

tnce uzun adamın yüzüne memnun bir gülümseylş yayıldı ve yeniden zinciriyle oynama�a başladı. - Roma'ya, değil mi? diye sordu. Roma'ya gidece�iz

değil

mi? Bir yudum daha içti Cricsus : - Roma'ya, ya da başka bir yere. Karanlıkta eastus onu görmüyor, fakat ericsus'UJ'!

o bakış­

ları kasvetli fok balı� kafasını kendisine çevirdi�ini hissediyordu. ürperdi birden : Yata�ını yine ericsus ile paylaşmak zorunda ka­ lacağı ertesi geceyi düşündü . . .

- 132

·-


VI

FULVİUS'UN MACERASI

Fulvius, şehrin duvarıanna turmanmak ve Capua'yı saran vatanseverlik hezeyanından kaçmak için, gece karanlığ ından fay­ dalanmıştı. Yamru yumru kafalı, ufak tefek avukat bu cambaz­ Jığı yaparken kemiklerini nasıl olup da kırmarlığına hıUa şaşı­ yordu. Duvarın öteki tarafına, yağmurun yumuşattığı killi top­ rak üstüne tok bir gürütüyle yuvarlanınca, birkaç saniye öylece ellerinin ayaklarının üstünde durdu ve kıpırdamadı. Karşısında, su altında kalmış arazi, kimseye alt olmayan bu topraklar, bir şerit gibi uzanıyordu. Seridin öteki tarafında:, asi­ lerin çadırlan yağmur altında güçlükle farked1liyordu. Yağmur damlalarının monoton şıpırtısından başka hiç bir ses işitilmiyor­ du. Belki de ne gladyatörler vardı, ne asiler kampı ! Kölelerin ön­ deri, ezllmişlerin kurtarıcısı büyük Spartacus bir efsane miydi yoksa? Yere, toprağın üstüne oturmuş kalmıştı Fulvius. Rutubet ya. vaş yavaş içine işliyor, sırtını dayadığı yüksek duvann soğuklu­ �unu hissetmeye başlıyordu. Ne kadar da yüksekti duvar! Başınl geriye atarak baktı : üstün e yıkılıverecek gibi duruyordu. Duva­ rın üstünde bir nöbetçi gidip geliyordu. Bedeni çıplak, elinde mızrak olan Partlı bir köleydi nöbetçi. Halbuki Fulvius'un bu­ rada oturup bekleyecek vakti yoktu. Duvann ne kadar soğuk, ne kadar ıslak olduğunu daha kuvvetle hissetti ve kalkıp birkaç _adım attı. Partlı köle Fulvius'u farkeder etmez seslendi. Durdu Fulvius ve başım ��d�rdı. Karanl ıklar içinde nöbetçi, dizlerint hafifçe kırmış, mızrağını fırlatmak üzere hazırlanmış haliyle bir gölge gibi farkediliyordu. - Nereye gidiyorsun? diye sordu köle. -

133

-


Avukat, heyeca.nına hakim olmaya çalışarak, adeta kayıtsız bir sesle cevap verdi ; -

Karşıya.

Fakat, cevabı.mın, o korkunç gölgeyi tatmin etmeyeceğini dü­ şünerek karanlığa daldı, bir koşu tutturdu. Koşmaya başladığı anda da

bir korku sardı yüreğini.

Duva.ı::ın

tepesindeki

köle haykırıp duruyordu. Mızrağı Fulvius'un ku lağı vızlayıp, canlı hedefi bulamadan toprağa saplandı.

Partlı

yakınında

Korku

içinde

koşmaya devam .eden avukat nefes nefese düşündü : «Bir daha hiç göremeyeceklerinden biri de benim! Ne saçma meslek.» Şinı­ di herhalde peşinden oklar da yağınağa başlayacaktı. Yirmi adım daha koştu, sonra yağmur ve karanlık içinde kayboldu. Bir ara önüne küçük bir eğim kaplı eğimi yıldırım

çıktı.

Dallan

eğrt

bÜğrü zeytin ağaçlarıyla

hızıyla Indi, durup biraz nefes aldı, sonra

ağaçlardan birine tırmanınca da derin bir nefes aldı. - Bu yabancı- adam, bu köle, kimin uğruna beni mızrak yağ- muruna tutuyor, kimin uğruna kahramanlık gösterisinde bulunuyor ki? diye mırıldandı. Yazmayı tasarladıih «Köleler Seferinin Tarihi» nde, bu konuyu daha derinlemesine işlemeye karar verdi. Zira, Fulvius'un

bildiğine göre kahramanlık, Insanın, tllküsünü

yabancı kuvvetiere ya da doğanın tehditlerine karşı korumakta aciz kalmasından doğan şartların yarattığı bir durumdur. Oysa Fulvius bir kölenin, hiç bir ülküsü yokken,

hatta bir tehdid kar­

şısında bile bulunmazken, efendisi hesabına bir mücadeleye glıip kahramanlık faslamasını anlayamıyordu. Biraz sonra avukat yÖnünü tayin etmeye çalıştı, ağaçtan inip yeniden yürümeye başladı, karanlıkta, yapışkan çamura bata çı. ka, el yordamıyla yürümeye

çalışıyordu. Hava korkunç karan­

lıktı, ay ve yıldızlar sönmüştü. Yağmur insanın yirmi adımdan

ötekisini görmesini engelleyen bir perde gibiydi . Fulvius, yazısına başlarken önce, bu hem sonsuz, hem sınırlı karanlıkta nasıl

yü­

rüdüğünü anlatacaktı . Aniden yağmur Fulvlus,

içinde bir yerden bir

ses yükseldi. Durdu

asilerin ileri karakonarına vardı�ını düşünerek miyop

gözleriyle karanlığı

araştırdı.

Fakat, köleler ordusunun da n�

betçileri olabileceğini' aklı alınıyordu.

Fena çarpıyordu yağmur.

Ses tekrar duyuldu. Aralarına katılmak istedikleri tarafından öl­ dürülmemek için cevap vermek gerektiğini anladı Fulvius. Kö­ lelerin de bir parolası olmalıydı. C apua'nın, o çılgın şehrin bir

- 134 -


yığın parolası olduğuna göre . . . Böyle düşünc1ü avukat ve bar­ daktan boşanan yağmurun aıtında haykırdı : SPARTACUS! Bun­ dan uygun bir kelime bulamamıştı. Var kuvvetiyle bağırınca, bir. öksürük nöbetine yakalandı. O sırada nöbetçi ilerledi, karanlığın içinden çıktı, başında yanlanndan sular akan şapkasıyla, Ful­

{

vius'un karşısına dikildi. Çok belirl i b r Lukania a}{sanıyla s(l)rdu : - Ne diye Spartacus diye bağırıyorsun? Hala öksürüyordu avukat; soğuk almıştı.

- Adım Fulvius, diye zorla cevap verebildL Capualı bir avukat ve yazarım. Ordunuz nerede? Nöbetçi iyice şaşırmıştı : - Ordumuz mu? Burada işte, her tarşfta. Sen ne istiyorsun ? Gerçekten, Fulvius d a dikkatle bakınca ,karanlık içinde belli belirsiz birkaç çadır seçebilmişti. Terkedilmiş gibiydi. çadırlar. - Ben bir yazarım, diye açıklamaya

çalıştı

öksürerek.

keri harekıltınızın tarihin i yazabiirnek için · Spartakus'ü

As­

görmek

istiyorum. - Yazmak mı? Nöbetçi hayretten at çenesine benzer kemikli çenesini açmış, dişleri karanlıkta sarı ışıklar

ıdbi

parlamıştı. Ful­

vius'a ötede surların üstündeki savaşçı gölgeden çok daha az kor­ kunç görünüyordu. «Yazmak mı?

İyi

ama, neden?»

- Bizden sonra gelecek insanlar kendilerinden önce olup bi­ tenleri öğrensinler diye . . . Yağmurun altında hayatından pek memnun görünen v e ko­ nuşmayı uzatmak istediği anlaşılan nöbetçi hayrete düşmüştü : - Onları ilgilendirir mi? .- Bütün

insanlar,

kendileri doğmadan

olan şeylerle

ilgile­

nirler. Doğru dedi çoban Hermios, bende bilmek isterdim, ama nasıl �renilir? - Nasıl olacak, kitaplardan. - Sen kitap mı yazıyorsun? - Sizin

savaşınızın

kitabını

yazacağım,

Fulvius iki öksürük arasında.

- 135 -

diye

cevap

verdi


- Bizimkinin merak edilecek tarafı yok. Şehirden şehire gi­

diyoruz, savaştan savaşa koşuyoruz.

- Yüz yıl sonra . . . Yok canım, bin yıl sonra qünya Romalı kölelerin kurtarıcısı Spartacus'den bahsedecek. Fulvius bunu söylerken sesine gayet dokunaklı bir ifade ver­ mişti. Taın etkili olabilecek şekilde konuşıııuştu ki, yine öksürük; tuttu. Su, üstüden

akıyordu.

- Ne hayal gücü! diye hayranlığını belirtti Herm.ios. Ama, sen ıslanmışsın galiba. Sıcak şarap içer miydin? Fulvius, uyuyan çadırıara bir göz attı : - İçerim, dedi. !yi gelir herhalde . . .

- Gel öyleyse, dedi nöbetçi karanlığa dalarak, Fulvi us d? peşindeydi, - Nöbeti kim tutacak? diye sordu Fulvius. - Başkası tutar belki. Ama, rağmur yağdığına göre belki hiç kimse tutmaz.

Topluluğun böllineceği haberi, köleler kampını ayağa kaldır­

mıştı. Aslında bu pek beklenmeyen birşey değildi, çünkü olaylar

artık çoktan olgunlaşmıştı. Kavgalar edilmiş, küfürleşimliş, sık sık «buna bir son vermeli» denmişti. Şimdi son ayrılık geri döhülmez bir şekilde kesinleşmişti, ama sürü yine de şaşkın ve kaygılıydı. Fannius'un uşaklan haberi kampın dört bir yanına yayınışlar, bağırarak, fakat kayıtsız bir sesle, bir metni ezberden okurcasına, ordunun anlaşmazlıklar sonunda ve glad­ yatörler kurulunun ·kararına uygun olarak, ikiye ayrıldığını ilan etmişlerdi. Gruplardan biri kuzeye yönelip Roma üzerine yürü­ yecek, bu tarafa doğru gelmekte olan Romalı askerlerle savaşa­ caktı. Bu gruba Cricsus ile Castus başkanlık edecel.tlerdi. Bu iki gladyatörün görüşlerini paylaşanlar, onlara katılabilir(ii. öteki türlü düşünenler ise Spartacus'ü izlemeye kararlıydılar, onunla birlikte çobanlar ve ormanlar ülkesi Lukania'ya gidecekerdi. Sprtacus savaşa ve yağmacılığa devam etmek istemiyordu artık, kararı kesindi. Güney İtalya'nın daıtları, tarlalan ve şehirlerin. deki bütün ezilmişlere, tarım tanrısı Satürn devrinde vaadedilmiş o kudretli adalet ve iyi niyet birliğini kurmak için haber salacak

veriliyordu ıŞte,

·

-

136

-


ve bu birliğin, bu ortaklığın adın ı , Güneş Devleti kayacaktı . Fa­

kat, di yorlardı Fannius'un u şakları, Spartacus güney yol una ken­ disi ile birlikte çıkacak olanlard an- tam bir itaat istiyordu.

İşte, Fanniu s ' u n u şakları güneşin batışından bir saat sonra

kampın dört bir yanını dolaşarak bunları ilan ettiler. Haberi du­ yanlar

önce toplandılar. Bağrışmalar,_ tereddütler oldu ; fakat bu­

nu izl eyen karışı·klık ve patırtı içinde gizli niyetler ortaya çıktı ı

tohum luğu n içindeki taşlar hemen ayrılmaya başlamıştı .

İliklerine

kadar

ısı anm ış

olan Fulvius ile çoban

Hernüos

kampa girdikleri zaman, ötede heride kümet enm i ş ve tartışmaya dalmış insanlarla karşı l aştıl ar.

- Burası her zaman böyle m i d ir? diye sordu Fulvius.

- Hayır diye cevap verdi çoban ve içini çekti . Ayrılık ·var da ondan. Ah kardeşim ah, işler iyi gitmiyor. Biz koyunl ar kadar

akılsız adamlarız. Kimi o tarafa çekiyor, kimi bu tarafa. Anlaş­ maya olana·k yok!

- Anlaşmazlık sebebi nedir? Yine için i çekti Hermios : -

Ah kardeş, söyleyemem ki? Vezüv 'ün a�zına kamp kurdu­

ğumuz zaman da aynen böyleydi. Ağzımıza atacak bir I okmamız

yoktu, halimize bakmadan, durmadan kavga ederdlk. Aramızda kötüler var bunlardan

:

Castüs ve Sırtlanıann taraftarları. Neyse, yakında

kurtolacağız

galiba.

Romalılar

hepsini

temizleyecek,

biz de rah at edeceğiz.

Herm ios bu dileğini ifade ederken, hatip Zozimos ile çarpış­

tılar. Parça parça olmuş, pislik içinde kal m ış o

ebedi

tQgası yine

sırtındaydı Zozimos'un. Her zamanki gibi heyecanla ellerini kol­

ların ı sanıyordu. - Neler söylüyorsun? diye ba�ırdı Hermios'un yakasına sa­

h

rılarak . Biz de ra at edeceknilşiz! Böyle bir şey söylemeye na­ sıl ce saret edebilirsin? Tehlikeden habersiz kardeşlerimiz muhak­ k::ık bir ölüme giderken nasıl söyleyebilirsin bunu ! Nereden ç ıktı

bu adam? - 137 -


Soğuktan titreyen avuka tı görmOs ve şü pheyle bakınıştı ya­

hancıya.

_.. Üşümüş, dedi Hermios. Bir parça Sıcak şaraba ihtiyacı var . Capua'dan kaçmış; bir sır verir g1bi ilave etti : Kitap ya­

zarmış. - Bir filozofun selam l arın ı kabul et, ey meslekdaş! dedi Zo­ zimos sevinçli bir ifadeyle. Alabildiğine haşmetli bir kol hareketi ya ptı ve t ogasın ın

ıs­

lak kuyruğu gelip kemerine yapı ştı . Fulvius ise, yine bir öksürük

nöbetiyle sarsıldığından, Zozimos'un seıamına

birden

cevap vere­

memişti. Bu togalı a dam ayrıca kendisine hem bir a cıma, hem de t iks inme duygusu vermişti, çünkü avantajlı du rumda

bulunması­

na ka rşın , adamın, hayatı boyunca hep daya k . yemiş g i b i zavallı

ve kederli bir hali vardı .

- Buraya gir, dedi Hermios himayesin e aldığı avukata. Bu çadır dostlarımdan bir ihtiyara ait, yalnız girerken başını çarp­ ma. Dikkat et, dizlerini kirletiyorsun .

İht iyar Vibius, sırtını

çadırın

bezine

day amış

hiç kıpırda­

madan otu ruyo rdu. Çadırın içi bir yağ kandiliyle iıydınlanınış­ tı. Uyuyor muydu ihtiyar, yoksa düşünüyor muydu, anlaşılacak

gibi

değildi. Bu alaca

karanlıkta hava sı cakt ı :

ağır ve nemli

b i r sıcaklık. Tatlı bir yağmur, yağan fakat ısıatmayan bir yağ­ mur vuruyordu çadıra.

- Sana bir misafir getirdim diye bağırdı, Hermios. kulakları bir süreden beri a�ır işitiyordu)

(İhtiyarın

Capua'dan geliyor .

- Selam ! dedi Vibius. Arkadan Zozimos'u da farketti

Sana

da selam Zozimos !

Avukat ejtilerek selam verdi, sonra hepsi Vibius'un ı:ıis şil­ tesi üstüne oturdular.

- Biraz sıcak şarap içm ek istiyor, dedi Hermios. Soğuk al­

mış da.

· İhtiyar, paçavralara sarılmış bir testi alıp kon uka uzattı. Bii'

yudum içti Fulvius, öksürdü, bir yudum daha içti. Sarabın tar­

çın ve karanfil kokusuyla aptallaştı. Şu çadırın içinde kendini ne kadar mutlu hissediyordu

:

Nihayet am a cı na varmıştı.

Bir­

ka� dakika kimse konuşmadı, elden ele dolaştı şarap testisi . Son­ ra i h t iyar sordu :

-

138

-


- Ne diyorlar Capua'da? Avukat yamrı �mru kafasını · sıvazladı : - Capua'da insanlar çılgın gibi davranıyorlar, baba. Kendi aleyhlerine çalışıyorlar, Cellatlarını göklere çıkarıyorlar, kurta­ rıcılarını ise kinleriyle, uçları bilenmiş mızraklarıyla kovalıyor­ lar. !şin garip tarafı, bu sersemlikl erinde gayet içtenler. Neden böyle olduğunu açıklayabilir misiniz? izahını eskiden biliyordum galiba, ama şimdi hatırlayamıyorum . . . Bir yudum daha şarap içti ve birşeYi kendini çok vererek düşündüğü zamanlar yaptığı gibi başını dikleştirdi. Hayret! Kı:!.­ Jasa çarpmaınıştı başı, eliyle başını sıvazladı ve parmaklarının yeni bir şişe dokuomayışına şaştı. Birden yüreği sızladı : bir Şe'' ekslkti burada, ne olduğunu anlayamadığı birşey, Yine içti. Ar­ tık insanların çılgınlıkları vız geliyordu Fulvius'a. Çadırın ha­ vası gib i bir ılı·klık, bir yumuşaklık dalduruyordu yüreğini

.

...-... Bu sorun dünya kadar eskidir, dedi Vibius. - Yargı noksanlığından ileri geliyor, diye tamamladı Zo­ zimos. Bir de insani an n bir ülkü uğruna heyecan duyrrıa yete­ neğinden yoksun · olmalarından . . .

- Anlamı olmayan laflar söylüyorsun, dedi ihtiyar. Her in san heyecan duyma yeteneğine sahiptir. öyle olmasa manevı kuv­ vetlerini kaybederlerdi; öz suları kurur, ruhlarının çiçeğ i so­

­

Iardı. - Doğru, dedi avukat. Capua'ya git

de gör; bayrakları nasıl

sa!Iıyorlar, silahları nasıl şakırd.atıyorlar? Sen de olsan o heye­ can salgınından kendini kurtaramazsın.

- Ben de aynı şeyi söylemek istiyorum, dedi Zozimos. !nsan­ la r daima yanlış şeyler için heyecanlanıyorlar. ....... Heyecanlarının

nedeni belki onlar iÇin

doğrulur,

dedİ

Hermios çekinerek. - Hayır, diye itiraz etti ihtiyar V:lbius. Dananın kasaba, kö­ len in efendisine dostluk ve sevgi duyması tehlikeli bir heyecandır.

Sustu Vibius . Testiyi aldı, aralıkb aralıklı ve utreye tftreye birkaç yudum içti. ötekiler de susuyorlardı. Ya�ur �adır bezi üstünde trampet çalıyordu. İçeri girmeyen, insanı ısıatmayan ta t lı bir yağmur. Fulvius'un kafasında da m is gibi karanfil ·ve tarçın ­

-

139

-


kokan kırmızı şaraptan doğan karmakarışık fikirler traınpet ca­ lıyordu. Hermios uyuşmuştu.

Kendi

kendine ninni söyleyen çocuklar

gibi başını hafif l).afif saHayarak oturduğu yerde uyukluyordu. Vibius da gözlerini kapamıştı. Bir Mısır mumyası gibi kupku ­ ruydu i htiyar. Sadece paçavralar içindeki hatip Zozimos togası­

i

nın katlarını kıpırdatıp duruyordu. Bir ara V bius 'un son sözleri­ ni tekrartadı : «Evet, dananın kasaba dostluk ve sevgi du

Ym.ası,

tehlikeli bir heyecandır.» Ama, danaların birbirlerini kasaba tes­

bundan da

lim etmeleri

beter!

İşte bizim

Spartacus'iln yaptı�ı

da bu. Spartacus'ün adını işitince, çoban gözlerini açtı. - Yin e çekiştirmeye başlama, dedi ·kekeliyerek. Uyku ve şa­

rap dilini ağırlaştırmıştı. - Evet, diye devam etti Zozimos. Bizim Sparacus gizli bir­ takım hesaplar yapan bir insan oldu . Bu, hoşuma gitmiyor. Gı1neş Devletini, iyi niyet ve adalet krallığını kurmak isteyen

kim­

se, ne aşağılık entrikalara başvurmalı, ne de topluluklan parça­ layıp bölmeli . . . A vukat birden ayıtır gibi oldu. Köleler Ordusu Tarihi'ni ya. zaca�ını hatırladı : - Dolambaçlı

yollar

ya sası dır bu,

maz. Bir amacı olanları çapraşık

kimse bundan

kurtula­

yollardan gitmeye zorlar.

-Hangi dolambaçtan bahsedtyorsun? Spartacus onlan d05doğru ölüme gönderiyor. ötekiler ise bunun farkında bile değil­ ler.

Castus

onların

ile

arkadaşlarının

kababati

cani olduklarını biliyorum,

bu? Bir insan kaderln

masından sorumlu

tutulamaz. Her

ama

cani

yap.

şeye karşın- bunlar da

kar­

kendisini

deşlerimiz. Vibius uyuyor musun? Uyumuyordu ihtiyar, düşünüyordu. - Seni düşünüyorum Zozimos, dedi, ısöyledikle:rini lamıyonım .

de

onay.

Bir bahçeci, bahçesindeki zararlı otları ayıklamaya

m ecburdur .

Ordunun ·ikiye bölünüşü Zozimos'u belli ki çok etkilenılşti : - Olsun,

dedi.

İnsanlara, zararlı otlar, ya da a�aç kökleri

gibi muamele edilmez ki?

- 140 -


- Herkes istediği tarafı seçmekte serbes t bırakıldı. öyle ilan etti Fannius'un uşakları. - Öyle ama, Fannius'un uşakları Roma ordusundan hiç söz

etmediler. Ordunun savaş için tepeden tırna�a donanmış oniki bin askerden meydana geldiğini söyleyen oldu mu? Bunun Ia­

fını eden bile olmadı. Romalılar hakkında söylentilerden başka bilinen bir

şey yok, beyinsizler

i:se bunu düşünmüyorlar bile.

Clodius Glaber'i Vezüv'ün eteklerinde ezdikleri _gibi Varinius'un da hakkından geleeelerini sanıyorlar. Kuzeye yürüyeceklerin sa­ yısı

en fazla üç bin kişi; silahları yok, disiplinleri yok. Hepsi

öldürülecek. Spartacus bir hile yaparak bunlardan kurtulmak için hepsini ölüme gönderiyor. Sonra da herkes seçmekte serbest bı­ rakıldı dtyorsunuz . . . - Ama dedi Fulvius, şefleri ·Cricsus ile castus n e yaptıkla­ rını bilirler herhalde. - Castus küstah bir çocuktur, savaştan da hiç hiç şey anla­ maz. ötekiler de ondan farksız. Ama, Cricsus için aynı şeyi söy­ leyemem. Onun niyetinin ne olduğunu kimse bilemez. Spartacus gibi

onun da

düşmanın kuvvetini

bildi�!

muhakkuk.

Ayrıca . . .

Evat ayrıca o ince hesaplar yapabilecek bir insan değH. Ya ne yapacağını kendi de bilmiyor, ya da olacaklar urourunda değiL

Crlcsus, Spartacus'ten nefret eder, hem de ona bir kardeş gibi bağlıdır. lşittiğime göre, Lentulus'un yanından kaçtıkları zaman, o gün arenada ikisi döğüşeceklermiş. Tabii biri ötekini öldüre­ cekti. Bunu da çoktan beri biliyorlardı. Ne demek istediğimi an­ lıyor musun? Hala da biliyolar bunu. Birinden birinin yaşaması için, birtnin ötekini öldürmesi gerektiğ i fikrine herhalde çoktan alışmışlardır.

Crlcsus şimdi

Spartacus'ten ayrılıyorsa, bu

onun

bileceği iş. Belki ikisi de, sebebini bilememekle beraber, bu ay. rılığın

gerekli

olduğunu

hissediyorlardır.

Açıklaması

zor

bir

sorun . . . - Çok derinlere iniyorsun, dedi çoban hayretler içinde. Fulvius da böyle bilyük laflar eden hatibe şaşkmlıkla bakı­ yordu. Bu komik kıyafetli adam hakkında belki de doğru bir yar­ gıya varamamıştı. Dayak yemiş köpek tavırlı bu adamın sıska ve acınacak lfadeli yüzüne bir kere daha dikkatle batı ve insan­ ları anlamanın ne kadar güç olduğunu düşündü. Vaktiyle ken­ disi de daha iyi günler geçirmiş, fakat hi.c iyi gün görmemi.!} bir insanın neler düşünebilece�ini tahmin etmemişti.

- l4i -


Yeniden o eski tumturaklı üslubunu b1ı1lmuş olan Zozimmı devam ediyordu : - Ne tarafından bakarsanız bakın, Spartacus'un yaptığı bir alçaklıktır. Sen birtakım dolambaçlı yollardan söz ediyorsun, bu­ nun zorunlu olduğunu ileri sürüyorsun. Ama, bunlar kötü do­ lambaçlar . . . Hatta tehlikeli. .. insanı nereye götürür belli değil. Böyle gide gide tiran olan bir yığın insan var! önce üstÜn çıkar­ ıara hizmet etmek için böyle davranılır, sonra da kurtulmak kabil olmaz. Halkın dostu 1\farius'un diktatörlüğünü hatırlayın, sonu111 u n ne olduğunu da unutmayın! Fulvius ellerini kollannı oynata oynata heyecanla konuşan Zozimos'a sordu : - Diktatörlüğü nereden çıkardın? - Dolambaçlı yollardan bahseden sizsiniz, diye sesini Yilkseltti hatip. İşte o dolambaçlar bizi diktatörlüğe götürdü. Bir kahkaha attı Hermios : - Ho! ho! ho! Spartacus mü tiran olacak? - Elbette, hayvan çobanı Spartacus'den bahsediyorum. - Sen de hayvanlar gibi böğürüp duruyorsun, ded i Hermios, ama sesinde öfke yoktu. Sonra uyumaya karar vererek yere uzan­ dı; dizlerini karnma doğru toplayıp gözlerini kapadı . Fulvius de bu tartışmadan yorulmuştu. Yazacağı tarih için ye­ teri kadar belge toplandığını sanıyordu. Uzaktan, isyanı daha net, daha sade görmüştü. Halbuki bu kanşıkhk, bu karanlık, daha çok düşünmesini gerektiriyordu. Herkese iy i geceler dileyip, o da uzandı. Başı Hermios'un kocaman çizmelerine değiyorciu. Çizmelerden kuvvetli, faltat insa­ nı tİksindirmeyen bir koku yayılıyordu. H:Ua yağıyordu yağmur, bir ninni temposuyla çadırın üstünde şıpırdayıp duruyordu. Ko­ şarak kaçışı, Partlı kölenin mızrağının kulağının dibinde vızla­ yarak tok bir sesle toprağa saplanışı, hep bu gece mi olmuştu? Hayatın bazı saatleri o kadar uzun, o kadar özlü iken, bomboŞ ve sıkıcı saatler de zamanın zincirine asılıp geçmişte nasıl yok oluyordu . . .

- .1/4.2 -


VII

FULVİUS'UN TARİHİ Fulvius'un tarihinin garip bir kaderi vardı. Tarihin i kaydet­

tiği olay gibi, o tarih yazısının da hiç bir zaman sonu gelmeye­ cekti. Bu tarihçeyi içine alan iki tomar parşömen kA�ıdı, kin, hay­ ranlık ve dehşet duygulannın da kanştığı bir titizlikle b ir süre saklandı. Gelecek kuşaklara, bazı kısımları kasıtlı olarak çıka­

rılıp, bazı ekler de yapılarak devredildi. Bir zaman unutuldu, son­ yi ne aydınlıta çıkarıldı; derken tekrar unutuldu gitti.

ra

Avukat Fulv ius o gece lUklerine kadar ısıanmış bir halde ve

dişleıi birbirine vurarak çoban Hermios'a, bütün insaniann ken­ dileri dotmadan önce meydana gelmis olaylara ilgi duydlılklannı söylediği

zaman bir dereceye kadar haklıydı. Kendisi de zaten insanlar kendileri doğ­

söylediğinin ancak yarısına inanıyordu :

madan, ya da kendileri öldükten sonra ( ikisi de aynı anlama gelir) gerçek olaylar meydana gelmiş olabileceğine, ancak yarı yarıya inanırlar. Daha başlangıçtan itibaren Fulvius, kendi yazdıklarının ora­

sını

b urasını

düzeıtmişti. Bu düzeltmeleri biraz isteyerek, · biraz

da doğal bir güdüyle yapmıştı. Ama hiç bir zaman olayları ol­ duğundim daha güzel göstermek arzusuı::a u ymamı stı Zaten, Ful­ vius bir estetik uzmanı değildi, öyle olsa Capua'nın duvarıanna tırmanmak aklına gelir miydi? Sadece tarihin patlömenlerini .

önüne açmak istemişti. Rasıantının ya da raslantıya benzer bir

şeyin o kA-ğıtlar üzerinde meydana getirdiği kırışıkları veya kat­ ları olduğu gibi bırakmak niyetindeydi. Böylece, iii son derece cidd iye almış ve ayrıntıları büyük bir titizlikle kaydetmeye ça­ lışmJştt. Etkililiği bakımından, sadece I/Zdırap ona samimi bir duygu olarak görünüyordu, çünkü ızdırap gerçekten doğar ve bir gerçeğin sonuc udu r.

-

143

-


Fulvius'un sı'k sık içini çekerek, sık sık da yamn yumru -ka­ fasını sıvazlayarak doldurduğu bu kağıt tomarlarının

garip ka­

deri, Fulvius'un alabildiğine alçakgönüllülükle belirttiği görüşün­

de haklı olduğunu kanıtıaılııştı.

FULVİUS'UN TARİHİNDEN PARÇ� ı.

C apua şehri direndlği ve Spartacus'e kapılarını açmayı

reddettiği

için

kölelerin

Hiç denemeden

kampında anlaşmazlık b�göstenniştli..

geçmemiş

cesaretin,

bir

�avaşçılar

orousunun

askerlik sanatıyla boy ölçüşemeyeceğine inanan Spartacus, düm­ düz Kampania ovasını bırakıp, Varinius'un karşısında geri çeki­ lerek, dağların

iyi bir savunma

hattı

teşkil

ettiği

Lukania'ya

kadar gitmek istiyör, ayrıca Lukania'da çoban.ların desteğine gü­ veniyordu. Fakat,

GalyaJ!!ar il e,

onlar gibi

cinayetler ve

yağ­

maların hayaliyle yaşayan ötekiler, başlarında Cricsus ve Castus .olduğu halde Romalılarla savaşmak üzere yola koyuldular. Bun­ ların kararı bazı kimselere belki Spartacus'ün

tedbirliliğinden

daha erkekçe görünebilir, fakat aşağılık içgüdüler ve alçaklığın, cesaret ile yan yana gelebileceğine inananlar aldandılar. Ayrılmaya karar veren üç bin kişi

çok yağmurlu

bir ge­

cede, güneş battıktan bir saat sonra kamptan çıktılar. Sparta­

cus'e bağlı kalanlar, kendilerini bırakıp giden

o düzensiz

sü­

rünün geçişini s.:yretmek için çadırlannın önüne toplanmışlaroı. Gidenler bağıra çağıra, iğrenç şakalar yaparak, kendilerini sey­

redenlerle alay ederek yürüyorlar, ötekiler ise. -bu konuda or­ tak bir karara varmamiş olmakla beraber- hiç cevap vermi­ yorlardı. İleri görüşlüler, bu umutsuzların kendi felA-ketlerine yü­ rüdüklerini biliyorlardı; çünkü, ellerindeki uydurma silahlar Ro­ ma lejyonlarının mesleği savaşmak olan askerlerine karşı koyacak güçte değildi. Gidenler hep pis kokulu paçavralar ya da dabbağ­ lanmamış hayvan postları içindeydiler

Bu pis kılıklarla, sanki

öteki asilerden ne kadar farklı olduklarını göstermek ister gibly-­ dller, çünkü

beden

temizliğini hor görmeleri, onların yürekle­

rindeki öfke ve isyan duygusunun değişmez bir işaretiydi. Bu­ nunla beraber, yola çıktıkları zaman ylne de as�ere benzer gö­ rünüşleri vardı. Kampın bir ucunda hepsi bir araya toplandılar ve askerler gibi uygun adım yürümeye başladılar. Etrüsk çoban­ larının kullandıkları kavallara benzer ve keskin sesler çıkaran kı­

sa flütler çalıyorlar, bir yandan da davula tokmak vuruyorlardı; davulun kuvvetli ve bazılarına kasvetli gelen gümbürtüsü, adamlar - 144 ....._


o mevsimde Vuıturne nehrini çevreleyen çamur deryası !�inde gözden kaybolduirtan sonra bile blr süre işit1İdi. Nihayet hiç bir şey işitilmez olunca, kampta kalanların üstüne büyük bir sıkıntı, bir bitkinlik çökmüş gibi oldu. ,

2.

Spartacus kendisiyle kalan ve mevcudu onsekiz bini bu­

Ian kitleyle kainp yerini terketmek ve kaderlerinin ne olaca�ını bildiği

ötekiler gider gitmez Lukania yönünde çekilmek niye­

tasarının uygulanması birkaç gün gectkti. bfiyük bir kitlenin göçü, metotlu hazırlıklara ve birtakım tedbirler alınmasına ihtiyaç gösteriyordu . Aynca, gö. rünfiŞe bakılırsa, asilerin çoğu eski kader yoldaşlarının başlarına ne gelec�ini öğrenmeden güneye dotru yola çıkmak istemiyor­ tindeydi.

Fakat, bu

Çünkü bu :kadar

\

lardı.

OnlArdan, üçüncü günün sabahı haber aldılar. O sabah pe­ rişan halde iki tirari çıkageldi : ayn ayrı yönlerden gelmişlerdi, birbirlerini de tanımıyorlardı, fakat anlattıkları birbirine tama­ men uyuyordu. Castus ile adamlarının Vultume'nin biraz kuze­ yinde Romalıların saldınsına uğradıkları ve hepsinin lokma Iok­ ma dağrandığı söylentisi bir anda kampa yayıldı. castus bataklıklar arasından kaçmaya çalışırken kendi adam­ Jarı

tarafından

öldürülmüştü. Romalılar bu çarpışmayı

gerçek

bir muharebe saymamışlar, asileri arkadan bastırarak her birini, arenada hayvan kovalar gibi, arena adetıerinf! göre keyifli çığ­ lıklar atarak kovalamışlardı. Bu çarpışma iı:trzı asileri öylesine çılgına

çevirmişti

ki, talihsizliklerinin sebebi olan şeflerini öl­

dürmekle Işe başlamışlar, sonra da kendilerini kovalayan demir zırhlı Romall askerlerin üstüne dişleriyle tımaklarıyla saldırınış­ Jardı. Romalılar da bu umutsuzluk saldırısına bakarak, karşıla­ rındakilerin ıterçek savaşçılar de�il, vahşi hayvanlar olduklarını kabul etmek zorunda kalmışlardı. Gelen iki habereinin anlattıklarına göre, ölmeyenlerden beş yüz kişi esir edilmiş ve Appia yolunun Iki yanındaki a�açlara can­

lı canlı çivilenmişti. Hele yılın o mevsiminde, korkunç bir ak·ı­ betti bu. Durmadan ya�an

ya�mur

zaTallıların ölümünü gecik­

tiri:-'r ve çektikleri lşkenceyi uzatıyordu. Daha üç gün önce flüt sesleri arasında çıkıp gidenlerin uRTadıkları bu felaket haberi, kampta, kararsızlarla birtakım sinstıer arasında hızla

yayıldL

Spartacus'ii felAkete giden eski arkadaşlarına en gel olmadılı ya da olmak Istemediği

için

suçlayanlar artık susumuşlardı. - 145 -

Bundan


böyl e, hepsi Spartacus'ün otoritesine bağh kalacaklardı. Böylece

o muazzam kitle, hep birlikte Apenin dağları yönünde çekildi. 3.

Spartacus'ün niyetlerinden biri de artık savaş yapmamak,

güney

bütün çobanlarını, bütün işçilerini ve büt ü n büyük bir topluluk halinde birleştirerek, adalet ve iyi ni­

İt alya�nın

kölelerini

yet fikirlerine dayanan bir «Şehirler Konfederasyonu» kurmaktı. Bu iddialı planın ancak bir kısmını daha ileride, Varinius ile öteki Ro­ malı generalleri yendikler sonra, Thurium şehrinde uy g ul ayabildi Spartacus. Çünkü, Romalılar böyle bir topluluğun savaşçı niyetleri olmasa bile sömürü ve adaletsizlik temel leri ne dayanan cum. huriyetıerinin tem eli ni tehdit edeceğini biliyorlardı; hastalık ve sağlığın den

aynı

vücutta barınamayacağını, eninde sonunda birin­

biriııin ötekini ortadan kaldıracağım

farkediyorlardı.

Has­

organda yerleşip kalınakla yetinmeyecek, nasıl olsa zararlı özstiyunu öteki organ ı ara da akıta caktı İşte bu se­ talık , başverdiği

.

bepten Pretor Varinius, asilerin hemen peşlni bırakmadı; aksine derhal peşlerine düşerek onlan aylar sürecek bir savaşa girmeye zorladı.

4.

Bu

savaş,

raslantılardan

ve hesaba

gelmeyen

birtakım

olaylar yüzünden, önceden hesaplandığı gibi cereyan etmedi. ·Her­ kes de bilir ki, insana vergi olan ileriy i görme yeteneğinde çat­

laklar meydana gelince, hemen rasıantılar iS görmeye başlar. Bu

tahminlere aykırı çıkan gelişmelerint ve çeşitll olayla­ anlatmak sıkıcı olacak. Fakat, k öl elerin tam bir zaferiyle

savaşın nnı

sona ermiş olması Spartacus'ün ileri görüşlülük bakımından bir

da,hi olduğunu kanıtlamaya yeter.

çok güç bir durumda bulunur­ ve savaşı art ık kaybettiklerine karar verildiği sırada, Spar­

Sa vaşın daha başında asiler larken

tacus dehasının gerçek ve şaşırtıcı bir örneğini verdi. Varinius, Spartacus'ün adamlarını Tarente körfeziyle dağlar arasında ka­ lan çorak topraklı bir bölgede kuşatmayı başarmıştı . Lukania'da manzarası çöle benzeyen böyle bölgeler vardır ve buralarda dağ­ lar çıplak kayalar halinde, toprak da beyaz tebeşir manzarasın­ dadır. Vaktiyle buralarda oturan Donotrialar ile Yunanlılar bu t opraklara kendi dillerinde beyaz ülke anlamına gelen Lukanla

ismini de bu yüzden vermişlerdir.

İşte böyle bir yerde etrafiarı Romalılar olan asilerin

ten

tarafından sarılmış

yiyecekleri tükenmişti; artık kadere boyun e�ek­

başka çareleri kalmamış görünüyordu. Endişe ve umutsuzluk

- 146 -


;

bir kere daha çökmüştü üstlerine. geçirdikleri karanlık

günleri

Aralanncı'i:ı.n çoğu, Vezüv'de

hatırlıyorlar, kaderin geçen

defa

olayların sonunu getirmeyi unutmuş gibi davranıp, bu defa ih­ malini tamlre çalışırcasına aynı şeyleri yeniden karşılarına çıkar­ mış olmasından hayrete düşüyorlardı. Fa'kat, bu defa da uygun çareyi buldu Spartacus :

bütün ordu, gece, düşmanın nöbet de­

giştirme saatin�e. kuştmadan sıyrıldı çıktı. Karargahta bir bora­ zancı bırakılmıştı. Adam, düzenli arhlıklarla,

her

zamanki

gibi

borazanı çalmaya devam ediyordu. Spartacus ayrıca karargahın giriş yerinde az aralıklarla dikilmiş kazıkiara cesetlerin bağlan­

ması için emir verdi. Uzaktan, düşman tarafından bakıılnca, bun. lar görevde nöbetiçler gibi

görünüyordu.

Karargahın

orasında

burasında · yakılan ateşler ölü nöbetçileri ayO.ınlatıyor, borazancı ise

boş

çadırların arasında borusunu örttürmeye devam ediyor­

du. Bu savaş hilesi Romalıları aldattı ve Spartacus karanlığın da yardımıyla Romalıların karargahına nazaran çukurda kalan bir

yol.

du bütün ordusuyla geçip kurtulmayı başardı. Romalılar bunu farketselerdi bütün asiler ordusu son kişiye kadar yok edilirdi.

5.

Bununla beraber, mesleğ i savaşçılık olmayan insanlardan

kurulu bu topluluğun, Roma ordularına karşı kazandığı büyük ve unutulmaz za�erler sadece Spartacus'ün dehası sayesinde elde edilmiştir denirse, gerçek nedenler inkar başarılarını

Spartacus'e

edilmiş olur. Köleler

olduğu kadar, hemen

hemen aynı

de­

recede köylüler ve çobanların kendi taraflarını tutmalanna, ken­ di davalanm benimsemiş olmalarına borçluydular. Brutium ve Lukania'da da, daha önce kölelerin Kampani'daki ayaklanmasına yol açan

anarşi

havası

hüküm

sürüyordu.

Ro­

malı soylular, dağlar ve vadilerde).{i toprakların mülkiyetini ken­ di aralarında pay etmişler, sonra bu uzak topraklardaki muazzam sürülerinin güdülmesi için binlerce köle çalıştırmaya başlamış. lardı.

Kızgın

demirle

damgalanmış

bu

esirlerin

arazide başı boş dolaşırlar, sefil kıyafetı_erinj

hepsi

o geniş

düzeltmek ve ka­

rınlarını doyurabiirnek için yağmacılık yaparlardı: Bu köle ço­ banların gözü doymaz efendileri ise buna izin vermekle kalmaz­ lar, hatta adamların kendi . üstlerine düşen masrafı azalsın diye, yağmacılığı teşvik ederlerdi. Çobanlar güçlü kuvvetli adamlardı;

gece ve gündüz, hava nasıl olursa olsun, üstlerinde bir çatı ol­ madan yaşamaya alışmışlardı. Ellerinde silah olarak düğüm dü­ ğüm sopalar ya da demir kargılar vardı. Elbise olarak da kurt postuna ya da yaban domuzu derisine sarınırlardı. Böylece, ınan-

:..... 147 -


zaraları daah ziyade barbar savaşçılara benzerdi. Yanlarında dai­ ma iri ve yırtıcı köpeklerle dolaŞ'lrlardı.

ama

Bu yarı vahşi çobanlar, dağlara yayılah çok olmuştu,

efendilerinin ekserisi Romalı §livalyeler birlitine dahil oldu�un­ dan ve aynı zamanda yargıçlık yaptığından, kimse çobanların iş­ ledikleri suçları şikayete cesaret edemiyordu .

Güney eyaletlerinde durum böyleydi, onun için de Spartacus büyük Lukania Konfederasyonunu kurabilmek için dört bir ya­ na haberciler saldıktan sonra peşindeki köle sürüsüyle Lukania'ya girince, bütün ülke Romalllara karşı ayaklandı. 6.

Spartacus'ün

habercileri önce bu

sefil

insanların çalış­

malan sayesinde göbeğini şişi ren , hem de onlara o kadar kötü muamele eden zalim efendilerinin aleyhinde konuşmaya başlı­ yorlar, sonra aşağı yukarı şunları söylüyorlardı :

dsraf ve sefahat yüzünden sinirleri bozulmuş bu nazh bey­ leri ezmekten kolay ne var? Tanrilara adanması gereken aJ.tın ve gümüş ta'baklarda yemek yer bu adamlar! Bugüne kadar bizi ezebjldilerse, bunu biz boyun eğdiğimiz için yaptıılar. Biz ol­ ma2!sak ne yaparlar? Siz kuvvetinizi onlara karşı kullanmaya ka­ rar verirseniz halleri ne our? Sadık arkadaşlar! En kuvvetli ve en

kalabalık biz olduğumuza göre, yönetirnde bizden başka kim hak

iddia edebilir? Bazı kimselere zenginliği, bazı kimselere fakirllğf doğa vernıemiştir. O sadece kabillyet ve kuvvet vermiştir. Eferi­ dilerle köleler, soylularla halk arasındaki ayınını yapan dof:a de­ ğildir. Kuvvetlinin zayıfa hizmet edece�i ve bir avuç insanın ço­ ğunluğu yöneteceği kuralını da o koymamıştır. Öyleyse, doğanın yasasına uyalım. Her yerde, her zaman geçerli ve adil olan tek yasa budur. Yoksullara, aynı koyunduruk

aıtında inleyenlere

doğanın kendilerine verdiği hakkı iade ederek, insanlı�ın

ismi­

nizi unutmamasını sağlayacak şekilde harekete geçin. Artık

te­

reddüt etmeyin kardeşler. Çok fazla d{lşiinüldü�ü zaman cesaret zayıflar!:& 7. varinius'un yanındaki iki senato temsilcisi Furius ve Co­ sinius ölmüştü, Bu kayıplar Varinius'un ordusunu teh likeli bir şekilde zayıflatmış ve bu başarısızlıklardan kendisini sorumlu tu­ tan birliklerinin güvenini sarsmıştı. Askerlerin bir kısmı mevsim hastalıklanyla kınlıyordu. ötekiler de korkak ve disiplinsizdi. - 148 -


"

Buna karşı Spartacus, nizami bir savaşta · Romalllann karşı. sına çıkabilecek güçte hissediyordu kendisini. Adamları o zama­ na kadar sadece hafif vuruşmalara ve baskın hücum:larına katıl­ mtşlardı. Halbuki bu defa Varinius'a karşı düzenli sıralar halinde yürüyorlardı; aynca, fena silahlanmış da detilerdi. Aslında köle­ lerin ele geçirdikleri, satın aldıkları ya da bizzat yaptıklan silah­ lar büyük bıçaklar, yabalar, tırmıklar, oraklar, baltalardan iba. retti. Bunları bulamayanların ellerinde de kargılar, sopalar ya da ateşte sertleştirilmiş, ucu sivriltilmiş odun parçalanndan ya­ pılmış diğer silahlar vardı. Bunlarda savaşta ateşsiz öteki silah­ lar kadar iyi iş görüyordu. Kölelerin, vaktiyle cellatlan ()!anlara karşı duydukları kin, hepsini kurnazlaştırmıştı; birçoğu zincir­ lerini eriterek, keskin kılıclar ve oklar yapmışlardı. Karşı tarafta Romalılar ve eskiden biraz daha düzgün bir moralle ilerliyorlardı. Çünkü, senato Vaıinius'a takviye yollamış­ tı. Bu yenı birliklerin, Spartacus ve adamları hakkında düşün­ dükleri, Roma'nın kanısıyla aynıydı. Bu asi sürüsünü hor gö-. rUyorlar, onlarla alay ediyorlardı : hepsi de aşatılık ayak takı­ tnıydı, hepsine çabucak zincirleri tak:ılacaktı yeniden. Haydut sürüsünü nasılsa kolaylıkla darmadağın edeceklerdi. Yeni gelen. lerin böyle böbürlenmeleri, hiç değilse eskileri yenilgilerinden ötür.ü utandırıp, cesaretlerini arttırmıştı. Ama, yenilerin kendile­ rini be�enişi, düşmanlarını daha iyi tanıdıkça, silinmeye başla­ dı. Varinius ise gözü pek olmaktan ziyade, tedbirliği tercih et. tiğinden, askerlerinin korkunç düşmanıanna alıştıklarına inan· ' dıktan sonra, ()Dları savaşa sürdü. Şunu da ilave etmek gerekir ki, savaştan az önce Spar. kuvvetlerinin cesaretini arttıracak şaşırtıcı bir olay ol­ muş, ka1Ilptan aynlıp gidenlerle beraber bataklıklarda öldü� sanılan Galyalı gladyatör Cricsus çıkıp gelmişti, Asilerin Spar­ tacus ile eşit saydıkları bu Uderin ölümden dönüşü, herkesi he­ yecanlandırmış, üstelik bakışları kasvetli bu adamın, maceraları hakkındaki hiç bir soruyu cevaplandırmaması, dönüşünün muci­ zeye benzer bir işaret oldu� kanısını yaratmı.ştı. 8.

tacus'ün

Savaş, İtalya yanmadasının güney ucunda, Sibaris ırmağının kıyısındaki Thurium şehrinin duvarları dibinde başladı. 9. Gerçek bir komutan gibi hareket etmek isteyen Spartacus, vuruşma başlamadan önce adamlannı toplayıp bir konuşma yap. ti ve onlardan birer savaşçi gibi davranmalarını Istedi. Savaşın - 149 -


herhalde bugünkü muharebe ile başıayacağını ve sonucunun bu­ günkü muharebey� bağlı olacağını

unutmamalarını söyledi on­

lara. Ya yenilecekler, ya da _birbiri arkasından gelen bir dizi za­

ferle Romalıları bozguna. .

uğratacaklardı. Başka seçim hakları

yoktu, ya yenecekler, ya da iğrenç bir şekilde öleceklerdi. Bir alkış fırtınası cevap verdi

�partacus ün '

sözlerine.

Romalı askerler, Sibaris ırmağının karşı yakasında düşmanı çl.üzenli kıtalar halinde ilerlerken görünce, saflarında birden ga­ rip bir değişiklik oldu, önce şaşırdılar ve yürüyüşlerini yavaş­ · lattılar ; Gladyatörlerin korkunç savaş çığlıkları atmasını bekli­ yorlardı. Sonra tereddütleri arttı, savaşa umulduğundan çok daha

az ateşii bir şekilde başladılar. İleri kuvvetler düşmanla ilk ça­ tışmaya gi ri ştikleri

sırada, Romalılardan habersiz ırmağı daha

aşağıdan geçen Cricsus, Galyalılarıyla beraber Romalıların geri hatlarına

saldırdı. Romalı

askerler

öyle

bir

dağılıp kaçışmaya

başladılar ki, generallerini unuttular, ortada bıraktılar. Varinius'­ un · atı tökezledi, eğeri de süvarisi de yere yUvarlandı, Pretor az daha gladyatörlere esir düşecekti. Beyaz atı, kipkızıl mantosu, ge­ neralliğinin sembolü olan etrafı tahta çubuklarla sarılı baıtası.

kısaca mevkiinin ve rütbesinin bütün alametleri asilerin eline geçti, onlar da hepsini zafer sevinciyle getirip önderlerine ver­ diler. O günden sonra Spartacus her yerde Romalı bir

tor

( *)

İmpera.­

kıyafetiyle göründü. Güney eyaJetlerinin halkı onu öyle

giyinmiş, önünde bal tasını taşıyan bir adamla görünce, saygıyla

seyrederlerdi.

10.

Tanrının, geleceğin anahtarlarını teslim etmiş gibi gö­

ründüğü bu garip insanın nereden geldiği ve karakterinin ne ol­ duğu hakkında birkaç kelime söylemenin zamanı

geldi galiba.

Spartacus, göçebe çobanlar soyundandı. Küçük bir kasabada doğ. muş ve o kasabanın ismini almıştı. Hiç eğitim görmemişti, fakat bütün dersleri hazınetmek bunların değerini kontrol etmek ve öğ­ rendiklerini hem en eyle haline geçirmek bakımından son de­

rece yetenekliydi, Işınlar nasıl bir büyüteçten geçerken birleşip çok yakıcı tek bir ışın meydana getirirse, öteki insanların dü­

�ünceleri de Spartacus'ün beyninde öyle birleşiyordu. 11.

Spartacus'ün zek!sı, onı:ı çok kısa zamanda arkadaşlann­

dan üstün bir insan haline getirıniş ve beraberindekilerin körler (*)

General.

- 150 -


ya da sadece

n

hayvanlar gibi davrandıklarını' 'anlamıştı.

Bunla­

gözlernek ve kend i isteklerine aykın bile olsa, iyi yola yönelt­

mek gerekiyordu. Capua kuşatınası sırasında meydana gelen çe­ şitl i olaylar, Varinius'a karşı yaptığı uzun savaşta edindiği tecrü­

beler ve o kadar çok sayıda insanın hayatının soruınlulu(:unu üze­ rine

almış

olması,

sempatikliğini

yok

Spartacus'ün etmiş

o yaradılıştan

ve askerlerinin

yumuşaklık ve

nazarında onu

haşin

ve mağrur bir insan haline getirmişti. Ama, unutmamak gerekir ki, körleri gütmek görevin i yüklenen, onların ızdıraplarına karşı merhametsiz, çığlrklarına karşı sağır olmak zorundadır; çünkü, o kitleyi kendi akılsızlıklarma karşı savunacakhr. Başkalannın ba­ şarılı olacağına inanınadıklannda birtakım çapraşık yollara baş­

vurması gerekir, çünkü iyiyi ve doğruyu gören sadece odur, öte­

kiler kördürler.

12.

Düşmana karşı ilk sefer, işte böylece sona erdi.

Şimdi

Romalılar, kölelerin isyanını, bir avuç haydudun yarattığı geçici bir karışıklık sayınakla ne kadar büyük bir hata işlediklerini istedikleri kadar düşünebilirlerdL ASiler birliği artık bütün güney İtalya'ya

hakimdi.

Şimdi

planlarını

Devletini kurablllrlerdi.

-

151

-

uygulayabilirler ve

Güneş



ÜÇÜNCÜ BÖL"ÜM

G U N EŞ Ş EHRi



THURİpM ŞEHRİ

HALKINDAN

HEGİO

I Thuriumıu Hegio, o gün güneş do�madan çok önce uyan.

dı. Günün çok keyifl i olaca�ını biliyor, TrakyaJı prensin, o ye. ni Anibal'in gelişini kutıamak için evini çelenklerle, asma dal­ larıyla ve yapraklarıyla süslemeye hazırlanıyordu. O sabah ba­

ğına üzün derrnek ve ökse otlarını toplamak için erkenden git­ meye karar verdiğinden, uyanır uyanmaz kal'ktı, sandallarını aya. �ma geçirdi, uyuyan karısına baktı ve terasa çıktı. Hava daha. karanlık ve soğuktu, fakai suları ufka kadar uza­

nan deniz renk defiştirmeye başlamlştı. Hegio bu saatin her şe. ylnden, ışıltılarından ve kokularından pek lezzet duyardı. Öğle güneşinin boğucu a�ırlı�ı aıtında deniz aynı kokuyu çıkarmazdı. Halbuki gece, denizin nefesi tuz ve yıldızıann mis kokusunu ta­ şıyan adeta billurlaşmış bir tazelik kokardı. Sabah yosun kokan deniz ög-Ie vakti kokmuş bahklann mide bulandıncı kokusunu ge. tirirdi insanın bumuna.

-

1 55

-


Hegio denizden esen rüzgar1 kokladı., scmra datlar tarafına döndü. Kuzeyde Lukania Apenin'lerinin beyaziaşmış tepelerinde kar izleri görtır gibi oldu. Belki de bu beyazlık sabahm sisiydi. Sonra bakışlarını · güneye ı;evirdi Hegio : uzaklarda Sila da�nın muazzam kütlesi menekşe rengine boyanm.aya başlamıştı. Aşatı­ da, dağın eteklerinde Hegio'nun da ortak: Ôldujz'u bir reçine ve çam sakızı işletmesi vardı. Cratis vadisi, sabahıri ilk ışıklarıyla renkleri aitaran görkemli

bir manzarayla çevrilmiştl. Batıya doğru döndükçe, daha kendini

göstermeyen gün�in, tutuşturmadan önce kızıla boyadıib deniz görünüyordu. Bir horoz öttü. Arkasından bir horoz daha. Derken en gös­ terişli ötme, gündüz yıldızına en uzun şafak şarkısını söyleme ba­

kımından rekabete girmişler gibi bütün horozların birden sesi yükseldi. Heg1o, ancak Latin horozlarının bu kadar budalaca Iren ­ dini beğenmiş ve bu kadar ahenksiz bir şekilde ötebileceklerini dü­ şünmekten kendini alamadı. Atalarının ülkesi olan At1k'te ho­ rozlar bile ne kadar başka öterdi, o ötüşlerin bir şarkısı, bir nağmesi vardi. Birden esiniendi Hegio ;

Ah! bu Roma'nın

horozlan,

Kulak tırmalıyor şarkılani

Hegio Romalılan sevmezdl. Gerçi yüreğinde düşmanlık yoktu onlara, ama 1nsanı ezen o gururları ve kendini beğenmişliklerlne gülmeden edemiyordu. Çıkarcıhk, adeta gözeneklerinden fışkırır­ dı bu adamların. Fakat yine de, kendisi Tnıvalı kahramanların torunu ·olduğu halde, Romalı bir kadınla evlenmişti. Kansı şim­ di iki kişilik yataklarında mutluluğun verdi�! rehavetıe ter için­ de uyuyordu. Mutluluıtunun sebebi yakındaki şenl1k, ya da Trak­ yalı prensin Thurium a gelecek olması detlldi. Daha amiyane bir şekilde söylemek gerekirse, Truvalı savaşçılann torunu olan ko­ casının, nihayet o gece, uzun zamandan ihmal ettiltl J[ocalık va­ zifesini yapmış olması mutlu etmişti Romalı kadını. Hem bir genç, hem de btr yaşlı insanın neşesiyle Hegio, yüzünf.t muazzam bir ateş parçası haline gelmiş deniz tarafına çevirerek havayı kokladı. '

Sisler içindeki dağın etetinde, hatırlanamayacak kadar eski zamanlarda ataları tarafından kurulmuş efsane şehri Sibarls'in harabeleri uzanıyordu. Bir zamanlar İtalya'nın bütün güney kıyısı

- 1S6 -


Atik'ten gelmiş sömürgecilerin elin deydL O �saneler devri insan­ Iannın gayet ince gelenekleri vardı, gümüş paralar kullanırlar , arp çalarlardı . Latinler ayı postlanna

sanmp

daha. ağaçlarda

yaşadıkları sırada, Heglo'nun ataları geometrinin de olduğu nu bi­ Urlerdi. Yeniden yükseldi horozların sesi. Heglo - birinin soluk soluğa merdlvenlerden çıktı�nı duydu. Kansıydı gelen.

- Ne yapıyorsun orada? Sabah

sabah

terasta ne işin var?

Ya çok yaşlılarla, y a da çok gençlerle konuşulurken kullanı­ lan o hoşgörülü paylama ifadesi vardı kadının sesin de . - Bakıyoruro sevgllim, bakıyorum. - Bakacak ne var? diye sordu kadın kınarcasına. Terasın kenannda durmuş esniyordu. Bir elini kocasının omzuna atmıştı.

Hegio'nun omzu, kansına bir yeni yetmenin kemikli eli gibi gel­ di ve geçirdiği gecenin zevkini hatırıayarak şehvetl e ürperdi. İkisi de gözlerini uyuyan şehre çevirdiler. Şehirden ziyade, bi­ naları taştan yapılm ış büyükçe bir köydü burası . Sayısız sütun­

lan olan, bembeyaz, sevimli, fakat gece sessizliği içinde hiizünlü bir köy. _ Daracik yollar, evlerin arasında kurumuş ırınaklar gibi

kıvnla kıvnla uzanıyordu . Damlar dümdilzdü. Tepenin yam acın ­ da, birbirine sokulmuş gibi duruyordu evler. Asıl şehir, muntazam açılar hallnde birbirin i kesen geniş caddeleri ile, daha yukanda başlıyordu. Ortasında da agora ve bir çeşme vardı. Eskt Sibaris . şehrinin yıkılmasından sonra Hippodamos adında ünlü bir mi­ mar, şehrin orta kısmını özenle çizilmiş bir plana göre yeniden

yapmıştı. Renklere de ayrı bir özen göstermişti. Mavi dağlar ve lacivert deniz arasında tebeşir gtibi bembeyaz evler. Sib!aris'in

yeni şehri Thurium iŞte böyle doğmuştu. Fakat, o günlerde bile

şehir artık epeyce eskimiş sayılırdı. Alleler de eskiydl. Ucu ' bu­ cağı gelmez şecere ağaçları ve çok az çocukları vardı Thurium­

lulaıın. Halk, Atık Yunancasından daha temiz bir Yunanca ko­ nuşurdu. Bir de, hAla İSkenderiye'de kullanılan dildi bu. Thu­ ri um lular Truvalıların , ya da hiç değilse, «Yatak örtüsü altında kalmış bir gül yaprağından rahatsızlık duyan» nazik Smlndri­ des'in soyundandılar. Bazılan Romalı kızlarla evlenirlerdl. Roma'nın senatosu tse, son Kartaca savaşlan nda Annibal'i destekledikleri için bunların - 157 -


her şeylerini ell eri nden amıştı. Romalı kolonlar şehrin kuzey doğusundaki kendi mahallelerinde· yaşarlardı, nüfusları hızla art­

çalışkandılar, Truvalılar

mıştı,

,soyundan gelen Thuriumıuıar ise

bunlardn nefret ederlerdi. Burunların ı hala yenlerine sildiklerini söyleyerek küçük görürlerdi onları . Romalılar Thurium'un adını

da değiştirm eye ıkalkmışlardı. Kendi mahallelerinin adı Copia ol

duğundan , bütün şehre bu adı verirlerdi. Zaten, resmi yazılarda da, şehrin tümünden Copia diye söz edilirdi. Buna karşı eski aileler sadece eski isimlere itibar ederlerdi ı

Hellade de, Thuriuva da, Hellade ve Thuriuva olarak kalmıştı. Yeni Annibal saydıkla rı Spartacus'ü de destekleyeceklerdi

elbet.

İster Kartacalı, ister Trakyalı olsun, Romalıların, kendi çıkann­ dan başka bir şey düşünmeyen ve burunlarını hala konarına si· len o ka ba adamların başını derde sokmu.ştu ya, yeterdi

darı !

bu ka­

Şimdi, gene, ihti yar herkes Trakyalı prensin gelişini kut.

lamaya hazırlanıyordu. Yavaş yavaş sokaklarda,

uyuşukluğundan kurtuluyordu

sabahın köründe kalkan

ınamış keçi çobanları, daha uykunun

Ş(fu.lr.

Daracık

yüzü do�ru dürüst yıkan ılıldı(rını taşıyan keçkik­

leri sürüp götürüyorlardı. Keçiler boyunlarına asılı çıngır:ikları sanıyorlar, çobanlar ise kavallarından çatlak sesler çıkarıyorlardı

Deniz,

Hegio'nun terasını, sabahın yosun kokusuyla süpüriiyordu

Uzakta, dağa asılı gibi duran tarlalarda beyaz sürüler atıarnaya başlaınıştı bile. Hayvanlar ırınaktan yükselen sis'in

içinde

yüzü.

yordu. Lukania'nın tebeşfr rengindeki topra�ı kadar beyaz bo�a­

' ıar, ileri batıara dikilmiş n öbetçi ler gibi

başlannı

Appenin dağ­

ları yönünde çevirip du ru yorlardı . - Gel kalıvaltı et, dedi kadın.

- Hayır, diye cevap verdi Hegio gülümseyerek. Neh rin kıyı. sına inip daı ve yaprak toplayacağım. Şey için . . .

- Kahvaltıdan önce mi? - Evet, çocuklar da benimle gelecekler, sonra evi süslemenize yardım ederler. - Çocuklar gitmeyecek, dedi kansı .

Hegio'nun kansı bir Romalının kızıyd ı . Romalılar ise Trak­ ya hya düşmandılar. Hepsinin suratı asılmıştı. Bağnaz bir şoven ­

lik kini vardı içlerinde, belki de k orkuyorlard ı .

- 158 -


- Pekala, yalnız

giderim, ded i Hegio.

- Yatak kıyafetiyle mi? - Bir şey alırım üstüme. Bak ne güzel dallar getirec�im ! Öfkeyle soluyan karısı peşinde olduğu halde merdivenlerden indi Hegio. Zemin katında, evin tek kölesi Publibor, kö peğin yi ­ ye ceğ ini ver iyor<;lu . - Nehir kenarına benimle geleceksin, dedi Hegio. Dal ke Z in cirini çekiştirerek havlayan kö�e döndü :

­

seceğiz.

de bizimle geleceksin.

- Sen

Hegio önde köle birkaç adım arkasında, yola çıktılar. Köpek ,

önden gidiyor, durup bekliyor, efendileri kendisini geçince çılgın­ ca bi r koşu tutturarak onlara yetişiyordu. Şehirden çıkarken, du­ varların artık taştan değil, güneşte kurutulmuş saman ve gübre Jmrışım ı t ez.ekten evlerin ise tahtadan yapıldığı kesimde bahçe­ ci Ti ndarus ile karşılaştılar. Tindarus salata ve sebze doldurdu­ ,

,

,

ğu bir el arabasını sürerek şehre gidiyordu.

- Sabah sabah

nereye? diye

sordu bahçecı .

- Kölem ve köpeğimle beraber dallar, yapraklar toplamağa Trakyalı prensin gelişine hazı rl ık yapacağım.

gidiyorum.

el ara bas ını duvara dayadı :

Bahçeci - Laf

aramızda, dedi, bu adamın

prens

unvanı

taşımaya

hakkı olduğunu sanmıyorum. Bir gladyatörnıüş diyorlar. Belki de b i r haydutmuş, ya da daha beter bir şey . . . - Saçma! dedi Hegio. Böyle kudretli insanlara her zaman i ftira edilir. Hem ne olursa olsun Romalıların hakkından geldi ya ! Yeni bir Ann ibal bu adam! Hem bize iyi bir şeyler, yeni­ l ikler g et iriyor Tabii tabii, diye onayladı, kimseyi gücendirrnek istemeyen .

· -

Tindarus.

,

Ama, diyorlar ki, bütün

kölelere vatandaşlık hakları

vermek istiyormuş. Herkesin parasını, evin i elinden alacak, her şeyi altüst edecek:mtş. '- Saçma! dedi Hegio.

Sonra

kölesine dönüp

sordu : Hizme­

timden ayrılmak ve başka bir hayat sOrrnek ister misin? - Elbette ! diye cevap verdi Publibor.

Gördün mü? tehlikeli bir iş bu! _....,

dedi bahçeci yine el arabasına yapışarak. Çok

- 159 -


Heg1o

bu konuşmayı etlencell

buluyordu, «Vay küstah .vay!

' Karım biraz sert, biraz sinirli oldutu i�in böyle düşünüyorsun, de(:il

ml? Ama

bana da aym şeyi yapmıyor mu? Ben sana hlç

fena muamele ediyor muyum?, - Hayır, dedi tı. Her

Publ!bor

ve ciddi bir ifadeyle efendisine b3ik·

şeyi ciddiye alıyordu Publibor, yüzünden belliydi. Hegio

birden, kölenin bir yüzü oldu{runu farketti ve bu yenilik düşün­

dürdü onu.

- Hay Allah! dedi. Senin dini bir dern�e üye olmana izin vermedim mi? - Evet. - Ben de aym derneğin üyesiyim, dedi bahçeci. Evvelki gün bir genel kurul toplantısı yaptık. Şaşırnııştı Hegio : - Daha ne istiyorsun? Görüyorsun, sana tam bir özgür insan gibi muamele ediyorum. - Tek ayrıcalığını bu, diye cevap verdi Publibor. Gitgide daha büyük bir hayrete düşüyordu Hegio : - Tek ml? Resmen, dedi{rin do{rru. Ama bu bile büyük bir şey değil mi? Sonra vasiyetnamemde, ben ölünce özgür olaca­ ğını da yazdım. Ölmekte geç kaldırtıını mı düşünüyorsun yoksa? - Evet. efendim . Yüzünü buruştudu Hegio; bahçeci de içini çekti : - Gördün mü? Tehlikeli iş dememiş miydim sana? Senin ye.

rinde olsam kırbaçlatırdım bunu ! - Demek özgürlüğe

o

kadar önem veriyorsun, dedi Hegici.

Bana sorarsan, özgürlük aldatıcı bir hayalden ibarettir. Az önce benim evimde iyi muamele gördüğünü sen de kabul ettin. - Kabul ettim, efendim. - Para birildlriyor musun? - Evet. - İşte, . asıl kötülük burada! ded i bahçecİ. Eskiden öyle şeyler var mıydı? özel mülkiyet iştah uyandırır. Ben senin yerinde olsam parasını alır, bunu da kırbaçlatırdım.

- 160 -


ve

- Bu da bir fikir ded1 Hegio

p

di hele dal, ya rak toplaYalım da . . .

e i

y n den yola koyuldu . . Şim­

Yeteri kadar dal yaprak topladıktan sonra, otlayan öküzler­ den az öteye, Cratis'in kıyı.sına oturdular. Köpek

yorulmu ş ,

bir

sfenks gibi ayaltiarını toplayıp karınüstü uzanmıştı. - Bak, d ğinde, mu

sun?

edi

n ehrin

Hegio, şu anda ikimiz de yüksek dağların ete ­ tam

kıyısındayız. . .

ölmemi

gerçekten

istiyor

Delikanlı efendisinin gözlerinin içine baktı : - Benim gerçekten efendim misiniz? Ben de sizin gerçekten

malınız m ıyım? - Evet,

dedi

Hegio. Meseleye hangi

gerçek budur. İkimiz de, rin

kıyısına

karşımıza

açı dan

bakarsan bak,

şu yüksek dağları alarak, neh­

rinin

bir küs­

pturmuş olduğumuz şu anda, senin sözle

tahlık, benimkilerin ise kanımca bir hoşgörü ile dolu olduğu şu

anda bile gerçe

böyle. Doğru söyle; dediğim gibi değil mt?

Köle kısa bir .sessizlikten sonra cevap verdi. - Evet doğru.

nu

o

- Devam edelim, dedi Hegio. Var ' lan her şey gerçektir. Bu-

rtışacak

ta

değiliz. Ben şimdi güneşe oturmu şuro ve

sırtımı ısı­

tıyorum ; sen gölgedesin ve üşüyorsun. Bunda haksızlık

var, ka­

bul ediyoruın. Fakat, haksız olsa da, olmasa da bu durum ger.

çekten mevcut. Bunun neden böyle olduğunu herhalde tanrılar bilir. Aksini isteselerdi tanrılar, aksi olurdu. Bir şeyin gerçek oı . ması , en kuvetli kanıt değil midir

?

- Evet ama, dedi köle, sizi bir parçacık itsem suya düşer­ siniz, o zaman güneşe ben otururum.

- öyleyse

neden itmiyorsun? diye sordu Hegio gülümseye.

rek. Haydi bir dene. Kırbaçtan mı korkuyorsun yoksa?

Köle ilk def a gözlerini Hegio'dan kaçırd ı ve cevap vermedi . - öyle ya? diye devam .etti Hegio? Neden dediğin gibi yap­ ve sen benden

t

u uz

mıyorsun? İkimiz de nehrin kıyısına o urm ş

daha kuvvetlisin. Beni öldürsen, Trakyalının yanına kaçar ve ce­ ıalandırılmaktan kurtulursun. Neden yapmıyorsun bunu? Delikanlı cevap vermedi, başını kaldırmadı. Yerden otla parıyordu.

- i61 -

ko­


- Büyük Pitagor, burada, ·kölelerin efendilerine tannlar gi ­ bi inanıp bağlanması, efendilerin de kölelere hayvan gibi mua­ :mel.e e tmeleri

gerektiğini söylemişti. Sen de böyle n'ıi düşünü­

yorsun? - Hayır, dedi Publibor. - Öyleyse, cezalandırılmak korkusu da olm adı ğına göre, neden

beni nehre

atmıyorsun?

Neden kuvvetini kullanmıyorsun?

Neden senin ruhun u tan çl a , benimki ise hoşgörüyle ve heyecanl a dolu? Doğru, değil mi? - Doğru, dedi köle ve biraz düşündükten sonra ekledi : Sa­ dece bir alışkanlık bu. - Öyle mi sanıyorsu n ? Trakyalının yeni alışkanlıklar geti­ receğine mi inanıyorsun? Öyle bir şey yapabilse, Annibal 'den de

büyük olurdu Trakyalı. Çünkü, düşün ce alışkanlıklarını değiştir­ mek kad ar zor bir şey yoktur. :- Yapacağına inanıyorum, dedi Publibor. - Nereden

çıkarıy orsun

bu fikirleri?

Şimdiye kadar çalış­

kan ve sessiz b i r insandın. Bir yüzün oldu �unu ve gülümsediğini hiç

farketmemiştim.

Hiç değilse nası l gülümsediğini, nasıl gü­

ıündüğünü bilir misin ? Susuyordu Publibor. Hegio yüzüne dikkatle baktı ve bir ço­ cuğa ya da bir ya şlı ya gülümser gibi gülümsedi. - Hala ölm em i istiyor musun? diye sordu. Suyun d lbind eki şu çakıl taşlarına bak. SU ne kadar berrak, otlar bile görülü yor. Su, çakıl taşlarına ve otlara çarptıkça, kendine özgü bir ses çı­

karıyor. Bunları farkedecek gözlerin, kulakların var mı ? - Hayır efendim.

Şimdiye kadar

otlar üzerine uzanıp yat ..

maya hiç vaktim olmadı. - Körler, sağırlar gibi ve hiç yüzün gülmeden yaşıyorsun, denizden gelen her kokuyu gayet iyi farkettiğim ve çok uzakları

g ören gözlerim olduğu hııJde benim ölümümü bekliyorsun. İşte utancının sebebi bu, benim hoşgörürlülüğümün sebebli. de bu. Mutsuz olan, sevilmeye layık olmamış demektir. Köle, yerdeki otları yolmaya devam ediyordu :

- 162 -


- Benim daha kuvvetli olduğumu siz söylemiştiniz, dedi. - Evet ama, kuvvetli olduğunu ne zamandan beri biliyorsun? Bu mesele senin sandığın kadar açık değil. Hanımın kaç defa dövdü seni. Çok hızlı vurmadı ama dövdü ya. Halbuki ondan daha kuvvetli olduğun, bir kere bile gelmedi aklına. - Evet, dedi köle, alı şkanlık bu.

- Ya şimdi? Kuvvetli olduğun a seni Trakyalı mı inandırdJ

yoksa? Köleleri ayaklandırmak için, haberciler ·salıyorımış diyor­ Hı.r, doğru mu?

____. Evet. - Onun söylediklerine inanıyor musun? - Evet . - öteki köleler de inanıyorlar mı? - Çoğu.

- Neden hepsi değil? - Alışkanlıkları ağır basıyor da ondan

.

- Şu kölelerin Annibal'i neye ben ziyorın uş? - Bir hayvan postuna sarınıyor ve daima beyaz bir at üsiilinde dolaşıyorınuş. önünden

iri

yarı muhafızlar yürüyormuş.

Baltasını b\\nlar taşıyorlarmış.

- Romalı bir general gi bi ! - Hayır, çünkü onun arnıası gümüş kartaUar değil, parcallmmış blr zincir! - Orijinal bir fikir, dedi Hegio. Demek ki sen de, ben de eğlenceli birtakım d�işlkliklere tanık olacağız. öyle değil mi? -

öyl e, dedi köle ciddiyetle efendisinin gözleri içine bakarak.

otların üstüne

uzanmışlardı.

Şafağın

perdesini nihayet ta­

mam en yırtmış ve mavimtra:k muazzam çıplaklığıyla ufukta iyice

belirmiş olan dağları, birkaç dakika daha sessizce seyrett iler. Gü­ neş, denizin kollanndan kurtulalı epeyce zaman olmuş, göktOzün­ de iyice yükselmiş, havayı ısıtmıştı . Şimdi kırlardan yükselen sabah havasını kokluyordu. Bahçelerde zeytin ve limon ağaçları arasında, Insanlar her zamanki gibi çalışmaya başlamışlardı. - 163 -


Eve dönmek için yola çıkmadan önce, Hegio yine konuştu : . - Trakyalının bugün gelecek olması ve ne sen, ne de ben daha inanamazken dedi .

Savaş

gibi

her şeyi

değiştirivermesi aslında çok garip,

bir şey . . . Herkes bundan söz eder,

Kimi

ve çağırır, kimi istemez, reddeder. Ama kimse geleceğine ten

inanmaz ,

sonra

birden

geliverince,

herkes

ister

gerçek­

haklıymış diye

düşünüp şaşar. Kehanetinin doğru çıkmasına kAhinin kendisi ka­

eden olmaz. Zira, i nsa nın düşüncelerinin en derin noktalannda müthiş bir tembellik ve alışkanlık yatar. Ta derin­ dar hayret

lerden bir ses, yannın da bugün gibi olacağını fısıldar insana. Doğru olmadığını bile bile inanır buna. Allahtan böyle oluyor, yoksa öleceğini bile bile nasıl yaşardı insan? Haydi şimdi gidip evimiZi şu dallara, yapraklarla süsleye!m de Trakyalıyı gerekti� gibi karşılayalım.

-'- 164. -


II

THURİUM'A GİRİŞ Güneş iyice yüksel m iş, şehirde heyecanlı bir kaynaşma baş­

lamıştı. Thuriumlular Lukania'nın tebeşir rengindeki toprağı

ka­

dar .beyaz evleriYle teraslarım, asma dalları ve çeenklerle süslü­

yorlardı. Yakında bir.. _değişiklik olaca(:ını düşünmek hepsini ke­

yiflendirmişti. Trakyalı ınensin şehre girmesini sabırsızlıkla bek­ liyorl ar,

daracık sokaklarda toplanmış, itişip kakışıyorlardı. Bu

arada Romalı kolonlar, milletlerine yöneıtilmiş bir hakaretten gücenmişler gibi suratıarını asınış, bir kenara toplanmışlardı; �epsinin bakışları karanlık ve küskündü. Belki de korkuyorlardı. öte yandan, şehir m ecli sinin de içi rahat degildi. Bu acayip general Romalıları yenmişti. . Bu bakımdan sempatik görünüyor­ du, ama başka bütün bakımlardan da kaygı yaratıyordu. Kendi­ ne « Köl eleri n Kurtarıcısı», «Mutsuzların Önderi» dedirtiyordiu ya . . Neyse, Trakyalı güneyde Roma boyunduruğunda inleyen Yunan şehirleriyle ittifak yapmak istediğine göre, onun bu sı­ fatları gerektiğinde daha uygun bir anlamda yorumlanabilimi ' belki. Vakti yle Thurium da, güney İtalya'nın dı ğer şehirleri de, Annibal'in davasını tutmuşlar ve onu savunmuşlardı. Ama, All ­ nibal büyük bir kaptandı, ülkesinde gerçekten bir prensti. Hal­ buki bu Spartacus'ün geçmişini pek karıştırmamak yerinde olur. .

du. Çünkü, prenslik sıfatı bile Thurium şehrinin ona bir bağı­ şıydı. Truvalı kahramanların Thurium'daki sirkten

mağnır

çocuklan,

kaçmış bir gladyatörle eşit şartlar altınçla görüşmenin

yakışıksıl'i olacağını · düşünmüş ve ona bu sıfatı takmışlardı. Böy­

le bir aniaşmaya varmak i se zorunluydu. Thuriumlular ittifak ,

yapmasalar şehirde taş üstünde taş kalmayacağını pek§Ja bili­ yorlardı .

Bu bakımdan, şehir meclisi o maceracının müzakereye te­ nezzü l etmesinden hem şaşırmış, hem de sevinmişti. İleride de �

165 -


göreceğimiz gibi, bu müzakereler, alelı!de görüşmeler şekilde ol­ mamış, anlaşma şu şartlarta yapılmıştı : Şehir meclisi köleler ordusunun, Sibaris ve Cratis arasında uzarian ve bir tarafı dağ­ ların, öteki tarafı denizin himayesindeki ovada, sehrin duvarları dibinde çadır kurmasına izin vermişti. Bu bölgenin ekilebilir bü­ tün arazisi Trakyahya bırakılmıştı. Şehir meclisi, köleler karın­ larını doyuracak ürünleri topraktan alana kadar, bu koca kit­ leyi doyurmayı vaadetmişti. Buna karşı, Spartacus'ün şehre sa,. dece sembolik nitelikteki g irişin den sonra, bir tek asker bile şehııi varlığıyla rahatsız etmeyecekti. Spartacus ayrıca antıaşma imza­ lanır imzalanmaz Thurium'daki köleler arasında propaganda faaliyetine son vermeyi kabuı ediyordu. Traidıyalının temsilci­ leri önce şu koşula şiddetle karşı koymuşlar, fakat sonunda kabul etmişlerdi.

Kalabalık arasında Hegio'nun yanında duran Tindarus :

- Artık yaklaşmışlardır, dedi. Agora'ya çıkan ana caddeniii iki yanını çeviren muazzam ka­ labalık arasında, adeta ezilmiş bir halde saatlerden beri bekli­ yorlardı. Başlannın üstünden çelenkler ve buketıer sallanıyor­ du. Pırıl pınl, yusyuvarlak bir güneş gökyüzünü tutuşturuyor, de­ niz terasiara doğru öğle vakti kokusunu, o kokmuş balık koku­ sunu üflüyordu. Kalabalik içinde birbirlerine yapışmış gibi duran ve durmadan terleyen Thuriumlular gevezelik ederek bekleşiyo�­ Iardı. Birden Hegio'nun küçük oğlu bağırdı : - İşte işte! Geliyorlar! Caddenin öbür ucundan doğru ağır ağır yaklaşan kocaman bir toz bulutu içinde ilerliyordu köleler ordusu. Kalabalık ara-­ sında bağrışmalar oldu, herkes ön sıraya geçmek için birbirini itmeye başladı. Görevlerini titizlikle yapan milisler kalabalığı zar zor zaptediyorlaı;-dı. Evet, geliyorlardı. Tindarus boyuunu uzatarak sordu : __.

Ne kadar varlar 'a caba? - 1 66 ......,


- Yüz bin! diye bağırdı bir çocuk. (Haberi güvenilir bir kay­ naktan öğrenmişti galiba.) Şehrin altını üstüne getirecek yüz bin kişi! - Yok canım! O kadar da olmaz. - Geçide sadece seçkin birlikler katılıyor, dedi Tindarus'un solundaki adam. öyle anlaşmaya varılmış. - Anlaşma, anlaşma. . . diye homurdandı bahçeci.

Sanki an­

laşmaya saygı gösterirlermiş gibi! Toz bulutu daha yakma gelmişti. Thuriumlular boyunlarını uzattılar. Kalabal ık taki insanların

çoğu

beyazlar

giymişlerdi.

Karıları da

saydam

kumaşiara

sa­

rınmışlardı. Milisler, sıra bozulmasın diye çabalayıp duruyorlardı. Derken, ordunun öncüleri göründü. On kişilik sıralar halin­ de yürüyen öncüler in yarı, atlet yapılı, bo�a enseli askerlerdi. Ağır çizmeleri:.:tn bastığı yerden bir toz bulutu

yükseliyordu.

Dimdik, dosdoğru yürüyorlar, başlarını sağa sola çevirmiyorlardı. Sanki, Tlıurium hiç ilgilendirmiyordu onları. Leetar'lar C*> gibi önden

.

gidiyorlar, fakat

balta

değil, parçalanmış zincirler taşı­

yorlardı. Halkla aralannda pek az mesafe kalmıştı. Birkaç Thuriumludan

çekingen alkış sesleri duyuldu, fakat

arkası gelmedi alkışların. Yolun iki yanına toplanmış meraklı­ lar birden şaşırmış ve hayal kırıklığına uğramışlardı; çünkü bu geçit töreninde hiç bir

ihtişam

yoktu, aksine k.asvetliydi. Ağır

adımlı öncülerin arkasından beyaz bir ata binmiş, sırtına bir

hay­

van postu atmış Trakyalı prens göründü. Yanında bir atlı dı:iba vardı : İri yarı, uçları aşağı düşük bıyıklı ve alabildiğine suraisız bir adam. Ata da, altındaki bir k.atırmış gibi binmişti. Bu iki liderin önünden de kan kırmızı bir sancak gidiyordu. Görgü ku­ rallarını iyi bilirierdi Thuriumlular; yaşasın ! diye ba�ırdılar, el­ lerin i havaya kaldırdılar, _ elbiselerinin geniş kollarını salladılar. Prens, kolunu gerip uzatarak karşılık verdi, atını şaha kaldıra­

rak bir gösteriş yaptı, ama yüzü hiç gülmüyordu. Halk, bakışla(*)

Eski Roma'da yargıç yetkisine sahip kişilerin önünden yü­ rüyen ve onların rütbe ve yetki alarnetini taşıyan asker.

- 167 -


rındaki haşinliği farketm�şti, fakat yine de hoşlanmıştı ondan, Yanındaki iri yarı atlıdan ise çok daha az hoşlanmışlardı. Adam kendisinin selamlandığını farketmemiş gÖrünüyor, ifadesiz göz­ leriyle dosdoğru karşıya bakıyordu. Onun atı geçerken kalabalık gayri ihtiyari geriliyordu. Yüzündeki ifade prensinkinden çok da­ ha etklliydi. Thuriumlular o yüzü kolay kolay unutamayaca.k­ lardı.

Askerler, bu geçit törenini bir an önce bitirmek ister gibi, Agora'ya doğru çabuk ç abuk yürüyorlardı; Bütün bu geÇit bo­ yunca, kalabalık hiç bir an, gerçek bir sevinç alAmetı göster­ medi. Liderlerden sonra, yine yaya askerlere sıra geldi. Kirli surat­ lı korkunç bakışlı adamlar alabildiğine toz kaldırarak yürüyor­

lardı. BU yeni müttefikler, Romahiara o kadar acı yenilgiler tattırmış. olmakla ün kazanan bu adamlar, ne acayip askerlerdi? - Birlik sancakları yerine ne garip aHimetler taşıyariardı böyle? Ellerinde tahtadan gayet kaba bir şekilde yontutmuş öyle koca­ ·m an, öyle ağır haçlar vardı ki, bunlan taşıyanlar neredeyse ağır­ lığı altında ezilecek gibi görünüyorlardı. Ya o parcalanmış zin­ cirler? İnsanın yüreğine kasvet veriyordu! Paçavralar içindeki bir grU'bun arkasında, yüzü çiçek bozu­ ğuyla delik deşik bir adam göründü; ağzında bir insan kafası olan kocaman blr morina balığı vardı elinde. Hegio'nun oğlu ayaklarının ucuna basıp yükseldi ve çocuk sesiyle sordu : - Bu ne baba? Gerçekten insan yiyen balık var mıdır? Hegio gülümsedi; Tirandus ise eliyle ağzını kapadı çocuğun - Şşşt! öyle sorular sonna, askerler kızarlar belki. Yolun iki yanındaki insan dizisi gürültüyü azaltmıştı . Artık kimse kimseyle latife etmiyordu. Kimse alkışlamıyor, hatta kim­ se gülümsemiyordu. Bir t oz bulutu kaldırarak, yolu döven ayak seslerinden başka bir şey duyulm!uyordu. Geçit töreni devam ediyordu : Arkadan, Lukania'nın bodur atıarına binmiş adamlar geçti. Herkes şaşkınlıktan aptallaşmış, hatta dehşete kapılmıştı : Ağır süvariler -atlar da, insanlar da­ zırhlı değildi. Bütün kıta içinde en fazla birkaç asker, gayet basit - 168 -


ve birbirine iple tutturulmuş maden levhalarla vücutlarını ört­

müşlerdi

ve bu maden parçalan, adamlar yürüdükçe burda demir

şakırtısı

çıkarıyordu. Hemen bütün mızraklar tahtadandı. örü­

lerek birbirine tutturulmuş kamış kalkanların üstleri hayvan de­ rileriyle örtülmüştü. Askerler ellerinde kılıç yer:lne tırpan ve ya. balar tutuyorlardı. Ne üniformaları, ne mitferleri vardı bu adam­

ların. Kiminin başı açıktı, ellerinde de kocaman savaş sapanlan

görülüyordu. Kimi parça parça gömlekler giyniişti, kiminin bel­ den yukarısı tamamen çıplaktı : Sakallarıyla göbekleri arasında kalan kıllı ve tunçtaşmış

çıplaklıkların dünyaya

Dleydana okur­

casına teşhir ediyorlardı. Meraklılar kalabalığından bir homurtu

yükseldi. Kadınların gözbebeklerinde garip bir ateş yanarken, er­ kekl er başlarını çevirdiler. Yaşlıca bir kadın düşüp bayıldı, öte­ kiler içierini çektiler. Bayılan kadını kaldırıp götürdüler. Devam ediyordu geçit . . . Sonra piyadeler göründü. Bunlar milliyetlerine göre grupla­ ra ayrılmışlardı. Boylu boslu, iri kemikli, aşağı sarkık bıyıklı Gal­ yalılarla Germenler, açık renk gözlü, ince uzun, insana hayret

verecek kadar çevik Trakyalılar,

ciltleri

sertleşmiş, bakırlaşmış

Asyalı veya Nümidyalı barbarlar, kulakları halkalı, aıt dudakları pırıl

pırıl parlayan çenelerine doğru sark:mış zenciler.

- Bir bu eksikti l diye mınldandı Tindarus. - Eğlenceli ! dedi Hegio. liala gülümsüyordu . Sonra oğluna

eğildi :

«Hoşuna gitti mi küçük? Eğlenceli, renkli bir gösteri de­

ğil mi?» - Evet, dedi çocuk, tam bir sirke benziyor.

- Şşşt!

diye çocuğu azarladı bahçeci. .öyle şeyler söyleme!

Arkadan bir toz bulutu daha koptu ; bu defa öküzlerin çek­

tiği

arabalar ağır ağır geçiyordu. Arabalara hastalarla yaralılar

yüklenmişti. Adamlar, lekı:Hi örtüler üstüne arka üstü yatırılmış­

İl. Bazılan etrafla ilgilenmiyor, gökyüzüne bakıyor, - ötekilerden de kimi dilini çıkarıyor, kimi de acıyla yüzünü buruşturuyordu.

Yüzleri sineklerle örtülüydü. Göz çukurlarında kaynaşıyor ya da sargıların etrafında vızıldıyordu sinekler. Hegio;nun küçük

oğlu ağlamaya başladı. Bahçeci bomurda­

myord u :

- 1 69 -


- Neden bunları gösteriyorlar sanki? Bu nlar da mı seçkin

kuvvetine dahil yoksa?

- Hayır, dedi

Hegio. Her şeye rağmen ori j inal bir geçit.

'Üç araba daha geçti. Arkadakiler, önde giden lerden daha az

sefil manzaralıydı. Arkadaki arabaları atlar çekiyordu, içlerinde de, sineklerle örtülmüş birer ceset vardı. Cesetlerin boyunlarına parçalanmış birer zincir geçirilmişti. Mide bulandırıcı bir koku

yayılıyorrlu cesetlerden.

Nihayet sona erdi geçit töreni. Yolun iki yaiıına sıralanmış

kalabalık seyrekl eşti . Yine de insanların çoğu, gitmeye cesaret edememlşlerdi. Korku, yerlerine çivilemişti bu nları . Geçit töreni

denen o maskaralık sona erdikten sonra bile, bitkin bir halde,

oldukları yer de bekleşmeye devam ettiler.

--: 170 -


III YENİ YASA Spartacus'ün askerlerinin şehre girmemeye iyice dikkat ettik­ lerini gördükçe, Thuriumluların yüreğine su serpilmiş, kaygıları ortadan kalkmıştı. Asiler şehrin dışında, Sibaris ile Cratis nehir­ leri arasındaki ovaya yerleşmişler ve «Güneş Şehrini» kurmak için çalışmaya başlamışlardı. İlkbahar yaklaşmıştı artık. Topraktan can veren, keyif veren buharlar yükseliyor, deniz öfkeli dalgalarıyla kırları istila edi­ yordu. Esirler, kuvvetli balta darbeleriyle dağın bitki örtüsünü parçalıyorlar, kütükleri kesip, beyaz öküzlerin çektiği arabalara yüklüyorlardı. Ağaçlar testerelerden geçiriliyor, kesiliyor ve şeh­ rin ilk ambarlarıyla ilk yemekhaneleri için keresteler hazırlanı­ yordu. Cratis nehrinin kıyısında Keıtı er balçık toprağın inadıyla, direnmesiyle mücadele ediyorlar, balçığı kalipiayıp güneşte kuru­ tuyorlardı. Hepsinin hayal ettiği şey aynıydı : tuğladan yapılmış bir evde oturmak. Trakyalılar, «Yurt» dedikleri kulübelerini çe­ peçevre sarmak için keçi derilerini topluyorlar, kulübelerin da­ mını da yumuşak, fakat sağlam sarmaşık dalları örgüsüyle örtü­ yollardı. Aynca, konuklar geldiğinde daha içten bir hava yarat­ mak için yere yumoşacık halılar seriyorlardı. Lukanialılar ve Samnialılar, damları koni biçimindeki minnacık evlerini, tezek, kömür tozu v.e çakıllı kurola yapıyorlar, tabanını anız ve saman­ la döşüyorlardı. Bu evlerde ahırların ılık ve rabavet veren kokusu vardı. Zenciler kendilerine ev yapmak için hasır örüyorlar, bun­ ları yan taraflarından kazıkiara tesbit ediyorlardı. Bu hasır ev­ ler hemen dağılıvereceği sanılan oyuncak gibi şeylerdi, ama en şiddetli rüzga.rlara bile dayanıyor, yağmur yağdığında ise içeri bir damla su sızdırmıyordu. Güneş parlıyor, topraktan buharlar fıştırıyor, sebzeler baş veriyor ve şehir durmadan büyüyordu. Şe-

- 171 ,..-


hir,

uzun

zamandır

içi.ıide

sakladı�ı

özsularla

bereketi

artmış

h11:mu slu topraktan fışkırır gibiydi. Hepsi kızgın demirle dağlanmış, karlerin kusup attığı, dört bir yandan gelmiş yetmiş bin esir, şimdi kendi şehirlerini yapı­ yorlar, kütükleri arabalafla taşıyorlar, taşları yüklenip yapı yer.

lerine götürüyorlar, çekiç sanıyorlar, rendeliyorlar, her şeyi yerli yerine yerleştiriyorlardı. Onların şehirleri, şimdiye kadar

hiç

kim­

senin benzerin i görmediği bir şehir olacaktı. Topraksızların mül­ kü, vatansızıarın vatanı, esirlerin özgür şehri olacaktı burası. Şehir topraktan fışkırıyordu, herkes yapı işlerini kendi key. fince yürüyüyordu.

Her

milletin ayrı bir mahallesi vardı. Keltıer,

Trakyalılar, Lukanialılar, Suriyeliler, Afrikalılar, kendi mahalle.. lerinde her şey i kendi gönüllerince yapıyorlardı. Fakat,

şehrin

genel planı, askeri şehireilik düzenine hiç aykırı düşmüyordu. İki tarafına çukurlar kazılmış surlar, masmavi ve görkemli dağiann eteğinde, Sibaris ile Cratis nehirlerinin arasında, gayet düzgün bir

kare

şeklindeydL

Kölelerin

şehri,

dümdüz ve

alabildiğ'ine

muntazam hatlarıyla ve o erişilmez haliyle ovanın -ortasında yük­ seliyordu . Şehrin dört kapısını yırtıcı ve dilsiz dev nöbetçiler bek­ l iyordu. Kapıların

dördüne de kölelerin

n

simgesi olan parçalan­

mış zincirler asılmıştı. Ta uzaktan görü üyordu bu zincirler.

dır, pan

Şehrin tam ortasındaki tepenin doruğunda, muazzam bir ça­ bir taç gibi kondurulmuş, çadırın önüne bayrak görevi ya­ kıpkınnızı

bir

bez

asılınıştı : General burada oturuyordu.

Esirler birliğini yönetecek yeni yasalar buradan çıkıyordu. Bi­ raz aşağıda Spartacus'ün yardımcılarının çadırlan, tepeyi bir ke­ mer gibi sarmıştı. Daha aşağıda daha geniş bir çember vardı :

ortak binalar, yemekhaneler, demir ocaklar, ambarlar ve ahırlar.

Evlerin

bulunduğu mahallelerde herkes kendi evini kendi iste­

ğine göre yapıyordu; buna karşı yiyecekler, hayvanlar, silahlar ve aletler ortak ınaldı. Şehrin temeli atıldırtı zaman İmparator birtakım yeni yasa­

lar koymuştu. Bu yasalar, Fulvius'un kalemiyle gelecek kuşakla­ ra şöyle aktanldı : ı.

Hiç

kimse sadece kendi ihtiyaçları için çalışmayacak ve

komşusuna kendi keyfi ve hırsı için baskı yapmayacak. Hiç kim­ se kendi keyfi ve ihtiyacı

Herkesin ihtiyacı

için komşusununkini kısıtlamayacak.

bundan böyle topluluk tarafından karşılanacak.

- li72 -


2. Kimse yakınını kendisine hizmet ettirmeyecek; zayıf ar­ tık kuvvetlinin emrinde olmayacak. Bir çuval unu olmayan, bir çuval unu olana bağlı . bulunmayacak. Çünkü, bundan böyle bir­ likte bütün yiyecekler ortak mal Sayılacak. 3. Bu nedenle, kimse evinde yarım günlükten fazla yiyecek bulundurmayacak. Kimse evinde erzak ve mal stoku yapamaya­ cak. Herkes, bir birlik üyelerine yakıştığı gibi büyük yemekha­ nelerde ortak mal olan yiyeceklerle karnını doyuracak. 4. Aynı şekilde silah ve alet ihtiyacıyla, elbise ve ev ihti­ yaçlan da herkeşin topluluk içinde kendi yeteneklerine göre, örneğin; duvarcı, silahçı, tanıncı olarak yapacağı iş karşılığında Sağlanacak. Fakat herkesten kendi kuvveti ve olanağı dikkate alı­ narak iş istenecek, buna karşı mal dağıtımmda ayırım ·yapılma­ yarak, paylar eşit olarak bölüştürülecek. 5. Ne alımda, ne satışta kimse komşusunun aleyhine olacak bir avantaj sağlayamayacak, kimse kağıt veya madeni para ve­ rerek kendi payına düşenden fazlasını alamayacak. Bu bakım­ dan, Lukania Birliğinde altın, gümüş ya da diğer değerli madeni paralar kullanılmayacak. 'Üzerinde para bulunanlar topluluktan çıkanlacak ve öh:lürülecekler.

İşte, Spartacus Güneş Şehrlni yönetmek için bu yasalan çı­ karmıştı. Bunlar hem yeni, hem! de dünya kadar eski yasalardı. Çalışınaların daha başlangıcında, eski Sibaris şehrinin kalıntıları bulunmuş, zamanın kemirdiği surlar, kilden yapılmış çanaklar ve hala halkların hayalinde yaşayan Tarım Tanrısı Satürn'ün al­ tın çağından kalmış kırık testiler ortaya çıkarılmıştı. Ayrıca, Likurgia ve Isparta ile, o şehirlerin ambarları ve ortak yemekha­ nelerinden söz eden yazılar da bulunmuştu. Spartacus'Un yeni koyduğu yasalarla, zamanın aşındırdığı o yazılar, yani bugünkü Thuriumlulann atalarının düşünceleri, tamamen tek ve aynı şey değil miydi? Yasak kapıların önüne toplanan, Güneş Şehrinin do­ ğuşunu başlarını saliayarak izleyen Thuriuınlular da şimdi, kay. bolmuş bir devrin anılarıyla, garip bir şekilde heyecanlanıyor­ lardı. O iyi kral Agis'l, ve Etlatun'un ütopyalarını hatırlıyorlardı. Bütün bunları hem can sıkıntısı, hem hoşgörüyle, hem de şim­ diki zamanın, geçmiş zamana her eğilişinde olduğu gibi duygulu ve gülümser bir kayıtsızlıkla, okulda okumuşlardı. Şimdi yeni­ den canlanan bu eski efsaneler hem görkemli, hem tozlu topraklı görünüyordu gözlerine. Fakat, yine de bu efsaneleri şimdiki za-

- 173 -


ınl!na bağlıyan bağları farkedeD).iyorlardı. Traklı prensin .,-tabii o adam aslında kaçak _bir gladyatör değil de, prens ise- yoksul­

lar içinden birden ortaya çıkıverdiğini, Roı:iıalıların yendiğini ve eski zamanın hayallerini gerçek haline getiren bir şehir insa et­ tiğini, Thuriumluların aklı bir türlü almıyordu. Halbuki şehir gayet muntazam dört duvar arasında, karşılarında yükselmişti. Yasaları yeni ve adildi, cezaları ise şiddetliydi. Karşıda tepenin üstünde o yasalan

·koyan

!mperator �dırı

yandan kuzey kapısının yanına, yasalara

yükseliyordu;

öte

saygı göstermeyecek

olanlar için çarmıhlar dikilmişti. Ortak çıkarlar adına her gün birtakım adamlar ölüyar ve bunlar' can çekişirken Güneş Devleti­ nin tepeye tünemiş çadırını lanetliyorlardı.

- 174 -


IV

AG Thuriumlularla asiler ordusu arasındaki antıaşma yapılma­ dan öne�. müzakereler yapılmıştı. Şehir meclisi üyeleri, bu mü­ zakere1er sırasında, karşılarındakilerin davranışlarından durup durup hayrete düşmüşlerdi. Her şeyden evvel, Spartacus'ün gön­ derdiği temsilciler acaip adamlardı. Şehir meclisi salonuna şim­ d iye kadar bu biçim insanlar hiç girmemişti. İki kişiydi bunlar : biri yamrı yumru kafalı, gösterişten yana nasipsiz bir adam, öte­ ki gözlerini hiç önünden kaldırmayan, bir genç kız gibi kızarıp bozaran ve tertemiz alnındaki mavi bir damarla dikkati çeken mahçup bir delikanlı . N e birinin, n e ötekinin, şöyle sevimli denebilecek bir görünü­ şü yoktu. tkisi de alul almayacak kadar eski elbiseler giymiş­

lerdi ve diplomatik kurallardan zerre kadar haberleri olmadıf:ı anlaşılıyordu. Thurium şehrinin temsilcileri bunlarla ilk temas­ larında ellerinde olmadan irkilmişler ve nasıl davranacaklannı bilememişlerdi. Meclis üyelerinden �iri, -patlak gözlü, pek ih­ tiyar bir adam- Spartacus'ün teınsiclilerine hoşgeldiniz demekle görevlendirilmiş, o da konuşmasına «Roma'yı yenen şanlı Gep.e­ ral, Prens . » diye başlamıştı. Yamrı yumru kafalı, ufak tefek adam , hemen bağırarak sözünü kesti : .

.

- Spartacus'ten mi bahsediyorsunuz? duğunu biilyorsunuz sanıyorduk!

Onun aslının ne ol­

- İhtiyarcık bu sözlere ne diyeceğini şaşırmış, onun üzeri­ ne, Sila'da önemli tasfiyehaneler sahibi ve zengin bir iş adamı olan öteki üye imdadına yetişmişti : - Şefinizin, beyaz bir ata bindiğini, pretor Varinius'un sem­ bollerini

devraldığını , baltasım taşıyan bir adamın önden yü-

- 175 -


rüdi.iğünü anlatmışlardı bize . . . Bütiln bunlar Romalı bir genera­ lin mevkiini gösteren işaretlerdir.

Fakat, tabii bu ayrıntıların

önemi yok. - Bir yanlış anlam a olmasın, dedi Fulvius. Spartacus'iln önünden baltasını değil, sembollerini taşıyan b irinin yürüdüğü­ nü belirtmek isterim. Fakat, sizin de çok haklı olarak belirtti­ ğiniz gibi, ayrıntıların önemi yok! Fulvius bu son cümleyi söylerken sesine alaylı bir ifade ver­

mişti.

- Sizin sembol dediğiniz şeyler nelerdir? diye sordu ihtiyar

meclis üyesi.

öteki iş adamı hemen atıldı : - Söylemişlerdi ya! Başını salladı ihtiyar, israr etmedi, ama bu semboller mese­ l e_si kuşkuşkulandırmıştı onu. Zaten bu milzakerede insanı endişe­ ye düşürmeyecek ne vardı ki? Nihayet, görüşmenin esas

noktasına varılmıştı.

Fulvius'un

gladyatörler adına ileri sürdüğü teklif şöyleydi : Trakyalının or­ dusuyla Thurium şehri arasında bir ittifak yapılacaktı. İttifak geretince şehir Roma'nın egemenliğini ve doğal olarak

da

tanımaktan vaz geçecek

vergi ve harçları bundan böyle Roma mali­

yesine ödemeyecekti.

Beylik topraklar ve

tarlalar,

şehrin

malı

olacaktı. - Ya tasfiyehaneler? diye

sordu,

tasfiyehane

sahibi meclis

üyesi. - Bunlar da devlet malıysa, şehir meclisinin malı sayılacak. Yabancı topraklarda oturan özel şahısların malıysa, işletme im­ tiyazları iptal edilecek. - PekAla. Bu şartlar bana akıllıca

görünüyor. Onaylanma­

ması için sebep yok. - Prensinizin, imtiyazları iptal etme hakkı var mı? diye sor­ du ihtiyar meclis üyesi. Fakat, kimse ihtlyarın Iafına kulak ver­

medi.

Devam etti Fulvius : �

Aynca Thurium'un bir serbest liman olmasını

istiyoruz.

Roma gümrük rüsumu ile şimdiye kadar Ihracat ve ithalAHan

- 176 -


vergiler kaldırılacak. Bu hükümler, hem denizaşırı ülke­ lerle, hem d e Rom a Cumhuriyeti nin d iğer ! imanlarıy l a yapılan ti caret e uygulanacak. alınan

Yerinden sıçradı ihtiyar meclis üyesi : - Oh! oh! Bu da sembol lerden biri mi yoksa? Gerçi, ticaret fasalarını pek iyi bilmem ama, bir ittifak anlatşmasının özellik­ le askeri amaçları old uğun u sanırdım . . . Pek

memnun görünen i ş adamı :

- Olabilir . . . dedi. Bunun ne demek olduğunu nasıl anlamaz­ sınız? Bütün öteki limanların; Brindes'in, Metapantenin Toran­ to'nun, yani hepsin in işini Thurium yapacak. Şehriın1z bütün g ün ey İtalya'nın en önemli pazarı haline gelecek. Thurium için bu, refah ve zenginlik demek. Hatta kim bilir, belki de Roma'nın ticareti ve deniz egemenliğinin sonu demektir. ğini

- Ama, diye itiraz etti ihtiyar, deniz, konvoyların güvenli­ tehd it eden korsantarla dolu. - Korsanıara da itt ifak Korsanıara mı? O

venemez ki bunlara?

teklif edeceğiz, dedi Fulvius.

can il ere, o yağınacılara ha! Kimse gü­

Sıkıntılı bir sessizlik oldu. İş adamı da şaşırmış ve sıkılmış görünüyordu. Enomaus hiç bir şey söylemernekte inat ettiği için, bu it ti fakın nasıl tasarlandığını avukat ı n ağzından öğrenmek ge­ rekiyor, fakat avukatın öksürüğünün de sonu gelm i yordu. - Neden olmasın? dedi nihayet Fu lv i u s . Korsanlık, Romalı. da büyük toprak sahipliğinin kaçınılmaz bir sonucudur. Siz de bilirsiniz, Kilikyalı korsanlar, Spartarus'ün sefil kuvvetlerinden, hiç değilse bu kuvv e tl eri n başlangıçtaki durumundan çok daha iYi orga ni ­ ze edilmiştir. Bir deniz gücü h ali ndedirl er : iyi ku rulmu ş , üstün­ lük dereceleri ve disiplini sağ lanmış büyük bir deniz gücü. Büyük kral Mitritdat ile Sartorius de bunların müttefikidir. Roma'nın korsanlık dediği şey, aslında ezilen deniz adamlarının isyanından başka bir şey değil. Biz de onlarla birlik olacağız, onları da Lukania birli�ine alacağız. ların denizlerde kurdukları ticaret tekelinin, eşkiyalık

İş adaını hınzırca bir soru sordu : - 177 -


- Ya Mitridat? Ona da mı ittifak teklif edeceksiniz? - Her halde. Zaten bu yolda müzakereler yapılıyor. - Ya tspanya göçmenleri? - Onlar da, diye cevap verdi Fulvius. Ufacık miyop gözlerini iş adarnma dikmişti. Durmadan başını sallayan ihtiyar ın:eclis üyesi artık tümden boyun eğmişti. Arkadaşı ise paçavralar için­ de�i bu kaba saba elçileri tepeden tırnağa süzerek susuyordu. Düşünüyordu iş adamı :

acaba tarihi bir görüşmeye

mi katılı­

yordu, yoksa bir maskaralıkta mı rol almıştı? Böyle görüşmeler­ de Krasus'un ya da Pompe'nin nasıl davranacaklarını hayal et­ meye çalışıyordu. Ne idüğü belirsiz bir gladyatörün elçilerinin, tirit haline gelmiş Yunanlı bir ihtiyarla ve bir taşra spekülatörü ile dünyanın kaderini müzakere ettiklerini görseler, Krasus de, Pompe de

pek

eğlenirlerdi

muhakkak.

Haydi ·-canım, çocukluk

bu, bayağı bir komedi! Bu adamlarıli dosdoğru şehre girip, her şey i yağma edeceklerine, böyle müzakerelerde bulunmaları da ko­ medi değil mi? Kim engel olabilirdi bunlara? Varinius'u bozguna uğratmamışlar mıydı? Thurium'un ise ne surları vardı, ne de

garnizonu. Bunu Spartacus de pekala bilirdi. Bu maskaralığı olsa

o l sa şu ihtiyar meclis üyesi ciddiye alabilirdi. Fakat, madem ki m_üzakereye girişmişlerdi, bari

karışısındakileri

aldatmayı den e ­

meliydi. Belki tarihin tek gerçeği bu aldatmacada olacaktı.

- Trakyalı prensin gercek fikirlerini mi ifade ediyorsunuz? diye sordu. - Bu

fikirler

çoktan

ortada

dolaşıyordu,

eninde

sonunda

birisi bunlara sahip çıkacaktı. - Doğru.

Fakat, bütün bunlar bizim

şehir meclisinin

yet­

lösini aşıyor. İzin verirseniz meselenin esasına gelelim. Teklif et­

tiğiniz ittifakı kabul edersek, bizim yükümlülüklerimiz neler ola­

cak?

Yahut

daha

açık

konuşmak gerekirse, bizden

ne

istiyor­

sunuz?

- Gayet basit, diye cevap verdi Fulvius yumuşacık bir sesle. Size kuvvet kullanarak kabul ettireceğimiz şeyleri, siz bize, kendi isteğin iıle ve usulü dairesinde vereceksiniz.

Birden ayılan meclis üyesi konuştu : - Ama bu, çok genel bir ifade!

Sonra bütün bunları, bu

kadar tek taraflı bir şekilde ele almak olur mu?

- 173 -


Fulvius itiraza

aldırmadı,

küstah ve kuru bir ifadeyle, Spar­

ta cus'ün i radesini nakletti : Şehir meclisi, Sibaris ile Cr:atis ne­

J.Hrleri ara sında kalan bütün araziyi asiler ordusuna bıra.kacak.tı .

Asiler burada yeni bir şehir ku racakl ard ı . Köleler kendi

ihtiya� lannı sa�layacak duruma gelene kadar, malzeme ve yi-yecek mad­ d eleri . Thurium şehir meclisi tarafından sağl an a caktı . Meclis üyesi kPndisini toplayıp, bir iş adamı soğukkanlılığıyla

sordu :

- Kaç kişisiniz? - Şimdilik yetmiş bin. Ama, yakında yüz bini geçecek. - O zaman olanaksız ! dedi, meclis üyesi. Şehrin bütün nü-

r:usu elli bin. Şehir halkı ken d i sayısının iki misli bir nüfusu nas ı l

besler?

- Ordumuzun elinde oldukça çok sayıda

hayvan var. Kendi

et ve süt . ihtiyacımızın üçte b ir kadarını katşılayabiliriz. Sonra

serbest liman halin e gelecek

olan

şehir, silahlanmamız için ge­

ham madde ve maden cevherleriyle yiyecek maddelerini ithal edebilir.

rekli

- Peki bütün bunların par asını kim ödeyecek?

- Biz, ded i Fulvius. Fiyatı saptayacağız. Tabii ortak bir anlaşmayla saptarız. - Adamlarınızdan biri mesela bir hıyar, ya da blr tuzlu ba­ lik satın almak i-sterse, her seferde fiyat saptamak n asıl müm­ k ün olacak? - Buna zaten· lüzum yok. �izim şehrimizde üretim ve tü­

ke t i m ortak olacağına göre, her şey yönetim tarafından

toptan

satın a l ınacak. Ayrıca, paray ı da kaldıracağız.

Bir sessizlik oldu. B ir süre meclis ü yesin in burnundan gürül­

tüyle nefes a l ı şı n dan başka ses işit i lm edi .

- Canınız nasıl isterse öyle yaparsınız. Orası bizi ilgi l e n-. dirnıez, dedi sonunda meclis üyesi.

- Tabii . . . Kurmak istediğimiz şehrin adı Güneş Şehri olacak. - Çok şairane bir isim, dedi üye . Bir sessizlik daha oldu. - 17� -


Düşünüyordu meclis üyesi : Bu cahiller istedikleri gibi hare­ ket etsinler, ne çıkar? Kendisi Thurium'un başına çok daha kö­ tü şeyler gelmesinden korkmuştu. Spartacus'ün istediği arazinin büyük bir kısmı zaten Romalılarındı. Sapartacus bunu Romalı­ lardan alıp Thuriumlulara verecek, Thuriumlular da aynı

top­

rağı bu defa Spartacus'e hediye edeceklerdi. Bu çeşit formalite­

ler pekala ihmal edilebilirdi ama, bu adamlar böyle sembolik ha­ reketlere önem verdiklerine göre, o taraflarından okşamak fena olmayacaktı. Tabii aslında en önemli sorun, bunların verdikleri sözde durup durmayacaklarıydı. Onlar kuvvetl i oldukların a göre, hiç bir sözleşme yapmamaktansa, şansa bağlı bir sözleşme yap­ mak yine de kar sayılırdı. Genel olarak, meclis üyesi memnundu denebilir. Bir ara ar­ kadaşına döndü : - Bu taleplerin yerine getirilmesi bana çok zor gibi geliyor, dedi. Fakat incelenmeye değer. Siz ne dersiniz? İhtiyar patlak gözleriyle, yüzüne bakıyordu : - Konuşmanızdan pek bir şey anlayamadım, diye cevap ver­ di. Ey Trakyalı prensin elçileri! Size bir sorum var : Paramızı, evlerimizi, kızlarımızı ve kölelerimizi elimizden almak istediği­

niz söyleniy.or. Bütün toplum düzenini altüst ed.ecekmişsiniz. Doğ­ ru mu bunlar?

- Dedikodu bunlar canım!

diye atıldı öteki üye. Birtakım

laflar söylenebilir, ama ciddiye almamak lazım bunlari! Konuşurken, bir yandan da Spartacus'ün temsilcilerine hem suç ortaklığı teklif eden, hem de yalvaran bakışlarını dikmişti. Kızardı ve başını önüne eğdi Enomaus. Bu adamla anlaşmayı hiç istemiyordu; tek arzusu şu müzakere salonunu en kısa zamanda terketmekti. Vezüv'ün ağzındaki günleri hatırlıyordu, o zaman­ lar her şey ne kadar sadeydi. İhtiyar üye arkadaşının söyledik­ lerini işitmemiş gibi, temsicilerin yüzlerine bakıyor ve bekliyor­

du. Bu biçim bir soruyu zaten bekleyen Fulvius, açık ve tarafsız bir cevap hazırlamıştı, fakat

hazırladıklarını bir türlü hatırla­

yarnamasına kendisi de şaşıyordu. İhtiyarın bakışları yüzüne mıh­ lanmıştı sanki. Adamın patlak gözlerindeki kırmızı damarcıkları bile seçiyordu. ihtiyar birden babasını hatırlattı Fulvius•a : çoktan beri unuttuğu babasını . . . Yüreği b1r tuhaf oldu, sonra kızdı ; - ıso _,


- Yen i bir düzen, bir adalet düzeni kurmak istiyoruz ! dedi. - Sadece kelime bunlar; kelimeleri istismar ediyorsunuz. Trakyalı

prensin

elçileri!

önemli

sorulardan

kaçınmaya

Ey

çalış­

mayın. Gümrülüerden, malzemeden, sembollerden söz ettiniz. Ben size sadece ve açıkça, evimi alacağınız doğru mu, değil mi? diye sordum.

adamı hafiften öksürdü.

Enomaus'a yine yalvaran gözlerle

bakarak : - Asıl konudan uzaklaşıyoruz galiba, dedi. Fakat, delikanlı başını yerden kaldırmamakta inat ediyordu. - Yalan mı? diye israr etti ihtiyar, tam ihtiyarlara özgü bir inatla. Aslında asıl önemli konu bu! Bir ev sahibi olan bir insan ,

o evi elinden almak isteyenle ittifak yapamaz. Yaparsa tam bir ikiyüzlülük olur bu.

Uzun zamandır susuyordu Fulvius. Bu ihtiyar, gitgide daha fazla babasını hatırıatıyordu ona. Enomaus'u başını öne eğme­ ye zorlayan duygunun aynı, ona da en etkili olabilecek kanıtlannı unutturuyor, söylediklerini faydasız laflar haline getiriyordu. An­ cak, kuvvet ve şiddet usulleri, ihtiyar meclis üyesinin gözlerinde okuduğu o ulvt aptallık kadar katıksız ve açık olabilirdi. Ne gibi yeni şeylerin konuşma gücünü yok ettiğini bİ rden anladı Fulvius : o kadar ulvi, o kadar saygı değer bir aptallık vardı ki karşısında . . . işte bu aptallık, insanın her türlü kurnazlık silahını elinden alı­ yordu. Kökleri o kadar derinde bir haksızlık vardı ki, o haksızlık artık hakiıyı bile yanııtıyordu. O kadar doğal bir mülkiyet guru­ ru vardı, öylesine doğal olmuştu ki bu gurur, yoksulun aynı mut­ luluğu duymasını doğaya aykırı hareket getiriyordu. Bodur avukat bunları düşündükten sonra : - Sorurtuz tamamen haklı, dedi. İş adamının derin bir nefes aldığını duyunca, Enomaus'un şaşkın, ihtiyarın ise güvenli bakışını görünce, bir süre sustu Ful­ vius, sonra yine devam et

ü:

- Hareketimizin, önderimizin hedefi bütün İtalya'da yeni bir düzen kurmak. Bunda saklanacak bir taraf yok. Fakat, bu he­ def daha çok uzakta. Bize şimdi lazım olan, kurmak istediğimiz

......, 181 -


şehrin güvenli�i ve bu güvenli� ittifaklar yoluyla sağlamlaştır­ mak. Bizimle anlaşanın bizden korkmasına lüzum yok. Yine yüreği

kalkmıştı Fulvius'un. Temsil

ettiği

sürü, böyle

bir feragati, böyle bir fedakarlı�ı hiç bir zaman anlamayacaktı.

Ama,

yine de büyük denemeye başlamak ve Güneş Şehrini kur­

mak için böylece bir söz vermek şarttı. Susmuştu avukat, Sparta­ cus'ün karargahında, geçirdiği ilk geceyi düşünüyordu. Zozimos'u

düşünüyordu. Bu Kendisi

konuşmayı

hemen oracıkta kesrnek istiyordu.

dümdüz yolun tek dürüst yol olduğuna

inanmıştı.

!yi

ama, Nola'da, Suessula'da, Kalatla'da olanlar daha mı dürüsttil sanki? Şu ihtiyan şuracakta bıçaklayıp öldürmek, adama aslı

ol­

mayan bir güvence vermekten daha mı dürüst olacaktı? Altüst olmuştu

Fulvius;

kitlenin

anlayamayacağı şartıarı kabul

etmek

lazım mıydı, değil miydi? -'-- Evlerinizi size bırakacağız, dedi birden. Haberciler de sal­ mayacağız. Şimdi içiniz rahat etti mi? - Sözüne inanıyorum, dedi ihtiyar, berrak, fakat titrek bir sesle. Ondan sonra

içecek şeyler ikram

edildi ve

antlaşma biraz

fazla aceleye getirilerek kalerne alındı. Herkes bu işi biran evvel bitirmeye can atıyordu.

İşte,

Güneş Şehrinin kuruluşundan önce yapılan müzakere­

ler aynen böyle cereyan etmişti. Güneş Şehri ise, daha kurulur ku­ rulmaz, düzenin, dünyanın dört bir tarafında ördüğü ağın görün­

mez ilmikieri arasına girecek ve bu ağdan bir daha kurtulamaya­ caktı.

- 182 -


V

YENİ GELEN Yeni gelenler arasında Publibor da vardı. Hegio'nun yanın­

dan kaçınıştı Publibor. Halbuki, Hegio ona bir gün bile kötü ' davranmamış, hatta hanımından kırk yılda bir dayak yemişti. . Publibor aslında öteki kölelere bakarak, gıpta edilecek durum­ daydı. Ama, Spartacus'ün saldıl:ı haber -Antlaşma onaylanma­ dan önce- çok etkilemişti Publibor'u;

ruhuna umut tohumları

serpmiş, sonra bu tohum büyümüş, yeşermişti. Sonunda, çıktı gitti Publibor. İşte şim(ti köleler şehrinde tek başına, kimsenin gözüne çarpmadan başıboş dolaşıp duruyordu. Buraya yüreği, vaadedilen

yeni hayatın umuduyla dolarak gel­

r

mişti. Yeni açılmış tertemiz yollarda geziniyordu. Bu şehi de her­ kes ne kadar meşguldü, ne kadar telaşlıydı? Her yerde bir şey­ ler inşa ediyor, çekiçler sallanıyor, öyle bir hararetle çalışılıyor­ du ki, Publibor kimsenin yanına yanaşıp da, nihayet Güneş Şeh­ rine girmiş olmaktan duyduğu coşkun

sevinci

anlatamıyordu.

Aslında, başlangıçta işler pek iyi gitmemişti. Şehrin kapısı­ na geldiğinde, bir asker gibi kaskatı duran ve bütün üniforma taşıyanlar gibi

azametli

nöbetçiler

sert bir şekilde ne istediğini

dikilmişti

karşısına.

Gayet

sormuşlardı delikaİılıya. Publibor,

saflık dolu bir gülümseyişle, yeni yasaya göre ve onlarla .beraber yaşamak için geldiğini

söylemiş, bir Thuriumlu olan

efendisi­

nin yanından kaçtığını eklemişti. Bu cevap yumuşatmaınıştı nö­ betçileri. Buz gibi, düşman gibi durmaya devam etmişlerdi. o

zaman, derdirtl iyi anlatamadığını düşünmüştil Publibor. Yok ca­

nım! PekAla anlamışlardı nöbetçiler ve hemen efendisinin evine dönmesini emretmişlerdi delikanlıya. Thuriumlu

Çünkü,

ittifak antıaşması,

kölelerin şehre girmesini yasaklıyordu.

- 1 83 -


İtiraz etmişti Publibor, «Beni anlamadınız ! » demişti. Bir kö­ leydi o, iyi niyet ve adaletin hüküm sürdüğü

Köleler Şehrine

girmek istiyordu. Evvela

gül müşlerdi

askerler,

sonra

ısrarlarından •

sıkılmış,

sertçe iteleyivermişlerdi çocukcağızı. Publibor kapının payanda­ larından

birine

asılmış,

Spartacus'ü görmeden

gitmeyeceğini

ve

onun kendisini Güneş Şehrin e alacağından emin olduğunu hay­ kırmış, ondan sonra da ağlamaya başlamıştı. Çok çekingen tabi­ atııydı Publibor, bu durum utandırmıştı onu. Kapının

yanına

kalabalık toplanmaya başlayınca, nöbetıçiler işi uzatmamak için, Publibor'u yanlarına katmışlar, söylene söylene şeflerinin yanına götürmüşlerdi. Yeni gelenlerin toplandıkları yer, kapının yanın­ daki

duvarın

hemen dibinde

Ziftlenmiş çatısı

içerdekileri

tahtadan

yapılmış bir barakaydı.

güneşin sıcağından koruyamıyordu.

Spartacus'e katılmaya gelenler içeri dolmuşlardı. Kimi ayaktaydı, kimi

oturuyordu .

dan,

bebeklerini

Her

çeşit

insan vardı

kalabalıkta :

emziren kadınlara kadar.

Çok

çocuklar­

uzak yollardan

gelmiş gibi hepsi son derece bitkin görünüşlüydüler. Publibor yere, tozların

içine oturdu. Amacına vardığı için

memnundu, artık ağlamıyördu. Birkaç dakika geçti. bildiğine yakıyor; ları

etraftakiler buram

da sıkıntılarını unutmak

için,

Güneş ala­

buram terliyorlardı. Bazı­ bir

şeyler yiyorlardı .

Ara­

da bir, gruplardan birini çağırıyorlardı. Adamlar kalkıp, sallana salana koşuyorlar, içerde kalanların bakışlarını peşlerinden sürük­ lüyorlardı. Gidenler

geri

dönmüyordu.

Başka bir kapıdan çıkı­

yorlardı herhalde. .Publibor'un yanında rençbere benzeyen ve inçe uzun profili yırtıcı

bir

kuşunkini

andıran bir

adam

oturuyordu.

Publibor

sordu : - Buradakilerin hepsi yeni mi geldi? Adam cevap vermedi. Vakit vakit ısırdığı bir ekmek parça­ sıyla sağana dalmış

gitmişti.

öteden

sapsan

yüzlü

bir

kadın

sordu :

-- Madenden mi g eliyorsun? Kadın kucağında, sarkık bir memeyi sömüren sıska bir ço­ cuğu sallıyordu. - Hayır, Thurium'dan geliyorum, diye cevap verdi Publibor.

- 1 84 -


Konuşmaya devam etmek igin can atıyordu, ama kadın çok­ tan başını öte yana çevirmiş, bu defa, karnı doyduğu anlaşılan rençber lafa karışınıştı : - Thuriumluysan geri yollarlar seni. Başlarına iS açmazlar. Hem Spartacus sözüne kelimesi· kelimesine sadıktır. - Geri göndermezler, dedi delikanlı. Spartacus kendisine ge­ len leri nasıl çevirir? - Onu mu düşünecek Spartacus? Senin, benim gibi insanlal' ilgilendirmez Spartacus'ü. Dün, Büyük Kral Mitridat'ın elçilerini kabul etti, yarın Sartorius'unkilerle görüşür. Kafasında öyle bü­ yük tasarı�ar var ki . . . Safra suratlı kadını parmağıyla göstere­ rek ekledi : «İşte bunu da geri gönderecekler.»

- Susun bakalım, diye homurdandı nöbetçilerden biri. Her­ }{es sırasını beklesin. Yeni bir grup geliyordu. Kadın, Publibor'a döndü : - Madenden geliyorlar, muhakkak kalır bunlar. - Allah için, dedi rençber, madenciler aslan gibi oluyorlar, işe yararlar. Bizim gibi çelimsizleri ne yapsınlar? Memeleri boş kırbalar gibi sallanan şu kadına bak. Çoktan beri bir damla sütü kalmamış! Publibor, yine yüreğinin kuşkuyla dolduğunu hissetti : - Bu kadar çok mu geliyorlar? _ Rençber bütün dünyayı, tarlaları, tepeleri, denizi kucaklar gibi, kollarıyla geniş bir hareket yaptı : - Çoook! dedi. Ama dört kişiden üçünü geri çeviriyorlar. - Halbuki ben bütün yokulların, bütün ezilmişlerin yerinin burası olduğunu sanıyordum. Rençberin yüzü kasılmıştı. Dik dik baktı Publibor'a : Alay mı ediyorsun? dedi ve elini bir soğan daha alarak; kabuklarını soymaya başladi. Neyse ki sonunda her şey yoluna girmişti. Öğlene doğru Pub­ libor'u başkalarıyla beraber içeri almışlardı. Askerler onun Tlıu­ riumdan geldiğini unutmuşlardı bile. Genç ve kuvvetli olduğu -

185

-


ıçın de hemen kabul edilmişti. Ertesi gün askerlik eğitimi gör­

meye başlayacak, ayrıca, değramacılar ekibine katılacaktı. Şim­ dil ik, şehrin içinde istediği gibi dolaşmakta serbestti. Bu Güneş Şehrinde herkes onun kardeşiydi ; ama öyle meş­

gul kardeşler ki, kimsenin ona verecek bir dakikası bile yoktu.

öte yandan, kendisi de ahbaplık kuramayacak kadar çekingendi. önce bir demirel ocağının önünde durdu : kendi yaşınd a iki genç, kocaman bir kôrüğü işletiyorlardı. Tepeden tırna!ı'a, isten kapkara olmuşlardı. Daha ya,ıı lı bir adam, kipkızıl bir tunç par­

çasını örsün üstünde tutuyordu. Başka birisi, elindeki çekici tun­

cun üstüne vuruyor, kulakları sağır eden bir gürültüyle örse- inen çekiç göz kamaştıran . kıvılcımlar çıkarıyordu. Publibor uzun insanlar.

uzun

Yüzlerindeki

onları

ifadeyi

seyretti.

anlamaya

İşte,

kardeşleriydi

bu

çalı ş t ı. ÖZgürlüğe ka­

vuşmanın ve yeni yasaya göre yaşamakta olmanın sevincini oku­

mak istiyordu bu yüzlerde. Adamlar ise, gözlerini akkor haline gelmiş tunç parçasından aYJ.rmıyorlardı. Tunç parçasını uzun bir maşayla tutan adam, durup durup tükürüyor ve homurdanıyordu. Düşündü Publibor :

bu adamlar özgürlüklerinin değerini takdir

edebiliyorlar mıydı, yoksa eski hayatlarının acı anıları tamamen lraybolmuş muydu? Çekingen bir sesle selamladı demircileri, Sa­ dece birisi döndü Publibor'a, kapkara bir tükürük fırlattı, o ka­ dar. Onun üzerine

Publibor

uzaklaştı.

Sonra anıbarların önüne geldi. Yan yana ve dümdüz sıralar halinde uzanan ve güneşte beyaz piramitler gibi parlayan ambar­ lardan sonra, mis gibi reçine ve tahta kokan ahşap yemekhane­ leri, atölyeleri,

hangariarı

hayranlıkla

seyrettl.

Sonra,

rasgele

bir caddeye girdi. Yol hafif bir eğiliml e tepenin zirvesine kadar çıkıyordu.

Tepede

hepSinden

büyük

h'ir çadınn :etrafına sıra­

lanmış daha küçük deriden çadırlar çıktı karşısına. Büyük ça­ dınn önünde, bir direkte kan kırmızı bir «bayrak», rüzgarda dal­ galanıyordu. Orada durdu Publibor. Yüre�ini bir ateş dalgası sar­ dı,

gözleri

buğulandı . . .

Fakat,

çadiınn

kapı$1Ida

gibi ve vahşi görünü�lü nöbetçiler bekliyordu.

miğferli, dev

Publibor oradan

da döndü geriye. Yine başıboş dolaşmaya başladı. Her karşı�na çıkanın yü­ zünü araştınyor, o yüzlerde neşeli bir çabanın, calışma şevkinin yankısını bulmayı umuyordu.

- 1 86 -


Birden kendini Afrikalılar mahallesinde buldu. Kıvır kıvır saçlı abanoz devler çıktı karş!sı na. O zaman insa nları n bu kadar

çeşi tl i olmasına şaştı Publibor. Bunlann hepsi de kardeşi miydi? Onlar da kendisi gibi Güneş Devletinin hayaliyle mi yaşı yorlardı? Hatta, hiç bir şey haayl edebiliyorlar, düşünebiliyorlar mıydı acaba? Tabii başka tan n lan vardı bunların, her şeyi kendin­ den başka türlü görüyorlardı. Koskoca bir kalası zahmetsizce ta­ ş ıyan dev gibi bir zenciye yaklaştı. Dev, Publibor'a el kol hare­ ketıeriyle cevap verdi, a�zından çıkan birkaç kelimeyi hiç anla­ madı delikanlı. Sonra dev, onu eliyle bir kenara itti ve işine devam etti.

Publibor'un heyecanı gitgide azalıyordu . Böyle amaçsız dolaş­ m aktan sıkılınıştı artık. Ama, efendisini terketmesine sebep olan inanç, yür�inde olduğu gibi du ruyordu . Alışkanlıklannın bağın ı koparabilmek için kendi kendisiyle çok mücadele e tm i şti . Kaç­ madan bir saat önce bile, karar vermek cesaretini gösteremeye­ ceğini düşünüyordu. Daha sonra, kendisine yasak olduğunu söy. l ed ikleri kapının önünde geç irdi ğ i azaplı saatler, o patırtı, h at ta kendi söylediği sözler pek ama pek az etkilemişti onu. Fakat, Pub­ Ubor'u olduğu yerden alıp savuran o şiddetli heyecan dalgası, artık yavaş yavaş ölüyor ve arkada sadece muazzam bir şaşkınlıkla, ola­ ğanüstü maceralar umudu kal ıyordu . Bezgin

ve düşüneeli

yürürken , kendisini çağıran bir kadın

sesi duydu, dönüp bakınca, kocaman ahşap bir binan ın kapısına oturmuş genç bir kadın gördü. Mısır tanelerini ayıklıyordu ka­ dın.

Binanın Içinde, toz

- duman

arasında, başka kadınların da

aynı işi, aynı özenle yaptıklarını farketti ve yaklaştı Publibor. Kadının

titreşimli

sesi, buruşturulan bir ipek kumaşın çıkardığı

sesi hatırlatıyordu. YüZÜ kıpkırmızı olmuştu delikanlının. Selam verdi ve «Ben yeni geldim» dedi. - Belli, diye cevap verdi kadın. Konuşurken gülümsemiş, fa­ kat

işini

bıralonamıştı. Başını öne �mfşti. Öyle -ki, Publibor,

gözlerindeki

ifadeyi

olduğunu ve sapsan

seçemiyor,

sadece kirpiklerini, uzun yüzlü

örgülerini

görebiliyordu. Kadının Yunanca

konuştuRıtnu duyunca sevinmtşti. - Yeni gelidiğimi nereden anladın? diye sordu.

Cevap vermedi kadın. Mısır taneleri parmaklannın arasın­ dan akıl almaz bir hızla akıyor ve ayaklannın dibindeki kocaman - 187 -


bir kaba doluyordu. Kadın, temizlenmiş koçanlan bir kovaya atı­ yor, sonra bir başkasını alıyordu, Publibor'un varlığını unutmuş gibi görünüyordu, fakat öteki ısrar etti : - Uzun zamandan beri mi Birliğe dahilsin? - Ne? - Uzun zamandan beri mi buradasın? diye sordum. Bir kahkaha attı kadın ve ilk defa başını kaldırdı. Bir anda gözlerinin rengini ve o gözlerdeki alaycı ifadeyi farketti Pub­ libor. - Nola'dan beri, diye cevap verdi. - Mutlu musun? -Bir mısır versene şuradan. Yok o değil . . . Publibor, sussa daha iyi edeceğini

Şu

kocamanı. . .

düşünQr gibi oldu,

ama

yine dayanarnadı : - Nola'da, efendinin evinden kaçmıştın, değil mi? Başını kaldırmadan cevap verdi kadın : - Efendimi öldürdüler. - Öldü:rdükleri zaman sevinmişsindir değil mi? - Neden sevinecekmişim ? - Neden olacak, şimdi özgürsün. Eskiden efendin ne istese yapabilirdi sana. Birden farketti; genç kadın gülmernek için kendini zor tutuyordu. Alaylı bir gülümseyişle cevap verdi : - Tabii, istediğini yapabilirdi. - Mesela döverdi. - Neden dövsün canım? - Ama istese döverdt ya. - O kadar korkunç bir şey mi dayak yemek?

Bozulmuştu Publibor, bir an düşündü. - özgür olmak barikulade bir şey değil ml? IBence bir fark yok. Orada da, burada da çalışmak şart olduğuna göre . . . İnsan

ancak çalışınazsa özgür olabilir.

-

138

-


- öyle di

ama,

eskiden

efendin

hesabına

çalışıyordum,

şim­

topluluk için _çalışıyorsun. Bunun farkını -anlayamıyor musun? Bir mısır koçanı daha aldı kadın ve kayıtsız bir «evet» ile

cevap verdi. Bu konuşmanın onu ilgilendirmedi� i besbelliydi. Pub­ libor birkaç saniye d aha kadının önünde, ne yapaca�ını biletne­ yerek durdu,

veda eder

gibi

birkaç

kelime mırıldandı

ve a�ır

ağır uzaklaştı. Gitgide bezgin hissediyordu kendini. Karnı acıkmıştı. Keşke, Yunanlı genç kadına doğramacıların yemekhanesinin nerede ol­ duğunu sorsaydı. Kaba görünüşlü ve damları saman örtülü küçük evlerin önü­ ne gelince, Keltlerin mahallesiiıe girmiş olduğunu anladı. Thu­ rium'un bu

temiz verandalanD a ve çiçekl i terasiarına kıyaslanınca kulübeler nekadar pisti, nekadar sefil manzaralıydı. O ka­

dar uzakta mı kalmıştı Thurium? Hegio bu saatte eve dönmüş olmalıydı. Şimdi köpeğiyle oynuyor, köle kaçtığı için ona kaba­ hat bulan hamının sitemli konuşmalarına şakayla cevap veriyor­ du muhakkak. Publibor ise, sakinleri şu anda ya çalışan, ya da yemek yiyen garip bir mahallenin ı ssız sokakarında dolaşıp du­ ruyordu. Sonra, iş kıyafeti giymiş adamlara rastladı. A�ır ağır yü­ rüyorlardı, çalı gibi bıyıkları vardı

Galyalılardı bunlar.

Gitgide, surlara bitişik geniş bir alana çıktı Publibor. Alanın bu saatte ıssız olan karşı tarafında kuzey kapısını farketti. Ka­

r

pıdaki nöbetçilerin yanına gidip bir şeyler sormayı ve öğrenmeyi düşündüğü anda, dehşetten yüreği sıkışır gib ( oldu. Solda, alanın köşesine mıh

dikilmişti.

çarmıhlar.

tahtadan

Önlerindeki

derin

Her birine bir insan

göğüslerine düşmüş, kaburga

yapılmış uçuruma

çivilenmişti.

kemikleri

kocaman tepeden

üç

Adamların

garip

bir

çar­

bakıyordu

şekilde

başları dışarı

fırlamıştı. Kolları, hacakları vücuttan kopmuş, parçalanmış gibi görünüyordu.

Çapraz geçirilmiş iplerle çarmıhın

koliarına bağ­

lanmışlardı. Kanatlarından çivilenmiş kuşlara benziyorlardı. Ha­ yatında ilk defa böyle bir .şey görüyordu. Publibor. Duvara da­ yandı, bayılacak gibi oldu. Biraz kendini toplar toplamaz da, delı­ şetle haykırmaya başladı.

Çarmıhtakilerden

biri başını kaldırdı

ve bağıran gence dikti gözlerini. Ağzından şekilsiz, kapkara bir şey çıkıyordu. Adamın diliydi bu, diliyle dudaklarını yalamaya ça­ lışıyordu. Gözleri h3Ja Publibor'a bakıyordu. Yine bayılacak gibi oldu delikanlı.

- 1 89 -


Birden ağır bir pençe uzandı omzuna. Publibor'un·, duvarın g ölgesinde farketmediği nöbe:tçi, elini omzuna koymuştu. - Ne yapıyorsun orada? diye sordu . Aptal aptal nöbetçinin yüzüne bakıyordu Publibor. - Besbelli yeni gelmişsin,

dedi asker.

Ne işin var burada?

Haydi yaylan bakalım! -

Neden? diye kekeledi Publibor. Neden böyle yaptılar onlara?

Nöbetçi cevap vermeden omuz silkti. Kayıtsız bir gözle çar­ mıha gerilmişlere baktı, miğferinden yüzüne akan teri - örnek

olsun

diye,

dedi.

ötekilere

göz

dağı

sildi :

olsun

diye.

Haydi, şimdi çek araban ı ! Şehird e gezıneye devam ediyordu Publibor. Çarmıha gerilmiş adamın

bakışları aklından

hayal de silindi. Ayakları

çıkmıyordu.

Sonra yavaş

yavaş

acıyor, midesi zil çalıyordu.

bu

Asker,

<<Örnek olsun diye» dememiş miydi? Gerçek buydu elbette. İm­ perator bu adamları çarmıha gerdirdiğine göre, muhakkak haklı

birtakım nedenl eri vardı. Böyle düşününce yüre�i biraz ferahladı, hatta yoldan geçen birinin yanına yanaşıp yemekhanenin nere­

de

olduğunu sormak cesaretini bile buldu. Yemekhane

yen i

uzunlamasına

tamamlandığından,

yayı!ıyordu. Bir masaya lere

dokunuyordu.

yine

uyandırdı.

vardı.

Altı

Bu

büyük

döşeme oturdu

bir

ahşap

tahtalarından

binaydı.

Daha

reçine kokuları

Publibor. Dirsekieri yanındaki­

temas, yüreğinde

ilk anların

heyecanını

önünde, dumanı tüten koca bir çorba kasesi

kişiye bir kase düşüyordu. Herkes kaseye uzun

bir

tahta çamçak batırıyor, çamçağı, içinde mısır taneleriyle soğan parçalarının yüzdüğü koyu bir sıvıyla doldurup ·çıkarıyordu. Ge­ niş

salon, her biri

altı kiişlik,

en az yüz

grubu

içine almıştı.

Herkes sessizce yemeğini yiyordu, herkes bitkindi. Kollar ve ba­ caklar, günün yorgunluğunun teriyle hılla ıslaktı. Bütün salonda sadece boğuk bir mırıltı vardı. Publibor'un yüreğinden, masa arkadaşları için sonsuz bir kar­ deşlik sevgisi taşıyor, fakat çekingenliğinden hiç biriyle konuşa­ mıyordu. Tam karşısında oturan adama baktı. ötekiler gibi gi­

yinmiş

değildi

bu

adam .

Arkasında

parça parça

olmuş peşta­

mal gibi bir şey vardı ve bu kumaşı, eski bir toga biçiminde, bir-

- 1 90 -


kaç kere vücuduna dolamıştı. Geniş kollarını durmadan sallıyor,

kol ağızları ikide birde çorba kasesinin içine girecek gibi olu­ yordu,; keşişlere benzer bir yüzü, yırtıcı bir kuşun kafasını andı­

ran ince uzun bir başı vardı_ Fakat, Publ ibor, adamın gözlerinin d erinliklerinde, aşırı hareketleriyle çelişen bir umutsuzluk oku­ yordu. Adam, cam çağın ı gürültüyle çorba kasesinin kenanna vurup, Publibor'a hitap etti :

- Söyle bakalım özgürlük çorbası neye benziyor? - Harika! diye cevap verdi delikanlı. - Belli, dedi Zozimos, ama çabuk doyarsın.

Publibor mutlu bir gQlüşle tahta sıranın arkaııg-ına dayanarak safça cevap verdi :

- Doydum bile.

- Daha doymam.ışsındır. Şimdilik doyan sadece vücudun. Ruhun hala ulvi duygularla dolup taşıyor. Umut dol u ruhun. Umutlarının boşa çıkmamasını bekle bakalım . . .

Yemeğini bitirmeyen sadece hatip Zozimos kalmıştı. Konuş.

maya ara vermeden tahta kaŞığını çorbanın içinde, adeta bırsla çevirip duruyordu. ötekiler, etrafındakiler de, pek önemsiz bir tavırla onu dinliyorlardı.

- Ruh, vücuttan çok daha çabuk unutulur. Gariptir ama öy­ ledir, dedi Zozimos. Ş uraya, muş şu i nsanlara bak!

günlük nafakalarının başına

otur­

Yüzlerinde bir işi tamamlam ış olmanın

verdiğ i boş ve aptalca tatmin duygusunu görüyor · musun? İtal­ ya'nın

başka

yerlerindek i

mı hiç? Nerede?..

kardeşlerini

düşünüp

üzülüyorlar

özgürlük kupasından ilk yudumu icer içmez

su suzlukları kalmadı. Vezüv'ün çıkarken, ha y al ettikleri şeyleri

tepesinde

canları burunlarından

çoktan unuttular. Şimdi,

Spar­

tacus imperatorlu k oynuyor, ittifak müzakereleri yapıyor, büyük

toprak sahipleriyle görü şü y or . . . Sabırlı ol a cemi cocuk, çok geç mez senin de gözlerin açılır. Heyecan ateşi daha gözlerini per­

­

deliyor.

Pulılibor

ne

cevap

vereceğini

bilemedi. Daha çok

yeniydi;

ama yine de ötekilerden hiç ses çıkmaması şaşırttı delikanlıyı.

- 191 -


Zozimos'un lafları hiç etkilememiş görünüyordu etraftakil eri. Publibor'un .hemen yanında dev bir sarışın oturuyordu. Gözlerin· de, Trakya dağlarının özlemini görür gibi oldu Publibor. Böyle düşünürken birden ağır vücuduyla kalktı adam, dışarı çıkarken. de arkadaşlarına hem dostça, hem kederli bir işaret yaptı. Yavaş yavaş boşalmıştı salon. Zozimos ise konuşmasına hal a devam ediyordu : «Buraya geleli ve kulübelerimizi yapmaya başlıyalı neredey. se iki ay olacak. İnsanlığın problemlerini böyle mi çözeceğiz? İtalya'daki kardeşlerimizin büyük ayaklanması nerede kaldı? Her. kes, Spartacus hakkında bir yığın efsane anlatıyor; yatmadan önce herkes onu konuşuyor, İtalya'nın bir yerinde bir köleler şeh. ri bulunduğunu düşünüp seviniyor. Kahya kıçlarına tekme attığı zaman homurdanıyorlar, «Spartacus gelsin de görürsün sen ! » di. . yorlar. Ama işte o kadar . . . Sağır ve cansız adamlar bunlar. Peki biz ne yapıyoruz? Kulübelerimizi inşa ediyor, günlük nafakamızı, ağzımızı şapırdata şapırdata yiyor ve başkalarının sefaJetini unu· tu yo ruz . » Zozimos, mübalağalı el kol l:).areketleriyle konuşmuş, sonra birden kollarını indirivermiş, kimsenin kendisini dinlemediğini farkedince, içini çekip çor'ba kasesinin dibini temizlerneye giriş. mişti. Oburluğu önce komik göründü Publibor'a, fakat batibin laf kalabağı arasında yüreğinde gerçek bir umutsuzluk saklar gibi olduğunu hissetti. o saatte salon hemen tamamen boştu, sa. dece birkaç kişi, köşede aşık oynuyorlardı. Yorgunluktan bitkindi Publibor; uykusu gelmişti. Bütün göroükleri ve işittikleri şaşkı. na çevirmişti onu. Zozimos konuşmasına devam etmeye niyetlen. diği sırada, baktı ki, tek dinleyicisi de uyumuş . . .

- 1 92 -


VI

ULUSLARAR�I SİVASET İtalya'nın öteki taraflarındaki köleler, Spartacus'üll ça�ısı­ na kulak vermem1şlerdi. Gerçi, Etruria ve Ombria'da birkaç bü­ yük mülk sahibi öldürülmüş,

cesetleri de, yanlannda ayaklan­

manın sembolü olan parçalanmış bir zincir oldu�u halde bulun­ muştu ama, hepsi o kadardı işte. Capua'da, Metaponte'de ve

birkaç şehirde daha ayaklanma

olduysa da, hemen hastınldı ve arkası gelmedi. ESieni'nin Vezüv'ün tepesinde bir kehanet gibi ortaya attı�ı büyük ayaklanma, Fulvius'un ise hamamlarda sık sık sözünü et­ tiği devrim, patlak vermedi. Köleler şehrine her gün yeni yeni insanlar gelmiyor d�ildi.

Güneş Şehrini yetmiş bin kişi inşa etmişti, sonra burada yaşa­ yaniann sayısı kısa zamanda yüz bine yükseldi; fakat şehir baş" ka bölgelerle ba�lantı kurammaış, tek başına kalmıştı. Sibaris

ile Cratis arasındaki ovada, dağiann e teklerinde, o sıkıntı verici

manzarasıyla ve tek başına yükseliyordu şehir. İçindekller de baş. ka bir gezegenden getirilmiş hissini veren yasalara göre yaşıyor­ Jardı. Tarihçi Fulvius, parşömen toman koltuğunun altında, şehri bir baştan bir başa dolaşıyordu; yamn yumru kafasını sıvazlıyor,

düşünüyor, işlerin neden böyle gittiğini merak edip duruyordu. Capua'da uzun nutuklar attığı günlerde «Cumhuriyet öld1,1 artık» diye tekrarlayıp dunnuştu. «Düzen mahvoldu, nıahk\1m oldu; köy, lünün iliğl

sömürüldü; kölelerin rekabeti el emeğinin değerini

yok etti» demişti. Eskiden elinin emeğiyle çalışan ya dileniyor, yada işçi

eşkiyalık ediyordu; vardı.

Roma, fiyatı

Roma'da, kullanamayaca�ı alabildiğine

kadar çok

düşmüş buğdayın

ağırlığı '

- 193


aıtında ezilirken, buğday ambarlarda çüriirken, yoksullar bir lok ­ ına ekm ek bulamıyorlardı. Her on yılda bir ya ayaklanma ya iç ,

savaş. . . Yeni bir dünya doğuyordu şimdi ; neredeyse kurulacak­ tı bu yeni dünya, parmak kadar çocukların

bile farketti�i bir

Güneş Devleti. bir tek Güneş Devleti olarak kalmıştı'? Neden o büyük Birlik yerinde sayıyordu? şeydi.

Madem

öyle,

ne oluyordu şimdi?

Neden

Yakın tarihi düşünüyordu Fulvius : bu kokuşmuş düzen ye­ rine yenı

bir düzen kurmaya

son defa

Cilla teşebbiis

etnrlşti.

Cumhuriyetin bir uçuruma yuvarlanmak üzere oldutunu h.isset­ miş, açların, sefillerin çığlıklarını işitmiş, yeni zamaniann yak­

laşt ı ğ ın ı anlaıruştı. Ama, bu arada ·bir hata işlemiş, g-eriye dô­ nülebileceğini, tarih öncesinin düzenini yeniden canlandırabile­ ceğini, insanların ufkun un sıkı sıkıya sınırlandırılmış olduğu ata­

erkil

deviriere

gidilebileceğini sanmıştı.

İnsanlığa

kan

dökücü

tanrıların egemen olduğu, halkın hiç bir hakkının tanınmad ığı,

uluslararası mübadelelerin bile daha başlamadığı bir devtre dö­ nülebileceğini sanınıştı Cilla. İktidarın yalnız yalnız ma-vi kan­ lılara, o Dişi Kurt'un sütünü emıniş olanlara ait olabileceğini etmi şt i . Ama hayalindeki o -kahraman geçmişi

ilan

canlandır­

mak isteyeince, etkili çağrısına sadece hilebazlar, şantajcılar ve maceraperestıer cevap vermişti. Köpek balıkları gil;ıi bir kan de­ nizi içinde kaynaşıp durmuştu bu adamlar. Ölü eti yiye yiye yat ­

lanmışlar, nerede bir çıkar görmüşlerse oraya üşüşmOşlerdi. Bu durumda en mükemmel vatandaşlar ülkeyi terketmişlerdi. Aslın­

da bu diktatörı dünyadan bir uyurgezer gibi gelip geçmiş, uyku­ sunda tanrılarla konuştuğunu ileri sürmüş, kendine «Felix» adını takarak övünmüş, etrafını, titizlikle seçtiği heybetli muhafızlarla çevirmi.şti. Sonun da o bit hastalığı Cilla'nın hakkından gelmişti .

ve

Onun egemenlik dönemi, iki dönein arası bir kft.bus ol m u ş rej i min

ama,

can

çekişmesini

aristokrasi hakkındaki

uzatmıştı. yargıları

Cilla

yokolmuş

gitmişti

kalmlş,

kovduğu

yerinde

demokratlar da bir daha ü lkeye dönememişlerdi. Dümm, ihtiyar

aristokrasinin titrek ellerinden nasıı olsa �ıka.caktı, fakat kimin

eline geçecekti acaba? Yeni zamaniann kurucusu kim olacaktı? Spartacus'ün çağrısına kölelerin cevap vermediklerini gören

tıS,

Fulvi

işte böyle düşünüyordu. İtalya'da özgür insanların bir

katı daha köle vardı da, Güneş Şehri yine tek başına kalmıştı ! Spartacus'ün

tek müttefiki, Thurium şehir meclisinin üyeleriy-

- 194 -


di. Bwılar, Spartacus'ün ne demek istedi�ini, özgürlüğe kavuş. turmak isteği kölelerden hem daha iyi, hem daha çabuk anla· mışlardı. öyleyse ne yapmalıydı? Acaba yeni müttefikler mi bulmak gerekirdi? Fulvius birden, Capua'dayken yazmaya başladığı eleşirme ya­ ıısını hatırladı. Köleler, kurtarıcılarının tarafına geçeceklerine, elde silah surlara koşlukları zaman yazmaya başlamış bu yazıyı

«İnsan kendi çıkarianna zarar verecek şekilde dav­ iten nedenlerı> koymuştu. Bu yazıyı t�mamlayabilecek

Başlığı da,

ranmaya

miydi acaba?

Bir el bo�azını sıkıyormuş gibi oldu Fulv!us'un. İçine do�u­ yordu galiba? Alınyazısı neydi ki? O ya�murlu geceyi, cesaretli bir girişim yapıp kaçışını hatırladı. Şimdi bir tarihçi, lmpera­ tor'un siyasi danışmanı olmuştu. Devrim yanda kaldığın a göre, hepsinin sonu ne olacaktı? Belki de yerden görülmemiş bir hızıa

bi ten

Güneş Şehri, Cilla'nın

dlktatörlil� gibi iki dönem ara­

sındaki bir geçişten ibaretti. Tarih neden hep kabuslarla doluydu böyle? Neden bir gün o kfıbuslu uykudan uyanı:ı:ı, kendi yolunda yürüyüşe geçmiyordu? İyi ama, hangi yol? Amaca varmı:ık için çekilmesi gereken acılar, geçilmesi gereken �praşık yollar, bel­

ki de tarihin kendi yasasıydı. Amaç mı? O da, insanıann kendi yarattıkları bir hayal olmasın sakın?

Fulvius düşüneeli bir tavırla durdu. Bir dehşet sardı yüre­

ğini, ka�ı t tomarları kolunun altından kayıp camura düştü. «Hay Allah, bendeki de ne kafa! Sen tınperatorun siyasi danışmanı ol da, sonra tut böyle zararlı, tehlikeli şeyler sok kafana! Başkalan­

na örnek olsun diye beni çarmıha gerseler yert de�U mi? «Sorumlular, Iüzumundan fazla düşünmemelidin diye mırıl· dandı Fulvius. «Öyle düşünenlerin, başlarının üstünde, tavandan sarkan bir kalas olsun ki, kafalarını kalasa vutdukça akıllan baş. larına gelsin ! » İçini

çekti

Fulvius,

�Hip

yerden

kağıtlarını

topladı. Evet,

ne yapmak. gerekti�i açıkça belliydi : yeni müttefikler bulmak. tan başka çare yoktu;

kurtuluş ancak bundaydı. Her çeşit mil·

!etle ittifak yapmak, birtakım dolambaçlı yollardan gidip, gerek­ tiğinde hileye sapmak, hem de bunu, işin sonunun nereye vara. cağını bile düşünmeden yapmak Iazımdı.

-

195

-


Döndü Fulvius, önılnde kocaman kırmızı «bayra�ı, sallanan çadıra doğru yürümeye başladı. Bu tahtasında önemli

bir

çadır,

uluslararası

satranç

taş olmaya başlamıştı.

Uzun süreden beri 1mııeratorun şehre indiği pek ender gö­ rülüyordu. İnşaat şantiyelerinin ve demir ocaklarının gürültüsit ise

çadınn olduğu

yere ancak boğuk bir uğultu halinde çıkı·

yor, uzak dağlardan esen rüzgarın derinden gelen fısıltısı gibi duyuluyordu. Güneydoğu rüzgArı uğuldadığı zaman, direkteki

kırm ı zı bez şişlyor ten aşağı zavalı

ve

kip­

dalgalanıyor, yağmurlu günlerde ise, direk­

bir halde sarkıyordu.

Nöbetçiler kimseyi çadırın

yanına yanaştırmıyorlardı; haşin tavırlan zaten meraklıların ce­ saretini kınyordu. Ama yine de çadırın kapısı hiç bir zaman ıssız kalmıyor, ge­ lenler, gidenler

birbirine karışıyordu.

Bir kere Thurium

şehir

meclisi üyelerinin biri geliyor, öteki gidiyordu. Ya iaşe, ya

da

maden cevheri ve yapı malzemesi teslimi konularını görüşüyorlar­ dı bunlar. Sonra, Galyalılar ya bir şey istemeye geliyorlar, ya

da

bir anlaşmazlığın çözümü için Spartacus'ün hakemliğine baŞV'U­

ruyorlardı. Girip .cıkanlar arasında gladyatörlerle küçük rütbeli subaylar da vardı. Spartacus bunları kesin ve tartışmaya yer bı­ rakmayan emirler vermek için çağınyordu. Anlaşılacağı gibi, tar­ tışma devri geçmişti artık. Bazan Thuriumlu milisierin eşliğinde, kıyafetleri fazla gös­ terişli

denizciler,

yani kursanların

elçileri

geliyordu.

muazzam tekneleri, Thuriumlulann şaşkın ve saygılı önünde, denizde bir

beşik

Bunların bakışlan

gibi sallanırdı . Korsanların donanınası

serbest liman haline gelmiş olan Thurium'a demir, silah, buğday ve daha bir yığın mal getirirdi. Yeni serbest Umanın zenginliği ise, neredeyse Tarante ile Brindes'i gölgede bırakacak hale gel­ mişti. Korsanlar

(daima bir taraflan sakat olduğu halde)

peJ.t .

mağrur görünüşlü adamlardı. Amirallerinin sol gözü bir bantla kapalıydi, yardımcısı ise topallıyordu. öteki erden kimi kolunu, kimi bacağını, kimi kulağını, ya da hiç olmazsa birkaç dişini kaybetmişti. Başka kahramanlık yaraları da pırıl pınl üniformalar altında sakhydı. Eskiden !talya topraklanna yanaşan korsanlan

darağacı beklerdi, oysa şimdi, Thurium şehir meclisinden büyük saygı görüyorlardı korsanlar.

İtalya'dan gelenler de vardı : Sartorius'un adamlan tüccarlar gibi giyinmişlerdi

ve maiyetleri çok daha

L- 196 -

gösterişslzdi.

Büyük


bir debdebe içinde gelen, hatta önlerinden süs püslü haberciler gönderenler ise Büyük Kral Mitridat'ın elçileriydi. Tanrılar gibi azametli ve buz gibi soğuk adamlar. Bunlar geilr gelmez çadırın ağzından kayboluverir, içerde oturur, Romalı lejyonları yenen, güneyin diktatörü ve yüz bin savaşçının önderiyle tartışırlardı. Yilz bin. savaşçının komutanı daima gölgede oturur, hemen hemen hiç konuşmazdı. Yüzü sertti, adeta bir trajedi maskesi gibiydi. Her akşam gelirdi Fulvius. Güneş bataken kampın gürültü­ sünün kesildiği sıralarda, saatce Spartacus ile başbaşa otururdu. O zaman konuşurdu Fulvius. O kuvvetli ve biteviye sesiyle konuşur durur, ancak öksüı:ük noöeti tuttuğu zaman sözünü ke­ serdi. Vaktiyle kendisinin de, demokrat partinin aşırı sol kana­ dında bir rol oynamış olduğu Roma siyasetinden söz ederdi. Ful ­ vius, Capua'ya sürüldülrten sonra bir eleştirici, bir hatip ve bu vesileyle esaslı bir şantajcı olmuştu. Spartacus'e, Roma'nın düşmanlarını, Mitridat'ı, Tigran'ı, kor­ sanlan, Sartorius'u anlatırdı Fulvius. İç siyasetten, Roma devlet

adamlannın kabillyetsizliklerinden, hırslı politikacılann sanato. yu nasıl ürküttilkierinden de söz ederdi. Fulvius'a göre, Romalı

soyluların bir çöküntü devresine girdikleri muhakkaktı; iktidar, soyluların titrek ellerinden neredeyse düşecekti ya, kim kapacak­ tı bakalım? Spartacus, sessiz, hareketsiz dinlerdi. - İşte İspanyali göçmenler, derdi Fulvius, hepsi demokrat ;partidendller. Halkın hakları, özgürlük, toprak reformu ve bir anayasa için mücadele ettiler. Cilla hepsini ezdi, darmadağın etti. Bir kısmı i Ç savaşta öldü, bir kısmı çarmıha gerildi, ötekiler de selameti kaçmakta buldular. Cumhuriyetin en seckinlerinden, bin­ lerce kişiydiler. Sürgüne gidince, önce çok acı çektiler, ülkeden ülkeye dolaştılar, kimse kabul etmek istemedi onları. Eski püskü saııdallarla ve korsanlardan ödünç alınan kadırgalarla Afrika ve Sicilya limanıarına gitmek istediler, fakat oralardan da geri çev­ rildUer. En sonunda Numidia'ya yanaştılar. Bu ülkenin ıssız kı­ yıları ve kum tepectkleri, kendileri için emin bir sığınak olabi­ lecekti. ülkenin kralı Hempsal onları iyt karşıladı, binbir vaadde bulundu, sonra bir gün, hepsini düşmanıanna tesilm ediverdi. Ka­ -çıp kurtulabilenler Akc;lenizde bir adaya sı�ındılar, orada sefil ve tehlikelerle dolu bir hayat sürdüler. Herkes hem acıyor, hem -

1 97

-


de hor görüyordu bunlan. Zaten

fiı'r

görüşle, merhamet birbi­

rinden hiç aynlmaz. Fakat, C i lla tarafindan devri len İspanya es­

ki valisi gelip bunların b�ına geçti; o andan itibaren de sefil

göçmenler sürüsü Roma n ı n en korkunç düşmanı haline geldi. ispanyorlar yeni valiyi devirip göçmenleri kabul ett i l er. Sartorim. son derece güçlü bir o rdu kurdu, binlerce İspanyol aristokratını kendi tarafına çekti ve tek meşru vali olarak kendini Uan et ti . Roma'nın sürdüklerinin. hepsi, gelip Sartorius un ordusuna katıl­ dı, hem de yüksek rütb el erl e . Bunun üzerine büyük kral Mitridat ile korsanlar, göçmenleri hor görmekten vazgeçip, bunlarla ittifak yapma çarelerin i aramaya başladılar. tspanya savaşı böyle baş­ ladı işte; sekiz yı ldır da sürüyor. . . ) '

'

Su suyordu Spart acus. Sartoruis'un elçileri neredeyse geleceklerdi. Avukat, mtüzake­ relerin güç ola ca�ını tahmin ediyordu. Thurium şehir meclisi üye­ leriyle y aptı �ı görüşmeyi daha unutmamıştı, yenı görüşmelerden de ödü kopuyordu. İmparatorun ne düşündüjtünü ö�reıiebilseydi

bari ? Ama, susuyordu Spartacus. - Sartorius'un gücü çok, çok büyük, diye devam etti Fulvius. İspanya'da yasalar çıkaran bir karşı-senato kurmuş. Bunun, Ro­ ma mn tek yasal hükümeti olduğunu :Iddia ediyor. Mitridat ile de ittifak yaptı. Roma himayesind eki dört eyalet i Mltridat'a bı­ rakt ı . Buna karşı Mitridat da üç bin altın talen t ile kırk savaş gemisini onun emrine verdi. Bu filonun fevkalMe m anevra ka­ biliyeti oldutu ve Marius u n idaresinde Akdeniz kıyılanna d()Çu ileriediği söyleniyor. Sonra, Sartoıius'un Roma daki aristokratlar ve senatörler arasında ·birçok taraftan da var. Bunlar, Pompe'ye para ve yiyecek vermeyi reddedip, gizlice Sartorlu s'u destekliyor­ larmış. Pompe kazanırsa bir askeri diktatörlük kurar diye kor­ kuyorlar da ondan. Geçen yıl savaş hazinesini ttıketen Pompe, senatoyu tehdit et mi ş, senato da tehdit karşısında kalı n ca, Porn­ pe'ye istedijti parayı verm işti, ama bu da rejimin sonunun gel diğini gösterir. Vellaht kim olacak. acaba? '

'

'

­

Durdu, nefes aldı Fulvius, eliyle başını sıvazladıktan sonra konuşmaya devam etti : - öyle sanıyorum ki, Sartorius'un elçileri bizimle bir an­ laşmaya varmadan ön ce, bazı sorular s oracaklard ır. Bizi güç du­ rumda bırakacak sorular . . .

- 198 -


Nihayet konuştu Spartacus : - Ne sorusu? - Herhalde Thurium�uların soruları gibi bir şey. «Bunu yap·mak istiyormuşsunuz, şunu almak istiyormuşsunuz, doğru mu?»

diyeceklerdir. İşin fenası şurada ki,

bu

soruları kendi çıkarları­

nı koruma kaygısının bencilliği içinde değil, hiçbir ard düşün­ celeri olmadan tam bir safiyet ıc soracaklar. Peki, biz ne yapa­

Her­

cağız? Biz de aynı dürüstlükle cevap verecebilecek miyiz?

halde bizi anlamayacaklardır. - Peki, ne cevap vereceğiz? Sustu avukat. Tamamen iyileşmemiş olan boğazı acıyordu. -Veronius'u gönderecektir.

yendik ama.

Sartorius'un

Roma muhakkak yeni

bizimkinden

çok

üstün

lejyonlar

silahlan

ve

iyi savaşan askerlerı oWuğu halde, sekiz yılda lejyonların hakkın­ dan gelem'edi. Roma hükümeti zayıf, hatta can çekişiyor, fakat lejyonlann gücünde bir d�işiklik yok. Ancak. Roma'nın bütün düşınanlan Roma'ya karşı birleşirse, onları yenebiliriz. Bizim sa­

vaşımız, onların savaşı demek. Bunu Sartorius'a anlatmak lazım. - Onların zaferi bizim zaferimiz olacak mı?

diye

sordu

Spartacus. - Hayır ama, her anlaşma, tarafiann ödün vermeleriyle ya. pılır. - Adamlanmız ne der bu anlaşmaya? - Herhalde anlamayacaklardır. ların adına, onların iyili�

için

Fakat,

ne önemi

var?

On-

hareket ettiğimize göre. . .

Cevap vermedi Spartacus. Bir süreden beri tüten meşale sön­

müştO. Meşaleyi yeniden yakmak iıcin el yordamıyla ilerlemeye çalıştı

Fulvius.

Spartacus sert b\r sesle: -

Yakma! dedi.

- Fulvius ıtiraz etti :

- Aına ben karanlıkta konuşamam. - Neden? PekAla konuşulur. Sen, bizim aramıza katılmadan, her zaman görüştü�m ihtiyar, asıl geceleri rahat konuşurdu.

- 199 -


- Bazı şeyler vardır, karanlıkta söylenir. Ama, bazıları için

:muhakkak ışık gereklidir:

- Ne fark var aralarında? - Karanlıkta

söylenenler duygul;ı.ra. hitap eder.

Karanlığa

.aşıktır du ygular. ötekiler ise, akla seslenir. Akla seslenen sözlerin, ;güçlü ve etkili olmak için ışığa ihtiyacı vardır. - Şimdiki ışık ne kadar zayıf, dedi hayvan postlu adaın.- Oysa, Vezüv'ün orada, ay ve yıldızlar bir başka türltı aydınlatırdı. ikisi de sustular. Fulvius bezgindi, yorgundU. Gözleri kapa­ myordu. İrki ldi birden

:

konuşurken asıl kendi görüşünü

ifade

etmemişti galiba? Sanki, sadece Spartacus'ün işitmek istediği söz­ leri söylemekl e yetinmişti. Çadırın bir kenanna oturmuş, odun­

cular gibi dirsekierini dizlerine dayamış, hareketsiz duran bu an­ laşılması güç dağlı karşısında tuhaf bir huzurs uzluk duydu. İlkel bir yaratık mıydı, yoksa şeytan g:lbi kurnaz mıydı bu adam? Bir dahi m iydi, yoksa basit bir al et mi? Başkalannı etkileyen ve en gizli taraflarını açmaya zorlayan gizemli bir kuvvete sahip oldu­ ğu muhakkaktı . Gözleri ınsanın Içine işliyor, kavrıyordu . Karşı­ sında, kendisiyl e konuşan insandan, aılnabilecek ne varsa hepsini çekip aılyordu. Bu ku dretinin kendisi farkında değil gibiydi . Ful­

vius ile yaptığı uzun konuşmalar, bir kanıya şekil vermesine mi yardım ediy ordu , yoksa o konuşınalarda çoktan olgunlaşmış ka­ rarlarının yankısını mı buluyordu? Çadınn kapısı oynadı : denizden doğru bir rüzgAr çıkmıştı . &ınnızı «bayrak» gürültüyle direğe çarptı, sonra yine

upuzun

sal landı. Şafağın

yaklaştığını farketti

Fulvius.

Spartacus

kalktı,

ge­

rind i , çadın heybet iyle doldurdu. Fulvius, Spartacus'ün yüzünü

görmek için başını kaldırmak zorunda kaldı. Doe"an günün san

:san lekelediği bu sert çehredeki ifadeYi yakalamaya çalıştı. Artık yorgunluğa mağlup olmuştu.

- Bu anlaşmayı yapacak mısın? diye sordu. Fakat, Spart acus dışarı çıkınıştı bile. Kuvvetli, fakat uzaklar­ dan gelirmiş hissini veren bir sesle, Roma'nın bütün d üşman­ larıyla , korsanlar, tspanyalı göçmenler ve büyük: kral Mltridat ile anlaşma yapacağını kölelere bildirmesini söyledi Fulvius'a . .

Fulvius de çıktı dışarı. Spartacus uzaklaşm.ıştı, nöbeteller se.. lam d�ruyorlardı. İmperatora.

- 200 --


VII

Ö Z LE M

Köleler ilkbaharda, mart ayının fırtınaları arasında, buğday­ lar daha yeni başak verirken, şehirlerinin yapımını tamamlamış­ lındı. Neredeyse yaz gelmek üzereydi, şimdiden ısınmıştı hava.

Toprak sertleşmiş, son özsularını boşaltmaya başlamıştı. Deniz gitgide kurşun �ine dönüyor, gübre tarlada ufalanıp datıiı­ yor, toz her tarafı sanp, yeşillikleri bile bembeyaz bir örtüyle kaplıyordu. Coşkunlutu kalmayan nehirler tembelleşmişti. Hay­ vanlar dilleri dışarda dolaşıyor, gölgeye yatan öküzler susuzluktan derin soluklar alıyorlardı. Böğürlerinin körttk gibi inip kalktıih farkediliyordu hayvanların. !nsanlar da hayvanlar kadar uyuş­ muşlardı. Şimdi sayılan yüz bin olmuştu. Yağmur mevsiminde, kendi malları olacak ve yüksek duvar­

ların gerisinde kışın kendilerine sığınak vazifesi görecek büyük

bir şehir hayal etmişlerdi. Şu anda istediklerine, istedikleri gi·bl tahkim edilmiş bir şehre sahiptiler. Eskiden neden kuvvetlinin za­

yıfa hizmet ettiğini, neden kitlenin bir avuç ınsanın hükmü al­ tında yaşad�ını sorarlardı. Şimdi kuvvetli ve büyük bir kitle ola· rak kendi kendilerine hizmet ediyorlar, klınsenin hfrk:mü aıtında yaşa.ınıyorlardı. Kendi sürülerint otıatıyqrlardı. !nekleri, ortak mal olan

sü­

rüyü çoğaltinak iı;ln buzağılıyordu. Kendi yaptıklan evlerde otur­

ma haklan vardı. Sürdürdükleri savaş, kendi savaşlanydı. Tanm

Tanrısı Satürn'ün efendisiz, esirsiz Altın Ca�w. ,insanlara ada­

let ve iyi niyetın egemen olduinı o dönemi geri getirmeyi ne kadar istemişlerdi. Artık özgürdüler ve yeni yasaya göre yaşıyorlardı.

- 201 -


Denizle dağ arasında, da uzaklarnail farkedilen gen ç şehirde yüz bin kişiydiler, hatta daha bile fazlaydılar . O şehir artık bir serap değildi. Şu anda h.er şey bir gerçek olarak vardı : dağ, şehir

ve dayurulmuş arzular. Bu sı cak havada üstlerine çöken tembellik acaba doymuşlu­ ğun, tatmin olmuşluğun tembelliği miydi? Başka istekleri, başka niyetleri yok muydu? Şehirde hayat düzeni bir şekilde devam ediyordu.

Çobanlar

hayvanlan otlatıyorlar; çiftçiler, dokumacılar, dağramacılar gün­ lük işleriyle uğraşıyorlar; kadınlar yemek pişiriyor, çocuklar toz tavrak içinde oynuyor, isyan edenler, kuzey kapısındaki çarm ıh­ Iara

geriliyorlardı.

Köpekler

gölgesiz

sokaklarda

sürünüyordu.

Akşamları kölelik günlerinin öykülerı anlatılıyordu.

öykülerde

çoğu zaman flbartma gerçegın yanında yer alıyordu . Şehre bir uyuşukluk çökmüştü. Belki sıcalrtandı, belki de· baş­ ka bir şey, ne oldu� belirsiz, ama tehlikeli bir neden vardı. Kö­

leler de bunu daha. anlamamışlardı. Kuruluşunun

beşinci ayında, Güneş

Şehri kıtlıkla yüzyüze

geldi. Ambarlar boşalmış, büyük yemekhanelerde yenen yemek­ Ierin miktarı gitgide azalmış; akıllar da kanşmaya başlamıştı. Publibor bütün bunların farkındaydı. İlk günde olduğu gibi , kendi grubundaki beş kişiyle aynı masada oturuyordu. Dumanı tüten aynı çorba tası vardı önünde, ama şimdi tas ancak yan­ sına kadar doluydu. Kaşıklar tas içinde daha kolay hareket edi­ yor ve d urmadan birbirine çarpıyordu. Kuşkusuz, en çabuk yiyen hatip Zozimos idi. Konuşmalarının ifadesi de gitgide şiddetlen­ mişti. Son zamanlarda durup durup aynı konuya, kuzey kapı­ sındaki

çannıhlara gerilenlere dönüyordu. Birkaç günden

beri

çarmıha gerilenlerin sayısı da . şaşılacak kadar artmıştı . - Disiplin

ve

tehdiş !

diyordu Zozimos. Eski boyunduruğu

atıp , yenisini takmak için mi savaştık, üstüste zaferler kazandık?. Eskiden, açlıktan feryat ederdik, şimdi de disiplinden . . .

Güneş

Şehrinde hayat kısaldı ve hor görülür bir hale geldi. . . Eski gün­ lerin kardeşlik ruhu, heyecanı nerede? Halkı, kendisini yöneten­ lerden ayıran ezeli uçurum yine çıktı ortaya. İmperator, danış­ manlarla elçilerden başka kimseyi kabul etmiyor. Sırası gelmiş­ ken, onlara ikram ettl�i yemekierin pek bol olduğunu da

söy.

leyeyim .. Biliyoruz, halkın yaranna, yeteri kadar akıllı olmadıitı-

-

202

-


ıçın

mız

anlayamadığımız

bir yarara

çalışıyor.

Bildi�iniz

sizler, kend i niz i yönetmek yeteneğinden yoksun

gibi

koyunlarsıniz.

Peki öyle olsun, ama koyunlara verilen ot da pek az, ancak bir çiğnemelik .. öyle olunca, elbette sürü melem.eye başlar! İyi dinle beni delikanlı, dahası var bunun ! Çoban kalkmış, akıllı yaratık­ ların karşısındaymış gibi koyunlara nutuk çekiyor; sabırdan,

disiplinden,

yüksek amaçlardan söz ediyor. Sonra da bu yüksek

amaçlar uğruna, anlamamakta

israr

edenlere,

hı'l.la meleyenlere

ölüm vaadediyor. Tam filozoflann paradoks dedikleri şey bu! Ne dersin acemi çaylak? Publibot, Zozimos'u yüreği aıtüst olarak dinlemlşti, amra ifa­ desini,

haklı

olduğunu

sandığı

halde onaylaınıyordu .

Sinirine

dokunuyordu bu adam. Geldiği gün çarmıhlar karsısında kapıl­ dığı dehşeti hatırladı ve aynen o günkü gibi, su·çlu bulduğu bu düşünceyi kafasından çıkarmaya çalıştı. Acele acele konuştu : - Ne olursa olsun, İmperatorun niy.eti kötü değil, dedi. Zozimos

tahta kepçeyl bıraktı

efinden

ve delikanlıya sal­

dırdı : - Niyeti kötü değil mi dedin? Elbette kötü de!Cil, ama çok tehlikeli! Hiç bir tiran, halka çıkar gözetmeden bekçllik ettiğine inanan bir insan kadar korkunç olamaz. Doğuştan zalim bir ti­ ran ancak kendi

kişisel

çıkarları gerektirdiği

kadar

zulmeder.

Oysa, üstün ve yüksek amaçlara hizmet eden namuslu bir Uran , sınırsız kötülük yapabilir. Tabii, Publibor ne cevap verecttlnl bllemedi . Zozimos ken­

dini ·kapıp :koyvertnce, onun da yüreğindeki sıkıntı kalmamıştı. Yanlız bir şey dikkatini çekti delikanlının :

masada oturanl;:ır,

eskiden hatibi hiç dinlemez ve yemeği bitirir bltirmez çıkıp gi­ derlerken , bu defa kalkmamışlardı. Zozimos'un sözlerini yatarcasına dinliyorlardı. - Gerçeği söylüyorum, dedi Zozimos. Bir tek kişi, elinde bu kadar kuvveti, beyninde d.e bu kadar üstün amaçları biraraya top­ larsa, bunun

eder.

sonu

tehUkedlr. Başlangıçta beyin ellere k:omu.ta

Sonra öyle bir an gelir ki, eller kendi kendine çırpmaya

başar; beyin de işte o. zaman üstün amaçlan ortaya atmak zo.. runda kalır. kında

Beynin sahibiyse, meydana gelen de�lşikli�in far­

bile değildir. Halkın d ostu olan bir yıltın insan, şimdiye

- 203 -


kadar tiran haline gelmiştir. Oysa, tarih, sonunda halkın dostu

haline gelmiş bir tek tiranı nadını bile yazm

az.

Herkes susuyordu. Zozimos sözünü kesip, çorba. tasının di­

bini temizlerneye koyulmuştu. Gözlerinde Trakya dağlannın özle­ mi okunan kızıl saçlı dev birden bağırdı ı - Bir kelime bile anlamıyoruz senin masallarından. En iyisi

da�anmıza dönmek! - Gördün

mü?

dedi

Zozimos,

Publib<ır'a. Bak

ooktaya gelmişle:r.. Allahın günü bu laf!

sen,

hangi

Geleceği düşünecekle­

rine, geçmişi hayal ediyorlar, yurtlanna dönmek istiyorlar! Bir baş hareketiyle Zozimos'u onayladı kızll saçlı dev :

- İyi bildini Herkes aynı şeyi söylüyor. Romalılarla boy öl­ çüşüp de ne olacak? Bir tanesini öldürsen on tanesi daha çıkar karşına. En iyisi dağlarımıza dönelim. Kızıl saçlıyı lanetlernek istermiş gibi kollarını havaya kaldırd ı Zozimos, fakat Publibor ondan önce konuştu :

- Bu şehri, burada yaşadığın hayatı aramaz mıydın? Dev, soruya cevap vermedi, sadece dedi

ki :

- SaÇlan yöluk adamlar gelmeden önce, dağlarda ne kadar özgürlük? Orada!, Güneş Dağlan:inıza dönmeliyiz!

Şehrindekiden

de fazla

Bizi oraya götürmell

güneş

vardı.

Spartacus!

- İşin yoksa bekle, diye alay etti Zozimos. Şimdi onun ka­

rasında çok başka düşünceler var. Homurdandı kızıl saçlı dev :

- Sen nereden bileceksin? Sabret, bugün değilse, yarın bizi mutlaka oraya götürecek Spartacus.

Publibor, her gün bu

şekildeki

tartışmalan dinleyip duru­

yordu. Köleler ana yurtlarına dönmekten, gttgide daha sık söz

eder olmuşlardı. Akşam olunca, Trakyalılar da, Iteltler de kendi topraklarının şarlolannı söylüyorlardı .

- 204 -

Uzun süre

unuttuk.tan


sonra, şimdi birden hatırlaınışlardı bu ;:;arkılan. Aralanndan çp. ğu, esarette doğduğu için, bu efsane ülkelerini tanımazlardı. Hat­

ta, babaları, dedeleri bile bİimezlerdi o toprakları. Bir kısmının aklında da o ülkelerden ancak soluk bir hayal kalmıştı. Ama, şim­ di hepsi de o ülilelerden başka bir şey konuşmaz olmuşlardı. öz­ lem, hepsini Clanius bataklıklannda tutuldukları humma gibi ya­ kıyordu. Aksi gibi, bu hummayı iyileştirecek sihirli otlar da yok­ tu burada.

Kırmızı bayraklı çadırdan, yürek ferahlatıcı bir açıklama ya. pıldı : Yiyecek kıtlığı, ithalatın kısa bir süre için kesilmiş olma­ sından ileri geliyordu. Biraz sabır lazımdı ve işler kısa zamanda yoluna girecekti. üstelik, İspanyol müttefiklerin donanınasi da

Marius'un koroutasında Thurium'a doğru yol alıyordu.

Bu açıklamalar, yürek ferahlatıcı da olsa, çorba taslarını dol­ durmuyor, taslan taşıyanlar da etrafiarında asık suratlar ve düş­ man yüzlerden başka bir şey görmüyorlardı . .Çok kimse, kırmızı «bayraklu çadırdan biraz fazla yasa ve kural çıkar olduğunu, yüksek sesle söylemekten çekinmiyordu. Ne demek yani? Sadece efendi değiştirmek ve kendi terlerinden başka içecek bir şey bu­ lamamak için mi o kadar kan akıtmışlar, savaş vermişler ve Ro­ malıları yenmişlerdi? En öfkeliler de, ne kan akıtmış, ne savaşa girmiş olanlardı. Topluluğa katılabilmek için az yalvannamışlardı bunlar. Gerçi, daha kimse açlıktan ölmemişti ama, neredeyse o da olacaktı. Köleler şehrinin insanlannın hemen hepsi eskiden kıtlıkla karşılaşmışlar, bunu alınyazılarından saymışlardı. Neden­ se geçmiş, ne kadar acı olursa, o kadar çabuk unutulur. Şimdi, mideleri kazınmaya başlayalı beri, kırmızı «bayraklı, çadıra, kötü danışmanlara, Spartacus'ün istediği şeyi elini uzatıp alıvermek varken, ille müzakere yapacafıım diye tuttunuasma la­ netıer, beddualar yağdırıp duruyorlardı. Hemen burunlarının di­ binde, hiç bir eksiği olmayan Thurium diye bir şehir yok muydu? Ayrıca, Lukania topraklarında onun gibi kaç şehir vardı kim bilir?

Öyleyse ne duruyo:rlardı?

Galip gelenler kendileri değil

miydi? Hep aynı yoksunluklar getiren ve en dobl ıstekierin kar­ şılanmasını yasaklayan bu saçma yasayı bir türlü akılları alını­ yordu. Nola, Suessula ve Kalatia'yı keyifle ya�ma ettikleri günle­

...i unutamıyorlardı. - 205 -


Bu tehlikeli umut, yavaş yavaş yüz bin kişiyi sarmaya baş­ şarkılan hatırlıyorlardı ; karanlıklarda kal­ mış bir isim yeniden dudaklannda şekillenmeye başlamıştı Cricsus.

lamıştı. Unuttukları

·

Dönüşünden beri ericsus gölgede kalmaya dikkat etmişti. Vaktiyle Capua'da topluluktan ayrılanlar onu kendilerine önder seçmişler<li. Bu bölünmeye yol açmak, ya da bunu önlemek Için hiç bir şey yapmaınıştı Cricsus. Kendisine verilen mevki'i elde etmek için dalavere yoluna da sapmamıştı. Sonra, aynianlar Ro­ malılar tarafından kılıçtan geçirilmiş, kendisi ise bir mucize ka­ bilinden kaçıp kurtulmuştu. Dönmüş ve adetf · üzere susmuştu. Yi­ ne ad.etl üzere vahşice, büyük bir gözüpeklikle savaşnııştı. Savaş bitip de, askerler şehri inşa etmek için çalışmaya başlayınca yine bir kenara çekilmiş, Thuriumla ittifak anlaşması yapıldı­ ğında sesin i çıkarrnamış, Sparacus yeni yasayı koyunca bir şey dememiş, Sartorius ve Mitridat'la müzakerelere girişildiğlnde de bir tek kelime söylememişti. O koca cüssesinin kocaman adımia­ rıyla kampın içinde dolaşıp durmuştu. Karanlık yüzüyle insanla­ rın çalışmasını seyreder, geceleri sarhoş olur, erkek, kadın her­ kesle yatardı. Kimse sevm.ezdi onu, fakat Galyalılarla Germenler, Cricsus'u gerçek önderleri sayıyorlardı. Çünkü, o da onların dilini konuşurdu, onun da ötekller gibi aşağı sarkık bıyıklan ve boy. nunda bir gümüş zinciri vardı. Galyalılarla Germenler ancak otuz bin kişi kadardılar, ama hiç emir vermeyen, yasalar koymayan, kimseyle ahbaplık etme­ yen ve çok az konuşan bu adama gözlerini çevirenler sadece Galyalılarla Germenler değildi. Emir vermediği, yasa koymadığı, hatta konuşmadığı halde, fmperatordan çok korku saçıyordu Cricsus. Güneş Şehrinde yiyecek gitgide azalıyor, Nola, Suessula ve Kalatia'nın anıları gitgide daha canlı olmaya başlıyor ve hoş. n u tsuzlar Cricsus'a güvenebileceklerini biliyorlardı.

·-

2D6 -


VIII

KÜÇÜK KIRMIZI DAMARLAR

Bu durumun bütün kabahat!

Thurium şehir meclisindeydL

Meclis üyeleri bir süreden beri, komşulanna gitgide daha kötü

gözle bakmaya başlamışlardı. Spartacus'ün sözleşmelere sıkı sıkı­ ya saygı gösterdiğini ve askerlerine iyiden

iyice göz kulak oldu­

ğunu farkedince, önce şaşırmışlar, sonra kendilerine güvenıneye başlamışlardı. Güvenlik duygusunun, akıllan daha iYi işlettiği de

bilinmektedir.

Şehir meclisi üyeleri önce kışkırtma ve kandırma hareketinin

yayılnıadığını, Spartacus'ün elçllerinin ı.tuzey ve güney İtalya'yı boşuna dolaştıklarını

ve kölelerin ayaklanmaya

gördüler. İtalya'nın başka yerlerindeki köleler,

yanaşm:adı�ını Spartacus'ün adanı­

larını dostıukla karşılıyorlarsa da kendileri harekete katılmak. için

pek istekli görünmüyorlardı. Belki de çok büyük bir sefalet iç'i.n­ de olmaları,

harekete geçme isteğini öldürmüş, belkide yüz yıl

savaşları herkesi bezdirmişti. Yahut, Fulvius'un dediği gibi, «Ba­

şarısız devrim�er yüzyilında yaşanıyordu•. Yani, kısaca bu taraf­ tan ·başarısı güvenebilecek

tam olamamıştı Spartacus'ün.

Şimdi müttefiklerine

miydi acaba?

Son günlerde Thurium'da çeşitli söylentiler doi.aş:ıyordu . panyalı göçmenler safında anlaşmazlık

İs­

çıkmış, Pomipe bunlara fe­

na bir darbe indirmiş, ünlü karşı-senato hizipler yüzünden par­

ça parça olmuş deniyordu. Tal !h, büyük kral Mitridat'a da güler gibi görünmüyorrlu : o da kayınbiraderi. İtgarn'ın ihanetine uğ­

ramıştı. Tam yıkılacağı sırada, talih Roma'ya bir kere daha gül­

rnek istemişti galiba. Thurium şehir meclisi üyeleri, bu haberleri ciddiyetıe ve aşı­ rılığa kaçmayan duygularla bir

kenara not ediyorlardı. !stedik-

- 207 -


leri, sadece gerçekleri dikkate almaktı. Genç Marius'un komuta­ sındaki göçmenler

donanmasının on bin seçkin savaşçıyı getir­ diği bir gerçekti . Bunlar karaya çıkmayı başarırlarsa, devrimin önünde parlak ufuklar açılacaktı. o zaman dem okrat kentıiler, gladya törlerie birleşeceklerdi. Tahkim edi lm i ş şehirlerde mızrak­ larını diken diken göstereceklerine, Thurium'u örnek alıp. onun yapt ığ ını y apacaklardı. Böylece, korkuyu yüreklerinden çıkarmış olan şehir meclisi üyeleri soğukkanlılıkla her türlü olasılığı hesaplıyorlar, lehte ve aleyhte delileri tartışıyorlar, karşı t kuwetleri bi r dengeye ge­ tirmeye çaılşıyorlardı.

Fakat bir gün , bir korsan kaptanın, beraberinde bir yaver olduğu halde meclis binasının eşiğini at ı anıasıyla terazi bir ta­ rafa eğil iverdi . Bilindiği gibi, Thurium bir serbest liman olmuş­ tu ve bundan ötürü korsanl ar şehre rahatça girip çıkıyorlar, hatta şehrin ileri gelenleri tarafından pay!aşılamıyorlardı. Bu kaptanın adı Atenodoros'tu. Uzun bir yol culuktan yeni

p

dönmüştü. Pırıl pınl yal d ızla r içindeki savaş kadırgası, S arta­ cus'e teslim edilecek bakır ve maden cevheriyle yüklüydü. Kadır­

ga, su üstünde bir beşik gibi saliamyordu !imanda. Korsan, ken­ disim karşılamak için Mr şeref kıtası çıkaramadıklarına üzülen meclis üyeleri t arafından hararetle kabul edildi. Eliyle bir işaret yap tJ. Atenodoros : şeref kıtası filan düşünecek hali yoktu; mu­ hafızlar, törenler urourunda bile değildi. öyle ilgi çekici haber­ ler getirmişti ki Thuriumlulara!.. Küçük Asya sulannda büyük bir deniz sa vaşı olmuştu. Bu haber, tepelerde yalalan ateşlerle adadan adaya iletllmi ş, Roma maliyesinin emrindeki atlı haber­ ciler, bavadisi Yunan kıtasma yaym ışl ardı . Korsanların deniz işa­ retleriyle de, savaşın sonucu Adriyatik'e ulaştırılmıştı. Bu önemli haberi İtalya kı tasına ilk getiren de Atenodoros'tu : Göçmenler donanınası mahvedilmi şti ! Evet, yok olmuştu donanma. Gel'IÇi durum, henüz bütün aynntılarıyla bilinmlyordu ama, Lucullus'un. düşman donanmasına on beş Roma kadırgasıyla baskın yaptığı, göçmenlerin gemilerinin Truva kıyısıyla Tenedos adası arasın­ da battığı muhakkaktı. Doğrusunu söylemek gerekirse, genç Ma­ rius akıl almaz bir hafiflik yapmış, Lemnos yakınındaki küçük bir adanın karşısına demir atıp> mürettebatın gemiden çıkarak adanın güzel kızlarıyla gönül eğlendirm:esine izin v erm işti . Hat� ta, Atenodoros'un da belirli bir hor görüşle ifade ettiği gibi, ge. - 208 -


mide gözcüler· b.ırakmayı bile ihmal etmiıı, Lucullus de bu fır­ sattan faydalanarak, bomboş gerni lert ele gecirmiş, adaya dağı­ ian mürettebatın peşin e düşmüş, Marius'un denizciletini tavşan kovalar gibi kovalayıp kıstırmıştı. Genç Marius ile göçmenlerin en seçkinleri ölmüş, gerisi de esir edilmişti. Haberler gerçekten ilgj çekiciydi. Bunları

düşünmeye

ve bü­

yuk bir dikkatle tartmaya değerdi. Terazinin ketesi �özle görü·

nür şekilde bir tarafa doğru eğilmişti artık. Meclis üyeleri, baht­ sız sirk prensini, açık yürekli haydutu şöyle bir tarttılar : çok hafif geliyordu prens. Pekala, dediler. Bırakalım şehirde "kendi diiZenini sürdürsün dursun ; başka bir şey istemeyiz ondan. ;yı_ yeceği darbeyi, kendisine bildirmeye ne liiZum vardı? Gelmeye­ cek müttefi·klerini bekleyebileceği kadar beklesindi bakalım! Emin olmak için, haberi Trakyalı prense iletip iletmeyece­ ğini sordular Atenodoros'a. Bunda bir fayda gönnediği cevabını verdi korsan . . Spartacus, nasıl olsa günün birinde haberdar olur­ du, fakat olayın buğday fiyatıanna yapacağı etki bakımından, meclis üyelerinin ifadesiyle, «Bu değerli haberleri� gizli tutmanın daha do�u olaca�na inanıyordu Atenodoros. Meclis üyeleri, oybirliğiyle onayladılar ve bir saniye bUe kay­ betmeden, korsanın getirdiği ·haberlere fiyat bit!çiler.. Korsan, bundan böyle buğdayı Thuriumlulara ancak p�in patayla sata­ bileceğini söyledi. Oysa, Thuriumlulara, Spartacus'e teslim edi­ lecek buğdayı getirdi#inde daima, borca satardı. Birkaç saat sonra şehir meclisi, durumu incelemek ve Spar. tacus'e bu�ay teslimi konusunda alınması gerekli önlemleri gö­ rüşmek ti.zere gizli bir toplantı yaptı. Bu önlemleri görüşürken, bunların hemen kısa zamanda köleler üzerinde yapaca�ı etkileri de gözden uzak tutmadılar. llerkes onaylamıŞtı önlemleri, ama bir yandan da düşünüyorlardı : bu durum, Thurium şehri için tehlikeli sonuçlar vermez miydi acaba? Kafalan kızan haydutlar pekAla siddet yollanna başvurabtllrierdi.

Şehir meellsl Gyelertnde'D. olan balıçecl� bfr yayı fazla ger­ mernek gerekttkini hatırlattı ; «Aslanın üstüne üstüne gitmek doğ" ru olmaZ» dedi. Tartışılırken, nasıl olduysa, biri, ilk defa Meta. ponte adını ortaya attı. Bu kelimeYi söyleyen, daha önce ·Fulvius ile adamakıllı tartışmış olan, patlak gözlü, ihtiyar meclis ilYe­ siydi. Öfkeden kısılmış bir sesl«! ; - 209 -


- Neden ama,

tc d eğ i l de. biz?

Birden kimse runun kapsam ın ı

büyük

hep

biz? Daima biz? diyordu. Neden Metapan ­

cevap

veremedi,

hemen o.

liman,. Benikle'nin

fakat keskin zekalar bu so­

anda kavrayıvermişlerdi.

raki bi Metaponte,

Yakındaki

Thurium

gibi bir

Yunan sömürgesiydi ve bu iki sehir arası nda yüzyıllardan beri

şiddetli bir rekabet sürüp giderdi.

- Öyle değil mi? diye sordu İhtiyar üye, neden hep biz? Trak­

1

' yalı prensle bir ittifak yaptık. Fetihlere, ganim eti ere susamışsa, onun önerilerini reddetmiş olanlara sald ırs ın ı

öteki üyell:!rden çıt çıkmıyordu. Aralarından birinin bu ka­

dar açık ve tarafsiz konuşacağını beklememişlerdi herhalde. Sa­

dece, Hegio, ihtiyar üyeyi hor görür bir ifadeyle hafiften bir ıslık çaldı. Büyük P itag or'un vaktiyle Metaponte'de fikirlerini yaydığı, o şehrin İtalyan felsefesinin beşiği olduğunu hatırlatmıştı. Tanrı

korusun, i ht iyarın dedikleri ka bul ediliverecek olursa, Met apan­

te'de

taş üstünde taş kalmaz diye düşünüyordu.

Sonra b irden , . ölümünü beklediğini

itiraf

safça

eden

es iri

Publibor geld i aklı na . Olemp'in bütü n tannlan ve bütün filozof­

ları adına yemin edebilirdi ki, PUblibor'a zerre kadar kızmıyor­ du. Ama, o da ih tiyar üyenin teklifine sesini

çıkarmad ı ,

çünkü

ne de ola, Sila tasfiyehanelerinde hisseleri vardı ve Romalı bir

Jı;adınla evlenmiş ti .

Şu Metaponte adı, ne anılar uyandırmıştı Hegio'da. . .

O günden sonra yiyecek madd eleri, her geçen gün biraz daha

azalmaya devam etti. Birtakım yanlış anlamalar ve bu yüzden d e

bazı

gecikmeler oldu sonunda, gelen yiyeceklerin çoğunun kok ­

muş, çürümüş olduğu görüldü. Spartacus,

ambarlan

tamamen bo­

şaltmak zorunda kalmış ve durumun neden böyle olduğunu öğ­

renmek için Thuriumlulardan açıklama istemişti. Thurium şehir

meclisi,

Spartacus'ün sorusuna baştan

savma bir cevap vermiş,

her zaman olduğu gibi, bu d.efa da mÜZakere için, patlak gözlü i h ti y ar meclis üyesi gönderilmişti� İhtiyar titrek sesiyle neden­

leri

s ı ra.ladı : Teknik iledenler vardı, mali nedenler vardı. . . İhti­

yarın kendisinin de bir şey anlam adığı ,

- 2i0 -

ortaya

athğı nedenler-


den belli oluyordu; bu da söz konusu nedenlere daha bir kuvvet kazandınyord u . Korsanlan suçluyordu ihtiyar. Onun zamanında

her

şey nasıl yolunda giderdi? Ama, dürüstlükle ilgisi olmayan

insanlardan ne beklenebilirdi .ki? Onu dinlerken , genç Enomaus

elinde olmadan başını yere eğiyor, Fulvius ise ikid e birde öksüı1ik nöbetine tutuluyord u .

Bu arada, kendisinin Spartacus'e söyledik­

leri ni hatırlıyordu Fulvius : Her ittifakın, karşılıklı ödünlerde bu­ lunulmasını gerektirdiğini söylememiş miydi? Oysa, şimdi özve­ rilerin tek tarafa yüklendiğini

farkediyor ve ihtiyann,

kırmızı damarlı patlak gözl erine bakiıkça aczinl daha

hi ssediyordu

.

incecik kuvvetle

Titreyen elleriye yavru yumru kafasım sıvazlıyor,

duygu suz görünmeye çalışıyor ve aldıklan salgamın , nasıl üç ke­ resinde d e çürümüş olduğunu

soruyordu .

Nasıl işti bu böyle? İh­

tiyar, dikkatli ve vakur haliyle dinliyor, tartışmaya girmeyi ka­

bu l ediyor, şalgamların küflenmiş olduğunu da kabulleniyor, fa­ kat kendisi de bunu anlamadığım belirtip, insana komik gelen birtakım �evaplar vermekle yetiniyordu. Yarım saat

kadar bu

maskaralı�a dayanan ve sonunda tepesi atan Fulvius tartışmadan vazgeçiyor, Enornaus ise, her zamanki gibi gözlerini yerden kal· dırmıyordu.

Bu maskaralığın sonu gelmeyecekti galiba. Her g örüşmeden

sonra Güneş Şehrindekiler anlaşmazlığın ve güçlüklerin ortadan · kalkacağını umut ediyorlardı, ama içlerinden de pek fazla · ha­ yale kapılıyor değillerdi. Köleler, sonunda sert önlemler alınma­ sını, mislllerne yapılmasını teklif ettiler; Fulvius tereddüt Spartacus

ise

derhal

reddetti. Epeyce zamandır şehir,

etti,

yiyecek

maddele rini veresiye almaya başlamıştı . Savaş bütçesi ise demir ocaklarının ateşinde .erimişti. Çünkü, demirle

bakır

her şeyden

önemliydi. Bunların parasını peşin verdiklerinden, istedikleri mal

muntazarnan geliyordu. Kıtlık iyice artmıştı. Sı:ıartacus'ün danışmanlan bir t�plantı yaptılar ve sert önlemler alınmasını bir kere daha teklif ettiler. Fakat, bu tedbirlerin neler olabileceğini belirtmediler. Capua'dan beri ilk defa olmak üzere , toplantıda Cricsus da hazır bulun­

muştu. Ağzını açıp bir tek kelime bile söylememiştı ama, sadece varlığı, arkadaşlarının üzerinde

derin bir etki

Direndi Spartacus, düşünmek için zaman mosunun

yolda

olduğunu,

uyandırmıştı. istedi; göçmenler

bugün yar1n Thurium'a gelmesinin

beklendiğini hatırlattı. Şimdi, inidelerin sabırsızlıtı uğruna her

- 211 -


şeyi feda mı edeceklerdi? Nola, Suessula veKalatia'dald hatalan

bir

caniyarıe'

daha mı tekrarlasınlardı? O yüzden öteki şehirlerin

köleleri bile ·kendilerinden yüz çevirmişlerdi, nasıl unutulurdu bu? O üç şehir ya�a edildiğinden, hepsi nasıl çirkefe bulanmışlardı,

Güneş Şehrinin şanına da az daha gölge düşecekti. Hayvan post­ lu adam� yardımcılannın cılız kanıtlanna, alabildi�e kuwetli

kanıtlarla cevap vermiş, kitleye, Vezüv'ün tepesinde, ya da Cla­ nius bataklıklarında hitap ettiği zamanların, o eski günlerin se­ siyle konuşmuştu. Gladyatörler homurdandılar, mırıldandılar, ama bu defa da

boyun

eğdiler.

Fulvius ne

diyece�ini

bilemedi

Cricsus

sesisini çıkarmadı.

Fakat şehirde, bir isim, Metaponte şehrinin

ağıza dolaşmaya

başlamıştı�

- �1 2 -

ismi,

ise hiç ağız.dan


IX

META.PONTE'NİN YlKlLlŞI

(Fulvius'un tarihiesinden pa.rçal&r)

31.

İtalya'nın

diğer

bölgelerindeki

köleler ayaklanmadılar.

.öte yandan, Spartacus'ün silah zoruyla güç duruma düşürülmüş

müttefikleri de, savaş sahnesinde kendilerinden beklenen rolü oy. nayamadılar.

Yani, Spa.rtacus ile adamları, etraflan düşman bir dünya ile

çevrilmiş olarak şehirlerinde kendi başıanna kalmışlardı. O kadar umutla beklenen ve geleceği de birt:;ı;kım. alAmetlerden belli olan güı;ıler gelmemişti, De�işen bir şey yoktu; eski düzen her tarafta hü­

kum sürmekteydi. Bu şartlarda Gilneş Şehri elbette tamamlanmış bir devre aitmiş, başka bir gezegende yer alıyormuş gibi görün.e­ cekti. Zira insan, varlığını kendi devrinin ve kabul edilmiş gele­

neklerin dışında sürdüremez; sürdürmeye kalkışırsa, bunun yara­

tacağı

tepkiİere katlanmak zorundadır. . .

&2. Kend i yaptıklan duvarıann arkasında hapsolmuş gibi yaşayan köleler de bazı denemelerle bunun böyle olduğunu anla­

dılar. Eşyanın doğasındaki adaletsizlik ile alınyazıları,

daha

köleleri

doğmadan esarete mabk'O.m etmiş, midelerine açlı.kla, arzu­

yu yerleştinnişti. Köleler zincirden kopmuş vahşi hayvanlar gibi

vaktiyle Nola, Suessula ve Kalatia'ya saldırmışlar, arzularını tat­

min edip, derilerindeki sel"t tüyleri temizleyerek ehlileşmişlerdi. Daha sonra ise, kendi şehirlerini kurmuşlar, burada adalet ve iyi

niyete dayanan bir hayat sürmeyi tasarlamışlardı. Oysa bir süre

.sonra, içinde yaşadıkları o amansız dönem, dünyayı onlann koy­ duğu yasanın idare etmedi�ini, ancak kuvvetlinin hak sahibi ola- Zl3 -


bileceğini hatırıatmıştı kölelere. Dünyanın düZeni, insan gibi ya. şamak isteyenleri yine kuMiaşmaya zorluyordu. Neticede,

gördükleri

rüyadan

uyanan

köleler,

tırnaklarının

yeniden uzadığını, ellerinin ' bir pençe halini aldlğını farkettiler. Eski günlerdeki gibi ulumaya başlayıp, cellatlannın üstüne atıl­ dılar. Bu defa hedefleri Metaponte idi. Metaponta'yi

yıktılar. . .

de temelini yıkmış

ama, aynı

anda kendi

şehirlerinin

oldular.

Köleler, başlangıçta büyülenmiş gibi kahldılar bu Metaponte'ye saldırmak fikri, şehre aralarından bir iki

harekete.

kişi tara­

fından getirilmiş, sonra herkesin kafasına işleyip kalmıştı. taponte'den büyüleylci yanın bolluğundan,

Me­

bir şehir olarak söz ediliyor, etin, mey­

tapınaklann

ağzına kadar altın

ve gümüş

külçeleriyle dolu olduğundan dem vuruluyordu. Sofradan karınları doymadan kalk�mlar bir

araya

toplanı­

yorlar ve birbirlerinin kulaklarına, parola gibi hep aynı cümle­

leri fısıldıybrlardı

zarmış bıldırcın eti.

Metaponte'de neler yiyeceğiz?

- Yağda kı­

...:... Metaponte'de ne içeceğiz?

- Vezüv şa­

rabıyla ·.Karmel şarabı. ğüsleri

porta,kaldan

- Metaponte'nin kadınları nasıl

daha

lezzetli..

-

Uzakta

- Gö­

Metaponte?

- Altmış mil. Yürüyerek bjr gün bir gece. Bu fikri şehre getirenierin arasında, gözleri fıldlr fıldır, ince

uzun· suratlı bir serseri de vardı. Fikri, şehir halkı'nın kafasına sokanlar, her gün yeni yenı havadisler taşıyorlardı. Bunların, Iıa­ berleri

topladıklan yer Thurium'du.

Zaten, haber

1

taşıy,ıcı ar,

alışveriş etmek, limana gemilerin gelişini gözlemek, ya da Tlıu ­

rium şehir mecliSi üyeleri ve memurlarla görüşmek i�in sık sık Thurium'a gidenlerdi. Aynca bunlar, ötekiler kadar açlıktan et­ kilenmiş görünmüyorlardı. Metaponte'de bulacaklan şeylerle şim­ diden şişmanlamaya başlamış gibi bir halleri vardı. Spartacus'ün

düşünmek

iiÇn zaman

istediği,

Fulvius'un

ne

diyeceğini bilemediği, ericsus'un ise inatla sustuğu toplantı öğle vakti yapılmıştı. Şimdi alaca karanlık çökmeye başlamıştı. Nere­

k

deyse bastıraca

gecenin kapkara olacağı anlaşılıyordu, çünkü ay

gezmeye gitmişti ve çabuk dönecek gibi değildi. O gece, kölele­

rin Vezüv'ün tepesinden halatlarla indikleri geceye benzeyecekti galiba .

- 214 -


Gece nihayet bastırdı. Hava öyle karaniıktı ki, dağların bir dantel kenarına benze}"en

gölgeleri bile

seçilmiyordu.

önceleri

dalgaların belli belirsiz sesinden başka bir ses duyulmazken, son­ ra bütün şehir gizemli, fısıltılı bir kaynaşmaya tutuldu. Arada bir, yani devriyelerin

ayak sesleri

duyulduğu

sırada, kaynaşma

kesiliyor, insanın içine işleyen bir sessizlik oluyordu. Nöbetçi ge­ çince

fısıltılar,

ınınltılar

her

tarafta

oradan oraya koşuşan ayaklardaki

birden

yeniden

baŞlıyor,

sandallar ortalığı toza boğu­

yordu. Keltlerl e Germenlerin mahallelerinin her noktasında var­ dı bu kaynaşma.

Bir şeyden haberi olmayanlar çadırlarının .di­

bine çekilmiş, gürültüyü kaygıyla izliyorlardı. Aslında ne oldu­ ğunu tahmin etmiyor değillerdi ama , Yine de susmayı tercih edi­ yorlardı. Ne olduğunu bilenler arasında ise şu parola dolaşıyor­ du

«Uzak mı Metaponte?

� Altmış mil. yürüyerek bir gün bir

gece çeker. .» Arkadan dA ilave ediliyordu : «Cricsus bizimle be­

raber. . . ))

Güneydoğu rüzgarının ısıtttığı karanlıklarda hiç bir şey se­ çilmiyordu. Kadınlar, erkekler yataklarında inleyerek bir o tara­ fa, bir bu tarafa dönüp duruyorlardı. Sıcak boğuyordu insanları, düşlerini karabasanlarla dolduruyordu.

aklı çadırın içinde tmperator am sevkiyatının niçin yapıla-

Aynı anda tepede, kırmızı bayr

sessizce Fulvius'u · dinliyordu. '

mayacağını \bildiren

ve

Salg -

Thurium

şehir meclis i üyeleri tarafın.

dan kaleme alınmış son noktayı acıklı bir sesle okuyordu. Ful­ vius. Fulvius notayı bile.

okuyadursun, üç bin kişi

t erketmişt i

şehri

Kıyı boyunca uzanan ve Metaponte'ye giden yolda çoktan

tırısa kalkmışlardı. İtalya'nın öteki

şehirlerinden

çoğu gibi,

Metaponte'nin

ku­

ruluşu dA Truva savaşıarına dayanır. Metaponteliler, şehri Pilos

kralı Nestor'un seferden dönüşte kurduğunu iddia ederler, «Nes­

tor ile Akyalılar Asya'nın ihtişamını getirdiler, kaba saba İtal­ yalılara bilim ve sanat öe-ı-ettile:r:» derlerdi. . . Şehir kütüphanesi, renkli Fenike camlarından yapılmış, !)zenle muhafaza edilen ve dünyada eşit bulunmayan para koleksiyonuyla övünürdü. Kolek­ siyon ancak, Roma Cumhuriyetinin çıkarabileceği şekilsiz, özen­ siz

sikkelerden

değil,

incecik

işlenmiş,

dokunması

bile

insana

zevk veren gümüş paralardan meydana gelmişti. Paraların üstün­ de de, taya

di l

uzmanlarının becerilerini, yetenek ve

dökı;nelerine

bilgilerini

olanak veren süslü yazılar vardı.

O

or­

s:ırada,

şehir kurulalı sekiz yüzyıl olmuş ve o kadar !;Ok istilaya uğra-

- 215 -


ınıştı ki, artık sayısını herkes unutm:uştu. Metaponte, kendisini yeneniere güler yüz gösterir ve banşı davet eden zarifli!tt ile fa­ tibleri silahlanndan soyard/J." şehir, kapılannı Annibal'a aç­ mış, Krotonialılann kovdu� Pitagor'u kabul etmiş, bir yığın efendiye hizmette bulunmuş, sayısız tannya tapmış, bu arada Anadyomen'i gizliden gizliye hepsine tercih etmişti. Mahzenleri ünlü şaraplarla doluydu, ocaklarının üstünde daima şişe geçiril­ miş kocaman et parçaları döner dururdu. K!hinleri, yıldız fal­ cııannı, büyücüleri memnunlukla kabul ederdi, oysa bunlardan hiç biri Metaponte'nin feci sonunu önceden bilememişti. O feci son, öteki günlere benzer bir günün sonunda, karan­ lık bastırırken

geldi. Şehrin kapılan açıktı, köylüler şehir dı­ şındaki işlerini henüz tamamlamamışlardı. Köylülerin bir kıs.. mı, sahana keştukları öküzleri yeni çözmüşler, hayvanl;m sula­ maya götürüyorlardı, di�erleri ise kürekleri, :rabalannı omuz­ larına vurmuşlar, şarkı söyleyerek tarladan dönüyorlardı. Birden güneydeki yoldan muazzam ve gürültülü bir toz bulutu kalk­ tığını gördüler. Şaşırdılar, durup baktılar : bu uğultulu bulut ne­ den surlara doğru hızla ilerliyordu acaba? Hayvanlar felaketi hissetmişler, böğürerek tarlalara kaçmaya başlamışlardı. Köylü­ ler, hayvanıann peşinden koştular. Onların peşinden de o bulu­ tun içinden dışan uğramış atlılar koşuyordu. Bahtsız köylüler da­ h a ne olduğunu anlayamadan, sivri mızraklar kafalanna sap­ lanınıştı bile. Katliam, duvarıann dışmda işte böyle başladı ve şehlirde

dev.am etti. Bütün kapılardan birden saldınyorlardı caniler; so­

kaklar bir kan ve ateş tufanına uğramıştı. Bu tufan geceye ka­ dar sürdü. Saatler saatleri izliyor, fakat boğazlananların fer­ yatlan kesilmiyordu. Bir yandan deJ;ı.şet ve umutsuzluk, öte yan­ dan hırs ve keyif çığlıklan yürekleri donduran bir koro halinde birleşiyor, bu gürültü, yangılann çıkardığı uğuıtuyu bile bas­ tırıyordu. Sabah, horozlar ikinci defa öttügü zaman, Metaponte, liman­ dan Lat in . kapısına kadar bir ateş yığını haline gelmişti. Karan­

lığı delip çıkan güneş , yorgun ve solgun yüzünü, şehirden yük­ selen yumak yumak kara du;m.an sütunlannın arkasına sakla­ maktan hoşnut gibiYdi.

Kölelerin saldırdığı bütün şehirler, bu insanların gazabından, aynı acıyı çekınişti. Metaponte de sadece bir gece acı çekmiş, fa­ kat hiç bir şey kalmamıştı geride.

- 216 -


Aky�Jı savaşçılar yunca

kendini

kurmuşlardJ

Meta.ponte'yi. Sekiz yüZyıl bo­

almak isteyen herkese . güleryüzle teslim

olan,

oca·klarında hep şişe geçirilmiş kocaman et parçalan kızaran Metaponte, yeryüzünden silinmişti artık. Kararmış duvarlar, yı15ılmış çatııaıı, Mlzg4rla

oraya buraya

dağılan kömürleş� et

parçalan ve renkli cam kırıkıanna kanşmış rengi solmuş sikke· ler . . . o sabahki hasat buydu işte!

- 217 -


X

ÜST'ÜN EREKLER İmperator, sabahleyin çadırından çıkacağı sırada· aldı ve bunun kavradı.

haberi

ne kadar yaygın bir felakete sebep olacağını derhal

Haberi,

Fannius'un

uşaklarından, miğf.erl i iki muhafız

getirmişti. Bu sadık adamlar, Spartacus'ün öfkesinden korkmak­ la beraber, gereksiz bir tek kelimesi bile olmayan kısa raporıa·­ rı·nı verdiler : Dün gece üç bin kişi ka,mpı terketmişti. Atiarını da beraber götünnüşlerdi, anlaşıldığına göre, amaçları Metaponte'yi yağma etmekti. Muhafızlar, komutanlarının karşısında hereketsiz ve dimdik duruyarlardı ama, yürekleri tir tir titriyordu. Tahminlerinin ak­ sine, kızınadı Spartacus. Oldu{tu yerde, sessiz, sakin, oturmaya de­ vam etti ve çok uzun bir bekleyişten sonra,

her

zamanki sesiyle,

her zamanki Trakya aksanıyla konuştu, açıklama istedi. Asker­ ler,

hazırol

durumunda komutaniarına bakıyorlardı :

Yumuşak­

lık ve merhametini çoktan kaybetmiş gözlerinde, derin bir keder

doğmuştu

Spartacus'ün.

Dışarda gün ışımak üzereydi. Emirler verdi Spartacus. Her zamanki .gibi kuru ve kesin emir­ ler. Fannius'un uşakları birbirlerine baktılar. Bakışlanndan, ger­ çek önder olarak Spartacus'ü kabul ettikleri anlaşılıyordu. Spartacus, üç bin kaçağın peşinden, onların sayısının iki mis­

li kadar adam gönderdi. Bunların hepsi de Traklı ve Lukanialıy­

dı. Görevleri ise, gerektiğinde zor kullanarak kaçakları geri ge­ tirmekti. Kaçaklar en az on iki saat önce yola çıkmış oldukla­ rına

göre,

peşlerinden

ceklerdi fakat,

gidenler herhalde yağınayı

önleyemeye­

hiç degilse yağmacıları, yaptıklarıyla sarh oş

ol ­

muş, uyuşmuş halde bulacaklardı. Spartacus adamlarına, kaçak-

- 218 -


ları yakalayıp geri getirmek için iki gün mühlet verdi. öt e yan­ dan, Thurium şehir meclisine de, yiyecek maddeleri teslimi derhal normal haline dönpıezse, bundan, meclis üyelerini sorumlu tuta­ cağmı bildirdi, hatta hemen örnek bir ceza vermekte tereddüt et­ meyeceğini ekledi. Bu mesaj şaşkına çevirmişti meclis üyelerini. öyle ya, Spartacus ne de ol:;;a haydutlann başıydı, yapar yapardı dediğini. Tabi� hemen ellerinden geleni esirgemeyeceklerine söz verdiler.

Köleler şehrinde, Metaponteye' gidenlerin dön:üşü sabırsız.­ llkla bekleniyordu. Keltler mahallesinde sıkıntılı bir gerginlilt vardı. Hayat durmuştu, hiç kimse çalışmıyordu. İlk. defa olmak üzere yemekhanelerde kavgalar çıktı. Adamlar ertesi gün akşam döndüler. Dokuz binin de geri geleceği umulmuştu, oysa dönen sadece altı bin kişiydi. Keltlerle Germenler direnmişler, ötekiler de bunları Metaponte'nin hara­ beleri içinde sarmışlardı. Sonra kanlı savaşlar olmuş her iki ta­ raftan da üç kişide bir kişi öldürülmüştü. Sonunda asiler tes­ lim olmak zorunda kalmışlar, ötekiler de bunların silahlannı alıp, zincire vurup geri getirmişlerdi. Keltler, etraflan Trakyalılar ve Lukanialılarla çevrili olarak şehre girdiler. Şehirdekiler bir anda ikiye bölündü, herkes ölü­ lerine ağlıyor ve kababati ötekinin üstüne. atıyordu. İki taraf da. hem haklıydı, hem haksızdı. Bu arada döğüşler de oldu. Aynı gece yardımcılarını bir toplantıya çağırdı Spartacus. Hala Güneş Şehrini kurtarmak istiyorlarsa, çok şiddetli önlemler almak gerektiğini söylecıi. Sakin bir sesle, elebaşılardan yirmi dör­ dunun çarmıha gerilmesini emretti. Zaten sadece bu. nedenle, firarilerin izlenip geri getirilmelerini istemişti, Ordunun çözü­ lüp dağılmasını önlemek içirt başka çare yoktu. Fakat, Capua'dan beri ilk defa olm ak üzere yardımcıları Sı:ıartacus'ün emrine körü körüne itaat etmediler, itirazlar ileri sürdüler, uzun uzun tartıŞ­ tılar. Bu arada, şehirden yükselen boğuk bir gürültü çadırın içine dolmaya ba,şlamıştı. Adamlar, sokaklarda döğüşüyorlardı. Keıtıer yiyecek depolanna hücum etmişlerdi. Sparlacus, yardımlarını is­ tedikleri kadar tartışsınlar diy.e bir süre kendi hallerine bıraktı, sonra ayağa kalkıp konuştu : Derhal harekete geçmek lazımdı! ,

Yine aynı sakin sesle, emirlerine karşı koymaya niyet eden

){imse var mı, yok mu diye' sordu. Beş Galyalı gladyatör ay�a - 21 9 -


kalktı

:

Dinlemeyecek.lerdi Spartacus'ü. O anda etrafı çevrildi bun­

ların, silahl an alındı. Bir tuz;ı�a düşürüldüklerini anlayan öte­

kiler ağızlarını açıp hiç bir şey söylemediler. İmperat or bu beş as in in de, öteki_ 24 kişi. gibi çarmıha gerilmelerini emretti. İti­ ,

raza kimse cesaret edem edi, sadece her zaman o kadar sessiz du­

ran Enomau s hariç. Muhafızlar hemen onu da yaakladılar ve ilk defa olarak başını başka tarafa çevirdi, bakınadı Spartacus. BU altı isyancı elleri ayakları. zincire vurularak, göt ürü ldül er. Çırpı­ nıy orlar küfrediyorla.rdı, Sadece Enomaus başını �$Diş, utançtan ağlıymdu. Tertemiz alnındaki mavi damar her zamankinden da� ha fazla kabarmıştı. ,

,

Toplantının s onun da, lniperatorun y ardımcıları da�ldılar ve

kendi birliklerinin başına gittiler, kimsenin Cricsus'u görmemiş o l d uğ unu da işte o zaman farkettiler. Kuzey kapı sına eskiden beri dikilm iş duran çarmıhlar, bu de­ fa c ezal andırı la cak olanlara yetmeyecekti. Alelacele yeni çarmıh­

lar yapıldı; Çakıldı.

Ma.hkıimlar,

askerlerin

nezaretinde, -işkence·

yerine kadar yerlerde sürüklenerek götürüldüler. Bu sırada, yeni

kavgalar oldu,

birtakım adamlar dahaöldü. Sonunda halk tar­

taklanarak püskürtüldü ve Fannius'un

uşaklan

cellatlık görev­

leri ne başladı lar . Emin

hareketlerle ve hızla çalışıyorlardı. Mabkümlar, çar.

mıhın dibinde sıralarını beklerken nisbeten sakin duruyorlar, fa.

kat tahta haçın üstüne yatırıldı.kları zaman debelenmeye, küf.

retmeye , işlerine acelesiz devam eden askerlerin yüzilne tükiir­ meye başlıyor iardı. Sonunda, otuz kişi haçlara sıkı sıloya bağ­ landı, hepsi yan yana dizildi. Bazılan Spartactıs'e lanet yağdın­

yorlar, bazıları avaz avaz şarkı söylüyorlar, bazıları şakalar ya.

pıyorlar, diğerleri de susuyorlardı. !ri yarı birisinin hiç sesi çık. nııyordu, yüzü göz yaşlarıyla sırılsıklamdı, yüzünü silmek için durmadan koluiıu ipten kurtarmaya çalışıyordu. Başını bir sağa , bir sola çeviriyordu Enomaus, gözleri yan kapalıydı. Nihayet, çarmıhları yere çakma emri verildi. İşi bir d efada tamamıayabilmek için,

çarmıhı

yüz

asker birden sarıl dı çarmıhlara. Her

arkad an üç kişi iti yordu . Ağırlık altıada zorlanan asker­

ler, birbi rl erine bağırarak gayret veriyorlardı. Nihayet yavaş ya­

vaş ayağa kalktı çarmıhlar ve dikildi. Bundan sonrası, yani top­

rağa çak:ma işi kolaydı. Kollarından bağananların uzuvlan Bar­

kıyor , kemikler birbirinden aynlır gib i çatırdıyor, vücutlar adeta

- 220 -


uzuyordu. Derken, pek acele yapılmış çarmıhlardan

biri dağılı

­

verdi ve üst ünd eki adam yere yuvarlandı. Yüzü; göz yaşlarıyla ıs­ ıanmış iri yapılı adamdı bu. Bu, bir anlık serbestlikten istifade etti, adam, koluyla yüzündeki yaşları kuruladı. Hemen yerden

kaldır­

dılar, bir 'başka çarmıha ,geriverdiler. Şehir, dil ini yutmuş gibiydi, hayat şehrin gövdesinden sanki

bir

anda uçup gitmişti. Herkes evine çekilmiş, fakat m eşaleleri yakmamıştı. Gün eş Şehri, yıldıziann ışığında buz gibi bir ses­ sizliğe gömülmü ştü .

Birkaç dakika sonra �armıhtaki ler feryada başladı lar. önce haykırıyorlardı, sonra hep bir ağızdan çığlıklar atmaya

sırayla

bru;lacblar.

Sesleri kısılınca, nefes almak icin hep beraber susu­ bütün şehirde duyuluyor, evlerin içinde.

yorlardı. Bu feryatlar

ıssız yemekhanelerde çınlıyor, hat ta kırmızı bayraklı

içinde yalnız baŞina

oturan

yordu.

Spartacus karanl:i:kta

uzanmış yatmı ş, kollannı

tında çaprazlamıştı. Ter damlacıklan kaplaınıştı

yalnız ların lırdı.

çadırıRın

,

tınperatorun kulağına kadar geli­

başının al Şimdi

alnını.

olduğuna göre, artık gözlerini kapatıp, o korkunç

Kendi

çığlık­

gibi dişlerini sıka'bi­ sesle bir vicdan mu­

çadıra dolduğu her seferde, istediği

kendine de lçonuşabilir, yftkses

hasebesi yapabilirdi. Şu

·

anda İmperatorculuk oynam ak ve ken­

dine eziyet etmek zorunda detildi artık. Bir körler sürüsünün

deri

olduğuna göre, kendi gururunu

ortadan

ön­

kaldırması, hiı;e say­

ması mı gerekirdi? Onların iyUikleri i çin hareket etti�ne göre, demek Id acılanna kulaklarını tıkanıası lazınıdı. Gözleri gören sa­ dece oydu, ötekiler

kördüler. Bir

irade Iazımdı bunlann başlna :

görünüşteki bir gerHemeye karşın, aslında geri

değil, ileri gidil­ diğlni bilen birinin iradesi. Sürüyü, araziye dağılıp kaybolmamasa için b�r yola sokup, o

yolda gütmek görevi

ona düşüyordu.

Onlann acılanna, iniemelerine haykırmalanna karşı

duy­

disiplln bunu gerektiriyordu; disiplin, hatta tehdişe c:evaz veriyordu. Onların çıkarlannı, kendi ak:llsız­ lı:klanna karşı korumak, hem de en zalim, en anlaşılmaz araç­ lara başvurarak korumak görevini- yüklenmi şti. Bundan baŞka gusuz kalmak zorundaydı,

türlü hareket edemezdi. - 221 -


Çarmıha gerilmişlerin ulumaları yanidlen karanlık çadırda yankılandı. Otuz kişi MJa koro halinde bağırıyordu, fakat ulu­ malar arasındaki sessizlik gitgide uzamaya b�lamıştı. Başlangıç­ ta ne söyledikleri �ltı yukarı anlaşılıyordu : merhamet dileni­ yorlar, karqeşlerini yardıma çağınyorlardı. Şimdi hala bağırıyor­ lardı, ama artık ne söyledikleri anlaşılmaz olmuştu. Spartacus terler içinde ve hiç kıpırdamadan yatıyordu. Ma­ dem ki kimse gönnüyordu onu, istediği hareket i yapabilirdi. Ses­ l endi. Muhafızlık görevini yüklenmiş olan Fannius'un uşaklan Vezüv şarabıyla dolu bir boynuz getirdiler. Sonra herri.en çekilip, kapıda bekleyen ziyaretçileri de uzaklaştırdılar. Çeviilenler arasında Fulvius de vardı. ---' Ne yapıyor İmperator? diye sordu.

- Kafayı . çekiyor, dediler.

Karanlıklar içinde uzanıp yatmıştı Spartacus. Şarap boynu­ zu yerde, önünde duruyordu. Çadınn kapısını sıkı sıkıya ka­ pattırmış, içiyorQ.u. Çoktan beri, yani Clodius Glaber'e karşı ka­ zamlan zaferden · sonraki geceden bu yana, sarhoş olmamıştı İm­ perator. Fakat, sarboşluğun tatlı bir şey olduğunu, karanlık fi­ kirleri gülümser hale getirdiğini bilirdl. Sarhoşluğu bekliyordu Spartacus, ama bir türlü sarhoş ala­ mıyordu. Sarhoşluk gelmiyor, onun yerine karanlıklardan kopan karmakarışık hayaller kapalı göz kapaklarının perdesinde yan­

kılanıyordu. İnsanların ahnyazısını daha daıtmadan kim yazı­ yordu acaba? O gizemli yaratıcı herkese organlarını , duyula­ rılll veriyor, fakat daha ana karnındayken, yarattıklarının ara­ sında ayırım Yi:ı.P'lYOrdu. Bazılarına hayat boyunca hiç gülme hak­ kı tanınmıyordu, dünyaya gelişleri kim�eyi sevindirnıiyordu. öte­

kilerin ·doğuşları bile bir sevinç nedeni oluyordu. Hayatlan bo­ yunca güneş, yalnız bunlar i çin parlıyordu. Kendisi ve adamları, güneşten paylarını almak için zincir­ lerini kırmışlar, zindanlannın duvarlarını yıkmışlardı. önce göz­ leri kamaşmış, her şeyin yolunda gideceğini, vücutlarına yapış­ mış olan zindan küfünün güneşte yok olacağını sanmışlardı. Oy­ �a. dünya, durmadan yıkılınası gereken daha bir yığın duvarla -

222

-


doluydu.

Kölelerin gözleri ise

d ünyanın

o

çok

çiğ

ışığına bir

türlü-- aılşamamıştı. . O yüzden de körler gibi sağa sola saldırmış­

lar, el l eri ni n altındaki her şey i yakıp yıkmışlardı. Onları gözet­ mek, onlara yol göstermek gerekliydi. Başlangıçta dümdüz, fakat

·haşin bir yoldan gitmeleri gerekmişti. Ateş ve kan ekmişler, kül ve

kin biçmişlerdi.

Sonra,

Spartacus onları dünıdüz, fakat

do.

lambaşlı bir yola sokmuştu. i7te o zaman hedefi gözden kaybe.

denler yine kÖrler gib i saldırmaya başlamışlardı. Tırnaklan büyü.

müştü, yine kötülüğün

muştu.

o p is

kokusu

vücutlanndan

yayılır ol­

Hem müthiş bir öfke, hem de büyük bir keder dotduruyordu

Spartacus'ün yüreğini. Biraz daha içti, uzanıp gözlerini kapadı.

Sonra yine

açtı gözlerini : masanın öteki tarafmda, kendisininki­

ne b enzer bir şilteye uzanmış Cricsus'u görür gibi olmuştu. Koca

kafasını adaleli koluna dayamıştı Cricsus. Bir parÇa daha et aldı. - ÖIT1leri yakmak

cesetler.

lazım, dedi

Spartacus,

kokmaya başladı

Bir şeyler çiğileyen ve içen Cricsus, kasvetıi bir sesle cevap yerdi : yenmeli mi? Bu ikisinden başka çare yok! Yerinden d�ruldu Spartacus, oturdu. Eğilip ericsus'un ba­ lık gözlerinin içine içine baktı. Galyalının kirpiklerinin arasın­ dan, gözlerinde bir keder okyanusu, İskenderiye'ye gitmek için zaptedilınez bir arzu görür gi"'t oldu. Sonra birden kayboldu ericsus'un hayali. Şimdi ESsen:. fflrdı katŞJ.sında, başını sallayıp duruyordu. - Yemeli mi,

- Sen

ne dersin, başka çare ver mı? diye sordu Spartacus.

- Belki, dedi Esseni. Kitapta, Dört Canavarın egemenliğinin sona erdiğini ve kurtaneının bulutlar arasından yere inmek üze­ re olduğunu yazıyor. Spartacus bu

ını ha gerilenlerin

sözlerin tamarnını anlayamamıştı, çünkü çar­ feryadı, . lhtiyarın sözlerine kanşmıştı.

Sonra Esseni'nin yerini Fulvius aldı. Yamru yumru kafasını sıvazlıyordu hatip. Spartacus sevmezdi onu, ama yine de 'kolımu

omzuna attı : - Verdikleri cevapları duydun, sen ne dersin? diye sordu. - ::23 -


- Dolam�h yollar. . . Çarmıhtakilerin karanJ.ıtı yırtan feryatlan doldu yine Spar­ tacus'ün kulaklanna. Birden Enomaus'un da. onlann arasında ol­ duğunu hatırladı. Alnında boncuk boncuk terler pelirdi.

- Görüyol'Slln, çapraşik. yol lar nereye götürüyor insanı, diye

homurdandı.

Titrek bir sesle cevap

verdi Fulvius :

- Nereye götürdüğü ancak, yolun sonunda anlaşılır: . . hatta çok geç anlaşılır. O kadar bekleyecek vaktimiz var mı? diye haykırdı Spar­ tacus ve kendi sesiyle uyandı. ·-

Fannius'un iki uşağı hAla kapıda bekliyorla.rdı. Meşaleleri bı­ rakmışla.rdı ellerinden, gün detuyordu.

:\

-

224

,-


XI

K A (R. A R

Şehrin, dolayısıyla devrimin kaderi hakkında o sabah karaı verildi .

·

Daha şafakta kuzey kapısında büyük bir kalabalık toplan· m1ştı. Topluluk her an biraz daha büyüyordu. Trakyalılar ve Lukanialılardan kurulu i:lı:i birlik, meydanın girişinde, mızrakları çekmiş yarım ay şeklinde sıralanmlşlardı. Hala haykırıyorlardı çannıhtakiler, fakat feryatlar arasındaki sessizlik süresi gitgide uzuyordu. Bazan aralarından biri acıya dayanarnayıp kendini kay­ bediyor, fakat ötekiler ba�ırınaya başlayınca, o da gözlerini açıp onlara katılıyordu. Sonunda başka bir bi rlik daha çatırmak ge­ rekti. Güneş doğduğunda, meydan kalabalı:ktan simsiyahtı . Ger­ menler ve Keltler çarmıhtakilere sesleniyorlar, Cricsus'u da ça­ ğırıyorlardı. Bu ba�rışmalar, ancak çarmıhtakiler feryada başla· yınca kesUlyordu. Derken başka birlikler de gönderildi meydana. Güneş yavaş yavaş sabahın sisinden sıyrıldı ve ışınları, çarmıha gerilmişlery merhametsizce aydınlattı. Adamlar bağırınadıkları zaman, başları yarall kuşlar gibi gö­ ğüslerine düşüyor, haykırmaya başlayınca öyle kaskatı dikiliyor­ lardı ki, başlarını haçın tahtasına çarpıyorlardı. Haykınrken göz­ lerinin sadece akı görünü_r oluyordu. O zaman kalabalık susu­ yordu. ötekilerin feryatları kesilince, bunlar yine küfürlere, teh· ditlere başlıyorlardı. Askerler huzursuzdular. Komutanları tepe­ deki kırmızı bayrakh çadıra bir adam göndererek durumun na­ zikleştıttni, hiç bir şeyin, hatta emrindeki askerlerin bile sorum­ Iuulğunu üzerine alamayaca�ını �ildirdi. Enomaus'un yakın bir arkadaşıydı komutan. Enomaus artık hiç başını kaldınnıyordu.

- 225 -


Haberci dönmeden; dirsekleriyle kendine yol açan bir adam

ön sıraya kadar sokuldu. Zozimos'tu bu. Li.me lime ebedi to gası yine sırtındaydı ve çok heyecanlı görünüyordu. ilerledi, asker­ lere yaklaştı. Güvenlik kuvvetlerine dahil olaıı Hermios hemen tanıdı onu. - Çekil şuradan Zozimos! diye bağırdı sıntarak.

Dinlenmedi Zozimos, ilerlemeye devam etti. Kalabalık, bir an­ da

susmuştu; herkes Zozimos'a bakıyordu. Sivri hatlı yüzü. ölü

r engi almlştı, benzi kü l gibi olmuştu. Hermios'un önünde durdu dik dik yüzüne baktı .

,

- Çekil Zozimos ! diye tekrarladı e�i çoban. Ama, sesi gü­

venini kaybetmişti. «Kalabalığı yaklaştırmamak için emir aldık.» Bir adım daha attı Zozimos, parmağını çannıhlara

doğru

uzattı v� bağırdı : - Kardeşler, kardeşlerı beni duyuyor musunuz? Sesi

duyan çarmıhtakiler başlannı kaldırdılar ve yine ulu-

ınaya başladılar. Zoziınos, kalabalığa döndü : - Dinleyin kardeşler, dedi. Dinleyin

şunlan!

Sonra yine çarmıhtakilere hitap etti : - İyice gerdiler mi sizi? özgürlüğün organlarınızda tatlı tat­ lı dolaştığını hissediyor musunuz? Tahta parçaları etierinize teri kadar sapianıyor mu?

Sizi bu

ye­

hale OOneş Devleti getirdi!

Herkese, adalet ve iyi niyet günl erinin geri geldiğini g östermek

için çarmıha gerdiler sizi!

çoğu susuyordu. Birden kala­ ses yükseldi :

Arkadan gülüşmeler oldu, ama

balık arasından

cırlak

bir

- Cricsus'u çağıralım, şu işe bir son versi n !

Hennios göz yaşlarını tutmaya

çallşarak ve

kimseye ziyan

verınemeye dikkat ederek mizrağını sanıyordu. Bu arada, Zozi­ mos'u

yaralamadan,

mızrağı

togasına

dokunduruyordu.

Hermi.

os'un ne yaptığını anlayan Zozimos, üstündeki paçavraları yırttı,

göğsünü da

açıp çobanın karşısına dikildi.

- Vursanal diye bağırdı. Tiran'ın adamı, cesaretin varsa vur

görelim ! Bir adım geriledi Hermios. Yanındaki arkad�ları sağdan sol­

dan mızraklarını uzatarak Zozimos'un ilerlemesini önlemeye ça-

226

-


fışıyorlardı. Alana aiıır bir sessizlik çökmüştü. Arkasını dönünce, Zozimos halk ile askerler arasında'ki boş yerde tek başına oldu­

ğunu farket t l . Dizleri gevşedi, sallandı . Vurudu(:'unu sanan Kelt­ l'er, atılıp koliarına aldılar. Muhafızlar h areketsiz durdukları sı­ rada, halktan ön sırala rda duranlar ilerl edil er ve bir anda as­ kerlerle karşı karşıya geldiler. Askerler derhal indirdiler mızrak­ larını herh1alde kardeşlerini yaarlamak istememişlerdi. Ayrıca, açlık ve sıcak, canlarından bezdinnişti askerleri, çarmıha ge­ rilmişlerin çığlıklannı dinlemekten bezmişlerdl. ,

Komutanları «saldır» emri verecek gibi oldu ama, a�zından ltelimeler öyle gönülsüz çıkıyordu ki! Kimse komutanın dediğinin

farkında değil gibiydi, o da lafının dinlenmemesine sinirlenmiş görürımüyordu. İleriedi komutan, kalabalık arasından kendine yol açtı ve tepedeki çadıra doğru yürüdü. O sırada, Spartacus ı!lanışmanlarıyla müzakeredeydi.

Kuzey kapısındaki büyük meydana şimdi bir insan seli akı­ yordu. Düzeni sağlamak Için gönderilmiş dört kıta asker, bu se­ lin aıtında kaybolmuştu. Askerlerden hiç birinin dövüşmeye ni­ yeti yoktu zaten. Aralannda alçak sesle tartışıyorlardı Kalaba­ hğın ba ğırışları ise, Spartacus'e kadar ulaşıyordu. Çarmıhtakiler de h§.la hayk!ınyorlardı,

ama bu defakiler Sadece Enomaus başını hiÇ göğsünden kal­ dırmıyordu. Kadınlar meydanı koşarak geçip, getirdikleri testi ler dolusu suyu çarmıhtakilere veriyorlardı. Nihayet ' baltalar, bı çaklar getirdiler, ipleri kesip çarmıhlan devirip adamları al­ dılar, götü rdüler

umut çığlıklarıydı.

­

.

Hermios ile öteki askerler Spartacus'ün öfkesinden korktuk­ ları için titriyorlardı. Kalabalık, a'Skerlere bir şey yapmadı, ama hepsini bir kenara itti. Derken, Cricsus'ü ça�ıran bir ses yük­ seldi. Sonra binlerce kişi katıldı bu çağnya. Herkes Galyalıyı is. tiyordu. Koskoca meydan ericsus'un adıy la çınlıyordu. Bu a rada Zozimos kendine gel mi ş ve yarı parçalanmış çar. mıhlardan birinin tepesine çıkarak, togasının geniş kollannı sal­ ıaya saliaya konuşmaya başlamıştı. ,

bu

- Kardeşlerim! diyordu Zozini.os. Bir hareket yaptınız ama, ihanete uğradığımızın far-

kadarı yetmez. A ld at ıldıg ımızın,

- 227 -


kında d eğil misiniz? Yazıklar olsun bize! Devrimin kanlı kar­ nından yeni bir t iran doğdu. Onun doğmasına yardım etti�­ miz için yazıklar olsun bize! Kırdığımız zincirleri eritip yeni­ den zin cir yaptık. Yaktığımız çarmıhlar yeniden dikildi . Kusur­ suz bir dünya kurmak istedik de ne oldu? Spartacus ittifaklar yapmak için kudretli kişilerle müzakerelerde bulunuy or ; onlarla ne kadar iyi geçinirse, bize karşı o kadar kan dökücü oluyor. O saçına gururuyla döktMümüz kanın, yaptığım ız fedakArlık­ ların bedelinin bize ödenmesini geciktirirken, iyiliğimiz için ha­ reket ettiğini söylüyor. Bizi hedefimizdert uzaklaştıran çapraşık yolları daha da karıştırarak, daha fazla. acı çekmeye, daha fazla zah rnete katlanrnaya, günürnüzü yaşayaca�ımıza, hep geleeeği beklerneye zorlu yor. Yazık, Tantal'ın bahtsız çocukları olari biz­ lere! Bizi ' özgü r insanlar haline getirerneyen özgürlük n eye ya. rar ki? Hep ter dökecek hep yutkunacB'k mıyız? Bu mu adalet? Tek bir adamın hükmettiği bir B i rlik neye yarar? Onun o zallm gururunun sınır kalmadı artık. Her yaptığın ı, herkesin iyiliği için yaptım diyerek kendini kendi vicdanına karşı haklı çıka­ rıyor. Bunu becerebildiği için de, gururu nd an yanına vanlmı­ yor. Bu adamı ortadan kaldırmalıyız kardeşlerı Onu öldürmeli yiz l Çünkü, iyi niyetli bir tiran, yı rtıcı bir hayvandan da tehlike­ lidi r . . . Sesi ·kısılır gibi oldu Zozimos'un. Çarmıhın tepesinde geniş kollarını sallayıp duruyor, fakat Alahtan, kimseleri peşinden sil­ rükleyerııiyord u. Oysa, e ricsus'u n isminin üçüncü d uyutuşunda kalabalık çığlıklar attı. Herkes Galyahyı, bu maceraya son ver­ meyi, yurduna dönmeYi i stiyor ve haykınyordu .

Bin­ kişiydiler. Haykırışiarı kin dolu d�ildi ; seslerinde daha zi­ yade bezginlik, bu yapay şehri terketmek, bu sonsuz savaştan �zgeçmek, bu 'lanetli ülkeden çıkıp gitm ek, nutuk dinlemernek ve özellikle yurda dönmek arzusu yankılanıyordu . Meydana toplananların ço� .Galyalılarla Germenlerdl.

lerce

biriydi Crlcsus; ona güveni yorlardı . O da onlarla gibi bı>ynunda gümüş bir zincir ta­ Nutuk vermi yor, yeni yasalar koymuyordu Cricsus; ger.

Onlardan

aym dili konu şuyor, onlar şıyordu.

çek rehberleri oydu.

* **

Spartacus, Keltlerin mahal lesini kordon altına

almış, bari­ aldınnıştı .

katlar kurdurmuş, kuzey kapısını d.a dıştan enı niyete

- 228 -


Trakya!ılara, Lukanialılara, Daçyalılara ve Afrikalıalra güveni­ yordu. Gereki ihtiyat önlemlerini aldıktan sonra, Cricsus'u isteyen­ lerin seslerinin çınladığı ·büyük meydana gitti. Yanında çok az sayıda muhafız vardı, ama Cricsus da onunla beraberdi. Kalabalık sessizce yol açtı Spartacus'e. Bir duvann üstüne çrktı ve konuşacağını belirtmek üzere kollarını yukarı kaldırdı. Kalabalıktan çıt çıkmıyordu, fakat hepsi her an üstüne atıima­ ya hazır gibi göründüler. Spartacus'e. Küçük gruplar hallnde toplanmışlardı, fakat bunların düşman topluluklar olduklan his· sediliyordu. Bakışlarıyla bazı çehreleri araştırdı. Sadece isyan, ısırmaya hazır bir savunma duygusu, hayvanlık ve zalimeesine bir budalalık vardı bu yüzlerde. Ağzında bir acılık, tiksinmeden doğan bir acılık hissetti Spartacus. Öğürmek geldi içinden. Buna rağmen konuşmaya başladı. Sesi eskisi gibi değildi artık : havayı kılıç gibi kesiyor, insanlara bir kamçı gibi çarpıyordu. Roma'nın gönderdiği yeni birliklerden söz etti. Onlar, Güneş Şehrinde bir­ liklerden söz etti. Onlar, Güneş Şehrinde birbirlerini yerlerken, Romalıların öncüleri Apulla'ya varmışlardı bile. Ayaklananların birlik kuramayışları yüzünden, hastınlan ayaklanmalardan, ba­ şarısızlığa uğrayan devrimlerden söz etti. Soyluların, aralann­ daki bu kavgalardan nasıl sevindiklerini anlattı. Kölelerin, asi­ leri teslim etmekle, başkalarının işledikleri hatanın bedelini yüz misli ödemiş olacaklarını söyledi. Sicilya'daki ayaklanmanın nasıl bastınldığını, Cilla'nın karşı devrimini ve Cilla'nın ölümünden sonra esirlerin nasıl parça parça edildiklerini hatırlattı. Bütün bu başarısızlıklar hılla neden gözlerini açmıyordu? Yoksa koyun. lar gibi melemeyi, devrimin disiplinli askerlerine tercih mi edi­ yorlardı? Davranışlanyla, düşmanın alaylı sözlerini haklı çıka­ racaklar, yeni bir düzeni kabul edebilecek kadar olgunlaşmamış oldukları ve aslında hiç bir şeyin değişmemesini diledikleri 'tar­ zındaki sözleri doğrulayacaklardı. Çok geçmeden, ağzından çıkan kelimelerin kayıtsız bir kitle­ ye çarpıp geri döndüğünü, azarlayıcı sözlerinin kimseyi etkileme­ diğini farketti Spartacus. Sözleri bir kırbaç gibi şaklıyordu, ama kırba-çladığı sanki duygusuz bir denlzdi. Yüzleri araştırdı : hep­ sinde aynı kayıtsızlık. Kiminin diş gıcırdattığını bile gördü. Ara­ dan biri ba(:ırdı :; güzel nutuklar yerine, karın doyuracak yi­ yecekler istiyorlardı. Bir başkası, çalışma zorunlulu(:undan kur­ tulroadıkça ne devrim, ne de kurtuluş olacağını haykırdı. - 229

_,


Cevap vermek için yine ko ll ann ı kaldırdı Spa rta c u s. Fakat,

gürültü artıyordu. Bin �Cricsus ! » diye bağırdı." Aradan bir ses, ericsus'tan birden.

ne beldend iğini

ilan

edince,

bütün kalabal ık

coştu

Spartacus, Cricsus'a baktı. C ricsu s d a ona. Eski günleri ha­ tırladı Spartacus : Clodius Glaber'in çadır'ında zaferin tadını bir­ likte çıkardıkları ve sonra Cap ua önünde ayrılmaya karar ver­

dikleri günü . . ,

Şimdi yine ikisinin

vardı. Lentulus'un gladyatör

de kafasınd a aynı düşünce

okulundan kaçmadan

önce

keşke

arenada karşılaşsalardı. İki si için de daha iyi olurdu herhalde.

öyle düşünüyordu Spartacus. İkisinden biri� belki Spartacus ölecekti arenada. O zaman da Ciicsus şef olacak, kitleyi tek ba­ şın a yönetecek, İtalya'yı kana boyayacak, acımadan her şeyi yı­ kıp mahvedecekti . Kim bilir, belki böylesi daha iyi olurdu? ,

Cricsus'u alkışlıyordu kalabalık. Peki, şehir ne olacaktı? Şeh­ rin çoğunluk itibar(y1e kendisine sadık kalacağını biliyordu, Spar­ tacus. Fannius'un uşaklarının başı il eri doğru bir adım attı, göz­ leriyle em ir beklediğini belirtti. Kalabalık stlahsızdı, Kelt l eri n mahallesi sarılmıştı, silah depoları da muhafaza atıındaydı. Boğa enseU ve silah lı adam ses ÇJkarınadan bekliyordu. Fakat bekle­ diği emir gelmedi.

Spartacus susuyordu. Bir saniye kadar tereddüt etti. o anda

bütün gelecek hakkında karar verdi ğini bildtğ1 halde, sadece bir saniye tereddüt etmişti. Muhafızın beklediği işareti verseydi, yine kanlı bir kargasalık olacaktı. Spartacus büyük bir olasılıkla ga­ lip gelecek, devrimin tartışmasız önderi olacaktı, ama korkulan ,

nefret edilen bir önder haline gelecekti . Bir çapraşık: yola daha girecekt i Sparta cus : devrimini kurtaracak , tek yol, insanlıktan uzak, c aniyan e yol mu olmalıydı? ötekisi, yani banşma yolu, ka· çınılmaz olarak bölünm e ve felakete it�ekti. Spartacus hepsiiii açıkça gördü ve aldırmadı. Zira, dün gece çarmıha ger!lenlerin Fulvius'un cırlak sesinden daha kuvvetıiydi ve hala

çığlık.lan,

çınllyordu kulaklarında.

Ne olacağını çok iyi biliyor, fakat emir vermeyi bir türlü ka­

rarlaştıramıyordu. Daha dünün sınırsız gururu, sa�duyuyu yok eden gururu nerede kalmıştı? tçi boşalmış, tükenmiştl. Ayaklan­ nın dibinde kükreyen bu

bin

başlı canavara kafa tutmak zorun­

daydı şimdi. On lan , kendi yararlan için kurban etmeliydl. Fa­

kat, kendi içindeki yasa,

susınaya ve duvarın

- 230 -

üstündeki yertril


alması i çi n Cricsus'u çağırmaya zorluyordu onu. Bin başlı cana­ vann korkunç sesini çok uzaklardan gelirmiş gibi

ladı

ki, geriye dönülmez

iştti

ve

an­

nokaya gelmiştir artık. Ordu bölün'­

müştür, devrimin kaderi damgalanmıştır. Bilmek,

h ar ikulM e bir şeydi ama, olaylara hakim olmaya

yetmiyordu .

Cricsus'un kollarını kadırdığını gördü. Bu meşum, bu kor­

kunç adam ne kadar sade ve ne kadar haşin bir şekilde hitap ediyordu kalabalığa.

- İmperator sizin istediğinizi yapmaya

Cricsus.

karar verdi!

Halk çılgınca bağırmaya başladı. Düşündü

soldan gidince her şey ne kadar kolay oluyordu.

- 231 -

Spartacus :

dedi

düz·


XII

G"ÜNEŞ ŞEfffiİNİN SONU Spartacus'ün danışmanlarıyla yaptığı toplantı çok kısa

sür­

dü.

Herkes, özellikle uzun konuşmaktan bezmişti. Sükunet içinde dağılacaklarından memnunluk duyuyorlardı. Şehirden çıkişın ay­ rıntılarını tartışırken herkes, çok önemsiz bir konudan söz eder gibi nezaketıe, dostça bir tavır takınmaya çabalıyordu. Seslerini yükseltmem.eye dikkat ediyor, hatta birbirlerinin yüzüne bak­ maktari çekiniyorlardı . Eski sevimliliğine, samimi davranışiarına kavuşmuştu Spar­ tacus. Madem ki halk istediğini söylemişti, demek ki önderleri de sorum luluktan kurtulmuş oluyordu. Otuz bin Kelt ve G!ermen, ericsus'u tercih etmişlerdi. ericsus onlan Galya'ya götürecekti. Başlarında ericsus olduğu halde, Padüs nehrini ve Alpleri aşıp Galya'ya gideceklerdi.

Spartacus ise, müttefiklerinden haber gelene kadar beklQ­ ıneyi düşünüyordu. Bu ha:berlere göre, ne yapacağına karar vere­ cekti. Trakyalılar,

yorlardı.

Lukanialılar

ve

daha

bazıları onunla kalı­

üçüncü gün Keıtıerle Germenler yola koyuldular. Hiç bir olay çıkmadı. Gidenl er sevinçten yerlerinde duramıyorlardı. Cric­

sus'u, hatt a hayvan postlu adamı bile alkışlıyorlardı.

İki lider, kuzey kapısında birbirlerinden ayrı ldılar . Vedala­

şırlarken, Spartacus Galyalının

kulağına eğildi

- Ne dersin gladyatör, dedi, birimiz

ı

ötekini

öldürse daha

mı iyi olacaktı? ericsus cam gözleriyle Spartacus'ün yüzüne baktı : - Hiç bİr şey değişmezdi, diye cevap verdi. - 232 -


Kuzeye giden geniş yolda kocaman toz bulutlan kaldırarak yüriimeye başladılar. HepSi otuz bin erkekle, beş bin kadın ve ço­

cuktu. Şehirden geçişleri saatler sürdü. Arkada kalan ve gidenleri

seyredenler büyük bir üzüntüye kapılmışlardı. Sonra hepsi ufuk­ ta kaybolunca, kalanlar işlerinin başına döndüler .

Bekleyiş, Spartakus'ün tahmin ettiğinden kısa sürdü. Kclt­ lerin

daha.

h areket ettikleri gün Thurium şeh ir meclisinden bir

l1eyet gelip, g.erçek durumu, hiç bir kaçamak yoluna sapmadan

açık açık anlattı Spartacus 'e. O yıl -Roma'nın kuruluşunun al­

tıyüzkırkaltıncı yılı- halk, ikisi de gerici partiden olan ve Gü­

ney İtalya'daki karışıkl ıklara bir son vermeye kararlı Luçius Gellius ile

görünen

Gneius Len tu l u s' u konsüllüğe seçmişti.

Senato bunara sınırsız yetki vermeyi kararlaştırmıştı. Sena­ to ayrıca, İspanya'da-ki durumun eskisine kıyasla çok daha iyi

olduğunu da

öğrenmişti;

böylece Roma, elinde kalan

güneye gönderebilecekti. Savaş mevcutlu

on iki

askerleri

lejyon dan mey­

dana gelen iki ordu, bizzat konsüllerin yönetiminde yola çık­ mıştı. Bu haber, bir de göçmenler donanmasının uğradığı fela­

ket, Th u ri umlu meclis üyelerine eski cesaretlerini iade etmişti : Bundan böyle,

Güneş

Şehrine yiyecek

sağlamayı

garanti ede­

meyeceklerini en nazik bir şekilde bildirdiler. Uluslararası durum

altüst olmuştu, yen i şart ları dikkate almak gerekti. Zaten Thu­ ri um 'daki stoklar da tamamen t ükenmişti .

Evet, gerçek tastamam böyleydi. !zlenen dış siyasetin sonu buraya

varmıştı. Eskiden buğday Sicilya'dan gelirdi. O

adanın

Verres adında'ki açıkgöz valisi, Roma'nın yakında düşeceğini he­

saplayarak bütün ürünü, korsanların amiraline satıyordu. Kor­ sanlann, ürünü Thurium. şehir meclisine,

şehir

meclisinin

Spartacus'.e vereceğini hesaplıyordu. Bütün bu peşpeşe

de

satışlar

hep veresiye yapılıyordu. Verres denen ve Glüneş Şehrinin kaderini elinden tutan bu adam sonunda Roma'ya boyun eğmiş, bu değişikliğin yarattığı duruin ise çok geçmeden kendisini göstermişti. Kısa zamanda hem

Thurium'un, hem de Spartacus'j.in ambarları ta.mtakır hale geldi.

Son görüşmede, patlak gözlü meclis. üyesi, tannların adına ye. minler ederek bu ticaret işlerinden hiç bir şey anlamadığım (ke­ yifle)

tekrarl ay ıp durdu:. İhtiyar üye, her görüşmede hazır bu­

lunan ve üzerinde gayet oulml u bir izienim bırakmış olan genç

Enomaus'u göremedi�l için şaşkınlığını glzUyemedi ve dik dik Fui-

233

-


vius'un yüzüne baktı. Ne diyeceğini bilemiyen Fulvius ise ağzın­ dan bir şeyler geveledi. Görüşmenin sonunda ihtiyar üye, Fulvius'ü

1mpera tora

say.

gılarını sunmakla görevlendirdi ve titrek adımlarla uzaklaştı.

Sartorius'un habercisi, ertesi gün geldi. Habereinin getirdiğt mektupta Sartorius, Roma'ya karşı çıkmak için kölelerle , ittifak yapmayı kabul ettiğini bildiriyordu. İyi haberdi bu., ama kötü bir haber de vardı. Sartorius bu mektubu yazdıktan birkaç saat sonra katled.llmlşti.

Roma'daiı:i rekabetler,

düşmanlıklar

olduğ u

gibi

İspanya'ya

da aktarılmış olduğu için, anlaşmazlık baştan beri İspanya 'da da · sürüp gitm.işti. Son zamanlarda daima Perpenna adında biri gö­

rünüyordu ortada. Geçmişi hakkında kimsenin bir şey bilmediği Perpenna, hiç durmadan Sartorius'un stratejisini

kötülüyordu .

Sartorius'un devrimci ruhu taşımadığını ileri sürüyor, vaktini se­

fahatle geçirdiğini söyleyerek, birtakım hakaret niteliğindeki suç­

lamalar yöneltiyordu . Garip şey, Perpenna'nın, nereden

geldiği

bilinmeyen bir yığın parası vardı ve bu parayı da taraftar top­ lamak

için

hesap�ız harcıyordu. Nihayet, kafası iyice kızan Sar­

torius, Perpenna'yı parayla satılmış kışkırtıcı Roma ajanı ola­ rak nitelemiş, öteki de, taraftarlarını toplayarak harekete geç­

m işti . Perpenna bir gün Ose'daki genel karargahta Sartorius onu­ runa muazzam bir ziyafet düzenledi ve davetınerin

kanlarının

şarapla iyice tutuşmuş olduğuna kanaat getirince, bir kavga çı­ kardı. O kargaşalık sırasında öldürüldü Sartorius. Böylece, muhalefet partiYi kaybetmiş, Roma da kurtulmuştu.

O kokuşmuş Roma, düşmanlarının bir birlik sağlayamamaları yüzünden h!l.la ayakta duruyordu. Bu acıklı oyun hep böyle tek­ rarlanıp duracak mıydı? Kendi kendine l!öyle düşünüyordu Fulvius. Yüksek sesle bu soruyu sorarken, kendinden çok İspanya'dan gelen ha·berlere hiç canı sıkılmamış gibi görünen Spartacus'e hitap ediyordu. Trak­

yalı perişan olmak şöyle dursun, eski g ünlerin gülümser yüzünü yeniden

bulmuştu. Fulvius

ise

aksine,

artık

takatının sonuna

gelmiş gibi görünüyordu. H!l.la öksürüyor ve Capua'dan gece ka­ çısından beri musallat olan

inatçı

kınıp duruyordu.

- 284 -

romatizına

ağrılarında

ya.


Bir gün Spartacus'ün kendisine sordu bu soruyu : - Bu acıklı oyun hep böyle tekrarlanıp duracak mı? tınperatorun gillümsemeye devam etti�ini görünce sinirlendi.

Etrafında her şey yıkılırken, nasıl gülebilirdi bu adam? Ters bir ifadeyle adeta düşmanca sord u : - Niyetin nedir? - Hepimiz yurdumuza döneceğiz, dedi Spartacus. Sanki çoktan beri tasarladığı bir şeymiş gibi, gayet sade bir

şekilde söyleyivennişti bunu.

Şehirde bir

anda hayat

geri geldi :

Uzun bir

sükunet ve

durgunluktan sonra ilk rüzgıl.rın, k.adırganın yelkenlerini yeniden şişirmesi lerinden

gibi . İlk

rüzgArla yelkenler şişince serenler eklem yer­

çatırdar ve

omurga dalgalan keyifle yarıp ilerlemeye

başlar. Keltler vaktiyle, dağın tepesinden koca koca kütükler getir­ miş, büyük emekler harcayarak barakalarını, depolarını yapmış­ lardı. Şimdi aynı şevkle, yaptıklarını yıkıyorlar, parçalıyorlardı. tertemiz yollar, kalaslardan, eşyalardan geçilmez

Muntazam ve

olmuştu. İşe yarayacak her 5eyl yük arabalarına dolduruyorlar, ça­ dırların direklerini söküp çıkarıyorlar, yiyeceklerini sanp paket

ediyorlardı. On günden beri Keltlerin mahallesi terkedimişti, öl­ · müştü. Şimdi geçmişin heyecan veren bir anısı olmakla kalmı­ yor, ötekiler için de bir örnek teşkil ediyordu.

tik

günlerde ol­

duğu gibi, çekiç ve balta sesleri keyifle çınlatıyordu havay:ı. Bu arada Spartacus, şehrin dört bir yanını dolaşıyor, yıkım

çalış­

malarıni izliyor, Trakyalıları teşvik ediyordu. Eski neşeli ve gö­

nülsüz muştu.

arkadaş olmuştu Spartacus. Bakışındaki haşinlik kaybol­ Akşamları arkadaşlarıyla beraber içiyor;

yata�ını,

uzun

süredir ihmal ettiği esmer ve kıvrak büyücü kadınla paylaşıyor­ du. Sırtından büyük bir yük kalkmıştı .. Körler sürüsünü gütmek, çapraşık ve dolambaçlı yollardan yürümek zorunda değil. Artık acı çekmiyordu.

Enomaus'un

anısı b1le

yüre�lni sızlatmıyordu.

Boşluk vardı içinde, zevk veren, keyif veren bir boşluk . . . Anayurtıarını

yeniden görecekleri için

hepsi

memnundular.

Gerçek Güneş Şehri orada, dağlardaydı. Trakya dağlannda her­ kese yer vardı : Lukanialılara da, Afrikalılara da.

- 235 -


Güneş şehri, faza düz sokaklan ve kaskatı yasalanyla bera. ber, hayatını da kaybetmişti. Müttefikler verdikleri sözleri unut­ muşlar, İtalya'daki Satürn'ün Altın

esir kardeşler ayaklanmak

istememişlerdi.

Çağı geri gelmemişti. Zaman, ya gereği kadar

olgunlaşmamış, ya da fazla olgunlaşmıştı. Tohum çürümüş müy­ dü, yoksa filiz vermeye mi vakit bulamamıştı? Kim bilir?

Fakat herkes memnundu, sevinçliydi. Ambarlar, yemekhane­ ler, atöly.eler alevler içindeydi. Pırıl pırıl, kule boyunda,

yüksek

alevler, gece yola çıkanların yaktıkları meşalelere benziyordu. Hareketten bir gün önce, yuvarlak kafalı adam, çadırında otur­ muş, bir yağ lambasının bulanık ışığında , dizlerinin üstüne koy­ duğu bir parşömeni okuyordu. Alçak sesle okuyor, du'dakları di­ zeleri mırıldanıyor, vücudu bozuk bir saatin rakk.ası gibi hızla öne arkaya sallanıyordu.

Gözleriyle,

elleriyle,

bütün

vücuduyla

okuyordu ihtiyar. Hermios bu halde buldu onu. - Ne yapıyorsun öyle? diye sordu. - Tanrıyla kavga ediyorum, diye cevap verdi ihtiyar. - Tannyla kavga edilir mi, izin var mı öyle şeye? - Neden olmasın? Benim tanrım, kendisiyle kavga edilmesine kızmaz. Hatta kavga edilmesini ister. Kavga olmazsa, hem in­ sanlardan, hem kendinden yakınır. Yarattıklarını ·kışkırtmak için hileler yapıp, işleri ·kötüye götüren o değil mi? - Nasıl hileler? Hermios teseliiye ihtiyaç duyduğu için ihtiyann yanına gel­ mişti. Güneş Şehrinin yıkılışı yüreğini acıyla dalduruyordu eski çobanın. Fa:kat şimdi Esseni'nin garip cevaplarını beklerken, bu kavgacı

tanrının, yarattıklanna oynadığı kötü oyunları o kadar

merak etmişti ki, kendi acısını bile unutmuştu. - Kitabın yazdığına göre, dedi Esseni, vaktiyle doğudan ge­ len büyük bir kalabalrk, bir şehir kurmak için, iki yanı nehirler­ le çevrili bir vadide durmuşlar . . . - Neredeymiş bu

vadi?

- Taaa, çok uzakta. . . Yüksek dair:larla deniz arasında. Tıpkı burad,ak i gibi, ama şaşmamak lazım , dünyanın her tarafında de-

- 236 -


nizle dağlar arasında vadiler vardır.

Bu

adamlar

demişler

ki,

«Kalkıp, kimsenin görmediği gibi bir şehir kuralım ve böylece se­

falet içinde dünyanın dört bir tarafına dağılmış olmaktan kur.

tula!ım.» Ondan sonra ağaçları kesmişler, kütükleri taşımışlar, balçığı yoğunnuşlar ve çadırlarını kurmuşlar. Yavaş yavaş

or­

taya çıkmış şehir. Fakat, bu adamlar M.la memnun değillenniş.

Bu defa birbirlerine demişler ki, «Kalkıp, şimdiye kadar kimse­ nin

görmediği

olsun,

gibi

bir kule

bizde artık hiç

yaaplım

dağılmayahm.»

da b ütün

dünya .hayran

Hermios gitgide artan bir şaşkınlıkla ihtiyann yüzüne ba­ kı yordu . - Hiç şaşma, dedi Esseni. !nsanlar her çeşit kule yaparlar.

Kimi tuğladan olur, kimi de baŞ'ka malzerneden. Neyse . . . Bunla­ rın yaptıkları

kulenin

yükselip durduğunu yukanda Tanrı

de

sıkı

görmüş. Kule, Tannnın insanlara krallığına

yaklaşıyorınuş.

Vaktiyle

sıkıya yasakladığı bulutlar

Tanrı,

bahçenin

birinde bir

meyvayı yasaklamıştı ya insanlara . . . !nsanlar, başka insanların yanmda ün kazanmak için samak için yaparlar

bunu,

kule

yaparlar, hem

hem

yaratıcılarını kut­

de onu kızdınrlar. Tann, ku­

leyl yapanlara bakıyor ve bunlara kötü bir oyun oynamayı ta­

sarlıyormuş. O zaman Insanlar hep aynı dili konuşurlar, aynı

a cıları çekip, aynı emelleri besleyen bütün insanlar gibi birbir­

lerini gayet iYi anlarlannı ş! Çok

iyi

anlaşıyorlarmış insanlar ve

kule dunnandan yükseliyormuş. Onun üzerine aşağıya, insanla· nn arasına inmiş Tanrı, dillerini öyle karıştımuş ki, hAla

aynı

emelleri beslediklert ve aynı acıları çekmiş olduklan halde, ar­ tık birbirlerini anlayamaz olmuşlar. Sonunda da kuleyi bırakıp gitmişler, dört bir yana dağılmışlar. Herm.ios, at çenesine benzeyen ağzını açıp dişlerini göstere­ rek sırıttı : - Çok pis bir hika.yeymiş! - Bütün hikllyeler l)öyledir. Başlar ama, bitmez. Bir elmayı örnek alalım : Yarısı yennıiş, yarısı dalın üstünde çoktan çürü­ müş; ya da. bir merdiven örne�i verelim, bir adam hemen he­ men

tepesine kadar

çıkmışken, düşüp kemlklerini

kırıyor, on�

dan sonra ömrünün sonu!la kadar topaJ kaliyor. Kuleye gelin­

ce . . . Tam bitereti sırada

ya�mur,

fırtına

gelir, yıkar 'kuleyi.


Uzun uzun düşündü Hermios, yüzünde kuşkulu bir ifade var­

dı, sonra sordu :

- Bunun i�in mi Tanrınla kavga ediyordun? - iyi bildin, dedi Esseni.

Kitle giderken, geldiği günkü kadar neşeliydi.

Tburium şe.

hir -meclisi üyeleri bu ayrı l ışın usulü dairesinde olmasına dik­

kat etmişler, veda armağanı olan yaz fıçı eskimiş şarap yolla­

mışlardı. Meclis üyelerine teşekkür etmek için yüzlerce köle gece vakti şehri ziyarete gittiler, her şeyi ya�a ettiler, ateşe verdi­

ler, ama yin e de aşırıya kaçınadılar bu işte. Thuriumlular, daha beteri yapılmadığı için Tanrıya şükredip oturdular; Spartacus ise,

her

şeye göz yumdu.

Ertesi sabah yola çıktılar. Şimdi kırk bin kişi kalmışlardı. Otuz bini Cricsus'un peşinden gitmiş, öteki otuz bin de kaçmıştı.

...., 238 ,....,.


XIII

KAÇA(HN GERİ DÖNÜŞir Ertesi sabah, güneş denizden çıkarken, Thurium halkından Hegio garı,

terasın

yıldızıann

duvarına kollarını

dayamış, denizden gelen rüz­

ve yosunların kokusunu içine çekiyordu. Günün

pek sıcak olaca�ı belliydi. Horozlar ahenksiz sesleriyle ötmüşlerdi. Sayısız sütunlu şe. hir uyanıyor, daracık yollar evlerin arasında kıvrıla kıvnla uza­ nıyor, çobanlar boyunlarındakli

çıngıraklardan keyifli şıngırtı­

lar çıkaran keçileri sürüp gidiyorlardı.

Mandalar,

burunlarını

kölelerin terkedilmiş şehirden yayılan yanı:k kokusuna uzatmış­ ıardı . Yukardaki terasta, Hegio dörtgen biçimindeki surları sey.

rediyor, bu terkedilmiş şehrin düzgün, fakat ısS'lZ sokaklannda

hayranlıkla bakıyordu. Tahta yapıların yıkıntılarından hala du­

man tütüyordu . Duvarların yakında yıkılacartını, yakıcı bir toz tabakasının Çocuklar

çok geçmeden yıkıntıları

bu

lanetlenm� ,şehre

örtecertini

düşünüyordu.

sızacaklar, duvarlara tırmana"

cakıar, askercilik, haydutçuluk oynayacaklardı. Rüzgar toz geti­

recek,

larıyla,

yaftmur, tozu

çamur yapacaktı.

öküzleriyle gelip bu

Sonra

başkalan

saban­

yıkıntıları kaldıracaklardı. Atalan­

nın Sibaris şehrinin kalıntılarını kaldırıp, topratı düzeltmeleri gibi. Çok daha sonra ise, arkeologlar ve tarihçiler, toprağın de­

rinlerini araştırıp, ya köleler ordusunun sembolü olan parçalan­

mış

bir zincir, ya da toprak bir çanak --örnertln , Publibor'un ça.

nağını- bulacaklardı. Hegio'nun

yüzü, ileriye ait bu

düşüncelerle

aydınlanmışt.l.

Gözlerini ölü şehirden ayıramıyordu. Birden acıktığım hissetti. Aynı zamanda, Spartacus'ün Thurium'a girişinden beri, kocalık görevini tamamen ihmal etmiş olduğunu hatıriayarak bir vicdan azabı duydu. Ne yapmak gerekUrtine karar vermeden bir tereddüt

- 239 -


anı geçirdi, sonunda gidi.P hanımım uyandırmaya karar verdi. Tabii sabah kahvaıtısı isteyecekti karısından. Tam merdivenler­

den inmeye hazırlanırken, bir duvarın gölgesinde, sabah sisi için­ de, aşağıdan yukanya doğru yüzünde umutsuz bir ifadeyle bakan genç bir çocuk farketti. Publibor'du bu. Pek fazla şaşırmadı Hegio, şaşırsa bile yine de büyük bir memnunluk duydu. Birden karısının sert karakteri geldi aklına. Bu Romalı kadın da her şeyi ne kadar ciddiye

alırdı! Şakayı

dinlemezdi b ile. Şimdi de pişman olup geri dönen köleyi kim bilir nasıl karşılayacaktı. «En iyisi, kahvaltıda konuşurum onun­ la» diye düşündü ve bir hırsızın tedbirlili�i ile Publibor'a yerin­ den kıpırdamaması için bir işaret yaptı. Anlıimıştı Publibor, !}n­ ladığını beirıtmek için birkaç kere başını salladı.

Hegio yarım saat sonra neşeli bir tavırla çıktığı zaman onu bıraktığı

yerde, duvarın gölgesine büzii'lmüş

bir /halde

buldu.

Eskiden olduğu gibi, beraberce Cratis nehrinin luyısına inecek­ lerini söyledi çocuğa. Sonra köpeği çözdü. Köpek, Publibor'u gö­ rünce sevinmişti, adeta bayram ediyordu hayvancık. Publibor ba­

şını okşadı köpetin . Hegio, gülümser ve alaylı bir ifadeyle. onlan seyrediyordu.

- Söyle baaklım dedi, hll.la ölüinümü bekliyor musun? ,

Delikanlı biı: göz attı efendisine, düşünür gibi yaptı ve :ra­

vaşça başını salladı . - Anaşıldı !

dedi

Hegio.

Hiç bir şey öğrenemem!şsin.

doğru evet demeni tercih ederdim. Publibor'un kendi ölümünü artık beklemiyar olması

Dos­

bayaltı

üzmüşUl Hegio'yu. Birbirlerine başka hiç bir şey söylemeden He­ gio önde, Publibor k.i i adım arkasında yürüyüp şehirden çıktılar. Biraz sonra Hegio döndü : - Hanıma senden bahsettim, dedi. Seni affetmeden önce, ör­ nek olacak bir ceza vermek

hakkına

hftla sahip oldu�unu söyle­

meye lüzum yok. Ama, ·korkma, sadece sembolik bir ceza olacak. Ne yapalım, hakkı bu.

Publibor cevap vermedi. Başını yerden kaldırmıyordu. Yanak­ ları al

al

olmuştu,

ama Heg!o'nun peşinden yürümeye devam

ediyordu. Beraberce nehrin kenarına gelip eskiden oldulu gibi, otıann üzerine uzandılar.


- Demin sana haksızlık ettim galiba, dedi. Belki de hayal kırıklığına uğrayarak döndüğünde sana özgürlüğünü geri verınem gerekirdi. Biitün çözüm yollarının en şahanesi,

en ' filozofçası,

en

ahlaka uygunu . bu olurdu. Ama ne yaparsın, insan ilk hareketi daima karşısınd�kinden Keçiler

çıngırakları

çıplak

bekler. . .

surların dibinde

şangırdatıyorlardı.

otıuyorlar,

Ufku heybetli

boyunlarındaki

dağlar çevi:lmişti.

Devam etti Hegio : . - Dönüşünün sebeplerini tamamen anlıyorum. Çünkü, de birbiriyle çelişen iki kuvvet vardır : Değişiklik arzusu

bende ve var

olan durumu koruma isteği. Giden, anılarının bağlanndan kur­

tulamaz; kalan ise kendini özleme kaptırır. öteden beri i nsan ­

ların adetldir : harabelerin üstüne oturur ve sızlanırlar. Birden sözünü kesti Publibor :

- Zaman, yeteri kadar olgunlaşmamış diyorlardı, dedi.

Bu

devir ya çok genç, Ya çok ihtiyar diyorlardı. - Bu sözlerde gerçek payı v:ar. Çok iyi anıayabildiğim bir çelişme bu. Sizin talihsizliğiniz,

ne

ölmesini, ne yaşamasını

len 'bir dünyada bulunmanızda . Hanımına benim ha;kkımdaki

bi­ fik­

rini sor da bak : Evlat sahibi olmak için ihtiyar, ölmek için de genç bulur beni. Qlörüyorsun ya zavallı çocuk, bazı şeylere daha uzun süre dayanmak zorunda kalacaksı,n

teınesen bile.

ölmemi

eskisi kadar is­

Hegio, delikaniıyı teselli etmek için, elini şefkatle

omzun11

koymuştu. Sonra yavaşca çekti elini. Biraz hayal kınklığını yan­

sıtan, fakat hoşgörür lfadeli gözlerini çocuğun yüzüne dikti. Bu

defa başını çevinnedi Publibor.

- Evet, diye devam etti Hegio, bu da her ikimizi tatmin

ede­

cek bir çözüm olabllir. İstersen bir sembol sayabilirsin. Daha iyi bir çözüm bilemiyorum. Güneş yükselmişti, zeytin

ağaçları

Otıarın üstüne yatmış olan köpek dilini Iamsız gözleriyle bakıyordu.

- 241 -

gölge

vermiyordu artık.

sarkıtmış, ikisine de

aiı­



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ÇÖKÜ NTÜ D Ö N E M i



ARA SÖZ

Y U NUSLAR Quintus Aprinius Hamam.lara giriyor. Yüzü pınl pırıl, keyfi yerinde, miqe ağrılanndan da eser kal­

·mamış. Yakında emekli olacak zabıt ldtibi. Pazar yerleri mah­ kemesinin yargıcı olan meclis üyesi, onu refakatçi olarak yanına

.aıaca.k, söz verdi bir kere. Quintus Apronius bu işe çok sevini­

yor, çünikü son zamanlarda el i pek fazla titrer olmuştu. Ama,

artık kuştüyünü tutma�k zorunda kalmayacak, yargıca refakat­

çiUk etmekle yetinecek. Togasına sarınmış, her zamanki gibi va · kur

haliyle eski meslekdaşlarının

çalışmalarını kontrol edecek.

Patronunun bütün aile törenlerine de katılabilecek. Koltuklan­ nı pek kabartan bir şey daha bekliyor : «Diana ve Antinous'un Hayranlan Derneği» de herhalde başkanlığa seçer Apronius'u. Kapıdaki kemer altında aynı kaynaşma var, sadece kafası

acaip şekildeki yumrularla dolu avukat Fulvius'un sesi işitilmi­

�yor artık. Tehlikeli kışkırtıcı Fulvius, Capua'da gözden kaybolalı - 245 -


epeyce zaman geçti. Söylediklerine göre, gidip haydutlara katılın�.

Ya�a edenler, k:unda:k sokanlar ve ırza geçenler arasında o da

vardır muhakkak. Apronius'un bundan hiç �üphesi yok. Fulvius'un o şehvetli ve gaddar bakışlarını unutur mu hiç? Ama, avukatın

da,

ona layık arkadaşlarının da, çok geçmeden cezalarını bulacakla­

rına emin. Zaten, kölelerin o çılgın şehri bırakıp gittikieri söyle­

niyor. Ma ceranın

sonu geldi demek ki.

Zabıt katibi, hem ruhu, hem vücudu haflflemiş bir halde mer­ mer salona giriyor. Uzaktan, eski tanıdıklarını, Rufus lle Len­ tulus'u

farkediyor.

ikisi de karşılıklı oturmuşlar, ciddi

bir şe­

kilde tartışarak hazım için gerekli şeyi yapıyorlar. Apronius'un selamma hafif bir baş e�işiyle cevap veriyorlar. Bu davranış biraz azametli gibi geliyor Apronius'a. Haydi canım! Her şey bu

ka­

dar yolunda' giderken şimdi buna mı gücenecek? Bütün organ­

ları bu kadar iyi çalışırken, böyle şeylere canını sıkamaz ya! DU­

run bakalım, yakında hiç kimseden bir şey rica etmek zorunda kalmayacak Apronius, bir tiyatro bileti bile istemeyecek.

O

za­

man asıl onlar, ünlü bir derne�in başkanı, nüfuzlu bir şehir mec­

lisi

'!l.yesinin himayesine girmiş ,b ir insan olan Apronius'la bera­

ber olmak için can atacaklar.

Aldırmıyor Apronius, gidip yanlarına oturuyor, oturur otur­ çekecek olan asiler hakkında

maz da çok geçmeden cezalarını

sfl

gayet akıllıca d'!l.şünceler ileri rnıeye başlıyor. Oysa, ötekiler sadece nezaket icabı sözlerine kulak veriyorlar. Hayretini gizle­ iniyor Apronius. Geceleri zabıt 'lcAtibinin uykularını kaçıran o görkemli toga­ sına sarınmış olan Rufus omuz silkip canı sıkılmış bir halde

ce­

vap veriyor :

- Azizim, diyor, aslında ben sizin neye sevindi�inizi anlıya­ ınıyorum. Bütün köleleri öldürdükleri zaman, sizin durumunuz daha mı iyi olacak? İnanın bana, devletin kasası yine öyle tam­ takır kalacaktır. Ya fiyatı durmadan fırlayan bul:!day? Bu yük�

selişin nerede duracağım bilene aşkolsun! Roma'da dalaveradan,

anarşiden başka bir şey kalmadı. Geçen hafta halk tribünü Liki­

nius Maker rezilce bir 'konuşma yaptı : vatandaşlan askerlik hiz­

meti yapmamaya davet ediyor adam. Senato bu defa asileri mat etmeyi başarırsa, bunu olsa olsa o alımaklann birbirlerini ye­ meleri sayesinde yapabilir. Hey tanrım!

B'!l.tün devrimierin or­

tak bir noktası var galiba . : panzerihini kendi içlerinde taşıyor­ lar. Yine de hayale kapılmayalım : hep böyle sürmez bu iş!

-

246

-


Zabı t ka.tibi şaşkın, kendini rüyada sanıyor. o nazik Rufus, nasıl böyle birdenbire tersleşti. Aman ne olursa olsun, Apronius keyfini bozmak niyetinde değil. Onun için d e Rufus'un bu sert çıkışını hazım güçlüğüne veriyor ve adamı yatıştırmak için, lej­ yonların komutanlığını aldılarsa, bunun Roma'da M.la

erkek

adamlar bulundu�una işaret sayacağını hatırlatıyor. !şin en avu­ tucu tarafı bu zaten. Rufus lütfen gülümsüyor, Lentulus'un suratı hfıla asık. Bu iki kafada.nn buğday stoku yaptıklan muhakkak, Sortorius'ui:ı. za­ fer kazanacağını umanuşlar mıydı? BU balrundan zabıt katibinin, zafer bekleyen hali ve o yavan hazımsızlık lafları ikisinin de tepe­ sini attırdı. - Roma'dakiler

erkek adaınmış

ha!

diye bağırıyor Rufus.

Bakın, Spartacus için bu söylenebilir belki. Ama, Roma'daki züp­ ı;ıeler, olsa olsa şu malO.m öyküdeki süvariye benzerler. 'sormuş­ lar süvariye, neden dört hala gidiyorsun diye. O da, «atıma so.. run, o daha iYi bilin cevabını vermiş.

Senato, lejyonlar sayesinde dışarıya

karşı

gücünü koruyor,

ama içerde her şey bitti, mahvoldu. Milisierin yerini ücretli as.. kerler aldığından beri, senato bir hiç haline geldi. Şimdi komuta

generallerin elinde. Yeni bir diktatörlük hazırlanıyor, hatta bel. ki de krallık yeniden kurulur. Canlı cenaze halindeki Cumhu­ ri.yet, eldivenli, fakat demirden bir e1 boğazını sıktığı zaman, ina­ nın riıhatıayarak son nefesini verecek. O zaman ne olacak ba­

kalım?

Rufus, merıner tahtının üstünden böyle kehanetıer savuıup duruyor. Sesi de öfkelendlkçe yükseliyor. Etrafta oturanlar ku­ lak vermeye başladılar. Bunu farkeder etmez hem.en yerinden

kal­

kıyor Apronius, izin istiyor. Hala iyimserliğini bazınamaya ka­ rarlı, hatta böyle kışkırtıcı laflar söyleyen insanlarla beraber gö­ rülmüş olmaya bile aldırış etmiyor. Eve dönmek için Osques mahallesini geçerken, Rufus'un söz.

leri hala çınlıyor kulaklarında. Hey Tannm! Empresario Cumhu­ riyetin düşmanıanna sempati duydu�nu ·açık açık söyledi ! Resmi bir derneğin gelecekteki başkanı ve bir yurtsever olarak görevi, bu suikastçıyı ihbar etmek değil mi? Namuslu bir vatandaşa, bir tiyatro bileti bile vermeyen bu

komplocuların

akıl ları nı başla­

rına getirmek ve otoriteyi kurmak zamanı geldi artık!

- 247 -


I

GA.RGANUS SAVAŞI O tarihte Marcus Katon yirıniüı; yaşındaydı. Yeni yetmelik bir delikanlımn

çağında vücudu birden çok gelişmişti ve hala da vücut ölçüterindeki

oransızlığı

koruyordu. Kolunun altında dai­

ma yazılı .kA.ğıtlat taşırdı Marcus Katon. Yalnız lar o parmakları onunla,

lus

o

olduğu

zaman­

hiç durmazdı. Arkadaşları hep alay ederlerdi

da alabildiğine sıkıcı nutuklarla öcünü alırdı.

Romu­

gibi, Marcus'un da şimdiye kadar hiç bir kadınla ilişki kur.

n

madığı ve atası ın ciddiyetini taklit etmekten başka bir şey dü­ şünınediği söylenirdi. Askerlere alay konusu olan, fakat yine de saydınrdı kendini.

ötekilerden daha yürekli

bir asker, Marcus

Katon'a «Genç Katon» diye ad takmış ve bu lakap ömrünün nuna ka da r üstünde kalmıştı.

so.

Katan'un Kaepion adındaki ağabeyi tribiindü ve Konsül Gel� lius'un yaveriydi. Çok yakışıklı bir adamdı Kaepion, savaş tan­ rısına benzerdi ; kısaca Romalı soyluların bayıldığı tipteydi. Kü· çük kardeşinin kadınsı

hali

çok

canını

sıkıyordu

Kaepion'un.

Marcus Katon is tese soylu ail e çocuklarına yakıştığı gibi, ayrıca yüksek rütbeli bir subayın da kardeşi olduğu için, iyi bir mevki sağlayabilirdi. Halbuki o, askerler arasında kalmayı tercih etmiş, havailiğinden ötürü daima kınar gibi göründüğ{l ağabeyinin em­ rine girmeye hiç yanaşmamıştı.

Bir gün konsüle, «Kardeşim kendisini gülünç hale düşürü­

yon> demişti

· Kaepion. Konsül sadece gülüm.semekle yetlndi, oy.

sa, düny a zevklerinden uzak kalmaya titizlikle dikkat eden genç Katon'u çok ilgi çekici buluyordu. - Kardeşiniz herhangi bir çılgınlık yapabilecek kadar olgun görünüyor bana, dedi. örneğin yeni bir mezhep kurabilir. Allah vere de siyasi bir suikasta griişmese. Biliyorsunuz, suikastlar şart-

-

248

-


lara göre ,Ya bir öğrenci maSkaralığı sayılır, ya da bakarsınız

kah-

ramanlık haline gelebilir. !çini çekti subay : - Umarım zamanla a'kıllanı r, dedi. - Yanılıyorsunuz. Bu tip insanlan iyi bilirim. Kardeşinizin ölünceye kadar bir yeni yetme olarak kalacağına eminim. Graccus

da aynı kalıptan

çıkmış gibiydi. İnsanlığın gelişimindeki bazı

dönemlerde, tarihi bu ölümsüz yeni yetmeler yazarlar. Zaten şim di en az bulunan şey, olgunluk değil mi?

Konsiil Luçius Gellius Publicola'nın dünyada en sevdiği şey,

felsefi fikirl er yürütmekti. çalar okurdu.

Varron,

Her fırsatta dostu Varron'dan par­

metafizik tatışmaları

her şeyin ü stünd e

tutar ve bu tartışınalann en önemsizinin bile en görkeml i sirk eğl encelerind en daha eğlendirici olduğunu ileri sürer. Gellius da Atina'da val iyken , Romalıları pek güldilren bir iş yapmıştı. Bir­

birin e. en karşıt mezheplerin temsilcilerini biraraya toplamış, hep­ sini bir odaya hapsederek, \<Gerçeğin» ne olduğu hakkında tam

bir anlaşmaya varana kadar tartışmalannı istemişti. Kendi si de

bu tartışmalann başında bulunacak ve bütün taraflar anlaşma­

ya varmadan, kimse odadan çıkamayacaktı. Bu şaka yazık ki, kö­ tü bir son u ç vermiş, valinin özel muhafızı, herkesin birbirini öl­

dürmesini önlemek için sık sık işe kanşmak zorunda kalmış, so­ nunda Gellius, mahpusları salıvermekten

başka çare bulamamıştı.

Bu iş gerÇi tatsız bir şekilde sonuçl anmıştı ama, hiç değilse, Atinalı bütün filozoflar bir tek nokta üzerinden anlaşmaya -hem

de tam bir anlaşmaya- vararak senatoya bir dilekçe yazmış ve bu fazla şakacı valinin hemen geri alınmasını istemişleroL Atticus bu olayı, Çiçeron'a yazdığı mektupların birinde anlatmış, Gellius de bu yüzden

öyle ün kazanm ıştı ki,

sonunda büyük bir çoğunlukla

konsül secil:o::ı işti.

eri csus'un

Keltleri ve

Germen leri , Güney Apulla'daki Gar­

ganus n·ehrinin kıyılarında Romalı öncülerle karşılaştılar. İki ta­ raf da aynı kıyıdaki karşılıklı tepelerin arasına çekilip mevzi al­ dılar. İki konsaı ayn ayrı manevralar yapmak istemişlerdi. Bu-

-�-

.


nun sebebi hem stratejlktl, hem de birbirlerine can ve gönü lden

duyduklan nefreti. Böylece, ikisi de, �feri karşısındakine kap­

tırmamak istemişti.

Gellius, Apualia üzerine doğru yürümüş, Lentulus ise kölele­

rin sızması olasılığını göz önüne alarak adamlarını güney eya­ lcllerinl savunacak

şekilde yerleştirmişti.

Kuvvetıer'inin böylece

da�ılışı klasik usullere uygun değildi ama, senato uzun süreden beri

generallerin yaptıklarına karışmak

cesaretini

bulamıyordu ..

Hele generaller konsül m ekiinde olurlarsa . . .

İlk gece olaysız geçti, Rom alılar da, Keltler de kendilerine her zamanki gibi arabalannı barikat

siperler kazdılar. Keıt�er

olarak kullanaca.klardı. Bunlann hazırlıkiarım uzaktan farkeden Romalı bir gözcü, hemen Kaepion'a koştu, o da durumu Gellius'a . bildirdi. - Bu bir ord u değil, dedi Kaepion, sadece hareket

h:alinde

bir sürü. Aralannda her çeşit insan var : kadınlar, emzikte be­ bekler, at ya da öküz koşulu arabalar, kasaplık hayvanlar, hatta. merkepler. Hurda arabalardan barikat yapmışlar. Ne bulurlarsa, mesela tohumluk çuvall an'n ın , canı hayvanıann arkasına mevzi'

al ı yorlar . Konsül bir kahkaba attı : - Hah! hah! hah! Desene savaşa laubali bir hava vermişler. Sonu nasıl olursa olsun, . sa dece bu savaşa girmenin bizi küçült-. tüğü muhakkak.

- Barikatıarını ateşe verebiliriz. Bütün kamıp yerini n etrafr barikatlarla

çevrili,

arabaların

tekerlekleri

arasındaki

otlar da.

kupkurudur bu mevsimde. Böylece, haydutların hiç det"ilse yarı •. sını bir güzel kızartma yapmış oluruz.

- Bu fikrinizi pek beğendiniz galiba?

diye sordu Gellius.

Aman , rica ederim, şimdi de savaş savaştır demeyin ! Kaepion omuz silkti - Bu

savaş sizin kadar beni

de

iğrendiriyor. Büyük kral

Mitridat ile savaşsaydık daha mı e(tlenceli olacaktı sanıyorsunuz?' Mlt ridat da kuyulann suyunu zehirler, adetidir . - Hiç d eğilse kurallara uygun şekil:le zehirler ya?

- 256 -


Konsül, kendisinin siviilere özgü şakalarının, asker ruhlu yaverini çileden çıkardığını biliyordu ama, Kaepion'un teklifi ger­ çekten midesini bulandırmıştı. Etin cızır cızır yanışım sadece dü­ şünmek bile midesinin altını üstüne getiriyordu. Birlik komu­ tanlarından Roscius'un kendisini görmek istediğini söyledikleri zaman hala tereddüt içindeydi. Roscius çadıra girince topuklarını kuvvetle birbirine vurdu ve generalin ihmalci halini protesto et­ mek ister gibi a'bartmalı bir şekilde sert bir hazırol vaziyetinde durdu. Roscius'un bıyıklarının aşağı düşmüş olduğuna dikkat et­ ti koOSÜI, demek ki tatsız bir haber getirmişti. Düşmanın bir habercisinin ileri karakonara geldiğini söyledi Rosclus. Adam, şefi adına ve Kelt adetlerine uygun olarak muharebe günü ve saatinin tesbit edilmesini istemişti. Ayrıca yine Kelt adetleri ge­ reğince düşmanın başı Galyalı gladyatör Cricsus'un, Romalı kon­ SÜl Luçius Gellius Poblicola ile teke tek döğüşmek istediğini de ilave etmişti. Şimdi de gülmernek için kendini zor tutan Roscius, konsülün cevabını bekliyordu. Kaepion'un yüzü öfkeden kırpkırmızı oldu. Roscius sırıtıyor, Gellius ise gülümsiiyordu. Bir süre düşündü : hem yaverini k:ız­ dırmak, hem de köleler ve gladyatörler sürüsüyle sav�aya zor­ ianmak suretiyle düşürüldüğü küçüklüğün doruğuna çıkmak için Galyalının meydana okuyuşunu kabul etse miydi acaba? Belki de bu döğüşle, içinde bulunduğu kü�ülmüş durumu kendi kanıyla yıkardı. Şimdi Atınalı filozoflar olsalardı, bunu ne güzel bir tar­ tışma konusu yapariardıl Düşündü Gellius ve sonunda aklı galip geldi. Tarihi, bir sirk alanı haline geti�eye ne lüzum vardı? Roscius'un ihtiyar kıpışık gözlerinin içine baktı ve haber­ eiyi asmalarını emretti. Ama boşuna acı çektirmesinlerdi adama. Ve amirane bir baş hareketiyle Roscilus'a çı.brabileceğini bil­ dirdi. Sonra Kaeprion'a döndü : şafakta beş ayrı noktadan saldırı­ ya geçilecekti. Subay da artık yangın tasansından söz etmeye

cesaret bulamadı.

Cricsus, kampını denetliyordu. Demirler içindeki koca cüsse­ siyle bir gruptan ötekine gidiyordu. Her zamanki gibi sessiz ve somurtkandı. Her grup onu sevinç çığlıkları ve dostça küfürlerle karşılıyordu. Cevap vermiyordu Cricsus, fakat ayağının ucuyla ba- 251 -


rikattaki bir gedi�i işaret ediyor, gedl�in kapatılmasını bekliyor ve yürüyüp gidiyordu. Planı gayet basitti : Romalılar hücuına geçsinler diye bek­ Ieyecekti. o kırkılmış ·kafalar, arabalardan yapılmış barikatıara çarparak parçalanacaktı. Aynı şeye bir daha, bir daha teşebbüs edecekler, en sonunda yo rulacaklardı. O zaman Cricsus'un adam­ lan gizlend ikleri yerden çıkıp, Romalıların tepesine binecekler­ di. Ondan sonra anayurt Galya'ya yürüyüp gideceklerdi .

Galya mı? Hedefleri gerçekten Galya mıydı? ericsus bunu düşllnm"ilyor­ du bile. Kuzeyde Padus nehri akardı. Sonra "Galya, sonra Alplerin ötesi sonra Liguria, sonra da Lepontium vardı. Ordan ötesi hep dağdı. Çok yüksekti da�lar çığların sesi gök gürültüsü gibi du­ yulurdu. Tanrıl arla şeytanlar, orada rüzgarın uğultusu içinde sa­ vaşırlardı. Dağlardan öt ed e anılar krallığı başlardı. Gerçekten anı­ lar ülkesi mi, yoksa bir efsane özlemi mi? ericsus bunu düşünm.ü­ yordu bile. ,

,

Orada ayakları çıplak uzun beyaz elbiseler içindeki rahibe­ lerle rahipler yollarda yavaş yavaş yürürlerciL O yıl ın kralı, gü­ müş kakınalı bir arabaya biner, peşinden gayet parlak avcılarla azanlar g iderlerdi KTal avuç avuç altın saçardı. Şövalyeleri gü­ müş zincirlerden kendilerine· süs yaparlardı. Uçları aşa�ı düşüit bıyıkları vardı şövalyelerin. Uzun masalarda kendilerine ziyafet çekerler, iki yemek arasında birbirlerini düelloya davet ederler, yiğitlerin payı olan domuz hudunu elde edebilmek için ölesiye döğüşürlerdi. ,

.

Kupası boşaldı, parası tükendi mi, şövalye kendini beş fıçı şaraba satardı. Arkadaşlarına ziyafet çektikten sonra, yere yatar, �arlıoşluğun ağırlaştırdı�ı başını kalkanına dayayıp etrafında hal­ ka olan davetiiierin de huzrunda, boğazını, borçlu olduğu adamın bıçağına teslim ederdi .

Padus nehrinin ötesinde böyle bir vatan var mıydı hala? As· !ında hiç böyle bir vatan var olmuş muydu acaba? ericsus bunu düşünmüyordu bile. Kuzeye gidiyorlardı , geçmişin sislerine koşuyorlar yurtlarına dönüyorlardı. Vezüv'ü, Güneş Şehrin!, o şehrin saçma yasalarını ,

_.

252 -


geride bırakmışlar, henüz olgunlaşmamış bir gelecekten vazgeç­ mişlerdi . önlerinde, yurtlannın sisleri içinde, geçmiş uzanıyor­ du. Geleceğe arkalarını dönmüşlerdi. Verdikleri kararı iyice tart­ o

mışlar mıydı? Kimse düşünmüyordu bunu. Yarını kalnnş

çem­

beri tamamlamak için 'kuzeye, eski yurtlarına doğru sürükleni ­ yorlardı. Sabaha karşı Iejyonların saldırısından uyuyakalmıştı Cricsus. Rüyasında kendini

birkaç dakika

önce

İskenderiye'de görü­

yordu. Ayaktaydı. Birnkatın yerine iyi oturmamış bir tahtasına dayanmış,

gözler.ini

kapamıştı. Bir kadın görüyorrlu

rüyasında,

yanına uzanmış, şar'kı söyleyen bir kadın. Birden hatırladı, Ve­

züv'ün eteklerinde Clodius Glaber'in çadırında uyuduğu ilk gece

de böyle

bir rüya görmüştü.

Uyanır uyanmaz unuttu rüyayı. Ayağının ucuyla oturmamış tahtayı işaret etti, gediğin

kılpatılmasını

üzerine

beldedi ve o

sessiz, sornurikan haliyle uzaklaştı. Romalılar güneş daha ilk ışınlarını saçarken saldırdılar. Bu

yüksek

kaleye, oklarla mızrakları Romalılar üstün e yağmur gibi bir sessizliğin hükam silr­

yağdıran bu kaleye, arkasınd a ezici

düğü bu barikatıara saldırmak büyük cesaret işiydi . Saldırı ta­ mamen usulü dairesinde yapıldı; iki lejyon, mevcudunun yarı­ sını barikatlar önünde bıraktı,

sağ

kalanlar geri çekilme işareti

veren borazanın sesini duyunca döndüler. Konsül ile yaveri bitişik bir tepeden saldırıyı

izlemi_şlerdi.

Lejyonlann çekildiğini görünce, Kaepion'un suratı mosmor oldu . Aklına

yine

barikatları

ateşe vermek geldiyse de, komutanına

bundan söz etmemek için duda:klannı ısırarak sustu. Konsül, eliyle bütün savaş alanını, kaçanlan, ölüleri ve ya. ralılan içine alan geniş bir daire çizerek : - Bakın şuraya ! dedi. Karşınızda insanın akılsızlığının gü. zel ·b ir önref: i var. Olgun insaniann böyle davranabileceklerini akıl almıyor. Kaepion'un yüzü bu defa sapsarı oldu. Hırsından neredeyse kuduracaktı . - Bayım, diye ct. /ap verdi, felsefeniz, şimdiye kadar askerimizin hayatına mal oldu!

- 253 -

iki

bin


Hayretle kaşlannı bldırdı konsül, fakat tam o anda duyu­

lan bir borazan sesi cevap vermesini engelledi. Borazan bu defa başka bir birl iği . savaşa sürüyordu. Ok ve mizrak yağmuru bun­

lann da ilk sırasını devirdi. Oklarla mızraklar, askerleri koluı ve bacağı kopuk kuklalara benzetip, gayet komik 'bir manzarayla

tepenin yamacına mıhlıyordu. Konsül bu pat ırtı arasında sesini duyurmaya çalışarak : - Az ön ce felsefe kelimesini söylediniz galiba . . . dedi. Fakat, Kaepion artık sabnnın sonuna gelmiş ve bütün vü-

cudunu saran öfkeyi zaptedemez olmuştu. Bütün kaslan öylesine kasılmıştı ki, ayaklannın ve baldırlannın ne türlü gerildiği , bir yığın deri bant ve demir halka arasından bi le görünüyordu . Te­ laşa düştü kopsül : - Rahatsızlandınız mı? diye sordu. - Yalvanrım, saldınnın ynöetimini bana bırakın. Oysa, borazan geri çekilme işaretini vermişti ·bile. İkinci sal­ dm da bitincisinin akıbetine u�ran:uş, askerler düzenli sıralar halinde tepeden aşağı inmeye

başlamışlardı Bazılan, yaralanmış çin eğiliyorlar, sonra ölmüş ol­ .

arkadaşlarını yerden kaldırmak

duğunu anlayınca yine yere b�rakıyorlardı. Bazılan o kadar hızlı koşuyarlardı ki, öndekilerin ayaklanna dolaşıp yuvarlanıyorlardı. Birden rüzgarın yönü değiŞti. Konsill ile yaverinin kulağına hiç bir gülrütü, hi ç 'bir ses gelmez oldu. Adeta saydam havada, facia böyle sessizce cereyan eder hale gelmişti. K:onsülün de yüzü sararınıştı :

- Gerçekten korkunç bir şey, dedi. Yalnız dikkat edin, sa,. dece estetik

bir

duyguyu ifade ediyorum. Nasıl olsa bir gü n öle­

cekti bu adamlar. Belki daha büyük a cılar çekerek ölecekler, üs­ ttlik savaşın şeref payından yoksun kalaca:klardı. Aradaki fark rıed.ir biliyor musunuz? Savaşta, tek tek ölürolerin binlereesi bir araya gelir, çok sayıda insan ayn ı anda ve çok dar bir alanda ölür. Ölüm -böyl ece hem kollektif bir alan kazanır, hem de iğ­ renç -ölü yığ'ı nlan ölümün bir anlamı

olmadığını kanıtlar. Bu

üstüsle yığılmış, aslında savaşın saçmalığını de�il. ölümün saç­ m alığın ı ortaya çıkarmaktan başka hiç bir işe yaramıyor.

tU-tık kendi ni tutarnadı Kaepion, patladı :

-

254

-


-· Beni dinleseydiniz, şimdi

diye bağırdı.

hayatta:

olacaktı bıi adamlar !

- O zam an da karşı taraftakiler ölecekti. Arada bir fark görüyor musunuz? Böyle söyler söylemez, fazla il er i gittiğin i farked erek duda:k­

ıarını me

ısırdı konsül. Bu fikri isyan, bir gün kendisine, bir mahke­

önünde paahl ıya mal olabilirdi.

Tribün, gözlerini dehşetle açarak konsül e baktı ve cevap ver­ meden uzaklaştı. Omuz silkti Gellius. İnsan, savaş, askeri şeref,

konsüllük vakarı gibi birta·kım çıl gı nlıklan kabullenince, işler ter­

sine döndüğünde kendinden başkasına kızmamalı. Keşke filozof­

la nnd an aynlmasaydı ! Onlar, gerçi bunlardan da ı;ılgındılar ama,

. çılgınlıklan savaşçılarınklnd'en daha az şatafatlı, daha az göste­

rişliydi.

Kaşlarını çattı konsül ve düşüncelerin i bir noktaya toplamak için kendini zorladı : Tamamen zıvanadan ı;ıkmış bi r dünyada,

akıllı bir insan ne yapabilirdi? Hemen bir cevap bulamadı bu cüretli

soruya

ve

merakını yeneıniyerek

savaşı seyretmek

boynunu uzattı. ön ce 'bir sürü kapkara kuş gördü. Ateşin

icin

kısa

bir süre kesilmesinden faydalanarak yere, cesetıere saldırmıştı kuşlar. «Hızlı iş görüyorlar» diye düşündü ·konsül. Aynı anda bo­ raı.anın sesi yeniden yükseldi. Yırtıcı kuşlar havalanarak meydanı savaşçılara bıra:ktılar. Konsül o çılgın makinenin ne kadar dü­

zenli ve da:kik işledi ğine hayran olmaktan kendini alamadı. «Bir­

den kuşlann b iri saldırıya geçse, askerlerden biri de uçsa herkes

ne kadar şaşınr» diye düşündü. Yine de böyle bir durlım bile, şimdi tanı:k old,uğu çılgınlıktan daha ı;ılgınca sayılamazdı.

Kaepion'un zamanında yetlşemeyeceği aklına g eli nce, neden olduğunu anlamadan, bu düşünce keyifiendirdl onu . Bir dostun

c esed i

ho�na

gitmezdi

insanın,

ı;ünkü

önceden

kurulmuş

bir

nota gibi gelirdi . Ölüm. . . Ne garip şey! Normal zamanlarda hoş görillmeyecek birtakım lauba­ liliklere saygısızlıklara izin veriyor. Demek ki, terbiyeli bir adam ölm emeli. ahenk içinde yanlış ı;alınmış bir

'

Birden merak etti : «Nerede benim muhafı:zlanın? General­

lerini bırakıp g itmişler, kendi kendilerine savaşıyorlar. Daha iyi. Hiç

değ il se rahatsız edilmeden seyredebillyorum savaşı.

me!;: zahmetine de deter doğru su . . . �

- 255 -

Seyret.


'O'çQncü saldırı da ilk :lkis1nin akıbetine uiradı, süt

fakat kon­

ilk anlardaki heyecanını kaybetmişti. Artık. teyeye tırma­

nırken yolun yansını geçen askerlerden ön saftakllerin kollarını komi'k bir şekilde havaya kaldırıp, tiyatrovarl jestlerle yere yu. varlanmalarını doğal bulmaya başlamıştı. Sadece bu oyunun ses­ sizlik

içinde

oynanması

canını

sıkıyordu.

Sonra,

savaşçılardan

rasgele birin i seçip, hareketlerini uzaktan izlemeye karar verdi.

Bakındı, gözleri üçüncü sıradaki bir asker üstünde durdu. Düş­ mana kahramanca saldırıyordu asker. Konsül bu adamın, yara­ lanırsa nasıl bir tepki göstereceğini tahmin etmeye çalıştı. Fakat, yara almadı asker. Bir ara üzerine gel en ve mızraktan, yana

şakağını

sıyıran bir

çekilerek korunmuş, canını kurtarmıştı. Tanrı­

ların koruduğu bu askerin adı Octaviusdu. Bir gün Roma paratoru olacaktı. Bekleyip de

bir şey

çıkınayınca,

konsül artık onunla il�ilenmedi.

hayal

kı nklı ğı na

im­

uğrayan

Barikatın yakınında çok kanlı savaşlar cereyan ediyor, Ro. malılar için o burda araba yığınını aşmak için türlü mümkün alamıyordu. Saldıranlar arabaların dingillerine ve parmaklıklan ­ na takılıp kalıyorlardı. Aralıklardan fırlayan oklar ve uzanan bal·

talar, ya zırhları delip canlı ete saplanıyor, ya da bir araba oku­ na sıkı sıkıya sanlmış parmakları doğruyor, ya da kafalan uçuru­

yordu. Konsül, tepedeki gözlem yerinden hiç bir gürültü duymu.

yordu ; oysa, askerier sessiz değildiler, birbirlerine cesaret vermek, yahut acı ve öfkelerini boşaıtmak için uluyorlardı . Kuşatılanlar ise, arabalardan yaptıklan duvar ardına saklanmış, çıt çıkarma­ dan darbelerini indiriyorlar ve çlaima hedefe isbet ettiriyorlardı. Silahları, domuzu parçalayan kasabın bıçağı g-ibi doğruyordu Ro­ malıları. Borazan 1içüncü

defa geri

çekilme işareti verince, Gellius,

«bu işin tadı kaçtı» diye düşündü. Saldıranlar öylesine hızla ka­

çışmaya başladılar ki, konsül elinde olmadan, savaşı, kuralları

önceden konmuş zatım bir çocuk oyununa benretmekten kendini alamadı. !şte o zaman, beklenmedik bir şey oldu. Romalılar daha bir­

kaç adım çekilmişken, ok ve mızrak yağmuru yeniden ve sistemli bir

şekilde

başlayacağına,

bu

defa

barikatlan savuminlar, gö­

rtinmez deliklerden çıkıp Romalllan n üstüne atıldılar. Baskın o derece etkili oldu ki, kons1il bile, çok heyecanlı bir tiyat ro oyunu

- 256 -


seyreder gibi

bir

çığlık koparmaktan kendini alamadı. Keltlerin

ulumaları cevap verdi bu çığlığa .ve dalgınİı�ından uyandırdı kon. �Gellius, lejyonerıer satındaki kargaşalığı görünce, «gerçekten

tadı kaçtı bu 1slıı» diye düşündü . Adamlar besbelli akıllarını ka­

çırmışlar, disiplini filan tamamen unutmuşlardı. Silahlarını fır­

lahp atıyorlar, canlılara çarpıyorlar, ölülere takılıp tökezliyorlaı-, dizüstü çökOyorlar, kalkanlarını başlarının üstüne kalqırıyorlar ,

koca adımlarla sıçrıyorlar, sonra garip titremelerle uzanıp kalı­ yorlardı. Kesen, koparan, uluyan düşman ise peşlerlndeydi . KonsUl kusacak

g�bi

oldu.

Tepenin eteğinde toplanmış yedek askerler kaçanlarla kova­ , layanlar dalgasının üstlerine dotru geldiltni görünce panil'e, ka­ pıldılar, önce yuvalarından uğramış gözlerle kendilerini ezecek gibi görünen

çığa bakakaldılar, sonra en yüreksizleri en önce

çözülüp kaçmaya başla�. Otekiler de korkaklann böyle bir ör­

nek vermiş olmasına Ş(l�erek onların peşine takıldılar, komu­ tanıann emirlerine kulaklannı - tıkayıp dağıldılar. Tepenin üstünde tek başına kalan konsül, ellyle koluyla çıl­

gınca hareketler yapıyOT, fakat kimse

onu gönnüyOrdu.

Ne için

işaret yaptı�mı kendisi de ·bilmiyordu zaten .. Bunu farkedince,

durdu ve gözleriyle Kaepion'un aradı. Kaeplon ortada yoktu, «kastü gaUba:t diye düşündü lronsül. Yorulmuşt,u, ne yapacalını bilehı.eyerek, yere otlann üstüne Vadlnin,

askerlerin

oturdu.

httıtı yönü karşı tarafında başka bir

gözlemci daha, küçük btr tepenin üstünde tek

leri seyrediyordu. Daha

iYi

başma olup biten­ parmaklarının

görebUrnek için ayak

ucuna basıp y11kselditlnden, upuzun vü cuduyl a dengesini bulma.k

lçln sallanıp duruyOrdu. Kaçan askerlerden en öndekiler kendi hizasına gelince genç Xaton·kılıeını saliayarak ileri atıldı, taçan­ ,

ıarın yolunu kesti ve konuşmaya başladı. Bu durum

o

kadar beklenmedik bir şeydi ki, tirarilerden bir

Ç'*U oiduklan yerde kaldılar; arkadan gelenler de onları taklit ettiler. Zaten, artık düşman peşlerinde detildl, kaçanlar

fes almak ihtiyacını duymuşlardı.

biraz

ne­

Katon, bıkmadan, yomıma:t'lan konuşuyor, konuşuyordu. Kü­

C}ük bir grup etrafını çevirmiştı. Her an biraz daha kalabakhkla-

...... 257 -


şıyordu bu grup. Durmadan konuşuyor ve yür�indeki o öfkeyi olduğu

gibi

döküyordu

Katon :

askerlik ödevlerinden,

atalarm

erdemlerinden söz etliyordu. Askerler pek bir. şey anlamadan, da­ ha

çok

meraktan dinliyorlardı, fa�at daha uzağa kaçınıyorlar, ol·

dukları yerde kalıyorlardı. Katan 'un istediği de buydu zaten. ( Vadinin iki tepe arasındaki çıkış yolu zaten dardı, şimdi as­ kerlerin genç Katan'un etrafında toplanmasıyla yol iyice kapan ­

mıştı. O

arada, ericsus'un adamları, bozguna uğramış düşmanı

artık hiç hesaba katmayarak Romalılar kampını yağma etmekle meşgul oluyoı:lar ve lejyonlara tekrar biraraya toplamnalarım için

bol bol vakit bırakıyorlardı. Katon konuşuyor, konuşuyor, herkesi bezdiriyor. Fakat, paniği önlerneyi de başarmıştı.

Konsül ile Kaepion, ayrı ayrı yönlerden gelip vadinin çıkış yerindeki bu bağazda buluştukları zaman, astsuıbaylar takımları, bölük komutanları da 'kendi birliklerini biraraya toplamaya baş­ lamışlardı

çirmişti.

bile.

Kayıplar

çok fazlaydı, · düşman

Ama yine de ordunun

büyük bir kısmı

kampı

ele ge­

olduğu gibi du­

ruyordu. Konsül konuşmaya başladı. ·Katon'u birkaç adım ileri çıkarıp, örnek davranışından ötürü kutladı. Katon ise, insanı deli eden

bir alçakgönüllükle terfi ve takdiri reddetiğini, zaten o gün kim­ senin hiç bir ödülü hak etmediğini belirterek cevap verdi buna.

Askerler sırıttılar, Gellius gülümsedi ve Katon'llll ünlü atasına layık bir evlat olduğunu söyledi. Kaepion ise içindeki bütün hın­

cın eriyip gittiğini hissetmiş, şu yaramaz oğlanın bir iyice kulak­ larını çekmeye 'karar

vermişti.

bir

Aslında, }ıiç

şey yapamayaca­

ğını biliyordu. Kardeşine duydu�u nefret o dereceyi bulmuştu ki,

artık saygı sınırına yarınıştı nefreti.

Kaçanın peşini bırakmak büyük hataydı; bu hatayı hemen farkeHnişti Cıicsus. Fakat emirleri, sürünün iştahını doyuracalı; nitelikte olmayınca, otoritesini sıfıra iniyordu. Keltlerle Germen­ Romalılann kampında

k

şarap fıçılarının başına geçmişler, yiye­

atıştırmaya başlamışlardı. O andan itibaren de düşman onların iigilendirıneZ olmuştu• . Kendileri . ıstedikleri gibi Y'iyip kaçarsa kaçsındı. içebildikten sonra, kafası kırkı l mış düşma çe leıi

n

Cricsus adamlarını verefiler yüzüne :

a:kıı yoluna davet etmeye

«Kendini

Spartacus

..,... 258 ......

çalıştı.

sanıyorsun?»

G'ülü. dediler.


Ondan sonra hiç karışmadı Cricsus; Gellius'un çadırına girdi \·e yiyip içeçecek bir şeyler getirtti . Konsülün yatağına uzandı,

tek

başın a ve sessiz, arhoş oldu. Nöbetçiler di'kınişti kapıya C ircsus, ama onların da sarhoş ·olduklarını biliyordu . Nböetçil eri denetleınesi, bellerine bir tekme vurarak sarhoşuktan ayııtması, Spartaemi'ün yaptı�ı gibi kon!JŞ­ ması, cezalandırması, harekete geçmesi lazımdı. Oysa, bunun için. onların hatalarını kınayabilecek durumda da olması lazımdı : kı­

nayamazdı, çünkü aynı hatalar kendinde de ' vardı. Açgözlülük ve oburluklarını ayıplasa ayıplayamazdı, çünkü kendiSi de açgöz-

1üydü. Sarhoş olmalarını kabu l etmese olmazdı, çünkü kendisi de

:satooştu.

ericsus nöbetçileri

artı'k

ama,

denetlernemekle hata ettiğini

biliyordu

bezgindi, her şeyden midesi ·bulanmıştı. Uzattı elini,

birparça et alıp ısırdı, yağlı parnıaklarını konsülün yatak örtüsü­

ne sildi. Son bir yudum şarap daha içti, dilinin ucuyla dişlerini

temizled i ve gözlerini kapadı. Çadırın içi simsiyah ve ses.sizdi . Çok da sıcak vardı. Karanlıkta, insanın tenindeki şeytanın · IOşkırtma­

sını

hissetti. Scvişirken, kendinden geçtiği zaman ölümü çağıran

genç bir rabibe geldi a·klına. Sonra hem erkek, hem kadınsı bir tarafı olan. Castus'u hatırladı. Bun ların hepsi geçmişti artık; hem

de Cricsus'a bıkkınlık gelmi�ti. Bir a:k.�am, hayvan postıu adamla

şarkı

söyleyen bir kadından söz etı:pJşlerdi . Bu akşam sadece o arzu ediyordu, gerisi tımurunda bile değildi. Neden ya­

kadını

takta, aşıklannın yanında şarkı söyleyen böyle bir kadına sahip olamamıştı

·dece ona.

bunun

şimdiye kadar? eapua'dan beri, Vezüv'den beri sa­ için yaşamış, fakat talih daima meydan okumuştu

Keşke daha zaman geçmeden tek başına çıkıp gitmiş olsaydı?

'Şimdi çok geç kalmıştı artık. Tabii, nöbetçileri denetlernemekle çok büyük bir hata işlemiş oluyordu . Spartacus böyle bir hata

yapmazdı işte. Ama, kalkar da bu deı;ıetıemenin neden zorunlu -oldu�unu

sorarsan, başıardı sana

Güneş Devleti masalını oku­

maya. Düşünüyordu ericsus : O soluk, o hardtetsiz güneş, ancak

yıllardan sonra, yani hayat bittikten sonra ısıtabilecekti. İnsanın içindeki hayat söndüiden sonra güneş neye yarar? Arzu mu kalır

'insanın. içinde? Hayatın bittl�i yerden sonrası da, olsa olsa filo­ zoflarla delilert ilgilendirlr. Tam uykuya kendini kaptıracağı

_vine

sırada, ericsus'un

aklına

nöbetçileri denetlernek geldi ve bu niyetle daldı gitti. O ka-

-

259

-


dar derin

uyuyordu

ki; Romalılar karşı sa ldı rıya geçti�eri zamaıt

bile uyanınadı. o fok k afası n ı koluna dayamışt.ı; kalın kollarıy)Jı.

bacaklannı toplamış,

k on sül ün yatağında tortop olmuş horluyor­

du. O hallyle tıpkı bir köpeğe benziyordu.

Generalin

çadınna

ilk giren asker, o halde buldu Cricsus'u. öyle bir kuvvet ve sert­ lik havası vardı ·ki görünüşünde, adamı botazlamadan önce bir an tereddüt etti ask!!r.

O gece ve ert�Si sabah,

yirmi

bin köle öldürüldüğü ve beş' bin

kadın çarmıha gerildi. Sadece beş bini kaçıp Spartacus lle birleş..

meyf başarabflmiştJ.

ericsus'un ölümü resmen ilan edildiyse

de, cesedi btJlunama..

mıştı . Bu yüzden konsül Gelllus senatoya verdi� rapora şu sa­ tırları eklemeyi u�un gördü : «Cricsus'u doturan gece, yine yuttu onti.. Düşmanıının cese· dlne gerekli saygıda bulunamadı�ım için, hiç değilse onu tem­ sil eden karanlıklann gücünü burada saygıyla anmak isterim.•

1

- 26Q . -


n

FULVİUS'UN TARİHİNDEN PARÇALAR 44. İnsanlar ölürtıden güdüsel olarak korkarlar Onun için de, çogu zaman ölümrlen, gerçeğe eş düşıı;ıeyen teriınlerle söz et­ mek a'detindedirler. Örneğin, uykuya benzetirler ölümü. Oysa bu da, çoğunun doğuşunu, hayata gözlerini sevinçle açmaya benzet­ rnek gibi yanlış bir benzetmedir. Gerçekte, yeni doğan bir bebegin viyaklamaları sevinç değil, memnunlyetsizllk ve umutsuzluk hay­ kırışiarına benzer İh tiyar bir insan ise, öleceği zaman adeta mut­ ' lu ve kaygısız bir' güvenli:k duyar. İnsanların ç�unun , y asalarım ötekilerine kabul ettirmeden ve vakti geldiğinde nöbeti devral­ madan önce, hayatın ve ölümün karşılıklı olarak birbirinin bedeli oldu�nu sanmalan, herhalde bundan Ileri gelir. .

.

Spartacus'e bağlı kalan köle­ isteyenlere yararsız değil, tersine yarar­ h gö'rii necektir. Spartacus'e bağlı kalan kölelerin tutumu aslın­ da, o kadar inanç ve şevkle inşa edilmiş ola n Güneş . Şehrin i ter­ ketmek üzere olanların gÖstermeleri gereken davranışa hiç ben­ zenmiyordu. Artık herkes çöküntü ve yıkılış saatinin çaldığını, ulu amaçlarının bir daha tamir edilemeyecek şekilde yok ol­ duğunu, yıkıldığını anlamışlardı. Yine de kederli d�illerdi. Ak­ sine onları görenler muazzam bir ferahlama duyduklarını derhal farkedeblllrlerdi. Neyin kaybedilmiş olduğun u herkesten daha iyi bi len Spartacus bile,. şimdiye kadar hiç bu derece keyifli olina­ mıştı. 45.

Bu görüşleri belirtmem.iz,

lerin tutumunu

anlamak

Bu ortak sevincin, dışardan bakınca bir çılgınlık gibi görü­ nei\ bu neşe:Rin aslında çok derin nedenleri vardı : insan, ge­ leceğin ağırlığını omuzlarında taşıdığı zaman çok zor ilerler Şimdi ise köleler yurtıarına dönmeye karar vermişlerdi. Herkes bilir ki, dün'e dönen, yann'a doğru ilerleyene kıyasla yolu çok .

,

- 261 -


daha zahmetsiz bulur, çok daha kolay yürür. Yokuş aı,aıtı in­ mek, tökezleyerek, düşüp kalkarak bir tepeye tırınanmaktan daha lcolay değil midir? ·

46. Yığınlan, yorucu bir günden sonra akşam eve dönen av­ cılar gibi keyifle kuzeye doğru · yol alıyordu ..

Daha aşağıda, daha uzakta, insanı bekleyen belki ölümdür;. ama insanı bekleyen şey onu daima aldatıcı umutlarla oyalar, uyutur. ölüm belki de nöbeti devralmadan önce, hayata verdiği haracı kendi tarzında böyle öder. :Qu ord_u kalintısı için, o haraç şimdi Trakya denen ülkeydi. İtalya'yı boydan boya geçip, her engeli aşarak kiızeye gideceklerdi, hiç bir şeyin kendilerin i dur­ durmasına izin venneyeceklerdi. Her yeni gün; umutlan daha parlak renklere bürünüyordu. Geçtikleri yollarda, Sainniu�.. Ombria ve Etrüria'nın köleleri de onlara katılacak.lardı. Hep be­ raber İtalya'dan çıkacaklar, cellatlannı geride bırakacaklardı. O zman Romalılar kendi işlerini kendi başianna nasıl göreceklerdi bakalım? Roma İmparatorluğu, iç.i boşalmış bir· kırba gibi yere yapışacaktı. İşte bu hayallerle avunuyorlardı köleler . . . 47. ericsus'un öldüğünü, ordusunun mahvalduğunu �ren­ diğinden beri, Spartacus artık hiç hayale kapılmaz olmuştu. Yo­ lun, bundan sonra' kendilerini doğru uçuruma götürdüğünü bili­ yordu. Oysa, tam da bu umutsuzluk günlerinde, askerlik deha­ sının en akıl almaz örneklerini verdi Spartacus. Köleler, zorlu bir yürüyüşle ve düşmanı önlerinden kova:ıayarak Orta İtalya'yı geç­ mişlerdi. Konsul Lentulus onlan Etruria sınırında durdurmak ni­ yetiyle Amo vadisindeki tepelerde beklemişti. Öte yandan, Cric­ sus'un işini bitiren Gellius da Trakyalının yolunu kesrnek için kuzeye çıkmıştı. Yani köleler bir kıskaca alınmış durumdaydı­ lar. Yalnız, bu kıskanç tahtadandı, tutanağı elsim ise kor hali­ ne gelmiş bir çelik parçasıydı. Kölelerle Romalıların iki karşı­ laşmasında da Spartacus konsOlleri adamakılı bozguna uğrattı. Romalılardan çok azı canını kurtarabildl Fena halde öfkelenen senato, lejyonlan geri çağınp, konsülleri azletti. ·

Köleler, bu defa daha a�ır, kuzeye doğru ilerlemeye devam ettiler.

48. Padus nehrinin kıyısına geldikleri zaman yağmur meV­ simi başlamış, nehir yatağından taşmıştı. Köleler kendilerini ta­ şıyaca·k tekneleri boşuna aradılar; Sel suları yaklaşırken paniğe - 262 -


kapılan o bölge halkı, bütün geçip, o tarafa

sı�ınmıştı .

�alzemeleriyle

beraber kar şı kıyıya

Sis o kadar kalındı ki, köleler karşı

yamacı zar zor farkediyorlardı. Şüphesiz, hedefe bu kadar yak­ laşmış olan Spartacus ile adamlan bu son engeli de aşabilirlerdi. Fakat, o hedef uzaktayken büründüğü bütün parlak renklerinden

sıyrılmıştı. Trakya'dan haberci ler geldiği zaman daha ne yapa. caklarına karar verememişlerdi . Haberi alınca bütün umutları bir .ında yı·kıldı : orada, dağlarda çetin savaşlar olmuş, Odrises kralı SadaUis yenilmiş, Uxuduin, Yomoi, Kalatis ve Odesos'un başına Romalı valiler geçmişti. Evet . . . kölelere kendi yurtlarının bir parçacık güneşi bile çok görülmüştü.

49. Yani, köleler İtalya'yı boydan boya, boşu boşuna geç. mişlerdi . önlerinde duran ve aşmaları gereken engel, gözlerinin

önünde bir kapan haline gelmişti, şimdi ise, geri dönüp aynı yolu yeni baştan ve güneye doğru katetmekten başka çare kalmamıştı. Fakat, bu defa y akalanmamaktan ve başlarını kurtarınaktan baş­ ka amaçları yoktu. Vahşi hayvanların kafeste bi r aşağı bir yu. kan dolaşm·aıan gibi, Spartacus ile adamları da gerisingeri dön­ düler. 50.

O g örkeml i hayallerin sonu gelmişti; artık hiç umut yok­

tu yürekleri nde. Geçtikleri her şehri yağma ediyorlar ve a� kurt. lar gibi saldı nyorl ardı . Sayıları yine art tığı ndan, etrafta bütün bütün dehşet uyandırmağa başlam ışlardı. Şimdi say ıları elli bini

· geçmişti. Lentulus ve Gellius'u yendikten sonra, başka zaferler de kazan mı şlardı. Mesela Pretor Arrius'u ve hem beceri·ksiz, hem de kendini beğenmiş daha bir yığın generali yenmişlerdi. 51.,.. Bütün askeri zaferlerine rağmen, sonuinin geldiğini his ­ seden Spartacus, Romalllara, tarihlerinde en küçültücü darbe olarak yer alacak bir ders verm eyi kara rlaşt ınnca, etrafa saç­ tığı dehşet havası daha da yoğunlaşmı ştı. Padus havzasına çekil­ riıeden önce, erics us 'un hatırasını anmak için bir şenlik düzen­ lemek istemişti Sparlacus. Tören, R omalıl arın en bil y ü>k gene­ rallerine yaptıklan cenaze t öreni kadar görkemli oldu ve bu ve­ sileyle üç yüz esir, aynen gladyatörler gibi, Cricsus'u temsil eden bir kuklanın yakıldığı yerde birbirleriyle döğüşıneye mecbur edil­

di. Asiler için bu, Cricsus'a bir sadakat gösteri si olduğu kadar, bir intikam vesilesiyd i . Üç yüz esirin hepsi de Rom a . vatanda­

?

şı ydı, üstelik ç ğu da Romalı soylulardı. ;Rollerin böyle d�işti•

- 263 -


rilmesi, keyifli .kölelerin gözleri önünde cereyan eden bu mec­ buri katliam, hiç bir Romalının hayal ederneyeceği kadar kor­ kunç bir şeydi. 52. O sefil gladyatörlerin_ Romalllara vurdukları darbeler­ den hiç biri Romalı aristokratların yüreğini bu kadar öfke ve utançla doldurmamıştı, Köleleriri kışkırtıcı amaçlannın ne oldu­ ğunu pekala anlıyorlardı : senatonun ululuğuna kasdetmek ve şerefine,_ hiç bir zaman temizlenmeyecek bir leke -sürmektl adam­ ıarın niyeti. Roma'da kargaşalık ve dehşet o düzeye v�rnııştı ki, bu olaylardan sonraki seçimlerde, konsUllük mevkiine bir kişi bile adayiığını koymadı. önceki konsüllerin akıbeti, kimsede iştah bı­ ralunamıştı. Pretor olmaya da yanaşmıyordu kimse. Zaferi şeref g.etirmeyen, yenilgisi ise rezillik demek olan bir savaş sırasında böyle mevkilere gelmek isteyen bulunamıyordu.

Bir de halk tabakasını tehdit eden lotlık kendini gösterince, karışılık bütün bütün arttı. Savaşan ordular hazineyi boşaltmış­ lardı. Şöyle J?üyük kabiliyem bir general bile bulsa, Roma'nın bu generale, ordusunun bakımı için verecek bir tek sester'i kalma­ mıştı. Tam da, Spartacus · bütün umudunu kaybettiği ve göşterişli yeni teşebbüslere girişrnekten vazgeçtiği bir sırada, Roma'nın böy­ le bir karışılık içine düşmesi için, her şey Roma aleyhine çalışır olmuştu. Romalılar Tra�yalıyı, şehir duvarlarının dibinde görür gibiydiler, anneler bile çocuklarını Spartacus ile kork:utuyorlardl. 53. O sırada kader kölelere en garip oyunlarından birini oy­ nuyordu. Bu bitmez tük.enmez seferlerden yorul:ıp.uşlardı köleler. Ölüme boyun eğmişlerdi. İşte o anda kader, Roma'yı, dehşet için­ de kalmış, eli kolu kırılmış, savunmasız bir halde kolay kolay bir av · gibi gösterdi kölelere ve yüreklerinde yalancı bir umut ışığı ya:ktı. Alev, söneceği sıra9a nasıl titreye titreye son bir defa daha yükselir 've _parlarsa, kölelerde yine gÜvenlerini kazandılar ve kendilerini Roma'nın ve dünyamn hakimi olarak görmeye baş­ ladılar. 54. Roma'yı kurtaracak ve yeni 4üzen umudunu daha çok yıllar canlanamayacak şekilde kıracak olan adam, işte o sırada or­ taya, çıktı. Bu adam bir asker değildi; hatta bütün hayatında bir kere bile silah taşımamıştı. Marcus Krassus adında bir bankerdL Kulakları ağır işitirdi; obur, şişman ve çirkin bit adamdı. Bütün sağırlar gibi, o da şüpheciydi ve işini bilirdi. Efsanevi zenginliği yüzünden herkes korkardı. ondan, ama hiç seveni yoktu. - 264 -


55. Marcus Krassus en küçük bir şeref payesi ·bile almadan kırküç yaşına gelmişti. Çocukluk arkadaşı ve rakibi Pompe, ı:Iaha şimdiden İmperatorluk mevkiine yükeldiğinden, kendisinin bu durumuna bütün bütün üzülüyordu. Krassus'un eline nihayet şan ve ün sahibi olmak ve .pek zahmete girmeden Cumhuriyetin kur­ tarıcılığına adaylığını koymak fırsatı geçmişti işte. Spartacus'un büyük y eten ekl erine rağmen, şimdiye kadar karşısına hep bece­ riksiz ve ehliyetsiz generaller çıkarıldığı için daima başarı ka­ zanabildiğine inanınıştı Krassus. Bir süre, dehşet, herkesin içini iyice ·sinsin diye bekled!, sonra patlak maiyetiyle bera'ber Roma dı­ şm d a şehird e yapılınası yasaklanan tdp!antıların düzenlediği bü­ yük alana gidip bir konuşma yaparak, Pretorlu�u ve yeni bir or­ dunun ma.Sraflarını üzerine almaya hazır olduğunu iıan ettl. Ro­ ma'yı bu felaketten kurtardıktan sonra, şükran borcunu gerekti�! gibi ödemeyi devlete bırakıyordu K.rassus. Bu demeç bütün yü­ reklere su serpmiş ve Krassus'un emrine derhal tecıiibeli sekiz l ejyon verilmişti. l5Ierin böyle- yürümesinden Krassusun kendisi de memnundu. Çünkü, bu ordu önce Spartacus•u ezse de, dalHı sonra . bankerin yüreğinin gizli köşelerinde sakladığı daha hırslı erneHere hizmet edebilirdi . .

,

·

56.Krassus'un öncü birliklerinin bir kısmı, geleneğe aykırı ha­ reket etmemek iÇin, daha ilk . çatışmada çözülüverdi. O zaman, ' komutanlığını gösterdi Krassus : on suçludan birinin ölünceye kadar kırbaçlanmasını emrettt Alabildiğine eski ve artık hiç kul­ lanılmaz olmuş bir _yasaydı bu. Askerler anladılar k!, rüzgdr, Gla­ ber ve VaTin!us devrindekinden başka bir yönde esmeye başla­ mıştı. Ondan sonra da kend i lerin i toparladılar . 'Marcus Krassus birliklerini en mükemmel şekilde donatmak için hesapsız para harcamıştı. İyice silahianan ve disipline sokulan askerler, çok geç. mcden Apulia'da Spartacus'ü yendiler. 57. Spartacus kendilerine komuta ettiğinden beri, köleler ilk defa yenilgiye uğruyorlardı; Bu başarısızlık, savaş giil. çlerini kır­ roadı ama, yine de hepSini yürekten sarstı. Spartacus, bundan son; ra sayıca kendilerinden ezlci surette üstün olan düşmanla düzeni! bir savaşa girmekten · kaçınması gerektiğini anlamıştı. Bu kararla güneye doğru çekildi. Asiler çekilirken, oniki ay önce çok cesa­ retli tasanlarla istila etmiş olduklan Lllkanla'dan bir kere . daha geçtiler ve şehirlerinin kalıntılarını gördüler . . Daha şimdiden toz. !ara gömülmüş olan ambarları ve yemekhaneleri tanıdılar. .Bu manzara yüreklerini parçalamıştı kölelerin, çünkü Güneş Şehri - 26 5 -


geçmışın sisleri arasına karış tıkça, köleler onun anılarını hayal­ lerinde en canlı renklere boyamışlard�.

58. Kölelerin peşini bırakmadı. Krassus, Lukania'ya kadar izledi onları. Köleler sonunda buradan da ayrılmak z6runda kal­ dılar ve İtalya'nın en güney ucunda, insanoğluna hiç bir zaman güleryüz göstermemiş bir toprak olan Brutium'a sığındılar. o za­ man herkesi şaşırtan bir şey oldu, Krassus köleleri izlemekten vazgeçti.

Bu acaip adam, koiiıutanlığını, askeriik sanatının klasik ku­ rallarına uyarak değil, daha ziyade spekülatörler gibi yapıyordu . Bir planı vardı : düşmanın artık . çekilecek yeri 'kalmadığını an­ lamış, göğüs göğüse döğüşmek gerekeceğinf faı:-ketmişti.

Köleler

hayatlarını, herhalde, ne kadar mümkünse o kadar pahalıya sa­ tacaklardı . Ayrıca, dağlık ve ağaçlık Brutium topraklarının tu­ zak savaşına elverişli olduğunu da bi İiyordiı Krassus. Böyle bir

savaşta ise herhalde kendi kuvvetleri yenilecekti, çünkü Roma­ lıların silah bakımından üstünlÜ'kleri, görünmez düşmana karşı

ıdı.

hiç bir işe yaramayaca

59.

İşte bu düşünceyle «dur» emri v.erdi Krassus. Kafasında,

meslekten bir askerin ancak hayal olarak niteleyebileceği bir plan doğmuştu;

Köleler güney kıyılarını yağma etmekle

meşgulken ,

Krassus, Brutium',u İtalya'nın geıi.. kalan kısmından ayıran bü­ yük bir hendek 'kazdırma i{;ine girişti. Bu muazzam çukur Sitas körfezinden H1pponik körfezine kadar, elli aya:k derinliğinde ve­ bir o kadar da genişlikte sonsuz bir siper gibi uzanıyordu. Zaten o bölgede karanın iki körfez arasında denize doğru uzanan di­ linin genişliği yirmi üç roma mili kadardı. Krassus bütün as­ kerlerini araziye yaydı ve hızla çalıştırdı. Savunma mevkileri kur­ durdu, nihayet bütün işle� tamamlanınca, kölel.erin, son takatıe­

rini tüketip, teslim olmakla ölmek arasında ·bir seçimyapmalarını beklerneye karar · verdi.

60.

Bu

uzun sefer

sırasında katlanılan mahrumiyetler

ve

sıtma, ·spartacus'un' ordusunun yansını yok etmişti. Geriye kalan yirmibin kişi de gün geçtikçe yabanileşiyordu. Roma imparator ­

u

l ğunu titretmiş olan bu en büyük ayaklanmadan geri kalan ö

yirmi bin kişi, şimdi Krassus'un kafasından çıkan o muazzam hendek yüzünden insanlıkla 'ilgisi kesilmi'ş olarak Brutium dal{­ larında ve ormanlannda başı boş dolaşıp duruyordu.

- 266 -


III MEZAR TAŞLARI

Yığınlar, Brutium topraklarında dolaşıyor, bazan şurada, ba­ zan burada konaiklıyordu. Geçmiş, arkalannda kalmıştı ; önlerinde gelecek yoktu. Bir gün Regium mezarlığından geçtiler. Spartacus at üstün­ de kafilenin önünden gidiyordu. Hayvan postıu adam atının üs­

tünde, sular altında · kalmış araziye, tek tük palmiyelere ve sa­ yısız mezar taşlarına bakıyordu . Bakı�lan mezar taşlarından bi­ rinin üstündeki yazıya takıldı : TUTKU DENEN ŞEYLE ALAY ETTİM VE BURADA SON­ SUZ UYKUYA .ÇEKİI.ıDİM. Spartacus bu cümleyi aklına yazdı ve bitişik mezar taşında şu yazıyı okudu :

'·

TİTUS LOLL!US, HER GEÇENİN ONA «SELAM LOLLİUS.» DİYEBİL"MESİ İÇİN YOL KENARINA GöMüLDü. Spartacus, eski günlerin yumuşak gülümseyişiyle bu çağnya uydu, «Selam Lollius ! » dedi. Aynı anda, insanların ölünı.den son­ ra bile birbirlerinden farklı olmaya . devam etmelerine artık çoktan beridir kendisini

şaştı. Biri,

Ugilendirmeyen hayatla alay et­

meye devam ediyor, öteki" yalnız kalmaktan ·korkan bir köpek yav­ rusu gibi hala hayata asılıyordu. Lollius'un mezar taşına iri yağmur damlalan düşüyor, sonra damlalar

gökkuşağı

renklerini saçan sayısız minik prizmalar ha­

linde dağılıyordu. Ya�mur, Ozeri yazılı mezar taşlarını yıkıyordu.

- 267 -


geri

Spartacus'un peşind en ordusunun, daha doğrusu , o

ordudan

kalanın boğu·k ayak sesleri geliyordu.

Spartacus birden Hermios'u, çenesi bi r atm ağzına benze­ y_en çoban Hermios'u hatı rladı . APuiia'da bir mızrak vurmuş, öl­ dürmüştü Hermios'u. Spartacu s yeniden üzerlerinden sular akan mezar taşlarına baktı ve kafasında Hermios için bir ;:ttıtabe kurdu :

LUKANtALI ÇOBAN HERMİOS BURADA YATIYOR. EN BÜYÜK ARZUSU YA,GDA KIZAR.MIŞ BILDIRCIN YEMEKTİ, FAKAT KADER BUNU ONA ÇOK GÖRDÜ. EY YOLCU, DÜN­ YADA İSTEDİÖİNİ YEME Sİ YASAKLANMIŞ İNSANLAR BU­ LUNDUKÇA, O YEMEKLERİN DE BULUNMAMASI GEREKTİ­ GİNİ DÜŞÜN! Durmadan yağıyordu yağmur, sürü de daha yavaş ilerliyordu,

Hayvan postlu adam, bu sürünün başında ne kadar yalnız oldu­ ğunu hissetti. Eskiden,

du.

ericsus

Ata, altındaki bir. katımuş

da ·atının üstünde, yanında olur­

gibi

binercTi

Cricsus.

Artık yaşa­

mıyordu bulanık bakışlı Glalyalı. Neden ona da bir kitabe yaz­ masın Spartacus?

BURADA, EN BÜYÜK ARZUSU, YATA(HNI ŞARKİ SÖY­ LEYEN BİR KADINLA PAYLAŞMAK OLAN KELT GLADYA­ TÖRÜ CRİCSU S YATıYOR. BU YAZIYI OKUYAN YOLCU. YERYÜZÜNDE GÜZEL KIZLARIN ŞARKILARINI DİNLEMIE­ LERİ YASAKLANMIŞ İNSANLAR BULUNDUKÇA, GÜZE;L KIZ­ LARA ŞARK! SÖYLEME HAKKI VERİLMEMESİ GEREKTİGİNİ DÜŞÜN! Spa.rtacus daha sonra çağrışım yoluyla öteki arkadaşlarını

bu arada Pad us nehri kıyısında hummaya tutulup ölen Zozimos'u

hatırladı. Zavall ı Z ozim os!

bir

Artrk

,

o

geniş

kollarını kanat çırpan

kuş gibi sal amaya cakt ı . Zozimos'a da bir kitabe yazmaya de­

gerdi

GÜZEL SÖZLERE HAYRAN OLAN VE ADALET'İN HÜKüM SÜRMESİN1 İSTEYEN HATİP ZOZİMOS BURADA YATIYOR. EY YOLCU ,YERYÜZÜNDE HAKSIZ MUAMELE GÖREN İN­ SANLAR BULUNDUKÇA,. NE GÜZEL SÖZLERE, NE DE -ADİL YÖNETİCiLER E YER OLMAYACAGINI UNUTMA! - 268 -


Ya�murun şiddeti gitgide artmış, bulutlar alealmış da�ları sarmıştı. Şimdi, Lukania'nın cömert ovası, Kampania'nıİ'l verim­ li toprakları, zengin ve şahane şehirler, kölelerin arkasında, _çok uzaklarda kalnp.ştı. , Krassus'un emriyle bir denizden ötekine ka­ dar kazılmış o melun hendek yüzünden bütün bu gOzel şeylerden kopmuş, uza:klaşmışlardı. Yakında kapana kısılm ış fareler gibi açlıktan gebereceklerdi. ·

·

Hayvan postlu adam, peşinden sürüklenen ralar içindeki ve yabanileşmiş akan kad ınlann,

sınek

yı�ınların, paçav­

bu i nsariların , üstlerinden

sular

sürülerinin üşüştütü arabalar içinde sar­

sılan hastatan n sefaletinl duydu yüreğinde. Yağmur bir tokat g'ibi

çarpıyordu yüzüne._ Hepsi için, bütün bu yığnılar Için şöyle ortak

bir

kitabe yazdı

kafasında ı

TANTAL * SOYUNDANDILAR, D'O'NYANIN BÜTÜN N!MET­ EY YOI.CU, .DUR VE ON­ LARI DÜŞ'ÜNEREK UTANI

LERİ YASAKLANMIŞTI ONLARA.

Şinidi bir tek şansları

cilya'ya geçmek.

kalmıştı

:

korsaniann

Sicilyalı köİeler, kıta

yardımıy:Ia

daha sefil ve perfşan durumdaydılar;· ayrıca Enus ve önderlik ettiği

ayaıklanmalar

Si­

ltalyasıiıdakllerden çok

hAla unutulmamıştı.

Atenfon'un

lııt

ayaklan­

mada köleler kendi yasalannı lki yıl süreyle kabul ettirmlşlerdL tkincı ayaklanmada ise, kölelerin egemenıttı dört yıl sürmüştü.

Spartacus'iln kitlesi belki bu ate§t yeniden tutuş;turabillrdi.

Yazık Id, kölelerin gemilerı yoktu.

Şaribde ve

Skiila'nın e

aman vermez kayalan arasındaki ootazı, ancak korsanlar fHosu. nun yardımıyla geçebiHrlerdi.

Spartacus, Regium!'un ilerisindekJ. kıyıda geçici kamp kurdu ve tonya sular.ınd,akl korsanıann anıtııJıtyle de orada görüştü.

-Amlrali, önündeki dlre,kte

kırmızı bir bez

dalgalanan dert çadı­

rında tabui ettf. Fannius'un uşaklanndan sat kalanlar bu sem ­

bolü en tehllkeU durumlarda bile Jrurtarmayı başarmşılardı. Beı, şimdi parça parça olmuştu ama,

(*)

hAla direkte

dalgalanıyordu.

'Tann Zeüs, Lidya kralı Tantal'ı, her an açlık ve susuzluıt

hissetmeye mahktlm

et:mi§U .

._:.. 269 -


O devirde korsanlar kudretlerinin doruğuna çıkmışlardı. Emirlerinde her tipte, binden fazla savaş gemisi vardı. Bunlann çoğu küçük ve hızlı tekDelerdi ve filotillalar halinde gruplaşınış­ l ardı Her fi loti ll ada bir veya iki güverteli kadırgalardan birkaç tane vardı. Bunlann önünden de altınlar ve yald ızlar içinde kap­ tan kadırgası giderdi. Ko rsanl ar askerter gibi örgütıimmişlerdi ve sı kı bir ·ctisiplinleri vardı. Gan im eti çok ustaca düzenlenm iş bir sistem e göre paylaşırlardı . Küçük Asya'dan Herkül süturua­ rın a kadar wıanan deniz ve adalar vatanıydı bunların ve bu böl­ gede bütün Akdeniz s�ferlerini kontrolları altında tutuyorlar­ dı. Girit adası, bu _deniz k:rallı�nın tam ortasındaydı. Gem il eri için gerekli keresteyi Kili:kya . ormanlarından sağlarıardı korsan­ lar. Tersaneleri Sidon'da ve Pamfilya'daydı. E sir pazarlannı da orada kura:rlardı. Kanlarını, çocuklarını ve hazinelerini, ad al ar daki kalelerin duvarlan arkasın da emniyete almı şlar bu .adaları da haberciler ve özel sinyaılerle birbirine bağlamışla�ı. .

,

,

­

,

.

Egemen Korsanlar Devleti, Asya krallarının, asi Yunan şe.

birlerinin ve sen atoya muhalif bütün bizipierin müttefiltiydi. Os­

Ha ve Bri ndes gibi önemli limanlar korsaniara haraç v eri rlerdi İonya denizindeki -donanmaları, SirakOza'yı yeni işgal etmiş ti . Korsanların amirali Demetrius, Trakya lı il e bir yıldır kesilmiŞ görüşmelere yeniden başladığı zaman korsanların gücü işte bu .

kadar büyüktü. -Amiral şimdiye kadar Spartacus'un

kendisiyle hiç karşı laş

.

marnıştı. Fakat b ir yıl önce Thurlum'da başlay an ve kendisinin

yamlmasına taraftar olmadığı öngörüşmelerdeıı ha'beri vardı. Kır­ mızıya boyanmış kadırgası koyda dalgaların ü st ünd e bir beşik gibi sallanıp dururken, amiral, yaldızları pırıl pırıl parlayan bro­ Jı;:ar ünifonnasını giy ip karaya çıktı ve tabiatıyla bu kadar önem­ li bir kişiyi karşılaması gereken şeref kıtasını arad ı gözleri. öyle bir kı ta yoktu ortada. Amirali karşılamaya, üstleri dökülen, baş­ larında pasıanmış burda mi[ıferler bulunan iri yan, boğa enseli iki adam gelmişti. Bunlar, bardaktan boşanırcasına yağan yağ­ mur altında, ısıandıkça sefalet ve hastalık 'kokulan sacan çadır­ lar a rasından geçerek, Demetrius'u Spartacus'un yanına getirdiler. Daha ilk bakışta Spartacus, Demetrius'un üzerinde olumlu· bir

izlenim. bırakinamıştı. Zayıflamıştı. Spartacus, kam.buru çıkmıştı,

sırtındaki, tüyleri dökülmüş bayvan postunun içinde pek perişan bir görünilşü vardı. Hem de kendisi gibi önemli bir 'kişiyi, ne - 271)- -


biçim kabul etmişti bu adam? Bütün ikramı da şarap, ekmek ve 'tuzdu!

diye düşünmüştü De.

Spartacus kendisini ·yemeğe alıkoyar

metrius, Ottan bir şilteye sırtını k:amburlaştırarak oturmuş,

lam

sat·

göZünün hor gören ifadesiyle ıleri çadınn çıplaklığına kına"

ta:kma gözü ise, san-. ki o çadınn sahibin tartıyordu. Bu muydu o ünlü savaşçı? Kor­

yarak bakıyor, cilalı a'kik taşından yapılmtş

sanların yardımını isteyen; paçavralar içindeki bu adamın ünlü bir savaşçıya benzer tarafı yoktu 'ki?

O

kadar sözü edilen kah,

raman, açlıktan canı çıkmış, nezaket kurallarından habersiz, bu zavallıydı demek? Misafirlerine ikramda bulunmak için bir, gümüş sürahisi bile yoktu. Neredeyd i soytarılan, şairleri, gözdeleri? Evet,

belki Roma'ya karşı kışkırtıcı rolü oynayabilir ama, böyle biriyle ittifak yapmak ayrı bir konuydu.

Bu, rahatsız ve belki de bitli şilte üstünde otllrUl'ken, huzur.

suzluk duyuyordu Demetrius. Ama her şeye rağmen nezaketi elden

bıra·kmamaya çalışıyor, havadal'l, sudan, Trakya'nın tanrılarından

söz ediyordu. Birden ve kabaca sözünü kesti Spartacus, dosdoğru

kendisin ilgilendiren soruyu sordu : Demetrius, köleleri Sicilya'ya geçirmeyi hangi koşullarla kabul edecekti? Amiral hemen,

�urium

müzakerelerinden beri değişen siyasi

durum hakkında bir nutuk çekmeye başladı; sağ elinde kalan üç parmağı ile ·yeri, yani İspanya asilerini yutan cehennemİ işaret etti. Lucullus, Mitridah Kaberia duvarları önünde yendiğine gö. re,

Mitridat'ın da yakında o kendini beğenmiş çilgınlann yanına_

gideceğin i ima etti. En sonunda büyük bir savaşçı olan bir ın. sanın, aynı zamanda misafirsevernk duygusuyla sofra zevkine de sahip olabileceğini hatırlattı. Spartacus bu iğneli sözleri anlamadı

bile. Aıniral, boğazını temizlemek için bir yudum daha şarap içti

ve

korsanların dünyada Roma'ya kafa tutabilecek tek ·kuvvet ol.

dtıklarını,

bir

ı:ıu

bakımdan, kölelerle. ittifak yapmanın kendiierine

fayda sağlamayac�ğını belirtti. Klölelerin Sicilya'ya geçirilıne.

si, ancak bu iş korşanlara maddi bir k�r sağlayacaksa düşünfile. biilrdi. Yani, korsanlar içfn, bu sadece mali bir sorundu. Demet.

rius'un insan başına beş sester'den daha aşa�sına razı oJamaya. cağını herhalde anlayışl;ı karşılardı Spartacu�.

Hayvan postlu adam susuyor ve· bütün kölelerin Sicilya'ya. gö. türülmesinin kaga ma l olacağını

heşaplıyordu . . Spartacus'un bu

- 271 -


yardımına

hesabın içinden çı.kamadıtını farked en Demetrius, koştu :

- Bu işin tatam.ı yüz bin sester, yani yirmi beŞ bin denier

eder, dedi. Ama bu meblatı Yunan gümüş- parasına çevirirseniz, o zaman mesi

maya

dört

talent deriz. Usulen ücretin yansının peşin öden­

lazım. Şimdi donanmam, Sirakoza açıklarında deı:ııi r al­ hazır ,bekliyor. Dem ek ki, beş gün

sonra hazır olmanız

lazım.- Tabii. . . hastalan kabul edemeyiz. Gemide bir salgın teh­ likesini göZe alamam.

Spartacus, çaresiz olduıtunu b1llye>rdu ; karşısındakinin de 'bu­ nu bilqiğinln farkındaydı. Acı ve etkili bakışlannı, korsanın yü­

zünden a:iırmadan düşünOyordu. Amiral gitgide bu bakışlardan rahatsız olmaya başlamıştı. Sonunda altmış bin sester üzerinde anlaştılar. Savaş h azines inden kalan biltOn para buydu. Paranı n

yarısını çadıra getirtti Spartacus v e korsanın gözü önOnde dırdı. Sonra para torbalara konup Demetrius'un sandalına

say­

yük­

lendi. Bu işler bittilrten sonra, Demetrius subaylarının kendisini

m ide

ge­

beklediklerini söyleyerek ga�t nazik bir tavırla «kardeşi:. ' Trakyalı prensi selamladı ve geUşte 'kendisini karşılayan iki mu­ hafızın eşlikinde kıyıya gitti. Birkaç dakika SORra kaptan ka­

dırgası denize açılmıştı.

Köleler, yürekleq yenı bir umutla dolu, gözleri yağmur per­ desinin

örttütü ufka

nanınas:ı

görünmedt

c:Uldli; beş gün beklediler. Korsanların do­

Sa'brı tüke.penler ataç kütüklerinı oyup ken­

dilerine sandallar yaparak denize açıdılar. Hırçın dalgalar, uy­ durma sandalları Skll1a

kayalıklarına

çarpıp parçaladı, parçala­

rını da Şarlbde'ye fırlattı. Beklemekten başka çare yoktu. Bir

hafta geçti .

. .

Bir hafta

daha geçti . . . HAla meydanda yoktu korsanıann donanması. Dör­

düncü hafta ' Demetrlus'uiı Straküza'dan çoktan ayrıld ı ğı ve do­ nanmasının o sırada Asya kıyılarında bulundulu haberi geldi.

Birkaç hafta daha dayandı ordu, .sonra açlıktan talıktan kınlmış bir halde çözülmeye başladı.

bitkill,

has­

Spartacus ise, bu işe bir son vermek fsteditinden, Marcus Krassus'e kendiSiyle görü§mek isteditin1 blldlrdi.


Marcus Krassus ise kırk üç yaşındaydı ve elli milyon sester ser­ veti varuı. Şişkoydu, kulağı ağır işitirdi, hafif astıını vardı.

Soylu Liçinius ailesinden geldiği iı;in, istese kolayca sı:yası bir mevki yapabilirdi kendisine; halbuki o, kendi başına, kendi yolunda yürümeYi tercih etmişti. Arkadaşlan ve rakipleri, İspan­ ya'da ve Küçük Asya'da komutanlık peşindeydiler; niyetleri de, emirlerine verilecek orduyu bir gün diktatörlük kurmak için kul­ lanmaktan ibaretti. Krassus ise, mali konularla -uğraşıyordu. Bu arada, Cilla'nın diktatörlijğü yönetiminde geçen o korkunç yıl­ lardan faydalanarak servetini alabildiğine arttırımştı : Cilla'ya muhalif olanların di'ktatöre ihbar ediyor, ondan sonra da malla­ rının üstüne oturuyordu. Derken, sürgüne gönderilecekler lLste­ sinde hile yaptığı_ anlaşıldı Krassus'wı, fakat bu hilesi onu ancak kısa bir süre için gözden düşürdü. Ondan sorıra da işi emlak ve arazi spekülasyonuna döküp, bir süre iç savaş sırasında kıym,et­ ten düşmüş binalarla, yangının tahrip ettiği evleri 've malika­ neleri yok pahasına satın aldı. önce bir ev aldı ; bir tane, bir tane daha derken bir bldk satın almış oldu, sonunda birçok ma­ halle onun mülkiyetine geçti. Şimdi ise, şehrin büyük bir kısmı Krassus'un malıydı. Hepsi köle olmak üzere en iyi inşaat ustaları, duvarcılar ve doğramacılar Kra.ssus'un emrindeydi. Hem bugünü, hem yannı d'Qşünen Krassus, Roma'da ve birkaç taşra şehrinde müteahhit­ lik tekelini tamamen eline almıştı. Yunanistan'da gümüş madenleri, İtalya'da mermer ocakları vardı. Yani gerekli malzemeyi aracısız sağlıyordu. Bir inşaat y-ıp- . mak isteyen herkes, gerek çatı, gerek duvarlar, gerek mimarlık - Z73 -


işleri için mutlaka ona başvurma;k zorundaydı. Krassus işlerini öyle büyütmüş, öyle genişietmişti •ki, artık hepsini birden yönet­ mek olanağını bulam ıyordu . O yüzd en de

i şleri ni n yönetimini,

azat ettiği kölelerine ve yardımcıiann a bırakmak zorunda kal­ cil. Hem gün yeni bir şirket kuruyordu. Fakat, Roma'da bunalım

pek sık göıiilürdü, o yüzden de kölelerin Çoğu sık sık işsiz ka­ lırlardı. Bu

işsizleri

beslemenin

kendisini

iflasa_ süıii•kley eceğ i ni

düşünen Krassus kurduğu o muazzam ticaret örgütünü tamam­ layacak, hiç eksiksiz hale getirecek çareyi Roma'nın ilk itfaiye ekibini kurmakta buldu_

O devirde hemen bütün evler ahşap oldugundan, yangın çık­ mad ık gün geçmezdi_ Krassus de işsiz kölelerini bir araya top­ layıp,, itfaiyeci yapmış, bunları alarm çanları, kovalar ve baıta­ larla donatmıştı. Halk, imalı bir şekilde itfaiyecilerin kovaların­ dan çok, baltalarını kullandıklarını söylerdi.

Gerçekten

itfaiye­

ciler i�e başlam a dan önce yangını kaça söndürecekleri hususunda

mal sahibiyle anlaşmalan için emir alm1şlardı. Yangınların onda d okuzunda fiyat saptamak i çi n yapı lan tartışma uzuyor, m al sahib i

l ateş her şeyi yakıp kül etmeden, toprağını ve evin! yok pahas ına Krassus'e satmak zorund a bıra·k ılıyordu.

Daha Spartacus ayaklanmasında çok önce, K rassus

ancak

bir

ordu besieyecek durumda olan insana zengin denebileceği ni söy­ ler dururdu. Bir taraftan da kendisine mıymıntı ve cimri diyen­

leri yalancı çıkarmamak için elindem geleni yapardı. Ne istediğini biliyordu Krassus. Hangi hedefe yöneleceğini, yıllar önce ra:kibi

Pompe ile yaptığı bir görüşme sırasında hemen lıemen tesadüfen karariaştırmaştı .

iL

Krassus, çocukluğundan beri POmpe'nin gölgesinde

yaşamış­

İç savaş sırasında. yaşı otuzdu. Geçmişi yoktu, geleceği

yoktu.

Parayla

de

kurduğu bir çetenin başında bütün İspanya'yı do­

laşıp bir rol oynama fırsatı yakalamaya çalışmıştı. Bekl ediği fır­ sat bir türlü çıkmamıştı karşısına. Oysa, kendisinden sekiz Ya.'l küçük olan Pompe esaslı hamleler yapmasını bilmişti, şimdiden '

tınperatar mev;ıti1ne yükselmişti �ile.

Sonraları ikisi de birer Ie.Jyona komuta etmişler ve bir iki başarı kazanmışlardı. Ayaklanma bastırılınca, Cilla, Krassus'u sa­ dece senatör yapmış, oysa Pompe'yi halkın önünde kucaklayıp, kutlayarak kendisine Magnus unvanı vermişti.

- 274 -


Fena ' halde bozulan, hayal kırıklığına uğrayan, üstelik kulak­ ları da ağır işitıneye başlayan K:rassus tam siyasi hayattan çekil­ meye, malikanesine :kapanıp anılarını yazmaya karar verdiği sı­ rada, ba,sit, fakat sonuç. bakımından pek önemli bir olay, bun­ dan �nra hangi hedefe yöneleceğini gösterdi : Pompe, Krassus'ten borç para istemişti. -

-

Büyük Pompe, yine itibarı nı zedeleyebilecek bir sorundan bunun için de önem­ bir bir meblağa ihtiyacı vardı. - Krassus'e gelmiş, karşısında suç üstünd� yakalanmış bir öğrenci gibi sıkıntılı bir haiie durı,nuş­ tu. Krassus'ten medet umuyordu Pompe. Parayı herhangi bir gü­ vence istemeden ve almadan verdi Krassu s. Dışarı çıktığında; Poinpe'nin yüzü utançtan alev alendi. Krassus ise hemen çalış­ ma odasına çekildi ve sevinçten iki gözü iki çeşme ağlamaya baş­ ladı : otuzüç yaşındaydı ve otuzüç yılda ilk defa mutlu olmuştu. Gerçeğin ne olduğunu o ·anda farketmişti. Gerçi paranın kud­ retini öteden b eri bi l i;di ; bunu bilen tek insan da o değildi ta­ bii. Yalnız, ondan önce hiç kimse bu yoiia elde edebileceklerinin !kapsamını gerekti�i gibi hesaplayamamıştı. Paranın neler yapa­ bileceğini herkes bilir ama, bu kadarını? . . .

ötürü bazı yargıçları satın almak zorundaydı,

Krassus, paranın insanın erkarıarına ve zevklerine hizmet �tmekıe kalmayıp, her şeyden önce iktidara sıçrama tahtası ola­ bileceğini keşfetmişti. Bu pek önemli bir buluş olmayabilirdi ama, ilk olarak Krassu:s farkediyordu bunu. Buluşunun önemi bundan ileri geliyordu. Şimdi bu buluşunu bir sistemin temeli haline getirmesi gerekliydi. !şte ondan sonra kendisine bir gün yardımcı olabileceklerini umduğu kimselere, faizsiz, teminatsız borç vermeye baŞladı. Pompe, tspanya'da şeref taçları giyerken, Krassus kayıtsız şartsız borç da� ıt maya devam ediyordu . Senato­ nun yansının, 'bütün grup şeflerinin borcu vardı ona. Herkes gibi Krassus de 'Cumhuriyetin kokuştuğunu, yeni bir

'diktatörlü�ün kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Belki de halk, or­

.duya dayanarak can çekişen senatoyu defedecekti Belki bir kral­ lık kurulacaktı ama, herhalde; bu defaki, t u tucu �ristokrasiye de­ ğil, kitlelere dayanan modern bir krallık olacaktı. Krassus, si-. yasi liderlerin ç�unun da kendi fikrinde olduklarını, kendisiyle .aynı hedefe yöneldiklerini biliyordu. Evet, hedefleri aynıyd ı fa­ .kat Lucullus delinin biriydi, Sartorius öl'ı:nfi'ştü Sezar da pek genç tL Kala kala tehli-keli bir rakip olarak Pon:ipe kalıyordu karşı­ ,

­

sında.

-

2 75

-


Bütün askeri faaliyetleri kötü ve aşajtılık bir uğraşı sayan

Krassus'e, kölelere karşi bir sefere çıkmak pek tatsız g-efiyordu.

Hunna reçeline ve şeker lern el ere karşı pek zayıf. ol duğ u halde,

artık genellikle zevki kalmam ı şt ı . Şanına · uygun ziyafetleı,- verir, fakat kendisi pek bir şey yemezdi. Kadınlar da ce?Jbetmiyordu.

Karssus!u. Buna karşı bir fikrin savunucusu olan heyecanlı genç­ Jerle uzun sofra sohbetıer,i yapmak, bir yandan da hiç farkettir­

meden bunlarla alay etmek ·en büyük zevkiydi. Mesela, ku rinay P,eyetine aldığı genç Katon da bunlardan biriydi. Katon köl elerle sa va ş sırasında gösterdiği becerrklilikten son ra da hiç deği�­ mişti; yine koltuğunun a ltı nda bir tomar kağıtla dolaşıyor, yin e

ataların erdemleri üzerine uzun nutuklar çekiyordu. Krassus de onu, bir elini sağır kulağında boru gibi tutarak ve gayet ciddi bir ifadeyle dinlerdi.

Spartacus'ü kabul etriıeye karar verdiği günden bir gün önce , .

pek sinirliydi

şişko

general. Akşam yemer: in<len sonra, Katon

kölelik hakkındaki fikirlerini açıklamak için Krass us ' un yanında

biraz daha fazla 'kalmıştı. Durmadan stoisizm üstadlarının, Sur'lu Antipatros i le Askalon'lu Antiokus'un fikirlerini nakleı:Iiyordu . - Ger çek özgürlük erdem dir, aynı zamanda insanın nefsine hakimiyetinin . en yuksek seviyesine çıkmasıdır, diyordu. Gerçek kölelik ise, kusurlarımızın, kötülüğümüzün bize kabul ettirdiği kö­ lelikti r . TUtku aklı yok eder; doğaya ise ölümsüz akıl egemen olduğuna göre içgü<lülerin ve hayvani arzuların doğaya aykırı olduğu kolaylıkla anlaşılır. Oysa, bizi bu seferi yapmaya mec­ bur ecten sürünün pek aşağ�lık hırslan var. Dem ek ki bunlar, do­ ğanın ve aklın düşmanı oluyor�ar. Aslında bizde de birtakım al­ çaklıklar, aşağılıklar- aldı yürüdü. Oysa, atalarımız d aha sade bir şekilde ve dbğaya daha yakın yaşıyorlardı. Bizim etrafımızı ise ahlaksızlıklar ve sefihler sannış. Bu yolda devanı ederse çok sür­ mez yıkılır Roma! Sa'bırla dinliyordu Krassus. Katan'un sözlerinin sonunda ba­ şını salladı, ağzına birkaç şekererne attı. - Tamamen haklısınız, dedi. Cumhuriyet dalui fazla daya­ namayacak. Roma kötülüklerden, aşı nlı klardan çatıarnalk ilzere, Am a ; kötülük nereden geliyor, bunu biliyor :in.usıınuz bakalım?

--'- 276 -


- Tabii erdemlerden uzak kalıninasından. Krassus

kocaman

elinin

bir

haieketiyle

Katon'un

sözünü

kesti :

- Affedersiniz! Aslında

bütün ahlaksızlıklar toprakın işlen­

mem �sinden ve ihracata değer verllmeyişlnden doğuyor. - Bu gibi konuları bilmem. Ama biliy.orum ki, biiyükbaba­

. ının babası zamanmda . - Affedersiniz!

,

..

Lucuııus,

buğday

g�rseydi içini balıklarla d oldurduğ u

ithal

'CYi

etm

daha karlı

o ünlü havuzları yaptırma­

ya mı p.arcardı parasını ? Aristokrasi, ·büyükbabanızın babası za­ manınçla

ka lkar

da

olduğu

gibi,

tarıma

para

yatırmakla

\kar

sağlasaydı,

babasından kalan mirası sirk oyımlannda mı yerdi?

,

Toprak artık - kar g etirmiyor buğday ekm ek insana bir sester bile

kazandırmıyor.

Çiftçilik

can . çekişme durumunda,

alt

kesiml er

şehirleri işgal etti. Roma sermayesi verim getirmez oldu. Serma­

ye artık iş alanları açmıyor; halk da ya dilenmek, ya da yağ­ in acılık etmekten başka çare bulamıyor. - Halk manen kokuşmıiş da ondan ! diye. bağırdı Katon. iş

denince kaçıyorlar ama, devletin kendilerini beslemesine;

sokak

toplantılarına katılmaya, demagogları d_inlemey,e bayılıyorlar. . Bi­ raz disiplin lazım bunlara! Eski zamanların erd em i .

..

- Affedersiniz! diye sözünü kesti Krassus. Disiplin, eski gün­ lerin erdemi filan iyi ama, disiplinle erdem, tarım bunalımına ya

da bir başka deyişle toprağ ın değerden düşmesine karşı ne yapa­ bilir? Şimdi söyleyin bakalım, toprak neden d�erini kabetti? Bi'

l iyor musunuz bunu?·

lik

y

­

- I!ayır, di e cevap verdi genç adam. Sesinde bir güvensiz

lı.issediliyordli.

Yanakl arı

kıpkınmzı olm�tu. «Hayır, bu ko­

nuyu hiç incelemedim.»

Bir hurmayı . kemiren Krasus : - Yazı k , dedi. Bir filozof ve geleceğin bir devlet adamı için

affedilmez bir ihmal. Neyse, ben anlatayım size bu gelişm enin

esasını. Görecek sin iz Sur'lu Antipatros'un bütün stoik teorilerin.

den daha fazla işine yarayacak. isterseniz Cumhuriyetin ticaret dengesini birlikte çözümleyelim

Şimdi

dünya

piyasasında

bizi

temsil eden sadece iki ürün var : şarap ve zeytinyağı. Buna kar-

- 277 -


şı her ş eyi , buğdaydan tutun da insana ..kadar her şeyi ithal edi­ yoruz. Memleketi boğazına. kadar doyurarı lüks mallar da cabası .

Düşünün baikallm, Rom a bu kadar muazzam i thalat n eyle

'

ödüyor ?

ı ı:

fazlas n

- Para denen şeyle, ya da başka bir deyişle mad en l e .

- Yanlış! dedi Krassus ve hurmanın çekirdeğini

tükürdil.

İtalya'da gümüş ya da altın m aden ieri yok ki! Roma devleti nin

en büyük kurnazlığı, sömürgel eri nden bir tek sester bile öde­ meden, mal a lmak . Bu demek olur ki, Asya, ihracatını bu sömür­ geler e açılacak kredil ere karşılık olarak, lıatta ilerde ödenecek ver­ gileri bile hesaplayarak yapıyor. Başka bir d eyişle hiç bir şey karşılığında her şeyi alıyoruz. İşte bizi .bu bedavacılık öldürecek! Size ne kadar garip görünse de, bu bedavacılık ölümüroüze sebep olacak bizim. Çünkü, Roma vatandaşı her şeyi bedava alırken, ,

,

y t

kendisinin üretim için ga re

sarfetmesinde bir yarar g örmü yor.

Bir çiftçi, denizaşırı ülkelerden

gelen çok ucuz buğdayla nasıl

rekabet edebilir? Zan aatkı'ir, kölelerin işgücüyle, yani bedava iş­ gücüyle rekabete girişebilir mi? İşte onun için

özgür

halk, hiç

değilse bu halkın yarısı, işsizlikten perişan halde. özgür vatan­ daşların iki misli sayıda köle

sahib i

oldu�umuzu unutmayın. RO­

ma şimdi bir «parazit devlet» haline geldi, kimsenin dinlemediği genç şairlerimizden birinin dediği gibi, «dünyanın vampiri» ol­

y

t

du. İtalya'da _çalışma çekiciliğini ka bet iği için, üretim ara çlan ·

da gelişme imkanı· bulamıyor . Teknik bakundan Galyalı· barbar­

ıarın tarım aletıeri bile bizimkinden üstün. Eyaletlerin çortunda

z

iınalata, İtal ya' d akinden daha f a la

önem veriliyor. Biz

sadece

savaş m ak i na la rıyl a gladyatör oyunlarını icad ettik. Herhangi bir­ sebeple bir gün buğdy it hal atı dursa, 'hemen o gÜÜ kıtlık olacak­ tır ülkede. İ'ki yıl öncede bir devrim sırasınd a aynı şey olmamış­

mıydı? ttlıa!At norm al bir şekilde devam ettikçe, bolluktan çat­

ıayacak hale geliyoruz. İyi bir ürün, üretici için felaket oluyor, o

r ı satıp, başşehre göçüyor. Başşehirde bedava buğ"day dağıtımı var, o da bu sayede açlıktan ölmekten kurtulu­ yor. Hal·ka sadaka isteme hakkı tanınmış da, çalışmak hakkı ta:­ nınmamış; bundan ala çılgınlık olur mu? yüzd.en de ta lası n

u

Krassus arkasına dayandı, bir av ç hurma aldı, karşısındıı

p

z arı

kı­

bozaran, sıkıntısından ne yapacağını şaşıran gence hınzı rca

bir Ifadeyle bakt�.

- 278 -


- Ben bu meseıeıerle hiç uğraşmadım; dedi genç Katon. Fa­ kat, bunlar sizce o kadar önemli mi? Her şeyin önce erdeme ve milliyet ruhuna bağlı olduğunu düşünmüyor musunuz? Eski gün­ lerde . . . Karssus israr. etti : - Mfedersiniz! Sorunların aslını görmeye çalışın lütfen. Dev­ letin ne yaptığından da, neyle yaşadığından da haberi bile olma­ dığını o zaman anlarsınız. Devlet bugün için bürolardaki aris­ tokratlardan ibaret . Aristokratlar ise, g er�k bir ipotek ile bir senet arasındaki farkı anlamaktan aciz. Sınıf gururuyla gelenek

de işe karışınca, aristokrat büyÜk iktisat kanunla ndan anlama­

mayı bir şeref sayıyor. Bundan da anlaşılacağı gibi, halen Roma devletinin gerçek hakimleri vergi toplama hakkını ele geçirmiş olan vergi m:ültezimleri, sarraflar, maliyeciler, spekülatörler, ma­ den işletme imtiyazını alanlar ve esir tüccarlandır.

Savaşa da,

banşa da bunlar karar verirler. Ülkenin refahı da, yoksulluğa düş-· mesi de bunların elindedir. Büyük tarihçimiz Polybe'nin «Ta­ rihi» ni okumuş . olmalısınız. Polybe, yüz yıl önce bu adamların hisse senedi alır gibi oy satın alarak, yasama organımızı da, seç­ men kitlesini de nasıl kontroli an altında ·tuttuklarını yazmıştı. örneğin, Kartaca savaşlarının sadece ticari rekabet yüzünden çık­ tığından haberiniz var mıydı? Jugurthaya karŞı yapılan savaşın Jugurtha'nın, iplerin kimiln elinde olduğunu bildiği ve şövalyeler­ le

senatörleri parayla . satın aldığı için o kadar Uzadığını bilir

miydiniz? o devirdeki senatonun tutanaklarını bir okuyan genç dostum, ondan sonra bana atalarımızın

erdemlerinden söz ede­

bilecek misiniz bakalım? .. » Katon hiç cevap vermedi.

Generalin sinizmi dehşete düşür­

nıüştü onu. Çekilmek için izin istedi. Katon kıpkırmızı bir yüzle çıkarken sessizce arkasından baktJ Krassus. Sonra birkaç hurmaçekirdeği tükürdü. Bu ko n uşma pek eğlendinni i onu.

Şı:

Krassus ile görüşmek kararını vermek Spartacus için kolay olmamıştı. dar

Bununla

beraber, bazı

arkadaşlannın sandıkları ka­

da güç oldu denemez. H�r şeyin bittiğini biliyordu Sparta­

cus. Adamları ormanıara kaçıyorlardı. Bir ay daha geçti mi, Ro­ malılar insan avına başlayabileceklerdi. En

......, 279 -

iyi yardımcıları öi-


müştü, sürüden geri ka lan da her gün ·biraz daha parçalanıyor, d ağ ılıy ordu. Adamların gözleri çukura kaçmış, umutsuzluk yüz­

lerini bir örümcek ağı gibi sarmıştı. Kucaklanpa koca kafa l ı �­ navarlara benzeyen sıska çocuklarını almış kadınlar, çadırlar ara_. sında dolaşıp duruyorlar, teslim olmak, eski günlere dönmek için bağınp çağırıyorlardı . Göğüs bağır açık, saçlar bir'birine karış­ mış, ölmek · istemediklerini haykırarak, kamp yerin ! bir baştan bir başa dolaşıyorlardı. Erkekler de ölm ek istemiyorlardı. - Deniz kıyı­ sı na oturuyorlar, dalgaları . s eyredip , yasun�n insanı dirilten ko­ kusunu i çlerine çekiyorlardı. Yaşamanın· güzel şey olduğunu, en sefil hayatın, en şerefli ölüme tercih edileceğini konuşuyorlard ı aralarında. Rom a lllan n ken di l eri n i a'ffedeceklerine inanarak, si­ lahlarını almaktan, teslim olmaktan söz ediyorlardı. Spartacus ' ün yanına ya:klaşıycirlnr, güven dolu gözl erle hlç bir şey demeden yü . z ü n e bakıyorlardı.

Ama, Spartacus her şeyin bittiğini biliyordu. Korsanıara güvenemeyeceğini anladığı anda, kararını vermiş­ ti S partacus. Kolay olmamıştı _ karar vermek. Z<>Zimos'u hatırla­ nı ıştı. Zozimos orada olsa, «bu alçaklık, şerefsizliktir!» diye ba­ gırırdı muhakkak. Ama, Zozimos ölmüştü, ötekiler ise yaşamak

istiyorlardı. Gece, dalgaların mıril1hsı insanı sardığı , denizden esen meltem sarhoş et ti ği zaman alçaklık ve şerefsiziiık kelimele. rinin hiç bir anlamı kalmıyordu. Yağmur mevsimi sona ermek üzereydi . Hayvan pOstlu adam, Romalıların hatlarına doğru yüıiimeye başladı�ı zaman, ilkbahar beraberindekiler, kendi ni göstermeye b3.oşlamıştı. Spartacm:ı1ün he'ıudeğin başında durdular. Krassus, Spartacus'ten başkasını ka­ bul etmiyordu. Hendeğin öteki tarafındaki muhafızlar, asilerin önderini bek­ liyorlardı. Spartacu-s bu iy i beslenmiş, yüzleri sağlıktan pınl pınl

parlayan· ve iyi silah lanmış adamları görünce yeni bir dünyaya ayak ba stı ğ ı m sandı. Muhafızlar hiç bir şey söylemeden yanında yürüyorlardı. Sağa sola bakmıyorla r, başlarını dimdik tutuyorlar­ dı. Adamlar yürüdükçe, tüniklerinin yeni ütülenmiş kumaşı hı­ şırdıyordu. Mis gibi ,kokular sürünmüşlerdi. Sparta cu s vücutça hepsinden iriydi, fa1kat kambur duruyordu. Muhafızlar kıular dik durabilmek için zorlad ı kendini, sonra hemen vazgeçti. Hiç k onu şmadan epeyce yü rüd ül er . Bazan tek tük insanlarla, bazan da bütün, bir askeri birlikle karşılaşıyorlardı. Herkes, hay-

� 280 -


van postlu adamın etrafını çeviren bu muhafız grubunu mera:kla

seyrediyordu, fakat hiç kimse, bir defa bile, selam durmadı. Top­

luluk geçerken konuşanlar susuyorlar, k.ollarıyla birbirlerini dür­

tüyorlardı. Gözlerinde herhangi bir düşmanlık değil, alayla kan­ 1

şık bir mera•k okunuyordu.

Biraz daha ileride, biraraya gelmiş gevezelik eden üç subayla

karşılaştılar. Qelenleri görünce, subayların ü{;ü birden · o · tarafa döndü. Bir tanesinin üstünde ·pırıl pırıl bir süvarı üniforması var­ dı. Boyu Spartacus'ün boyuna yakındı, muntazam hatlı yüzünün

ifadesi son derece ciddiydi. Muhafızlar derhal hazırol vaziyetine

geçtiler,

fakat, zarif, subay selamı almadı, sadece kaşlarını kaldı­

rarak Spartacus'e baktı. Trakyalıyı, traşı uzamış çenesinden, es­ kimiş ayakkabılarına kadar saran buz gibi 'bir bakıştı bu. Kibar görünüşlü, subay, bir yandan da kırbacıyla hafif hafif bacağına vuruyordu . Nihayet ilk çadırları farketti Spartacus. Yarondaki muhafız­ Iarla beraber

İki yanı ağaçlıklı bir yola girdiler, Kıa:şı yönden geliyor, askerler uygun adımlarını kuvvetle top­

bir bölük · asker

rağa vuruyorlardı. Komutanlal:'ı;Spartacus ile beraberindekileri gö• . rünce, bir emir verdi. Askerler yandaki bir yola sapıp, topuklarını birbirine vurarak, durdular. Başını çevirdi Spartacus ve bölü�ün askerlerinin

kendisine zırhlı sırtlarını dönm Üş bir şekilde dur- .

duklarını gördü. Konsülün çadınnın

onune gelince, bir

nöbetçi ke!n,d ilerine

doğru ilerledi ve muhafızlar bir kelime bile söylemeden Sparta­ cus'ü nöbetçiye teslim ettiler. Nöbetçi ön.e düştü, hayvan postıu adamı çadıra soktu, bir küçük «kapı» açtı ve çekildi. Spartacus'ün üzerinde yürdüğü halı o kadar kalın, o kp.dar yumuşaktı ki, kendi ay� seslerini bile duymuyordu. Birden Kras­

sus'u

gördü karşısında. General çadırın ortasındaki . bir masaya

oturmuş bir şeyler yazıyordu . S:9artacus girince başını bile kal­ dırmamıştı. Togasını kol a�ızlarına kıpkırmızı bantlar geçiril­ mişti. Kollarını sıvamış öye yazıyordu Krassus. Masainn kenar­ larına dayanmış, çıplak ve kalın koliara baktı Spartacus

ve

kar­

şısındaki adamda Cricsus'u hatıratan bir şeyler buldu. Tabii bu­

nun ablak yüzü tertemiz traŞ edilmişti. Başı da traşlıydi. Fakat

ağır göz kapakları altındaki bulanık gözleri Galyalıya hayret ve­ recek kadar benziyordu.

- 281 -


El çırptı Krassus. Bir yaver hiç gürültü yapmadan girdi içe­ riye, selam verdi ve kendine uzatılan kağıdı alıp çıktı. Çıkmadan önce y_an gözle Spartacus'e bakmıştı. Spart�cus, Krassus'Ün tam karşısındaki bir sedire oturmuş, bekliyordu . Romalı nihayet hayvan postlu adama bir göz atmak lütfunda bulundu ve «Yaralı bir hayvan bm>. diye düşündü.

- Teslim olma koşullarını öğrenmek istiyorsunuz herhalde, dedi.' Fakat hiç bir koşul yok! Donuk bakışlarını hayvan postıu adamdan ayırmadan konuşu­ yor, bir yandan da düşünüyordu : «Doğru dürüst bir üniforma giyse, gözlerindeki bu_ hayvani acıyı da silse, Pompe'den bile ya­ kışıklı olur.» Krassus besbelli, bjr cevap bekiyordu, elini daha az sağır olan kulağında boru gibi tutmuştu. Bir ara bir şey işitmiş gibi oldu ve sordu : - Efendim? Spartacus, adamın latincesinin_ temizliğine ve telaffuzunun düzgünlüğüne hayran olmuştu. Krassus'un masasının üstünde dört köşe kristalden bir hokka gördü. Hakka'nın her yüzünde bir delik vardı ama, yine de mürekkep dökülmüyordu. Çadınn içini kaplayan mutlak sessizlik, Spartacus'ün bildiği kıtların sessizli­ ğine benzemiyordu. Buradaki, yumuşak, üstüne oturduğu yastık­ lar kadar y1.1muşak bir sessizlikti. Krassus'un ağzından çıkacak sözlerin, arkasİndaki yirmi bin kişinin ve İtalya devriminin ka­ derin i tayin edeceğini düşünmekt e güçlük çekiyordu Spartacus. General, özenli ve tertemiz latincesiyle : - Kulaklanın biraz ağır işitir, dedi. Lütfen tane tane konu­ şun, tabii bana bir söyleyeceğiniz varsa . . . Uzun süre cevap vermedi hayvan postlu adam. Gözlerin i bir türlü hakkadan ayıramıyordu. Bu olağanüstü -hokka karşısında, Vezüv'ü saran bulutlar, ihtiyar masajcının kehanetıeri, Fulvius'un ateşli nutukları aklından uçup gitmişti. Bir süre sustuktan sonra cevap verdi : - Ne durumda olduğumuzu biliyorsunuz, dedi. Yirmi bin in" sanı ö!Ume terketmenin kimseye yarar sağlayacağını sanmıyorum.

-

282

-


Belli- beli rsi z omuz sHkti Kras su s. Spartacus'iin yerinde Porn­ pe olsaydı nasıı davramrdı acaba> diye düşündü. Herhalde, Trak­

yalıdan

daha iyi de[ril. . . Şu barbar h i ç de[rilse komedi oynamı­

yordu. Sürüsüne emirler verdiği zaman da herhalde böyle geniz­ den konuşurdu bu _adam. Krassus karşısındakini muzaffer bir ko­ mutan

olarak, alkışlar arasında bir zafer takının altından ge­

çerken h ayal etti. «Aslı nda , diye düşündü, her şey bir insanın

doğduğu döneme bağlı. Bizim

dönem

atı­ değiştirenler­

bu gladyatörü çöplüğe

yor. Başka bir dönem, aynı insanı tarihin akışını

den biri haline getirebilirdi. Bir yüz yıl önce ya da bir yüz. yıl sonra, bu

yaralı

hayvan, İskender ya da Kartaealı gibi dünyanın

çehresini de[riştirebilirdi.» - Demekki teslim oluyorsunuz dedi.

Yüksek sesle ve cevabı işit:ınek 'için öne doğru eğildi. - Bazı koşullara bağlı, diye cevap v erd i Spartacus. Adamla­ !"ın akibeti ne olacak?

- Buna senato karar verir. Kısa bir sessizlikten sonra yine konuştu Spartacus : - Tabii, şeflerden bahsetmiyorum. Askerleri ve kadınları kas­ dett im . - Affedersiniz! dedi Krassus. Gerisi senatoya bağlı bir

iş!

Teslim

kayıtsız şartsiz ' olacak.

Spartacus bütün di kkat ini kristal hakkaya vermişti. Yanda­

nasıl dökülmediğine bir türlü küpün içinde iki küQük gibi dönen küçücük bir ; hokka

ki del ikl erden mürekkebin

akıl er­

diremiyordu.

halkaya

D erken kristal

takılınış ve bir jiroıı'kop

farketti.

Kristal ne tarafa çevilirse, hakkanın ağzı da o yana dönüveriyor ve yatay durumunu hiç kaybetmiyordu. Birden bu sırrı keşfettiği Için kendini mutlu hissetti. Kaçamak bir g ülümseyiş belirdi

zünde.

yü­

O s ı rada çadıra ellerinde tepsiler bulunan iki asker girdi. Tep­ silerin üstü sürahiler, kupalar, hurmalar ve şekerlemel.erle doluy. du. Askerler tepsileri üç ayaklı bir sehpa üstüne koydular. Krassus, Spartacus'ün nereye baktığını farketmişti. Hokkayı eline aldı ve uzattı :

- 283 -


- Hiç böyle bir şey görmüş müydünüz? -.-Hayır, dedi S�artacus, · kristal �üpü eline aldı, şöyle bir tarttı ve tekrar �asanın üstüne koydu : - Kıoşullarımız şunlar, dedi, köleler efendiklerinin yanma ve hiç bir cezaya çarptırılmıyacaklar. ötekiler de as­ keri birliklerinize katılacaklar.

dönecekler

Yeniden omuzlannı kaldırdı Krassus : - Şaka ediyorsunuz galiba. Roma asker:! hukuku hakkında hiç fi'kriniz yokmuş gibi konuşuyorsunuz. Bu konuda karar se­ natoya aittir. Benim yapabileceğim tek şey, senatodan adamlannız için af isternek olabilir. Spartacus başını salladı : - öyleyse dönmekten başka çarem yok. Ancak ordumuzun dağılmasını ve her şeyin eski haline dönmesini kabul edebiliriz. Yalnız bunun için de ordunuzun geri çekilmesi lazım. Bir tuzağa düşmek istemeyiz. Krassus birkaç yudum şarap içti ve bir şeker­ leme ısırdı. Bu görüşmenin bir işe yaramıyacağını kabul etmişti. Şüphesiz şu anda Spartacus onun elindeydi; adamı ya:kalatıp he­ men astırabilirdi. Fakat, zafer elinin altında olduğuna göre, ller. de bir gün başına kakılabilecek bir davranışta bulunmak istemi­ yordu. Şarap dolu ku.Payı işaret etti : - Zehirli olabileceğinden mi korkuyorsunuz? Başıyla «hayır» işareti yaptı Spartacus. Susamıştı. Bir dikiş.. te boşalttı kupayı. Koyu ve tatlı bir şaraptı bu , hiç böylesini iç­ memişti. Çadırın içindeki sessizlik daha da yoğunlaştı. Kupayı yerine bıraktıktan sonra· tekrar_ konuştu Spartacus :

- Sadece kadınlar ve askerler için bu koşullan ileri sürüyo. rum.

Subayların ve şefierin koşula ihtiyacı yok.

- Anlıyorum, diye cevap verdi Krassus. Çcik asiı bir fikir bu. kendilerini feda .ediyorlar. Hatta belki de senatonun, nıe­ zarlarının olduğu yere, koca koca yazılarla anıtlar dikmesini bek­ liyorlar. Baklyorum, içinde y aşadığımız. dönem hakkında garip bir a !lJ ayışınız var . . .

Şefler

- 234' -


Spıı,rtacus şarap dolu bir kupa daha aldı. Bir yandan şeker­ lemeler yiyen, bir yandan da tertemi-z italyancasıyla kibarca ko­ nuşan bu acayip generale hayran olmuştu. Ftılvius iftira etmişti adama ! Krassus ise. Katon'u _ nasıl inceliyorduysa, Trakyalıyı . da öyle inceliyordu. Dün genç Katon'u şaşırttığı gibi, bugün de aynı şeyi ' Spartacus'e yapmak istedi. - Devrimiz hakkında bir - şeyler biliyor musunuz bakalım? dedi.

Siz devrim amatörlerisiniz. İstediğiniz, kÖleliği kaldırmak değil mi? Oysa köleliği kaldırınca maden v e aş ocaklannı ka­

f

patmak, kanallar, köprüler inşaatını durdurmak, deniz seferleri­ ni felce uğratmak ve dünyayı yeniden barbarlığa düş�rmek gere­ keceğini

hi'ç düşünmemişsinizdir.

Çünkü

çağımızın

insanı

için,

özgürlüğün tek bir anlamı var : çalışmaya mecbur olmamak. Bu konuya ciddi bir çözüm bulmak isteseydiniz, çalışmayı bir iba­ det mertebesine yükselten yeni bir dinortaya atardınız. Çalışanın terinin kutsaı bir madde olduğunu, ancak kazma ve kürek kul­ lanmanın, çalışıp zahmet çekmenin insanı soylu yapacağını, gezip keyfetmenin, felsefeye daimanın gunah sayılacağını

boş

ilan

ederdiniz. Halkı, geçmiş deneyiere rağmen, fakirliğin kutsanmak,

n

zenginliğin la etıenmek demek olduğuna inandırırdınız. Olemp'in tembel ve sefih tanrılarını tahtlanndan indirip yerine, istediğiniz biçİmde ve davamza hizmet edecek tanrılar ye,rl

eştlrirdiniz.

Oy­

sa, bunların birini bile yapmadınız. Güneş Şehriniz, yeni tanrı ­ larla bunlara hizmet eden yeni din adamları olmadığı için yıkıldı. Spartacus başını salladı : - Rahipler ve peygamberlerin hepsi şarlatandır. Sadece kö­ lelerin değil, binlerce kişinin

bize ·katılması için ne rahiplere,

ne peygamberlere ihtiyacımız oldu. İnsanlar dört bir taraftan bi­ ze katılmaya koştular. Bütün toprak sahiplerinden «el ,aman)) di­ yen bütüıi insanlar bize geldi. Köylülerle çiftçiler dine susamış değiller. Sadece toprak istiyor bu insanar. - Affedersiniz ! diye sözünü kesti Krassus. MeseleRin sadece bir yönünü görüyorsunuz ·ve sebep-sonuç ilişkisini kavrayamıyor­ topraklarını sunuz. Düşünün bakalım, neden İtalyan köylüleri zengin ailelere kaptınyorlar? Koyun mu bu köylüler? Denizaşın topraklardan yapılan ithalat di ki, ancak büyUk mülık -

buğday fiyatlarını o derece etkile­ buna karşı koya'biliyor. Siz

s'ahipleri -

285

-


-

kendi mantı�ınızı ·biraz daha ileri götürün bakalım; örneğin Roma, sömürgelerinden v-azgeçsin, uluslararası mübadelelere son ve­ rilsin, toprak eski iamanlarda'ki gibi kü çülsün ve i l erleme durdu­ rulsun, diyebilecek misiniz? Sözün kısası, Grak'Iarınlti başta ol­ mak üzere, sizlerin hepinizin devrim giriŞimleriniz amatör işinden ibaret. «Adamın biri çıkıp da yeni bir din ortaya atmadı'kça, Tan­

nlar adına barbarıann da oizimle eşit olduğunu, onların da bi­

zim kadar pahaJı üretimde bulunacaklanrtı ilan etmedikçe, ne söyl en irse söyl�nsin, ne yapılırsa yapılsın, bütün dünyayı kendi

hesaplarına çalıştıran ve kep.dileri bile farkına varmadan ilerle­ meyi sağlayan Rö!l1alı iki bin soylu ile işsiz güçsüzler sürüsü, dün­ yada il erlemenin savunucusu .olarak kalmaya devam edecektir. .

.

«Daha doğru su Roma'nın şiş karnı çatlayana ve hepimiz ce-

henneme gidene kadar devam edecektir . . . »

Burnunu çekti Krassus. Pek memnun kalmıştı kendinden. Karşı taraftan bir itiraz geli rs e iyice duyabilmek için elini ku­ lağına götürdü. Fakat ses çıkmadı Spartacus'ten. Hayvan postıu adam düşünüyordu, onun yerinde filozof masajcı ile Capualı de­ magog olsalardı bu sözlere cevap verebilirlerdi. Sonra birden tek­ l ifl erinin reddedilmiş olduğunu, her şeyin bittiğini idrak etti ve yüreğine aciz bir öfke dolduğunu hissetti. Yenilg i kaçınılmaz ol­ duğuna göre, böyle bir tartışmaya sürüklendi�ine kızdı. Keşke Krassus teklifini reddeder etmez hemen . kalıkıp gitseydi. Kin ve \.\mutsuzluk birden so�ukkanlılığını kaybettirdi Spartacus'e : Kras­ sus'u şaşırtan bir şiddetle bağırdı :

.�dem her şeyi bu kadar iyi biliyorsunuz, madem Roma'­ geleceğini bil iyorsunuz biz­ den körU körüne teslim olmamızı nasıl isteyebilirsiniz? Adalet­ sizliği bu kadar göze batacak bir hale getirmeyi nasıl düşünebi­ lirsiniz? nın ve R omal ıların sonunun nasıl

,

Elinin bir hareketiyle sözünü ıkesti Krassus : -'- Affedersiniz! dedi. Bu meseleyi iyice dü�ündü:ı;ıüz mü? Or­

talama olarak bir insan on beş bin gün yaşar. Roma'nın canının

cehenneme gitmesine daha bir süre var. Ben ise torunlarıının co.. ' cuklarını tanımak şerefine nail olamayaca(:ıma göre şimdiki ha.­

reketıerimi onların sahip olacakları görüşlere uygu� bir şeklide ayarlayamam tabii . - 286 -


Krassus

kupasını

boşalttı

ve

Ş

bulanık gözler-ini

Spartacus'e

dikti. Gladyatöıii n öfkesi geçmi ti. Şu anda Romalının Cricsus'a ne !:<:adar benzediğine dikkat ediyord u . Galyalı bir gün kendisine

«yemek yahut

yenmekten

başka çare

yok!» d.em işti. Ş imdi

düşü­

nünce Krassus'lin de aynı şeyi söylemek istemiş olduğunu anlıyor­ du. Romalı, söylediklerini

çok

temiz bir latinceyle ifade ediyordu.

Yoksa aralarında , başka bir fark yoktu. Spartacus koyu �e tatlı şarapla dolu bir kupa daha aldı. Bu defaki ötekilerden de , Iezz etıi geldi ağzına. Traklıyı gözlüyordu Krassus. Bu adamları toptan teslim ol­ maya ikna edebili rse, Pompe İspanya'dan dönmeden önce konsUl­

l ü ğü garantilemiş

olacaktı.

Gerçi görüşmenin başarısızlıkla so­

nuçl.anacağını tahmin etmişti ama, şimdi

en

,küçük haşan şansı­

ihmal etmek istemiyordu. - On-beş-'hin-gün . . . diye devam .etti. Kendi hesabıma benim

daha yaşayacak beş bin günüm kaldı. Daha önc e yaşadı ım on bin günü, gelecek kuşaklar bir kere daha yaşatabilecekler mi ba­

Sizin de normal olarak şöyle böyle on bin gününüz kalmış­ tır. Görüşlerimiz ne olursa olsun, size ve bana kalan günlerin sayısı. arasındaki fark, dikkate alınmaya dejtecek kadar büyük. !na­ na?

nın bana, sizden sonra gelenler, size o günleri yaşamak imkanını verecek değiller. Ama . . . belki ben sağlayabilirim bunu . . . Teslim ol ursanız, birliğiniz hakkında senato karar verecektir. Fakat sa­ dece sizin için birşeyler düşünülebilir. Örneğin, gerçek bir Roma vatandaşı adına çıkarılmış bir pasaport . . . Bir gemiye binip İsken­ d eri ye'ye gitmek . . . Sustu. Gitgide bulanan gözlerini Spartacus'ten ayırmıyordu. Hayrete düşmedi Spartacus. Kendisine ·böyle bir öneri yapı­ lacağını, eski günlerin önerisiyle bir kere daha karşılaşacağını

hissetmişti. Bir

gün, Appia yolundaki ham yağma ettiklerı ge­

cenin sabahı, ericsus ona, «İkimiz beraber kaçarsak, hiç bir kap­ tan bize pasaport sormaz» dememiş miydi?

O zaman daha bu

serüvenin başındaydılar. Şimdi aynı serüvenin sonuna geldikle­ rinde ericsus bu defa kafası kırkılmış Romalının ağzından aynı · şeyi tekrarlıyordu. Her zaman Cricsus haklı cıkmamış mıydı? Bel­

k• de aslında bakışları bu kadar birbirine benzeyen bu tki adam

ha'klıydllar.

- 287 -


«Yemek y� da yenmek!», «On bin gün ! » Hangi tanrı bağışlayacaktı on a b u günleri? Peşindeki yığın­ lar· mı? Hendeğin öteki yanındaki kadınlar ve erkekler ne bekli­

yorlardı? Akibetleri belliydi, mahkum omuşlardı. Kendisi olsa da,

olmasa da bir şey değişecek değildi. Öyleyse neden geriye dönüp ·

hendeğin öteki yanına geçmeli?

Hiç görmemişti !skenderiye'yi. Ania orada geniş caddeler

ve

kadınlar olduğunu biliyordu . . . On bin gün ! . . . «İskenderiye'de ne

yiyeceğiz? - Yağda kızarmış bıldırcın eti.

-

İskenderiye'de ne

içeceğiz? - Vezüv ve Karmel şarabı. - İskenderiye'de kadmlar

nasıldır? - Göğüsleri portakal lezzetinde.» Ama biliyordu Spartacus, İskenderiye'ye gitmeyecekti. Krassus masasına oturmuş . ağ�ındaki hurmayı

şapırdatarak

Spartacus'ü \gözlüyordu.

Son bir defa başını salladı Sp� tacus. Krassus ise hurmaların çekirdeklerini tükürdü, ayağa kalktı

ve el cınıtı. Spartacus de kalktı. Çadırın kapısı açıldı. Muhafızlar onu bekliyorlardı. - Her şey düşündüğüm gibi cereyan etti, dedi Krassus. Sa­ dece bir .tek şeyi merak ediyorum : neden reddettiniz? öneririı si­ zin

için çok avantajlıydı, arkadaşlarınızin

akibetlerinde de bir

değişiklik yapacak değildi. Birden dikildi Spartacus. Krassu'ten bir baş daha uzundu . GJO.. lümsüyor, tereddüt ediyor, bu şişko adama meramını nasıl anla­ tacağını

düşünüyordu. Esseni'yi hatırladı.

�f anlamak isteme­

yen bir çocukla konuşur gibi, cSonuna kadar dayanmalı» dedi. «Menziller arasındki bağı koparınamak için, beni benden sonra­ kine bağlayan zincirin bir halkasının eksik kalmaması için, sonu­ na kadar gitmek

lazım, Kural böyle, neden öyle oldu� sorulmaz.»

K.rassus'un anlamadığını görünce masanın üstünden kupayı

aldı, şarabı son damlasına kadar içti ve gülümseyerek : - Artık bırak:maın:alı, dedi. Benden sonrakine temiz kalsın!

-

288

-


V

SİLARUS SAVAŞI Bu görüşmeden sekiz gün sonra Krassus hayatının en büyük

hatasını yaptı; bir daha tamir edemeyeceği kadar büyük bir hata işledi. Spartacus'ün ordusunun kalıntılanm toplayarak

hendeği

geçmeği başardığı ve Bnıtium'dan kaçtığı haberini alınca çılgına

döndü. Hemen senatoya bir mesaj gönderip, Pompe'nin İspan­ ya'dan çağrılmasını ye kendisini desteklemek üzere gönderilmesini istedi. Spartacus hendeği, bir kar fırtınasının bütün bütün karart­

tığı, göz gözü görmez bir gecede aşmıştı. Bu son denemesi sadece

bir umutsuzluk girişimiydi. Genç Katan'Un komuta ettiği birliğe baskın yapmış, Romalıları ezmiş ve

batı

kıyısındaki Ofemia kör­

fezinin hemen yakınından kuzeye çıkınalk için kendisine yol aç­ mıştı . · Köleler hendeği aşmak: için o muazzam çukurun çok küçül\ bir kısmını ağaç kütükleri ve arabatarla doldunnuşlar, sonra bu uydurma köprüden kolaylıkla karşıya geçmişlerdi. Yirmi _ bin kişi

böylece Krassus'un kuşatmasını yarmıştı.

Açlıktan gözleri dön­

mü ş bir halde, kendilerinden çok üstün güçteki düşmana son sal­ dınydı

bu.

Ölüme gidiyorlar ve ölüme gittiklerini biliyorlardı.

· Krassus ise bunu ancak bir gün sonra ö�rendi, · ama artık geç kalmış, senatoya gönderdiği mesajcı çoktan yolun yansına var­ mıştı. Yıllar yılı soğukkanlılıkla, ihtiyatla kendisini iktidara çı­ karacak merdivenin basamaklarını tek tek kurmuş, parasını faiz­

siz

dağıtmış ve gününün gelmesini beklemişti. Bu sabırlı çalış­

mayı bir, anlık şaşkınbğı mahvetmişti . Senatoya gönderdiği me­ saj, her zaman için onu Pampe'nin emrinde kalmaya mahküm edecekti. Sonradan, o soğuk kış sabahında nasıl olup da aklını kaybet­

tiğini, açıklaması

zor bir ruh halinin kendisini böyle davranma- 289 -


ya ittiğini sık sık d üşündü Krassus. Sekiz g'ün önce, beceriksiz ve .

sıkıntılı haliyle hayvan postlu adam karşısındaydı, kristal hok­

kayla bir ço cuk gibi oynuy ordu . O günden bir aY son ra ise em ­ rindeki ordu, ayn ı adamı yok etmişti. Fakat bu ikisinin arasın­ da ,o anlaşılmaz korkuya kapılmasına hangi bilinmez, hangi me­ lun kuvvet sebep ol m u şt u ? Bu nasıl bir korkuydu ki, K:rassus'u bir siyasi inti hara sürüldemişti? Ondan sonra yaşadığı altı bin beş yüz gün boyunca,

hiç

altı

bin beş. yüz kere bu soruyu sordu kendine, fakat

bir zaman da bulma canın anahtannı keşfedemedi. Mezopo.

tamya çölünde, Sinaka şehrinin duvarlan dibinde, Partlı bir sü­

varinin

kaması hayatına

şerefsiz bir şekilde son verdiği zaman,

h�Ha bunu düşünüyordu Krassus. Krassus senatoya mesajını gönderdiği zaman, Pompe ispan­ ya savaşını yeni kazanmış hatta dönüş yoluna çıkmıştı. Hatası­ nın büyüklüğünü farkeden Krassus, rakibi gelmeden kölelerin işi­

ni bitirmeye karar verdi. öte yand an üç yı l d ır süren bu um utsuz

m ücadeleden bezmiş olan köleler de onun kadar acele ediyor.

la rd ı . Nihayet bu işi bitirme fırsatını Silaru s nehrinin kıyısında buldular ve hemen hemen hepsi orada can verdiler. Savaştan bir gün önce, kölelerin kampına çok ihtiyar bir adam

gel di . Lentulus Batuatus'un eski esiri Nicos'du bu ihtiyar. Apulia yolundan oraya kadar yaya gelm işt i . Nicos'u eskiden tanıyanlar gö. rünce şaşırdılar, hemen Spartacus'ün

yanına götürdüler.

Hayvan postlu ada mNicos'u belirli bir mem nun l ukla

ziyareti

bekliyormuş gibi hiç hayret e düşmeden karşıladı.

ve

bu

- Nihayet karar verdin demek! dedi. Seni çok bekledik. Hep

sonumuzun fena

geleceğini söylerdin. Sonumuzun ne 'kadar feci

ola cağını görecek gibi tam zamanda yetiştin. İhtiyar Nicos, ciddiyetle başını s3J.ladı. Gözleri hiç görmüyor gibiydi, daha doğrusu Spartacus'ün yüzündeki değişikliği farkede­ meyecek kadar görmüyordu. Şef'in düşkün halini, berrak gözle­ rindeki kederi hissetti. - Karar vermek çok

zamanımı aldı, diye cevap verdi. İnsanın

kaderinden kaçamayacağını aniayabilmem için çok ihtiyarlarnam gerekti . Kırk yıl köle olarak

kaldım, sonra özgürlüğe kavuşunca

gurur gözlerimi kamaştırdı. Tiffata tepesindeki Diana tapınağında ondan öyle saçma sözler söyledim. Alna, ·şimdi mademki bu işin sonuna vardınız, sizin yanınıza gelmem gerektiğini anladım.

- 290 -


Gülümsedi Spa.rtacus : - Yani artık kötü yoldan gitmemiş olduğumuza mı inanıyor­ sun baba?

- Hayır, o yol kötüydü, uçuruma götüren yo ld u

.

Ama ı yine

de sizinle beraber olmam, kaderinizi paylaşınarn gerekiyordu. Bu bakımdan senden daha bilgiliyim, çünkü köle doğdum. ICaderini­

zi de onun için paylaşıyorum. Oysa sen önce kendi ülkenin dağ­

larında özgür yaşadın.

Ama yine de özgürlüğün sınırlan oldu­ ğ unu bilecek kadar değiL İnsan kendini özgür sanır, öyleyken bin­ bir ·b ağ la eli kolu bağlanmıştır. Hiç bir duyguyu en mükemmel şekilde duyamaz, hiç bir düşünceyi en derin noktasına kadar dü­ şüneınez. Sınırsız yapılabilecek tek şey var : hizmet etmek.

Spartacus ihtiyann yüzüne baktı : - Öyleyse niye bize geldin? - Sizin sonunuz benim sonum. demektir. Barış sizinle olsun.

özgürlü�ün

etrafı duvarlada çevrili. Bu duyarla ra saldınrsan kı­

En iyi niyetli eylem bile kötü bir gölg e verir. Köleleri ve . ezilenleri tanrılar kutsasm ! He­

rarsın kafanı. Her eylem kötülük getirir.

piniz artık barışı bulacaksınız, onun için sizinle beraber olmaya geldim. Gülümsedi Spartacus : -

İhtiyar kafanda hiHa a caip fikirler var, ama yine de hoş­

geldin baba, dedi. Aramızda eskiden tanıdıklanndan şimdi çok azı hayatta.

ler.

Gece bastırmca, karşı tepelerde meşaleler yakıldığını gördü­ İki taraf da savaşa hazırlanıyordu. Krassus

birliklerini

denetıed.i ve bulanık bakışlanyla asker

vücutlanndan meydana gelen bu sonsuz duvarı seyretti. Bir yan­

dan da şekerlemeleri şapırdatıyordu ağzında. Spartacus,

Romalıların

karargahından

görülebilecek

büyük­

lükte bir çarmıh diktirmiş ve çarmıha bir esirin gerilmesini em­ retmişti. Bu, paçavralar içindeki yalınayak ordunun son meydan okuyuşuydu. Adamlar, bir şey anlamadan çannıhın etrafında kay­

rıaşıp duruyorlardı. Spartacus bunun bi r sembol olduğunu izah et­

t i onlara. Romatılara teslim olsalar da, onların eline canlı düŞ- 291 -


·seler de sonları çarmıha gerilmek olacaktı. Köleler Spartacus de onlann anladığını anladı.

anladılar.

Sonra vaktiyle Varinius'dan almış olduğu beyaz atını, getirt­ ti, hayvanı çarmıhın dibine götürerek kendi eliyle b�azladı.

- Ölülerin ata. ihtiyacı olmaz, dedi. Ama arkada kalan can­ lılard.:ın biri faydalanabilir ondan. Nihayet kalan son yiyecekleri dağıttı ve çadırına çekildi. Gece ilerlemişti. Sürünün kalıntıları yediler, içtiler ve kadın­ lardan geriye kalmış olanlarla seviştiler. Hendeğin öte tarafın.

daki tepede ışıklı noktalar hareket halindeydi : parlak kurtçuklar gibi. Karşı taraftan esen rüzgar, asilerin kulağına şarkı kınntılan getiriyordu. Hayatlanndan memnun, zaferden emin Romalılar marşlar ve sarhoş şarkıları söylüyorlardı. Fulvius çadınnda otunnuş bitirmesi kısmet olmaya.cak tarih· çiseni yazıyordu. Romahiann sarhoş şarkılannı o da işitmişti. Bu sesler, Capua'da hararetli vatanseverlerin sanCB'klar sallayıp, mız. raklarını şakırdattıkları son geceyi hatırlattı Fulvius'a O tarihler­ de başladığı, fakat hiç bir zaman tamamlayamayacağı eleştirme yazısı geldi aklına. Yamru yumru kafalı bodur avukat kendini korkunç surette kederli hissediyor, dehşet yavaş yavaş yüreğini c!olduruyordu. Bu son geceyi tek başına geçiremeyecekti. Kağıt­ larını topladı ve karanlıklar içinde yürüyüp Esseni'yi bulmaya gitti. Esseni çadınnda Nicos ile hararetli bir tartışmaya girmişti. İk:i ihtiyf!.r aym şilteye yan yana oturmuşlar, tarçın ve zencefil

kokan sıcak sarap içiyorlardı. Romalılar silahlarını biler ve kat­ liam şerefirie sa;rhoş olurlarken, iki ihtiyar Tanrı'nın maksat­ larını tartışıyorlardı. Arada bir, çadıra ka:Pı vazifesi gören bezi oynatan rüıgı\r, Romalılardan bu tarafa ürkütticii sesler getiri­ yordu. - Kötülük ruhunun şarkısını duyuyor musun? diye sordu Nicos. Şiddet hareketleri insanı nereye götürür, gördün ya? Kıı,r­ şıdakilerin hepsine heyecan dediğimiz o veba bulaşmış. Esseni itiraz anlamında başını salladı : -

292

-


- Bir şeye karşı. duyduğu heyecan, bir şey uğruna yüreğini yakan o ateş olmasa, y�yamaz insan, dedi. Kökünden mahrum kalmış bir ağaç

gibi

kurur. Ama heyecanın

'

da

ii:Q çeşidi var. Biri

sevinçli, hayat heyecanı, yaşama ihtirası. öteki :J.tasvetli, kar�n­

Jık; çünkü gıdasını ölümün derinliklerinden alır. Oysa bu .ikinci

cins daha fazla görülüyor. Zira dünyanın kuruluşu sırasında tan. nlar insanları

mutluluk ve sükunet veren sevinçli heyecandan

mahrıım edip onlara yasaklara uymalarını, arzularını tatminden vazgeçmelerini buyurdular. İnsanı diğer yaratiklardan farklı kı­ lan bu feragat edebilme yeteneği, çok geçmeden ikinci bir doğa

haline geldi. İnsan işte bu ikincı doğasını benzerlerine bir silah, şaşmaz b ir ezme ve zulmetme aracı ol arak kullanıyor. Feragat et­

me ve ·bazı şeylerden vazgeçme zorunluğu daha baştan beri insa­

nın içine öyle i şlemiş ki, insanlar ancak kendilerini feda etmeye karşı bir aşk, bir şevk duyabilir olmuşlar. İnsanlığın hiç durma­ dan gıdasını ölürnden alan ihtiras ve heyecanıarına uymasının

yaşamının

ve

sevinçli heyecanına kulaklarını tıkamasının sebebi içi­

rie işlemiş feragat ve kendini feda etme duygulandır dersek lG bu ' durumu açıklayabiliriz.

bel­

Fulvius da şiltede ihtiyarların yanına oturdu . Kendisi için bir tasa şarap koydu ve korkusunun dağılmakta olduğunu hissetti.

Hemen arkasından da Esseni'nin sözlerinin, Nicos'un hiç boşuna gitmediğini farketti.

- Tanrılar tevekkül ve feragat gösterenlerden razı olsunlar !

dedi Nicos. Bu gibiler sadece hizmet eder ve hiç direnmezler. De­

min kötü bir heyecandan, bir ihtirastan söz etmiştin. Sanki baş­

ka çeşit heyecan varmış gihi ! Her türlü ihtiras kötüdür.

- Başka bir çeşidi de var, diye l�fa karıştı Fulvius. Bir yan­

dan da kafasını sıvazlıyordu. Kötü olmayan bir ihtiras daha var :

amacı kendini feda etmek değil, dünya nimetlerinden faydalan­

ma olanaklarını arttırmak olan ihtiras. Tabii insan, erdem ve feragati eş saymak alışkanlığını edinmiş olduğundan, bu alışkan­

lık da onun nazarında ölümü en büyük feragat haline getirdiğin­ den, ihtirasın hayat sevinci, ha�ata bağlılık demek olan birinci

şekli, aşağılık ve bayağı bir tutku g-ibi görünüyor. Buna karşı sadece arzulara gem vurma, kendini feda etme ve ölüm, yi.!ceıtici davranışlar olarak kendini g österiyor, değil mi?

«Günlük hayatın basitlik ve küçüklükleri, insanın kurtarıcı

ve kıvanç verici heyecanı duymasını önlüyor, bu yüzden de insanı - 293 -


o karanlık ve kasvetli köklerden gıdalanmaya iHyor.

!şte,

insan­

ların yalnız olduklan zaman başkalannın çıkarlarına, toplu hal­ de olduklan zaman da kendi çıkarlarına zarar vermelerinin

ne--.

deni bu!:.

Fulvius böylece Capua'da yazdığı yazının

başlığına

dönmüş

oluyordu. Krassus vakit verseydi belki bitirirdi bu yazıyı . Ama şimdi çok geç kaldı�ını kendisi de biliyordu. Tastaki şarabı çabucak içip konuşmaya devam etti : - Aslında haytın bir görünüşü olan o kıvançlı heyecan d�

kendini feda etmeye ve ölüme hazır olmalıdır. Bütün fark ölümün şeklinde : rinde

Hayat mı

olacak?

ölüme hizmet edecek, ölüm mü hayatın em­

Şüphesiz

silahlannın sesini duyduğumuz

şu as­

kerler gibi, ölüm için yaşamak daha kolay, oysa dolambaçlı yol­ lar yasasının çoğu zaman gerektirdiği gibi hayat uğruna ölmek o kadar kolay de�il! İhtiyar Nicos uyukluyordu. Esseni iSe uyanıktı ve düşüneeli taşını sallıyordu. - Evet, dedi, bu gece belki de son gecemizdir. Güneş Şehri kül

oldu . insanlık,

içindeki kötülUk özsuyunun

müş. Tanrı bile kendinden

pençesine düş­

hoşnut değil . Her şeyin başı o zaten .

Daha başlangıçta bu işi iyi ayarlayamadı. Yeryüzünü, gökyüzü­

nil, denizleri yaratıklarla doldurur doldurmaz, yarattıkları birbir­ lerin i yenıeye başladılar. Madem öyle olacaktı, neden bu kadar zahınete girdi? Bizler bile bunu

bu

kadar yapabilirdiik. Asıl ak­

sini yapmak marifet. Tanrının hayvanlarla ilişkileri kötü olduy­ sa, insanlarla ilişkileri bir felaket haline geldi. Daha i lk günde . tanrı ile insanlar arasında anlaşmazlık çıktı. Doğruyu söylemek gerekirse, şu «İyilik ve Kötülük A(:acı» hikayesinde bütün kaba­

hat tanrıda. Madem elmayı yasaklamıştı insanlara, öyleyse ne­

den o meyvayı getirip burunlarının dibine koydu? Olmaz böyle şey ! . . - Neden koyacak, fedakarlığı, nefse hakimiyeti öğretmek için, diye cevap verdi Nicos. İnsanları yasaklara uymaya alıştırma:k için. İnsan. feragat etmek, acı çekmek ve hizmet etmek için ya­

n•tılmıştır. ölümü kötülerin elinden olan mütevekkillere ne mutlu!

-

294

-


- Ama yaradılış programında yoktu böyle şey. Ya da var­ dıysa, kötü bir programmış demek! En iyisi hiç bir şey yaratma­ makmış. Sustu Esseni ve dua etmeye başladı.

a

Romalılcmn borazanlan d ha net bir şekilde işitiliyordu. Ha­ va henüz karanlıktı, fakat güneş neredeyse doğacaktı. Spartacas çadırında uzanmış yatıyordu. O da geceyi yalnız geçirmek istememişti. Yanında esmer, kıvrak ve bir genç kız gibi

incecik kadın vardı. Uzun zamanlar ihmal etmişti kadını. Güneş Şehri devrinde esmer kadın, önünde kırmızı bayrağı dalgalanan çadırın eşiğini bir kere bile aşnıamıştı. Arada sırada Cricsus ile beraber görünmüştü ama, çoğu zaman yalnızdı. Bütün gün kas­ vetli şehirden uzakta tek başına ormanlarda gezer, geceleri de ya bağlarda, ya da Lukania kıyısında denize doğru inen kayalardan birinin kovuğanda uyurdu . Güneş Şehrinden bir çoban bir gün onu, denize dimdik inen bir yarın tepesindeM kayalıklarda bul­ muştu. Kendi kendine konuşuyordu kadın, gözleri yerinden oy­ nariuş gibiydL Kendisine seslenen çobanı farkedince dehşete ka­ pıldı. Sonra çoban kaybettiği bir oğlağı aradığıru söyleyince, hay­

vanı nerede bulabileceğini anıattı adama. Hayvan uzaklardaki bir tepenin ardında, denize bakan bir yamaeta kurulmuş ve buradan görülmeyen bir köyün yakınındaydı. Gerçekten çoban oğlağı, ka­ dırun tarif ettiği yerde bulmuştu. Daha bunun gibi başka olay­ lar, kadına

büyücülük sıfatının

takılınasına sebep

olmuştu.

Köleler eskiden de 'kadının böyle garip yeteneklerine inanır­ lardı. Kendisinin eski Bakkant rahiplerinden olduğu ve aslında basit bir gladyatör olan Spartacas'ün içinde uyuyan o müthiş kuv­ veti onun uyandırdığı

söylenirdi .

deniz kenarında kumlar üstünde

Sözd.e bir gün büyücü kadın, uyuyan

Spartacus'ün

yanına

yaklaşan bir yılanın, Spartacus'ü solanadan, başına bir taç gibi dolandığını

görmüş · de,

çı

bun an

Spartacas'ün

geleceğini

keşfet­

mişti. Spartacas

vücudundaki

karanlık

kuvvetlerin

esiri olmaktan

korktuğu için kadına fazla ya;klaşmıyor denirdi. Büyükelçiler ve Asyalı diplomatıarla görüşmeye başladığından ve özellikle yaroru yumru kafalı bodur avukatı

danışman

- 295 -

olarak seçtiğinden beri,


S:partacus'ün bu esrarl ı kadının adını bile işitmek istemediğj söyleniyordu. Ama, Güneş Şehri yıkıldıktan sonra tekrar yaklaş­ mıştı kadına.

Sona ermek' üzere olan bu gece, o esmer ve çocuksu kadın,

Spartacus'ün kucağında belfrsiz soluklarla uyuyordu.

Hayvan postıu adam esrarlı gücü yüzünden kadından sakın­ mıştı.

Şimdi

ise aynı sebepten onunda beraberdi. O da, FlJlvius

ve ötekiler gibi RO'IDah lejyonların meşalelerinin oradan oraya

dalaştığını farketmiş, savaş ve sarhoşluk şarkılanru işitmişti .-0 da bunun son gece olduğunu biliyordu. İçinde birden, güneşin ar­ tık hiç doğmayacağı, insanı n soluklarının duracağı zaman ne ola­ cağım bi lm ek arzusu uyannııştı. Trakyalı, anayurdunun o kor­ kulu tanrılarını çoktan unutmuştu. Yuvarlak kafalı Esseni ye '

:;orular sormaktan usanmış ve sorusunun cevabını sözde bilgeler}e rahiplerden ziyade bu kadının kucağında bulacatmı sa.nmıştı. Fa· kat kadın SilTIDI vermemişti ona. Her zamankinden daha ya­ bancı davranmıştı. Sorunun cevabinı kadının gözlerinde, soluk­ lr.rında araınıştı Spartacus. Bakışiarını öylesine bir ısrarla araş­ tırıyordu ki, başını çevirmek zorunda kalmıştı kadın. O zaman kadını b ıraktı Spartacus. Onun kendisine hiç bir şey öğreteme­ .

yeceğini anlamıştı. Kalktı, ça dı rd an çıktı. Karanlık kamp yerini boydan boya do­ boğuk şarkı sını ve düşman boraıanlarının sert sesini dinledi, bezgin bir halde ve soğ'l.Jktan titreyerek çadırına döndü. Kadın gitmiş, kokusu kalmıştı çadırda. Ş iltede vücudunun iz bırakmış olduğu yere tekrar uzandı, gözle­ rini kapadı, artık sorunun ceva:bını bulanııyacağını bildiğinden, uyudu. laştı, nöbetçileri denetıedi, horozların

Hiç bir zaman da öğreneıneyecekti bunu : ertesi gün Silarus nehri

kıyısında R omalı la rl a savaşa girdi, ordusu

edildi, kendisi de öldürüldü. Savaş, leler

güneşin

sal dı rdıl a

r.

darınandağın

ilk ışınlarıyla beraber başlamıştı.

önce kö­

Afrikalı tramıpetçilerin keçi derileri gerd'ikleri fı­

çılara vurarak çıkardıkları ses, cehennemi bir gürtintüyle daldu­

ruyordu

şafağı.

Savaş alanı

çorak ve engebeliydi. Lukanialılar

sıskası çıkmış ve açlıktan yarı ölü haldeki atıarının üstünde sal­

dırıya geçtiler .. ve ok yağmuruyla karşılandılar. Kölelerin sapan­

ları, R om al ıl a rı n iyi gerilmiş güçlü okiarı nı n Yaliında çocuk oyun-

296

-


cağı gibi kalıyordu. Luka.nialılar sağa sola dağılıyorlar, açılıyor­ lar, ölü yapraklar gibi savruluyorlar ve arkadan şarkılar söyle­ yetek gelen Galyalılara yol açmaya çalışıyorlardı. Güneş �bu,

cak yükseldL Romalıların hattı darbeye dayanmıştı. Spartacus ise süvarilerinin, yıuı hatları kuşatıcı bir saldırıya karşı koyacak güç­

i'! olmadığını biliyordu.

Saldırısını düşman hatlarının ortasına

teksif etmek ve Romalı süvariler kendi yan hatlarına saldırmaya fırsat bulamadan, Romalı piyadelerin güçlü bir sıra halindeki ön

hattını yannak niyeti ndeydi . Mızrakları tahtadan, zırhlan tenek:eden yapılmış Keltler na­ ralar atarak hücum ediy orlardı.

İlk

sırası döküldü Romalıların,

fakat ikinCi sıradakilerin uzun mızrakları köl elerin incecik zırh­

ların i delerek Keltleri perişan etti. Üçüncü sıradaki eski ve t ec­ rübeli savaşçılar ise, Itieltıerin hücum dalgal'arı arka arkaya mız­

rak duvarına çarpıp kınldıktan sonra savaşa girdHer.

öğlene

kadar

Spartacus'ün

ordusunun yansı yokedil.mişti. Ge­

ri kalanı ise tun çtan zırhlara karşı çıplak vücutlarla, demire kar­ şı tahtayla, madene karşı tenle

banlannı

Vakit

mücadele

ediyordu. Ölünı, kur­

büyülemiş gibiydi. öğleyi

geçerken, Romalılar köeleri

tamamen sarmış­

lardı. Ondan sonra lejyonlar, yerlerdeki cesetleri çiğneyerek kar­ şı saldırıya geçtiler.

Savaş, güneşin doğuşundan batışına kadar sürmüş, Spartacus

ise öğle saatlerinde vurulmuştu. Trakyalıların başında Krassus'un beşinci p(yade bölüğüne sal­

dırınıştı Spart acus . Uzun boyu ve sırtındaki hayvan postuyıa di­

ğerleri

arasında hemen seçiliyor, k.ılıcıyla Romalıları

doğraya­

rak, bu etten duvarda kendisine yol açıyordu. Fannius'un uşak­

Ianndan hayatta kalmış olan ikisi, peşinden hiç aynlmıyorlar­

dı. Spartacus küçük bir tepenin üstünde, süvari üniforması ta­ şıyan ve yüzü son derece oiddi ifadeli Romalı bir subay farket ­

miş-tL Subay kayıtsız bir tavırla eli ndeki kırbaçla oynuyordu. O

tarafa döndü Spart acus, subaya doğru ilerliyordu. Karşısına çı.

kan ve kendisini durdurmak isteyen bir Romalı askeri devirdi.

Arkasında gürültü azalır gibi olmuştu. Başını çevirip baktı,

muhafızları uzaktaydı

biraz geride kalmışlardı.

şimdi.

Romalı derlliı.l

Subaya otuz adım kadar Spartacus'ü, kaşlarını

tanıdı

- 297 -


hafifçe kaldırdı. Yüzünün hiç bir hattı k.ıpırdamadan

hayvan

postıu adamın kendisine doğru ilerleyişini seyrediyordu. Birden Spartacus'ün arkasındaki çember daraldı ve subayın yanına varmasına

yirmi

adım kala ooğrüne bir mızrak saplandı.

Aynı anda iki gözünün arasına şiddetH bir darbe yedi. Yere yu­ varlanırken,

gördü�ü son manzara şöyleydi

:

Subay kılını

bile

kıpırdatmadan, elindeki kırbaçl a oyiı.arruaya devam ediyor ve Spar­ tacus'ten tarafa bakıyordu. Uzakta, sanki bir sis perdesi ardında, hayıkırışlar devam edi­

yor, a damlar birbirlerini parçalıyorlar, düşüp ölüyorlardı. Göğ­ sünü ağır ayakkabılar çiğniyordu. · İçind e her şey kopuyor her , şey parçalanıyör, her şey acı haline geliyordu . Bir yandan acının kendisi de uzaklaşıyor, yumuşu yordu .

«Bu muymuş?» diye düşündü Spartacus. Yüzüstü dönüp ağ­

zını açarak toprağı ısırdı. Dudaklanna ve damağına acı bir tad doldu. Killi toprağı bir kere daha ısınrken yine düşündü

«Hepsi

bu kadar mıymış?» Akşama doğru, cesedini budular. Ağzına toprak dolmuş, par­ ınakları toprağa

gömülmüştü. Kan, sırtındaki

sertleştirmişti.

- 298 -

hayvan postunu


VI

Ç A R MlHLAR isyan artık tamamen ezilmişti. Silarus nehrinin kıy:ısı boyun­ ca onbeş bin ceset yerlerde sürünüyordu.

Dört bin kadınla, ihtiyarlar ve sakatlar Romalllara esir düş­ tüler. Ferahlayan senato rahat bir nefes aldı. Ondan sonra insan avına çıktı Krassus. Askerler Lukaola'nın yüksek vadilerindeki çobanların, köylülerin ve Apulia'daki fakir çiftçilerin

peşine düştüler. Bir boyundurukla bir Çift

öküzd.en

başka bir şeyi olmayanların hepsi, haydutlarla işbirliği yapmış ol ­ makla suçlanıyor, ya öldürülüyor, ya da sürülüyordu. İtalya'daki kölelerin hemen hemen dörtte biri öldürülmüştü.

Asiler İtalya topraklarını kana boyamışla:rdı; asilere karşı za­ fer kazananlar ise İtalya'yı bir mezbaha haline getirdiler. İnsa­

nın içindeki o gizli, o hain özsuyun yarattığı coşku, hakkın zafer generali, yani büyük Pompe'yi kutlayan

kazanmasını sağlayan

bütün İtalyan yarımadasını sarmıştı. Pompe,

tam

zamanında İspanya'da dönmüş ve

Apeninlerin

eteğinde küçük bit firari grubunun tepesine binmişti . Pompe'nin askerleri tirarileri çabucak teınizlediler, o da tspanya'da o kadar başan göstermiş

askerlerini ödüllendirmek için, bunlann

insan

avına katılmalarına izin verdi. Sonra senatoya bir rapor yazara:Jı:, Krassus'un asi sürüsünil yendiğini, kendisinin de devrimin kö­ künü kuruttuğunu bildirdi. Büyük zafer

ve

şan payesi Pompe'nin idi. Roma, layık oldu­

ğu törenle karşıladı Pompe'yi. Krassus ise gayet sönük bir törenle yetinmek zorunda kaldı.

Yine de senato, zafer alılıneti

....., 299 -

olarak


başına mersin 'dallarından değil de, defne dallarından bir tae tak­

masına izin vermişti.

Krassus Roma'ya dönüşünü eşi görülmemiş derecede dehşet

verici

bir gösteri. haline getinneyi kararlaştırdı. Pompe'nin geçidi «Mars »alanından Capitole kadar i.k,i mil uzunluğundaki bir yolu

kaplamıştı. Buna karşı Krassus üç yüz mil uzunluğundaki Apyia yolunun iki yanına çarmıhlar dikilmesini elt1Tetti. Capua'dan Ro­ ma'ya kadar uzanan bu yol boyunca

her

elli adımda, bir çarnuh

dikildi. Böylece altı bin .kişi çarmıha gerilmiş oldu. Krassus Roma'ya kısa aralıklı menzillerde mola

nüyornu. önden gönderdiği

istihkam

vererek

dö­

birlikleri her mola yerinin

arasına sıralıyorlardı çarmıhlan. Ölüme mahküm esirler ise Kras­

sus'un ordusuyla bera·ber ilerliyodardı. Ordunun önünde çift sıra

halinde tahtadan çarmıhlar, ordunun ardında ise yine çift sıra halinde çarmıha gerilmişler uzanıp gidiyordu. Krassus'un asker­

leri ağır ağır ilerliyorlardı. emretmişti.

General günde ü ç ınıola verilmesini

Her duraklanıada, öteki mola yerine kadar uzanan

çarmıhıara gerileceklerin

isimleri kurayla tesbit ediliyordu. Böy­

le olunca da ordu günde a:ııcak onbeş mil ilerliyor ve arkasında

c a nl ı kilometre taşları gibi çarnııha gerilmiş beş yüz kişi bıra­

l'>ıyordu.

Krassus'un dönüşü Roma'da büyük heyecan yarattı. Bu garip gösteriyi

.sus'e

yollara

kaçırınaik istemeyen Romalılar

dökülüp Kras­

karşı çıktılar. Aristokratlarla boşgezerler, atlı arabalar, tah ­

tırcvanlar ve atlarla, -hatta bazılan yaya olarak- yola düşmüş.­

Ierdi. Güneye doğru uzanan ·bu tozlu yoldan gelenlerin arkası ke­ Krassus bunların arasındaki seçkin kişiler şerefine

silmiyordu.

toplantılar düzSfiliyor, hatta çadırında yemek veriyordu . Bu ara·

da, bir yandan ağzındaki hurmayı şapırdatırken, bir yandan da sl nsi sinsi

soruyordu :

Pompe'niıi

m'UZaffer

dönüşü onlan

dar eğlendirmiş miydi? Tabii herkes Krassus'un iy;i

susunda birleşiyorlardı. Roma

öç

bu

ka­

aldığı hu­

Krassus'e bir zafer törenini

çok

görmü,:;; , o ise Roma'yı ayağına getirmişti. Kış geçmiş, güneş ısıtınaya başlamıştı ama, yine de çarmıha gerilenlerin

çabucak ölüp kurtulmalannı

sağlayacak kadar yakmı­

yordu. Aralarından bazıları -sadece pek azı- ·gece bastırınca ge­ riye döniip kendilerini öldürmeleri için Romalı askerleri parayla :Kandırmayı başarrtiışlarnı. Oysa Krassus böyle merhamet

göste­

ri lerinde

gereği

bulunmalarını

yasaklamıştı askerlerine. Doğası

- 300 -


zalim olduğu için değil, fikirlerinin bütün orijinalliği ile uygulan­ masını istediğinden ve herhangi bir zevksizliğin tasarladığı şeyi

bozmasını arzu etmedğinden! Zaten yine de merh ametl i olduğu

için, esirlerin çarmıhiara bağlanınayıp 'Çivilenmelerini istemiş, bu suretle işkencenin uzun sürmeyeceğini adamıann çabucak ölecek­ lerini düşün müşt:ii. Dön üş tam on iki gü.Q. sürdü . Ordu, her gün arkasında çar­ mıha gertlmiş beş yüz kişi, beş yüz zafer lşa.retı bırakıyordu. Adamıann en zayıfları birkaç saat sonra can veriyor, en i na t ­ çılannın ölmesi ise günler sürüyordu. Çiviler ta1ihlilerin bir atardamanna rastıarsa ölüm çok .çabuk geliyordu faıkat bunların sayısı pek azdı. ÇiVi çok kere kemiğe tesadüf ediyor, adam ba­ yılırsa çarmıh yerden kaldırilıp toprağa çakılırken kendine gelip ,

,

dünyanın hakimlerine lanetler yağdırmaya başlıyordu.

Bazıları kanamayı arttırmak için çivilenmiş organlarını çe­ kiştirip çivinin açtığı deliği büyütmeye çalışıyorlar, fakat çok geç­ meden acının, en kuvvetli iradeYi bile eritiverdiğini anlıyorlardı. Bazıları başlannı çarmıhın tahtasına vura vura parçalanıak is­ tiyorlar, onlar da çok geçmeden insanın bütün varlJiklar iç i n de en zor öldürebUeceği yaratığın kendisi olduğunu !)ğreniyor­ ­

laröı.

işkencenin ızdırabı içine hapsolmuş, hala yaşıyorlardı. Kang­ ren, etlerini paralıyordu. dilleri şişiyordu. Vahşi hayvanlar yan­ larına yanaşıyor, kok.luyor ve homıurdanıyorlardı. Yırtıcı kuşlar başlarının üstünde dönüp duruyordu. Sabah oluyor, akşam olu­ yor, fakat yer- açılıp onlan alınıyordu içine, güneş de devrini bir türlü durdurmuyordu.

Fulvius ile Esseni'nin kurası, Krassus'un ordusu Liıis neh­ rini geçmeye hazırlanırken .çıktı. Sürünün en eskilerinden geriye

sadece ikisi kalmıştı. Herınios çoktan ölmüştü. Baba - oğul Vibi­ us'lar Silarus kıyısındaki savaşta öldürülmüşlerdl. Esmer ve kıv­

rak büyücü kadın nehirde boğulmuştu. Fulvius ile Esseni'den başka bir de ihtiyar Nicos kalmıştı geriye. Hepsini dijter yedi esirle ·bir araya bağlamışlardı.

Son malayı Liris nehrinin kıyı sın da verdiler, hep 'beraber yere oturdular. Nehrin, a�aç dallannı, süprüntüleri, insan ceset- 301 -


leri ve hayvan leşlerini sürükleyen coşkun sularını seyrediyorlar­

dı. Elleri de bağıydı ve askerl erin gözleri üzerlerinden ayrılmı­ yordu. Arkalarından ı;;ekiç sesleri geliyordu. Gelecek mola yerine kadar dikilecek çarnuhların çivileri çakilırken, kaderin seçtiği beş yüz kurban, işkence aletlerinin

tamamlanmasını

bekliyorlardı.

Onlar da yamaca oturmuşlardı elleri bağlıydı, yüzleri insan şek­ lini 'kaybetmişti. Bazılari şarkı söyl ü yor, bazılan yüzükoyun top­ rağa

kapanmış

Bazıları

inliyorlardı.

olsun diye çırılçıplak soyu nmuştu .

da

nefsine

son bir eziyet

- Yırtıcı hayvanları öldürmek için kılıçlarını çekenlere ne diy ordu .

mutlu!

ranlara

,

bulutlara

Ne mutlu,

erişmek . için

kuleler

ku­

meleklerle savaşmak için merdivenl eri ürrrıananlara! Asıl

kurtarıcılar onlardır işte !

Çekiç sesleri azalmıştı, hazırlıklar. bitmek üzereydi. Fulvius ile bağlanmış olanlar arasında Calabrialı bir köylü de vardı. Acına­ cak manzaralı, ufak tefek, dimdik sakallı, yum uşacık bakışlı, göz­

l eri patıakça bir adamdı Calabrialı. Kimbilir nereden ele geçir­ diği bir marulu ısırıyor, bir yandan da Fulvius'a askerl erin çift­

liğini nasıl yağma edip yaktıklarını , karmakarışık bir hika.ye ha­

linde anl atıyor du . Bi r ara b ir marul yaprağı uzattı Fulvius'a ve «Çarmıha genneden önce biraz yiyecek vetecekler miydi

sordu : a caba?»

Fulvius hafiften öksürdü ve «insanın kursa�nın boş olması.

daha iyidir» tarzında bir cevap nıırıldandı. Asıl tamamlayamadığı y::.zıy ı düşünüyordu.

Fulvius.

Esir edildiğ i

sırada

parşömen

marını genç bir subay, bir acemi çaylak çekip almış tı ölüm

h emen hemen urourunda değildi ,

ama

ondan

to­

ellnden.

önce

ola ­

ca'kiardan korkuyor, b ir de kağıtları için üzülüyordlL Çekiç sesleri kesilmişti artık. Silahlı askerler geldiler, ilk on

kişiyi alıp götürdüler. Arkasından yine çekiç sesleri işitildi. Bu

defaki sesler daha hafifti, fakat dehşet verici çığlıklara kanşı­ yordu.

dan

Yüz kırk esir ot urınu ş, sıralarını bekliyorlardı. Ses çıkarma, Çekiç

seslerini dinliyor ve birbirleri ne bakıyorlardı.

Daha

sonra, içinde Esseni'nin, Fıilvius'un ve Calabrialı köylünün bu, lunduğu grub a sıra geldi. Köylü, Fulvius'a döndü :

- Korkmuyor musun? diye sordu. - 302 -


- Ölümden herkes korkar, diye

cevap verdi

Fulvius. Ama

herkes kendin e göre korkar. İnsan tam öleceği a nda korkuyu dü­

şünemez. önce acı çeker, yani ölümü değil, kendini düşünür, son­

;ra ölürken kendin i ve acısını düşünemez. Çünkü, hem ölümü, hem de ondan başka bir şeyi aynı anda hissetmeye imkan yoktur.

Ufak tefek köylü başını salladı. Fulvius'un sözlerinden hiç bir

şey anlaınamıştı, fakat yine de inanmak

istiyordu bu sözlere,

ç ü nkü, ancak böyle teselli bulabilecekti,

o anda Fulvius kendisini bekleyen şeyi ve elinden alınan par­

şömenleri

düşünüyordu.

Başarısız dev rimler

yüzyılı

tamamlan­

mış, halkın davası kaybedilmiş, hayal, gerçeğe egemen olamamış­

t ı . Bundan sonra ihtirasa yol açıktı, ihtirasın yolu bütün engel­

lerden temizlenmişti. Kuvvet, her şeyin üstünde hak id dia

ede.

bilirdi . Kuvveti olan; general, diktatör, imparator, battti tanrı ol­ mak isteyebilirdi?

Yanşı kim kazanacaktı acaba? Asker Pompe mi, Tribün Se­ zar

mı,

entri!kacı Ketegus mu, zengin Krassus mu, yoksa ahlakçı

Katon mu? Bu adarnların hepsini tanıyordu Fulvius; bir küçük iş için birbirlerini yiyen, birbirlerini şantajcılıkla

suçlayan, halk

arasında itibar sağlayabilmek için gırtıaklarına kadar borca ba­ tan, senatoda nutuklar çeken, keten togaia rı adaınıarın yakından bakınca nasıl

içinde salınan

göründüklerini ı;ok

bu

iyi bili­

yordu. Her birinin şansım horgören bir gıptayla ölçüp biçiyordu Fulvius. Başının üstünde güneş parlıyor,

ayaklarının

nehri cesetleri taşıyordu. Elleri bağıydı

dibinde Liris

Fulvius'un. Yanındaki

adam sızlanıyordu . Karşısında bir zenci, zerre kadar utanç duy­ madan soyundu, çırılçıplak oldu. Güneş devrini sürdürüyor, gök­ yüzünden hiç bir merdiven uzanmıyordu. Kurtuluş yok! Yuvar­ lak

kaaflı

adam

gülüınsüyor, sananıyor ve kehanetlerini

sıralı­

yordu : - Kitap diyor ki :

rüzgar

eser, rüzg�r geçer, hiç bir iz bırak­

l_ur,

r.ıaz. İnsan gelir, insan yok o

ne atalarının, ne kendinden son­

y

raki kUŞaklann kaderi hakkında bir şe

bilmez. Yağmur nehre

düşer, nehir denize ·karışır, deniz doymaz. Her şey boş, her şey geçici . . .

Fulvius, yerlerd e yuvarlanan v e uzak yurdunda kalmış kara

tann lanna yalvaran zenctye baktı :

-

30 3

-


- Bu da kendini teseili etmek için bir çare m i ? diye homur­ dandı.

- Hayır, dedi Essen!, asıl krallara layık bir teselli var. Çün­ ltü, bu nu ifade eden, koca binaıarla dolu şehirde kralmış. Yaşayan her şey geçicidir, sadece inanç

ölmez demiş, o kraL

- Hangi inanç? diye sordu Fulvius. Sorarkan . sesi titremişti,

çünkü, askerlerin ona doğru ilerlediklerini görmüştü. - Kurtancılık işaretini alıp benimseyecek birinin daima bu.

lunacağı inancı. En sonuncusu,, adalet ve iyi n iyeti muzaffer kı­

lana kadar, o işareti ben im seyecek ve sonra çarmıha çıkacak bi­ rinin daima bulunacağı inancı. . .


SON SÖZ

Y U N U S L A R

Daha sabah olm adı bir tek horoz bile ötmedi. Fakat, bir dev. kalkar Öyle olması da lazım . tlır. Zabıt ka.tibi Quintus Apronhis alıştı artık. Am a yine de ho­ murdanıyor. Çıplak ayaklarıyla tozlu zeminde sandallannı arı yor. Yine ters yönde duruyor sandallar. Hizmeteisi tam yirın.i yıl­ dır şunları do�u koyması�ı (}trenemedi. ,

let görevli si horozlardan da erken

.

­

Penreceye yaklaşıyor, derin derin nefes alıyor ve avluya ba­ kıyor. İhtiyar, sıska ve saçı başı dağınık hizmeteisı

merdivenlert çıkıyor Getirdiği su doğru dürüst valtının yenecek tarafı yok. Günün ilk aksilikleri !

Pomponia kah­

ınmamış

ıs

.

,

Quintus Apronius «Yunuslan», yani günün en parlak; en keyifli anını düŞünerek teselli bulmaya çalışıyor. Ama, Pazar yeri yargıcının himayesine girmek umudunu kaybetti�inden beri «Yu­

nusların» keyfine de tam anlamıyla varamaz oldu. Yargıç ver­ diti sözlerı çokta n unuttu. Harnarnlara her girişinde, alayil ve kö.

tü niyetli bakışların kendisini izledi�ini farkeder gibi oluyor.

Merdivenlerden in iyor zabıt kAtlbi. Dizlerinin de eski takati kalma.Iiıış. Togasın ın eteklerini beline doğru topluyor. Arkasın­

dan, - ellıide süpürgeyle pencereden seyrediyordur Pomponta.

Daracık sokakta, 'hayvanlarına durmadan küfreden sütçüler ve sebzecilerle karşıtaşıyor Aııronius. Neredeyse güneş doğacak.

ıtriyat pazarıyla Balık pazarının sınırında yine bel�dlye kö­ leleri yığınına rastgeliyor : kin dolu sert bakışlar ve lyl traş ôl­ mamış yüzterin kasvetli geçidl . . . Allahtan, eski

usullere dön11ldü

b'Ueklerine 7Jin.clr v uruldu. İyice duvara yapışıyar Apronius togasını da topluyor. Şu serserller geçslnlerde, o da , yolu� devam edebilsin. de

şunların

- 305 -


Bakışları, her gün önünden geçtiği tahtaperdeye ta.kılıyor, Ye­ Di bi r afiş asmışlar.' Afişin üst tarafında ışıklar saçan kıpkırmızı bir güneş, altta da Lentulus - Batuatus'un Caıma halkına bir çağ­ rısı : Gladyatörlerin dev gösterisi ! Gladyatörlerin isimleri de sı­ ralanmış. En heyecanlı karşılaşma, Galyalı Nestos ve Orestes ile bilezikli Trakyalı arasında olacak. Oyun arasında tribünlere ko­

kular serpilecek. Biletler fırıncı Titus ile Hermios açık hamam­ larında, yahu t da Minerva tapınağının girişindeki bayHerden sağ­

l a nab ilir.

Bütün bu yazıları artık ezbere 'biliyor Apronius. Başını sal­ lıyor, küfrediyor ve uzaklaşıyor. Bedava bilet bulmak hayalinden çoktan vazgeçti. Birkaç dakika sonra, Pazar yeri mahkemesinin toplandığı Mi­

a

nerva t pı nağ ına g iriyor. Bir aksilik daha ·b ekliyor zabıt kAtibini :

vaktiyle, «Diana ve Antinous'un Hayranlan» derneğine üye olsun diye ikna etmeye çalıştığı, sonradan kendi yerine aynı

dern�e da orada . Adam emirler veriyor yar.

başkan seçilen öteki zabıt kii.tibi, o acemi çaylak bindi

gibi kabarıyor, dosyalan düzeltiyor,

,

gıç gelince de altına sandalyesini o sürüyor. Yargıç o himayekAr

gülümseyiŞini ona yöneltiyor tabii. . Yerine oturuyor Apr on ius ve dakikal arı saymaya başlıyor. Nasıl da titriyor elleri? Eski gün­

lerin süslü yazıları, yüreğini dolduran gurur ve kıvanç nerede kaldı? Öğle olunca, mübaşir otururnun sona erdiğini bildiriyor, Ap­ ronius da hemen papirüslerini toplayıp, birtakım acele işler ba­ hane ederek, ayrılıyor arkadaşların dan. Togasının rece Ô.üzenli, yüzünün ifadesi bir o kadar ciddi.

ya gidiyor;

Kupasının

piır'eri son de­ «Kadeh» taverna­

temizliğine eskisinden çok titizlik gösteri­

yor, yemekleri de eleştiriyor, şeklen beğenmez görünmekle bera� ber, bir şarap

daha içmey;e

lütfen razı oluyor. Epeyce zam andır bu

tahrip edici keyfi çok görmüyor kendine. Zayıf yanaklanna biraz

renk gelen zabıt .ka.tıbi

kalkıyor, eteğ'indeki kırıntıları silk:eleyip

Yeni Hamalnıara yönel iyor.

·

Koridorlar yine eskisi kadar canlı bir kalabalıkla dolu. Aynı gruplar gevezelik ediyorlar, kemeraltında

ay;m hatipler ateşli nu­ .

tuklar söylüyorlar. Bugün özellikle iki batibin etrafına toplan­

miş alıklar. Hatipler yeni seçilmiş 'k.onsüllerin liyakatini tartışı­

yorlar. Biri Marcus Krassus'un cömertliğini övüyor, damla hasta-


lığ1 clan daha yaşlı öteki ise, Pompe'yi gök.l�re çıkarıyor. Ondan sonra da karşı lıklı olarak birbirlerini satılmışlıkla suçlUyorlar.

Biri, İspa nya ordusunu dağıtmayan ve askerlerini Roma'nın du­ varları · di binden ayı·rma.yan Pompe'nin diktatörlük kurmaya ha­ zırlandıtını söylerken, öteki Krass us'u n de .Cumhuriyeti korumak bahanesiyle aynı şeyi y aptığını, niyetinin aynı ol du ğunu ileri sü­

rüyor.

Omuz silkiyor Apron i u s. Hepsinin ne olduğuna çoktan karar verdi. Politika. mı? Küçük insanların iliğini sömünnek, hayatı ya ­ şanmaz hale getirmek için bi rtakı m gizli kuvvetlerin çevirdik­

leri dalaveralar değil mi politika? İçeri girip, dolabının , anahta­ rını çocuktan a lıyor ve büyük bir keyifle bornozunu geçiriyar sır­ �ına. Bu bornoz vakt iy le öyle zarifti ki? Tam Rufus'unkinin ör­ neğiydi, kırmızı yeşi l çizgileri vardı. O zaman, gelecek,

henilZ

bir

noz almak çılgınlığı ne mahrumiyetıere mal olmu ştu

ona? Ge­

şeyler vaadeder gibi görünürdü Apronius'a Fakat, böyle bir bor­

celeri fazla m esai yapmış, yemekleri «Kadeh» te yemekten vaz­ geçmişti. Şimdi bornozun kum.aşı yer yer büzülmüş, tüyleri de dökülmüş. Saçkıran J::ıastalığına tu tul muş gibi diz ve dirsek yer­ leri a yaz kalmış. Aıruı., renkler eskisi kadar frapan. Zabıt kAtibi koridorlardan geçer�en sivrt omuzl a rı nın şeklin i belli eden, kıllı ba caklarını da dizlerine kadar açıkta bırakan bornozu gören her­ kes d önüp acıyarak bakıyor a rkası ndan . Nihayet «Yunuslar>> sa­ lonuna giriyor Apronius. Gladyatör okulunun � üdürü de· yok, tıyatrocu da. Onları göremediği için canı sıkılınıyor zabıt ka.tı­ binin . Rufus açık san ve kırmİzı kareli yeni bir 'born oz diktir­ m iş kendisini, görünce çileden ç ırkı yor, devrim ateşleri yanıyor Apronius'un içinde, neredeyse bu bornoz y üzün den vaktiyle Spar­ tacus'ün açtığı yoldan gitmeye niyetıenecek.

Mermer bir sıraya oturuyor. Yanındakiler tanıdı!! kişller de� oldukları anlaşılıyor. Tesadüfen onlar da, bastırılan köleler başkaldırısının önderi Spartacus'den bahsedi­ yorlar . Spar�acus öleli bir yıldan fazla oldu ama. yanında otu­ ranlardan genci, Kuzey Om.bria'da, kölelerin ayaklandığı bir çift­ likte görmüşler onu diyor. Karşısındaki de başını sallıyor, Luka­ ula'dan geldiğini, orada da aynı söylentilerin dolaşlığını anlatı­ ğil. Yüzlerind en taşralı

yor. Avcılarla çobanlar görmüşler Spartacus'ü, onlarla konuşmuş, sonra birden gözden kaybolmuş. Bu haber Brutium ile Apulia'da da yayılmış, şehirlerde zenginler yine şımarık çocuklannı , �Spar­ tacus seni alır götürür» diye korukutuyorlarnıış. - 307 -


Hayretler içinde kaJıyor zabıt k!itibi, Y�bancılara Spartacus'ün

Silarus savaşında. öldürüldüğünü, cesedinin de ertesı gün yakıldı ­

�ını anlatmaya çalışıyor. Yabancılardan gencı inanmayan göz­

lerle bakı yor Apronius'a;

ondan

sonra

akışlan

b

· o zavallı bomoza takılıyor,

yüzünün hatları gevşeyiveriyor. :

- Ölmüş olduğuna emin misiniz? diye soruyor .

- Cesedi bulunmuş dedim ya! Öyle müthiş bir manzarası

varmış ki? Ağzına toprak dolmuş. Ertesi gün de yaktılar cese.

dini.

- Nereden biliyorsunuz? dfye ısrar ecliyor yabancı . Ciddi ba­

kışlarını zabıt kAtib inin gözlerinden ayırmıyor. «Halbuki başka­

ları, vücudunu bin tatie mızrağın deldiğlni, fakat cesedinin .hiç

bir zaman bulunamadığını söylüyorlar. Resmen gömQlen adam­

lann dirildiklerı Ilk defa görülmüş şey değil ki?»

Başını saliayarak kiılkıyor Apronius; Eve dönmek üzere yola O iki yabancının sözleri hiç çıkinıyor aklından. Os­

düzülüyor.

gues mahallesini karanlık sarmaya başlamış. Evinin merdlvenle­

rini çıkıyor, zayıf vücudunu örten elb i sesini çıkanyor, cıkardık­ larını özenle katlayıp, bir ayağı kırık sehpanın üstüne koyuyor

ve mumu üflüyor.

Sokakta, uygun adım yürü yen adamlarıp ağır aya,k sesleri :

Belediyenin köleleri işten dönüyorlar. İyi traş edilmemiş yüzleri,

zincirli bilekleri görür g ibi oluyor Apronlus. Aralarından biri, sır­

tına bir �:Yvan postu atmış dev cüsseli bir ·adam, elinde bir gl adyatör kılıcı tutuyor.

adamın.

Hem

alaycı, hem

vahşi

b�lan var

Uyumaya çalışıyor Apronlus. Boşuna gayret biliyor ki, uyur.

sa güzel rüyalar değil, kara:basanlar görecek�

S O N

- 308 -



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.