54 - KÖPRÜ ÜZERİNDE YAŞANMAZ

Page 1

Makale ve Analizler - 2019

KÖPRÜ ÜZERİNDE YAŞA NM A Z

Mayıs - 2019 Makale ve Analizleri

1


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

KÖPRÜ ÜZERİNDE YAŞANMAZ

BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -54 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Mayıs - 2019 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2019

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

5

Önsöz Yerine Yıl 2019 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2019

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor. Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2019

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


Makale ve Analizler - 2019

11

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2019

13

Bulgaristan’da AP Seçimleri Ve Türk Partileri Yazan. Rafet ULUTÜRK Konu: Irmaklar akarken taşar, kurur ama yolundan şaşmaz.

Yağmur suyu ile bizde Rodoplarda çamaşır durulanır. Güneş yolunca geldiğinden o suyu kullanan giysilerin gıcır gıcır, parlak olduğunu söylerler. Dağ başlarında bulunan sular akıtılır, kurnalardan içilir, taş yalaklara dolup taşar. Kuyu sularımız ise acıdır. Bu hafta kitap raflarında “Jaz Isız Bir Ada Değildir” başlıklı kitap belirdi. Bulgar Jaz müziği üstadı Milço Leviev, diktatör Todor Jivkov’un “Jaz burjuva müziğidir, susturun şunları” emrettiği yıllarda Birleşik Amerika’ya kaçmıştı. Gidiş yolculuğunda belleğinin bir kenarına sakladığı “Krivo Sadovsko Horo” (Kıvrak Sadovo Horonu) notalarını Washington’da Jon Ebis Orkestrası’na sunmuş ve icra etmelerini rica etmiştir. Adı partisyon olan notalara eksiksiz müziksel can verme uğraşısı tam 1 yıl sürmüş, sonra onlardan çok güzel film müzikleri canlanmış… Leviev kitabında, Trakya müziğinde olan ama başka halkların müziğinde olmayan bir özellikten, “bölüntü araları eşit olmayan ritimlerden” söz ediyor. O, “eşit olmayan ritim aralarına” Amerika’da hayat vermekle, hayatını kazanmış. Halk sanatı, ilk bakışta, ilk kulak verişte, hamdır. İçilmeyen acı sular gibidir. İşledikçe ezilir, serpilip dökülür, gönüller ferahlar. Demek istediğim, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri kapı çalıyor. Şurada bir aydan az zaman kaldı. Üyelerinin çoğu Müslüman Türk olan partilerimiz – Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH, DPS); Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük için Demokratlar (DOST); Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) aday göstermedi; bu defa Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşlar, GERB-1 Türk ile Müslümanlığını öğrenememiş 1-Pomak Türkü; “Volya” İrade Partisi 1-Türk ve Bulgaristan’ın Kurtuluşu İçin Ulusal Cephe (NFSB) 1-Türk-Müslüman Romen gösterdi. Yani Bulgaristan’ın genel toplamında 25 Türk kimlikli kardeşimiz Avrupa parlamentosu Milletvekili adayı gösterildi ki, bu çok büyük bir başarıdır. Daha önce yapılan AP seçim sonuçları şöyleydi: 2007’de Bulgaristan Türkleri AP’da 4 milletvekiliyle temsil edildiler. 2009’daBulgaristan Türkleri AP’da 3 milletvekiliyle temsil edildiler. 2014’te Bulgaristan Türkleri AP’da 4 milletvekiliyle temsil edildiler.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

26 Mayısta yapılacak olan Avrupa Parlamento seçimlerine Bulgaristan Türkleri ilk defa ikinci bir milli siyasi parti – DOST – listesiyle katılıyorlar. DOST partisinin № 16 ve HÖH-DPS partisinin de № 20 sıra numarasıyla katıldıkları seçimde toplam 318 AP milletvekili adayı yarışacak. Bulgaristan’da katılan parti sayısı 13, koalisyon sayısı-8 ve bağımsız aday sayısı da-6’dır. Bulgaristan’da seçim barajı %5.8 olup, toplam 17 milletvekili seçilecek ve Brüksel’de Bulgaristan halkını, gerçeklerimizi, planlarımızı, önceliklerini ve milli menfaatlerimizi temsil edeceklerdir. Son 12 yılda Bulgaristan’ı 51 vekil temsil etti: Son 12 yılda Avrupa Parlamentosuna gönderdiğimiz toplam 51 milletvekili, aralarından 11’i HÖH, DPS üyesiydi, ülkemizi, sorunlarımızı, beklentilerimizi ve umutlarımızı eski kıta yasama kurulunda gerektiği gibi anlatamadılar. Örneğin nüfusumuzun % 25’ini oluşturan Bulgaristan Müslümanlarını AP da tanıtıl(a)madı, AP’de konuşulan 27 dilde bir el kitabımız bile basılmadı. Şiir ve öykülerimizden, örf ve adetlerimizi anlatan eserler bir sergide bile yer almadı. Bulgaristanlı Türklerin yaşadığı köyleri süsleyen albümler de ilgi uyandırabilirdi. Ancak bir Balkan ülkesinden, isim değişikliyle, Güney Doğu Avrupa ülkesi olduk. Avrupa ana kentleri ve büyük devletleriyle değil, kuzey komşumuz Romanya ile yarışa girdik, boy ölçtük, sonunda her alanda olmak üzere Romanya tarafından da geri kaldık. Şimdi AB üyeleri arasında en geri kalmış, en yoksul, en cahil, yolsuzlukta eşi olmayan, adalet sistemi frene basmış bir ülke olarak yerimizde sayıyoruz. Tabi ki, son 12 yılda hiçbir şey olmadı demiyorum. Örneğin memleket boşaldı. Nüfusun yarısını dış ülkelere gönderdik, İş Allah gidenlerin hepsini zengin ve daha kültürlü dönmelerini bekliyoruz… En büyük özelliğimiz Avrupa Birliğinden (AB) 160 milyon Euro ile Türkiye ile devlet sınırımıza 3 metre yüksek dikenli tel örgü çekip gece-gündüz gören kamaralar monte edip sığınmacı ve kaçak göçmen selini durdurmaya çalışıyoruz. Şükür gelen yok. Şimdi bir çelişki içine düştük. Yunanistan’la sınırımız açık. Afrikalı göçmen seli bize yönelirse durdurabilmemiz için boydan boya tel duvar çekmemiz gerekecek mi? Brüksel’den para kopartmak için bunu anlatmak çok zor, çünkü verdiğimiz son dilekçeyle “Shengen Bölgesi”ne yani sınır kontrolü olmayan AB devletleri kulübüne katıl-


Makale ve Analizler - 2019

15

mak istediğimizi bildirdik. Bizi anlamadılar. “Shengen” sınırlarının tamamen sökülüp kaldırılarak atılmasını isteseydik, daha isabetli olacaktı. Çünkü bir AB üyesi olarak kendimizi “Shengen Bölgesi” içinde bulacaktık. Ayrıca milli para birimimiz olan Bulgar Levası’nın da kaldırılmasını ve yerine “Euro” kullanmak istediğimizi duyurduk. Onlardan ise şu cevap geldi: 2018’de Avrupa Konsey (AK) toplantıları Sofya’da Milli Kültür Sarayı’nda yapılırken “nüfusunuzun % 80’inin Latin harflerini tanımadığını saptadık, problem çıkmasın?” Hemen yazılı cevap gönderdik: “Gerekirse karne sistemine geçeriz!” Ne var ki, bizim Avrupa Parlamentosunda yaşadığımız sorunlar bam başka. Gönderdiğimiz milletvekilleri 12 senede AP Başkanlığına bir defa çıkıp, “Dış ülkelerde 3 milyon vatandaşımız var, bunların daha fazları AB ülkelerinde, 1 milyon vatandaşımız da Türkiye Cumhuriyetinde kalıyor, dış ülkelerde seçim örgütlemek çok zor, hepsine mecburi posta ile oy kullanma hakkı tanınsın!” d(iy)emediler. Çok önemli bir sorun da, AB üyesi olan ve tarihte devlet kurmuş, anadili, milli dili, dini, üretim, yaşam ve manevi gelenekleri olan, yerleşik yaşam tarzı sürdüren, kendi toprağında yaşayan, çalışıp geçinen, son asırda kendi kültürüyle, kendi halk kültürü, sanatı, edebiyatı ile yaşayan milli azınlıkların ÖZEL KÜLTÜREL UNİTE oluşturma hakkına, AB garantörlüğünde GÜVEN KREDİSİ isteyemediler. Bununla birlikte AB üyesi ülkelerin tüm azınlıklarından birer KOMİSER’in katılacağı bir AB KOMİSERLER KONSEYİ kurulmasını da öner(e)mediler. Bu bakıma BULGARİSTAN ROMANLARI MİLLİ KOMİSERLİĞİ kurulduğunu da bildirip, AB aylık bültenine yazdır(a)madılar. Milli azınlıklar konusunda önerilerde bulunulurken – devlet geleneğinden gelen, devlet kurmuş, devlet yönetmiş azınlıklar ve nüfusu azalan ve nüfusu çoğalan azınlıklar gibi ayrımlar yapıp bu konularda ayrıntılı bilgilenmek isteyen AB Komiserliğine önemli bilgiyi de sunmamışlardır. HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı ile DOST partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan ayrı ayrı verdikleri demeçlerde, AP milletvekilleri listesini hazırlarken gençlere, yabancı dil bilgisi olanlara ve yüksek öğrenimli ve yetenekli seçkinlere öncelik tanıdıklarını açıkladılar. Gençlere öncelik verilmesi çok güzel de, Brüksel uluslararası meclisinin hangi gruplarında çalışacak kadrolara ihtiyaç duyulduğunu bilmiyoruz. Çünkü HÖH kendisini ALDE üyesi sol liberal parti olarak tanıtırken, DOST da sağ liberal bir parti olduğunu gizlemiyor. Demek oluyor ki, bu iki parti aslında öz olarak


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

birbirinin kopyası gibi. Yukarıda yazdığım gibi, “Irmaklar akarken taşar, kurur ama yolundan şaşmaz.” Bunun somut anlamı HÖH ile DOST milletvekillerinin ALDE sofrasında buluşmasının kaçınılmaz oluşudur. Buradaki (mecaz) ırmaktır. Bulgaristan Müslüman Türklerinin insan hakları, azınlık hakları, ana dilde eğitim ve öğretim hakkı, eşitlik, eşit fırsat, hür olma, din özgürlüğü, Türk Kimliği, Türkiye ve diğer komşularla dostluk ve işbirliği vs temel erdemlerimiz uğruna verdiğimiz kökünde sapında ve yaprağında, tozunda ve suyunda ortak, bir asır süren mücadelemizden kaynaklanmıştır. Biz yetiştirdiğimiz iri ve küçük baş hayvanları Türkiye’ye mi Araplara mı satalım konusunda birbirimize düşemeyiz. “Moskova”nın 5. Kol Ordusu gibi saçmalıklarla anlatılan HÖH partisi F-16 amerikan askeri uçaklarının satın alınmasına oy verdikten sonra, Avrupa-Atlantizmi konusunda kuşkular kalkmış olmalıdır. Amerika askeri üstlerine Atom Bombası üslendirilmesine ve 100 kilometre arayla askeri poligon ve tesis kurulmasına hepimiz itiraz ediyoruz. Ahmet Doğan’ın AP milletvekili adaylarıyla görüşmeye katılmamasına gelince – iyi oldu da gelmedi. O artık ruhen yıpranmış olduğundan ve “dede” olmanın anlamını henüz tam olarak kavrayamamış olduğundan, bazı zayıf yanlarını iyi bilenler “ne olur gitme” demiş olabilirler, çünkü göze kestirdiği kızla evlenmenin de bir sınırı var. Geçen hafta Şumnu “Tombul Camii” dolayında Türkiyeli bir Hoca’yı anma törenleri yapıldı. Adam bize 70’inde gelmiş, 18’inde bir öğrencisiyle evlenmiş, 3 çocuk yapmış, anlat da anlat… bu işin ahlak tarafı yok mu! Yoksa yanlış mı düşünüyoruz? Valla bilemedim… Doğan’ın “Denize Bakan” şatoda tutulmasına gelince. Bu, Rusların Osmanlı’dan çaldığı bir usuldür. Osmanlı da, Namık Kemal’den Mithat Paşa’ya kadar çok kıymetlilerini ya kıyıda ya adada tutmadı mı? Ruslar hala bizi bir “istila” bölgesi gördüklerinden, bazı hususlarda 21.Yüzyıl aklına sığmayan işler yapabiliyorlar… Şu da asla unutulmamalı: HÖH ve DOST’un ikisinin de Programlarında liberal ve demokratik değerlere bağlı bir merkez parti olduğu ifade edilmektedir. Biz kendi özümüzden gelmeyen ideolojik fikirler ve çarpık dünya görüşleri için ailelerimizi, mahallelerimizi, gettolarımızı, köylerimizi parçala-yamayız. Dilimizde büyük harfle yazılacak bir söz varsa, o da BİRLİKTİR.


Makale ve Analizler - 2019

17

HÖH 2017 seçiminde oylarının üçte birini Romen seçmenden aldığını asla unutmasın lütfen… HÖH, DPS partisi bazen kaşınacak bir yer ararken, Bulgarlar’dan “yurtseverlik” öğrenmeye yeltenmesi anlamsız bir saçmalıktır. Bu toprakları VATAN olarak Bulgarlardan fazla seven bir millet varsa, o da biziz. Bu topraklar yani VATAN adına savaşlara katılmış, şehitler vermişiz. Vatanımızı Avrupa, Dünya ve Olimpiyat şampiyonluklarıyla şereflendirmiş-iz. Başımıza gelenler, çekilerimiz bir yana, Vatanımızın ak yüzünü asla kara etmemişiz. Vatanı olan bir halk olmak şerefi bize aittir… Bulgar meclisinde ve AP meclisinde ve komisyonlarında kafa karıştırmaya gerek yok. Biz Bulgaristan Müslüman – Türkler KALİTELİ VE DİSİPLİNLİ BİR AZINLIĞIZ. Temel hak ve özgürlüklerimiz tanınsın, Bulgaristan ve Bulgar halkı da bizimle birlikte rahat bir nefes alsın. Çok dil bilmek ZEKİ olmak veya DERİN DÜŞÜNCELİ olmak anlamına gelmez. Yabancı dil bilmek iyidir… Liderimiz zeki ve derin düşünceli, öngörülü olanlarımızdan çıkacaktır. Şu konuda ayrıntılı bilgi sunmak istiyorum. Atasözümüzdür: “……. …. gerdeğe girilmez!” Bu, akıl için, zeka için, öngörü için de geçerlidir. Vasıf dediğimiz (nitelik) bir insanda ya vardır ya da yoktur. HÖH ve DOST (kısmetse) milletvekillerinden AP’na giderken istenen nedir: Ana dilini, vatan dilini, töresini, tarihimizi, halk bilgeliğini, kültürünü ve derin erdemlerini bilmektir. Yukarıda yağmur, kaynak ve kuyu suyu örneğini bu nedenle verdim. Bu üçlü bir ayrımdır ama her zaman istenince kaliteli yeni bir BİR edebilir. Şöyle düşünelim: Diyelim ki seçildiniz. Dileğimizdir. İlk uçakla Brüksele indiniz ve protokol şefi sizi tanımak istedi. Ofisine buyur etti. Gittiniz. Oturdunuz, filtre kahvesi geldi. Süttü, şekerdi, “beyendiniz mi?” derken, size şöyle bir soru yöneltti: “Cumhurbaşkanınız R. Radev memleketiniz için ‘bataklık’ dedi. Bunu nasıl anlamalıyız?” Zor bir soru tabii: ‘Altı sakal, üstü bıyık….!” Söz konusu olan “bataklık.” Siz Avrupa Parlamentosunun bir arıtma tesisi olmadığını bildiğiniz için, arıtma tesislerinden önce su nasıl temizleniyormuş diye düşününce, aklınıza toprak ve hava gelir. Ve cevabınız şu olabilir: “bataklık suyunu toprak emerse su arınır, hava sıcak olunca da buharlaşır ve yine arınır…” Böylece yağmur, kuyu ve kaynak suyundan kaliteli su elde edilebileceğine işaret etmiş olursunuz.


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH ve DOST da aynı kıstas ve değerler üzerinden analiz edildiğinde ve işe yaramayan sap çöp temizlendiğinde durulur ve kıvama gelmiş olur. İnanmanızı istiyorum, “bölüntü araları eşit olmayan ritimlerden” jaz harikaları yaratmak hepimizi bekleyen yeni büyük ödevdir. Kıvrak Sadovo Horonu temel yapan besteci M. Veliev’e Han Asparuh’un Tuna boylarına kaç ritim ve kaç şarkıyla geldiğini sormak isterim. Bizim atalarımız bu topraklara 300 ritim ve 100 makamla gelmişler ve bu melodiler 600 yıl hiç kimseyi rahatsız etmemiştir. Kurtların kudurduğu son yüzyıl hariç tabii. Gerçek ve gelecek öze dönmektir. Birlik ve Beraberlik ölümden başka her şeyi çözer. Hepinizin seçilmesi ve ruhunu satmadan halkıma yararlı olmanız en kalbi temennimizdir.,Okuduğunuz için sağ olun! Okuyanlar okumayanlara iletsinler. Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Saygılarımızla,


Makale ve Analizler - 2019

19

Zincirlerinden Başka Kaybedecek Şeyleri Yok

Tarih: 1 Mayıs 2019 Yazan. Neriman Kalyoncuoğlu Yazı: İşçilerin Uluslararası Dayanışma Günü 1 Mayıs. Tarihteki adları PROLETARYADIR. Onlar, çocuklarından başka geleceğe bırakacak hiçbir şeyi olmayanlardır. Bir de hayatı üretenler. Yöneticilerin resmi çetesine alınmayanlar. Ve asla teslim olmayanlardır. 1 Mayıs birçok konuyu yeniden ölçüp biçmemize neden oldu. “www. bghaber.org” ve BGSAM yayınlarında son günlerde işlenen konu 26 Mayıs 2019 Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleriydi. 1 Mayıs İşçi Bayramı sanki birden bire geldi. Bulgaristan Müslümanlarının siyasi temsilcisi olan, Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) ve Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük İçin Demokratlar (DOST) partileri 1 Mayıs havasına giremedi. Bayram mesajı bile yayınlamadılar. Liderlerine göre, parti isimlerine takılan haklar, özgürlükler, sorumluluk, hoşgörü ve demokrasi değerleri, özellikle Bulgaristan gibi, tarihin motoruna bir türlü vites uyduramayan ülkelerde tüm emekçilerin, köylü kardeşlerimizin, memurların ve aydınların sokak ve meydanlara toplanıp, bayraklardan en güzellerinin dalgalandığı alaylarda nümayiş etmelerine vesile olmalıydı. Ne yazık ki, bu sabah sokaklar, suyu çekilen yaz dereleri gibi boş, meydanlara güvercinler bile konmadı. Yine bu sabah, 1914-2019 yılları arasında Avrupa Parlamentosu’nda görevli olan temsilcilerimiz Brüksel’den ayrılmazdan önce, “İşeyen Çocuk” anıtını ziyaret ettiler. çıplak anıta Bulgar milli giysisi giydirdiler. Sanzasyon arayan TV bültenlerinde birinci haber oldular.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Oysa 1 Mayıstı Yüce emek ordusu günü Karanlığa kafa tutanların günü 1886’dan beri devam eden kavgada Hep genç kalanların günü…

Barış, demokrasi ve güvenli bir gelecek için mücadele gününde meydanların boş kalması, çok üzücü ve çok düşündürücü… Hele “barış” ve “huzur”, hele “hoşgörü” ve “kardeşlik” biz Bulgaristan’da yaşayan azınlıklar için olağanüstü önemli. Fabrikalılarımız yakılıp yıkılıp satılınca sanki emekle sermaye arasındaki antogonizm öldü, yerine Bulgar milliyetçi düşmanlığı ile azınlıkların hayat kavgası arasında ateş parladı. Barış içinde, hoşgörü ortamında, yanyana, komşu komşu, yardımlaşarak, dayanışarak, birlikte mücadele ederek yaşamak varken! 2018’de de memleketimizde insan hakları, azınlık hakları alabildiğine çiğnendi. Faşizm yıllarında (1934-1944), totaliter komünizm döneminde (1973-1989) alınteri dökerken zulüm gördük. Göçe zorlandık! Vatanımızdan kovulduk! Daha önce azınlık nüfusun yaşadığı evlerin, mahallelerin yakıldığını görmemiştik… Şaşılacak iş, feci, çok acı, trajik olaylar karşısında, adlarında ve amblemlerinde hoşgörü, demokrasi ve sorumluluk olan partinin liderleri bir kınama mesajı yayınlamadılar. Tarihin yaralarını hayat pansuman eder aldatmacasıyla seyirci kaldılar. Hak ve Özgürlük diye diye ağızı eğirilenlerin partisi aleve ve ateşe sustu. Karda yürüyen çocuklara pabuç uzatmadı. Açlara aş göndermedi. Yaşamak, hayatı üretenlerin hakkıdır. Özgürlük onların nefes ettiği havadır. İnsanlar evde yaşar! Ev sahibi olmak vatandaşın en temel hakkıdır diyemediler. Yaşasın 1 Mayıs! Selâm yaratana! Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm! Bütün yemişler dallarınızdadır.


Makale ve Analizler - 2019

21

Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir, haklı günler, büyük günler, gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri. Meydanlarda hasretimizi haykıranlara, toprağa, kitaba, işe hasretimizi, hasretimizi, esir bayrağımıza. Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm! Paranın padişahlığını, karanlığını yobazın ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm! Selâm yaratana! Şahsi görüşüme göre, işaret ettiğim siyasi liderlerin kafasında sanki küflenmiş çivi var. Biz bugün işçi ve emekçi bayramını kutlarken, işçi sınıfını dayanışmaya davet ederken, Bulgaristan koşullarında eşitlik ilkesine göre azınlık haklarımızın, azınlık çocuklarını anadilde eğitim hakının yasallaştırmak, emekçilerin ve emeklilelerin bedava sağlık haklarını korurken, emeklilerimizin hak ettikleri emekli maaşlını almasını, işçilerimize Avrupa Birliği ortalaması ücret ödenmesi, gurbetçi işçilerimizin, hatta mevsim gurbetçilerimizin zorunlu sosyal, emeklilik ve sağlık sigortası olması anlamındadır. Ve bizi yönetenlerle kökten ayrılmışız öz kavgamızda: hiçbir şey istemedim şu dünyadan kendim için ne köşk ne araba ne para tükürmüşsem içine senin tapındığın o sıfatların satıyorsam emeğimi yok pahasına ben işçi çocuğuyum evladım benim davam başka dava…


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Bulgaristanlı Türkler 2019 yılında Chikago emekçilerinin 150 yıl önce yükselttikleri istekleri anımsatmakla yetinemeyiz. Bizim de 1989 Mayısımız var. Dünya emekçileri tarihinde kanla yazılmış sayfalarımız var. İnsan hakları savaşımızda şehitlerimiz var. 72 binimizin şahlandığında dalgalanan bayraklarımız, devam eden davamız var… Bugünkü 1 Mayıs dayanışmasının özünde gurbet acısı, işsizlikle müvadele, dünyanın en güzel dilinde okuma yazma özlemi, ezilen ve kayırılan değil, hakları eşit bir vatandaş olmak istiyoruz, eşit emeğe eşit ücret, kadın ve erkek emeğine eşit ücret, çocuk emeğinin yasaklanması var. Arkalarında devlet olan partiler, azınlık işçi ve işsizlerin, özürlü işçilerin ve yetim işçi çocuklarının haklarını görünüz. Boyun eğmiş, razı olmuş Gömülmüşüz çamuruna alın terinin Mayasına hamuruna kara ekmeğin – bizi görünüz. Çalıntı emekle kurulan ve sefa sürdüğünüz, Denizde dalgaları sayarken, dağ evlerinde rüzgarın değişmesini beklerken, “Karşılarına eşek bağlasam, ona oy verirler” demişsiniz Siz bizi hiç tanımamışınız, tanımamışınız… Bulgaristan’da 1 Mayıs ilk kez 1890’da kutlandı. Sofya’da işçi gösterileri yapıldı. Nümayişlere Sosyal Demokrat Parti damga vurdu. 1918 yılında 1 Mayıs savaşa aleyhinde, barış ve güvenlik sloganlarıyla yürümüştü. 1939’da faşizm dal budak salıyordu, Çar Boris dayanamadı. 1 Mayıs işçi dayanışma ve ekmek kavgası gününe yasal izin getirdi. 1944’ten sonra 1 Mayıs bir tatil günü ilan edilirken, devlet tarafından resmi bayram olarak örgütlenip gelenekleştirildi. 1991 Anayasasıyla 1 Mayıs tatil günü olarak kaldı. Devlet bayram kutlamalrından ellerini çekti. 2019’da Sofya’da 30 bin kişi yürüdü. Avrupa Birliği’nde 2. Vites, düşük standart, uç beylik kalmak istemediğimiz dile geldi. Bugün biz batı AVM, Billa, Kaufland, Mall, Fantastiko ve birçok başka sıra dışı, kalitesiz


Makale ve Analizler - 2019

23

mal satan merkezlerin, Amrikan askeri üslerinin, Wivacom ve Globul şirketlerinin, akıllı telefonların istilasındayız. Yudumumuz sayılıyor, her sözümüz dinlenip kaydediliyor, kendi suyumuzu parayla içen, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan Avrupalıyız. Dünya insanıyız. Özgürlükler içinde köle durumuna düşürüldüğünün farkında olmayanlarız. Biz yeni prolelerleriz, geleceği devredecekleri soylarını ve kimliklerini kaybenden zavallılarız. Memleket kokumuzu nefes edelim. Toplam –içte ve dışta – 3. 200. 000 emekçiyiz. Memleketimizde döktüğümüz alın teri ile ailelerimizi geçindiremediğimiz için yarımız gurbetçiyiz. Hayatı, dış ülkelerden gönderdiğimiz 1.5. milyar Avro ile yaşatabiliyoruz. 700 binimiz değişik hafif sanayi kollarında, 390 binimiz ticaret sektöründe, 176 binimiz sağlık sektöründe, 122 binimiz inşaatlarda, 117 binimiz ders odalarında, 111 binimiz bakanlık ve devlet ofislerinde, yönetim ve kontrol işlerinde görev alıyor. Bu sistem içinde azınlıklarımızın payı yoktan az. Bulgaristan’da azınlıklarla ilgilii istatistik yok. Bizim istatistiğimiz gizli. Bizde işsizliğin de açık ve gizlisi var. işsizliğin % kaç olduğu önemli değil, önemli olsn gençlerin işsiz olmamasıdır. Ticaret, sağlık ve eğitim sektörlerinde azınlıklardan çalışanlar olduğunu söyleyebiliriz, fakat devlet yönetiminde, polis, istihbarat, ordu, trafik polisi, güvenlik, bakanlar kurulu, bakanlıklar, ırk ayrımıyla mücade kurumu, denetim ve kontrol kurumları, komite ve komisyonlar vs biz Türklere koklatılmıyor. NATO’ya girdik ama bizden asker, subay, astsubay, yüzbaşı, binbaşı ve general ve amıral yok. Profesör var kürsü başı, dekan ve rektör yok. Doktor var baş hekim yok, öğretmen var Okul müdürü yok. Satrançta, güreçte, halterde ve daha birçok yarışma dallarında milli, Avrupa, Dünya ve Olimpiyat şampiyonlarımız var, ama antrönörümüz yok. Anadilimiz Türkçe, ama Türkçe öğretmenimiz, Türk okulu müdürümüz yok…. Bugün Bulgaristan’da 10 kişiden biri işsiz. İşsizlik yardımı alanların oranı yalnız % 28 ama aralarında Türk yok. Çalışanların % 28’i ağır fiziksel işte, en kalabalık grup Türkler, % 20’si ancak kol emeği kullanılan işte çalışıyor, onlar da zınlıklardan, emekçilerin % 60’ı işlerinden şikayet etmezken, % 20’si de iş koşullarından ve maaşlarından memnun, onlar ise Bulgar. Bizde ırk ayırımına ve ayrımcılığa karşı milli komisyon var, üyeleri Cumhurbaşkanı ve meclis tarafından atanıyor. Bu komisyon “ırk ayrımı” kütlesini kaldırmak bir yana yerinden kımıldatamıyor…


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkler kitle halinde kovulmazdan ve elinden iş gelenler ülkeyi terk etmezden önce (1988’de) Bulgaristan dünya sıralaması ekonomik gelişmişlik listesinde 36. Yerdeyken azınlıklardan eli ve aklı iş görenler gidince 88. Yere geriledi. Son 12 yılda çalışan işletmelerden % 50’sinin üretimi kalitesiz olduğundan dış pazara sürülemiyor. Ve biz umudu hep şiirlerde ararız: İşte şafak vakti, Mayıs ayındayız. İşte aydınlık: akıllı, cesur, taze, diri, insafsız. İşte bulut: Kaymak gibi lüle lüle. Hava döndü, işçiden, işçiden esiyor yel. Hak ve özgürlük yeli, kıracak zincirleri! Bayramınız kutlu olsun. Okuduğunuz için teşekkkürler. Paylaşırsanız memnun olurum.


Makale ve Analizler - 2019

25

“Kraliçe Rayna”

Tarih: 1 Mayıs 2019 Yazan: Renginar GÜLER Konu: Bazı olayları mutlaka daha derin açmak gerek. Bulgaristanı ziyaret etmiş olanlardan, Orta Balkan göbeğindeki Panagürişte (Otluköy) belediyesini ziyaret etmişlerse, anlatacaklarımı kolayca anlayacaklardır. Pazarcık (Tatar Pacarcık) iline bağlı olan bu nüfusu az dağ şehrinde 1 Mayıs 2019 günü 1876 Nisan Ayaklanması anma törenleri düzenleniyor. Şehrin 19. Asırdan ayakta kalmış porta kapılı ve yüksek duvarlı evlerinin hepsinin girişinde 10 gün fark atan eski tarihe göre “şu tarihte komita toplantısının yapıldığı ev” ya da “şu komitanın doğduğu, yaşadığı veya konakladığı ev” yazan levhalar var. Bu evlerden biri, ismi ayaklanma bayrağı ile ilişkili, o zaman şehrin buğday ambarı olan, Papaz Georgi’nin evidir. Arnavut kaldırımı bozulmamış, atkestaneleri kesilmemiş, çeşmelerin kurnaları korunmuş, salkımlar sokaklara sarkmış, gülleri, ıhlamur ve akasyaları henüz tomurcuk, yeşilliklere bürünmüş bir şehir. 1 Mayıs günü ayaklanma olayları, bir tiyatro sahnesi gibi Koca Balkan şehirlerinden Koprivştitsa ve Klisura’da da canlandırıldı. Törenlere Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Meclis Başkanı Bayan Tsveta Karayançeva katıldılar. Ayaklanmanın ilk tüfeği Todor Kableşkov tarafından Koprivştitsa’da patlarken bir osmanlı zaptiyesi öldürülmüştür. Ardından şehrinde yaşayan Müslüman Çingenelerin evleri ateşe verilmiştir. Ayaklanmanın patlak vermesi ve özellikle de Hıristiyan evleri ve bazı köylerin yakılması için Sofya’daki İngiliz Konsolosluğu para vermiş, vaatlerde bulunmuş ve havarileri isyana kışkırtmıştır. Hedeflerinde dönemin Osmanlı Padişahı Abdülaziz’i tahtan indirmek ve Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp büyük devletler arasında paylaşmak vardı. İlk ayaklanan Klisura ve Koprivçitsa şehirleri Filibe (Plovdiv) ilinde bulunur. Bölgenin asayiş merkezi Karlovo (Karlova) şehridir. Olaylardan haber alan Komutan Tosun Bey, kargaşalığı bastırmak amacıyla Korlova’dan Sofya yönüne 2 000 (iki bin) süvari ile yola çıkar. Klisura kasabasına vardığında mukavemet gösterenlerle hesaplaştıktan sonra Osmanlı Konağı dı-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şında evleri, ahır ve salmanlıkları yakar, köprüleri havaya uçurur. Klisura’dan haber alan haydutlar Koprivştitsayı boşaltır. Panagürişte’yi de basan Tosun bey birçok komitacıyla birlikte bayrağa sarılmış bir genç kadını esir alır ve Karlovo’daki, bugün hala hizmette olan ve belediyenin konuk evi olarak kullandığı, konağına götürür. Dört bir yanında bol tarih olan Panagürişte şehinde “Trak Altını” definesi korunan müze bir yol kavşağında bulunur. Ziyaret etmek isteyenler, çiçeklerle bezenmiş küçükçe bir meydanda “Kraliçe Rayna” heykeline rastlar. “Ya Özgürlük, Ya Ölüm” yazan ve yeşil atlas üzerine gümüş sırmayla işlenmiş, ortasında arka ayaklarına dikilmiş taçlı bir arslan olan ayaklanma bayrağına, Tusun bey tarafından tutuklandığı an olduğu gibi, bugün de anıtta sarılmıştır. Gerçek adı Rayna Popgeorgieva Futekova-Dipçeva olsa da halk arasında “Kraliçe Rayna” olarak bilinir. İsmi ve davası tarih kitaplarında yer alır. Dikiş ve ebelik okumuş bir papaz kızıdır. Karlovo’da altın sırmalı Levski bayrağını örnek alarak, gümüş sırmalı nakışladığı Nisan Ayaklanması bayrağı 22 Nisan 1876’da kutsandıktan sonra, “Kraliçe Rayna” bir elinde tabanca, bir elinde bayrak, beyaz at üzerinde Panagürişte sokaklarını dolaşarak halkı ayaklanmaya davet etmiştir. Bulgaristan’ın Osmanlıdan ayrılma hevesini Avrupa’ya duyurmayı sağlayan bu ayaklanmada bayraktar Rayna’dan başka, Gergi Benkovski, Panoyut Volov ve Zahari Stoyanov ön sırada adı geçen komitacılardır. Rakovski, Levski ve Botev gibi, bu komitacılar da bağımsız Bulgaristan davasında Rusya imparatorluğuna el açmamışlardır. “Bu ayaklanma olmasaydı, Bulgaristan olacak mıydı?” o zamanlar olduğu gibi, bugünde en fazla tartışılan konulardan biridir. Sofya’nın tam merkez sokaklardan biri İvan Aksakov adını taşır. Aksakov, bu dünyadan ayrılırken tarihe şu mesajı bırakmıştır: “Bulgarların her zaferi, Rusya için ölümdür. Balkan devletlerinin hiçbir şeyi olmamalıdır. Onlar ya Rusya mülkünde olmalı ya da daha açık bir ifadeyle, Balkan devletleri Rusya tarafından çiğnenmeden yutulmalıdır.” Bu ayaklanmayı yöneten öncüler, Batı tarafından kışkırtılmış olmalarına rağmen, Rusya’dan yardım istememişlerdir. Onlar imparatorlukların hiçbir kimseyi kurtarmadığını, ancak egemenliği altına topladığını iyi biliyorlardı. O yıllarda Rusya imperatorluk politikası ise, Bulgar Milli Kurtuluş Hareketini kendi kontrolü altına çekmeye çalışıyordu. Nisan Ayaklanmasını yaşayan ve tarihini yazan komitacı Zahari Stoyanov’tur. O eserlerinde, “Rus kırbaçının daha fazla acıttığını bildiğimizden dolayı, bizi kurtarmaya Rusya’yı asla davet etmedik.” cümlesinin her ders odasına yazılmasını istemiştir.


Makale ve Analizler - 2019

27

Bu sebeple olacak ki, meclis başkanı Karayanceva, şimdiki törende yaptığı konuşmada, “Bulgarlar’a özgürlük hediye edilmedi” dedi. Fakat Karayançeva’nin konuşmasında “biz bir millet olarak özgürlük, egemenlik ve bağımsız bir devlet” için olgunlaşmıştık, dedi ki, buna katılmıyoruz. Buna katılabilmemiz için, Sayın Meclis Başkanı’nin 1877/78 Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arasındaki savaşta Bulgar milliyetinin tamamen budandığını, yukarıda adı geçen aydınların ve komitacıların hepsinin Osmanı kurşunuyla değil, hain elinden yok edildiğini, hainlerinde öncelikle Rusofil kişiler olduğunu itiraf etmek gerekir. Ayrıca savaş ve osmanlı gerçekliğinin ters yüz gösterildiğini kabul etmesi gerekir. Nisan Ayaklanması ardından yayınlanan yalan yanlış bilgilerin, kötülemenin, yerli namuslu Türklere ve Müslüman ailelere saldırıların yerine gerçeklerin anlatılması gerekir. Toplumsal katmanların, esnafın Ayaklanmaya katılmadığı açıklanmalıdır. Bu da çok önemli bir konudur. Bulgar halkı bugüne bugün adil ve güvenilir bir devlet kuramıyorsa, çok kültürlü ve çok dinli ve dilli bir devlet kuramamasının nedeni de, bu toplumsal hamlıkta aranmalıdır. Devamlı rejim değiştiriyorsa, ama toplum durulamıyorsa, 140 yıldan beri baskı ve terör eksik olmuyorsa, birçok başbakan ve bakan eli, kolu, kafası kesilerek, yargısız insaz edilerek veya evinin önünde kurşunlanıyorsa, ortada çok ciddi bir sorun var demektir. Olay, en başta Bulgar soyunun bir millet (ulus) olgunluğuna yükselememiş, tarihsel kırılımlarını, travmalarını pansuman edip sızılarını saramamış olmasından gizlidir. Bulgaristanda birçok millet ve kültür, dil, din, töre ve gelenek yan yana yaşamak zorundayken, bunu yapamaması, acı bir gerçektir. “Kraliçe Rayna” ile ilgili gerçekleri de aynı aynada görebiliyoruz. Bayraktar Rayna tutuklandıktan sonra Karlovo’ya götürülmüş, Filibe Mahkemesine kadar Torun Bey’in konağında kalmış, kendisine bey konağında ayrı bir oda verilmiş, ailenin sofrasına alınmıştır. Fakat o zaman yerli ve batı basını “Kraliçe Rayna”yı Osmanlı’yı zalim gösterme propagandasına alet etmiş, şiddetten, ırza geçmeden, kakalama, dövme ve zülümden söz etmiştir. Filibe mahkemesine çıkarılan Rayna kız, sorulara gerçekçi cevap vermiş, yalanları çürütmek için hekimlerden bakirelik raporu istenmiş, misafir edildiği, kılına bile dokunulmadığı kanırlndıktan sonra, serbest bırakılmıştır. İstanbula gitmiş, Balat’taki Fener Patrikliği tarafından kabul edilmiş, tıp öğrenimine devam etmek için Moskova’ya gönderilmiş, Plevne savaşından sonra Rusya’da yüksek öğrenim görmüş birinci Bulgar Bayan olarak geri dönmüş, Panagürişte Belediye Başkanıyla evlilik yapmış, 5 oğlan annesi olmuş ve hayatı Sofya’da sona ermiştir.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nisan Ayaklanması önderi Benkovski’ye gelince, iddialara göre,ayaklanmadan sonra yayılan uydurma haberlerde, 12 Mayısta Kostina köyü köprüsü başında Rüzgar Hacı Ahmet Aga kurşununda ölmüş, başı Botevgrad’a (Orhaniye) gönderilmiş ve ardından da Sofya’ya teslim edilmiştir. 2018’de ortaya çıkan yeni kanıtlar, G. Benkovski’nin Romanya’ya kaçarken Yantra Irmağı sularında doğulduğunu doğrulamıştır. Bunlar ve daha birçok gelişmeler, Nisan ayaklanmasının tamamen yanlış anlatıldığını, uydurma belgelerle dikildiğini ve gerçekler çarpıtılırken Bulgar toplumuna Türklere karşı düşmanlık, kin ve öfke tohumları ekildiğini, toplumun bölündüğünü doğrulamıştır. Bunlar XX. Yüzyılda çök kötü sonuçlar vermiş ve bugünkü çarpık durumu ve İslam ve Türk düşmanlığını kışkırtarak etkilemeye devam ediyor. “Belene” ölüm adası kahramanlarından biri olan Türk Dünyası İnsan Hakları Savunucusu Embiya Çavuş, “Bulgaristan’da Türk Olmak” başlıklı kitabının arka kapağında şunları yazıyor: “Atalarımızın toprağını bekleyebilmek isterdim. Ama Bulgar yöneticileri halkımın insan haklarını vermedi. İnsan haklarına, adalete ve azınlık haklarımıza saygılı olmadı. Ölümler ölümlere, sürgünler sürgünleri kovaladı. Kültür varlıklarımız tahrip edildi, vakıflarımız gasp edildi, camilerimiz yıkıldı. Teccavüzler, ölümler hayatımızdan hiç eksik olmadı. Bizim de yaşama hakkımız olduğu Bulgar yöneticilerinin umurunda değildi. Düşmanlığı ve ayrımcılığı yaşadım. Türk insanlarına yapılan baskıların bir cevabı olacağı, nasıl bir tepki doğuracağı Bulgar yöneticilerini ilgilendirmiyordu. Böyle düşünenler için yasaları, içi Türk düşmanlığı ile dolu halkları, her zaman rahatlıkla dolu sebepleri vardı. Türk olduğumuz için onlar bize düşmandı. Hayatımız onların elindeydi. Zincirlerimizden başka kaybedecek birşeyimiz yoktu. Direndik boyun eğmedik. Bizi hiç sayıyorlardı. Böyle bir durumda Bulgaristan’a sadakat göstermek durumunda değildik. Balkanlarda Türk varlığını korumak için örgüt kurduk, savaştık, savaşıyoruz.” Gerçekleri bilmek başlıca ödevimizdir. Oku, öğren ve anlat. Yeni rüzgarı estiren ol! Teşekkürler…


Makale ve Analizler - 2019

29

Katır Değiştirme Zamanı

Tarih: 2 Mayıs 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Kostov, İkinci Simyon, Borisov ve Doğan Bulgaristan’ı Rusya isteklerine göre paketleyip yönetmeye hazırlanmış bir çete midir? Soğuk Savaş güneşi batarken ve elleri çekiçli gençler Berlin Duvarını kıymık kıymık ufalanırken Almanya’da çıkan “Stern” dergisinnin bir haberi aklıma takıldı. İngiltere Başbakanı Margeret Thatscher (1979 – 1990), Fransa Cumhurbaşkanı Fransa Mitterrand (1981 – 1995) ve Federal Almanya kanzleri Helmud Kohl (1982 -1998) – aldıkları yüksek görevlere seçilmezden önce, üçü beraber Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) politik eğitim merkezlerinin birinde birlikte bulunduklarını ve özel eğitim aldıklarını anlatmıştı. Bu eğitim esnasında üç müstekbel lidere Avrupa’nın birleştirilmesi hedefi gösterilmiş, onlar da elele verib 1990’da ödevlerini yerine getirerek sınırları attı ve 10 Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkesini Rusya’nın elinden aldı. Yapılan, tüfek patlamadan elde ettiği çok önemli ve büyük bir zaferdi. Eski sosyalist ülkeler Avrupa Birliği (AB) ve NATO üyesi oldular. Birleşik Avrupa dünyası genişledi ve güçlendi. AB ülkelerinden biri de Güney Doğu Avrupa’da (Balkanlar’da) bulunan Bulgaristan’dır. 1992-1995 yılları arasında eski Yugoslavya topraklarında yürütülen bağımsızlık kazanma savaşlarından sonra 1996’da imzalanan Deytın (Dayton) Anlaşması’nda Rusya’nın Bulgaristan da aralarında, Balkan üşlkeleri üzerinden tarihsel hakları olduğu fikri yer almıştır. Bunun anlamı nedir ve bu “hakları” halkın iradesine rağmen, koruyanlar da kimlerdir? 20-25 yıl sonra olmak üzere, bu tarihsel hakların yaşatılması ve güçlendirilmesi açısından bakıldığında, daha 1997 seçimleriyle Bulgaristan Başbakan koltuğuna oturan, Birleşik Demokratik Güçler (BDG) Başkanı İvan Kostov, 4 yıl sonra İspanya’dan usulca gelip bu görevde onu değiştiren İkinci Simeon Saks Koburgotski, onu Bulgaristan’a davet edenlerden biri olan ve her bakıma destekleyen HÖH-DPS lideri Ahmet Doğan ve daha sonra aynı seçmen kitlesinin oyuyla Başbakan olan Boyko Borisov, bu defa 26 Mayıstaki Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde, su başına gelince, suyun aynasında yorgun ve birkin halini gören katır gibi, geri çekilen ve ırmağı geç-


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mek istemeyen bir durumla yüzleşecekler midir? Ne yazık ki, beklemesine beklesek de toplumda yeni bir umut doğmuyor. Kimse ırmağa atlayığ serinlemek, yüzerek karşı tarafa geçmek de istemiyor… Soru: İzlenen politikaya seçenek var mı? Düşüncelerimiz: Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi İçin Vatandaşlar (GERB) partisi seçeneksiz (alternatifsiz) olduğundan ve yönetimi güvensizlik ve endişe uyandırdığından, halkımızın su aynasında başka bir katır, bir köprü, bir gemi görmek istediği gün gibi ortadadır. Irmağın suyunu değiştiremeyeceğimize göre araçları değiştirip yolumuza devam etmek zorundayız. Kervan durmuştur. Kervani durduran yolsuzluklardan yalnız birine bakalım. “Belene” Nükleer Elektrik Santrali (NES) için şimdiye kadar 3 milyar Auro göle atılmış, üstelik her gün 100 000 (yüz bin) leva yakılmaya devam ediyor. Bu para halkın parası ve yok sayılıyor. 20 milyar değeri olan bu santralin başlatılmasına imza atan kişinin kim olduğu bulunamıyor. BYK bandasından 7.2 milyar leva kayıplara karıştı, o da başka bir dert. Halk susmuş, durmuş, kara kara bakıyor… Ne var ki, sadece bu konuda bile, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Hak ve ÖzgürlükPartisi (HÖH-DPS) iktidar partisine (GERB) güçlü muhalefet gösterebilecek durumda değildir. Satranç tahtasında durum pattır… Tarafların birbirine söyleyecek sözü yok. Soru: Geçiş Dönemi dediğimiz 1990-2019 yılları arasında Bulgaristan’da hangi politik alternatifler belirmiştir? Düşüncelerimiz: Bize en geniş anlamda gerçek demokrasi vaad edilmişti; hukukun üstünlüğü olacak denmişti; kafamıza ekonomi sektörinde serbest piyasa kurulacak fikri aşılandı v.s. oysa işler biçimsel Avrupa Birliği (AB) üyeliği v.s. düzeyinde kaldı. Biz bugün 1989 öncesi ilişkilerimizden tamamen kopmamak, AB üyesi kalarak, aynı zamanda Avrupa Asya projelerinde Rusya’nın da koynunda ve kucağında olmak istiyoruz. Şöyle de ifade edebiliriz, biz hem demoktarik olmak, hem hukukun üstünlüğünde yaşamak, hep serbest piyasa ekonomili ve AB üyesi kalmak isterken, hem de bunu gerçekten istemiyoruz durumunu yaşatıyoruz. Tablo budur. Soru: 1990’lı yıllar romantik bir yaşantı mıydı? Düşüncelerimiz: 1990’da en parlak alternatif Demokratik Güçler Birliği (SDS) ve HÖH-DPS oluşumu idi. İkincisi halkımızın bağrından fışkırmıştı. Diktatör Todor Jivkov’tan sonra, 2-3 yılda doğası zengin ve güzel, konumu stratejik olan Bulgaristan’ın yaşanacak yerlerin en iyi olacağı doğmuştu. Ne ki, dönüşümlerin daha ilk aylarında SDS saflarında ve HÖH-DPS


Makale ve Analizler - 2019

31

kitlesinde Rusya’nın 5. Kol Ordusu dediğimiz Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) ve gizli polis (DS), Altıncı Şube vb. tarafından eğitilmiş büyük sayıda hazırlıklı kadro olduğu ortaya çıktı. Olacak ya, bizim katır “demokrasi ırmağına” girmek istemedi. “Ajan” dediğimiz bu kişiler kendilerini rejim zulmünden kurtarmak için deklarasyon imzalamış, söz vermiş, yemin etmiş olmakla kalmayıp, totalitarizm basamaklarında yükselmiş, zalimler sofrasına oturmuş kadrolardı. Bu “şahsiyetleri” daha “yuvarlak masada” ve 4. Anayasa görüşmelerinde verilen ödünlerde sezdik ve gördük. 1989’da başlayan bir Karşı Devrimdi. Toplumsal tabandan istenen herşeyinden vaz geçip umutla yaşamaktı. Kurulmak istenen yeni düzen duvarlarına konan mertek ve kuşaklar reddedilen düzen çöplüğünden seçilen zamanını doldurmuş kadrolardı. “Yeni doğuş/ soya dönüş” gibi saçma isimler ardına gizlenen kimlik değiştirip asimilasyon uygulayan politikaya tepkiden doğan Türk tepkisini temsil eden sözde Türk partisi – HÖH-DPS -daha ilk yüzleşmede rülünü oynadı ve SDS’yi iktidardan düşürdü. Demokratikleşme yolunu bilinçli olarak kesti. BSP yönetimine alternatif olarak ortaya çıkan Birleşik Demokratik Güçler (ODS) 1997’de oylardan 2 223 714’ini alıp 137 milletvekili çıkararak sanki kalıcı iktidar kurdu. NATO ve AB üyeliğini Bulgaristan’a tek seçenek olarak gösteren oldu. Bulgaristan’da ilk reformlar ODS (Kostov hükümeti) ile başladı ama onlar da hemen yerinde saymaya başladı ve frenlendi. Geleceğe sis çöktü. Soru: Bu frenin açık adı nedir? Düşüncelerimiz: Reformları durduran eski gizli polis “DS” sistemidir. Sökül(e)medi. Yerinde kaldı. Görevlerinde kaldılar. İçine sızdıkları ve kendilerinin kurduğu şirketler İv. Kostov zamanında ekonomi sektörünü bütünüyle ele geçirdi. Kostov hükümeti devlet sektörünü % 46 özelleştirdi, fabrikalar, politik ikriradları ekonomik iktidara dönüştürerek, sektörü eski komünistler ve onların yakınlarının eline geçti. Bu durumdan hayal kırıklığına uğrayan Bulgar seçmen 2001’de Kostov’u kenara çekti. Yeni bir alternatif belirdi: İkinci Simeon Sakskoburrgotski. İktidardan düşenler ve iktidara çıkanlar arasında uzlaşmaz çelişki, antagonizm belirmedi. Sanki film bitince yerinden kalkan ve çıkışa yönelenlerin yerine elinde belet başkası geliyordu. Çıkan işinin bittiğini, salona giren de 4 yıl burada kalacağını biliyordu. Bu bir rol gibiydi. Soru: Bu yeni bir ahlak mı oldu?


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Düşüncelerimiz: Evet öyle. Aynı salonda, filmi seyreden Doğan’a (HÖHDPS) Kostov (ODS) bize Coca Cola ya da çöplenmemiz için kabak çekirdeği verilmediği için, küstü. Gelenksel ahlakta, aynı “işi görenler” birbirine arka olmalıydı. Halkı fakirleştirip açlığa ve tepkilerini susarak ifade etmeye alıştırmak politik elitin ortak ödeviydi… İkinci Simeon Milli Hareketi’nin 3 aylık bir çalışmayla 2 milyona yakın oy alıp 120 milletvekili çıkarması, katırın ırmağı geçmek istemediğine ve torbaya arpa yerine ne konursa, onu yemeye hazır olduğuna işaretti. Herkesle uyumlu görünen yeni alternativ (II. Simeon Ulusal Hareketi) SDS kadroları tarafından kurulmuştu. Politik elit açık büfeye davet edildi. HÖH-DPS eliti tıka basa yer içerken halk kırıntıya bile muhtaç bırakıldı. 3 yıl sonra, 2003’te yapılan yerel seçimlerde birinci parti üçüncü parti olmuş, halk dar sokağa itildiğini anlamişti. İkinci Simeon Bulgaristan’ı NATO’ya götürdü, AB kapısına yaklaştırdı. Çar torunu olduğu için ABD Başkanı bile ona yol veriyordu. Londra’da Lortlar Kamarasında belirince herkes ayağa kalktı. Kimse Dedesi Ferdinand’ın Bulgaristan’ı sürüklediği milli felaketi, babası III. Borisin monarşi-faşist diktatörlüğünü sormadan, ayağa kalkıyorlardı. 50 yıl hayatını koruyan ve başının üstüne çadır açan Moskova’ya gitmedi. Bulgaristan’ı NATO ve AB’ye katmakla sanki onlara olan borcunu ödemişti. Bulgar halkı açlığı, cahilliği, sefiliği ve kırgın ruhuyla ırmağın kenarında beklerken o devleti ırmağın karşı yakasına taşımış ve vazifesini yerine getirmişti. Ne var ki, onun ikinci bir ödevi de belirdi. Jan Videnov hükümetiyle (1995-1997) ülkeye yıkım yaşatan ve eşekten düşen BSP’yi yeniden iktidara taşımak da ona vazife oldu. Birinci hükümetine (2001-2005) BSP’den bakan aldı. II. Simeon Ulusal Hareketi’nin katıldığı 2. Hükümette ise, BSP partisi ile ortaklık yaptı. Aslında seçim konuşmalarında BSP ile asla koalisyona gitmeyeceğini yüzlerce defa söylemişti. Ne ki, İkinci Simeon ve kurduğu “hareketin” bir seçenek olamayacağını gören seçmenler, yalanlarını onun yanına bırakmadılar ve 2009’da politik sahneden kesin indi. 2.Simeon Ulusal Hareketi reformları rafa kaldırdı. Bulgaristan AB üyeliğine monitiringle – sürekli gözetim altında – alındı. Bu gelişmelerin seyrinde II. Simeon Ulusal Hareketi saflarında yeni politik kişilikler sivrildi. Bunlardan birisi bugünkü HÖH-DPS milletvekili ve AP seçim listesinde 2. Sırada olan Delyan Peevski ve ikincisi de başbakan Boyko Borisov’tur.


Makale ve Analizler - 2019

33

İkinci Simeon’un Bulgaristan’a ayak basmasıyla yeni alternativ masalı başladı. Bunun özünde Rusya Federasyonuyla ilişkilerin iyileştirilmesinin önemi vardı ve bundan BSP ile kaynaşma doğru. Onun “Belene” NES öykülerinden GERB gibi yepyeni bir “alternativ” fışkırdı ve III. Bulgar devleti tarihinde eşine rastlanmamış bir başarı olan Birinci, İkinci ve Üçüncü Borisov (2009 – 20019) hükümmetinin kökleri, Üç Ortaklı BSP-NDSV -DPS hükümetinde (2005-2009) gizlidir. Borisov arkada kalan 10 yılda Bulgar oligarşi çevrelerinin menfatlerini savundu ve korudu. Devlet yönetimini oligarşik çoğunluğun eline verdi. Günümüzde oyun bozanlara (rüşvetçi ve haraşçılara) sopa gösteriyor. Milli serveti 200 aile eline sıkıştırdı. Nüfusun % 5’inden zengin tabaka oluşturdu. % 80’ni de debil duruma getirdi. Biraz daha halk yararına alt yapı işleri yapsa da, GERRP partisi artık statükodan bir parçadır. Bu partiye artık LİDER PARTİSİ demek kolay ama demokratik bir parti denemez. Bu parti hukukun üstünlüğünden yasal korallarla çalışan bir ekonomiden kaçıyor. Son dönemde memleketimizi Avrupaya değil de, Avrupa Asya dömenine çekmeye ve takmaya gayret ediyor. Borisov ve çevresinin gördüğü her işten kuşku doğmaya başladı. Soru: Sıradaki alternativ hangisidir? Düşüncelerimiz: Vatandaşların aradığı ve belirmesini beklediği sıradaki alternativ hangisidir, sorusu kabı çalıyor? Yeni alternativ Bulgaristan’ı Avrupa Atlantik yönünde ileri götürmelidir, 1-2 yıl öncesine kadar bu böyleydi. Fakat son dönemde Borisov hükümeti ikircimli darvanışlar sergilemeye başladı. Yeni yeni kuşkular beliriyor. Yapılan iktidar propagandası da sesini yükselttikçe çığlık atıyor. Seçim arifesinde bu niyetlerin gerçekleşmesi için ülkenin dolaşılması, halka inilerek yeni örgüt sistemi kurulması sanki zorunlu olmuştur. Şu an toplum buna olgun değildir. Bir de şu alternativ var. GERB partisi yaşanan kriz döneminde kadrolar yenilener ve halka yapılan davet ve çağrılar da yeniden yüklenip biçimlendirilerek ileri adım atılabilir. Ne ki, Bulgaristan’daki tüm partilerde kadro ve mesaj yenileme çok ağır ve bileşik bir ödev olarak ortaya çıkmıştır. GERB olduğu gibi HÖH-DPS de lider partisidir. Durum öyle sertleşmiştir ki, lidere veya parti yönetimine alternativ olmak son derece zordur. Durum kaskatı katılaşmıştır. B.Borisov gibi A. Doğan da halka görünmeden yönetmeden yanadır. Dediğim dedik! Formülünü uygularken intikamcı davrandıkları ve sert tavırla hesap sordukları da ortadadır. Doğan bu çizgiyi 1996’dan beri güçlendirmeye çalışıyor ve kinci davranıyor.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2019 seçimlerinde Bulgaristan’ın yeni alternatifinin parde arkası, kulislerle, oligarşiyle ve dış merkezlerle bağlı olmadığını görebilsek iyi olurdu. Dışa bağımlılıktan kopmak önce güçlükler yaratabilir, fakar stratejik derinlikte memleketin menfaatleri lehinde başıralar getirecektir. Soru: Kime oy verelim? Düşüncelerimiz: Evet katır ırmağı geçmek istemiyor. Ne var ki, oligarşı, devlet kurumları, hükümette görev alanlar ve kontol işlerine bakanlar çoktan karşı yakaya geçtiği gibi, yasasız ve adaletsiz bir düzen kurmuş durumdadır. Toplum tabanı ile üst yapısı birbirinden kopmuştur. Üst tabaka yasasız ve kuralsız, sefa sürerek yaşarken, taban Avrupada en sefil, en sefil, cebi boş, cahil ve kimsesiz, dayanaksız duruma gelmiş ki, sanki sırtı kaşınmış kaşınmasını bekliyor, yeni bir alternativ rüzgarı esse de serinlesek havalarına giriyor. Havada “Bulgaristan insanlarına dönsün!” sloganı yükseldi. Irmak üzerine köprü kuralım ve gidip gelelim önerileri dolaşıyor. Avrupa Birliği’nden koparsak boğuluruz, diyenler var. En zor olan kurumuş bir kütüğün yeşermesini beklemektir. Okuduğunuz için teşekür ederim. Okuyun. Paylaşın ve tartışınız.


Makale ve Analizler - 2019

35

Sesler Aynı Gölden Geliyor

Tarih: 04 Mayıs 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK KONU: Bulgaristan’da Avrupa Parlamentosu seçimleri bir oyun gibi sergileniyor. Avrupa Birliği Parlamento seçimlerine sayılı günler kala, Edirne Trakya Üniversitesi yüksek katlarından Meriç (Maritsa) nehrine ve boyu uzunca olup biraz da uzatanlar Bulgaristan’ı görebildiklerinden, “gördüm” deyip kitap yazmaya hevesleniyorlar. Sofya’da tanıdığım Türkiye Cumhuriyeti tarihçisi Prof. Cengiz Hakov ise, tarih gerçekleri “arşivlerde” gizlidir inancına bağlı çalışarak, “bu kadar tozlu belgeyi okuyabilme imkanım yok” deyip koskoca Türkiye Cumhuriyeti tarihini 960 sayfaya Türkçe ve Bulgarca olarak sığdırmış. Bizim kanımıza göre önemli olan, kantar hesabı 4.5 kg olan kalın kaplı bu eser, en iyi niyetle de yaklaşsak kendisinı anlatmıyor, susmuş konuşmuyor. Ekmek teknesi karşısına dikilmiş bir çuval un, bir tutam tuz, tülbene sarılmış ekşi maya ve birkaç bardak su gibi bekleyişi hüzünlü bakışlarla tekneye, hamuru karıştıracak ellere, fırına, odunlara vs herkes kenarından bakıyor. Haber aldık, bizim konuları kucaklayan yeni bir 6 ciltlik belge derlemesi çıkmış. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi ve ayrıca Politik Büro’nun, özel olarak da Bulgar hükümeti ve en yüksek devlet organı olan Devlet Konseyi’nin 1944’ten – 1989 yılı sonuna kadar Bulgaristan Türkleri ile ilgili aldığı kararlar yayınlanmış. Bu uğraşılı derleme, Bulgaristan’a Trakya Üniversitesinden bakanların armağanıdır. Bizim açımızdan bu gibi eserler bilimsel değer taşımadığı gibi, yıkılmış bir binanın dere boyuna taşınıp dökülen taşlarını andırır. Hakim olan “ihtiyacı olan alır kullanır” yaklaşımıdır. Fakat hiç kimse değerli olan bir şeyi çöpe atmaz, bazı şeyleri elinden çıkarsa bile, içinde değerli bir şey olup olmadığını mutlaka gözden geçirir. Sözün kısası, eseri gören arkadaşlara sorduk. 30 yıldan beri koyun çobanı gibi değil de, Bulgaristan Türkleri sürüsünün sahibi gibi davranan Ahmet Doğan’la ilgili, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin (BKP MK) Bulgaristan İç İşleri Bakanlığı Dış İstihbarat (Birinci Şubesi) gönderdiği 23 Mart 1985 tarihli özel gizli mektup bu altı ciltte alınmış mı, alınmamış mı?


36

duk.

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bir gün sonra: “Yok” dediler. Peki BKP MK’ne Birinci Şubeden gelen cevap orada mı? Diye sor-

yine “Yok” dediler. İkinci olarak da, 1989 Eylülünde BKP MK’nin İç İşleri Bakanlığı Birinci Şubesine gönderdiği bir özel gizli mektup derlemeye alınmış mı? diye sordık. İki gün sonra: “Yok” dediler. Peki BKP MK’ne Birinci Şubeden gelen cevap orada mı? Diye sorduk. Yine “Yok” dediler. Bu “yoklar” bana, Prof. Dr. Cengiz Hakov hocamızın çok kalın eserinde, Bulgar Krallığı Türkiye Cumhuriyeti 1925 Ankara Anlaşması’nda özel bir madde olan ve Bulgaristan Türklerine istedikleri zaman ve hiçbir engelsiz Türkiye Cumhuriyetine gidip gelme veya göç etme hakkı tanıyan ve bizim için olağanüstü, çok ama çok önemli özel kazanımı rafa kaldıran maddeleri yani yeni anlaşma, düzeltme, ek vs ile bozan hususlardan hiç birinin derlemede olmayışını anımsattı. Bu konuda derinleştirmek istemiyorum…., çünkü bugün sınır kapısı yine ardına kadar çok şükür açık! Faka yukarıda sıraladığım 4 “yok” bugün güncel Bulgaristan politikasını ve özellikle de orada yaşayan kardeşlerimizin bugününü, huzurunu, yarınlarını, Türkiye’deki soydaşlarımızın ve Batı ülkelerindeki yakınlarımızın geleceğini, ailelerimizin kaderini gölgeleyerek etkiliyor, hatta belirliyor diyebilirim. Hatta 26 Mayıs günü Avrupa Parlamentosu seçimlerinde “Kime oy verelim?” sorusunun cevabı bile bu sorularda gizlidir. Yukarıda tarihini verdiğim birinci mektupta, BKP MK’si İç İşleri Bakanlığı Birinci Şubesi’nden, “yeniden doğuş/soya dönüş” saçmalıklarıyla ve silah gücüyle dayatılan ism ve kimlik değiştirerek asimile etme yani Bulgarlaştırma işlerine kaval çalıp çobanlık edecek, çulsuz birini istemiştir. Alınan cevapta, İç İşleri Bakanlığı Birinci Şubesi, “elimizde biz olamadan soluyamayan” bir “Ahmet” var, demiştir. Bir Kırım Tatarı ve Varna şoparı çakması olan “Ahmet” in isminden başka ne suratında, ne kanında, ne konuşmasında, ne de küfür edişinde “Türk onlan” hiç bir şey yok, kafası bedavadan içtiği votkayla yıkandı, kalbinin sesini unutturacak olaylar


Makale ve Analizler - 2019

37

yaşadı, iradesi donuna düşmüş, kendi hayali ve emeli olmayan bir tip de dememişlerdi. Yani ozaman hiçbir kimsenin tanımadığı o “Ahmet” ekmek teknesinin kenarındaki çuvaldaki sahipsiz undu, parti ondan isterse çoban, isterse kahraman, arzu ettiğinde hain ve katil bile yapabilirdi. Bu aynı undan kölemen, poğaca, has ekmek, kabu yanmış ama içi hamur tekerleme ve daha tuzlu tuzsuz, mayalı mayasız ürün üretebilirdi. Öyle de oldu. Doğan’in iyice mayalanması için hapıshanelerde misafir ettiler, içerdeki “çok bilen Türk milliyetçileri” ona gösterdiler, sözünden dönerse başına gelecekler anlatıldı, yoldan çıkarsa başına geleceklerle tanıştı. Dağ evlerinde, deniz konaklarında yaşattılar. Hiç konuşmadan yalnız işçi kadehlerinin sesiyle başka bir hayatın “senfonisini de dinlettiler”. Telkin etmek istedikleri “sen pis kokan, çürük, üzeri ölmüş sinek cesetleriyle kap tutmuş, içi ise solucan ve kemirgen dolu” fıçıdaki cibresin, fakat anlaşırsak seni şu albenili şişelerin en süslüsüne öyle bir fiyatla doldururuz ki, hiç kimse el uzatıp paranı ödeyip seni alamaz, yani “kılına dokunamaz”imacıydı. Bu adamlar bugün de sağdır. Ahmete pazardan alınmış domates salatalık yedirmeyen, Bulgaristan’da şişelenmiş viski de içirmeyen yine aydı “dostlar” dır. O birinci mektuplaşmayla çizilen stratejik yol ve aranan kişinin ödevleri bunlardı. Bulgaristan Türklerini Bulgarlaştıracak sürüye çoban arıyorlardı. “Ahmet” önerildi, kabul edildi ve 35 yıldan beri bu işin başındadır. Koyunlar azalmış, çoğalmış, kuzuları kurt kapmış, sürü hastalanmış bunlar önemli değidi. Önemli olan kayıtta bir sürü olması ve çobanıydı. İkinci mektubuyla BKP MK İç İşleri Bakanlığı Birinci Şübesi’nden aynı amaçla ve aynı ödev için 3 kişi istendi. Alınan cevapta, “Ahmet”, “Osman” ve “Şerife” isimleri vardı. “Ahmet” aynı Ahmet’ti. “Osman” daha sonra “Osman Oktay” olarak öne çıktı. Hak ve Özgürlük Hareketi kurucularından biri oldu. Örgüt Sekreterliği, Başkan Yardımcılığı vs. görevlerde bulundu. “Şerife” ise bir Türk Savcının eşiydi. “yeniden doğuş/soya dönüş” saçmalıklarıyla ve silah gücüyle dayatılan ism ve kimlik değiştirerek asimile etme yani Bulgarlaştırma işlerinde kesip biçen bu delinin küstahlığına dayanamamış ve boşanmış bir Bayan Bulgar dili öğretmeniydi. Öğretmenin içine “Bulgarlardan üstün bir Bulgar olma” hırsı yuvalanmıştı ki, bu du-


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rumda o stratejik hedefe uygundu. Ne var ki, yokuşu çıkamadı, hastalandı ve köy evine toplandı. Tek katlı, avlusunda kaysı ağaçlarının dalları iç içe olan ve köy lokantasında her akşam kızışan “kaysı, erik ve üzüm” rakısından kankisinin daha çok mlli olduğu sohpetlerinde ruhen biçimlenirken, öz ve biçimin birbirinden ayrılmaz olduğuna, özün değişmediğine, gerçeğin her defasında mutlaka hayat hakkı kazandığına genç yaşta inanan Osman Oktay’in Ahmet Doğan’la anlaşarak örtüşmesi imkansızdı. Osman suyu soyu belli biriydi. İnsan arasında yetişmiş ve şerefine sahip çıkıyordu. Ahmed’in aldığı gizli emirlerle HÖH partisi Türk kimlikli kadrolardan budana budana yenilenirken, Osman da 1996’da ve daha sonra da yeni yüzyılda 2 defa kendini kesilmiş ve çöp için paketlenmiş dallar demedinde buldu. Dayanamadı ayrıldı. “Demokratik Kanat” partisi kurdu. Memeleketi dolaştı, anlattı, yazdı, tutmadı. Bulgaristan Türkleri tarlarına artık Türklük ruhuyla sulanmak istemeyen yepyeni bitkiler ekilmişti. O da eski dostlarına dönerek eleştirel politikacı tabyasına yattı. Ahmet’e ateş etmeye başladı. Akıl verenler, eleştiriden kimsenin ölmediğini, silinen demirin parladığını, bilenen bıçağın daha iyi kestiğini biliyorlardı. Ver yansın dediler. Artık ciddi bir politik yorumcu havasına giren, bazı TV ptrogramlarına her zaman “hoş geldiniz”, beklenen bir yorumcu ruh haliyle kapı çalmadan girip çıkan eski HÖH Başkan Yardımcısı Osman Oktan bu hafta, AP seçimleri arifesinde hepimizi şaşırttı: “Başbakan Borisov Ahmet Doğan’ı tutuklatsın!” dedi. Bizim, A.Doğan’la O. Oktay’ın “her gece aynıgölde vaklayan” İç İşleri Bakanlığı Birinci Şube’sinin yaban ördek avında kullanmak üzere özel yetiştirdiği “müreler” olduğunu düşündüğümüz doğrudur. Bu mizacda, yaban ürdekler, kafaları gemalmayan Türklerdir. TV aktifliği bunu kanıtlıyor. İkisinin de sesi hep gölden – Bulgaristan Türklerini Bulgarlaştırma bataklığından – gelmiştir. 30 yıl birinci “möre” olamayan, yani sesi duyulsa da hep ikinci ses kalan Osman’ın Doğan’ı başı kesilmesi gereken bir “kurban” olarak göstermesine kim izin vermiş ya da işaret etmiştir, acaba!?… Soruların sorusu budur… Çünkü Bulgaristan gölünün üzerine artık o kadar çok salkım söğüt çullandı ki, mörelerin vaklaması olmasa, sisli gecelerde konacak yer arayan


Makale ve Analizler - 2019

39

hiçbir yaban ördek göl suyu aynasını göremez ve havada kalır ve aldanmadan bizim göle inmez. Demek istediğim bizim gölde “möre” vaklamadan av olmaz. üstelik bu iş bir “more” ile de olmaz… Ahmet tutuklanırsa yerini kim alacak? Yani yeni “möre” kim olacak? Kimin sesine aldanıp oy vereceğiz! Devam edeceğiz. AP seçim kampanyası kızışmaya başladı. Bizi izlemeye devam ediniz! Yeni konu: 26 Mayıs 2019 seçimleri Doğan ile Borisov’un sonu olabilir mi? Okuduğunuz için Teşekkür ederim. Paylaşmayı da unutmayınız


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

41

Milletin Zamanını Boşa Tüketmeyiniz! Tarih: 5 Mayıs 2019 Yazan. Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Seçim hazırlıklarında samimiyet ararken.

Papa Fransisk Sofya’ya 35 kişilk bir heyetle indi. 2002’de II. Yoan Pavel de gelmişti. O ziyaret şerefine Başkentte “Banya Başı Camii” ve Sinagog yakınında bir de Katolik Kilise kuruldu. Papa ayini, Bulgaristan’da yaşayan ve bu vesileyle başkente toplanmaları beklenen 7 bin Katolik vatandaş ve devlet erkanı önünde “I. Al. Batengerg” meydanında yapılacaktır. 3 günlük ziyareti esnasında Papa, 35-30 bin Katolik Bulgarın yaşadığı Rakovski şehrini ziyaret edip çocukların katolik dinine girmesini kutsayacak. Devlet ve hükümet başkanıyla görüşmesinde Papa’ya, XX. Yüzyıl geleneklerine göre Bansko yöresi ağaç işleme hüneriyle oyulup gümüş sırmalı “Hz. Kiril ve Metodiy” kardeşleri sembolize eden bir ikon ve Bulgar yağurdu hediye edilecek. Başbakan Borisov’un son demecinde belirttiği üzere, bu ziyaret “Bulgaristan’ın demokratikleştiğini sembolize ediyor.” Papanin resmi ziyareti Bulgaristan’da Paskalya yortusuna isabet etti. Bu tatil günlerinde Avrupa Parlamentosu (AP) kampanyası başladı. Olayla ilgili ankette Bulgarların % 46’sı ziyaretten beklentileri olmadığını, % 60’ı da olaya tarafsız kaldıklarını bildirirken, % 12’si ateist olduklarını paylaştı. Tören havası alan olay, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden 20 gün önceye rastladı. Mayıs ayının ilk haftasında Bulgaristan’da aslında birçok bayram üst üstte geldi. 1 Mayıs tatili ile Paskalya yortusu günlerini 06 Mayısta At Koşusu şenlikleri izliyor. Hafta sonunda iktidar partisi yöneticileri ve AB milletvekili adayları Orta Rodoplar’ın bir eski madenci şehri olan, ardıç ve çam koruları içine gömülmüş Zlatograd (Darı Dere) yaylalarında 100 gayda çalındı, kuzu kızartıldı ve halk giysileriyle eylenenlere nutuk çekildi. Törensel hava ülkenin dört bir yanında hakimdi. Farklı olan çekilen nutuklardı. 300’den fazla konuşmacı Brüksel’e gidince birşeyler yapacağnı anlatmaya çalışa dursun, lafa karnı tok, boş vaatlere doymuş insanlar, seçim günü kime oy vereceğini değil, hangi tarlayı kazacağını, hangi bağı ilaçlayacağını düşünüyordu.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Fridays for Future” (Gelecek için Özgürlük) araştırma şirketi 27 Avrupa Birliği (AB) ülkesinin hepsinde bşrden araştırma yaptı. Seçmenlerden % 50’sinin oyunu kullanmayacağını açıkladı. Bulgaristan’da sandık başına gitmek isteyenler % 36’ı oranındadır. Oy vermeye kararlı 18-26 yaş arası gençler politikacılardan çevre ve iklim sorunlarına daha fazla önem vermesini istiyorlar. 27 ülkede ankete katılanların % 67’si AB politik sisteminde karışıklık ve marjinelleşme olduğu görüşünde birleşti ve düzensizliğin aşılmasını istiyorlar. Avrupa Konseyinin (AK) “faşist” ve “yabancı düşmanı”, “kin, nefret ve öfke kışkırtıcı” olarak nitelediği siyasi partilerin ve inisyatif gruplarının AP seçimlerine katılmasına izin verilmemesini açıkça konuşuyorlar. Bulgaristan’da ayrı ayrı seçime katılan “Ataka”, “İç Makedon Devrim Hareketi” (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) partileri AK tarafından “faşist” parti olarak nitelenmiştir. Bu durumda, seçime katılmamaları, kazansalar bile milletvekillerinin AP’da tescil edilmesine izin verilmemesi gerekir. Son günlerde seçim propagandasında milli bayrak ve devlet forsu kullanan “İç Makedon Devrim Hareketi” (VMRO) partisine Sofya Yüksek Seçim Kurulu uyarıda bulundu. Ankete katılan gençlerden ortalama % 58’i demokrasiyi en uygun devlet yönetim düzeni olarak görürken, Fransa’da bu oran % 38. Bulgaristan gençleri ise bizde şimdiki demokrasi sistemediğini işlemediğini ve gerçekten özgür, çok partili, çok dinli, dilli ve farklı dünya görüşlerine hoşgörülü olmayan bir demokrasi biçimine geçilememiş olduğunu ifade ettiler. Bu görüş, yaş olarak Gençler Grubundan olan Baş Müftülük Genel Sekreteri Dr. C. Faik tarafından son AGİT toplantısında da ifade buldu. Bulgaristan’da Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) 5 Mayısta Sofya’da en yetenekli çocuk yarışmasının kapanış forumunu “eşit star” sloganıyla bitirdi. Yetenekler buluşmasında 15 yaşında dünya birinciliğine yükselen ustan satrançımız Nurgül Salimova’nın başarıları örnek gösterildi. Ülkemizde değişiklikler yapacak zeka ve güce sahip genç bir kuşak yetişmesi bekleniyor. Bulgar eğitim sisteminin reforme edilmemiş olması buna engel oluyor. Bizim, Avrupalılar gibi düşünen ve dünyayı yeni bir bakış açısından algılayan genç kuşak eğitebilmemiz için memleketimizdeki her etnik azınlığın resmi dille beraber anadilinde de eğitim almasına olanak sağlanmalıdır. AB ülkelerinde bir dilin zorunlu olarak bilinmesi konusunda anlaşmaya varılmalıdır. Dünyayı bütünsel görebilmesi için gençlerin 27 AB dili bilmesine gerek yoktur. Anadilde eğitim zorunlu hale getirilmelidir. Anadi-


Makale ve Analizler - 2019

43

lini konuşmayan, anadilinde yazıp okuyamayan çocuklar ve gençler özgür olamaz, entelektürl olamaz, algı açısını değiştiremez. Tarih açısından söyleyeceklerimiz ise şimdilik şunlardır. 1944-1990 yılları arasında okutulan tarih diyalektik maddeci açıdan kaleme alınmış ve Bulgaristan-lığı ve insanlığı tek hedefe – komünizme – koşullandırıyordu. Geri kalmış bir toplum ve halk mantalitesiyle komünizme gidilemeyeceğini geç de olsa öğrendik. Ne ki tarih öğretim sistemimiz ve yöntemlerimiz değişmedi. Biz çocukların kafasında TV çağında beliren beliren boşluğa Avrupa’nın ve dünyanın sanki Bulgaristan etrafından döndüğünü, kültür kaynağının Bulgar tarihi olduğunu doldurmaya devam ediyoruz. Bu bizi sistemden atabilir, ortada kalma tehlikesi var. Söylemek istediğim, Avrupa tarihi açısından biz yakınlara kadar çok cahildik. Şimdi bu bilgisizliğin açtığı kuyuya gerçek ve doğru bilgi doldurmak zorundayız. Şu konular üzerinde görüşlerimizi değiştirmek, yenilemek ve gerçekçilikle zenginleştirmek kaşınılmaz oldu. Sözüm ona “Türk Esareti” konusu. Bulgar okulunda ders gören, s.o. “Türk esaretinin” bir uydurma olduğunu artık anlamalıdır. Bünyesinde bugün yer almak istediğimiz Avrupa Birliğinin bu güya “esaretle” yakından uzaktan ilişkisi yoktur. Türkler bu topraklara medeniyet getirmişlerdir. Avrupa’da günümüz devlet sistemine kapı açan 100 yıl, 30 yıl, 7 yıl savaşlarının nedenlerini ve getirdiklerini öğretmeliyiz. Medeniyetler çatışması içindeki farkları ve yerimizi görebilmek zorundayız. Bu değişiklik olmadan sis kalkmaz. Günümüz Birleşik Avrupa planının mayalandığı Napeleon Savaşlarını ve Viyana Kongresi kararlarını öğretmeliyiz. Üyesi olduğumuz AB suyu o zaman tutmuştur. O yıllarda Bulgar devleti olmaması bugün bu gerçekleri öğrenmemize engel olmamalıdır. Bulgarların tarihin başından sonuna kadar yoktular. Belirli bir aşamasında ortaya çıktılar ama hiçbir zaman kader belirleyen olmadılar. Kiril Alfabesi ve Hıristiyanlığı kabul etmeleri kendi başına ne bir devrim, ne bir yeni kültür ne de bir medeniyettir. Rus-Osmanlı savaşları başka bir konudur. Bu savaşlar “Bulgaristan’ı kurtarmak” için yapılmamıştır. Rus-Türk savaşları bilinmeden günümüz Rusya-T.C. ilişkilerinin özünü ve ruhunu anlayamayız, dolayısıyla Türklere karşı boş boş havlamaya ve düşmanlıkla popomuzu kaşımaya devam ederiz. Bu kitaplar yeniden yazılmalı ve herkes tarafından okunmalıdır. Hiç kimse kendi kafasını kendi elleriyle ameliyat edemez, belleğindeki küfleri kazıyamaz, ama bunu yeni bir bakış açısından öğrenecekleriyle, gözleri ve kulakları ile yapabilir.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz okulda okurken Franklar ile Pruslar’ın savaştıklarını işitmedik. Almanya’nın nasıl devlet olduğunu, nasıl oldu da hep yenik düşüp kısa sürede ayağa üzerine nasıl kalktığını da öğrenemedik. Dolayısıyla AB’yi girerken biz Almanya’nın dişleri arasına girdiğimizi fark edemedik. Bunlar çok ciddi konulardır. Şu Balkan Savaşı’ndaki “Bulgar kahramanlığı” okulda kafamın derinliğine çizildi. Ama II. Balkan Savaşının neden başladığını ve ardından Birinci Dünya Savaşında Bulgar devletinin ne işi olduğunu, neden iflas edip çöktüğünü, dış yardım almadan 300 bin savaş kaçağına ekmek veremediğini, Osmanlı Devletini parçalama planlarını ve işlenen hainlikleri öğrenemedim. Bunları bilmeyen bir milletvekilinin Brüksel’de ne işi olur? Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki karanlık dönem. Bulgaristan Müslümanlarının 2 700 okulunun kapatıldığı yıllar. Türklerin mutlaka cahil kalması gerektiği fikrinin doğuşu, Birinci Dünya Savaşı’nda Bulgar ırkı kırılmışken, tarlaları sürecek erkek yokken, Türklerin göçe zorlanması, siyah beyaz tablolar, köle ruhu yaratma denemeleri, halkın amansızca korkutulması ve birbirine kırdırılması nedenlerini bilmeyenler, Brüksel’e kime neyi anmlatmaya hazırlanıyor? Göçler tarihini bilmeyen gençler XXI. yüzyıl göç, gurbetçilik, sığınmacı, savaş kaçakları, ekonomik göçler gibi siyasetin kırmızı çizgisini nasıl çizsinler? Bunlar çok ciddi konular… İki Dünya Savaşı arasında kaç ideoloji olduğunu sorsam cevap verecek durumda olmayan milletvekili adaylarımıza, faşist ve komünist ideolojinin birbirini yok etmesinden kim kazandı?, 3. İdeolojinin adı nedir? Deseniz, bakıyorlar. Ama bakışları boş… bom bom bakıyorlar. Liberalizm diyenler, liberalliğin köklerini ve özünü anlatamıyorlar. Dünyada her şey iki yanlıdır. Demir para bile yazı turadır. Nasıl oldu da XIX. Yüzyılda ideoloji üçüz doğdu? Takmışlar dillerine bir NATO! NATO’nun bir ideoloji olmadığını, üretmediğini, yaratmadığını yalnız yediğini ve doymak bilmediğini anlatamıyorlar. Bu konuda kitap çıkmıyor. Bilgi kaynağımız duvarlardaki afişler. Avrupa anti-semitizmi başka bir konu. 30 yıl öncesine kadar Stalin’in de Hitler kadar Yahudi öldürdüğünü işiten ve bilen yoktu.Bugünkü gençler bu konuda bilgi toplamak istemiyorlar. Hiç kimse dedesinin katil olduğunu öğrenmek istemiyor. Bitmeyen bir tartışmadır sürüyor, 20 bine yakın Yahudi ve Çingeneyi ölüm kampına gönderen ve ardından 48 bin Yahudi Bulgaristan’ı terk etmiş olmasına rağmen, tartışma konusu “Bulgaristan Yahudileri korudu mu? Kıydı mı?” olmaya devam ediyor. Her yıl beton duvarlara çelenk ve çiçek taşınıyor.


Makale ve Analizler - 2019

45

Bulgaristan Türklerinin varlığı, kimliği, tarihi okutulmuyor. Bulgaristan Türkleri gerçeklerinin bilinmesi istenmiyor. Ülkede “Türk yok” diyenler çoğalıyor. İsim değiştirme zulmünden önce diktatör ve katil T. Jivkov Moskovaya gitmiş ve Bulgaristan’da yaşayan Türkler hakkında “Biz onları asla Türk kabul etmeyeceğiz!” demiştir. Bu sözler bugün yaşıyor, ama çok derin acıları, korku yuvaları ve iğrenç yüklü kökleri var. Bunlar bilinmeden, uzlaşma sağlanmadan bizim aynı yöne bakmamız mümkün olabilir mi? Geleceğimizi düşünenler Brüksel’den önce köklerimize baksınlar. Bulgaristan’da Türk kimliği tanınmadan huzur ve güven ortamı kurulamaz. Bu konular o kadar çok ki, okul kitaplarının tamamen yeniden yazılması ve ek olarak bugünkü okuma kitaplarının yarısının yakılması ve yenilerinin yazılması gerekiyor. Avrupa Birliği’ne uydurma tarihle girildi ama olmuyor, bize gülenler artıyor. Bu yazımla seçim mitinglerinde 100 gayda dinleyenlere ve çevirmelerin kızarmasını bekleyenlere, seçim mitinglerinde, toplantılarda anlatılması gereken konulardan sadece bazılarına işaret ediyorum. Bakıyorum da Rodoplarda tur atanlar Darı Dere’de (Zlatograd dedelerinin poturlarını, çarıkları, kalpakları sandıklardan çıkarmışlar, o sandıklarda insanlık, hoşgörü, kültür ve medeniyet olmamasından üzgünüm. Memleketime bu bahar ekilecek tohumlar bunlardır. Tuna Avrupa’dan Kara Deniz’e akarken Bulgaristan’ın kenarından geçtiği gibi, saklanan gerçekler tüm ayrıntılarıyla su yüzüne çıkmazsa, ülkemiz soyguncu tekelci, kartelci, oligarşı uzantısı haraç kurtları tarafından idare edilmeye devam ettikçe, bize AB’den bundan böyle yatırım fonları, ekolojik fonlar, sosyal fonlar ve ucundan istediğiniz kadar çalın paraları gelmez, gelmeyecektir, gönderilmez. Kapı kapanır. Milletin zamanını boşa tüketmeyiniz. Yeni yazımda, HÖH-DPS ve DOST program ve konuşmalarında konuşulanlarda örtüşen ve örtüşmeyen yanları açıklayacağız. Okuyun ve paylaşınız. Teşekkür ederim.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da İşi Karıştıran Papa Mı?

Tarih: 05 Mayıs 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Roma Papası Francist 3 Günlük Ziyaret İçin Bulgaristan’da. Roma Katolik Kilisesi’nin Başı Papa Francist 35 kişilik bir heyetle 3 günlük bir ziyaret için Bulgaristan’a geldi. Başbakan Boyko Borisov’un daveti üzerine gelen Papa resmi törenle karşılandı. Önce Bulgar Ortadoks Dininin resmi kilisesi olan “Aleksandır Nevski” ye girip duva etti. Kilise çıkışında halka hitaben kısa bir siyasi konuşma yaptı ve “Biz Hıristiyanız, kapımız konuklara açık olmalı. Siz Doğu ile Batı arasında bir köprüsünüz. Bulgaristan birçok dinin yanyana yaşadığı bir ülkedir” dedi. Bu sözler, ziyareti izleyen 759 kamara, ajan ve gazeteciler önünde vurgulanınca hemen sosyal medyada “Papa sığınmacı, savaş kaçağı ve ekonomik göç seline kapılarımızı aşmamızı istiyor” şeklinde yorumlandı. Bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği ülkeleri arasında belirli şartlarla T.C.’nin göç selini durdurması antlaşmasının imzalanmasından sonra, Bulgar sınırlarını zorlama durdu, Trakya yönünde göz selinin önü alındı. 4 milyondan fazla Suriyeliye kucak açan Türk halkı, sözünde durarak, misafir olarak kabul ettiği Suriyelileri tüm zorluklara rağmen bağrına basmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı Rumen Radev ve Başbakan Boyko Borisov ile ayrı ayrı resmi temaslarını tamamladıktan sonra, Papa Francist, öğle sularında Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesi Yüksek Ruhani Meclisi’ni (Sinot) ve Başpiskopos Neofit’i ziyarete gitti. Görüşmeye, Sliven (İslimye) Piskoposu Yoanikiy, Birleşik Amerika, Kanada ve Avstralya Piskoposu Yosif, Silistre Piskoposu Amvrosiy, Tırnova Piskoposu Grigoriy ile Vidip Piskoposu Danail katılmadılar. Aynı zamanda Yüksek Ruhani Meclis (Sinot) ve Baş Piskopos Neofit, Papa Francist ile görüşmeye, 1990 tarihli Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasası’na rağmen, İkinci Semeon Sakskoburrgotski’yi davet etti ve Papa Francist huzurunda bir Çar gibi karşıladı.


Makale ve Analizler - 2019

47

Ruhani Meclis üyesi 5 papazın görüşmeye gelmemesi nedeni bu olabilir. Çünkü yapılan görüşmeye ilişkin karar daha 3 Nisan 2019’da alınmıştı, haberini yaydı. İkinci Semeon, 1878 Berlin Konferansı kararlarıyla kurulan, Bulgar Prensliği’ne 1887’de Prens atanan, 1908’de ilan ettiği Bulgar Çarlığı’na 1918’e kadar monarh olan Birinci Ferdinand’ın torunu ve 1918 – 1943 yılları arasında Bulgar Çarı olan Üçüncü Boris’in oğlu ve yaşının küşük olmasına rağmen 1943’ten başlayarak, 1948’de (Monarşi mi? Cumhuriyet mi?) halk oylaması (referendum) yapılana kadar Bulgar Çarı’dır. 2001’de Bulgaristan’a dönen ve seçim kazanarak hükümet başkanı olan İkinci Semeon, Sofya meclisinde defalarca yaptığı konuşmalarda ve basın açıklamalarında “kendisini sıradan bir vatandaş” olara tanımış ve bugüne kadar demokrasi koşullarında (1990-2019) anayasal cumhuriyet düzeninin parlamenter monarşı yönünde değiştirilmesine ilişkin herhangi bir istek öne sürmemiştir. Sinot’un kendisini Aziz ilan etmesi konusunda da, kilise ainlerinde adının ancak Pazar ayinlerinde geçmesini istemiştir. İlk kez olmak üzere, bu defa İkinci Semeon’a bir Çar muamelesi yapmıştır. Oysa 2001 yılında seçim kazanan İkinci Semeon başbakan olabilmek için monarşi haklarının hepsinden vaz geçmişti. Papa Francist’i karşılama töreninde bu sözünü bozmuş oldu. Olay Faktor.bg sosyal medya tarafından şöyle yorumlandı: “Papa Francist’i karşılama törenine katılma daveti İkinci Semeon’a 3 Nisan 2019 tarihinde gönderildi. Böylece Sinot Papa Francist önünde İkinci Semeon’u bir monarh ve Bulgar Çarı olarak kabul ettiğini kanıtlamış oldu. Doğu Ortadoks Kilisesi gelenekleri, monarşik düzenin başını ruhani sınıfından kabul eder ve aynı zamanda yüksek ruhani zümrenin başı bilir ve bütün resmi ve dini görüşmelere katılma hakkı vardır. Öte yandan hem Papa hem de Bulgar yüksek ruhani konseyi üyeleri Bulgar anayasasını hiçe saymıştır, çünkü anayasaya göre İkinci Semeon Sakskoburrgotski hakları tüm vatandaşların haklarına eşit olan, sıradan bir Bulgaristan vatandaşıdır. Bu böyle devam ettiğinde, başka koşullarda olmak üzere, morşaşi başı eski haklarının yeniden tanınması talep edilebilir. Böyle bir durum değişikliği, günümüzde Çarlık rejiminden birçok şeyi hızla hayata çağıran, Rusya’nın lehinde olur. Bulgarlar, acaba Rusya Başkanı Putin’e taç giydirelemez mi diye soruyorlar. Aslında İkinci Semeon hayatta olan son Doğu Ortodoks Kralıdır. Bulgar din adamları, Semeon’un Çar ilan edilmesi, Kremlin’de durumu birden bire değiştirebilir yorumlarında bulunuyorlar. İkinci Semeon’un Papa Francist ile Sinot’ta görüşmesi Bulgar kilise yönetimini parçalamıştır.”


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Papa Francist Sofya’nın “Birinci Aleksandır Batenberg” meydanına toplanan 7 bin kişi önünde dini sevgi ayini düzenledi, yaptığı konuşmada sevgi ve barış için duva etti. Bulgaristan’ın iç problemlerinden irk ayırımına, Romen getolarının yakılmasına, işsizliğe, sefillik ve cahilliğe, Müslüman dinine yapılan baskılara değinmedi. Bulgaristan’da 50 bin Katolik yaşıyor. Ülkede Katolik dini Rakovski, Plovdiv ve Ruse piskoposluklarınca örgütlenmiştir. Katolik nüfus toplam nüfusun % 1’inden az olduğundan dolayı Bakanlar Kuruluna bağlı Diyanet Ajansı kendilerine mali ve maddi yardımda bulunmuyor. 3 günklük ziyaretinin 2. Gününde Papa Francist 2 Katolik Kilisesi ve 17 bin mümini olan Güney Bulgaristan’da bulunan Rakovski şehrini ziyaret edecek ve halkla yaptığı görüşmelerden sonra 250 çocuğa şarapla ekmek yedirerek Katalik Kilisesine kabul edecektir. Bu ziyarette dikkat çekici olan, Papa’nin Katolik olmayan hiçbir kimseye elini öptürmemesi, şehir içinde papamobille gezmesi, özürlük çocuk görünce araçtan inip yüzünü saçını okşamasıdır. Çok sert güvenlik kordonu işinde hareket eden Papa Francist, 1944 yılından önce Bulgar Katolik papazlarının tutuklanıp hapse atılmasına da değinmedi. Bulgaristan ziyaretini tamamladıktan sonra Papa Francist heyetiyle birlikte Kuzey Makedonya Cumhuriyetini ve ardından da Romanya’yı ziyaret edecektir. Bizi izleyiniz. Teşekkür ederim


Makale ve Analizler - 2019

49

Papa Gözüyle Bugün Ve Gelecek

Tarih: 06 Mayıs 2019 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ KONU: Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın! Bulgaristan 2. Papa ziyareti heyecanı yaşıyor. Bolluk ve Bereket simgesi Hıdrılleze rastlayan olaylarda, bol bol dilekler sunuldu. Kakava ateşleri yakıldı. Dilekler kağıtlara yazıldı ve ırmaklara atıldı. Hatıra fotografları çekildi. Bulgaristan Müslümanları da kutsal Ramazan ayına girdi. Papa Francist ise, Trakya ovasından üstü kapalı, yanları açık otomobiliyle Müslümanların coşkulu yaşantılarının yanından geçerek, bizdeki 50 bin Katolik nüfustan en büyük grubun yaşadığı iki Katolik Kiliseli Rakovski şehrine yöneldi. Resül’ün programında kardinal ve yardımcıları ile birlikte bahar açmış memleketiminde dualar ederek, törensel bir ortamda ayin düzenleyerek 245 çocuğu Katolik dinine kabul etmek ve her birinin ağızına şaraba bandırılmış kutsal ekmek sunarak İsa Peygamber’in canlı varlığını ilk olarak onun yanında hissetmelerini sağlamaktı. Gerek Sofya’da yapılan karşılama töreni ve dini ayinde, gerekse ikili temaslarında ve Plovdiv ili Rakovski Belediyesşndeki ibadetlerde onun en sık kullandığı söz BARIŞ oldu. Papa Fransız, Bulgaristan’da bir devlet başkanı sıfatıyla karşılandı. Sokak ve kiliseleri dolduran Bulgar Katoliklerin arasına saygıyla girdi. Bir Resul sevgisiyle katıldı. O, Bulgaristan topraklarında attığı her adımda barışın, sadece savaş olmayan bir ortamda yaşamak olmadığını, aynı zamanda sevgi ve özgürlüğün, hoşgörünün, iyiliklerin galip geldiği ve hükmettiği bir dünyada yaşamak olduğına işaret ederek, bunu telkin etmek istiyordu. Sözlerindeki edada eski kıtanın bir duyumsuz dünya olduğu, Avrupa’nın Güney Doğu ucunda vurdum duymazlık örtüsünü bir ucundan açıp kaldırmaya geldim, umudu vardı. Kaldırılması gereken örgüt ise bir katlı değil, çok katlı ve kalındı. Papa’nın mesajlarını yorumlayan Bulgar medyası ancak İkinci Dinya Savaşı yıllarına, yani Papa Yochan 23 ve onun Kardinalı Rokali dönemine inmek istiyor. O yıllara ilişkin Papa gizli arşivi ve Kardinal Rokali ile Çar Üçüncü Boris ve yakınları arasında, Nazilerin toplama kamplarına gönde-


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rilmelerini istedikleri Yahudilerle ilgili yazışmalardan olumlu birşeyler çıkacağı hayal ediliyor. Olay şöyle ki, tarihin 70-80 yıl derininde, Roma Katolik Kilisesi’nin Orta Çağda Batı ülkelerinde Katolikliğin katı inançlarına karşı gelenleri sapkın sayarak cezalandırmak için kurduğu kilise mahkemeleri, engizisyon, Yahudilerin İspanya’dan kovulması ve daha brçok bilinmesi istenmeyen gerçeklerin üstünü cılalayacak olumlu gelişmeler gizleniyor. Papa Francist, ibadetlerde olayları karanlık tarafından değil, aydın yanınından görmeye davet ediyor. Bulgaristan’da yaşanan somut örneklere dolaylı işaret ederek, “ Hristiyanız, bize gelene, kapımızı açarız”, diyerek Bulgaristan’ı sığınmacılar, mülteciler, savaştan, doğal afetlerden, geçim sıkıntısından, cahilliğin karanlığından kaçanlara dikenli tel örgülü sınır kapılarını açmaya davet etmiş oldu ama anlayana…. Tepki gecikmedi, Dış İşleri Bakanı “Bize Türkiye üzerinden göçmen seli gelmeyecek” dedi. Oysa Papa, Bulgaristan’in 2018’de Birleşmiş Milletlerin Göçmenler Anlaşmasını imzalamadığına, Harmanlı’daki “Sığınmacı Kampında” çıkan isyana, Belene kentinde Suriyeli 2 çocuklu bir ailenin kabul edilmediğini, evden eve dolaşsa da kira bulamadığını ve buna tepki olarak şehirdeki Katolik Papaz Kortezi’nin Bulgaristan’ı terk etmesine işaret etmek istiyordu. Kendini incitilmiş ve yaralı hisseden bir katolik papazın ülkemizi terk ettiği ilk olay değildi bu. 1944’ten önce Bulgaristan’daki 22 katolık din adamından birçoğu savaşa ve zülme karşı dua ettiklerinden dolayı içeri düşmüştü. Papa Francist, Sofya ayininde “önyargısız yeni insan değerleri” için duva etti. İyi de, köksüz ağaç olur mu? Geçmişinden utanan halkların ve dinlerin geleceği karanlık değil midir? Konuşmalarında o sanki sözleriyle mücehver saçıyordu. Ve onu dinleyen sesiz politikacılara, diplomatlara ve edebiyat ve sanat elitine “sizin vazifeniz” bu kıymetli taşları toplamak ve güzel bir kolyede buluşturmaktır, diyordu. Bu arada yaratılan potansiyelin siyasete dönüştürülmesi ve iyiliğin, insanlara yararlı olanın ön plana çıkması ve karanlıkla aydınlığın düşmanlıklardan vaz geçip iç içe geçişerek uzlaşması zamanı gelmiş olabilir mi? Papa’nın Sofya’da söz ettiği “barış” öncelikle bir iç barıştır. İnsanın kendi kendiyle barışmasıdır. İnsanoğlunun kendi içinde ve çevresinde, ailesinde, yani en küçük hücrede barış tesis edilmeden azınlık topluluğunda, toplumda, ulusal ortamda, örneğin Avrupa Birliği içinde ve jeopolitik boyutta barıştan söz edilemez. Saldırılar genelden değil, bireyden başlar. Ailede olduğu gibi, küçük ve büyük topluluklarda ve uluslararası da lidere ihtiyaç var. Papa bu konuya değinmese de, biz AB üyesi bir ülke olarak şu günlerde AP seçim kampanyasında bulunuyoruz. İkiye bölünmüşüz, kimi-


Makale ve Analizler - 2019

51

leri federatif AB, ötekiler milletlerin AB’sini istiyor. Milletvekillerinden bazıları AB’nin nasıl güçlenmesi gerektiğini, diğerleri nasıl dağıtılabileceğini hayal ediyor. Bir de şu vites sorunu çıktı. Bazılar 2 veya 3 vitesli AB, ötekiler de tek bitesli AB düşünüyorlar. Brüksel’den en uzaktaki ülke olduğumuzdan dolayı biz bir uç beyliği durumundayız. Burada çok güçlü bir birleştirici lidere gerek var. Bu dünya görüşü çok geniş ve derin lider, önce çok kültürü (multi-kültürel) AB yapılanmasını oluşturup yaşatma ödevini kabul etmelidir. Şimdiki duruma kıyasla, yeni bir Avrupa Birliği- AB, Avrupa Parlamentosu- AP ve Avrupa Konseyi- AK kurulması söz konusudur. Belki de burada binlerce sorunun açık, karmaşık ve cevapsız olduğunu bildiğinden dolayı, Papa Francist konuya hiç değinmedi, Katolik dini etrafında “birleşin” de demedi, biz hepimiz “Hıristiyanız” demekle yetindi. O zaman AB’de yaşayan Müslümanlar ne yapsın? Bu soruna yanıt aramak için yine karanlık 16. Yüzyıldaki aydınlığa, Yahudilerin kovulmasına karşı olanlara, Papa’nın da dahil olduğu yezidi Katolik tarikatına, Amerika’da Kızıl Derililere ve 2 yüzyıl sonra insan hakları kavgasında siyah derililere el uzatılan yıllara, İnsan Hakları Bildirisine, Yahudilerin ve Çingenelerin ve İslavların yakılarak öldürülmesine karşı olan ve kurtarılmaları uğruna halkların nati-faşist savaşına ve mutlaka XX. Yüzyıl boyunca Bulgaristan’da Müslümanları zorla Hıristiyanlıştırma ve Bulgarlaştırma zulmüne ve son yıllarda Romen evlerini yakarak sürdürülen vahşete dönmemiz, herşeyi yeniden değerlendirmemiz gerekecektir. Bu yapılmadan, Avrupa Birliği aydınlığı bulmak için karanlığı delemez, halklara öncülük edemez. Papa, Sofya mecejlarında BARIŞTAN sonra her defasında SEVGİ dedi. İnsanların birlikte yürüyebilmelerinin ateşini sevgide görüyor gibiydi. Kuşkusuz insanlar, topluluklar ve toplumlar arasındaki farklılıklar, ülkelerde ve AB gibi büyük ünitelerde ve dünyada barış tesis edilmesine engel olmamalıdır ve olamaz. Farklılıkların oldu yerde harmoni, uyum aranmalıdır. Farklılık olmasaydı, uyum da olmazdı. İnsanın birbirini tanıması ve birleşerek güç toplaması da aslında bir çelişkidir. Çünkü toplanan potansiyel güç, her defasında devinmek, hareket etmek ve kinetik enerjiye dönüşmek ister yani biçim ve öz olarak değişir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde bizim barışı ve sevgiyi İYİ OLANA doğru yönlendirmemiz gerekir. İyi olansa ortak olandır. Ortak olan barıştır. Ortak olan sebgidir. Ben şahsen “bir gün gelecek biz de iyi olacağız” iddiasına inan mıyorum. Evet, Bulgarca’da “Sen kime iyilik ettin de, kötülük buldun” atasözü var. Biz de “Yap iyiliği, bul kötülüğü” deriz. İkisi birbirine yakındır. Bu du-


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rumda insanın içine daha küçük yaşta ailesinde “İyiyilik yapma korkusu” aşılanmış olur. Ve biz bunu içimizden atamayız. Öyleyse değişecek olan nedir! Olaya nasıl yaklaşalım? Bu sorunun cevabını aramakta zorlandığım için, yine metaforik bir örnekle düşüncemi açmaya çalışayım. Bulgaristan örneğini, ziyarete gelen Papa’yı algılamaya çalışıyoruz. Biz küçük bir ülke, nüfusu az, hayal gücü kısıtlı bir halkız. Bizim hafızamıza giren herşey sanki dışardan gelmiştir. Biz, Papanın da dediği gibi Doğu ve Batı uygarlıklarının buluşup dinlenmeye uzandığı, şekerlemeye yattığı toprakız. Hafızamızdaki iyilik ve kötülük, sevgi ve düşmanlık, barış ve savaş ve daha binlerce değer ve kıstas bizim kendimizin değil. Biz başkalarının düşmanına düşmanız. Başkalarının sağladığı barışa seviniyoruz. Ötekilerin sevgisinden sanki mutlu oluyoruz. Bizim toprakta yetişmeyen bir şey varsa o da kültür. Çünkü kültür yanındakini, karşındakini, arkandakini ve tek sözleri öteki olanı algılamak, iyi ve kötü yönlerini öğrenmek ve faydalanabileceğin yanlarını bulmak ve beraberlik kurmaktır. Bizde bu araçlar yok. Belki de onun için Papa Francist ibadetinde ve demeçlerinde “kültür” sözünü kullanmadı. Hep din dedi. O dinin insanları kendi içine büzdüğünü, topladığını bildiğinden dolayı olacak, hep “din” dedi ki, Bulgarların dışarı uzanması hep problemli oluyor da ondan olabilir… Bulgar haklkına “Geçmişi unutmayın ama onunla yaşamayın!” sözleri üzerinde sizin de düşünmenizi rica ediyorum… Teşekkür ederim. Papa ziyaretini vesile ederek Katolik tolerans ve Müslüman hoşgörüsü konusunu birlikte işlememizi öneriyorum. Bu arada Papa Francist’in 02 Şubat 2016’da Abu Dabi’de imzaladığı Terörizmle Mücadele Bildirisini de konularımıza katalım diyorıum… Okuyun, tartışın ve yazılarımızı bir zahmet paylaşınız. Bilgi ortak paydamızdır. İyi Ramazanlar.


Makale ve Analizler - 2019

53

Ufukta Işık Yok

Tarih: 07 Mayıs 2019 Yazan Nedim AKIN Konu: Bulgaristan Türklerinin politik sahneden çekilme süreci Avrupa Parlamentosu (AP) seçim günü yaklaştıkça ortam kızışıyor. Keselerin ağızı açıldı. İktidar partisi GERB Hıdırllez Günü, (Hıristiyanların milli bayramıGeori Günün’de) 3 binden fazla kucu kızartmış. Parti yöneticileri Osmanlı zamanlarından kalma dede poturlarını giymiş, belde kuşağa kama sıkıştırmış, sırmalı yelekler sırtta tulum (gayda) dinlediler, destiden rakı şarap içtiler. En fazla dikkatı çeken olay ise, GERP partisinin “ben onları aşırı milletçiolarak tanımıyorum, onlar yurtsever” deyip koltuğu altına alarak başbakan yardımcılığı ve bakan koltuklarına taşıdığı Voyvodoların da bol kesenden para saçmasıdır. AP-na demir atmak isteyen Voyvoda partisi VMRO Başkan Yardımcısı A. Cambazki, 30 saniyesi 8 bin levadan reklamlarla TV ve Videolarda devamlı şakıyor. Davul zurnalı, milli giysili orkestra ve sanatçılar ona çalıyor. Olur olur da bu kadar çelişkili ve düşünceleri birbirine zıt insanların aynı kümede beraber olabildiğine bu kampanyada iyice şaşırdım. GERB, Abrupa Halk Partisi (ENP) grubuna üye bir politik parti olarak Avrupa Birliği’nin (AB) geleceğini FEDARATİV AVRUPA’DA görürken, hükümet ortakları Makedon Voyvodoları (VMRO) MİLLETLERİN AVRUPASI deyip, iki biçiyor. Bunlar birbirine tamamen zıt politik tezler. Federasyon heveslisi olan GERB, Makedonya AB’ye üye alınırsa, aramızdaki devlet sınırı kalkar ve aynı federarif birlik içine Ohri Gölü’ne kadar yayılırız hesaplarıyla hayal kuruyor. Milli devletler Avrupası isteyen Bulgar aşırı milliyetçileri (“Ataka”, “Volya” ve Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe, VMRO), – Brüksel nasıl karar alırsa alsın biz istediğimizi uygular istediğimiz elimizin tersiyle kenara iter ya da rafa kaldırırız – hesaplarıyla yaşıyorlar ve propaganda yapıyorlar. Bu daha önce totaliter rejim zalanında yaşanmıştı. Hani 1985’te Todor Jivkov’un Helzinki Senedini imzalayıp ama Bulgaristan’da insan ve azınlık haklarını tanımadığı, Türklere zulmü şiddetlendirdiği gibi, Paris’te imzalanan Avrupa İnsan Hakları Çerçeve Antlaşmasından (2000 yılı) azınlıkların kolektif haklarını, ülkemizin çok kül-


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

türlü – multi kültürel – bir devlet olması zorunluğunu istemedikleri gibi, aslına bakılırsa AP seçimlerine giren siyasi partilerin hemen hemen hepsi “Bulgaristan’da Türk yaşamadığı” konusunda ağız birliği yapıyorlar. Dolayısıyla Türk azınlığı, kültürel haklarımız, kendi okulları açma hakkımız, Türkçe edebiyat ve sanat yaratma hakkımız ve tüm diğer milli haklarımız yok sayılıyor. Üstelik DPS ve DOST partileri bile bu haklarımızdan söz etmiyorlar. Onlara göre “ancak çifte vatandaşlar Türkmüşler ve onlar da zaten BG’de yaşamıyorlarmış”. Bulgaristan Türk azınlığı konusunda “uzman” geçinen ve azığını açıp iki söz söylemeye çalışanların dudaklarının arasından neden yalnız tükürük ve küfür saçılıyor, bunu da anlamakta hala zorlanıyorum. İşte böyle bir karma karışık oylamada, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ve Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük İçin Demokratlar (DOST) partisi Bulgaristan’daki en büyük 3 etnik azınlığı – Türkleri, Pomakları ve Çingeneleri – yani Müslüman Türkleri temsil etmiyorum hırsıyla seçime adımlıyor. Yukarıda değindiğim Federatif Avrupa mı yoksa Milletlerin Avrupası mı konusunda bugüne kadar ne DPS ne de DOST görüş beyan etmediler. Onların hedefi, ırmağı geçmek ve Brüksel’e milletvekili göndermekse, orada ne olacak Allah Büyüktür. Bizim görüşümüze göre, bu olmadı işte, çünkü yalnız politikacı görünmek için politika yapılmaz, yalnız lider kalmak için liderlik taslanmaz. Bu, bir kaynak suyudur ya içilir ya içilmez, ya şıfalıdır ya zefirlidir, gibi birşey. Halk rağmen siyaset yapılmaz. Ülkemizdeki en tarafsız sosyolojik araştırma merkezi olarak ün yapmış olan “Alfa Rıçars”ın yayınladığı son anket sonuçlarında, seçmenin ancak % 36 oranında sandığa gideceği, rakamlarla ifade ettiğimizde, yalnızca 2 100 000 (iki milyon yüz bin) seçmenin oy kullanacağı, DPS partisine verilen oyların % 9’u geçmeyeceği yani en fazla (topu topu) alınacak oyun 210 bin ile 250 bin arasında olacağı açıklandı. Bilindiği üzere 2014 seçimlerinde DPS 430 bin, 2017 seçimlerinde 317 bin oy almıştı. Demek oluyor ki, son 5 yılda DPS oylarında yaklaşık % 50 erime, azalma, başka partilere kayma ya da Türk seçmenin politikadan çekilmesi var. 17 kişilik liste ile ortaya çıkan DOST partisinin oy potansiyali de 20-30 bini aşmıyor. Partinin kurmayları olan Hüseyin Hafızov, Şabanali Ahmet, Aydoğan Ali, Raşid Kuru ve Mehmed Hacı’nın il ve belediye yöneticileriyle birlikte DOST çizgisinden ayrılması ve tarafsız bir konuma kümelenmeleri, hele de bir yüzkarası olay olarak nitelendirdiğimiz, Kasim Dal’ın Hürriyet ve


Makale ve Analizler - 2019

55

Şeref Halk Partisi (HŞHP) Genel Başkanı görevinde olan doç, dr. Orhan İsmailov’un partiyi tekmeleyip ayrılması ve Rus memmesi emen “Volya” partisinden AP milletvekili adayı gösterilip Müslüman azınlık oylarına el uzatması henüz hiçbir olumlu sonuç vermiyor. 26 Mayıs günü DPS seçmeninden büyük yeni bir kayma beklenmese de, GERB tarafından Satovça bölgesinde bilinen ve sevilen bir aydın öğretmen olan ve AP milletvekili adayı gösterilen A. Ademov’un halk desteği alması olasıdır. GERB partisi 26 Mart 2017 seçimlerinde Müslüman Türklerden 100 binden fazla oy aldı ve eğilimin yavaş yavaş da olsa enerji topladığı dikkati çekiyor. Gelen değerlendirmelere ve sosyolojik araştırmalara bakılırsa, 1990 yılları heyecanını yaşatmaya devam den Demokratik Güçler Birliği (SDS) kadrolarıyla ve bazı başka sönmüş meclis dışı muhalefet közleriyle itifak kapısı açan GERB partisi, memleket çağında hareketlendiğine göre, seçimi kazanmaya kararlı görünüyor. DPS seçim önü eylemlerini analize ederken, içimden “hırsla seçim kazanılmaz”, “seçmen koyun sürüsü değildir” demek geliyor. Bir yandan, Hak ve Özgürlük Partisi’nin (DPS) erimesi, öte yandan DOST ve HŞHP’nin parçalanması, seçmemlerimizin daha fazları T.C.’de ve değişik uzak ve yakın ülkelerde olması ayrı bir hüzün kaynağıdır. Ne olursa olsun, biz hiçbir zaman Bulgar faşistlerine, aşırı milliyetçilerine, düşmanlıktan köpüren kesime ve totaliter küflü kalıta oy verin kardeşler demedik ve demeyeceğiz. Biz bilinçlenmenin çok zor ve çileli bir süreç olduğunu biliyoruz, okulsuz, işsiz, gelirsiz, kaderin cilvesine terk edilmiş bir ortamda bilinçlenmenin kendiliğinin hızlanmasına ve patlamalı gelişmesine de bel bağlamıyoruz. Biz, “Türk olduğumuzun” bile tanınmadığı bir ortamda yaşadığımızın bilincindeyiz. Bundan dolayıdır ki, serbestsiniz kime isterseniz ona oy verebilirsiniz çağrımızda samimi ve bilinçliyiz. Sizin namusluluğunuzun, parlak vicdanınızın, yılların çilelerinde bilenmiş onurunuz her birinize kime oy vereceğinizi en iyi göstereceğine inanıyoruz. DPS Brüksel Parlamentosu listesinin başına Mustafa Karada’yı, Delyan Peevski ve İskra Mihaylova gibi isimleri koymakla, halkın su içmek istediği kaynağın başına iki yük kara çalı dikeni koydu. Bu olayın anlamı şudur. Eğer listeyi hazırlayan, 2013’te partinin kongre kürsüsünden tekmelenince, kendine “ömür boyu onursal başkan” pansumanı yaptıran ve kemiği ağızından bırakmak istemeyen Ahmet Doğan yapmışsa, Karadayı’yı pınar bekçisi, Peevski’yi de su veznadarı yaptığı gün gibi ortadadır. Karada’yı, DPS pınarından “su içmek” ve DPS’nin sözde kendi elleriyle pişirdiği ek-


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mekten eve götürmek isteyenlere “oyunuzu, listeyi okumadan bana vereceksiniz” demeye başladı. Peevski ise, dikenli pınardan su içmek istemeyenlere pet şişede DPS suyu dağıtıyor. Seçim başarısı dağıtılacak Pet şişelerin sayısına bağlıdır. Doğan, 400 bin şişeden söz etse de, seçmenin yarısı DPS suyundan içmek istemiyor. Olay budur. Oreşarski hükümetinde Çevre Bakanı olan Bayan İskra Mihaylova, 2014-2019 döneminde Avrupa Parlamentosunda Çevre Komisyonu Başkanı seçildi ve “çok başarılı” çalışmalarda bulundu. Avrupa Birliği’nden ülkemize gelen fon paraları bu komisyon tarafından gönderiliyor. Paranın gönderileceğine ilk haber alan “A.D.” oluyor tabii, o da müjdeyi Başbakan B. Borisıov’a bildiriyor, 2014-2019 yılları arasında “çevre fonları” konusunda yürütülen pazarlıklardan en kazançlı çıkan “A.D.” kelepircisi oldu. GERP lideri Borisov’la yakınlaştı ve “mücdeli haberler” mükafatı olarak Varna’daki Isı Elektrik Santralini yok pahasına kapattı. Bu işten halkımızın kazancı bu defa da sıfırdır. Bugün toplumu karıştıran dağ evlerinin hepsi bu fona gelen paralarla yapılmıştır. Artık 61-ni dolduran Bayan aday İskra Mihaylova’nin DPS listesinde 4. Yerde olmasının nedeni ve seçileceğini garantili görmesi bir yere kadar da, Oreşarski hükümeti (2013-2014) döneminde Bulgar Devlet Yedekleri Genel Müdürü olan eşi Stanislav Koparov’un, depolarda ne varsa elden çıkarmış olmasından dolayı, sorgusunun devam etmesidir, çünkü aynı dönemde Bakan İs. Mihaylova Çevre Bakanı görevindeydi… Bayan Mihaylova’nın AP dokunulmazlığı olacak, ama ne zamana kadar? Sorgu ilerlemiyor, ama ne zamana kadar. Ucu kime varıyor, bunu halkımız bilmek istiyor. DPS – aday listesi şaibeli insanları korumak için hazırlanmışsa, bizden oy alamaz… Ayrıca bu gösterdiği kişilerden seçildikten sonra kaçı istifa edecek onu bilen var mı? Yani kime oy vereceğini bilen yok kısaca bilinen hiç bir şey yok. Şöyle bir beklenti var, sözde gençlere yol veren DPS Listesinde en emin adayın “emeklilik bekleyen Bayan Mihaylova” olması, herkesin liste başında görmek istediği eski milletvikelrimizden Tuncer Kırcaaliev ile deneyimli siyasetçi Bayan Filiz Hüsmenova’nın liste dışı bırakılması, yerel teşkilatların önerdiği adayların dikkate alınmaması 26 Mayıs günü ciddi tepki de uyandırabilir. Muhtemelen Kırcaali, Razgrat, Silistre, Şumen, Tırgovişte, Burgas ve Blagoevgrad Müslüman Türk seçmen, listede kendi adayı olmadığı için, DPS-liler sandık başına gitmeyebilir. Bu iller ve onlara bağlı olan belediye ve muhtarlıklar kaynıyor. DPS ileri gelenleri yağışlı geçen şu son günlerde


Makale ve Analizler - 2019

57

köylüleri camiye veya muhtarlığı davet etseler de, insanlar kiremitlik altına veya bir kuytuya sinmiş kendi aralarında mırıldaşıyorlar. Türkiye’deki seçmenler ise suskun. Karadayı’nın veya Peevski’nin hatırı için yurda gidip oy vermek istemeyenlerin sözü geçiyor. Bu seçimlerde T.C. Avrupa Birliği üyesi olmadığı için Türkiye’de sandık açılmayacak, derneklerimizin (BULTÜRK) posta yoluyla oy kullanma önerisi ise Sofya meclisinde henüz kabul edilmedi. Oylama eski usulle, sandığa giderek yapılacak. Okuyanlara teşekkürler. Paylaşanlara yeni yazımı hazırlıyorum. Unutmayınız “AĞLAYAN HEP ALAMAZ – GÜLEN DE HER ZAMAN GÜLMEZ” Birlikte olalım. Gelecek bizimdir.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hıdrellez Bayramı Nevzat ÖZTÜRK

Hıdrellez, bütün Türk dünyasında bilinen mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır. Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında hıdrellez şeklini almıştır. Hıdrellez günü, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan günü olmaktadır. Hıdrellez, ortak kültürel değer olması yönüyle önemli bir yere sahip olup Türklük dünyasında ve Anadolu’da ortak inançlarıyla, ortak heyecanlarla yüzyıllardır kullanılmaktadır. Halk arasında kullanılan takvime göre eskiden yıl ikiye ayrılmaktadır: 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs Günü kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelir ki, bu da kutlanıp bayram yapılacak bir olaydır. Tarihin ilk topluluklarından beri ay, mevsim yıl vb. değişiklikler törenlerle kutlanmaktadır. Avcı kültüründen tarım kültürüne geçildiğinde tarımda bolluk, bereket için çeşitli törenler yapılmaya başlanmıştır. Çeşitli kültürlerde mevsim değişiklikleri törenlerle kutlanır. İslamiyet öncesi Türk kültüründe bahar bayramı yapılarak kıştan sonra canlanan doğanın sevinçle karşılandığını ve şenlikler düzenlendiğini biliyoruz. Takvimin olmadığı dönemlerde insanlar hayatlarını temel uğraş konularına göre düzenlerlerdi. Bunlar; ekin ekme, bağ bozumu, hasat, koç katımı, baharın gelmesi, tabiatın canlanması vb. gibi olaylardı. Ayların, mevsimlerin, yılların düzenli geçişleri bunlara bağlı olarak bitkilerin düzenli olarak yeşermesi ve sararması, törenleri belirli bir takvime bağlamıştır. Bir yıl içerisinde doğadaki değişiklikler toplumların hayatını her zaman etkilemiş ve bu değişiklikler tarih boyunca bütün halklar tarafından çeşitli tören, ayin ve bayramlarla kut-


Makale ve Analizler - 2019

59

lanmıştır. Hayvancılıkla, tarımla uğraşan topluluklar için kışın bitip baharın gelmesi yapısal, işlevsel ve yeniden dirilişin sembolleşen başlangıcıdır. Geleneksel ve toprağa bağlı her sosyal grubun toprakla ilgili baharı, hasadı ve kışa girişi törenlerle kutladığı şenlikler vardır. Doğanın uyanması ateşle kutlanır. Çünkü ateş evreni canlandıran güneşin dünyadaki uzantısıdır. Bütün milletlerin kültürlerinde görülen yeni yıl törenleri, yaşama biçimlerine, coğrafyalarına, ekonomik yapılarına, inanç yapılarına uygun koşullarda, uygun zamanlarda çeşitli pratiklerle kutlanır. Hıdrellez Bahar Bayramı niteliğinde kutlanan mevsimlik bayramlarımızdandır. Türk kültürü içinde canlılığını koruyan geleneklerden biri de “Hıdrellez”dir. Hıdrellez geleneği, bir bayram olarak bütün Türk milletinin topluca katıldığı, kutladığı, bir takım töreleri yerine getirdiği bir bahar bayramıdır. Bu tarih kışın bitişi yazın başlangıcı, yılbaşı olarak kabul edilir. Rûz-ı Hızır (Hızır’ın günü) olarak adlandırılan Hıdrellez günü, Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında Hıdrellez şeklini almıştır. Hıdrellez’de yaşlılar yeni bir yıla erişmenin, yetişkinler geçimleri için gerekli olan hayvansal, bitkisel bolluk ve berekete kavuşmanın, gençler ve çocuklar da eğlenmenin tadını çıkarırlar Hızır ve İlyas çevresinde oluşan efsanelerle Hıdrellez adı, sosyokültürel bir sembol halini almıştır. Böylece, pratiklerde ifade edilen dileklerin kabulü için sihri-dini bir zemin yaratılarak eski Türk yaşamının ve dolayısıyla inanç sisteminin dini-büyüsel pratiklerine İslâmî renkler verilmiştir Hıdrellez Hızır ve İlyas peygamberin yılda bir kere bir araya geldikleri gündür; ancak bu beraberlikte ismi yaşatılmasına rağmen İlyas’ın şahsiyeti tamamıyla silinerek Hızır motifi öne çıkarılmıştır. Bundan dolayı Hıdrellez Bayramında icra edilen bütün merasimler Hızır ile ilgilidir. Halk arasında Hızır’a yüklenen çeşitli işlevler, yüzyıllardır sözlü ve yazılı ürünlerde (efsane, destan, masal, menkıbe, şiir, v.b.) karşımıza çıkar. Hızır’ın sahip olduğu nitelikler insanlara şifa, sağlık, uğur getirdiği tabiattaki diriliş, uyanış ve canlılığın insana yansıması şeklinde ortaya çıkar. Hızır ile ilgili inanmalar efsane menkıbe ve benzeri şekillerle hemen her gün artarak yayılmakta ve sürekliliğini devam ettirmektedir. Hıdrellez adıyla yapılan törenlerde O’na atfedilen bir çok nitelik, eski dönemlerin sosyal ve dinî hayatının İslâmî yapı ile tekrar şekillenerek yeni bir oluşum ortaya çıkardığı görülmektedir.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çağlar boyu süre gelip zengin kültür değerlerinin oluştuğu Hıdrellez, çeşitli adlarla kutlanmaktadır. Hıdrellez Anadolu’da “Hıdrellez”, Dobruca’ya yerleşmiş bulunan Kırım Türkleri arasında “Tepreş”, Makedonya’da “Ederlez, Edirlez, Hıdırles” gibi adlarla bilinmektedir. Türk-İslâm geleneğinde Hıdrellez günü bu buluşmayı ve bunların gelişini kutlamak için şenlikler düzenlenir. Hızır halk inanışlarına göre ölmezliğe ermiş kişidir. Hıdrellez İslâmiyet öncesinde de mevsimlik bayramlarımızdan olduğu halde İslâmiyet kültürü, efsaneyi İslâmî renge bürümüştür. Efsane İslâm öncesi ve İslâm sonrası motifleriyle doludur. Ortak yön Hızır’ın ölmezliği, bahar, yeşillik sembolü oluşu, her 6 Mayıs’ta Hızır’la İlyas’ın buluşması İslâmiyet’e rağmen bozulmamıştır. Hıdrellezde şenlik, büyü, bolluk-bereket motifleri iç içedir. Hıdrellez geleneğinin bolluk-kıtlık, yaz-kış çatışması, doğanın düzenli değişmesiyle yaratılan mitlerin kutlandığı tören, şenlik ve bayram olduğunu söyleyebiliriz. Hıdrellez geleneği bahar bayramı niteliğinde kutlanan Orta Asya kültürü (Şamanizm), eski Anadolu kültürü (bolluk-bereket törenleri, ölümsüzlük), İslâm kültürü (Hızır İlyas motifi) ve Ortak Balkan Kültürü ile beslenmiş zengin kültür değerlerinin oluştuğu bir şenlik tören ve bayram bütünüdür. Türk ve İslâm mitolojisinde önemli bir yeri olan Hızır, birçok inanış ve ritüele de kaynaklık etmektedir. Hızır inanışı ve Hızır-İlyas geleneğinin temelini kış mevsiminin son bulup baharın gelmesi, tabiatın canlanması esası teşkil eder. İnsanların bu vesileyle çeşitli inanmalar neticesinde yaptıkları tören ve kutlamalar vardır. Esas itibarıyla Türk dünyasının birçok bölgesi ve Türkiye’de bahar bayramlarının en önemlisini oluşturur. İslâm inancında Hızır ermiş bir şahsiyettir. Tanrı tarafından Müslümanlığı korumakla görevlendirilmiştir. İstediği yerde ve istediği zamanda, beklenilmeyen anda; ancak insanın kendi iç dünyasındaki iyilik ölçüsü veya çevresinin değerlendirmesi ile gelmesi beklenen ulu bir varlık, mübarek bir şahsiyettir. Rivayete göre; Hızır İlyas ile kardeş veya yaygın inanışa göre de arkadaştır. Halk arasında, halkın kendi idraki ölçüsünde teferruatıyla bilinen bir şahsiyetin ismi olup hikâyelerde ve efsanelerde önemli bir yer işgal etmektedir. Al-Hızır aslında bir sıfattır. Ancak bu sıfat zamanla unutulmuş, sıfatın anlamını üzerine yüklenen bir manevî güçlerle donatılmış bir şahsiyettir. Halk arasında aldığı anlam ve yüklendiği görev itibariyle Hızır; âb-ı hayat (hayat suyu/ ölümsüzlük suyu) içerek ebedî hayata mazhâr olmuş ve


Makale ve Analizler - 2019

61

zaman zaman insanlar arasında dolaşarak darda kalanlara yardım ve iyiliklerde bulunan, tabiatın yeşillenmesini sağlayan, bolluk ve bereket, kısmet ve sağlık bahşeden bir velidir. Çeşitli kaynaklarda Hızır’ın adı, lakabı, soyu, yaşadığı yer, veli veya nebiliği, ölümsüzlüğü ile ilgili farklı rivayet ve efsaneler vardır. Halk muhayyilesinde Hızır, kimi zaman veli, kimi zaman Hızır Nebi adıyla Allah tarafından ledün ilmi verilmiş Peygamber olarak yaşadığı kabul edilmektedir. Kaynağı nereye bağlanırsa bağlansın (Kur’an-ı Kerim, Gılgamış Destanı, İskendernâme, Musevî Kaynaklı efsaneler, vb. Türk insanının zihninde Hızır, Hızır-Nebî, Hızır-İlyâs, Hıdrellez, Kidir gibi kelimelerle ifâde olunan bir Hızır kültü ve bu kült çevresinde teşekkül edip yaşamaya devam eden bir gelenek mevcuttur. Hızır’ın adı, hüviyeti, ölümsüzlüğü, yaşadığı dönem ve zaman, veliliği ve nebiliği tartışma konusu yapılmakla birlikte, gerek Türkiye’de, gerekse Türkiye dışındaki Türk dünyasında kabul gören inanç, onun “Tanrı’nın yeryüzünde dolaşan güçlü ve yardımsever elçisi” olduğudur. İslamiyet’ten önce Türkler arasında bahar mevsiminde yapılan törenlerde önemli bir yeri olan “su” ve “ağaç” kültü varlığını Hıdrellezle sürdürmüştür. Türklerin çok eski bir geleneği olan bahar bayramı kutlamaları Anadolu’da İslami inançlarla birleşerek zenginleşmiş ve anlamlı bir hale gelmiştir. Nitekim hıdrellez kutlamalarında gül ağacı, yeşil bitkiler, ağaçlar ve su motiflerinin sıkça kullanılması benzer uygulamaların Orta Asya’daki kutlamalarda da kullanılması, Hıdrellez törenlerinin kaynağının Orta Asya olduğunu göstermektedir. İslamiyet’le birlikte Hıdrellez adını almıştır bu törenler. Hıdrellez geleneğinin doğuşuyla ilgili rivayetlerin Hızır ve İlyas üzerinde yoğunlaşmasına rağmen kutlama nedenlerini incelediğimiz zaman mevsimlik bayramlardan bahar şenlikleri olduğu öne çıkmaktadır. Baharın gelişini, doğanın canlanışını kutlamak, kışın soğuk günlerinden sonra insanlar arasında bir canlılık oluşması, uyuşukluğun atılması için şenlik yapılır. Hıdrellez, Hıdır-nebi ve Nevruz’da su üzerinden atlama, birbirlerinin üzerine su serpme, Nevruz’da soğuk su ile yıkanma, yeni-gün suyu ile el yüz yıkama, hayvanları sulama, su dolu – ana motifi bu eski Türk inancının devamlılığını göstermektedir. Hıdrellez’de genellikle yakın bir pınardan getirilen suyu içme, bununla el yüz yıkama, suya bakma, bu su ile kap-kacak ve diğer eşyaların yıkanması gelenekleri yerine getirilmektedir.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hıdrellez, doğayla barışık olma ve onlardan yararlanma dileğine dayanır. Yaratılış ve türeyişe, yeniden doğuş ve doğanın canlandırma inancına ait inanma ve pratikleri vardır. Hıdrellez ateşinden atlama, günahlardan arınmadır. Ateş kutsanır, doğanın uyanması ateşle kutlanır. Ateş; evreni canlandıran güneşin dünyadaki uzantısıdır. Hıdrellez ateşi, ritüelin başlamasında önemlidir. Ateş kültü pek çok uygarlıkta aydınlık, kötülükten arınma, temizleyicilik ve bereket – bolluk sembolüdür. Aynı zamanda yakılan büyük ateş toprağın ısınıp uyanması simgesidir. Hıdrellez, Türk kültüründe baharı, yaşama sevincini, su ve kutsal arınmayı, yenilenmeyi, uyanan doğa ile birlikte bolluk-bereketi simgeleyen anlam ve ögelerle yüklüdür. Mevsimlik bayramlarımızdan biri olan Hıdrellez, Türk dünyasında etkin bir biçimde kutlanmaktadır. Büyük şehirlerde daha az olmak üzere, kasaba ve köylerde hıdrellez için önceden hazırlıklar yapılır. Bu hazırlıklar, evin temizliği, üst-baş temizliği, yiyecek-içeceklerle ilgili hazırlıklardır. Hıdrellez gününden önce evler baştanbaşa temizlenir. Çünkü temiz olmayan evlere Hızır’ın uğramayacağı düşünülür. Hıdrellez günü giyilmek üzere yeni elbiseler, ayakkabılar alınır. Anadolu’nun bazı yerlerinde Hıdrellez Günü yapılan duaların ve isteklerin kabul olması için sadaka verme, oruç tutma ve kurban kesme adeti vardır. Kurban ve adaklar “Hızır hakkı” için olmalıdır. Zira tüm bu hazırlıklar Hızır’a rastlamak amacına yöneliktir. Hıdrellez kutlamaları daima yeşillik, ağaçlık alanlarda, su kenarlarında, bir türbe ya da yatırın yanında yapılmaktadır. Hıdrellez’de baharın taze bitkilerini ve taze kuzu eti ya da kuzu ciğeri yeme adeti vardır. Baharın ilk kuzusu yenildiğinde sağlık ve şifa bulunacağına inanılır. Bugünde kırlardan çiçek veya ot toplayıp onları kaynattıktan sonra suyu içilirse bütün hastalıklara iyi geleceğine, bu su ile kırk gün yıkanılırsa gençleşip güzelleşileceğine inanılır. Hıdrellez gecesi Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere feyiz ve bereket vereceği inancıyla çeşitli uygulamalar yapılır. Yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakılır. Ev, bağ-bahçe, araba isteyen kimseler, Hıdrellez gecesi herhangi bir yere istedikleri şeyin küçük bir modelini yaparlarsa Hızır’ın kendilerine yardım edeceğine inanırlar. Hıdrellez’de baht açma törenleri de oldukça yaygın olarak uygulanan geleneklerimizdendir.


Makale ve Analizler - 2019

63

Bu törene İstanbul ve çevresinde “baht açma”, Denizli ve çevresinde “bahtiyar”, Yörük ve Türkmenlerde “mantıfar”, Balıkesir ve çevresinde “dağara yüzük atma”, Edirne ve çevresinde “niyet çıkarma”, Erzurum’da “mani çekme” adı verilir. Törenler baharda doğanın ve tüm canlıların uyanmasıyla eş anlamlı olarak insanların da talihlerinin açılacağı inancıyla, şanslarını denemek için yapılır. Hıdrellezden bir gece önce bahtını denemek ve kısmetlerinin açılmasını sağlamak isteyen genç kızlar yeşillik bir yerde veya bir su kenarında toplanırlar. İçinde su bulunan bir çömleğe kendilerine ait yüzük, küpe, bilezik gibi şeyler koyarak ağzını tülbentle bağladıktan sonra bir gül ağacının dibine bırakırlar. Sabah erkenden çömleğin yanına giderek sütlü kahve içip ağızlarının tadının bozulmaması için dua ederler. Ardından niyet çömleğinin açılmasına geçilir. Çömlekten içindekiler çıkarılırken bir yandan da maniler söylenir. Buna göre eşyanın sahibi hakkında yorumlar yapılır. Hıdrelleze özgü bu uygulama temelde bu şekilde yapılmakla birlikte, yörelere göre bazı farklılıklar da gösterebilmektedir. Sonuç olarak, Anadolu’da hala görkemli törenlerle kutlanan Hıdrellez Bayramı insanlık tarihinde çok eski zamanlardan beri kutlanmaktadır. Farklı zamanlarda, farklı isimler altında kutlansa da Hıdrellez motiflerine pek çok yerde rastlamak mümkün olmaktadır. Baharın gelişi ve doğanın canlanması insanlar tarafından bayramlarla kutlanması gereken bir durum olarak algılanmıştır. Böylece bir bahar bayramı olan Hıdrellez evrensel bir nitelik kazanmıştır. Hıdrellez, kökü çok eski bir geleneğin günümüzde şenlik ve kutlama biçiminde sürdürülen bir örneğidir. Hıdrellez, toplumsal yaşamda canlandırıcı etkisinin bulunması, geleneklerin sürmesine aracı olması, törelerin kökleşmesini sağlaması yönüyle işlevseldir. Hıdrellez geleneğini sürdürenler kültür taşıyıcıları olarak görev yapmaktadırlar. Hıdrellez, halkın ortak duygu ve düşüncelerini dile getiren, Türk kültürünün korunup yaşatılmasında önemli bir yeri olan mevsimlik törenlerimizdendir. Bayramlar fertleri bir araya getirir, onlar arasında toplumsal bağları güçlendirir, ortaklıkları pekiştirir. Hıdrellez, takvime bağlı bir kültür veya folklor olayı olarak toplumu, belli değerler üzerinde birleştirir. Hepinizin Hıdrellez Bayramını tebrik ediyorum. Paylaşmayı unutmayınız…


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Su Üzerinde Kalan “İzler” Tarih: 08 Mayıs 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Papa Franzist başa dönmeyi denedi

Katoliklerin Papası Franzist’in, Müslüman Türk, Pomak ve Romanlar’ın da yaşadığı bir Hristiyan ülkesi olan Bulgaristan’ı ziyareti geldi geçti. Bulgar Ortodoks Kilisesi dışında, Başbakan Boyko Borisov’un daveti üzerine yapıldığından dolayı ve Sofya’daki en önemli görüşmelerin Cumhurbaşkanı Rumen Radev ve hükumet lideriyle yapıldığı için, bir politik ziyaret olarak nitelendi ve hatta konuğun Roma devlet başkanı ve Katolık Kilisesi Papası olarak gelip gittiğine işaret edildi. Böylece Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesinin rolü gölgede kaldı. Papa, Sofya’da ilk önce resmi tören kilisesi olan “Aleksandır Nevski” yi ziyaret etse de, burada bir ortak “Katolik ve Ortadoks Ayin” yapılamadı. Nedenini bilen var mı bilmiyorum. Yüksek konuk misafir, Bulgar Doğu Ortodokslarının Yüksek Ruhani Meclisi Sinot’u ziyareti esnasında Baş Piskopos Nofit’in elindeki haçı eğilerek öpse ve bu görüşmeye Sinot yönetimi tarafından bir monarh “mutlak hükümdar” olarak sayılan İkinci Simeon Sakskaburrgotski katılmış olsa bile, görüşme ruhani meclis üyelerinden beşi tarafından boykot edildi. Aynı akşam Ruse (Rusçuk) mitropoliti “Biz Papa’dan neden korkuyoruz” başlıklı bir yazı yazdı. Görüşmesinin ikinci gününde Bulgaristan’da yaşayan Katoliklerin ana kenti olan Rakovski belediyesine Papamobili ile giderken, 2019’da Avrupa Kültür Merkezi olan Plovdiv (Filibe) kentinde Mitropolit Nikolay ile birlikte bir Katolik-Doğu Ortodoks – “Tanrı Bizde, Biz de Tanrıdayız” ortak Hristiyan ayini yapmak isteyen Papa Francist’in girişimi olumlu yanıt bulmadı. Hristiyanlığın temel gizemine dayanarak Katolik ve Doğu Ortodoks Kilisesini aynı kubbe altında buluşturma girişimi olarak yorumlandı yani politik bir girişim olarak reddedildi. (Seit podtepeta.bg) Bu esasa dayanılarak, görüldüğü üzere, Bulgar Ortodoks Kilisesi yönetimi tarafından ilgisiz karşılanan Papa Francist’in Bulgaristan ziyareti çok sıkı güvenlik önlemleri altında geçti. Gerek Sofya’da 7 bin Katolik Bulgaristan vatandaşı önünde yapılan ayinde; gerekse Rakovski şehrinde 245 çocuğun Papa töreninde resmen Katolik dinine kutsanması esnasında verilen demeçlerde ve gönderilen mesajlarında Papa Francist aslında tüm dünyaya hitap etti.


Makale ve Analizler - 2019

65

Bu mesajların özünde barış, tolerans (hoşgörü), duyarsızlık, çok kültürlülük, birlik olma, sığınmacılarla dayanışma, onlara kapıları açma ve özgürlük vardı. Bulgaristan’a ilk Papa ziyareti 2002’de Simeon Sakskoburrgotski hükumeti zamanında İkinci Yoan Pavel tarafından yapılmıştı. Tarihsel olarak nitelendi. Derine bakıldığında bu ziyaretin birincisinden farklı olan yanı yoktur. 1. Yoan Pavel de dünyayı barışa çağırmış, fakat bölgesel savaşların durdurulmasını, sığınmacı sorunlarına son verilmesini, silah gücüyle ilhak edilen toprakların iadesini, esir halkların özgürlüğünü istiyorum, dememişti. Kendisini öldürmek isteyen Mehmet Ali Agca ile birlikte hareket ettiği iddiasıyla tutuklanıp yargılanan, sonra serbest bırakılan, Bulgar Sergey Antonov’un Sofya’daki anıt levhasını Papa Francist ziyaret edip bir demet çiçek bırak(a)madı. Sofya “Bağımsızlık Meydanı”ndaki törensel ayinde Papa Francist “farklılıkların ve çeşitliliğin vatanı olan toprağımızda, özgün özelliklere saygı göstermemize, çatışmalara neden olarak değil, zenginlik olanağı olarak bakılıyor” dedi. Sahte hoşgörüsüyle dünyada övünmeyi adet eden Bulgaristan’da, bu sözler sahte tolerans anlayışı olarak yorumlandı. Çünkü Bulgaristan’da tolerans, ötekini, yabancıyı, tanımadığını susarak kabul etmeme, hatta ondan suskunca nefret etme olarak algılanıyor. Evet Bulgaristan’da kin ve öfkeden sıcak çatışmalar belirli aralarla ve dar çerçeveli bölgelerde patlak vermeye devam ediyor. 1989 Türk Ayaklanması, her yıl en az 10 yerde baş göstererek etnik Romen çatışmaları biliniyor. “Yeniden doğuş/ soya dönüş” adlı asimilasyon sürecinde totaliter komünist rejimin Türklere kin ve öfke kapısını açıp körüklediğinden sıradan Bulgarların bu vahşilikten faydalandığını unutmayalım. Papa Francist Sofya’da “Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın!” dedi. O, birbirinizden hesap sormaktan vaz geçin mi demek istedi. Bu sözleri işiten Bulgarlarda sevinenler oldu. Çünkü birçoklarının geçmişlerinde hesabı görülmeyen suçlar var. Romen gettolarında baskı ve terör, etnik zulüm bugün de devam ediyor, ama adalet huzuruna dikilen yok. Yakılan evlerin, cahil bırakılan çocukların hesabını kim ve ne zaman verilecek. 3 milyon vatandaş ekmek parası için vatanını terk etmek zorunda bırakıldı. Bu suç değil mi ve hesabı sorulmayacak mı? Bulgar hoşgörüsünün görülen yüzü ırkçılık değil mi?


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ayrıca şu da var:Son yıllarda Bulgaristan’da, “Yahudiler dünyayı gasp edecek, fırsat bulup bizden hesap soracaklar” korkusu var. Sokakta birine, şu ziyaret günlerinde “İsa Peygamber Yahudi! Azizlerden hepsinin Yahudi olduğunu biliyor muydunuz?” desen, bön bön bakıştan sonra, saldırıya da uğraya-bilirsin… Bunun en çarpıcı örneği, Papa Francist’in “Barış Ayini’ne” Bulgar Ortodoks Kilisesi yönetiminden hiçbir papazın katılmayışı, kilisenin bir memur tarafından temsil edilişi, küçük yaşta kızlar korosunun bir ateist yazar olan İvan Vazov’un bir ayinini okuması oldu. Papa Trancist’in Sofya mesajlarından ikincisi sığınmacılar konusundaydı. Onun başkent yakınındaki “Bojurişte” kampını ziyareti Bulgar Ortodoks Kilisesine bir tokat oldu.” (Prof. İvan Jelev. Diyanet Ajansı Eski Başkanı.) Papa Bulgar vatandaşlara ve yöneticilere dönerek şöyle konuştu: “Geleneğinize uyarak, portalarınızı çalanlara gözlerinizi, kalplerinizi ve ellerinizi kapamamanızı önermek istiyorum.” Bu sözler üzerinde ciddi düşünmemiz gerekir. Komşumuz Türkiye’de 4 milyon sığınmacı ve savaş kaçağı yaşıyor. Bulgaristan BMT’nini Mülteciler Anlaşmasını imzalamadı, AB sığınmacı anlaşmalarına uymuyor. Bu bakıma Bulgaristan tavrında Avrupa’ya yaraşır bir şey yok. Birinci, yukarıda da işaret ettiğim gibi, Bulgaristan geleneklerinde kişisel ve devlet düzeyinde olmak üzere, hoşgörü adına bir şey yok. Buna en büyük örnek Bulgar – Türk sınırına çekilen dikenli tel örgüdür. İkinci, Bu güne kadar Bulgar kapısını çalan sığınmacı yoktur. Sığınmacı ya da vatanını bırakıp daha iyi iş ve daha yaşanası bir hayat arayan yabancılardan Bulgaristan’da kalmak ve barınmak isteyen yoktur. Bu yoksul, iyi örgütü olmayan ve hoşgörüsü eksik ülkede kalmak isteyen henüz belirmedi. Biz sefilliğimizi duyumsayamaz duruma getirildik, ama dışarıdan gelen biri bunu hemen kavrıyor ve tiksiniyor. Papa Francist Bulgaristan ziyaretini tamamlayınca Kuzey Makedonya başkenti Üsküp’e uçtu. Orada 15 bin kişilik bir kalabalık tarafından törenle karşılandı ve Aziz Tereza’nın anıtına çelen koydu ve dua etti. Makedonya’dan ayrıldıktan sonra Papa uçakta “Katolik Herald” ajansı üzerinden şu mesajı yayınladı: “Makedonlar” ve Bulgarlar 2 tamamen ayrı milletlerdir. Bulgarlar asırlar ötesinden gelenekleri olan bir halktır. Öte yandan, bir devlet olarak olmasa da, Makedonların da, sonu sonunda bir ulusa dönüşmüş bir halk olarak, asırlar ötesinden gelen töreleri olan bir halktır. Bu güzel bir savaşım! Biz Hristiyanlar için Makedonya Hristiyanlığın Doğuya yayılması sembolüdür.


Makale ve Analizler - 2019

67

Aziz Pavel’in “rüyasında beliren ve yanımıza gel, bize gel” diyen Makedonların hepsi aracılığıyla Hristiyanlık Doğuya açılmıştır. Makedonlar Asya’ya yayılmış olmalarından utanç duymuyorlar. Onlar, Hristiyanlığı Avrupa’ya taşıyanlar da bizdik, demekten çekinmiyorlar. Bu iş için Aziz Pavel’i davet eden Makedonların kendileridir.” Kuşkusu verilen demeçler ve genelde tüm bu olaylar bundan 85 yıl önce 6 Mayıs günü meydana gelen bir olayın gölgesinde gelişti. O tarihte Viyana’da Sovyet ve Bulgar komünistleri Mayıs Manifestosu adından bir belge yayınlamışlardı. Bu, İç Makedon Devrim Örgütü’nün (VMRO) – bugün Sofya’da hükumet ortağı olan VMRO- Makedon halkına ve Makedon devrimcilerine hitaben bir bildiri yayınlamıştı. Bu belgede, Makedon Kurtuluş Hareketinin tüm kollarının “Birleşik Balkan Devrim Cephesinde” birleşmesine ve Komintern ile sıkı işbirliği daveti vardı. Bu bildiride ilk kez olmak üzere “Makedonlar” ve öteki Balkan halkları arasında fark gözetildiğinden dolayı, günümüzde ayrı bir Makedon Ulusu kuruculuğuna götüren yolun başlangıcı olarak kabul ediliyor. Papa Francist’ın uçak mesajı sanki bu yolun doğruluğunu onaylamış oluyor. Pazar gün (05 Mayıs 2019) Makedonya’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde Sosyal Demokratların ve Arnavut milli azınlığın adayı Stevo Pendarevski seçim kazandı. Cumhurbaşkanı oldu. O ilk demecinde Makedonlara Arnavutlara Sırplara Türklere ve Romenlere teşekkür ederken “Bulgar” sözünü dile getirmedi. Ardından, ülkede yaşayan Bulgar etnik azınlığın da diğer azınlıklar gibi tüm anayasal azınlık haklarını elde etmesi için Makedon Bilim Enstitüsünden bir mesaj geldi. Bu mesajda, Bulgarlara karşı kinli ve öfkeli medya politikasının durdurulması da istendi. Başkan Pendarovski, “Bulgar kimlikli vatandaşlara baskı uygulama ve polis tarafından kovalama siyasetine son verildi,” dedi ve hemen ardından Bulgaristan’dan da, ülkedeki Bulgar vatandaşı olan Makedonlarla ilgili aynı yasal önlemleri garantilemesi istendi. Böylece Makedonlar “Bulgar-dır” siyasetine mezar kazılmış oldu. Sıradaki “Bulgaristan’da Türk Yoktur” siyasetine de derin bir mezar kazma planıdır. Kim demiş su üzerinde “iz” kalmaz diye! Papanın ziyaretinden kaldı işte… Papa Francist bu ziyaretiyle Kuzey Makedonya’nın bağımsız ve egemen bir devlet olarak Avrupa sisteminde yerini almasından yana çıktı. Saygılarımızla, devam edeceğiz… Okuduğunuz için Teşekkür ederim. Dostlarınızla da Paylaşınız.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ORUÇ Allah’a Teslimiyetin İfadesidir Nevzat ÖZTÜRK

Oruç, hayatın anlamını ve hedefini yaşayarak öğrendiğimiz bir okuldur. Gönül dünyasının güzelliklerini, iyilik ve yardımlaşmanın huzurunu, barış ve kardeşliğin gücünü, dünya ve ahiret saadetinin yollarını burada öğreniriz. Yüce Allah, “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç tutmak farz kılındı. Ta ki korunasınız.” (Bakara, 183) buyuruyor. Allah Teâlâ’nın emri olan orucu tutmak, Allah’ın emrini tutmaktır. Gayesi ise, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak, böylece takvaya ulaşmaktır. Oruç, asıl değer ve üstünlüğünün maddî farklılıklarda değil, ahlâk ve fazilette olduğunu ifade eder. Hedef olarak takvayı gösterir. Oruç, hedefimizi tutturmak için tutumumuzu gözden geçirmektir. Oruç, bir kalkan gibi bizi kötülüklerden korur. (Buhari, Savm, 2) Şeytanın elini kolunu bağlar, geçit noktalarını kapatır. Duygularımızı yumuşatır. Öfkemizi teskin eder. Düşüncelerimizi derunileştirir. Davranışlarımızı olgunlaştırır. Gönül dünyamızı aydınlatır. Eksiğimizi ikmal eder. Oruç hem bir onarım hem de bir donanımdır. Oruç kardeşlik ve barıştır. İnsanca bir duruştur. Olumsuz olanı durduruş ve yeniden diriliştir. Bütün ibadet, iyilik ve ahlâkî davranışlar gibi oruç da bize cennetin kapılarını açan bir anahtardır. Sadece ramazanda değil, bütün hayatımız boyunca, kapımız kötülüklere kapalı, hayır ve iyiliklere açık olmalıdır. Biz oruç tutarız; oruç da bizi kötülüklerden, günahlardan ve cehennemden uzak tutar. Dikkatlerimizi maddenin ve midenin ötesine çeken oruç, Allah’a kulluk etmek (Zariyat, 56) ve güzel ameller sergilemek (Mülk, 2) noktasında varlığımızın gayesini hatırlamamıza vesiIe olur. Sadece varlık gayesini idrak edenler, varlığın hakikatine vâkıf olabilirler. Gafil olanlar, sefil olurlar. Oruç bize, sürekli olanı süreli olana tercih etmeyi öğretir. Oruç gafletten uyanmak, hakka adanmaktır. Oruç, hayatımızla varlık gayemizin ne kadar tutarlı olduğunu yeniden gözden geçirmektir. Oruç, niyet, hareket ve davranışlarımızı Allah rızasının rengine boyar. Hayatımıza ibadetin huzurunu, tefekkürün derinliğini ve ahlâkın yüksekliğini katar. Allah Teâlâ’ya onu görüyor gibi kulluk etmeyi (Müslim, İman, 1) bir hayat tarzı haline getirmemizi sağlar. Din, sadece cami içerisinde yaşanan bir nizam değil, bütün hayatın kendisiyle ölçüldüğü bir nizamdır. Oruç, Allah rızasını, sonsuzluk âlemini ve sorumluluk duygusunu hesaba katmaktır. Oruç tutmak, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmayı, her durumda göz önünde tutmaktır.


Makale ve Analizler - 2019

69

Hakikate susamış gönüllere ilâhî bir rahmet olan Kur’an-ı Kerim, Ramazan ayında nazil olmaya başlamıştır. Bu sebeple bu ay bütün mevsimlerin güzelliklerini taşır. Oruç ikliminde yaşamak, müminlerin, bütün yıl boyunca gönüllerinde yaşatılan bir özlemdir. Camilerde, mescitlerde ve evlerimizde daha sık saf tutuyoruz, ellerimiz daha çok Kur’an tutuyor. Kur’an’a tutunarak hayatımızı daha tutarlı bir hale getirmeye çalışıyoruz. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır” (Bakara, 185) Oruç tutmak, Kur’an’a tutunmaktır. İlâhî rahmet, bütün mevcudatı bürümüştür. Yüce Allah buyurur ki: “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” (Araf, 156) Herkes kendi gayret ve çabasıyla nasibini çoğaltır. “Herkes için ancak çalıştığının karşılığı vardır.”(Necm, 39) Oruç ilâhî rahmeti kuşanmaktır. Hayat şartlarının meydana getirdiği ayrılık ve ihtilâfları, insanlık şartlarının gerektirdiği birlik, beraberlik ve yakınlık noktasına bağlayan ve bu noktayı merkezileştiren bir özelliğe sahiptir oruç. Oruçla toplumsal barış yeniden tesis edilir. Gönülden gönüle sevgi ve saygı akımı başlar. Oruç, İslâm’ın eşitlik ilkesinin en mükemmel tezahürlerinden biridir. Kardeşliğe aykırı ne varsa oruç ona karşı çıkar. Oruç ellerimizin daha sıcak tutuşmasıdır. Sevgiye, kardeşliğe, paylaşmaya, iyiliğe doğru yol tutmaktır. Oruç, kötü alışkanlıkların zincirini kırar. İradenin yönünü hayra ve iyiliğe doğru çevirir. Nefsin zaptettiği kalelere özgürlüğün bayrağını diker. Rahmet kapılarını açar, Cehennem kapılarını kapatır. (Buhari, Savm, 5) En kötü kölelik, kişinin nefsine tutsak olmasıdır. Nefsanî arzularını kontrol edemeyen bir insan kolaylıkla kötülük işler. Kötü alışkanlıklarının kurbanı olur. En önemli kontrol mekanizması imanî ve ahlâkî değerlerdir. Yüce Allah: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü?” (Casiye, 23) buyurur. Sevgili peygamberimiz de şöyle buyurmaktadır: “Akıllı adam, nefsini kontrol altında tutan ve sonsuzluk hayatı için hazırlık yapan kimsedir.” (İbn Mace, K. Zühd, c. 2, s. 1423) Oruç tutmak, nefsin tutsaklığından kurtulmak, onun dizginlerini elinde tutmaktır. İrademizi kuvvetlendiren oruç, nefsanî ve şeytanî dürtülere karşı mukavemetimizi artırır. Oruç bir nefis tezkiyesi, bir irade terbiyesidir. Söz ve işlerini yalanla kirletenleri uyarır. (Buhari, İlim, 30) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir” (Şems, 10) Oruç, her türlü günah ve kötülüklere karşı kendini tutmaktır. Oruç, riya ve gösterişi hayatımızdan kovmayı öğretir. Oruç şeytan elinin ulaşmadığı, gösterişin bulaşmadığı bir ibadettir. Nitekim kutsi bir hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: “Oruç, benim içindir; onun karşılığını ben vereceğim” (Müslim, Siyam, 164) İhlâs ve samimiyet ibadetlerin ruhudur.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Allah Teâlâ’ya yakın olmanın sırrına erenler, başkalarının görmesinde, kendileri için itibar araştırma zilletine katlanamazlar. Oruç tutmak, basit hesapları aşan bir ruh yüceliğine ve olgunluğuna ulaşmak için kendimizi değerlendirmeye tabi tutmaktır. Oruç bize, sabrı, sebatı, istikrarı, azmi ve kararlılığı öğretir. Hayatın zorluklarına katlanamayanlar, başarının doruklarına kanatlanamazlar. Oruç sabırla sınanmak, azimle donanmaktır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Sabredenlere mükâfatları, hesapsız ödenecektir!” (Zümer, 10) Sabrın ödüllerinden biri de başarı ve zaferdir. Oruç tutmak, sağlam bir iradeyle zorluk ve kötülüklerle savaşa tutuşmaktır. Oruç bize mahrumiyeti tattırarak elimizdeki nimet ve imkânların hem kıymetini hem de kaynağını gösterir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şükrederseniz elbette size nimetlerimi artırırım ve eğer nankörlük ederseniz, azabım pek çetindir.” (İbrahim, 7) Hayatın ve sahip olduklarının değerini bilmeyenler, onları değerlendiremezler. Şükretmek için farketmek gerekir. Unutmak gaflete, gaflet dalâlete, dalâlet hezimete yol açar. Oruç bir uyarı, bir uyarış, bir farkına varıştır. Oruç, pas tutan gönül aynasını parlatır. Oruç, kadrini bilenleri, Kadir Gecesi’nin rahmetiyle arındırıp bayramın aydınlığı ile kucaklaştırır. Oruç, insanın gönlünü aydınlatarak bütün hayata ışık tutar. Oruç, Yüce Allah’(c.c)ın insan üzerindeki müdahale hakkıdır. Yani insanın hayatını düzenleme, disipline etme, kontrol etme hakkı Allah’a aittir. Zaten her mümin de şöyle inanır: “Benim hayatım, ölümüm, ibadetim, namazım alemlerin Rabbi Allah içindir”.(Enam Suresi 162) Hayat Allah içinse, insan Allah içinse, insana müdahale etme hakkı Allah’a aittir. İnsan hayatını düzenleme, hayatını yönlendirme, hayatını biçimlendirme hakkı da Allah’a aittir. Bu bakımdan Allah, oruç üzerinden kulun kendisine tabiyetini, aidiyetini ortaya koyuyor. Oruç tutan herkes canımın istediği gibi yaşarım değil, Rabbimin istediği gibi yaşarım tercihini ortaya koymuş oluyor. Benim yemem, içmem, oturmam, kalkmam; hayattaki tüm reflekslerim, taleplerim, tutumlarım, davranışlarım, düşüncelerim, bakışlarım Allah’ın bilgisi dahilinde, isteği dahilinde gerçekleşir. İlahi tasarrufa ben tabiiyim. Bu anlamda bağımsız değilim, bu anlamda özgür değilim. Oruçla biz şunu deklare ediyoruz: Ben arzularım ne olursa olsun Allah’a rağmen hiçbir isteğimi hayata geçirme hakkına sahip değilim. Dolayısıyla oruç aynı zamanda Allah’a bir teslimiyetin de ifadesidir. İslam da teslim olmak kökünden geldiğine göre bu çok yönlü, çok boyutlu bir teslimiyetin fiili olarak tezahürüdür. İçinde yaşadığımız çağ, insanın fiziki ihtiyaçlarını öne çıkarıyor. Seküler bir bakış açısını, dünyevi talepleri önemsiyor. Dolayısıyla insanın ruh


Makale ve Analizler - 2019

71

yönü ihmal ediliyor. Şu an insanın ruhu aç ve açıkta. Aç ve açıkta bırakılan insan ruhu her türlü kirlenmeye, aşınmaya, yaralanmaya, çürümeye maruz kalıyor. Oruç üzerinden açıkta olan ve aç olan ruhumuzu yeniden doyurmaya yoğunlaşmış oluyoruz. Fiziki ihtiyaçlarını önemseyen günümüz insanı tüm enerjisini, eforunu buna göre sarf ediyor. Ama sonra yine huzursuz, doyumsuz, yine güvensiz. Neden huzursuz? İç dinamikleri aç bırakıldığı için, zayıf bırakıldığı için. İşte oruçla bir ruh zenginliği yakalıyoruz. Oruç başlamadan önce dağınık olan insan ruhu oruçla birlikte toparlanıyor. Tabiri caizse oruç bizim için bir rektefiyedir ya da modern söylemle resetlenmedir. Buna revizyon da diyebiliriz, bir iç restorasyon da diyebiliriz veya reform da diyebiliriz. İnsanın her türlü fiziki ihtiyaçları anında karşılanıyor. Neden hala insanlık tedirgin? Neden hala insanlık huzursuz? İnsanın ihmal edilen bir tarafı var; akla yönelirken kalbi, bedeni beslerken ruhunu aç bırakıyor. İnsanın midesi büyüyor ama kalbi küçülüyor. Beden güçlenir ama ruh zayıf düşüyor. İnsan dengesini kaybediyor. İşte ruhu bu anlamda güçlendirme, kalbi takviye etme eylemi oruçla sağlanıyor. Bunu insana başka türlü izah etmek zor. Bundan dolayı oruç ayında sadece yer sofralarında değil gök sofralarında da doyuyorlar. Oruç, sadece içe yönelik bir ibadet değildir. Bir de sosyal boyutu vardır. Dünyadaki açlık sorununu aç kalmadan nasıl anlayabilirsiniz? Ya da dünya üzerinde sosyal adaletteki dengesizliği, sömürgeci güçlerin, işgalci güçlerin elindeki kaynakları talan etmelerini nasıl insanların önüne koyabilirsiniz? Bu konuda duyarlılık da ancak oruç disiplininden, oruç mektebinden geçmekle mümkündür. Bu bakımdan orucun psikolojik, sosyolojik, pedagojik tüm sonuçlarını ele almak lazım. Sosyal sonuçlarına bakmamız lazım. Oruç sadece bir aç kalma olayı değildir, aç kalarak yeryüzündeki bir açlık sorununu da gündemlerine alma, açın halinden anlama eğitimi söz konudur. Ramazan ayında sadaka ve fitreler verilir. Yani toplumsal dayanışma anlamında da çok güçlü bir boyutu vardır Ramazan ayının. Oruç aynı zamanda paylaşmayı da beraberinde getiriyor. Toplumsal dayanışmayı önümüze koyuyor. Sosyal adaleti gündemimize taşıyor. Bakıyorsunuz ki, oruçta Kur’an’a yoğunlaşan insanlar, kıbleye yoğunlaşan insanlar, kardeşliğe yoğunlaşan insanlar gerçeğiyle karşı kalıyoruz. Orucun şöyle bir boyutu da var. Ramazan’da iftar sofrası kurulduğunda, her zaman bir arada olamayacak zenginle fakir bir araya geliyor. Belki son zamanlarda Müslümanlar arasında sofralarda yavaş yavaş ayrım oluşuyor ise de, Ramazan bu ayrışmaları, ayrılıkları kaldırması gereken bir aydır. Ramazan insanları bir anlamda eşitler, aynı lokmayı paylaşmayı getirir. Böyle bir etkisi de var Ramazan’ın.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İslam’ın ibadette ortaya koyduğu sonuçlara baktığımız zaman bireysel bir ibadet tarzı baskın değildir. Her ibadetin toplumsal tezahürleri vardır. Çünkü Müslüman temelde kendisi için yaşayan insan değildir. Namazıyla da kendisi için değildir, orucuyla da kendisini merkeze almamıştır. Özellikle şu ayet-i kerime üzerinden Müslümanın hayatla, toplumla ilişkisi anlatılıyor: “Sizler insanlık için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz”.(Al-i İmran 110) Buradaki “insanlık için” vurgusu çok önemlidir. Dolayısıyla Müslüman, başkası için de yaşayan insandır. Başkasını önemseyen insandır. Sadece kendi iyiliğini, kendi rahatını, kendi cennetini düşünen insan değildir. Ötekinin cenneti, cehennemi beni ilgilendirir. Yani şu toplumda ateşe giden bir insan varsa ona ulaşma imkânı, onu uyarma imkânı varken o kişi ateşe gidiyorsa orada bizim de sorumluluğumuz vardır. Oruç bu ruhu daha da pekiştirir, daha bir geliştirir. Dolayısıyla oruç üzerinden toplumsal sorunları oturup düşünmek, farklı bir sorumluluk yükler. Yani insanı inceltir, insanı hassaslaştırır, bencilliklerden, cimriliklerden, pintiliklerden, bireyselliklerden kurtarır; topluma açar, perspektifini genişletir, öteki için ne yapabilirim düşüncesi verir. İnsandaki merhamet dürtülerini harekete geçirmede orucun çok büyük bir etkisi vardır. Bir diğer konu da; “Ramazan Müslümanlığı” şeklindeki algı ve yaşayış da yanlıştır, sakattır. Yılın on bir ayında Allah’la ilişkilerini askıya alacak, Ramazan ayında Allah’a ihtiyaç duymak, O’na yönelmek, ibadetlere sarılmak insanın kurtuluşu için yeterli olmaz. Tüm zamanlarda Allah’a kulluk ahdimiz, tüm zamanlarda sorumluluğumuz, tüm zamanlarda Allah (c.c)’nin denetimi vardır. Oruçla, on bir aylık açıklarımızı, döküntülerimizi, zafiyetlerimizi, aşırılıklarımızı, acziyetlerimizi yontmak ve kendimizi bu uzun soluklu sefere yeniden bilemek için, yeniden donanmak için, yeniden arınmak için özel bir eğitime tabi oluyoruz. Orucun esas hedefi tüm seneyi kuşatacak bir yeterliliği elde etmektir. Bundan dolayı oruç günlerine bugünkü tabiriyle, Ramazan günlerine Kur’an merkezli, yoğunlaştırılmış bir kamp hayatı yaşamalıyız. Kur’an’ı anlama gayreti içinde olmamız, nefsimizi Allah’a açmak, sadece Kur’an’a açmakla mümkündür. O zaman Kur’an da kendisini bize açacaktır. Vahyin güzellikleri de bize kendisini açacaktır ve kararlılıkla Allah’ın yolunda yürüme takatini elde edeceğiz. Bu bakımdan Kur’an’ın tezgahından geçmemiz, Kur’an’ı içselleştirmemiz lazım. Kur’an’ın bizde ete kemiğe bürünmesi lazım. Kur’an’ın işaret ettiği bir şahsiyet olma noktasında, bu ayda kendimizi hızlandırılmış ve yoğunlaştırılmış bir eğitim ve terbiye programına tabi kılmış oluyoruz. Bu bakımdan Ramazan başındaki


Makale ve Analizler - 2019

73

ben ile Ramazan sonundaki ben aynıysa, Ramazan’ı biz kaçırmışız demektir. Oruçla kendimizi yeniden inşa edeceğiz. Tercih elimizde. Ramazan ayında “Bin aydan daha hayırlı “Kadir Gecesi vardır. Ramazan ayının 27.Gecesi olarak bildiğimiz Kadir gecesini önemli kılan Kur’an’dır, Ramazan’ı önemli kılan Kur’an’dır, Hz. Muhammed’i önemli kılan Kur’an’dır; Mekke’yi, Medine’yi önemli kılan Kur’an’dır. Dolayısıyla bizim de önem kazanmamız, değer kazanmamız Kur’an’a olan ilgimizledir. Gecelerimizin anlam kazanmasını istiyorsak, gündüzlerimizin bereket kazanmasını istiyorsak Kur’an’a ihtiyacımız vardır. Kur’an, Medine’yi Münevver kılmıştır. Aynı Kur’an’a karşı biz sorumluluk bilincinde olursak bizi de münevver kılar. Kur’an Mekke’yi Mükerrem kılmıştır. Bizi de Mükerrem kılacak olan Kur’an’dır. Kabe’yi muazzam kılmıştır. Bizi de muazzam kılacak olan aynı Kur’an’dır. Dolayısıyla Kur’an’la ilişkimizi gözden geçirmemiz lazımdır. Kur’an’ın bize inmesi lazım. Kadir gecesi bin aydan hayırlı ise biz de bin kişiden hayırlı bir kişi olmak istiyorsak, Kur’an’ın bize inmesi lazım. Biz sadece Kur’an tilaveti, kıraatı, tecvidi, hıfzıyla yetinemeyiz. Yürüyen bir Kur’an olmamız lazım, Kur’an’la var olmamız lazım. Yürüyen Kur’an Hz. Muhammed (sav)’dir. Kur’an’ın sadece alfabesiyle ilgilenmemiz yetmez. Kur’an’ın ahlakıyla da ilgileneceğiz, ahkamıyla da ilgileneceğiz, ameliyle de ilgileneceğiz. Kur’an’ın bize yüklediği, akide, ahlak, amel, ahkam… Bu dört şey çok önemli. Allah katında kadrimizin olmasını istiyorsak Kur’an üzerinden önce Allah’ın kadri kıymetini bileceğiz, sonra Kur’an’ın kadri kıymetini bileceğiz, sonra kardeşlerimizin kadri kıymetini bileceğiz ve kendimizi de bu anlamda ihmal etmeyeceğiz. Hepinizin “Evveli Rahmet, ortası mağfiret ve sonu Cehennem azabından kurtuluş “olan Ramazan-ı Şerifinizi tebrik eder, arınma ve adanmaya vesile olmasını Rabbimden niyaz ederim.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nurun Doğduğu Yıllar-1

Tarih: 09 Mayıs 2019 Hazırlayan: Ertaş ÇAKIR Konu: Azerbaycan diplomasisi 100 yaşında. BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN EĞİTİM VE KÜLTÜREL KALKINMASINDA HİZMETLERİ GEÇEN AZERBAYCAN AYDINLARI – Prof. Dr. Hayriye Süleymanoğlu YENİSOY Bulgaristan sınırları içerisinde bir azınlık olarak yaşamaya mahkûm edilmiş Türklerin tam 130 yıllık bir azınlık tarihî geçmişleri vardır. Bulgarlardan sonra en büyük nüfus oranını oluşturan bu topluluk 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından bu yana kendi millî benliğini koruyabilmek için eğitime canla başla sarılmış ve kültür mirasına sahip çıkmayı, kültürünü geliştirmeyi bir borç bilmiştir. Bulgaristan’ın prenslik (1879-1908) ve çarlık (1908-1944) dönemlerinde Bulgaristan Türklerine Türkiye’den az sayıda öğretmen, belirli sayıda da ders kitabı, gazete ve dergi gönderilmiĢ, bazı gençler Türkiye’de öğrenim görmüş ve ikinci Dünya Savaşına kadar Bulgaristan Türklerinin Türkiye ile bağları kopmamıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra dünya ikiye bölünür ve Bulgaristan Doğu Blokunda, Türkiye de Batı Blokunda yer alır. Türk-Bulgar devlet sınırı da iki süper gücün “cephe hattı”nı oluşturur. Başlangıçta (NATO’nun 1949’da, Varşova Paktı’nı da 1955 yılında kuruluşlarından önce) Müttefikler Kontrol Komisyonunun Bulgaristan’da bulunduğu dönemde SSCB’nin Bulgaristan’a doğrudan diktesi, bu ülkede millî meselenin, yani azınlıklar sorununun Yosif Visarionoviç Stalin’in Millî Mesele Teorisi doğrultusunda çözümlenmesiyle ilgili olmuştur. Müttefikler Kontrol Komisyonunda Sovyetler Birliği’nin temsilciliğini yapanlardan biri de A.D. Noviçev’dir. Leningrat (Petersburg) Üniversitesinde Türkiye tarihi profesörü olan A. Noviçev’in başlıca görevi, Bulgaristan Türk azınlığının sorunlarını Sovyet modeline uygun bir Ģekilde halletmekten ibarettir. Y. V. Stalin’in MİLLÎ MESELE ÖĞRETİSİ’nin uygulanması demek, bu topluluğun Ġslâm dinine bağlılığının aşılmasını, İslâm dininden uzaklaştırılmasını sağlamak demektir. Bu amaçlara ulaşabilmek için de ilk adım olarak özel statüde bulunan Türk ilk ve ortaokulları (iptidai ve rüştiye mektepleri) “resmî okul” statüsüne alınmalıydı. Bulgaristan Ulusal Meclisi


Makale ve Analizler - 2019

75

27 Eylül 1946 tarihli toplantısında Türk özel okullarının devletleştirilmesiyle ilgili yasa tasarısını kabul etti. Bundan sonra da bir-iki yıl içerisinde tüm Türk okulları devletleştirilerek eğitim ve öğretim Bulgaristan Eğitim Bakanlığının denetimi altına alınmıştır. Bu tarihe kadar lise veya lise düzeyli Türk okulları yoktu. 1918/19 eğitim-öğretim yılında ġumnu’da açılan Türk Devlet Öğretmen Okulu (Dar’ul- Muallimin) 1928’de hükümet tarafından kapatılmıĢtı. Dinî içerikte eğitim veren tek bir “Nüvvab” Okulu kalmıştı, bu okul da 1 947′ de lâik devlet lisesine dönüştürülmüştür. Türk okulları devletleĢtirilince zorunlu ilk öğretim (ilk ve ortaokul) yasası Türk çocuklarına da daha titizlikle uygulanmaya baĢlanmıĢtır. Bu yeni durum burjuva, faĢist Bulgar hükümetlerince kapatılmıĢ Türk okullarının açılmasını gerektirmiĢtir. 1921 – 1922 eğitimöğretim yılında sayıları 1720’lere ulaşan Türk okulları 1943-1944 eğitim-öğretim yılında 4l3’e dü Ģürülmüştü. Türk okullarının açılması ve öğrenci sayısının artması öğretmen ve ders kitapları ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. İşte o zaman Bulgaristan Millî Eğitim Bakanlığı Azerbaycan Eğitim Bakanına (Maarif


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nazırına) başvurarak yardım istemiĢtir. Devletin denetiminde bulunan Türk okullarına öğretmen yetiştirmek için 1947-1948 eğitim-öğretim yılında Eski Zağra’da (Stara Zagora’da) dört yıllık bir Türk Öğretmen Okulu açılır ve bazı ders kitaplarının hazırlanmasına baĢlanır. Bundan böyle okul kitapları hazırlatma ve bastırma işini Bulgaristan Millî Eğitim Bakanlığı üstlenir. Bulgar komünistleri bir yandan okul açmakla ve bazı baĢka kültürel olanaklar sağlamakla Türkleri kendilerine ısındırma ve kazanma yoluna giderken, öte yandan da eski devlet politikalarından vazgeçmeyerek Türkleri göçe zorlamaya devam etmişlerdir. Ağustos 1949 yılında Politbüronun almış olduğu kararı yürürlüğe geçirerek 1950 yılında Türkiye’ye bir göç başlatıldı. Bu göçü Bulgar hükümeti hazırlamış ve gerçekleştiriyordu. Ülkede zorunlu olarak toprağın kooperatifleştirilmesine geçilmişti. Yüzde seksen beĢi (%85) köylü ve toprağına bağlı olan Türk halkından tepki beklenebilir iddiaları ileri sürülerek, kitle hâlinde bir göç ile hem Türklerin sayısı azaltılacaktı, hem de toprak ve öteki gayrimenkuller Bulgarlara kalacaktı. Türkler de Türk okullarının devletleştirilmesi, bu okullarda ateistik eğitime geçilmesi, dinî âdet ve geleneklerin giderek kısıtlanması, gayrimenkullerin ellerinden alınmasıyla işlerin nereye varabileceği bilincinde olarak, çocuklarını gelecek karanlık günlerden kurtarmak için kitle hâlinde göç ediyorlardı. Göç etmeye niyeti olmayan Türk aydınlarını da Bulgar makamları 15 gün içerisinde Türkiye’ye zorunlu olarak gönderiyordu. Böyle aydınlara onbeş günlükler adı verilmiĢti. 1950-1951 yıllarında 154.000’in üzerinde Türk Türkiye’ye göç etmiş, 60.000 Türk de Bulgar makamlarından çıkış vizesi almış, daha on binlerce Türkün de elinde göç pasaportları vardı. Y. V. Stalin, Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göçünü durdurmak için Bulgaristan Devlet Yönetimi Başkanı Vılko Çervenkov’a göçün bir an önce durdurulmasını emreder ve gelecekte Türkiye’de gerçekleĢtirilecek bir sosyalist devrim için Bulgaristan Türklerinden devrimci elemanlar yetiştirilmesini ister. O dönemde dışarıda hazırlanarak, stratejik önemi olan ülkelerde sosyalist devrimi yapmak, ihtilâl ihraç etmek Sovyet politikasının başlıca amacıydı. Y. V. Stalin’in emri gerçekleşmeliydi. Bir sosyalist ülkeden kitle hâlinde insanların kaçması, dünyada Doğu Bloku için kötü imaj yaratabilirdi. 1951 ‘de göç durduruldu, evlerini satmış bazı ailelere devlet yardımıyla evleri iade edildi. Ancak aileler parçalanmış, kalpler yaralanmıştı. Buna bakmayarak “Giden gitti, kalan kaldı. Bundan böyle Bulgaristan Türklerinin bir gerici,


Makale ve Analizler - 2019

77

tutucu Türkiye ile hiçbir bağlantısı olmayacak” dendi. Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkiler de günden güne kötüye gidiyordu. 1951’de göç durdurulunca Moskova’nın direktifiyle Bulgaristan Türklerine okul kapıları biraz daha geniş açılmaya başladı. Türklerin temel insan haklarından, ana dillerinde eğitim görmekten faşist Bulgar hükümetlerince mahrum bırakıldıkları, ancak bundan böyle eğitimlerinin ana dillerinde yapılacağı, “sosyalist” kültürlerini de geliştirebilmeleri için olanaklar sağlanacağı, Türklerin yaşamında yeni bir dönem başladığı resmen bildirildi. Ancak gereken hazırlıklı elemanların bulunmadığı bir ülkede Türk dilinde eğitim-öğretim nasıl yapılırdı? ġekil bakımından millî ve içerik bakımından sosyalist bir kültür nasıl geliştirilebilirdi? Geleceğin sosyalist Türkiye’ sinde önderlik yapabilecek hazırlıklı elemanlar Türk kültürü hakkında bilgi sahibi nasıl yapılabilirdi? – Dil ve kültür bakımından en yakın Azeri lehçesi ve Azeri kültürüydü. Bununla birlikte Azerbaycan’ın eğitim, bilim ve kültür alanında yüksek düzeyde hazırlıklı elemanları da vardı. Y. V. Stalin’in emri üzere Bulgaristan ile Azerbaycan arasında yoğun bir kültürel işbirliği başladı. Azerbaycan Komünist Partisi Birinci Sekreteri akademi üyesi ş. Mustafayev’in başkanlığında Moskova’dan Sofya’ya en yüksek düzeyde bir heyet geldi. Bulgaristan Türklerinin eğitim ve kültürel sorunları en üst düzeyde görüşüldü. Bundan sonra da Azerbaycan’dan heyetler, komisyonlar sık sık Bulgaristan’ a gelerek, Türklerle yoğun bölgeler ziyaret edildi. Gerçek durumun çok üzücü olduğu tespit edildi ve Türklerden de eleman yetiştirilmesi için somut önerilerde bulunuldu. Nereden başlanmalıydı? – Resmî statüye geçmiş Türk okullarına öğretmen yetiştirilmesi sorunu yapılması gereken işlerin başında bulunuyordu. 1950-1951 yılları göçü birçok öğretmeni ve Eski Zağra Türk Öğretmen Okulundan ilk mezunları alıp Türkiye’ye götürmüş, okullar öğretmensiz kalmıştı. Bakanlar Kurulunun 10 Ağustos 1951 tarihli Kararnamesi doğrultusunda 1 Eylül 1951’de Kırcaali ve Razgrat Ģehirlerinde Türk okullarına öğretmen hazırlayacak üç yıllık birer Türk öğretmen okulu (Türk pedagoji mektebi) açıldı ve aynı yıl kapatılan Eski Zağra Türk Öğretmen Okulundan öğrenciler yeni açılmış bu iki okula dağıtıldı. Okulların ikisi de yatılı okuldu, harçlar devlete aitti.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1952 yılı Bulgaristan Türklerinin eğitiminde önemli bir yıl oldu. 5 Ağustos 1952’de Bakanlar Kurulunda Türk okullarının durumu konusu görüĢüldü. Türkler arasından da aydın yetiştirmek için şöyle kararlar alındı: – Sofya’da bir Türk öğretmen okulu (Türk pedagoji mektebi) açılacak ve bu okul Vılko Çervenkov’un adını taşıyacaktır. Burası yatılı okul olacak ve yemek, giyim, kitap, araç ve gereç devletten olacaktır. – Rusçuk’ta (Ruse’de) bir Türk kız lisesi açılacaktır. Kabul edilecek 100 öğrencinin yarısına Bulgar Devleti burs sağlayacaktır. Tüm öğrenciler yurtlarda kalacaklardır. – ġumnu Yarı Yüksek (Önlisans) Öğretmen Enstitüsüne bağlı Türkçe sınıflar açılacak ve burada Türk ortaokullarına (rüştiyelerine) öğretmen yetiştirilecektir. – Sofya Üniversitesinin Filoloji, Felsefe-Tarih ve Fizik-Matematik Fakültelerinde Türkçe eğitim veren Bölümler açılacaktır. Bu bölümlere her yıl otuzar (30) Türk genci alınacak ve Türk öğretmen okullarına, liselerine ve öğretmen enstitülerine öğretmen yetiştirilecektir. Türk dili ve edebiyatı, tarih, fizik, matematik vb. dersler Türkçe olarak okutulacaktır. Üniversiteye kabul edilecek Türk kız ve erkek öğrencilere burs ve yurt sağlanacaktır. (Burada bir parantez açarak Ģunu belirtmek çok önemlidir: O yıllarda, herkesin mal varlığı devletleştirilmiĢ bir dönemde üniversitelerde de eğitim devlet hesabına idi, Bulgar, Ermeni, Yunan, Yahudi, Türk ve öteki azınlıklardan üniversite öğrencilerinin tümü devlet bursu alıyor, aynı yurtlarda kalıyordu. Yani burs ve yurt sorunu sadece Türk gençlerine bir imtiyaz değildi). Bakanlar Kurulunun aldığı kararlar Eylül 1952’de uygulanmaya başladı. Sofya Türk Öğretmen Okulu (ilkokul öğretmenleri yetiştirecek Türk Pedagoji Mektebi), Rusçuk Kız Lisesi Eylül ayında törenlerle açıldı. 10 Ekim tarihinde Sofya Üniversitesinde Türk gençlerine ait sözü geçen üç bölümün açılış töreninde Millî Eğitim Bakanı Demir Yanev bir konuşma yaparak Türk halkı arasından yetiştirilecek üniversite mezunlarının, bu halkın eğitim ve kültürel gelişmesinde birer ıĢık olacaklarını vurguladı. Bu arada Vladimir iliç Lenin’in adını taşıyan Bakü’deki Azerbaycan Pedagoji Enstitüsü (hâlen H. Tusi adına Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi) Rektörü ve daha sonraları Azerbaycan Eğitim Bakanı olan akademi üyesi A. Aleskerov Sofya’ya gelmiş ve Bulgaristan Millî Eğitim Bakanının Türk halkının eğitim-öğretim ve kültür konularında danışmanı olarak görevine başlamıştır. Her istediğini Bulgar devlet görevlilerine yaptıran,


Makale ve Analizler - 2019

79

Prof. A. Aleskerov’un Bulgaristan Türklerinin eğitim ve kültürel kalkınmasında hizmetleri çok büyüktür. 1953 yılında bir Azeri bilim adamları ekibi Bulgaristan’a gelerek Türklerin bilim, eğitim ve kültürel alanda yükselmelerinde önemli rol oynamışlardır. Sofya Üniversitesinin. yeni açılmıĢ Türk Filolojisi Bölümünde Prof. M. ġiraliyev ve Doç. M. Mirzazade ders vermiş, Bulgaristan’da Türkolojinin geliştirilmesinde büyük katkıda bulunmuşlardır. M. ġiraliyev Türk diyalektolojisinden ders vermekten başka, Bulgaristan Türk ağızları üzerinde de araştırmalar yapmıştır. Kuzey Bulgaristan Eski Cuma (Tırgovişte) bölgesinde Opaka köyü Türk ağzını incelemiş, Güney Bulgaristan’da da Kırcaali ‘ye bağlı Komuniga köyü Türk ağzını araştırmıştır. Güney Bulgaristan ve özellikle Doğu Rodoplar Türk ağızları üzerinde ilk araştırmaları Prof. M. ġiraliyev yapmıştır. Doç. M. Mirzazade de çağdaş Türk dili dersleri vermiştir. Bulgaristan’ da Türk filolojisinin temellerini atan değerli bu iki bilim adamı asistan yetiştirmekte de yardımcı olmuşlardır. Tarih bölümünde Doç. Gafarlı, FizikMatematik bölümünde fizikçi Doç. Y. Mamedov ve matematikçi Doç. H. Agayev ders vermişlerdir. Dersler Türk dilinde verilmiş, bilim dallarıyla ilgili terimler öğrencilere Türkçe olarak öğretilmiştir. Bu üç Azeri bilim adamı da Türk asistanlarının hazırlıklı birer uzman olarak yetiştirilmeleri için gerekeni yapmış ve onları her alanda desteklemişlerdir. Öğrencileri de bilim alanında çalışmaya sevk etmeleri, iyi hazırlıklı birer uzman olarak yetiştirilmeleri çok sevindirici olmuştur. Türk gençlerine ait bölümlerde ilmî dernekler kurarak öğrencilere bilim araştırmalarında ilk adımların atılmasında yardımcı olmuşlardır.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

81

Azerbaycanlı üniversite hocalarının Sofya Üniversitesinde kaldıkları sürece her türlü zorlukları aşarak Türk öğrencilerin hazırlıklı birer uzman olarak yetiştirilmesi için canla başla çalıştıkları, okudukları derslerle, yönettikleri derneklerle sevindirici başarılar elde edildiği, Sofya Üniversitesi Rektörü akademi üyesi Vl. Georgiev ve Fakülte Dekanları tarafından kendilerine verilen şükran Belgelerinde de belirtilmiştir. Doç. Y. Mamedov’a Sofya Üniversitesi Rektörü akademi üyesi Vladimir Georgiev tarafından verilen Şükran Belgesi, Sofya 1954.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kabaran Faşist Tehlikelere Karşı Derlenmiş Özel Yazılarımız.

Tarih: 09 Mayıs 2019 BGSAM özel araştırmaları. Çeviridir. Faşist Hareketin İdeoloğu Garegin Nzdeh

Bugün İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 74. Yıldönümüdür. 9 Mayıs 1945’te Berlin’de Almanya’sı ile Sovyet Rusya’sı arasında Barış Antlaşması imzalandı. Barışı korumak hepimizin ödevidir. Bu ödevin çok önemli bir yanı faşizm idelerine hayat hakkı tanımamak, faşizm vabasının yeşermesine asla yol vermemek ve faşist propagandaya, faşistlere heykel dikilmesine olanak tanımamaktır. Ne yazık ki, bu yıl aşağıda iğrençliklerini anlatacağımız bir sapık Ermeni faşist’te Kaspiçan kasabasında heykel dikildi, Sofya’daki “Solun” sokağındaki binaların birinde Bulgarca ve Ermenice anı levhası bulunuyor. Nazici gençler Hitlerin doğum gününde Sofya’da forum düzenlediler… Geçen hafta “Trud” gazetesinde Nzdeh gibi bir Ermeni faşizan eylemcinin desteklenmesi de ayrıca bir tepki konusu olmalıdır. Faşistler için dikilen anıtların yıkılması ve anı levhalarının sökülmesi Bulgar demokratlarının değişmez ödevi olmalıdır. *** İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazilerle aktiv işbirliği yapanları kahramangösterme yönünde geleştirilen kampanyaya günümüzde “Tsegakron” Garegin (Ter – Harutyunyan) Nzdeh adlı Ermeni Faşist Hareketi katillerinin simasını da yaşatmaya çalışıyorlar. (Ermeniceden tercümesinde Tsega soy, kron da inanç, din anlamındadır.) Transkafkasya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti İç İşleri Bakanlığı Halk Komiserliği (UGB NKVD ZSFSR) “Devlet Güvenliği” Amirliği’nin “çok gizli” damgasıyla kısa bir süre önce tarihçiler tarafından bulunan belgeleri buna kesin kanıtlar sunuyor. Bu belgeler arasında 7 Nisan 1935 tarihli № 138 Direktifi özellikle dikkat çekiyor. Bu belgede, Daşnaklar arasında aktiflik tırmandığının gözlendiğine işaret edilerek İç İşleri Bakanlığı yerel amirliklerine şu kılavuz bilgileri sunuyor: “Diş ülkelerde olduğu gibi, ülke içinde de, XII. Kongreden sonra Daş-


Makale ve Analizler - 2019

83

nak etkinliklerindeki aktifleşmenin faşizme tırmanma şeklinde ortaya çıktığı son zamanda daha da belirginleşti. Bolşevizime karşı amansız mücadele temellerine oturan “Daşnaktsutün” otoritesini yükseltebilme ve etkinliklerine savaşkan ruh kazandırabilmenin son çaresi olarak mücadelesine faşist biçim kazandırdı. Faşizme götüren yola geçişte “süreklilik” sağlayabilmek için, Daşnak fikir adamları (ideologlar) Ermeni halkına yutturulmak istenen, bilinen saf ırk (ari ırk) teorisini yüceltiyorlar. Yukarıdaki alıntıdan da görüldüğü gibi, Sovyet Transkafkazya Devlet Güvenlik organları “Daşnaktsutün” etkinliklerine tek anlamlı bir ifadeyle bir tür faşizm yorumu getirmiştir. Aynı belgenin devamında işaret edildiğine göre, dış ülkelerdeki Nzdeh Ermeni diasporası (etnik topluluk) liderlerinden biri “Yeni Nesil Ermenilere Sözüm Şudur” başlıklı bir yazı baştı. Yazıdan ilgi çeken bir alıntıda şöyle deniyor: “İktidarı ele geçirebilirsek, “Daşnaktsutün” yarım yamalak sosyalim programıyla hüküm edecekse, o zaman biz hepimiz bu partiden çıkarız. Hitler’i en nihayet örnek almalıyız. Nzdeh’in genç Ermeni kuşağı Hitler’i örnek alarak etkin olma çarısı o yıllarda kulağa iyi geliyordu. Başka bir değişle, Nzdeh, ardından sürüklediklerini, kısa bir süre sonra Hitlercilerin önce Almanya’da, ardından da işgal edilen Avrupa ülkelerinin hepsinde Yahudilere yaptıklarını düşmanlarına yapmaya davet etmiştir. 1918-1920 yılları arasında Ermenistan’da Daşnak hükümeti yönetimindeki Zangezur’da Azerbaycan nüfusa karşı faşist yönetmelerin başarıyla uygulandığı dikkate alındığında, Nzdeh için bunlar yeni sayılabilir. Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti devlet güvenlik organları yardımcılarından Baçe Ovsepyan’ın Nzdeh davası araştırmaları sonucu yayınlanan “Garegin Nzdeh ve Devlet Güvenlik Komitesi – KGB” eserinde toplanan kesin kanıt belgeleri bunu doğruluyor. Bir İstihbaratçının Anıları (Erevan, 2007). Bu yapıtta, Nzdeh tarafından işlenen cinayetlerle ilgili Ermenilerin tanık belgeleri yer almıştır. Zangezur illegal komünist örgütü üyesi, Nzdeh askeri rejimine karşı ayaklanmaya katılan Arsen Hoylunts, 1947 yılının 16 Eylül günü verdiği ifadede şöyle demiştir: “Kafan bölgesindeki Daşnak Ordusu silahlı kuvvetlerine komuta eden Nzdeh yönetimi 1919 – 1920 yıllarında Kafan ve etraf bölgede büyük sayıda Azerbaycan köyünü yok etti ve bunlarda yaşayan binlerce barışçı köylü öldürdü.” Ermeni tanıklardan başka biri olan Avaka Canunts’un ifadesinde Nzdeh çetelerinin Azerbaycanlıları vahşi ve gaddar zulüm uygulayarak toplu halde öldürdüğüne deliller sunulmuştur: “1920 yılında Nzdeh, Dro Kanayan ile birlikte Gubadlinsk bölgesinde 100 Azerbaycan köyünde yapılan yağma-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lamayı yönetmiştir. Talandan sonra Nzdeh ve Dro bu köyleri ateşe verdi. Yok olan köyler arasında Şornuhi ve bazı başkaları büyük yerleşim merkezleriydi.” Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) Devlet Güvenlik Bakanlığı’na bağlı Birinci Baş Amirlik’te görevli Albay G. Agayan tarafından 1952’de hazırlanan bir rapora göre, 1920 yılında Nzdeh askeri müfrezeleri Erevan ve diğer şehirlerde 18 bin cıvarında insan katletmiştir. Nzdeh’ın bu gaddarlığı “Daşnaktsutün” partisinin iç adalet divanında tartışılmış ve onun partiden ihraç edilmesine karar verilmiştir. 1925 yılında Daşnak partisine üyeliği iade edildikten sonra Nzdeh aktif parti etkinliklerine devam etmiştir. O Bulgaristan’da Daşnak Partisi Merkez Komitesi üyeliğine seçilmiştir. Basında ve yaptığı görüşmelerde Sovyetler Birliğine karşı aktif propaganda yürütmüştür. Nzdeh’e karşı açılan sorgulama davasının sonuç kararında yer aldığı üzere, “1933 yılında, sanıklardan G.E.Ter Harutünyan Amerika Birleşik Devletlerine ve başka devletlere giderek, ırkçılık propaganda eder. Özü bakımından bir faşist gençlik örgütü olan, “Tsegakron” adlı Daşnak Gençlik Örgütü kurmuştur. 1934 yılında Nzdeh Birleşik Amerika’dan Bulgaristan’a dönmüş, İkinci Dünya Savaşı’na kadar ayakta kalan, kıdemli Daşnakların katıldığı, ayrı bir örgüt oluşturmuştur. Tutuklanan ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (ESSC) Devlet Güvenlik Bakanlığı’nda (DGB) sorguya çekilen Doğu Bilimci A. Çoloyan-Siruni’nin ifadelerinde şunlar yer alır: “Nzdeh, Rumanya’da da bir Tserakron Hareketi kurmaya çalışmış ve bu amaçla birkaç defa Bukreş’e giderek konferanslar vermiştir. Onun bu denemeleri sonuç vermemiştir. Değişik gençlik grupları belirmiş, bazı gazetelerin cevresinde toplanıp moda olan faşizme hayranlık beslemişlerdir. Kendisine Ermeni faşizmi rüzgarını ilk estiren havası veren “Azg” gazetesi etrafında kenetlenen grup belirli bir süre etkin olmuştur. “Kafkas” gazetesinin Ermenice baskısı etrafında başka bir Ermeni faşist grup toplanmıştır. Geregin Nzdeh taraftarları Bulgaristan’da “Raznik” gazetesinden başka “Irk ve Vatan” adlı faşist bir dergi de çıkarmıştır. Ermeni milli faşizmini propaganda eden“Taronakanutün” ise Birleşik Amerika’da basılmıştır. Bu grupların bir örgütte birleşmesi gerçekleştirilememiştir. Bu gelişmeler sonunda, Almanya’nın SSCB’ne saldırısı savaşı arifesinde, Nzdeh Ermeni faşistlerin lideri olarak anılırken, bu haberler Berlin’e ulaşmıştır. Bu gelişmeler seyrinde, 1941’de Sovyetler Birliği’ne karşı Almanya saldırısından önce, Nzdeh ile görüşmek üzere Almanya’dan Bulgaristan’a, SSCB’ne ve Yakın ve Uzak Doğu ülkelerine karşı aksi istihbarat etkinliklerini yöneten, Alman Reich Güvenliği Altıncı Şube, “C” Amirliği görev-


Makale ve Analizler - 2019

85

lilerinden olan Petır Kamsarakyan adında bir Ermeni mühendis gelmiştir. O, Garegin Nzdeh ile görüşmesinde işbirliğinin temel yönlerini ele almıştır. Sovyerler Birliği ile savaşın başlamasından sonra, hedefi Almanlara SSCB’ne karşı savaşta yardım etmek ve Ermenistan’da faşist Almanya himayesinde (protektorat) bir hükümet kurmak olan, işgal edilen torpaklara bakan Alman Doğu Bölgeleri Bakanlığı tarafindan 1942’de Berlin’de örgütlenen “Ermeni Milli Konseyine” Nzdeh de alınmıştı. 1942’de Alman İstihbaratının emrine uyan Nzdeh Berlin’e hareket etti. Sorgulama belgelerinde açık olarak ortaya çıktığı üzere, savaş yıllarında Nzdeh’in emrine uyularak Bulgaristan’da 40 Ermeni er ve subay ücretli görevli olarak Berlin varoşlarındaki bir eğitim kampına çekilmiş, birkaç ay süren eğitimden sonra, daha sonraki dönemde casusluk, kundaklama ve Alman orduları Ermenistan’a yaklaşırken ayaklama kışkırtma gibi faaliyetleri için Ermenista’a gönderilmek üzere, önce Sovyet güçlerine karşı savaşmak üzere Kırım’a gönderilmiştir. Kamplarda, Nzdeh, Ordulu Ermeniler önünde yaptığı propaganda konuşmalarında, “Almanya İçin Ölen, Ermenistan İçin Can Verir!” gibi sloganlar yükselterek, SSCB’ne karşı silahlı savaş cığırtkanlığında bulunmıuştur. Ne var ki, 1944’te Sovyet Orduları Bulgar sınırına yaklaştığında Nzdeh kayıplara karışmıştır. O, 2 Kasım 1944’te Sofya’da tutuklanmış ve Moskova’ya gönderilmiştir. Onun tutuklanmasına Bulgaristanlı Ermeniler de aktif katılmıştır. Nzdeh daha sonraki yıllarda Bulgar Ermeniler hakkında olumsuz ifade vermiştir: “Sovyet ordusu geldi ve beklediklerim başıma geldi. Oluşan keşmekeşten yararlanan, halkından süt emmiş birkaç Ermeni, bildiklerini okumaya başlamıştı. Başlıca ayakkabıcılar olmak üzere, Bulgar millisleri beraberliğinde, polis ajanı sıfatıyla ev ev dolaşarak beni aradılar. Güçsüz öfkelerini tatmin etmek amacıyla soydaşları arasında düşman bildiklerini yok ederken, her zaman yabancı güçlerden yararlanan, sonsuza dek iğrenç kalan köleler.” 24 Nisan 1948 tarihli SSCB Devlet Güvenlik Bakanlığı özel oturumunda Garegin (Ter Harutünyan) Nzdeh 25 yıl hapis cezasına mahküm edilmiştir. 11 yıl içerde kaldıktan sonra (1944-1955) 21 Aralık 1955 tarihinde Nzdeh Vladimirovsk Merkez Hapishanesinde vefat etmiştir. Sonunda, 18 Aralık 2013 tarihinde Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu’nun 67. Dönem Toplantısında, “Günümüzün Irkçılık, Irkayrımı, Öteki Düşmanlığı ve bunlara Bağlı Olan Tahammülsüzlük Belirtilerinin Kışkırtılmasına Karkıda Bulunan, Nazicilik ve Onun Başka Belirtilerinin Kahramanlaştırılmasına Karşı Savaşım İçin” karar hükmü kabul edildiğini anımsatmak isterim. Bu kararın 23. Maddesi uyarınca, “Tserekron”un Nazi ideolojisini


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geliştiren Garegin Nzdeh’e bir anıt dikilmesi, “bir ırkın veya cilt rengi veya etnik menşeği farklı olan bir grubun fikir ve teorisine dayanarak” günümüz şartlarına uygun propaganda yapılması olup Irk Ayrımcılığı Şekillerinden Hepsinin Yok Edilmesine İlişkin Uluslararası Antlaşmasının 4. Maddesinin direk olarak çiğnenmesidir. Aynı Atlaşmanın 19. Maddesinde, “Nazi ve faşizm ideolojilerinin belirmesinden kaynaklanan, insan çekisinin dramatik olaylarına adanmış tarihin ibret derslerinin önemine” özel olarak işaret edilmiştir. Bundan dolayıdır ki, Nzdeh anısına dikilen anıtın yıkılması ve onun isminin kullanılmasına da yasak getirilmesi zorun olmuştur. Felsefe tarihi Doç. Dr. İlgar Niftaliev. Bizi izleyiniz. Okuyanlar dostlarına paylaşsınlar. Teşekkür ederiz.


Makale ve Analizler - 2019

87

Bulgaristan’da Sahte Propaganda

yız?

Tarih: 10 Mayıs 2019 Yazan: Oya CANBAZOĞLU Konu: Biz neden her konuda hep kuyrukta-

“Uzaktan baktım pek çok, yanına vardım hiç yok” bilmeyeceğimizi hayatın her alanında yaşadığı ve hatta günümüzü belirlediği yıllarda yaşıyoruz. Etrafımızda olup bitenler sanki yanımızda ama aynı zamanda bizden uzakta oluyor. Brüksel’e gidip 15 bin leva maaş almak isteyenler TV ekranında saat başı önümüze kucak dolusu yalan döküyorlar. Yalan yense çalışmamıza gerek yok… Aklıma dedemin buğday ekmesi geldi. Tezeklerin arasında yuvarlanmayayım diye, tarlanın kenarına bırakmıyordu beni. Düşe kalka arkasından yürüdüğümü görünce, “ben sana demedim mi!” der gibi sert davranır, kolumdan tutup sürülmemiş yere otururdu ve “Bak!” derdi. Baksam da tohumları göremediğim için ne ektiğini bilmiyordum. O, elini önliğine sokup çıkarıyor, avucundaki hep aynı hareketle saçıyor ama ben onun ektiği taneleri göremiyordum. Hep aynı hareketlerle boş avucunu açıp kapasa bile, ben tarlanın ekildiğine inanıyordum. Dedemin doğruluğunu kanıtlayan, hasattı. Harmanda çuvallar arabaya yükseldiğinde ona bakan gözler sevgi ve saygı doluyordu. Bitmemişler, azalmışlar Bulgar siyasetinde kullanılan biçim, stil ve yöntem, boş atıp dolu tutarak, halkı aldatmaktır. GERB Başkan yardımcısı Tsvetanov Koşukavak (Krumovgrad) ahalisini toplamış “26 Mayıs seçimlerinin AB için “çok önemli, oyunuzu vermeseniz,bizi geri vitese takacaklar” demiş. Dinleyenler de, “biz zaten 30 yıldan beri geri vitesteyiz, o da bozuldu, yerimizde sayıyoruz” demişler. Tsvetanov Sofya’daki “daire dalaverelerindenve gerbin bunalımlarından” hiç söz etmeden, doğrudan büyük politika gölüne atlamış, köyleri gezeceğine, bölge hastanesine gidip durumu öğreneceğine, okullardaki durumu


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

göreceğine, altın madeni şirketinin şefleriyle Ada Tepe’de bir çevirme yemiş ve üstüne içtiği kaynak suyunu çok beğenmiş. Köprüden araçla geçerken, bu Burgaz Dere’de balık olur mu” diye sormuş, “bıyıkçırın” bulgarca adı olmadığına “Mustaklı” demişler ve Tsvetanov’u güldürmüşler. “Bulgaristan’da Türk yok” politikasının savunucalından biri olan “büyük” politikacı, ötede beride yamaç tarlalara yayılmış tütüncüleri izlerken “azalmışlar” dedi… Kırcaali’ye büyük saldırı var. GERB’in tüm topları ilk kez aynı yerde toplanıyor. Seçim önünde lokmalar çok büyük. Yambol’a Borisov 27 milyon levayı bir kalemde attı. Sanki devletin parası GERB partisinin parası. Bu ateist, dinsiz sürüsünün bir tek Müslümanlara iftar vermediği kaldı. Oya karşı iftar olur mu, tutar mı, bilemiyorum… Bütün konuşmalarda “geçmişi unutalım” diyorlar. Barış bir isim değil, değerdir. TV’ler Papa Francist’in Sofya ziyaretini yakından gösterdi. Türkiye’den İzledim. Papa’nın başkent merkezinde halka açık bir ortamda yaptığı Barış Ayini’ne Bulgar Ortodoks Kilisesinden hiçbir papaz katılmadı. Papa aracıyla geldi gezdi. 2 sene önce Rusya Federasyonu Başpiskoposu Kiril gelmişti. Bulgar devleti onu uçak alanından fiyatı 500 000 (beşyüz bin) Euro olan siyah Mercedes’le alınmıştı. Olayı izleyenler diz çökmelere, el öpmelere, kullanılan sıfatlara dudak ısırmıştı. Fakat buna karşı Papa halk adamı olarak gezdi. Özürlüler yanında durdu. Kısa öz konuştu. İlginçtir. Hem Katolik hem de Ortodoks kilisesi ayinlerinde en sık kullanılan “barış” sözüdür. İki kilise de fırsat kaçırmadan “barış” derken, “ortak barış” paydasında buluşamadı. Katolik Papa ile Ortodoks Papaz el sıkışmadı. El ele tutuşup “barış” demediler. Aslında beklenmedik ve çok ilginç bir olay oldu. “Barış” her şeyden önced insanların, halkların birbirini öldürmemesi, şehirlerin bombalanmaması, huzur içinde yaşama anlamı taşır. İnsanlığın en temel görevi barışı güçlendirerek yaşatmaktır. Barışçı insanlar, hayatı çekiler içinde geçmiş, zulüm görmüş aileler çocuklarına “Barış” ismi verir. Bu, Bulgaristan Türklerinde de yaygındır. Üstelik katolikler ve Ortodokslar “biz Hıristiyanız” diyorlar. Dinimiz “barış dinidir” diyorlar. Ne var ki, Sofya’da “barış” konusunda bir arada buluşamadılar. Aslında bu konuda Bulgaristan son yıllarda hızla silahlanıyor.


Makale ve Analizler - 2019

89

2018’de yıllık silah harcamalarındaki dünya sıralamasından ilk 10’a girmiş. Avrupa’nın en fakir halkının silahlanma yarışına alet olması ve sürekli “barıştan” söz etmesi, hedef çarpıtma olduğunu ortaya koydu. Bulgaristan’da “barış” propagandasının sahte amaçlar için kullanılması üzücüdür. Ziyaretin yapıldığı 5 Mayıs tarihinden bu yana bu olay üzeri nde düşündüm. Osmanlı XIV. Yüzyılda Rumeliye geçtiğinde, burada yüzleştiği Ortodoks Hıristiyanlarla savaşmamıştır. Edirne’de, Niğbolu’da, Varna’da ve diğer yerlerde Katolik Haçlılarla cenk etmiştir. Şimdi olan nedir? Bulgar Ortodoks Kilisesi Papazları 1004’te Venedikli haçlıların 4. Seferlerinde Ortadoks Konstantinapol’ü (bugünkü İstanbul) yağma etmelerinin ahtını mı çekiyor? Yani biz bugün, 26 Mayıs 2019 Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden 16 gün önce, sosyal medyada 24 saat, hele de şu “brekzit” kargaşarında, kulak vermek zorunda olduğumuz, “Avrupa Dağılıyor” masallarını şöyle mi anlamalıyız? Avrupa dağılıyor, çünkü Katolik Papa ile Ortodoks Papazlar tokalaşmıyor! Avrupa dağılıyor, çünkü Katolik Papa ile Ortodoks Papazlar göz göze bakamıyor! Avrupa dağılıyor, çünkü Katolik Papa ile Ortodoks Papazlar birbiriyle konuşmuyorlar! Bu Hıristiyan din adamları birbirine neden el uzatmıyor? Cevap. Utandıkları geçmişlerinden ötürü tabii. Kendileri aralarında el sıkışmasalar da halkların geçmişi unutmasını ve kucaklaşmasını istiyorlar. Susarak unutturmak istedikleri tarih çok can almış, bu kuşkusuz. Son Büyük Savaşta 100 milyon insan öldü. Soğuk Savaş döneminde totaliter diktatörlük de çok problemliydi. Örneğin Bulgaristan’da Müslüman Türkler kimliklerinı direnişle koruma kavgası verirken, isim değiştirme zulmünde ve yaşadığımız “kültürel soykırımda” ve vatanımızdan kovulurken Bulgar Ortodoks Kilisesi Todor Jivkov katiline ses yükseltip “sen ne yapıyorsun, onlar bizim vatandaşlarımız” demedi. Unutmayalım, kimse kendi kusurundan yarar sağlayamaz.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu bakıma, bugün meydan ayinlerinde yükseltilen “barış” çağrılarına katılma cesareti bulamayanların sebeplerini anlamakta zorluk çekmiyoruz. Biz Bulgar Yüksek Ruhani Heyeti Papazlarının suskunluğunu anlamak zorundayız. Osmanlı devrinde, onlar İstanbul’da Devleti Aliye tarafından beslenmiş ve yemlenmişlerdi. Bunu bu gün tanımak istemeseler de, belgeler ortadadır. Onlar, bu gerçeği itiraf etmeseler bile, son tavırlarında samiyetsizliklerini herkes gördü. İlk kez olmak üzere, demokratik kamuoyu, bu konuda, yorumlar yayınladı ve Bulgar milli bilinci, yüksek ruhani temsilcilerin tavrında değil, memleketteki kiliselerde İncil okuyan, dua eden, çan çalan, mum yakat kesimin bilincinde yeşerdi diye yazdı. Barış, iki yanaklı bir sevgili değildir O, tüm insanların ortak nimetidir. Güney Afrika’da ya da Uganda’da barış isterken, memleketinde etnik, dini ve kültürel azınlıklara yapılan zulme kör seyirci kalmak, artık zamanını yaşamış ve çöplük olmuş bir değerdir. İnsanları birleştiren ortak değerlerden yana çıkarken, ayrımcılık uygulanamaz, uygulanmamalıdır. Görüldüğü üzere, bizde düşmanlıklar, kin ve öfke birikimi, iyiliklerden çok, çok fazla olduğundan, Bulgar kamuoyu ruhunu eziyor. Barış tüm insanlığın en değerli nimetidir. Ortak bir değerdir. Kabul etmeyenler geçmişleriyle hesaplaşmak zorundadır. Diyalog olmadan barış olmaz. Papa Francist’in Sosfya ziyareti Avrupa dinleri ve din adamları arasında diyalog ve temas eksikliği olduğunu gün ışığına çıkardı. Bu nedenle olacak ki, Papa başkentimizde yaptığı kısa cümleli, duygusallıktan çok uzak, kesin ve katı temasında “köprüler kuralım” dedi. Fakat tek ayaklı köprü olmaz ki! Köprünün varacağı bir yer olmalı! Diyalog olmayınca, dünyanın değiştirile-bilmesi olanaklı olabilir mi? 35 yıl önce Bulgaristan Müslüman topluluğu ile Totaliter rejim arasında temas ve diyaloğun kopup kesilmesiyle ne kadar ağır günler, zulümlü yıllar ve acı anlar yaşadığımızı herkes bilir. O yıllarda sosyal medyaların rolü çok büyüktü. Radyo çağıydı. İyi haberleri ancak ve yalnız dış radyolardan alabiliyorduk. Hiç birimiz Bulgar basınını okumuyordu. Çünkü haber ve yorumların hepsi yalandı. Tarla boş kalsın, Türkler aç kalsın ve çekip gitsinler diye yalan ekiyorlardı.


Makale ve Analizler - 2019

91

Tutmadı. “Yalancının mumu yassıya kadar yanar,” atasözümüze inananlar haklı çıktı. Ve şimdi Papa Francist karşısına çıkıp, 140 yıllık şu 3. Bulgar devletinde cinayet işlemediğimiz, katilleri ve suçluları haklı çıkarmadığımız, hukuksuzluğu sulamadığımız gün yoktur, yaptıklarımızdan pişmanız deyemedikleri gün gibi otadadır. TV ve sosyal medya, internet de yalan tuzağına düşürüldüğü için onların aracılığıyla da temas ve diyalog kurulamıyor. Her konuda taraf tutuluyor. Azınlıkların hiçbir hakka sahip olmadığı ortada. Adalet konusunda Bulgaristan’da “güneş balçıkla sıvanamaz.” Halkımız, yalan ekenlere, rüzgar biçenlere ve her konuda halkımızı yalandıranlara öfke besliyor, yüzlerini görmek istemiyor. Kokuşmuş yalan cesedi dedğimiz totalitarizm cesedi kaldırılmadan ve ortam havalandırılmadan şleri tek adım atılamayacağını görmeyen yok. Ulus ve etnikler www.bghaber.org/ arasında anlaşma ve dostluk, sevgi ve saygı köprüleri kurulamayacağını Papa Francist ile birlikte görenlerin hiç biri hiç birşeye şaşmadı. Önemle belirtmekte yer var, bizde demokrasi medyatik bir olaydı. Ben olanları, dedemin boş avuçla buğday ekmesine (onlar yalan ekiyor) benzettim. Bugünkü DOST partisi başkanı, eski DPS lideri Lütfi Mestan birkaç yıl önce Sofya’da “Kartal Köprü” üzerinde barış için buluşup öpüştüler. Ne oldu, anadilde konuşma ve propaganda etme hakkımızı elde edebildik mi? Hayır. Yalandırıldık. Okullarımızı açabildik mi? Hayır. Yalandırıldık. İş mi bulduk? Hayır. Yalandırıldık. Sağlık hizmetleri mi iyileşti? Hayır. Yalandırıldık. Bu bakıma “boş boş işlerle” uğraşmayalım. Halkımızın zamanını da öldürmeyelim. Köprülerde buluşuyoruz, ama bizi bu köprunun bir ayağı olarak gören yok. Bize bunu çok görüyorlar. Memleket insansız kaldı, yine de yanlışlarını itiraf istemiyorlar. Bu öteden beri böyledir: 1990’da “yuvarlak masaya” davet edilmedik. Özelleştirme yıllarında “bu pay Türklerindir” deyen olmadı. Halka mal mülk yerine tuvalet kağıdı dağıttılar. Oysa bu ülkenin her yolunda, her duvarında, her fabrikasında, her barajında, her adım demiryolunda ve her bir yerinde bizim alın terimiz var. Tek inandığımız nokta: Aldatıldım. Umudumuz ölmedi: “Yel eken rüzgar biçer!” Barışın bir kuyusu da burada kazıktır. Haksızlık olan yerde barış olmaz. Lütfen paylaşınız.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zor Gün Dostu

Raziye ÇAKIR Tarih: 11 Mayıs 2019 Hazırlayan: BGSAM ekibi Konu: Bizi De Seven Büyük Önder Haydar Aliyev. Bulgaristan Müslüman Türklerinin yaşadığı 1984-1989 zulüm döneminde, isimlerimizin geri verilmesi, baskı ve terörün durdurulması, hapislerdeki ve toplama kamplarında ve sürgündeki yakınlarımızın salıverilmesi, azınlık haklarımızın tanınması uğruna bütün varlığıyla mücadele eden Azerbaycan halkının ve mazlum halkların büyük önderi Haydar Aliev’ı 96. Doğum gününde saygı ve rahmetle anıyoruz. Bulgaristan Türkleri olarak, önder Aliev’in kahramanlık dolu hayatından bizim haklarımız uğruna verdiği mücadele sayfalarından birini açarak, Azerbaycan halkına minnet duygularımızı iletiyoruz: TÜRK ÜNLÜLERİ Üç cilt, Birinci kitaptan bir alıntı. “Yabancılaştırma politikası akademik düzeyde sürekli sürdürüldü. 1984 Aralık ayında en yüksek zirvesine kadar taşındı. Dünya karşısında utanmadansıkılmadan çatlak sesleri duyuldu: “Bulgaristan’da Türk yok, onlar Türkleştirilmiş Bulgarlardır.”dediler. Bu falsoya belki kendileri de inanmadı. Belki emir başka bir ülkeden geliyordu. Bulgaristan’da Türk ve Müslüman adlarını Bulgar ve İslav adlarıyla değiştirme eyleminde bir zamanki Sovyetler Birliği’nin parmağı olduğunu kaynağından alalım. Bu hususta Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev bilgi veriyor. “Bulgaristan Türklerine karşı isim değiştirme ve kültürel soykırım başladığında SBKP MK Politik Büro üyesiydim. Bu konu Politik Büroda tartışıldı. Bulgaristan Türkleeri için Politik Büro’da T. Jivkov’a müdahale etmesi için Mihail Gorbaçov’a çok baskı yaptım. Politik Büro bu mesele için özel olarak toplandı. Rus üyeler bile bu mesele için Jivkov’u tenkit ediyorlardı. “Bu adam deli mi?” Bize, “sen Rus değilsin” deyip başka millete geçirmek


Makale ve Analizler - 2019

93

gibi bir şey bu adamın yaptığı. Dünyada bunun eşi yok şeklindeydi tepkiler. Politik Büro oturumunda ben de aynı şekilde sert konuştum. Oluşan tepki havasından faydalanıp Jivkov’u durdurmak istiyordum. Ama, Gorbaçov hepimize karşı çıktı. Türkiye hükümeti de Gorbaçov’a bir mesaj göndererek isim değiştirme kampanyasını durdurmasını istemişlerdi. Bu konuda Gorbaçov’un ağırlığını koyması istenmişti. Politik Büro bu konuda bir karar alacaktı. Gorbaçov bu işe karışmak istemedi. “Biz Bulgaristan’ın iç işlerine karışamayız!… Söylediği buydu. Ben bunun üzerine dayanamadım. Başka ülkelerin iç işlerine karışıyorsunuz da, neden Bulgaristan’ın iç işlerine bu konuda karışamıyoruz? Diye sordum kendisine. “Gorboçov sanki bu işe karışmadı ama Jivkov’u gizlice İslav kardeşliği adına destekledi. Tartışma gece geç saatlere kadar sürdü. Ben gene ikna etmek için, Gustav Husak’ı buraya davet edip, istifa et! Diye emir verdiklerini hatırlattım. Çekoslovakya’ya karışırsın da, neden Bulgaristan’a karışamazsın? Tabii, orada Türkler var, olur mu hiç?! “Bulgaristan Türkleri halkını ve vatanını sever, namuslu, çalışkan insanlardır.” dedim. ***

Haydar Aliyev


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Haydar Ali Rızaoğlu Aliyev, 10 Mayıs 1923‘te Azerbaycan’ın Nahcivan Özerk Cunhuiryeti’nde doğdu. Bir işçi ailesinin çocuğu idi. 1939 yılında Nahcivan Pedagoji Teknik Okulu’nu bitirdikten sonra şimdiki adı Azerbaycan Devlet Petrol Akademisi olan Azerbaycan Sanayi Enstitüsü’nde eğitimine devam etti. Ancak ülkenin içinde bulunduğu savaş dolayısyla eğitimine devam edemedi. 1941 yılından itibaren Haydar Aliyev, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Halk İçişleri Komiserliğinde ve Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Halk Komiserleri Meclisi’nde Şube Müdürü olarak görev yaptı. Ardından 1944 yılında çalışmak için devlet güvenlik teşkilatlarına gönderildi. Bu dönemden itibaren devlet güvenlik teşkilatlarında çalışan Haydar Aliyev, 1964‘ten Azerbaycan SSC Bakanlar Kurulu yanında devlet güvenlik komitesinde başkan yardımcısı, 1967 yılından itibaren ise başkan olarak görev yaptı ve tuğgeneral rutbesine kadar yükseldi. Daha sonra şimdiki adı Sank Patersburg olan Leningrat’ta özel yüksek öğrenim gördü. 1957 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesi Tarih bölümünü bitirdi. 1969 yılında Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin toplantısında, AKP MK Birinci Sekreteri seçildi ve böylece partinin en yüksek konumlarından birine getirilmiş oldu. Ardından 1982 yılının Aralık ayında SBKP MK Politbüro üyeliğine seçilerek SSCB Bakanlar Kurulu Başkanı Birinci Yardımcısı görevine getirildi. Buradaki milletvekilliği görevini yaklaşık 20 yıl sürdüren Haydar Aliyev, 5 yıl ise SSCB Yüksek Sovyeti Başkanı Yardımcısı olarak da çalıştı. 1987 yılının Ekim ayında, SBKP MK Politbüro’nun Genel Sekreteri olan Mihail Gorbaçov‘un yürüttüğü Perestroyka ve Glasnost politikalarını protesto ederek görevinden ayrıldı. 20 Ocak 1990‘da Kızıl Ordu’nun Bakü’de gerçekleştirdiği büyük basıkından dolayı Moskovo’daki Azerbaycan temsilciliğine gelerek burada bir bildiri yayımladı. Bildiride Sovyet Rusya’nın bu yaptığı kanlı olayı protesyo etti ve olayla ilgili kişilerin cezalandırılmasını talep etti. Dağlık Karadağ sorunu’nun başgöstermesi ile başlayan süreçte SSCB’nin politikalarını eleştirdi. İstediği sonuçları alamaması üzerine 1991 yılının Haziran ayında SBKP üyeliğinden istifa etti. Hayatının geri kalanını geçirmek üzere Azerbaycan’a dönen Haydar Aliyev, bir süre Nahcivan’da kaldı. Burada Azerbaycan Yüksek Sovyeti milletvekili olarak görev yaptı. 1991 ile 1993 yılları arasında Nahcivan Otonom Cumhuriyeti Yüksek Meclisi Başkanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti


Makale ve Analizler - 2019

95

Yüksek Sovyeti Başkanlığı gibi görevlerde bulundu. Ayrıca 1992 yılında Nahcivan’da düzenlenen parti kongresinde, Yeni Azerbaycan Partisi’nin parti başkanı seçildi. 1993 yılında ülkede kriz sinyalleri belirmişti. İç savaşın eşiğine gelinmesi ve bağımsızlığın tehlikeye düşmesi sebebiyle halk Haydar Aliyev’in başa geçmesini istemekteydi. Bu gelişmeler üzerine hükümet Haydar Aliyev’i Bakü’ye davet ederek 15 Haziran‘da göreve çağırdılar. 24 Temmuz 1993 tarihinde Haydar Aliyev, Milli Meclis’in kararı doğrultusunda Azerbaycan Cumhurbaşkanı olarak göreve getirildi. Kısa bir süre sonra gerçekleşen 3 Ekim 1993 seçimlerinde de halk bir kez daha Haydar Aliyev’i cumhurbaşkanı seçti. 11 Ekim 1998 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerde de sonuç değişmedi ve Haydar Aliyev, oyların %76’sını alarak bir kez daha Azerbaycan Cumhurbaşkanı seçildi. 15 Ekim 2003 tarihinde yapılacak olan bir sonraki genel seçimlerde de halk Haydar Aliyev’in aday olmasını istese de sağlık durumunun kötüye gitmesi sebebiyle bunu kabul etmedi. Halk tarafından iktidarda olması istenen Haydar Aliyev, yaklaşık 30 sene kadar politikanın içinde aktif rol oynadı. İktidarda olduğu dönem boyunca ülkenin sosyal, kültüre, ekonomik ve içine girdiği en zor durumlarda bile halkın ısrarla Haydar Aliyev’i iktidarda istemesi onun Azerbaycan tarafından ne kadar çok sevildiğinin göstergesidir. Haydar Aliyev, sağlık problemlerinin artması nedeniyle seçimlere katılamamış olsa da, seçimlerde oğlu İlham Aliyev‘e desteğini sürdürdü. Babasından aldığı mirası en iyi şekilde koruyacağına inanan halk oğlu İlham Aliyev’i 2003 seçimlerinde cumhurbaşkanı olarak seçti. Seçimlerden kısa bir süre sonra Haydar Aliyev’in rahatsızlığı ciddi boyutlara ulaştı ve tedavi için gittiği ABD’de 12 Aralık 2003 tarihinde vefat etti. Haydar Aliyev birçok ödül, nişan ve yine birçok ülkenin fahri doktora ünvanına sahip oldu. 4 kez Sovyetlerin “Lenin Nişanı”nı alan Aliyev, “Kırmızı Nişan” gibi Sovyetlere ait birçok nişan daha kazandı ve iki defa Sosyalist Kahraman ilan edildi. 13 Nisan 1999‘da Türkiye Cumhuriyeti’nin o zamanki cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından kendisine “Atatürk Barış Nişanı” layık görüldü. Son Dostlarınızla paylaşınız


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Köprü Üzerinde Yaşanmaz

Tarih: 11 Mayıs 2019 Yazan: Oya Konu: Papanın mesajları üzerinde düşüncelerimiz ve gelişmeler Papa Francist Sofya’dan ayrılalı bir hafta oldu. Demeç ve temaslarında ifade ettiği fikirler derin izler bıraktı. O, Bulgar ve Bulgaristan’dan fazla “Bizans ve Türkiye” dedi, Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arasındaki 1877-78 Savaşını hatırlattı. Ülkemizdeki canlı Rus geleneklerine işaret ederken, manevi sembol olarak Sofya’daki “Aleksandır Nevski Kilisesi” önünde durdu. Bizans devrinde, Bulgarlara Kiril Alfabesini getiren “Sveti Sveti Kiril ve Metodiy” kardeşlerin davasını anlatırken de, Grek geleneklerini anımsattı ve onların İslav halkları Aydınlıkçıları olması “Bulgaristan’ı bir köprü ülke” haline getirdiği yorumunda bulundu. Bir köprüden her dilde konuşan insanlar ve vatandaşlar geçebilir dense de, Türkçe konuşarak geçmeye bugün de izin verilmiyor. Toplanan haraçtan azınlıkların aydınlanması ve “çok kültürlülüğün“ yerleşip güç kazanmasına kıymık bile ayrılmıyor. Türklerin eline süpürge verilmiyor, küprüyü süpürtüyorlar. *** Yazımı yazarken (10 Mayıs 2019) kulağım radyoda. Türkiye otomotiv sanayi şirketlerinden “Teklas” Dördüncü Fabrikasını Kırca Ali şehri kenarında açarken, kutlama konuşmasına “Büyükelçi olarak, Türk dilini konuşan Bulgaristan vatandaşları için olduğu gibi, Türkçe bilmeyen Bulgar vatandaşlarına da istihdam yaratmak isteyen yatırımcı ve iş adamlarımızın bir ortak arzusunu iletmek istiyorum” sözleriyle başlayan T.C. Sofya Büyükelçisi Dr. Hasan Ulusoy, “Bulgar dilinden başka, Türkçe yazı ve konuşma dilini de iyi kullanan Bulgar vatandaşları sayısı ne kadar artarsa, Bulgaristan’a yapılan Türk yatırımları da aynı oranda artacaktır. Öncelikle ve özellikle soydaşlarımız tarafından olmak üzere, Bulgaristan vatandaşlarının okullarda Türk dilini daha verimli öğrenmelerinde Bulgar kurumlarına güven besliyoruz. Bu yönde yardım eli uzatmaya hazırız.” Dedi ve aynı kürsüde yer alan Başbakan Boyko Borisov ve hükumetine, ekonomik ilişkilerin gelişmesindeki katkılarına teşekkür ederek şöyle devam etti. “Dost ve müttefik Bulgaristan’da Türk sermayeli 300’den fazla şirket var. Günümüzde iki ülke arasındaki mal alış verişinin hacmi yaklaşık 5 milyar Doları bulurken, Bulgaristan’ın üçüncü büyük ticaret partneri Türkiye olmuştur. Bu rakamlar büyüyebilir.”


Makale ve Analizler - 2019

97

Sosyal medya anında “Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Bulgar okullarında Türk dili okutulmasını istedi. Ankara yardım eli uzatıyor.” haberini başlık yaptı ve tepkiler gecikmedi. . Başbakan Borisov, “Türkiye Büyükelçisinin sözlerinde olumsuz nüans aramayalım.” Ana muhalefet partisi BSP Başkanı Kornelya Ninova: “Türkiye Bulgaristan işlerine karışıyor.” “Volya” (İrade) partisi başkanı Mareşki’nin tepkisi şöyle oldu: “Bulgar okullarında zorunlu dil Bulgarca’dır ve o kalacaktır. Bir egemen devletin iç işlerine kabul edilemez kaba müdahale sebebiyle Büyükelçi Hasan Ulusoy’un geri çekilmesini” istedi. Türk düşmanlığıyla ünlü, hükumet ortağı VMRO (İç Makedon Devrim Hareketi) Başkan Yardımcısı Angel Cambaski ise, “Bulgaristan’a Türk manevi etkisinin ve Bulgaristan’da Türk milli azınlığı tanınmasının önlenmesi yönünde milliyetçilerin girişimleriyle iktidarın kesin kararlı eylemlerinden sonra, Türkiye ekonomik yayılmacılık denemeleriyle eylemdedir” iddiasında bulundu ve Büyükelçi Ulusoy’un Dış İşleri Bakanlığına çağrılmasını istedi. Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı Ekaterina Zaharieva Türkiye Cumhuriyetinin Bulgaristan Cumhuriyeti Büyükelçisi Dr. Hasan Ulusoy’u Kırca Ali’de yaptığı konuşmada, “Türk dilinin bir yabancı dil olarak okutulmasını özendirmesi için Bulgar devletine öneride bulunan sözlerinden dolayı izahatta bulunması için” Bakanlığa davet etti. Dış İşleri Bakanlığı basın şubesinin bu konudaki açıklamasında, “Türkiye Büyük-elçi tarafından yapılan bu konuşmanın, iyi komşuluk ve dostane ilişkilerimizin ne biçimde gelişeceğine ilişkin Bulgaristan Cumhuriyeti beklentilerine uygun düşmediği”ifade edildi. *** Ana dili, milli kimlik, azınlık hakları, etnik kültür gibi değerler modern dünyanın olmazsa olmazlarıdır. Bunların varlığını ve gelişme hakkını tanımayan hiçbir devlet ulusal kültür ve huzurlu yaşam tarzı oluşturamaz. Bulgar devletinin sorunlarının sorunu etnik, dil, din ve kültür azınlıklarının anayasal ve yasal haklarını tanımamasından kaynaklanıyor. Bulgaristan’da “Türk yaşamıyor” demekle Türklerin vergi ödedikleri devletin okullarında anadillerini (Türk dilini) okuma ve geliştirme olanağı bulamaması, inkar etmekle çözülebilecek bir sorun değildir. Bulgaristan Türkleri bu ülkenin temel unsurudur ve anadillerini, öz tarihlerini, topluluk kültürlerini, edebiyat


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve sanatlarını, halk bilgilerini öğrenip nesilden nesile aktarmak zorundadır. Bu, Bulgaristan’a yapılacak Türk yatırımlarına bağlı bir olay değildir, Bulgaristan bu haklarımızı tanımak zorundadır, bu konuda birçok ikili ve uluslararası antlaşma imzalamıştır ve bunlara uymak zorundadır. Evrensel insan haklarından kopmaz bir öge olan anadilde eğitim ve öğrenim hakkı azınlık haklarının özünde ve başında gelir. Türk kimliğimizin özünde Türkçemiz bulunur ve ona sahip çıkıyoruz. *** Yeni gelişmeler şu gerçeği kanıtlamıştır. Bulgaristan kültür ve medeniyet yaratmış bir devlet, ülke ve millet değildir. İşte bu gerçeğe parmak basan Papa “siz bir köprüsünüz”dedi. Bu köprüden kültür ve medeniyetler Doğu’dan Batıya ve Batı’dan da Doğu’ya geçmiştir. Burada Bulgaristan’ın rolü köprü başında haraç toplamak ya da çalışan tol sistemi kurup hazinesine para akıtmaktır. Bu sözleri başka açıdan değerlendirmek yanlış sonuçlar doğurur. Aynı zamanda tarihsel statükoyu değiştirmek, transformasyonlar yapmak, özellikle de ülkede yaşayan halk topluluklarının, azınlıkların, din ve dil gruplarının, kimliklerin özüne saldırmadan onları yaşatmak, serpilip açmalarına olanak sağlamaktır. Öz ve biçim değiştirip, kimlikleri eritip asimilasyon yapmak Bulgaristan’ın hak ve ödevleri kapsamında değildir, Berlin 1878 Konferansında yer almadığı gibi ondan sonra da hiçbir uluslararası foruma konu olmamıştır. Tam tersine 1985 Helsinki Senedi, Paris AGİT 1989 Kararları, Paris 2000 İnsan Haklarını ve Azınlık Hakları Çerçeve Anlaşması ve Birleşmiş Milletler kararları inkar etmeyi ve asimilasyon siyasetini kesinlikle reddederken, azınlık haklarının bütünsel tanınmasını istemiştir. Dünya kamuoyunun yaratmak istediği kardeşlik, dayanışma ve özgürlük kültürü budur. Bulgaristan 19441989 arası zulüm kültürü, 1990’dan sonra da gurbetçilik kültürü yaratmıştır. İçinde zulüm olan hiçbir şey “kültür” olamaz ve uygarlık olarak kabul edilemez. Bizim için zulüm cehalet olarak, akıl ve bilim düşmanlığı olarak tırmandırılarak uygulanırken bir etnik hak topluluğu olarak köreltilerek yok edilmek istendiğimiz ortadadır. Bu gidişi destekleyen tüm siyaset adamlarının, partilerin ve rejimlerin karşısındayız ve mücadelemiz devam ediyor ve edecektir. Kafadan atma, keyfi uygulamalar devlet çökertir, halkları bitirir, çünkü hiçbir halk süregen düşmanlık içinde yaşayamaz, asimilasyon ise ancak öfke, kin ve düşmanlıklar yaratır. Yaşadığımız ve durduramadığımız çöküşün sebebi ve temelinde olan budur. Hiçbir kültür etnik kökeni değiştirmeyi hedefleyemez, çünkü bu uygulama öz ve hedef olarak çarpıklıktır. Her çarpıklık özürlüdür. Bu bakıma biz 1878’den bu yana Bulgar tarihinin


Makale ve Analizler - 2019

99

yanlış ve çarpık olduğunu iddia ediyoruz ve köklü yenilenmeye, bunun yasal kişisel haklara dayalı aile kültürüne, eğitim ve öğretim sistemine, anadil ve din eğitimine dayalı kolektif insan haklarına dayandırılmasına, geleneklerden su alarak yaratılacak yeni ahlakın tarih yazımına ve edebiyata girmesinde ısrar ediyoruz. Papa, Bulgaristan ve Makedonya ziyareti ile milli ve etnik hakların tanınmasını hem ulusal hem de uluslararası sahneye taşımıştır. Hedefimiz 26 Mayıs günü seçim sonuçlarıyla bizim için can alıcı olan bu olayları Avrupa meclisine taşımaktır. Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Dr. Hasan Ulusoy’un Kırca Ali’de yaptığı konuşma olayın ne kadar güncel ve ateşli olduğuna yeni kesin kanıtlar sundu. Paylaşınız. Bizi izleyiniz.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye Bir Doğal Olay Gibi, Sorun Bulgaristan’da Tarih: 12 Mayıs 2019 Hazırlayan : Ertaş ÇAKIR Kaynak: News.bg Yazan: Nikolay Slatinski Konu: Türkiye Bulgaristan ilişkileri.

Ulusal ve uluslararası güvenlik sorunları hocası Prof. Nikolay Slatinski’nin Bulgaristan-Türkiye ilişkileri konulu yorumu. Evet… 1992-1994 yılları arasında Sofya meclisinde Milli Güvenlik Parlamento Komisyonu Başkanıydım. Türkiye temsilcileri ile görüşmelerde bulunduğumdan dolayı, Dış İşleri Bakanlığımızdan 2 sayfalık bir metin aldım. Birinde bizim Türkiye’den isteklerimizin tümü, ötekisinde ise, Türkiye’nin bizden istediklerinin hepsi sıralanmıştı. 2002-2006 yılları arasında Cumhurbaşkanı Milli Güvenlik sekreteriydim. Türkiye temsilcileri ile görüştüğümde dolayı, Dış İşleri Bakanlığımızdan küçük karakterle yazılmış iki sayfa metin aldım. Birinde bizim Türkiye’den isteklerimizin tümü, ötekisinde ise, Türkiye’nin bizden istediklerinin hepsi sıralanmıştı. İlginç olan nedir biliyor musunuz? Bizim Türkiye’den isteklerimiz aynı kalmıştı. Türkiye’nin Bulgaristan’dan talepleri ise bire dek değişmişti. Biz 25 yıldan beri, çok zor seven, ama yardıma ilk koşan, iyi öğrenciler gibi aynı şeyleri yineliyoruz. Türkiye isteklerini elde etmiş ve Pernik şehrinde dedikleri gibi, şimdi artık anayı ve babayı ister. Türkiye işte budur. O bir doğal olaydır, bizim dışımızda ve sanki tamamen nesnel. Biz doğal olaylara kızamayız, (Pernik sakinleri, depreme kızmaktan, kendilerine bir yarar gelmeyeceğini bilirler.) Doğal olaylar tahmin edilmelidir, hatta mümkün ise öngörülebilmelidir. Bu, elde olmayan yapılarak, gelecek zararın asgariye indirilmesi için yapılır. Başbakanımız uluslararası ilişkilerin tam ortasına keyifli bir şekilde çökmeye bayılıyor. Ne var ki gençlerin uluslararası ilişkiler yüksek lisansı sınavı için yani uluslararası ilişkilerde iyi uzman kişi olabilmeye gerekli bil-


Makale ve Analizler - 2019

101

gileri toplamak için, en az 300 sayfalık 100 kitap okumaları gerekir. Bizim başbakanımızda uluslararası ilişkiler alanında bu 100 X 300 = 30 000 sayfa eksiktir. Karşımızda duran Türkiye’nin ise, yüksek öğretim düzeyinde, okumuş ve üzerinde hulasada bulunmuş bir diploması ekolü var. Uluslararası ilişkilerde Türkiye ile şaka yapılmaz. O, kuş gribi gibidir. Birçok devlete bulaşmaya çalışır, bazı yerde bağışıklık sistemi güçlü olduğu için başaramaz ama bağışıklık sistemi hasarlı olan her yerde başarılıdır. Ne ki, sorun Türkiye’de değil. Sorun Bulgaristan’dadır. Bulgaristan (bizim Pernikte dediğimiz gibi) bağışıklık sistemi çok hasarlı bir ülke. Bir devletin bağışıklık sitemi, onun özel kurumları, diplomasisi, polis organları, analiz ve öngörü yapan stratejik merkezleridir. Altarnetif ne olabilir? Başbakanımız uluslararası ilişkilerde rahat bir tavır sergiliyor, güler yüzlü davranıyor, doğaçlıyor ve olaylara bir keşifçi gözüyle bakıyor. Böylece bir meslektaşımız Jeo-politik Bilimine giriyor, onun için ayan ve ilginç olmayan bir şey yok, o acemi birinin samimiyetiyle herşeyin basit ve şeffaf olduğunu düşünerek, benim gibi birisiyle tartışmaya giriyor. Ben ise, samimi kişilere saygı beslediğimden dolayı, onun neyi ne kadar az bildiğini kendisine söylemekten çekiniyorum. Ve olacak olan oluyor. (Pernikte dedikleri gibi) biz iyi niyetli olduğumuzdan ve büyük siyaset yapma hevesine kapılarak, ERDOĞAN’ a ballı parmak verdik. O ise şimdi elimizi istiyor. Ve biz şimdi aman ne oldu dedik! Ne olduğunu gördünüz mü? Uluslararası ilişkilerde topal kuşu ne Tanrı ne de Allah korur, bu Ulusal Güvenlik Yasalarından biridir. Okuduğunuz için teşekkür ederiz. Lütfen dostlarınıza paylaşınız.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnce Diplomasi

Tarih: 12 Mayıs 2019 Yazan: Oya Canbazoğlu Konu: Bulgaristan’ın temel sorunu biziz ve haklarımız tanınmadan davamız devam edecektir.

Yılın başında, T.C. Sofya Büyükelçisi Sayın Dr. Hasan Ulusov, Edirne’de Türk iş adamları ve yatırımcılar, kültür sanat temsilcileri ve bilim adamları ile görüşmesinde Bulgaristan’da Türkçe öğretim ve eğitim sorunlarının semereli ve sonuç veren bir yaklaşımla çözülmesi konusunu ilk kez olmak üzere kesin kararlılıkla kamuoyuna taşımıştı. Olay ilgi uyandırdı. Takdir buldu. Beklenti başladı. 11 mayıs 2019 tarihinde, Kırca Ali şehrinde, dev bir Türk yatırımı olan “Teklas” seri tesislerinin dördüncüsünün açılımında hazır bulunan Bulgar devleti kurum temsilcileri, Başbakan Boyko Borisov, Meclis Başkanı Tsveta Karayançeva, Başbakan Yardımcıları, Maliye Bakanı, Belediye Başkanı Hasan Aziz, Türk yatırımcı ve iş adamları ile fabrikada çalışacak emekçilerle birlikte törene toplanan Güney Doğu Rodoplar’ın Türk ahalisi önünde beklenen konuşmasını yapan Sayın Dr.Hasan Ulusoy, acizlik kazanan Türkçe öğrenme konusunu bu defa Türk iş adamı ve yatırımcılar adına yeniden gündeme getirdi. Türkçe bilme ülkemizdeki Türk fabrika, işçilik, atölye, fırın, lokanta ve hizmet servisleri sayısının artmasıyla her geçen gün daha da fazla önem kazanıyor. “Türk fabrikasında çalışan, Türkçe bilir” yerleşti. Bu olaya bir resmiyet kazandırmak amacıyla Büyükelçi Dr. Hasan Ulusoy çözüm bekleyen bu olaya “Türkiye devletinin el uzatmaya” hazır olduğunu ilk kez dile getirdi. Bu çözüm değişik biçimlerde olabilirdi. Fabrika kendisi Türk dili kursları düzenleye bilir. Uzmanlaşma ve kalifiye kursları Türkçe düzenlenebilir. İşçilerle hafta sonu dil öğrenme çalışmaları örgütlenebilir. Türkçe eğitim veren meslek lisesi açılabilir vb. En iyi niyetle yapılan öneriye, hükumet, muhalefet ve aşırı milliyetçi kesimden sert tepki gelmesi hatta, Bulgar devletine milyonlarca leva kazandıran, binlerce işçiye iş veren, ailelerini besleyen Türk sermayesinin yüzüne Türkçe külü savurmaya yeltenenlerin küstahlığı dikkati çekti. Türkçe öğrenilmesine karşı olduklarını bir anda dile getirdiler. Düşmanlık istifra etmeye başladılar. Bu olayı bir dış sermaye girişinin getirdiği bir yenilik, bir edinim olarak kabullenen çıkmadı. Sanki ayaklarına basıldı…


Makale ve Analizler - 2019

103

Oysa büyük sayıda Türk şirketinin son yıllarda Bulgaristan’a akışı; bizde gerçekleştirdikleri üretimlerin Avrupa Birliği (AB) merkez üretim sisteminde daha büyük pay alması; ikili ticaret hacminin neredeyse 5 milyar Dolara ulaşması, Bulgaristan’ın transit taşımacılık rolü, özünde öncelikle Türk ve Bulgar dilleri olan ilişkilere nitel değişiklikler kazandırdı. Bulgaristan’ın Türkiyesiz olamayacağı, bunalımların dayattığı problemlerin üstesinden gelemeyeceği bir inanç oldu ve kök saldı. Bulgaristan’da, AB üyesi olmanın milli sorunlara kendiliğinden çözüm getirmedine inananlar arttı. Sofya’da “biz komşuyuz” sözünü sıkça işitmeye başladık. Türk dili kurslarına katılanların daha fazlası Bulgar. “ Türklerden yemek yemem” takıntısından kurtulanların lokantalarımızdan çıkarken “karnım doydu” dediğini işitiyoruz. Edirne hafta sonu pazarını boşlamayanlar, haftalık ve yıllık tatil için Türkiye’yi seçenler, Türkiye sağlık hizmetlerini anlatmakla bitiremeyenler, Bulgaristanlı gençlerin eğitim ve turistik geziler için Türkiye’yi seçmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ve sayıları neredeyse bir milyonu bulan soydaşlarımızın her yönüyle yeşeren Türkçesi, çifte vatandaşlık ve açık kapı siyasetinden yararlananların arasız gelip gitmesi, Türkçe ve Bulgarca öğrenme açısından kolaylık ararken buluşuyorlar. Totalitarizmin baskı terör ve zulüm (Türkleri cahil bırakma ve dillerini ve halk kültürlerini unutturma) yıllarında bile Bulgaristan Türklerinin üretim dili, tütün, buğday, mısır, lavanta, gül vs üretiminde, sebzecilik ve hayvancılıkta kullandıkları dil, anadilleri yani hep Türkçeydi. Çocukların oyun dilimizde Türkçemizdi. Nenelerimizin ninni ve masallarını Türkçemizle dinledik. Adalet ve ahlak derslerini dedelerimizden Türkçe aldık. Bulgaristan Türkleri sanatı ve edeviyatı Türkçe oluğup biçinlendi. Her Türkün evinde Türksat’a bakan bir çanak anten var. Olaya tarihsel açıdan bakıldığında, biz Bulgaristan Türkleri, Bulgar devletine asa el açmadık. Vergi verdik ki, devlet okullarında bizim çocuklarımıza da Türk dili ders odaları açmasını talep ettik. Bu bizim en insancılık, en doğal hakkımızdı. Atalarımız her Bulgar köyünde Bulgar çocuklarına okul açılmasına önayak olmuştur. Oysa bizim 2 700 000 okulumuz yıkıldı yakıldı. 2 500’den fazla öğretmenimiz işsiz bırakıldı. 1984-1989 yılları arasında Türkçe kitaplarımız toplandı yakıldı. Türkçe müzik kasetlerimiz, teyplerimiz toplanıp imha edildi. Tarihlerinde kendi dillerinde okulları olmayan Bulgarların kilise okullarındaki dersler Rumca görülüyordu. Ruslar, Bulgar kilise dili Yunanca olsun diye yoğun baskı yaparken, 1872’de Doğu Ortodoks Dini kiliselerinde


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ibadet Bulgarca yapılacak, kilise ve manastır okullarında dersler Bulgarca görülecek diyen, Padişah fermanıdır. Bu, 1300 yıllık Bulgar tarihinde Bulgarlara tanınan en önemli ve büyük, kimlik oluşturan manevi edinimdir. “Sveti Stefan” Kilisesinin İstanbul Büyük Şehir Belediyesi parasıyla onarılması gibi sayısız dostluk jestleri yapılırken, Bulgaristan’daki Türk iş yerlerinde çalışanların Türkçe öğrenmelerine karşı olumsuz ses yükseltilmesi, anlaşılır gibi değildir. Kırca Ali “Teklas” kürsüsünden halkı selamlarken, Sayın Dr. Hasan Ulusoy’un “Türk dilini yazı ve konuşma dili olarak öğrenenlere Türkiye devleti el uzatmaya hazırdır” sözleri, hemen tepki gösteren Bulgar kurum yetkilileri ile milliyetçi parti liderlerine, sahte “anayasa savunucularına” bir Osmanlı tokadı oldu. Ne yazık ki, Bulgarlar kendi yakın tarihleri bilmiyorlar. Bugün Türkçe dersleri açılmasından korkanlara hatırlatıyorum. İlk Bulgar gazeteleri, ilk Bulgar kitapları Sofya’da, Vidin veya Varna’da, Veliko Tırnovo veya Burgaz’da çıkmamış, Osmanlı ana kenti İstanbul’da basıldığını biliyor-muydunuz. İşte bu eserler: Dragan Tsankov (1859-1863) “Bulgariya” gazetesi; Nikola Mihaylovski (1863-1865) “Sıvetnik” (danışman) gazetesi; Todor Burmov (1963 – 1967) mizah gazetesi “Gayda”. Petko R. Slaveykov (1867 – 1872) “Makedobya gazetesi; Nikola Gineviç, Todor İkonomov (1864 – 1873) “Turtsiya” – (Türkiye) gazetesi; Todor Burmov (1865-1867) “Vremya” (Zaman) gazetesi; Hristo Stoyanov (1870-1874) “Pravo” (Hukuk)gazetesi; İvan Naydenov (1874- 1876) “Napredık” (Terakki); Marko Balabanov (1874-1876) “Vek” (Asır; Dragan Tsankov, Hristo Vaklinov (1874-1877) “İztoçno Vreme” (Doğu Zamanı); Andrey Stoev Tsanov (874 -1879) ‘Zornitsa” (Tanyeri) adlı gazeteleri yayınladılar . Biz bugün Bulgaristan’da XIX. Asır Osmanlı hürriyetlerini yaşayamıyoruz. Osmanlı devleti Bulgarların hak ve özgürlüklerine kısıtlama, sınır koyan bir Ferman yayınlanmamıştır.


Makale ve Analizler - 2019

105

Bugün Bulgaristan’da çıkan bir Türkçe gazetemiz yok. Oysa İstanbul’da çıkan gazetelerin arkasında kitapçılar ve kütüphaneler vardı. Bize bugün bu haklar neden tanınmıyor. Bulgar makamları hiçbir anayasa ve yasa ardına gizlenemez. İnsan haklarımız çiğneniyor. Zulüm görüyoruz. Çocuklarımız kör cahil kalıyor. Geleceğimiz karartılıyor. Hafta sonunda Razgrad ilinin tarihsel mekanlarından Deliorman dergahı “Demir Baba Tekke”sinde Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) Avrupa Parlamentosu mitingi düzenlendi. Söz alan AP 17 milletvekili ve parti politik kutlama temsilcisi Bulgarca konuştu. “Türkçe konuşmak istediklerini, anadilimizde konuşma yasağının kaldırılmasını, özgürlük” istediler. Mitinge Avrupa liberallerinden temsilciler de katıldılar ve onlarda, “çok kültürlülüğün ana kalesi, Avrupa Birliği ülkelerinden Bulgaristan’da 1 milyon vatandaşın ana dili olan Türkçenin yasaklı olmasından, çocukların okullarda anadilini öğrenememesinden, Türkçe konuşanların cezalamdırılmasından” yakındılar ve durumu protesto ettiler. Bütün konuşmalar, toplu haklarımız ve özgürlüklerimizin içinde en değerlisi olan anadilde okuyup yazma hakkımızı yeniden kazanma üzerinde durdur. Bu konuda uluslararası baskıyı arttırmak amacıyla anadil, Türkçemiz konumuz AP meclisine tanıtılacak. Bulgaristan’da en güçlü emekçi ordusunun anadili hayat hakkı kazanmadan hiçbir sorun çözülemez… Mitinge katılan kalabalık “anadilimizi istiyoruz” temposu tuttu. 1989’un Mayıs ayında hak ve özgürlükleri uğruna ayaklananlar mitingdeki kişilerdi. Saçlarına kar düşmüş ama hak ve özgürlük, anadil ve adalet, demokrasi ve hürriyet davamızı artık gençler omuzlamış ve mücadele devam ediyor. Bu davamızın özünde evde ve işte, okulda, hayatın her dalında, ahırda ve samanda, çocuklarımızla ve yaşlılarımızla Türkçe konuşma, dertleşme, kavga etme özlemi var. Halkımız Bulgaristan’ın çok derin bir bunalım içinde bulunduğuna ve Türklerimiz kollarını sıvamadan hiçbir işin düzelmeyeceğine, devletin, hükumetin ve diğer Bulgar kurumlarının bunalım tabanından kopamayacağına, Türkler dört elle iş tutmadan devletin dağılacağına inanıyorlar. İfade edilen ana fikir ve görüşte devletin, hükumetin, meclisin ve siyasi partilerin halk tabanından koptuğu gerçeği var. Biz Türkçe konuşmak istiyoruz diye haykıranlar, “Türkçe yalan söylenmez, biz yalana boğulduk!” diyorlar.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşte bu noktada Türkçe’den korkanlar, anadilimize zulüm ediyor, halkımızı kör cahil bırakarak politika dışı, kültür dışı, ekonomi ve sosyal hayat dışı bırakmak istiyorlar. Türk sermayesini kullanıp Türklere ve Türkçeye saldırılarını arttırmak istiyorlar. Anadilimizi yasaklayanlar her türlü sıkıntılarımızı, problemlerimizi, üzüntülerimizi, bireysel ve toplu şikayetlerimizi ve başka dilekçelerimizi devlet kurumlarına ve dış ülkelere, uluslararası mercilere iletmemize engel oluyorlar. Bu arada günümüz Bulgaristan yönetimi, Bulgaristan Müslüman Türklerinden hiçbir kişinin devlet kurumlarında görev almasına, hükumet katında bir Müslüman grup oluşmasına yol vermiyor. Oysa Osmanlı devrinde daha 186O’larda Bab-ı Ali (Osmanli Bakanlar Kurulu) nezdinde, itibarı olan bir Bulgar grup oluşmuştur. Bu grubun oluşmasında, o dönemde devlet katında önemli mevkiler işgal eden Bulgar kökenli Stefan Bogoridi (Stefanaki Bey), Gavril Krısteviç, Kaloferli Stoyan Çalıkov, Hristo ve Nikola Tıpçileştov kardeşlerle Vasilaki Velikov gibi şahsiyetler etkili oldular. Kendi tarihsel gelişiminde Türklerin rolünü, sağladıkları olanakları dikkate almayan, unutturmaya çalışan bugünkü Bulgar makamları aslında kendi evleriyle kendi geleceklerini karartıyorlar. Bulgar dirilişinde Türklerin rolünü görmemek ve değerlendirmemek aslında geleceksiz yaşamayı kabul etmek anlamına gelir. Geleceksiz yaşamaksa ne kadar zor. Lütfen dostlarınızla paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

107

Yüksekten Düşmek

Tarih: 12 05 2019 BGSAM: Kaynak: Bivol. Bg Konu: Dalavera işlerinde Başkan M. Karadayı’nın baldız, kayın, teyze, hala vb ilişkileri ve Avrupa Parlamentosuna 2 adayı tanıyalım. Ön söz Yerine. Yazıma başlamak istiyorum da, başlayamıyorum. Ağla sevgili yurdum, türküsü geliyor aklıma. Yoksa, ağla sevgili halkım! mı desem. Aklımıza gelmeyen geliyor başımıza. Bu hafta Hak ve Özgürlük Hareketi HÖH-DPS Avrupa Parlamentosu (AP) milletvekili adayları liste başı Mustafa Karadayı’nin konuşmalarını dinledim. Hem dinledim, hem üzüldüm. Bu adam bir türlü ustalaşamadı, yalan söylüyor da, yalanları şakıyor ve onu ele veriyor. Yalanlar halkımın canını yakıyor. Adam, dağılmış koyunları bir toplayamayan, çoban gibi bağırıp çağırıyor. Liste başıymış. Besbelli Bulgaristan’dan kaçmak istiyor. Dert çok, hem dert yok gibi bir durum… Üzerine gelen çığ gibi belayı haber almış olmalı. Bu bela hepimizin başında. Çünkü HÖH hepimizindir, kara gün sevdamızdır. Gidiş bu gidiş, Bulgaristan’da dalavere pıtrağına dolaşanları birer birer toplamaya başladıklarında bu gencin yolu Brüksel’e değil, kodese… Bulgar araştırmacı gazeteci grubu BİVOL.bg AP adaylarından M. Karadayı ile Atice Alieva-Veli hanımın kuyusuna inmiş ve bakın ne inciler çıkarmış. *** BORİNO KÖYÜNDE AVRUPA BİRLİĞİ PARASIYLA KURULAN DÖRT EVDEN İKİSİ HÖH-DPS BAŞKANI MUSTAFA KARADAYI’NIN BALDIZ VE KAYINBİRADERİNİN BİRİSİ DE ANNESİNİN MÜLKÜNE GEÇİRİLMİŞ.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Karadayı’nın doğduğu Smolyan (Paşmaklı) ili, Devin (Dövlen) Belediyesi, Borino (Kara-Bulak) köyündeki AB parasıyla inşa edilen “konuk evlerinden” mülkü başkanın baldızı ve kayınbiraderinin üstündedir. Mülk sahiplerinin şirketleri AB’nin Köy Bölgelerini Geliştirme Programları (KBGP) Avrupa paralarından BİR MİLYON LEVADAN FAZLA PARA almıştır. Öyle ki Borino (Kara-Bulak) köyündeki Avrupa paralarıyla inşa edilen “misafir konaklarından” yarısı HÖH Başkanı Karadayı’nın yakınlarının elinde bulunuyor. Karadayı’nın kayını olan Nevredin Küçük Belediye’deki kamu ihalelerine sanki abone olmuş. Onun “Videnitsa 2004” adli şirketi halen 3.5 (üç buçuk) milyon leva tutarında sipariş üslenmiştir. Bunun dışında M. Karadayı’nın kardeşi de 1.3 )bir milyon üç yüz bin) levalık sözleşmeye girmiştir. Avrupa “konuk evleri” şefi bacanak ve kayınlara para dağıtıyor. Köy Bölgelerini Geliştirme Programları (KBGP) Avrupa paralarından “Çala İnvest” şirketine Borino (Kara-Bulak) köyü yöresinde turizmi geliştirmek amacıyla “misafir evi” inşa etmek ve işletmek için 391 160 leva; “Çala Tur” şirketine “Çala” köyü yakınında “Podmolata” alanında “Köy Turizmi için dağ evi inşa etme” projesi için 244 530 leva; “Troka” şirketine Borino (Kara-Bulak) köyü Kasrıklı yaylasında “Köy turizmi için dağ evi inşa etme” projesi için128 290 leva ve “İzvora İnvest” şirketine “Köy turizmi için kullanmak amacıyla” bir köy evinin onarımı ve ikinci katını inşa etme projesi için 281 321 leva ödenmiştir. Aynı şirkete Misafir evi donatma ve çevresine çimen ve fidan dikmeye gerekli araşları satın almak üzere ekstra 38 968 leva ödeme yapılmıştır. Bu şirketlerin hepsinin sicilinde Zatiye Karaahmed ismine rastlıyoruz. Zatiye Karaahmed, HÖH Başkanı Mustafa Karadayı’nın eşi olan Cevriye’nin kızkardeşi yani Karadayı’nın baldızıdır. Cevriye’nin kardeşi olan Nevredin Küçük ise Karadayı’nın kayınbiraderidir ve aynı zamanda Nevred’in eşi Gülten Küçük’tür. Zatiye, Karadayı’nın bacanağı olan, Borino (Kara-Bulak) köyü muhtarı Mustafa Karaahmed’in eşidir. Bu tertipler ilk dönemde gizli tutulmuş ve hiç kimsenin çevrilen dolaplardan haberi olmaması için, kayıtlar ve tesciller başka şahıslar üzerine yapılmış ve daha sonra ZATİYE, NEVREDİN ve eşi GÜLTEN üzerine işlenmiştir. Dalaverelerle ilgili yaptığımız araştırmalar bu projelerin ardında daha ilk gün Karadayı’nın yakınlarının bulunduğunu kanıtlamıştır. Mustafa karadı ile akrabalık bağlarıyla sımsıkı bağlı olan bu şirketler, Borino belediyesinde Avrupa Birliği parasıyla kurulan “konuk evlerinden” yarı-


Makale ve Analizler - 2019

109

sına sahip olmuşlar. Bununla birlikte Borino’da aynı paralarla(SAPARD) inşa edilen bir aile oteli de M. Karadayı’nın annesinin mülküne geçirilmiştir.

Atice Alieva-Veli. Babası Sofya’da luks bir daire satın almıştır. İnternet üzerinden “Vili Çala” (Çala Dağ Evleri”olarak reklam edilen site, aslında tek tek projeler olarak geliştirilerek, paralar Avrupa fonlarından çekilmiştir. Kayınpeder Nevredin’in eşi Gülten Küçük “Gölet yanındaki ev” (Kışta pri ezeroto) telefonları Karadayı’nın baldızı Zetiye Karaahmed açıyor. Bu tesislerde kalanlarla açık pazarlık yaptırılıyor. Bu yatırımlar, Avrupa Birliği’nin küçük yerel işlerin, turistik tesisler için geliştirilmesi amacıyla Köy Bölgelerini Geliştirme Programları (KBGP) üzerinden çdenirken, ancak ikinci bir fiziksel veya tüzel kişi üzerinden iş yapılmasını yasaklamıştır. Köy Bölgelerini Geliştirme Programları (KBGP) şimdiki Avrupa Parlamentosu milletvekilli ideyleri arasında yer alan, Hak ve Özgürlükler Harekeri (DPS) saflarında politik bir kişi olarak görevli olan, aynı zamanda Tarım Bakanlığına bağlı çalışan ve Avrupa paralarını projelere göre paylaştıran Devlet Tarım Fonu Başkan yardımcısı Bayan Atice AlievaVeli’dir. Şöyle ki Bayan Atice Alieva-Veli’nin Sofya’da dairesi ve köyde “misafir evi” yok. Fakat Sofya’daki super lüks daireyi satın alan babasıdır. Fakat aday listesi kayıtlarına Bayan Atice Alieva-Veli işlememiştir. Biz burada akrabalık – partili – Avrupa Parlamentosu milletvekili adayı ve yatırımcı – iş ilişkileri yumağını sökmeye çalışıyoruz.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başkan Mustafa Karadayı’nın eşinin ismi Cevriye, kızlıkta baba adı Küçük, kimlik vesikası adı da Cevriye Raif Karadayı’dır. Cevriye’nin kızkardeşi Zetiye Raifova Karaahmed Borino muhtarı Mustafa Karaahmed’in eşidir. Cevriye ve Zetiye’nin kardeşi ise Nevredin Raif Küçük’tür. Şöyle ki muhtar karaahmed ile Başkan Karadayı bacanaktır. HÖH DPS liderinin baldızı Zetiye, kayınbiraderi ise Nevredin’dir. Nevredin’in firması “Videnitsa 2004” tek başına veya konsorsiyum halinde olmak üzere Smolyan (Paşmaklı) ili, Devin (Dövlen) Belediyesi, Borino (Kara-Bulak) köyündeki Avrupa fon Paralarıyla 3.5 (üç buçuk) milyon levalık işin hepsini gerçekleştiren şirkettir. Bizi Bulgaristan’da sözde yöneten ve Avrupa Parlamentosunda temsil etmek isteyen şahızların ikisini tanıdınız: Mustafa Karadayı Atice Alieva-Veli Oyunuzu kime isterseniz ona verebilirsiniz. Son


Makale ve Analizler - 2019

111

Helallaşma Zamanı Geldi

Tarih: 13 Mayıs 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Gerçekleri öğrenmeden ileri gidemeyiz. Bizi izleyiniz. Mustafa Karadayı, göz bebeğimiz olan, Hak ve Özgürlük hareketi (HÖH-DPS) Başkanı seçildiği gün yazdığım yazımda, bu gencin ensesinde çürük patates kokusu var, suratında ise helal süt emmiş olduğuna bir alamet yok, diye yazdım. İki sene geçmedi, etraf baştan sona patates çürüğü koktu, gizli gizli ördüğü çoraplar söküldü, veda günü kapıyı çalınca hiç birimiz “helalühoş olsun” diyemiyoruz. Karadayı hakkındaki tahminlerimin doğru çıkmaması için duğa etmiştim. Allahıma “yanılt beni” diye secdeye durdum. Ama gerçek bu, graniti ve karakayayı bile delip gün ışığında şakıyıverdi “yıldız” gibi parladı. Görüldüğü üzere, M. Karadayı’nın yalan dolan mikrobu çok kuvvetli ki, doğup büyüdüğü Smolyan (Paşmaklı) ili, Borino (Kara-Bulak) köyünü tutuşturup yakmıştır. Hemşehrileri bile ondan utanır olmuş… haberi yok… Ne yazık ki, Mustafa’nın çocuk yaşta dedesinden, babaannesinden ve kendi annesinden işittiği “Bulgar’dan borç para alınmaz”, “Bulgar’ın sözüne güvenilmez-inanılmaz” vb sözler boş kafasına işlememiş. Avrupa Birliğinden Köy Bölgelerini Geliştirme Yardım Paralarında 3-5 milyon çalarak kendini ve ailesini, soyunu sopunu, hatta anasını rezil ettiği gibi, Halkımızın Hak ve Özgürlük davası ateşiyle yapılanan partimizi, bütün Avrupa’nın en şerefli, onurlu, en dürüst, en ahlaklı ve alicenap, sevgi ve umut yüklü, hoşgörü ve minnet küpü Bulgaristan Müslümanlarının yüzüne de kara katran sürdü. Seninle, boynuna sarılmadan ayrılmak, helallaşmadan uzaklaşmak, sana “al eline fırçayı ve sür içine kara boyayı “demek geliyor içimden. Bu asil dava ateşini yakarken dedelerimiz, babalarımız şehit oldular Mustafa! Kara-Bulak köyünde de sıra sıra şehit mezarları var. Hırsızlık, çapulculuk, dolandırıcılık, yalan dolan, onun bunun oyununa gelerek, hainlerin sözüne kanarak DAVAMIZI sattığını, haysiyetimizi beş para ettiğini işitseler MEZARDAN KALKAR SENDEN VE SÜLALENDEN HESAP SORARLAR. Seni yol kenarındaki ilk karaağacın en yakın dalına küflü telle asarlar.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mustafa Karadayı’nın HAK VE ÖZGÜRLÜK HAREKETİ ADINA Bulgaristan Müslüman Türklerine tanıttığı Avrupa Parlamentosu milletvekili aday listesine bir bakalım lütfen: Bir numaralı AP milletvekili adayı – dolandırıcı: MUSTAFA KARADAYI. Yakınlarıyla hırsız çetesi kurup 5 milyon çalmış. (Bivol.bg) Avrupa parlamentosuna milletvekili seçilip yargıdan 5 sene kaçmak istiyor. İki numaralı AP milletvekili adayı – dolandırıcı: Delyan Peevski – Rusya zenginlerinin Bulgaristan’daki paralarını çoğaltıyor. BULGARTABAC Holdıngi sattı. Tütüncülüğümüzü yok etti. Banka soyguncusu Meclise girmiyor. Mitinglere katılmıyor. Hayin Ahmet Doğan’ın HÖH içine yerleştirdiği kara yılan. Türk kimliğimizin baş düşmanı. Avrupa parlamentosuna milletvekili seçilip yargıdan 5 sene kaçmak istiyor. Hepsi kanun kaçağı. Üç numaralı AP milletvekili adayı – dolandırıcı: İskra Mihaylova. 2013-2014 yıllarında Başbakan Plamen Oreşarski hükümetinde Çevre Bakanı oldu. Bu iki yılda Bulgar Devlet Yedekleri Ajansı Genel Müdürü olan eşi, yedekleri satıp savurduğu için 10 yıl hapis cezası isteği ile yargılanıyor. Bayan İsk. Mihaylova 2014 ylından beri HÖH-DPS AP milletvekiliydi ve yargıdan kaçtı. Şimdi yeniden seçilmek istiyor ve 5 yıl daha adaletten kaçmak istiyor. Dört numaralı AP milletvekili adayı – dolandırıcı: Atice Alieva-Veli. Mustafa Karadayı’nın köydeşi. Dolandırıcılığı, insan kayırıcılığı, babasının adına Sofya’da aldığı lüks daireler açıklanınca artık Borino (Kara-Bulak) köyüne gidemez oldu. Avrupa Parlamentosuna milletvekili seçilip 5 yıl tutuklanmaktan ve yargılanmaktan kaçmak istiyor. Çünkü Bulgaristan’da onun Başkan Yardımcısı olarak yönettiği “fon” paralarından amaca uygun kullanılmayan, özel mülke geçirilmiş, 765 “misafir köşkü”, “dağ evi”, deniz sayfiyesi, “lüks köşk” ve “SPA kompleksi”, “motel”, “otel”, “site” kurulmuş ve her birinin ardında dolandırıcı başlarının imzası ve kurumun kaşesi var. AB’den çalınan paralerın iade edilmesi ısrarı var. Bu yapılmazsa Bulgaristan Avrupa Birliği üyeliğinden atılabilir. Tutuklamalar başlamış bulunuyor. M. Karadayı hasırın tutuştuğunu gördü. Atice kızı da Brüksel’e kaçırmak istiyor. HÖH partisi, Bulgaristan Müslümanlarının onuru ve gururu, ahlak ve moralı ateşe verilmiş umurundadır. Bu adayların sayısı 17’dir.


Makale ve Analizler - 2019

113

Diğerlerinın otobiografisini açmak istemiyoruz, çünkü seçilme şansları sıfır. Olay olağanüstü ciddi nitelik aldı. Türklük kalelerimizden AP’ne hiçbir aday yükseltilmedi. Silistre’den, Kırca Ali’ye, Şumen, Razgrat, Tırgovişte, Burgaz, Varna, Sliven Haskovo seçmeni AB seçimini şerefsiz ve incitici bulduğu için sandığa gitmek istemiyor. Şu DPS şöyle bir “temizlensin”, dolandırıcılar sayılsın, diyenler her geçen gün artıyor. T.C. deki soydaşlarımız bu seçimlerde pasif kalmaya kararlıdır. Dernek ve Federasyonlar açıklanan yolsuzluklar ve Ahmet Doğan’ın başa getirdiği onursuzla karşısında dilini yutmuş durumdadır. Tabii bu çok kötü ve çok olumsuz bir gelişmedir. Biz halkın yükselttiği milletvekillerimizin AP milletvekili olmasını istiyoruz. Bunu, milliyetöi ve ırkçıların yolu kesme yollarından biri olarak görüyoruz. Seçmen Doğana ve dolandırıcı tayfasına bir Osmanlı tokatı vurmak ve siyasi hayatımıza yeni ayar aramakta kararlı tavır alıyor. Bulgaristan Müslümanlığına büyükbir hüzün bastı. Helallaşma zamanı geldi! Diyorlar. Bizim birinci parti olma potansiyelimiz ve güç derinliğimiz, kudret kaynağımız varken, ne yazık ki batıyoruz. Haylazları temizleyip partiyi korumak zorundayız. HÖH partisi kimsenin tekelinde değildir ve olamaz. Halkımızındır. Bulgaristan Müslüman Türkleri büyük bir gerçeği artık görebildi. Bu dolandırıcı, rüşvetçi ve hainler için Güneş bir daha asla doğmaz. Bundan sonra onlar için rüzgar esmez ve esmeyecektir. Onların bu Vatan toprağında bir damla kanı yoktur. Onların ardına takılıp seçime gittiğimiz için utanıyoruz. Şu gerçekler çok iyi bilinmelidir. Hayin Ahmet Doğan ve dalaveracı tayfası bize dilimizi unutturmaya ve dolayısıyla hafızamızı, belleğimizi silmeye çalıştı. Hedefinde geçmişimizi unutturmak vardı. Yetmiş yıldan beri başarılı olamadılar. Onların iplerini çekenler (Ahmet Doğan, Mustafa karadayı, Lütfi Mestan ve diğerlerinden oluşan dolandırıcı tayfası) dili olmayan insanların, belleği (hafızası) (anısı) olmayan bir halk topluluğunun hiçbir zaman bir millet, milli güç olamayacağını iyi biliyorlardı. Bunun için kardeşlerimizi, akrabalarımızı bir oy potansiyeli, seçme makinası olarak kullandılar. Hiçbir hakkımız tanınmadı. Kardeşlerim bir Türk halkının özünden bir parçayız. Devletler, imparatorluklar kurmuşuz, 70 millete ekmek vermiş, 56 soyda kimlik uyanmasına ve hepsinin millet olmasına, devlet kurmasına olanak tanımışız. Osmanlının kardeş sofrası günümüzün Türkiye kardeşlik sofrasıdır. Bunları yapar-


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ken belleği olmayan insanların ve halkların tarihten silineceğini, yalnız ve ortak geleceği olamayacağını anlatmışız ve anlatıyoruz. Bulgar devleti 140 yaşındadır. Bulgar soyu daha önce 2 yüzyıl Bizans çatısı altında ezilmiş, 600 yıl kimlik aramış, 5 asır da Osmanlı kardeş sofrasında yaşamış ve uyanma ve dirilme ortamı bulmuştur. 150 yaş, bir devletin “bebek – devlet” olduğuna en büyük kanıttır. Bulgar devleti Bulgar soyuna zehir aşılayan dış güşler tarafından kurulmuş ve idare ediliyor. 3. Bulgar devletinde tarihsel bellek bloke edilmiş durumdadır. Bloke edilmiş olduğu için de gerçekleri göremiyor, görülmesini de istemiyor. Dolayısıyla Bulgaristan Türkleri ve diğer azınlıkların tarihsel belleği de dondurulmuş ve devlet eliyle, baskı ve terörle, zulümle azınlıklarımızın belleğinden geçmişimiz zorla kazınıyor ki, Türklerden sonra diğer azınlıklar da artık bu acıya dayanamadığından dolayı, memleketi terk ediyor. Örnekleyelim: Plovdiv (Filibe) “Yeni Mahalle” (Stolipenevo) semtinde toplam 160 bin Çingene yaşarken şimdi toplam sayıları 17 bin kişiye düşmüş; Vidin şehrinde ve etraf köylerde toplam 66 bin Romen yaşarken artık sayıları toplam 10 bin kalmıştır. Bu vatandaşlar geri dönmememek üzere Kuzey Almanya eyaletlerine taşınmış ve orada yaşıyorlar. (Kaynak BTV – 13 05 2019). Bulgaristan’da yaşayan Hristiyan ve ateistler arasında (Katolikler hariç) yapılan son ankette şu soru sorulmuştur. “Kendinizi Bulgar mı Makedon mu kabul ediyorsunuz. Cevap: “Bulgar tarihinden utandığım ve bir parça olmak istemediğimden dolayı “Makedon” diyenlerin oranı % 64’tür. Ülkemizde yaşayanlar belleklerinin kazınması acısına dayanamıyorlar”. Ahmet Doğan, Karadayı ve tayfa bu acıyı yaşamak istemediklerinden ruhlarını birkaç milyona satmış bir hayin grubu oluşturdukları için bu seçimlerde oy alamayacaklar, ya da “Çözümsüz Sorunlar” bataklığında kör ve yok olmayı kabul edeceklerdir. Siz de görüyorsunuz, izlenen yeni politik saldırılar, semt, getto, mahalle, ev, kuliba yakmalar yeni bir göç dalgası yarattı ki, HÖH başına oturtulan ve ayrım ve zulüm politikası yolunu kesmesi ana ödevi olan Karadayı kendisini dolandırıcılığa kaptırdu ve geleceğini yaktı. Kırca Ali’de son halk mitinginde, Bulgar devlet yönetimi önünde, Bulgaristan Türklerine Türkçe ve okul hakkı isteyen Büyükelçi Sayın Dr. Hasan ULUSOY’a haksız tepki yukarıda anlatmaya çalıştığım büyük gerçeğin bir damlasıdır. Hiçbir devletin gücü tarihsel gerçekleri değiştiremez, silemez ve baştan sona yalan bir dünya yaratamaz. Haklı olan biziz. Bulgar devlet


Makale ve Analizler - 2019

115

iradesi önce bu topraklarda Türkler olmadan, onlarla anlaşmadan ve yardımlaşmadan yaşamanın geleceksiz olduğunu kabul etmelidir. Şu dünyada Osmanlı tokatından ağır bir tokat varsa, o da hayatın kendi tokatıdır. Acıya dayanılır, ama bu tokata kimse dayanamaz. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Dostlarınızla paylaşınız. Sağlıklı ve başarılı günler. Tüm okuyucularıma iyi Ramazanlar dilerim.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çözümsüz Sorunlar ları.

Tarih: 13 Mayıs 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Büyük zalim insandır. Ramazan günah-

Öyle bırakıp gitme. Sarılmadan doya doya. İstersen helallaşalım, istersen vur, çıksın canım! Ama özgürlüğüme dokunma. Özgürlük Benim! Bu satırlar Ali Asker’indir. Gönül tellerinden dökülmüştür. Ben hiçbir sazın tellerinden “çözümsüz sorunlar” şarkısı döküldüğünü işitmedim. Sağ eli geçmişte, sol eli geleceği açan ozanlarımız her zaman sorunların sorunlarına çözüm aramıştır. Şimdi aşık kıtlığı var. Gönüllere sazın derdi, ilham dolmuyor. Bulgar’ın saz sapı kırdığı yılları hatırlıyorum. Sonra onlara “zulüm yılları” dedik. O yıllardan bir anımı anlatmak istiyorum. Köyümde bir “kör” Mehmet vardı. Yaz aylarında 2 inek ve bir dana ardında gezerdi. Bir akşam sığırları ahıra kapadıktan sonra, dört lokma atıştırıp, uzanıp yatacağına, dükkan önüne geldi. Elinde bir kısım vafla (gofret). Hepimize birer uzattı. Şaştık. Daha önce böyle bir jest yapmamıştı. “Para nerden Memet?” dememizi beklemedi, açıldı. “Kuz Kaya” altında, hayvanlar yattı, ben de gürgen gölgesine uzanacağım, başımın altına yassı bir taş bakıyordum. Hışırtı geldi. Kopekse kovalayayım diye kaltım. Çalı ardında iki sarışın baş belirdi. Kısa boylusu gözlüklü. Öteki sırık gibi ince uzun. Konuştular, anlamadım. El işareti yaptılar. Ben de el işareti yaptım. Onlar bana karşı kol salladılar, ben de onlara karşı. Sonra ileri geri kafa salladılar ve hemen işaret ettiğin yöne sık adım yöneldiler. Yeni uzanmıştım, yüreğim geçti geçecek. Sınır askerleri çullandı başıma. Biri subay: Bulgarca “2 kişi”, dedi. “Evet” dedim. Subay sokuldu. Sırt çantasından bir defter çıkardı. Adımı, köyümü, yaşımı sordu, yazdı ve elindeki kalemle işaretlediği yere imza atmamı istedi. Çaldım kalemi. Çantasından 15 leva çıkardı. Uzattı. “Al” dedi. Aldım ve cebime soktum. Nasıl vaflalar iyi mi?


Makale ve Analizler - 2019

117

Çocukluğumda birkaç defa subaylardan para aldığım oldu. Bir defasında, nereye gittiğini gösterdiğim kişinin düven şeklinde geniş bir tahta üzerine sımsıkı bağlanmış katır ardında sürüklendiğini gördüm. Adam ölü müydü, yaralı mıydı anlayamadım. Fakat o zaman, ele vermekle, ben adamın ölümüne sebep ve ortak olduğumu düşündüm. Korktum. Çok korktum. Ben para karşılığı insan ölümüne sebep oluyordum. Tiskindim. İnsan hayatı 15 leva mıydı. Sınır boyunda köylüler ihbarcıydı. Bu, para karşılığı yapılıyordu. Hudutu geçmek isteyeni öldüren asker 15 gün izin alıyordu. Askerler üç kişilik gruplar halinde dolaşıyorlardı. Onlardan biri sınırı geçmeyi denese ve arkadaşları onu öldürmezse, askeri mahkemeye çıkarılıyor ve çok ağır ceza alıyorlardı. Kendini “sosyalist demokrasi” olarak tanıtan totaliter sistem kendi içinde katil eğitiyordu. Yıllar sonra Demokratik Almanya’da 3 bin kişinin 1989 yılına kadar bizim sınırımızdaki telleri göğüslediğini, birçoklarını elektrik çarptığını, bazılarını kurt köpeklerinin parçaladığını, daha fazlasının da kurşunlanarak öldürüldüğünü, yaralıların ve tutukluların iade edildiğini öğrendim. Memeleketimiz üç sınır bölgesine ayrılmıştı. Birinci bölgede işlenen suçlar, kasten insan öldürme, silahla yaralama suçtan sayılmıyordu. Bu işlerin dosyaları hiç açılmadı. Bu ajanların isimlerini kimse öğrenemedi. Fakat “sınır muhafızları” özgürlükten korktular, köyler boşaldı, “suçlu” olma bilincine yenik düşenler çok uzak ülkelerde gurbetçiliği seçtiler Bu kadar çok yerli ve yabancı insanın öldürürüldüğü, nereye defnedildikleri bilinmeyen bu “kayıp” kişilerin tarihini yazmak veya onların çilesini, zulümden kaşıp özgürlük arayışını konu etsek elde hiçbir belge, fotoğraf, bir ip ucu verecek bir eşya yok. Bu “Belene” ölüm kampı mağdurlarının durumunu anımsatıyor. O yıllarda Hudut Askerleri Bulgar Halk Ordusu Genel Kurmayına bağlıydı ve tüm vesikalar korunsa bile , hiç kimseye gösterilmedi. Tabi bu, Türk isimleri askerde değiştirilen Türk gençler için de geçerlidir. Onlardan kışladan kaçarken kör kurşuna hedef olanlar oldu. Zulüm yıllarıydı. Araya “Büyük Göç” girdi. Defter kapandı. 12 bin kişiyi ilgilendiren bir tek dava sonuçlanmadı. İz, delil yok saçmalığı yaşatılıyor… Özgürlük mücadelesinde halkımız çok baskı gördü. Birçok konuda karar almak çok zor oldu. İnsanımız hainliğe zorlandı. O yıllarda ele vereyim mi, vermeyeyim mi ikilimiyle yaşamaya zorlandık. Bizi yok etmek isteyen aramıza böyle girdi. Ailemizin içine kadar sokuldu. Gerçeklerin tüm ayrıntılarını görebilmek için hayat bir film şeridi değil, geri saramazsın. Fakat izler var, bugün de susan tanıklar var, arşiflerde kaldıkça hiçbir işe yaramayan tonlarca belge var. Bu vesikalarda totalitarizm yaşatılıyor ve ülkede korku hakim…


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz birçok zaman, bilincin değişmesinden söz ediyoruz. Fakat bilinç belleğin içinde esir alınmış, susuz bırakılıp kurutulmuş, dilini yutmuş, gözü çıkmış ve böylece cinayet dolu geçmişi bir korkuluk olarak yaşatanlara alet olmuş ve bize karşı hala kullanılıyor. Bunun için “büyük zalim insandır” diyorum, çünkü tüm cinayetleri işleyen bilinçli insandır. Baskı ve terör rejimini yönetenlerdir. 1913’ten 1989’un sonuna kadar Bulgaristan’da etnik azınlıklara karşı terör, yönetimde despotizm, sömürü ve istila, aç ve cahil bırakma şeklinde zulümün yüzlerce türü yaşandı. Son hedefte tüm azınlıklar ezgin, yorgun ve cahil kaldılar. Hep yalanla yönetildik. Bir örnek vereyim. 1877’de Rus askerleri Tuna nehrinden geçerken bir emir almışlar. “Doğu Ortadoks Bulgar Kiliselerine girmek yasak!” Bulgar kiliselerini ikinci sınıf saydıkları için girmemişler. Bunlar sözde “kurtarıcı.” Rum Kiliselerinde duva etmişler. Ruslar daha ilk günde Bulgarlar’da “köle” duygusu yaratmaya gayret etmişler. Dil ve dinlerini hiçe saymışlar. Yalnız Rusça konuşan bir Prensik yaratmayı düşünmüşler. Halkı sindirmişler, korkutmuşlar, herkese saldırarak genel korku oluşturup özgürlük bekleyenleri köreltmişler. Bizim başımıza gelenleri anımsatan bir durum işte. Çığlık olmamıza, halkın sesi olmamıza fırsat verilmiyor… Eski bir “Narodna Mladej” (Halk Gençliği) gazetesi geçmişti elime. 1960 yılında N. Milev adlı bir Bulgar gençin, o zaman 18 yaşındaymış ve Paris’e gidip Louvre’yi görmek istiyormuş. Şansı açık gitmiş, tellerinden elektrik akan sınırı geçmiş, Yunanistan, İtalya ve Parise kadar yürümüş, “Louvre” karşısına dikilmiş, oralara varmış da bilet parası olmadığı için içeri girip tabloları görememiş Bulgaristan’a geri dönerken sınırda yakalanmış . 15 sene ağır hapis cezası almış. Sebep: “Louvre içindeki eserleri görmek istemesi.” Totaliter. rejimin en fazla korktuğu bizim gözlerimizin açılmasıydı. Bugün de öyle. Bugün Türkçe okur yazar olmamızdan ve dünyaya Türklük pençeresinden bakmamızdan korkuyorlar. Özgürce bakmamızdan korkuyorlar. Son 150 yılda yaşadığımızı anlatırken zorlanıyorum. Bizim için “çözümsüz olan BÜYÜK SORUN” sanki ÖZGÜRLÜĞÜMÜZE KAVUŞMAMIZDIR. Zafer bizim olacak. İnanınız! Ramazanınızı kutların. Sağılıcakla kalınız. Hepinizi seviyorum. Dostlarınıza paylaşınız. Bizi izleyiniz.


Makale ve Analizler - 2019

119

AŞK BİR BAŞKADIR SİLİSTRE’DE Yazan: Galip Sertel Kırk Yıllık Kani Olur mu Yani

Limni Adası,tarihinin en büyük soğuklarından birini yaşıyordu.Soğuktan donmayan hemen hemen bir şey kalmamış,halk açlıktan kırılıyordu.Türk olsun,Rum olsun,cami ve kiliselerde tez elden kurtulmak için dualar ediliyor,Yaradan’dan yardım isteniyordu. Uzaklardan görünen üç ambarlı Osmanlı kalyonunun ağır ağır Adaya doğru gelmesi,halkı bir anda sevince boğuyorsa da,yerini daha sonra mateme bırakıyordu.Limni halkının ümitleri daha da buzlaşmış,sevinci kursağında kalmıştı.Bunlardan biri de ,siyah rahibe elbiseleri ile elinde zikir tespihiyle dolaşan Despina Anne idi. Kalyon ,yiyecek ve yardım yerine bir sürü mahkum getirmişti.Bunların içinde Ebubekir Kani Efendi de vardı.”Bu gemide olmam büyük haksızlık” diyen Ebubekir Efendi,Tokat’ta doğmuştu.Çocukluğu ve gençliği yoksulluk içinde geçmişti.Tokat’tan geçerken zekasına hayran olduğu Hekimoğlu Ali Paşa’nın maiyetine katılıp İstanbul’a geldiğinde yirmi beş yaşında bulunuyor,bu şehirde değerini bulacağının ümidiyle sevincinden kabına sığmıyordu. Ebubekir şair adamdı.Kendisini Kani ile ilişkilendirip şiirlerinde Kani;”maden ocağından çıkarılmış cevher gibi söz söyleyen”mahlasını kullanmayı tercih etmişti.Özellikle nükte yüklü gazelleri,şiirleri,hicivleri kulaktan kulağa dolaşmaya başlamıştı. Ebubekir Kani, İstanbul’da ki şuh meclislerin aranan aktörleri arasına girince,Tokat’taki Mevlevi dervişlerinden öğrendiği zikir ve tespihleri de terk ediverdi.Vur patlasın çal oynasın bir hayat sürmeye başladı.Bu derbederlik ,bohem hayatı önce onun kaderini,sonra da bedenini çaldı;günden güne erimeye başladı… Kani,arkasında hatıralar ve dostlar bırakarak o şehir senin,bu kasaba benim ,bir yaprak gibi savrula savrula Silistre’ye kadar vardı.Burada ki görevi,Ali Paşa’nın divan katipliği idi.Politik ve yöresel sorunlara ilişkin yazıları kaleme alıyor,idari ve resmi işleri yürütüyordu. Ebubekir Kani Efendi,artık bu bohemce hayatına bir çeki düzen vermek,yanı başındaki Tuna Nehri gibi bir dinginlik,durağanlık katmak is-


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tiyordu.Yaşı kırkı bulan ,saçlarına aklar düşen Kani,yaşlandığını düşünerek gençliğinin ardından ağıtlar yakmaya başladı.Kalbi de boştu,yuvası da.. Daha evlenmemiş,aşk ateşi ile yanıp durulanmamıştı.Kalbinde eksik kalan sevgiyi tamamlamanın çarelerini aramaya başlayan Kani,Ali Paşa’nın İstanbul’a dönemsi üzerine,Ulah beylerinden Voyvoda Alekxander’in özel sekreteri ve tercümanı olarak göreve başlamıştı. Bir gün Ebubekir Efendi,nazlı nazlı akan Tuna kıyılarında dolaşırken çamaşır yıkayıp ,hayvanlarını otlatan bir Rum dilbere rastlar ve aklı başından gider,yanına yaklaşır.Kalbi duracak gibidir.Eli ayağına dolaşan Kani Efendi,işini bitirip yola çıkan bu güzelin hızla arkasından koşar.Niyetinin kötü olmadığını söyleyip konuşmak isterse de umduğunu bulamaz.Kız tanımadığı ve hiç görmediği bu insan karşısında ürperir.Nihayet çareyi yürümekte oldukları tozlu yolun en dar yerinde boylu boyunca yatmakta bulan Ebubekir Kani: “Ya çiğneyip geçersin,ya selamımı alırsın”der. Kızın ,”Başından utanmıyorsan yaşından utan,ben im yaşımda kızın olur”demesi üzerine Kani: “Hakikaten evlensem senin yaşında kızım olurdu,lakin senin gibisini bulamazdım.Şimdi ise aradığımı buldum.Hilal kaşlım,selvi boylum,aşkını istiyorum”cevabını verir. Kız: – Aradığın bende değildir,varasın yoluna gidesin,derse de,Kani Efendiye laf anlatamaz.Bir çeyrek saat kadar süren yolculuklarında Ebubekir Kani,nihayet kendini kontrol edebilmiş,şairane ve zengin hayaller ile kızın kalbini yumşatmayı başarmış ama ne adını,ne de kim olduğunu öğrenebilmişti.Kız önde,Kani arkada, yürüyorlardı.Rum kızı,kendisinin takip edilmesinden gizli bir haz da duymuyor değildi…Ebubekir Kani,kızı kiliseye kadar takip etmişti.Bu takip sonunda onun,Rahip Petraki’nin kızı olduğunu öğrendi.Kani’nin tanıdığı Rahip Petraki,bir yıl evvel Limni’den özel davet ile buraya getirilmiş saygın bir rahipti ve kasabanın Hristiyan cemaati onun etkili vaazlarına tutku derecesinde bağlı idi. Kani’nin aklı fikri Rum dilberindeydi.Yemeden içmeden kesildi;uykudan çalışmadan arındı.Gönlüne laf anlatamıyordu bir türlü.Günlerdir,adını bilmediği ve kimseciklere soramadığı Rum kızının yolunu gözlüyor,gece hayallerine sarılarak acı çekiyordu.Aşk derdinden sararıp solmuştu.Günlerce bakışlarını köşe başlarına zincirleyip beklemiş ama sevgiliyi görememişti. Bu arada onun,on yaşlarında erkek kardeşini tanımış ve adının Tiryandafil


Makale ve Analizler - 2019

121

olduğunu öğrenmişti.Meçhul sevgiliye de kardeşinin adına izafen Tiryandafila adını vermişti…Tiryandafila’nın hasretiyle cayır cayır yanan Ebubekir Kani her gece yeni bir gazel yazıyordu. “Kaniya raz-ı dili açmak olur dildara, Korkumuz natıka esrarımıza mahrem olur.” derken kimseciklere söyleyemediği aşkı,büyüdükçe saklamak daha da zorlaşıyordu. Silistre Kalesi’nin burçlarından gün batımını seyreden ,Tuna’nın durgun sularında hayaller gören,akşam saatlerinde cırcır böcekleriyle konuşmaya çalışan Kani,gönlünde tutuşan ateşi söndürmek için daha fazla bekleyemedi,kızı babasından istemeye karar verdi.Kilisenin yolunu tuttu. Rahip Petraki’ye halini anlattı: – İşte kapınızda bağlı kulunuzum.İster içeride,ister dışarıda tutarsınız ama zincire taktığım kilidin anahtarı hiçbir zaman olmadı.Beni ondan kurtaracak irade sizin elinizdedir.Kızınıza Allah’ın emri, iki Peygamberin kavli üzere talibim.Muhammed adına değilse İsa adına,onu sizden helalliğe istiyorum. Ali Paşa’nın mektupçusu Ebubekir Kani ,dedikleri avare aşık benim… Kani, daha sonra sözlerini,gözlerinin içine baktığı Rum dilbere çevirerek Rahip babasının şaşkın bakışları arasında devam etti: – Tam kırk gün önce görmüştüm sizi ve aşkım bu gece pervanenin kanatlarında kemale erdi.Beni kabul ederseniz Allah adına,büyük elçileri adına,elimden gelen bütün güzellikleri yegane sermayem olan şu inci taneleri gibi ayağınıza serpmeye,bütün şiir dizelerimi sizin muhteşem güzelliğiniz için dizmeye yemin ederim… Kani efendi bu sözleri söylerken,kuşağındaki küçük bir keseden çıkardığı bir avuç inci,kilisenin taşlık yolunda ,genç kızın ayaklarına doğru akmaktaydı. Rahip Petraki,kızını vermeye yanaşmamış,bu durum dört uzun yıl sürüp gitmişti.Bu zaman zarfında Rum dilberde Kani’yi sevmiş,birbirlerine Türkçe-Yunanca mektuplar yazmaya başlamışlardı.Dördüncü yılda Rahip Petraki,halkın ayıplamalarından ve kızı hakkında çıkarılan dedikodulardan bıkmış,kızını Kani’ye vermeye razı olmuştu.Fakat şartı çok ağırdı:Kani,Hristiyanlığı kabul edip vaftiz olacaktı.Petraki’nin teklifi üzerine kendinden geçen,rahibin bir din adamı gibi değil debir zalim gibi davranmasına içerleyen ,biraz dda kızın gönlünü kazanmış olmanın verdiği güvenden güç alan Ebubekir Efendi,o ünlü sözünü patlattı: – İnsaf eyle Petraki Efendi;kırk yıllık Kani,olur mu Yani….


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dört yılın sonunda Petraki,adeta kızını kaçırırcasına Limni’ye göndermeye karar verir.O gün kız,kiliseden kaçıp Kani’nin evine gelir,iki aşık ilk defa bir çatının altında başbaşa kalırlar.Ortaya bir Kur’an,bir İncil,bir kılıç,bir Paskalya somunu ve bir avuç tuz koyarak el basıp ömür boyu birbirlerini sevmeye yemin ederler.Nefesleri o gece birbirlerine karışır. Sevgilisi Limni’ye uçurulan Ebubekir Kani,Silistre’de çok kalmaz,o da mahkumları taşıyan kalyonla Limni’ye gelir.Halk merak ve heyecanla gemiyi karşılamak için iskeleye koşuşur.İçlerinde rahibe olan Despina Anne de vardır.Gemiden en son çıkan Kani,Despina’nın yüzünü görür görmez sesi titrer,gözleir kararır,buzların üstüne yığılır kalır Despina,onun buzlar üstüne yığılan bedenini kavrar,başını buzlardan kaldırıp elleri arasına alır.Gözlerinden süzülen sıcak yaşlar da Kani Efendiyi kendine getiremez.Despina,çığlıklar atarak yardım ister.Caminin misafir odasına getirilen Kani,sabaha kadar kendine gelemez. Despina’nın kucağında yatan Ebubekir Kani,sabahın ilk ışıklarıyla kendine gelirken kızın nefesi kesilmeye,kalbi çıkarcasına çarpmaya başlar.Despina,yakacak odun bulamayınca ocak sönmüş,Kani’nin donmaması için bedeninin sıcaklığını ona vermeye çalışmıştır.Onsekiz yaşında bir genç kız iken yapamadığını,şimdi kırkını aşmış bir rahibe olarak yapmaktan hem gurur hem de haz duymaktadır…Gecenin ayazına aldırmadan,parmaklarının hissetmeyecek derecede üşüdüğünü bilmeden,nemli gözlerini hiç kırpmadan,sabahın ilk ışıklarına ulaşan Ebubekir Kani’yi kurtaran Despina,kendisini kurtaramaz hayata veda eder. Çığlıkları ayyuka çıkan,ne yapacağını bilmeyen Ebubekir Kani Efendi,Limni’de kaldığı iki yıl boyunca her gün bir türlü unutamadığı Despina’sının mezarının başında dua eder.İstanbul’a döneceği gün,kırk inciyle birlikte sevgilisinin kırk tel saçını mezarının başına gömer. Despina’nın mezarı Limni’de ,Azize Beatrice gibi hürmetle ziyaret edildi,genç aşıklar taş üzerine mumlar dikerek adaklar adadılar. Ebubekir Kani,Limni’den geldikten altı ay sonra İstanbul’da öldü ve Eyüp Sultan kabristanına gömüldü. Ebubekir Kani,şair ve yazar olarak unutuldu ama “Kırk yıllık Kani,olur mu Yani” sözü o gün bugündür, Türkçe bir darbımesel olarak dilerde yaşıyor. Muammer Yılmaz-Tarihi Aşklar ve Aşk Mektupları kitabından alıntı. Not : Tokatlı Kânî (d.1712, Tokat – ö.1792, İstanbul) 18.yy. Divan Şairi.


Makale ve Analizler - 2019

123

Yenilginin İtirafı

Tarih: 14 Mayıs 2019 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ Konu: Türkler özür dilemez. Özür dileyen Türk olamaz. 14 Mayıs 2019 tarihinde Hak ve Özgürlük Partisi ‘nin (HÖH-DPS) sahte kurucusu, sahte genel başkanı ve sahte “onursal başkan” Ahmet Doğan bir Duyuru yayınladı ve “öfkeli olanlardan ve hayal kırıklığına uğrayanlardan: yakın geçmişte yaptığımız yanlışlardan dolayı özür dileriz!” dedi. 2 yıldan beri A. Doğan’ın yüzünü gören yok. Deniz köşkünde ve Sofya’da sözde “sarayda” gizleniyor. Kırca Ali, Razgrad, Şumen, Silistre, Tırgovişte (Eski Cuma), Dobriç (Hacıoğlu Pazarcık), Burgaz ve Blogoevgrad (Yukarı Cuma) HÖH-DPS mitinglerine giden yok, sabırlı ve soskun seçmen bilinçli hareket ediyor, kazan kaldırmış durumda… Bu özür dilemenin bir tek anlamı vardır. Seçmenin AP seçim etkinliklerini sabote etme kararı naiv ve mantıksız baskıyla bozulmaya çalışılıyor. Sahte süresiz “onursal başkan” Duyurusundan halk şunu anladı: YALANCININ MUMU YASSIYA KADAR YANAR, BİZ BİTTİK, PİL BİTTİ, MUM SÖNDÜ, TESLİMİYET BAYRAĞI KALDIRDIK, SONUMUZU İLAN ETTİK. Doğan’ın özürü yenilgisinin kanıtıdır. Hak ve Özgürlük davamızın baş haini A. Doğan, bir sera çiçeği olan, zırhlı ortamda yetiştirilen ve Bulgaristan’da adalet ve demokrasi davasına karşı korkuluk olarak kullanılan HÖH-DPS damarında kanın bittiğine, partinin ölüm döşeğine düştüğüne itiraftır. “Yakın geçmişimizin hainlikleri için” yüzüne boya sürüp özür dilerken Bulgaristan Türklerine karşı aldatıcı oyunlara, tuzak ardından tuzak kurmaya devam etirebilmek amacıyla damarımızdan kan istiyor. Allah beterinden korusun! Süresiz istifa etsin ve hayatımızda Doğan perdesi kapansın! 1989 Mayısında biz ayaklanmıştık. 30 yıl oldu. Doğan, 30 yıldan beri ayaklanma damarımızdan emiyor. Zülüm rejimi kuduzu diktatör Todor Jivkov’u devirdik. Zaferimizi emdi, soldurdu. Terörden boğulan bu ülkede demokrasi pençeresi açtık. Önüne kara perde gerdi. O tarihten bugüne kadar geçen 30 yıl YAKIN GEŞMİŞİMİZ sayılır. Bu yıllarda Türklere kurulan bin tuzak, bin hainlik, halkımızı kör cahil bırakan kültürel soykırım, göç zulmü, gurbetçilik acısı, anadilimize, gelenklerimize, törelerimize, yaşam tarzımıza yasak koyma baskıları, azınlık haklarımızı elde etmemizin engellenmesi gibi binbir konuya ayrıntılı açıklık getirilmelidir. Irkçılık, ırk ayrımı, ötekileştirme, Türk ve İslam düşmanlığı, milliyetçilik, Nazicilik ve faşizm hortlamasına yol veren, paramızla bize


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

düşman yetiştiren, faşist illeti özendiren zalim kafa halkımız önünde hesap vermelidir. Ezilen, sömrülen, zulüm gören, yok edilmek istenen bir etnik, dil, din, kültür azınlığı olarak politik birikimimiz olan (HÖH-DPS) bizden çalınmıştır. Halkımıza karşı kullanılmış, namusumuz lekelenmiştir. Şu gerçeklere bakınız , bu hırsızlık özürle falan düzelir mi? Savcılık dava açıyor! 2018’de hükümet 3.300 (üç bin beş yüz) levaya Varna Termik Elektrik Santralini Doğan’a sözde “sattı”. Yıllık avanta 30 milyon leva. Bu para bizim Türk kimliğimizin yok edilmesine susma parasıdır. Okullarda zaruri Türkçe dersi olmaması yani hainlik harcıdır. 2007’de Avrupa Birliği’ne üye olduk. Memleketimizde tarım içlerinin omurgası Türkler olduğundan dolayı, Tarım Bakanlığı hep HÖH-DPS partisine verildi. Devlet Tarim Fonu (DTF) kuruldu. Köy Bölgelerinin Kalkındırma Programları geliştirildi. Tarım Bakanları HÖH-DPS’den, DTF Başkan yardımcısı da HÖH-DPS’den atandı. Halkımızın gözüne gül suyu serpildi. Brüksel’den Sofya’ya köylülerimiz için toplam 7.5 (yeni buçuk) Miyar Avro, 15 (on beş) milyar leva geldi. Bir üretim geliştirilmedi. Bir adet tarım mamulleri işleme fabrikası kurulmadı. 768 “saray”, “deniz köşkü”, “dağ evleri” ve “tatil siteleri” kuruldu. İçine zenginler, vurguncular, kendi adamları yerleşti. Aralarında paylaştılar. Paralar buharlaştı. Doğan’ın yönettiği HÖHDPS partisi Tarım Bakanlarının görevde olduğu yıllarda 8 (sekiz) milyar leva tutarında çorak arazı-denize bakan arsalarla değiş tokuşu yapıldı. Bu takaslar yasa dışıdır. 2012-2020 arasında AB’den gelen toplam yardım parası 20 (yirmi) milyar Avro’yu buluyor. Doğan’ın “paralarıben dağıtıyorum” dediği yıllar bitti. Şimdi Avrupa Birliği hesap soruyor. Bu paralar 35 (otuz beş) milyar Avro oldu ki, çalınan ve Of Scor hesaplara ve yabancı bankalara kaçırılanlar geri isteniyor. Bu taşı kaldıramayız, altında kalırız. Zararın neresinden dönersek kazançlı çıkarız. Bu durumda biz 26 Mayısta HÖHDPS hırsız çetesine oy veremeyiz. Bugün HÖH-DPS’nin yani Doğan’ın Tarım Bakanı Anton Projanov istifaya zorlandı. Demek oluyor ki engerek yıllanları delikten çıkıyor. Başımızın çaresine bakalım kardeşler. Yenilginin itirafı konusunda aşağıdaki sıralamaya bir göz atınız. Bir: 1990’ın 4 Ocak günü Ahmet Doğan ve daha birkaç ruhunu satmış dönek Hak ve Özgürlük Hareketi’ni (DPS) kurduklarını ilan ederken, ülkemizde mazlumların direniş ruhunu oluşturan ve biçimlendiren Bulgaristan Tüklerinin ve hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi, insan ve azınlık hakları için zulüm yıllarında mücadeleye katılan tüm kardeşlerimizin, 1 500 000 (bir buçuk milyon) Türk savaşçının manevi birikimini, mücadele ru-


Makale ve Analizler - 2019

125

hunu, Türk kimliğini, umudunu, beklentilerini, aydın geleceğini neden ve kimin emriyle çaldıkları itiraf etmelidirler. Bulgaristan’da Müslüman Türk Kimliği ve azınlığı olduğu gerçeğini 1991 Anayasasına neden işletmediklerini açıklamalıdırlar. Doğan, Bulgaristan tarihinde eşi olmayan, olağanüstü utanç verici bir olay olan, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin ve Müslümanların insan hakları ve azınlık hakları davasını sattığını itiraf etmelidir. Öncelikli olarak kendisine kin besleyen ve hayalleri suya düşmüş olanlardan değil, hepimizden ÇOOOOK BÜYÜK BİR ÖZÜR dilemek zorundadır. Bunu neden yaptığını, bizi, Türk kimliğimizi kaça sattığını resmen bildirmelidir. Haklı direniş dalgamızı kırmakla, ezilmiş insanlarımıza yalan söylemekle, onları aldatmakla, aydınlarımıza tuzak kurmakla ne elde ettiğini tek tek açıklamalıdır. Bulgaristan Türklerinin yasal insan ve azınlık hakları, kültürel azınlık hakları uğruna verdiği mücadelenin yolunu kesmek için planları kimin hazırladığını, aşamalı hedefleri, mali kaynakları, kullanılan baskı ve terör yöntem ve güçlerini, kurulan oyunları, zulmün tırmandırılmasını, görev yüklenen Kasim Dal, Lütfi Mestan, Mustafa Karadayı gibi elemanları kimin seçtiğini, her birinin Türklere karşı hainlik yaparken ne istediğini ve ne üzerinde anlaştığınızı, hangi şartlarla görev aldıklarını vs vs birer birer açıklamak zorundasınız. HÖH-DPS hareketinin sözde okumaya gönderdiği gençlerin yurda geri dönmelerini nasıl ve neden engellediğinizi, sinsi hedeflerinizi, caydırma yöntemlerinizi, Bulgaristan Türklerinin işsiz, aç, yoksul ve cahil bırakılarak gurbetçiliğe zorlayarak neyi hedeflediğinizi tek tek açıklamak zorundasınız. Perde düştü. Oyun bitti. Zaman hesap verme zamanıdır. İki: HÖH yönetimi ile gizli polis (DS) ve Sosyalist Parti (BSP) arasında geçerli gizli işbirliği, dayanışma ve yardımlaşma antlaşmaları hemen kasalardan çıkarılmalı ve açıklanmalıdır. Anlaşmalar, ekleri ve emirlerin hepsi yayınlanmalıdır. Çalıştırdığınız ve hepimizi sıkıştıran parti içi gizli örgütün yapısı ve mali kaynakları mutlaka açıklanarak zulme son verilmeli, örgüt lav edilmelidir. Bulgaristanlı Türkleri ve Türklüğü yok etme planı, Türk maneviyatını imha programı, arasız uygulanan Bulgaristan Türklerini Türkiye’deki yakınlarından koparma taktik ve stratejisi bütün ayrıntılarıyla herkese ortaya konmalıdır. HÖH’ün kadrolarını, milletvekili ve politik yönetim elemanlarını şartlandıran eğim programı, ihanetin yönetimi, finans kaynakları vs. açıklanmalıdır. Hainlik kurslarını bitirenlerin isimleri, soyadları ve örgütsel yapı hemen açıklanmalıdır. Kurulan hain tuzakları,


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

uzak ve kısa vadeli hedeflere birer birer işaret edilmelidir. Bunlar halka duyurulmadan özür asla kabul edilemez, geçerli sayılamaz. Bulgaristan Türklerinin bir asır ağır mücadele koşullarında yarattığı demokratik devrim kadrolarını güç kullanarak, vatandan kovarak, işsiz bırakarak, karalayarak partiden tavsiye etme uygulamasını kim dayattı, uygulama planını kim yönetti? HÖH partisini Türk tabandan ve Türk kimliği davamızdan uzaklaştırarak beyinsiz bırakma planı kimindi? Uygulama kime yüklendi? HÖH yönetimi ve gizli polis (DS) arasındaki işbirliğini kim koordine etti? Bu kadrolara karşı kaba güç kullanma kararı bugün de geçerli mı? “Multi Grup” sopacılarından başka hangi zulüm kurumlarından yararlanıldı? Bulgaristan’da Türk düşmanlığı kışkırtmasına ne amaçla yol verildi? HÖH-DPS Bulgar sol ve sağ aşırı milliyetçiliğinı neden finanse etti? Bu 30 yıl süren gelişmede Rusya organlarının rolü nedir! Üç: HÖH-DPS partisinin 20. Yüzyıl mayası bozulmaya çalışılmıştır. Parti tabandan tamamen kopmuştur. Cami duvarlarına seçim pankartı yapıştırmakla bu durum değişmez. Halkımızın HÖH-DPS partisinden beklentileri bütünsel çökmüş ve buharlaşmıştır. Partiye ilgi sönmüştür. Yaşayan, bireylerin gönlündeki eski hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi davamızdır. Beklenti, yeniden orttak bir noktada buluşma umudunda düğümlüdür. Özlem, hain kafa ve ruhların, döneklerin, satılmış vijdanların ortak irade ile partiden ve mücadelemizden tasviyesidir. Yakın hedef olarak Avrupa Parlamentosu seçimleri belirlenmiştir. Zaman, ihanetçilere ders verme zamanıdır. Barışçı araçlarla öç alma ve hesap sorma zamanıdır. Müslüman Türk seçmen sandık başına gitmemeye kararlıdır. T.C.’deki soydaşlarımız ve gurbetçi kardeşlerimiz de 26 Mayıs’ta bu irade de buluşacaktır. Aranan ise, öz davamıza kendi dünya görüşümüzden gelen ve yükselen, yeni bir yönetim, sorunlarımızı taşıyacak yeni bir yapılanmadır. Doğan’ın işaret ettiği gençler aldatılmıştır. Öz davamızın yükünü taşıyacak kişiler değildir. Yürüyüşlere 5-10 kişi katılması buna kanıttır. Halk bilir. Hepsine hainliğin zehir aşısı enjekte edilmiştir. 1996’da HÖH – DPS dava niteliğinin değiştirilmesi için 10 bin höhçü partiden atıldı. HÖH-DPS o zaman kurtlar sofrası oldu. Halkımız sindirildi. Hepimize yabancı ve düşman bir sahte “lider” belirdi. Kırılma oldu. 2001’den beri Bulgaristan Müslüman Türklerinden yeni, hainliği kabul eden, ülkemizde Türklüğün sönmesine oy veren bir orta zümre yetiştirildi. Parti yönetimi gizli ajanlarla doldu. Para aklayıcıları ve kumarbazlar Başkan yardcısı atandılar. Türk kimliği budandı. Saldırılar çocuklarımıza yöneldi.


Makale ve Analizler - 2019

127

Bulgarca dayatmaları ve değişik baskılar, can çekişmeyi andıran çırpınışlar şiddetlendi. Ahalimiz kimliğimize yeni bir zehirli aşıyı kabul etmiyor. Derman için AB’ye sarılanların da hesabı görülecek. Seçimlerle sivrilen ilgisizlik ve toplu tasviye istekleri buna kanıttır. Öte yandan Türküm belgelerini imzalama ulusal kampanyası, Türk ana-babaların doldurduğu Çocuğum Türkçe okusun dilekçeleri Okul Müdürlerine teslim ediliyor. Türklüğümüzü yaşatma azmi güç topluyor. HÖH-DPS doktrini red ediliyor. Tepkiler bir halk hareketine gönüşüyor. Dört: Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) sahte kurucusu, sahte genel başkanı ve sahte “onursal başkan” Doğan’ın Duyurusunda yer alan, “Gençlerin daha iyi bir dünyada daha iyi bir hayat yaşamalarını hedefleyen ve bunu yapmak için kendilerinde güven buldukları emeli dağıtıp yok etmektek çok daha büyüktür. Bu seçimi kendileri yapmıştır. Ve biz Avrupa yolunca yürümek istiyorsak, onları desteklemek ve özendirmek zorundayız” sözleri bir aldatmacadır. Gençleri kurban ediyorlar. O, bu sözleri yazarken utanmalıydı. İşaret ettiği gençlerin hiç biri anadilini öğrenemedi ve kullanmıyor. Kullanmak istiyor ama korkuyor. Senin desteklediğin Türk düşmanlıklarından ürkütülmüşler. Azınlığımızın güncel yaşam çilesinden habersizler. Serada yetişmişler ve zırhlı kutuya kapanmaya hazırlar. Hepsi özel beslenmiş ve aşılanmışlar. Hain olmayı kabul etmişler. Parti yönetimi baştan başa dolandırıcılık kokuyor. Brüksel’e kaçıp saklanma hevesi sonsuz. Emekçi halkımızın ekmek teknesi kırılmış umurlarında değil. HÖH-DPS partisi elinizden çıkıyor. Kabul ediniz. “DPS’nin davası çok büyüktür” demişsin. Büyüktü diyecektin. Çünkü senin “fahri başkan” olarak perde ardından yönettiğin HÖH-DPS partisi son nefesini alıp veriliyor. Doğan’ın yaşadığı lüksün bedeli, bizi yok etmektir. Yok olmamızı kabul edenler, özürü kabul eder ve 26 Mayısta oyunu HÖH-DPS kanun kaçağı AP milletvekili adaylarına verebilir ama hırsıza yardım eden, suçlu, hain, hem de hırsızdır. Aynı tanım genel geçerlidir. Haine koltuk çıkan, haindir. Düşünme ve karar verme hakkı hepinizindir. Ahmet Doğan yakın köydeşimdir. Bu acıdan kurtulmalıyız. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Dostlarınızla paylaştığınız için de teşekkür ederim. İyi ramazanlar.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Ana Dilimiz

Raziye ÇAKIR Babalarımız 30 yıl önce kaçıp gelirken her şeyi bırakıp anadilimizi aramaya geldiler. O zaman bu zaman hep gidip geldiler gelip gittiler. Belki de ana dilimizi gelirken düşürdük mü, diye düşündüler. İnsan dokusunu biçimlendiren ana dilidir. Buna inandıkları için yerlerine ısınamadılar. Anadil çürük bir diş değildir, çektirince yerine başkası takılmaz. Türklüğümüzle dostluktan kazananlar bu konuda bize düşman oldular. Tütün dilimiz Türkçemizdi. Dilimizi alamayınca, Tütünü aldılar elimizden ve bizi aç bıraktılar. Düşman adım adım ilerliyor. “Benden her şey iste ama bir tek ana dilini geri isteme” deyecek kadar ileri giti. “Az kaldı”, diyorlar, şu dillerini de söküp alsak, iş bitti diye seviniyorlar. Kimseye hatırlatmak istemedikleri bir şey var, Araplar vaktiyle doğuran Elin kadınlarının dilini kesermiş, çocuklarına Rumca öğretemesinler diye, eski Yunan kültürünü evlatlarına devredemesinler diye. Bu da geldi başımıza. Bizde Elen kültüründen söz edilmez, uyanmayalım ve ne yitirdiklerini öğrenmeyelim diye. Her insanın elindeki vesikalar onun Fransız, İngiliz, Alman, Türk, Arap olduğunu gösterebilir. Fakat Fransızca bilmeyen Fransız Fransız değildir. İngilizce konuşmayan İngiliz İngiliz değildir. Almanca konuşmayan Alman Alman değildir. Türkçe Bilmeyen Türk Türk değildir. Arapça konuşmayan Arap da Arap değildir. Ben İstanbul’da Şakir Selim adında bir Kırımlı Türk tanıdım. Alrılmadan önce bana bir kitabını hediye etti. Bu kitabın içinden “KÜÇÜK ÖĞÜT” adlı bir şiirden size bazı dörtlükler seçtim. Vatanlarını kaybeden, sürgünlerde bin bir çile çeken, yok olma üzere olan, ama ne de olsa ayakta kalan ve yaşamaya gönül veren bu halkın anadil Türkçemizle ilgili görüşlerinin aynı problemleri yaşayan biz BulgaristanTürkleri için yararlı olacağı göründeyim. Kırım Tatarlarına yapılan yok edici saldırı 1850’lere rastlar. Kırım Savaşında gelmiştir başlarlına gelenler. Osmanlının ilk döneminde Kırım Sofya Bey-


Makale ve Analizler - 2019

129

lerbeyliğine bağlıdır. Bizim başımıza gelen büyük felaket ise 1878 Pleven’e Savaşıyla başlar. Arkadaşlarımızdan Şakır Türkaslan Beyin yazısında “Bulgar Kini” dediği olay, aslında Nazım Hikmetin “İnsan Manzaraları”nda “ Bulgar ve Moskov Kini” olarak geçer. Yani bizim özümüzü hedefleyen saldırı Rusların başlattığı ana dilimizi hedef alan saldırıdır. 1812 N. Bonapart savaşlarından önce, Ruslar da ana dillerini kaybetmek üzereydiler. Bunun ne olduğunu iyi bildiklerinden, “benim başıma gelen, düşmanımın başına kat kat gelsin” felsefesidir ki, bize karşı uygulanandır. Bu işte Bulgarlar Rus’un bu bulaşıcı hastalığına kapıldı ve kurtulamadı. Sunduğum dörtlükler bir de anadilimizde konuşurken çekinip utananlara selamdır. Şu noktaya dikkat edelim. 18. yüzyılda Osmanlı-Rus Savaşları’nın olduğu yıllarda Osmanlı medeniyeti Rus medeniyetinden yüksektir ve savaşlar onun yok edilmesini amaçlar. KÜÇÜK ÖĞÜT Lâkin nerede kaldı senin medeniyetin? Konuşamıyorsun ana dilinde, Seni anlamıyorsa kendi milletin, En garip adamsın yaşadığın ülkede ….. Sana sorduğum sualler seni üzmesin; Beni affet kardeşim, vatandaşım, kandaşım. Nerede ve kim olursan ol, diline saygı duy; Medeniyetinle “övün” kardeşim! …. Anayurda dönüp geldik, devletsiz yaşıyoruz; Hiçbir millete olmamış şey, dilsiz yaşıyoruz; Acılar hep çoğalıyor da, dinsiz yaşıyoruz; Kalbimizde derdimiz çok, inlemeden yaşıyoruz. …. Üç evladını ikiz olarak doğuran ana, Ana dilde bir söz söylemiyor televizyonda. Asan, Üseyin ve Osman, diye adlarını anıyor; Amma millet, Vatan ruhu nerededir, hani?


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) …. Nidamızı işit sen de, ey Çobanzade! “Ana dil”i okurken ağlıyoruz bazen. Nasıl zengindi dilin ve nasıl sade; Başka dilde söyleşmeyi edindik âdet …. Biliyorum, günden güne eksilmektesin; Dil bilmeden köklerinden ayrılmaktasın; Ecdâdıın hatırasını hep silmektesin; Dilsiz bir millete çevrilmektesin. …. Bağışla, genzime geldi canım; Seni böyle âdi sözlerle andım. Varsın, dilsiz tende kurusun canım; Dilsizlik beterdir vatansızlıktan. Dilsizlik beterdir bin haksızlıktan, Gözyaşın kurumaz olmasa dilin… Ana dil, en büyük vatanın, memleketin; Dille kurtulursun bataklıktan, sazlıktan Bana derler: “Bizim inat Emiramet” Kalsa bile cahil olarak, tamamen kör, İnatçılığından taş kesilip ömür boyu Ana dilinde ne bir gazete, ne kitap okur.


Makale ve Analizler - 2019

131

Anadilimizi Yaşatmalıyız Raziye Çakır

Günümüzde Bulgar devletinin azınlıklar arasındaki eğitim çalışmaları Bulgar dilinde anaokullarında yoğunlaştı. Türk çocukları daha 4 yaşta ana kucağından, Türk aile ortamından alınarak yalnız Bulgarca konuşulan, Bulgarca öğretilen, Bulgar kimlikle yetişmelerine özel özen gösterilen Bulgar anaokullarına toplanıyor. Türk çocuklarında anadil yerine Bulgar dilinin mayalanmasına ve ona göre düşünce tarzı oluşturulup hafızasının Bulgar ahlak, yaşam anlayışı, dil, din, kültür ve gelenek anlayışıyla örülmesine zaman ve para harcıyor, Türk fiziki üzerinde Bulgar benliği oluşturuyor. Bulgaristan Türk kanaat önderlerinin, öğretmen ve diğer aydınların bu konularda devlete ve kamuoyuna uyarıları her zaman cevapsız kalıyor. Bulgaristan Türk edebiyatını yaratan aydınlarımız, şair ve yazarlarımız bu tehlikeyi gördüklerinden dolayı, Anadilsiz Türk Kimliği oluşturulmasının büyük tehlike altına girdiğini görerek yıllar öncesinde kaleme sarıldılar ve ANADİL Şiir Çelengimizi ördüler. Ahmet ŞERİF Anadilimiz Türk milleti dilini Asırlardır işlemiş, Toprağını, ilini Türk ruhuyla süslemiş! Annem bana bir yürek Bir ezanlı ad vermiş, Dilde her ses mübarek Her söze renk beğenmiş! Ezanına minare Türkiye saz yaratmış, Dil kitaptır, hak çare Varımıza nur katmış!


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Dilim bayrak, hasretim, Milletimin incisi; Kutsal milli servetim Türklüğümün Türkçesi! Latif KARAGÖZ

Anadilim İlk göz açtım duydum seni Anam gibi ana dilim. Büyüledin o an beni Çiçek açtım kilim, kilim! Ninnilerim senle oldu. Rüyaların senle doldu Verdiğim hazlar ne boldu Nar gibisin dilim, dilim! Bilgileri siperledim Ellerinden güç derledim Yollarında ilerledim Kucak açtı bana bilim! Türk’ün ayağı elisin Yüreğinin gür selisin Benim eşsiz anadilim! Sen dünyada var oldukça Gönlümüzde yâr oldukça Anadilim tek sevgilim!


Makale ve Analizler - 2019 Şaban KALKAN Anadilim Seni anamdan öğrendim Sen kolum kanadım elim. Geceyi seninle yendim Güzel Türkçem Anadilim. Ben seninle dedim: Ana Büyük Atama ant içtim. Candan bağlandım vatana Güzel Türkçem Anadilim. Sen ışığısın güneşin Seninle yücelir ilim. Dünyada yoktur tek eşin Güzel Türkçen Anadilim. Seni öğrenen ak bahtlı Seninle aydındır yolum Her kelimen baldan tatlı Güzel Türkçem Anadilim. Ben senden başka dil seçmem Sen benim mutlu kaderim. Ölürüm senden vazgeçmem Güzel Türkçem Anadilim.

133


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Semiha Yılmaz BEKİR Benim Türkçem Ne Mutlu Türküm Diyene! M.K. Atatürk. Ne tatlısın Anadilim, Varım yoğum, gerçeğim. İlk aşkım, büyük sevgim, Dillerin gülüdür Anadilim! Türkçem benim, benliğim, Seninle “ana” dedim. Seninle gözüm açıldı, Yaşamayı seninler sevdim! Varsam ben seninle varım, Anadilim olmadan ben yarımım. Sen ruhumun gıdası, Türkçem olmadan ben ne yaparım? Türklüğümü sende bildim, Sensin yarınım, geleceğim. Mutluluğum, ümitlerim. Anadilimle ben yüceyim.


Makale ve Analizler - 2019 Ali BAYRAM Anadilim Benim sönmez güneşimsin Işık saçan öz kandilim Vazgeçilmez bir eşimsin Güzel Türkçem, anadilim! Ecdadımın dilisin sen Seni candan severim ben Güzelliğini severim ben Güzel Türkçem, anadilim! İpek gibi bükülürsün Yumak gibi sökülürsün İnci gibi dökülürsün Güzel Türkçem, anadilim! Sevimlisin yaprak gibi Cevher dolu toprak gibi. Şereflisin bayrak gibi Güzel Türkçem, anadilim! Bir su gibi akıcısın Dilber gibi yakıcısın, Hem tatlısın, hem acısın Güzel Türkçem, anadilim! Deniz kadar enginsin sen Ahenkli ve enginsin sen Benim tek dengimsin sen Güzel Türkçem, anadilim!

135


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Sensiz dünya haram bana. Sensin hayat veren bana. Neşe, sevinç veren bana Güzel Türkçem, anadilim!

Mehmet ÇAVUŞ Anadilim Ana dilim pek tatlı Türkçe derler adına Türkü gibi kanadı Doyum olmaz tadına. Alfabesi güç değil; A, Be, Ce, Çe, De, E, Fe,… Ona hürmetle eğil Her sözü bir felsefe! Özü destan, şarkıdır Çor Tigin’le başlayan, Kırkbeş ağız farkıdır Şer güçleri taşlayan. Bozkırlar da sel oldu Orkun’dur ilk akını, Anadolu’da buldu En çalışkan çarkını.


Makale ve Analizler - 2019

137

Bulgaristan’da Ana Dilimiz Diş Hekimi Ayşe Halide AKINCI

Son dönemde ana dilimiz Türkçemizin yerel lehçe düzeyinden bir okumalı yazmalı edebiyat dili seviyesine çıkarılması sorunu hepimizi ilgilendirdi. Ben bir diş hekimiyim, dil uzmanı değilim, fakat Türk diplomasisinin sınırları söküp atarak bizi yeniden birbirimize kavuşturup kaynaştırması çabalarının dil kültürümüzün dengelenmesinden geçtiğine inanıyorum. Bu nasıl mı olur, hepimizin ortak çabalarıyla olur ve olacaktır. Önemli olan yürek olsun, istek olsun. Türkiye’ye getirdiğim Türkçede dil gedikleri vardı. Bu irili ufaklı aralardan Bulgarca sözler dağ aralarından gelen rüzgâr gibi ana dilime dolmuş ve içine örüldükçe beni esir alıyordu. Okul ve iş dili Bulgaristan’da Bulgarca. Ana dilimde beliren eksikler devamlı çoğalıyordu. Öncelikle yaşanan hayatı yansıtan, insanlar arasında irtibat sağlayan ana dilimiz, Türklerimiz geçten göçe azaldıkça, söz dağarcığı büzülüyor, gramer kurallarını kıra döke, birçok yerde çöpe bile atarak, dalsız yapraksız ayakta kalmaya çalışıyordu. Özelikle Varna’da, Türk Turistin sevdiği tatil yerlerinde, “Albena” ve “Altın Kumlar” da, hele büyük kafileler halinde gelen Üniversiteli Türk gençlerinin şehre yerleşmesi, gençliğe has bir dinamizm ve hareketlilikle sosyal yaşama katılım sezilmesi sonucu bizim orada Türklük canlanmaya başladı. Kuşkusuz, çay ocakları henüz dizilmedi, Türk yemekleri kokan lokantalar dolup taşmıyor, dönerler dönüyor da albeni kıvamında kızarmıyor, fakat bu kibar şehirde sokaklarda yürüyenlerin moda çizgisini İstanbul belirliyor, komşuda olan bizde de olsun atılımıyla, dört tarafa bir çeki düzen verme hamlesi var, “gülme komşuna gelir başına” hayat buluyor. Varna nüfusu soy boy açısından karışıktır. Varna’nın yerel kültürel dokusu düz değildir. Dobruca ve Deliorman Bulgarlarından başka burada kendilerine, yerlisiyiz havası veren, Kafkasların dört bir yanından kopuk gelmiş denizcisinden kaçakçısına kırk milletten insan var. Şehrin sokaklarında yüksek sesle konuşan Çeçen ve Gürcüler dikkat çekmeye devam ediyor. Son 25 yılda Türkiye’den büyük sayıda üniversiteli geldi. Şehir sokaklarında yürüyüş değişti. Varna havasına karşı dağların deniz kokusunu taşıyanlar kendilerini evlerinde hissettiler.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Varna’da Türkçe: Varna’ya Türkçemiz açısından bakarsak, burada Türkçe konuşan, ellerindeki telefonlarla Türkçe konuşan çok, ama Türkçe ders verilen okul yok, şehirde yaşayan bir Türkçe öğretmeni de yok. Yaşlı yerli Türklerin hafızalarındaki Türkçemiz iyice paslanmasın ve bayramdan bayramdan demlenen gönül bağlarımız solmasın. Her gün İstanbul’a yolcu taşıyan ve İstanbul’dan gelen otobüsler Türkçe kokusunu tazeliyor. Varna’da Türkçenin yaşamasında en büyük pay çanak antenli TV yayınlarındır. Burada, yüksek öğrenimini T.C.de tamamlayanlar dışında, Türkçe okula gittiğini belgeleyen, Türkçeyi iyi konuştuğunu evrak üzerinde ispatlayabilen gençlerin sayısı parmakla sayılacak kadar az olsa da, Türkçeden Bulgarcaya ve tersi sözlü çeviride başarılı olan pek çok genç var. Türkçeyi nerede öğren sorusuna alınan yanıt her defasında aynı “TV başında.” Bulgar dilini iyi bilen çocuklarımızın yıllarca Türk TV kanallarını dikkatle izlemelerinden gelen bir gelişmedir bu. Adına TELEVİZYON TÜRKÇESİ diyoruz. Ve onlar, TV Türkçesini İstanbul şivesiyle öğenseler bile, hepsi Türkçe bir mektup yazamayacak kadar cahil olsalar da, ben onları çok, çooook seviyorum. Ve ben, televizyon Türkçe’mizi konuşanlardan, Türk dilinde en güzel şiirlerin yazıldığı bu güzeller güzeli şehrin limanında, rıhtıma vuran dalgaların yüzümdeki serinliği geçmeden, Mehmet’ e seslenişi, Dikili Taşları ve aynı şairin “Kaptan sen beni o limana götüremezsin” eserini Cem Karaca’nın haykırışıyla dinlemeyi, ne kadar istiyorum, biliyor musunuz. Ve ben halkımın ana dilini doğru dürüst öğrenmeyi, kitaplı olmayı Nazımın memleketini özlediği kadar, özlediğine inanıyorum. Televizyon Türkçesi: Çanak antenler yıldızlara döneli evlerimize 225 Türkçe Kanal girdi. Görsel olmayan haberleri ve yorumları, TV tartışmalarını ve çok özel konuların anlaşılmasında güçlükler aşılmamış olsa da, Türkçeyi öğrenmeye hevesli olanlar, daha doğrusu koltukta otururken ana dilimizin kulaktan kafaya dolmasına “evet” diyenlere seçenek bol. TV sahnesi, oyun ve söyleşi şeklindeki TV kadın programları, özellikle sağlık konusunu işleyen yayınlar, TV dizileri, hayvan dünyasını anlatan belgeseller seyircilerimizi ekran başına sürekli kilitlemeyi başarıyor. Yayın bol da, Bulgaristan gibi dış ülkelerdeki Türk seyirciye Türkçeyi oyun şeklinde anlayan ve beyinlere kazınmışça yerleştiren becerikli hocalar henüz ekranda belirmedi. Yabancı dilleri ekranda öğretmenin anahtarı bulundu da Türkçenin-ki henüz bulunamadı. TV Türkçe hocaları kamera karşısında kendi anlattıklarını sanki kendileri anlamıyor gibi havalara gire-


Makale ve Analizler - 2019

139

rek, izleme ve dinleme meraklılarını ekran başından kovuyor. Okul çağındaki bir çocuğa anadilini yüksek matematik algoritması gibi anlatmanın hiçbir anlamı yok. Bir şey anlaşılır bir dille sunulmadıkça anlaşılamaz gerçeği, TV-Türkçemiz için yüzde yüz geçerlidir. Varnalıların devamlı açık tutukları ATV ve Kanal D gibi kanallar Türkçenin dünyaya yayılmasında ödüllere layık hizmet vermiştir. Soydaşlarımıza, Trakya ve Rumeli’ye, Balkanlara yayın yapmak için kurulan özelleşmiş yayınlar, bölge seyircisi düzeyine inemedi, gönül kapıları açamadı. Kamaranın bir kiliseyi bir minareyi gösterdiği kadrolarla Türkçe sevgisi beslenmez. Türkçe sevgisi içimizde asla bulanmadan, dalgalansa da taşmadan, yatağını bırakmayan akan bir berraklıktır. Kimliğimizin öz suyu Türkçe’mizdir. Lehçelerimizle edebiyat dilimiz arasındaki güzelliklerin farkını aşarak ve anadilimizi zenginleştirme yolunu bulamadık. Ana dilimizde yazan kendi yazar ve şairlerimizle Türkçe yazan edebiyatçılar arasındaki ince farklı apaçık gösteremedik. Yerel ile ulusal, yerel ve ulusal ile uluslar arası olanı bir teknede yoğurup bütünleştiremedik. Yerel ağızlarımızla söylediğimiz eserlerle yani kendi darcığımızdan türkü, oyun havası, kına, düğün seslendirilişleri ile sanatçılarımızın seslendirdiği eserleri birbirinden ayırarak aralarındaki bütünlüğü ve ince ayrımları açamadık, anlatamadık, öğretemedik. İstanbul’da bir sanat ustasıyla vaktiyle yaptığım bir görüşmeyi hatırladım. Bana “canını sıkan bir şey var mı?” sorusunu sormuştu. Ben de “şu bizimAyva da çiçek açmış, Yaz mı gelecek!” türküsü var ya, İbrahim Tatlıses onu da bir gün söylerse, artık hiçbir özelliğimiz kalmaz, biz de Gazi Anteplilere benzeriz diye korkuyorum, cevabını vermiştim. Ve bize yönelik özelleşmiş TV yayınlarının her şeyi yağmur taşıyan bulut gibi görmesine şaşıyorum. Merkez cahil olunca, biz halktan nasıl bir kültürel fışkırma bekleyebiliriz ki! Yanlış anlaşılmak istemem. Biz zar zor, çok mütevazi yetiştik. Korku içinde büyüdük. Yağmur doğalarında hocamızın “Rahmet komşu tarlasına düşsün, nemi bize yeter!” sözlerini bugünkü gibi hatırlıyorum. Tarlalarımız kuraklıktan çatlarken, denize düşen yağmuru kimseden kıskanmadık, Nasip öyleymiş, deyip gönül avuttuk. TV yayınları ile ilgili eleştirel yaklaşımımın olumlu ve kurucu algılanmasında ısrarlıyım. Stratejik araştırma merkezimizin açıkladığı görüşler uzun süreli izleme ve inceleme sonucu oluşur.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir de, köy meydanlarında çekilen Türk halk oyunlarının Çingene kızlarının kıç baldır sallamasıyla eşdeğer gösterilmesi canımı sıkıyor. Halk oyunlarındaki her hareketin ne anlama geldiğini bilmeden, inceleyip öğrenmeden, ne bileyim ben havasına girip, bir şeyler sunmak ya da yorumlamak, pişmiş aşa soğuk su katmaktan farklı bir şey değildir. En iyisi 24 saat yağlı güreş yayını yapılsın da aramız açılmasın. Olayların derinliğine inmeden sahne düzmek, çok yanlış bir yaklaşımdır. Sonra şu şarkı türkü sunuşunu da halkın seviyesine indirelim lütfen. Bizde türkü nasıl dinlenirdi, saz nasıl çalınırdı, size zahmet bir hatırlayalım. TV Türkçesini yazıya dökelim: Bizde yazıp okuyamayan herkese “cahil” denir. Lehçelerimizde “kör cahil” veya “kara cahil” gibi değişler yoktur. İnsanımız alaylıdır, zekâsı bütün olup doğal algıdan bilgedir. Bir dili su gibi dili konuşmak, okumuş olmak için yeterli değildir, halkımız yazıp çizmeyi, heceleyip okumayı beceremeyene “okumuş” demez. Öyle böyle olsa da, futbol karşılaşmasıdır, saçtır, yarıştır, oyundur, alış veriştir derken TELEVİZYON TÜRKÇESİ konuşan bir genç kuşakla övünüyoruz. Kullandıkları bazı sözlerin anlamını bilmeseler de, temasları mükemmel, yakın iletişim kurabiliyorlar, konuşmaları çekicidir. Şu yazı işi var ya, Televizyon Türkçesi okuma yazmayla beslense, ne güzel olacak. Ekrandan o kadar oluyor besbelli konuşuyorlar, fakat yazıp okuyamıyorlar, Türkçe aritmetikleri yok. İş yine sakat tabii. Sultan divanında alınan o eski karar sanki bugün de geçerli. O zaman da oba ve köy kadınları Türkçe konuşuyor, ama okuma yazmaları yoktu, hendeseleri gelişmemişti. Birçok işte kısmetimiz tam da, şu ana dilimizi doya doya basa basa geliştirme ve yerleştirme konusunda aşamadığımız eksiğimiz var. Eh şu eski öğretmenlerimizi göç selleri alıp götürmeseydi, ne Sabahattinler, ne Nazımlar yetişirdi bizim memlekette. Ankara da hiç tekin durmadı. 1950’lerde bir dış ülkede Türkçe öğretmenliği yapanlara “Türkiye’de emekli maaşı vereceğim” dedi. Öğretmenler kaçtı gitti. Emekliliği beklemeden koşa koşa Türkiyeyi boyladı. O zaman buna akıl eden Ankara, bugün Türkiye’de emekli olup da geldiği köye veya kasabaya Türkçe hocası olarak dönmek isteyenlere ikinci bir emekli maaşını neden çok görüyor, buna da akıl erdiremiyorum. Türk dili, Türklük bazılarının iki dudağının arasına sıkıştı kaldı. Her soruna bir çözüm bulunuyor da bizimkiler çözülmüyor işte. Yaşasın TV Türkçesi. Paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

141

Bulgaristan Deliorman’da Mayıs ‘89 Yürüyüşleri… Raziye ÇAKIR

20 Mayıs 1989’da Deliormanlılar da “Yeter Artık!” dediler ve protesto yürüyüşlerini başlattılar. Şumnu sancağının Yusufanlar, Şarvı, Davulcular, Saltıklar, Çoban Nasıf, Nasufçular, Emberler yürüyüşe çıktılar. Kent merkezine toplandılar. Arkadan gelenler kent meydanını doldurdular. Kısa ve özlü konuşmalardan sonra iki öğrenci şiir okudu. Meydanda Türkçe konuştuğu için ceza ödemiş, Bulgarca bilmediği için hastaneden kovulmuş ve daha yüzlerce hor görülmüşler bu durum karşısında heyecanlandılar. Hatırlayalım; Katılanlar anlatıyorlardı: Bu kalabalık Emberler’den Rasınlar’a, oradan da Çufallar’a vardı. Yine kısa bir konuşmadan sonra yola çıkıldı ve Bohçalar (Kaolinovo) kentine doğru ilerlediler. Gizli polis de uyumuyordu. Emberler’de daha takibe başlandı. İtfaiye arabaları geldiler, ancak müdahale etmediler. Havada helikopter sürekli tur atıyordu. Aydoğdu’da iken Razgrat plâkalı arabalar gördük. Bohçalar’a doğru yön alıyorlardı. Yaşlılardan, çocuklardan, kadınlardan oluşan bu kalabalık kol kola kilitlenmiş birlikte hareket ediyorlar, hep bir ağızdan “Osman Paşa Marşı”nı söylüyorlardı. “Ünü büyük Osman Paşa” dizeleri bereketli, düz tarlaları inletiyordu. Kalabalık arada bir meşe ormanlarına dalıp çıkıyorlardı. Deliorman’ı, Güney Dobruca köylerini marşımız zulme karşı koymaya çağırıyordu. Bir ara polis ve asker yolumuzu kesti. Kent merkezine girmemize izin vermiyorlardı. İsyancılar yolu bıraktılar, tarlalar içinde yürümeyi sürdürdüler. Tekrar yola çıkıldı. Uyarı sesleri duyuldu: “Birbirinizden ayrılmayın!”,“Kadınları, çocukları ortaya alın!” Bir süre daha böylece yürüdük. İlerledik. Bizi bölmek için bir tank kalabalığın arasına daldı. Millet taşlarla tanka saldırdı. Tankın çelik yüzüne çarpan taşlar acayip sesler çıkartıyordu. Sanırsın taş yağmuru yağıyordu. Kalabalıktan bir grup, polis çemberini yardı. Kent merkezine yürüdüler. Gerisi söküldü. Bohçalar’ın merkezi doldu taştı. Mitingde Bedriye Osmanova adında bir kız tüm BulgaristanTürklerinin isteklerini açık bir şekilde ortaya koydu. “Adlarımızın iadesini istiyoruz,” dedi. “Türkçe konuşmak yasağı kaldırılsın, baskılar sona erdirilsin,” dedi.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu isteklerin sıralandığı anlarda özel ekipler yürüyüşe çıkanlardan bazılarını tutuklayıp, yakındaki ormana götürmüşler ve işkence etmişler. Kuzey Bulgaristan’da yürüyüşler ertesi günlerde de sürdü. 21 Mayısta Mahmuzlu’da yürüyüşlere gidildi. Burada 4 şehit verildi. 22 Mayıs’ta Razgrat şehrinde halk sokaklara çıktı. Çevre köylerden de gelenler oldu. Aralarında ünlü pehlivan Osman Durali de bulunuyordu. Yine 22 Mayısta Akkadınlar’da (Dulovo) protesto yürüyüşüne çıkıldı. Çukurköy’de (Yasenkovo), Bıyıklı’da (Bortsi) ve çevre köylerde Köklüce’ye (Venets. S.K.) kadar uzayıp gitti bu isyanlar. 24 Mayısta Terbiköy (Kapitan Petko) halkı da mey*danlara çıktı. Bu köye yakın Şeytancık (Hitrino) köylüleri de acıları sokağa çıkarak dile getirdiler… Şeytancık mitingi çok kalabalıktı. 23-24 Mayısta Razgrat ilinin Ezerçe köyünde millet ayaklandı. İki genç şehit edildi: Sezgin Karaömer ve Ahmet Buruk. Onları tabancasıyla öldüren Razgrat savcısıydı. 27 Mayısta aynı ilin Torlak köyünde binlerce insan meydanlara, yollara döküldüler. Köy tanklarla, polislerle sarıldığı halde yürüdüler: “Biz Türküz!” diye slogan attılar. Haklarını geri istediler. Bu protesto mitingleri 29 Mayısa kadar sürdü. Onlarca insan şehit edildi. Yüzlercesi yaralandı. Binlercesi sürgüne gönderildi veya hapislere tıkıldı. İsyan etmeyen halk isyan etti, çünkü dokunulmaz hakları ellerinden alınmış, hiçbir şeye hakkı olmayan köle durumuna düşmüşlerdi. Aynı yılın sonunda totaliter rejim çöktü. Rejim değişti. İnsanlar biraz olsun nefes aldılar. Embiya Ulusoy (Özet) ŞEHİTLERİMİZ GURURUMUZDUR 23 Mayıs 1989. Ezerçe/Razgrat köyü için bugün bir tarihtir elbet. Bulgar zulmüne yıllarca dayandılar, sabrettiler ama gün geldi tüm köy halkı meydanlara döküldü. İçlerinde biriken o acıyı haykırdılar: “Yetsin artık bu zulüm!” “Biz Türküz! Adlarımızı geri istiyoruz!” “Dilimizi, dinimizi geri istiyoruz!” “Türk okulları yeniden açılsın!…” İçindekini bağıra bağıra kenar sokaklardan köprüye kadar geldiler. Merkeze, meydana giden yol buradan geçiyordu. Köprünün öbür ucunda kendilerini nelerin beklediğini bilmiyorlardı. Sivil polisler, kızıl bereli komandolar,


Makale ve Analizler - 2019

143

sancak savcısı gelenlere pusu kurmuşlardı. Protesto mitingine katılanların her adımını diyorlardı.“Durun!” anlamında bir işaret verildi, havaya bir kırmızı roket atıldı. Tabiî, topluca gelenler bunun ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Savcı Krasimir Markov gelenleri uzaktan daha kurşun yağmuruna tuttu. Mermi çekirdekleri gelen kalabalığın önüne düşüyordu. Aralarından bir ses yükseldi. Bir dalgalanma oldu: “Bebekli anneler önde yürüyorlar. Kâfirler öldürecek onları da…” Kalabalıktan iki genç hemen öne fırladılar. Bunlardan biri Ahmet Buruk adında bir gençti, diğeri liseden yeni mezun olmuş Sezgin Salih Karaömer’di,.. Onlar da seslerini çıkardılar: “Biz kurşun değil, adlarımızı geri istiyoruz…” Kurşun yağmuru şiddetini daha arttırmıştı. Millet hep bird*en en bağırdı: “Neden ateş ediyorsunuz? Suçumuz nedir? Haklarımızı geri verin!…” Ön saflarda yürüyen çocuklu annelere siper olan iki genç birden kanlar içinde yere yuvarlandılar. İlki Ahmet Buruk, ikinci genç Sezgin Karaömer. Şehirden yeni gelmiş. Okulundan başarıyla mezun olduğunu müjdelemek istiyordu annesine, babasına. Kırmızı bereliler, yaralananları hastaneye kaldırmak bile istemediler ve engellediler. Köprü başında yaralılar da yardım bek*liyorlardı. Polisler bunlara engel oldular. Hastaneye kaldırılmalarını gereksiz buldular. Bu acı haber 8 km mesafedeki Torlak köyüne de ulaşmıştı. Bir grup genç Ezerçe’ye gelmek şehit kardeşlerine çelenk koymak istemişlerdi. Dervent bayırında asker yollarını kesmişti. “Nereye?” “Ezerçe’ye…” “Niçin?…” “Öldürülen kardeşlerimize çelenk koyacağız…” “Gidemezsiniz. Sıkıyönetim var…” Torlaklılarla baş edemeyeceğini anlayan görevliler telsizle hemen Razgrat’a haber verdiler. Yirmi dakika sonra kamyonlar dolusu silâhlı askerler geldiler. Torlaklılar gelenlerle baş edemeyeceklerini bildiklerinden geri döndüler… Çiçekler ellerinde kalmıştı… İsyan edenler gizli polis tarafından videoya alınmış, “suçlular” tespit edilmiş ve ertesi gün dayaktan geçirilmişlerdi. Aynı zamanda bu “asayişi bozanlar”a 24 saat süre verilerek birer bavulla sınır dışı edilmişlerdi.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BASKILAR MİLLETİ UYANDIRDI Millî Türk azınlıklarına baskılar bir plân çerçevesinde yapılıyordu. Gün oldu okullar kapatıldı, gün oldu din yasaklandı. Dil önce Çingene çorbasına çevrildi, sonra yasaklandı. Camiler kontrol altına alındı. İmamların sayısı sınırlandırıldı. Ardından millî kıyafetler yasaklandı, sünnet yasağı uygulamaya konuldu. Azınlıklar bir demir çembere alındılar. Önce Çingenelerin, Pomak Türklerinin adları Slavlaştırıldı. Türklerin adları da silah zoruyla, ordu gücüyle değiştirildi. Cezaevleri, kamplar doldu taştı. Daha çok Türk genç*lerini Türksüz Bulgar köylerine sürgüne gönderdiler. Bunlara hep sabrettik, katlandık. Bir gün isyan ettik. Hâlimiz ne olacak diye düşünen gençlerimiz yok değil, vardı da… Razgrat şehrinde bir grup Türk aydını gizli bir örgüt kurma girişiminde bulundular. Üyeleri Türk köylerine dağıldılar, BMT’ye yazdıkları şikâyet mektubuna imza toplamaya başladılar. Tabiî, yakalandılar. 17.9.1963’te Razgrat’ta duruşmalar kapalı kapılar ardında yapıldı. Devleti yıkma, karşı propaganda yapma suçundan yargılandılar. Komünist Partisi adına konuşan Ahmet Hüseyinov dedikleri (Parti Merkez Komitesinde görevli) gençleri nankörlükle suçladı. Parti Türk halkının haklarını veriyor, dedi. İsyan edenler için “Türk halkı adına” idam istedi. “Türkçe okumuşsun Bulgarca okumuşsun, Türk veya Bulgar adı verilmiş ne önemi var, ne fark eder ki? Hep insan adı…” diye “adaleti” savunmuştu. Bulgaristan Türklerine ya muhtariyet, ya da Türkiye Cumhuriyeti’ne göç hakkı tanınmasını isteyen ve örgüt kuran bu mühendis ve öğretmen kardeşlerimiz (Ebazer ve Mehmet Hasan) 5’er yıla mahkûm edilmişlerdi. Bu olay tüm memlekette duyulmuştu. Gurur veriyordu insana ve bizi uyanmaya, direnmeye teşvik ediyordu doğrusu. Komünistler, azınlıklara soykırımı uyguladıklarını herkes anlamıştı sanki. İçten bir direniş başlamıştı. Eski Balabanlar (Vazovo) köyünden bir grup genç galeyana gelmişlerdi. Demir Baba Tekkesinde her yıl 2 Ağustosta Deliorman’dan halk adak kurbanlarını keserler, eğlenirlerdi. Bu gelenekselleşmiş bir buluşma yeriydi. Bu kalabalığı fırsat bilerek yukarıda adı geçen köyden gençler ulu bir ağaca ay yıldızlı Türk Bayrağı çekmişler, halkı heyecana getirmişlerdi. Halk bu olaya hem sevinmiş, hem de için için üzülmüştü. Yakalanırlarsa bu gençleri ne beklediğini herkes pek iyi biliyordu. Bu olay şu mesajı veriyordu: “Biz varız, Türküz, derin uykudan uyandık, Türkiye’ye bağlıyız”… Paylaşınız


Makale ve Analizler - 2019

145

Bulgaristan Göçmenleri Ve Sorunları 1989 Prof.Dr. Hasine ŞEN

Geldikleri, doğup büyüdükleri topraklarda kıtlık vardı denemez! Ama yeterince doymuş oldukları da söylenemez!vKorktuklarından göç etmeye güç kazandılar! Onlara delicesine güç veren korktuklarından biri yanındaydı, çocuklarıydı! Çağrıldılar; geldiler! Çağrılmadılar; gene geldiler! Kovuldular; …bir kez daha geldiler! Gönüllerince dönenleri de oldu, kalanları da! Kalanlar onulmaz hasretleriyle buradadırlar; değişmekte ve değiştirmektedirler. Göç, Bulgaristan Türklerinin hayatında her zaman önemli bir yere sahip olmuştur. Periyodik olarak, dönemin özelliklerine göre, farklı sayıda Bulgaristan Türkü Türkiye’ye göç etmiştir, ancak bu konuşmanın amacı 1989 göçü üzerinde yoğunlaşmaktır. 1989’un yaz aylarında Türkiye’ye 2.5 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde yaklaşık 400 bin Bulgaristan Türkü akın etti, 21 Ağustosta Bulgaristan-Türkiye sınırı Türkiye hükümeti tarafından kapatıldıktan sonra da bu göç dalgası durmadı, dolayısıyla konuşmamı sayısı çok daha yüksek rakamlarla ifade edilen bu göç hareketi ile sınırlamak istiyorum. Bu göçü hem günümüze en yakın olduğu için, hem daha önceki göçlerden son derece farklı olduğu için, hem de bu olayı şahsen yaşadığım için sizlerle paylaşmak istiyorum. Önce bu sancılı olayın nedenlerini açıklayayım.1989 göçünü neye bağlayabiliriz, bu kadar kişinin aynı anda evlerinden, işlerinden, sevdiklerinden, hatıralarından kopma kararı almalarının sebebi nedir? Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göç etmesini tetikleyen en önemli etken sosyalist rejimin asimilasyon eğimleri olmuştur. Bu çabalar 1980’lerde doruğa ulaştı ve 1984’te ‘Soya dönüş’ (‘vızroditelen protses’) başlığı altında Bulgaristan Türklerinin isimleri Bulgarlaştırıldı, Türkçe konuşmaları yasaklandı, etnik kimliğini ve dini inançlarını ifade eden her tür sosyal ve kültü-


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rel faaliyet yasaklandı. Ancak Bulgaristan Türkleri, hükümetin planladığı gibi, Bulgar kimliğine teslim olmadı, örgüt veya birey düzeyinde yürütülen kimlik koruma çabaları 1989 yılının Mayıs ayında ‘Mayıs Barış Hareketleri’ adı altında yapılan yürüyüşlerle doruğa ulaştı. Göstericiler ‘Biz Türküz!’, ‘İsimlerimizi İstiyoruz’ ‘Yaşasın Demokrasi’ gibi sloganlarla isteklerini bildirirken, devlet propaganda araçları göstericilerin özerklik istedikleri (ülkeyi bölmek istedikleri) ve Türkiye’ye göç talep ettikleri fikrini yaydı ve kamuoyunu yanıltarak temel insan haklarını talep eden göstericilere karşı düşmanlık duygusu uyandırdı. Mayıs olayları boyunca 24 saat içinde ülkeyi terk etme emri verilen yaklaşık 2000 kişinin Bulgaristan’dan ayrılması, 1989’un yaz aylarında gerçekleşecek göçün ilk sinyallerini vermiştir. Hükümetin göç psikozunu nasıl oluşturulduğunu anlatmak için konuyla ilgili temel bir kaynağa, 2003’te basılan Soya Dönüş Sürecinin Gerçeği: BKP Merkez Komitesi Politbüro Arşivi Belgeleri başlıklı kitaba başvurmak istiyorum. Bu kitapta Merkez Komitenin o dönemde üzerinde yoğunlaştığı sorunlar yer alıyor, isim değiştirme sürecinin başarısızlığa uğrayınca Bulgar hükümetinin aldığı göç kararları açıklanıyor. Özet olarak sunacak olursam Politbüro üyeleri arasında geçen konuşmalar şu gerçeği ortaya koyuyor: Mayıs yürüyüşleri isim değiştirme sürecinin başarısızlığa uğradığını, Türklerin kendilerine empoze edilen Bulgar kimliğini kabul etmediğini göstermiştir. Bu noktada Bulgar hükümeti ‘soya dönüş’ sürecinin yeni bir adımı olarak göç’e başvuracaktır. Bulgar kimliğini reddedenler göçe zorlanacak, Bulgaristan’da kalanlara gönüllü olarak asimile olmayı kabul etmiş gözüyle bakılacaktır. İki ülke arasında o dönemde göç kavramını meşru kılacak bir sözleşme olmadığı için de Bulgaristan medyası yaşanan bu sancılı olayı ‘büyük gezi’ (‘golyamata ekskurziya’) olarak isimlendirdi. Türk tarafında da, olaydan göç olarak söz edilse de, 1989’un yaz aylarında ülkeye akın eden B. Türkleri için, onları daha önce çeşitli resmi antlaşmalarla Türkiye’ye yerleşen muhacirlerden ayırt eden ‘soydaş’ terimi kullanıldı. Bu olaylardan söz ederken ‘göç’ kavramını kullansam da, şu ana kadar yaptığım açıklamaların da gösterdiği dibi, yaşanan olay, sebepleri ve gerçekleşme biçimi olarak daha önceki göçlerden son derece farklıdır. Göç sonrasında dünyada ve iki ülke arasında yaşanan gelişmeler de ’89 göçmenlerinin daha önceki muhacirlere göre Bulgaristan’la olan bağlarının (orada yaşadıkları tüm olumsuzluklara rağmen) daha sağlam kalmasına neden olmuş, bu durum da globalleşen dünya anlayışına uygun bir kimlik oluşturma sürecinin önünü açmıştır. ’89 göçünün nedenleri ve diğer göç hareketlerine göre özel konumundan söz ettikten sonra bu göçmenlerin Anavatan’la ilk yüz-


Makale ve Analizler - 2019

147

leşme anlarına değinmek istiyorum, zülümden kurtulduğuna inanan bir kişinin gönlünde yaşattığı Anavatan imgesinin somut bir ülkeye dönüştüğü anlardan. Herhangi bir zülüm ortamında, insan yaşadığı travmatik deneyimle baş etmek için, yaşama olan inancını sürdürebilmek için, hayali veya gerçek bir umut kaynağı oluşturur. Bulgaristan Türkleri için yoğun asimilasyon yıllarında bu umut kaynağı, tek umut kaynağı, Anavatan Türkiye imgesi oldu. İki ülke arasındaki sınırın kapalı olması, her tür haberleşmenin en düşük düzeyde tutulması Türkiye’nin Bulgaristan Türkleri tarafından idealize edilmesine, neredeyse gerçeküstü bir yer olarak hayal edilmesine neden olmuştur. Bu idealize edilen anavatan imgesi herkesin zihninde bu denli güçlü olmasa da, yıllarca süren iletişimsizliğin sonucu olarak, Bulgaristan Türkleri umutla gittikleri ülke hakkında yeterli bilgiye de sahip değildir, ayrıca yola çok kısa bir süre içinde çıktıkları için yaşayabilecekleri olası sorunlara da kendilerini psikolojik olarak hazırlayacak zamanları bile olmamıştır. Bu da kaçınılmaz olarak Anavatan’a kavuşmanın coşkulu sevinci ile birlikte yoğun hayal kırıklığı da getirdi. Bulgaristan Türklerinin anavatan sevdasını ve onunla kucaklaşmanın verdiği coşkulu sevinci seçtikleri soyadları da yansıtmaktadır: ’89 Bulgaristan göçmenleri arasında genelde Vatansever, Ulutürk, Öztürk, Mutlu, Şen, Yılmaz gibi anavatana kavuşmanın mutluluğunu ifade eden soyadları yaygındır. Ancak, ifade ettiğim gibi, mutlulukla birlikte hayal kırıklığı da göçün ilk dönemlerinde yaşanan temel duygulardan biriydi. Türkiye’ye gelenlerin bir kısmı burada bir hafta, bir ay veya daha uzun bir süre kaldıktan sonra tekrar Bulgaristan’a dönme kararı aldı. Bulgaristan’a dönen bu kişilerin bir bölümü, evlerine el konulması, eski işlerine geri dönememeleri gibi farklı nedenlerden dolayı Bulgaristan’da da yeni bir hayal kırıklığı yaşayarak yeniden Türkiye’ye gelme yollarını aramaya koyuldu. Bulgaristan’a geri dönme (bu süreç genelde tersine göç olarak isimlendiriliyor) veya uyum sağlama sürecini zorlaştıran etkenler üzerinde kısaca duracak olursak iş, barınma ve farklı düzeylerde kültür uyuşmazlığı gibi sorunların yanı sıra, ‘yerli’ Türklerin kendilerini ilk coşkulu karşılamadan sonra ‘Bulgar’ veya ‘gavur’ olarak adlandırmaları, hatta daha eski Bulgaristan göçmenlerinin bile kendilerini dışlamaları, önemli etkenler arasında sıralanabilir. Zamanla Bulgaristan ile Türkiye arasındaki çift yönlü hareket Bulgaristan Türkleri için normal, hatta kimliklerini en iyi şekilde ifade eden bir duruma dönüştü. 50’li veya 70’li yıllarda Türkiye’ye göç eden Bulgaristan Türklerinde göç sonrasında entegrasyona dayalı bir kimlik modeli oluşurken, ’89 ve daha sonraki göçmenlerde daha çok senteze dayalı bir kimliğin oluştuğunu görüyoruz. Senteze dayalı kimlik derken, ’89 Bulgaristan göçmenlerinin kendilerini her iki ülke ile özdeşleştirdiklerini vurgulamak is-


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tiyorum, Bulgaristan’la özdeşleşme derken ise, bunu etnik bir özdeşleşme olarak değil, Bulgaristan ile kültürel, sosyal ve ekonomik alanlarda somut ve soyut ilişkilerin sürdürülmesini kastediyorum. ’89 Bulgaristan göçmenlerinin Türkiye’ye uyum sağlamalarını kolaylaştıran etkenler üzerinde duracak olursak her şeyden önce büyük bir çoğunluğunun eğitimli ve iş sahibi olduğunu, çalışma konusunda cinsiyetler arasında fark gözetilmeden çalışabilecek durumda olan tüm aile bireylerin çalıştığını vurgulamak gerekiyor. Bu özellikleri sayesinde ’89 Bulgaristan göçmenleri (bu daha önceki göçmenler için de geçerlidir) kısa bir süre içerisinde ev sahibi oldu, ( ki ‘ev’ kavramı göçmen, sürgün ve benzer konumda olanlar için son derece önemlidir), ev sahibi olmak yeni ülkeye aidiyet duygusunu pekiştirirken temel göç sıkıntılarının da geride bırakıldığını müjdelemektedir. Bir taraftan Türkiye’ye uyum sağlamaya çalışırken, ’89 Bulgaristan göçmenlerinin her iki ülkeye de bağlı olmalarına yasal zemin hazırlayan gelişmeler oldu. Bunlardan en önemlisi çifte vatandaşlık ve çift pasaport uygulaması oldu. Bu, Bulgaristan Türklerine Türkiye ve Bulgaristan vatandaşlığının ötesinde, Bulgaristan’ın AB üyesi olması nedeniyle, AB vatandaşlığını da kazandırmış oldu; demokratik gelişmeler ışığında orada çalışmış olanlar emeklilik maaşı alma, oradaki mülkiyetlerini geri alma, yeni mülk edinme gibi haklar edinmiş oldu. Böylece hem Türkiye’de, hem Bulgaristan’da yaşayan ve çalışan bir kesim oluştu. Bulgaristan Göçmenlerinin Bulgaristan’la olan güçlü bağları seçim dönemlerinde de açıkça gözlemleniyor. Bu dönemlerde birçok Bulgaristan Türkü (çoğu ’89 göçmeni) oy hakkından yararlanmak için doğdukları yerlere gidiyor (ve genelde oylarını HÖH lehine kullanıyor). İki ülke arasında bir geliş-gidişten söz etsem de, bu tüm ’89 göçmenlerini kapsayan bir durum değil. Azınlık da olsa çift vatandaş olmayan, burada geçirdikleri süre boyunca Bulgaristan’a hiç gitmeyenler de var. Ancak böyle durumlarda bile Bulgaristan’a hayali yolculuklar yapılır. ‘Orası’ ve ‘burası’ arasında sıkışıp kalma durumu, zor bir yaşam biçimi olarak görünse de, çok yönlü bir etkileşim süreci başlatarak, bir yandan Türkiye’ye yerleşen Bulgaristan Türklerinde yeni kimlik ve aidiyet duygularının oluşmasına neden olurken, öte yandan Bulgaristan’da yaşamakta olan Türklerin hayatını ve kültürlerini de etkiledi. Karşılıklı etkileşim Bulgaristan’dan Türkiye’ye ve Türkiye’den Bulgaristan’a eğitim görmek için giden öğrenciler, yılın bir bölümünü Türkiye’de, bir bölümünü de Bulgaristan’da geçiren emekliler, her iki ülkede de çalışanlar sayesinde sağlanıyor. Şu ana kadar genelde 89 Bulgaristan göçmenlerini tanımlarken iki ülke arasında gerçekleşen sürekli bir hareketten söz ettim, hem oralı, hem


Makale ve Analizler - 2019

149

buralı olduklarını ima ettim, bu gerçekte kolay bir durum değildir, ne oralı, ne buralı olma durumudur aslında, her iki ülkede ev sahibi olup evsiz olma durumudur, her iki tarafta da dışlanmaktır aslında. Bu durumu bir şair şu dizelerde açıklıyor: İki ayrı gezegene basar ayaklarım dönmeye başladığında onlar beni de çekerler birlikte düşerim iki dünya taşıyorum içimde ama bütün değil hiçbiri kanıyorlar hiç durmadan sınır çizgisi geçer dilimin tam da ortasında Bu şiir Almanyada yaşayan Türk yazar Zafer Şenocağı aittir, konuşmamın başında kullandığım şiirde de yine Almanyada yaşayan Türk şair Güney Dal Almanya’ya göç eden Türklerin dramını yansıtır. Bu şiirler, göçün, özünde hep aynı sorunları barındırdığı gerçeğini de sergiliyor. Almanya’da yaşayan Türkler Almanya’da Türk oldukları için sıkıntı yaşarken, Türkiye’ye geldiklerinde de ‘Almancı’ olarak damgalanıyor. Bulgaristan Türkleri bu arada kalmışlık durumunu ‘Bulgaristanda Türk diye aşağılandık, Türkiye’de Bulgar diye dışlandık’ ifadesi ile belirtiyor. Şimdi, 2000’li yıllarında, Bulgaristan’da ‘Türk’ ifadesini bir damga olarak taşıyan, ‘soya dönüş’ süresince ‘isimlerini geri almış Bulgarlar’a dönüştürülen; 1989’da Türkiye’ye göç ettikten sonra anavatanlarında Bulgar veya daha masum haliyle ‘Bulgar Türkleri’ olarak anılan Bulgaristan Türkleri şu anda Bulgaristan’a gittiklerinde de yine bir dışlanma ile karşılaşıyor çünkü onalr şu anda Bulgaristan’ın ‘almancıları’nı oluşturuyor. Paylaşmayı unutmayınız


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizden Özür Dileyemezsin

Tarih: 16 Mayıs 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: “Ben hayatınızı garanti ediyorum ama aç yaşayacaksınız.” Hain Doğan Daha ilk görüşte (05 Ocak 1990) Ahmet Doğan’ı Bulgaristan Türklerinden biri olarak kabul etmedik. Kırca Ali meydanında Türklerle Bulgar milliyetçileri yüz yüze gelmiştik. Onlar isimlerimizi, kimliğimizi, din hak ve özgürlüklerimizin iade edilmesini kabul etmiyorlardı ve ayaklanmışlardı. Daha doğrusu hepsi birden kudur-muşlardı. Onların isyanı bir yandan “hadi siz de gidin de kurtulalım ve taşınmazlarınızın üzerine oturalım” işareti iken, aynı zamanda o ayların salanan yönetimine de “Müslüman Türklere teslim oldunuz, gerelediniz, alacağınız olsun”, yeminiydi. 1990’ın ilk günlerinde Sofya hükümeti Bulgaristan Müslümanları karşısında 3. defa geriliyordu. Birinci defa: 1913 yalında Pomakların isim ve dinleri değiştirilmişti. Vasi Radoslavov hükumeti (1913-1918) Pomakların haklarını ve kimliğini iade etmek zorunda kaldı. İkinci defa: 1934-1944 yılları arasında isimleri ve dinleri değiştirilen Pomakların hakları da 1945’te geri verildi. Üçüncü defa: 1972-1973 yıllarında Pomakların ve 1984-1989 arasında Türklerin değiştirilen isimleri ve din hakları da 1989 Aralığının sonunda geri verildi. Bu bakıma ayaklanan katiller öç alınır diye korkuyor ve hükumete de “bizden hesap sorulursa” ne olacak diyorlardı. Gözleri kızaranlar hükumet kararının uygulanmasını engellemek istiyorlardı. Kimsenin beklemediği bir anda Türk kitlenin karşısında, kimsenin tanımadığı, direnişimizi kırmak için gizli özel eğitilmiş bir kişi belirdi. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) maskesi bürünmüştü. Türklere propaganda yaparak haklı mücadelemizin yolunu kesmek için gönderilmişti.


Makale ve Analizler - 2019

151

Birinci cümlesi, “Ben Ahmet Doğan, 04 Ocak 1990’da bir parti kurdum, adı Hak ve Özgürlük Hareketi, Başkanıyım” dedi ve oldu. Bu, birinci yalandı. Yapmaya çalıştığı propagandasında “isim ve din haklarımızın geri verilmesine” değinmeden, “haklarınızı garanti ediyorum” dedi. Fakat bunu neye karşı yaptığını söylemedi. Bizden istediklerini öğrenemedik. Yani “aç yaşayacaksınız”, “bulgar devletinden öteki haklarınızı istemeyeceksiniz”, ben “Bulgar iktidarına aç, haksız ve özgürlüksüz yaşayacağınıza” dair söz verdim, yemin ettim, demeden, bizi yalandırmış kandırmıştı. Bu ilk görüşmemizin üzerinden neredeyse 30 yıl geçti. İlk karşılaşmamızda, o bizi yalandırmıştı da bizim bu bilince varmamız yıllar aldı. Uzun zulüm, ayaklanma ve derin acılar bırakan büyük göçten, diktatör T. Jivkov’un devrilmesinden sonra Kırca Ali meydanındaki olay, Bulgar milliyetçilerinin ilk hortlamasıydı. Bu ilk yüzleşmede, hain A. Doğan’ın düşman ininden yeni çıkmış bir it olduğunu görememiştik. Aslında o, Kırca Ali’de bizi dağıtıp köylerimize yollamak için gönderildiği gece Bulgar milliyetçilere misafir olmuştu. Bizim Direniş ruhumuzu kırma hazırlıklarını birlikte yapmışlardı. Aslında o bir “aracı, aldatıcı, olta çengelinde yem” olduğunu gizlerken, kendini “iş bitirecek kişi” şeklinde tanıtmıştı. Bulgar medyası fırsatı kaptı ve bir zavallıdan “lider” yaratmak için kolları sıvadı. Medya, onun “hain” kılığını gizlemek için çok çalıştı. Hayatta hiçbir şey gizli kalmadığı gibi, Doğan gerçek yüzü de git gide gün ışığına çıktı. Maske indiğinde halk karşısında kuyruğunu bacakları arasına sıkıştırmış bir “it” olduğunu görebildi. 30 yıl önce, biz, Bulgaristan Türkleri, çok bitkindik, çok ezgindik, kan dökmüş ve davamız yarım kaldığından ve müttefik de bulamadığımızdan dolayı olacak, Doğan’ın “değersiz ve terbiyesiz bir kimse” olduğunu, daha kesin bir ifadeyle “bizden biri olmadığını” hemen göremedik. Oysa itlerle ilgi bizim çok anlamlı atasözlerimiz var. Onlardan birinde “it kimin çanağını yalarsa, onun borusunu öttürür.” İt, bir kurt değildir. Kurt aç kalır ama köpekleşmez. Bu adam doğuştan it olup, daha 1990’da köpekleşmişti. Burada hapiste beraberdik diyenlere de sormak gerekir onlar da bu oyunun bir parçası mıydılar… Yani belirsizlikler çoooookkk…. Son 30 yılı özetlersek, Doğan Bulgaristan Türk mahalesine bekçi it olarak düşünülmüştü. Ne ki, o arsızlık etti ve bütün köyün köpeği olmayı üslendi. Ne ki bu toprakları besmele çekerek alan ve yerleşen ve islah edenlerin soyundan biri değildi. Onu adam sayanlar ise, anlaşılan Bulgaristan’ın kafa çekerek yönetilemeyeceğini bilmiyorlardı. Bugün en derin kör kuyunun dibindeyiz. Bu işlerin iplerini çekenler, tarihinde devlet kurmamış ve devlet


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yönetmemiş, hatta millet bile olamamış “şopar” soyundan olan bir kişinin “kültür” ve “medeniyet” yaratmış, kendi dili, dini, edebiyatı ve sanatı olan asil soyları “yalana yalan yamayarak” yönetemeyeceğini belki de düşünememişti. 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Bulgaristan tarihinde kayda geçecek olan büyük yanlış budur. Bu yanlışın afı yoktur ve olamaz. Bulgaristan Türklerinin halk kültüründe benzetmeli düşünme egemendir. 15 Mayıs 2019’da yalancı başı Doğan “gönlü kırıklardan ve hayal kırıklığına uğramış kardeşlerimizden” “Özür Diliyorum” dediğinde, gülmeyen kalmadı. Kıkırtı devam ediyor. O aslında ben “Bultürk”ün dediğine geldim, demek istedi. Son yazılarımızdan sonra yeniden büzüldü. İnsanoğlunun tüm hücreleri 8 yılda bir değişir. 1990’da – ilk büyük yalanlarını ortaya koymasından sonra – Doğan’ın ayak tırnağından saçının son teline kadar bütün hücreleri 4 defa değişmiştir. O zaman belki de % 30-40 yalancı olan, çekinen, ilk anda maskem indirilir, iç yüzüm görülür korkusuyla yaşayan ve içki içmeyenlerle masaya oturmayan, 5 rakı taşıyamayanlarla “dostluk” kurmayan, gözüne kestirdiğinden kurtulurken artık iyice sapıttı ve kaşarlandı. “Yalanlar tuttu!” “Türkleri aldattık, kandırdık, artık baş kaldıramazlar, tarihlerini ve kimliklerini kendiliğinden unutacaklar ve yok olacaklar” fikrine varıp zavalı varna “şoparı” mükafatlandırırken “denizde köşk” ve “Sofya’da güya “saray” olan bir yere kapandı. Onun bir esir olduğunu herkes görüyor. Ne yazık ki, 1300 yıllı dolduran Bulgar tarihinde ilk “altın kafes mahkümü” o oldu. Halkımızın nefretini toplamasaydı, belki de özgürlüğü uğruna halk hareketi örgütlenebilirdi. Artık DPS bile durumuna alay ediyor. İktidar hevesli politikacıların 26 Mayıs seçimleri arifesinde “Ver Allah da kurtulalım şu itten!” ruhunda birikim topluyor. Bu zavallı tipi biçimlendirip kurup sahneye çıkaranlar henüz bizimle yaşayan insanlardan birileri ya da ötekiler olduğundan ve 5-6 yıldam beri birkaç kişi dışında hiç kimse ile temas kurup dostça sohbet etmemiş olan Doğan hakkında o kör kuyu dibindeki gerçekleri öğrenebilmemiz için henüz erken olduğu fikrindeyim. Aslına bakılırsa, biz Türkler tozlu tarih belgelerini karıştırıp gerçekleri tozun içinden satır aralarından süzen bir millet değiliz. Şahsen ben, büyük kütüphanelerin, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, İç İşleri Bakanlığı veya İç ve Dış İstihbarat arşivlerine dalmış ve günlerce kendini kaptırmış bir Türk Bilim Adamı fotoğrafı göremedim. Bu sene KGB – Bulgaristan arşivi açılacakmış, oraya ilgi olur sanıyorum. ”Biz bize benzeriz” ya da “Bizim çakal bize benzer” derken, anlamında elimizden yemek yedi, su içti, oruç tuttu, iftar etti, bayramda elimizi, alnı-


Makale ve Analizler - 2019

153

mızı öptü, hediyesini aldı, başını sıvazladık demek isteriz ki, insanı yaratan aile ve toplumdur gerçeğinden çıkarsak, savunduğumuz sonuçlar doğurudur. Doğrudur da, geleneklerimizde erkeğin mutfakta yeri yoktur. Biz eşimizin hazırladığı yemeklerin, ağzımıza uzatılan ahşap kaşıkla ancak tadına bakarız. Adettendir, hatır kırmamak için hep “çok güzel olmuş, eline sağlık” deriz. Arkamızdan yemek sulandırılsa, tuzuna tuz katılsa, lezzeti üzerinde kara biber değirmeni birkaç defa daha çevrilse hemen sezeriz ama değişikliği görmezden geliriz. Doğan’la yapılan da budur. Türk köyünde doğmuştur. Adına da Ahmet denmiştir. Fakat ailesinde onun kafasına Ahmet’in taşıdığı anlama Türk kimliği katık edilmemiştir. İlk 7 yılı koyun beşinde geçmiş ve onun koyun güdebildiğini görenler, ona başka koyunları güttürmek için kendisine sahip çıkmışlardır. “Başka sürü” olarak ise Bulgaristan Türkleri düşünülmüştür. O çoban olarak yetiştirilirken, koyunlar koyun olduklarına pişman edilecek, onlara kuyruk kokusunca yürüme unutturulacak, çobanın gözüne bakmaları zorunlu kılınacaktı. Uygulanacak olan formülde, “koyanların hayatı gatanti edilecekti, ama aç yaşayacaklardı.” Aç yaşamaya alışamayanlardan 1 milyon kardeşimiz bugün T.C.’de yaşıyor, 2 milyon kişi de diğer ülkelere ekonomik sıkıntı ve geçimsizlik maduru gurbetçi olarak sürünmeye çalışıyor. 30 yılda Doğan yönetim örneğiyle elde edilen sonuç budur. Parçalandık. Umutlarımız söndü. Bulgaristan vatandaşlarından % 80’i “debil” – (işe yaramaz), % 40’ı harfleri bilir ama okuduğunu anlamaz, Avrupa Birliği ülkeleri sefillik çizgisinin altında yoksulluktan kıvranan, çekilere dayanmaya çalışan, öz kültürünü unutmuş, yarını düşünmeyen bir kalabalık meydana getirilebilmiştir. Yok olmayacağız diye bağırırken eriyenlerin acısını görmek acı veriyor. Bu durumda Doğan kimden ve neden ÖZÜR diliyor! Halkımıza “ölmedinize şükredin!” mı demek istiyor! İnsanlarımız 70 yıldan beri okul göremeyince cahil kaldılar. Herkes resim çekiyor. Fotoğraflar konuşuyor. Son yıllarda, Bulgaristan Türkleri hayatını fotoğraflarla yorumlayarak anlatan bir roman bekledim, gelmedi. Fakat özel albümümde, çok değer verdiğim, koruduğum birkaç fotograf var. Bunlardan biri 2002 ylında Sofya’da çekilmiş. Karede: KGB eski şefi, Rusya Federasyonu Başkanı N. Primakov, diktatör T. Jivkov’un kızı J. Jivkova, Bulgaristan Türklerinin çobanı A. Doğan ve ikinci planda, Primakov’un tam ardında Delyan Peevski. Primakov öldü. J. Jivkov’a evine çekildi. Doğan koyunların başında kalmak için çırpınıyor, sürüye tuz gösteriyor, aç, cahil, çaresiz ve sefil bıraktıklarından özür diliyor… Anlaşılan aldatacak adam kal-


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

madı. Büyük bir gerçek! Son 30 yılda koyunlarımız tuz tadını unutmuşlar. Sahneye yeni bir “baş çoban” çıkıyor. Peevski para saçıyor. Paralar yere düşüyor, insanlar para toplamak için bükülüyor. Peevski, “ bakın bana selam veriyorlar, bana olan saygılarını eğilerek, ayağıma kapanarak ifade ediyorlar” diye yaygara yapıyor. Ruslar, Doğan’ın yerine Peevski’yi öne sürüyor. Özür dilemelerin anlamı bu! “Yeyin yiyebildiğiniz kadar” ama eski hesapları, borçları, Türklük davasını, okul-cami işlerini, emekli maaşlarına zam gibi şeyleri unutun, verin oyunuzu, bitirelim bu işi diyor… Son yazımda zaman helalleşme günüdür dedim. Zaman hepsini birden tekmeleme ve başımızdan savma günüdür. Özür kabul edemeyiz. Bulgar, açtı, kapalı tarih kuyusunun kapağını, içinden çıkardığı taşları konuşturuyor. İsin -pasın, ağaçların köklerinin altından KAYIP BİR BULGARİSTAN çıkıyor. Bu tarihin içinde biz de varız. Bulgarların devlet kurma davasında biz de onlar kadar kurban verdik. Bulgar tarihçileri alışmışlar gerçeğin yalan yanını anlatmaya çalışırken, gerçeklere güneş vurmasından körleştiler. 1 200 Tarihçi stop etmiş. Kafalarının içinde viraj alamıyorlar. Komünisten anti-komünist olmak zor. Yalanlar arasından inci arayan bir tarihçiden, bir öğretmenden doğruları anlatan biri yetiştirmek imkansız. 30 yılda gerçekçi bir tarih kitabı yazılmadı. Kalemiyle kazanlar araştırmacı gazeteciler. Zulmüm motoru Bulgaristan Komübist Partisi, Bulgar savcılığı, İç İşleri Bakanşlığı ve gizli servis (DS) arşivlerine girmişler orada sabahlıyorlar. Kayıplara karışmış insanların torunlarının torunlarıyla görüşüyorlar. Sofya’dan sonra Stara Zagora (Eski Zara), Yambol, Sliven, Veliko Tırnovo, GornaOryahovitsa ve bazı başka illerde gizli servis (DS) izleri olan kayıp şahısları önemli olayları gün ışığına çıkarmışlar. Monarşi-faşist dönemden 1944’te sovyet istilasına geçerken kaybolan ulusun aydın ve öncü kesimini arşivde bulmuşlar. 658 doktor ve hemşire öldürülmüş. T. Jivkov Sofya komendantı iken, her gün 5 kamyon insan öldürülmesini emretmiş. 1945’ten “Halk Mahkemesi” kuruluncaya kadar 27 – 30 bin kişi öldürülmüş. Sonra bizim başımıza gelenleri biliyorsunuz. Binlerce kişi yargısız, sorgusuz zulüm gördü, içeri düştü, sürüldü. Bunlara mahkemelerde yalan şaitlik yapanlar kendiler utansınlar. Bu katliamların, bu kitle imha planlarının içinde, bugün de aramızda yaşayan, dönek kimlikli kişiler var. Onlar dün din adamı, başka bir gün ateist komünist, sonra yıne din amadı, danışman ve her defasında hain durumunda olan şahıslardır. Bu kişiler olmasaydı Ahmet Doğan tipi Türkler arasında tutunamazdı. Temelinde hep cahillik, üstün olma hırsı ve ezme hevesi olanlardan yararlanıldı. Bu yılların yaraları sarılmamış, sızıları devam etmekte ve her gün yenileri belirmektedir. Bu bize karşı açılmış ve 30 yıldan beri devam eden psişik bir saldırı savaşıdır. Bulgaristan’da bu iğrenç-


Makale ve Analizler - 2019

155

liğin ardındakiler hep aynı insanlardır. Anıların yok edilmesi, toplum üzerinde ağır psikolojik baskı yarattı. Yalan bir dinyada yaşamaya zorlandık ve zorlanıyoruz. Bu bir kuyudur, ağazı kapalıdır. Bu bir intikamdır. Kukusu mutlaka çıkar. İşte artık çıkıyor. Doğan bu iğrencliğin bekçisiydi. Anılar uyanıyor, dünya değişiyor. Bu iş af dilemekle olmaz, olmayacaktır. Çok derin anlatılmamış, üstü kapalı bir geçmiş, esir almıştır bizi. Tehlike büyüktür. Bulgaristan halkı gerçek liderini, öncülerini çıkaramaz, ezilip gider duruma getirilmişti. İki ölüm yok. Halk uyanıyor. Geçmişin hapsedildiği kuyuların kapakları açılıyor. Eski kafa sahte “liderlere” bundan böyle hayat hakkı yok. Bizi yönetemezler. Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlük davası Peevski gibi kalın enseli-polis-uşak tiplere veya Tsonev gibi kumar masası ebelerine devredilemez. Partinin dağılıp yeniden toparlanma zamanı kapıdadır. Biz hiçbir kimseden hayatımızı garanti altına almasını istemedik ve istemiyoruz. Biz kendi başımızın çağresine kendimiz bakarız. Doğan kör cahil bıraktığı 20. Asır çocuklarımıza iyilik yapmak istiyorsa, Burgaz ilindeki “Deniz Köşkünü” Bulgaristan Türkleri Öğretmenler Derneği Vakfına devretsin ve çocuklarımız orada kamp yapsın ve Türk dili, Bulgaristan Türkleri Kültürünü, ahlak, adalet, sanat öğrensinler. Bu kadar kötülükten sonra biraz da hayırı dokunmuş olur. Bizim kimseye ihtiyacımız yok. Atalarımız nice güçlüklerle baş etmiş. Biz her zaman kurt kalmışız ve asla it olmayız. Okuduğunuz için sağ olun. Paylaşanlara teşekkürler. İyi Ramazanlar.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Boş Pusula

Tarih: 17 Mayıs 2019 Yazan: BGSAM Konu: Memleketimizde seçim kokusu var. 26 Mayıs’a iki elin parmaklarından az gün kaldı. Bu defa, kimin hatırı için kime oy verelim? soran yok. Dernek üyelerimiz toplantı yapalım ve karar alalım demiyor. Otobüs kiralamak kimsenin aklından geçmiyor. Konuşan bakışlardan “Bu işin tadı kaçtı!” seziliyor. Halkımız susa bekleye susa gürleye kendi kararını kendisi vermiş. Sandık başına gidecek, ben Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davasının bir eriyim, politik olarak yaşadığımı duyurmak için oyumu kullanıyorum, fakat bültenimin üzerinde baştan başa büyük harflerle “DPS – DOST geçersiz oy” yazacak. Bu benim protestom olacak. Varsın yaşadığımı bilsinler. Var oluşumdan korksunlar. Bizim eridiğimizi düşünmesinler. Bir saatli bomba olduğumuzu düşünsünler. Her an fışkıracak bir volkan olduğumuzu bilsinler. Kardeşler bu tarla bundan sonra Ahmet Doğan ve ahırdaki öküzlerle sürülmez. DOST – DPS veya DPS – DOST mumunda lider fitili bitti. Gaz lambasıda gaz yok. Elektrik ampulü çoktan söndü. Yeni fitil, gaz ya da ampül lazım. Yani doğru dürüst bir lider lazım. Biz bu işi boş oy kullanarak hakettikleri dersi verip bitirelim ve yeni baştan oyun kuralım. Biz Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Milletten kardeşlerimizle, Tatar, Gagavuz ve Çerkez biraderlerimizle yoksulluklar ve direnişler yolunda yoldaşıyız. 30 yıl önce 19 Mayısta Cebel’de Bulgaristan tarihinin en dehşetli ayaklanmasının ateşini yaktık. 72 bin kardeş birden el ele omuz omuza siyasi erk gönderine bayrak diktik, irademizi örs ve çekiş arasında döve döve çelikleştirdik. BU MEMLEKET VATANIMIZDIR! BU CENNET BİZİM! Gittik, gezdik, dolaştık, geldik. Vatan hasretiyle yana yana geri döndük. Ben ölmezsem, sen ölmezsen, biz ölmez isek. Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa? Mezar taşlarımızda bizi bekleyen yazılarımız, çiçekler içinde karşılıyor bizi. Yeni yüreklenme ilham dolu. Kesin kararlılığımıza yemin ettik. Hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi yolundan dönmek yok.


Makale ve Analizler - 2019

157

30 yıldan beri mitingler yapıyoruz. Mitingten mitinge birbirimizi anlatıyoruz. Bir oyundayız. Atılan zar bizim zarımız değil kardeşlerim. Bu zar hilleli. Kısmetlerine hep şeş şeş, bizimki yek yek. Olmadı bu. Oyun hilleli ve devam edemez. Bu oyunu bozmalıyız. Fırsat fırsattır. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde şu hillebazların yolunu keselim ve kendilerinden hesap soralım. Artık her şey gün gibi ortada. A.Doğan multi milyoner, vilalı, köşklü, saraylı, yatlı, hademeli… Bir gün işe gitmeden milyoner olmuş, üstüne korumalı. Neymiş efendim “eşitmişiz.” Neymiş efendim “hayatı tehlikedeymiş.” Neden? Bu soruya yanıt verebilen yok. Türkiye, Orhan, Osman, Oktay, Ömer, Hasan, Ali, bu insanlarımızın büyükleri, eşleri, çocukları, tüm yakınları, şehirli ve köylüler, soydaşlar ve şehitlerle gurbetçilerimiz ONA düşman. Açlar ve işsizler, yoksullar ve cahiller, özürlüler ve onlara bakamayanlar ve daha kimler kimler Ahmet Doğan’a düşman. Onun dostları Rus, Bulgar ve daha bilmem kimler ama aralarında bizden kimse yok. İşe yaramayanlar, ne kadar dolandırıcı, rüşvetçi, hainlikte kahraman ve uşaklık yapmaktan zevk alan varsa hepsi etrafında… Partilerimizin bireysel yönetimden, diktatörlükten ve sorumsuz yönetimden kurtulma zamanı gelmiştir. Bazı işlerde geç kalındı. Bu seçimler kesin fırsattır. Yolumuz arınma, temizlenme, hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi yolunda birleşme yoludur. Bu yolda Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan halkımızla olamaz. Zaman ayrılma zamanıdır. Bu kararlılığın gerekçesi, davamızı satmanız, geçmişimizi öldürüp gömmeniz, bugünümüzü karartmanız, geleceğimizi de yok etmiş olmanız olabilir mi acaba!? Doğan’a düşmanlık dalgaları her gün kabarıyor, iç nefret dışa vurdu dalga dalga büyüyor, öfke göklere sıçrıyor. Bu defter dürülecek. Halkın kin dalgası VATANIMIZDA HAİNLİĞİ, ırkçılığı, ayrımcılığı, kör milliyetçiliği, faşizmin eski ve yeni her türünü musala taşına yatırmak is-


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tiyor. Ve başaracağız. O gün yakındır. Öfkemizin motoru okyanus gibi güçlü bir kindir. Aldatılmışlık duygusuyla ölmek istemeyenler isyana hazırdır. Stratejik planları yapanlar huzursuz. O, bağlı olduğun Moskova merkesindeki analiz şubesi 1958 yılında bir derin irdelemede bulunmuş ve “sosyalizmin 1989’da yıkılıp çökeceğini” öngörebilmişti. İşe koştukları her zavalı için de görev süresi tespiti yapar onlar. Senin yıldızının da “20 yıl parlayıp 10 yıl söneceği” öngörülmüştür. DOĞAN YILDIZI SÖNDÜ. Ama bu yıldızı yakan onlar değildir. Bu yıldızı halkımız yaktı. Bulgaristan Müslüman Türk azınlığı! Sen bizi hep ışığımızın gölgesinde tuttun. Aydınlığı başkalarına verdin. Biliyoruz sen hep korku içinde yaşadın. Kendi gölgenden korktun. Hatta onu öldürmek için önlemler aldın. En çok korktuğun akasya ağaçlarıydı. Daha 1990’da memleketimizde ne kadar akasya ağacı varsa kestirdin ve 2 metre uzun bir dal bırakmamak şartıyla hepsini ihracata sürdün. Akasyaların toprakta ve suda çürümediğini işitmiştin. Bir gün gelir, oturduğum koltuktan eşekten düşer gibi düşer ve herkes gibi ben de kara toprağa verilirsem, mezarıma akasya kazığı kakılır ve ebediyen çürümez diye sayıkladın durdun. Dev bir korku ve sen onu bugün dahi yenemedin, aşamadığın. Mevsim yeniden akasya mevsimi. 30 yıl önce dikilen fidanlar ağaç oldu ve hayat hakkı istiyor. Seni bu bahar ÖZÜR DİLEMEYE zorlayan akasya kokusudur. Hayat yenileniyor. Salkımlar bembeyaz. Ve senin korkuna çare yok! Biz, bu defa boş pusula vereceğiz veya hiç gitmeyeceğiz. Sen korkmaya devam et… çünkü sıra sana geliyor… Bizi izleyiniz. Dava ve zafer bizimdir. Paylaşmaya unutmayınız. En güçlü silahımız oyumuz ve irade birliğimizdir. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

159

1989, Bulgaristan Türklerinin Zafer Yılı

Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Gelenek sistemimizi oluşturamadık 1989, Bulgaristan Türklerinin ZAFER YILIDIR. Bu Mayıs ayı ise Mücadelemizin DORUK noktasına ulaştığı aydır. Tarihimizde uzanıp tutabildiğimiz en yüksek yıldızdır 1989 Mayıs Ay aklanmamız. Bir ayaklanmayı anlayabilmek ve anlatabilmek için kitap okumak yeterli olmaz. Çünkü dünya tarihinde planlı ayaklanma olmamıştır. 1989 Mayısında bizler kitaba deftere göre ayaklanmadık. Zaten hareketlenen kitlemizin yarıdan fazlası okur yazar bile değildi. Biz Bulgaristanlı Türkler Bulgarlardan tam 113 yıl sonra ayaklanabildik. Onlar 1837 yılında Osmanlı idaresi altında ilk liselerini (Gabrovo) açarken, biz Bulgar idaresi altında ilk lisemizi 111 yıl sonra açtık. Buyük şair Mehmet Akif Ersoy, “Felaketin başı hiç şüphe yok cehaletimiz, Bu derde çare bulunmaz ne olsa mektepsiz.” diye haykırıyor ve insanlarımızı uyarıyordu. Hiç bir sosyal oluşumun, Türk kimliğinin biçimlenmesinin, geleneklerimizi ayakta tutup geliştirerek zenginleştirebilmemizin okul ışıkları yanmadan gerçekleştirilemeyeceğine inanmış büyük önder Mustafa Kemal Atatürk de şunları eklemişti: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!” *** Kendileri yıl aşırı ayaklanan Bulgarlar, sanki ayaklanma psikolojisi teorisini kendileri yazmış, “akan yara savmaz” gerçeğinden hareketle, Türk topluluğu olarak hak ve özgürlüklerimizi elde etme mücadelemizin mayalanmasını, birikim yapıp haksızlık ve adaletsizliğe karşı isyan etmemizi göçe zorlama siyasetiyle bastırıp boğabildi: Bulgaristan İstatistiklerine göre, 1893-1902 yılları arasında 9 yılda 70 bin 603; 1923-1939 yılları arasında 16 yılda 198 bin 769;


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1940-1949 yılları arasında 9 yılda 21 bin 353; 1950-1951 yılları arasında 2 yılda 154 bin 393; 1969-1978 yılları arasında 9 yılda 130.000; 1989 yılında SADECE 3 ayda 345.000 ve bugüne kadar toplam 720 bin Bulgaristan Türkü Türkiye Cumhuriyetine göç etmiştir. Küçüklü büyüklü göçler geçen yüzyılda her bir Türk ailemizin bitmeyen sızısı oldu. Biz hep azaldık, küçüldük, söndük, ezildik ve nihayet biz de insanız bilinci ve ruhuyla Mayıs 1989’da öz haklarımız uğruna ayaklandık. O gün bu gün yine durumda pek önemli değişikler olduğu söylenemez. Çocuklarımız yine cahil, okullarımız kapalı, babalarımız işsiz, annelerimiz üzgün ve hepimiz umutluyuz. Umudumuzun anlamı “bu gidiş gidiş değil, her gidişin bir de dönüşü vardır” cümlesinde özetlenebilir. Biz 1989 Mayısında ayaklanırken, kitle psikolojisi kitapları okumamıştık, ayaklanmanın taktik ve stratejisi sözlerini işitmemiştik, isyanda önderin (liderin) rolünün son derece büyük olduğunu da işitmemiştik; bir ayaklanma esnasında sıradan insanların şahlanan ruhunun en zırhlı araçlarla silahlanmış askeri birliklerden daha güçlü ve yenilmez olduğunu da hatta o zamanları düşünememiştik; Fransız, İtalyan ve Alman Devrimlerinden sonra yurtlarından kovulan isyancıların 4 dilli ve kantonlu bir İsviçre federasyon kurduklarını da bilmiyorduk; en kötüsü de isyandan sonra bizi de sonsuz bir sel gibi Türkiye sınırına akmaya zorlayacağımızı da tahmin edememiştik. Önemli değil, Türk Halkı ayaklanmış olmamız ve ayaklanmamızın hedefi olan Todor Jivkov’un komünist-totaliter baskıcı ve terörist rejimini 10 Kasım 1989’da devirebilmiş olmamızdı. Bizler pes etmedik. Zafer bizimdi, ama istediğimiz gibi kutlayamadık. Verdiğimiz kanlı mücadeleyi, tonlarca gözyaşımızın aktığı örneğin Mestanlı’da ayaklanmacılar ile silahlı milis, asker ve siviller çatışmasını şairlerimizden Süleyman Ardalı şöyle yaşatmıştır: MESTANLI MEYDANI Namusluluğunun, çalışkanlığının ve sabırlı oluşunun cezasını çeken insanlarımız. Terk edip gecelediği dağ başlarını ve içlerine akıtarak göz yaşlarını gömdü soğuktan donup ölen bebelerini, çevirdi nihayet düşmana gözlerini yürüdü.


Makale ve Analizler - 2019

161

Ve önünde mertçe durmaya, Yürüdü çilesinin hesabını sormaya. Ye üç nehir taşıverdi teknesinden Üç nehir harıl harıl doldurdu sokakları Ye çıplak ayaklarıyla çiğneyip kan Üç nehir Mestanlı Meydanı’nda karşılaşacaklardı Meydan temizçeydi, dardı. Ve Mehmetler, Aliler, Ayşeler, Zeynepler küme küme, birer birer Köy yollarını geçtiler, Dağ bellerini aştılar karşılaştılar. Ürkek ve kararsızdılar önceleri Yalın kılıçlar gibi yalın Ve çıplak elleri Bir yandan masum insanlarımız Topu tüfeği ile düşman öbür yanda. Terasından seyrediyor balkan Kasabı Kurnazdır, bilir işini Sırıtarak seyrediyor bak Tankların çocuk arabalarını ezişini… Ey düşman, yanına mı kalacak bu? Temerküz kampına çevirsen de her yanı Doğup öleceğiz, ölüp doğacağız Görünceye dek çilemizin hesabını. Yüzümüzdeki hüzün Şehitlerimizin yasıdır. Kanımızla boyanan bu meydan Bu şehrin bizim oluşunun damgasıdır. *** Ve bu ayaklanmanın hiç bir sebebi bizden kaynaklanmadı. Doğmaz düşmanlık yüreğimizde. Ve bugün bana sordukça torunlarım “Neden böyle oldu be dede?” diye, hep şu masalı anlatıyorum:


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bir yığın kirpi soğuk bir kış günü birbirlerini ısıtmak ve ayazda donup kalmamak için birbirine iyice sokulmuştu. Gelgelelim, biri ötekinin dikenlerini kendi vücudunda hissetti; bu da onları yine birbirinden uzaklaştırdı. Isınma gereksinimiyle ne zaman birbirine yaklaşsalar, dikenlerinin birbirinin vücuduna batması gibi tatsız bir durumla karşılaşıyorlardı. Böylece iki kötüden biriyle ötekisi (soğuk ile dikenlerin batması) arasında gidip geldiler, sonunda birbirinin yakınlığına en çok katlanabilecekleri bir uzaklık keşfettiler, bunun sağladığı az buçuk bir ısıyla yetindiler ister istemez.” Bu masal bizim Bulgarlarla neden yapamadığımızı anlatır. Biz katlanmayı öğrensek de onlar öğrenmek istemediler, biz yetinsek de onlar yetinmediler, bizim olanın hepsini almak, bizi de göçe zorlamayı tercih ettiler, bize karşı baskı ve terör uyguladılar. Babalarımızın ataları, bizim de babalarımız gibi olmak istememizi çok gördüler. Bizi model aldıkları kendi benlerine benzetmek istediler. Bugün de “Bulgar Etnik Modeli” gibi başka bir ara-model uydurdular ve bizi eritip yok etmekten vazgeçemediler. Bizden Bulgar Taklidi yaratmak istediler. Asıl kalma, kendimiz olma ve asla taklit olmama mücadelesinde biz doğal bir kitleydik. Türk halk topluluğuyduk. Büyük ayaklanmamızdan önderimiz Peygamberimiz ve Allah’ın adaletine sonsuz inancımızdı. Kitlemizi ayakta tutan büyük güç haklı olmamız ve hiç bir kimsenin hiçbir şeyinde gözümüz olmadan bizim olanı istememizdi, Mayıs 1989 Ayaklanmamızdan büyük sayıda kurban verdik. Kurşunlananları gören sahip çıkan olmadı. Daha sonra onlara Anıtlar diktik. Yeni bir kuşak yetişti. Ne yazık ki hafızasındaki Bulgaristan Türklerinin şanlı öz tarihi sayfaları boş, şarkılar, türküler, şiirler söylemiyor, göndere diktiğimiz bayraklarımız dalgalanmıyor. Her sabah Türklük anıtı içmiyor. Ayaklanma ruhu kitaplardan öğrenilmez dedik, o telkin edilir, kuşaktan kuşağa aşılanır. Bir bireyin duygularını ve heyecanını kitleye aşılamak sanatların en büyüdür. Devrimci eğitimi ölüme gidecek gençler yaratmaktır ve bu işin okulu hayatın kendisidir. Eylemlere geçenler bizde de isyan suyundan içmeye olağanüstü yatkın, düşüncelerinden ağırbaşlılıktan coşkun ve yargılarında aceleciydiler, öyle şahlanmışlardı ki,, hiçbir kimseden akıl almadıkları gibi, öz güvenle silahlanmış, öz saygıdan ve sorumluluktan uzaktık. Haklarımız için ayaklanmıştık. Özgürlükleri de kendimiz için değil hepimiz için istiyorduk.


Makale ve Analizler - 2019

163

Bizim isyanımız, eskisi, gibi çalışmak ve yaşamak, devamlı tırmanan bir baskı altında yaşamak istemediğimizin sembolüydü. Dava ortaktı, bireyler kitleyi kitle de bireyleri büyülemiş ve herkes birbirine kaynaşmıştı. Ve bugün 27 yıl sonra, elde edemediğimiz haklarımız yine pazarda, biz yine yalnız kuruma hakkımız olan bir değnek gibiyiz, hayat suyu çekilmiş bir dernek baştan başa özgür olsa da ne olacak! Bütün Ayaklanmaların suçluları ve katilleri yargılanıp ipe çekilmiştir. Bizimkiler paşa gibi yaşıyor, hatta hainler için özel köşkler inşa edildi, paşalık sürüyorlar. Bizim İsyanımız bitmedi. Memleketimizden kovulduk ama pes etmedik. Baharla birlikte yeniden uyanmak istiyoruz. Ufukta umut görüyoruz. Gelecek mutlaka bizim olacak! Mayıs direnişlerimizin ayıdır. Direnmek bizim geleneğimizdir! Ateş geleneklerimizin içindedir. Okuduğunuz için teşekkür eder ve paylaşmayı unutmamanızı arzu ederim. Saygılarımla,


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

19 Mayıs Cebel Ayaklanması

Tarih: 19 Mayıs 2017 Yazan: Oya CANBAZOĞLU Konu: 19 Mayıs Cebel Ayaklanmasını anıyoruz. Hiçbir şey unutulmadı ve unutulmayacak. Bu topraklarda 1000 yıllık kültür kodumuz var.

larına

Avrupa kültür mirasından parçayız.. Mayıs Ayaklanmamız tarihimizde en önemli siyasi olaydır. Memlekette anma törenleri düzenleniyor, kahramanların anıt-

çiçek ve çelenkler konuyor. Çocuklar şiirler okuyor. 1989 Mayıs İsyanı, Bulgaristan’da totaliter diktatörlüğün omurgasını kırdı. Berlin Duvarı’nın yıkılmasına, Soğuk Savaş’ın bitmesine katkımız oldu. 19 Mayıs 1989 dendiğinde Bulgaristan Türkleri Cebel’i düşünür. Büyük isyanın patladığı an hafızamızda capcanlıdır. Halk tepkisi mezarlıkta başladı. Bize bu dünyada yaşamı haram edenler, ezenler, Cebel mezarlığında da Türkleri korkutmak, susturmak ve yıldırmak istemişlerdi. Ne Paniş öldü ne de Avni Veli. Tabut kapağı hain muhtarın başına geçti. Cebel halkı yürüdü. Bulgaristan deprem yaşadı. Dünya hayran kaldı. Düşman küçük dilini yuttu. Tek sözle beklenen oldu. Halkımız ayaklandı. 28 yıl sonra hak ve özgürlük davamızda biz haklıyız ruhuyla Cebel Meydanı yine dolacak. Eski tüfeklerinden, kırık kemikler, yaralı yürekler, hapisçiler, Beleneciler saflarda seyrekleşmiş olabilir. Her şeye rağmen dava yaşıyor. Kimileri kürsü kaparken, dava adamları kahramanlar çeşmesi etrafına toplanacaktır. Bayraklar dimdik. Kitle bekleyecek. Eskiden meydana çıkmaya korkanlar, sonraki yıllarda okumadan konuşamayanlar yine takacaklar siyah gözlükleri. Çünkü o zaman Halkın gözüne bakamadılar şimdi ise hiç bakamıyacaklar. O zaman dimdik, Türk gibi yürümüşlerdi. Şimdi ise konuşmaları Bulgarca dinleyecekler. Düşman yine bayram edecek. Parçalandık. Zayıf düştük. Öyle oldu ki halkımızın ne mecliste, ne hükumette, ne de meydanlarda gerçek temsilcisi kalmadı. Lütfü Mestan oturmuş milyonların üstüne, azımdan laf kaçar diye korkuyor. Osman OKTAY, Güner TAHİR, Kasim DAL ise insanların


Makale ve Analizler - 2019

165

arasına giremiyor. Kısaca meydan yine HÖH-DPS ye kalacak gibi. Cenaze imamları bu işlerin yalan uzatmakla olmayacağına inandı gibi. Karadayı da faşizmin iktidara çöreklendiği bir dönemde kör bıçakla miting geziyor. İnsanlarımız iktidardan uzaklaştırıldı, devlet işlerinde görevli 5 kişimiz yok. Horoz dövüşü seyrediyoruz. Bulgaristan Türklerinin kendi içinden halkın seçeceği kabul edeceği yeni bir siyasi partiye ihtiyacı var. Bu güne kadar kurulanların hepsinin sahipleri belli bunları 10 yıl sonra okuyabiliriz gazetelerden… Arşivler açıklandığında ve herkes vay vaaayyy vaaayyy bu da mı? diye bağırmanıza gerek yok bu günden zaten her şey ortada. Sadece biraz aklımızı kullanalım yeterli olacaktır. Kim kimin uşağı olduğu belli sahipleri değişse de uşaklıkları değişmiyor. 1989, O sabah tütün ocakları susuz, koyunlar kuzular sayada, tavuklara kümeste kalmıştı. Genç kızlar silah olarak ellerine bahçe çapalarını, erkekler orak ve tırpanlarını, yaşlı kadınlar feracelerinin altına tütün iğnelerini ve ucu demirleri tütün kazıklarını almışlardı. Önce dış kapıların önünde şöyle bir yan yana oturdular. Göz göze geldiler. İçlerinden bu son oturuşumuz olabilir, geçirenler oldu. Sınır kapıları açılmış, halk zekâsına yol verenler birer, beşer kovuluyor, halk öndersiz de olsa yollara dökülmüş hak hukuk davasında güç topluyordu. Direnişin kıvılcımları ateşi tutuşturmaya yelteniyordu. Dünya, bir isyanın nasıl olacağını önceden bilebilen ne bir strateji ustası ne de bir taktik lider doğurdu. İsyan eden halkımın kahraman evlatları 1000 yıl köylerde yaşamış, son 100 yılda köyden kente uygarlık yolu arayanlara hep sınır kapısı gösterilmişti. Doğdukları yerde üremek, köy—kentler kurmak, orta büyükte kentler oluşturmak emelleriydi. Yaşadıkları topraklara sevgi getirmiş, saygı ekmiş ve hoşgörülü bir toplum oluşturmuşlardı. Avrupa’yı şaşırtan komşu kapıları olmuştu. 200–300 sene savaşsız yaşama kültürünü de Türkler getirmişti. Evleri çocukları için dikiyor, cami ve medreseleri Allah evi olarak, türbeleri geleneklerini yaşatmak, köprüleri herkes gelip geçsin diye kuruyorlardı. Onların konakladığı topraklarda, onlardan önce kazan kepçe, paylaşmayı bilen yoktu. Man kiriş, tuğla kerpiç, oluk kiremit, yorgan döşek derken nice milleti ocak başında yaşamayı öğretmişler, karşılık beklemeden hayır etmeyi gelenek etmişlerdi. Yıllarca taşınan bir yük var halkımın sırtında, tüm iyiliklerinin kötüye anlaşılmasının yüküdür bu.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı azınlıktan olup kafası düşünen, iradesi oluşmuş, geçmişiyle yaşarken geleceği görebilen ve tüm çocuklar gülsün umuduyla coşan erkeklerin mimlenmiş ailelerden ev ev toplandığı mı diyeyim, tutuklanarak, kolları kelepçeli bilinmeye bir yerlere götürüldüğü ve gidenlerin dönmediği bir zaman kesiminde mi diyeyim, pek bilemiyorum. Oysa kin ve öfke öyle taşmıştı ki. Kıvılcımlanmıştı gözleri. Bazen ellerinin kendiliğinden titremeye başladığını, beyinlerinde hiddet şimşekleri çaktığını çok sonradan fark ediyorlardı. Sabahlardan 20 Mayıs 1989’du. Erken öten horozların sesinde çağrı vardı. “Hadi uyanın artık, ocaklar sulanacak, ahır temizlenecek, inekler sağılacak, koyunlar sürüye katılacak” demiyor, güzelin güzeli namelerle “hadi kalkın, bu iş böyle olmaz, bu gidiş gidiş değil, bugün İsyan günü!” Telalığı yapıyorlardı. Kalktılar. Ayakları sanki vites değiştirmişti. Ahıra, sayaya, tütüne gitmiyor, meydanlara adımlıyordu. Hayat adına ölümü görmeye hazırdılar. Yürüdüler. Arkalarında derin bir gizli örgütlenme olduğunu duyumsuyorlar. Radyo dinleyerek devrimci hareketlenmenin nabzından şaşmıyorlardı. Protesto gösterilerinin patlama noktasında olduğunu dünden biliyorlardı.. Analar ağlamaktan, gelinler beklemekten, yaşlılar yere bakmaktan bıkmış usanmıştı. Sabrın barajı patlamış 14–15 Mayıs günleri Silistre ve Şumnu’da çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu binlerce Türk barışçı protesto gösterileriyle Bulgaristan’ı baştan başa titretmişti. 19 Mayısta Cebel ayaklandı. Anaların, kızların, yengelerin ve gelinlerin önünü almak mümkün değildi. Halkın kin ve nefret dalgası kabarmış, Deliorman uğulduyor, tozlaşmak isteyen Dobruca ekinlikleri rüzgârla öpüştükçe doğa coşuyordu. Dünyanın en güzel insanları zulümden kurtulacak hava esiyor, kuşlar şarkı söylüyordu. Bulgaristan daha önce baştan başa Türk ayaklanmasıyla çalkalanmamış, dilini yutmuş, şaşakalmış. Türkler milli birlik sağlamışlar ve ayaklanmışlardı. En çok korktukları olmuştu. Bohçalar, Akkadınlar, Vokil, Çerkovna, Kemaller, Cebel, Beli Lom, Osmanpazar, Şumnu, Kazan, Benkovski, Ecerçe, Razgrat, Mahmuzlar ve Dobriç dalga dalga ayaklandı. Binlerce kişinin katıldığı kitle protesto gösterileri birbirini izledi. 52 bin 700 isyancı dikildi totaliter devletin, baskı, terör ve zulüm rejiminin karşısına. Evde, köyde kalanlar, kamplarda ölüm bekleyenler, zindanlarda körleştirilenler, dağlarda ve ovalarda kazma kürek elde totaliter diktatörlüğe mezar kazanlar.


Makale ve Analizler - 2019

167

Dillerine, dinlerine, geleneklerine el uzatanlara, sevdiklerini domuzlara yem yapmak isteyenlere halk olarak yediden yetmişe ve kundaklardakilerle birlikte isyan etmişlerdi. Sayıları hiç önemli değildi. Çünkü bir kişi bin kişiye eşitti. Biletler kan içinde, ayaklar çıplak, bastıkları kara toprak, bu cennet bizim onuruyla ayaklanmışlardı. Kimseden bir şey istemediklerini, Allah’ın doğduklarında kendilerine bahşettiği hakları ve hava ile su gibi, yağmur ve tolu gibi herkesin olan özgürlüklerini istiyorlardı. Alkış da beklemiyorlardı. Demokrasi gelirken beraberinde hukuk devletini de insan haklarını, hak eşitliğini, etnik haklarını da getireceğine inanıyorlardı. Diktatör rejimin, totaliter zulmün ve komünizm yalanlarının umum mezarını kazmışlar, üçünü de bir çukura defnetmek istiyorlardı. O sabah güneş onları kutlamak için gökyüzüne dikilmiş, işlerine engel olmayayım diye rüzgâr hızını kesmiş, yüzlerini okşayan mehlemdi. Gönülleri ve ruhları ise birbirine sarılmış ve birbirine kenetlenmiş, ne lider, ne önder arıyor, kendi yolunu kendi seçmiş, özgürlüğün yönü olmaz inancıyla ilerledikçe ilerliyordu. Mayıs 1989 Ayaklanmamızda biz vatan toprağımızda 1000 yıllık kültür kodumuz olduğunu gösterdi. Avrupa kültür mirasından parça olduğumuza inandırdı. Totalitarizme karşı Bulgarlar uyurken biz ayaklandık. Bu erdem hepimizindir. Ne DOST ne de DPS ne de başka biri bu kazanımımıza sahip çıkamaz, çünkü ayaklanmamızı hedefinden saptıranlar, ödün verenler kendileridir. Bu bakıma bugün ve yarın yeniden uyanma ve örgütlenme zamanıdır. Bulgar iyice kudurmuştu. Protesto gösterilerine katılanlara ateş açılması, hastanelere ve kliniklere yaralı Türklere hizmet verilmemesi emri verilmişti. Bir haftada binlerce yeni tutuklama yapılmıştı. Coplama, men geme, elektrik masası, şok uygulaması vb almış yürümüştü. Son görüşmemizde, Bulgaristan Türkleri aydınlarından İslam Beytullov Sofya’da tutuklu kaldığı günleri şöyle anlattı: “Tarihi, günleri iyice şaşırmıştım. Polis Müdürlüğü mahzeninde güneş görmeden kaç gün kaldığımı bilmiyorum. Çekip çıkardılar ve 6 kat müdürlüğün yedinci katındaki balkona götürdüler. General Çergilarov oturmuş beni bekliyordu. Oturdum. Sanki dostça baktı. Ben günde 2 paket içen biriyim. Bağırım yanmıştı. Bir sigara istedim. Verdi. Kibritim, çakmağım yoktu. Ateş rica ettim. Bana çakmağıyla ateş verecek gibi yaptı. Öyle bir yumruk vurdu ki, 2 dişim birden fırladı. Ardından da, biz seni onun için mi besledik, diye bağırdı. Bizler bun-


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ları hiç unutamadık. Unutmamalıyız…” Hepimizin ayrı bir kaderi vardı. Çekilerimizin ortak adı zulümdü. Aldatıldığımızı, hain tuzağa düşürüldüğümüzü anlayana kadar yıllar geçti. Sonra bazılarına sofra dar geldi, bölündüler, parçalandık. Bu büyük yenilgimize yeni başlangıç oldu. Halk değişim istiyor. Oyun kuracak yeni parti arıyor. Atılımları yeni bir siyasi oluşumda birleştirmek özlemiyle şahlanmaya hazırlanıyor. Tanklarla yüzleştik. Birlik ve beraberdik. Ölümden başka hiçbir şey bizi yenemez inancıyla tankların üzerine çıkmıştık. “İşte biz sizi ayakaltına aldık ve çiğniyoruz, siz bir hiçsiniz” diyebildik. Üzerimize kör kurşun yağdı. 42 şehidin kanı kara kan değil, doğan özgürlüğün şakıyan allığıydı. Özgürlük savaşında can vermek gibisi var mıydı. Bakışarak helâlaştılar. Doğdukları topraklarda kurban olmak vardı. Onların cenneti bu topraklardı. Saygılarımla, Dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

169

Tanıyamadıkların Atalarındır Tarih: 17 Mayıs 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Aynaya bak, aynaya. Nem Kaldı? Böyle parsel parsel bölünmüş dünya Bir dikili taştan gayrı nem kaldı Dost köyünden ayağımı kestiler Gözlerimde yaştan gayrı nem kaldı Yiğit geçinenler namert çıktılar Sonra ettiğine pişman çıktılar Eski dostlar bize düşman çıktılar Birkaç tane itten gayrı nem kaldı Cem Karaca Sorularınızı alıyorum. Kalemim kırılmadı. Yazmaya devam. Bulgar araştırmacı yazarlardan Prof. Vili Lilkov ve Hristo Hristov’un yeni çıkan “Kayıplara Karışan Bulgaristan” kitabını okuyordum. Çok yüklü 500 sayfa. Zorladıysam da hızlı okunmuyor. Satırların arasına hendekler kazılmış, stoplar dikilmiş, setler örülmüş ve durup bir iki çay içerken, boşluğa bakmak, algıya aşılmak gerekiyor. Aslında saatlerce aynaya bakmak ve içinden birşeyler çıkmasını beklemek lazım. Geçmişi aynadan çağırmak zor iş. Gerçekler tarih kuyusunda gizli… Yukarıdaki şarkıda büyük usta Cem Karaca’nın söylediği gibi, yeyüzü parsel parsel bölünmüş değil, kat kat dibe inmiş ve kitapta kat araları analiz edilmiş, gerçekler kendilerini anlatıyor, sabırlı olup dinlemek gerek. Bunlara dur demek zorundayım. 26 Mayısta, yani 8 gün sonra Bulgaristan’da yapılacak olan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerini düşündüm. Ninemin un elemesi geldi aklıma. Un elekten geçmeyince, eleğin bir köşesinden ötekine aktarır ve sallamaya devam ederdi, yine de bir


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şey olmayınca, “usta yazık etmiş buğdaya, selam göndermiştim, ince diye, dingil kaymış besbeli” diye mırırdanırdı. Usta dediği, bizim komşu değirmenci Ali. Memleketimizde her işimiz tıkırında da, Brüksele gitme meraklıları meydanlarda. Bir kavgadır almış gidiyor. Bugün bültenleri kamyonla Varna, Burgas ve Kırcali’ye gönderdiler. Bir yandan da birçok yerde oylama makineyle yapılacak diyorlar. Memlkette 2.5 – 3 milyon insan var, 7.200 000 (yedi milyon iki yüz bin) bülten basılmış. Anketçiler farklı konuşuyor. Kimilerine göre GERB 600 bin, sosyalistler – BSP 550 bin oy alacak. Yüzdelere göre GERB BSP’den % 0.8 puan önde bulunuyor. Millet sandıktan çekildi. Ne var ki 44 ulusal ve yerel medya – 11 TV, 3 radyo vericisi, 16 gazete ve 14 haber sayfası ve ajansı sandığa gitmek istemeyen seçmeni motive etmeye çalışıyor. Bu iş için bugüne kadar BSP 500 bin levadan fazla, GERB 476 bin leva, Volya “İrade” partisi 300 bin leva, 4 sene pasaport satarak para toplayan milliyetçi VMRO 268 bin leva ve HÖH-DPS de 130 bin leva masraf yapmışlar, paralar oluktan akar gibi akıyor, ağızında diş olmayan yaşlılara gönül almak için köfte-kebab, rakı, şarap,bira ikram ediliyor ve akla fikre sığımaz vaatlerde bulunuluyor. Neredeyse emeklilerin emekli maaşları Almanya emeklilikleri kadar olacak, asgari ücret de Fransa ile eşitleştirecek. Dilin kemiği yok. Vaatleri dinlerken şimdiye kadar 52 kişinin yüreği geçmiş ve horlamaya başlamışlar… TV etranına çıkanlardan hiç kimde AP’de ne işi olduğunu halka anlatamadı. Bulgaristan’dan bakıldığında 3 bacaklı bir AB görülüyor. Bizim sağ ve sol milliyetçiler AB’nin dağılmasını istiyor. (Milletvekili çıkarma şansları az) Sostalistlerler BSP milliyetler AB’sinden yana. Geveledikleri sakız – milli çıkarların savunulmasına öncelik istiyor. GERB partisi Avrupa Halk Partisi ENP çizgisinde ve Federativ ve ulusal devletler üstü bir AB’den yana konum alıyor. Bu üç gruptan her biri aynı arabayı çekmeye çalışsa da, Fransız yazar La Fontene’in “Kartal, Balık ve Yengeç” masalındaki gibi, kartal arabayı uçurmaya kanat çırparken, yengeç yola, balık da suya çekmeye çalışıyor. Bu seçimde bizdeki asıl kavga TIR şöförlerinin haftada bir “hamama gitmesi” üzerinde yoğunlaştı. Şöför sırtının haftada bir su görmesi ve şoför kabinde değil de, insan gibi normal otel yatağına uzanması Fransa Cumhurbaşkanı Em. Macron’un önerisi. Bu teklif, 2018’de ve 2019 Nisan’ına kadar AP bileşiminde onaylanamadı. 2019’da kabul edilirse, 130 bin Bulgar


Makale ve Analizler - 2019

171

şoför aileleriyle birlikte toplam 500 bin vatandaş ekmek teknesini Batı Avrupa ülkelerine taşımak zorunda kalacak. Fakat benim kanımca 2019-2023 AP yasama döneminde Bulgar milletvekili adayları ve Brüksel’in açık büfesine oturmak isteyen kalabalığın ana ve temel öncelikli problemi “Kayıplara Karışan Bulgaristan” araştırma eserini okuyup algılayarak aynaya bakmalarıdır. Tarihimizden koparsak gelecekte kayboluruz. Bunu yapmadan Brüksel’i boylamak yanlış olur. Fakat bu kitap, yalnız AB milletvekillerimiz ve vatandan ayağını kesmiş olanlarımız için değil, hepimiz için çok değerli olduğundan dolayı, Dr. Lübomir Kanov tarafından yazılan ÖNSÖZÜ üç bölüm halinde siz okurlarıma, tam metin olarak, sunmak istiyorum. Bu önsöz kendi başına dünyaya farklı bir bakış açısıdır. Dostluklar dolu bir yarın özleyenlerin olmazsa olmazı olabilir. ÖNSÖZ Ben elinizdeki kitabı okumayı bitirdikten sonra, aklıma ilk gelen, şu oldu: Tarihimizden, üstelik en yakın tarihimizden bu eserde belgelenmiş olanlar yanında, Bulgar katili Vasiliy’in yaptıkları nedir ki? İslam saldırısı ve Osmanlı Sultanları ne yapmışlar ki? Beyazit Yıldırım’n esamesi okunur mu ki? Bulgar toprağında terör estiren Kırcaliler, Dağlılar, zaptiyeler, çıtaklar ve Başıbozuklar’ın yaptığı ise tamamen bir hiçtir. Bu kadar büyük sayıda boynu bükük Bulgar’ın kanını akıtan, kendi halkına vahşi bir biçimde zulüm eden, bu kadar büyük acılara sebep olan ve bütün ulusumuzun kalbini bu kadar derin yaralayan bir dış saldırgan ve düşman yoktur. İkinci Dünya Savaşı’nın alevleri içinde yabancı silah ve tanklarla ülkemize dayattılan ve 50 yıl devam eden, özü bakımından yabancı, insan düşmanlığı açısından dehşet verici olan bir ideolojinin komünistler tarafından gerçekleştirilen Bulgar Soykırımını tartışılmaz biçimde kesin belgeleyen bu şeffaf eserin sayfaları ve içindeki belgeler ardında nelerin bulunduğunu insan hayalinin çaresizliğinde kavramaya çalıştım. Bugüne kadar devam eden yankılar o kadar güçlü ki, bizde yaşanan soykırımın sona erip ermediği, yoksa başka araçlarla bugü nde sürüp sürmediği sanki kesin olarak bilinmiyor. Başkalarının çekisini anlatmak için, dilimize öteki diller-


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

den giren kavramları, hatta “genotsid” (holokost), (katliam), (soykırım) gibi bir şeyi tamamen ve bütünsel yok etmeyi ifade eden bir kavram kullanmak istemiyorum. Bundan uzak kalmak istememin nedeni, başkalarının çekilerinin bizi ilgilendirmediğinden dolayı değil, milyonlarca isimsiz kurbanın çekileri önünde, dehşet saçan 20. yüzyılın tüm kurbanları önünde şapka indirmek ve boyun eğmek zorundayız. Ne ki biz bu kitapta insanlık yanı olmayan Bolşevik ideolojisi totemlerinin bizim kendi Bulgaristan kurbanlarımızın gözlerinin içine bakma olanağa bulabiliyoruz. Onlar kitabın her sayfasından sesizce, bazı yerlerinde ise bir vesika kenarından bize zaten bakıyorlar. Belgelerde, istatistik ve rakkamların daktilo sayfaları yaşananlara pek gözlü tanık oluyor. Hayatlarını, boş yere yitiren, merhametsizce ezilen on binlerce insan! Hayatı boşa gitmiş, horlanmış, hiçe sayılmış, sokağa atılmış, sürülmüş, terör tarafından eli kolu bağlanmış toplumda ümitsizlik pençesinde, korku ve sefilik içinde kıvranan yüz binlerce aile üyesi. Hayat basamaklarında yükselmiş olan başarılı kişilere karşı, kaliteye karşı, yüksek manevi efsav sahibi olanlara karşı, dürüst, namuslu ve çalışkan olanlara karşı alçaklık, kıskançlık ve üstünlük sağlayan basitlik lehinde bir amansız savaşımın nasıl yürütüldüğünü insanı dehşete düşüren elinizdeki araştırma eserinde mikroskop altında izleyebiliyorsunuz. En yüce nitelikli ve aydın kişiler üzerinde en niteliksiz ve kör cahil olanın yüz karasının zaferi ve insanlık ve doğa dışı bir seçim başka herhangi bir yerde asla görülmemiştir. Biz Dr. Lübomir Kanov tarafından kaleme alınan önsözü tercüme edip dikkatinize sunmaya devam edeceğiz. Yazılarımızda bu eserden birçok alıntıya da yer vermek istiyoruz. Ne yazık ki, AP seçimlerine giderken ülkemizde durum anlatılandan pek farklı değil. Seçim kazanmak istiyenler bol keseden para saçıp oy toplamaya çalışıyorlar. Kendime şu soruyu soruyorum. Kazananlar AP’na ne götürecekler? Hiç birisi Bulgaristan’ın bunalımlarından başka bir şey götüremez. 26 Mart 2017’den bu yana III. Boyko Borisov hükümetinden 7 bakan düştü. Yamalı pantalonla düğüne gidiyoruz. Kelepir nerde biz ordayız. En önemli olansa seçim yaklaştıkça halkta korku büyüyor. Korku bizden korkmaz oldu.


Makale ve Analizler - 2019

173

En büyük korku ise tarihin canlanmasında gizli. Ölüler konuşamıyor ama belgeler konuşuyor.Halkın adalet iradesi belgelerde yaşıyor. Bizim irademiz de bize ayit belgelerde yaşıyor. Konuşturacağız… Devam edecek. Okuyanlar paylaşsınlar lütfen. İnsan kimliğinin yarısı geçmişte yarısı gelecekte olsa da bugün yaşar. Birlik olalım. Dstlarla paylaşalım bilgilenelim bilgilendirelim İyi Ramazanlar!


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Kayıp Aday Tarih: 18 Mayıs 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Zehirli ağıcın meyveleri acı olur.

1990’dan bu yana Bulgaristan’da yapılan seçimlerde “ölü canlılar” oy veriyordu. 26 Mayıs’ta yapılacak Avrupa Parlamentosu (AP) milletvekili seçimlerinde yeni bir olayla karşı karşıyayız. Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) AP aday listesinde 2. Yerde bulunan Delyan Slavçev Peevski ortalıkta yok. 19 Nisan 2017’den sonra milletvekili olarak Sofya meclisine girmemiştir. Bu seçimde, onun AP milletvekili seçilebilmesi için, kurallara göre, son dönemde 6 ay bir Avrupa Birliği (AB) ülkesinde yaşamış olması gerekiyor. DPS’nin altını oymaya çalışan sert Bulgar milliyetçi partileri geçen hafta Yüksek Seçim Kuruluna, Yüksek Mahkemelere ve Baş Savcılığa başvuruda bulunsalar da bu konuda 18 Maayıs tarihine kadar bir yanıt alamadılar. Peevski 2009’dan sonra 41., 42., 43. ve 44. mecliste HÖH-DPS milletvekiliydi. 1980 doğumlu olan Peevski bilinen bir iş adamı ve siyasetçidir. İş hayatına “MULTİ-GRUP” Holdingte başlamıştır. Politik hayata ise, 2001’de eski Çar İkinci Semeon Sakskoburrgotski’nin Bulgaristan’da döndükten sonra kurduğu, İkinci Semeon Milli Hareketi (NDSV) Partisi saflarında girdi, DPS’ye daha sonra katıldı. Milletvekili olarak meclisin hukuk ve güvenlik komisyonlarında yer aldı. Sosyal medya D. Peevski’nin işlerini her defasında annesi İrena Krısteva ile bağlı gördü. Devlet Lotaryası şefi olan Bayan Krısteva özel sektör sahnesine ansızın ve 55 milyon US Dolar sermaye ile çıktı. Paranın kaynağının yakın temasta bulunduğu bir Yunan İş Adamı olduğu söylentisi dolaşırken, her defasında Rus sermayesi olduğu iddiaları daha fazlaydı. 2018 yılı vergi bildiriminde D. Peevski’nin 5 banka tasarruf hesabı ve bunlarda 16 851 810 leva olduğu görülüyor. “İntırs” AŞ’de 4 milyon leva değerinde senet; “İtırst” Ltd’de 9 801 089 leva değerinde hisse sebedi; “Proof Method Marketing”te 6 894 385 leva değerinde hisse snedi; İNT Ltd şirketinde 1 000 000 leva değerinde hissesenedi ve Mercury Holdıng Ltd şirketinde de 39 116 600 leva değerinde hisse senedi bulundurduğu kaydı yer alıyor. Bu şirketler dış ülkelerde kayıtlıdır. Otomobili yoktur. Bu bildirimle o Bulgar parlamentosunda en zengin siyasetçidir. 26 Mayıs seçimleriyle il-


Makale ve Analizler - 2019

175

gili hakkında yayınlanan yazılarda o, bir Bulgar oligatşi temsilcisi, iş adamı, medya babası ve siyaset adamı olarak tanıtıldı. Annesi Bayan İ. Krısteva ise basın yayın ve TV yöneticisi olarak nitelendirildi. 18 Nisan 2018’da Başbakan B.Borisov bir TV söyleşisinde, “Peeevski gitti. Peevski artık Bulgaristan’da yaşamıyor” dedi. Buna rağmen, DPS yönetimi, Peevski’yi AP seçimlerinde seçilir yerden aday gösterdi. Sofya’da lüks otellerden birinde yapılan seçim kampanyası açılışına aday Peevski katılmadı. Seçildiğinde bu defa Brüksel’e gidecek mi dersiniz! Seçim günü yaklaştıkça Bulgar medyası Peevski hakkında ton ve söylevini değiştirdi. Peevski’ye “mafya ve oligarşi, karanlık milyarden” dendi. 2014 AP seçimlerinde DPS AP milletvekili seçilen D. Peevski yerini Plamen Oreşarski hükümetinde (2013-2014) Çevre Bakanı olan Bayan İskra Mihaylovaya bıraktı ve Brüksel’e gitmedi. “Multigrup” Holding kökenli D. Peevski’nin bir iş adamı olarak yasa dışı sıçramalı yükselmesinde HÖH-DPS “fahri başkanı” Ahmet Doğan’ın olağanüstü rol oynadığına inanmayan yok. Doğan “altın kafeste” kapalı tutulurken, “gizli anlaşmalı” işleri sanki hep Peevski yürüttü. Üzerlerinde, yukarıda sıralanandan birkaç misli fazla şirket kaydı, banka hesabı, fabrika ve lojistik firma olan bu şahıslar doğrudan doğruya bir yeraltı dünyasıdır. “Glasove” (Sesler) haftalık gazetesinin sahibi Yavor Daçkov’la 15 Mayıs 2019’da bir söyleşiye katılan, 3 yıl önce çökertilen ve batmasında en büyük rolü D. Peevski’nin oynadığı savunulan, Belgrat’ta gizlenen bankacı G. Vasilev, “Peevski’yi bir numaralı düşman ilan etti.” Yakın Bulgar tarihinde finans ve siyaset çevrelerinde sanki bir iç savaş yürütülüyor. Toplam 12 siyasetçi ve 56 bankacı öldürüldü. Bunlardan bir çoğu Ahmet Doğan ve Delyan Peevski’nin yakın dostuydu. Doğan’ın AP seçimleri arifesinde “küsmüş ve gönlü kırılmış” Bulgaristan Müslümanlarından “özür” dilemesinden ve Velingrad DPS örgütünün özür dilemesin bir “oy kullanmayacağız, çok aldatıldık” beyanından sonra, “Dnevnik” gazetesi şunları yazdı: “Peevski tarafından yönetilen çarpık yüzlü (mutra) – milis merkezi savcılığı bir cop gibi kullanıp tuzak ardından tuzak kurarak politikacıların ipini çekiyor. Bu aysbergin (buz dağı) tepesinde oturan DPS milletvekili Delyan Peevski’dir. Ne ki, Peevski’nin ardında duran artık Ahmet Doğan değil, Doğan’ın yetki ve işlevlerinin bir kısmı tamamen Peevski’nin eline geçmiş bulunuyor ve o Türk hareketinin aslan payına hakimdir.”


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yine Ramazan günlerinde, AP seçim mitinglerini iftar sofraları kurulurken yapan ve konuşmalarında liste ikincisi Peevski’nin adını asla ağızına almayan parti Başkanı Mustafa Karadayı, Şumen Tumbul Cami önünde “2009 senesinden beri Bulgaristan’ın dümensiz bir araba gibi yokuş aşağı tekerlendiğini” bildirdi. “Allah korusun! Deme be gülüm. Önümüz bataklık desene” derken, “Peevski nerede, söylesene, saklama söyle” deyenler oldu. Karadayı konudan konuna atladı ve duymazdan geldi. Bu seçim arifesinde “kayıp aday”ı düşünmeye başlayan seçmenlerimiz “boş pusula” kullanma kararı almazdan önce birbirirleriyle iyice tartıştılar. Birinci soru hep şu oldu: “Nasıl oldu da, şu Peevski bizim çanağımıza düştü?” Aralarında yemin etmişler gibi, hep bir ağızdan, bu “bir Rus tuzağı” dediler. Gerekçelerinde hep İki Büyük Harp arasına indiler. “O zaman Almanlar Bulgaristan’da 18 sigara fabrikası kurmuştu. Tütün ve sigara paketleri Almanya’ya, oradan Batı ya da Doğu Cephesine, sonunda Kuzey Afrika Cephesine” gönderildi. Bunu paket üzerindeki değişik dilde yazılardan anlamak kolaydı. İkinci Büyük Savaşta Bulgaristan’a girmeyen Sovyet Orduları, Bulgaristan’daki Alman fabrikalarını komünistlerden ganimet olarak istedi ve aldı. 1996’dan sonra İvan Kostov hükümeti özelleştirmeye başlayınca, Moskova bu fabrikalar hakkında “malıma dokunma” dedi. Ardından ülkemizde Moskov borusu öttürüp halkımızı Batıya götürmeye çalışan Çar İkinci Semeon geldi ve peşinde Delyan Peevski türedi. Bu oğlanın Moskova ininden çıktiğini “Multi Grup” Holding’ten gelmesi kanıtlar. Anlaşılan “Multi Grup” Holging’e devledilmesi ve ülkemizde komünizm ve totalitarizm kalıtını ayakta tutma ve katilleri cezadan koruma işinde harcanacak paralara kaynak olarak, zulüm yıllarında en çok çeken Türkler’in alın terinden fatydalanmayı düşünmüşlerdi. Sözü edilen tütün fabrikalarında Türkler ve Çingeneler çalışıyordu.. Bir bavul parayla Peevski’nin anası sahneye çıkınca, “Bulgar Tabak” ve sigara fabrikaları, tütün depoları Peevski’nin ingilizce adlı şirketlerinin hissesine geçti. Ardından çöktüler, yıkıldılar, Filibe (Plovdiv) Tütün Depoları yandı vs. Hele de Türkiye devleti’nin D. Peevski ve arkasındaki mutramilis grubuna Türkiye üzerinden Yakın Doğu’da sigara ticareti yapamazsınız diyerek yasak getirmesinden, şunlar doğru. Bulgaristan’da sigara fabrikaları


Makale ve Analizler - 2019

177

kapandı, Dubay’da Bulgar sigara fabrikası açıldı. Bulgar Ticaret Bankası (BTK) soyulup çökertildi. Tütüncülere prim ödeme işi BULGARTABAC’tan Maliye Bakanlığına kaydı. Deliorman ve Dobruca’da Türk oyları GERB partisine kaydı. DPS 2015’te parçalandı. Peevski ile L. Mestan her gün aynı masada içseler de, Peevski partiyi tamamen ele geçirmek amacıyla DPS’de kaldı. Sahne oyuncusu Karadayı her akşam çıkıp iftar açmaya toplayan kardeşlerimizin önünde birşeyler söylemeye çalışıyor ama aklı hep kendi köyünde, “ya şu Peevski belirse de, savcı Tsatsarov’a gidip Tarım Fonundan aldığımız 10 milyon levayı sildirse” hesapları yapıyor. Demek oluyor ki, Batak çok derin… Peevski’nin “Monitor”, “Politika”, “24 Saat”, “Telegraf” gibi gazeteleri, “Kanal 3” TV prgramını “PİK” medya yayını ve daha birçok basın yayın kuruluşunu ele geçirmesine gelince, bu da Rus işidir. Ruslar, özellikle “Soğuk Savaş” devrinden sonra, Balkanlarda, Avrupa’da ve dünyada yeni “devrimin“ sosyal medya üzerinden yapılacağına kendilerini inandırmış bulunuyorlar. Halkın iradesini kontrol altından tutmak için, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya tarafında yer alan Bulgaristan Çarlığı vatandaşlarını fikirsel ve manevi olarak baskı altında tutup, Almanya’ya bağlanmalarını önlemek amacıyla en büyük 4 Bulgar gazetesini para sayıp satın almışlar, ajanlarına devretmişler ve istedikleri yazıları yazdırmışlardı. Bunu 2000 yılından sonra Bulgaristan’da yenilediler ve piyon olarak Peevski’nin annesini kullandılar ve basın, yayın ve elektronik medyayı kontrol altına aldılar. Peevski DPS milletvekili olarak Bulgaristan Müslümanlarını bir gramcık düşünse, gazetelerden birinin 2 sayfasını Türkçe basardı, ama nerede. Onun amacında Bulgaristan Müslümanlarını “Rus esiri” halinde tutmaya devam etmek ve üzerlerindeki Türk kimliği ve İslam dini etkisini azaltmaktır. Yayınlarımızı izleyenler bilir. Demokratik Düçler Birliği (SDS) kökenli olan, fakat zaman içinde aşırı sol konuma geçen Volen Siderov’a Moskovçu bir parti kurması için (Araka Partisi) 1 600 000 leva verilirken, bu paranın verilmesine “Multi Grup” Holding varislerinden biri olan D. Peevski oldu. Peevski, “Ataka” partisini avucunun içinde tutmayı başardı ve bu seçimde 3 partili sözde “Ulusal Cephe” blokunun parçalanmasını ve milliyetçi kesimin dörde parçalanmasını sağladı, kalabalık bir grupla Brüksel yollarını kesmeyi başardı. Peevski olayındaki başka bir gerçek de şudur. Ülkemizde vergi ödemeyen, demek oluyor ki Bulgaristan’da artık taşınmazı, çalışan fabrikası olmayan ve başkalarının üzerine kayıtlı götünen “Lafka” sigara içki ve kısmet oyunları zincirinden başka hiç birşeyi – dairesi dahi – olmayan D. Peevski


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Körföz ülkeleri “Of Shor Krallığında” yaşıyor. 3 sene önce Sofya’da çökerttiği “BTK” Bankasının “Oman Vakfi” payındaki paraları idare ediyor ve aklına geleni fırsat olarak kullanmaya devam ediyor. Bu gelişmeler biz Bulgaristan Müslüman Türklerinin yüzüne çarpabilir. Çünkü en kötü ve en iyi koşullarda D. Peevski Sofya meclisinde bir Türk partisi milletvekili ve nasipse 26 Mayıstan sonra Bulgaristan Türkleri’nin Avrupa meclisinde bir temsilcisi olarak dalaverelerini çevirmeye devam ederse, bize ata topraklarımız yeniden dar gelebilir. Bu defa, Peevski’nin milletvekili olarak 10 yıldan beri kendilerini Sofya Parlamentosunda temsi ettiği Velingratlı kardeşlerimizin kararına saygılı olalım. Onlar: “Biz oy vermiyeceğiz!” demişler. Okuduğunuz için teşekkürler. Lütfen paylaşınız. Hayırlı Ramazanlar.


Makale ve Analizler - 2019

179

Kavgamızın Şehri Cebel Huzur İçinde

Tarih: 19 Mayıs 2019 Yazan: Durmuş Arda Konu: CEBEL’İN GÜNÜ, NİHAYET LAYIKIYLA KUTLANDI Cebel’in günü, nihayet layıkıyla kutlandı Bu seneki “19 Mayıs Cebel’in günü” kutlamaları, parti sembolleri olmadan, parti sloganları atılmadan, nihayet şehitlerimize ve kahramanlarımıza yakışır bir şekilde, layıkıyla kutlandı. Ramazan ayı olmasına rağmen, bu seneki 19 Mayıs Cebel’in günü” kutlamalarına, Türkiye Cumhuriyeti Filibe Başkonsolosu Hüseyin Ergani, Bursa Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer, Türkiye’den gelen bazı göçmen kökenli Sivil Toplumu Örgütleri temsilcileri, Belene mağdurları ve binlerce vatandaş katıldı. Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan selamlar getirdiğini belirttikten sonra, Cebel halkının 19 Mayısı günü bayramını kutladı. Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz Başkonsolos Hüseyin Ergani, yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi: Değerli Cebelliler, Rodopların bu güzel şehrinde, güzel beldesinde, sizlerin bu anlamlı gününde, sizlerle birlikte olmaktan çok duyguluyum, mutluluk duyduğumu ifade etmek isterim. Geçmişte çok sıkıntılı günler yaşadınız, bugün bir bayram yaşıyorsunuz, şükürler olsun ki çok daha iyi koşullarda yaşıyorsunuz. Bugün biz, sizlerin bu bayramınızı kutlamak, sizlerle birlikte olmak için buraya geldik…. Bugün çifte bayramdır. Türkiye’de de 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramını kutluyoruz. Aynı zamanda Atatürk’ün milli mücadeleye başlatmak üzere, Samsun’a ayak basışının 100. yıl dönümüdür. Her iki bayramınız da kutlu olsun!” Türkiye Cumhuriyeti Filibe Başkonsolosu Hüseyin Ergani Türkiye Cumhuriyeti Filibe Başkonsolosu Hüseyin Ergani


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Daha sonra, Başkonsolos Hüseyin Ergani, Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçisi Hasan Ulusoy’un, Cebel halkına gönderdiği iyi niyet mesajını okudu. Tören sonunda, Başkonsolos Hüseyin Ergani ve Bursa Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, sabah saatlerinde yapılan spor müsabakalarında derece kazanan çocuklara ödüllerini teslim ettiler. Bilindiği gibi, 1989 yılında, totaliter rejime karşı karşı ilk başkaldırı, 19 Mayıs günü, Cebel kasabasında gerçekleşmişti. 1990 yılından beri, 19 Mayıs günü, Cebel’de, totaliter rejimin kurbanları ve o rejime karşı başkaldıran kahramanlar anılıyordu. Daha sonraki senelerde, HÖH/D(p)S, bu törenleri kendi propaganda ve miting alanlarına çevirdi. Ancak 2016 senesinden beri buna izin verilmedi. Buna karşılık HÖH/D(p)S, Bulgaristan’ın çeşitli bölgelerinden getirdiği ite, kopuğa; 2016 2017, 2018 senelerindeki 19 Mayıs kutlamalarının yapıldığı kürsünün önünü işgal ettirerek sık sık “dps” sloganları attırıyordu. Yandaşı olmayan konuşmacılara ise “hain, hain” temposu tutuluyordu. Ne mutlu bize ki, bu seneki 19 Mayıs Cebel’in günü kutlamalarına siyaset karışmadı. Bulgaristan’da yaşayan Türkler, 26 Aralık günü yapılan Türkan bebeği ve diğer şehitlerimizi anma törenlerinde de aynı duyarlılığı bekliyor.


Makale ve Analizler - 2019

181

Bu Tohum Tutmaz

Tarih: 19 Mayıs 2019 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ Konu: Memlekete gidip geldim Yoldayım. Araba sürüyorum. Ata göbeğimin kesildiği Varna’nın Halaçlı (Drındar) köyündeydim. Bizim oraları, baharını, yakınlarımı, köydeşlerimi kucakladım. İman ettik, köydeşlerimizle iftar açtık beraberce. Unutulmaz anlar. Ekinler başakta! Esintilerle kanatlanan yeşil deniz dalgalanıyor. Bir farkla, köpüklerin tavşan kulakları kırmızı gelincikler. Gelincik diyarı memleketim. Yeşil üstünde sarı çok yakışır, yeşillikler alemindeki kırmızı hala kızlığını koruyor… Karadeniz’e çıktım, bir süre dalgaların kovalamasını seyrettikten sonra, öğle sularında Varna’dan ayrıldım. Bu yıl, atavatanımda bereket yılı. Kestaneler açmış, lamba şişesi biçiminde çiçekler bulutlara selam gönderiyor, rahmet yağmurlarına el sallıyor. Ziyaretimin yoğun etkisini bellek katlarıma yerleştirirken yoğun etkiden kurtulabileyim diye, yerli müzik dinliyorum. Ben Varna yöresinde iken Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) elit kadrosu da adamlık elbiseleriyle Deliorman, Gerlova ve Koca Balkan turu yaptı. 1989 Mayıs Ayaklanmamızın 30. yıl dönümünü anarken, kanı hala yerde kalan şehitlerimizin mezarları başında dua okundu. Kahramanlarımızın can verdiği dava henüz muradına ulaşmasa da, hak ettikleri hoşnutluğumuz yerini bulacak temennilerimizle çiçek ve çelenkler kondu. Mevlitler kalabalıktı. Şeker ve şerbet dağıtıldı. İftar sofraları doluydu. İftardan önce yapılan konuşmalarda, 30 yıl önce kurduğumuz partiye geçen yıl Başkan atanan Mustafa Karadayı, özellikle Varna / Dilgopol Belediyesi, Medovets (Sarı Kovanlık) köylülerine bol keseden yeni vaatler savurdu. 72 bin kahramanın bir yumruk halinde, yine bir Ramazan günü başlayan Bulgar tarihinin en büyük ayaklanmasını analiz etmekten çekinen Karadayı, madurların, sürgünlerin, hapislerde kalanların, “Belene” kahramanlarının sözünü etmedi. Bizim sadece ve yalnız “haklarımız” ve “özürlüklerimiz” için direnenlerin tam olarak ne istediklerine de değinmedi. 30 yılllık bir bekleme sürecinde hem haklarımızın hem de özgürlüklerimizin unutturulmaya çalışıldığını, aşırı milliyetçi kudurmuş güçlerin insan haklarımıza, azınlık haklarımıza, ana dilimize (kendisi de cezadan korktuğu için


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarca konuştu), edebiyat, sanat, kültür ve medeniyetimize karşı saldırıların devam ettiğini, sindirme ve korkutma amaçlı, bizi Türkiyemizden koparma niyetli mitinglerin bu Ramazanda da Burgaz ve Sofya Tütkiye diplomatik temsilcilikleri önünde devam ettiğini belirtmedi, kınamadı ve protesto etmedi. Karadayı öyle yüksek sesle hatta bağra bağra konuştu ki, kayıt aracı bile dayanamayığ arızalandı ve sözleri, boş vaatleri ve umut yansıması iki dere arasında kaldı. Karadayı, beraberinde köy köy gezdirip halka tanıtarak avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy istediği AP milletvekilleri adaylarının Brüksel’e ne misyonla gittiklerini de söyleyemedi. 126 partiden milletvekillerinin toplanacağı Brüksek parlamentosuna, anlaşılan bu defa da bir “ulusal misyonla” gidilmeyecek. Ülkemizin 265 belediyesinin her birinde bu hafta birkaç toplantı yapıldı. Yemekli yemeksiz bu toplantılarda konuşanlar “milli menfaatlerimizi savunmak öncelikli ödevim olacak” dediler. “Bulgaristan milli menfaatleri” bizim hepimizin her şeyimizdir. Karadeniz’imizdeki balıkları yaşatmak bile milli menfatimizin bir parçasıdır. Şu memlekette her çocuğun sağlıklı doğması, aç kalmaması, okula kitap defterle gitmesi, bütün ailelerin refah içinde yaşaması, işsiz genç, ilaçsız hasta, emekli maaşı alamayan ihtiyarım kalmaması hepimizin milli menfaatimizdir. Aynı milli menfaati Çingenenin Çingene dilinde, Türkün Türkçe, Makedon vatandaşın Makedonca vb ifade etmesi ve savunması hatta uğruna mücadele katılması HAKKIDIR. Bu haklar uğrundaki savaşımın her adımında muzaffer olmak ise özgürlüğümüzün ilhamı ve kanatlarıdır. Bu anadilde okumamızdan başlayıp anadilimizde ibaden etmekten, tarihimizi örenme ve kültürümüzü savunarak geliştirme özgürlüğüne kadar her şeyimizi kapsar. Temeleri 1984’te silahlı saldırı biçiminde şiddetlenen zulme karşı açık ve gizli savaşımda atılan Hak ve Özgürlük Davamızın ana ilkelerinin başında birlik ve beraberlik, sadakat ve her an feda olmaya yeminli bulunmamız gelmiştir. Yıldönümü kutlanan Ayaklanmamız iktidarlar ve diğer politik partiler ve sosyal güçler tarafından bugün de küçümseniyor. Hiç bir isteklerini yerine getirmedik diye bayram edenler var. Dünya görüşümüz, yaşam tarzımız, halk kültürümüzü yaşatma, geleneklerimizi ve törelerimizi yeni kuşağa devretme konularında amansız ve ödün vermemekte ayak direyen bir baskı altındayız. Saldırı güçlerinin başında DPS tarafından desteklenen devlet geliyor. DPS hak ve özgürlüklerimizin resmen tanınması konusunda ikili oynuyor. “F-16” anlaşmasına destek vermeseydi bu iş çözülürdü. “Daire, konuk köşkü, saray” parası çalanların cezalandırılmasını istese problemlerimiz yine çözülür. Fakat nerede. DPS yönetimi de boğazına kadar aynı bataklığa dalmış durumdadır. Milletvekilleri mitinglere neden gelmiyorlar? Çünkü


Makale ve Analizler - 2019

183

halkımızın gözüne bakacak durumları kalmadı. Her konuda bizi ezen Bulgar devletinden yana konum alıyor. Karadayı bu ihanetin içinde olduğunu itiraf edemiyor. 1984-1989 zulüm yıllarında üzerimize tanklarla saldıranlar bugün yine birbirlerini tutuyor, bizi ezerek eritip asimile etmeye yeminli olduklarını gizlemiyorlar. Hatta T.C.’ye konulan kardeşlerimizin de sözüm ona “Bulgar olduğunu” iddia ederek, Türkiye Trakya’sında otonom bölge hakkı talep ediyorlar. Gazeteler, DPS milletvekili Delyan Peevski gazeteleri de, çarşaf çarşaf bunu yazıyor. Bu davada demokratik aydınlar arasından bazı seçkinler dışında dayanışma bayrağı dalgalandıran henüz yok. Karadayı’nın Burgaz iline bağlı en büyük Türk belediyesi olan Ruen (Ulanı) (Ulan Beyliği) mitinginde, 30 yıldan sonra DPS partisinin Avrupa Parlamentosu’ndaki çok dillilik, çok kültürlülük ilkesi esasında, “Türk dilimizin okullarda mutlaka okutulacağına” söz vererek, hazır bulunanların gözüne gül suyu serpmesi dikkati çekti. Yaşlı bir Bayan, Karadayı’ya el atarak, kulağına “gülüm yapamayacağin işyleri söyleme, millet umutlanıyor ve sonra üzülüyor” deyince mitinge ton verdi. DPS Başkanı, 2 ay önce Razgrad şehrinde, yine HÖH Gençlik Teşkilatı ve Avrupa Liberallerinin ALDE örgütünde nüfus yapan İlhan Küçük’ün de hazır bulunduğu yazarlar, şairler, dernek başkanları, bilim adamları ve öğretmenler görüşmesinde “okullarda Türkçe Derslerinin zorunlu ders olmasını unutun, benden bunu istemeyin” demişti. Ne oldu da birden bire plak değişti, anlamak zor. Ne var ki, 26 Mayıs seçimlerine 6 gün kala bazı gerçekler anlaşıldı. Memleket kandırma gezilerine 17 kişilik AP milletvekili adayı ekibiyle çıkan DPS siyasi yönetimi döküldü, artık 9 kişi kaldı. Ruenden sonra Burgaz kenarındaki Deniz Köşkünde, “fahri başkan” Doğan’I görmeye giden heyete 5 kişi katılmadı. Güdük heteti oluşturan 11 kişi arasından çıkıp, “Siz küslerden ve günlü kırılanlardan özür dilerken, kimi kastettiniz, emek teknesi kırılan tütüncüleri mi, partiden atılanları mı, yoksa son seçimde partiden ayrılan 200 bin seçmeni mi, yoksa Türkiye’ye ve Batı Avrupa ülkelerine giden gurbetçilerimizi mi?” sorusunu soran olmadı. Deniz köşkünde görüşme gönül açıcı geçmedi. Doğan aynı gece “denizden çıkan bir yılanın köşke geldiğini” gördü. Kitaplara bakmış çözemedi. Romanya’da Alinka Malinka adlı bir “yılan rüyasına bakan” Alinka Malinka adli bir Bayan varmış, o da “bu yeni bir şey, gelsin gözüne bakayım” cevabını vermiş. Doğan ise “kafesten” çıkamıyor ve sıkışmış kalmış… Yeni yalanlara ilham ateşi alamadan Karadeniz incisi Burgaz’dan Güney Doğu Rodopların yeni merkezi Momçilgrad (Mastanlı) şehrine geçen


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Karadayı ve ekibinin bugünkü mitingini yolda radyodan izledim. Başkan, kalabalık ve sıkı polis kordonu içinde şunları söyledi: “Bizim birliğimizin adı DPS’dir. Aramızda kavga etmekten büyüktür davamız. Devletteki barışı koruyan biziz. Yanlış yaptıksa, özür dileyiniz. Biz size küs değiliz. Hepinizi af ettik.” Karadayı’yı dinleyenler 1000 kişi olsa da, bu sözlerini alkışlayan olmadı. Halkımız suskun ve sabırlı davrandı. “Bu kendisini mahkeme başkanı yapıyor” diyenler yana baktılar. Radyodan anlabildiğim kadarıyla, bütün muhtarlar, imamlar, belediye başkanları ve meclis üyeleri, DPS’den maaş olan herkes Mastanlı Maydanındaydı. Konser olacağı da önceden ilan edilmişti. Mastanlı mitinginde yerli kimse yoktu. Karadayı hazır bulunanlara AP milletvekillerini takdim ederken 8-inin yolda ayrıldığı ortaya çıktı. Burada söz konusu olan hiç bir mitinge ve toplantıya katılmayan Delyan Peevski’den başkalarının işin farkına vardığı anlaşıldı. Seçmeni kullanma tuzağı şakıdı. Karadayı konuşmasının ikinci kısmında konuyu değiştirdi ve şöyle dedi: “2017 seçim örneği bize zarar verdi. Biz o zaman size “Bizi, sizden ayıranlar, bizim muhaliflerimiz sayılamaz. Onlar bizim düşmanlarımızdır.” Evet hepsine “düşman” demiştik. Biz o zaman 100 000 oy kaybettik. Onlar “Bizim taşlarımızı, bizim başımıza attılar. Biz yanlış yaptık. Bizi Af edin!” Bu sözler bende yeniden çok büyük endişe ve tepki uyandırdı. Bir yandan da, Bulgaristan Türklerinin yüksek bilinç sahibi olduğu, yeniden Bütün Bulgaristan’ı sarstı. Ahmet Doğan ve Karadayı el ele tutuşsa ve pıtış pıtış Mastanlı meydanındaki Aralık 1984 ve 1989 Mayıs Ayaklanması şehitleri anıtı önünde eğildikten sonra mitinge gelen yaşlıların hepsinden özür dileyerek ellerini öpseler, yine de hiç bir şey değişmez ve değişmiyecek. Seçmen kararlı ve inanmıyor. Durumu toparlayacak yeni bir ekibe ve lidere ihtiyaç var. Lideri değiştirebilirsiniz ama halkı seğiştiremezsiniz. DPS yönetiminin yanlışı budur. Ne yazık ki Ahmet Doğan ile Mustafa Karadayı aradığımız adamlar çıkmadı. Halkımız küstür ve Ramazan da olsa hainlerden özür dilemez. Bu arada T.C.’deki soydaşlarımızdan hiç bir kimse oy vermek için Bulgaristan’a gelmeyecektir. Hak ve Özgürlük Davamızın çözülmeyen sorunlarının Brüksel’de çözüleceğine inancımız sıfırdır. Mestanlı seçmeninin de sandığa boş pusula atacağına inancım tamdır. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Bulgaristan izlemimlerimi paylaştım. Memleketimizde seçim rüzgarları esiyor ama bize rahmet taşıdığına inanmıyorum. Lütfen paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

185

Bulgaristan’da 19 Mayıs Olayları Tarih 19 Mayıs 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: İşte Size Rus Tuzaklarından Bir Örnek.

yüzyıl Avrupa’sında, ensesinde faşizm kokan, ilk sağcı hükümet neden düştü? Biz de tuzak içindeyiz. Hain dediklerimiz aslında bir KATİL. Ramazan-ı Şerifiniz Mübarek Olsun! 19 Mayıs 100 yıldan beri Türk dünyasının en büyük bayramlarından biridir. Zekasında ve yüreğinde bağımsızlık ve egemenlik ateşi taşıyan Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı ve Anadolu’da Kuvayi Milliye çırasını yaktığı gündür. Kuvayi Milliye, Türk halkının milli kuvvetlerinin gönüllü olarak örgütlenmesi ve anavatanımızı işgal eden İngiliz, Fransız ve Yunan düşmana karşı silahlı ayaklamada galip gelmesidir. Kuvayi Milliye, Türk halkının Ulusal Kurtuluş Savaşıdır. Dünya Mazlum halklarının emperyalizmin kölelik zincirlerini kırarak kurtuluşuna yön gösteren meşaledir. Kuvayi Milliye, 20 asrın en büyük ve dünyaca etkin olaylarının en önemlisidir. Türk halkının Osmanlıyı olumsuzlaması, emperyalist düşmanı yenmesi, Türkiye Cumhuriyetini kurması ve bugünkü 82 milyonluk dünya öncüsü anavatanımızı yaratma sürecinin adı Kuvayi Milliyedir. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun. **** 19 Mayıs Bulgaristan Türkleri için de bayramdır. 19 Mayıs 1989 Bulgaristan Türklerinin totaliter komünist Bulgar diktatörlük rejimine karşı ayaklanma günüdür. 30 yıl önce yaşanan bu olay, 1879’da kurulan Üçüncü Bulgar devletinin tarihindeki en büyük ayaklanma olup,tek uluslu Bulgar devletine, atavatan topraklarında yaşayan etnik, dil, din azınlıklarının hak ve özgürlüklerinin anayasa ve yasalarla tanınmasının devlet düzeninin ayakta durabilmesi, toplumda adalet ve demokrasi kurulmasında kaçınılmaz zorunluk olduğuna kesin bir ihtar olmuştur. Komünist düzeni deviren, Todor Jivkov’un Totaliter rejimini düşüren, anayasa değişikliğine zorlayan bu Ayaklanma, 1989 yazında gerçekleşen zorunlu göç sonucu yarım kalmış, nihayi hedeflerine ulaşamamıştır.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Buna rağmen, 21. Yüzyıl Bulgaristan’ında en önemli toplumsal gücün Müslüman Türkler olduğunu, onların aktif katılımı olmadan hiçbir dönüşümün ve gelişmenin gerçekleştirilemeyeceğini herkesin anlayabileceği bir şekilde ortaya koymuştur. Son 30 yıl buna kanıttır. Türkler Bulgaristan’dan kovuldu, fakat Bulgarlar ve diğer azınlıklar da onların peşinden ülkeyi terk ettiler. Bulgar devletinin siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal çöküşü 19 Mayıs 1989 Türk Ayaklaması’nın devam eden etkisi sonucudur. Bulgar milleti ve devleti, insan hak ve özürlüklerini, azınlıkların özgün hak ve özgürlüklerini tanımadan, bugünkü aşırı milliyetçi, sinsi, ötekileştiren siyasetine devam ettikçe, Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in işaret ettiği “bataklıktan” Bulgaristan asla çıkamaz. Şu unutulmamalıdır, 1878’de Ruslar tarafından işgal edilen Bulgar topraklarında bir milli devlet kurulabildiyse, bu ancak yerli Türklerin razılığıyla ve Osmanlı devletinde olduğu gibi hoşgörünün gölgesinde gerçekleşmiştir. Bugün Rusya’ya gülümserken, Batı ile kaynaşmak isteyen Bulgaristan, ancak batı Avrupa’ya gitme hevesli 4 milyon göçmen, sığınmacı ve savaş kaçağı Tirkiye devleti himayesinde olduğundan dolayı nefes alabiliyor. 2008 -2018 yılları arasında (Boyko Borisov hükümeti) Bulgaristan’a gelen dış yatırımlar %85 azalırken bir tek Türkiye Cumhuriyeti yatırımları artmış, dış ticaret hacmi yerinde sayarken, bir tek Türkiye Cumhuriyeti ile ticaret hacmi yükselmiş ve 5 milyar Amerikan Dolarlalara ulaşmıştır. Bu gerçeklere vurgu yaparak Bulgaristan Türk Belediyelerinde Ayaklanma yıldönümünü kutlayan ve şehitlerimize saygı atfeden kardeşlerimin ellerinden öper hürmetlerimi arz ederim. **** Aynı zamanda 19 Mayıs 1934 Bulgaristan tarihinde bir askeri darbenin yıldönümüdür. Dünyanın hiçbir halkı askeri darbelerin yıldönümünü kutlamaz. Bu, Bulgaristan için de geçerlidir. Ne var ki, 85 yıl önce olan bu askeri müdahale birçok bakıma ders vericidir. 1919’da imzalanan Neully Barış Anlaşması’nı geçersiz kılmak ve diktatörlük kurmak hedeflenmiştir. Bugün bu konuda Sofya basınında birçok yazı çıktı. “FOKUS bg” elektronik medyadan sizler için bu yayınlardan birkaç alıntı seçtim. “18-i 19 mayıs bağlayan gece Askeri Birlik devlet darbesi gerçekleştirdi. Darbe planında, ilk versiyona göre Çar III. Boris ve ailesinin katledilmesi öngörüşmüştü. Bu amaçla, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) silahli


Makale ve Analizler - 2019

187

güçlerinden bir birlik, Askeri Birlik subaylarının izniyle Saraya alınacak ve Çarı ve ailesini katledecekti. Bu plan son anda suya düşmüştür.” (Not 1 – VMRO bugün GERB hükümetinde ortaktır.) Başka kaynaklara bakıldığında, darbe planı Bulgaristan’ı yok etmek amacıyla Yugoslavya’da hazırlanmıştır. Darbeciler hükümeti, darbeye bizzat katılmayan, “Zveno” adlı politik çevrenin lideri olan Kimon Georgiev tarafından kurulmuştur. (NOT – 2, Kimon Georgiev, 1944’te Bulgaristan’ın işgal edilmesinden sonra ilk 3. hükümete Başbakanlık yapan ve “Halk Mahkemesi” idamlarını gerçekleştiren kişidir. Ölümünden sonra, daha 1934’te Sovyet KGB ajanı olduğu açıklanmıştır.) Darbeci hükümetin ödevleri: VMRO örgütünü yasaklamak. Örgüt lideri İvan Mihaylov’a ölüm cezası kesmek. Tırnovo Anayasını rafa kaldırmak. Halk Meclisini dağıtmak. Politik partileri, devrimci örgütleri ve sendikaları yasaklamak. Yeni devlet düzeni kurmak. Muhtarları devlet yönetimi tarafından atamak, sarı sendika kurmak, Neylly Anlaşması yıldönümünde matem törenleri düzenlenmesine izin vermemek; Ülke çapında toplantılar ve halkla görüşmeler düzenleyerek, Slovenya’nın Tiglav Doruğundan Kara Denize ve Ege Denizi’nden Tuna’ya kadar, başkenti Belgrad olan, Karacorcieviç sülalesi yönetiminde Entegral Yugoslavya adlı, bir Balkan Federasyonu kurulmasını propaganda etmek. Dış politikada SSCB ile diplomatik ilişkiler kurulacak (23 Temmuz 1934’te gerçekleşmiştir), Yugoslavya ile işbirliği antlaşması imzalanacak ve ülkeyi kısmen Fransa’ya doğuru yöneltmek. Bu plan gerçekleşmemiştir, çünkü Karageorgieviç öldürülmüş, III.Boris planı onaylamamış, K. Georgiev hükümeti bunalıma kaymış ve 19351943 arasında Bulgaristan’ı Çar Boris kukla hükümetlerle, tek başına yönetmiştir.” Biraz da bugünkü duruma bir göz atalım: Bulgaristan 2004’ten beri NATO ve 2007’den bu yana da AB üyesidir. Ülkeye bir sürü ABD üssü kurulmuştur. 10 yıldan beri, iktidar, kendilerine açık ve gizli koltuk değneği olan, totaliter-kömünist rejimin yürütme güçleri tarafından, dışarden gelen akıl ve parayla yönetiliyor. Hükümete taşıyıcı direk olan DPS yönetiminden milletvekili-Rus sermayesine bağlı oligarşi temsilcisi Delyan Peevski, “olma” veya “olmama” düğmesini eline geçirmiştir. Başbakan B. Borisov’un “istifa etmeyi düşünmiyorum” sözlerini açıklayabilmek için sıcak bir örnek seçtim. Politika üzerine söz sahibi


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olanlar Adriyatik denizinden Karadenize kadar ABD ve NATO üssü kurulmasını ve Türkiye’nin Avrupa’dan koparılmasını hayal ediyorlar. *** 19 Mayıs 2019’da da dehşet veren bir olay oldu. 26 Mayıs Avrupa Parlamentosu seçimleri arifesinde eski kıta “sağ” ve “aşırı milliyetçi” güçler arasında bir cenk merkezine dönüştü. Alman “Spigel” dergisi ve “Züddeuschte Zeitung” balonu patlatmasaydı, gelecek hafta eski kıta ciddi bir deprem yaşayabilirdi. Olay şöyle: 1.5 yıl önce Avusturya’da aşırı sağcı Özgürlük Partisi hükümet ortağı olmuştu. Alman yayınlar, Temmuz 2017’de “İbisa” adasında lüks bir konakta Özgürlük Partisi lideri Heinz – Kristiyan Ştrakse ile Yohan Gudenus’un Rusya Federasyonu Başkanı V. Putin’e çok yakın olan iş adamı İgor Makarov adlı bir Rus milyarderin yeğeni olan Bayan Alyona Makarova ile bir refakatçısı eşliğinde yapılan bir gizli görüşme ve pazarlıkların video kaydını yayınladı. “Fokus” dergisi İgor Makarov’un 2.1 milyar US Dolar parası olduğunu yazdı. Bayan Makarova, 2017’de yapılan Avusturya meclis seçimlerinde, milliyetçi Özgürlük Partisi’ne oyların % 34’ünü kazandırmak için gerekli olan mali yardım karşılığında, dev yatırımlar için büyük ihalelerini kazanmak ve ülkenin en nüfuslu gazetesi “Kronen Zeitung” gazetesi hisse senetlerinin % 50’sine sahip olma teminatı almıştır. Seçimlerden sonra Şansölye Sebastian Kurz başkanlığında kurulan hükümette aşırı milliyetçiler lideri Heinz – Kristiyan Ştrakse – başbakan yardımcısı, Yohan Gudenus da alt-yapı ve inşaat bakanı atanmıştı, üstelik İç İşleri Bakanlığı da aşırı milliyetçilere verilmişti. “Stern” bombayı patlatınca yalnız Avusturya’da değil, bütün AB ülklerinde şok etkisi yapmıştır. Şansölye Sebastian Kurz 19 Mayıs 2019 tarihinde hükümet ortaklığını dağıttı ve erken seçim ilan etti. *** Bu haberleri okuduğumdan beri, Borisov Hükümeti’nin 45 milyon Dolar tutarında olan Varna Elektrik Santralini nasıl olur da 3 bin 500 levaya Ahmet Doğan’a satabildiğini; nasıl olur da bir Avusturya şirketinin “Leylek Yuvası” Hidro Elektik Santrali’nin adını işitti diye Ahmet Doğan’a neden 1, 250, 000 Euro komisyon ödediğini; “Güney Akım” gaz boru hattı projesinin neden suya düştüğünü; son bilgilendirmeye göre “Türk Akım” gaz boru hattının Bulgaristan kısmını neden “Arkam” adlı bir Suudi Arabistan şirketinin döşeyeceğini, Bulgaristan Müslüman Türkleri’nin neden 30 yıl-


Makale ve Analizler - 2019

189

dan beri ezildiğini, anadillerinde konuşma hakından bile mahrum edilmelerinin gerçek nedenlerini yavaş yavaş anlamaya başladım gibi…. En önemlisi Borisov hükümetinin derin bir tuzakta olmasıdır. Böyle olmasa bu soygunculara güz yumar mıydı? Devam edecek. Bizi izlemeye devam ediniz. “Tuzağa” düşen yalnız Avusturya hükümeti değil, daha birçok parti, hükümet ve en önemlisi benim mazlum hakkımdır. Çok acı bir gerçek…. Paylaşın çevrenizi bilgilendiriniz. Bilgi paylaştıkça çoğalır…


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

20 Mayıs 1989’Da Deliorman Yürüdü

Tarih: 20 Mayıs 2019 Yazan: Raziye ÇAKIR

20 Mayıs 1989’da Deliormanlılar da “Yeter Artık!” dediler ve protesto yürüyüşlerini başlattılar. Şumnu sancağının Yusufanlar, Şarvı, Davulcular, Saltıklar, Çoban Nasıf, Nasufçular, Emberler yürüyüşe çıktılar. Kent merkezine toplandılar. Arkadan gelenler kent meydanını doldurdular. Kısa ve özlü konuşmalardan sonra iki öğrenci şiir okudu. Meydanda Türkçe konuştuğu için ceza ödemiş, Bulgarca bilmediği için hastaneden kovulmuş ve daha yüzlerce hor görülmüşler bu durum karşısında heyecanlandılar. Hatırlayalım; Katılanlar anlatıyorlardı: Bu kalabalık Emberler’den Rasınlar’a, oradan da Çufallar’a vardı. Yine kısa bir konuşmadan sonra yola çıkıldı ve Bohçalar (Kaolinovo) kentine doğru ilerlediler. Gizli polis de uyumuyordu. Emberler’de daha takibe başlandı. İtfaiye arabaları geldiler, ancak müdahale etmediler. Havada helikopter sürekli tur atıyordu. Aydoğdu’da iken Razgrat plâkalı arabalar gördük. Bohçalar’a doğru yön alıyorlardı. Yaşlılardan, çocuklardan, kadınlardan oluşan bu kalabalık kol kola kilitlenmiş birlikte hareket ediyorlar, hep bir ağızdan “Osman Paşa Marşı”nı söylüyorlardı. “Ünü büyük Osman Paşa” dizeleri bereketli, düz tarlaları inletiyordu. Kalabalık arada bir meşe ormanlarına dalıp çıkıyorlardı. Deliorman’ı, Güney Dobruca köylerini marşımız zulme karşı koymaya çağırıyordu. Bir ara polis ve asker yolumuzu kesti. Kent merkezine girmemize izin vermiyorlardı. İsyancılar yolu bıraktılar, tarlalar içinde yürümeyi sürdürdüler. Tekrar yola çıkıldı. Uyarı sesleri duyuldu: “Birbirinizden ayrılmayın!”,“Kadınları, çocukları ortaya alın!” Bir süre daha böylece yürüdük. İlerledik. Bizi bölmek için bir tank kalabalığın arasına daldı. Millet taşlarla tanka saldırdı. Tankın çelik yüzüne çarpan taşlar acayip sesler çıkartıyordu. Sanırsın taş yağmuru yağıyordu. Kalabalıktan bir grup, polis çemberini yardı. Kent merkezine yürüdüler. Gerisi söküldü. Bohçalar’ın merkezi doldu taştı. Mitingde Bedriye Osmanova adında bir kız tüm Bulgaristan Türklerinin isteklerini açık bir şekilde


Makale ve Analizler - 2019

191

ortaya koydu. “Adlarımızın iadesini istiyoruz,” dedi. “Türkçe konuşmak yasağı kaldırılsın, baskılar sona erdirilsin,” dedi. Bu isteklerin sıralandığı anlarda özel ekipler yürüyüşe çıkanlardan bazılarını tutuklayıp, yakındaki ormana götürmüşler ve işkence etmişler. Kuzey Bulgaristan’da yürüyüşler ertesi günlerde de sürdü. 21 Mayısta Mahmuzlu’da yürüyüşlere gidildi. Burada 4 şehit verildi. 22 Mayıs’ta Razgrat şehrinde halk sokaklara çıktı. Çevre köylerden de gelenler oldu. Aralarında ünlü pehlivan Osman Durali de bulunuyordu. Yine 22 Mayısta Akkadınlar’da (Dulovo) protesto yürüyüşüne çıkıldı. Çukurköy’de (Yasenkovo), Bıyıklı’da (Bortsi) ve çevre köylerde Köklüce’ye (Venets. S.K.) kadar uzayıp gitti bu isyanlar. 24 Mayısta Terbiköy (Kapitan Petko) halkı da mey*danlara çıktı. Bu köye yakın Şeytancık (Hitrino) köylüleri de acıları sokağa çıkarak dile getirdiler… Şeytancık mitingi çok kalabalıktı. 23-24 Mayısta Razgrat ilinin Ezerçe köyünde millet ayaklandı. İki genç şehit edildi: Sezgin Karaömer ve Ahmet Buruk. Onları tabancasıyla öldüren Razgrat savcısıydı. 27 Mayısta aynı ilin Torlak köyünde binlerce insan meydanlara, yollara döküldüler. Köy tanklarla, polislerle sarıldığı halde yürüdüler: “Biz Türküz!” diye slogan attılar. Haklarını geri istediler. Bu protesto mitingleri 29 Mayısa kadar sürdü. Onlarca insan şehit edildi. Yüzlercesi yaralandı. Binlercesi sürgüne gönderildi veya hapislere tıkıldı. İsyan etmeyen halk isyan etti, çünkü dokunulmaz hakları ellerinden alınmış, hiçbir şeye hakkı olmayan köle durumuna düşmüşlerdi. Aynı yılın sonunda totaliter rejim çöktü. Rejim değişti. İnsanlar biraz olsun nefes aldılar. Embiya Ulusoy (Özet) ŞEHİTLERİMİZ GURURUMUZDUR 23 Mayıs 1989. Ezerçe/Razgrat köyü için bugün bir tarihtir elbet. Bulgar zulmüne yıllarca dayandılar, sabrettiler ama gün geldi tüm köy halkı meydanlara döküldü. İçlerinde biriken o acıyı haykırdılar: “Yetsin artık bu zulüm!” “Biz Türküz! Adlarımızı geri istiyoruz!” “Dilimizi, dinimizi geri istiyoruz!” “Türk okulları yeniden açılsın!…”


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İçindekini bağıra bağıra kenar sokaklardan köprüye kadar geldiler. Merkeze, meydana giden yol buradan geçiyordu. Köprünün öbür ucunda kendilerini nelerin beklediğini bilmiyorlardı. Sivil polisler, kızıl bereli komandolar, sancak savcısı gelenlere pusu kurmuşlardı. Protesto mitingine katılanların her adımını diyorlardı. “Durun!” anlamında bir işaret verildi, havaya bir kırmızı roket atıldı. Tabiî, topluca gelenler bunun ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Savcı Krasimir Markov gelenleri uzaktan daha kurşun yağmuruna tuttu. Mermi çekirdekleri gelen kalabalığın önüne düşüyordu. Aralarından bir ses yükseldi. Bir dalgalanma oldu: “Bebekli anneler önde yürüyorlar. Kâfirler öldürecek onları da…” Kalabalıktan iki genç hemen öne fırladılar. Bunlardan biri Ahmet Buruk adında bir gençti, diğeri liseden yeni mezun olmuş Sezgin Salih Karaömer’di,.. Onlar da seslerini çıkardılar: “Biz kurşun değil, adlarımızı geri istiyoruz…” Kurşun yağmuru şiddetini daha arttırmıştı. Millet hep bird*en en bağırdı: “Neden ateş ediyorsunuz? Suçumuz nedir? Haklarımızı geri verin!…” Ön saflarda yürüyen çocuklu annelere siper olan iki genç birden kanlar içinde yere yuvarlandılar. İlki Ahmet Buruk, ikinci genç Sezgin Karaömer. Şehirden yeni gelmiş. Okulundan başarıyla mezun olduğunu müjdelemek istiyordu annesine, babasına. Kırmızı bereliler, yaralananları hastaneye kaldırmak bile istemediler ve engellediler. Köprü başında yaralılar da yardım bek*liyorlardı. Polisler bunlara engel oldular. Hastaneye kaldırılmalarını gereksiz buldular. Bu acı haber 8 km mesafedeki Torlak köyüne de ulaşmıştı. Bir grup genç Ezerçe’ye gelmek şehit kardeşlerine çelenk koymak istemişlerdi. Dervent bayırında asker yollarını kesmişti. “Nereye?” “Ezerçe’ye…” “Niçin?…” “Öldürülen kardeşlerimize çelenk koyacağız…” “Gidemezsiniz. Sıkıyönetim var…”


Makale ve Analizler - 2019

193

Torlaklılarla baş edemeyeceğini anlayan görevliler telsizle hemen Razgrat’a haber verdiler. Yirmi dakika sonra kamyonlar dolusu silâhlı askerler geldiler. Torlaklılar gelenlerle baş edemeyeceklerini bildiklerinden geri döndüler… Çiçekler ellerinde kalmıştı… İsyan edenler gizli polis tarafından videoya alınmış, “suçlular” tespit edilmiş ve ertesi gün dayaktan geçirilmişlerdi. Aynı zamanda bu “asayişi bozanlar”a 24 saat süre verilerek birer bavulla sınır dışı edilmişlerdi. BASKILAR MİLLETİ UYANDIRDI Millî Türk azınlıklarına baskılar bir plân çerçevesinde yapılıyordu. Gün oldu okullar kapatıldı, gün oldu din yasaklandı. Dil önce Çingene çorbasına çevrildi, sonra yasaklandı. Camiler kontrol altına alındı. İmamların sayısı sınırlandırıldı. Ardından millî kıyafetler yasaklandı, sünnet yasağı uygulamaya konuldu. Azınlıklar bir demir çembere alındılar. Önce Çingenelerin, Pomak Türklerinin adları Slavlaştırıldı. Türklerin adları da silah zoruyla, ordu gücüyle değiştirildi. Cezaevleri, kamplar doldu taştı. Daha çok Türk genç*lerini Türksüz Bulgar köylerine sürgüne gönderdiler. Bunlara hep sabrettik, katlandık. Bir gün isyan ettik. Hâlimiz ne olacak diye düşünen gençlerimiz yok değil, vardı da… Razgrat şehrinde bir grup Türk aydını gizli bir örgüt kurma girişiminde bulundular. Üyeleri Türk köylerine dağıldılar, BMT’ye yazdıkları şikâyet mektubuna imza toplamaya başladılar. Tabiî, yakalandılar. 17.9.1963’te Razgrat’ta duruşmalar kapalı kapılar ardında yapıldı. Devleti yıkma, karşı propaganda yapma suçundan yargılandılar. Komünist Partisi adına konuşan Ahmet Hüseyinov dedikleri (Parti Merkez Komitesinde görevli) gençleri nankörlükle suçladı. Parti Türk halkının haklarını veriyor, dedi. İsyan edenler için “Türk halkı adına” idam istedi. “Türkçe okumuşsun Bulgarca okumuşsun, Türk veya Bulgar adı verilmiş ne önemi var, ne fark eder ki? Hep insan adı…” diye “adaleti” savunmuştu. Bulgaristan Türklerine ya muhtariyet, ya da Türkiye Cumhuriyeti’ne göç hakkı tanınmasını isteyen ve örgüt kuran bu mühendis ve öğretmen kardeşlerimiz (Ebazer ve Mehmet Hasan) 5’er yıla mahkûm edilmişlerdi. Bu olay tüm memlekette duyulmuştu. Gurur veriyordu insana ve bizi uyanmaya, direnmeye teşvik ediyordu doğrusu. Komünistler, azınlıklara soykırımı uyguladıklarını herkes anlamıştı sanki. İçten bir direniş başlamıştı. Eski Balabanlar (Vazovo) köyünden bir grup genç galeyana gelmişlerdi.


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demir Baba Tekkesinde her yıl 2 Ağustosta Deliorman’dan halk adak kurbanlarını keserler, eğlenirlerdi. Bu gelenekselleşmiş bir buluşma yeriydi. Bu kalabalığı fırsat bilerek yukarıda adı geçen köyden gençler ulu bir ağaca ay yıldızlı Türk Bayrağı çekmişler, halkı heyecana getirmişlerdi. Halk bu olaya hem sevinmiş, hem de için için üzülmüştü. Yakalanırlarsa bu gençleri ne beklediğini herkes pek iyi biliyordu. Bu olay şu mesajı veriyordu: “Biz varız, Türküz, derin uykudan uyandık, Türkiye’ye bağlıyız”…


Makale ve Analizler - 2019

195

Mayıs Yürüyüşlerinden Tarih: 20.05.2019 Yazan: Raziye ÇAKIR

GÜNEYE GÖÇ EDEN KUŞLAR Güneye göç eden kuşlar, N’olur, söyleyin bana Nerde kaldı o güneş, O ılık akşamlar, O ferah?… Neden böyle vakitsiz geldi küz? Biliyorum, burada bir sır var Siz yazı kanatlarınızda götürdünüz Güneye göç eden kuşlar… Ama değil mi, değil mi kuşlar Gencelmeye gitti yaz? Değil mi bahar olarak dönecek Yine buralara? Ve dökülecek yerlere Sizin kanatlarınızdan, Gagalarınızdan, Ilık ılk Çiçek çiçek Yeşil yeşil Ferah, ferah… Recep Küpçü Bulgaristan Türklerinin kendilerine karşı şiddet kullanılarak Bulgarlaştırılmalarına isyan ettikleri 1989 Mayıs günlerinden 26 yıl uzaklaştık. Bu görkemli yürüyüş ve protesto eylemleri ülkemizde komünist rejime karşı 1951


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

köylü başkaldırısından sonra ilk kitlesel yinelemeydi. Mayıs başkaldırısıyla Bulgaristan Türkleri totaliter rejimin temellerini ciddi surette sarstı. Diktatör T. Jivkov ilk korkulu gecelerini 1989 Mayısında yaşadı. Rejim raydan çıktı. Sökülmeye başladı. Özünü terk etmiş, biçimini çarpıtmış bir yönetimin sonu göründü. Memleketin en cesur evlatlar mücadele öncüsü oldu. Politik önderliği İnsan Haklarını Savunma Demokratik Liga örgütü üstlendi. Yarı legal durumuyla halk tarafından kucaklandı. Totalitarizmi kökten sökme kararlılığıyla güç topladı. Onur ve haklarını savunma yolunda zafer arayan Bulgaristan Türkleri Demokratik Lig ve Viyana 89’u Destekleme Derneği gibi onlarca sivil direniş örgütünde güç birliği kurdu. Mayıs sonları Paris’te düzenlenecek olan İnsan Hakları Konferansı; Avrupa’da Güvenlik ve Yardımlaşma Konferansı gibi uluslar arası olaylar direnişe hazır müfrezeleri tamamen yüreklendirdi. Bu direnişler yalnız Türklerin ve Müslümanların davası uğruna değildi. Dünyanın gözü Bulgaristan’daydı. Fransa Cumhurbaşkanı Fransoa Miteran Sofya’ya gelmiş ve farklı düşünen aydınlarla karşılaşmıştı. Yarı ömürleri hapishane koğuşlarında geçen demokratlardan Petır Manolov ile İliya Minev açlık grevlerine daha Şubat ayında başlamışlardı. Doktor Trençev köy köy memleket dolaşıyor ve halkı hürriyet ateşinde yanmaya uyandırıyordu. Zülüm üstüne zülüm yaşayan Ramadan Runtov, Hasan Byalkov ve daha pek çok daha kahramanı Pomak da işaret bekliyordu. Açlık Grevleri. 21 Nisan 1989 sabahı İnsan Haklarını Savunma Bağımsız Örgütü üyelerinden Dulovo’lu (Ak Kadınlar) Sabahat Naimova, Naim Naimov ve Zakir Mustafaov Bağımsız Örgüt Demokratik Liga üyelerinden tutuklanması gerekçesiyle açlık grevi ilan ettiler. 6 Mayıs günü Dulovo’dan Fevzi Hüseyinov, Zakir Mustafaov, Hakkı Mehmedov, Remzi Necibov Türk ve Müslüman isimlerinin geri verilmesi, din ve ana dil özgürlüğü istekleriyle açlık grevine başladı. Direnişe daha ertesi gün Prestoe köyü ve Kaolinovo’dan daha 7 kişi katıldı. Grev haberleri “Hür Avrupa Radyosu”nda birinci haber oldu. Demokratik Liga örgütü Genel Sekreteri Sabri İskender her gün kalabalaşan grev direnişlerini desteklerken, halkın haklı demokratik mücadelesini daha da yüreklendirdi. Direniş alevleri Kuzey Doğu Bulgaristan’ı kısa sürede sardı. Halkın haklı direnişleri karşısında totaliter rejimin tank ve topları yetersiz kalınca Demokratik Lig Genel Başkanı Mustafa Ömer ve Başkan Yardımcısı Ali Ormanlı sınır dışı edildi. Bu da yetmedi. 15 Mayıstan itibaren Demokratik Lig ve Bağımsız İnsan Haklarını Savunma Örgütleri üye-


Makale ve Analizler - 2019

197

leri gruplar halinde baba ocağından koparılıp sınır dışı edilmeye başlandı. Aynı günlerde halk aydınları, en cesur Türkler, istidatlı genç aileler, öğretmenler, ustabaşılar, uzman işçiler, daha varlıklı Türkler, kamuoyu oluşturabilenler, halkın ardından sürükleme yeteneğine sahip olanlar önceden hazırlanmış pasaportları ellerinde buldular. İlk günlerde “sınır dışı” İsveç’ten Kars’a kadar uzanan uçsuz bucaksız bir dünyaydı. Ailelerini toplayıp Vatan toprağını hemen terk etmeleri şartıyla sürgünler salındı. Koğuşlar, ıssız hücreler, hapishaneler aynı şartla boşaltıldı. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi özel yetkili kadrolarını Sovyetler Birliği’nde çalışan Türk ve Müslüman işçilerimizin şantiyelerine gönderdi. Bilinçli olarak büyük bir panik yarattı. Çile ve acısı asla unutulamayan büyük göç seli kapısı ardına kadar açıldı ve modern dünya emsalsiz bir barbarlık ve daha önce eşine rastlanmamış bir trajedi izledi. Gösteriler ve Şehitler. 19 Mayıs günü küçük bir Rodop kenti olan Cebel’de 3 bin kişi zoraki asimilasyonla kimliklerinin eritilmesine karşı ilk kitle gösterisinde buluştu. Kent abluka altına alındı. Polis copları direnişçilerin belinde kırıldı. Sopadan geçirenler hastanelik oldu, kan kustu. Birçok kişi tutuklanırken, bütün hapishane koğuşlarını elinin içi gibi bilen bugünkü HÖH-DPS İcra Müdürü Lütfü Mestan’ın Bulgarca öğretmeni Avni Veliev sınır dışı edildi. Cebel kitle gösterisi misali ilk büyük halk gösterisi 20 Mayıs günü Kuzey Doğu Bulgaristan’da tekrar etti. Pristoe köyünden çekilen gösteri alayı Kaolinovo kasabasına giderken yollar insan seli oldu. Kalabalığı tank alayı da durduramadı. Yollardan taşanlar son hedefe yürüdü. Birkaç bin kişi birden isimlerin geri verilmesinde, d,n haklarının tanınmasında, ana dilin serbest kullanılmasında ve demokratik hak ve özgürlüklerin, doğal ve insan haklarının tamı tamına uygulanmasında ısrar etti. Kadınların, öğrenci ve küçük çocukların da katıldığı bu gösteri hedef, öz ve biçim olarak politik barışçı bir nümayişti. Gösteriye ateş açıldı. İlk şehitler düştü. Yaralıları hastaneler almadı. Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanmasında ilk kan o gün akmıştı. Halk tepkisi Dulovo’da 3 bin kişiyi ayağa kaldırdı. Ak Kadınlar da diriliş ve mücadele tarihimize Türk adları altın harflerle yazılan ilk 3 şehidini o gün verdi. Aynı gün öğleden sonra direniş dalgası Tolbuh’in şehrine sıçradı ve 4 bin Türk şehir merkezini doldurdu. 23 Mayısta protesto hareketine katılan Razgrat’ın Ezerce köyü de 2 şehit verdi. Halk eylemlerine ateş açan asker, polis ve kızıl baretlerdi.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Olayların gelişmesini ve direniş dalgasının kuzeyden güneye köyden köye şehirden şehre sıçradıkça alevlenişini yakından takıp edip yansıtan “Hür Avrupa” Radyosuna dünya demokratik kamuoyu, uluslar arası iletişim araçları katıldı. Totaliter rejime kesin karşı bayrak açtılar. Türklerin haklı oluşu ve en yüce adaleti hak ettikleri, tüm demokratik haklarının, insan onurunun geri verilmesinde direndiler. Tutukluların serbest bırakılması, hapishane ve toplama kampı kapılarının sonuna kadar açılması ana isteklerin başında geliyordu. Demokratik dayanışma göklere çıktı. Bu güçlü birliktelik hareketinin başında Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti, soydaşlarımız, kardeşlerimiz, onların dernekleri ve sivil toplum örgütleri, dostlarımız yer aldı. 27 Mayıs günü Kuzey Koca Balkan eteklerindeki Varna’ya bağlı Medovets köyü iki Türk anayı şehit verdi. Bütün askeri güçler, tüm polis birlikleri özel birlikler Kuzey Doğu Bulgaristan’a sürüldü. Türk köy ve kasabalarına yığınak yapıldı. Olağanüstü durum ilan edildi. Türklerin kanı kabarmış, ruhları kaynıyordu. Türk Ayaklanmasına Demokratik Bulgar Örgütlerinden Yakın Destek. Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs protestoları bir ayaklanma niteliğinde olup, insan haklarını savunan ve farklı düşünen Bulgarların faaliyetlerini de hızlandırdı. 22 Mayıs 1989 günü Bulgaristan’da İnsan Haklarını Savunma Bağımsız Örgütü 20 ve 21 Mayıs günlerinde protestocu Türklere ateş açılmasına, şiddetlenen baskı ve hakaretlere karşı tepkisinde etnik asimilasyon politikasına son verilmesini istedi. Bağımsız örgüt üyesi Anton Zapryanov, Dinsel Hakları Savunma Komitesi’nden papaz Hristofor Sıbev Bulgaristan Türklerine karşı silahlı saldırıyı ve Türk bölgelerinde sıkıyönetim uygulanmasını şiddetle yerdiler. Bilim adamı Bayan Antonina Jelyaskova bir açık mektup yayınlayarak zorla “Bulgarlaştırma” kampanyasına son verilmesini ve vatandaşları zorla göçe zorlama politikasına son verilmesini istedi. 18 Temmuz 1989 günü şaire Blaga Dimitrova 120 Bulgar aydının imzaladığı çağırıyı Millet Meclisi’ne sundu. Bu dayanışma çağrısını imzalayanların çoğunu Açıklık ve Yeniden Tanzim Kulübü (Kulüp Perestroyka) üyeleri oluşturuyordu. Bu aydınlar Bulgaristan Türklerinin adlarının iadesinde, etnik kimliklerin korunmasında ve baba ocağından zoraki surette kovulmalarına son verilmesinde ısrar ediyorlardı. Aynı zamanda Bulgaristan Türklerine memleketi terk etmemeleri için çağırıda bulunuyorlardı.


Makale ve Analizler - 2019

199

Komünist İktidar Kendi Kapanına Düştü Uluslar arası protestolarla ve memleket içi gösterilerle yüzyüze gelmişAçiklik ve Yeniden Tanzim Kulübü, Bağımsız “Podkrepa” Sendikası ve Dinsel Hakları Savunma Komitesi’nin aktifleşmelerinden rahatsız olan rejim Mayıs 1989 sonunda geri adım atmaya başladı. Orduyu kışlaya toplarken, geniş çapta “vatanperver kampanya” adı altında milliyetçi kampanya düzenledi. Parti politikasını desteklemek amacıyla emekçiler arasına indi. İşçiler, memurlar ve üniversite öğrencileri Sofya’da Türkiye Büyük Elçiliği, Plovdiv ve Burgas Konsoloslukları önünde düzenlenen nümayişlere katılmaya zorlandılar. Nümayişçiler “hainler ve soya ihanet edenler mahkeme huzuruna” sloganıyla yeri göğü çınlatıyorlardı. Etnik Temizleme. Türk ahalisinin ayaklanmasına ve anti-sosyalist sivil grupların faaliyetlerine karşı kesin karar etnik temizlemeydi. 29 Mayıs günü T. Jivkov ülkenin belirli bölgelerindeki ahalinin dış dünyanın kışkırtması sonucu vuku bulmuş olan gerilime ilişkin resmi bir beyanatta bulundu ve Bulgaristan Müslümanları adına Türkiye’nin anlara sınırları açmasını çağırısında bulundu. T. Jivkov yüksek parti yönetimi huzurunda “bizim stratejik görevimiz bu insanları Türk değil, temiz Bulgar olduklarına ikna etmektir” diyen tezden vazgeçip yeni stratejik görevin ülkeden 300 bin Türk’ün göçe zorlanması olduğunu belirti. “En azından 200 bin kişinin, hatta mümkünse bu ahaliden 300 bin kişinin göç etmesi Bulgaristan Halk Cumhuriyeti için son derece zaruridir… Biz artık İçişleri Bakanlığındaki arkadaşlara aşırı görüşlü olan kişilerin zorunlu olarak Avusturya vasıtasıyla alelacele göç ettirilmesine dair teklifte bulunduk. Bu olayları düzenleyen fanatikler kitlesel halde göç ettirilmelidir.Bu göçü örgütleyerek bizim göçten yana olduğumuzu göstermeliyiz.” Diye konuştu. Göçmen Faciası. Türkiye sınırları kapayıncaya kadar göç eden 350 bin kişinin göçmen trajedisi işte böyle başladı. Onlara varını yoğunu yok pahasına satmak için birkaç saat mühlet tanınıyordu. Yanlarına ne alabiliyorlarsa onunla yola çıkıyorlardı. Sınırdaki kuyruk 40 kilometreyi aşıyordu. Edirne, Çorlu, Kırklareli ve Lülleburgaz çadır kentleri gün geçtikçe artan göç dalgasını karşılayacak durumda değillerdi. Bulgaristan’da ise birçok köyler boşalıyor, evler okullar, ıssız kalıyordu, memleket yüz binlerce vatanına sadık ve çalışkan vatandaşından da mahrum ediliyordu. Göçmenler aylarca Türkiye’nin dört bir köşesine dağılıp gitmiş ailelerini arıyorlardı. Aralarından bazıları bu ger-


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ginliğe dayanamayıp hayatlarını kaybediyorlardı. Yollarda beklemek kolay mı! Göçmenler hayatlarını yenibaştan kurmaya başlayacaklardı. Yığınsan göçün başlamasından 2 hafta sonra komünist yönetim kaybedilen iş eli sonucu ekonominin aldığı ağır darbeyi hissederek telaşla çıkış yolları aramaya başladı. Stratejik görev tekrar değişti. Göç sınırlandırıldı. Belirli kategori kişilerin, parti üyelerinin ve Pomakların göç etmeleri engellenmeliydi. Fakat bu kadar zulümden sonra onurları ayakaltına alınmış olan Türkler ya haklarının iade edilmesini veya Türkiye^ye göç etmelerine izin verilmesini istiyordu. Totaliter rejimin asimile etme kampanyasından vazgeçip vatandaşlarını durduracak durumda değildi. Hatta 1989 Ekim ayı sonlarında T. Jivkov hezimete uğradığını ve bu girişimin dış dünyaca izoleye neden olduğunu, sosyalist sistemin mukavvadan oluşan bir kule misali çökmeye başladığı, bir anda ekonomik yaşamın bunalım yaşamaya başladığını hazmetmek zorunda kaldı. Bulgaristan’da “tek Bulgar ulusu” oluşturma uygulaması kısmen yenilikler yaparak yeni bir stratejik görev ortaya attı. BKP MK Politik Büro üyelerinden Dobri Jurov “mümkün olduğu kadar daha fazla kişi göç ettirelim” diye ısrarını sürdürdü. Politik Büro üyelerinden bir başkası olan Yordabn Yotov ”Bulgaristan topraklarının temizlenmesinden” söz ediyordu. Yine en kodamanlardan olan Penço Kubadinski “havanın bu ahaliden temizlenmesinden” bahsediyordu. İç İşleri Bakanı Georgi Tanev “Müslüman yığınların öteye beriye dağıtılması” tavsiyesinde bulunuyordu. Bu çabalar sürerken Todor Jivkov iktidardan indirildi. Komünist Partisi iktidarda kalma formülü arıyordu. Parti o zamana kadar olup bitenlerin, bu cümleden zorla asimile edip eritme sürecinin sorumluluğunu bir tek Todor Jivkov’a yükleyerek işin altından çıkmaya çalıştı. Bu arada hapislerde eğitilen kadrolarla Türkleri asimile etme politikasına yeni biçim arama gayretleri ağırlık kazandı.


Makale ve Analizler - 2019

201

1989 Direnişimiz

Raziye Çakır Tarih: 21 Mayıs 2019 Konu: Direnişlerimizin patladığı o günler Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanmasının suya sabuna dokunmayan adı “Mayıs Yürüyüşleri” oldu gitti. Kalemi kalın yazanlar, Bulgaristanlı Müslümanların bir Hıristiyan ülkede gerçekleştirdiği bu büyük isyanı bir “yürüyüşe” indirgemeye üşenmediler, usanmadılar, emekli olduktan sonra da yazmaya devam ettiler. Yaza yaza yazar olanlar “ne olmuş canım” zihniyetiyle halkımıza zulüm eden polislerin kendi elleriyle hazırladığı ve yine kendi elleriyle dosyalayıp arşivlediği tutanaklardan farklı bir şeyler okumadan, dibe inip yüzmeden, hatta kelle koltukta direnen, yaralanan, sakatlanmış kardeşlerimizden bazılarıyla kahve köşelerinde sohbet ederek, dövüşlü yılların ruh halini öğrenmeye bile çalışmadılar. Anlatması gerekenler de başlarından geçeni, çekilerini bir mücevher gibi sakladı. Pazara çıkarsa fiyatı düşer diye korktular. Bu susmada bir kasıt da olabilirdi. Bazı gerçeklerin bilinmesini istemeyenler de vardı. Oysa çok gezen, çok gören, çok bilir deyenler haklıydı da, dolu olmayı köpüğü taşmak üzere olan bir bira bardağıyla karşılaştırdığımızda, içilmeden dibe çöküş sanki üzücü oldu. 1980’lerde insanlarımızda “anlatsam, sözüm nereye gider” kuşkusu belirdi. Bu, yıllarca devam eden suskunluğun gerekçesiydi. Zaten sabırlı insanlardık, dilini yutmuş bir halk olduk. Çünkü 1972–73 Pomak faciasından sonraki yıllarda zulüm topu çığı gibi Türklerin üzerine geliyordu. Korkunun dikenli topu yaklaştıkça insanlarımız kendi içlerine büzülüyordu. Birbirine sımsıkı kenetlenmişler, aralarından su sızmıyordu. Türk kitleye gözdağı vermek için sebep uyduran değirmen kayası döndükçe dönüyordu. Seçkin Türk gençler tutuklanıyor ve sürülüyorlardı. Derme çatma iddialarla kurulan mahkemelerde uydurma gerekçeli kararlar alınıyor eli kalem tutanlarla azı laf yapanlar kürek cezasına çarptırılıyordu. Sofya kenarındaki “Kremikovtsi” Demir Döküm Fabrikasında depolar kazma kürek dolu onları bekliyordu. Maden ocaklarında da parasız yapılacak çok işler vardı. Rodop bayırlarından koparılan ve Dobruca’ya sürülen Türk aileler orada da gıdasını tütünden çıkarmaya çalışıyordu. Okul müdürleri, muhtarlar hatta bazı parti sekreterleri çantayı kalemi rafa kaldırmış, elindeki tütün kazığını kin ve nefretle toprağa sokarken sanki rahatlıyor, başını kaldırıp terini silerken ofluyordu.


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Klişeleşen “Mayış Yürüyüşleri” değimiyle, birçok “Mayıs Dövüşü”, “Mayıs Kavgası”, “Mayıs tutuklamaları”, “Mayıs İnfazları” ve direnişlerimizin doruğu olan Mayıs İsyanımız anlatıldı. Dirilip direnmek, bilinçlenip başkaldırmak, her şeyi bir yana bırakıp protesto eylemlerine katılmak üzere yollara dökülmek hep şu yürüyüşün içine sıkıştırıldı. Şu da ilginç! Bir halkın ayaklanmazdan önce kaç yıl ve kaç ay yerine mıhlanıp kaldığı, hangi anda ve neden depreşip hareketlenmeye başladığı, direniş potansiyelini nasıl elde ettiği, lideri, strateji ve taktiği, plan programı, ideolojik silahı, insan gücü, patlayan tüfeği olup olmadığı çok önemlidir. Bunlara da hiç değinilmedi. 1984 – 89 arası 6 Mayıs vardır. Bu Mayısların hepsi kendi özellikleriyle yaşayan dövüşlü, kavgalı, öfke ve kin şarj eden, parlayıp sönen ama ayaklanma ateşiyle yanmaya devam eden Mayıs aylarıydı. Yazılan yazı ve kitaplarda tam hangi Mayıstan söz edildiği özenle gizlenmiş gibi pek anlaşılmıyor. Tarafsız okuyanlar ya da zulüm gördüğümüzü ilk defa işitenler istemeye istemeye de olsa bu topraklarda insanlar baharla uyanıp depreşmeye başlıyor izlenimiyle kalabilir. Okuduğum birçok eserde, hatta Bulgaristan konusunda bir klasik olarak kabul edilen Büyükelçi Bilal N. Şimşir’in kaleme aldığı, genişletilmiş 2. baskısı 2008’de çıkan “Bulgaristan Türkleri” araştırmasında, Aralık 1984’te başlayan Bulgaristanlı Türklerin direnişlerini Mayıs 1989 “protesto gösterileri” doruğu ile noktalıyor. Yürüyüşler bölümünde, o direnişlerin temel gerekçesini şöyle açıklıyor: “30 Mayıs 1989’da Paris’te başlayacak olan AGİT İnsani Boyut Konferansı Birinci Toplantısından önce dünya kamuoyunun dikkatini Türklere uygulanan baskılara çekmek için 14 ve 15 Mayıs 1989 tarihlerinde Silistre ve Şumnu’da çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu yüzlerce Türk barışçı gösteriler düzenlediler.” Sanki Fransa’da düğün olacak da biz Bulgaristan’da kılık kıyafet diktiriyoruz gibi bir şey. Sonra insanlar kendilerini büyük olaylar içinde göstermeyi severler. Bizde de o zaman her yemeğe maydanoz olma hevesi belirmiş ve o dönemin eserlerinin hepsinde birer ikişer AGİT kahramanı var. Bir yandan 1989 Viyana Destek Derneği Başkanı Avni Veliev ve İnsan Haklarının savunulması Demokratik Birliği lideri Mustafa Ömer gibi savaşçılar vatandan kovulduktan sonra Türkiye üzerinden Paris’e çıkıp haklarımızı AGİT kürsüsünden savunurken, birçok demokrat da devlet parasıyla alınan uçak biletleriyle Fransa başkentini gidip gördüler. Onlardan ikisi de, eski Cumhurbaşkanı Jelü Jelev ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Blaga Dimitrova’dır. Demokratik Güçler Birliği kurulmazdan önceki demokrasi arayışı içindeki Bulgar aydın derneklerinin temsilcileri olarak, mazlum Türkleri desteklemek amacıyla Paris’e


Makale ve Analizler - 2019

203

inen bu iki demokratik lider, AGİT kürsüsünden okumak ve davamızla dayanışma ifade etmek üzere beraberlerinde götürdükleri Bildiriyi okumamışlar, Sena nehri sularına salarak yükümlülük altına girmeden geri dönmüşlerdir. Aynı dönemde, artık Bulgar istihbaratı Birinci Şubesi Beşinci Amerliği tarafından Pazarcık hapishanesinden çıkarılıp özel eğitime alınan Ahmet Doğan’da sözde AGİT’e göndermek üzere Bildiri kaleme almıştır. Ne ki, kimilerin anlattıklarına göre çifte kavanoz kapağı arasında, diğerlerine göre patates içinde, üçüncülerin anlattığına göre ise ekmek arasında ya da ayakkabı ökçesinde hapishaneden çıkarılan bu bildiri, bir TIR şoförüne verilmiş ve Paris’e giderken Çekoslovakya yollarında meydana gelen bir kazada kayıplara karışmıştır. Anlatılan ve tekrar tekrar yazılan, alıntılar halinde çoğaltılan yazılar hep belirli bir amaçla kaleme alınmıştır. Bu amacın özünde her zaman Ahmet Doğan’ı öne çıkarmak, yapmadığı işleri ona mal ederek, aslında bütün zamanda pasif olan bu kişiyi liderleştirmek ve diğer direniş örgütlerini ve gerçek liderleri karalamak veya yok saymak hedefine hizmet etmiştir. Hiç değinilmeyen olaysa şudur: Mazlumların ayaklanmalarının içsel nedenleri vardır. Belirleyici olan iç çelişkilerdir. Bulgaristan’da bu çelişki, tek uluslu devlet kurmak isteyen Bulgarların zor kullanarak Müslümanları Hıristiyanlaştırmasında ifade bulmuştur. Zorlamada devlet gücü kullanılmış Türkler ezilmiş ve kimsizleştirilmiştir. Bu zorlama, öz kimliklerini korutup yaşatmak ve geliştirmek isteyen Türk topluluğu Bulgar ulusundan ve devletinden koparmıştır. Daha önce isimleri, dil ve dinleri değiştirilen Çingene ve Pomak azınlıkları ile Türk azınlığı kader ortaklığında birleştirmiştir. Böylece Bulgar toplumu ikiye bölünmüş Bulgar ulusu ile etnikler birbirine düşman olmuş, ekonomik bunalım belirmiş, azınlıkları eriterek asimile etme siyaseti sanki çökmüş ve sosyal, siyasi ve kültürel ilerleme adına hayat durmuştur. Bu olayların derinleşmesinde motor olan iç çelişkilerdir. Bulgaristan koşullarında anlatmaya çalıştığım çelişki XX. yüzyıl boyunca bir siyasi çelişkidir ve Bulgaristan azınlıklarının kavgası da bir siyasi kavgadır. Sosyal hayatta ayaklanmaya götüren temel çelişki üretim araçları ile üretim ilişkileri arasındaki tezattır. Osmanlıdan ayrılınca kapitalist üretim ilişkilerini hayata çağıran Bulgaristan’da, etniklerin kimliğini değiştirmek için açılan ve yüz yıl süren savaşım, zaman zaman toplumda temel çelişki olmuştur. Bu kavgada azınlıklar saldırgan değil savunma durumundaydı. Müslümanlar Müslüman olarak, Müslüman ahlak ve hukukuna göre yaşamak istiyorlardı. Bu üreten, tüketen bir kavga olmasa da, hayatı durduracak, toplumu frenleyerek çökertecek boyutlara büyüdü.


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizdeki direnişlerin içinde 28 etkin gizli örgüt olduğu defalarca yazıldı. Bu örgütlerden her biri kökleri halkın bağrında olan halk önderleri tarafından yönetiliyordu. Kuruluş gerekçeleri araştırılmadan, önderlerinin kimlikleri sık eleyip sık dokunmadan ön plana çekilmeye başlanan Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş Hareketi – bugünkü DPS, neredeyse bayrak edildi. Bu hareketlenmenin lideri olan Ahmet Doğan, 1973’lerden sonra başlayan Bulgaristan Türklerini sıkıştırma ve ülkede Türk varlığını yok etme hareketinde her zaman zorbacının (diktatörün) yanında yer almıştır. Tutuklanmasından önce kaleme aldığı ve kimi zaman Bulgaristan Bilimler Akademisi (BAN) kılıfına sokulan Polis Akademisinde savunduğu Doktora tezinde, Türk bütünlüğünü parçalama ve eritme sorunlarını işlese de, Büyükelçi Şimşir bilimsel gerçekçiliği olmayan kitaplardan aldığı alıntılarla anlattığı olaylarda şu ana nokta öne çıkmıştır: ANA HEDEF: Türk Azınlığını, Bulgar hükümetine karşı haklarını savunmak için teşkilatlandırmak. SON HEDEF: Bulgar Hükümetini Türkiye Cumhuriyetiyle göç antlaşması imzalamaya çekmek ve bunu sağlamak. İki hedefin ikisi de aldatıcıdır. Bulgaristan Türkleri daha 1984’te ülke çapında örgütlenmiş, fakat kitle içinde hainlik salgını alıp yürüdüğü için lider olarak HİÇ BİR kimseye güvenilememiştir. Burada, Ahmet Doğan lider fesini çalmak için yola çıktığını, HATTA HAPİSHANEDE YATTIĞINI gizlememiştir. İkinci olarak, bütün baskı ve teröre rağmen, vatan toprağından kolay kolay sökülmek istemeyen Bulgaristan Türklerini kışkırtma niyeti ortadadır. O koşullarda, program yazan Türk direniş hareketlerinden hiç biri Türkleri göçe davet eden cümle kurmamıştır. Şimdi 10 Mayıs 1984’yılında, o zaman Kırcaali iline bağlı Karamanlar (Karamantsi) köyünde bir ideolojik toplantıyı hatırlayalım. Köylüler Okuma Evi salonuna toplanmışlardı. Sözcü, onların komşu köyden hemşerisi sayılan, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) adına gelen Salif İlyazov’tur. O yıllarda S. İlyazov BKP MK Ajitasyon ve Propaganda Şubesinde görevlidir. O konuşmasında, Karamanlar köylülerine, Bulgaristan’da halka açık bir toplantıda ilk defa olmak üzere şöyle hitap etmiştir.Bulgaristan Türkleri arasından edebiyat Profesörü olarak yetişen,fakat tarih konularını da işlerken, “Anadolu’daki Bulgar Devletleri” adlı bir de eser yazarak Konya-Karaman yöresinde eskiden bir Bulgar Hanlığı olduğunu anlatan Prof. İbrahim Tatarlı’dan alıntılar vererek, Karamanlar köylülerine “siz Bul-


Makale ve Analizler - 2019

205

gar Hanlığından gelmişsiniz, hepiniz Bulgarsınız, adlarınızı, dininizi ve dilinizi değiştirme vakti geldi” deyince, oturdukları sandalyelerden fırlayan köylüler, “senin azından çıkanı kulağın duyuyor mu?” çığlıklarıyla konuşmacıya çullanarak onu hırpalamışlar ve eşek sudan gelene kadar dövmüşlerdir. Daha önce böyle bir olay yaşanmadığına göre, Bulgaristan Türklerinin kimliklerini savunma davasında ilk Mayıs dövüşü bu olaydır. Bu olaydan birçok kişi hapiste yatmış başkaları da sürgün edilmiştir. Ve biz bugün Mayıs İsyanı’nı anarken, şehitlerimizin anıtlarına çelenk ve çiçek götürürken bu ilk halk patlamasını asla unutmamalıyız.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mayıs Ayaklanması Türkler Için Önemlidir

Raziye ÇAKIR Bulgaristan Türklerinin 20. yy. tarihlerinin en önemli olayı 1989 Mayıs Ayaklanmasıdır. Bu daha baslangiçtı. Aydınlık bir dünya sonra ki gelecek günlerde kurulacaktı. Selam olsun o dünya için ayaklananlara! Selam olsun o dünyayi kuracaklara. Emeği geçenleri kutluyorum. Selam olsun mutlu geleceğin uzun soluklu yolcularına!…. Ve bu uzun soluklu yolcular bugün bizim aramızda. Ayşe teyze, mahpusçu Haşim, kör Ali, öder Rafet, öğretmen Müzeyyen, paskal Hüseyin, nalbant Mehmet, sütçü Hasan, börekçi Hatme, bideci Fatma, oyacı Bedriye, kantarcı Rasim, hemşire Hacet, arabacı Orhan,onbaşılar, çavuşlar, hacılar, hocalar ve daha kimler kimler!…Hiçbir zaman kimliklerinden hiçbir şey yitirmemiş olanlar ve birbirlerinden utandıklarına aldatıldıklarını birbirlerine anlatamayanlar. Hâlbuki açsalar yüreklerini, paylaşılan dert yarı derttir, beldi de sebebin sebebini ve başlarına gelenlerin nedenini birlikte bulabileceklerdi. Onlar, ama hep önlerine baktılar. Ekmek teknesi başında una, tuza, suya; tarlada toprağa taşa çapaya; ahırda danaya, düveye samana baktılar. Başlarını kaldırım açan çiçeklere, kokan bahara bile bakmadılar. Ogün bu gün onlar kendilerinden utandı. Neden böyle oldu diye içten içe kendi kendilerini kemirdi. Yurt bıraktı, memleket değiştirdi. Kafasını duvara vuran oldu. Ne yazık ki, davanın kutsallığına öyle inanmıştı ki, akla en yakın olanı düşünemedi. Anlatan olsa da inanmadı… Nasıl olurdu, hainliğe akıl erdiremedi, kardeşlerim benim. Hâlbuki soramadıkları sorunun cevabı dillerinde, ellerinde, önlük denen fıtratların-daydı. ŞEYTANLA KABAK EKENİN, KABAK BAŞINA PATLAR! Ve olan oldu.


Makale ve Analizler - 2019

207

O onlar güneşe doğru tertemiz akıyordu. Evlerinden, köylerinden, derelerinden sel gibi çıktılar. AYAKLANMA DENİZİNE katılırken, ara sularda, zehirli akıntı girmişti sele, kuşkulanmadıklarından fark edememişlerdi. Saflarına sızan ve başa geçmeye çalışan yürekleri bozuk, vicdanları zehirli, gözleri bulanık, ruhları kirli, ruhsuz hainlerdi. Ve bu sunuşun başka bir anlatımıysa şöyleydi: İsim ve kimlik değiştirme, “soya dönüş”, “Bulgarlaştırma” trajedisiyle 1984-1985’te açılan ve kanayan büyük yarayı izleyen gözlem adamlar (totaliter generaller ve bu işle birlikte başa çıkalım diye çağırdıkları KGB generalleri) ortak çalışmalarına başladı. Önce tepki gösteren halk arasından uçuşan “sineklerin” konacağı bir yapışkan yarattılar. Türklerin işi tütündü. Tütün yaprakları da sıcakta yapışkan bir su salardı. Tütüncüler bu sudan tiksinmezdi. Önce yapışkan bulundu. Doktora tezini gizli savundu. Bilimler Akademisi Felsefe Fakültesi’nde sandalye gösterildi. Bazı Üniversitelerde öğrenci önüne çıktı. Suya sabuna dokunmayan yazılar yazdı. Bir general kızıyla yaşıyordu. Dobriç’in Baraklar (Bakalovo) köyünden Necmettin H. Hak, Zahid Vahid ve Mümün Mustafa ile birlikte 1985 baharında Sofya’ya geldiğinde niyetleri temizdi. Yapışkan (ajan) “Sava” (Ahmet Doğan) ile başkentte görüştüler. ( O zaman üçü de Ahmet’in ajan olduğunu bilmiyordu) Ajan Sava bağlı olduğu subay aracılıyla generallerle danıştıktan sonra illegal mukavemet örgütü kurma fikrini destekledi. İllegal Türk Mukavemet Teşkilatı kurulmasını sabırsızlıkla bekleyen GÖZLEM ADAMLAR (görülmez rejisörler – generaller) hareketlenmeyi beklerken birçok hazırlık da yapmıştı. Her şey yazmış, basmış hazır etmişti. Adı sapı, ismi cismi olmayan bu gizli örgütün Tüzük ve Kuruluş Bildirisini Ahmet onlardan aldı. Daha sonra (10 Ocak 1990) Varna’da Hak ve Özgürlükler Hareketi kurulurken de mahkemede tescil işlerini bile gizli servis görevlileri yapmıştı. Bu ilk görüşmelerinde ajan Sava Necmettin H. Hak, Z. Vahid ve M. Mustafa’ya bir Gizli Teşkilat Tüzüğü ile bir Politik Bildiri verdi. Hak’ın daha sonra anlattığına göre, bir de İvo Andriç’in “Drava Köprüsü” kitabını okumalarını tavsiye etmişti. Bu kitapta ihanet eden birinin ağzından kakılan ve götünden çıkan bir kazığa 3 gün çakılı tutulduğu anlatılır. Acaba, “ben sizi ele verdim, ama siz de beni ele verirseniz, üçünüzü de kazağa çakarım” mı demek istiyordu. Yine daha sonraki yıllarda HÖH Genel Başkan yardımcısı Osman Oktay’ın paylaştığına göre “A. Doğan kendinden korkan insanlarla çalışmak istiyordu.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu üçüyle “Drındar” köyündeki görüşmelerinde ise Osmanlıya başkaldıran Bulgar asilerden “Hristo Botev’in hayat öyküsünü okuyun” demişti ki, Botev yakın dava arkadaşları tarafından kurşunlandıktan sonra, kellesi bir kazağa çakılmış ve bugünkü Vratsa şehri sokaklarında üç gün gezdirilmişti. Kendisi de sonraki yıllarda başka bir Bulgar savaşçı olan V. Levski’nin hayat öyküsünü yazacağını ilan etti, fakat Levski’nin Türkler tarafından dar ağıcına asılmadığı kanıtlanınca vazgeçti. Aslında Türkler merhametliydi ve kedi sıçan oyunlarına bayılırdı. Dobriç’e dönerken N. Hak’ın beraberinde götürdüğü Tüzük, tam istedikleri gibiydi. Özünde “koyu ırkçı” ve aşırı milletçi olan ve Türkler ile Müslüman ahali üzerinde bir etnik soykırım olan “soya dönüş” politikası şiddetli faşizmdi. Müslüman kamuoyu ve dünya tolumu yalanla aldatılmak isteniyordu. Müslümanların isimleri zorla değiştirilmişti, fakat Bulgar adlarını gönüllü aldıkları yayılıyordu. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar üzerinde bir etnik soykırım yapılmıştı. Totaliter rejim azınlıkların kararlılığını ve cesaretini yanlış okumuş ve bu yüzden Tüzükle azınlıklar ayaklanmaya davet ediliyordu. Tüzükte aynen şöyle deniyordu: Bizim geleceğimiz kendi ellerimizdedir. Hiç Bir halka özgürlük hediye edilmemiştir, hürriyetler savaşımla elde edilir. Ve dikkat ediniz lütfen: Bulgaristan’da Türk Halk Kurtuluş Hareketi (BTHKH) özgürlüklerimizi kazanmamız davasında öncümüzdür. (Alıntılar verdiğim Tüzük BTHKH kurulmazdan önce yazılmıştır. Örgütün adı da önceden konmuştur. Tüzük de önceden yazılmıştır. N. Hak ve arkadaşları Sofya’ya gelişlerinde gizli teşkilatı henüz kurmamıştı. Kurulmamış bir teşkilatın hazır belgeleri eline verilmiştir.) Tüzüğün II. Bölümünde BTHKH’nin ödevleri sıralanmaktadır. Bu ödevlerin arasında anadilini kullanma hürriyeti ve Bulgaristan Türklerinin öz kültürleriyle yaşama haklarını elde etme hedefi yoktur. (Özü bakımından bu Tüzüğün Pomaklar için yazıldığı izlenimi doğuyor. Çünkü 1989 Aralığının son gününde Bulgaristan Müslümanlarının isimleri ve din hakları iade edilirken, Türklerinin ana dili ve etnik kültüründen söz bile edilmemişti.) Tüzüğün III. Bölümünde, temel ödevler sıralanırken, a) dinsel hakların elde edilmesi birinci yere konmuştur ve bu fıkra da Tüzüğün özel olarak Pomaklar için hazırlanmış olduğuna işaret ediyor. b) politik mücadele biçimlerini sıralarken, terör yönlemlerine baş vurmadan barışçı mücadele biçimleri kullanılmasına işaret ediyor. Bu “savaşım” Tüzüğü Bulgaristan Halk Cumhuriyeti 1971 Ananası’na ve 1975 Helsinki İnsan Hakları Bildirisi’ne


Makale ve Analizler - 2019

209

uygun şekilde kaleme alınmıştır. Mücadelede silah kullanılmaması, ancak ekonomik direniş şekillerinden yararlanılması, iş yavaşlatma gibi ayak diremeler öne çekişmiştir. Sanki bu Tüzüğü yazan Aralık 1984 ve Ocak 1985’te Bulgaristan Türklerinin üzerinden tankla geçildiğini ve herkesin ezildiğini görmemiş ve işitmemiştir. Tüzüğün V. maddesi terörizmin her çeşidini kınarken, VI. Madde ise, Birleşmiş Milletler Örgütü İnsan Hakları Komisyonu, Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Komisyonu ve İslam Ülkeleri Konseyi, Büyük Devletler v.b. Bulgar totaliter rejiminin Bulgaristan Türklerinin haklarına tecavüz etmesini kınaması isteniyor. Ahmet Doğan’ın daha hiçbir örgüt kurulmadan N. Hak ve arkadaşlarına böyle hazır bir Tüzük vermesi ve teşkilat kurmayı hemen kabul etmesi, bundan tam 29 yıl önce daha mayalanırken, daha kurulmadan, daha yapılanmadan Bulgaristan Türkleri Hak ve Özgürlükler davası. Örgütü ve partisi içine kurt düştüğünü ve bu kutsal davanın özünü kemirerek yediğini ve artık insan arasına çıkacak, kimsenin yüzüne bakacak hali kalmadığından sığınaklara kapanıp çaldıkları paralarla yaşadıklarına en büyük kanıttır. Bir yılan ne kadar eğri büğrü kıvrılarak gitse de deliğinden çıkarken doğrulmak zorundadır. O gün çok yakın. Soru 1: O zaman (1985’te) artık 12 yıllık gizli polis servisi ajanı olan (1973-1985 dönemi) Ahmet Doğan’ın irtibatta bulunduğu sivil polis subayına danışmadan, Bulgar Bilimler Akademisi’nde felsefe doktoru işini bırakıp “ben gizli bir mukavemet teşkilatı kurulması teklifini kabul ediyorum ve size katılıyorum,” demesi, olacak iş mi?, mümkün olabilir mi? Yanıt: Asla olamaz! Yetiştirilmesine o kadar çok masraf edilen, üniversitelerde okutulan, cebi parasız bırakılmayan, önemli ve derin bir ajanın ihanet etmesinin cezası ancak ve yalnız “KURŞUN” dur. Başka bir şey olamaz. Ahmet Doğan bile bile, danışlı dövüş ihanet ettiği için öldürülmedi. Sağ kaldı. Gizli servisteki gizli görevine devam etti ve bugüne kadar devam ediyor. İşler o kadar gelişti ki, DANS – gizli polisine başkanı da 2013’te kendisi atamak istedi. Onun, 1985’teki önemli yeni vazifesi kurulacak olan illegal Türk mukavemet örgütünün başına geçmekti ve o başardı, şansı yaver gitti ve Başkan oldu. Başka bir şekilde ve farklı örnekleyerek anlatıldığında olay şudur. Yazımızın başında, sorunun cevabı dillerinin altında, ellerinde veya önlük denen fıtalardaydı derken, şunu demek istemiştim:


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim kadınlarımız mısır ekerken tohumu önlüklerinde taşır. Hiç ayrım yapmadan elini önlüğe salıp dörder beşer tohum alır ve ocak ocak ya da göz göz eker. Kimse hangi tohumda ne çıkar acaba diye düşünmez. İşte 1985 Sofya görüşmesinde N. Hak, Z. Vahid ve M. Mustafa ile A. Doğan sözde birbirlerine inanip ve güvendiklerinden aynı ocağa ekilmelerine razı oldular. Onlar zor dönemin 4 istidatlı evladı, geleceğin kahramanı olacaktı. 4 mısır tanesi gibi toprağa gizlendiler. Gizli örgüt kurmayı karara bağladılar. 1985’te Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş Hareketi (1985-1986) kurulurken bu dört tohumun dördü de topraktaydı, dördü de bitti, bir iki yaprak saldı, birinci kazımda Z. Vahid ile M. Mustafa söküldü. Karığın kenarına kondukları an soldular. Kökünden sökülen mısır başka bir yere dikilemediği gibi, onlar da bitti. 1989’dan sonra yapılan ikinci çapada N. Hak da çıkarılıp kenara kondu. A. Doğan tek kaldı, kazıldı, sulandı. Bulgaristan’da 1990’da öyle bir hava yaratıldı ki, sanki Hak ve Özgürlük davasını tozlaştıracak başka mısır püskülü yoktu. İşler dört kişiden biri ve aslında bir hain olan Ahmet Doğan’ın eline böyle kaldık. Gizli polis zafer kazandı. İşlerin 2. aşamasına da şöyle geçildi. 04. 01. 1990 günü Varna’da Emin Hamdi’nin dairesinde 33 kişi yeni ismini Halim Pasajov’un koyduğu HAK VE ÖZGÜRLÜK HAREKETİ temelleri atılırken, bu defa Program ve Tüzük Sofya’da “Simeonovo” Polis Akademisinde kaleme alınmıştı. Varna Mahkemesinde tescil ettirilmiş ve Ahmet Doğan’ın eline tutuşturulmuştu. Daha teşkilatın kurulduğu gün Program okunurken, ideolojik davadan gelen ve sözlerin anlamını iyi algılayan H. Pasajov ile A. Doğan arasında bir tartışma çıktı. Konu: Bulgaristan Türklerinin Bulgar ulusundan mı, yoksa Türk dünyasından mı, bir azınlık olduğu üstüneydi. Ahmet “Biz Bulgar Ulusundanız!“ tezini dayatınca, yollar ayrıldı. Bundan böyle Türklükten yana olan kurucu delegelere sağlam bir çenede çürük diş gibi bakılmaya başlandı. Hepsi birer ikişer kimi iğneli kimi iğnesiz söküldü, örgütten atıldı, kalanlar çift sürmeye devam ediyor, kovulanlar Türkiye Cumhuriyetinde yaşlı soydaşlar arasında emeklidir. Bugün artık HÖH Merkez Yönetim Kurulu’nda Kurucu Meclisten tek üye yoktur. Örgüt tamamen gizli polisin eline geçmiş ve hatta eski bir generallin torunu olan milletvekili tarafından yönetilmektedir. İzninizle: ŞEYTANLA BUĞDAY EKEN, SAMANINI ALIR!


Makale ve Analizler - 2019

211

Aydın Bir Zekâ, Türk Vicdanıyla Kitle Dokusunu Dirilişe Çağırandır Rafet ULUTÜRK Tarih: 22 Mayıs 2019 Konu: Türk toplumunu Türk aydınlar uyandırmıştır. Yeniden uyanış da onların elindedir. Yazıp çizmeden tarihimizi yaşatamayız. Önce bu soruya cevap verelim. Aydın dediğimiz kimdir?

Bulgar dilinde aydınlatıcılar, (uyandırıcılar) günü var. /Den na buditelite/ Tarihte halkın gözünü açan, beynine ışık saçan kişiler yani aydınlar, o gün anılıyor. Fakat biz Bulgaristan Türklerinin bu gibi bir tören yapmıyoruz ve oyle bir günümüz de yok. Olsa bile toplanacağımız meydan, çiçek ve çelenk koyacağımız bir anıtımız da yok. Neden acaba ve biz aydın dendiğinde neyi anlıyoruz? Elimizi, belleğimizdeki Bulgaristan Türkleri aydınlar daracığına soksak kim çıkar? Aydın, aydın kişi duvara süs için asılmış bir lamba değildir. Kandili sürekli yanan, fitili kısaldıkça uzatılan, camı islendikçe etrafını parlatandır. Yüksek öğrenimlilerin, üniversite hocalarının hepsi aydın sayılmaz ve hepsi aydın kişi değildir. Birçok insan içine kapalıdır etrafını aydınlatamaz, hatta karanlıkta yaşamayı sever. Asırlarca karanlıkta kalan, zulüm gören halklar aydınlığı zifiri karanlıkta bulacaklarına inandıkları için aydınlığa zor inanır. İnsanlık tarihi aydınlığın Doğudan geldiğine, Güneş ışıklarıyla indiğine inanır; yolu da Doğudan Batıya gider.Değindiğimiz aydınlık aslında insanın içindeki nurdur. Gözlerimiz 5, 10, 50 hatta 100 km ilerisini görebilir, fakat zihnimizdeki nurla bütün dünyayı, tarihin derinliklerini ve hatta geleceğimizi görebiliriz. Aydınlık devredilir bir nimettir ve insandan insana, nesilden nesille geçer, aynı zamanda körelme ve karanlık da öyledir. Aydın demek aydınlatıcı bir kişi olarak tanıtabiliriz.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir muhbire, ajana, jurnalciye, haine aydın denmez, denemez. Kısaca aydın demek, o bilimsel bilgiyle donatılmış, görgülü, sorgulayan, sorumluluk duyan, halkının, toplumun, ülkesinin ve dünya sorunlarını yakından izleyen, özgür ve her konuda akılcı davranan, düşünceleri uğruna özveriyi göze alabilen, yürekli çağdaş kişidir. Etrafınıza bakınsanız bu niteliklerle kaç kişi görebilirsiniz? Sayıları azdır. Onları anlatan yazılara baktığımızda küçük ve orta burjuva kökenli olduklarını, toplumsal katman oluşturmadıklarını, öncü güç de olmadıklarını ve hatta liderliğe hevesli kişilerden uzak durduklarını görürüz. Balkan ve Bulgaristan Türkleriyle ilgili böyle bir araştırma yapan Bulgaristan Türk Aydınlarından Niyazi Hüseyin Bahtiyar Balkan kökenli Türk ünlüleri 3 ciltte anlattı. Çok ilginç, fakat bizim aydın arayışımızın biraz dışında kalan bir uğraşı. Çünkü her ünlü bir aydın sayılmaz. Okuduklarım arasında Kırcaali’de öğretmenlik ve okul müdürlüğü yıllarında Turgut Ragıbov’un (1915 – 1972) aydın kimliğine tanık olmuştum. Geçen yüzyılın ilk yarısında Bulgaristan Türk aydınları Şumnu’daki Öğretmen Okulunda ve Nüvvab’ta yetişmiş kişilerdir. Topraklarımıza inkişaf getiren ilk aydın yönetici ise Rusçuk Valisi Mithat Paşa (1822 – 1884) olmuştur. En açık bir algılamada, aydınlar devrim ve evrimlerin nur toplarıdır. İnsanlarsa aydınlanma ateşini devrimlerden alır. 1789 Fransız Devrimi, geçen yüzyıl başında – 1917 Ekim Devrimi, Büyük Atatürk’ün kokuşarak çöken Osmanlı harabeliğinden milli Türkiye Cumhuriyeti, Türk İstiklali, Türk ruhu ve parlak Türk ufku çıkarması tarihte yeni sayfa açan olaylardandır. Bu açıdan değerlendirildiğinde azgelişmiş ülkeler arasında sıralanan Türkiye Cumhuriyeti’ni 21. yüzyılda dünyanın en gelişmiş devletleri arasına taşıma hamlesi yapan Cumhurbaşkanlığı Türkiye’si atılımına ufuk açan Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir büyük aydındır. Aydınlık yetiştiren ışık ararken Bulgaristan Müslüman Türkleri de 1989 Mayıs’ında başarılı ayaklandılar. Bu ayaklanma gücünü aydınların gönlünden alarak gerçekleşti. Tek uluslu bir devlet içinde asimile olmayı kabul etmeyip hak ve hürriyet kavgasına kalkışmamız bir devrim kadar siyasi nitelik yüklü olduğundan dolayı, kendi ilhamcılarını kendisi yaratmıştır. Genelde devrim ve isyanların tarihi yüz yıl olgunlaşıp süzüldükten sonra yazılır. Bizim kavgamızın ilhamcıları, öncü, kahraman savaşçı ve aydınları da henüz tartışmaya neden olmayacak bir şekilde beyaz kâğıt üzerine çizilememiştir. Çünkü her devrim ve ayaklanmanın arka planda kalan aydınları vardır ki, onların gizeminin kalkması bekler, zaman ister.


Makale ve Analizler - 2019

213

Sosyal psikolog Gustave Le Bon Büyük Fransız devrimini olaylardan 80 yıl sonra anlatırken, Turgut Özakman, “Çanakkale 1915 – DİRİLİŞ”, “Şu Çılgın Türkler” ve “Türk Mucizesi – Cumhuriyet” gibi eserleriyle Türk devrimini 50 yıldan sonra kaleme almıştır. Zahari Stoyanov da, Bulgar uyanış çağı ve ulusal devrimini kafasında 30 yıl olgunlaştırdıktan sonra oturup değerlendirebilmiştir. 1917’de Rusya’da geçen Ekim Devrimine tanıklık eden Amerikalı yazar John Reed ise, devrim olaylarını “Dünyayı Sarsan On Gün” eserinde 2 sene gibi kısa bir süre sonra çok başarılı anlatmıştır. 70 bin kişilik bir köylü kitlesinin kurbanlar vererek, 12 bin evladını hapishaneden, sürgünden 518’i toplama kampından, yüz binleri evlerine ve köylerine kapanmışlıktan kurtarabilmek için prangaları kırarak ayaklanan Bulgaristan Türkleri hakkında daha çok yazılacak, çizilecek ve anlatılacak şeyler var. Bu ay Bulgaristanlı Türklerin yaşadığı köy ve kasabaların hepsinde 1989 Mayıs Ayaklanmasında şehit düşenlerin aziz hatırası önünde saygıya durma ve durum değerlendirmesi miting ve toplantıları yapıldı. Gerek Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) gerekse geçen sene siyasi sahneye çıkan Demokrasi için Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük Partisi (DOST) – (Mustafa Karadayı ile Lütfi Mestan) bütün konuşmalarında 28 yıldan beri siyasi hayatımızın ana konusu olan bu ayaklanmayı örgütleyen, yönlendiren, yöneten kimdir konusunda birbirlerine kıyasıya saldırsınlar. Amma bu yıl hiç kimse bunu yapmadı halkın tepkisi işe yaradı mı? dersiniz bilemem. Basın, TV ve kamuoyu da pek olayları görmedi. Bu kavganın özünde, Mayıs Ayaklanması lambasını kim yaktı sorusunun cevabı gizlidir. Artık herkes bu kahramanın HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan olmadığına kanaat getirdi. Çünkü o aynı dönemde yalancı hapisdeydi. Ayaklanmanın karşısında yer almıştı. Ayaklanmayı bastırıp, dirilen kitleyi dağıtıp kurulmamış bir partiyi kurulmuş göstererek DC-KGB tarafından Türklerin başına geçme planları yapıyorlardı. Ne yazık ki, bu yalan uzun zaman tuttu. Süregelen durumun devam etmesinden yana olan HÖH Genel Başkanı Karadayı konuşmalarında “1989 Mayıs Ayaklanmasını Ahmet Doğan” yönetti diye tekrar ederken, “kırk defa tekrarlanan yalan gerçektir” umudunu besliyor ama Doğan’ın bir aydın olduğunu söyleyemiyor. Aynı partinin 3 yıl Genel Başkanı iken (2013 – 2015) , bu konuda gerçekleri söylemeyen L. Mestan, önce çok büyük bir yanılgı içine düştü. DOST partisi yönetimine aldığı Boyaciev gibi rejim kaçaklarının “1989 Ayaklanmasını bir Bulgar mahkumları derneği olan Bağımsız İnsan Hakları Derneğinin oluşturduğu ve “Türk Kanadı”nın yönettiği tezine takıldı. Ardından bu “Türk Kanadı”


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ile 1989 Mayıs Ayaklanmamızı hazırlayan 28 gizli ve yarı legal Türk direniş örgütü arasında imzalanmış bir tutanak, bir sözleşme olmadığını öğrenince, “ayaklanmamızı halkımız kendisi yönetti” tezini benimsedi. Bu iş biraz taş tekerlene tekerlene dereyi bulur masalına benzemedi mi? Bir de şu kötülükte yardımcı ve biraz da paracı yazar çizer sürüsü var. Olayları sığ tutmakta yarar gören ve irdeleme derinleşirse içinden çıkamayız korkusuyla yazanlar düzmece polis verilerine dayanarak, 1989’da kimsenin tanımadığı Ahmet Doğan’ı “büyüleyici” bir önder yapabilmek için kitaplar yazdılar. Satır aralarını okundukça allı pullu paketledikleri “liderin” okula gitmeyi sevmeyen, lise diplomasını polisten alan, üniversiteye normal kapıdan giremeyen, Türkleri Bulgarlaştırma konusundaki doktora tezini polis şefleri önünde savunan bir dönek, ihbarcı ve hain olduğu artık anlaşıldı. Yalan yükü altında ezilince de kurtuluşu süreğen mayhoşlukta buldu. Güneşin aydınlattığı dünyayı “ben aydınlatıyorum” dedikçe kör topala eğlence oldu. Aydın olmanın hiç de kolay olmadığı bir daha anlaşılmış oldu. Bir ayaklanmanın aydını olma olayı olağanüstü önemlidir. Çünkü bir ayaklanmayı örgütleyip yönetmek için, doğal olarak, ayaklanan kitleyi daha sonra da yönetme hakkı doğar ki, işte asıl tartışılan konu budur. Konuyu işleyenlerin ortak görüşünde “devrimler evlatlarını yer” ya da “devrimi yapanlar memleketlerini terk eder” gerçeği vardır. Fransız devrimine dönersek, aydın ve savaşkan öncü kesim giyotinden kaçarak Alp Dağlarına sığınmış ve günümüz İsviçre’sinde Fransızca konuşan kitleyi oluşturmuştur. Bizim şehitlerimiz için diktiğimiz elliden fazla anıtımız olsa da, 1989 Ayaklanmamızdan sonra Bulgaristan’da yaşayan Türklerin sayısı yarı yarıya azalmıştır. 1957’den bu yana anadilinde okulu olamayan Bulgaristan Türklerinin aydın kişi yetiştirmesi çok zahmetli bir iş olmuştur. Okuma yazması olmayan derviş ve aksakallı bilgelerin ise kapalı ortamlarda tutulmasına devlet tarafından özen gösterilmiştir. Bulgaristan’dan kovulanlar ise hep eli iş tutan, kalem tutan veya ağzı laf yapan kardeşlerimizdi. Totalitarizm döneminde üniversite bitiren, bir türlü iş bulamayan, sığır ve koyun çobanlığı yaparak aile geçindiren, sürgün ve zindanlardan geçen ve ilk fırsatta İsveç’e ve oradan da Kanada’ya atlayan kardeşlerimizle sık sık görüşüyor aydın, lider, öncü, hareketlenen kitle gibi konular tartışıyoruz. Anıtların büyüklüğü, yılda bir defa çiçek ve çelenk koyup dua etmek bu sorulara yanıt getirmiyor. Geçmişimiz sis içinde kalınca önümüzü göremiyoruz. Bizim Ayaklanmamız aslında bir adalet ve hak mücadelesiydi. Hukuksal çözüm bulamayınca gazı – fitili bitti söndü, aydınlığı hapseden sisli lamba camı gibi sırları gizledi. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet


Makale ve Analizler - 2019

215

Derneği BULTÜRK ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM 15 yıldan beri kaybolan aydınlığı arıyor. Bu çalışmaların ana çizgisinde ölümü her an göze alabilen, adı sonsuzlaşmış, çok bilgili aydın kişiler aradığımızı belirtirken, ayaklanmamızın bu gibi nitelikler taşın kardeşlerimizin eseri olduğuna inandığımızı vurguluyorum. Çünkü kitleler kendiliğinden hareketlenmez, emsal ve örnek görmek ister. Onları siyaset sahnesine çıkaran motor aydınların fikirleridir. Türk halkının Çanakkale zaferinin temelinde ulusal kurtuluş ve ulusal Türk devleti kurma fikri vardır. Bulgar ulusal hareketi de aydın fikirleriyle tutuşmuş ve parlamıştır. 20–27 Mayıs 1989 tarihleri arasında Bohçalar, Ak kadınlar, Vokil, Çerkovna, Vodno, Kemaller, Cebel, Beli Lom, Osman Pazarı, Şumnu, Gradnıtsa, Benkovski, Ezerçe, Razgrat Mahmuzlar, Dobriçte ve daha birçok yerde binlerce kişinin kitle gösterileri yapıldı. Bu gösterilerde büyük sayıda Türk gösterici Bulgar güvenlik güçleri tarafından açılan ateş sonucunda öldürülürken, birçok kişi de yaralandı. Örneğin 20 Mayıs’ta Pristoe köyünde başlayıp, Kliment, Naum ve Takaç köylerinden geçerek birkaç bin kişilik bir kalabalığa dönüşen protesto yürüyüşü, Kaolinovo’da devam ettiği sırada, Bulgar güvenlik güçleri kalabalık üzerine ateş açtı. Büyük sayıda kişinin yaralandığı bu olay sırasında 47 yaşındaki Necip Osman Necip bir tüfek dipçiği darbesiyle öldürüldü. 21 Mayıs’ta Todor İkonomovo köyünde Bulgar güvenlik güçlerinin bir Türkü tutuklamasının ardından Türkler büyük bir protesto gösterisi düzenlediler. Halkın köy muhtarlığına doğru harekete geçmesi üzerine Bulgar güvenlik güçleri kalabalığa ateş açtılar. Açılan ateş sonucunda Hasan Salih Arnavut, Mehmet Salih Lom ve Mehmet Saraç isimli üç Türk ölürken, 24 kişi de yaralandı. 19 Mayıs’ta Cebel’de düzenlenen protesto gösterilerinin ardından, bölgede olağanüstü hal ilan edildi. Üç günlük sokağa çıkma yasağı uygulandı. Bu süre içinde Bulgar güvenlik güçleri ev ev dolaşarak azınlık mensuplarını ayrım gözetmeksizin dövdüler. 24 Mayısta Razgrat yakınlarında bulunan Ecerçe köyünde kadın ve çocukların da yer aldığı ve yaklaşık bin kişinin katıldığı protesto gösterileri sırasında güvenlik güçleri tarafından hiçbir uyarı yapılmadan kalabalık üzerine ateş açıldı. Açılan ateş sonucunda Sezgin Saliev Karaömerov ile Ahmet Burukov yaşamlarını yitirirken, çok sayıda kişi de yaralandı.


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

27 Mayıs tarihinde ise Varna’ya bağlı Medovets köyünde yapılan protesto gösterileri sırasında Bulgar güvenlik güçleri tarafından göstericiler üzerine ateş açılması sonucunda Şakir Mehmet Şakir ile Nefize Hasan Osman öldürüldüler. 20 – 27 Mayıs ayaklanma günlerinde toplam 9 Türk öldürüldü. 1984 – 1989 zorla asimilasyon döneminde çıkan çatışmalarda toplam 140 Türk öldürüldü. Bu Ayaklanmanın ve protesto gösterilerinin akil önderi Bulgaristan Türk halkının duyarlılığı ve zekâsıdır. Halkın hak ve özgürlükleri uğrunda zulme karşı birlik olarak ayaklanması bir merkezden yönetilmemiştir. Ayaklanma önderi veya lideri olarak bir tek kişi adı kulaktan kulağa dolaşmamış, böyle bir kişinin sonradan gösterilmesi yanlış olur. Protesto yürüyüşlerinde tepki ifade etmenin miting şekli kullanılmadığından yapılan konuşmalarda sivrilen de olmamıştır. Kitle içinde kaynaşarak toplaşan direnç ruhu yılmazlık ve atılganlık “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” gibi ortak karakter çizgileri oluşturmuş ve bireyleri kitle içine kapamıştır. Kuşkusuz bu ruh halinin oluşması yıllar almış, emsaller yaratmış, kin ve öfke törpülenirken, kitle ruhu ortak noktalarda buluşarak direnç dokusu oluşturmuştur. Örneklememiz gerekirse, Koşukavaklı Türkçe öğretmeni yazar Ömer Osman Türklerin haklı davasının kutsallığına sonsuz saygılı olma ve bağlı kalmayı simgeleştirirken, polise çalışan bir ihbarcı gencin kalem tutan parmaklarını köy imamı babasına kütük üstünde satırla kestirmiştir. 24 yıl hapis yatan öğretmen ve şair Nuri Adalı’in dimdik bir iradeyle, aydın bir zekâ ve Türk vicdanıyla kitle dokusunu dirilişe çağıran sesi halk kulağında devamlı çınlamıştır. Hak ve özgürlük uğruna mücadelenin Bulgaristan’da yaşayan bütün Müslümanların ortak değeri olduğu bilincinin oluşmasında Cebelli öğretmen ve illegal örgütçü Avni Veli 7 yıl içeri düşmezden önce, Dobruca’da sürgün yıllarında ve daha sonra aktifliğinden ödün vermemiştir. Onun, 30 Ocak 1989’da Hasköy’de kurduğu 1989 Viyana Destek Derneği, 4 ay sonra tutuşan Ayaklanma ateşinin Batı Radyo yayınları aracılığıyla koordineli yayılmasında, direniş dalgasının bütün ülkeyi kaplamasında olağanüstü büyük rol oynamıştı. Aynı öncü Paris AGİT toplantısında da hazır bulunanları inandırıcı konuşmalarıyla etkilemiştir.


Makale ve Analizler - 2019

217

Direniş örgütleri arasında 1989 Mayıs Ayaklanmasının ateşlenmesinde en büyük hizmeti olan yarı legal örgütün İnsan Haklarının Savunulması Demokratik Birliği (Demokratik Lig) olduğunu önemle belirtmeliyiz. 1988 yılının sonlarında “Belene” kampından sonra Montana – Vratsa illeri köylerine sürgün edilen Türk aydınlar tarafında kurulmuştur. Dernek Başkanı feylesof Mustafa Ömer, asimilasyon politikasına karşı çıktıkları için daha önce “Belene” kampına sürgün edilen derneğin iki sekreteri Sabri İskender ile Ali Ormanlı, hukukçu Nazım Saliman Saliev (Nazım Başaran) yarı legal halka yakın örgütlenme ve devlet makamları ve dünya kamuoyuyla mektuplaşma yolunu seçmiştir. Öncülerden Ali Mutlu, Cebelde isyan çakmağı çakan İsmail Yılmaztürk (Paniş), Kotel’li Nasuf Bilal (Mutlu), Kornitsalı Zeynep Zafer, Özgürlük örgütü Başkanı Halim Pasajov (Paker) bireysel ve örgütlü katılım ve oynadıkları son derece etkileyici rolle tarih yazmıştır. Ölüme hazır oluşları, öngörü ve cesaretle öncülük edişleri ve halkın nabzını tutan bilgelikle onlar halk aydınlarımız listesine isimlerini altın harflerle yazdıran kahramanlardır. Bulgaristan Türkleri ana erkil bir toplum olduklarından dolayı eşleri içeri düşen, yaralanan, tutuklanan, sürgün edilen kadınlarımızın köylü tabanın hareketlenmesindeki rolü olağanüstün etkin olmuştur. Bu cümleden olmak üzere tutuklanan, zindana atılan, yargı önüne çıkarılan Rıfkiye Ali Bekir, Nevriye Hasan, Gülşen Mustafa, Ruveyda Hasan, Sadiye Celil, Fahriye Mustafa, Emine Hamdi, Tansel Ehliman ve başkaları direnişe uyanan halka ilham kaynağı olmuştur. Bu arada 1984 kışından başlayarak 1989 baharına kadar güç toplayan ve örgütlenerek kabaran direniş meşalesinin yanmasında safların sıklaşmasına olduğu gibi, bilinç düzeyinin de yükselmesine büyük katkıda bulunan, kin ve öfkeyi taşıran çarpışmalarda şehit düşen aşağıdaki kardeşlerimizin mertliği de kanat açmıştır: Hasan Osman Hacıoğlu; Necdet Adem; Orhan Adem; 18 aylık Türkan kızımız; Niyazi Niyazi (Akkılıç); Adil Mustafa Mehmed; İsmet İzzet (Koç); Ali Süleyman Solak; Halim Halil İbrahim; Ömer Yusuf Ahmet; Halil Mehmet; Beyhan Mümün Yusuf; Salimehmet Ramadan Şevket; Hafize Osman; Şakir Şekir; Süleyman İsmail Mehmet; Hüseyin Hakkı Recep; Sezen Ebazer Recep; Kazim İbrahim; Mehmet Mustafa Kara; Mehmet Emibn Mehmet; Mehmet Saraç; Hasan Arnavut; Nacip Osman; Sezgin Salih Karaçmer; Ahmet Mehmet Hacıoğulu (Buruk) ; Mustafa Bilal; Mehmet Ambarlı; İbrahim Çetin; Mustafa Eminİlyaz; Mustafa Ömer Osman; Efrahim Salih İbrahim; Mümün Mustafa Ahmet; Türhan Sabri İsmailoğulu; Rıfkı Halitoğlu; Osman Bali Demir; Mehmet Ahmet Habil; Şakir


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Recep Küpçü; Hasan Çakal ve arkadaşları kurşunlara göğüs gererek, tankları durdurarak can verirken kitlesel direnişlere paha biçilmez etkide bulunurken genç kuşaklara da örnek olmuşlardır. Aydın oldukları için mahkûm olan ve hapiste yatan 33 kahraman Bulgaristan Türkü arasında Salih Baklacı, Ömer Osman Erendoruk, Lütfi Tuna, Mümün Çakır, Nuri Adalı ve Ahmet Şerifin gibilerine özellikle vurgu yapmakta yarar olduğu kanısındayım. Tabi aydınlarımızın analiz etmesi gereken başka bir konuda 1989 Mayısı’nda devrimci ayaklanma dalgasının yön değiştirip “kapı hemen açılsın, göç etmek istiyoruz” moduna nasıl girdiğidir. 29 Mayıs 1989’da açılan Türkiye Cumhuriyeti kapısına yönelen direnişin özü göç seline dönüşen bu dalga, o gün bu gün 28 yılda 3 milyondan fazla Bulgaristan vatandaşının ülkeyi terk etmesine neden olmuştur. Diktatör Todor Jivkov, aynı tarihte yaptığı radyo ve TV konuşmasında, “200-300 bini gitsin de kurtulalım!” demişti. Amma o gün bu gün hâlâ kurtulamadılar. Bulgar devleti çöktü ve yeniden dirilmesi ancak Bulgaristanlı Müslümanların dimdik durması ve hak ve özgürlük mücadelesine demokrasi koşullarında da devam etmesiyle mümkün olacaktır. Bulgaristan’da % 80’i köyde yaşayan Bulgaristanlı Müslümanların aydın akademisi yoktu. Bugün de yok. Onlar hayatı kendilerine özgü bir kültürle süzüp değerlendiriyorlar. Akla karayı, dostla düşmanı birbirinden ayırıp hainleri aramızdan temizlememiz yıllar aldı. Hepsi birden ihanetçi ve hain grubundan olanlar artık kendi aralarında birbirine düştüler. Testi çatladı içindeki su akıyor. Bulgar atasözü “Türk’ten hain olmaz!” dese de, saflarımızı çatlatıp, sahte aydın ve sahte lider yaratma işinde artık ustalaştılar. Herkesin aç bırakıldığı ortamdan her türlü pislik çıkar. Şu da var, toplum arınmadıkça azınlık topluluklarının içindeki pislik temizlenmez. Ne olursa olsun, yollar ne kadar eğrilirse eğrilsin en sonunda doğruluğa çıkar, yani hakkın yolu bulunur. Bu yolun yıldızı tarih boyu aydınlar olmuş ve bundan sonra da halk aydınları olacaktır. Mum, lamba, çıra ve ampulün işlevi ışık vermektir. Hepsi birden söndürülse bile biz doğru yolu buluruz. Bize güneşin olmadığında ay ışığı da yeter. Bulgaristan’da Türk-İslam birlikteliğin yolu ve bahtları açık olsun! Saygılarımla, Okuyanlar Lütfen paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

219

24 Mayıs – Bulgar Aydınlanma Günü Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Bilginin sırrı okumakta saklıdır.

Her yılın 24 Mayıs günü Bulgaristan eğitim, kültür ve İslav yazım günü olarak kutlanır. Bu kutlama, IX. yüzyılın sonlarına doğru bulunan ve X. ve XI. yüzyıllarda devlet ve dini belgelere giren Alfabe Günü törenidir. Kiril ve Metodiy kardeşler tarafından yaratılan bu yazımda önce 44 harf varken, bugün Bulgarcada yalnız 30 sesli ve sesiz vardır. İlk zamanlar bu alfabede her harf bir söz andırıyordu. Günümüzde Kiril Alfabesi Bulgarca ve diğer İslav dillerinden başka Kazak, Kırgız, Tatar vb dillerde de kullanılıyor. Kiril Alfabesinin bulunuşu Bulgar topraklarında ilk defa 22 Mayıs 1813’te; 11 Mayıs 1851’de Filibe’de (Plovdiv) kutlanırken, 1857 yılında İstanbul’da Haliç kenarındaki “Ts. Stefan” kilisesinde de tören düzenlenmiştir. 1863 yılından başlayarak 11 Mayıs Bulgar Alfabe günü olarak Şumen, Sofya, Lom ve Üsküp’te düzenli olarak kutlanmıştır. XVIII. yüzyıldan başlayarak, Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarların KİLİSE BAĞIMSIZLIĞI mücadelesi başlamıştır. Bu davada Kiril ve Metodiy kardeşlerin getirdiği ruhsal aydınlık, kilise olarak Rum Fener Patrikliğinden kopma davasında önemli rol oynamıştır. Daha sonraki yıllarda komitacılığın da gelişmesiyle Hristo Botev’in yazdığına göre, Alfabe günü törenleri Bulgar bağımsızlığı sembolü haline gelmiştir. Gitgide Alfabe törenleri okul ve kilise kapılarından çıkıp bütün halkı kucaklayan ulusal bayrama dönüşüyor. 1872’de Doğu Ortodoks Kilise bağımsızlığına kavuşan Bulgarlar, Rum papazları manastır ve kiliselerden kovup okullarda ve kilisede Kiril harfleriyle yazıp okumaya başlıyor. Osmanlı Tazminattan sonra (1839) Bulgarlara kendi ana dillerinde ilkokul, ortaokul ve lise kurmalarına göz yummuş, “Rila Manastır“ı gibi en büyük aydınlık ocaklarını inşa etmelerine para vermiş ve kilise ve manastırlara geçimini sağlamaları için vakıf mülkü sahibi olma hakkı tanımıştır. 1878’de Bulgar Prensliği kurulması ve Osmanlı topraklarından kopmasından sonra Kiril ve Metodiy bayramı, bir taraftan okul bayramı olarak kutlanırken, aynı zamanda Makedonya ve Edirne yöresindeki Bulgarlar arasında Osmanlı yönetimine karşı Bulgarlık mücadelesi günü olarak korunuyor. Özellikle belirtilmesi gereken husus, bu anma törenlerinin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir güçle ve milliyetçi ruhta alevlenmesidir.


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1916’da Bulgarlar “Grigoryan Takvimi“ni kabul etmiştir. Bu takvime göre, Alfabe günü 24 Mayıs olarak kabul edilirken, 1969’da Bulgaristan’da kilise ve devlet anma günlerinin birbirinden ayrılmasıyla, kilise törenleri yine 11 Mayısta yapılmaya devam etmiştir. 30 Mayıs 1990’da meclis kararıyla 24 Mayıs Ulusal Bayram ve tatil günü ilan edilmiştir. Demek oluyor ki, Osmanlı döneminde Bulgarların dini bayramlarını ve Bulgar okullarının da Alfabe Günü kutlamasına Padişah ve yönetimi asla engel olmamıştır. Bulgar anı kitaplarında Diyarbakır’a sürülen Bulgar komitaların da Kiril ve Metodiy gününü anmasına engel olunmamıştır. Dil ve din azınlıklarına her zaman ve her yerde hoşgörülü yaklaşan Osmanlı, azınlıkların kendi dillerinde yazıp çizmesine, okuyup yaratmasına büyük bir anlayışla yaklaşmış ve ilk Bulgarca gazetelerde İzmir ve İstanbul’da okurlarına kavuşmuştur. Bugün Plevne’deki 1977-78 Osmanlı Rus Savaşı Panoramasını ziyaret edenlere sunulan geniş anlatımda, bu yörede Osmanlı döneminde Bulgarca ders veren 323 köy ve kasaba okulu olduğu, manastır ve Kiliselerde Bulgar dilinde ayin ve dua edildiği anlatılır. Üstüne bu şehri basan Rus İmparatoru ordularından kaşan Hristiyanların, Papaz başkanlığında aralarında 3 torba altın toplayıp “ama bizi şu barbarlardan koruyunuz” ricasıyla Osman Paşaya verdikleri anlatılır. Türk ordusu çekilirken, Osman Paşa aynı Bulgar heyetini çağırmış ve “biz çekiliyoruz, altınlarınızdan yarım torbasını hastane ihtiyaçlarına kullandım, diğerleri orada duruyor, alın!” demiştir. Bu hatıralar, şanlı tarihimiz, öykülerimiz, Osmanlı çekilince topraklarımızda kalen kalelerimiz 2 binden fazla büyük camii, medrese, okullarımız, hamam, bezensen, köprüler, mezar taşları, türbeler, çeşmeler vb bizim bugünkü Türk Müslüman kimliğimizin omurgasıdır. Evlatlarımızın ana dilimizi, örf ve adetlerimizi, ananelerimizi, ahlakımızı, dinimizi, kendi alfabemizde okuma yazma öğrenmesi, halk sanatımıza sahip çıkmaları ve onu yaşatmaları, halk geleneklerimize ve devrimci mücadelemize, davamıza, şehit ve kahramanlarımıza sahip çıkması son derece önemlidir. Türk kimliğimizin 1878’den sonra ulusal devlet kurma hırsına kapılan ve tüm diğer etnik azınlıkları asimile etme, Hristiyanlaştırma ve Bulgarlaştırmaya heveslenen Bulgar Çarları ve komünist totaliter zümreyle ağır ve çileli savaşım içinde gelişmiştir. Bu davamızın ana özellikleri arasında, kitle göçleriyle kan kaybetmemiz, halen nüfus olarak yaşlanmamız, 70 yıldan beri okulsuz bırakılmamız, 1970’lerden sonra dalgalı ama gaddar, acımasız baskı ve terör saldırılarına hedef olmamız, hırpalanmamız, kışkırtılmamız ve maddi ve manevi ağır yaralar almamız yer aldı.


Makale ve Analizler - 2019

221

Çok ağır bir gerçek de şudur. Bize zulmetmiş bir devletten medet ummayı, yardım beklemeyi gururumuza yediremiyoruz. Çok büyük kayıplar verdik, yaralarımız kapanmadı, sızılar devam ediyor. Türk kimliği mücadelemizi köreltmek, söndürmek ve yok etmek bugünkü Bulgar idaresinin ana hedeflerinden biridir. 1990 yılı başından beri, ayrım siyasetinin derinleştirilmesinde ve Bulgaristan’da yaşayan Türklerin “siyasi köleler” durumuna getirilmesinde ifadesini bulan bu ikiyüzlülük, bu küstahlık HÖH lideri Ahmet Doğan ve siyasi polisin yetiştirdiği kadrolar tarafından “Bulgar Etnik Modeli” gibi “ölü doğmuş” bir siyaset çizgisiyle dayatılmaya çalışılıyor. Kıdemli aydın ve öğretmenlerimizden Mehmet Hoca’nın 2 yıl önce Kırcaali’ye bağlı Podkova (Balabanlar) militan köylüleriyle görüşmesinde yüksek sesle söylediği üzere, “Bulgar Etnik Modeli” siyaseti ve bir hainler grubu olan Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH – DPS zamanını doldurmuştur. Burada şu noktalara işaret edilmesi yerinde olur. Herkes bizim çocuklarımızı Türkçe derslerine salmadığımızı, “benim çocuğumun Türk dili okumasını istiyorum” dilekçesini doldurup, her yıl Eylül ayında Okul Müdürüne vermediğimizi öne sürerek, Türk Dili öğretmeni tayin etmiyorlar. Bunu yapmayın lütfen. Ana dilini bilmeyen bir çocuk hayal edemez, düşünemez, yarın hiç bir işe yaramaz. Biz memur olacak olsak, ilk soru nedir: “Sen hangi dilde rüya görüyorsun? İkincisi ise, “Sen hangi dilde sayıyorsun?” Biz bunları ana dilimizde yapmazsak, ileri tek adım atamayız. Anadilinde hayal etmeyen, rüya görmeyen, sayıları bilmeyen, toplayıp yazamayan bir Türk evlat, kendini işsizliğe mahkum ediyor. Çingene çocukları hepimize örnektir: Çingene dilinde sayılar yok, Bulgarca rakamlarla konuşuyorlar ve % 90’nı işsiz. Burada ana olan, anadilini bilmeyen bir kişinin düşünemez bir kişi olduğu gerçeğinin tüm medeniyetlere yerleşmiş olmasıdır. Bu iş nerede öğrenilir, okulda. Ama bizim okullarımız yok. Biz artık kesinlikle gördük ve inandık ki, ne Ahmet Doğan haini, ne yaşadığı o tilki inindeki yardımcıları, ne mecliste saat 12 olsun da 10 köfte yiyeyim diye beklerken ağacı sulananlar, HÖH milletvekilleri ne de Bulgar partilerinden herhangi biri bizim okul, ana dil, eğitim gibi sorunlarımızı asla çözmek niyetinde değildir. Bu yolda tek esaslı adım atmamışlardır. Bu bakıma Bulgaristan demokrasisi sahte, aldatıcı “demokrasi“dir. Öyle olmasa haklarımız, özgürlüklerimiz tanınır ve biz de mutlu olurduk. Şimdi yaz gelsin de öğrencilerimiz otobüsle 2 haftalığına Türiye’ye kamplara gitsin de Türklük, anadil, Türk kültürü havası koklasın diye bekliyoruz. Bu, Türklüğün büyük ateşini yakmamıza yeterli olabilir mi?


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“İlmi Allah dileyene, malı da dilediğine verir!” diyenler haklıdır. Bize kapanan aydınlanma, okuma, bilgilenme kapısını biz kendimiz kırmalı ve açmalıyız. Bizim kutsal kitabımızdaki ilk buyuru: Oku! der. Okumazsan bizden değilsin anlamına gelir. Türk kalmak, Türk olmak, Türk olarak yücelmek isteyen her kişi önce OKUMALIDIR. Hepimiz her gün okumalıyız. Öğrenmek, kazanmak, mutlu olmak isteyen her kişi okumalıdır. Bunu yapmazsak evlatlarımız karanlık kuyuların en derinine düşecek, biz Avrupa’da en cahil, yüzde yüz kör cahil bir halk topluluğu olmaktan kurtulamayacağız. A.Doğan ve etrafındaki ajan çetesinin vazifesi bizi kör cahil, kimliksiz ve bilinçsiz bırakmaktır. Onlardan her biri evlatlarını dış ülkelerde okuttular. Onların çocukları gerçeği gördüler ve Bulgaristan’a dönmek istemiyorlar. Bu büyük gerçeğin adı FELAKETTİR! Eski kıtanın en cahil ülkesinde yaşamak YÜZKARASIDIR. Biz buna laik değiliz. O kadar çok kötüledikleri Osmanlı, Bulgarların gözünün açılması, okumaları, kendi dinleri olsun, aydınları yetişsin diye para dökmüştür. Onlara ekip biçmeyi, öğütüp un ve ekmek yapmayı9, ev dikmeyi öğreten biziz de “başımıza gelene bak“. Adam yetiştireceklerine hain eğittiler ve bizden “siyasi köleler” yapmayı başardılar. “Ver oyunu, ne yaparsan yap!” oyunundan kurtulmalıyız. Bizim onlara oy vermemiz sorunlarımıza çözüm olmuyor. Bataklık daha da derinleşiyor. Bulgaristan’da karanlık perdesini kaldırmak bizim hepimizin öz görevimizdir. Biz bunu bir defa 1953’te yapabildik, kendi okullarımızın lambalarını yaktık. Kendi kitaplarımızı yazıp her kardeşimize dağıttık, okuttuk; anadilimizde gazete ve dergiler bastık; gönül sesimizden sanat, Bulgaristan Türk edebiyatı yarattık; 100’den fazla şair kitaplar doldurdu; uzun ve kısa hikayeler, romanlarımız bizi anlattı. Dr. İsmail Cambazov Baş Müftülüğümüzün tarihini; Doç. Dr. İbrahim Yalamov Bulgaristan Türkleri Tarihini vs. yazdılar, ansiklopedilere kapak olduk. Dünya bizim var olduğumuzu böyle öğrendi. Türkçe okuma yazmayı hecelemeden, öğrenmeden, her gün anadilimizde okumadan, dinlemeden, konuşmadan, şarkı türkü söylemeden, şiir okumadan bu yol alınamaz, yokuştur ilerleyemeyiz, solup yok oluruz… Bulgarların alfabe, aydınlanma, eğitim, kültür bayramını kıutlarken kendimiz için çok üzüldüm. Okumak istersen eliften başla! Size bu uzun yazımla söylemek istediklerin aşağıdaki iki cümlede gizlidir. Anahtarı da bir virgüldür! OKU, BABAN GİBİ EŞEK OLMA! Bulgar bayramı da olsa. Önce Bulgarlara Bayramınız kutlu olsun. Paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

223

Umut Dünyası

Tarih: 24 Mayıs 2019 Yazan: BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK Konu: Halkın kendisiyle alay edebileceği bir lider aranıyor. Demokrasilerin çerçevesi var. Her ülkede farklı bir demokratik rejim olduğunu savunurken, düşündüğüm bu çerçevedir. Çerçeve dendiğinde köylerin büyüklüğü, sokakta oynayan çocukların cıvıltısı, kalabalık nüfusun yaşadığı büyük yerleşim yerleri vs. perdelenir. 1500 nüfuslu bir köy ve 16 milyonluk İstanbul kazanında aynı kültür kaynar diyebilir miyiz! Kültür, insanların tarihsel gelişim sürecinde topladığı maddi ve manevi değerlerin toplamıdır. Bu değerlerin kentlerde birikmiş olması doğaldır. Bilgili, eğitimli, öğrenimli, ahlaklı, saygılı olma ve kültürlü olmanın esasında yer alır. Bizim bu özelliklerimizin kaynağı Türkİslam dini ve Müslüman yaşam tarzımızdır. Her aşamanın, her toplumun ve devrin kendi kültürel özellikleri vardır. Örneğin Osmanlı devrinde biz Türkler eski Osmanlıca harflerle yazarken, Cumhuriyet çağında Latin harflerine ve yazımına geçtik. Ekonomik, sosyal, maddi ve manevi durumumuz bu gelişmeyi etkiledi. Bu gelişimin kültürel kalkınma aşamaları oldu. Biz Bulgaristan’da 20. Yüzyılın birinci yarısında eski yazımızdan kurtulurken Latince alfabeyi aldık ve okullarımıza yerleştirdik ve edebiyat ve sanatımızı yeni yazımızla yarattık. Bulgaristan’da tüm azınlıklar arasında iç kültürel reform yapabilen, dini, dili, yazımı, edebiyat ve sanatı içeren kültürü olan bir halk topluluğu olduğumuzu, toplumsal ve manevi yaşamda öncü rol oynayabilme olgunluğumuzu tüm dünyaya gösterebildik. Eli kalem tutan, eserler yaratan 250 şair ve yazar yetiştirmemiz zengin birikimli oluşumuzu kanıtladı. Tarımdaki kültürümüz tahıl, sebze meyve üretimi, hayvancılık ve bu ürünlerin işlenip korunmasına dayandı. Manevi kültürümüz de bir eğitim düzeni kurabilmiş olmamıza, (2700 okulumuz vardı) basın yayın, (168 gazete ve dergimiz vardı) eğitim ocaklarımızdan güç aldık. Önemli olan başka bir kültürden ilham ve maddi destek almadan kendi ayaklarımız üzerinde durmamız ve kendi yağımızla kavrularak dal budak salmamız son 150 yılda en büyük başarılarımızdan biri oldu. Türk kimliğimiz böyle biçimlendi. Biz


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bunu, Bulgar alfabesi, Bulgar dili, kültürü ile mücadele içinde kendimizi, kimliğimizi savunarak yaptık. Demokrasi, doğası gereği, insanları köyden kente toplayan bir güçtür. 1990’da ülkemizde nüfus hareketlerine ilişkin yasakların kalkmasıyla büyük bir hareketlilik yaşandı. İnsanlar köyden kente ve sonra da Bulgaristan’da dış ülkelere tüm Avrupa’ya sel gibi aktı ve devam etmektedirler.. 19.yüzyılın ortalarında sonra Bulgarlar şehirleşmeye öncelik verdiler. Bu gidişle 2030 yılında Bulgarlar yalnızca 6 şehirde yaşayacaklar: Bunlar; Sofya, Plovdiv (Filibe), Ruse (Rusçuk), Varna, Burgaz ve Stara Zagora (Eski Zara). Bu 6 şehirde daha fazlası Bulgar etnikten olmak üzere, toplam nüfusun % 42’si yaşayacak. Bu gidiş, yakın zamanda 900 köy ve küçük yerleşim merkezinin daha son lambayı söndüreceği ne işaret ediyor. Ülkenin diğer kısımlarında öncelikle etnik azınlıklar kalacak. Böylelikle Bulgarlar 6 kentte ve diğer bölgelerde de etnik azınlıklar yaşayan bir biçimlenmeyle Bulgaristan nüfus yapısı 21. Yüz yıl biçimini alacak. Yine 2030 yılında Romenlerin (Çingeneler) nüfus olarak Bulgarlardan fazla olacağı gibi, Bulgar kavmi etnik nüfus olarak Bulgaristan’da azınlık durumunda kalacak. Bu tarihte ilk defa oluyor ve tarihte ilk defa Romen devleti de burası olması büyük olasılık gibi görünüyor. Bu Bulgaristan iç çerçeveyi belirleyen sınırları çizecektir. Bu yeni durumun maddi ve manevi yapıda yansıması yani işveren, nüfus sahibi, köle sahibi, toprak ağası ve çiftlik beyi, fabrika patronu olan bir Bulgar tabaka ile etnik azınlıklardan da ancak el kol işi yapan, eğitimsiz ve kalifiye olmayan, dil kültürü olmayan, yabancı dil bilmeyen, beceriksiz bir büyük zümre (kalabalık) oluşmaması için çok yoğun çalışıması gerekiyor. Türkiye’de ve Batı ülkelerinde bulunanlar, ailecek orada kalanlar çocuklarının eğitimine çok büyük önem vermelidirler. Bu çalışmaların temelinde ve hedefinde kültürel düzeyimizi geliştirerek yükseltmemiz başta geliyor, gelmelidir. 1989’da sonra azınlık dillerinin ve azınlık dilinde eğitim ve öğretimin (Çingenelere bu hak asla tanınmamıştır, Türklerin bu hakkı ise yarım asır önce ellerinden zorla alınmıştır) yasaklanmış olması ve azınlıklardan aillerin çocuklarına yabancı dil eğitimi verme olanakları olmaması nedenlerinden dolayı, büyük şanslar kaçırdık ve geri kaldık, kör cahil, debil, sefil kuyusuna itildik. Bu çöküş Bulgar devletinin azınlık siyasetinin özünü oluşturdu ve baskılı uygulandı. Bu durumu değiştirmeliyiz. Bilmem farkındamısın ama biz ıssızlığa itiliyoruz. Ben küçükken büyüklerin konuşmaları aklıma geliyor. Bir Romen çocuğunu dövüyor ve bağırıyormuş “Oku oğ-


Makale ve Analizler - 2019

225

lum oku Türkler gitmekte, Bulgarlar bitmekte bu devlet sana kalacak onun için oku oku diye dövüyor muştu. Yerleşim yerlerinin % 20’sinde okul çağında çocuk yok. 2019’da ülkemizde tamamen ısız yer olarak yüz ölçümünün %2’si gösterilirken, 2029’da demografik çöl % 20 olacak. 2001 ile 2030 yılı arasında Bulgaristan nüfusu 1 450 000 azalacak. Bulgaristan’da şu an da yerleşim yerlerinin % 20’sinde okul çağında çocuk yok. Bu oran artmaya devam edecek. Bu çok büyük bir felaket olup, hayatımızı vahşetle boğuşmaya itiyor. Bize yürütülen yol geri dönüş ve barbarlaşma yoludur. Bunu kabul edemeyiz. Azınlıkların yaşadığı köy ve kasabalarda eğitim, öğretim, okul, sağlık ocağı, hastane ve tüm kültürel yaşam yeni baştan örgütlenmeli ve özel sektöre bu işe el atma imkanı tanınmalıdır. Buradan Türkiye Cumhuriyetini yönetenler biraz başını yukarıya kaldırmaları gerekir. Balkan politikalarının Bulgaristan’dan başladığını artık görmeleri gerektiğine inanıyoruz. Karanlıkta kayboluşu-muz ancak böyle durdurulabilir. Ben bu satırları 24 Mayıs Bulgar Aydınlık Bayramında yazıyorum. Sözüm şudur: Aydınlığın iki yüzü olmaz. Olmamalıdır. Osmanlı devrinde yalnız Plevne eyaletinde 659 Bulgar okulu olduğunu Bulgar yöneticileri de unutmamalı ve unutulmamalıdır. Hak istemek suç değildir. Bu konuya özellikle de, 6 Mayıs günü (Pazar) Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde ORTAK PARLAMENTO seçimi yapılacağı için yeniden giriyorum. 28 Avrupa ülkesinde seçim yapılacak. Avrupa Birliği yönetim organlarından biri olan Avrupa Parlamntosu (AP) milletvekilleri (751) seçecekler. Bulgaristan seçmenleri 17 temsilci seçecektir. Biz Türkiye’de yaşayan Bulgaristan ve AB vatandaşları bu seçime Türkiye’de katılamıyoruz. Oy kullanmamız için Bulgaristan’a yaşamamız gerekiyor. Yalnız AB üyesi ülkelerde sandığa gidilecek. Kanada, ABD, Avustralya, İsviçre vb gibi AB üyesi olmayan ülkelerdeki soydaşlarımız da oy kullanmayacaklar. Oy hakkı kimlerin yok… Kölelerin yani burada yaşayanlar vatandaş sayılmıyor mu bu çifte standart niye…? AB yönetim sistemi oldukça karmaşık. 2007’den beri bizimle (Bulgaristan Müslümanları) ilgili AB, AP ve AK bu konuda herhangi bir karar almadı. AB’nin kabul edilmiş bir Anayasası yok. Daha açık olmak amacıyla örnekliyorum: AB üyesi devletler, Brüksel merkezilerine danışmadan ve onay almadan bir dış ülkeden parasal yardım alabilir mi? bu konu yasalarla düzenlenmemiştir. Çin, Portekizde bu sene


226

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

banka açıyor ve 250 milyonluk bir yatırım paketiyle iş başı yapıyor. AB Anayasasına göre bu normal bir gelişim mi, bu soruya cevap verebilecek kimse yok. Başka bir örnek. Fransa’da Le Pen Hareketi, Avusturya’da sosyal radikaller ve Bulgaristan’da seçime katılan 4 partinin Moskova’da parasal yardım gördüğü biliniyor, fakat bunu kınayan ya da yorumlayan yok gibi… Yolsuzlukların çerçevesi ve sınırları ise başlı başına bir sorun. Avrupa Parlamentosu kuruluşundan beri üye ülkeleri uygulamaya zorlayan yasalar onaylamıyor, (seyirci kalmak ve ara sıra uyarı mektupları / kesin yaptırım gücü olmayan/ göndermek bir yönetim biçimi olarak yerleşmiş) fakat bu süreç AB genel çerçvesi içinde geçerli olan kuralları belirliyor. Yürütme, milletvekilleri tarafından oluşturulan komisyonlar tarafından gözetleniyor. Şimdiye kadar 500 milyonluk AB’nin genel gelişim projesini de görmedik. Sağlık Komisyonu 27 ülkedeki sağlık işlerini, Eğitim Komisyonu eğitim sorunlarını, Teknoloji komisyonu bu alandaki modernleşmesi gözetleyip yönetiyor. 2014 – 2019 döneminde çözülemeyen en önemli konular arasında üye ülkelerinde adalet reformu, sığınmacı sorunları, ortak güvenlik ve kıta içi taşımacılık sorunları askıda kaldı. Çözümsüz sorunlar ve acı gerçekler var: Son yıllarda Bulgaristan’da doğum binde 6.5, ölüm oranı da binde 15.5’dir. Kuzey Batı Bulgaristan’da bu oran binde 30’u buluyor. Ülke nüfusunun % 40 emekli olup 10 yıl sonra Bulgar şehirlerinin % 20’sinde 65 yaşın altında bir tek kişi kalmayacaktır. Bunlar devletin resmi verilerindendir. Düşüncelerimizi bu rakamlara dayandırdığımızda 26 Mayıs 2019 seçimleri Bulgaristan için önem taşıyor. Sorun, doğanın yok olmaya işaret ettiği bir ülkede, hayatı, kimliğimizi ve geleceğimizi yaşatmaktır. Seçimler, tüm Avrupa Birliği (İngiltere ile birlikte 28 ülke) devletlerinde yapılacak olduğu için, bir de genel duruma bakalim: “El Pais” gazetesi seçim haftasında şu rakamları verdi: Avrupa Birliği’nde 511 milyon insan yaşıyor. Toplam 751 milletvekili seçilecek. AB demografik katliam yoluna girdi. 2015 yılından beri yıllık ölüm oranı doğumu solladı. Hayatı yaşatabilmek için her yıl kıtaya 1.3 milyon göçmen geliyor. 1 900 yılında dünya nüfusunun % 20’si Avrupa’da yaşıyordu. 1960’da bu oran % 13.5’ti. 2015’te % 6.9’a düşerken, 2040 yılında % 5 olması hesaplanıyor.


Makale ve Analizler - 2019

227

“Breksit” suya düşse bile bu oran yine de % 5’in altına düşecek. Avrupa’da ömür uzunluğu 81 yaşı bulurken, doğumlar azalıyor. Olayı ülke bazında değerlendirdiğimizde, ortaya çıkan şudur: İş gücün nüfus içinde azalması, üretime olumsuz etki yapıyor. Örneğin İspanya’da 40 yıl sonra çalışan nüfus % 8 oranında azalırken, emeklilerin oranı da % 8 daha fazla olacak. Bu yeni durumda 17 milyon emekli hangi kesimin sırtına binecek? Bulgaristan Avrupa Parlamentosu (AP) seçim kampanyasında benzer sorunlar tartışılmadı. Yapılan tüm konuşmalardan açık ve kesin olarak akıla takılan, Avrupa meclisinde aşırı sol (komünistler) ile aşırı sağ (faşizan milliyetçilerin) ortak dil kullanıp ortak eylemlerde buluşmalarıdır. Sağ ve sol liberalizm yoktur iddiaları da bu kaynaktan çıktı. Bu bakıma marjinallerin kabarmasında ve aktifleşmesinde Moskova rolünü görenler, karışıklık, parçalanma ve dağılma olsun ve derinleşsin diye her iki tarafın da parasal destek aldığını ve kışkırtıldığını iddia edenler çoğalıyor. Bugün Bulgaristan’da hangi TV programlarının daha fazla Rus parasıyla yalan propaganda yaptığını söylemek zor. “Alfa” 24 saat durmuyor. Rus zenginlerinden Medveedev, “bTV” yayınını almak istemiş. Peevski’nin 7 gazetesi bu kampanyada “savunma” ve pislikleri aklama moduna geçti. Mareşki oluğundan kirli para akıyor. İyi ki halkımız her yalana inanmaz oldu. Buna rağmen, paranın etkisi çok güçlü. Madan, Rudozem bölgesinde şu dönem kayıp olan D.Peevski’nin özel davetlerle iftara ve mevlide davet edilmesi de, yanılgılarımızın derinliğine işaret oldu. Şaşmamak elde değil, DPS listesinde 2. Sırada olan Peevski seçime 3 gün kala Valingrad’ta iftar sofrasında belirdi… Toparlarsak, Bulgar basınında altı çizilerek yayınlandığına göre, Moskova’nın sağ-sol demeden marjinal propaganda ve politik sahneye toplam 10 milyar Euro harcamıştır. Bu yeni bir olay değildir. İkinci Dünya Savaşından önce de böyle paralar harcanmıştı. “Soğuk Savaş” yıllarında Amerika “Pırşing” ve “Kruz” füzelerini Batı Avrupa’ta yerleştirme planını açıklandığında, Ruslar Batı Avrupa-daki anti savaş hareketi propagandasına büyük yatırımlar yapmıştı. Gorbaçov ile Reygın ilk “silahsızlanma” ve “orta menzilli nükleer füzeleri” imha etme vb anlaşmalar imzalamıştı. Özellikle 2010 yılından sonra Almanya’da, Almanya Alternatifi (AfD), Avusturya’da sosyal milliyetçilik, Fransa’da Le Penne hareketi körüklendi. Bulgaristan’da bir sürü milliyetçi dernek, hareket, parti, elektronik yayın kuruldu ki, Bulgar halkı faşizm ve komünizm çilesi çekmemiş olsa, hele seçim arifesinde


228

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

milletin kafasının çelinmesi tehlikesi ortadadır. Bu saldırganlığın temelleri, tarihte askeri darbe yapanların, her gün kelle kaydıranların VMRO (İç Makedon Devrim Hareketi) ve subay kesiminin “Uyanış” gibi Milliyetçi hortalamalarının 100 yıl derin köklerinden esin ve alıyor. Bu sorunların sosyal temelinde sığınmacılık ciddi alan kapladı. Sığınmacı (yabancı) düşmanlığında aşırı milliyetçilik taban buldu. Sığınmacılar emperyalizmin Asya ve Afrika’da açtığı kanlı savaşların kurbanıdır. Azgelişmiş dünyadaki ekonomik sorunlar aynı emperyalist güçlerin sömürgecilik sistemi kalıntılarıdır ve eski metropldeki oranları artmaya devam ediyor. Tarih öyle gelişti ki, eski kıtanın ana kentleri olara için bir yandan can kurtaran simidi olarak görürken aynı zamanda, bir de üstüne kıskançlıktan kuduruyor. Ortaya çıkan dehşet veren bir tablodur. Bulgaristan eski emperyalist, sömürgeci gelenekleri olmayan bir ülke olsa ve Osmanlı ortamında çok kültürlü hava koklamış olsa da, son 140 yılda ırkçılık, insan düşmanlığı, dil, din, kültür ve medeniyet ayrımcılığı salgınından pay almış, tarihinde geçirdiği manevi kırılmalar nedeniyle dör yanı mamur bir millet olmayı, milliyetten millete geçmeyi başaramamış, kusurlarını şiddetle kapatmak isteyen bir kavim ve milliyet olarak, Merkezi Avrupa’da kurulan sığınmacıları lanetleme korosunda yer almak için can atıyor. Sınırlarına tel örgüler çekerek, Doğu’dan ve Yakın-Doğu’dan, Afrika’dan gelen yabancılara karşı kale olmak hevesine kapılmış bulunuyor. Sığınmacı, savaş kaçakları, ekonomik göçler, gurbetçiler sorunlarına en iyi çözümü, 4 milyon yakın ve uzaktan gelmiş konuğa ev sahipliği yapan Türk halkı ve devleti veriyor. Son yıllarda 23 milyar Avro harcayıp soruna çözüm bulmakta zorlanan Almanya Türkiye misafirperverliğine ve hoşgörülü yaklaşımla sığınmacı sorununa çözüm bulmasına hayranlığı gizlemiyor. Bu konuda Türkiye ile 28 devletli AB arasında imzalanan anlaşma dünya diplomasisinde bir emsal olup, Türk Milleti ve devletinin Büyüklüğüne dev abidedir. Bu konuda Bulgaristan’ın tavrını okurken tarihe bakıldığında şu gerçekleri görüyoruz. Anlaşılan Bulgaristan kendi hükümeti, cumhurbaşkanı, mecllis başkanı, parti liderleri, düşünürleri, profesörleri vb tarafından yönetilmiyor. Sıraladığım sahne oyuncularının iplerini çeken bir “zeka”, bir “üst akıl” var kı, ülkede bu “mahrem” gücü gören, bilen, tanıyan yok.


Makale ve Analizler - 2019

229

Bu seçimde de öyle, GERB ve BSP arasındaki oy farkı % 2 seviyesinde korunurken, Makedon milliyetçileri ile Müslümanlar da AP meclisinde temsil bulacaklar. Fakat burada olayı belirleyen “gizemli güç” kimdir sorusu, ortada kalmaya devam ediyor. Farklı bir değişle, çorbanın tuzu-biberi kimin elinde ve lezetine bakan kim? Osmanlı devrinde, Bulgar ileri gelenler, her konuda İstanbul’a gidip danışmada bulunuyordu. Çerçeve İstanbul’da çiziliyor, belirleniyordu. Osmanli devlet yönetimi (Babüı Ali) nezninde nüfusu olan Bulgar gruba katılanlar bilinirdi: Stefan Bogoridi; Gavril Krısteviç; Stoyan Çalıkov; Stefan ve Nikola Tıpçileştov, Vasilaki Velikov, Dragan Tsankov, Hacı Pençeviş ve daha birkaç kişi bu nüfuslu gruptandı. Ferdinand ve oğlu III. Boris Almanya şansölyelerine danıştı. Tordor Jivkov da Moskova’ya yol yapmıştı. Sonunda düşerken ortada kaldı. Boyko Borisov da Berlin’e bu amaçla gidip geliyor. AB fottoğraf karesinde sürekli yer alıyor. Fakat biz şimdi Avrupa Birliği üyesiyiz de, AB hükümetsiz bir topluluk. Meclis, Konsey ve Birlik başkanları da sürekli değişiyor. Bu seçimde yine değişecekler. Tek başlılık – tek zeka – dikkati çekmiyor. Yeni yapılanma federatif ve atalar-vatani gibi yeni bir mayalanmaya yöneldiğinden dolayı, Bulgaristan’da “kulis” veya “perde ardında” bir mualla (yüksek, yüce) güç olduğunu düşünenler artsa da, bu gücü oluşturan değerlen bilinmediği için olabilir, Cumhurbaşkanı durumun vaziyetine “bataklık” dedi. Bulgar’da bu iş nasıl başlamış hiç düşündünüz mü? Zaman Bulgar Çarı Mihail I. Boris (852-889) zamanı. Çar Boris Bizans’a yenilir ve 866 yılında Doğu Ortadoks Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kalır. Böylece Bulgarlar Grek-Roma medeniyetini kabul etmeye zorlanmış, kabul etmeyen 52 Bulgar sülale yok edilmiş ve aynı mezara gömülmüştür. Bunu anımsatmamın nedeni şudur. Konstantinopol (İstanbul) Hıristiyan Baş Piskopos’u, Borisi vaptiz ederken kendisine 3 öğüt vermiştir. Birincisi, boş şeyler konuşma ve böbürlenme, boynu bükük kal; İkincisi, Dost bildiklerine kötülük etme ve Üçüncüsü de, zenginleşmek için hiçbir şey yapma. Demek oluyor ki, Bulgar devlet yönetimi Hıristiyanlığı kabul ettiğinden beri geçen şu 1 253 yılda dışardan (başkalarından) akıl almayı gelenek haline getirmiş ve buna alışmış olması gerekir.


230

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son yıllarda Boyko Borisov ile Sayın Recep Tayyip Erdoğan arasındaki sıcaklık ortamında, Türkiye’den gelen hoşgörülü ve iyi niyetli nasihatlara da olumlu bakılması gerekirdi. Bu çerçevenin geniş tutulması bir dilek ve özlem oldu. Tabi nasihatlara tamı tamına uyulması da …. Bu durumda, aklın ermediği işleri, komşunla danış, diyenler haklı gibi. Bulgaristan’ın en güvenilir, en yakın ve dostça yaklaşımlı eski komşusu Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkıdır. Devam edecek. Seçime gidiyoruz. Seçimler insanı yüceltir, bitirir, sıkıp çöpe de atabilir. Bilinçli olalım ve var olmamızı oylarımızla yaşatalım. Paylaşmayı unutmayınız. Teşekür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

231

Sınırın “Öteki Tarafı” 1 Prof. Dr. Hasine ŞEN KARADENİZ Göç ve Bulgaristan Türkleri

Göçler, Bulgaristan Türklerinin tarihinde her zaman önemli bir olgu niteliği taşımıştır ve Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bir göstergesi olmuştur. Sosyalist rejimin çöküşü, küreselleşme sürecinin hızlanması, Avrupa Birliği tartışmalarının yükselmesi ve benzer siyasi ve iktisadi olayların gölgesinde gerçekleşen son göç hareketleri (1989 göçü ve sonrası), daha önceki göç hareketlerinden belirgin bir farklılık göstermekte ve gerek Bulgaristan’da yaşayan Türklerde, gerekse 1989’da Türkiye’ye yerleşmiş Bulgaristan Türklerinde kimlik, kültür, aidiyet, vatan gibi kavramların sorgulanmasına ve güncel gelişmeler doğrultusunda yeniden oluşturulmasına neden olmuştur. Bulgaristan ile Türkiye arasındaki vize uygulamalarına getirilen rahatlıktan sonra iktisadi ve toplumsal açıdan her iki ülkeye de bağımlı olan ve iki ülke arasında sürekli hareket halinde yaşayan bir grup oluşurken, 1989 göç hareketinden sonra Türkiye’ye yerleşen Bulgaristan Türkleri’nin ise tersine göçü gündeme gelmiştir. 1989 Göçü ve Bulgaristan Hükümeti Politikaları 1989 göçünden söz ederken 1989’un yaz aylarında ve 1990 yılında yaşanan yoğun göç süreci kast edilmelidir, çünkü daha sonraki göç olayları farklı ortamda ve farklı nedenlerden doğmuştur. Hatta daha sembolik bir çizgi belirlemek gerekirse belki bu Berlin duvarının yıkılması olabilir, çünkü Berlin duvarının yıkılmasıyla yeni bir dünya görüşü de ortaya çıktı ve yeni gelişmeler doğrultusunda Bulgaristan’da da 10 Kasım 1989’da totaliter rejimin yıkılmasıyla demokratikleşme süreci başlamış oldu. Yeni yasalarla Bulgaristan Türklerine isimleri geri verildi ve birçok hakkı iade edildi. Buna rağmen göç, farklı yöntemlerle (vize almanın yanı sıra sahte pasaport yoluyla veya sınırı yasal olmayan yollardan geçerek) devam etti. Türkiye’ye Bulgaristan’ da zulmün söz konusu olmadığı bir dönemde gelen bu göçmenler için Türkiye, 1989’un yaz aylarında olduğu gibi Bulgaristan Türklerine kucak açarak onları totaliter rejimin zulmünden kurtaran Anavatandan çok, ekonomik açıdan daha rahat bir hayat vaat eden ülkedir artık. Bulgaristan’ın, yeniden yapılanma sürecinde ciddi bir kriz yaşama-


232

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sından dolayı, bu dönemde birçok Bulgaristan Türkü, Türkiye’nin yanı sıra, Yunanistan, Hollanda, Almanya, İsrail gibi ülkelerde de iş imkanı aramaktadır. 1989’da gelenler kısa sürede Türk vatandaşlığına alınırken daha sonraki göçmenler “yabancı” statüsündedir (sigortasız çalışırlar ve hiçbir sosyal haktan yararlanamazlar) ve Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne girmesi kesinleştikten sonra yoğunluk kazanan “tersine göç” ü oluşturan ağırlıkta bu konumdaki insanlardır. Türk vatandaşı olup Türkiye’ye hem sosyal hem kültürel anlamda daha iyi uyum sağlayan Bulgaristan Türklerinin tersine göçü ise fiziksel değil, daha çok hukuki ve sosyal anlamda Bulgaristan vatandaşlığının verdiği haklardan ve ayrıcalıklardan – örneğin serbest dolaşım hakkından – yararlanmaya yöneliktir. 1989’da göç edenlerin Türkiye ile olan ilişkisi daha sonraki dönemlerde gelenlere nazaran daha duygusal zemine oturmaktadır. Seçtikleri soyadları bile bu milli duyarlılığı göstermektedir. Vatansever, Yurtsever, Öztürk, Öztoprak, Yılmaz, Yiğit, Mutlu 1989 Bulgaristan göçmenlerinin en çok tercih ettiği soyadlarıdır. Bunun nedeni de 1989 göçünün daha önceki ve sonraki göç hareketlerinden birçok açıdan farklı olmasıdır. Her şeyden önce ortaya çıkış nedeni ve gerçekleşme biçimi onu ne bir göç, ne de bir sürgün olarak tanımlamamıza izin veriyor. 1989 yılının yaz aylarında Bulgaristan medyası, “göç” kavramından kaçınmak için olayı “büyük gezi” olarak isimlendirdi. Türk tarafında da, olaydan göç olarak söz edilse de, 1989’un yaz aylarında akın eden Bulgaristan Türkleri için, onları daha önce resmi antlaşma sonucu Türkiye’ye yerleşen muhacirlerden ayıracak soydaş terimi yaygınlaştı. Bu kavram belirsizliği söz konusu hareketin aslında yarı göç – yarı sürgün olduğunu gösterirken, Bertold Brecht’in “Göçmenler” şiirinde açıklanan durumu akla getiriyor: “Göçmenler./ Göçedenler anlamına geliyor bu: Ama biz /Göç etmedik, özgür irademizle/ Başka bir ülke seçmedik. Orada yerleşmek amacıyla/ Başka bir ülkeye gitmedik ki, orada kalmak için belki de sonsuza dek./ Hayır, biz kaçtık. Kovulduk biz, sürgün edildik.” Edward Said de ülkesini terk etmek zorunda kalanların iki ülke arasında kalma durumunu dile getirir bir çalışmasında: “Sürgünlerin çoğu için güçlük sadece yuvadan uzakta yaşamak zorunda bırakılmaktan kaynaklanmaz,… günlük hayatın size eski yerinizle sürekli ona ulaşacak gibi olduğunuz ama bir türlü ulaşamadığınız bir temas halinde tutulmasından kaynaklanır. Bu yüzden sürgünler… ne yerli ortamla tamamen birleşebilir, ne de eskisinden tamamen kopabilir, ne bağlanmışlıkları tamdır ne de kopmuşlukları.”


Makale ve Analizler - 2019

233

Said’in düşünceleri tam olarak 1989 Bulgaristan göçmenlerinin duygularını yansıtırken Brecht’ in şiiri yetersiz kalıyor çünkü yeni ülke onların durumunda herhangi bir yer değil, Anavatan Türkiye’dir. Türkiye’ye gelme nedeni olarak Parti Sekreteri Todor Jivkov’un uyguladığı asimilasyon politikasını gösterirken bir taraftan Bulgaristan’dan kovulduklarını ifade etseler de, 1989 göçmenleri diğer taraftan kovuldukları yere karşı derin bir özlemin de etkin olduğunu vurguluyor. 1989’un yaz aylarında gerçekleşen göçün, göç ve sürgün kavramlarının ortasında bir yerde kaldığını göstermek için hemen göç öncesi cereyan eden, yakın Bulgar tarihinde “Mayıs olayları” olarak yer alan olayların incelenmesi son derece yararlı olacaktır. 1985 yılında, Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesi ve temel haklarının ellerinden alınmasıyla ifade edilen ve Parti yöneticileri tarafından “Soya Dönüş” olarak isimlendirilen sürece tepki olarak Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketi adı altında illegal bir örgüt kuruldu. Bu örgütün rejim aleyhtarı çalışmaları 1989 yılının Mayıs ayında, Mayıs Barış Yürüyüşleri ‘nin düzenlenmesiyle doruk noktasına ulaştı. Mayıs hareketleri ülkenin farklı yerlerinde yapılan açlık grevleriyle başladı. Türklerin yaşadığı bölgelerde 25 Mayıs 1989’da toplu barış yürüyüşlerinin yapılması kararlaştırıldı ancak yürüyüşleri düzenleyenlerin tutuklanıp Avusturya ve başka Avrupa ülkelerine sınır dışı edilmeleri sonucunda halk gösterileri daha erken başladı. Ülkenin birçok yerinde “Biz Türküz” ve “İsimlerimizi İstiyoruz” gibi sloganlar atılarak yürüyüşler yapıldı. Bu yürüyüşlerde ilk defa “Yaşasın Demokrasi,” “Yaşasın Gorbaçov,” “Kahrolsun Jivkov” türünden sloganların atılması, demokratikleşme sürecine geçme talebinin ilk işaretleri olarak okunabilir. Göç talebi hiçbir mitingin konusu değildir. Bu yürüyüşlerin amacı dünya demokratik örgütlerinin dikkatini çekmektir, tarih olarak 25 Mayısın seçilmesi de tesadüf değildir, çünkü bu tarihte Paris’te Uluslararası İnsan Hakları Konferansı başlayacaktır ve İllegal örgüt lideri Ahmet Doğan bulunduğu Pazarcık hapishanesinden bu konferansa bir mesaj ulaştırmayı başarmıştır. Resmi devlet propagandasına göre ise göstericiler otonomi ve Türkiye’ye göç etmek istemektedir, böylece kamuoyu yanıltılmakta ve göstericilere karşı düşmanlık hissi uyandırılmaktadır (Yalımov 462). Mayıs olayları boyunca (20-30 Mayıs 1989) 2000 kişi sınır dışı edilmiştir. Bu kişilere 24 saat içinde ülkeyi terk etme emri verilmiştir. Bu şekilde Bulgaristan’ı terk etmek zorunda kalan Bulgaristan Türkleri önce Avusturya ve Macaristan’a, daha sonda da Türkiye’ye gönderilmiştir. Medya açıklamaları ve bu “sınır dışı etme” olayları yoğun bir göç psikozunu yaratmakta gecikmez ve kısa


234

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir süre sonra Kapıkule yolları umut yolculuğuna çıkan Bulgaristan Türkleriyle dolup taşmaya başlar. Kaynaklar: Yalımov, İbrahim. İstoriyata na Turskata Obshtost v Bılgariya. Sofya: İnstitut za İzsledvane na İntegratsiyata, 2002. * Metin, TKAG ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin 3-5.09.2003 tarihlerinde Van’da düzenledikleri ” (Türk)iye Kültürleri” 2. Ulusal Kültür Araştırmaları Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmuştur Devam edecek…


Makale ve Analizler - 2019

235

Haklarımız Gasp Ediliyor

Tarih: 27 05 2019 Yazan: BULTÜRK Başkanı Rafet ULUTÜRK Konu: Dünyada en zor meslek politikacı olmaktır. Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri geldi geçti. Dört kişiden biri sandık başına gitti. Bulgar seçmenden % 74’ü “bu işten bir iş çıkmaz” diyerek başını çevirip sandığa bakmadı bile. Alan memnun veren memnun! Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi için Vatandaşlar (GERB) partisi oyların % 30, 94’ünü aldı. Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP oyların % 24, 22’sini, Hak ve Özgürlük Partisi DPS % 16, 36’sını, İç Makedon Devrim Hareketi % 7,42’sini ve Demokratik Bulgaristan koalisyonu da % 6,24’ünü alarak “kazananlar” sıralamasını oluşturdu. Aslında bu 5 partiden hangisi bu seçimde gerçekten başarılı oldu? 2017’genel seçimleriyle karşılaştırıldığında tablo şudur. – GERB 574.417 oy aldı, oyları yarı yarıya yani – 562.775 – azalmıştır (1.147.292 oy almıştı). – BSP partisi 450 005 oy aldı yani oyları yarı yarıdan fazla – 505 975 – azalmıştır. – Geçmişte 610 bin oy alan DPS ancak 303.714 oy almış. – Bulgar Milli Hareketi gibi azgın milliyetçilerle ortaklık eden VMRO – İç Makedon Devrim Hareketi 137 714 oy alırken, – Demokratik Bulgaristan Hareketi de 115 750 oy aldı. Bu seçimlere genel katılım oranı %26,2 oldu. 28 Avrupa Birliği (AB) ülkesindeki katılım oranının % 50,5 olduğu dikkate alındığında, Bulgaristan pasiflik bakımından yeni bir rekor kırdı. Bulgaristan’daki yeni kurallara göre seçim sonuçları ile ilgili ön açıklama yapmak kesin yasak. Merkez Seçim Komisyonu (MSK) kesin sonuçları 29 Mayıs 2019 tarihinde açıklayacak. Tahminde bulunan 7 medya MSK tarafından cezalandırıldı. Ajansların ortak görüşüne göre AP’na GERB 7, BSP 5, DPS 3, VMRO 2 milletvekili gönderecektir. Kesin sonuçlara göre GERB milletvekillerinin sayısı 1 azalabilir ve Demokratik Bulgaristan bir milletvekilini Brüksel’e gönderebilir.


236

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçim listesi VMRO partisinde bozulmuş ve seçmen bu milliyetçi partinin meclis temsilcisi Yülyan Angelov’un yerine sahne oyuncusu Slabakov’u tercih etmiştir. Bu gibi sürprizleri 2. Yazımızda bildireceğiz. DPS listesinden seçilen parti başkanı Mustafa Karadayı AP gitmekten vazgeçmiş, ikinci sırada olan Delyan Peevski de mümkünse “hem Sofya hem de Brüksel Meclisinde olmak isterim” demiştir. Parti listesinde 3. Sırada olan ise DPS Gençlik Kolları Başkanı İlhan Küçük’tür. 26 Mayıs Pazar gün 58 bin kişi geçersiz oy kullanarak seçimleri protesto etmiştir. Dikkat çeken bir özellik ise, 2014 seçimlerinde % 50,5 aktiflik gösteren Kırca Ali ili seçmenlerinin bu defa % 65 katılımla memleket çapında birinci oldu. Daha önce de bildirdiğimiz üzere GERB partisi bu seçime Demokratik Güçler Birliği SDS ile ortaklık kurarak katıldı ve SDS eski Meclis Başkanı Aleksandır Yordanov seçildi. GERB 2009’dan beri ilk kez olmak üzere, bir Türk adayı da listeye aldı ve Batı Rodoplar’dan Asım Ademov seçmenin güvenini kazandı ve Avrupa Parlamentosunda Halk Partisi (ENP) saflarında yer almayı hak etti. Parti Başkanı Boyko Borisov seçmene teşekkür ederken, memnuniyet ifade etmiş ve seçilen milletvekillerine başarı dilemiştir. BSP partisinin Brüksel’de gönderdiği temsilcilerden biri Cumhurbaşkanı katında kurulan Stratejik Program Konseyi Başkanı İvo Hristov, başka biri de partinin eski başkanı ve Avrupa Sosyalistleri PES Başkanı Sergey Stanişev’tir. BSP partisi AP seçimlerine kazanmak azmi ve kararlılıkla girmişti. % 6 gibi bir oy farkıyla seçimi “kaybetti” yorumları çıktı. Seçim hazırlıkları için 3 ay önce meclisten çıkan bu partinin seçmeni motive edememesi değişik açıdan değerlendirilirken, sosyalistlerin Bulgaristan için bir alternatif sunmadığına işaret edenler, parti lideri Bayan Korneliya Ninova’nın değiştirileceğine vurgu yaptılar. Politik gözlemcilere göre, Bayan Ninova 2014’te meclise 40 milletvekili ile girdi. Daha sonra BSP partisine 2016’da Cumhurbaşkanlığı seçimi kazandırmasına rağmen ve 26 Mart 2017 seçimlerinde de milletvekili sayısını % 100 arttırarak, Sofya meclisinde 80 sandalyeye oturduğunu belirtirken, ne yazık ki kesin tavana erişildiğini ve GERB ile seçim yarışında 12. kez yenilgi yaşandığına önem veriyorlar.


Makale ve Analizler - 2019

237

BSP ile GERB partilerinin aynı kökten Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) – damarından geldiği dikkate alınırsa, günümüz Bulgaristan’ı üstüne birçok görüş bildirilebilir. Bunların arasında en önemlisi, ülkenin siyasi açıdan tükendiği, dünyanın en zor işi olan siyaseti yönetenlerin seçenek sunamadığı ve geleceksiz bir bocalama yaşandığı gün gibi ortadadır. 30 yıl süren geçim döneminde sahne oyuncusu olan siyasi figürlerin hiç birine halkın (seçmenin) inanmadığı apaçık ortadadır. Özellikle GERB partisinin 2009’dan beri izlediği siyasetle Bulgaristan vatandaşlarını AB’nin en yoksul, en cahil, en sağlıksız kategorisine kapaması dünya basınına düştü. Birleşik Amerika kaynaklarına göre dünyada en şiddetli ırk ayrımı ve ötekileştirme siyaseti uygulanan ülke Bulgaristan’dır. İnsan haklarının ve özellikle de azınlık haklarının hiçe sayıldığı ülkede nüfusun %42’sinin kör cahil durumu 26 Mayıs seçiminde tamamen karamsar yepyeni bir tablo ortaya çıkmasına ana neden oldu. Etkileyici olan bir unsur da, AB ülkelerinde açılan sandıklardan gelen oylarda seçmenin GERB ve BSP partisine oy vermediğini görmeyen kalmadı. AP seçimleri, Bulgar seçmenin öncelikle iç siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm beklediğini, ülkeyi terk eden 3 milyon vatandaşın da yeniden ifade ettiğine göre, her konuda tam güvensizlik olan ülkede, politik kadroların ve sistemin bir gün önce değiştirilmesi gerektiğini herkes istiyor. GERB partisinin yarım milyon oyla “seçim kazanması” aslında hiçbir anlam taşımıyor, çünkü ancak maaş verdiği kişilerden oy alan bu partinin halktan tamamen koptuğu basında her gün manşet oluyor. Seçim günü açıklandığına göre, yalnız 2018’de Avrupa Birliği fonlarından gelen paralardan 194 milyon Euro çalınmış ve seçim hazırlıklarına taban hazırlama işlerine harcanmıştır. 1879’da Birinci Bulgar Anayasasında oy kullanma hakkı olmayan Romenlerin (Çingene vatandaşlar) bu seçimde oyları emeklilerin 20 leva, işsizlerin 50 leva, işte olup da oy kullanmak istemeyenlerin oyları da 100’levadan satın alınmıştır. Seçim kampanyasında halkın ağzından düşürmediği söz şuydu: “Bunların bin sözü, bir işin yerini tutmaz.” Bu nedenledir ki, dört vatandaştan ancak birinin sandık başına gitmesi, Brüksel yöneticilerini bile şaşırtmıştır. Seçim arifesinde ülkede birçok dolandırıcılık ve rüşvet olayının ortaya çıkması, Bulgar oligarşisinin yargı sistemini elinde tutuğunu ve savcılığa da söz geçirdiğini ortaya koydu. Bu durum ülkede çıkarcı yobaz bir kadro egemenliği kurulduğunu gündeme taşıdı. Sonuç olarak, çıkarcılık yobazlığı, telafisi ve tedavisi mümkün olmayan bir hastalık şeklinde belirince, hem GERB


238

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hem de BSP partilerinin zamanının dolduğu ve politik sahneden hepsi birlikte inmeleri zamanının geldiğine bu seçimler kanıttır. Yıllar yılı gerek meclis gerekse Cumhurbaşkanı seçimlerinde BSP partisine sürekli koltuk değneği olan DPS partisi de bu seçimde, artık son kozlarını oynamak zorunda kaldı. Çok büyük şanstır ki seçim kampanyası mübarek ramazan ayına rastladı ve halkla görüşmeler iftar sofralarında yapılabildi. Ayrıca, DPS partisinin uzaktan yakından ilişkisi olmadan gasp ettiği ve seçim kampanyasında başarılı kullanma yönlerinden faydalandığı 1989 Mayıs Ayaklanmamız ve şehitlerimizi anma törenleri de, 26 Mayıs seçimlerine örülmeye çalışıldı. Yıllar önce 600 bin oyu beğenmeyen DPS, şimdi 303 bin oya dua etmekten başka çaresi de kalmamıştır. Konaklarda gizlenen ve korumasız yola çıkamayan “fahri başkan” Ahmet Doğan’ın Bulgaristan Türklerinden, “kırgın ve hayal kırıklığına uğramış” kardeşlerimizden özür dilemesi ve Mustafa Karadayı’nın her mitingde “özür dilemesi” hiç kimseyi etkilemedi, çünkü hazır bulunanların içi kin, öfke ve garezle doluydu. İnsanımız DPS tuzak ve oyunlarında gaddar, zalim ve vahşi davranış görmüş, baskı yaşamış, insafsızlıkla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bulgaristan Müslüman Türklerinin gözünde DPS siyasi bir parti olarak bitmiştir. Halk yeni yeni siyasi tuzaklara düşmek istemediği gibi, birkaç ruhu satılmışı Brüksel’e göndermekle işlerin düzelmeyeceğine inandığı gibi, yapılan görüşmelerde 2007’den beri “Brüksel’desiniz bizim için ne yaptınız?” sorusunu sormaya fırsat dahi bulamamıştır. DOST partisinin AP seçimine katılması tamamen başarısız olurken, partinin siyasi hayattan el çektiği ve hiçbir kimseye ümit aşılayamadığı sosyal medyada sürekli haber ve yorum oldu. Kasim Dal ise HŞHP partisini bu seçimden uzak tuttu. Oy hakkı olan ve bu seçimlere katılmayan %74’lük kesim, kenara çekilmiş bön bön bakıyor, küfür savurup, hesap sorma gününü bekliyorlar. Bu insanlar yoksul olsalar da, ülkemizin parasının üstüne oturan %20’ye boyun eğmek istemiyor. Bu % 20’nin kendi aralarında akrabalık ilişkileri olduğu, dini, hukuki, mali geleneksel ilişkilerde kenetlendikleri, sökülmemek için ellerinden geleni yaptıkları artık sezilmekle kalmayıp görülüp izleniyor. Bulgaristan’da hırsları ve kıskançlıklarıyla öne çıkan bir oligarşi var. Siyasi üst zümre, onların savunmasını yaparken, kabadayılık, asıp kesmek, korkutmak, canilik ve vahşilik gibi olaylarla TV ve video kanallarıyla her gün sıradan insanların gözünü korkutuyor. Seçime bir gün kalmış olsa bile Komando Birlikleri ve Jandarma iktidarın hâkim olamadığı köylerde ve kentlerde operasyonlarına aralıksız devam ederken terör saçtı. Halkın san-


Makale ve Analizler - 2019

239

dık başına gitmeye korktuğu da ortadadır ki, “oy verip de ne olacak” görüşü her yerde ağır bastı. Bir buçuk milyon Müslüman Türkün yaşadığı Bulgaristan’da DPS partisinin 5 kişiden ancak birinin oyunu alarak (303 bin oy) ben etnik azınlıkları temsil ediyorum iddiasında bulunması da artık alay konusu oluyor. Ne yazık ki Anayasası olmayan, seçim yasaları da demokratik ilkeleri gereği gibi yansıtmayan Avrupa Birliği, seçmenin sadece % 26’sının sandığa gittiği Bulgaristan gibi ülkelere, seçim yenilensin, “7 milyon seçmen var” dediniz, “7 milyon 250 bin bülten bastığınız” seçimlere katılan 1.5 milyon kişi, “halkın iradesi yansıtılmamıştır,” demiyor. Avrupa’da HAK HUKUK… AB vatandaşıyız ama oy hakkımız yok… Olaya gerçekçi açıdan baktığımızda, vatanından kovuldukları nedeniyle 30 yıldan beri Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşamak zorunda kalan, hem Bulgaristan, hem Avrupa Birliği ve hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup AP seçimlerine katılma hakkı olan 650 bin soydaşa oy kullanma hakkı tanınmadı. Bu Bulgaristan’da yapılan seçimlerin geçerli sayılmamasına bir gerekçedir. Bu vatandaşlara sandık açılmadı, 6 ay sürekli Bulgaristan’da kalma gibi bir anlamsız gerekçe öne sürülerek, kayıtlı oldukları köy ve kentlere gidip oy kullanma yolları dahi kesildi. Ayrıca seçim hakkı olan bu soydaşların mektupla veya elektronik yoldan seçime katılmak için başvuruları da Sofya meclisinde onaylanmadı. Bu gelişmeler Bulgaristan’daki seçimde ve siyasi sistemde dolaplar döndüğüne, hile yapıldığına, azınlık iradesine saygı gösterilmediğine kesin kanıttır. 2011 sonunda yapılan Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimine Türkiye’deki seçmenlerimizin iradesini temsil eden Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK derneği) yerli siyasi birimlerle birlikte devlet başkanı adayı göstererek 50 bin oy almış ve 21 adaydan 9.sırada bitirmiş ve ilk ona girmeyi başarmıştı. 1879 Anayasası’ndan başlayarak Bulgaristan Müslüman Türklerinin yerli ve genel seçimlere katılma hakkı yasaldır. Seçime katılma bireysel bir haktır. AB kanunlarına da işlenmiştir. Son yıllardaki sözde “demokratik” şartlarda getirilen ırkçı kısıtlamalar hariç, her defasında kullanılmış ve başarılı sonuçlar vermiştir.


240

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sofya meclisinde olduğu gibi Brüksel parlamentosunda da Bulgaristan vatandaşlarının hepsinin temsilci bulundurması gerektiğine inanmayan yoktur. Şu da var, en “demokratik” ülkelerde bile seçmenin ancak 26’sının katıldığı bir oylama yasal sayılmamalı, seçimler iptal edilmeli, yeni seçim yapılarak tüm yurttaşlara, dış ülkelerde bulunan her soydaşımıza seçme ve seçilme hakkı ve olanağı sağlanmalı ve tanınmalıdır. AB ne seçilecek kişiler geçerli ve demokratik olmaları isterlerse genel toplan seçmenlerin en aza %50 + 1 oyla seçilmeleri gerekir. Seçimlerin geçerli olması için bu tüm seçimlerde (genel veya mahalli seçimlerde) uygulanmalıdır. Bütün vatandaşların, tüm seçmenin ortak iradesi aranmalıdır. Bulgaristan Türklerinin dernekleri ve diğer sivil toplum kuruluşları bu çabalarda devlet makamlarının yanında yer almaya hazır olduklarını önceden bildirir. Biz “www.bghaber.org” olarak gelişmeleri yakından izliyoruz ve izlemeye devam edeceğiz. Lütfen siz de bizi takip ediniz. Devam edecek. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Dostlarınızla paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

241

Bu Da Bir Çocuk Hikâyesi Sakarya Savaşları’nın ilk günleriydi. İstanbul büyük bir heyecan içinde savaşın sonunu bekliyordu. İstanbul Hilâl-i Ahmer Şubesi (Kızılayı), kendiliğinden İstanbul’da birkaç yerde Anadolu’ya bir yardım kampanyası başlattı. Şubelerin önünde uzun kuyruklar oluşuyor, herkes gönlünden ne koparsa veriyordu. “Yaz Tüccar Mehmet Bey, on lira lira.!”, “Yaz, Tapu Katibi Süleyman Efendi, yirmi lira.!”, “Yaz Defterdar Hasan Paşa, elli lira.!” Diyerek herkes birbiriyle yarışıyordu. Bu şubelerden birinde, sıraya on bir, on iki yaşlarında bir de simitçi çocuk girmişti. O gün bütün simitlerini satmış, koltuğunun altına tablasını koymuş, diğer elinde de tablayı koyduğu sehpayı tutuyordu. Sıra ona geldiğinde yardımları toplayıp kaydeden Hilâl-i Ahmer memuru; “Sen ne arıyorsun burada. Çık sıradan.!” Diye çocuğu kovaladı. Çocuk sıradan çıkıp, gene en arkaya geçti. Sıra gene ona geldi. Hilâl-i Ahmer memuru gene: “Oğlum ne işin ver burada. Çık sıradan.!”diye bağırdı. Çocuk gene en arkaya geçti. Sıra gene ona geldiğinde; memur; “Gene mi sen ?” diyerek yüzüne sert sert bakınca; çocuk bu sefer gururla başını dikerek bağırdı; “ Yaz Simitçi Ali, on kuruş..!” Hilâl-i Ahmer memuru kalktı, göz yaşları içinde, o günkü bütün kazancını, bütün servetini ordusuna yollayan, o küçücük çocuğun ellerini öperek bağrına bastı… Kimse endişelenmesin, Simitçi Ali’ler var oldukça bu millet yok olmaz…!!!! Bu hikayeleri unutmayalım unutturmayalım. Paylaşmayı da unutmayınız.


242

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük Göç 30 Yaşında

1989 göçü artık 30 yaşında Konuşma: BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK. Sayın büyüklerim, Sayın Milletvekilim, Değerli Parti ve STK yöneticileri Büyük Göç’ü Anma Gecemize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Daha önceki anma buluşmalarımız gibi, bu defa da bizi bir araya getiren, KADER ORTAKLIĞIMIZ, acı tatlı izleri hatıra belleğimize işlenen ortak geçmişimiz, hep beraber daha iyi, sağlıklı ve bereketli olanı aradığımız bu günümüz ve uğruna ümit çelenkleri değerlediğimiz yarınlarımızdır. Değerli konuklarımızla bu mübarek Ramazan-ı Şerif Akşamında Türk Dünyasının dava arkadaşlarımızın beraber bir arada olmamız, dualarımızın kabul olacağına, daha mutlu ve güzellikler yüklü günlerin bizleri beklediğine Yüce Tanrımızın işaretidir. Bunu da böyle kabul edelim. Şu iyi biline! Biz Bulgaristan Türkleri 1989’da GÖÇ ETMEDİK. Biz, Ata-Vatanımızdan kovulduk ve asla ebediyen olmamak şartıyla ANA-VATANIMIZA döndük. Bu dönüş sabırlı bir bekleyiş ve esinlenerek yüreklenme ve yeni bir uçuşa hazırlıktır! Biz ana-vatanımızda mutluyuz. Türkiye halkına minnettarız. Aramızda evsiz, işsiz, aç kalan, evladı okula gidemeyen yoktur. Türk’ün ayak bastığı, her yer yurdudur. Gittiği her yere dil, din, maddi ve manevi hayat tarzı, kültür, üretim araçları ve üretim biçimi götürmek, kısaca medeniyet götürmek Türklüğün özündedir. Türk’le ve Türklerle şendir, her diyar. Biz, dünyada Türkçe yaşadığımız için İNSAN OLDUK. İnsan olduğumuz için ve çok çalıştığımız için kıskanıldık, hor görüldük, Yolumuz kesildi, hep insan olduğumuz için Ve hırsızlar bizden hep malımızı mülkümüzü, canımızı istedi, kimliğimizi çaldı. Ve bahar yelleri okşarken şeftali dallarını ve Akasya çiçekleri açarken durup dururken, sarı gül beyaz gülü kovalarken yine bir Ramazan Günü, 1989 Mayısında ayaklandık. “Ayaklanma” sözünü işitenler tuhaf tuhaf bakmıştı. Çünkü biz hep ayaktaydık. “İsyan ettik” sözü de yerli yerinde bulunmadı. Çünkü bizim isyan ateşlerimiz 1878’den sonra hiç sönmemişti. Susan kuşlar, kuma yaslanan dalgalar ve dumanlı dağ başları SELAMA DURDU.


Makale ve Analizler - 2019

243

“Dirilmiş ve direniyorduk” 1989 Mayısında ellerimizde koskoca dünya ve gözlerimizde güneş. İnsanın uyanması, diriliş ve direnme nedir bilirsin sen! Çünkü o yolda biz yoldaştık. Ateş fırtınaları ile beraber yürüdük. Göbeğimiz Tanrı Ağıcının köküne gömüldü, kendi yolumuz ve kendi kaderimiz olsun diye. Ve 30 yıl önce biz fışkırmıştık. Totalitarizm şişesinden CİN gibi çıkmıştık. Yürürken 72 binimiz birden üzerine üzerine, yürüdü Türkler yürüdü Türklerin karşısında duramadı komünist totaliter devlet Dayanamadı Toşo, tahtı devrildi kendi üzerine… Bir yasallıktır bu. Doğaldı her şey. Sel olup Ata-Vatandan Ana-vatana akmamız da… Hiç kimseden hiçbir şey istemeden geldik. Sevgi dolu kucakla karşılandık. İzninizle bir kıyaslama yapmak isterim 1791’de Fransa’dan İsviçre’nin yalçın Alp Dağlarına böyle bir kitlesel göç olmuştu. Büyük Fransız Devrimini yapanlar, tüm tarihlerin en büyük eseri Fransa’da Kardeşlik, Eşitlik ve Özgürlük Doğduğunda onu istediği gibi ve doya doya büyüsün diye, adı “demokrasi” olan yeni toplumsal düzene bırakmışlardı. Biz Bulgaristan’da aynısını yapmadık mı? Bulgaristan’da demokrasiyi hayata çağıran biz değil miyiz? Ata-vatanımızda, 1989 Mayısında, adını HAK VE ÖZGÜRLÜK DAVASI koyduğumuz devrimci mücadele ruhu biz değil miyiz? Elleri, kolları, ayak bilekleri kelepçeli, gözleri kör edilmiş, katranlı ellerle, kimliği can çekişen, ama yüreklerinde Türk Ruhu güm güm attıkça kanatlanan ve tankların yolunu kesen biz değil miydik!? Bulgar ağacı bizim gölgemizde sararıp solmadı mı? Bugün “demografik çöl” yani insansız kalmış ıssız, köylerden, derelerde ve tepelerden, akmayan pınarlardan, kurumuş çeşmelerden, yıllarca açıp tozlaşmamış ağaçlardan, kapısındaki kilit küflenmiş, okul ve sağlık merkezlerinden, yakılmış kitapların savrulmuş külünden söz ediyoruz. Bir toprak neden çölleşir, GELECEĞİ GASP EDİLEN İNSANLARIN YURDU OLMAK İSTEMEDİĞİNDEN DOLAYI kurur, çatlar, nadas olur ve pes eder… İnsan olmadığı yerde toplumsal hayat yoktur. Onlar Bulgarlar 600 sene bizimle beraber yaşarken kardeştik. Anlattığım ve anlatacağım olaylar hiçbir Bulgar ailenin başına gelmemiştir. Esaret denen bir masal, tüm kötülükleri uydurma ve bizim kimliğimize uzanamayanların icat ettiği kötülüklerden kırıntılardır.


244

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnsanın olmadığı yerde kardeşlik, eşitlik ve özgürlük yoktur, olamaz. Şu da unutulmamalıdır her millet devlet kuramaz. Biz çekilince Bulgar devleti resmen çöktü. Biz 1989 Mayısında ilk 3 ayda 345 bin kişilik bir sel olarak ana-vatanımıza akarken, faşist ve totaliter – komünist zulüm rejimlerine karşı fışkıran Volkan, kocaman dünyanın dört bir tarafına aktı. Bu gün 3 milyonu aşan vatandaş, aynı sebepler yüzünden – baskı ve terörden, zulümden, acımasız hayat kavgasından, geçimsizlikten, kör cahillikten, gerekçesi olmayan korkudan, çaresizlikten dolayı MEMLEKETTİ Bulgaristan’ı terk etti. Öncü olan yine bizlerdik. En değerliği varlığın eğitilmiş insan olduğunu anlamak istemeyenler, ırkçılar, aşırı milliyetçiler, kan emiciler, gardiyanlar, ölüm kampı şefleri, polis, jandarma ve tüm kolluk kuvvetleri, açık ve gizli polis ORTADA KALDI. Bir polis devletinde demokrasi olamaz. Bir mafya-milis-oligarşi düzeninde ADALET olamaz. Bakan koltuklarında rüşvet ağalar oturuyorsa, meclise eski gizli polis “DS” ajanları dolmuşsa, yargıç koltuklarında oturanlar hukukçu diplomalarını Polis Akademisinden almışsa, o ülkede adalet, demokrasi, hak ve özgürlükten söz edilemez. Bulgaristan’da maalesef durum budur… Uzatmamak için sadece bir örnek vermek istiyorum: Atılımlı siyasetçi Lütfi Mestan partisinin açık adı Avrupa liberallerinden almıştı: SORUMLULUK, HOŞGÖRÜ VE DAYANIŞMA İÇİN DEMOKRATLAR, kısaltılmışı-na ise DOST demişti? Tuttu mu? Bulgar “bataklığında” tutmadı. Geçen Pazar günü 26 mayıs’ta yapılan ve oy hakkı olanlardan ancak %26,2’sının katıldığı Avrupa Parlamento seçimleri için Cumhurbaşkanı Rumen Radev “Bulgar politik sınıfına çok güçlü bir tokat oldu!” dedi. 2014 -2019 yıllarında yapılan AP 2 seçim arasında katılım oranı % 5 daha düşmüştür. Yoksul, işsiz, sefil vatandaş, protestosunu sandığı tekmeleyerek ifade ediyor. Bulgaristan çöktü, soyuldu. Eli iş tutan vatandaş memleketi terk etti. Suçlu ve sorumlusu yok. Hakkında dava açılan hırsız, katil ve soyguncu yok. Öldürülen kişilerden sorumlular yok, yani her soruya tek cevap yok… Bulgar halkı bu durumdan memnun olabilir. Devleti soymayanın iktidarda işi ne olabilir? Bu mantığı bir salgın şeklinde halkı sarmış olabilir. İzninizle geçmişten bir hatırlatmada bulunmak istiyorum: “Çılgın Hitlerin yaptığı kötülüklerden, Alman halkı işlenen tüm suçlara ortak gösterilmişti.” İktidarı destekleyen her kişinin çalıp kapma,


Makale ve Analizler - 2019

245

soyma ve baskı uygulama, dayak atma, ulu orta insan öldürme ve azınlıkların evlerini yakma hakkı olduğu yerde, “demokrasiden” söz edilemez. Bulgaristan’da kanunsuzluk almış yürümüş ve iktidar adaletten korkuyor. Adalet biziz! Burada sadece Türkiye’de çift vatandaşlar artık 1 milyona ulaşmış durumdayız ve Bulgaristan politik sınıfının aklını karıştıran ve uykusunu kaçıran da biziz. Çünkü Türkiye’yi gördük, Türkiye demokrasisinde nefes aldık, 82 milyon içinde hayat kavgası verdik ve kazandık. Güçlüyüz. Son zafer mutlaka bizim olacaktır. Türkiye’de soydaş olmanın çok büyük bir hayat akademisi olduğunu, yüksek bilinç düzeyine ulaşmış, hayat suyu almış, emsalsiz bir birlik ve beraberlik olduğunu, örgüt kültürü, yeni bir dayanışma ruhu taşıyan son medeniyet olduğunu görmeyen kalmadı. Bu nedenle Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılmamız engellendi. Biz burada oy potansiyeli olan 700 bin civarında soydaşımız var. Bulgaristan’da Pazar gün yapılan AP seçimlerinde hiçbir siyasi parti 720 bin oy al(a)mamıştır. Değerli dava arkadaşlarım işte birlik ve beraberlik ola bildiğimizde görüyorsunuz biz hepsinden güçlüyüz. Bu kitleyi maalesef Türkler kullanamıyor, işte burası çok önemli, birlik derken Türk-Müslüman çıkarları doğrultusunda çalışacak kurumlar dernekler, partiler olmalı. Kavga şimdi yeni başlıyor… Bizi göçmen durumuna itenlerin, kafasında bir umut var: “Müslüman’ın öfkesi göz yaşını sildiği mendil kuruyuncaya kadardır.” Geçer, unutur diye düşünüyorlar. Bunu hepiniz biliyorsunuz, davamızın baş haini Ahmet Doğan ve bozguncu tayfasının ihanetine ve kötülüklerine rağmen, orada mücadelemizi yaşatma kavgası veren kardeşlerimiz Türk kalelerinde HAK VE ÖZGÜRLÜK BAYRAĞIMIZI dalgalandırmaya devam ediyorlar. Kıracali’de, Radgrat, Şumen, Tırgovişte, Pazarcık, Silistre ve Smolyan’da 2014’te seçimin rengini Türk seçmen belirlemiştir. Bu seçimde Pazarcık, Smolyan ve Silistrede tekel GERB partisi eline geçti. Merkez İstatistik Komisyonu oy dağılımıyla ilgili şu resmi açıklamada bulundu. GERB 574.417 oy, BSP 450.005 oy, ДПС – 303.714 oy. Toplam 1.328.136 oy. 2017’e göre azalma yüzde yüzdür. Bulgaristan’da 1.5 milyon Müslüman kardeşimiz yaşıyor. Bizim BULTÜRK olarak Sofya meclisine sunduğumuz “mektupla ya da elektronik yoldan” oy kullanma yasa teklifimiz onaylanmış olsaydı, yukarıdaki oyları kendi başımıza çıkarır ve bugün Brüksel’e Bulgaristan’ın 17 milletvekillinden 8’ini biz gönderirdik.


246

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Memleketimizde Romen kardeşlerimize çok büyük bir baskı var. Biliyorsunuz 1879 Anayasası onlara seçme ve seçilme hakkı tanımamıştı. Şimdi oyları 20- 50 ve 100 leva üzerinden, ev kadını, işsiz ve çalışan ama oy kullanmak istemeyen kategorilerine göre satın alınıyormuş. Bu vatandaşların 2030 yılında genel nüfus içinde Bulgar etnikten daha büyük bir topluluk oluşturacağı ortaya çıkınca, onları da döverek, tutuklayarak, tehdit ederek, gettolar etrafından gece fener alayları düzenleyerek, sosyal yardımlarını keserek ve evlerini ateşe vererek vs nüfus olarak azaltmaya ve çoğunluğu kendi lehlerinde elde tutmak istiyorlar. Bu tespit olağanüstü önemlidir. Çünkü Romen (Çingene) nüfus çoğunluk olmuş olsa bile, çoğu kör cahil ve toplumun maddi ve manevi değerleri dışında bırakıldığı için ve devlet kurma ve yönetme istidadı olmadığından dolayı ata-vatanımızda (Bulgaristan’da) çok büyük bir kargaşa yaşanabilir. Bulgaristan’da yaşayan etnik, dil, din ve kültür azınlıkları arasında Müslüman Türk soydan başka, farklıkları birleştirip erk olma ve toplumu yönetme, adil olma ve hoşgörü toplumu oluşturma yeteneğine sahip sosyal güç yoktur. Bu nedenle, soydaş çocuklarından 2. kuşağı iyi eğitmemiz en az 15-20 bin yükseköğrenimli, hoşgörülü ve bilgili, sabırlı ve yaratıcı bir siyasi tabaka oluşturmamız, yüksek ihtisas sahibi kadrolar eğitmemiz ve hazırlamamız gerektiği kanaatine vardık. Anlatmaya çalıştığım seçim yenilgisi, ilgisizlik, pasiflik ortamında vatan topraklarımıza Batı’dan büyük gruplar yetiştirme hazırlıkları yapıldığı, Suudilerin ise Bulgaristan’ı (Yunan Adası Gibi) satın alma ve zümrüt yeşilliğin tadını çıkarırken, yerli nüfusu köle durumunda kullanma hesapları yaptığı basında manşet olmaya başladı. Dünya artık küçüldü, her an her şey olabilir. Son seçimden 3 gün sonra kısa politik değerlendirme yaptığımızda Bulgaristan’ın, tekrar ediyorum, derin bunalımı ve seçmenin %74 oranında sandığa gitmeyerek durumu protesto ettiği bir daha gün ışığına çıktı. Avrupa Parlamentosuna giden 5 politik partinin hepsi de Avrupa Birliği ve NATO’dan yanadır. Bunlar, GERB, BSP, DPS, VMRO ve Demokratik Bulgaristan hareket partileridir. 245 bin kişiye maaş veren GERB partisi, adeta bütün oylarını satın almıştır. BSP 2014’e kıyasla Brüksel’e 1 milletvekili daha fazla (toplam 5) gönderse de, derin bunalım içindedir. Parti Başkanı Korneliya Ninova istifa etmiş ve 15 Haziran’da yeni Kurultay çağırmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

247

DPS partisinin milletvekilleri 4’ten 3’e düşmüş ve kimin Brüksel’e gönderileceği henüz açıklanmamıştır. Çünkü ilk sırada olan M. Karadayı ile D.Peevski’nin yerlerini diğer adaylara bırakması konusu henüz görüşülmemiştir. VMRO – aşırı milliyetçileri 2 ve oylarının daha fazlasını dış ülkelerden ve Sofya’da 2.semtte en fazla oy alan Demokratik Bulgaristan reformcu hareketi Brüksel’e hukukçu Sn.Radan Kınev’i gönderecektir. Bulgar partilerinden hiç birinin Avrupa Parlamentosu programı yoktur. DPS de bunlardan biridir. Gidenler ne iş yapacaklarını kendileri de bilmiyorlar. Biz bir GÖÇMEN SOYDAŞ kuşağıyız. Derneğimiz BULTÜRK, gençlik ve kadın kollarımız, “www.bghaber.org”, “Bulgaristan Türklerinin Sesi” BULTÜRK gazetemiz Bulgaristan Stratejik Araştırma merkezimiz ve Bilim Kurulumuz 2002’den beri çok büyük işler yaptı. Son 60.kitabımız önümüzdeki ay çıkıyor. Artık biliniyor ve tanınıyoruz. Yeni fikirlerin, dünya görüşünün, ahlakın, namuslu olmanın, şeref ve alçak gönüllülüğün simgesi olduk. Yayınladığımız kitaplarla şu amaca hizmet ettik: “50 yıl Mücadele” kitabımızla Türk Dünyasına Bulgaristan Türklerinin bir konuşma ve yazı dili, dini, edebiyatı, halk kültürü, gelenekleri, Türkiye gibi sonsuz bir esin kaynağı ve yine sonsuz Ata-vatan sevgisi olduğunu anlattık. Kendimizi, BULTÜRK’ü, gençlerimizi, umutlarımızı tanıttık. Türk dünyasına Bulgaristan Türklerinin Türk soyundan geldiğini, topluluk kurabildiğini, kadın erkil toplum geleneklerine bağlı olduğunu, Türk kimliği mücadelesi verdiğini uzun uzun anlatmaya çalıştık. Türk Dünyası içinde bizlerde bir damla olarak var olduğumuzu ve hep birlikte YENİDÜNYADA BÜYÜK OKYANUSUMUZU BÜYÜK TÜRKİYE’Yİ BU DAMLALARLA OLUŞTURACAĞIMIZA İNANCIMIZ TAMDIR. YENİ BÜYÜK TÜRKİYE’Yİ BİZLER HEPİMİZ BİRLİKTE İNŞA EDECEĞİZ. “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” eserimizde, tarihsel yolumuzu, Türk Kimliği oluşturma yolunda verdiğimiz savaşlarımızın aşamalarını, edebiyatımızı, kültürel geleneklerimizi, dinimizi, hepsi Türk soyundan gelen Pomak Kardeşlerimizi, Tatar-Gagauz kardeşlerimizi, onların sorunlarını ve göçlerini anlattık. İlk kez olmak üzere, Bulgar soyunun 7 ağır ve onarımı olanaksız tarihsel kırılma geçirdiğine, bunlardan birkaçının son asırda yaşanan Alman ve


248

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rus ve Sovyet istilacıyla nasıl yaşandığını anlattık. Bu konuda öğütleri, dış ülkede bulunan bir “üst akıldan” alan Bulgar kavminin, her konuda bizden çok farklı düşündüğünü, ana-kent (metropol) ve tarihlerinde sömürgeci kavim nitelikleri olmasa da, Bulgarlar kendi kendine gelin güvey olarak çok değişik biçimlerde her türden etniğe asimilasyon siyaseti uygulayarak, 140 yıllık son tarihsel dönemi hayırsızlıkla nasıl kararttıklarını anlattık. Bu eserimizde Bulgaristan Türklerinin Türk dünyasından, Türkiye’den, Türk milletinden kopmaz ve asla koparılamaz bir parça olduğu ve “Ne mutlu Türküm Diyene!” şiarından güç aldığı özellikle konu edilmiştir. Türk Gök Kuşağı ve Türk formasyonu da yeni aydınlık bulmuştur, ufukta Yeni Türkiye bizi bekliyor. Özellikle değinmek istediğim son eserimiz de, BULTÜRK inisiyatifi ve yönetiminde 9 Mart 2019’da gerçekleşen TÜRK DÜNYASI İLK KADIN KONFERANSINA adanmıştır. Konferansımıza Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Doğu Türkistan, Almanya, Hollanda, Balkanlar, Bulgaristan, Kuzey Kıbrıs ve daha birçok ülkeden Türk Kadın Dünyasını, kadınlarımızın yaşamını, geleneklerini, kavgasını ve ümitlerini, birlikte olma azmini dile getiren konuşmaların, Türk kadınına adanmış seçme şiirlerin, destanların vs derlemesidir. Bu bir ilk olduğu için ve bu ilk de bize BULTÜRK’e nasip olduğu için çok önemlidir. Bu çalışmalarımıza devam ediyoruz, edeceğiz. Sevgili kardeşlerim, Göç, büyük göç, 20 asır göçleri bizi yenememiştir. Bizler özellikle Türkiye’de olanlar her zamankinden daha dinç, birlikte ve güçlüyüz. BİRLİK VE BERABERLİK ÖLÜMDEN BAŞKA HERŞEYİ YENER: Bizim uyuduğumuzu düşünenler aldanıyorlar. Türk Dünyası, Büyük Türkiye atılım halindedir ve Taşan Türkiye’nin ilk dalgalarıyla sınırları aşacak olan bizleriz. Hepinizi kutluyorum. Sağ olun, var olun. Gençler Gelecek bizimdir sakın ümidinizi yitirmeyiniz. Dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız.


Makale ve Analizler - 2019

249

İslam’da Zekat Ve Fıtır Sadakası Nevzat ÖZTÜRK

Sözlükte çoğalma, bereket, arıtma, temizlik, güzel övgü gibi mânâlara gelen “zekât”, dince zengin sayılan kişilerden muayyen miktarda (oranda) alınıp, Allah’ın emrettiği kimselere verilen mal, ürün veya paraya denir. Kur’an ve hadislerde ”sadaka” kelimesi manasında da kullanılan zekât, hicretin ikinci yılında farz kılınmış olmakla birlikte, hicretten önce de malî yardımlaşmanın gerekliliği, yoksullara ve muhtaçlara yardım edilmesi gerektiği birçok âyet ve hadiste ifade edilmiştir. Nisap miktarı ise; zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Nisap, asgarî zenginlik ölçüsü şeklinde de tanımlanabilir. Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından (Temel ihtiyaç maddeleri, insanların hayatlarını devam ettirmeleri için gerekli olan şeylerdir. Bunlar genel olarak ise, ev, ev eşyası, elbise, mesleğine ait alet ve makineler, binek taşıtları gibi şeylerdir. Kendi ihtiyaçları haricinde bakmakla mükellef olduğu kişiler ve ihtiyaçları da buna dâhildir) fazla olarak bu kadar mala sahip olan kişi dinen zengin sayılır. Böyle bir kişi, zekât veya sadaka alamayacağı gibi; sadaka-i fıtır vermek ve kurban kesmekle de yükümlü olur. Borçtan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olan bu malın artıcı olması ve üstünden bir yıl geçmesi hâlinde zekâtının verilmesi gerekir. Zenginliğin asgari sınırı olan “nisap” Hz. Peygamber tarafından belirlenmiştir. Bu asgarî sınırlar, o dönem İslam toplumunun ortalama hayat standardını ve zenginlik ölçüsünü göstermektedir. Hadislerde belirlenen nisap miktarları şöyle sıralanabilir: 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para veya ticaret malı; 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisap miktarının belirlenmesinde kullanılan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden belirlenmesi, sosyal ve ekonomik şartların fazla değişmediği ileriki dönemlerde de aynen korunmuştur. İslam’ın temel ibadetlerinden biri olan zekât; namaz, oruç ve hac gibi peygamberler silsilesinden kalma köklü bir ibadettir. İslam dininde muhtaçlara yapılması istenen mali yardımın asgari sınırı olan zekatın, miktar ve mahiyeti belirlenmeksizin geçmiş semavi dinlerde de bulunan bir ibadet olduğunu Kur’an-ı Kerim bize haber vermektedir. (Kur’an: el-Bakara. 83; elMaide, 12; el-Enbiya. 73: Meryem. 56: el-Beyyine, 4-5) Ancak İslam’daki zekât, geçmiş semavi dinlerdeki zekâttan farklı bir ibadettir. Çünkü Kur’an’da daha önceki ümmetlere emrolunduğu haber verilen zekât, fakir ve muhtaç-


250

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lara karşı cömertçe infak ve ihsanda bulunmak manasındadır. İslam’daki zekât ise, İslam’ın şartlarından ya da dinin farz; ibadetlerinden biri olup miktarı belirlenmiştir Buna göre zekat; Kelime-i Şehadet ile mü’min ve müslüman olup Allah’ın birliğini kalben tasdik ve diliyle ikrar ederek O’na kulluğunu ve emirlerine itaati kabullenen mü’minin sözünde ve özünde doğruluğunu fiilen göstereceği bir ibadettir. Allah Teala mü’minlere önce bedenen ve ruhen iştirak edip yaşayarak Allah’a teslimiyet, itaat, bağlılık ve ta’zim hislerini yöneltecekleri ve bu sayede Rableri ile sık sık diyalog kurabilecekleri ve nispeten nefse fazla ağır gelmeyecek bir ibadet olarak namazı ve sonra orucu emretmiştir. Daha sora Allah Teala, bu bağlılık ve teslimiyeti sosyal bir bağlığı da içine alıp maldan fedakarlığı gerektiren bir emirle denemek ve pekiştirmek üzere mü ‘minlere mali bir ibadet olarak zekatı teklif etmiştir. Nitekim iman ettiklerini söyledikleri halde, imanı henüz kalplerine sindirememiş olan bazı bedevi Arapların mallarının bir kısmını Allah rızası için ellerinden çıkarabilecek kadar Allah ‘a bağlanıp teslim olmadıkları, Hz. Peygamberin vefatını fırsat bilip zekatı ödemek istemeyişleriyle ortaya çıkmıştır. İslam’ın diğer ibadetlerinde olduğu gibi zekât da, sadece dünya veya sadece ahirete ait gayelere yönelik bir ibadet değildir. O, dünyevi ve uhrevi hedefleri bir arada bulunduran bir ibadet oluşu itibarıyla kulu Rabbine yaklaştıran, onun rıza ve hoşnutluğuna ulaştıran, karşılığında uhrevi mutluluk ve sevap beklenen, bunlarla birlikte fert ve toplum hayatında ruhi, ahlaki, sosyal, ekonomik konularda pratik faydalara vesile olan bir ibadettir. Zira zekat bir ibadet olarak, kul ile Yüce Allah arasında kurulan bir bağ, bir diyalogdur. Kulun Rabbine yönelişi, O’na itaat ve bağlılığını, sevgi, saygı. şükran ve ta’zim duygularını ifade edişidir. Ancak mali bir ibadet oluşu itibarıyla da zekât, kul ile Allah arasında kalmayarak, ondan istifade etmek durumunda olanları da ilgilendirmektedir. Bu yönüyle o. diğer İslami ibadetlere nispetle sosyal yönü daha ağır basan bir ibadet özelliği taşımaktadır. Bu bakımdan İslam dini kendinden beklenen özellikle sosyal ve ekonomik neticelerin fert ve toplum hayatında gerçekleşebilmesi için zekâta ayrı bir önem vermiştir. Kur’an’da Allah’a ve Resulüne iman ve itaatten sonra dinin direği olan namaz ve hemen peşinden zekât emri zikredilmektedir (Kur’an: el-Bakara. 43,83; en-Nisa 77.162; el-Maide 12,55 55; et-Tevbe 5, el-Enbiya 73; e1-Hacc 41, 78: en-Nur 37.56; en-Neml 13: Lokman 4; elAhzap 33; el-Mücadele 13; el-Müzemmil 20: el-Beyyine 5.)


Makale ve Analizler - 2019

251

Kur’an, mülkün gerçek sahibinin, Allah olduğuna dikkat çeker . Buna göre mal ve mülk, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak insana, onun rızasına uygun olarak tasarrufla bulunmak üzere emaneten verilmiştir. Bu bakımından zekat, mü’minin kendisine verilen malda yapacağı tasarrufla ilgili ilahi bir emirdir. Mülkün gerçek sahibi, zenginden kendisine fakirlere dağıtılmak üzere verdiği muayyen miktarın, hak sahiplerine verilmesini talep etmektedir. İçinde bulunduğumuz Ramazan ayında zekât ve sadaka vermek, yapılan hayırlı amel ve ibadetlerin kabulüne vesile olacak önemli bir kulluk ifadesidir. Az da olsa her gün bir miktar sadaka vermeyi adet haline getirmek Ramazan ayında ayrı bir öneme sahiptir. Zira Peygamberimiz Ramazan ayında daha fazla sadaka vermeye özen gösterirdi. O, İslâm’ın köprüsü olarak gördüğü zekât ve sadaka hususunda daima Müslümanlara örnek olmuştur. Allah’a, ahiret gününe, peygambere ve onun sözlerine inanan, servetinin büyümesini ve bereketlenmesini isteyen kimse üzerine farz olan zekât ibadetiyle yetinmemeli, elinden geldiği kadar iyilik yapmalı, açları doyurmalı, hastalara ve çaresizlere yardım etmelidir. Yoksulların zekâttan başka da zenginlerin mallarında hakkı olduğunu söyleyen peygamberimiz sadaka, teberru ve hediye ismi altında yardım etmemiz gerektiğini vurgulamıştır. Şunu unutmamak gerekir ki, Allah’ın rızası, fakirlerin gönlünde, mahzunların kalbinde gizlidir. Kıyamet gününde hiçbir gölgenin olmadığı bir günde Allah’ın gölgesi altında gölgelendirecek olan zekât ve sadaka cehennem azabından koruyan birer kalkandır. Günahların bağışlanmasına vesile olacak zekât ve sadaka manevi derecesini yükseltmek isteyenler için de önemli bir kulluk görevidir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki Ramazan ayının sonuna yetişen, yaratılış ikramı olarak her müslümanın vermesi gereken fıtır sadakası da önemli bir ibadettir. Bu, yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram gününün sevincine katılmalarına bir vesile olacağı gibi orucun kabulüne ve kabir azabından kurtuluşa da bir yoldur. Bu yönü ile fitre sadakası, insanlık için bir hayır ve bir görevdir. Bu ibadeti büyük bir ganimet bilerek bayram namazından önce verilmesi efdaldir. Kerim bir ay olan Ramazan ayını hayır ve iyiliklerle geçirmek için fırsat bilmek, onu iyi değerlendirmeye azmetmek ve bu azimde sadakat göstermek gerekir. Halk arasında fitre denilen sadaka-i fıtır, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka, artıcı olma ve üzerinden bir yıl geçme şartı aranmaksızın nisap miktarı mala sahip bulunan her Müslüman’ın vermesi vacip olan mali bir ibadettir. Fitre, insan fıtratındaki yardımlaşma ve


252

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dayanışmanın bir gereği olarak insan bedeninin zekâtı kabul edilmiştir. Bu nedenle fitreye, “can sadakası” veya “beden sadakası” da denilmektedir. Diğer taraftan fitre, yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesinde, bayram gününün neşesinden onların da istifade etmelerinde önemli bir rol oynar. Fıtır sadakası, Ramazan orucunun farz kılındığı hicretin 2. yılı Şaban ayında, zekâttan önce meşru kılınmıştır. Bu bir yardımlaşma olup, orucun kabulüne, ölüm sırasındaki sıkıntılardan ve kabir azabından kurtuluşa bir vesiledir. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye ve onların da bayram sevincine katılmalarına bir yardımdır. Fitre hadis deliline dayanır. İlgili hadisler aynı zamanda onun uygulama şartlarını da belirler. Abdullah İbn Ömer’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Hz. Peygamber fitrenin, insanlar Bayram Namazı’na çıkmadan önce verilmesini emretmiştir” (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 183.) İbn Abbas (r. anhümâ)’nın naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur: “Rasûlullah (s.a.s) oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek sağlamak için fitreyi farz kılmıştır. Fitreyi kim namazdan önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur.” (Buhârî, Zekât, 70, 71, 77; Müslim, Zekât, 12 , 13, 16) Kimler fitre vermekle mükelleftir? Müslüman:Fitre yükümlüsünün Müslüman olması gerekir. Ancak Şâfiî Mezhebi’nden bir görüşe göre, gayr-i müslim bir kimsenin, bakmakla yükümlü olduğu Müslüman yakınının fitresini ödemesi gerekir. Mal varlığı:Hanefîlere göre fitre sadakası ile yükümlü sayılmak için, kişinin Ramazan Bayramı’nın birinci günü, temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olması gerekir. Zekât nisabından farklı olarak, sahip olunan malın “artıcı (nâmî)” özellikte olması ve üzerinden bir yıl geçmiş bulunması gerekmez. Temel ihtiyaçlar mesken, elbise, ev eşyası, binit, silah, hizmetçi, ailenin bir yıllık geçim masrafları ve borçlarıdır. Nisap miktarı iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal altın veya bunların kıymetine denk bir maldır. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ise, fıtır sadakasının vücûbu için, zenginlik ölçüsü olan nisaba mâlik olmak şart değildir. Temel ihtiyaçlarının dışında, bayram gün ve gecesinde yetecek kadar azığa sahip olmak yeterlidir. Ehliyet:Ebû Hanife, Ebû Yûsuf ve diğer üç mezhep imamının ortak görüşüne göre, fıtır sadakasının mâlî yönü ağır bastığından dolayı bununla yükümlülük için akıllı ve ergen olmak şart değildir. Bu yüzden küçüğün ve


Makale ve Analizler - 2019

253

akıl hastasının malından da velisinin fitre vermesi gereklidir. Fitrenin ibadet yönünü üstün kabul eden, Hanefîlerden İmam Muhammed ve Züfer’e göre ise, küçüklerin ve akıl hastalarının malından fıtır sadakası gerekmez. Velâyet ve bakmakla yükümlülük:Bir kimsenin, kendi dışındaki kişinin fıtır sadakası ile yükümlü sayılması için, bu kişinin onun velâyeti altında olan ve bakmakla yükümlü bulunduğu kişilerden olması gerekir. Buna göre bir kimse velâyeti altında bulunan küçük çocuklarının veya akıl hastası olan yakınlarının fitresini vermekle yükümlüdür. Ramazan Bayramı’ndan önce vefat eden oğlunun çocukları da bu kapsamdadır. Buna karşılık kişinin bakımlarını üstlenmiş olsa bile, ana babası, büyük çocukları, karısı, kardeşleri ve diğer yakınları için fıtır sadakası vermesi gerekmez. Bununla birlikte vekâletleri olmadığı halde bu kişiler için fıtır sadakası verse, bu yeterli olur. Böylece yoksullar bununla Bayram Namazı’ndan çıkmadan önce ihtiyaçlarını karşılamış olurlar. Vakit:Hanefîlere göre, fıtır sadakası Ramazan Bayramı’nın 1. günü fecrin doğuşu ile vâcip olur. Çünkü fitre bayrama ait kılınmıştır. Böylece oruç tutmanın yasaklandığı bir günde, fitre ile yoksul Müslümanların sevinçle bayrama katılmaları amaçlanmıştır. Fitre, Ramazan Bayramı’ndan bir veya iki gün öncesi ile Bayram Namazı arasında ödenir. Böylece yoksullar bununla, Bayram Namazı’ndan çıkmadan önce ihtiyaçlarını karşılamış olurlar. Bununla birlikte fitre, Ramazan’ın girmesinden itibaren, hatta Ramazan ayı girmeden önce de ödenebilir. Bayram gününden sonraya kalırsa, yükümlülük düşmez ve ilk fırsatta ödenmesi gerekir. Fakihler(İslam hukukçuları, fıkıhçılar), fitrenin bayram günü sabah vakti girdikten sonra ve namaz kılınmadan önce verilmesinin müstehap olduğu hususunda görüş birliği içindedir. Dayandıkları delil, Abdullah İbn Ömer (r. anhümâ)’den rivayet edilen şu hadistir: “Hz. Peygamber fitrenin, insanlar bayram namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiştir” (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 183.) Fıtır sadakası (fitre) kimlere verilir? Fitre, verileceği yerler bakımından her durumda zekâtın benzeridir. Ayet-i kerimede açıklanmıştır. “Sadakalar (zekatlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi 60) Bir kimse fitresini bir veya bir kaç yoksula verebilir. Birden çok kimseler de fitrelerini bir kaç


254

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yoksula veya tek yoksula verebilirler. Fitre yükümlünün bulunduğu yerdeki yoksullara verilmelidir. Başka yerlere gönderilmesi mekruhtur. Fıtır sadakası (fitre) kimlere verilmez? Fitrenin, Tevbe Sûresi’nin 60. ayetinde sayılanlar dışında kalan kişi ve kuruluşlara verilmesi caiz değildir. Ayrıca fitre verilecek kişi, bu şartları taşısa bile; Ana, baba, büyük ana ve büyük babalarına, oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklarına fitre verilmez. 2019 fıtır sadakası (fitre) miktarı ne kadar? Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı 2019 yılı Ramazan ayının başlangıcından 2019 yılı Ramazan’ın başlangıcına kadar en düşük sadaka-i fıtır miktarını 23TL olarak belirledi. Belirlenen bu miktar, “asgari miktar” olup, sadaka-i fıtırda verilecek meblağ konusunda bir üst sınır bulunmuyor. Bu konuda ideal olanın, herkesin kendi hayat standartlarına göre asgari günlük gıda harcamalarına denk düşecek bir meblağı vermesi olarak belirtiliyor. Söz konusu yardım, gıda gibi ayni olarak veya para şeklinde nakdi olarak verilebilir. Ramazanı vesile kılarak, ihtiyaç sahiplerini gözeterek yardım eli uzatalım. Bizlere sonsuz nimetler veren Allah’ın emrine uyarak şükrümüzü ede edelim. Verelim ki; Allah da bize bol bol ihsan etsin. Zekat veya fıtır sadakası vermemek için fetva aramak yerine kalbimize danışarak, vicdani sorumlukla yoksullara yardım edelim. Zekat ve sadakalarımızı, nereye gittiği belli olmayan vakıf, tarikat, cemaat vb yerlere vermenin bedelini ödediğimiz acı tecrübeyi de unutmadan bizzat ihtiyaç sahiplerine ulaştıralım. Bunu yaparken, öncelikle kendi komşularımızdan, yakınlarımızdan başlayarak verelim. Rabbim zekatlarınızı, fıtır sadakalarınızı, Ramazanda tuttuğumuz oruçlarınızı kabul eylesin. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Paylaşmayı da unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

255

Dilimiz Özümüzden Gelmiştir

Tarih: 30 Mayıs 2019 Yazan: Oya Canbazoğlu Konu: Halk dilin yaratıcısı, taşıyıcısı ve güvencesidir. Bir halkın tarihini yazan başkaları olabilir, fakat her halk kendi destanını kendisi yazar ve bu destan mutlaka o halkın kendi dilinde doğar ve yaşar. Biz Bulgaristan Türkleri üç destan yazdık. 20.yüzyıl da Türk olduğumuz için başımıza gelen çekilerimizin destanı. 1989 Ayaklanmamızın şanlı destanı ve Üçüncüsü göçenler ve Büyük Göç destanımız. Tarihimiz hep ters yüz yazıldı. Sayfalarına olanlar yerine bazıları tarafından olması istenler yazıldı. Bize “ters olan on” ve “on olan ters” gösterildi. Zulmeden kahraman, köle ve esir eden kurtarıcı olurken, katiller gizlendi. Süreçler ters anlatıldı. Oysa tarih eksik ve yanlış yazılamaz. Ananelerimiz, öykülerimiz, masallarımız, destanlarımız, türkülerimiz, atasözlerimiz, değimlerimiz, ninnilerimiz unutturulmak (belleğimizden silinmek) istendi. Kitaplarımız, kasetlerimiz toplandı, yakıldı. Kapkara karanlık içinde kan izleri silindi. Kirli bir geçmişin üzerine serilen hep bembeyaz ve tertemiz örtüydü. Bulgar kavmi Osmanlı bağrında doğarken bu hiç de böyle değildi. Çorba içtikleri kaba tükürmeyeceklerini sanmıştık. En önde gidenler “Bizi Ruslar kurtarmasın. Esir düşeriz. Bizi Ruslardan kim kurtaracak?” diyorlardı. Bulgar’ın kimlik bilinci, hafızası hoşgörü ortamında mayalanıp biçimlenirken içine düşmanlık zehri dolduruldu ve her şey tersyüz oldu. İşler, soframızda yetişenlerin, çarık ipi için kapımızı çalanların, elimizi öpmek için sıra olanların, bizi düşman bilmesine kadar değişti, takla attı. 93 harbinde, 1877-78 Savaşından sonra, kanadı kırık kuş gibi ortada kaldık. Devletsiz, ağısız, beysiz, imamsız, müftüsüz, muhtarsız, atasız, dedesiz nenesiz çok uzakta ve yalnız kalmış bir yavru gibi tek başına dirilip dikildiğimiz ve kimlik bulmamız 140 yıldır sürdü. Yıllar içinde, bunalım ve yıkım yıllarında budandık, art arda satır yaraları alsak da, yerimizde kalabildik, toprağımıza sarıldık, batıdan ve kuzeyden gelen rüzgârlara dayandık, yıkılmadık.


256

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyüteç altına aldığımız dönemde çok önemli gelişmeler oldu. En önemlisi de eski kıtada birçok etnik azınlık tarihsel hafızasını (belleğini) yitirirken, hafızasız kalırken, biz teslim olmadık. Geçmişini tamamen unutmuş olanların, el yordamıyla yılana sarıldığını, düşmanından medet umduğunu gördük. Ne var ki, çok büyük yaralar almış olsak da, hafızamızı koruyabildik. Dilimiz yaşıyor. Edebiyat ve sanat yarattık. Türkülerimiz yeniden söyleniyor. Halk kültürümüz, halk bilgeliğimiz, öz vızıltımız, ter kokumuz değişmedi. Bulgaristan’da ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Bulgaristan Türk kimliği, kültürü oluştu. Biz, ağır mücadele yıllarında halk dilimizden kaynaklanan, bağrımızdan gelen zengin ve tertemiz edebiyat dilimizi yarattık. Bu büyük bir doğuştu. Bulgar ve Rus bir olmuştu, Osmanlı dilinden gelen dili Bulgarca olan Müslüman yaratmak için 140 yıldır ara vermeden ter döktü. Amansızdılar. İnsafsızdılar. Küstahlaştılar. Vahşileşip çok can aldılar. Hafızamız yaralandı. Soldurup kurutmak ve külünü yakmak istediler. En kısa bir ifadeyle hedeflerinde geçmişini, dilini, dilini, geleneklerini, ahlakını, namusunu, onurunu ve kısaca her şeyini unutmuş ve sonunda hayvanlaşmış bir varlık haline getirilmemiz vardı. Aynı yıllarda Avrupa’da 2 Büyük Savaş, Soğuk Savaş ve 30 adet irili ufaklı başka çatışmalar oldu ve hepsi tarih sayfalarına işlendi de, bizim başımıza gelenler tarih kitaplarına işlenmedi. Konferansların, panellerin, bilgi şöleni ve forumların gündemine alınmayan bir gerçekti bu. Bulgaristan Müslüman Türkleri kimliğine arasız ve amansız saldıranlar, etnik kimliklere terör uygulayan ve onları eritip asimile ederek yok etmeye gayret eden kıyımcı bir recimle çıplak ellerle verilen mücadele söz konusudur. Katliam siyasetinin hedefi Bulgaristan Türk kimliğini ve diğer azınlıkları yok etmek iken, azınlıklar da kendi varlıklarını dil, din ve kültürlerini korumaya çalıştı. Bu savaşımın tarihi gerçekçi bir yaklaşımla, özüne su kaçırmadan henüz yazılmadığı gibi, bu gönde hazırlıklar da yapılmamıştır, yapılmıyor. Bulgaristan Türkleri, bu sert mücadelede inançlarından, bildiklerinden, birikimlerinden vazgeçmemeye çalışmıştır. 1945 yılından bugüne kadar Bulgaristan’da diplomalı 1 200 tarihçi yetişmiştir. Bu “uzmanların” her biri geçmişin “yazı” tarafını anlatmaya, bu geçmişte “tura” olmadığını anlatmak için hazırlanmıştır. Bulgar Çarı veya halkın kendi turası olmamıştır. Ve biz Bulgaristanlı Türkler son 140 yılda turasız kaldık. Başkasının hafızasındaki anılar ve zekâ ile yaşamak mümkün olmadığından dolayı, hafıza boşluğuna itilmek, yani tarihten silinmek istedik. Bu çok değişik biçimlerde ve farklı zorlamaya maruz kaldık. Babalarını Bulgar mezarlığına gömmek zorunda kalanlar, şimdi mazlumla-


Makale ve Analizler - 2019

257

rın kemiklerini Müslüman mezarlıklarına taşıyorlar. Ezansız gömülenlere, mevlit okunuyor. Doğaçlama bir tarih içinde var olamayız. Kendi tarihi olmayanların tarihi içine monte edilemeyiz. Tarih bir nesnelliktir. Bir gerçektir. Hakikatı bizler dille sorgularız, onuda aldılar. Biz gelecekte bir boşlukta, uydurma sözlerle örülmüş bir ortamda yaşayamayacağımız gibi, kopya söz ve değimlerle, çalma kapma kelimelerle, esası olmayan inançla, ahlaksızlık ve kişiliksizlik içinde de yaşayamayız. Türklüğümüzün özü olan Ruhumuz bunu kabul etmez. Türk ruhu bir özdür. Yabancı bir deri içinde yaşayamaz. Türk, Bulgar kılıfına uymaz. Kendini inkâr eder. Yazdıklarımı anlayanlar 2019-20 ders yılında çocuklarını hemen Türkçe derslerine yazdırmalıdır. Okul Müdürlerine istenen dilekçeyi hemen götürüp teslim etmelidir. Bugün Bulgaristan’da 69 yayın evi var. Bu basım hanelerden çıkan tüm kitapları bir araya toplasak ve çocuklarımız bu kitapları Bulgarca okusa, inanınız Türkçe öğrenince öğreneceklerinin binde birini bile öğrenemezler. Türk halkının dili, bizim ana dilimiz dünya halkları dillerinden, belki de en başta gelenlerinden biridir, Türkçemiz. Biz anamızı ve babamızı nasıl seviyorsak, bir köylü toprağını nasıl seviyorsa, Türkçemizi öyle sevmeliyiz, seviyoruz. Dil hazinemize düşen her yabancı kelime özümüzü kemiren bir kenedir. Yazı dilimizi öğrenmemiz de çok önemlidir. Söz bir çekirdekse, bir özse, yazı onun kabuğu, yazı onun kalıbıdır. Yazı kültürümüzün ve medeniyetimizin taşıyıcılarından biridir. Olmazsa olmazımızdır. Bulgar devleti bin yasak çıkarsa da, Türkçemizin yaşamasına engel olamaz, dilimiz tarihimizin derinliğinden ve halkımızın manevi birikimlerinden, zenginliğinden kaynayan, kıymet biçilemez değerli mücevherimizdir. Demek istediğimi daha iyi anlayabilmeniz için yakın tarihten bir örnek vermek istiyorum. Türkçemizin hiç kimseye ve öteki dillere zararı yoktur. Temizliğinin, güneşli su gibi ışıklığa doğru akışının önüne geçilemez. Bulgaristan Türk dili İstanbul Türkçesi, sanat ve kültürüyle birlikte yürüyor. İç işe girmiş birbirinden güç alıyorlar. Türkçemiz yürüyor. Yürüyen gencin önüne durulmaz. Dilimiz geçmişimizin hafızasıdır. Geçmişimiz dilimizle güncelleşir ve yaşar. Dilimizde ölçü halkımızdır. Ana babaların çocuklarını uydurma gerekçeler ve sahte ve temelsiz umutlarla Türkçe derslerine göndermemesi, bütün günahların en büyü, çocuklarına yapabilecekleri


258

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

en büyük kötülük ve 20. Yüzyıl Bulgaristan Türklüğünün kalbine saplanmış bir düşman hançeridir… Talihsiz geçmişimizin yeniden yaşanmamasına karşı en büyük silahımız, kalemiz, susmak ve boyun eğmek, bizim olmayan ama bize önerilen, dayatılan aşılanmak isteneni yeni diye kabul etmemiz değil, öncelikle bizim olanı koruyup yaşatma çabamız olmalıdır. Ne yazık ki, biz bugün 1989 Büyük Göçe zorlanmamızın 30. Yıldönümünü anıyoruz. Bu yıllarda, hafızamızda kesinti, bunaltı, delikler, boşluklar belirmedi diyemeyiz. Boşlukları yaratanlar geçmişimizi unutmamızı isteyenlerdir. Çileler asla unutulmaz. Tarihini unutanların geleceği olmaz. Çileli, ezilmişler hafızası taşıyan özürlülerimiz kalabalıktır. Sürgünler, toplama kampları, taş ocakları zulmü, “Belene” ölüm kampı, karakol işkenceleri, hapishaneler, yargısız infazlar, kardeşlerimizin kurşunlanması derin hafıza yaraları bırakmıştır. Yılbaşından beri “Halka” filmi TRT-1 Salı akşam filmi olarak izlendi. İşlenen konulardan biri “hafızanın seçmeli nokta halinde silinmesi” idi. İzleyenler sancılı kadroları hatırlamıştır, izlemeyenler ise TRT-1 arşivinden seçebilirler. Bu sene Sofya’da kitapçıların raflarında ön sıraya Sovyet yazar Bayan Mariya Stepanova’nın 800 sayfalık HAFIZANIN HAFIZASINDA ya da “Belleğin Belleğinde” kitabı çıktı. Eser birden bire o kadar büyük bir ilgi görmüş ki, Rusya Federasyonu’nun dört bir yanında işitilen ve en fazla izlenen “Eho Moskbıy” (Moskova Yankısı) radyosunda, tefrika halinde, baştan sona 3 ayda okunmuş ve binlerce mektup alınmış. Anlatılan olaylardan biri Avusturya’daki “Malthauzen” Toplama Kampından alınmış. 8 Ağustos 1938’de kurulan bu ölüm kampında, korunan belgelere göre 123 bin ile 320 bin arasında Yahudi yakılarak imha edilmiş. 1945’te toplama kampının kapıları açıldığında 85 bin kişi bulmuşlar. Bu insanlar üzerinde yapılan deneyler sonucu hepsi geçmişlerini unutmuş, hiç biri ismini, annesinin ve babasının adını, çocuklarını, doğum tarihini ve doğduğu yeri, milletini, dinini ve anadilini unutmuşlar. Halen Berlin “Hunbold Üniversinde” çalışan yazar Stepanova, bu trajedinin tekrar etmemesi, geçmişin unutulmaması için yıllarca çalıştığını, yazdığını belirtiyor. Kitap kötü olanla iyi olan arasında amansız bir mücadele şeklinde yapılanmıştır. Bizim başımıza gelen de o değil mi? Türk oluşumuzu iyi olan şeklinde sahnelersek, Türklüğümüzü içimizden çekip çıkaran ve kurutup taş değirmende öğüterek ilk rüzgârda savurmak isteyenler kötüler değil midir? Türk belleği derinliğindeki inceliklerle incelenmediği gibi, her koşuldaki dayanıklılığı da yazılı anlatılmamıştır. Biz kendi kahramanlığımıza kendimiz ör-


Makale ve Analizler - 2019

259

neğiz. Azınlık olarak bizim yakın tarihimizden sivrilen kahramanlarımız yok gibi. Karşımıza dikilmiş ve Türklüğü ve somut olarak bizim Türklüğümüzü hedef alanlar hafızamızı boşaltıp belleğimizi silmek için bizi körletmek istediler. Körlerin belleği olmaz. Stepanova kitabında bellek boşluklarına ”lakuni” adını vermiş. Hafızamızı korumak, belleğimizi yaşatmak, değerli bulduğumuz her şeyi genç kuşağa aktarmamız en önemli ödevimiz oldu. “Geçmişten bir şey çıkmaz” sözleri saçmalıktır. Geçmişe “kuru dere” diyenler de haklı sayılmaz. Biz yeryüzünde en yetenekli halklardan biriyiz. İyilik dolu, yenilgi tanımayan bir geçmişimiz olduğu asla unutulmamalıdır. Sabırlı oluşumuz özelliklerimizden biridir. Sabır acı verir ama meyvesi tatlıdır. Olgunlaşmasını birlikte bekleyelim. Türklüğümüzün vasıflarını anlatmaya devam edeceğiz. Okuyanlardan isteğim, dostlarına paylaşmalarıdır. Teşekkür ederim. Paylaşmayı unutmayınız


260

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kadir Gecesinin Kadrini Bilmek Tarih: 31.05.2019 Yazan: Nevzat ÖZTÜRK

Ramazan-ı Şerif ayının sonlarına yaklaşmış bulunmaktayız. Bizi bu günlere kavuşturan Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve senalar olsun. Bugün Ramazan’ın 26.günü. Bu geceyi, yani Cumayı Cumartesiye bağlayan gece Ramazan ayının 27.gecesi olup Kadir Gecesidir. Kadir, sözlükte, hüküm, şeref, güç, yücelik gibi anlamlara gelir. Dini literatürde, “leyletü’l kadr” şeklinde Kur’an-i Kerim’in indirildiği gecenin adı olarak kullanılır. Aynı adı taşıyan Kur’an-i Kerim’in 97. Kadir süresi, bu gecenin fazileti hakkında nazil olmuştur. Bu sürede yüce Allah (cc) şöyle buyurmaktadır. “Şüphesiz biz o Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik, Kadir Gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin, Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır, Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede Rab’lerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir” (Kadir Suresi 1-5)) Görüldüğü üzere bu ayette, Kur’an-ı Kerim’in Kadir gecesinde indirildiği ve bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu belirtilmektedir. Hayırlı olanın bu gecede yapılan amel olduğu, bin ayın ise içinde Kadir gecesinin bulunmadığı bir süreyi ifade ettiği anlaşılmaktadır. Allah’ın insanlara peygamberler vasıtasıyla son hitabı ve nihai mesajı olan Kuran-i Kerimin indirilmesi, insanlığın hidayetine bir dönüm noktası teşkil ettiği için bu olayın gerçekleştiği gece özel bir anlam ve değer taşır. Peygamberimiz (sav) bir hadisi şerifte, önceki ümmetlerin uzun ömürlü olmaları sebebiyle fazla sevap kazanabilmelerine karşılık Müslümanlara Kadir gecesinin verildiğini bildirmektedir(El Muvatta. İtikat.6). Bu surede bildirildiğine göre, bu gece Allah’ın izniyle melekler ve Cebrail yeryüzüne inerler ve gece boyunca yeryüzüne barış ve esenlik hâkim olur. Kadir süresinde verilen bilgiler, Kuran’ın Ramazan ayında (Bakara 185) ve bütün hikmetli işlerin kararlaştırıldığı mübarek bir gecede (Duhan 3-4) indirildiğine dair ayetlerle birlikte ele alındığında, Kadir gecesinin Ramazan ayı içinde bulunduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu gecenin daha çok Ramazanın son 10 veya son 7 günündeki tekli gecelerde aranması gerektiğine dair hadisler gecenin tespitiyle ilgili bize bazı ipuçları vermektedir. Bu hususta sahabeden gelen rivayetlerde en çok


Makale ve Analizler - 2019

261

Ramazanın 27. gecesi öne çıkıyorsa da bu rivayetler ihtilaflı olduğundan kesinlik ifade etmemektedir. Kadir gecesinin hangi gece olduğu kesin olarak belirlenmemesinin hikmeti üzerinde duran âlimler, bu durumun gecenin feyzinden istifade etmek için daha uygun olduğunu söylemişlerdir. Zira Kadir gecesinin vaktinin bildirilmesi halinde Müslümanlar sadece o geceyi ihya etmekle yetinebilirlerdi. Hâlbuki kısmi belirsizlik sayesinde müminlerin Kadir gecesi ümidiyle bütün Ramazan gecelerini ibadet şuuru içerisinde geçirmeleri söz konusudur. Ayrıca Kadir gecesinin zamanının bildirilmesi yoluyla Müslümanların bilerek ona saygısızlık göstermeleri veya tazimde aşırıya kaçmaları önlenmiş oldu. İnsanlar Kadir Gecesi yaptıkları amellere güvenip, “Biz bin aydan daha hayırlı bir geceyi ibadetle geçirdik. Allah (cc) bizi bağışladı. Allah katında dereceler, mükâfatlar ve cennetler kazandık” derler ve artık hiçbir ibadet yapmaya gerek ve lüzum görmezler. O gece yaptıklarına dayanıp güvenirler, ümitleri ağır basar ve sonra helak olurlar. Nitekim ömürlerin ne zaman sona ereceği konusu biz kullara bildirilmemiştir. Ömrü uzun olan kişinin; “ şehevi arzularımı tatmin ederim, dünyanın nimet ve güzelliklerinden tadabildiğim kadarını tatarım, hayatımda helal haram gibi hiçbir ölçü tanımadan yaşarım. Ömrümün sonuna doğru da tevbe eder ve Rabbime ibadetle meşgul olurum. Böylece tövbekâr ve Salih bir kul olarak ölürüm” dememesi için ömrün ne zaman biteceği biz insanlara bildirilmemiştir. Bu suretle kul, daima ölümden korku ve çekinme hali üzere olsun, devamlı hayırlı işler yapsın, tövbe ve salih ameller işlemeye devam etsin. Ramazan-ı Şerif ayını ve tüm zaman dilimlerini ibadetle geçirsinler. Böylece ölüm kişiye iyi bir hal üzere gelsin. Böylece ahirette azaptan kurtulmuş olarak, Allah’ın rahmet ve cennetine kavuşmuş olsun. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde “İnanarak ve mükâfatını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini ihya edenlerin geçmiş günahlarının affedileceğini” müjdelemiştir. ( Buhari. Fazlu Leyletil Kadr. 1. Müslim. Selatül Misafirin 175-176.) Ramazanın son on gününe girildiğinde Hz. Peygamber (sav) dünyevi işlerinden uzaklaşıp itikâfa çekilir, geceleri daha çok ibadet ve tefekkürle geçirdiği gibi ailesini de ibadet için uyanık tutardı.


262

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hz. Aişe (r.a) validemiz : “Ya Rasulallah (sav) Kadir gecesine rastladığım zaman nasıl dua edeyim?” diye sorunca, Peygamber Efendimiz (sav) : “ Ey Allah’ım sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet” diye dua ve niyazda bulunmasını buyurmuştur.( Tirmizi. Daavat 84. İbni Macet. Dua 5) Ebu Hureyre (r.a.) dan : Ramazan ayı geldiğinde Resulullah (sav) şöyle buyurmuş : “Ramazan ayı geldi, o mübarek bir aydır, o ayın orucunu Allah size farz kılmıştır. O ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur. Onda bir gece vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. O gecenin hayrından mahrum kalan gerçekten mahrum kalmıştır.” (Ahmet Bin Hambel ve Nesai. Hadislerle K. Kerim Tefsiri, 15/ 8540-41.) Kadir gecesi, yüce dinimiz İslam’ın en şerefli, en faziletli ve en ihtişamlı gecelerinden en başta gelenidir. Kadir gecesi, İslam güneşinin, Kuran meşalesinin dünyayı aydınlatmaya başladığı mübarek bir gecedir. Bu gece, kalbi Kuran nuru ve peygamber müjdesi ile parlayan, alnı secde izleri ile nurlanan müminler için af ve mağfiret gecesidir. Bu gece melekler yeryüzüne inerken bereket ve rahmette iner, Kuran okunduğu zaman melekler yeryüzüne inerler. Bu gece her iş için bir selamet ve saadet gecesidir. Bu gece selamet gecesidir. Şeytan bu gece Müslümanlara kötülük yapmaya ve eziyet vermeye güç yetiremez. Bu gece çakıl tanelerinden daha çok sayıda melekler yeryüzüne inerler. Bu gece ibadet edip, gündüz oruç tutmak, gece kıyam etmek (geceyi ibadetle geçirmek) bin aydan daha hayırlıdır. Şüphesiz güzel olan, her zaman ve her vakit ibadet ve dua etmektir. Bunu Ramazan ayında daha çok, Ramazan’ın son on gününde biraz daha çok, ayrıca Ramazan’ın tek gecelerinde gücümüzün yeteceği kadar çok daha fazla ibadet edilmesi hepsinden daha güzeldir. Duanın ve niyazın, Allah’a kulluğun çok fazla yapılması güzel görünmektedir. Bu gecenin kadrini bilen ve onu iyilikle ve ibadetlerle ihya eden kimse Allah katında yüksek yer ve şeref sahibi olur. Yüce Allah’ın biz kullarına olan sonsuz inayet ve rahmeti sayesindedir ki Cenabı Hak zamanların ve mekânların bir kısmını diğerlerinden üstün ve faziletli kılmıştır. O zaman ve mekânlarda yapılan ibadet ve iyiliklere bahşedeceği mükâfat ve sevapların çok daha fazla olacağını bize bildirmiştir. Şöyle ki, mekânlardan Kâbe-i Muazzama, Ravza-i Muahhara, Arafat Dağı, Müzdelife ve Mina mübarek mekânlardandır. Burada yapılan ibadetler diğer yerler ile kıyas edilemeyecek derecede faziletlidir. Aylar içinde Ramazan ayı, haftanın günleri içinde Cuma günü, geceler içerisinde ise Kadir Gecesi bu yüceliklere haiz bulunan mübarek zamanlardır.


Makale ve Analizler - 2019

263

Bu gece bin aydan daha hayırlı olan ve fecre kadar devam selam ve esenlik dolu bir gecedir. Bu gece oruç, Kuran, teravih ve diğer ibadetlerle temizlenen müminlerin, meleklerle melekleştiği şükran gecesidir. O halde, mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’in kâinatı aydınlatmaya başladığı, meleklerin Allah’a kulluk eden müminleri müjde ile kuşattığı, Rabbimizin af ve mağfiretinin coştuğu ve bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen selam ve kurtuluş gecesi olan Kadir gecesini gafletle, dalgınlıkla, ibadetten uzak geçirmeyelim. Bu geceyi tam bir ihlâs ve samimiyetle Kuran okuyarak, namaz kılarak, tövbe ve istiğfar ederek, efendimize selat-ü selamlar getirerek, anne babalarımızı, akraba ve komşularımızı, fakir ve yoksulları sevindirerek, geçmişlerimizi rahmetle anarak geçirmeliyiz. Günahlarımızdan kurtulmak, dünya ve ahiret saadetine ulaşmak için yüce Allah’ın bize ihsan ettiği mübarek gecelerin en büyüğü ve en faziletlisi olan Kadir gecesini ihmal etmek, ibadetsiz ve boşa geçirmek Müslümana yakışmayan bir davranıştır. Bu sebeple Müslümanlar Ramazan ayının son on gecesini ve özellikle âlimlerin çoğunun işaret ettiği 27. geceyi kulluk bilinci içinde ibadet ederek ve geçmişte yaptıkları hataları bir daha tekrarlamamaya kesin karar vererek geçirmeye özen göstermelidirler. Ramazan ayının 27. gecesi İslam âleminde Kadir Gecesi olarak bilinir ve kutlanır. Çünkü bu gece hayırlarla dolu olayların meydana geldiği mübarek bir gecedir. Kadir Gecesi, gecelerin en faziletlisi ve bereketlisidir. Bu gece çok değerli ve müstesna bir gece olduğundan Kur’an-ı Kerim’de müstakil bir sure ile yüceltilmiş, 97. sure olan Kadir suresi buna tahsis edilmiştir. Buhari’nin pek çok rivayetlerine göre, Kadir Gecesinin Ramazanın son on gecesinden birinde olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Sevgili Peygamberimiz Ramazanın son on gününde, her zamankinden daha fazla ibadet eder, aile fertlerini de ibadet için kaldırırdı. Ayrıca Peygamberimizin rastladığı Kadir Geceleri hakkındaki rivayetler arasında 27. geceye ait olan rivayetler, âlimlerin çoğunluğu tarafından tercih edilerek, bu gece Kadir Gecesi olarak zamanımıza kadar kutlana gelmiştir. Yüce Rabbimiz çeşitli zamanlarda bizlere sayısız fırsatlar ve imkânlar sunmaktadır. Bu fırsat ve imkânları en güzel ve verimli bir şekilde değerlendirmeliyiz. İnsanlar arasında da bazı zamanlarda mesai yapanlara, normal zamanlardan çok daha fazla ücret ödenir. Bazen genel af ilan edilir ve büyük cezalar dahi bağışlanır. Bütün bunları düşündüğümüzde Kadir Ge-


264

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

cesinin anlamı ve kıymetini daha iyi kavrarız. Çünkü Yüce Allah, kullarından daha cömerttir, Kerimdir, Gafur’dur, Rahimdir. O’nun hazinesi, cömertliği, keremi ve bağışlaması başkalarınınkiyle asla kıyaslanamaz. Maddi ve manevi nimetler, hazineler O’nun olduğuna göre, kime ne kadar vereceğini de O bilir. İşte Kadir Gecesi, O’nun biz Müslümanlara adeta bir bahşişi, bir genel af ilanı ve bir ikramiyesidir. Kadir Gecesini her zamankinden daha fazla Kur’an okuyarak, manasını anlayarak, namaz borcu varsa kaza namazı kılarak, nafile namaz kılarak, tövbe istiğfarda bulunarak ve dua ederek değerlendirilmeli; Hayatımızın ve yaşantımızın Kur’an ve sünnete uygun olup olmadığının muhasebesini yapmalı; dargınlık, kırgınlık, kin ve nefretin yerine kardeşliği hâkim kılmalıyız. Yetimlerin, kimsesizlerin, fakir ve muhtaçların yüzünü güldürmeli, onlara yardım elini uzatmalıyız. Bu geceyi hayatımız için bir fırsat bilmeli, manen bin aydan daha hayırlı olduğu müjdelenen, yaklaşık seksen kusur yıllık bir insan ömrüne bedel olan bu geceden, gerektiği şekilde istifade etmeliyiz. Sayısız manevi güzelliğin yaşandığı ve mükâfatın sınırsız olarak verildiği bu gecede; özümüze dönerek gaflet içinde geçen günlerimizi sorgulamalı, kendimizle hesaplaşmalı, iyi ve güzel davranışlarımızı artırmaya, kötü davranışlarımızdan uzaklaşarak kalbimizdeki manevi kirleri temizlemeliyiz. (İslam Ansiklopedisi, Kadir Gecesi Maddesi) Kadir Geceniz mübarek olsun. Mevla’m cümlemizi Ramazan Bayramı’na kavuştursun. “Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, biz Müslümanları da affeyle”. Dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

265

Şimdi Nereye?

Tarih: 31 Mayıs 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: İşittiniz mi? Umut mayalanmış.? Geçen Pazar – 26 Mayıs 2019’da – yapılan olağan Avrupa Parlamentosu seçimleri Bulgaristan siyasetini karıştırdı. Elleri çaprak tutanlar, büyükçe etli bir kemik yakalamak için derin karıştırdılar. Bunu diyenlere tam olarak katılmak istemiyorum. Bizim göllerde irice balıklar derinde ve büyük yengeçlerin kök inlerinde olduğu doğrudur da, Bulgar siyasetinde nimetten olan her şey zaten onların sofrasındaydı. Sol eli balda, sağ eli tere yağda olan onlardı. En tepe zümreden – GERB başkan yardımcısı, milletvekili, meclis grup başkanı, 2006’dan beri Borisov’un gölgesi, 2009-13 yıllarında İç İşleri Bakanı, 2014’te FBR (istihbarat teşkilatı) özel kurslarını bitiren, GERB’i yatay olarak FBR isteğince örgütleyen, 240 bin kişiyi fuzuli maaşa bağlayan ve Başbakan’ın güya en güvendiği adamı olan Ts. Tsvetanov GERB partisindeki tüm görevlerinden alındı. Sebep gösteren çok! Gerçeği bilen yok. GERB ile yürütmenin birleştiğini gören Deliorman-Dobruca seçmen, totalitarizm geliyor endişesiyle GERB’den çekildi. Batı Rodoplar’da GERB’e oy verenler Türk AP milletvekili adayı A. Ahmedov’un ismini işaretledi. GERB’in en güvendiği adaylardan eski BSP MK Politik Büro üyelerinden önde gelenlerden birinin torunu L. Pavlova seçilmedi. GRRB Brüksel’de bir sandalye kaybetti. İkinci olarak da Sosyalistlerin (BSP) Başkanı Kurnelya Ninova, 5 kişi çıkarsa da, vaatlerinin altında kalınca istifa etti. Bunlar derin analiz gerektiren konular, bu yazımda olara tutuculuk ve – yeni-liberalizm “çarpışması” açısından bakmak istiyorum. Bu seçim kazanını karıştıran çaprak Avrupa Halk Partisi (ENP) sofrasına Bulgaristan’da 2 kemik birden çıkardı: Birincisi: Bulgar siyasi tutuculuk temsilcileri: GERB ve VMRO. İkincisi: Bulgar yeni- liberalizmi temsilcisi: DPS. 26 Mayıs 2019 tarihine kadar Bulgar tutuculuğunu temsil eden, siyasette sağ merkeze oturan Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşlar GERB bulunuyordu. 2006’da kurulan bu parti, AP’unda en büyük si-


266

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yasi grup olan ve bu seçimde 182 milletvekili çıkaran Avrupa Halk Partisi (EPP) grubuna üyedir. Şu yeni gelişme oldu: Avrupa Konseyi (AK) yönetiminin 2014 yılında özel bir kararla “aşırı milliyetçi, ırkçı, faşist” olarak nitelediği 3 Bulgar partisinden (“Ataka”, VMRO” ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe”) den biri olan İç Makedon Devrim Hareketi –VMRO partisi 2 milletvekili çıkardı. Birisi VMRO Başkan Yardımcısı, tutucu, genç faşistlerin azgın öncüsü Angel Cambazki, ikincisi ise, VMRO listesinde 4. yerde olan fakat solliberal siyasi görüşleriyle bilinen, ( sol devrimci, Çe Gevaracı) sevilen sahne oyuncusu – Andrey Slabakov oldu. Bundan böyle biri faşist (Cambazki), ikincisi de neo-liberal (Slabakov) Avrupa (EPP) partisindeki 182 milletvekilinden ikisi olacak ve yan yana oturacaklar. (Nasıl olacak bilmiyorum) fakat aynı görüşleri savunmak zorunda kalacaklardır. Çok tuhaf bir gelişme. Şuna da vurgulamamız iyi olur. VMRO 17 kişilik listesinde sadece 6 adayı faşist partiden, diğerlerini aşırı sol ve aşırı sağ siyasi çizginin en ucundan seçmişti. Belki de bu yaklaşım sürpriz oldu. Çünkü bu partide en fazla (tercih edilen siyasetçi) ödülü alan kişilerden biri Leh asıllı Pan Şparek oldu ki, bu da faşistlerin Bulgaristan’daki Leh asıllı vatandaşları ve Katolikleri seferber edip kazanma çalışmalarını ele verdi. Bu gelişmeler kazanda 2 damla olsa da, 40 yıldan beri (1970’ten bu yana) Avrupa Parlamentosunda ezici çoğunlukla egemen olan EPP artık çoğunluğu kaybetti. AP başkanının AK başkanının EPP milletvekillerinde seçilmesi bile garantili değil. Bu bakıma Bulgar GERB patisinin aşırı soldan ve aşırı sağdan (faşist) temsilcileri VMRO ile hükümet ortaklığı sonucu Avrupa meclisine taşıması, çok ciddi eleştiriye konu oluyor. Çünkü demeçlerinde lider vurgusu yapmaya başlayan An. Cambazki, seçim kampanyasında “azınlık hakları” konusunda çok aşırı saldırılarda bulunmakla eleştirilere neden olurken, “Makedonya politikasında” “Biz, Kuzey, Batı, Doğu ve Güney Makedonya tanımıyoruz. Makedonya Bulgaristan’ındır. İsteklerimiz kabul olunmazsa, NATO ve AB üyeliğine veto hakkımızı kullanırız” dedi. Bu demeçler, VMRO’nun siyasi şeffaflığına kuşku getirdi. Onun, Fransız milliyetçi “Le Penne” ve İtalyan “Salvini” hareketine de göz kırpması dikkat çekti. Ayrıca onun 2014-2019 döneminde AP milletvekili olarak, partisinin kabul etmediği Şiddete Karşı İstanbul Antlaşmasını (paraya karşı) gizlice imzaladığı basında manşet oldu. Bu seçimde onun saldırı hedeflerinden biri, Brüksel’e üçü Almanya’dan, biri Kıbrıs, biri Fransa’dan ve 4’ü de Bulgaristan’dan olmak üzere 9 milletvekilinin seçilmesi oldu. AP meclisinde Türk çalışma grubu olması olasılığından rahatsız. “AB bir Hıristiyan Kulübüdür!” yaygarası kopardı.


Makale ve Analizler - 2019

267

Bulgar tutucu grubu herhangi bir ideoloji etrafında birleşememiştir. AB’nin bir federatif birlik olarak mı yoksa otonom devletler birliği olarak mı gelişmesi gerekir konusunda da, birbirine tamamen zıt uçlarda yer alıyor. GERB bu konuda suskun kalırken. VMRO otonom devletlerin birliği çığlıkları atıyor. Totalitarizmi ve tek kişilik yürütme taraftarı olduğunu da gizlemiyor. Bu ilkelerde AB’nin demokrasi ve halkçı yönetim ilkelerine terstir. (Bu gelişmeleri dikkatle izliyoruz YENİ LİBERALLERE gelince: Avrupalı yeni (neo) Liberallerini Bulgaristan’da temsil eden Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) milletvekilleri 2014’e göre 1 azaldı. Seçilenler: DPS Başkanı Mustafa Karadayı, Blogoevgrad milletvekili, (oligarşiden) Delyan Peevski ile DPS Gençlik Örgütü Başkanı, AP eski milletvekili İlhan Küçük oldu. M. Karadayı ile D. Peevski’nin Brüksel’e gitmeyeceği bildirildi. Yerlerini kimin alacağı ise henüz açıklanmadı. Bu olaya dikkat çekmemin nedeni, Bulgaristan’da Rus sermayesinin temsilcisi olan, ismi hasıraltı işlerin hepsine karışan, çöken bankalarda çevirdiği dolaplar gazete sayfalarına sığmayan D. Peevski gibi bir şahsın siyasette “yeni liberaller” saflarında yer almasıdır. O, seçim kampanyasına katılmadı. Görüşmelerde, Müslümanların “ekmeğin, şekerin, ay çiçek yağının diğer ana gıda fiyatlarının hemen ucuzlatılması” istedi duyuldu. DPS, Filibe (Plovdiz) gettolarından 10 bin, Vratsa şehir gettosundan 7 bin, Sofya Romen mahallerinden 8 bin, Gabrovo gettosundan 2 bin, Veliko Tırnova gettosundan 3 bin ve Burgaz gettolarından da 6 bin oy aldı. DPS lider ekibinden ve AP adaylarından “azınlıklara karşı baskı ve terörün durdurulmasını; Romen mahallerinin yakılmasına hemen son verilmesini; azınlıklara anadillerinde çocuk yurdu, anaokulu ve ilkokul açılmasını, çocuk paralarının ve sosyal yardımların kesilmemesini, azınlık mahallelerine polis karakolu değil sağlık merkezi ve kültür evi kurulmasını istediler.) 2014-2019 yılları arasında Avrupa Birliği’nden azınlıklar, sefiller, işsizler ve mesleği olmayan geçler için geliştirilen programlara gelen paraların oligarşi zümresi tarafından ele geçirildiği ve sahte evraklarla dış ülkelerdeki banka hesaplarına ve Of Short şirket hesaplarına aktarıldığı defalarca belirtildi. DPS yönetimindeki 5-10 kişinin yeni liberal görüşün savunucusu olamayacağı, İlhan Küçük’ün azınlıklarda genç liberaller elidi oluşturamadığı ve işlerin sofradan sofraya, yalandan yalana idare edildiği ve seçmenin, dolayısıyla halkın aldatıldığı defalarca belirtilmiştir. Şu iyi bilinmelidir ki, bu ulus aydınlanmadan sosyal alanda adalet ve demokrasi yolunda örgütlenemez. Bulgaristan’daki durum budur.


268

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Majoriter seçim isteği yoğunlaşıyor. Bu seçimde Bulgaristan’da sandık başına giden dört kişiden (katılım %26) yarısının majoriter (en fazla oy alan kazanır) usulüne göre seçim yapılmasını arzuladığı bir daha ortaya çıktı. 16 Kasım 2016’da yapılan siyasi sistemde değişikli halk oylamasında (referandum) bu istek 2,5 milyon oy almıştı. Siyasi sınıf bu oylama sonuçlarını mecliste onaylamadı ve çöpe attı. Dış ülkelerdeki 2 milyondan fazla oy hakkı olan ama yalnız çok az bir kesimin bu yasal hakkını kullanabildiği Bulgaristanlı seçmen, şimdiki seçim sisteminin değiştirilmesinde kesin kararlıdır. Onlar seçime katılmayı “posta ile (oyunu mektupla göndererek) oy verme veya elektronik yoldan seçime katılma” usulünün kanun değişikliği ile mutlaka getirilmesini talep ediyorlar. Bu istek BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet derneği yönetimi tarafından da destekleniyor. Derneği verdiği iftar yemeğinde Genel Başkan Rafet Ulutürk tarafından yeniden dile getirilirken, Büyük Göçün 30. Yılı anma toplantılarında da destek bulmuştur. İstekler arasında, parti listeleriyle seçime katılmanın yasa dışı ilan edilmesi gereğine işaret ediliyor. Politik Parti tepesindekilerin kesesine büyük ölçekli kepçe dolusu para akıtılmasının yasaklanması istekleri de çok sık ve ısrarla dile getiriyorlar. Bu sene (2019) 2017 yılında 26 Mart erken meclis seçimlerine katılan ve meclise giren 7 siyasi partiye yasada öngörülenden toplam 6 milyon leva daha fazla para verilmiştir. Bu paraların geri toplanıp hastanelere dağıtılması öneriliyor. Bu isteklerin arkasından duran en kalabalık grup Türk seçmendir. 6 AP Milletvekili çıkaran GERB partisinde en büyük oranda tercihli oy alan adayı Batı Rodoplar’dan, öğretmen, okul müdürü Türk aday A. Ahmet oldu. O da seömenle görüşmelerinde majoriter seçim, adalet ve rüşvet ve dolandırıcılıkla mücadeleye güç kazandırma çağrısında bulundu ve halkta destek buldu. DPS’nin kaybettiği kalelerden oy aldı. (Bu konu seçimin derin analiz yazılarımızda ayrıca ele alınacaktır.) *** Seçimle gelen sosyal ve siyasal eleştiriler sanki fazla oldu ve Bulgaristan siyasi lokomotifini ansızın durdurdu. Mazoru mu bitti? Ceryan mı kesildi? Diye sorarsanız, cevabım HALKIN UMUDU SÖNDÜ olur. İnsanlarımız düş kırıklığına uğradılar. Dört kişiden biri sandığa gitmedi. Neden? Derseniz. İnsanların ve insanlığın hareket mayası UMUTTUR. Umudumuz söndü. Sandığa gitmemek bir tepki biçimiyse, bireysel olumsuzlama bilincinin toplumsal bilince dönüştüğü dönemi yaşıyoruz. Tekel bilinç, tümelleşmeye ve toplumsal değişimi durduranları olumsuzlamaya yönelik güç toplamış ve


Makale ve Analizler - 2019

269

kale kurmuştur. Herşeyin hemen değişeceğine inanmayanlar susmayı, pasif kalmayı ve seyretmeyi seçtiler. Yaşanan sefillik ve cahilliğin yarattığı protesto biçimi budur. Ellerindeki büyük ama artık dolmayan kepçelerle azan karıştıranlar son kemiklere seviniyorlar. Sefiller karanlığı yırttı ve dünyaları genişledi. Uyanık davranıyorlar. 30 yıldan beri gece gündüz rüşvet ve soygun memesi emenlerden uzak duruyorlar. Artık yoksullar zalim ve arsız, kaba ve saldırgan düşmanın gerçek yüzünü verdi ve yumuşak damarını keşfettirmek istemiyor, bir yapışırlarsa ömürün sonuna kadar rahat ettirmeyeceklerini biliyor ve bilinçli davranıyor. Sandığa gitmeyenlerden, hiç kımıldamayanlardan kork sen… Umut mayalandı artık kabarıyor. Şimdi nereye? Sorusuna cevabımı yeni yazımda birlikte bulacağız… Okuyun ve okutun, paylaşın ve umudumuz birlikte mayalansın. Not: “ARDA – KIRCA ALİ” “A” Gruba sıçramış. Tebrikler! Teşekkür ederim.


270

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Halkımı Kutluyorum Tarih: 31 Mayıs 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Analizlerimiz:

Her şeyi dert eden halkıma 2014’te , “Ocaklarına incir ağıcını, kendi elleriyle diktiler, sonları yakındır!” demiştim. İşte o gün geldi! 1990’dan beri, her sabah ama hiç istisnasız her sabah açan Umut Çiçeğimizin yapraklarından çiği damlacıklarını çalan DPS, 26 Mayıs 2019 sabahı dallarımıza uzanamadılar. “Kalemiz” dedikleri “Güzel şehir Kırca Ali’mizde” ancak 38 284 oy alabildiler. 4 191 vatandaş “size verecek oyumuz yok” dediler. Razgrad ve Tırgovişte aynı tepkiyi verdi. Türk kent ve köylerinde üç kişiden biri sandığa gitmedi. Teklif edilen paraları almadılar. Her yerde “boş vaatlere doyduk” sözleri işitildi. Son seçime kıyasla Silistre’de oylar % 10 azaldı. Smolyan (Paşmaklı), Pazarcık (Tatar Pazarcık) ve Blogoevgrad (Yukarı Cuma) yüz çevirdi. Türklerin DPS partisine güveni ve itimadı kalmadı. “Bir yalan 30 yıl uzar mı?” sorusu dolandı durdu. “Siz şerefimizle oyun oynadınız!” diyenlerin sesi sertti. Halkımız gerçekleri bilmezmiş gibi yapsa da, “sözlerin, vaatlerin boş olduğunu, aldatıldığını, onurunun satıldığını” kesin anladı ve kendi sezgilerine inandı. Bu bilinçlenme yolunda atılan yeni ve büyük bir adımdır. Hepimizi kutlarım. Ahmet Doğan “aç sülük sürüsünün” kardeşlerimize karşı izlediği siyasi çizgi mutlaka yargılanmalıdır. 10 binden fazla Bulgaristan Türk aydınlarını ezerek yok etmiş, vatanımızdan kovmuş, zulüm uygulanmış, kabalığı sınır tanımamıştır. 8. Kongrede Doğan’ın kürsüden atılması, genç mühendis Oktay Yeni Mehmedov’un tepkisi, halkımızın tepkisiydi, susal ve dayanan kitle tarafından yüzde yüz desteklendi ve özendirildi. Doğan’ın ensesine yapışan Osmanlı Tokatı halkımızın bilinçlenme kapısını açtı, uyuyanlar uyandı ve değişim bilinci egemen olmaya başladı. Susan kitlemiz, Ahmet Doğan’ı parti ve siyaset sahnesinden indirdi, saray dedikleri kiralık “altın kafeslere” kapadı, nefes almasının 20 korumadan izin almaya bağladı. Fakat o kötülüklerine devam etti, külüstür “saraylarda” Ahmet Emin’in kurşunlanması, çocuklarının başka Türk aydının manen yara alması, partiden atılması, tartaklanması, cezalandırılması vs. keyfi hareketlerdir, adli suçtur, insanlar ve yakınları tehdit edildikleri için yardım aramamışlar, sorguya çekilmemişler, dava açılmamıştır. Zaman gelecek bir yandan “koltuk değneği” siyaseti, Bulgaristan Trükleri’nin hak ve özgürlük davasına ihaneti ve DPS yönetiminin tüm hareketleri mahkemelerin duruşma odalarında çok ciddi yargıçlar ve savcılar tarafından görüşülecektir. Suçlular hak ettikleri cezayı bulacaktır.


Makale ve Analizler - 2019

271

İzninizle bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum. DPS her adımında, kör cahil, bilgisiz, siyasette gön surat gibi hareket ediyor. Halkımızın adalet davasıyla, dürüstlüğüyle alay etti ediyor. Soruyorum. 26 Mayıs AP milletvekili seçimlerinde sahnelenen bu trajik-komik oyun neydi? Mustafa Karadayı (ona da bundan sonra DPS Başkanı demeyeceğim, çünkü bu görevi hak etmediği gibi, kötüye kullanıyor, onurumuzu mafyaya pazarlıyor, bizimle alay ediyor, palyaçoluk yapıyor. Bulgar Merkez Seçim Komisyonu 30 Mayıs günü M. Karadayı’nın Avrupa Parlamentosu milletvekili seçildiğini açıkladı. O da, hemen ardından “gitmeyeceğim” dedi. Herkes bu işin içinde ve ardında bir şeyler olduğundan haklı olarak kuşkulandı. Bu şahısın köyünde ve başka yerlerde 10 yıldan beri soygun, vurgun, rüşvet işleri bataklığında ördek gibi çırpındığı ortaya çıktı. Sosyal basın sülalesinin, uzak ve yakın akrabalarının şirketler ağı kurduğunu ve 10 milyon Avro’dan fazla dolandırıcılık ve kendilerinin olmayan paralara el atma gibi işler yaptığını resmi mali evraklar ve fotoğraflarla kanıtladı. Şimdi “Karadayı ne yapıyor acaba?” diye sorsanız, “hiç kımıldamadan, ara sıra titreyerek ve korkudan karardıkça kararak soyadına uygun olan bir hal aldığını” söylerim. O kuşkusuz, görevinde son haftalarını ve sayılı günlerini geçiren Bulgaristan Baş Savcısı Tsatsarov’un gitmesini değil, yerine gelecek olan Baş Savcının kim olacağını, “halden anlar biri olup olmayacağını” öğrenmeye sabırsızlanıyor. Şu da var, son olaylardan sonra ve GERB partisinin bacasını birden bire ateş alınca Başbakan Borisov’a Brüksel’den “adalet reformu yapması için son şans verilmiş.” Oda, hiç gecikmeden, Amerikan ajanı olduğu ve partiyi içinden ele geçirme planı yapan GERB Başkan Yardımcısı Ts. Tsvetanov’tan kurtulduğu an, “adalet reformu yapacağız” dedi. Bu durumda, Karadayı’nın cevap aradığı ve bulamadığı soru şudur: “Adalet reform beni ve çetemi yakar mı?” 1978’de İvan Kostov hükümeti idaredeyken benzer bir olay yaşanmıştı. O zaman devlet güvenlik örgütü “DS” şefi Atanas Atanasov Başbakan İv. Kostov’a bir gizli rapor göndermiş ve bakanların % 10 rüşvetle çalıştığını kanıtlarla bildirmişti. Kostov, 5 bakanı birden görevden almıştı. Bakanlıktan düşen Biserov – çöpe atılmıştı – Ahmet Doğan ona sahip çıkmış ve DPS Politik Konseyine, Halk Meclisi milletvekili ve Halk Meclisi Başkan yardımcılığına kadar yükseltmiş, sonunda “para aklamaktan” yine tuzağa düşen politikacı, yargılanmıştı. Sosyal medya – şimdi çöpe atılan – Ts. Tsvetanov’un da DPS partisine toplanması bekleniyor. Bu tahminde bulunanlar, 2 ay önce Ts. Tsvetanov ile M. Karadı’nın Birleşik Amerika’yı ziyaretine, birlikte Başkan D. Trumpla kahvaltı etmelerine hatırlatmada bulunuyorlar.


272

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son yıllarda yakın ilişki ve işbirliği içinde bulunan GERB ve DPS partilerinin rüşvet ağı ve siyasi dalavere sistemine örülmüş buz dağı olduğunu özellikle yorumlarken, Bulgar politik sisteminin dağıtılmasını ve şimdiki politikacıların siyasetten ve radyo, TV ve sosyal medyadan tamamen uzaklaştırılmalarında ısrar ediyorlar. Durum gerginliğini koruyor ve kıvılcım atmaya devam ediyor. Karadayı’nın söylediği her söz gibi “Brüksel’e gitmeyeceğim” de yalandır. Yanlıştır. Paçayı kurtarma planıdır. Gene salladı! Bulgaristan Merkez Seçim Komisyonu onun “AP milletvekili” durumunu bozamaz. Bunu ancak Avrupa Parlamentosu Başkanlığı yapabilir. Ne ki, Peevski’nin beyan ettiği üzere hem AP milletvekili, hem de Sofya Halk Meclisi milletvekili olamazlar. Brüksel bu merakların hepsine “olmaz” da diyebilir. Bu, hukuksal bir durumdur. Kabul edilmiş yasa olmaması da, keyfi hareket etmeyi engelleyebilir. ve Delyan Peevski ve İlhan Küçük için de geçerlidir. 2014 yılında Sofya Yüksek Seçim Komisyonu üyelerinden üçü Peevski AP milletvekilliğinin fes edilmesine imza atmayınca olay Strasburg Yüksek Mahkemesine gitmişti. Sonu sonunda bu değirmenin suyunun başka yerden geldiği ve değirmende başkasının un öğüttüğü gün gibi ortadadır. Halkımız aldatılıyor. Göz göre göre bu defa da aldatılmak istendi. Bunlar dolandırıcı, egoist, aç, dalavereci, dalavereci ve rüşvetçi derken hiçbir kimse yanılmamıştır. Karadayı için “Brüksel meclisi” ve bu meclisin sağladığı “4 yıl dokunulmazlık” tek kurtuluş imkânıdır. Bu hesaplar önceden yapılmıştır. Parti merkezinden yeni yeni açıklamalar yapılıyor. Mustafa Karadayı. Delyan Peevski Brüksel’e gitmemeyi başarabilirlerse, yerlerine, Tarım Bakanlığı fonlarının kötüye kullanılmasında şampiyon olan Karadayı’nın köydeşi ve dolandırıcılıkta kankası olan Bayan Hatice Ali ve Başbakan Oreşarski hükümetinde Çevre Bakanı olan, aynı yıllarda eşi devlet yedekleri müdürü olan ve hakkında 10 yıl hapis istenen, davası devam eden, Bayan İskra Mihaylova’nın gönderileceği haber olarak yayınlandı. İşler öyle karışık ki, anlatmaya utanıyorum. Bu memlekette namuslu ve aydın kafalı ne kadar Türk varsa hepsinin hesabı görülünce meydan işte bu kalpazanlara kaldı. Ötesini siz düşünün… DPS oylarını Vidin, Montana ve Vratsa şehir gettolarından ve köylerdeki kulübe mahal lalelerden satın almıştır. Türkler için demokrasi, adalet ve huzur için çalışacaklarına “oy tüccarı oldular.” Bu defa seçilen ve “Brüksel’e kaçamayanlar, yakındır “koğuşa girecektir.” Geçmiş olsun. 26 Mayıs seçimi memleketimizde deprem yaptı desek azdır. Okuyun ve paylaşın. Teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

273

Bir Başka Göç Tarih:31.05.2019 Yazan: Galip Sertel

“İnanıp da hicret eden ve Allah yolunda cihat edenler,barındıranlar,yardım edenler,işte gerçek müminler bunlardır” Kur’ân-ı Kerîm, Enfâl sûresi,74.ayet Haziran güneşi Silistre şehrinin tren garına sıcak sıcak oturmuş, dargın dargın bakıyor coplu,köpekli,kalaşnikoflu polislere,eski sobalara,isli borulara,kırık dökük mobilyalara,eşya kap kacak,giyim, ayakkabı dolu bavullara,çuvallara ve binlerce Türk’ün ruhunda bir bıçak yarasının derin izleri gibi gözün gördüğü yerlere kadar uzayıp giden raylara… Göç buradan başlıyor… Tarihin ne garip cilvesi ki, yüz yıl önceleri “Vatan yahut Silistre” diye haykırmış büyük üstad Vatan Şairi Namık Kemal ve işte,yine yüz yıl sonra, o Tuna dilberi,İslam’ın koruyucu şehri Silistre’den başlıyor “Vatan! Vatan!” diyerek, hayallere sığmayan,akıllara durgunluk veren zoraki bir göçün acı serüveni…Zaten Türkün bir ayağı hep üzengide diyor eskiler ve rastgele mi tarihimizin ötesinden,çok derinlerinden gelen, yüreği dağlayan Göç Destanındaki o çığlık.: “Bütün kuşlar,hayvanlar,memedeki çocuklar”Göç,göç,göç!” diye bağırmaya başladı…” Göç deyince, Dobruca’nın ünlü şairi,rahmetli Aliosman Ayrontok’un hüzün verici “tutulmuş milletim göç sellerine” mısrası, kuduz deniz dalgası gibi yıkıp geçiyor sağduyunun sessiz duvarlarını ve şair var gücüyle haykırıyor: Ayrantok,bir dert var gizli,dilinde Açık yaz bu şirin ecdat ilinde Kardeşin gidiyor hicran selinde Âkıbet ölümden beter mi dersin?

Anlatıyorlar,o göç başkaydı,bu başka…O zaman yıl 1950,şimdi ise 1989…Kırk yıl geçti üstünden,kırk yıl hiç bir şey mi değişmedi?…Değişmesin olur mu!..


274

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hükümetler,siyasetler,siyasetçiler, tekezeseler(tarım kooperatifleri), h amleciler,”gelişmişsosyalizm””glasnost”(şeffavlık,açıklık),”perestroyka”(y enilenme) ve saire ve saire…Değişmeyen tek bir şey var bu topraklarda… Türk düşmanlığı,aman Türkler geliyor paranoyası,öteki kavramı,biz ve onlar burgacı… Şurada 93 Harbinden beri, yüz yıldır Bulgaristan Türkleri üzerinde planlı ve programlı bir şekilde uygulanan “geceleri ürküt,gündüzleri malını zapt et” haydut anlayışı, bugün bir Komünist rejimin devlet iç politikasına dönüşmüş. Failleri ise,yirminci asrın”en insancıl”,”en çağdaş”,en-en- enler gibi sıfatlarla tarif edilemez övgülerle süslü,sözde “Marksizm ideolojisi” otoriteleri.Bir üst düzey Bulgar Komünist Partisi yöneticisi televizyonun mavi görüntüsünde memnuniyetle sırıtıyor: “Şu anda görünen bu olay, göç değil,bir “turizm” hizmeti…Biz, taraf olduğumuz Viyana İnsan Hakları Sözleşmesi ruhunda,Hükûmet ve Halk Meclisin aldıkları insancıl bir kararı uyguluyoruz…Günde bir, iki tren değil,dört,hatta altı,sekiz tren,on,on iki bin ” turizmci” yollamaya göre çalışmalarımızı planlayıp ayarladık, bütün imkanlarımızı yurttaşlarımızın seyahat isteklerini gerçekleştirmek için seferber ettik.” Oysa otuz-otuz beş yaşlarında bir köylü kadını,iri,tombul yanaklı,kırmızı benizli,toprak,ter kokusu üst başı…Dobruca köylerinden…Kocasını, bir gece gelip, yaka paça evden almışlar,götürmüşler milis güçleri…O gün bu gün ne ses,ne seda…Suçu Türk doğduğu,Türk olduğu ve Mayıs 1989 barış yürüyüşlerine katılması…Hanıma: “Kocan Mayıs yürüyüşlerine katıldı,devlete karşı suç işledi.Çok Türkçüydü ya,Türkiye’ye yolladık…Topla tasını tarağını,çoluk çocuğunu,al şu kırmızı pasaportunu,yolcusun”- demişler il emniyet müdürlüğünde… Ve şimdi Silistre garında ayrılık öncesi,”göç treni” /sonra bu trene gazeteler “utanç treni” diye yazacaklar/ trenin kalkmasına az bir zaman kala,torunlar dedelerinin elini öpüyorlar,kadın babasının boynuna hiç kopmayacakmış gibi sarılıyor…Gözyaşlarına boğularak : “Baba ba! -diye feryat ediyor…Ba baba,seni kimlere bırakayım!” Yetmişlik-seksenlik dedenin kırışık alnı,yüzü taş kesilmiş,fersiz bakışı donuk donuk,güçsüz elleriyle,canından can,etinden et torunlarını okşamaya çalışıyor ve : “Sabırlı ol,kızım…Allah sabırlar versin cümlemize…Çocuklarınız var kızım…Onları kurtarın!…” Neden,kimden kurtarılsınlar?


Makale ve Analizler - 2019

275

Buralarda doğmamışlar mı? Buralarda yürüyüp,gülüp koşmamışlar mı? Genç kadının feryadı dinmiyor,sesi çınlıyor ortalıkta: “Baba ba!… Ba baba!!! Seni kimlere,nasıl bırakayım…” Polisinin itiş kakışı kesiyor bu sesi…Bulgar Komünist rejimin Viyana Antlaşması yükümlülüklerinin icrası…1985′ lerde alınan Müslüman adların, özgürlüklerin iadesi için,1989 Mayıs yürüyüşlerine katıldıkları bahanesiyle, Türkler emniyet koğuşlarına tıkılıyor,bin bir eza cefadan, işkenceden sonra,ellerine dış ülkelere yönelik birer kırmızı turist pasaportu vererek soruyorlar: – Gideceğin devlet? – Türkiye Cumhuriyeti. – Niçin Türkiye ya? Meselâ Avusturya’ya,İsveç’e gidebilirsiniz… İslandaya’da olur…Baksanız ya, size ne geniş bol seçenekler sunuyoruz… Bugüne kadar bizleri,haklarınızı gasp etmekle suçlayıp durdunuz,şimdi de geceli gündüzlü çalışarak verdiğimiz bu “turizm” hizmetiyle mi suçlayacaksınız?” Ve o Dobrucalı köylü kadının kulakları yırtan sesi: “Baba ba!… Ba baba, seni nasıl bırakayım…Kimlere bırakayım?!” Babaya “turist”pasaportu verilmemiş…Aileler maksatla,küstahça,planlı olarak parçalanıyor…Polisler bazı köyleri ansızın kuşatıp,Türkler’in evlerini basıyor. “Vatan hainleri” ,”Türkiye casusları” aranıyor…Bazı köylerde sadece genç erkekleri birtakım uyduruk emniyet emirleri ile toplayıp,otobüslere bindirip,sınır dışı ediyorlar…Şok havası yaratılıyor…Güvensizlik sürüp gidiyor…Doğdukları yerleri terk etmek istemeyenlere,”turist” pasaportu için müracaat etmeyenlere evlerinde,iş yerlerinde,sokakta,meydanlarda tehditler estiriliyor,tedhişlere gidiliyor… “Bulgaristan Bulgarların!” “Türkler Türkiye’ye!” Türkçü damgası almış,sorgudaki bir Türk öğretmeninin yüzüne,emniyet yetkilisi anırırcasına bağırıyor: “Bu milleti baştan çıkaran sizler,okumuşlarsınız…İnsanlar öyle uysal, öyle kuzu kuzu ki…Bir zamanlar Emek Tarım Kooperatifleri (TKZS”ler) kurulacak dedik,razı değildiler,ikna ettik…Şimdi ekonomik durumlarından memnunlar…Okullarda anadili Türkçe’nin okutulması çocuklarınızın yararına değil dedik,razı gelmediler,yine ikna ettik…Artık yirmi yıldır Türkçe


276

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

okumuyorlar da dünya mı battı? Çocuklarınızın Bulgar kültürüyle entegre olmalarına yararlı değil mi?…Şimdi de adlarınız Bulgar adı olacak ,Bulgar adları taşıyacaksınız dedik, beş yıldır geceli gündüzlü ne büyük cabalar harcıyoruz.Direniş gösterip,hayır diyorsunuz, çalışmalarımıza çomak sokuyorsunuz…Tarihin akışını önlemek, zamanla yarışarak Marksizmi, diyalektik gelişmeyi durdurmak istiyorsunuz…Halbuki sizi, parasız pulsuz devlet okullarında okuttuk,yetiştirdik…Yüce davamıza,sosyalizme katkıda bulunasınız,aydın yarınlara köprü olasınız diye…Siz ise milliyetçiliğe soyundunuz.Bizim sosyalist toplumumuzda sizin gibilere yer yok.Sizin gibileri yıldıracağız,bezdireceğiz,arkanıza bakamadan,askıda abanızı bile alamadan kaçacaksınız…Kalacak olanlar ise çamaşır makinesinden çıkmış gibi olmalı.Temiz,lekesiz,sadık…Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi öğretmenim… Sen çamaşır makinesinin ne olduğunu biliyor musun?” Ve onlar,Türk asıllı Bulgaristan vatandaşları her şeyi ve çok şeyleri pek iyi bildikleri için Silistre tren garından sınırdışı ediliyorlar.Seksen kişilik vagonlara yüzlerce insan balık istifi üst üste bindiriliyor,kapıları kilitli,pencereleri kapalı tren vagonlarınla mecburi bir yolculuğa dökülüyorlar Kapıkule’ye doğru…Bu mecburi yolculuk esnasında bazı yerlerde,çeşitli garlarda,öğle üstleri yirmi beş,otuz,otuz beş derece yaz sıcaklarında saatlerce bekletiliyorlar… Sıcaktan,havasızlıktan,susuzluktan bunalıp bayılan bebekler, çocuklar, ihtiyarlar… Başka bir emniyet yetkilisi konuşuyor… “Pek tabii ki mayıs 1989 yürüyüşlerinden sonra yapacak bir şeyimiz kalmadı…O kadar da enayimiyiz ki,Türkleri kurşuna dizip de,dünya kam oyunun hışmına uğrayalım…Onların istekleri olduğunu biliyoruz,lâkin Bulgaristan’ın da jeopolitik durumu,Varşava Paktı’ndaki sorumlulukları var,gözardı edilemez ulusal çıkarları mevcut…Biz Eylül ayına kadar 400,000 kişi atacağız sınır ötesine…Ardından da,yeni yıla kadar bir 400 bin daha uğratacağız ve memleketimizde Türk sorununu çözmüş olacağız…” Ve Türkler şerefini,onurunu,varlığını korumak istedikleri,korudukları için, Silistre garının arka tarafındakı genişce bir meydandan sınır dışı ediliyorlar….İkiye bölünmüş meydanın bir yanında göç edecek”turistler”,öte yanda uğurlayanlar… Güneş inadına kızdırıyor.Sicim iplerle çevrelenmiş alanın önünde Bulgar gönüllü polisler bunaltıcı sıcağın etkisinde kollarını sıvamışlar, omuzlarındaki kalaşnikofları uğurlamaya gelenlere yöneltmişler,her an ateş etmeye hazır bir


Makale ve Analizler - 2019

277

vaziyette nöbet tutuyorlar…Ne tuhaf haller,ne garip mantık…Güç gösterisi ve “turizm”…Zoraki göç,etnik temizleme değil,şanlı bir “turizm”hizmeti… Hem de nasıl! Genellikle erkekler emniyete götürülüp,Mayıs 1989 yürüyüşlerine iştirakları bahane edilerek,türlü işkencelere maruz kalarak,ellerine, kendisi ve ailesi için yurt dışı bir kırmızı ” turist” pasaportu verilip,yirmi dört saat içinde memleketi terk etmeleri isteniliyor.Öte yanda tren garında ellerinde kırmızı “turist” pasaportlu insanlardan kuyruklar oluşuyor…Göç edeceklere yardım amaçlı simsarlar devreye giriyor…Rüşvet,yalancılık,do landırıcılık,çapulculuk,yağmacılık gırla gidiyor…Bedavadan el değiştiren mal mülk…Komünist yönetimin hükûmeti kararname yayınlamış… Beş yıl boyunca,yani turistler gittikleri ülkelerden geri dönünceye kadar, taşınmaz malları,mülkleri belediyelerce korunup güvenceye alınsın diye…İyi de aynı zamanda evini satmayınca trene ya bilet verilmiyor,ya turist pasaportu vermek için evin satış belgesi isteniliyor…İşte minareyi çalmak isteyen kılıfını da böyle uydurur… Yörenin ileri gelen yöneticileri ve Parti kodamanları el ovuşturuyorlar.İşleyecekleri her eylemi kanunlaştırıyorlar…Aç gözlü kurtlar gibi Türkler’in evlerini,bağlarını,yazlıklarını sahipleniyorlar… Bazıları hepten de tepegöz.Şehirlerde yaşayanların dairelerini sahte belgelerle doğmamış torunlarına bedavadan alıyorlar…Evler bedava ve insanoğlu insan şu kısacık ömründe zar zor bir ev sahibi olabiliyor ve evler bedava.. İktidar küpünün balından payını alamayanlar ise otomobillerle köy köy gezerek , köy sokaklarında başı boş dolaşan sahipsiz başıboş bırakılmış hayvanları,kapıları açık kalmış, terk edilmiş evlerde ne bulurlarsa kamyonlara yükleyip yağmalıyorlar… Bir hani ya yağma zamanı…Bütün Türkler adeta bir şok içinde… Kimsenin konu komşu malı mülkü ile ilgilenmeye vakti yok…Herkes nasıl gideceğim,ne olacak benimle diye kendi başının çaresinde…Herkes kendi derdinde… Bir Dobrucalı anlatıyor: “İşten eve dönünce ne göreyim…Avlu içinde buzağılı bir inek,bir eşek ve eşek arabası…Bunlar da ne dedim karıya…Bırak,sorma dedi ağlayarak…Mehmet dayımın Mustafa’ya pasaportunu vermişler,yirmi dört saati bekleme,çünkü yurdun başka bir köşesinde sürgünde bulursun kendini,derhal çık git demişler.” Evde hayvanlar açlıktan öleceklerine,bize getirmiş …Helâlaşıp gitmiş Mustafa…Tepem attı…Bir anda Musafalar’da buldum kendimi… Kapılar açık saçık…Camlar kırılmış…Elektrik lambaları yanıyor… Kurban kesmiş, eşikte kanını akıtıp evin önündeki zerdali dalına asmış…Dalın altında birkaç köpek hırlayarak yalanıp duruyor.. İçeri girdim..Darma-


278

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dağınık her taraf…Demek hırsızlar burasını da taraşlamışlar…Bir de evin duvarına,iç tarafa,pençerenin altına eğri böğrü harflerle, kırmızı boyayla”pis türkler bulgaristandan dışarı” diye yazmalarıyla kimliklerini belirtmişler… Ruhumu önce bir yalnızlık,terkedilmişlik korkusu,sonra derin bir isyan ile nefret sardı…Yarabbim nedir bu yazgımız dedim…Bu göç değil…Bu bir vahşlet,bir barbarlık…” Göç deyip zorla uğratılıyorlar…Oğul gidiyor,ana baba kalıyor.Evlât kalıyor,baba gidiyor.Kardeş gidiyor,kardeş kalıyor… Orada,Silistre garında,Haziran güneşinin yakıcı öğle sıcağında,gerilmiş sicim iplerinin boyunda,oğlunu uğurlayan bir anne,kalaşnikoflu polislerin karşısına çökmüş,uful uful söyleniyor kendi kendine… “Siz nereden bileceksiniz!…Evlât acısı başka…Doğarken belden kopuyor,ayrılırken yürekten …Ayrılık acısı başka…Siz nereden bileceksiniz…” Oğul,gelin,torunlar iplerin öte yanında…Biraz evvel çağrılmışlar trene binmek için…Ağlayarak el sallıyorlar gerilmiş sicimlerin önünde oturmuş,harabeye dönüşmüş anneye… Megafonla tek tek çağrılıyor cetvelde adları yazılı “turizmciler”…Kulakları sağırlaşmış bir dede annesine çıkışıyor: “İşitmedin mi mare?… Galiba bizi çağırdılar, fidan dediler mare…” 1985 de,Bulgaristan’da Müslüman adları Hristiyan adlarla değiştirme kampanyasında Türkler’in çoğu,sanki de birer denek gibi, hükûmetçe teklif edilen Hristiyan adları değil de, ağaç,çicek adları almışlar ve bunları da işitmek istemiyorlardı… “Galiba, fidan dediler mare…” Vagonlara bindirilecek “turizimcileri” çağıran emniyet yetkilisi: “Şurada,beş senedir, adlarınızı öğrenemediniz…Ne geri zekalı,ne kalın kafalı insanlarmışsınız yahu!” diye mızmızlanırken, yanındaki meslekdaşı: “Aldırma,Binbaşım ! – diyor…Boş ver,on saat sonra,Kapıkule’de bu adlara gerek kalmayacak…” Ve ikisi de alaylı alaylı gülüyorlar,dolu dolu zevk alarak …İnsan oğlu insan, emniyet yetkilileri! İnsan oğlunun bir devlette sizlerden başka güveneceği bir kurum mu var ?! Ve bu gibi insani değerleri umursamamak,hele hele hiçe saymak, belki de Bulgar tarihinin en acı,en bahtsız mirası.Onlar Bulgar adını taşıyorlar,amma o adın altındaki öz varlığı,milli değerlerini za-


Makale ve Analizler - 2019

279

manın ve tarihin haşin rüzgarlarında yitirmişler, koruyamamışlar…Binlerce öz kardeşlerinin vebali, kıyımı sonucu Hrıstiyanlığı kabul ederek Slavlığı benimsemişler,ana dillerinden vazgeçmişler…Belki de buralardan kaynaklanıyor öz geçmişleriyle kopukluğu,bağsızlığı,sadakatsızlığı… “Bulgarlar!ar’ın Vaftiz Zamanı” ve “Alfabe Uğruna” adlı sinema yapıtlarını seyrettikçe bizlere diyorlar,, Bulgarlara tarihin gayri ihtiyari serüveninde olanlar olmuş.Ecdadımıza ahlâksızca,acımasızca yapılanlar, neden bugün de Türklere uygulanmasın bağnazlığı hülyasında boğulup kalmışlar. Biz ve ötekiler burgacı bataklığında çaresizce bocalayarak,bir kimlik arayışına saplanıp, evrensel insan hakları nimetinden bir hoş nida nasip alamama bahtsızlığında dura kalmışlar. Kişinin şahsiyeti için bir adın nice mutluluk kaynağı olduğu bilincine ulaşamama bedbahtlığı zihinlere çökmüş. Bir takım dış emperyalist güçlerin de desteği ile bir büyük Bulgar şovenizmi besler amil olmuş… İnsanın adı! Hele de o ad, kulağa yüce ezanın kutsal ve ulvi sesiyle üflendi ise… paylaşmayı unutmayınız


280

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ramazan Bayramımız Mübarek Olsun Murat ULUTÜRK

Soydaşlarım, Ülküdaşlarım, Yoldaşlarım, Bir dağ var! Bulgaristan’ı ikiye bölen Adı Koca Balkan. Koca Balkan’ın şanlı tepesi ŞİPKA’dan sert rüzgâr eser, alır götürür TÜRKÜN SESİNİ, taa Rodop dağına ulaştırır. Bir derya var! Adı TUNA, Hatırlatır cihana Türk’ü. Üç de nehir akar hep birlikte anavatana, Tunca, Meriç ve Arda Kıvrım, kıvrım akarak Ana-Vatana doğru hızla ilerler Selam getirir Akıncılar yurdu, Evlad-ı Fatihandan. Tuna Karadeniz’e akarak İstanbul’da BULTÜRK’e ulaşır.

NEDEN BULTÜRK; Başarıya giden yolu gösterdiği için, Gelecekte huzura mutluluğakoştuğu için, Doğruyu eğriyi anlamamızı sağladığı için, Değerlendirme olanağını doğru verdiği için, Yaşanılan tüm olayları önceden görmemi sağladığı için, Savaşmaktan ve doğruları söylemekten çekinmediği için, Yaşanılan tüm duyguları önceden tablolara döktüğü için, Yaşamın her döneminde, savaşmam gerektiğini öğrettiği için, Her dönemde bizlere gençlere UMUT IŞIĞI’nı gösterebildiği için, AHLAKTAN, ADALETTEN, HAK ve HUKUKTAN Ayrılmadığı için, Hayatımızın gayesi her şey BÜYÜK TÜRKİYE HAYALİ OLDUĞU İÇİN,


Makale ve Analizler - 2019

281

Bulgaristan, Bir gülü var! KAZANLIK diyarında, Dünyada benzeri bulunmaz. Bir de SİZ GÜZEL DOSTLARIM ve SEVDİKLERİM var, BULTÜRK Leventleri Böyle güzel bir günde nasıl unutulur ki? Tüm okuyucularımıza, *HEPİNİZE TÜM DOSTLARIMIZA* *HAYIRLI MUTLU VE HUZURLU BAYRAMLAR DİLERİZ*


282

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.