Tag Archives: turkish cuisine

ISPANAKLI BÖREK

13 Mar

Bir tepsi böreği bir gün içinde yeyip bitirince bende bir sorun olduğunu anladım.

Böreğe dayanamıyordum. Pek çok arzum, davranışım üzerinde kontrolüm vardı, ama iş böreğe gelince resmen zıvanadan çıkıyordum.

Bu kontrolsüz hareketle hayatımı riske sokacağım diye anneme yapma, n’olur pişirme, kendimi kaybetmiyeyim, çok yemiyeyim diye yalvardığım olmuştur. Halbuki kol böreğini muhteşem yapar, saç üzerinde ocak böreği diye insanı çileden çıkaran bir şey yapar, memleketinin orijinal böreği haşhaşlı ve mercimekli bükme yapar. Of of.

Yapar da ne olur, ölümüm olur.  Mutfağa sık sık girer çıkarım, her ziyaretimde bir dilim götürürüm,  artık dur diyen suçluluk duygularına aldırmam, azgın bir haşarat gibi börekleri tırtıklarım. Üstelik, ağzımın kimyasında ıslanıp erimiş, tad tomurcuklarıma ilahi bir hitap haline dönüşmüş her lokmayı yiyecek müfettişleri  basmadan yedim diye bir zafer yutkunması eşliğinde yudumlarım.

Sonunda annesi balkan göçmeni olan bir kadınla evlendim ve bu benim börekle  pranga mahkumu ilişkimi perçinleyen bir şey oldu.

Bilmem Balkan Mutfağının böreğin kitabını yazmış olduğunu söylememe gerek var mı?

IMG_5450

Bu bildiğiniz, düz ıspanaklı börek. İçinde katık olarak ayrıca beyaz peynir de var. İşte epi topu bu, ıspanak ve peynir hazır yufka katları arasına yayılacak, yufkalar kat kat yağlanacak, en üst kata yağ-süt-yumurta karışımı sürülecek, çörek otu serpilecek, fırında pişirilecek. Bu kadar basit.

Ama değil.

Pekala iki şey yapayım. Bir, şöyle resimli, ayrıntılı bir tarif vereyim (ki herkes börek yapmayı öğrenerek benim kapıldığım hummanın haz verici tesirlerini ilk elden tecrübe etme imkanı bulsun). İki, bu tarif aşamalarında beni çıldırtan tad nasıl oluşuyor, yorumlar yapayım (ki kişisel zaafımın sebeplerine dair bir şeyler anlaşılır gibi olsun).

Ispanaklı börek için gereken malzemeleri görelim.

IMG_5427

Peynir, ıspanak, hazır yufka, yağ, süt, su, yumurta ana malzemeler. Yurtdışında oturduğumuz için hazır yufkamız Fillo marka No 7, yani No 4 yufkaya göre daha kalın,  o baklavalık,  dolayısıyla yufka daha ince açılmış. Ispanak ve beyaz peynir içe serilecek malzeme. Yumurtanın sarısını en sonda böreğin yüzünü dekore ederken kullanacağız.

Şimdi börek hazırlamanın özüne gelelim. Olay aslında tabiata bir madik atarak bir et yemeğini taklit etmek.

Aman yarabbi, bu nasıl ifade diyebilirsiniz, biz ottan undan yağdan başka bir şey görmüyoruz! Hadi tamam peynir var, süt var, hayvansal gıda ürünleri, ama bunun neresi et?

Dedik ya et yemeğine benzetme, et besleyiciliğini taklit etmek demek börek yapmak.

Etin besleyici unsurları olarak ne biliyoruz, protein ve yağ, doğru mu? Bitkisel gıda da protein ve karbonhidrat üzerinden enerji sağlıyor, ama karın doyurma ve enerji ve protein kazandırma bakımından, etin yanına bile yaklaşamıyor.

Beslenmek ve enerji için azıcık et yemeniz kafi, aynı miktar enerjiyi bitkisel ürünlerden temin etmek demek hammallığa soyunmak demek, çok daha fazla yemeniz gerekiyor.

Bir tandır kebabını önünüze koyun, lezzetinin espirisi ne, yağ, hayvani yağ. Bu protein ile beraber etin içine paketlenmiş, doğal olarak orada. Hatta bazan öyle ki güzelce kızarmış etin yağı, yemesi ağır olmasın diye akıttırılıyor.

İşte böreğin espirisi bu, yağı bitkisel ürüne doping yapmak ve enerji bakımından ateş topu haline getirmek.

IMG_5428 IMG_5429

Peki yağı nasıl dopingliyeceğiz? Burada yufkanın rolüne giriyoruz, incecik tabakalar oluşturduğu o geniş yüzey üzerine alabildiği kadar kat kat yağ süreceğiz.

Yukardaki resimlerde yağ katkı malzemesinin hazırlanışını görüyorsunuz. Bizim tercihimiz yemeklik zeytin yağı, içine bir bardak süt ve katıp, karışsın diye çatalla çırpıyoruz. Süt ve su nispeten kuru yufka içine yağ yanısıra suyu da katmak, yani nihai ürünün aşırı kuru olmaması için bir püf noktası bu.

Böreği sereceğimiz tepsinin tabanını bu karışımla boyuyoruz.

IMG_5432

Sonra iki kat yufka tabakası serip, yufkanın yüzeyine yağlı karışımı tuvale astar çeker gibi yayıyoruz.

IMG_5433 IMG_5436

Her iki tabakada bu işlemi tatbik ederek, 5 x 2 yani 10 tabakalık bir temel inşaatı yapıyoruz.

Sıra ara malzemenin, ıspanak ve peynirin yayılmasına geldi.

IMG_5437 IMG_5425 IMG_5438 IMG_5439

İkinci kat yufka apartmanını aynı alta serdiğimiz teknikle insa ediyoruz.

IMG_5440

Bu ilk yufka tabakası, böreğin ıspanaklı peynirli içi hemen altta kaldı. İki kat yufka, bir kat yağ, bunu dört kere daha yapıyoruz. Son iki kat yufkayı serdikten sonra son yufka yüzeyine ‘böreğin yüzü’ diyoruz.

Şimdi yüze sürülecek malzemeye bakalım.

IMG_5430

Solda çörek otu var. Böreğin yüzüne  önce sağdaki yoğurt, bir yumurta sarısı  ve yağla karıştırılarak sürülecek, sonra üzerine çörek otu serpilecek.

IMG_5441 IMG_5442 IMG_5443 IMG_5444

Börek fırında pişmeye hazır. 160 derecede altı üstü kızarana kadar pişecek, sonra dinlensin diye dışarı alınacak.

IMG_5445 IMG_5446

Besleyicilik konusu tamam da öve öve bitiremediğin lezzeti nasıl açıklıyacaksın, diyeceksiniz.

Bilmem ki sizde benim gibi börek tepsisi dibinde kalan kırıntılara düşkün müsünüz? Tencerelerin diplerini sıyırmaktan zevk alır mısınız? Ekmeklerin iyice pişmiş çıtır kabuklu uçlarını sever misiniz?

Anahtar kelime, Maillard reaksiyonu. Yemek pişirme sırasında 140-165 arası sıcaklıkta ortaya çıkan bir reaksiyon. Örnek olarak ekmeklerin, poğaçaların yüzlerinin kızarması hatta kahverengileşmesi ile kendini ele veren kimyasal reaksiyon. Tavada bifteği cızlattığınız zaman dış taraf güzelce kızarıp kahverengileşiyor ya, aynı şey. Patates kızartmasında yüzeydeki o nefis kahverengileşme, güzelce kızarmışlık, lezzeti beş kat artırıyor. Bütün bunların altında yatıyor Maillard reaksiyonu. Bunun bir ilerisi karamelizasyon, bir daha ilerisi, yok, yemek yandı artık.

Deniyor ki yüksek ısıda amino asitler ile şeker kimyasal düzeyde birbirine katışıyorlar. Hani derler ya soğanı pembeleşene kadar kavurun.

Bunun börekteki muadilinin ne olduğunu çok güzel biliyoruz: altının üstünün güzelce kızarması. Araya sürülen yağlı, sütlü karışım,  yağ nedeniyle ısının etkisini yüksek düzeye çıkarıyor, yufka bünyesinde aminoasitle şekerlere tutunuyor, kahverengileşme başlıyor. Böreğin yüzüne sürülen yoğurt-yumurta karışımı protein ve şekere dayalı kızarma, kahverengileşmesi için muazzam bir ayrıntı. Sonuç, çıtır çıtır bir nefaset.

Yani bu börekçilik yüzünden evde takılan ismim Mutfak Faresi’ni boşuna taşımıyorum.

Afiyet, şeker olsun.

Notlar:

1. Maillard reaksiyonu için şu wikipedia makalesine bakabilirsiniz

2. Bu blogu oluşturmamda büyük emeği geçen Hediye Neşe Çınar’a teşekkürlerimle.

3. Kıymalı börek, etli talaş böreği, tavuklu börek vs vs hepsi güzel tadlar, ama etlerle otlar dünyası arasında bir geçiş yemeği olarak alınabilir ve böreğin yukarda anlattığım mantığı harfiyen takip edilirse ortaya enerji bakımından nükleer bir ürün çıkar, her ne kadar börek azılısı olsam da ben bile bu süper dopingli börekleri fazla yiyemem. Size afiyet olsun.

 

 

 

 

 

KABAK EZME

24 Oca

Kayınvalidemden bir ezme öğrendim, ömrü boyu hayır duacısıyım.

Diyorlar ya ‘balık verme, balığı tutmayı öğret’, bu hikmetli söz eksik vallahi. Asıl, ‘pişirmeyi öğret, pişirmeyi!’, işte gerçek talep bu olmalı. Ham malzemeyi sofraya çıkaramadıktan sonra, bütün pazar malzemesini önüne yığsan ne olur?

Bu ezme taze kabak, dere otu, yoğurt ve sarımsak ile hazırlanıyor.

IMG_5392

İlkin kabakları soyuyoruz, iki üç parçaya bölüp, tencerede kaynatıyoruz. Arada çatalla yokluyoruz, batar gibi oldu mu iyi, böylece kabaklar ezildi ezilecek olana kadar haşlanıyor. Ama dikkat, dağılmasın, aşırı kaynatmaya gerek yok. Tencere sıkışık nizam dolu mu,  kabakları arada çeviriyoruz ki her yanları yumuşasın.

IMG_5400 IMG_5401

Kaynatma tamam olunca kabakları süzgüye alıp, üzerlerine ince yarıklar açıyoruz, fazla su aksın gitsin diye. Hem de biraz soğusunlar.

IMG_5406

Sarımsakları ayıklayıp, sert zeminde az tuz ile eziyoruz – adamı söz, sarımsağı tuz öldürür derler. Sarımsağı vıcık vıcık olana kadar değil, hani liflendiği, yapışkan yağını ve kokusunu saldığı o hale kadar getirip, duruyoruz. Lifler dolaşık dolaşık görünsün. Bu kıvamı tutturmak için darbeleri hınçla ve lüzumsuz sayıda değil, itinayla, baka baka, sarımsağı fısk diye öksürttürüp dağıtan tok hamleler şeklinde ayarlıyoruz. Burunu kullanmak mühim,  koku kesif olmalı.

IMG_5407 IMG_5408

Süzgüdeki kabaklar su yükünü saldı mı, saldı, onları kaba aktarıyoruz. Spatülayla şöyle yalan yanlış, kendimizi kaptırmadan eziyoruz.

IMG_5409

Sarımsağı ezme  karıkları üzerine aktarıyoruz. Yoğurt fazla ekşi olmasın, birikmiş suyunu şurulup diye  içip, gerisini İtalyan dondurması gibi ezmenin üzerine indiriyoruz. Tabii yogurt bu ya, öyle dondurma gibi spirallenerek inmez, toprak kayması gibi yığılacaktır. Spatülayla alt üst ederek yoğurdu ezmeye yediriyoruz. Kabağın pastel yeşili, yoğurdun mika beyazıyla her noktada muntazam karışıyor. Yoğurt azsa, ekleme yapıyoruz. Sakınca yok.

IMG_5410 IMG_5412

Ezme yoğurda yedirildi mi, yedirildi. Dere otuna gelelim şimdi. Ezmenin yüzeyinde  dışı kabın çeperine değen bir çember  frizbi  hayal ediyoruz ve ortaya otu sepeliyoruz. Dere otu  mümkünse yakın nizam ve gürbüz bir çimenlik gibi yığılmalı. Güzel. Şimdi bu  coğrafyanın hafif tepelik ve en otlu yerinden başlayarak birkaç sürüş darbesiyle dere otunu ezmeye yediriyoruz.

IMG_5413 IMG_5414IMG_5415

Oh be, oldu! Balığın yanına gidiyor, tavuğa gidiyor, buzdolabında  bir gün formunu kaybetmeden duruyor.

Afiyet  olsun!

ZEYTİNYAĞLI PIRASA

14 Oca

Gençler ve çocuklar bakmasın bu tarife.

Küçümseme veya ötekileştirme anlamında söylemiyorum ama bir pırasa yemeğinden haz almak ancak belli bir yaşta oluyor. Bu, bana böyle oldu. Hani insan büyürken bazı tadlardan hazzetmez, hatta nefret eder, işte ben de öyle pırasa, bamya, kereviz gibi sebze yemeklerinden hiç hazzetmezdim. Çok üstüme gelinirse nefret ediyorum diye de haykırırdım. Köfte-patates-makarna dururken, ne demekti pırasa, kereviz, enginar için ölüp bayılmak? Bu, erişkinlerin hepimizi tongaya bastırdıkları hınzır bir komplo teorisinden başka bir şey değildi doğrusu.

Ama gelin şimdi bir sorun, zeytinyağlı pırasa için bir krallık veririm, nerdeyse.

Şuna bir bakın ya!

IMG_5388

Tuzu sepilmiş, bir tatlı kaşığı sekeri atılmış, üzerine yarım limon sıkılmış, akşam yemeğinde baş köşede yerini almak üzere demleniyor. Et yanına, tavuk yanına muazzam eşlik ediyor.

O şahane tadını başka şeylerle seyreltmeden, sırf ekmeğe katık olarak yemek bile kendi başına büyük bir zevk.

Bir tencere zeytinyağlı pırasa içine katacaklarımız şu fotoğrafta sıralanmış.

IMG_5376

Pırasa, havuç, halis sızma zeytinyağı, limon, pirinç ve resimde gösterilmeyen tuz ve şeker bir tencerede herc-ü merç olacaklar. Havuçları dilimleyip zeytinyağında kızartmaya başlayın, üzerine güzelce yıkararak doğradığınız pırasayı ilave edip hafifçe öldürün. Bu işlemler sırasında ateş yüksekle orta arası.

IMG_5380 IMG_5383

Yarım bardak pirinci ve bir bardak suyu ilave edin. Lüzumu kadar tuz serpin, bir tatlı kaşığı toz şeker atın. Orta ateşte 30 dakika kapaklı tencerede pişirin. Altını kapatınca yarım limonu üzerinde gezdirerek sıkın (ekşi seviyorsanız daha da limon koyabilirsiniz) . Servis edene kadar dinlendirin.

IMG_5385 IMG_5386

Bu yemek soğuk yenir, yani dolaptan yeni çıkmış, buz gibi değil, oda ısısında. Pırasanın güzelce pişmiş beyaz kısımları lokma lokma ağızda dağıldıkça coşkuyla ah bu ne müzikli saniyeler diye tefekküre daldığım olmuştur. Pırasa, hem soğan gibidir, hem değildir. Kendine özgü bir nevaledir. İri taze soğanla, arpacık kuru soğanla benzer yemekler yapmaya kalksanız, zeytinyağlı pırasanın sırrını tutturamazsınız (onlar başka yemeklerde başka güzel işler görürler). Soğan kırmızı ete yakışır, pırasa beyaz ete, yani tavuğa ve deniz ürünlerine yakışır.

Lafı  uzatmadan, haydi çabuk, tencere tencere pırasa yemekleriyle bir an önce olgunluğa adım atın diyorum. Afiyet olsun!

Not: Tarif için Hediye Neşe Çınar’a teşekkürler.

KIVIRCIK LAHANA DA KIVIRCIK LAHANAYMIŞ HA!

25 Ağu

image

Fotoğrafı baştan koydum, ama koyar koymaz   pişmanlık duydum.

Hani kaliteli bir dedektif romanı okuyorsunuzdur, senin patavatsız gelir ve ‘katil uşaktı’ diye  şarlar.

Okuma hevesiniz oracıkta piç olur.

Aynen ben de böyle  bir gaf yapıp yapmadığıma emin olamadım.

Yemek yeme zevkinizi kaçırmak, son isteyeceğim şey.

Diyeceksiniz ki, yav kasma üstadım, bu altı üstü bir yemek yazısı, böyle gerilim, pişmanlık, son istek, ölüm, kalım ne alaka yav.

Ne olabilir yani?

Hadi diyelim birini doğradın, pişirip yemeğini yaptın, onu anlatıcaksan,  ilginç.

Yok değilse, hayıflanmayı kes,  de diyeceğini.

Valla, iki gözüm önüme aksın,  maksadım yalnızca tabakta gördüğünüz omlet benzeri  yeşillikli kavurmanın tarifini vermek.

Resimdeki domates ve köfteye de bakmayın, onlar öğünü bütünlemek üzere olay mahallinde  olağan şüpheliler misali yerlerini aldılar.

Başrol, asıl zanlı yani, yumurtalı yeşillik.

Konu şöyle başladı: pazardan bir ot aldım.

image

Kalın saplı, kıvır kıvır bir şey.

Bir dostum ‘pazı bu, pazı!’ diye atıldı.

A-ah, değil, pazı başka bir şey.

Nerden mi biliyorum?

Otların Latince bilimsel isimlerinden.

Benim ot Brassica oleracea adını alıyor, İngilizce ‘kale’ (okunuşu KEYL) diye biliniyor, pazı ise Latince ad olarak Beta vulgaris alttür cicla alıyor, İngilizcesi  Swiss chard.

‘Niye böyle ıncık cıncık bir üslup kullanıyor bu ki’ diyeceksiniz, sebebi var.

Ege’de yetiştim, otların öbek öbek satıldığı pazarlarla büyüdüm, otun sürüsünü sepetini bilirim.

Ama gelin görün ki bu ‘kale’ denen yeşillik  Türkiye’de iyi bilinmiyor.

Araya mı kaynamış, fazla yerel mi kalmış, kendine bir karakter mi edinememiş, bilemiyorum nedir, ama ‘kale’nin Türkçesi diye İnternet araştırması yaptığımda bu konuda büyük bir karışıklık olduğunu gördüm.

Kendinizi tutamayıp benzer bir arama yaparsanız ilk izleniminiz, ‘a-aa, bu karalahana yahu!’ şeklinde bir nida olabilir.

Karalahana fevkalade bir şey (pişmişi yani), sayısız net sayfasında emsalsiz tadı için binlerce methiye düzülmüş bir doğa harikası, ama, hayır,  karalahana’yla aynı şey değil.

İngilizce collard greens diye  ABD’nin özellikle güney eyaletlerinde çok sevilerek tüketilen bir ot var, karalahananın tıpatıp karşılığı o.

Ama tadlar evreni ve mutfak pratikleri bakımından siyah beyaz diyeceğim bir tasnife ulaştık diye düşünmeyin durumu, konu sandığımızdan daha ince.

Bu incelik de binlerce yıldır süregelen tarım ve bitki ıslah yöntemlerinden kaynaklanıyor.

Şöyle düşünün, elimizde bir bitki var, bu bitkinin binyıllar içinde ıslah edilmesi zevk, kültür, şans ve coğrafya gibi faktörler sonucu  değişik ürünlere yol açıyor.

Konu bu.

Güllere merakı olanlar bilirler, ortak ata aynı tür, ama varyasyonlar öylesine fazla ki, bu durum bu gül çeşitliliğini gören kimsede, hani ‘gül bir güldür bir güldür’ diyen şiir dizesi vardır ya, meşhur, işte o dizeye ‘hadi len!’ dedirtecek bir şaşkınlığa yol açıyor.

Aha işte aynen güllerin çeşitliliği misali, lahana, karnabahar, brokkoli, karalahana, ‘kale’ aynı türün, yani Brassica oleracea‘nın varyasyonları (kültivar).

Slide1

Gelin artık o’dur, bu’dur  diye yaşadığımız sıkıntıyı bir kenara bırakalım ve bu benim ota (‘kale”ye yani) dümdük kıvırcık lahana diyelim.

Oh be! diyeceğim, ama Türkçede  aynı bitkiye hem ‘karalahana’ , hem  ‘kıvırcık karalahana’ ve hem de ‘kıvırcık lahana’ diyenler var.

Üstelik niye ‘kıvırcık’ sıfatı ki?

‘Kale’nin düz olanı var, küçük boyu olanı var, vırtı var cırtı var,  var oğlu var.

Baştan ‘karalahana mı acaba?’ diye konuya giriş yaptık.

Karadeniz bölgesi karalahanayla yatıp kalkıyor.

Bir dolması var, mmmh mmmh!

Ama tahminim aynı bölgede ‘kale’ de biliniyor ve bu muhtemelen ‘Russian kale’ diye bilinen düz yapraklı  ‘kale’ varyantı.

İyi ama, benim fotoğrafta gösterdiğim ot kıvırcııık?

Hah, İngiliz adalarında da muazzam bir ‘kale’ kullanımı ve hayranlığı var.

Buradaki ‘kale’ye ‘Scots kale’ yani İskoç kıvırcık lahanası deniyor.

İşte bu çeşit, gelip kızgın tavama kurulmuş bugün.

İstedim ki tavada kavrulup dağılan otu toparlayacak bir ‘tutkal’ ile, resimde gördüğünüz yumurta ile mesela, ‘ağza layık’ bir yemek yapayım.

Öyleyse ‘ya nasip!’ deyip sarmısağı aldım, spatula altında acımasız yumruğumu indirerek, öksürttüre terlettire ezdim, kızgın halis sızma zetinyağında (yani yüksek ateşte) kavurmaya başladım.

image image image

Sonra ince kıyılmış kıvırcık lahanayı, kızgın yağa ilave ettim.

Otlar yağda yüzmüyorlardı, ama bir Kırkpınar güreşinde temenna çakacak kadar zeytinyağına banmışlardı.

Güya ince kıyarsak, bu ‘muazzam sağlıklı, süper yiyecek’ diye takdim edilen ot içindeki sulfurophane denen ve karaciğerin toksin temizlemesine yardımcı olan usareyi güzelce terliyormuş (hani sağlık-sıhhat meraklılarına bilgi olsun diye buraya yazıyorum).

image

Bu pişirme tekniğinin püf noktası şu: çabuk kızartan sızma zeytinyağında otu hızla kavurarak nerdeyse  yer yer cips şeklinde kurutmak, hatta hafif kahverengileştirmek.

Ve aynı yıldırım harekatına yumurtayı ilave edince de devam etmek.

Ama dikkatli olun, yüksek ateş kullanan bu riskli yönteme kaptırıp da yemeği yakmayın e mi 🙂 .

image

Oh, şükürler olsun, açlığımızı yatıştıracak mükellef bir lezzete ulaştık.

Yanına -yukarda bahsettiğim üzere- domates dilimledim, üç tane de köfte koydum.

İşte bu reçeteyle size naçizane bir dedektif öyküsü anlattım.

Artık mutfağa girip katil kimmiş -yani yemeğin tadı nasılmış- bulması, size kaldı 🙂 .

Afiyet olsun!

image