Duru'ya

Sevgili Duru,

Sana yaş günün için bir mektup yazacağımı söylemiş ama her nasılsa masa başına oturup kaleme alamamıştım. Aslında bilgisayarın başına aynı niyetle bir-iki kez oturdum ama dikkatimi bir sürü şey dağıttı. İş güç, telefon çağrıları veya gelen mesajlar kim bilir belki de bir YouTube videosu. Mektup yazmak ciddi iştir. Hele bir hediye olacaksa.

Yaş gününü kaçırmış olabilirim ama önümüzde bir yılbaşı var ve kabul edersen bu bir yeni yıl hediyesi olsun.

Selimiye'den bir çizim: Duru ile sohbet



Pek marifetli değilim hediye konusunda. Öyle gidip birinin seveceğini düşündüğüm bir şeyler bulmak, buna zaman ayırmak, hah budur diye bir kenara ayırmak bana göre şeyler değil. Elbette tüm bu süreç alınan armağanı ederinden kıymetli kılar fakat yarın içine giremeyeceğin bir pijama almak, mürekkebi bitince çekmecenin köşesinde unutulacak pembe gövdeli bir kalem vermek, baş döndürücü hızla değişen dünyada illa ki modası geçecek herhangi bir şey seçmek veya bugün çok popüler bir teknoloji ürününü şık paketlerde sunmak pek değersizmiş gibi geliyor. Galiba hediye aldığım kişiden çok kendime yakıştıramıyorum.

Tanıştığımızda miniciktin. Bu da yanlış anımsamıyorsam ilk yürüyüşümüz.
Selimiye'de yüzerken, denizi hiç bozmak istemiyorum demiştin. Adın gibi duruydu su...


Bunun babamla bir ilişkisi var galiba. O hayatında değer verdiklerine kendince anlamı olan hediyeler vermeyi tercih ederdi. Yıl başına birkaç gün kala eve iki küfe ve iki çuval dolusu kestane ile geldiğini hatırlıyorum. Hangi yıl dersen bilemem. Bebek’te doğup büyüdüğüm evde olduğumuzu düşünürsek 1990’dan öncesiydi. Akşam yemeğinden hemen sonra kolları sıvayıp işe koyuldu. Önce çuvallardaki kestaneleri küfelere boca etti. Üstlerine bir gün evvel aldığı narları dizdi. Daha sonra boynuna o harika el yazısıyla yazdığı kısa yılbaşı notlarını iliştirdiği şampanya şişelerini dolu küfenin en üstüne yatırdı. Not yazması, her zamanki gibi paketi hazırlamasından uzun sürecekti. Küçüktüm belki ama masa başında 1-2 saat ne ve nasıl yazacağını denediğini hatırlarım. Babam için işin en zor kısmı hep bu an olmuştur. Şişelere tutturduğu notta da sadece yeni yılın bereket, afiyet ve neşe getirmesini diliyordu. Altına da havalı imzasını atıp dostun diye eklemişti.

Paltosunun cebinden çıkardığı büyük ebatlı jelatini dikkatlice iki parçaya bölüp yere serdi ve küfeleri her birinin üstüne oturttu. Jelatini bile hesaplayarak aldığı belliydi ve en tepede boğarak mükemmel bir paket hazır etmişti. Yine cebinden çıkardığı kurdeleye, bildiklerimizden biraz daha büyük nazar boncuklarını iliştirerek düğümledi. Ben o akşam sadece narın bereket demek olduğunu öğrendiğimi sandım ama meğer ne çok şey anlatmış, yeni farkına varıyorum.
“Hayatında inandığın, güvendiğin öyle dostların -bir ikiyi geçmeyecektir- olsun ki; iki satır not yazarken bile kılı kırk yar. Onlara özen göster, üstlerine titre.”

Seni tanıyalı dünya güneşin etrafında 10 kere döndü. Bilmeni isterim ki o gün bugündür ben de bir başka dönüyorum. Sana nasıl yaklaşacağımı, davranacağımı bilmediğim belki de korktuğum bir başlangıçtan, gün be gün seven, zamanla merak eden, uzaktan takip eden ve seni hayranlıkla izleyen birine dönüşerek bugüne geldim. Bu hayatımda yaptığım en mükemmel yolculuktu ve ömrümün sonuna kadar da devam edecek. Galiba bu nedenle senin hayatına girmiş olmak benim de almış olduğum en güzel hediyedir.

Midilli maceramızı hatırlıyor musun?
Berlin'e de gittik birlikte.

Hayatının bir parçası olmak bana bir unvan vermiyor belki ama kızımmışsın denli birkaç şeyi seninle paylaşmayı tüm kalbimle istiyorum. Az evvel babamdan bu sebeple bahsettim. Onun bana öğrettikleri, anlattıkları ve gösterdiklerinin sana da ışık olmasını umuyorum. Tabii bir kısmını kendi yaşadıklarımla harmanlayacağım.

Biliyorsun babam kuafördü. İlkokul mezunu bir adam. 6 yaşında Makedonya’dan buraya göçmüş. Ne elde var ne avuçta. Ev filan yok. Gelir gelmez halasının yanına yerleşmişler. Dedem hemen bir çay ocağında çalışıp kazandığını ablasına verirmiş ki yük olmasınlar. Yine de “sığıntı gibiyiz” dermiş babaannem. Uzatmayayım, bir şekilde kendi evlerine çıktıklarında dedem ile babam geçinmek için iskelelerde limonata, salep ve su satmışlar.

Babam limonata satarken bir gün, annesinin hazırladığı, bir içenin bir daha içtiği limonatayı, çocukluk işte suyla çoğaltayım diye düşünmüş. Çünkü limonata o kadar lezzetliymiş ki erken bitiyormuş. Para da lazım. Su katıvermiş limonataya. Bir güğümken iki yapmış… Tabi lezzet değişince müşterisi azalmış, bir kere içen bir daha içmez olmuş. O yüzden bize hep;

“Ne iş yapıyorsan yap hep en iyisini yapmaya çalış. Bunun karşılığı eninde sonunda gelir. Üç beş kuruş fazla kazanayım diye kolaya kaçma. Emin ol bunun da karşılığı gelir.”

derdi. Kulağıma küpe ettiğim sözlerindendir.

Hayatının en güzel yaşlarından birinde seni eve kapatan uzun bir süreçten geçiyorsun. Sen ki tam da çiçek açacağın, geleceğin hakkında hayal kuracağın hatta plan yapacağın yaştasın. Kendine bir dünya, hayat ve yaşam çizebilmek adına elindeki en değerli enstrüman okulun ve eğitimin. Benim kızım olsaydın sanırım babamın verdiği nasihati vermek için en doğru zaman bu an olurdu. Sana derdim ki elinden gelenin en iyisini yap Duru. Bunun karşılığı hayatının en kıymetli hediyesi olacak.

Sanıyorum 2015 yılbaşı akşamıydı. Yalıkavak...
2015 Yalıkavak
Asmalı Cavit'te yerin hep sabit...


Devam edeyim. Derken derken babam bir berbere çırak girmiş, çalışkanmış, yetenekliymiş. Çok da sevilirmiş. Senin yaşına geldiğinde (17) Bebek gibi bir yerde kendi salonunu açacak kadar ilerletmiş kendini. Dükkanını ilk kurduğunda Rum, Ermeni ve Yahudi çalışanları olduğunu anlatır ve onlarla kurduğu güzel dostluklardan gülümseyerek bahsederdi.

“Kimseyi ayırma, ötekileştirme. Yakıştırmalar yapma, lakaplar takma. Hele nefret hiç etme.”

“Kültürünü, adetini, inanışını bilmediğin insanlara ahkam kesme. Konuşarak kimseyi incitme. Hep dikkat et.”

O zamanlar sosyal hayat şimdiki gibi değil. Daha renkli. Rumba, çaça, salsa gibi dansların popüler olduğu bir dönem. Kulüplere gidiliyor. Dükkanında çalışan Rumlar bu kulüplerdeki partilere katılıyorlar. Babam merak etmiş, manikürcüsü Maria ona dans öğretmiş. “İlkokul mezunuydum ama dans ediyordum” diye anlatırdı. Bununla nasıl gururlandığını gözlerinden okumuştum. Batı Yakası Hikayesi gibi pek çok gösteri ve müzikali ilk kez babamdan duymuşumdur. İnsanın sınırlarının dışına çıkması, kendi içine kapanmaması gerekliliğini babamın gençlik anılarından öğrendim. Hatta buna özel bir başka hatıram vardır. Yediğim ilk ve tek tokata aittir.

Pazar günleri adet olmuştu pikniğe giderdik. O zamanlar İstanbul’da Belgrad Ormanı dışında gidilecek bir sürü yer vardı. Şimdi çoğu binaların ve betonun altında kaldı. Bir gün önceden köfteler, sandviçler, salatalar, kekler, börekler vs. hazırlanır, piknik çantasına yerleştirilirdi. Sabah ise erkenden çaylar demlenir termoslara doldurulurdu. O gün benim için her şey alışa geldiğim gibi başladı. Öğleden sonra mangalın son ateşine babam sucuk atmış, küçük bir ekmeğin arasına sıkıştırıp bana uzatmıştı. Ben ki şarküteri ürünlerini sevmezdim. Geri çevirdim. Babam ısrar etti. Sevmiyorum dedim. Oysa hiç tadına bakmamıştım. Kokusundan sanırım bilmiyorum içinde sucuk olan hiçbir şeye dokunmazdım bile. Babam bir nohut tanesi büyüklüğünde küçük bir parçayı uzattı ve “Bir tadına bak önce. Yine sevmezsen yemezsen” dedi. Onu bıktıracak kadar direndim. O da beni bıktıracak kadar ısrar etti. Öyle ki aramızdaki bu ye, yemem muhabbeti boyunca piknik yaptığımız yerden epey uzaklaşmışız. Aklımca kaçıyordum. Uzatmayayım sonunda pes ettim. O nohut tanesi büyüklüğündeki sucuk parçasını ağzıma attım. Dilimin üzerinde gezdirip, damağıma sıvadığı yağdan ne kadar rahatsız olduğumu hatırlıyorum. Babam da rahatlamış bir şekilde “Tadını bilmediğin bir şeyi sevmiyorum diyemezsin. Bilmediğin şeyleri deneyimle öğren, tanı öyle tepki ver” gibisinden öğütler veriyordu.

Anladığın üzere nasihatlerle büyüdüm ben. Bugün hepsi benim için bir kıymet. Başta burun kıvırsam da. Ben de zaten bugün anlamanı beklemiyorum ama bir gün bir yerde hatırlayacağına eminim.

Tükürdüm. Bir kere bile çiğnemediğim sucuk parçası olduğu gibi babamın önüne düştü. O an yüzünün aldığı hali hatırlıyorum. Zaten iç sesim direkt kaçmamı söyledi. Ben de o sesi dinledim. Bu babamı daha da sinirlendirmişti. Beni yakalar yakalamaz hayatımın ilk ve son tokadını yedim. Elime ekmek içi sucuğu sıkıştırdı ve geri döndü. Olduğum yere oturup sucuğu kemirmiştim. Yıllar sonra bir gün kendime sucuklu yumurta hazırlarken o günü hatırladım. Bugün bizim hayatımıza hiçbir katkısı olmadığını düşündüğümüz şeyler, ki bu bir lezzet olduğu gibi, bir müzik türü, uzaktan tanıdığımız birisi, farklı bir yaşam tarzı, mekân vesaire de olabilir. O yüzden benim burada söyleyeceğim şey hiçbir şeyi ret etme olur. An itibariyle uzağında tutabilirsin ama bir gün olur yanında veya içinde bulursun kendini. Bak hele bir sucuktan nerelere geldim…

Yine babamın söyledikleriyle devam edeceğim.

“Arkadaşlarının senden daha iyi olmalarına özen göster” derdi mesela.

“Senden daha iyi, çalışkan, dürüst, öz güvenli olurlarsa seni de yukarı çekerler. Tam tersine tembel, zayıf, numaracı arkadaşların seni yolundan döndürürler.”

İyi arkadaşların senin canını sıksa da duymak istemediklerini söylese de iyiliğini düşünürler. Onları zaten anlarsın. Ama bir anlığına kendini kötü hissettiğin için direnirsin.

Yerküpe Turu'na gelmiştin.
Seninle ilk çadır kampımız. Soldaki çadıra sığmıştık üçümüz.


Kötü arkadaşların ise boş ver der, takma kafana der, unutalım der. Bencillerdir. Duymak istediklerini söylerler. Bu da seni iyi hissettirir ki en tehlikelisidir. Uçucu bir iyi hissediştir bu. Sırf bu nedenle sorumluluklarını göz ardı edebilirsin, bugünün işini yarına bırakabilirsin. Kısaca yarına borçlu kalabilirsin. Hiçbir şeye borçlu kalma Duru. Ne duygu ne zaman ne de para olarak.

Para demişken, babamın bu konuda da bize nasihatleri vardı elbet.

Her şey değildir ama cebinde para bulunması kendini iyi ve güvende hissettirir” derdi.

“O yüzden elindeki parayı harcayıp bitirme, bir kenarda biraz ayır. Eğer elindeki paranın %49’nu harcayabiliyorsan zenginsindir” demişti.

Bu formülü kaç yaşına geldim hala uyguluyorum Duru. Bazen ihtiyacım olan ve almayı çok istediğim bir şeyi sırf buna uymadığı için almayı ertelerim. Benim de naçizane önerim almadan önce o şeye önce ihtiyacın olup olmadığını değerlendir sonra da %49 formülüne uyup uymadığını kontrol et. Böylece senin elinde olmayan sistemlerin içine düşmezsin. Hesabında olmayan parayı sana harcatmak için bir sürü yol kazan bankacılık sitemi gibi. Borçlu olmak çok kötü bir şeydir ve hayatını hepten değiştirebilir. Yine babamın öğüdüdür alabiliyorsan peşin al, taksit işine hiç girme.

Gümüşlük pembeleri...
Bilinmeyen şekiller isimli dosyanı hazırlarken :)


Hayat bu, birileri de sana borçlanabilir. Başı sıkışmış, eli darda arkadaşların illaki olacaktır. Onlara razıysan yardım elini uzat. Emin değilsen ihtiyacı kadarının bir miktarını ver. O para geri gelmiyorsa üzülme zaten emin olmadığın birine yardım ettin ve ona artık kapıyı kapatabilirsin. İkinci kez bir şey isteyemez. Her kim olursa olsun(!) istemesine de izin verme zaten. Mesela değil yakın dostun senden sürekli borç isteyen bir erkek arkadaşın olmasını emin ol sen de istemezsin.

Senin de borca ihtiyacın olabilir tabi. Burada önce bizler varız. Her zaman arkanda ve yanında olacağız. Başta annen baban ve ailen var. Eh ben de ailenim senin. Ama bizim olmadığımız bir dönem gelecek. O yüzden borcuna sadık ol, söz verdiğin zaman öde, öde ki aldığın kişi hakkında tek gram şüphe etmesin. İnsanlar ne kadar iyi arkadaşın dostun olsa da sözünü tutmadığında arkandan konuşmaya başlarlar haklı olarak.

Bu arada erkek arkadaş demişken bu konuda ahkam kesmek haddim değil. Hele ki her şeyin çarçabuk tüketildiği şu yıllarda. Kısa ve uzun zamanlı ilişkilerin olacak. Hepimiz gibi sen de deneye yanıla, heyecanlar ve hayal kırıklıkları yaşayacaksın. Tıpkı arkadaşlarını seçerkenki gibi hayatında sana dönem dönem eşlik edecek o özel insanları seçerken özen göster. Onları özel yapansa senin sevgin, saygın, inancın ve aşkın olacak. Tıpkı seni özel yapacak şeyler gibi. Her şey karşılıklıdır ama bu karşılığı bir alışveriş gibi düşünme. Karşılık bulamadığını hissettiğinde ısrar etme. Sevgide mutluluk zorla olmuyor. Kimseyi kırma, seni de kırmalarına izin verme. Biricik gördüğünün seni de biricik görmesidir önemli olan. Aşk böyle nefes alır.

Yüzün hep gülsün emi...
Seni seviyorum

Günahınla, sevabınla başta anne ve baban olmak üzere ailen olarak hep yanında olacağız. Bil ki seni hep mutlu görmeyi hayal ederek yaşıyoruz. Ara ara hayatına karışılıyor gibi hissedip kızabilirsin. Elde değil sen bizim gözümüzde hep mutlu olmalısın. Alacağın kararlar, atacağın adımlar, seçimlerin her ne olursa olsun bazen bizi endişelendirecek olsa da bil ki arkandayız. Hiçbirimiz ailelerimizin hayal ettiği gibi yaşamadık. Sen de bizim hayallerimizi değil kendi hayallerini yaşayacaksın.

Artık sona geleyim. Biliyorum çok uzattım. Bana yıllar içinde verilmiş nasihatleri birkaç sayfaya sığdırmaya çalıştım. Biraz sıkmış olabilirim. Fakat bunları yüz yüze konuşmaya çok vaktimiz olmuyor. Bundan sonra da olur mu bilmiyorum. Umalım ki olsun… Zira hep her şeyi bildiğimizi sanıyoruz ama hayat bilmediğimiz yerlerden sorular hazırlıyor bizlere.

Yeni yıl hayal ettiğin gibi gelip geçsin.
Seni seviyorum…
Coka

Yorumlar

  1. Ben çok duygulandım okurken, ne mutlu Duru'ya ve ömrü gülüşü kadar güzel olsun dilerim...

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı. Duru'ya sevgiler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Duru'ya sevgilerinizi ileteceğim...

      Sil
    2. Yüreğinize sağlık... Duru yaşında bir kızım var benim de, Okurken hep Lila geldi gözümün önüne, o da okusun istedim. Makedon ataları belki de bu yolla mesaj göndermişlerdir kimbilir? Duru'nun,Lila'nın ve tüm çocuklarımızın bizlerden çok daha iyi, güzel bir hayatı kolaylıkla ve bilinçle yaşamaları, bizlerin de tanıklık etmemiz dileğimle...

      Sil
    3. Ne güzel söylemişsiniz! Umalım ki tanık olalım güzel yaşamlarına...

      Sil
  3. Umarım yüz yüze, can cana, kalp kalbe birlikte yaşayacağınız nice sevgi dolu yıllarınız olsun. :) <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok çok teşekkür ederim :) mutlu yıllar... Bodrum'dan sevgilerimle..

      Sil
  4. Ne güzel yazmışsınız. Duru annesine çok benziyor. Allah bahtını açık etsin. Sizler yanında olduğunuz için şanslı bir kız olduğunu düşünüyorum. Babanız sizi çok iyi yetiştirmiş. sanırım sizinle gurur duyuyordu. Allah rahmet eylesin. İyi yıllar dilerim. Hülya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Hülya Hanım... Size de Bodrum'dan mutlu yıllar...

      Sil
  5. Keyifle okudum.

    Duru yıllar içinde bu yazıyı her okuduğunda yeniden anlamlandıracak; okudukça iç dünyası daha da zenginleşecek, ne güzel...

    Paris’ten Bodrum’a selamlar, sevgiler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından