Enjoying your free trial? Only 9 days left! Upgrade Now
Brand-New
Dashboard lnterface
ln the Making
We are proud to announce that we are developing a fresh new dashboard interface to improve user experience.
We invite you to preview our new dashboard and have a try. Some features will become unavailable, but they will be added in the future.
Don't hesitate to try it out as it's easy to switch back to the interface you're used to.
No, try later
Go to new dashboard
Published on Apr 16,2023
Like
Share
Download
Create a Flipbook Now
Read more
Published on Apr 16,2023
No description
Home Explore Adalet-Agaoglu-Fikrimin-Ince-Gulu
Publications:
Followers:
Follow
Publications
Read Text Version
More from Mücahit Aydın
P:02

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

P:03

REMzt KtT ABEVt Yayınları

Dizgi, Baskı ve Cilt: Yükselen Matbaacılık Ltd. Şti. 1977

P:04

ADALET AGAOGLU

« FiKRiMiN

iNCEGÜLÜ»

Roman

REMZt KtTABEVt

Ankara Caddesi, 93 - Istanbul

P:06

Gir i ş

Sürücüsüne göre balrengi olan Mercedes, sabırsız, nerdeyse son bir atılırola hızlandı. Bulgar çıkışıİlı geride bırakıp girişe yaklaştı. Orada yavaşladı.

Yavaşla... Yavaşla... Bırak geçsin bokoğlu bok! Hasköy mü, Haskova mı, ne cehennemse, ordan bu yana caruma okudu hokkabaz. Eğlendi benimle... Güldenhouse'unun içine sıçıym senin! Geç, hadi geç!.. Gir içeri de, orda

görüşürüz. Benim, o koskoca Volvo Transport'larla bile

böyle başım ağrımadı be!.. Yürüsene hokkabaz arabası!

Yaşı geçmiş boyalı orospu! Olup olmuşu bir kamyonetsin

işte... Dökülen bir kamyon et... Lakin, herif, bu süslü döküntüye bir Mercedes 280 motoru oturtmadıysa bana da

Bayram demesinler!

Bayram'ın gözüne, direksiyonuna kurulduğu Mercedes'i bütünüyle bir kez daha göründü. Yüreğiyle bir kez

daha tozunu aldı; sevip okşadı onu. Güvenle kaykıldı arkasına. Oturduğu yere, salt geçmiş yılların değil, çok uzun

bir yolun yorgunluğunu da hemen hiç duymaksızın, keyifle yerleşti. Ayağım gazdan usulca çekti. Karoserine

boydan boya Güldenhouse yazılı, şişko çıplak adamlar,

doğada rastlanması olanaksız çiçekler ve sırtlana benzer

hayvanlarla renk renk resimlendirilmiş kamyonete yol

verdi. Bundan yararlanan GG AN 321 plakalı mavi bir

Taunus da, Bayram'ın M HU 617 plakalı Mercedes 230'unu

solladı; gaziayıp öne fırladı. Sımr kapısı önünde fren yapıp durdu. Üstü resimli ve Güldenhouse yazılı kamyonet,

5

P:07

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yine Bayram'ın önünde kaldı. Bayram, karşısını büsbütün göremez, karşıdakilerce de hiç görülemez oldu. Sentetik hasırdan örülmüş tirol biçimi, deniz yeşili şapkasını düzeltti. Kırmızı üstüne kara baskı notalar, Franz Lehar

yazılarıyla süslü gömleğinin açık yakasım çekiştirdi. Sabrına sabır katıp usul usul okşadı direksiyonu.

Bu· girişi yol boyu bambaşka düşlemişti. önünde, yanında yöresinde hiç bir oto, hiç bir kamyon, kamyonet, ya

da şu tren gibi uzun TIR'lardan bir teki bulunmayacaktı.

Sınır kapısından .çıkan herkese ve sınır kapısında görevli

bütün memurlara karşı öyle, balrengi, gıcır gıcır, süzülerek giriverecekti içeri. Kapıda yavaşlayacak, memurların,

durması için ona saygıyla gösterecekleri yere doğru kayarak ilerleyecekti. Son yüz elli kilometrede bunu hep

böyle düşünmüştü. Son otuz kilometrede ise, ön cama çarpıp kanayan en küçük sinek lekesini bile temizlemek için

durmuş, dört kez de tozunu almıştı arabasının. Üstüne

Güldenhouse yazılmış boyalı, resimli kamyonetin üst yanı çıplak, sakallı ve sıska sürücüsü de Bayram'ın titizliğini daha ·ikinci rastlaşmalarında farketti. Yorgunluğunun,

uykusuzluğunun üstüne tuz-biber ekti onun. Böylece, sabahın alacasında Bayram, kendi yüzünü sık sık görmek

zorunda kaldı. Güldenhouse'un, peşinden hep öyle, arsız

bir kedi gibi gelip gelmediğini anlamak için, dikiz aynasında kendi gözleriyle de karşılaştı. Özellikle son üç yılda

ne denli yaşlanmış olduğunu ilkin, işte bu Güldenhouse

hergelesi yüzünden anladı. Daha kötüsü, bu titrek sakallı

herif, Bayram'ın içinde sürekli döndürdüğü, tadına doyum

olmayacak bir filmi yeniden yeniden seyretmesine izin

vermedi. Onca inatla sürdürülmüş bir koşunun son noktasına giriş demek olan filmi.

Kamyonetin sürücüsü, günün ilk ışıklarıyla sırtındaki

6

P:08

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

fanilayı çıkarıp atmıştı. Gittikçe yükselen ve şimdiden

yakıcı olan güneş, seyrek kıllı beyaz göğsünü sevindiriyordu. Kıvanarak ikide bir Bayram'ın önüne geçiyor, elini çıplak göğsüne sürterek ccOhh... Oh ... \" yapıyor, sağ

tekerini inadına toprak banketten geçirerek ortalığı toza

boğuyor, ya da bir domatesi yarım ısırıp salıveriyordu

Mercedes'in üstüne. Sonra yeniden yavaşlıyor, yeniden

Bayram'ın geçmesine izin veriyor ... Sarı, kıvırcık sakallarını titreterek gülüp selamlıyor Bayram'ı. Cılız göğsünde

ince bir zincir sallanıyor.

Bayram, arabasının iyi cins, lekesiz aynasında kendi

yüzünü ilkin bilmeden gördü. Bu' şapka, o kravatlar, arka

cama bir naylon torbada asılı o takım elbise, bir fotoğraf

makinesi, yine kendine sentetik bir yağmurluk, bu Franz

Lehar'lı gömlek, sonra, Mercedes'in bütün geçmiş yıllarına ait modelleriyle desenlenmiş bir başka gömlek, -fakat bunu varışa saklıyor. Akşama, varacağı yere Mercedes'iyle takım girecek ... - bütün bunları alırken, alıp

Mercedes'ine yerleştirirken, sonra da içine kendi kurulup

yola çıkarken yüzü hep ilgisinin dışındaydı. Yüzüne bakmaya, ordaki çizgilerde yılları kurcalamaya zamanı olma..:

dı. Ama, kamyonetin sürücüsü Bayram'la oynamayı sürdürdükçe, sık sık aynada kendi yüzüne bakarken yakalıyor kendini. Orda, bu Mercedes'in içine daha çok yaraşacağını sandığı, bir zaman öncesinin tutkulu bakışlı, kıvılcımlı, esmer delikanlısını görmeyi umuyor. Nerde? Aşağı doğru damar damar sarkan yanakları,' sağ gözünün altındaki bir yanık izi, derine kaçmış gözleri, sarı-kara yüzünde cansız, mat, sigara isi bir kırçıllıkla uzayıvermiş sakallarıyle; ağzını açtıkça, sol üstten ikisinin eksikliği hemen görünen dişleriyle karşılaştıkça içini biber yutmuş

gibi bir acılık çabucak dalayıp geçiyor. Bu Mercedes'in

7

P:09

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

direksiyonu başına artakalan Bayram'ı, aynada artık salt

kendisinin s�çebildiği, gözlerinin kuytularına çöreklenmiş

bir ışıltı, bir de, gürlüğünü, sertliğini hala saklayan, sadece rengi güneşsiziikten birazcık paslanm�ş izlenimini

veren kaşlarıyle ulaşacağı yere ulaşınaya değer buluyor.

Geriye artakalan o gizli ışıltı ve bu kaşlar, Mercedes'in

pırıl pırıl dikiz aynasıyle birleşinc� Bayram'ın içine yine

de usuldan bir gönenme yayılıyor. Bu yüzü sevmeye hazır buluyor kendini. Bu yüzü kutluyor. Yazık ki, Güldenhouse'un maraz suratlı sürücüsü, sık sık yitirip yeniden bulduğu şu tadın sürekli olmasını engelleyip durdu

işte. Hele bu, en önemsediği anda ...

Canının ne istediğini bilmedim değil orospu çocuğunun... Hep bildim ülen niye kaşındığını. Kalıbımı görüp

ağzının suyu aktı değil mi? Elbeet... Otuzumu yeni aştım

daha. Kırkıma çok var. Hem çook... Or am yumuşamadı.

Adam dediğin, bizim oralarda, kalburu yerden kaldırabildiği zamanca adamdır. Kalburu yerden kaldırıyorsa noksan basmaz. Hedefi şaşmaz evet. Lakin, becermemi istedin

diye becerecek değildim seni. Bak haı'a kuyruk sallıyor!

Yürüsene be! then, taksime bir zarar gelmeyeceğini bilsem, kı çından sürerdim ya ben seni şimci ...

Süslü kamyonet nazlıca ierledi.

.

Girişe doğru içeri, Bulgar Sınır Karakolu'na doğru ise

dışarı açılmış demir kafes kapılar turuncuya boyanmıştı.

Yolun iki yanında birkaç akasya ile zeytin ağacının yaprakları, üstlerinden sabahın serinliğini hemen atmış, şimdiden nerdeyse iyice ısınmıştı. Haziran sonunun sabah

güneşi, bunaltıcı bir günü haber veriyor.

Üstü resirnli kamyonet sağdan girdi. Motoru çalışırken bekledi. Boz gömlekleriyle kapıda dikilen üç memur8

P:10

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

dan biri, düğmesine basılmışçasına, sol kolunu yukarı,

Güldenhouse sürücüsüne uzattı. Sürücü, beklenen kağıtları verdi. Memur, şöyle bir göz attı kamyonetin içine;

ccgeçıı ve ccilerleıı işareti yaptı.

Kamyonet ilerledi. Sağa kıvrıldı. Gitti, Gümrük Kontrol'ün karşısında, kendisine gösterilen yerde durdu.

Bayram, artık inadına acele etmedi. İnadına hemen

sürmedi Mercedes'ini. Önü iyice açılsın, memurların hepsi, sımr giriş kapısı ile sınır giriş yolu arasında kalan alandaki herkes tam karşıdan, girişini bütünüyle görebilsin

istedi. Memur şimdi mavi Taunus'a bakıyor. Bayram da

eğilip, siyah parlak ön tabloya yeniden birikmiş ince tozu

üfledi. Omuzlarını dikledi. Uzanıp sol dikiz aynasım düzledi. Arkadan alt yam yeşil, üst yam kara, eski bir Ford

Escort'un çabucak yaklaşmakta olduğunu o sıra gördü.

Ford'un önünde, çelimsiz bir sürücünün yanında anaç bir

kadın oturuyor. Arkalarında o denli eşya yığılı ki, geride

daha başkalarımn da olup olmadığı. seçilemiyor. Ford'un

üst bagajına, büyük naylon torbalar içinde birkaç denk

bağlanmıştı. Naylon torbalardan en üstteki yırtılmış. Yırtıktan dışarı, şişirilmiş, koskocaman bir tirnsalım kuyruğu sarkıyor. Kuyruğu seçer seçmez anladı Bayram.

Bizim V eligil bunlar!.. Şuna bak. Salkımsaçak. Bir

de kalkmış, eşyalarımn yarısım sana yükleyeceklerdi Balkız. Ben çocuklardan birini almayınca eşyaların yarısını,

hele o televiz�onu bize yükleyivermek için amma direttiydi bu Veli. .. Oğlum, sen ne diyorsun be? .. Kıyabilsem

Balkız'ıma, ben kendim için, hısım akrabam, eşim dostum için, değil mi ya, yüklenirdİm bir iyice. Bak, amcamız hastaymış da, ona bile eli boş gidiyoruz. Hasta adam

kravatı, gömleği ne yapsın? Bari, başucuna bir radyo alsaydım, pilli... Yükleyecek olsam ben, değil mi ya a Veli,

9

P:11

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

seni mi beklerdim? Ford'un da iyice canına okunmuş ...

Gördün ya Balkız? Bunlar bizden bir gün önce çıkmadılar

mıydı yola? Ee, arızalanmışlardır tabii... Çocukların da

ikide bir çişi gelmiştir. Hadi canım! Lafa bak lafa! Çocuklardan birini yanıma alacakmışım . .. Tükrüğünü, sümüğünü yeniı kılıfımıza silecek de . .. Kapılarımızı ayaklarıyla, camlarımızı elleriyle çizip kirletecek de... Adam

kendi bile oturmaya kıyamıyor, değil ki. ..

Bayram gaziayıp ilerlemeden Ford kornasını öttürdü. Cırt cırtt!, Bayram içinden güldü. Kornadan gel. Tanımadılar bizi. Tanısalar, hadlerine mi düşmüŞ cırt cırttt...

Düdük. Bastı Mercedes'in kornasına. Traray trarayy!.. Ne

güzel be! Ne güzel bir ses bu!.. Kadın sesinden güzel. Bütün türkülerden, bütün şarkılardan güzel. .. Traray trarayyy!..

Turuncuya boyalı kapının yanında duran memurlardan kapkara gözlüklüsü Bayram'a haykırdı:

•- Cakayı bırak da yürü! n

Askerliğini Gevaş'ta, bir jandarma çavuşunun kariyolüne sürücülük ederek yaptı Bayram. Komandoların �ilah kaçakçısı yakalamak için Uludere'de, Hoşap'ta verdikleri baskınlara, üstlerinin buyruğu, onlar da katılırlardı. Van'dan doğru, Gevaş'tan doğru, Hoşap Kalesi'ne uzanan tozlu yolu tüttürerek, keyfinden narala,r salıverecekmiş gibi sürerdi kariyolü. Jandarma Başçavuşu, onun böyle cakalı, tumturaklı; üstüne bindikleri bir lunaparkın

yalandan çarpışılan elektrikli arabalarıymışçasına kariyol

sürüşüne sık sık öfkelenir:

ıı- Cakayı bırak, bakoğlu bok! Canımı sen vermedin.

Sürdürürüro piyadeye haa! .. Anam avradım olsun sürdülO

P:12

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

rürümıı der, mavzeriyle Bayram'ın böğrüne böğrüne dürterdi.

Askerliğinin son aylan, hep bu huyundan ötürü Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı emrinde

geçti. Bu kez de, Diyarbakır Cezaevi yönetiminde görevli

üsteğmenin cip sürücüsü olarak. Cezaevi'nin kapısına yaklaşırken, içerdeki bütün tutukluların birer delikten kendi

sürücülüğünü, yalnız bunu seyrettiklerini sanırdı. Cipi

hoplatıp zıplatıp iyice barbarlaştırarak koyverirdi taa

karşıdan. Taş, tümsek tanımaz, onu sihirli bir Hint seecadesine benzetrnek isterdi. Tek düşüncesi, bütün tutuklulara, bütün Cezaevi personeline, kendisinin bir direksiyon başında olduğunu göstermek... Görenlere, daha çok

bir merkebi hoplatıyormuş izlenimi verirdi ama. Yine de,

cipin üstünde iken görünmeden, ilgileri toplamadan geçip gitmektense Bayram cipiyle Dicle'ye yuvarlansın, orda boğulup yitsin daha iyi. Böylece, üsteğıneni de, bir ere

yapılandan daha çok horlama, dövme olanağı buldu Bayram'ı. Onu kayıştan geçirmediği zamanlar en tatlı sözü:

((- Oha hayvan! Oha hayvan! Oha öküzoğlu öküz,

ohaa!..ıı idi.

Cezaevi'ne yaklaşırlarken en sık yinelediği ise:

\"- Akşam, tekmilde bu cakanın içine sıçacağım yine.!..ıı

Bir kez de Dicle kıyısında cipi durdurtmuş, Bayram'ı

cipin önüne sırtüstü, bir pösteki örneği yatırtmış, direksiyona da kendisi geçip motoru çalıştırmıştı. Cip homurdanıyor. Durduğu yerde ha yürüdü, ha yürüyecek. Yer

de nere? Tam Bayram'ın karın hizası. Tekerlekler az sonra nerdeyse gövdesine teğet geldi. Üsteğıneni onu ezmeye

hevesienirken bir yandan da:

ll

P:13

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

••- Cakanı bir solucan gibi ezmeden bırakmayacağım

seni!ıı diye bar bar bağırmıştı.

Cip, Bayram'ın gövdesi bitişiğinde didiniyor. Daha

hızla didiniyor... Bayram o sabah çok haykırdı. Aklını

yitireceğini sandı. Dicle kıyısından sağ kalktığına günlerce inanamadı.

Elinde değil Bayram'ın. Ne zaman bir direksiyon başına geçse, yüzünde, bakışında, duruşunda göreni öfkelendiren bir değişme oluyor. O olaydan bu yana kaç yıl geçti. 1971'in ağustos aylarında mıydı ne, Dicle kıyısında debelenişi? Üç aya kalmadı, terhis. Ondan sonra, direksiyonu başına oturduğu bir motorluyu delilendirmemeye çalıştı durdu. Şimdi, kendi arabasının direksiyonuna geçince bunu biraz başarıyor da. Ama, yüzünün, duruşunun

heyt-heytlenmesini, böyle bir değişime uğramasını bir türlü engelleyemiyor. Elinde değil.

Kara gözlüklü memur:

cc- Cakayı bırak da yürü!n diye haykırınca, Bayram

kendini Dicle kıyısındaki tozlu yol üstünde, karnı göğe debelenirken buluverdi. Bir cip, yambaşında hırıldıyor. Bayram'ı orta yerinden biçip geçmeye hazırlamyor. Bayram

ağlıyor, yalvarıyor ...

Böyle sünepeı mi olacaktı bu kapıdan girişim? Bunca

tantanasız, bunca özensiz, bokumbok böyle? Sen, bunu

bunu, şöyle şöyle hesabet, kur kuruştur da ...

Sınır kapısından girdi. Kağıtlarım memura, bir solucamn ürkek kayganlığı ile uzattı. Gözlüklerinin karanlığından gözlerinin tek ışıltısı seçilemeyen memur da, Bayram'ın Mercedes'i sanki herhangi bir Taunus, üç yıl, beş

yıl öncesinin bir Ford'u, bi17 Volkswagen'iymiş gibi, yerli

12

P:14

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

montaj Anadol'muş gibi, hiç önemsemesiz, ona ilerde bir

yeri gösterdi:

«- Çek şuraya!ıı

Toprak rengi gömleği, elini belinde tutuşu, ne denli

kazısa kıl kökleri belli yüz traşıyla bir sıkıyönetim görevlisinin verdiği yürek çarpıntısını veriyor.

Bayram, yorgunluğunu duydu. Arabasını gösterilen

yere dek güçlükle sürdü. Arabayı park etmekte hep zorlanıyor. Şimdi büsbütün terledi. Direksiyonu döndürüyor.

Geri vitese takıyor, sonra ileri alıyor; Mercedes'in kuyruğu yine düz durmuyor. Sersem kafarol Şunun otomatik

viteslisini almadım da ... Kıskanç Yaşar'ın sözüne kandım

da... Günüledi beni, elbet... Ee, elbet. Bayram, yorgunluğunun üstesinden geliyor. Usulca düşen omuzlarını yeniden dikletiyor.

Bir başka memur, çıkış yönüne doğru, ama soldan

ilerleyen, üstü Barbish Reisen yazılı otobüsün sürücüsüne haykırdı:

«- Bu yandan hayvanoğlu hayvan! Bu yandan! .. ıı

Barbish Reisen'in, küçük bir domuzun güleç kıçını

andıran pembe, yuvarlak yüzlü sürücüsü, tatlı tatlı gülümsedi. Başıni uysallıkla salladı. Otobüsü beri yana, sapsarı matolinle boyanmış, uzaktan uzağa eski Çin yapılarını anımsatan nöbetçi kulübesinin önüne sürdü. Otobüsün içindeki yaşlı gezginlerin topu, memurlara iyimser

gülümsemelerle bakıyorlar. Aman ürkütmeyelim. Hoşgörelim. Yazık bunlara ... Bir kediyi sıvaziarken tırmalanmaktan da çekinen, ama ille hayvanları sevrneleri gerekli Batı dindarları ... Bol ve uzun güneşlenmişlerdi. Yine

de sanki güneş, yaşlı derilerinden içeri hiç sızamamış, bu

derilerin salt yüzeyini kızartıp bırakmıştı. Bermudalı to13

P:15

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

parlak biri, otobüsün ardından koşuyor. Otobüs sarı nöbetçi kulübesinin önünde durunca o da, kolunun altında

otuz dört Federal Almanya pasaportuyla atladı içine. Binerken arka kapının basamağında dikilip Kapıkule'nin

son bir fotoğrafım çekmeyi unutmadı.

Barbish Reisen'in ardından güzel, sedef beyazı bir İmpala süzülüp geçti. Istanbul plakalı İmpala'yı iki deri kamyonu izledi.

İş ve İşçi Bulma Kurumu Sımr Şubesi önündeki açık

hava masasına yerleşen Nuran hamm, daha nöbeti devralırken hofluyor. Kırkına gelmiş, evlenmeyi artık tümüyle aklından silip kendini koyvermiş. Şişmanlığı, kötü toplanmış saçları bunu söylüyor. Hiç bir şeye direnmiyor. En

çok da önüne konulan armağanlara, anmalıklara direnci

yok. Beklemiyar ya, geri de çevirmiyor. Usamk. Aym usamklıkta, ama bunu yaşamaya hiç olanağı bulunmayan bir

işçinin masasına bıraktığı kutuyu, tepesinde, akasya dalına asılı torba çantasına tıkıştırıyor.

Bayram, E 5 Yolu'nun I Numaralı Devlet Yolu'yla kaynaşmaya hazırlandığı noktada,. arabanın sessiz işleyen saatine baktı: Yediyi kırk geçiyor. Saati parmaklarımn

ucuyla sildi. Parlattı. Açık camdan içeri koltuk döşemesinin üstüne esmiş birkaç saman çöpünü aldı. Fotoğraf

makinesini boynuna asıp indi. işçinin, Nuran hamının masasına bir karton sigara bıraktığım, kadımn da onu çantasına tıkıştırdığım arabadan inerken seçti. Açıktaki masanın hemen ardından, tek katlı bir yapının camlı kapısından sanşın bir delikanlı çıkmıştı. Kartonu Nuran hanımın masasına bırakan adama doğru yürümüş, onu kolundan tutup yapının gerisine doğru çekmişti. Bayram,

bunu da gördü. Yakalandı pezevenk! Şimdi doğru Diyarbakır Cezaevi'ne tıkıl da gör gününü� .. .Biz de kımıldaya14

P:16

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

lım hele ... Bakalım bu sarı oğlan bizim karşımıza nerde

dikilecek ... Kılı kırk yarar böyleleri ...

Vedat, İş ve İşçi Bulma Kurumu'nun Kapıkule Şubesi'ne iki ay önce atanmıştı. Önlenebilecek her tür kötülüğü önleyebileceği, eğri giden her şeyi düzleyebileceği inancını bir kez de burada denemeye hevesleniyor. Yapıyı temelinden onaramadı. Bir süre için çatının kiremitlerini

aktarmak belki... Böylece, arabalarının üç aylık triptik

sürelerini geçirmiş, ya da pasaportlarında yazılı oturma

sürelerini aşırtmış dalgın işçilere kanat germek için çırpınıyor. Onların her tür boyun eğmişliklerine başkaldırıyar. Artık her işin başı Nuran hanım. Kadının masasına bırakılan sigara kutuları, alçak gönüllü bir gazlı çakmak ya da alçak gönüllü bir şişe şampuan artık bütünüyle Nuran hamının sömürücülüğünü belgelemektedir. İşçilerse ... Allah razı olsun şu kadından. Girişte olsun, çıkışta olsun bizi ne çeşit belalardan koruyor. Bir küçük

armağan sunmuşuz. Gönülden kopma. O da torba çantasına atıvermiş. Ne olur? Maksat, takılıp kalmayalım da

şuralarda ... Vedat, her birine kaç kez rica etti: \"işiniz burda nasıl olsa görülecektir. Bu büro bunun için kuruldu

kardeşler. Kimseye kanmayın. Kimseye rüşvet borcunuz

yok. Alacağınız var. Sizse veriyorsunuz ha bire . .. ıı

Tek katlı yapının duvar dibine çektiği işçiyi de böyle

böyle uyarmaya çalışıyor şimdi. İşçiyse, sabırsızlanıyor.

Gözü ilerde, arabadaki çoluk çocuğunda. Zaten gecikmişler. Bremen Haven'e ise daha binlerce kilometre yol var

önünde. Sucuklar, pastırmalar, helvalar, börekler Volkswagen'in içinde pişmeye başladı. Her yerde böyle beklersek hepsi kokacak. Pasaport Kontrol'ün memurları takmasalardı ne olurdu sanki? Daha ne zaman geçebiliriz

burdan? Geçebilir miyiz? Onlar buna gönderiyor. Bu da

15

P:17

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

şimdi onlara gönderirse geri, işimiz var. Süreyi geçirdim,

evet. Anaının cenazesini kaldırmak gerekiyoı:du. Aslında

benimki dalgınlıktan değil. İhmalkarlıktan hiç değil beğ

kardeşim. Anam, bi görüym, öyle ölüym, demiş. Gördü

beni, öyle öldü çok şükür. Şimdi bu kadın bizim pasaportlara damgayı basmazsa, artık temelli tutakorlar beni. Tutakorlarsa, ben yandım beğ kardeşim. Sen basıyor musun

mühürü? Basıyorsan, bas geçeyim. Al bak şu çakmağı.

Dönüşe saklamıştım. Bir anmalık olarak buyur, al. Mührü basarsan, bana artık onun gereği ne? Al, beğ kardeşim,

al be! Bir anmalık. Geri çevirme. Tenezzül buyurmadın,

pekala. Bari, bas mührü geçeyim ...

Mühür Vedat'ın elinde değil ki. Mühür de, imza da

Nuran hamının elinde. Vedat'ın elinde olan salt birkaç kitap. Birkaç öğüt. Dün, öğrenciyken elinin altında daha

çok şeyi vardı. Arkadaşları, forumları, miting alanları.

Bugün kala kala bir sınır karakolu, bir' de buranın Nuran hanımı işte. Gerisi Istanbul'da yarım duruyor. Öğrenciliği nasıl yarım duruyorsa, öyle.

Duvar dibine çektiği işçiye kırgınlıkla baktı:

u- Bizden uyarması. .. \"

Gümrük deposuna doğru yürüdü. Asıl kırgınlık nedenini henüz kendine bile açmaktan çekiniyor.

Deponun Demirbaş Memuru, Vedat'ın buradaki en

yakın arkadaşı. Ama ancak burada olabileceği denli yakın. Bu delikanlı, depoya girip çıkan malları fişliyor. Defterini tutuyor. Alakonulan bir top perdelik, iki top döşemelik, on beş top duvar kağıdı, fişek kovanları -yüz elli

kutu-, bin metre dantel, iki bin pembe panter. Yün ör:rp.e

makinesi. Yün örme makinesi, -hiç kullanılmamış.- Hiç

kullanılmamış Bulgar çanakları. Çek kristalleri, -otuz al16

P:18

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

tı parça.- Deniz motoru, küçük tip. Yedek parçalar. Çay,

-üç çuval.. . - Bir taşbebek, pilli. Bir roket, pilli. TV Grundig. TV Grundig. TV Philips. Çamaşır makinesi, otomatik. Mayo, -bikini.- Mayo, -bikini.- Gümrük vergisi ödenmiş, fişi iade. Gümrük vergisi ödenmemiş fişi ekle. Çıkışta iade. Fişi çöz. Çıkışta alakonulan, fişi bağla. Depoda

kalmış. Fiş yaz. Not düş. Bu kalemin işini kapa. Dikiş makinesi, geri. Yat motoru ... Bunun fişi nerde?

cc- Anlamıyorum be Vedat. Ben daha bir malın işlemini tamam etmeden, bir de bakıyoruro ortada ne mal

var, ne fiş. Depo Müdürüne koşuyorum. O da demez mi,

sen karışma� ben hallederim. .. Sonra da, vay amaan, Pasaport Kontrol Müdürüyle akşam fazla kaçırmışız Hakkı'cığım, diyor gümrükçü Hakkı'ya ... Bunlar hiç utanmıyorlar be!.. n

Vedat da, bütün: bunları, bütün bunların girdisini çıktısını kafasına not ediyor. Edirne'deki odasında gece uykularını bölüp tümünün hesabını soruyor, karanlığa ...

Şimdi, gün aydınlığında, Demirbaş Memuru'na konuşmanın tam sırası:

cc- Anlamazsın elbet! Aslında suyun gözü taa nerelerde. Biz işte bunu söyledik' diye çullandılar üstümüze ...

Fakültenin ilk sınıfındaydım ben daha ... Şimdi oraya da

dönmek için nah şu kadar istek varsa içimde ... En kötüsü, eski arkadaşlarımdan hiç birini de görmek istemiyorum artık. Benden kuşkulandılar, aniadın mı? Beni çözüldüm sanıp ... Bana kuşkuyu, bana korkınayı öğrettiler,

aniadın mı? Kendime bile güvenmiyorum, aniadın mı?

Çıkışta yine onlarla olmak istemiştim. Yanlarında kalamadımsa, niye bak .. . Bir seferinde İnal'ın evinde üçü-beşi

toplanmışlar. Her gün birinin evinde toplanıyorlardı. Bana haber vermiyorlardı. Ben evsizim. O sıra bir memle2 17

P:19

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ketlimde kalıyorum. Hiç biri de, ne yapıyorsun, demiyor.

Hiç biri de, gel sen de, demiyor. Yalnızlığa alışmaktan

korkar oldum. O gün, gidip 'İnal'ı bir görüym, dedim. Zile

çekine çekine bastım, aniadın mı? Zile çekine çekine bastığıını bilivermek beni kahretti, aniadın mı? Yine beş altı

kişiydiler odada. Ben girince hiç konuşmaz oldular... Bir

sessizlik, aniadın mı? Bir sessizlik... uEe, ne var ne yok?

Ee, daha nasılsın?ıı Hep bu. Sonra yine sessizlik. On dakika güç oturdum ... ıı

Şimdi, aynı sessizliğin Depo Demirbaş Memuru ile

kendisi arasına düştüğünü anladı. Çok konuşuyorum. Her

zaman gereğinden fazla konuşuyorum. Ben kimseyi ele

veremem. Hep kendimi ele veriyorum. İşte yine çok konuşuyorum. Kimseyi bulamadıkça kendimle çok konuşuyorum .. .

Depodan hiç konuşmadan çıktı. Birden, ne arkadaşlarını, ne fakülteyi, ne babaevini; ama tutukevini özlediğim duydu. Küfretti. Kime? Nuran hanımla niye uğraşıyorum? Neyi kanıtlamaya çalışıyorum?

Tek katlı beton yapıya girmek istemedi. Arabaların

park edildiği yere doğru yürüdü. Sentetik hasırdan şapkası, üstünde Franz Lehar, Franz Lehar, Franz Lehar yazılı kırmızı gömleğiyle Bayram'ı tam o sıra görüyor. Bu

adam, iki adım yürüyüp geri dönüyor. Hardal rengi, 74

bir Mercedes'in kapısını yokluyor. Yeniden yürüyor sonra, arabada bir şey unutmuş gibi yeniden dönüyor. Bu

kez arabanın silecekleri arasına sıkışmış bir akasya yaprağını alıyor. Bir başka kapıyı yokluyor. Üçüncü dönüşünde Vedat'la göz göze geldiler.

18

Ülen, bu sarı çocuk bir de beni sigaya çekerse şimdi?..

Başını hemen başka yöne çevirdi Bayram. Baktığı

P:20

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yönde, Güldenhouse sürücüsUnün, yanında gençten bir

rehberle sağ dipteki ince, uzun bir yapıya doğru yürüdüğünü gördü. İkisi, el kol şakaları yapa yapa o ince, uzun

yapıya girdiler. Artlarında, kih kih kih, gülmeleri kaldı.

Vay anasını! Oncaı ağırdan aldım. Hokkabaz hala buralarda. Bekliyor ki, benimle aynı sırada çıksın. Aman

Bayram, çabuk ol. Titrek sakallı içerdeyken sen işini bitir,

tüy. Yoksa, Edirne'ye girişi de burnundan getirir bu ibne

senin! Hadi bakalım, şimdi doğru gümrük, pasaport işleri... Triptik meselesi. .. Kağıtlarım tamam. Marklarım cebimde. Üç aylık triptiğe kırk üç mark dedilerdi. .. Ölürüm de ikinci sefere son yılın bir '280 SL'sini almadan

dönmem. Şimdi doğru nereye? Gümr�k muayeneye mi?

Kimse de. şurdan başla, şurdan uçla demiyor yahu ... İyisi

mi, sor soruştur, bul buluştur; tamam et her bir şeyini güzelcene. Balkız''a layık ol. Görüym seni...

Bayram, tam karşısında <<Gümrük» yazısını gördü. Çatısı iki yana kanat açmış beton bir yapı bu da. Çok yontulmuş bir çelenkliğe hiç yontulmamışlığıyle arka alıyor.

Ama, bazı gezginler dışında, alanı dolduranlardan çoğunun böyle küçük ayrıntılara dikkat etmeye ne güçleri, ne

zamanları var. Alanı dolduranlardan hemen çoğu, bin kilometrenin epey üstünde yol yapmış, sınır kapısına erken

saatte girebilmek, hava kararmadan da kentlerinin, köylerinin yolunu tüketebilmek lçin, hele son gece, hemen

hiç uyumamış bulunuyorlar. Yorucu geçen iş günlerinin

ardından, her ağızdan çıkan öğütlere uyularak yapılan

hazırlıklar, geliştirilen işlemler, çoluğa çocuğa, eşe dosta

götürülecek çoraplar, gömlekler, plastik eşyalar, pilli pilsiz, elektrikli elektriksiz bir yığın araç gereç; yurtta neyin daha iyi para edeceği üstüne yürütülen hesaplar; kadınların bir bluz daha fazla, bir takım Alman porseleni

19

P:21

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

daha fazla satın alma istekleri; indirimli TV acentalarını

dolaşmalar; indirimli örme makinesi satıcılarıyle, eksport

bürolarıyle· girişilen uzun pazarlıklar; yine de bir türlü

tamam olmayan her şey; eşyalar denli işlemlerde de arapsaçına dönmüş bulunan her şeyle; o, tepeleme insan ve

öteberi dolu, birkaç yıl eski Opel Rekord'larıyle, Ford

Escort'larıyle, Taunus'larıyle, 'Volkswagen ya da Mercedes'leriyle sınır kapısından bir an önce çıkmaktan, bir an

önce I Numaralı Devlet Yolu'na başlamaktan, oradan da

daha uzun yollara koyulabilmekten gayrı hiç bir ayrıntıyı

görebilmek fırsatı olamazdı onların. Her birinin aklı, birbirlerine bölüştürdükleri aynı türden birkaç adet eşyada, makinede, malda... Memleketten içeri girdikten sonra Ömer geri vermeyivermiş Yaşar'ın Grundig'ini. Solmaz

da geçen gidişinde Münire'nin naylon kürkünü içetmiş

kız. Hadi ordan! Bir yığın kaçak malını taşıdım ben onun.

Çok konuşman, yoksaa ...

Solmaz'ın kulağına bu söylenti çalınmış. Bir parmağıyla dudağının kıyısını sile sile, bir elini de koynuna sokup sütyeninin lastiklerini çekiştire çekiştire, verip alıyor: Kocasına el koymadık ya Münire orospusunun? Hele bana desin de ağzını yırtıvereyim. Hem o kocasıyle çift

çalışıyor. Ben tek. Tek elin nesi olur? Öyle değil mi ama

Bayram? Sen söyle. Gine de müdana etmem. Kocası gine

alıversin ona, madem kürkü yokolmuş! Ben görmedim.

Belki gümrükte aldılar, ne bilirim? Hem taşı, hem ardına

düş. Laf. Benim derdim başımdan aşmış zati. Geçin gidin

hadii! .. Gelmen üstüme ... Konuşturman ... Konuştur�an ...

Münire, ver deyince verir önüne gelene. Bi kocasına mı?

Ver, diyene veriyor. Ondan sonracığıma, üç naylon kürkü

birden alıyor. Fabrikada ona saati dört mark biçmişler

20

P:22

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

değil mi? E, bi hasabedin bakalım. Saati dört markınan

bütün bunlar olabilse, hey anam heey!.. Sankileyin, sen

de erkek misin Bayram? Tutturmuşun bir, ne arabın yüzü, ne Şam'ın şekeri... Bi karı ya iki mark yedireceğim

diye aklın çıkıyor. Adın kondu pintiye ... Kimi de der, sözde sende erkeklik ııhmış da, ondanmış .. .

Bayram, triptik işlemlerinin yapıldığı, kantine benzer

bir yapıya girerken, iri göğüslü, koca ağızlı bir kadına tosladı. Kadının üstünde vişne çürüğü, modayı geriden izleyen bir pantolon, pantolonun üstünde sarılı yeşilli bir

entari. Kadına çarpar çarpmaz, Solmaz, durmadan ağzını

silen esmer, ·kalın, katı parmağıyle bir an yine Bayram'ın

karşısına dikiliveriyor.

�<- Sankileyin sen de erkek misin Bayram ?n

Bayram'ın en son atılımı: Boş her dakikasını, bu Mercedes'i alabilmek için harcadığı günler. Durmadan iş saatlerini çoğaltıyor. Etti iki bin dokuz yüz mark. Haftada yirmi fazla saat daha yap. Etti üç bin dört yüz mark ... Aklı

hep son çıkan Mercedes'lerde. Ama şu bir yıl öncesinin 200'

ünü bile en çok indirimle, tek mark kazıklanmadan nasıl

edinebilir? Hadi bunu aldı, cebine kaç markı artar ki? Yol

parası. Memlekette geçirilecek bir aylık tatil. Göz dolduran, Ballıhisar'lıyı artık ıcİncegül Bayramn diyerek kendisiyle alay ettirmeyecek bir araba için daha ne kadar

fazla saat, fazla gün yapmam gerek? Kendisi için ayrılmış,

tek saati olmayan son üç yıl. Önceki bozuk hesapları hiç

sayma. Çıkınaza girmiş yolları hiç kurcalama şimdi. İlle

bu son üç yıl; fenik fenik, mark mark biriktirilmiş. Salt

bu Mercedes için biriktirilmiş. Bir kadınla yatılmışsa, o

kadına bir Coca-Cola bile içirtilmeden yatılrnıştır.

Bayram, çalıştığı BMW otomobil fabrikasında sağla21

P:23

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yabildiği indirime karşın daha çok indirim sağlayabilmek,

şimdi cebinde yan yana duran altı bin dört yüz elli markının beş bin beş yüz markını iyi bir Mercedes'e yetiştirebilmek amacıyle, indirim koşulları üstüne hiç bir şeyi

atlamamak zorunda. Eh, peki, havalandırması olmasın.

Bunun, arabanın görünüşünü etkileyecek bir yanı yok zaten. Eh, peki Yaşar, madem öyle dedin, otomatik vitesli olmayıversin. Bunlardan cayınca Mercedes 200 yerine,

bir Mercedes 230'a daha yakın olunuyor. Böylece, işten

artakalan saatlerinde ha oraya koşuyor, ha buraya. MG'de

çalışan tanıdıklarına haber salıyor. Bir Türk gelmiş,

Volkswagen'de çalışanlardan ... Hadi bir koşu ona. Essen'

de. çalışanlar diyorlarmış ki, akılsızlık etmesin, bütün parasını bir Mercedes'e yatırmasın. Hele beklesin. 74'ün Mercedes motorları eften püften. Yakıt darlığından ... Fabrika yakıt zararını çıkarmak için işte ... Şimdi koş, Mercedes elektrik bölümünde çalışan arkadaşlarının yanına.

Doğru mu? Yok canım. Motorları kendileri yapmıyor ki

onlar. Yaptırıyorlar. İnanma. Bir de Opel'de çalışanlara

soralım. Rüselsheim'den gelenler varmış, onlara ... Soruyor ... Yırtınıyor ... En iyisi hangisi? En uygunu ne? Yoksa, elindeki avucundakini köküne dek tüketecek olan şu

Mercedes'ten cayıp bir Opel mi alsa? Opel alacak olduktan

sonra, iki kerecik Türkiş lokantaya giderdim hiç değil. Bir

hayvanat bahçesini gezerdim. Ford'un satış adamıyla bir

daha konuşalım bakalım. 75'i kaça bırakacak? Olmazsa

Mercedes için elektrikteki ustabaşına yeniden rica ... Biz

de BMW işçisiyiz. Bunlar eninde sonunda .akraba ... GM'in

BMW'ye sözü geçer, BMW'nin Mercedes'e ...

Solmaz'ı bu koşturmaları sırasında tanıdı. Solmaz, kaç

kez, şimdi şurda, Turing Kulüb'ün kapısındaki koca ağızlı

gibi, iri göğüsleriyle taa yakınına sokuldu. Yola birlikte,

22

P:24

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Bayram'ın arabasıyla çıkmayı da çok istedi. Hiç beklenmedik başka rastlaşmalar icadetti. Bu gidişte çok bir şeyi

yokmuş eşyası olarak. Birkaç kutu kozmetik, birkaç m�.:

yo, biraz da şarkı kaseti. .. Teyplere hani? Birini doldurttum. Bütün bizimkileri dolaşıp tek tek, en dokunaklı şar.::­

kıları, en modalarını buldum, doldurttum. Çalarız yolda

ayol. Hep Emel Sayın, hep Orhan Gencebay, Neriman

Kara, ,Bedia Akartürk bile var. Güle söyleye gideriz işte,

fena mı? Emel Sayın ııBir Gece Ansızın Gelebilirİmııle

ııBak Yeşil Yeşilııi söylüyor, billL. Hala neyin mırın kırını?. Amaan, sankileyin sen de erkek misin Bayram?

Son günden iki gün önce yine gelip Bayram'ı BMW'nin

kapısı önünde buldu.

İri kıçıyla canım telli döşemeli koltuğumu çökertip

kuruldu pis. Kılıfı da geçirtmemiştik daha. Geçirtseydik

yine hadi neyse. Lafı döndürüp dolandırıp yeniden benim

erkek olmadığıma dayadı kancık. İyi, madem öyle, emri

hak, dedim ben de. Çektim arabayı suyun kıyısına. Balkız'ı bir küşat edelim madem ... Ortalık da kararmış ... Yer

misin, yemez misin? İşte is batı ortada. Dört kez yaptım.

Canını çıkardım. Eh, hadi bakalım, yarın sabaha alırım

seni. Götürürüro kendimle. Söz. Yol parası ne bedavaya

gelir, deyip deyip bastırıyorum. Çok beklemiştir sabahleyin o beni. Bense, geceden vurdum çıktım. Koca götünü

bilmem kaç bin kilometre Mercedes'imin koltuğunda oturtur muyum kancık? Çöker göçer yayları, ben daha Ballıhisar'a varana dek. Duymadın mı Yaşar'dan? Arncam hastaymış. Şarkı türkü gidecek zaman mı? Basıp geçeceğim

ben doğruca Ballıhisar'a. Ballıhisar'a varana dek hiç bir

yanını incittirmem Balkız'ımın. Toz konmayacak. Tek çiziği olmayacak. İşte bu. Bunu böyle bilesin Solmaz hanım.

23

P:25

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Birkaç yedek parçasını al�. Vantilatör kayışı, bir de

hava filtresi. Allah korusun, ihtiyacımız olmaz ya inşallah ... Kendime de bir kat temiz takım. Bir bu gömlek. Bir

iki de çantada. Çanta mı? İşte burda. Bakın bakalım, gümrüğe tabi bir çöp bulabilir misiniz? Ben ticarete gitmiyorum herkes gibi. Ben bizim köylüye bir merhaba diyeceğim, bu kadar. Bir de Kezban ... Haa, işte, bir de şu

fotoğraf makinesiyle şu güneş gözlüğünü aldım. Başka hiç.

Bayram böylece geliyor Ballıhisarlılar! Böylece. Haberiniz ola. Bir Mercedes işte, pırıl pırıl. Bir de ben, temiz

pak. Gördünüz mü sizin deloğlanı? Gördünüz mü ardından kikir kikir gülüştüğünüz incegül Bayram'ı? Şimdi ben

Kezban'a ... Hadi yahu, ne balıkçısıymış? Kezban'ı ben . ..

Neyse. Dur bakalım ... Fikrini şaşırtma . .. İşte. Yol masarifi, benzindi, triptikti, şu bu derken, cebimizde de kala

kala bir altı yüz markımız kaldıysa şimdi ne ala! .. Sahi

yahu, şunu bozduralım da, düşelim bakalım yollara ... Veligiller de didiklenip dursunlar gümrükte. Görmezden gel,

geç ...

Bayram'ın işleri çabucak yürüdü. Gümrükten çabucak geçti. Doğru; şu şuydu, bu buydu denecek, didiklenecek bir yükü yok. İncitınemek Mercedes'i. Bayram'ın tek

yükü bu düşünce. Arabasına bir havalandırma koyduramadı ama, Solmaz'a inat, bir teyp koydurmuŞtu. Radyosu

ise acentadan armağan. ..

·

Sanki benim teypime kaset eksikti de ... O fırın ağızlının siktirici kasetine hay hay diyeceğim. Hem stereodur

benimki. Aceleye geldi, anca üç şarkı doldurtabildim. Benim esas şarkıyı başa çektirdim ya sen ona bak. Bir bu

çalsın, bana yeter ...

Para değiştirmek için bankaya girerken bir kez. daha

başını çevirdi. Bulunduğu yerden ancak önünü görebildi24

P:26

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ği Mercedes'ine baktı. Sakın biri, bir dikkatsizlik etmesin

de! .. Yoksa yine BMW'yi mi alsaydım'? Yok. İyi ettim

canım. Güpgüzel, gıcır gıcır araba işte� .. Kız gibi araba ...

Bayram'ın Mercedes'i, dört kapısıyla, çevresi beyaz

lastikleri, parlak krome teker kapakları kapakların üstündeki Mercedes yıldızlarıyle; siyah cantları1 boydan boya

uzanan ince kapı kromajları, özel kılıflı direksiyonuyla;

koltukların döşemesiyle; o, madeni iplikle dokunmuş siyah

kumaştan döşemeye sonradan geçirttiği turuncu-kara çatkılı koltuk kılıflarıyla; arka camın içine köşeleyi oturttuğu, sarı satenden büzgülü, yuvarlak iki yastığı, bu iki

yastık arasına yan gelip uzanmış, dili dışarda leopar yavrusuyla; ön cama sarkan bir Aydın zeybeğinin boynuna

asılmış mavi boncuklar eşliğindeki küçük Kur'an-ı Kerim'

iyle; sürekli açık tutulan çift anteniyle; televizyonu olmasa da televizyon anteniyle; asıl, hele asıl o yaldızlı

rengiyle sınır kapısını dolduran yığınla motorlu araç ortasında, ister istemez hemen seçiliyor. Özellikle Franz

Lehar'lı gömleği, sentetik hasırdan pınl pırıl yanan deniz

yeşili şapkasıyla Bayram içinde olunca ... Bayram'ın Mercedes'indeki bu seçilebilirliği engelleyen tek araç, üstü

resimler ve kocaman Güldenhouse yazısıyla kaplı o kamyonet. Sınır kapısını dolduranlar, girenler, çıkanlar denli

memurlar için de, özellikle memurlar için, model model,

küçük büyük, renk renk her türünü gördükleri .binek araçları arasında Güldenhouse gibi eğlencelisine sık rastlanmaz. Salt memurların ve her geçenin bir kez dönüp Güldenhouse'a bakması mı? Ya çocuklar? Babasını bekleşen

çocuklardan pek çoğunun, bir koşu gidip kamyonetin çevresinde dönmeleri, şişko çıplak adamları, şaşırtıcı çiçekleri, hayvanları birbirlerine gösterip gösterip düşüncelerini açıklamaları Bayram'ın hiç mi hiç gözünden kaçmıyor:

25

P:27

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

then, bu bokoğlu bo k hala ne diye eğlenir buralarda? Malum. malum... O keh keh gülüp duran oğlana göt vermeye gitti bu. Yoksa ne? ..

Bir an önce basıp yürümeli. Artık şu titrek sakatlıya

hiç rastlamayacağı, artık onunla asla yan yana gelmeyeceği yollara düşmeli Bayram.

Marklarını banka memurunun istediği oranda bir çabuklukla bozdurdu. Kendi becerebildiği oranda bir çabuklukla da saydı liralarını. Yeniden saydı ve onları plastik

cüzdanına yerleştirdi. Sonra, bir tenhada yerini değiştirecek. Ne olur, ne olmaz.

Eh, bütün takıntılarımız bitti. Sür şimci Ballıhisar'a.

HH LS 260 Opel Rekord kahverengi bir oto, alanın yaz

tozunu savurtarak ilerledi. Bayram'ın arabası yanına park

etmek için sağladı. Öyle yakın sağladı ki Mercedes'i, Bayram'ın yüreği hopladı. Opel'in açık camlarmdan \"Yok başka yerin lütfu ne yazdan, ne de kış tan ... \" şarkısı yükseliyor. Arabanın beyaz fanilalı yorgun sürücüsü, şarkının

coşturuculuğuyla dirilmeye çabalar görünüyor. Ama, yanındaki Alman yüzlü kadın, bu şarkının dirilticiliğinden

habersiz, Bayram'ın yumruk saliayarak üstlerine doğru

seğirtişine bakıyor.

cc- Hey! Hey, dedim, heey! Açıl!ıı

Beyaz fanilalı sürücü arabayı durdurdu. İnıneye hazırlandı. Bayram onu, kapıdan adımını dışarı atmışken önledi:

26

«- Kasdın beni yakmak mı arkadaş?•

«-Vas?» dedi kadın, ürkek.

Beyaz fanilalı sürücü kadına döndü. Almanca:

«- Sen sus!ıı diye sertlendi. uOtur ordaıı.

Kendisi yere indi. Silkelendi. Bacaklarını oynattı:

P:28

\"FİKRİMİN İNCE GÜL\"'Ü\"

u- Ne kasdı? Neyi yakmak ahbap?n

Bayram, beyaz fanilalımn böyle dikleneceğini hiç aklına getirmemişti.

<<- Çarpacaktm... Olacaktı bi bokluk... Bi terslik ...

Allah Allah be ... \"

Kadına sığınmak güdüsüyle, sözün sonunu ondan yana

dönerek söylemişti. Beyaz fanilalı, Franz Lehar'lı gömleğin kolundan tutup sündürerek Bayram'ı kendinden yana

döndürdü:

«- Biz çok araba gördük. Lakin sen hiç karı görmemişin anlaşılan. Bas hadi! Daha ilk adımda başımı belaya

so kınayın benim!\"

Ne karısından anlatıyor bu yahu? Nerede karı görmemiş? Biz diyoruz Konya, o diyor Hanya . ..

((- Ben diyorum Konya ... \"

((- Bas dedik!ıı diye itti beyaz fanilalı Bayram'ı.

Takmışlar akıllarına bir kez, gavur karısı orospu

olur ... Ulan bu benim nikahlım be. Nikahlım! Herkes bunu böylece bilmeli. Konya'sında cia, Şereflikoçhisar'ında

da, Şereflikoçhisar'ın Kulluca'smda da . ..

«- Konya'da da anlatırız sana anlattığımız gibi. Tamam mı? Bu benim nikahlım. Aniadın mı? Bas şimdi,

hadi!ıı

Yeniden itiyor Bayram'ı. O da sesini yükseltiveriyor:

�- O senin nikahlınsa bu da benim Mercedes'im! Bana bilmem neremden önemli Mercedes'im, aniadın mı?

Çarptırtınam sana! Çarptırtmam ... incittirmem, bilmiş ol

haa!\"

Herkes onlara dönüyor. Kimileri gülüyor.

Nuran hamm, açık hava bürosundaki masasında, mü-'

hürü bir pasaporta vurup bağırıyor:

27

P:29

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ıı- Hırlaşma yok! Kesin. Başım tuttu. İşinize hadi!

Millet sizi bekleyecek değil burda, aa! Koş Şevki, çağır şu

hasır şapkalıyı bana! ıı

«- Şunu mu?»

«- O işte camm! Siclik rengi arabası olan, kör müsün?»

Nuran hamının açık hava odacısı koşup geldi. Bayram'ı dürttü:

«- Seni istiyor kardeş ... \"

ıı- Ben bir şey yapmıyorum... Ben şimdi yoluma gideceğim dosdoğru ... Çeksin şunu, gideceğim ... \"

«- Vizen tamam mı senin? ıı

Beyaz fanilalı atılıyor:

«- Eli.r;ı. karısına yanaşacağına git işine baksanal Burası Hamburg'un bilmem ne caddesi değil. Türkiye Cumhuriyeti'ndesin, sok kafana!»

Ne beyaz fanilalı, bir memurun «pasaporta bu yandan» çağrısına aldırıyor, ne Bayram, Nuran hamının buyruğunu dinliyor. Bayram hep, Opel Rekord'la Mercedes'in

arasındaki on santimlik açıklığı hesaplıyor. Sürttürmeden

çıkabilir mi, çıkamaz mı? Arkada akasya ağacı olmasa ...

Akasya olmasa beton kıyılık var. Solunda ise kocaman bir

Romani Export kamyonu.

«- Vizen tamam mı dedik, bey kardeş?>>

Ne vizesi bu camm? Bir o yam, bir bu yam azarlayıp duran o topuz saçlı kadının önüne gitmesi için ne eksiği var? Niye gidecek? Alttan alıp beyaz fanilalıya. yakardı :

«- Acık sağa alıverseniz ... \"

Tam o sıra, mavi-lacivert karışımı, sonradan boya yemiş bir Taunus, motoru tekleyerek geldi. Kahverengi Opel'

in yaronda durdu. Bayram, çırpındı:

28

P:30

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

cc- Açık dur, açık dur . .. ,,

İçinde üç çocukla iki kadını, çocuklardan en küçüğü

büyüklüğündeki bir taşbebeği, yığınla naylon torbayı, üst

üste yastıkları, minderleri, bir çocuk pusetini, iki plastik

leğeni, iki bahçe sandalyesini, üst bagajında da özenle

destelenip ipiere sıkı sıkı bağlı üç vinileks valizi barındıran Taunus'un sürücüsü, Bayram'ı sımr kapısı trafiğini yöneten görevlilerden biri sandı. Motoru durdurmadan

Taunus'u az daha sola aldı. Bir memur koşarak geldi. Acemilik eden sürücüyü uyardı:

«- Yanaş yanaş ... Baksana akın akın geliyorsunuz.

Bir sen misin ahbap?n

Şevki, yeniden dürttü Bayram'ı:

cc- Beklemez Nuran hanım ... ı•

Beyaz fanilalı, gözü arkada kalarak uzaklaşan Bayram'ı gösterip:

cc- Kaçık bu be! n diye güldü, sinirli.

Karısımn, oturduğu yerde oturttuğu gibi durup durmadığına baktı. Almanca, yeniden uyardı:

«- Kalkma sen. Otur. İçecek getiririm ben ... ,,

O da, gözü arkada kalarak uzaklaştı. Pasaport'a doğru

yürüdü.

Bayram, Nuran hamının masası önünde durdu. Uzaktan yine o iri göğüslü, vişne çürüğü pantolonlu kadım gördü. Kadın, pasaportunu saliayarak kantine doğru koşuyar. Yoksa Solmaz'ı mı soracaklar bana şim ci? Solmaz

öcünü almak için sımr kapısına bir ihbarda mı bulundu

yoksa? Yoksa Veligiller mi bi bokluk etti?

Veli, bir gece, Bayram'ın kaldığı Heim'a gelmişti.

cc- İki televizyonuro var. Sen televizyon götürmeyecekmişsin. Bizimkinin birini sana yükleyelirn, be Bayram.

29

P:31

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Beş yüz lira veririm havadan. Gümrükten geçer geçmez,

peşin öderim ... ıı

Heim'daki işçilerden biri, Numan, okuduğu gazeteyi

hışırtıyla katlamış:

((-Başkasının tarlasına siğınez bile bu, arkadaş ... »

demişti.

Bayram, ikisi arasında; yok yok, üçü; Mercedes'i, Veli ve Nurnan arasında ezilip büzüldüğünü anımsıyor. Sonunda, zararsız saydığı yalanlarından birine sığınmıştı yine. O, en saf yüzünü takınmıştı:

u- Siğınesfne siğerim de ... İki çüküm olmadığından .. .

Yimi, diyeceğim şu ki Veli, Solmaz karısı bana tebel1eş

oldu. Onun televizyonuna bağlanmış bulundum önceden ...

Kendi de uçakla gidecekmiş. Bu yüzdendir ki. .. \"

Numan, İş ve İşçi Bulma Kurumu Kapıkule Şubesi'

nin Vedat'ından az daha dobra.

,,_ Yaptığınız her şey yanlış. Hep dalavere ... Sizin

yüzünüzden durmadan adımız çıkıyor. Hakianınıza gölge

düşüyor. Ulan Veli, benim l:iildiğim sen, işçinin temel gücüne inanmış bir işçisin. Yaraşır ını sana TV kaçırmak?

Tepemizdeki namussuzlar gibi eğri yollara sapmak?n

Veli, ağlayacak gibi oluyor:

u- Benim beş çocuğum var. Heim'da da kalmadım

sizler gibi. Siz bekarların işi iş tabii... Hem kesin dönücü olmadığını halde, bir dizgi makinesini parça parça nasıl geçirttin önceki yıl sen? .. \"

Numan, her zamanki törpü yememiş bilgiçliğiyle konuşmuştu:

«- Hadi ordan salakl O dizgi makinesi, kesin dönüşte neı işlere yarayacak. Şimdi yeniden batakçılarla maneviyatçıların düdüğünü öttürecek bir televizyonla bir mi

30

P:32

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

o be? Benim dizgi makinesi satılık da değil üstelik. Şimdilik ne herze verilirse onu diziyor ya, sayma. Yarın ben

makinenin b�ına geçince, bak nasıl konuşacak o! Aniadın

mı cahil? n

V eli, fazladan bir TV alıcısı geçirmekle bir koca dizgi makinesi geçirmek arasındaki amaç farkını ayırdedemiyor. Ayrıca, ayırdetmek için bunu kafasında dolaştırmaya

bile olanağı ·yok. Kaf�ı, tatil için dönüş yapma adına çözümlenecek yığınla sorunda ... Kardeşine ne diyecek? Almanlar artık eskisi denli istekli değiller işçilerimize buyrun demek için. Bak o yetmiş binlerin, seksen binierin bu

yıl bin beş yüze, bine düşeceği söyleniyor.

Numan, Veli'ye uzun bir söylev daha çekmeye koyulduğu sıra Bayram'ı genel telefona çağırıyorlar. Bayram,

soluğunu genişletiyor. Çıkıyor. Veli, Nurnan'ın sözünü aralayıp da ııöyleyse çocuklardan birini alıver yall!nan demek, önceki gün yaptığı bu teklifi yinelemek olanağı bulamıyor. Bayram da zaten, Solmaz'ın telefonundan sonra

bir daha yatakhaneye dönmüyor. Dönmem. Dönsem· şimci,

madem televizyonu alamıyorsun, koskoca araban, çocuklardan birini al yanına bari, diyecek yine. İşim mi yok? ..

Az önce gümrük araması yapılırken, arabanın arka

yüklüğü açılıp da içine bakılırken Veli'ye, ya da Veligillerden birine rastlayıvermekten epey korkmuştu Bayram,

Ya Veli, başucunda bitip:

«- Hani Solmaz hamının TV'si bakalım?» deyive-

.

rırse ?

. ..

Ama, sınır kapısından içeri hemen hemen aynı anda

girdikleri halde, ortalarda ne Veli görünüyordu şimdi, ne

de Veli'nin karısı. Çünkü onlar, küçükleri arabaya kilitleyip, büyük kızı da gümrükteki eşyaların başına dikerek

31

P:33

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

TV yerine bir elektrikli hesap makinesinin hesabını vermek üzere taa Gümrük Müdürü'nün karşısına dek çıkmış

bulunuyorlar. Veli, pul pul terleyip yarım saattir derece

derece dert anlatmaya çalışmıştı: Münih Danışma Bürosu'ndan hesap makinesinin gümrüğe tabi olduğunu söylemediler. Hem, bizim Köy Kalkındırma Kooperatifi'nden

istendiği için getirdik bunu. Sırf Kooperatif'e bir yardımımız dokunsun,

.

bizim de oraya bir katkımız bulunsun

diye ...

Gümrük memuru da zaten, Veli'nin Gümrük Müdürü

karşısına çıkmasına, derdini ona aniatmasına Köy Kalkınma Kooperatifi adını duyduktan, eh biraz da Veli'nin karısının �<Çocukların bir armağanı kardeşıı deyip bir gazlı

çakmağı usulca avucumi sıkıştırmasından sonra olanak

sağladı. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı, değil mi ya? ..

Hem, sizin için bu ayrıcalığı tanıdırnsa şahsınıza değildir

haa!.. Köy Kalkındırma Kooper�tifi namınadır ... İyi ama

canım, madem bu hesap makinesi kooperatif içindir, bir

sipariş kağıdı çıkarttırsaydınız, bir tevsik ettirseydiniz ya

şunu. Öyle sallapati gelirsiniz ki, sorma gitsin valla. Başım da bir kötü ağrıyor. Hep bu ipsiz sapsız işlerden. Şöyle dön, bura haklı. Böyle dön, şura haklı. Kimde hata peki? Hatayı keşfedeceğim diye diye bu @aşta hayır mı kaldı? Benim başım ağrımasın da kimin ağrısın? Yerli aspirinler de midemi deldi. Sizde Alman aspirini bulunur. Verin

iki tane de yutayım bari. ..

Veli'nin karısı hemen naylon torbalarından birini karıştırmaya başlamıştı. Benim de sık sık başım tutar ... Hem

yol hali bu. İnsanın canı çıkıyor memur bey. İyi ki bir şişecik atıverdim çantama. Artık biz geldik. Kazasız belasız çok şükür. Artık çok şükür kendi memleketimizdeyiz.

Başım ne tutmaz. Tutsa da aldıı:mam artık.

32

P:34

\"FİKRİMİN İNCE GÜL Ü\"

Torbayı yoklayan eli, dipteki sekiz on şişe aspirini boş

geçiyor. Oraya, her birinden bir tek olmak üzere koyduğu

mayolarla sutyen, bir kaşmir süveterle bir saf ipek bluz,

iki ayrı renk naylon peruk, iki ayrı biçim berber tarağı,

iki kutu da krem arasından özenle üste düşürülmüş, ağzı

açık, iki yüz asprinlik bir şişeyi çıkarıyor. Memur onları

gümrük binasının öte ucuna götürüp dar bir koridoru geçirirkene rastlıyor bu, aranan şişeyi buluverme. İşiniz pek

zor sizin de. İkicik aspirinle baş ağrınız diner miymiş öyle?

Memur, aspirini şişesiyle cebine kaydırıyor. Şimdi depo memurundan istese bin türlü mırın kırın. Oysa, yüzlerce şişe var depoda. Biri, ikisi kınlamaz mı yani? Depo zaten akıp duruyor. Bir yağmurda, köşe bucak göl oluyor.

Aspirin dediğin de ne? Suda erir gider şırp diye ...

Veli, karısının gereğinden fazla cömert davrandığını

düşünüyor. Pekala, el çantasındaki o ellilik, yarıya inmiş

şişeyi verebilirdi. En az yirmi aspirin daha vardır o şişede.

İki aspirin isteyene iki yüz aspirin mi verilirmiş? Servis

ücreti her yerde yüzde on. İşi azıttıranlar, yüzde yüze, yüzde iki yüze, beş yüze çıkartanlar da yine biziz yaa .. .

Müdür'ün karşısına, artık hesap makinesini ne yapıp

yapıp kurtarmak inadıyla dikildi. FX-2 Casio bu be! Rahat on bin eder. Kardeşimin mahkeme, avukat parası. ..

Müdür masası üstündeki çalar saat nerdeyse sekiz otuzu gösteriyor: Bir saattir buralardayız yahu! İçine sıçıym

böyle tatilin de, böyle dönüşün de ben ... Daha önümüzde

onca yol...

Montaj hattında, ardarda, hiç zamanı yitirmeden, öngörülen saniyelerden tek atlama yapmadan, motorları şasiler üstüne indirmekte olduğunu sandı. Aşağı. Yukarı.

Dur. Aşağı. Yukarı. Dur. Işıklı bir tablo sürekli yanıp sönüyor. Motor geliyor. Dikkat. Yukardan, bir ray üstünde

3 33

P:35

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

kayarak geliyor. Zincirlerle birlik, kayarak geliyor. Aşağıda bir şasi sabırsızlanıyor. Motor geliyor. Geldi. Aşağı!

Motor aşağı iniyor. Dikkat! Egzoz borusu şasinin ön takımına karışacak. Karıştı. Çabuk. Kurtar onu. Çek, yakıt borusunu çek. Basma düğmeye daha Gianno. Beş saniyen var

Veli! Çek zinciri. Zinciri çek. Atla. Bas Gianno! Motor iniyor. Şasinin üstüne konuyor. Kanatsız bir kuş gibi. Şimdi

yukarı. Dur. Hat ilerliyor. Önünde yeni bir şasi. Yukarda, Zincidi ray üstünde yeni bir motor. İnıneye hazır. Şasiyle evlenmeye. On sa:ı:ıiyen var. Motor tam üstte. Egzozdan kurtar zinciri. Altı saniyen var. Çek elini şimdi.

Çek elini! İki saniyen var. Aşağı! Yeni motor, kendisini

ı,ıygun biçimde bekleyen şasinin üstüne iniyor. Hat ilerliyor. Yine bir şasi. Yukarda, zincirli rayda ilerleyen yeni

bir motor.

Montaj hattının bulunduğu bölüm, bütün o korkunç

gürültüsü, bekleme tanımaz döngüsüy le beynine ve yüreğine doluyor, Veli'yi bunaltıyor.

u- Bu saat buçuğa on var. - Benimkiyse daha sekizi

on geçiyor,» diyor Müdür. İçeri giren memurla Veli'ye ve

Veli'nin karısına dert yanıyor: uEve bir çalar saat ısmarladık. O da ileri gidiyor. Sizin arkadaşlarınız zaten hep

malın taponunu getiriyorlar birader ... \"

Müdür, mavi vinleks kaplı sandalyesine yaslanıyor.

Kısa kollu, çatkılı bir gömlek, midesinin üstünde iyice

gerginleşiyor. Düğmeleri çat deyip koparacak denli gerginleşiyor. Sol eli, bu gergin, çatkılı gömlek üstünde hızla

geziniyor. Sabır, sabır ... Gömlek verirler, dar gelir. Saat

getirirler, ileri gider . ..

Müdür'ün etli, yuvarlak yüzünü kıllı bir çene çukuru

süslüyor. Kara, kalın kaşları, kısa, küçük bir gaga burnu ...

Müdür'ün yüzüne bakınca, Veli'nin karısının canı sakız34

P:36

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

leblebisi istiyor. Şu hesap makinesini de kurtarıp Edirne'

ye sağ salim bir girseler, önüne çıkan ilk kuruyemişçiden

yarım kilo sakızleblebisi aldıracak. büyük kıza. Çoluk çocuk, yiye yiye giderler. Taa Eğin'e dek. Ah, Eğin'in dutları, kayısıları. Dutlar geçmeden varsalar bir Eğin'e. Acaba, bir koşu gidip arabadan o küçük, çalar saati getirse

mi? Müdür'e verse mi? O çiçekli çalar saati satsalar satsalar kaça satarlar? Bilemedin iki yüze. Ama, emaye terreere takımını taş çatlasa, Veli de patıasa iki binden aşağı vermem. Boy boy, tam altı parça. Zeytin rengi üstüne

pembe, sarı çiçekli. Sözde bizde de yapmaya başlamışlar.

Onlar nerde, benimki nerde... Adam dört kere fırlatıp

attı yere. Ne bir yeri ezildi, ne bir yeri çizildi. Evladiyelik ... Parası olan, kızına çeğiz düzecekse hiç düşünmesin ...

u- Efendim bunlar .. . \" diye başlamıştı memur.

Veli de atıldı:

u- Bir hesap makinesidir müdür bey! Köy Kalkındırma Kooperatifi'nden şey olunca .. . \"

u- Ne getiriyorsun böyle bok püsür işler için herkesi

başıma, lahavle!..ıı

Veli'nin karısı, artık Müdür'ün sakızleblebisi yüzüne

değil de, masadaki saate bakıp:

u- On marklık bir saat. Daha çok ileri gider. Daha

da çok geri kalır bu. Yarın da hiç çalışmaz olur» deyiverdi uzmanca. uİnsan, hedaya bile olsun diye getirmeye utanır billL. Eve iyi bir tane aldıktı. Veriverelim size. Kabul edin. Bir anmalığımız olsun beyfendi. Onca bunalırsınııJ bizler için. Saat asıl size gerekli. Bize ne gerek? Bi

anmalık bizden ... \"

Veli, iyice terliyor. Karısı, kimsenin daha uzun konuşmasına fırsat vermiyor. Dışarı koşuyor. Bir hastaya

yetişir gibi koşuyor. Montaj bölümünde, sarı bir onarım

35

P:37

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

aracı, kırmızı ışığını yaka söndüre, hızla ilerliyor şimdi.

S irenlerini öttürerek. Bir cankurtaran arabası örneği ...

Bütün motor sesleri, bütün zil sesleri, her tür gürültü susuyor. Salt bu siren. Parçacılar, elektrikçiler, bütün takıcılar, bütün birleştiriciler, denetleyenler, kişi kişi ve kompüter kompüter; hepsi, her şey bir an için kıyıya çekiliyor. Varlıklarını siliyorlar ortadan. Hatta bir bozulma,

bir durma olmuştur. Kan damarlarından biri kopmuştur.

Bir dakika içinde hattın ucundan dört araba eksik çıkmıştır. İki dakika sonra sekiz araba, bir üçüncü dakikada ... Sirenler durmadan ötüyor. Onarım aracı, önüne açılıveren geniş yolda bir kan taşıyıcısı gibi akıp geliyor. Bir

serum, şişesinden şıp şıp damlıyor hasta gövdeye ...

Anasını avradını! Bi hesap makinesi dertlerimden

hangi birine şifa olacak benim be! Fırlat kafalarına, çık

git.

Aklından geçeni söylemek için dikeldi. Baktı, Müdür

konuşuyor: Sizler gibi böyle, değil mi ya, dışarda kazandıklarıyla böyle, kooperatifler kuran, bu kooperatifleri küçük artırımlarıyla destekleyen, küçük sermayelerini bütünün yararına bir yatırırnda kullanan memleketsever,

ileri görüşlü işçilerimizi her zaman çok takdir etmişimdir

ben . ..

Kız karı, eğlenme de çabuk getir şu saati bari. Veli,

terini siliyor.

Bayram, Nuran hamının karşısında bekliyor. Nuran

hanım, masasına bırakılan pasaportların yapraklarını çabuk çabuk deviriyor. Çat, bir mühür. Sonra bir başkasının arkasını çeviriyor. Çat bir mühür, bir paraf. Bir başkasını inceliyor. Şevki'ye uzatıyor:

cc- Al bunu, içeri götür!ıı

36

P:38

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Başını hiç kaldırmadan, elini Bayram'a uzatıyor:

\"- Pasaportun?\"

Bayram, pasaportunu hemen masaya bırakıyor. Nuran hanım daha bir süre ne Bayram'a bakıyor, ne onun

pasaportuna. Bayram'ın, zamansız aşa:ğı düşmüş yanakları

titriyor. Parlak şapkasından tüten övünç, yüzünün anlamıyla uyumsuzlaşıyor. Gözünün altındaki yanık izi seğirmeye başlıyor: Yine tuttu işte. Yarım saat durmaz artık

dinine yandığımın... Elini, seğiriyen yara izi üstüne koyuyor. Eli ıslanıveriyor. Terlediğini anlıyor. Hemen dönüp, yeniden Mercedes'ine bakıyor. Romani Export'un sürücüsü, direksiyana geçmiş. Ha başladı manevraya, ha başlayacak. Kahverengi Opel'in beyaz fanilalı sürücüsü yok

artık. Karısı, uysallığa zorlanmış, yerinde oturuyor. Bayram, o yana bakarken bir çekingenlik duyuyor. Rabbim,

şu kamyon bir çıksa hayırlısıyla! Hayırlısıyla, bir yerine de ğıneden Balkız'ın... Sen kalk, burnunu bile kanatmadan tee nerelerden sür gel de ... Şimci ister misin? ..

Romani Export'un motoru hornurdanmaya başlıyor.

,,_ Nerden geliyorsun?\"

Bayram, Nuran hamının sorusuna sıçrıyor:

((-Münhen'den . .. ıı

«- Niye Münhen diyorsun? Münih desene ... Sevsinler .. . ,

((- Münih'ten ... ıı

((- Neresinde çalışıyorsun Münih'in?ıı

«- BMW'de. Bayerişer Maşinen Ferk>>.

«- Bayerişer Maşinen Verk?ıı

«- Verk, evet . .. ıı

Yan gözle Mercedes'ine baktı yeniden.

«- Mercedes'te çalışmıyordum yani ben... Ben şimdi

bu arabamı ... ,,

37

P:39

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Nuran hanım, artık başını kaldırmamazlık edemiyor.

Sorulmayan sorulara karşılık vermeler onu sıkar.

((- Neresinde çalışıyordun BMW'nin? ıı

((- Son işim tekerlek takma. Önce civata sıkıştırırdım. Daha önce ... ıı

((- Parça naklinde desene kısaca . .. ıı

cc- Parça naklinde . .. ıı

Nuran hanım, Bayram'ın durmadan segırıyen yara

izin� bakakaldı. istese de, bakışlarını bu seğiriyen noktadan ayıramıyor. El yordamıyla pasaportu çekiyor önüne.

Bayram, sinek kovalar gibi seğirmeyi kovalıyor. Nuran

hanım da o zaman başını silkeleyip pasaporta bakabiliyor. Gözü şimdi ezbere çevirdiği sayfalarda, ezbere soruyor:

((- 49 doğumlusun öyle mi?ıı

«- Otuz dört yaşımdayım aslen ben ... ,,

((- 49 doğumlu olunca nasıl otuz dört yaşında olursun?ıı

Bayram'ın içine bir korku düşüyor. Sanki bu kadın

şimdi onu derdest edecek, doğru Hoşap düzlüğüne gönderecek yeniden. Ah mankafa ah! N e diye karıştırırsın

asli yaşını. Hı de, geç ...

cc- Bizim oralarda hep böyle yaparlar ya? Hep geç

çıkartırlar ya? Geç çıkartmışlar benim de nüfusumu . . . n

cc- Niye? Niye olacak desene? Okula geç gidersiniz,

biir ... Askere geç gidersiniz, ikii. .. Eşşek kadar olunca bile ananızın yanında hamama gidersiniz, üüüçç ... ıı

Gülüşenler oluyor. Vedat, bir yerlerden koşup geliyor. Nuran hanımın omuz başında tetikte bakışlada dikiliyor.

38

P:40

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

u - Ben anaını ne bileyim? O yüzden hamama da gitmedim. Babamı bile bilmiyorum. Amcamgil öyle etmiş.

Aklım ne ers in benim? .. »

Bu hoşgörmez kadını insafa getirmenin şimci tam sırası. Öyle ya, ne anaını bilirim, ne babamı ... Ben böyle,

kimsiz, kimsesiz ...

,,_ Kimsiz, kimsesiz büyüdüm zaten . .. Şimdi de siz

kalkmış . .. ıı

Yüreği burkulan yine Vedat oluyor:

u- Canım, Nuran hanım, siz ... u

«- Hadi kardeşim, hadi. İçeri bir pasaport gönderdim. Şuna bir bakıver sen. Adamcağız beklemesin yol yorgunu. Triptiğe gitti. Şimdi gelir. Haq.i kardeşim, yapılacak bir şeyse . .. \"

Vedat'daki hesap sorma yine kendine dönüyor. Ses etmeden çekiliyor, gidiyor; önü camlı yapıya giriyor. Ne

oluyor bana? Neden çabucak gerileyiveriyorum? Tabanlarımı yardıklarında bile gerilememiştim ben. içerde olmaya yeniden bir özlem. Bu sabah ikinci kez ...

Nuran hanım, kendi yöntemince işinin tadını çıkarıyor. Bayram'a takılınasını sürdürüyor:

�- Yani, canımın içi, kağıtların doğruyu söylemiyor

ya, suratın da doğruyu söylemiyor. Bana sorsalar, sana

kırkında varsın derimn.

Bayram'ın içinde bir ip kopuverdi. İyice bir ağlama

duygusu bürüdü yüreğini. Artık, gözlerinin taa derinlerinde kalmış o küçük ışıltı da yayıldı, iyice karanlıklaştı, yitti. Hüzünle baktı Mercedes'ine. Hüzünlü çıktı sesi:

«- Bir eksiklik mi var bacım? ''

Nuran hanım bu kez şrak diye çevirdi bir sayfayı:

u- Hani senin giriş vizen?ıı

39

P:41

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Damgalanmamış mı?ıı

«-Kim damgalayacak bana gelmezsen?»

«- Pasaportta, tamamdır, dedilerdi ... »

«- Pasaportta, pasaportun için tamamdır, derler. Polis kontrolü o. Dışarda, danışma bürosundakiler ne yaparlar allasen? Yan gelip yatarlar mı? Hadi onlar uykuda. Ya

siz? Habire de girer çıkarsınız üstelik ... »

Şevki, «püf» deyip güldü. Öğrenemezler, öğrenemezler ... Aniadın mı ahb.ap? Bak da öğren. Altına zerdali çürüğü bir araba çektin diye, aklın her şeye erer sanma.

Arabayla iyi vatandaş olunsa, hey oğlum!..

«- Daha bu benim ilk girişim .. . \" dedi Bayram.

«- İlk girişin, milk girişin... Bazı, bir günde yirmi,

otuz bininiz birden dönüyor. Salt uçakla. Burdan günde

iki-üç bin işçinin girdiği oluyor. Hiç mi öğrenmezsiniz birbirlerinizden? Hiç mi kulağınıza girmez? Hiç mi kafanız

çalışmaz? .. \"

•- Uyyy! ıı

Bayram, omuzlarını ıçme çekti. Soluğunu tuttu. Olduğu yere çakılıp kaldı. Romani Export'un sürücüsü, motoru beş dakika homurdattıktan sonra kamyonu harekete

_geçirmişti. Mercedes'in çamurluğuna ha sürttü, ha sürtecek. Sürttü!.. İşte sürttü!..

Her şeyi bırakıp o yana seğirtti Bayram.

«- Allah kahretsin! Allah kahretsin! .. Bittim!.. Mahfoldum!..ıı

Yasa durmuş Urfa kadını gibi çırpınıyor. Kamyon sürücüsü onun bu çırpınmasını görmüyor bile. Manevrasını

tam edip yola çıkıyor.

Nuran hanım, kolunun üstündeki sinek yeniğini kaşıya kaşıya:

40

P:42

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ''

u- Vah, vah ... Hepsi bir türlü deliriyor bunların, di­

. ye gülüyor usulca. Sonra da bağırıveriyor:

u- Bayram Ünal!ıı

Çamurlukta bir çizik oldu galiba... Eğer olduysa ...

Şimci nasıl yakalamalı şu gavurun ekisportçusunu? ..

«- Bayram Ünal'a girişini vermiyorum!»

Nuran hanım, elindeki pasaportu isteyerek büyük bir

gürültüyle kapadı. Aynı özenli patırtıyla masanın köşesine attı. Bir sigara yaktı: Şimdi nerde olduğunu anlar o.

Ayakları yere değer.

Bayram, arabayı bırakıp geri koşuyor. Yüzersin, yüzersin kuyruğuna gelirsin, hep bir bokluk çıkar. Takılırsın... Bu kaçıncı Bayram? Aldın mı şimci? Hadi bakalım,

şimci de bu ters karı ya anlat ki. ..

Ortasından bölünse, iki Bayram olsa. Biri hep arabasının içinde d ursa, yanında olsa, öteki de N uran hamının

karşısında. Ya da başka nerede gerekiyorsa orada.

Nuran hanıma yakarıyor şimdi. Tükeniyor. Bas mühürü geçeyim, oh bacım. Yıkma beni. Bu benim kaçıncı

kez serHip doğruluşum. Kaçıncı kez, tam oluyor derken

yaya kalışım ... Şimdi artık tam olmuşken, yapmayın bunu

bana. Sonunu getireyim. Şu Mercedes'imle doğduğum yerlere bir varayım. Amcaının gözü kapanmadan bir yetişeyim. Bir geçeyim kahvenin önünden ... Benimle eğlenmelerini, bana incegül, mincegül diye adlar takmalarını bir

sildireyim, bir geri aldırayım... Kezhan'ın balıkçısını fi- ·

lan boşa çıkarayım ... Hey rabbim, bu kadın nerden anladı

hemen? N asıl bildi geçiş vizesini akıl etmeyişimi? ..

ıc- Kaç gün izinlisin?,

u- Otuz altı gün bacım. Zaten ikisi de yollarda geçti.

Bugünü hele, hiç saymayın ... ,,

41

P:43

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

u- Bak, dönüşte otuz altı gününü yarım gün geçirtirsen bu sefer valla da, billa da verınem çıkışı. Tamam

mı?ıı

Bayram, soluğu kesik, hızlı hızlı sallıyor başını. O sıra, Veli'nin karısını bir yandan bir yana koştururken görüyor. Solmaz'ın TV'sine hadi yine bir kulp uydururuz.

Ama ya bunlar şimci yine bana tebelleş olup Istanbul'a

kadar yük yüklerneye kalkarlarsa? Kadın bir görürse beni, ne yapar yapar, angaryasını yıkar. Veli'den beceriklidir o.

Veli de, karısı da Bayram'ı görmemiş olurlar mı? Taa,

sınır kapısından girerken gördüler. Büyük kız gösterdi hatta. uBakın şu kedibokuna!ıı Annesi, ubırakın hayırsızı, bırakın meymenetsiziıı dedi. Veli hiç ses etmedi. Fakat artık hepsi küs Bayram'a. Çocuklar, görmemezliğe gelmek

için tenbihli. Elbet bir gün onun da başı dara gelir. Elbet o da sıkışır bir gün. Bak bakalım, döner bakar mıyız

biz de ona? Veli'nin karısı girişte hep böyle ileniyor, söyleniyordu. Başını döndürüp bakmıyordu Bayram'dan yana. uBir de sen dırlanıp durman diye çıkışınıştı Veli de.

Veli'ye asıl koyan o, bu değil. Bir memleketlisinin bir yabancıdan daha yabancı çıkması. Istanbul'a giden bir İsveçli aile fazla televizyonlarını arabalarına almayı kabul

etmişti. Yüreğini kanatan, onca aldırmamaya çalıştığı halde her geçen gün daha da kanatan bir yan var bu i şte.

Karısı da hala çocuklara söylenip duruyor: Gökgörmedik

nolacak? .. Bok rengi bir arabaya bindi diye . .. Eğer içinizden biriniz dönüp bakarsanız bu Bayram pisine ...

Şimdi, Bayram'ın akasya ağacı altında sıkışığa geldiğini anlamış, gümrük kapısından inadına girip çıkıyor Veli'nin karısı. Yüreğine su serpiliyor. Eden bulur. Bize noldu? Bir şey mi oldu? Hesap makinesini bile kurtardık iş42

P:44

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

te. Pis, gökgörmedik İşallah geri yollarlar seni. İşallah,

işallah... Ha memur hanım, inlet şunu biraz. Hiç değil

bunalsın acık.

Bunalmak ne söz? Bayram, deneysizliğinden her şeyi nasıl önemsize aldıysa, yine deneysizliğinden iki metre

ötedeki Mercedes'ine artık hiç kavuşamayacağını sanıyordu. Öylesine önemsiyor bulunduğu durumu. Nuran hanımın takılmalannı da, işinin tadını çıkarmalarını da sezecek gibi değil. Ayrıca, arada bir kendisine yalvarılınasının da Nuran hanım için, anmalıklar, armağanlar denli

değeri var. Bir saf bulup onunla oyalanmak. Bomboş dünyasını, görevine ilişkin bir önemserneyle zenginleştirmek ...

ıc- Al bakalım. Süreyi geçirme haa dönüş te ... \"

Allah razı olsun şu kadından. Gözümün yaşına bakmasa bakmazdı. İşi yapmasa yapmazdı. Bayram, nerdeyse eğilip Nuran hamının elini öpecek. Pasaportunu da,

arabasına ilişkin kağıtlarını da derleyip toplayıp soluğu

park yerinde alıyor. Eğer bir de çizildiyse Balkız ...

Az önce Nuran hamının masasına bir karton sigara

bırakmış olan işçi, dayanarnayıp mırıldanıyor:

ıc- Ödünü patıattınız garip işçinin!..»

Nuran hanım, ona kuşkuyla bakıyor. Yolunu yokuşa

sürmeye hazırlanıyor. Demin Vedat'ın duvar dibine çektiği salak değil mi bu? Pek de çabuk uyanmış ayol. Hadi canım, bu Vedat solcunun biri olsa ne çıkar sanki? Neyine

dikkat edecekmişiz bu süt kuzusunun? Neye yarar senin

vızvızlanman adamların kulaklarının dibinde hey oğlum? ..

Senden kuşkulananların kuşkusunu boşuna çıkarma bari aptal. Dün o müfettişler neden dolanıp durdular burda?

Dün burdan kaç deri kamyonu çıktı, bir düşün! Öylecene. Bas, dediler çıktı. Bas, dediler çıktı. Çeşitli saat aralarıyla. Deri Fabrik'de en büyük hisse kimin? Git önce

43

P:45

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bunu öğren bakalım. O deri kamyonlarının içindeki de

deri mi, kum mu? Bunu da bir öğren. Ya önceki gün giren Freightlines neyle doluylu? İran'a geçiyor, öyle mi?

İran'a varacak, doğru. Ama bütün yükü de İran'a mı varacak? Git, araştır bakalım bu uzun kasa nerede boşalıyor? O, lafını pek sevdiğiniz hangi işbirlikçi kapılarında?

Sen Bambi çikletlerinin montaj çiklet olduğunu biliyor

musun peki? ithal kotasında çiklet hamuru yazılı mı? Git

onu araştır işte. Basılı kağıtları ayet gibi belieye belleye

feri erkenden kaçmış gözlerini benim üstüme dikip duracaksın da ne olacak? Kulağını, şurdan geçen bir arabanın

nasıl soluk alıp verdiğine dayayacağına, dön dur benim

çevremde... Dolap beygiri sen de... Ben burda kaçın kurasıyım hey çocuk! Biz bu ufak armağanları almak zorundayız. Bir şey almayan sınır kurallarına ters düşer. Bu

Vedat gibiler sıralarını yeni savdılar. Akılları erdiyse erdi. Ayaklan yere değdiyse değdi. Şimdi sıra şunlarda.

Ödünü patlatmışım garip işçinin, baksana. Bunlar adam

gibi ezilmeliler ki, adam gibi de silkinsinler. Yoksa, lafı

güzaf ...

((- Pasaportta yazılı oturma süren geçmiş. Çıkamazsın! ıı dedi Nuran hanım, uzaklaşan Bayram'ı yarım yamalak savunmaya kalkan işçiye.

Sanki burada, bu cenabet yerde bizim döktüğümüz

alın teri değil. O bir garip işçi de, biz kum ihracatçısının

ortağıyız sanki. Sanki ne? Babam yine bir saat içinde göl

etmiştir yatağı ... Aman be sende, deli Nuran karısı! Sidikli babanın memure kızı, öf!

Bayram, Mercedes'inin sol yaruru uzun uzun inceledi. Romani Export'un onca yakın, onca sürünerek geçmesine karşın arabasının en küçük bir çiziği bile olmamasına şaşıyordu. Jantlardaki toz birikintilerini ovuyor,

44

P:46

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

siliyor; mutlak bir zedelenmeye, bir göçüğe, bir eziğe rastlayıvermeyi bekliyor. Beklediği olmuyor. inanınakla inanamamak arasında, doğruluyor. Bu kez arabanın arkasına

geçip, bir de arka tamponu gözden geçirmek istiyor . .. Allah kahretsin! Allah kahretsin! Oldu mu olanlar? Ben niye bilemedim o gavurun arkadan tosladığını? Neden aval

av al bakıp durdum da yakasına yapışmadım bu herifin?

Şimci koydunsa bul.

,,_ Ezilmiş mahvolmuş!ıı

Ağlamaklı bir sesle doğruluyor. Çevresindekileri yardıma çağırıyor nerdeyse. Bir memur koşup geliyor. Birkaç

kişi daha arabanın arkasına toplaşıyorlar. Ama kimse,

Bayram'ın gördüğü eziği göremiyor. Yükselen sabah güneşi, arka tamponun parlak kromajında göz alıyor. Ne olmuş? Hani? Neresinde ne var?

Gerçekten de, ancak hafif bir tozun cilalı bir yüzeyde dalgalanması izlenimi dışında hiç bir ezik, hiç bii,\" çizik seçilemiyor. Hafif tozlu bir yüzeye hafif bir el değmesi. Ya da ancak böyle anlaşılabilecek belirsiz bir göçme

Bayram'ı umutsuzluktan umutsuzluğa fırlatıyor. Memur,

Bayram'ın omzuna tıp tıp vuruyor:

u - Hadi kardeşim, hadi. Şikayete değecek _bir şey değil. Ben seçernedim bile. Kimse seçemedi. Kimsenin seçemediği bir eğrilmeye eğrilme denmez. Hadi bakalım, çıkacaksanız çıkın artık da, başka arabalara da yer açılsın.

İşiniz bittiyse fazla işgal etmeyin burayııı .

Arkasını dönüyor. Soğukkanlılığını, ağır başlılığını,

anlayışlılığını beğenen bir memur olarak uzaklaşıyor oradan. Diyebileceklerini içinde gizlerneyi becererek: Trenle, hele uçakla gelenlerin canları çıkar. Varış zamanını

kendileri seçemezler. Başta seçtiklerini sanırlar. Türk Ha45

P:47

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

va Yolları orada gecikir, burada bekletir; derken, öğlene

ineceklerini sandıkları yere gece yarısı inerler. Kendileri

bir yanda, malları bir yanda serilir kalırlar. Bakan, eden

olmaz. Sorularını yanıtlayan bulunmaz. Uçağın tekeri yere değer değmez pilotu alkışlamaları, kapıdan ilk çıkana

bayrağımızı saliatmaları falan burunlarından gelir. Burada, ohooo, sere serpe. Merasına kavuşmuş koyunlar, kocabaşlar gibi yayılıveriyorlar. Daha yüz versek, bahçe hortumunu şuradan kapıp arabasını bir güzel yıkamaya bile

koyulur bu hasır şapkalı şimdi. ..

Bayram, bir su başı bulur bulmaz arka tampona çökmüş ince tozu, sinek, böcek kirlerini falan temizlerneye

ant içiyor. Bakalım, o zaman daha iyi aniayabilecek başına gelen felaketin büyüklüğünü, küçüklüğünü. İçin için

sızıanarak arabaya giriyor. Kontağı açıyor. Yüreğinde bir

tel, hem de oldukça kalın bir tel daha kopmuştur.

Böylece el frenini bıraktı, vitese geçirdi, gaza bastı.

Üç kez hoplattı arabayı. Kendine güveninin sıfıra indiğini

anladı. Kimse imrenerek, kimse hayranlıkla bakınadı ona.

Kimse, bu arabanın yaşamında tuttuğu yeri anlamadı.

Kimse kutlamadı onu. Kimse arkadaki, belirsiz de olsa,

artık varlığı akıldan çıkmayan o küçük göçüğ� hayıflanmadı. Çek oraya. Gel buraya. Uzat kağıdını. Ver paranı.

Al kartını. Geç şimdi. Şimdi oraya git. Şimdi burada bekle. Bekleme şimdi. Durma artık. Geçme burdan. Şurdan

gir. Burdan çık. Bekle. Bekleme. Kaldır. Kondur.

Bir kimse de elini Bayram'ın omuzuna koyup:

u- Senin mi bu araba kardeş? ıı diye sormadı. Nasıl

aldın? Kaça aldın? Kaç yılda? Otomatik mi? Değil mi?

Esas döşemesi ne renk? Teypi stereo mu, değil mi? Anasını satayım böyle Kapıkule'nin de, böyle girişin de! Bil46

P:48

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

sem trene yüklerdim. Hırpalatmazdım bunca kilometre

Balkız'ımı. Arkasına vurdurtmazdım. Canını yaktırtmazdım . ..

cc- Geçıı dedi çıkıştaki memur.

Bayram, otuz kilometre ile usul bir başlangıç yaptı.

Alandan çıkıp, I Numaralı Devlet Yolu, 5 Numaralı ınuslararası yolla kaynaşırken, o da gazı bastı. Vitesi büyüttü. Önce atmış, sonra yetmiş kilometre hıza geçti. Kendisini her adım başı hiçleyen Kapıkule Sınır Kapısı'm, dönücü ya da kesin kalıcı yolcuları, araçları, barakaları, kendi boyası, kendi furyası, bol egzoz dumanlı havası; birbirleri denli girenleri de, çıkanları da sevmeyen, bir kışıanın

astlı-üstlü subaylarından güçlükle ayırt edilebilen memurları; bir avuç toprak üstünde ve motora, çimentoya,

asfalta aykırı şebboyları, kınaçiçekleri; iki dakika yukardaki istasyonu, beş dakika ötede, Meriç Suyu'na et kokusu karıştıran kebapçısı; tozlu akasyaları, dayanıklı zeytin ağaçları ve daha ta baştan yurda Balkız'ıyla girişinin

güzelliğini Bayram'a haram etmiş olan o üstü resimli hakkabaz kamyonetiyle geride bıraktı.

47

P:49

I Numaralı Devlet Yolu

Arabanın saati şimdi sekiz kırkı gösteriyor. Kilometre ibresi bir çizgi daha atlıyor. Ama sürücüsü, ibrenin

ondan öte gitmesine izin vermiyor. Hatta, karşısında \"Burda Sürat Tahdidi\" yazısını görünce ayağını gazdan usulca çekiyor. İbreyi yeniden atmışa düşürüyor. Buyruğa uymakta gösterdiği yatkınlığa bakıp, arka tampondaki ufak

göçüğü unutmadan da sürücülük edebildiğine hem şaşıyor, hem kutluyor kendini. Franz Lehar'lı gömleği içinde

yeniden Mercedes'li varlığından hoşnut Bayram oluyor.

Güneş, sanki bir ağustos gününün öğle güneşiymişçesine bütün deliciliğiyle ön camdan içeri dalıyor. Bayram'

ın gözlerini kamaştırıyor. Yine de Bayram, arabanın önündeki Mercedes yıldızını, onun bu güneş altında parlayışını, sıcak bir gecede tarlaların üstüne asılı duran çobanyıldızının parıltısından öte bir güzellikte buluyor. Çocukluğunu sevindiren o yıldız, gökyüzünden koparılıp alınmış,

Bayram'ın elleriyle ovulup silinmiş, pusundan, sisinden

arıtılmış ve Mercedes'in önüne takılmıştır. O yıldızın orada, lekesiz pırıldayıp durduğuna bir kez daha iyice ina�

nınca Bayram, güneş gözlüğünü takma gereğine boyun

eğiyor. Böylece, bir levhayı göz kırpmadan okuyor : Edirne 13 km.

Sür. Fakat dikkatli sür. O senin bildiğin, alışık olduğun, kolayına giden otohanlar çoktan bitti. Yugoslavya,

Bulgarya yollarında kaç kamyonla buruna buruna geldiğini unutma. İşte bak, burda da bir geliş, bir gidiş üstündesin. Nerden ne çıkacağı belli omaz. Anlatılanları unut48

P:50

\"FİKRİMİN İNCE GÜL Ü\"

ma. Harndi'nin Düzce'nin oralarda, çoluk çocuğuyla bir

otobüsün altına nasıl girdiğini unutma. Gözünü dört aç.

Hendeklere, hündeklere tetik dur haa ... Balkız'ın altını

çarptırma. Egzozunu deldirme. Ezdirip büzdürme. Arkadaki eziği kimse sezemez. Sezemeyince, işte böyle varıp

gireceksin Ballıhisar'dan içeri. Otuz üç gün sonra da yine

böylece, aynı böylece çıkıp gideceksin şu bela kapıdan. Ha

bakayım Bayram. Ha Bayram'lığını sevdiğim Bayram.

Ballıhisar'ın, yaparım dediğini yapan Bayram'ı. Kendini

kurban ettirmeye n Bayram... Bakma sen kapıdakilere.

Onların yüreği çoktan yalama olmuş. Ne bilir bunlar artık bir arabanın dilini? Ne bilirler şimdi böylecene, özyurdunun asfaltlarından süzülüp geçmenin tadını? Bu taksi

senin nasıl öz malınsa artık, bu yol da tıpkı öyle, senin

öz be öz malın. Zırt pırt önünde dikilip de kimseler durduraınaz seni buralarda. Sür, dürebildiğin yere dek.

Coşkuyla eğildi. Önündeki ince uzun yarığa bir kaset

sürdü. Sol arka pencereye asılı naylon torbanın açık camlardan içeri dolan sert ve sıcak esintide çıkardığı hışırtıyı

eski bir kadın sesi örttü:

<<Fikrimin ince gülü 1 Kalbimin şen bülbülü

Fikrimin ince gülü 1 Kalbimin şen bülbülü

O gün ki gördüm seni 1 Yaktın ah yaktın beni . . . »

Bayram, önce içinden, sonra usuldan, sıra «0 gün ki

gördüm seniııye gelince de bütün sesini koyvererek şarkıya katılıyor. Özel deri geçirilmiş direksiyon, ellerinin

altında seviliyor. Bayram, direksiyonu sağa büküyor, okşayarak. Sola büküyor, okşayarak. Ağzında şarkı, önde

pırıldayan yıldıza, derken, güzel bir eğimle ön camın dibine doğru uzanıp gelen motor kapağının süzülmüş bal

rengine bakıyor. Sonra bir kaçamak yapıyor. Yolun her

4 49

P:51

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yanına dikkat kesilmeyi bir an için boşlayıp, gözlerini arabanın iç kaplamalarında, koltuk kılıflarında, parlak direksiyon tablosunda gezdiriyor. Teypin geri düğmesine basıp aynı şarkıyı, daha bitmeden bir kez daha başlatıyor.

Trakya Ovası, gittikçe yükselen güneşin altında dingin. Ara ara çiçekleri dökülmüş günebakanlar, nerdeyse

biçilmeye hazır ekinler, başları püskül vermiş mısırlarıyla, bağrım delip geçen karayolu üstündeki akışı seyrediyor.

Benzin göstergesi iyice düştüğü halde Bayram, solda

birden görünüp yiten Petrol Ofis'i yok sayıyor. Sana iyi

bir bakım, depona da benzin doldurmalı. Karnını doyurmalı Balkız, BP'den. Olmazsa önümüze ilk çıkan Shell'

den. Yugoslavya'nın tortulu benzini iyice canına okudu

karbüratörümüzün. Hasköy'e yaklaşırken aklım çıktıydı.

Karbüratör benzini fışkırtı fışkırtıvermesin mi? Aman, bir

yerine bir şey oldu sandım. O kirli benzini sana vermek

zorunda kaldım, ne yaparsın? Fakat artık, iyi arıtılmış,

incelmiş benzin olmadan koymam, Allah esirgesin! Tıkayıp bırakacaklar da karbüratörü, ondan sonra git ellere

teslim et seni. Git söktür oranı buranı ... Yoo, kendim sökerim de, buralarda kimselere elietmem seni. Yaşar'ın dönerken başına gelenler? .. Motor yağ yakmış. Tut sen, Çorlu'da tamire sok. Çorlu'da tamire sokulur mu araba? Eski de olsa, gene aslan gibi Opel'di. Güzel, oldu diyorlar.

Hadi güle güle. .. Bunlar bir çıkıyorlar ki yola, amanıınnn . .. Bir su kaynaması. .. Hadi, bir yağ akıtması ... Kusuyor ki araba, nasıl! Yağ deposunu delmiş dolamışlar

meğer. O kadar olsa iyi. Yaşar, bir de eğilmiş bakmış ki

motora, uyyy!.. Bağlantı tellerinden ikisi kopuk. Birleştireyim dese nereye? Herifler tam üç civatayı yok etmişler. Yok ya. Bashayağı yok. Sanki o üç civata lüzumsuz50

P:52

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

sa, niye koydursun fabrikası değil mi? Üç civata, bir modelde tam dokuz yüz bin mark fazladan yatırım demek.

Kayabilseler de birini eksik koysalar, ohooo, kar çıktı şu

kadardan şu kadara, bilirsin. Aman, biz biz olalım, ustayım diye geçinen böylelerinin yanına sokulmayalım. Ben

seni korur koliarım ya, sen de kendine mukayyet ol haa!

Bakırnma nankör gelme, e mi Balkız'ım benim? Emeklerimi, didinmelerimi boşa çıkarma, emi? ..

İlk yıl parça yapımında çalıştı. Salt direksiyon mili

yapan bir kuruluştu bu. İşi güç değildi, ama parası azdı.

Daha çok kazanmak için, bir fabrikanın montaj hattında

çalışmak gerekiyordu. Yabancı işçiler buna parça nakli

diyorlar. Burada işin çok güç olduğu söyleniyordu. Ama,

direksiyon mili yapımında saati üç buçuk marka çalışırken, parça naklinde saatine altı-yedi mark ödedikleri oluyordu. Böyle bir fabrikanın böyle bir hattına atıayabilse

Bayram, Heim'lardan da yararlanabilecek üstelik. Ev kirası vermeyecek, akşamları da kantinden daha ucuza yiyebilecek. Montaj hattına geçerse, o günlerdeki hesabına

göre, ancak altı yedi yılda alabileceği yeni bir arabaya o

zaman üç-üç buçuk yılda sahip olabilecek. İlk gittiği yıl,

nerdeyse, elde!l düşme, 64 model, iki kapılı bir Ford alıyordu. Ya alsaydı? Aman Allah!.. Üç yüz-dört yüz markı

boşu boşuna sokağa atmış olacaktı. Sık dişini Bayram. Kapa gözünü. Bul bir yolunu, atla parça nakline. Atladın mı,

akşamları da çalış. Fazla saat yap. Ön cam taktırmaya verirlerse ne ala! Onun işi kolay diyorlar. Yok, şasiye motor

yerleştirmeye, daha beteri de el yordamıyla civata taktırmaya verirlerse? .. Eh, verirler verirler. Sıkacaksın dişini. Sabır.

Parça naklinde çalışmaya başlayabilmek için bir Por51

P:53

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

tekizli'yi kullandı. Portekizli'ye öyle acındırdı ki kendini, sonunda Portekizli kendine bile karşı çıkıp bir sarı

sendikalıyı, sarı sendikalı ustabaşını, ustabaşı fabrika personel müdürlüğünden birini . .. Derken Bayram, kapağı

montaj hattına attı. önceleri bir yedek parçaydı Bayram.

Dama taşı gibi ordan oraya. Ustabaşının gözüne girsin de,

belki o zaman ... Portekizli'nin tekerlek taktığını görüyor.

Salt tekerlek takıyor Portekizli. Kendisi ise, dama taşı

gibi ordan oraya aktarılırken hem fazla saat yapamıyor,

hem ücreti düşük. Saatine dört buçuk mark alıyor. Oysa,

tekerlek takan Portekizli'ye saatte altı mark. Huysuzun

da biri. Her dakika bırgür çıkarıyor ...

Gerçi benim, onun yerinde gözüm yoktu. Ona ka�ar,

daha ne iyi işler vardı orda. Benimle kendisi kavga etti.

Hırı çıkaran o. Ustabaşı da bana inandı zaten. Ben, onun

gibi her şeye bir kusur bulmuyordum. Kimsenin başını

ağrıtmıyordum. İkide bir «hakkım yeniyorıı diye dikilmiyordum ustabaşınınkarşısına ... Ustabaşı da ...

Bayram, tekerlek takma işine altı markla başladı ama,

çabucak saati yedi marka yükseltildi. Ancak, bir şey vardı. Koştukça, engellere dirsek ata ata koştukça Bayram'ı

aynı noktada, hiç koşmamış gibi aynı kilometre taşı önünde tutan bir şey. Her yıl neye, hangi model arabaya nişan

alsa; yıl boyu kendini o model içinde görmeye heveslendirse, daha o modele yaklaşmasına bin mark kala bir yeni model araba geliyor. Göz açıp kapamadan daha. Ve üstüne iki bin mark fazla koymuş olarak ... Saati yedi marklık o işe geçmek için Portekizli'yi. ..

Bu Yolda Radarla Sürat ...

Bayram, levhanın uyarısına sığındı. Portekizli'yi kafasından kovuverdi.

52

P:54

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Sağ bankette omuzları silahlı iki asker. Cılız bir akasyanın hiç gölgeleyemediği yol kıyısında, güneş altında,

asfaltın alafını yüzlerinde duya duya bekleşiyorlar. Bayram, onların kendisine cıdurıı diyeceklerini sandı. Askerler hiç kımıldamadılar. Duracaklardı. Bir saat, iki saat,

üç saat... İşleri, yol kıyısında, kendilerine gösterilen

tam o nokta üstünde durmak. Durdurmak ve sormak;

o da başka erierin işi. Bayram, bilmeden hızlandı.

Dümdüz yolda bile çoktan görünmez olmuşlardı erler. Yine de Bayram, aynadan ardına iki kez bak�ı. İki kez, erleri orada, öylece dikilirierken görüyor sandı. Gürpınar.

Başçavuş. Bu tümsekte, tam şu noktada bekle. Köye baskın olacak. Biz baskını verenecek duracaksın orda. Burdan kimseyi geçirtmeyeceksin. Bir sığırııi, bir davarın bile geçmesine izin vermeyeceksin. Komandolar üstten inecek. Biz alt baştan. Biz baskını tamam edenecek burdasm!

cı- . .. hşüstüne çavuşum! ıı

Çavuşun, kariyolün direksiyonuna başka bir eri geçirdiği günler. Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı emrine daha çok nakliyeci er gerekmeseydi, Başçavuş

daha çok bekletirdi onu tepe başlarında, hendek içlerinde,

tümsek üstlerinde. Bekle. Bekle. Tek dikili ağaç yok. Çavuştepesi eteklerinde Zernek Düzlüğü yanıyor Allah! Bayram, beyninin kızgın tavaya konmuş tereyağ benzeri eridiğini duyuyor. Başçavuş'un cıdikilıı dediği yerde, güneş

hedefini hiç değil birer metre şaşırsın, bir saniye ara ile

yeniden gelip beynine tam isabet oturana dek şaşırtabilsin diye güneşi, Bayram, görünmeyen Başçavuş'tan kaçamak, bir adım sağa atıyor. Sonra bir adım sola. Sonra

yine çavuşun cı dikilıı dediği yerde dikiliyor. O, birer adım

sağa ve sola kaymalar arasında, boş kahveren o yerden,

53

P:55

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

o aralıktan kaçabilecek her şeyin; silahçılar gibi casusların da, vatan haymlarının da, anarşistlerin de, ona yakalanmalarının gerekli olduğu duyurulmuş her şeyin, bir

ruh gibi sızıp kaçıverecekleri kuşkusunu yaşıyor. Günlerdir dillerde dolaşan, radyolarm bas bas bağırdığı, adlarını

dört bir yana yaydığı \"soyguncu\", \"anarşist\", \"hain\"lerden

biri şu an karşısına çıkıverse de Bayram tetiği doğrultup

vuruverse onu. -Dikildiği yerden kim sızıp kaçacaksa, artık bir an önce buna yeltense de Bayram onu haklasa. Bu

dikilme de bitse burda artık. Hem kim bilir, belki çavuşu

Bayram'ı yeniden kariyol sürücülüğüne alırdı o zaman.

Nerde kaldı peki? Hani kariyolle dönüp kendisini alacaktı

burdan?

Kariyol, hiç bir yönden görünmüyor. Bir tek yönden,

Hoşap düzlüğünden, düzlüğün tozunu havaya savurta savurta başka motorlular geçiyor: Cipler, ceyemseler, iki

tank hatta. Konvoy halinde. Seferberlik havasında. Derken, turuncu karayolları araçları. Tek tük minibüs. Kırkgeçit yönüne sapan. Bir yolcu otobüsü: Zümrüt. Başkale'

ye doğru seğirten. Uzakta, Hoşap Çayı'nın kıyısını kem

küm yeşerten birkaç ağaç, bulunduğu yerden Bayram'ın

gözüne cennet bahçeleri gibi görünüyor. Güzelsu'dan _kara renkli bir su akıyor. İncecik, kara bir su. Bu sıcakta kan

gibidir. Ama Bayram, dilini ısiatacak bir damla kana bile hazır, bekliyor.

Taa günbatımında gelmişti kariyol. Başçavuşsuz. Kariyolün yeni sürücüsüne duyduğu kıskançlık ürünü düşmanlık, kızgın güneş altında, sabahtan akşama aynı noktada durmanın baygmlığmdan kurtarıyor Bayram'ı.

«- Nerdesin ülen? Nerde çavuşum?n

«- Bana ne bağınyarsun be! J andarına Çavuşu, Ye54

P:56

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

dikilise Köyü'nden iki kadını aldı. Birini de bizim çavuşa

verdi. .. ıı

Gerisini söylemiyor. Eliyle, uanla işte ... \" demeye getiriyor.

ıı- •.• Artık komando çavuşuyla dönecekıı.

Kıs kıs gülüyor er. Öyle ya, keyfi gıcır dürzünün. Bütün gün direksiyonda .. . Kariyolün üstünde .. . Hem nereye? Karı peşine ...

u-Ee, ben neyi bekledim burda?\"

Bilen kim?

Bayram, kilometre saatinin doksanı gösterdiğini farketti. Yanından iki oto hızla geçti. Sonra, asfaltı ezip çatıatacak bir sürtünmenin tok hırıltısıyla bir traktör. Gaza

bastı. Soldaki Mensucat Santral Edirne Tesisleri'nin levhasını sadece \"Santral\"ine dek okuyabildi. TIR'lardan biri, bütün sol görüşünü kapayarak Kapıkule yönüne doğru

sıyırtıp geçti. Dev gibi TIR'ı görünce, hızını azaltıvermişti

yeniden. Bu kez, dikiz aynasından, peşinde sıraya diziimiş

arabalar, ·

otobüsler gördü. Biri kornasını çalıyordu sürekli. Fırlayıp Mercedes'e yetişti. Yeniden korna çaldı. Mızmız bir ses vıyık vıyık diye öttü. Bayram da, traray

trarayy diye karşılık verdi inadına. Yüze çıkardı hızını.

Arayı iyice açtı.

Sanki geçecekler! .. Kendi halime bırakırsanız hızlı

sürmem. Lakin, geçmeye kalkarsanız, bak ona razı değiliz. Elbette mi Balkız? Benzinimiz de iyice azaldı be. Dayan ha, dayan kızım. Edirne çıkışına dek idare edersen,

yok mu ya? Kamyona dikkat ! Geçmeye kalkıyor önündekini bir de. Nerden geçecek ki salak?..

Ot ve saplardan yapılma bir çardağın altında Türk

Petrol'ü gördü. İçerlek bir yeri gölgelemişler. Nerde yor55

P:57

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

gun araba var, döküm saçım, çardağın altına sığınıvermiş. Bir işçi, Taunus'unun ön kapağını kaldırmış, motora bakıyor. Demek en çok burdan benzin alıyor bizimkiler? Burda serinleniyorlar. Sapsa mıydık biz de? Zaten

geçtik. Sapsaydık, petrolde çalışanlara amma fiyaka olurdu haa!

Kapıkule'deki girişini bir türlü içine sindiremediğini

anlıyor. Bu boşluğun yerini ilk fırsatta nasıl daldurmalı?

Kime önemsetmeli kendine en önemli olanı?

Bir tren üst geçidi, yerden beş metre on santim yükseklikte yolu kesti. Demiryolu, önce güneye döndü, sonra

Edirne'ye uğramak üzere doğuya yöneldi o da. Bayram,

tam tren töprüsü altında bir kereste kamyonuyla burun

buruna geldi. Birden frene bastı; araba savruldu. Köprünün sağ ayağına toslayacakken direksiyonu güçlükle topladı, solladı. Köprü altından çıkmıştı. Düşünmeden sağladı bu kez. Hemen ilerde, sığınabileceği dar bir bankette

durdu. Ardına bakıp haykırdı:

u- Uyan bokoğlu bok, uyan!\"

Kereste kamyonu çoktan geçip gitmişti. Bayram'ın

kasları kemiklerinden sıyrılmıştı nerdeyse. Direksiyon başına yığılıp kaldı. Frenin çıkardığı yanık lastik kokusu

köprü altında hala duyulabiliyor. Teypte şimdi bir erkek

sesi bir türküyü bağırıyor:

Istanbul'un minaresi beş yandan

Sen doldur ben içeyim fincandan aman

Bir fincanla kurtulayı m bu gamdan ...

Hırsla bastı düğmeye. Türküyü susturdu.

((- Siktiğimin boku! Bu gidişe Istanbul'un beş minaresi değil, tek minaresi bile göremeyecekti bizi...>>

56

P:58

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Yitirilınek üzereyken yeniden kavuşulmuş bir sevgili gibi baktı Mercedes'ine. Hacaklarına güç geldi. Aşağı

indi. Yanından vızır vızır geçen araçların kornalarına, homurtularına sırt çevirip, arabasının dört tekerini de sırayla gözden geçirdi. Lastiklerde bir erime olup olmadığına

baktı. Lastik kokusunun dağılmasını, lastiklerin soğuma-.

sını bekledi. Toz bezini çıkarıp kapı nikelajlarına birikmiş ince tozu sildi. Teker kapaklarını üfledi. Doğruldu.

Derin bir soluk aldı. Trakya Ovası'nın kuzeyine mavimtırak gri bir duvar çeken uzak tepelere baktı. O zaman, önünden bu tepelere doğru uzanan buğday, nohut, ayçiçeği ve

mısır tarlalarını gördü. Kavaklıkların yer yer çevrelediği

tarlalar ortasına sırt üstü uzamvermek için güçlü bir istek duydu. Yayı kopup gevşeyen sinirleri gövdesinin bitkinliğini ele verdi. Arabası yol kıyısında böylece, pırıl

pırıl durmalı. O da kendisini bir buğday tarlası üstüne

atmalı. Orada yatmalı. Yatmalı. Ağzında taze bir sap. Bu

sapı çiğnemeli, emmeli. Sınırdan girdiğinden bu yana ilk

kez kendi kabuğunda, tam kendi kılıfı içinde, kendi toprağı üstünde olduğunu iyice anladı. Bu duygu, bütün hücrelerini dolandı. Kendi dilinde, herkesçe anlaşılabilir bir

küfür savurabilmenin tadını daha önce neden tadamamış

olduğuna şaştı. Artık hiç de öfke taşımayan, tam karşıtı,

biraz keyiflice bile sayılabilecek bir bağırmayla, içinde

dalgalanan bu duygunun hakkını verdi:

((- Mına koduğurnun teresi! Olaydı bir bokluk, bak o

zaman ben senin ananı avradını ... ıı

Yolun sağından ardarda gelip geçen araçlar, kornalarını durmaksızın öttürüyor. Bayram'a durmaksızın,

buğday tarlasına sırt üstü uzanmanın henüz yeri ve zamanı olmadığını söylüyor. Sağda Tunca Nehri, uzun bir

köprünün altından toprak rengi akıyor ve yolun solunda

57

P:59

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

\"Oto Reperature\" yazısı okunuyor. Bayram içinden: cıEn

azından şimdi şurayı boylamıştıkıı diye geçiriyor. En

azından bu olmadığı için Allalıma şükürler ederek yeniden direksiyana geçiyor. Çalışır bıraktığı motoru hızlandırıyor. Bir kolanya kamyonetini geçiyor. O anda, uzakta bir cami, alçak bir tepenin üstünden bütün görkemiyle

dikiliyar karşısına.

cı- Selimiye!\" diyor yüksek sesle.

Sanki şimdi tek tek her şeyi arabasıyla tamştırmaya

hazırlamyor. Direksiyonu okşuyor: Selimiye, dedikleri bu

işte, baksana ...

Gidişi trenle olmuştu. Selimiye'yi yampiri yampiri şöyle bir görüp yitirmişti gözünden. Karanlıkta. Kampartımanda biri:

cı- Allah, ne cami!n diye bağırmış, sonradan öğrenci olduğunu öğrendiği bir başkası:

cı- Selimiyen demişti, kısaca.

Alın başınıza çalın! Camiden başka şey görmez gözünüz. Cami, evet. Mimar Sinan'ın dehası desem ne anlayacaksımz? Bir kubbe, bir minare; işinizi görür. Onun

bile iyisini kötüsünden ayırt etmesini bilmezsiniz. Yatın,

kalkın, Allah'a yalvarın. Yalvarmaktan cayacağımz yok.

Onca genç kalktı, bir de sizler için delikiere girdi. Tıkblar hepsini. Onları bilmem, ama artık benden paso. Kendiniz ayarsamz ayarsımz. Aymazsanız, işte cami, işte siz.

Arzunuz bilir.

cı- Selimiyen diye hamurdarup bir cep kanyağım ağzına dayarnıştı öğrenci. O anda 'aklından geçenleri Bayram ne bilsin, ötekiler ne bilsin? Sonra, yol boyu ııKardeşlerıı diye başlayan, ama bu yakınlıkla hiç bağdaşmayan

sert, tepeden bir sesle ınırıldarup durmuştu delikanlı.

58

P:60

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Koropartımana bir yabancı girse susuveriyor. İşçilerden

biri, sözü biraz kurcalamak, delikanlının söylediklerini

açık-seçik, kafasının alacağı biçimde anlamak isterse beriki, «emperyalizm» diyor, «demokratik devrim» diyor,

«müdahaleci ideolojiıı diyor, «aydın öncülüğüıı diyor, «milli burjuvazi» diyor, cıartık değer» diyor ... Soru soran işçinin aklı iyiden karışıyor. Çoğu zaten Bayram gibi. İlk

gidici. Bir kentten, bir fabrikadan çıkmışlıkları da yok.

Yine içlerinde §Uraya buraya en çok dalıp çıkınışı Bayram. O da ne? Sivrihisar'da araba lastiği yamama, oto

tamir çıraklığı, Polatlı'da minibüsçülük, Temelli'nin oralarda iki-üç aylık benzin pompacılığı, iki üç aylık da dolmuş sürücülüğü Başkent'te. Başkent'te, Temizel Oto Tamir'de, Rıfat Usta'nın yanında, dağınık iki üç yıl. Birazı

askere gitmeden önce. Birazı askerden döndükten sonra ...

Temizel Oto Tamir'de başını azıcık dışarı uzatıp baksaydı, bir alanda dursaydı, caddelerde yürüseydi, kahvelere

daha çok dalıp çıksaydı hiç değil ııemperyalizmıı e biraz

kulak yatkınlığı olurdu. Nerdee. O, salt bujiler, frenler,

makaslar, karbüratörler, kaportalar dünyasında. Çok, çok

ıı sendikaıı lafını duymuşluğu var. Onun da uzağında kalmayı kendisi yeğledi.

Kompartımandakilerin hepsi, öğrencinin anlattıklarından çok şunları bilmek istiyorlar: Şimdi bizi ne yaparlar?

istasyonda kim karşılar? Nereye götürürler? Dilini bilmediğimiz bir yerde bir bardak suyu nasıl içebiliriz? Kaybolmadan nerden kalkar, nereye konabiliriz? Bize buyrulacak işleri nasıl anlarız? Anlamadığımızı nasıl anlatırız? İndirildikleri yerde, ummana düşmüş, yol iz bilmez

birer saman çöpü gibi kalakalmasınlar da? ..

59

P:61

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Bu, Bayram'ın Edirne'ye de ilk girişi bir anlamda.

Caddelerinden ilk geçişi. Trenle geçişinden, işte salt bir

cami adı anımsıyor. Bir dolu da kuşku, karanlık.

Arabaların önünü kesi-kesiveren yayalara, bisikletiiIere korna çala çala Londra Asfaltı'ndan Selimiye'ye doğru yol almaya çabalarken, şimdi, Selimiye'nin sol böğrüne gizlenmiş başka bir eski yapıyı seçiveriyor. Böylece

gözleri, yolun sağında, bir direğin üstündeki 'Slad Oled

-Welcome>>, inceliklerini kaçırıyor. Ama, yolun bir başka

yolla kesiştiği küçük alanı süsleyen geniş levhadaki ok

işaretlerinin sola Sarayiçi, sağa Greece, kendi geldiği yana da Bulgaria diye yön verdiğini apaçık görüyor. Demek

bizim dosdoğru sürmemiz gerekecek. Daha, küçük alana

varmadan düşünüyor bunu. Fakat, sağdan soldan yükselen

kavrulmuş leblebi kokuları, köfte, kebap kokuları ile sık

sık gözüne değen 'Suppen Haus' yazıları ona, son kerte

aç olduğunu haber veriyor. Artık Selimiye'ye de bakmıyor.

Edirne girişi, ağır-hafif araçlarla traktörler, motosikletler, oto tamir garajlarından yükselen tartarlanmalarıyla Selimiye'nin dengeli, dingin görünümünü örtüyor. Tourist Information'ın önünde yetiştitilmiş yıldız çiçekleri, ortancalar, kokulu karanfiller, küpeler, gülfatmalar, hatta

iki kök zakkum bile, bunca maden ve madensel sesin sağ

böğrünçle kargaşaya geliyor. Oradaki her çiçek ve her

yaprak, bir parça çelik, bir parça mazot, biraz galvaniz,

biraz benzin, birçok da asfaltla bitkisel yağı içeriyor sanki. Tunca'nın ağır akışını keserek Selimiye'ye doğru uzanan ve orada duruveren Talat Paşa Caddesi'nden sürekli

işçi arabası, yük kamyonu, turist otobüsü akıyor. Selimiye'nin önü, sonradan setlenip, betonlanıp, beton basamaklarıyla çekine çekine caddeye inerken, Tunca'nın ağır

60

P:62

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

akışına inat, hızlı bir motorlu araç seli de çekinmesiz, savaşkan, yırtıcı bir atılırola o basamakların dibine doğru

koşuyor. Bu yırtıcılığıyla Talat Paşa Caddesi'nin adını

çoktan Londra Asfaltı olarak değiştirmiş bulunuyor. Meriç, Edirne'nin kuzeybatısından dönüp güneybatısına akarken Tunca'yı da kendine katınayı unutmuyor. Talat Paşa

Caddesi'ni kendinin yapmış Londra Asfaltı, önce Horozlubayır, daha sonra da Saraçlar Caddesi'ni biçip geçiyor.

Bayram, her şeyin her şeyi kendine kata ekleye, yenileyip eskite uzandığı bir akışın içinden Mercedes'ini

özenle sıyırarak, Saraçlar Caddesi ile Londra Asfaltı'nın

kesiştiği küçük alanın sağındaki açıklığa yöneliyor.

Selimiye şimdi tam yakınında. Özentili yükseltilmiş

birkaç beton yapı karşısında, o ilk bakıştaki güngörmüş,

Edirne'ye kanat germiş görünümünden epey eksiltilmiştir.

Şimdi Edirne, kervansaraylarını örten 'HoteZ'leriyle, 'Suppen Haus'ları, 'Fresh Beer' ya da 'Braüenhaus'ları, 'Gift

Shop'larıyla boğucu sıcağa kafa tutmaya, bu sıcağı daha

da boğucu kılan yabancı araç ve insan bolluğunu hoşnut etmeye çabalıyor. Bu çaba yine gecenin yarısından çok sonralara dek sürecek. En geç saatlerde açık kalacak dükkanlar ise çorbacılarla berberler olacak. Bir de, Cumhuriyet

Caddesi'nin Mimar Sinan Caddesi'ni kestiği noktada, Coca-Cola'cılar, Hotel'ler, Souvenirs'ler gerisine itilivermiş

Kervansaray'ın altında, kemerli kapılardan birinin ardındaki 'Night Club Pavyon'. Kervansaray'ın öteki kemerli

kapıları ise sırayla plastik boya, kağıt kaplama satıcılıklarına, emlak alım-satıma, stereo mono band doldurmaya

gün boyu açık duruyor. Eski demir kapılara yazılı bütün

bu tür dükkan adlarını Mimar Sinan Caddesi sanki görmek istemiyor. Cadde, sırtını homurdanarak Kervansaray'a dönüyor. Selimiye Camisi önünde asfaltını silkele61

P:63

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yip duruyor. Dinleniyor. Sonra başını usulca Sarayiçi'ne

doğru çeviriyor; o yönde kayboluyor. Londra Asfaltı'nı

geçip gelenleri, Mithat Paşa Sokağı ile baş başa bırakıyor.

N e halleri varsa görsünler!

Bayram, üstünde Çatı yazan bir lokantanın önünde

yavaşladı. Durabiieceği bir yer aradı. Belediye işçileri kılığında biri, karşıdan Bayram'ın Mercedes'ine doğru koştu. Bir düdük çaldı, <<buraya n işareti verdi. Bayram, üstüne 'Information' levhası asılı eski, taş yapının önündeki

oto park yerini o zaman gördü. Düdük öttürenin <<gel

gelııini isteksizce izleyerek sağladı. İki sıra otoyla dolu

küçük alanın boş kalan bölümünde ufak bir dönüş yaptı.

Yeniden sağladı. Belediye işçisi kılıklı adamın sürekli öttürdüğü düdük eşliğinde, arabasını gösterilen yere sıkıntıyla sığdırdı. Park etme güçlüğünü iyice duydu burda.

Yer göstericinin bütün çabalarına, bütün işaretlerine karşın yine de arabayı istenen yere, istenen biçimde yerleştiremedi. Yoruldu. Durdu. El frenine asıldı. Kontak anahtarını büktü. Anahtarı aldı. Yüzünün terini sildi. indi.

inerken, düdük öttürenin Mercedes'e beğeniyle baktığını

yakaladı gözlerinden. Kurumla kapadı kapıyı. Dün öğleden bu yana hemen hiç bir şey yemediğini bir an için

yeniden unuttu. Arabanın arkasına geçti. Elleri belinde,

hacakları ayrık, tümenini teftişe çıkmış bir kumandan duruşuyla Mercedes'in bütünlüğünü, güzelliğini olduğu gibi koruyup korumadığına baktı. Çok şükür, tozlanmamıştı

bile. Hiç bir yerine bir arsız taş sıçramamıştı. Salt birkaç

sinek eziği. Birazı ön camda. Birazı ön tamponda. Ah. şu

arka tampondaki zedelenme de olmasa!.. Zedelenen yeri

bir kez daha yokladı. İyi canım, dokunmadan aniaşılınıyor

bile. Elini sürünce düz kromajda şöyle bir inip çıkıyorsun, o kadar. İçi rahatladı. Arkada hazır tuttuğu plastik

62

P:64

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

kovaya hemen su doldurup camı da, ön tamponları da parIatmak istedi. Ama, bir çorbacı yamağının geriden gelen

çağrısı Bayram'a, açlıktan elinin ayağına dolandığını da

birlikte söylemiş oldu.

Düdük öttüren, elinde küçük bir makbuzla Bayram'a

yaklaştı. Kasketinin ucuna parmağıyla dokunup:

u- Eh, hoş geldiniz bakalım» dedi.

Tevekkeli bu adama içim kaynamadı!

u- Hayırlı olsun. Güzel arabaıı dedi adam. Makbuzu

uzattı.

Her şeyin fenik fenik, kuruş kuruş hesabını tutan,

şimdi de cebindeki paranın inceden ineeye hesabını tutmaya hazırlanan Bayram, içi darlanmadan ödedi makbuzu. Hatta, park bekçisinin, kağıdı sileceklerin arasına hoyratça sıkıştırmasından bile pek az bir tedirginlik duydu.

cı- Sen sağol kardeş. Allah sana da kısmet eder inşallah».

u-Siz asıl gece görecektiniz burayı. Nah şöyle, kum

gibi araba. Sabah erkenden çeken gitti, çeken gitti. Uzun

yolu olanlar çok. Çoğunun da arabası su kaynatıyor zati.

Gece basınca, eh biraz rahatlıyorlar, yoksaa . . ·. \"

u- Benimki hiç kaynatmadı. N azar değmesin. İbre biraz yükselir gibi oldu ya, bakma».

cı- Tütüyor burası beyim. Oralar nasıldı ?ıı

uBeyimıı diyen ağzına kurban olsun bu Bayram. İşte

ben insanlıktan bunu anlar, bunu bilirim. Kapıkule'dekiler de insan mı canım? Anladık, çok, pek çok taksi görüyorlar. Kanıksıyorlar. Ee, bu adam görmüyor mu? Ordan ne geçiyorsa burdan da aynen geçiyor ...

u - Asıl bir 75 model 280 SL'de göz üm vardı ya ... inşallah gelecek sefere ... \"

63

P:65

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Balrengi, 74 model 230 4 Mercedes'in yüreğini incitti,

onu kırdı sandı. Elini hemen bagaj kapağı üstüne koyup:

cı- Ama bunu çok severim h aa... İlk göz ağrım benim n dedi.

Döndü. Düdük öttüren yok. Çoktan park yerinin girişine seğirtmiş, bir kırmızı Opel'e cıgel gelıı yapıyor.

Hıh. Gelişe bak, gelişe. Zangıl zungul. Ne vardı sanki hemen yetişecek? Ne güzel dertleşiyorduk adamcağızia

şunun şurasında. Hiç mi soluk almasın bu herif? Hiç mi

cıohıı demesin? Bütün gün, güneşin altında girdir çıkar,

girdir çıkar ... Makbuz ekle, makbuz sök. Yazık bu adama

be. Gel gel. Hele bir sürtün de Balkız'ıma, görüvereyim.

Hele bir terslik et de ...

Gitti, araharun sol kapısı yanına siper durdu. Kırmızı

Opel, üstüne bağladı_ğı iki stepnesiyle, Mercedes'in yamna, istediği açıklıkla park edene dek ayrılınadı ordan. Düdük öttürenin de, Opel'in sürücüsünün de <<çekil, · çekilıı

işaretlerini hiç görmemezliğe geldi. Opel durunca, düdük

öttüren birden bağırdı:

<<- Çekil, diyoruz sana ahbap! Park yeri salt senin

mi, allah allah be!\"

A,a,aa !.. N e bo k herif bu? Senin eline düdük verenin

de, buraya bekçi dikenin de seni! .. Sanki on santim açıktan park edilirse ne olurmuş? On santime bir araba daha

sığacak değil ya, allah, allah ...

Düdük öttüreni, Opel'den inen sürücüye de, yarundakine de, arkadan, bir yığın eşyamn altından güçlükle sıyrılıp çıkana da;

<<- Görmemişin oğlu olmuş . .. \" derken yakaladı.

Senin çükünü keserler işallah! İşallah kesip şu Information'ın .altına asarlar! Karmını dayurunca otomu yıkıy64

P:66

�'FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

cam ben. Nasıl yıkıycam peki öyle göt göte, göbek göbeğe sıkışırsak? Nerden geçecem, nasıl açabilecem şu kapıyı ha? Açarken küt diye vuruverirsem ağlamak sızlamak kaç para eder o zaman? Tamire sokup düzelttirecek,

üstüne yeniden macun, boya çektirecek halim mi var? Amcama yetişecem bir yandan... Bir yandan... Hem, tamir

görmüş arabay la mı Ballıhisar'a girecem len? Hadi onlar

anlamadı diyelim, ben bilirim ya? ..

Çorbacı yamağı bu kez Opel'den inenlere doğru yineledi çağrısını. Opel'den inenlerden biri, Bayram'la söz

dalaşından cayıp:

u- Hele önce bir tıraş olayım ... ıı .dedi.

Öteki:

\"_:_ O büyük kuruyemişçi ne yandaydı yahu? ıı dedi.

Park bekçisi, eliyle caddenin karşı yakasım gösterdi:

ıc- Orda. Az aşşada. En şöhretlisi odurıı.

Hepsi bir yana dağıldılar.

Bayram, benzin ibresinin sıfıra yaklaştığını düşündü.

Herkes Kapıkule'den çıkar çıkmaz dolduruyor. İyisine kötüsüne bakmıyorlar. Bulgarya'dan almıyoruz. Çok pahalı.

Kötü de. Taa Yugoslavya'dan bu yana, gine iyi. Kendim

bir doyunayım da, bunu da doyurmalı iyice. Edirne'den

çıkar çıkmaz. Bir de Istanbul'dan çıkar çıkmaz doldurur

doyurturum. İyi mi Balkız? Ondan sonra ver elini. ..

Düdük öttüren, artık Bayram'la, hele Bayram'ın arabasıyla hiç ilgilenmiyor. Bir o yana koşuyor, bir bu yana.

Düüt, düt; gel. Düüt düt; sol yap. Düüt, düt; geri al. Düüt,

düt; beri al. Çık, çık, çık ...

Bununki de iş değil, köpeklik Tam kendine layığını

bulmuş işte. Bizim taksilerimizin önünden ardından havlayıp duracak böyle. Bin beter ol!

6 65

P:67

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Boynunu dikleyip yürüdü. Hemen karşısında Çatı

Restoran. Gerisinden ise, çorbacı yamağı hala bağırıyor.

Sol berisinden; daha bu saatte, iştah bileyici, balıarı biberi genze dolan köfte kokuları yayılıyor. Çatı'nın önünde bir gezgin satıcı, tekerlekli tablası üstünde salatalık satıyor. Gelen soyup yiyor, giden soyup yiyor. Salatalıkların üstü kırılmış buzla beslenmiş.

Bayram, kebap kokularının yayıldığı sokağa doğru

yürüyor. Ama bir sokak değil bu. Nerdeyse bir cadde.

Yunanistan'a açılan kapı, adım başı, vitrinieri salt kol saatiyle dolu saatçiler, boş kaset dolu plakçılar, helvacılar,

dondurmacılar, katı deriden, yine de altı yüksek olan ayakkabı dükkanları, gelinlikçi, üç dükkanda bir eczane, üç

dükkanda bir banka dizisiyle; karşı yanda kimi İskender,

kimi Uludağ, kimi İnegöl, kimi de Tekirdağ ya da Silivri

olan kebapçılar, köfteciler arasından geçiyor. Geceleri, herhangi bir liman kentinin denizcilere kucak açan ünlü eğlence sokakları gibi, Edirne'nin Saraçlar Caddesi de, bir

kente karadan indirme yapan işçilerin çabuk, bekleyemez

gereksinmelerini çabucak karşılamaya hazır tutuyor kendini. Sabahın bu saatinde ise, özellikle caddenin sağ kolu, henüz, geceden kalmaların tembel uykusunu sürdürüyor. Akşama doğru yine allı pullu, yine dirençli ve cömert olabilmek için, yol yoksunlarını bir kemerin altından bir Kapalıçarşı'sındaki kuytuluklara buyur edebilmek

için uykusunu almayı bekliyor. Ama sabah, öğle, bütün

gün geliciler için kebapçılarımız her saat açıktır. Buyrun

İnegöl'e, buyrun dönere! Buyrun, buyrun nefis şiş köfteye! Enfes ızgara. Halis ayran. Silivri yoğurdundan. Baklava, kadayıf !

Dışardan gelenleri kimsenin bu denli özendirmesine

gerek yok. Nicedir hepsinin burnunda tütüyor koyun ve

66

P:68

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

keçi eti. Çoğu yutkunmayı, hesabı kitabı bir yana atıyor.

Bol ayran eşliğinde, ince kıyılınış soğanlara, maydanozlara, domates ezmelerine, lahmacunlara bata çıka, hadi bir

porsiyon daha köfte. Hadi yeniden kes bir döner. Üstüne

bir baklava. Bunu bastırmalı. İki lahmacun. Olmadı, kadayıf. Bir de limonata içelim şurdan. Şiştik birader. Ağırlaştık. Şimdi yatıp güzel bir uyku çekmeli ki, değsin. Bu

sıcakta nasıl süreceğiz bu mideyle? Tam da güne karşı?

Olmazsa bir su başına, gölgeli bir yere çeker taksiyi, acık

kestiririz. Başka türlü ölüm gider benim yahu ...

Yutkunup dolanıyor. Bilse ki araba yollarda bir aksilik etmeyecek, canı daha fazla yağ, benzin çekmeyecek,

hastalanıp fazladan bir bakım istemeyecek, hadi neyse.

O zaman gir bir kebapçıya, rahat rahat tatmin et nefsini.

Lakin, ne bilirim bir bacağı kırılmayacak, bir lastiği yarılmayacak, biri bumuna bindirip kanatmayacak? Hakkım

var mı taksimi bir yana itip kendi kör nefsime d üşmeye?

İyi de, versem versem ne veririm şunun şurasında? Bilemedin otuz lira. Otuz lirayla bir sıyrığına bile merhem

olarnam Balkız'ın. Düşünme şimci. İşte hesap ortada. Canın çekti madem, doyun çık. Hem bu çökmüş avurtlar, bu

fersiz gözlerle hiç yakışığın, yok o güzelim Mercedes'in içine. Gir ve edebinle ye etini, tatlını. Yüzüne renk düşsün.

Yakışığın gelsin acık.

Yine de tam dört kez geçti kebapçıların önünden. Sonunda... Sıçmışım içine! Girmiyorum ulan. D ah ;;ı. harnaını var bunun. Berber tıraşı var. Otuz altı günde kaç depo benzin lazım daha. Dönüşü var bunun. Hadi dönüşte

borçlandın birine. Lakin, daha varır varmaz el açmak olur

mu? Yakışır mı bir Mercedes taksisinin Bayram'ına ha?

Hızla çıktı caddeden: Orospunun sokağı!

67

P:69

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Sanki, kendini zorla ayartacak bir kadımn elinden yakayı güçlükle sıyırmış... Çatı'nın garsonu onu, piliçleri

döndürdükleri boş ızgaraya bakarken görüyor:

«- Piliç için öğleyin gelin. Başka yerde aranmayın,

doğru buraya gelin! ıı diye sesleniyor.

«- Yok. Esasta piliç yemiycem ... \"

Ne kötü oldu şu dünya! Her yerde rekabet. Bu bile

rekabet peşinde. Ne o ulan, Ford'a karşı Mercedes, Mercedes'e karşı BMW mi bu? Kuyruklusu, kuyruksuzu, otomatiklisi, otomatiksizi, olmuş olacağı bir piliç işte. Yolunmuş, götü dışarda.

Midesini iki el yakaladı. İyice burktu. Park yerindeki

arabasına bile artık ancak yan gözle bir bakıp, çorbacıya

yürüdü.

Edirne Plakçısı, hoparlörünü dışarı vermiş. Bir Emel

Sayın, boğucu sıcağı iç çekişii ve baygınlaştırıcı kılıyor:

« ... Bilmem yüzün güldü mü güldü mü

Ayrıldık ayrılalı ayrıldık ayrılalı. .. »

Bayram'ın elinde yarısı boş bir bant kaseti. Solmaz

karısına inat, git doldurt şu Emel Sayın'ı. Ama başta hep

«Fikrimin İnce Gülün kalmalı haa! Aman ona bir şey yapmasınlar. Aman 'yanılıp silivermesinler. Ne Balkız bu şarkısız olur, ne bu şarkı Balkız'sız ...

� Direksiyona oturur oturmaz bu şarkı artık bir bismilUıhtır Bayram için. Önce onu çalacak. Ardından ne gelirse gelsin. Bir Atakan Çelik gelsin mi? Gelsin. Bir Rıza

Konyalı gelsin mi? Gelsin. Bedia Akartür k' e ne buyrulur?

Pekala. Zeki M üren? Elbette. Hele banttaki ((Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlarııa başladı mı, an Sivrihisar'daki benzin pompasının önünü, ağla. An Polatlı'yı, ağla. An

Başkent'te sahapsız sapansız dolanıp durduklarını, ağla.

68

P:70

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

An Zernek Düzlüğü'nü, an Dicle kıyısını, an Almanya'nın

hele o ilk yılını ve bütün akşamlarını, ağla. Biz olmuşuz,

İtalyan olmuş, Grikiş olmuş, mürnanaat yok. Ne iş sırasında, ne iş dışı. Hep gözleri üstümüzde. Aman be, sendikalıları da 'gördük. Bu sefer de sendika başındakilere damlıyor her şey. Şurda ağalık, beylik kalktı diyorlar, bir de

bakmışın, burda ağalık, beylik almış başını gidiyor. İşin

bu yanı böyle. Geç. Akşamları da, paydos dendi mi, Almanların her biri bir yana. Sen ne yapacaksın, diyen eden

yok. Yayılıyorlar göl kıyılarına, dere kıyılarına, bira parklarına ... Hiç arabalarından inmeden öyle. Sinemaya bakarlar, orda. Yerler, orda. Öpüşür, koklaşırlar, orda. Düzüşürler, orda. Bi sıçmaya çıkıyorlar arabadan, bi de ııMuzik! Muzik! ,. diyerekten tepinmek üzere. Arabasız sen,

nereye katılır karışırsın? Kendini boş- buldun mu doğru

bannhofa. İlk indiğin yere. Nerden geliyorsun? Bannhoftan.

Nere gidiyorsun? Bannhofa. Her trenle sen de gelirsin. Her

trenle sen de gidersin. Gidip gidip hep o bannhoflara çörekleniriz. Bedavaya durdurdukları başka nere var? İstersen orada sabahaca durabilirsin. Her gelene «Merhaba»,

her gidene «Güle güle» diyebilirsiri. Dilinden anla, anlama;

herkese istediğin kadar soru sorabilirsin. Herkesin herkese, cevap al, alma, soru sorduğu tek yer çünkü bu bannhoflar. İş çıkışı, üç, beş yol, iz bilir çeker gider. Kalırız bizler. Portekiz'inden olmuş, İtalya'sından olmuŞ, Grikiş olmuş ... Hepimiz birbirierimize en çok orda benzeriz. Bizimkilerin, hele bir memleket havası estirerek inivermeleri!.. Sahi yahu, bu günlerde hep uYarınlar bizim! Yarınlar bizim!» diye çığrışarak gelip dururlar.

•- Sizde, Yarınlar Bizim var mıdır?ıı

«- Buyrun, hazır doldurulmuş bir bant. İçind� o da

var, Minik Kuş da, Delisin Delisin de ... ,.

69

P:71

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Ben yalnız o dediğimi istiyorum. Şunun boş yerine güzelcene çekiverin bir. Bir de Emel Sayın olsunıı.

«- Bir Gece Ansızın Gelebilirim'i mi, Bak Yeşil Yeşil'i mi?ıı

<<- Yok. Şimdi çaldığınız var ya? E h, Ansızın gelebilirim de olsun bari. ..\" Sıkılarak ekledi: \"Üç şarkı kaça

dolar acaba?ıı

«- Farketmez canım ... >>

uFarketmezıı dediler mi kork. Anasının nikahını isterler sonunda. Ses de edemezsin ...

«- Adını baştan koyalım şunun. Hem, öndeki şarkıya iyi mukayyet olun. Kaybolup gitmesinıı .

Öyle ya; ben o şarkıyı aynı Vedia Rıza hanımın sesinden ... Aynı duyduğum gün gibi ... Daha tee ne zamandan. .. Daha bir taksim olmasını aklıma kor komaz... İlkin bu şarkıyı bayrak ettim kendime ... Kezban'a da ... İşte hiç, dilimden düşürmedim... Kezhan da. .. Bilivermiş ...

E, bilecek tabii. Bilmez olur mu? Ahdim vardı, ahdim!

Bir taksim olunca bu şarkı arabanın bayrağı... Arabanın

milli marşı... Elin çenende az niı düşündün Bayram? Dere tepe uFikrimin İnce Gülüıı diye diye, ha? Ah seni-gidi

Bayram ah ... Beğendim oğlum seni. İnsan kafasına bir şeyi koydu mu, yapmalı derim ben. Her şey sırayla ... Şimdi

sıra ... Hadi be, Ankara'da balıkçı ne gezsin?

Şarkılar banda çekilene dek bir kova su bulup arabasını sildi, parlattı. Ardından bir umumi hela aramaya

çıktı. Ta Kervansaray'm oraya dek yürümek zorunda kaldı. Dönüşte, dayanarnayıp iki salatalık soydurdu. Salatalıklarını yerken, Mercedes'ini uzaktan bir kez daha seyretti. Önünü göremedi, ama yansından gerisini iyice gördü, beğendi. Lakin, güneşin altında pişiyor bu böyle. Üstelik buralarda eğlendikçe de durmadan elin cebinde. Ha

70

P:72

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

şu, ha bu derken, bir de canın dondurma isteyiverir. En

iyisi, doğru yola!

Edirne çıkışında asfalt �ol birden genişledi. Bayram,

tam hızlanacağı sıra \"U yyy!\" deyip delice sağladı. Frene

bastı. Dışarı fırladı. Arabanın önüne koştu. Eliyle de dokundu. Yanılmamıştı. Mercedes yıldızı yok olmuştu. Elini yıldızdan boşalan yere değdirene dek yine de bir umudu saklamıştı. Belki gözü yanılttı? Belki güneş fazlaca

pariattığından göremedi? Şimdi bu umut yok artık. Çünkü Mercedes yıldızı gerçekten yok arabanın önünde. Uyy,

uy ... Aman Balkız, nerde bizim yıldız? Ne yaptık onu?

Kime kaptırdık? Bizim şerefimiz o. Biz onsuz edemeyiz.

Allahım, kim alabilir? Nolmuş olabilir? Gördün mü şimci

şu başımıza gelenleri? Dönsek, bulunur mu ki? Benzin

desen iyice az. Tam şimci senin de karnını doyurup şarkı türkü yollara koyulacakken nedir bu başımıza gelen

felaket? Ne uğursuz memleketmiş burası ! Nasıl alırlar

yıldızı? N asıl kı yarlar bize? B ula bula neden bizi bulurlar? Yandık. Yok, hayır. Beklemeylen olmaz. Döneceğiz.

Eğer ben de o düdüklü köpeği bulup yakasına yapışmazsam! .. Bir taksimin yıldızına sahip olamayacak olduktan

sonra, senin düdükçülüğüne de, düdüğüne de.

Eli ayağına dolanarak arabaya geri bindi. Döndü. Doğru park yerine. Arandı. Yahu nerde bu düdükçü? Ona sorar; şimdi buralardaydı, derler. Buna sorar; görmedik.

uBelki de su dökmeye gitmiştir.\" Kaç saatte siğer bir

adam? Bekle bekle, gelmez ...

Bayı::am, ortalığı birbirine kattı, kardı. Yine de, ne

park bekçisini görebildi yeniden, ne de Mercedes yıldızını

çalanı bulabildi. Çevresine toplaşan herkes, bunca patırtının bir araba rozeti için olduğunu anlar anlamaz gülü71

P:73

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

şüyor, omuz silkip uzaklaşıyor. Kimi de Bayram'ın çırpınmasını yatıştırmak için:

«- Canım, bir parçacıda bulursunuz hemen. Taktırır

geçersiniz. Olağan işler bunlar, kardeşim, deyip akıllar

veriyor.

Olağan işlermiş! Olağan işler! Sikmişim ben bu olağan işleri! Olağansa başkasına olsun. Niye bana oluyor?

Onca da ayırmadım gözümü üstünden. Bunu çarptılarsa

çarptılarsa ben helaya gidince çarptılar. Çünkü, çorbamı

içerken taksim gözümün önündeydi. Görüp duruyordum.

Silerken var mıydı? Silerken vardı tabii. İyi düşün. Vardı be ! Hohlayıp ovdum hatta. Bir yenisini taktıracakmışım. Yenisi aslıyla bir olur mu? Aslının yerini tutar mı

hiç? O, üstünde öylece, fabrikasından birlikte çıkan ... Hem

özel yapılanlardan ... Acentanın ikramı. Kesme kromaj. Ah

be ah, bok mu vardı gidiyorsun işemeye? Çok sıkıştın,

çek yolun kıyısına; taksin de gözünün önündeyken öyle

yap işini. Bütün suç bende zaten. Boş bulundum.

Arabayı yeniden Edirne dışına sürerken kafasında

yalnız bunlar var. Bu yüzden yolun sağındaki E 5 I Istanbul 220 km. levhasını bile göremedi. Başı dönüyor. Gözü kararıyor. Az önce şehriye çorbası ve bol ekmekle ınİdesini iyice şişirmişti oysa. Aklımı başıma toplamalıyım.

Kafamızı yıldıza takıp bir de benzin istasyonunu kaçırmayalım ...

Önüne bir Konforlu Serhad otobüsü düştüğü sıra Bayram, Yeni Edirne Çarşısı yapım alanını, ardından da TOFAŞ Servis'i hızla geçti. Konforlu Serhad'a korna çaldı

·ama, çamur perdesine «Sevenler Ölmez, diye yazmış genç

Konforlu Serhad sürücüsü Bayram'a yol vermedi. Hızını

daha da artırdı. Daksana çıkardı. Karşıdan gelen Şampiyon Hersekli otobüsünü uzun bir korna çalışıyla selamla72

P:74

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

dı. Beriki de, yine uzun bir korna çalışıyla bu selama karşılık verdi. Onlar selamıaşırken iki binek aracı da Hersekli'nin ardından fırladı; onu sağına alıp hızla aradan

sıyrıldı, gitti. Bütün bu patırtı arasında Bayram, yolun

solunda kalan Shell'i kaçırdı. Şimdi, iki yanı akasyalı bir

yolda, Konforlu Serhad'e durmadan haddini bildirici kornalar çalıyor. Burnunu, otobüsün ardından sola çıkarıyor,

uzatıyor. Otobüs biraz yavaşlar gibi oluyor. Hemen geçebilir artık. Geçecek. Ama, çabucak bitiveren akasyalı geniş yolun, az eğimli bir yokuşu tırmanmaya başladığını,

yokuşun üst ucundan ise peş peşe iki kamyonun, bu kamyonları sollayarak da bir binek aracının delice indiklerini

seçiveriyor. Titriyor. Hızla sağlıyor. Konforlu Serhad'in

arkasına geçip saklanıyor. Az eğimli kısa yokuşu, yolcu

otobüsünün keskin egzoz dumanını yutarak tırmanmak

zorunda kalıyor. Binek aracı, iplik kamyonları, sonra iki

traktör, yeniden bir binek aracı, sonra bir meyveli gazoz

kamyoneti peş peşe iniyarlar yokuşu. Geniş uğultular estirerek, hele o iki iplik kamyonu, nerdeyse Bayram'ın Mercedes'ini savurtarak Edirne yönüne geçip gidiyorlar. Bayram, daha soluk almadan, Mercedes yıldızını bir kezcik

daha düşünebilmeye fırsat bulamadan geriden çilek rengi bir Ford'un kendisini sıkıştırmakta olduğunu görüyor.

Arabanın saati dokuz kırkı gösteriyor. Güneş· tam karşıdan dalıyor gözlerine. Araçların soldan savurduğu esinti,

serinleteceğine büsbütün bunaltıyar Bayram'ı. Bir yandan

göz:l benzin ibresinde ...

Len nerde kaldı bu anasını sattığırnın BP'si? Bazı,

bir kentin çıkışına tesbih tanesi gibi dizilirler. Bazı da

sırra kadem basar bunlar. Benzinimizin sonuna dayandık

kaldık. Hele böyle, hızlan yavaşla, hızlan yavaşla ... Olmadı bu iş. İyi hesabedemedik. Doldursaydın ya sen de

73

P:75

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bok herif herkesler gibi Kapıkule'den çıkar çıkmaz! Karbüratörü tıkamayım derken yıldızdan oldun. Yıldız derken, bu gidişle, yakıp çık canım motoru da gör gununu.

Bak o zaman ben de seni nasıl yakıyoruro cayır cayır,

dürzünün Bayram'ı! Asarım be seni!.. Geç ulan, geç ...

Kuyruksokumumda öttürüp durma hadi! Geç de kamyonlar ananı beliesinler senin ...

Çilek rengi Ford, öne fırladı. Konforlu Serhad'le bir

traktör arasından ustaca sıyrılıp gitti.

Akıp gelen ve ,akıp giden yoğun trafik seli altında

karayolu, şimdi iyice daralmış izlenimini veriyor. Asfaltlanmış bir keçiyolu sanki. Bu keçiyolu Kınalıdere'yi atlıyor. Kırklareli ayrımını solda bırakıyor. Az sonra Havsa'da, güneyden gelen 6 Numaralı Devlet Yolu'yla birleşmek, daha sonra da Kırklareli'ne asfalt bir yol ayırmak

üzere güneşe doğru koşuyor. Yol, başını geri çevirse egzoz

dumanlarının çektiği· sedef rengi bir tülün gerisinden Selimiye'nin minarelerini hala seçebilecek. Ama bunu yapmıyor. Tıpkı üstünden akıttığı araçlar gibi o da sol böğründen Fifi Turistik Kamping'i sıyırtıp, sağ yanında beliriveren tren yolu ile kısa sürecek bir yarışa başlıyor.

Tren yolu, karayolu ile yarışmaktan çabucak sıkılmış, bu

koşuy�

ı önemsemeksizin yönünü usulca güneye çeviriyor;

günlük dırdırlara, küçük yarışiara fazla yüz vermeyen iyi

bir şair gibi ayrılıyor ordan. Günebakanların, mısır tarlalarının arasında gezinerek ve düşünerek ilerliyor. Bildiği

yolda gidiyor. Bayram'ın gözü bu ara, 'Güle Güle: Trakya Gıda Sanayii Tesisleri' yazılı bir reklam panosu üstüne 'Başbuğ Türkeş - MHP' yazısının kapkara bir leke

çekip bıraktığını seçiyor. Güzel olabilecek bir 'güle güle'

dileğinin üstünü çizen bu kara yazıda, onu. Mercedes yıldızından etmiş bir uğursuzluk kaynağı yakalıyor: Yola

74

P:76

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

çıkanların ardından dökülecek bir tas su, dökülemeden

kalıruştır sanki. Başbuğ, Türkeş olmuş, ya da başkası. ..

Bayram'ı hemen hemen hiç ilgilendirmemiştir bu tür konular. Şimdi de hlç ilgilendirmiyor zaten. Mercedes yıldızı çalınmasaydı, üstüne çekilen kara, çirkin yazıya karşın o \"güle gülen dileği Bayram için yine de rahatlatıcı

olabilirdi.

Hemen yıkılınayalı m Balkız. Na yapalım, yıldızımla

girmek kısmet değilmiş Ballıhisar'a. Dur bakalım. Hem,

gün doğmadan neler doğar. Bakalım, bir yerden bir yıldız düşürürüz belki. Sevin, bak işte Shell.

Bayram, ardından, taa yakınından gelen Konforlu

Serhad'a eliyle ccgeçıı diyor. Kendisi de direksiyonu sağa

kırıyor, benzin istasyonuna sapıyor. Ama sağa sapma işareti vermeyi unutuyor. Aynı anda, benzin istasyonundan

çıkan Duff Trucks Halland'ın şişman sürücüsü, kamyonunu birden sola savurtmak zorunda kalıyor. Duff Trucks

Holland, betonun dışına çıkmıştır. Shell'in önü, yoğun bir

toz bulutu ardında kaybolmuştur. Bayram, neyi unuttuğunu, neyi yanlış yaptığım bir türlü bilemiyor. iriyan sürücünün kendisine yumruk sallayışına, Mercedes'in yanıbaşına bembeyaz, köpüklü koca bir tükürük fırlatışına bakakalıyor. Kamyondan yükselen acı fren sesi, yağsız bir

dönmedalap gıcırtısı, beyninde bir tırmalanma yaratıyor.

Hollandah olabilecek sürücünün kamyondan fırlayıp yere

atlama ya hazırlandığını görüyor. İçinde bir eziklik, yüreğinde bir çırpınma; korkutulmuş bir çocuk kaçışıyla, hiç

sağına soluna bakmadan, karşısında iki nöbetçi gibi duran benzin pompalarının yanına gidiyor. Başını benzin

hortumundan kaldırıp olana bitene ilgisiz bakan adamın

yardımına sığınıyor. Mercedes'i, benzin pompalanndan bi75

P:77

''FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

rının önünde hoplata hoplata durduruyor. Arabarıın sarsılm�sı, titrernesi ise bir süre daha yatışmıyor.

Duff Trucks Holland'ın sürücüsü, saatine bakıyor. Yetmiş dakika geciktiğini, inip şu kırmızı gömlekli Franz

Lehar'la bir tartışmaya girse daha da gecikeceğini anlıyor.

Her dakika gecikmenin Duff Trucks Holland'a kaça malolacağını, bu kayıptan kendi payına da büyük eksilmelerin

düşeceğini biliyor. Bayram'ın ardından yeniden tükürüp

kamyonu yola çıkarıyor. Uzaklaşıyor. Bayram'ın soluğu

kendiliğinden boşalıyor.

Sentetik hasırdan tirol şapkasını, sınır kapısından girmeden önce giymişti. Buraya dek hiç çıkarmadığını anımsayıveriyor. Şapkanın altı, saç_larının dibi yapış yapış olmuş. Ter, kötü biçimlendirilmiş favorilerinin arasından süzülüp boynuna akmaktadır.

Bayram, şapkayı çıkardı. Yanındaki koltuğa bıraktı.

Kontak anahtarını çevirdi. Arabadan inerken benzinciye:

cı- Doldur!n dedi.

cı- N ormal mi? ıı

cı- Süper . .. n

Sesi çalımsız. Az önce atıatılmış bela yüzünden . ..

cı - Yağına, suyuna da bakalım ... \"

Adamın işini titizlikle gözledi. Eğilip, · yağın yeterince temiz olup olmadığına, değiştirmek mi, yoksa eklemek

mi �erekeceğine kendisi karar verdi. Bu ara, gömleğinin

uçlarından tutup çabuk çabuk silkeledi. Gövdesini havalandırıp terini kuruttu. Arabanın ön camı hala pırıl pırıldı. Öyle ya, ne geldik daha? On, on iki kilometre anca.

Yine de Bayram, Shell'in adamından istemeye çekinerek

ön camın tozunu aldı. Teker kapaklarını püf püfledi. Arka

tampondaki göçüğü eliyle yokladı. Shell'in adamı bir za76

P:78

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

manlar bu tür çok meraklı görmüştür. Artık azaldılar,

hemen hiç kalmadı böyleleri sanıyordum. Ola ki ben göre göre alıştım. Doygunluk araba sahibi olanlarda mı,

bütün gün bunlardan yüzünü, beş yüzünü ardarda göre

göre bende mi acep? Gitseh, bütün gün şu yağ fabrikalarından birinde çalışsan, nebati yağla pişmiş bir tabak yemek nasıl bulantı verir midene ... İşte aynen öyle. Arabaları mısır tanesi, ezilmiş ay çekirdeği gibi görür oldum ...

Hortumu mekanik bir hareketle Mercedes'in kıçına

dayıyor. Gözünü, Merdivenli Deresi yönüne, derede yıkanan çocuklara dikiyor. Dimdik duruyor öyle: İnsanı bir

araba sahibi olmadan arabadan soğutmak mı istiyorsun?

Getir, dik bir benzin pompasının başına ...

Depo ağzından fışkırıveren benzin sesiyle kımıldadı.

Hortumu çabucak çekti.Götürüp pompanın üstüne astı.

«- Bu sabah radyodan duydum. Bu ay yalnız uçakla

dönen işçi sayısı tam yüz yetmiş binmiş», dedi birden.

« Burdan geçenleri de hesabedersek. .. \"

Bayram'dan bir karşılık beklemeden içeri, camın arkasına gitti. Bir çocuk, Merdivenli Dere'ye çeke çeke iki

öküzü de sokuyor. Öküzleri suya yatırmaya çalışıyor.

I Numaralı Devlet Yolu şimdi, cetvelle çizilmiş gibi

dümdüz uzanıyor. ilerde, bir tepenin karnma saplanıp orada bitiverecekmiş izlenimini veriyor.

Bayram, kuzeydoğuya bir eğri çizen dönemeci gereğinden açık alıyor. Açık alıyor ya, bu dönemeç onu, tepenin karnma dalmaktan kurtarıyor. Ve devlet yollarını

belirten, mavi üstüne beyaz yazılı levhalardan biri de

Havsa'ya altı kilometre yakında bulunduğunu bildiriyor

ona.

77

P:79

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

u- Ben aslen Havsalıyımıı demişti yedek subay.

Cipin içinde, elleri kelepçeli ve üsteğmenle iki erin

gözetiminde. Diyarbakır Cezaevi'ne götürülüyordu. Hala

orduda, askerliğini yapmakta olan bir yedek subay sanki.

Üstündekileri henüz çıkarttırmamışlar. Az sonra, orda,

ceketini alırlar önce. İşi uzun sürmez bunun. Saçları zaten

tıraşlı. Kepini alırlar. Ceketini alırlar. Sonra ne yaparlar,

kimlerin arasına katarlar, kim bilir. uBen aslen Havsalıyım ... \" Üsteğmenden de, erlerden de hiç ses çıkmamıştı. Bayram, kendi yanında oturan üsteğmenin sadece baş

salladığını görmüştü. Ortada kala kala, yine, Bayram'ın

sürdüğü cipin homurtusu kaldı. Yedek subayın yüzünü

cipe bindirilirken görmüştü. Şimdi arkada, iki erin arasında oturuyor. Artık onu göremiyor Bayram. Ama o tek,

u Ben aslen Havsalıyım ... \" sözünün, içindeki yaban bir tedirginliği ele verdiğini seziyor. Uzaklarda olmanın tedirginliğini. Askerliğini yaparken tutuklanan delikanlının

sesi neden sonra bir kez daha duyuluyor:

«- Havsa nerdee, Ergani nerde ... »

Bunu derken gözleri belki de çabuk çabuk, şimdi yolun iki yanında sıralanan askeri yapılar, tel örgüler üstünde geziniyor. Henüz işin şakasında. Ya da öyle görünüyor.

Delikanlı, Ergani'de tutuklanıp neden buraya getirildiğini

bilmiyor .• Zaten Bayram da bilmiyor bunu. Köy köy, kasaba kasaba dolaşıyorlar. Toplayıp toplayıp getiriyorlar.

Ama bir yedek subayı ilk getirişi bu. Hepsi siviidi şimdiye dek taşıdıklarının. Bu da, askerliğinden önce mi işler

karıştırmış, yoksa askerliği sırasında mı? Demek, askersin ne diye düşünmüyorlar. Asker de olsan siyasi olabiliyorsun. Aman Bayram, gözünü aç. Bulaşayım deme bi

bokluğa. Bir arabanın iki tekeri tam ufukta görünmüşkene, başını bi belaya sardırayım deme haa ... Kalmış ş urda

78

P:80

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bikaç ayın. Göze girmeye bak. Sıyrıl, usulcana çık belanın göbeğinden. Bulaştırmadan kendine. Yanında kim, neden söz ederse etsin, duyma. Konuşma. Tuzağa düşürtme

kendini. Kışlada, geceleri, kim haklı kim haksız; kim vatan hayını, kim değil; kim devirmeye kalkmış Devlet Babayı, kim kalkmamış; asker mi, sivil mi, yoksa ikisi baş

başa, el ele mi; bunlar konuşulurkene sağır ve samıt olacaksın. Karışma, sana ne? Bak, Rıfat Usta'nın yanında üç

binin üstünde paran topar lan dı yeniden. Bak, burda da

«Oğluma şu pusulayı ulaştır, kardaşıma şu çıkını veriverıı

diyen diyene ... Para sıkıştıranlar da var eline. Bir burun

kıvırman elli lira, yüz lira. Böyle böyle iki binin üstünde

de burda yaptın. Etti mi şöyle böyle altı bin? Askerlik

bitti mi? Bitti. Çek doğru Ankara'ya. Doğru Rıfat Usta'

nın yanına gene. Tamir garajında da üç yüzdü, beş yüzdü

derken ... Geceleri ise dolmuşçuluk ne ... Böyle böyle gelecek yaza kalmaz, on bini denkleştirirsin. On bini peşin

yatırdın mı bir Murat taksi alabilirmişin ... Aman Bayram,

gözünü seviym. Bi taksiye böylesi yakın gelmişkene bi

eğrilik çıkarttırma ...

Fabrikadan yeni çıkmış kırmızı bir Murat'ın içindeydi o sıra. Cipi, nizarniye kapısından hoplata zıplata sokmuştu. Fiyakalı bir direksiyon kırışla fiyakalı fren yapışı üsteğıneni kızdırmıştı. Galiba, üsteğınenini ilk kızdırışı, Havsalı yedek subayı Ergani'den alıp Diyarbakır

Cezaevi'ne getirdikleri akşam üstüne rastlıyor. Yoksa daha önce miydi? Havsalı delikaniıyı ne zaman taşımıştık

bakayım? O yılın ağustosunda mı, eylülünde mi? Ü steğınenim beni Dicle kıyısında ne zaman ezip geçmeye kalkmıştı?

Yedek subay, cipten indirildiğinde bir an Bayram'la

yan yana gelivermişti. Eğilip Bayram'a bir şey fısıldamak

79

P:81

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

istedi. Belki de Bayram'a öyle geldi. Her halde, üsteğıneninin gözüne girmek için, müzevir bir ilkokul öğrencisi gibi:

u - Benimle konuşmak istiyor bu üsteğmenim! ıı diye

bağırıvermişti. O anda üsteğmenin kemikli elinin, Havsalı

yedek subayın yüzünde şakladığını gördü. Delikanlının bakışına acele sırtını dönmüştü. Yüreğinde, neyin nesi olduğunu seçemediği bir mıncıklanma ... Nasıl bir bakıştı o?

Ülen, onca yıl geçti de şimci gözümün önüne geliyor be !

Yok canım, daha önceydi bu. Ben Dicle kıyısında şeyetmeden önce ... Her halde öyle. Havsalı'nın bakışı, nasıl desem ? .. Bizim oralarda iflah olmaz bir atı vuracaklar mı

aynen böyle bakardı billa ! Vurulacak bi atla göz göze asla

gelmeyeceksin. Geldin mi, örnrün boyu o at dirilir dirilir

kalkar önünde. Dirilir dirilir kalkar. Hem de hep bu bakışla. Kurtulamazsın ...

Amcam, atını vurduğund,a ben şuncacıktım. Kaç at

kalmıştı zaten köyde? Atsız bir köy olduktu. Kimi yem

kıtlığından, yem pahalılığından ... Öyle ya, can boğazlarımızı doyuramıyorduk, atları nasıl doyu�acağız? Sahi yahu, kimi de İtalyanlara sucuk olsun diye satışa çıkardıyd.i

atlarmı. Köyde bir İtalyan lafı da gittiydi haa ... Ne zamandı. bu? Hadi ardından, gelen taksi· anlatır, giden traktör anlatır ... Köylü akl� işte. Senin üç atma İtalyan bi

Fiat verir mi desene? .. Hoş, amcaının eline İtalya'nın sucuk parası da geçmedi benim bildiğim. Hasta atı vurdu,

geçti. İş bilmez bir amcam, Allah ömür versin. Sat, geçsene sen de o curcunada, değil mi? Tarla payımı satışa

çıkardım diye bir de bana. .. Yahu, çok mu hasta acaba

adamcağız? Yetişecek miyiz dersin? ..

Havsa girişinde Bayram'ın önünü üç turuncu Karayolları pikabı birden tuttu. Bayram da iyice yavaşlamak

zorunda kaldı. Eh, işte, Istanbul'a iki yüz ' kilometremiz

80

P:82

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bile kalmadı. Ondan öteye de şöyle böyle bir üç yüz-üç yüz

elli kilometre. Say sen, on saat yol. Daha durmaları, duraklan, Istanbul'un cıvcıvını saymadık Balkız. Bu gidişe,

Ballıhisar'a günbatımında girebilirsek ne ala. Yok giremezsek, en iyisi sabaha kalmak. Yatar uyuruz bir yerde.

Sonra da, şanımızla, şerefimizle. .. Sabah vakti, gün aydınlığında bas gir. Lakin, sabah vakti de herkes çiftinde

çubuğunda. Herkes bi yana dağılmış olur. Kahvenin önüne iyice toplaşmış olmalılar ki, tadı çıksın. Biz iyisi mi,

sıkalım dişimizi, varalım tam hava kararırkene kahvenin

önüne. Tam zamanıdır. Ballı'nın büyüğü küçüğü orda toplaşmış olurlar o saatte. Karılar, kızıarsa dere kıyısında,

çeşme başında ... Göreceksin yaa ...

Baktı, turuncu pikaplar önünden yok olmuş. Havsa'

dan ok gibi fırlayıp çıkabilmek, hiç bir yere, hiç bir ada

takılıp kalmamak için kornasını üst üste öttürdü. Arabayı, çarşı içinde, herkesi kendine bakıta bakıta, herkesi

yerinden sıçrata sıçrata sürdü. Şimdi, bu Mercedes'le Havsa'nın içinden geçen hangisi acaba? Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı emrinçleki er Bayram Ünal

mı? BMW fabrikalarının tekerlek takıcısı Bayram Ünal

mı? Yoksa bu, Ballıhisar'ın, Ballıhisarlı'dan çok küfür yemiş, onları ardından kendine çok güldürmüş Bayram'ı mı?

Atiarını bile çabucak gözden çıkardılar onlar, hey Bayram. Atları gözden çıkarması kolay! Gelin de, beğenmediğiniz, alaya aldığınız bu Bayram gibi, atların yerine bir

taksi koyun bakalım ...

Havsa, oto tamir atelyeleri, yine oto tamir atelyeleri, meyveli gazoz satan lokantaları, yine meyveli gazoz

satan lokantaları ve bir de peynir-tereyağ fabrikası ile

çabucak geride kaldı. Havsalı yedek subay hangi sokakta,

o sokağın hangi evinde oturmuştur dersin? N erde birdirbir

6 81

P:83

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

oynamıştır_? Havsa'dan geçen arabalara bakarken ne yapmıştır? Nerden neye binmiş, nereye neyle inmiştir? Şimdi nerdedir? Sağ mı ki? Sakat mı? Bayram, onun sağlam

olabileceğini düşünemiyor. Sahi be, Havsa nere, Ergani

nere ... Alamanya nere, Ballıhisar nere, desene ... Biz de

canım, sebep olduk, dövdürdük delikanlıyı. Kendi postumuza düşüp ... Gevaş'ta, Başçavuşum kulak tözüme amma

patlattıydı haa ... Şu yanık izimin seğirmesi tam bir gün

durmadı o zaman. Huy edindi zaten. Sıkıyı gördü mü,

titremeye başlar. Yürüsene ulan! Hay seni pikap gibi.

Bırak. Yol ver bari. Traray trarayy. Geç sağa, sağa geç ...

Vay puşt vaay ! Aklı sıra bizi geçirtmeyecekti. Neyine güvenirsin Skoda döküntüsü?.. Havsalı'ya ben niye sebep

oluym? Ne bilirim üsteğınenim tokatlayacak... Almış,

güpgüzel avluya dek getirmişim bunları ...

Solda bıraktığı bir dokuma fabrikasının hacasından

hep bir ağızdan bir çığlık yükseldiğini sandı. Fabrikanın

dar ve çok pencereli yüzünden, başları tıraşlı yüzlerce tutuklu Bayram'ın geçişine bakıyor sanki. Sanki Bayram, cipini hoplata hoplata yeni bir tutuklu almaya gidiyor. Getirip eskilerinin arasına katacak. Sabah, gün ağarırken

nizarniye kapısından geçiyor yeniden. Bir yarbay, bir sıra tankın önünde haykırıyor:

ıı- Yavaş, eşşoğlu eşek, yavaş! n

Ertesi sabah mı ne, bir yüzbaşı bu aynı yarbaya selam duruyor:

«- Radyo Müdürü ziyaretinize geldiler yarbayımn.

Bu Radyo Müdürü de .herkesi yarbaya şikayet ediyor.

Makam masasına iyi bir küllük koymayan demirbaşçıyı

bile şikayet etmiş diyorlar. Geçende Bayram'dan ciple

evinin eşyasını taşımasını istedi. «Yarbayın haberi var.

Git şurdan benim eşyaları al, şuraya götür» dedi. «Ben

82

P:84

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

mesul olurum beyim. Beni üsteğınenim yerimde bulamazsa ... » Sakın şimci bu Radyo Müdürü, Yarbaya beni şikayete gelmesin? Öyle ise, sen yandın Bayram! Bu kostak

adam kimi istedi de içeri tıktırmadı, bi düşün! Sen şimci

o Havsalı'dan da beter olacaksın ... O delikanlıdan da kötü olacak sonun ...

Hemen fırlamıştı cipten. İçeri girmekte olan Radyo

Müdürü'nün arabasına güzel bir asker selamı çakmıştı.

Çok şükür. Çok şükür, gördü selamımı. Memnu� kaldı.

Yüzü gülüyor ...

Güzel eğimli bir dönemeç bitiminde Bayram kendini,

tırtıl yeşili camisiyle Necatiye'de buldu. Caminin yeşili

şöyle bir sıyırıp geçti gözünü. Sonra, yeni bir yağ fabrikası, ardından bilmem ne Mensucat'ın koskoca :ı;eklam

panosu ...

Buralara çok dokuma, çok yağ fabrikaları kurulmuş

baksana. Adım başı. Ee, bakımlı yerler. Zengin yerler. Ekmişler günebakanı, ekmişler mısırı, buğdayı. .. İşlek bi yol

üstü de ... Tabii. Paraları var. Her şeyden haberleri var.

Bizim oraların kooperatifçileri kursa kursa ne kurabilir

sanki? Ya mozaik ocağı, ya yonga pres, saman pres ... Biz

kaç kişiydik ki a Balkız? Kaç kişiyiz az buçuk canını kurtarmış, Alaman ya yüzü suyu hürmetine? Biri ben, biri

Sivrihisar'dan, biri İstiklrubağı'ndan Yaşar işte, ikisi de

Günyüzü'nden ... Paramızı birleştirip yatırırnda bulunacakmışız. Sivrihisar ayrıroma bir fabrika konduracakmışız.

Kimi der nişasta, kimi der un, kimi der süt fabrikası. Paydoslarda, bayramlarda, nerde yan yana gelsek, hep bu.

Amma sıkboğaz ettiler beni yahu!.. İşim mi yok? Ben malımın üstüne binmeden, sakız gibi burnumun ucuna yapıştırmadıktan sonra malımı, gözüro arkada kala kala, top

83

P:85

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

atıp atmayacağımızı düşüne ede BMW tekerlerini hep ters

takardım alimallah. Zaten bir terslik ettin mi, şrak hattın altından bir işaret. Bir haber. Saniyede alabora olur

bütün hat. Kafamı, malımm-paramın başına ne geldi, ne

gelecek diye yoracağım da, ondan sonra hat duracak. Ondan sonra da, hadi bakalım, buyur pasaportunu Türkiş

Bayram. Sen bize yaramazsın, dön geri.

u- Ulan ne kedibokusun sen be! .. »

Böyle demişti Günyüzü'nden Rıfkı.

Demesi kolay. Ben bir taksi için yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmişim ... Yok, onlarla birlik olmalıymışım da ...

Yok bilmem ne kadar sermayeyi bir araya getirirsek bize bilmem ne kadar teşvik kredisi verilirmiş de ... Bir Günyüzü'nden Rıfkı gelir, askıntı olur, bir Yaşar baskı eder

üstüme, bir Hıdır, gözlerini şöyle belerte belerte:

«- Ne doğarsa birlikten doğar arkadaş! Sen tek başına alsan alsan ne alırsın? Bir araba. Onu da bir çarptır­

.dın, bir yarmadan ne aşağı yuvarladın mı, sen sağ, ben

selamet. Birlik olup fabrika kurarsak, hem memlekete bir

yatırımdır, hem çoluğumuza çocuğumuza bir istikbal!..ıı

diye diye akıllar verir. Hep o Nurnan olacak çokhilmişin

başının altından yaa, anlamaz mıyım? Bunlar kafa kafaya vermiş, beni sıkboğaz ederler ... Lafa bak. Çoluklarının çocuklarının istikbalini bana tesis ettirecekler. Alın

da gaçan mı? Enayi idim sanki ben. Koymuşuro aklıma:

Evvelemirde en gıcırından bir taksi. Yoksa, değil mi ya

Kezban? .. Çoluk çocuğa karışmayı biz de ... Evet, sonra

da istikballeı::ini başkalarına tesis ettireceğim diye önüne

çıkana yalvar dur ... Boş versene sen Hıdır. Hem sanki bir

zelzele olmaz. Fabrikayı y�rle yeksan etmez. Hem sanki,

bugün böyle diyen hükümet, yarın «Kaldırın şunu yol ağzından. Sütü de, nişastayı da, pres tahtayı da kamilen dev84

P:86

\"F'İKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

let yapacak, devlet satacak» demez... Sonu karanlık bi

yola düşecek olduktan kelli, Ballıhisar'da oturur dururdum ben, değil mi ya? El ellerinde böyle rezil olmak için

yollara mı düşerdim Balkız? Milleti kendimle eğlendirir

miydim a Kezban? Bi taksi sevdasına düşüp. .. Gazla ...

Geç şimdi. .. S ıktı bu kamyonlar da be ! Y aa, . eğlendirir

miydim kendimle yoksa? Seni de yarı yolda bırakıp, bi

taksinin peşinden öyle, canımı kurtaracağım diye ayağıını

denk alıp istikbal kurmak için yılınadan usanınadan işte ...

Çocukluğunda, kötü bir kağnı yolu dört tepeyi döne

döne iner, Afyon-Ankara arası şoseye birleşirdi. Bayram,

son kez köye, askere giderken uğradı. Yol, toz toprak yine. Şimdi de diyorlar, minibüsler, cipler, traktörler vızır

vızır. Aklımda kaldığına göre on dokuz, bilemedin yirmi

. kilometre yol. Dişimi sıkar, güzelce, dikkatlice sürersem, altımıza bir diken bile batırttırmadan varabiliriz kanımca, ya Balkız. Yaşar'a sormayı unuttum. Bakarsın asfalt çekmişlerdir. Pek umudum yok ya. Kim çektirecek

asfaltı? Düldüller'in hatırına gene az buçuk genişletiverdiklerine şükür. Yoksa, ben seni hiç sokamazdım o köyden içeri.

Kendini, dört tekerlekli bir motorlu üstünde ilk düşünüşü yirmi beş yıl öncesine dayanıyor. Köyün girişinde,

kuru bir çeşmenin taşında zerdali çekirdeği kırmaya çalışıyordu. Amcaoğlu, Remzi, tee aşağıda, çukurda, boz renkli, sert, inat bir toprak parçasını kabartıp yumuşatmaya

çalışıyor. Sapan, toprağa işlemernekte direniyor. Bunaltıcı bir de sıcak. Tıpkı bu sabahki gibi. İnce bir sızıltı. Sinekler, böcekler dikenlikler üstünde cız cız e'dip duruyor.

Ölez. Bir anayoldan yirmi kilometre içerde, eski uygarlıkların kalıntılarında dünyaya kapanık bir Ballıhisar.

85

P:87

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Ama Bayram, kendisinin de, kulağına dıştan değen ince

sızıltının, sürekli bir iniltinin bir parçası olduğundan na�

sıl habersizse, Ballıhisar'ın kendi üstüne çöreklenip kalmışlığından da öyle habersiz. Dünya mı? Dünya, işte bura. Kahvede radyo, uçaklardan, trenlerden, vapurlardan,

seçim kampanyalarından, yurda son yılda giren şu kadar

Chevrolet'den, bu kadar Ford, şu kadar Plymouth'dan söz

ediyor. Bunların vergilerinden, şu kadarımn gümrüklerde

kaldığından, bu kadarına da giriş izni verildiğinden ...

Amerika bize cipler, tanklar, toplar verecekmiş. Sonra tarım araçları. Traktörler, biçerdöverler. Ah be, şu Menderes'i başa bir geçirtsek, bak gör o zaman. Köy büyükleri,

başta Düldüller, kahvede böyle böyle konuşuyorlar. Seslerde ince umutlanmalar, gözlerde hemen titreşimler yansıtmaya hazır bekleyişler.

Bayram'ın kulağına değen her şeyin olup bittiği her

yer, aydan da uzaktır. Aydan da bilinmez. Ay üstüne yine de geniş bilgisi var. Gökyüzünde önce yay gibi beliriyor, sonra her gece biraz daha dolarak tekerleşiyor. Yeniden küçüle küçüle yiten, eninde sonunda da yine çıkıp

gelecek olan ve mutlak yine çıkıp gelen; onun belirip yitmesine göre hesaplar kurulan, bayramlar beklenen; hep

günlere, saatlere, uykulara, uyanmalara çentikler atan;

güneşten artakalan zamamn ibresini gösteren ay, beş-altı

yaşlarının Bayram'ına, radyodan kulağına çalınan her addan, her tür olaydan daha tamdık, en yakın bildiktir. İsmet Paşa şöyleydi, Menderes böyle dense, anan şöyleydi

senin, baban da böyle denmesiyle eşanlamlıdır bu. Bilmediği, tanımadığı daha nice yüze, nice şeye kafasında kendince bir biçim vermek zorunda. Onlara, kendince bir. boya katmak, onları kendine göre susturmak, konuşturmak,

devindirmek ya da durdurmak zorunda.

86

P:88

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Düldüller'in Osman Efendi:

«- Bq.kın siz, Menderes bi geçsin başa, bu köyde herkesin altına bi taksi, tarlasında bi traktör ... Nah şuraya

yazıyorum. Amerika arkarnııda olunca ... \" diyordu.

u- Bir tomafil taksi dokuz bin-on bin bugüne bugün .. _., diyordu D azlaklar'ın Raşit. uDemirkıratlar her birimize essahtan da bi traktör vermeye kalksalar memleka tı sa tm alılar ... \"

Kahvenin önünde, söğütün altında kimsenin Raşit'i

falan dinlediği yok. Verecem, diyorlar madem, verecekler.

Herkesler şu İsmet'ten umudunu kesti çoktaaan da, bi bu

salak Raşit çulsuzu, paçasından acık İnönü cephesine bulaştım diye vefasından caymadı. Düldül'ün Osman Efendiden daha mı iyi bilecen, deseler ya? Onun bi ayağı Eskişehir'de. Adamlar, verecekler bu kez ... Verecek bu Demirkıratlar, görürsünüz. Traktör neyi derken, bakmışın

sıra essahtan tomofil taksiye gelivermiş ...

Bayram, amcası Raşit'in dizleri elibinden sıyrılıp uzaklaşıyor. Niye inansın amcasına sanki? Hiç bir gün, bakkaldaki boyalı şekerlerden alamadı çocuklarına ve Bayram'a.

Hiç bir gün, bir kağnıya binip Sivrihisar'a gidemedi. Gidip, dönüşte torbasında urbalık, leblebi şekeri ne getirmedi. Osman Efe�dinin çocukları evlerinin önünde yoyo

oynuyorlar. Bayram hiç yoyo oynamadı.

Osman Efendi, gözlerini Raşit'in üstüne devire devire:

«- Ülen çulsuz, üç yıla kalmaz ben de seni bi tomofil taksi üstünde görüym de bak o zaman, götürüp doğru

Menderes'in elini öptürmezsem sana. Öptürmek ne? Şu

Bayram'ı kurban kestiririm alimallah Menderes'in önünde ... \" diyordu.

Bir tomafil taksi, Bayram'ın kafasında şimdi kağnmın

iki kanat takınmışı, öküzlerin ayaklarına da yaldızlı te87

P:89

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ'ı

kerlekler bağlanmı§ıdır artık. Artık, neye nasıl kurban

edileceğini düşünmeye yer yok. Kanatlara binip uçacak,

kendini kurtaracak.

Kuru . çeşmenin başında zerdali çekirdeği kırarken,

kabuğun yarılıp dağılmasıyla ortaya çıkıveren ve her seferinde kendisini şaşırtan; küçük, dolgun, esmer; acılığına

karşın yine de yenilebilir olan içi, bütünlüğü bomlmadan

elde edebilmenin çabasındadır. Bir zerdali çekirdeğini istediği biçimde kırabilmek, çekirdek içini istediği bütünlükle elde edebilmek dışında, henüz elde edilebilecek başka şey tanımıyor. Kağnıya kanat takmak? Bu, düşüncesini arada bir yalayıp geçen masallardan biri.

Elindeki kaya parçasını çekirdeğin üstüne iki kez indirmiş, ikisinde de çekirdek, ancak geceleyin biraz sızıntı vermiş olan çeşmenin ayağındaki sidikli çamurun içine fırlamıştı. Şimdi Çekirdeği iki parmağı arasında yanlamasına tutuyor; kaya parçasını kabukların birleştiği çizginin tam orta yerine indirmeye nişanlıyor. Derken, ara

sıra radyoda duyduğu horultuya benzer bir horultu. Son- .

ra, lastik bir borudan üflenildiği izlenimini veren bir ses.

Bir klakson sesi. Kendini bir an yine kahve önünde, o,

büyüklere katılmaya izin verilmediği sıralar durduğu yerinde; çalı. çırpılardan oluşturulmuş dağınık biı çitin yanıbaşında sanıyor. Horultuyu da, kalkson sesini de ilk

duyduğu an, gözleri bunlarla ilintili neyi arayacağını bilemediğinden, hemen amcaoğlu Remzi'yi arıyor. Remzi de

aşağıdan, elini gözüne siper etmiş, yukarı doğru bakıyor.

Sonra birden, çeşmenin yanını da, tarlaları, bağları, zerclali çekirdeklerini, dikenleri, sapanı, her şeyi beyaz bir

toz bulutu kaplıyor. Toz bulutu koşuyor, koşuyor ... Taa

köyün önüne dek, köyün ortasına dek; bütün inekleri, eşekleri, tavukları, kazları, ördekleri dehşet içinde sağa sola

88

P:90

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

kaçırtarak koşuyor. Tarlalardan, tüneklerden. bostanlardan, dam altlarından, hendeklerden, eski, ama çok eski

duvarlar ardından fırlayan ne kadar adam ve çocuk varsa,

onlar da toz bulutunun peşine takılıp koşuyorlar.

Bayram, önce elindeki zerdali çekirdeğini ne yapacağını, nereye koyacağım bilememişti. Koşanların arasına

katışıp gelen Remzi abisinin ardından «Bunu şimci ne

yapıyın?, diye bağırmıştı. Sonra, kendisi de dere boyu

koşup köy ortasına vardığında, kalabalığı başıyla yara yara öne çıktı. Zerdali çekirdeklerini nereye attığını, ne yaptığını hiç anımsamıyor artık. Alçılı tozun altında maviliği

belirli o arabayı ilk gördüğünde, güneşin altında ikinci

ve üçüncü birer güneş benzeri pırıldayan ön lambaların

bombeli camlarını ilk seçtiğinde afallamış, yüreği çırpınmış, epeyce de korkmuştu. Kirli hacaklarında bir titreme.

Güneş ve kil soluğu basma mintanı altındaki karnından

kasıkiarına doğru inen bir kaşınma. Göğsünden boyun damarlarına, ordan da yer yer bozarmış, saçsız kafasına doğru horp horp çıkıp inen, soğuyup ısınan, ısırup soğuyan

bir şey ...

Türk Petrol yakıt kamyonunun sürücüsü birden silkindi. Kornasını olanca sesiyle öttürdü. Kamyonu sağladı. Mercedes'in içinde, bir saniye önce başını kaşımakta

olan Bayram'la göz göze geldi. Okkalı bir küfür salladı.

Bayram, uyuyakaldığını sandı. Edirne · İl Sınırı'ndan ne

zaman çıkmış, ne zaman Necatiye'nin o tırtıl yeşili camisini geride bırakmış, Kuleli'yi ne zaman geçmiş, bilemiyor. Ancak, dikiz aynasından şimdi, geride kalan Kuleli'

nin yeşil kavak piramitlerini görüyor. Ama, önündeki yumuşak eğime arabayı koyverince, Kuleli'nin o küçük, ye89

P:91

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

şil tepesi de hemen kayboluyar aynada. Türk Petrol'ün

sürücüsü, camdan başım uzatmış:

u- Otobanda gidiyor sanki pezevenk! ıı diye bağınyar.

Bayram'ın ardına takılmış bir yük kamyonu ile Mersin plakalı bir Chrysler, araya açıklık koyuyor. Onlar, her

an her tür yaniışı yapabilecek görünen Mercedes'e fazla

sokulmak istemiyorlar .

Sağdaki mezarlık duvarının üstünü 'Arzum Konfeksiyon' yazısı süslüyor. Duvarların gerisindeki mezarlığı

ise süsleyen hiç bir şey yok.

Kamyon sürücüsü, yeni bir işin ilk günündeki ürkektiği ile yanında oturan yardımcısına, mezarlıktan az ilerde mermer bir anıtı gösteriyor:

u- Şu taşın altında otuz üç kişi yatıyorıı .

u- Üst üste mi gömdüler? ıı

Yardımcı, oturduğıı yerde biraz daha büzülüyor.

u- Üstüste olur mu dangalak? 58'lerde mi ne, burda

bir benzin tankeri, bir yolcu otobüsüne bindirmiş. Otobüsün otuz üç yolcusu da o anda kül oluyor, aniadın mı?

Külleri toplayıp burada gömüyorlar ... \"

Yardımcı, bir uVışşş ıı çekiyor. Güçsüz, isteksiz bir

uVışşşıı.

Kamyon sürücüsü, uykusuzluktan kayı kayıveren gözkapaklarını açık tutabiirnek için konuşmak zorunda. Konuşuyor:

u- o giden inek de tıpkı böylesine kül olacaktı ya ...

Bunlara hep tetik duracaksın. Caniarına susamış gibi sürerler. Hemen anlarım. Bunların çoğunun şoförlükleri ya

bir aylıktır, ya iki. Çok değil haa ... İşte, tatile dönecek ya,

çekiyor altına bir araba, basıyor gaza. Bizim de başımızı

belaya sokuyorlar, bir şey değil. O gideni gördün ya, altın

90

P:92

\"FİKRİM.İN İNCE GÜLÜ\"

suyuna damdırılmış bir Mercedes edinmiş nasılsa. Çalımından yaruna varma ·gayrı. Herifçioğlu otobanda gaza

basıp oturmaya alışmış. Bura geldi mi, lunaparkın elektrikli tasbaları gibi, ha şu yana taslar artık, ha bu yana . . . 11

Sağdaki hendeğin içinde ezilmiş beyaz bir Mercedes

yatıyordu. Yardımcı, yeniden \"vışşııladı:

((- Şuna bak abi! Gitmiş be!..ıı

«- Bulmuş belasını işte. Böyle sürerse, öteki de yarım saatin içinde tamam ... ıı

Yolun iki yanında, yolun üstünde araç cesetleri görmeye karuksamış olarak, pikaba bi� plak itti:

«Ayrılıyor artık yollar 1 Senin olsun mutlu yıllar

Şimdi bende senden kalan 1 Binbir çeşit yaralar var».

Babaeski'ye doğru, göğün mavisi parça parça kararmaya başladı. Sıcak, iyice bunaltıcı şimdi. Ezilmiş beyaz

Mercedes'in yanında bir jandarma nöbet tutuyor. Başını, önlenemez bir itiyle sağa, sola çeviriyor. Boynu, yoldan gelen geçen her tür taşıtın yönüne göre, bir esinti ibresi duyarlığıyla oynuyor.

Bayram, arabasını Z 54 51 plakalı bir TIR'ın peşinden sürüyor. Bir Primagas pikabı, ardına doldurduğu

kirli gaz tüpleriyle geçiyor. Mersin plakalı Chrysler, Bayram'ı solluyor. TIR'ı da sallayıp geçmek istiyor. Fakat

Bayram buna izin vermiyor. Chrysler hızla, yeniden Bayram'ın ardına sığınıyor. Çünkü karşıdan peş peşe iki binek oto, yeşil-beyaz markası alnında bir BP yakıt kanıyanu beliriyor. Taşköprü ayrımından bir traktör, TIR'ın önüne fırlayıp, onun hızını keserek BP'nin peşine t�lıyor.

TIR'ın ardındakilerin hepsi, gittikçe ölen bir dalga gibi,

yavaşlamayı birbirlerine aktara aktara hızlanın kesiyorlar. Sonra yeniden karadan denize bir esinti patlak veriyor sanki. Bu kez ileri, açığa doğru hız artırıyor araçlar.

91

P:93

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Artan hız, bir araçtan ötekine ağarak ilerliyor, genişliyor.

Bayram, vagon uzunluğundaki TIR'dan önünü, ilerisini iyi göremiyor. Gökyüzünü parça parça karartan bulutlar, TIR'ın verdiği sıkıntıyı iyice dayanılmaz kılıyor.

Sağda, Türk Petrol benzin istasyonunun çardağı altında yine beş altı işçi arabası toplanmıştır. Sürücüleri

artık sık sık yorulduklarını, şimdiden sık sık benzin tükettiklerini farkediyorlar. Kadınlarla çocuklar daha sık

çiş malası istiyorlar. Bayram onlara acıyor. Şunların hali de sefillik. Döküm saçım. İnsan, memlekete gelirken

böyle, bizim gibi efendice gelmeli ki tadı çıksın. Yıldızı

kaptırdık yoksa. .. Eh, canımızın ceremesi olsun bari, ne

yapalım? Bunlar gibi sersefil dökülmüyoruz ya yollarda,

değil mi Balkız? Biz iyi ettik. Bir sen, bir ben. Bir de şunlara bak. Sefillik olduktan sonra, ha dört teker üstünde

olmuş, ha yaya ...

öteki işçilere duyduğu acıma, bir böbürlenmeyi de

yanında sürükleyip getiriyor. Hemen. Hiç bir fırsatı kaçırmıyor Bayram. Hatta, böyle her fırsat, onun kendinden

hoşnutluğu:ou iyice körüklüyor. Buraya dek harcanmış, incitilmiş özbeğenisini onarıyor. Şu TIR'ı da bir geçse ... Solluyor. Yolun ucunu iyi görememekle birlikte gaza dayanıyor. Dayanmasıyla bir yokuşu tırmandıklarını anlıyor hemen. Daha hızlı gidemiyor. Vites değiştiriyor. Yüreği daralıyor. TIR'ı hala geçememiştir. Karoyanun ucu-sonu hiç

gelmeyecek sanki. TIR da rampada hızdan düşüyor. Bayram, köküne dek basıyor gaz pedalına. Karşıdan görünüveren bir Volkswagen iyice sağa kaçıyor. Mercedes'in hışımlı gelişinden koruyor kendini. Bayram, soluk soluğa

TIR'ı geçiyor. Geçerken, traray trarayyy, güzel bir de kalaylıyor TIR sürücüsünü. TIR sürücüsü, karoyanun sarı

92

P:94

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

burnunu kıvırıyor ve M HU 617 plakalı Mercedes'in şimdi karşıdan gelen mavili beyazlı Mobil yakıt kamyonu altında kalmasını diliyor. Bunun için hazırlıyor kendini. Hızını daha da düşürüyor. Bundan yararlanan birkaç araç,

burnu tatlı bir kırmızıyla boyalı, lacivert kaputunun üstüne kocaman beyaz harflerle ONATRA yazılmış uzun

kamyonu hızla geçiyor.

Yol, şimdi yine dümdüz kesmekte uçsuz bucaksız ayçiçeği tarlalarını. Babaeski'ye girişte olduğu gibi çıkışta

da irili ufaklı bitkisel yağ fabrikaları yükselmekte ...

Bayram, I Numaralı Devlet Yolu üstünde henüz elli

üç kilometre yol almıştır. Her biri ayrı bir hızla ilerle

yen araçların, Mercedes'inin asfaltta yağ gibi kaymasını

engellemelerine içerliyor. Yeni bir yağ fabrikasından sonra Lise'yi, süslü puslu subay gazinosunu, sonra Şehir Hamamı'nı, alanın bir yanındaki küçük ve kirli Trakya Oteli'ni de sabırsızca geride bırakıyor. Sağ yanına gelip bir

yağ fabrikası dikiliyor yine. Babaeski çıkışında, eski bir

köprünün ucundaki kırmızı-beyaz boyalı nöbetçi kulübesiyle içinde dimdik duran inzibat eri, Bayram'ın zihninden

taze boyaları hemen siliyor. Onu, bir kez daha, belleğinden kazınamaz olmuş eski boyalar, eski biçimler arasına

fırlatıyor. Diyarbakır Askeri Cezaevi'nin kapısındaki nöbetçi kulübesi bütün çizgileriyle, . sıcaktan kavlamış kırmızı-mavi boyalanyla gözünün önünde bitiveriyor. Arncasının vurduğu at, o atın bakışı, karşıdan gelen Opel'in

hızına eş bir hızla çakıp geçiyor içinden. Yine sağında, daha büyük, daha özenle dikilmiş bir yağ fabrikası. Yağ fabrikasıyla sıraya giren Hıdır'lar, Rıfkı'lar, Yaşar'lar ve Numan'lar. Hele Nuntan'lar ... Numan, Hıdır'dan da hoşgörüsüz, ondan da inat, üstüne üstüne geliyor Bayram'ın.

93

P:95

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

Allahın cezası bu fabrikalar, zihnimi kaydırmak, beni

yolurodan caydırmak için mi çıkı çıkıveriyorlar ülen karşıma? the, bana ne be? Çekil önümden Numan! Çekil,

Hıdır! Nurnan ne dese, onun düdüğünü çalan Rıfkı dürzüsü! Birlik olmıycam işte ! Dün olmadım, yarın da olmıycam, zorla mı? Çekilin işte, savulun! ..

Teypin düğmesine basıyor. Bandı başa alıyor:

<<Fikrimin ince gülü 1 Kalbimin şen bülbülü . . . »

diye başlıyor bir Vedia Rıza. Otuz yıl öncelerinin ağır

akışını sürükleyip getirerek. Bir Columbia plağın cızırtısını kapsayan stereo teyp, Bayram'ın ille de bu 74 model

Mercedes'le yan yana, baş başa getirmek istediği şarkıyı

yeniden çalıyor. Bayram bu şarkıyı kaç yıl, nerde ci,.uysa,

gözlerinin önüne bir kadından çok, üstü kireçli toza bulanmış mavi bir Ford gelmiştir. Yeniyetmeliğinde Kezban, arada bir., bu Ford'un yerini aldı. Onu geri iter oldu.

Belki daha sonraları da. Birkaç kez. Ama her seferinde

şarkının çağrıştırdığı iki şeyden ilki, Ford, tozlarından silkelenip öne çıktı. Yıllar sonra anlıyor: 47 ya da 48'lerin

bir Ford'u olmalı bu. Ford, içinde yine tere ve toza bulanmış, yağını dışına vermiş fötr şapkalı adamıyla öylece,

soluyarak köyün orta yerinde duruyor. Bilinmedik, alışık

olunmayan bir duman kokusu Bayram'ın genzini yakıyor.

Hep arayacağı, artık durmadan arayacağı egzoz dumanının

kokusu.

«0 gün ki gördüm seniii 1 'Y aktı n ah yaktın beni . .. »

Aman dikkat ! Ne yapıyor bu sersem? ..

Birden, banketten aşağı yuvarlanacağını, ayçiçeği tarlaları arasında yitip gideceğini sandı. Bu kez, kasası zeytin yeşili branda beziyle kaplı, ikinci bir ONATRA kamyonu, tam Bayram onu geçeceği sıra solladı. Sonra he94

P:96

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

men sağlayıverdi. O zaman Bayram, karoyanun bir koyun sürüsünü biçilmekten koruduğunu, kendisini de kolladığını anladı. Koyun sürüsü, karoyanun ve karşıdan gelen gri bir Peugeot'nun korna sesleri arasında, sol banketten aşağı ağır ağır kaydı. Usuldan bir toz kaldırdı havaya. Peugeot, tozun arasından geçti. Hala korna çalıyordu. Bayram da öttürdü: Traray traray ... Traray trarayyy ...

Bulutlar iyice yüklendi. Bunaltı da birlikte. Bayram

sucuk gibi terlediğini, Franz Lehar gömleğinin teri dışına verdiğini duydu. Şarkı sürüyor :

«Ateşli dudakların, gamzeli yanakların ... »

Koyun sürüsü, bir ayçiçeği tarlası ile, devlet yolunun

· asfaltını akıtan şarampolu arasında sıkışıp kaldı. Sarmısaklı Tohum Üretme Çiftliği'ne ayrılan kavşakta bir pikap, ONATRA'nın yolunu kesti. Pikabm arkasına doluşmuş memur işçiler, boz renkli giysileri içinde, bu yepyeni

giysilere henüz alışamamış olmanın tedirginliğiyle ONATRA'ya utangaç utangaç gülümsediler. Kasasının üstü açık,

boş bir kamyon, tüy gibi hoplayıp zıplayarak arkadan Bayram'ı sıkıştırdı. Mercedes'in teypinde şimdi, yeniyken yırtılmış bir kadın sesi:

<<Duydum ki unutmuşun / Gözlerimin Tengini»

diye başladı.

Ağlaya_, hıçkıra sürdürdü şarkıyı:

<<Bir zamanlar sevginle 1 �teşlenen başımı

Dizlerinin yerine 1 Vayasaydım taşlara ... »

Salıiden mi Kezban? Başının ateşiyle sen ...

Ankara. Temizel Oto Tamir. Askerlikten önce değil

bu. Askerlikten sonra. Kezhan'ın başı, tamirhanenin ağ95

P:97

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

zında bir görünüyor, bir kayboluyor. Eşarbının bas bas

bağıran renkleriyle Kezban, kendini Bayram'a göstermeye

çalışıyor.

Salıiden be Kezban. Unutup gitmiştim gözlerinin rengini. Unutmasam, olacak gibi değil.

Kezban başını biraz daha uzatıyor. Yeniden geri çekiliyor. Bayram'ın gözleri bu kez Kezban'ınkilere değiyor.

Yüreğinde, çoktan unuttuğu bir sıcaklık. Yanık izi küçük

küçük pırpırlanıyor. Bırak bor anahtarını. Sekınan kelepçeyi al. Lükmaları öyle sökemezsin oğlum. Kartel anahtarı ne güne duruyor? Temizel'in Rıfat Usta'sı, vurmamak

için kendini tutarak Bayram'ı yana itiyor. Geç şöyle. Çek

kumpası. Oğlum, kumpası dedim! Ne sarılırsın matkaba?

İki üç yıl önce olsaydı, Rıfat Usta başına bir sumsuk atar,

«oğlumııların yerini «mankafaıılar alırdı.

Genişçe bir cadde ağzı denli geniş tamirhane kapısının yanında Kezhan'ın yüzü iyice belirgin duruyor. <<Dışarı gelıı diyor başıyla. Çekil kız! Git, geldiğin yere. Benden sana hayır yok demedim miydi? Nerden buldun beni

sen yine? Nasıl bir yürek ki bu, caymıyorsun. Benim de

başımı bulandırıyorsun... Beni yolumdan edecek sendeki

bu inat.

Kezban, elinde resimli, dört köşe bir şey sallıyor. Gel

işte, gel Bayram. Şunu al. Çalıp çalıp beni anarsın. Al.

Bayram, Bayram. Teneşire gelesice Bayram. Ak gönlümü

karaiara boğan, ateşimi ayaklandırıp ayaklandırıp püf diyen Bayram. Ne dönüyorsun yüzünü? Gel hele acık. Gel,

bak ne diycem sana ... Köyde, peşimden çığırı çığırıverdiğin bu değil mi işte. Al, bak ...

Az eğimli bir inişte, kasası boş kamyon da geçiyor

Bayram'ı. Bir hırıltı, bir horultu, sıcak, duman, şarkı, Hayrabolu ayrımından takla atarcasına seğirtip gelen bir cip ...

96

P:98

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

uFikrimin İnce Gülün çoktan güroe gitti. Kezban güme

gitmiş, çok mu?

Yırtılmış kadın sesi biraz daha paralanarak:

«Hani bendim yedi renk 1 Hani tende can idim ... >>

deyip ağlıyor.

76 Mercedes'lerin bir de şeker renklileri olacakmış ...

Kezban beni onun içinde görse, iyice ateşlenir. Hoş, şimdi bunun içinde görünce uBen boşuna kaptırmadım gönlümü bu Bayram'a. Boşuna beklemedimıı diyecektir. ccDüşündüğümden yiğit çıktı. Helal olsun yaptıkları. .. ıı Balıkçı malıkçı laf. Yaşar dönerken onunla niye bu plağı yollasm yoksa b�ma? cc Duydum ki unutmuşun 1 Gözlerimin renginin diye sitemler döktürsün? Plağın içine bir de pusula

kondurmuş. uBen artık Beyşeher'in gölünde balık aviayan

adamın birine yedek parça olmuşum ... Sen anca bu dilden

anladığından, böyle diyorum. Arayacaksan da sakın arama

artık diyorum ... n

Laf ki laf. Ben Kezban'ı bilmem mi?

Çakır, sürmeli gözleri Kayaş'ın söğütleri altında devrili devriliveriyor. Dalıp çıkıyor Bayram'ın gözlerine. Ankara senin malın mı? Babanın malı mı? Gelirim elbet.

Niye gelmeyeceğimmiş? Hizmetçilik, konfeksiyonculuk ...

Orospuluk değil ya? Abim geldi. Ardından ben de geldim

tabii. Ballıhisar'da bakanın edenim mi kaldı a Bayram?

Sen mi sahap çıktın yoğsa bana? Çeken gitti, çeken gitti.

Askere giderkene bir uğradın. O zaman bile nişan takmadın. Başımı bağlamadın. Sözlusü, yavuklusu ... Ağızlarda

pelesenk. Ardıcın altında beklettin beklettin de, dönüp ardına bakmadın. Dolamışın diline bi türkü, bir şarkı. Nerden bellediysen, belleyemez ol... O. enez sesli karının kim

7 97

P:99

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bilir kimlere söylediği bi şarkıyı dilinden düşürmezdin hiç.

Ben de sanırım, benim için söylerdin ...

On beşinde mi, on yedisinde mi artık; Ballıhisar'ın

kireçli tepesi başında, ardıçın dibinde bir Kezban. Sürmeli gözleri, içinde bir şeylerin kımıldamakta olduğunu

ele veriyor: Kimmiş bakarn fikrinin ince gülü? Ben mi?

Ya, sensin. Kim olur başka? Gülüşüyorlar. Kezhan kaçıyor. Bayram, Kezban'a inat, \" O gün ki gördüm seni 1 Yaktın ah yaktın beniıı diye yamk yanık sürdürüyor şarkısını.

Ardıçın altında. Çok önce. Polatlı'daki minibüs yardımcılığından kulağının altında bir sarı kınaçiçeği ile döndüğünde. Amcasının elini öpmeye mi? Tarladaki hissesini

sattırmaya mı? O zaman. Ardıçın altında iki kez buluştu

Kezban'la. Yine ardıçın altında. Bayram, askere gidiyor.

Remzi abisi, akrabadan iki kişi daha Bayram'ı, kireçli

kağnı yolunun tepeye sardığı yerde uğurluyorlar. Kezban'

la buluşma yeri, verilmiş bir söz iyice geride kalıyor. Kezhan, iki kayayla bir ardıç arasından yine şöyle bir görünüyor. Gittikçe uzakta kalıyor sonra. Sonra da, kalın bir

bilek gibi tek örgülü saçına, örtüsünün altından sırtım

dövdüre dövdüre dereden aşağı koşup kayboluyor. Taa,

birinci tepeyi dolanıp çıktığında aşağıdan, <<Bayram, Bayraaam!» diye seslenildiğini duydu sanınıştı Bayram. Bir

bozkır kuşu sanki. Bayram, Bayraaam! Bayram, Bayraaam!..

önünde ne var, ne yok, hepsini solladı. İniş aşağı koyu verdi Mercedes'ini. Sonra, usulca bir çıktı. Çıktığı düzlükte Balkan Restoran ilarum gördü. Ardından bir dinlenme yerini. Arabayı şu dinlenme yerine çekse şimdi.

Yeniden tozunu alsa. Geçip içine uzansa. Sonra Kezhan

başlasa:

98

P:100

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«Hani bendim yedi renk 1 Hani tende can idim . . . »

Geniş bir S dönemeci savurtarak aldı. Arabayı savurtarak yeniden sağladı. Derken, zilzurna sarhoş, ya da direksiyon başında derin uykudaymışçasına, yüz on kilometre ile bir yalpa daha attı. Direksiyon elinden ha kaydı, ha

kayacak ... Kendini Lüleburgaz'ın göbeğine doğru fırlıyor

sandı. Solunda, yeşillikler arasında pembe boyalı, lohusa

şekeri benzeri bir hastane gözlerinin önünde fır dönüp

durdu. Sanki, uzaklarda bir yerde gök gürledi. Sarı bir

minibüs, dönemecin alt başında, Bayram'a göre balrengi,

Veli'nin karısına göre bokrengi, Kapıkule'nin Nuran hanım'ına göre sidikrengi, Vedat'ına göre hardalrengi, Türk

Petrol'ün sürücüsüne göre altınrengi olan Mercedes'e çarpmamak için, yolun en olmayacak yönüne, sağına kaçtı.

Mercedes'in sağından gerisine, ordan da yeniden yolun soluna geçerek, karşıdan gelen New Halland'ın sürücüsünü

üÇ saniyede beş kez şaşırttı. Minibüsü dolduranların şarkı,

türkü, çoşkulu el çırpmaları, şıkır şıkır oynamaları bir an

için korkulu çığlıklara dönüşmüştü. Dönemeci çıkarken

minibüs yine yanlış şeritteydi. Bayram, dikiz aynasından

minibüsün arka camını gördü. Orada, büyük boy bir Ecevit resmi asılı. Ecevit, elindeki beyaz güvercini uçuruyor.

Bayram, kendini topadadığı zaman da yolunu şaşırttığı minibüsü artık hiç düşünmek istemedi. Hızını yüz

otuza çıkardı. Bu hız uzun sürmedi. Önü kapalı görünüyordu. Kan ter içinde, zorunlu bir fren yapıp durdu. Eğilip ileri baktı. Bir sıra aracın, Lüleburgaz girişindeki trafik ışığının yeşil yanmasını beklediğini anladı. Çılgınca

öttürdü kornasını: Traray trarayyy! Bu ses, en öndeki titrek sakallı sürücüye tanıdık geldi. O da başını camdan

uzatıp geri baktı. Yanılmamıştı. Başında salt hasır tirol

şapkası eksik olmak üzere, kumsalrengi Mercedes'in Franz

99

P:101

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

Lehar gömlekli sürücüsüyle yeniden buluştuğuna sevindi.

Yolculuğu hep eğlenceli kılmak. Her dakika daha eğlenceli kılmak. .. Yeşil ışığın yanmasını beklemedi. Güldenhouse'unu azıcık öne ilerletip sonra gerileterek yolun sağına aldı. Orada bekledi. Bayram, az önce atıatılmış olduğunu kesinlikle bilemediği bir kazanın yüküyle eli ayağı çözülmüş, önünde bekleşen araçları tek tek ayı:çt edemiyor. Kornayı niye öyle çılgınca öttürdüğünü, teypi ne

zaman susturduğunu da bilmiyor. Delice bir yarış, kişinin kendi istemi dışında engelleniverirse, durdurulursa ilk

anda huysuzlanırsın. Tepinirsin. Koşuya yeniden başlamak

için .ısınmak gerek. Zorunlu durmanın gevşekliğinden sıyrılmak. Bayram şimdi böyle bir gevşemenin içinde. Kırmızı ışık hep yanıp d ursa or da ... Bayram da, Lüleburgaz'a

girecek bir dizi aracın kuyruğunda böyle dursa, beklese.

En sonunda buladildiği bir özüre sığınarak, dursa. On dakika. Bir saat. Beş sat. Dursa. Uyusa. Böylece, ilk zorunlu durakta, bu duruşun değerini bilmeye, tadını çıkarmaya hazırlamyordu Bayram. Ama işte, Güldenhouse'u ve

Güldenhouse'un titrek sakallı, çıplak gövdeli sürücüsünü

görüverdi. Gözünün altındaki yanık izi üst üste seğirdi.

Güldenhouse sürücüsü, gülerek ona el etti. Ama Bayram,

Bayram değil artık. Donmuş kalmış. Bir ceset. Dokunsan,

devrilecek Trafik ışığını başına diktikleri 1560 doğumlu

Lüleburgaz Köprüsü, 74 Mercedes içindeki devinimsiz

Bayram'a denk düşüyor. Köprünün öte ucunda, su motoru taşıyan bir atlı araba, bu geçişteki kargaşayı vurguluyor.

Bayram, önünün boşaldığını, ardındaki bir sıra aracın da kornalarını çalıp durduklarını, atlı araba sürücüsü

yanından geçerken elini kolunu sallayark bağırmasından

anladı:

100

P:102

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Alo! Alo! Geç, mister! Geç. Aloo!»

Atlı arabanın yan tahtasına Yeşilada, yanlış boyutlarla çizilmiş.

Güldenhouse sürücüsü, hemen hemen Bayram'la yan

yana çıktı Lüleburgaz'dan. Lüleburgaz'ın dört yüz on beş

yaşındaki köprüsü, üstü'ne dikilmiş trafik ışığıyla, araçları bir an, önünde zorunlu bir saygı duruşunda tuttuktan sonra, onlara yol vermişti. Bayram, Güldenhouse ve

ötekiler, hepsi, artık bir fıskıyeli parkın, Balkan Restoran'ın, otobüsler alanının, pazar yerinin yanında yöresinde hiç eğlenmeden seğirtip gittiler. Bayram, Lüleburgaz

çıkışında, Kepirtepe Öğretmen Okulu'nu sağında bırakırken, Güldenhouse sürücüsü onu birden solladı. önüne

geçti. Geçerken, elini çıplak göğsüne sürüp yine bir ((oh,

ohhıı yaptı. Kaybettiği oyuncağını bulmuştu. Hemen hızını azalttı yeniden ·ve Bayram'ı, ayağını gazdan usulca

çekmeye zorladı.

Geçmeyeceğim ulan eşşoğlueşşek! Duracağım, yine

geçmeyeceğim. Defol git. Bela mısın nesin? Nerden bittin

yine sen? Ne ister bu hokkabaz bizden Balkız? Ne ister

ha? Günah gibi, vidan borcu gibi çıkı çıkıveriyor önümüze? Niye? Kadı bizi delirtmek mi bunun? Delirtip sana konmak, cebimdeki üç beş bine konmak mı yoksa, ha?

Güldenhouse birden durdu. Bayram durdu. Karşıdan

gelen araçlar da sıraya dizilip durdular. Bayram, Trafik

Kontrol polislerini gördü. Güldenhouse sürücüsünün, sarı

kıllı kolunu sol camdan uzatıp polislere ehliyetini ve araba muayene kağıdını verdiğini gördü. Biri ona bakarken,

öteki trafik polisi de Bayram'a doğru yürüdü. Mercedes'in

plakasına baktı. Başını camdan içeri uzattı:

((- Almanyacısınız değil mi ?u Ağzında bir sarmısak

kokusu ...

101

P:103

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

•- Almanyacıyım, kardeşimıı .

((- Kesin dönüş mü?ıı

((- Yok, kardeş. İzinıı .

Trafik polisi, gizleyebildiğinden artakalan küçük bir

hasetle bakıyor Bayram'a. Bayram bu bakıştan göneniyor

yine. Yine omuzlarını dikliyor. Kulaklarında hafif bir titreme oluyor sanki. Yan gözle Güldenhouse'u gözetlerneyi

unutmuyor ama.

•- Ehliyet . .. »

Polise: kağıtlarını uzattı.

Şimci ağzına sıçacağım işte senin! İşte suyun ısındı,

götüboklu! İşte gör, nasıl sayıyor trafikç�lerimiz, polislerimiz beni. Nasıl bey gibi tutuyorlar. Ben kendi memleketimdeyim. Sen nerdesin ulan dürzü? Yabancısın, yabancı!

Auslander! Yabancı nedir, yabancı dediğin nasıl yıldırılır, yılar; ben bilmem de kim bilir ibne? Şimci şunlara seni bi şikayet etsem ... Polis kardeş, vatandaşım, bu titrek

sakallı şüpheli şahıs. Taa Bulgarya'dan bu yana beni kollamakta, izimi sürmekte. Ayrıca esrar çekmekte ve esrar

kaçırmaktadır, desem ne lazım gelir? Bana mı inanırlar,

sana mı? Bana. Gerçi, bu gibi işler onların işi değil, Lakin ben kulaklarına bi üflesem, bi fıslasam böyle böyle

diye ... Artık sen düşün gerisini. Peşinde hep biri olur artık. İkisi olur. Tee Istanbul'un cıvcıvında bile kurtulamazsın. Başıboş kalamazsın. En azından bir kar ak ola celp ...

Eh, orda anlat derdini gayrı. Ben, Ballıhisar'da, eller üstünde, yan gelip kurulurken, sen derdine yan gayrı. Tamam. Toz ol. Toz olmadın mı, sıçtım ağzına. Hem sıçtıracam da, gör. Burda olmadı, ötede. Bir yerlerde senden

kurtulurum ulan ben. Ben memleketimdeyim, aniadın mı?

Sen değilsin. Bildin mi bu ne demektir?

102

P:104

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

u- Ehliyetiniz yeni ha? ıı

u- İki aylık işteıı .

u- Trafik yüklü. Dikkatli sürün ... ıı

Amma dik dik konuşuyor bu adam! Sanki senin demenle mi? Balkız'ın bir yerini çizdirmemek için biz ...

uDikkatli sürün ... » Trafik polisi başını çeviriyor. Urourumda da... Ezilse, hurdahaş olsa kılım kıpırdamaz valla.

Biz kaç yıl bekledik, sıramız gelmedi de dışarı gitmeye,

bu Allahın hırtı hırbosu gitmiş de dönüyor baksana. Bi

şeye yanmam, çalımına yanarım. Biz hep buralarda, güneş

altında, yağmur altında, elin sonradan görmelerine, daha

dün kağnıdan inip bugün otomobiliere kuruluveren hödüklerine dur, geç, buyur, demek için ...

u- Ben dikkatli olurum olmasına da polis kardeş, yolda şunun gibiler şoförlüğün rezilliğini çıkarmasalar iyi

olur ... n

Güldenhouse sürücüsü, tam motoru çalıştırmış, harekete hazırlanıyordu. Onun kağıtlarına bakan trafik polisi

şimdi güle katıla Bayram'ın yanındaki polise doğru geliyor:

u- Alem bu herif yahu! Şen şatır. Keyif. Tıpkı kamyoneti gibi kendi de. Gel de gülme ... n

Nee? Hoşuna gitmiş polisimizin bir de, öyle mi? Böyle bir hokkabaz, böyle bir dürzü, memleketimin sınırları

içinde, ciddi görev ehillerini bile baştan çıkartacak da boş

mu duracam? Bu bana kaş çatıyor, o bizim ibneyle al takke ver küla.h. Hala mı müzaharet? Burda da mı sus pus

olacam? Ey Numan, ey Rıfkı ,Yaşar, Hıdır! Gelin bakın

bakalım şimdi! Sizin Bayram kediboku muymuş, neymiş!

Her şeyin bir haddi var. Her şeyin de bir sırası. ..

((- Durdurun öndekini memur bey! Tutun, kardeşler!.ıı

103

P:105

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Süslü kamyonet çoktan yola koyulmuş. Durup bekleyen araçları kendine bakıta bakıta gidiyor. Sormaya vakit

yok. Az önce gülerek gelen trafik polisi motosikletine atlıyor. Düdüğünü çalıyor. Güldenhouse'un ardından koşuyar. Sirenlerle... Bayram'ın ardındaki araçlar, kaygılı

bekleşiyorlar. Kimi, açıklanmamış bir duruma baş kaldınp, kornasına basıyor. Yolda kalan polis, Bayram'ı biraz

daha kıyıya çekip ötekilere ister istemez «geçin » işareti

veriyor. Çarçabuk bir konvoy haline gelmiş araçlar, Bayram'ı sallayıp gidiyorlar. Her geçen, az ilerde, süslü kamyonetle motosikletli polis arasında kısa sürecek olan kovalamacaya bakıyor.

Trafik polisi, başını camdan içeri, Bayram'a uzattı:

«- Nolmuş? Niye durduracağız kamyoneti?»

Şimdi nerden başlamalı? Güldenhouse sürücüsünü, kitabıha uygun, nasıl suçlu kılmalı? Bu hergelenin ettiklerini nasıl, neyle belgelemeli?

«- Durdu işte. Geliyorlar. Neymiş şikayetiniz?n dedi geride kalan memur Bayram'a.

Bayram, yukarda iyice yüklenip ağırlaşan bulutlara

baktı. içini onulmaz, onarılmaz bir sızı, bir sıkıntı kapladı. Omuzları düştü, Göğsü, böbürlenmelerini içine bastırdı. Madalyalarını gizlemek ya da çıkarıp atmak zorunda bırakılan düşük bir general şimdi Bayram. Gözün.ün

altındaki yanık izi ancak bir kez seğirebildi. Bir kez, ama

toptan. Yüzünde acınası bir bitkinlik. Bir çocuk ürkekliği.

Bir eteğe yapışıverip bütün saldırılardan, bütün tehlikelerden, onu Balkız'ından ayırınayı amaçlamış, onu bu akşam varacağı yere varmaktan alakoymayı amaçlamış her

şeyden kurtulma, korunma özlemi: Duruşu, bakışı, sesi hiç

umut verici olmasa da bu polis benim ülkemin polisi.

104

P:106

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Kurtarın bu adamdan beni memur bey! Bir vatandaşınız olarak çok rica etmekteyim sizden bunu . . . »

Trafik polisi, eli belinde, motosikletli arkadaşının güdümünde geri geri yapmakta olan süslü kamyonete bakıyor. Bayram, şikayet gerekçesini pekiştirrnek çabasıyla ekledi hemen:

((- Eğleniyor bu gavur pezevengi benimle!ıı

u- Küfretmeyelim lütfen!»

((- Eğleniyor o ... benimle ... Kendi memleketimde bile. Olur mu? Hadi, aldırmayım dedim. Bayram, sen terbiyeni bozma... Onların sana göstermediği yakınlığı sen

onlara göster, utandır, dedim ... Dedimse de, yine yine

çıkıyor önüme. Yolumu kesiyor. Ardıma yapışıyor. Ne biliym, bunaltıyor ... Bir kaza yaparım diye korkuyorum,

yoksaa ... ıı

Allah korusun! Ağzımdan yel alsın.Bir yerine bir şey

olursa Balkız, bir yara bere, bir kırık, ben bittim demek.

Kendimi artık şu akıp duran taksi seline koyveriyın gitsin. Basıp geçsinler üstümden. Sürüsünler de beni, zerremi koruasınlar ortalarda en iyisi. ..

Memur, Bayram'ın inler gibi konuşmasına, dokunsan

ağlayacak durumlarda olmasına şaşıyor. Şuna bak. Ne çabuk şımarıp, ne çabuk hanım eviadı kesiliyor bunlar ...

Keyüli bir adam, acık gezip tozmalarımın tadını çıkarayım, demeye gelmiyor. Bunlar hemen ağlaşmaya, sızıaşmaya başlıyorlar. Ulan, Istanbul'un şoförleri bile ağlaşmıyorlar be! Sen niye sızıldanıyorsun dürzü? Kıçın rahata

ne çabuk alışmış, hayret!..

u- İn aşağı bakalım. Ne varmış, anlarız şimdi . .. Yüzleşirsiniz ... ,

Uyyy ... Bu memur bana değil, elin gavuruna inanmaya yatkın! Orda sen hatalısın, burda sen kusurlu. Kendi

105

P:107

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

adamlarımıza ben, elin ne idüğü belirsiz bir pezevengını

şikayette bulunayım da, bu hala, sorar anlarız, desin ... Benim ne söylediğime bakmıyor da, ona soracak Ele!.. Neymiş? Ne varmış? Neymişi kaldı mı? İşte burama getirmiş

ki, burama gelmiş ki. ..

Bayram, arabasından inmişti. Güldenhouse sürücüsü,

kamyonetini hemen Mercedes'in önünde, bankette park ·etmişti. Motosikletli memur da onu yanına katıp gelmişti.

«- Şikayetiniz ?n

Bayram'la Güldenhouse sürücüsü karşılıklı durmuş,

birbirlerine bakıyorlar. Bayram, onun yüzünü böylesine

yakından görünce son kerte şaşıyor. Bir çocuk bu. Belki de on yedisini henüz devirmiş. Çocuğun sakalı hiç titremiyor artık. Arsız arsız gülmüyor. Gözlerinde bir şakacı pırıltı, bir yaramaz sevecenlik. .. Bayram�ın arabasına

olan tutkusunu bu yeryüzünde sezebilmiş tek kişi. .. Bu

sezginin getirdiği bir kedi sokulganlığı... Tüketilmişi yeniden bulmanın kıvancı. .. Bu tür kıvançlara rastlayabiirnek için Avustralya'ya dek gidecek Güldenhouse sürücüsü. Şimdi, kollarını iki yanına sarkıtıp, bir boyun kırışla

sanki Bayram'in hatırını soruyor. Ne oldu sana? Neyin

var? Bunlar değerini bilmediler mi Mercedes'inin? Franz

Lehar gömleğinin? Bu yeryüzünde varolduğunu söyleyen,

\"beni de sayın, beni de sayın, ben de varım n diye haykıran yüzünü, omuzlarını, direksiyonu okşayan elini, onu

seven, onunla yaşadığını anlayan ellerini görmediler mi

senin? Hani, tepende sevinç çığlıkları atan o şapka?

Nerde?

Elini başına götürdü. « Şapka nerde?n diye işaret etti

Bayram'a. Bayram, bir içgüdüyle döndü. ön koltukta pırıldayarak duran deniz yeşili şapkasım gösterdi çenesiyle.

106

P:108

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

\"- Bekletıneyin bizi! Şikayetiniz?ıı diye gürledi memur.

Öteki, ağzı sarmısak kokan, Bayram'ı gammazlarca:

«- Yol boyu önünü kesi kesivermiş de bu ... Eğlenmiş,

diyor ... ıı diye atıldı.

Allah belanızı versin hepinizin de ! Yerlinizin de, yabancınızın da ... Ulan, gelen geçene ke·paze olduk be ! uıan

ben üstleriınce sevilip takdir edilmiş bir trafik polisiyim.

Altıma boşuna vermediler bu sirenli motosikleti. Ben keyif için dikilmiyorum yollarda, efendi! Senin gibi Alman

ekmeği de yemiyorum. Milletim için, vatanım için ben, gece demiyor, gündüz demiyor, soluk soluğa beygirler gibi

koşturuyorum. Kıçım nasır tutmuştur şunun üstünde. Terfi ettimse, kıçım nasır tuttuğu için ettim. Hiç bir şoförden

rüşvet almadım. Yücesoy kamyonlarına bile göz yummadım ben. Patronları haber salıp duruyorlar. Adarolanna

beni vurdurtacaklarmış. Vurdurtsunlar da görelim. Yücesoy'lular bok yemiş. Benim arkamda yüce devletim var.

Vurdurtsalar da görseler, ahh! Ha Kıbrıs şehirli, ha ben

o zaman. Görev başı. .. İşte o zaman, bayrağıma sanlı naşım yeter be onları toz etmeye! Gece uykularını burunlarından getirmeye ... Bunlar da dikilmiş karşıma, çocuk

oyuncağı gibi ...

((- Çocuk oyunu mu bu be ? Çekin hadi! Basın gidin!

Öf yahu, öff!ıı

Güldenhouse sürücüsü, Bayram'a gözleriyle sordu: Ne

diyor?

Bayram, boynunu içine çekti. İnce ince öksürüyor

şimdi. Eli ağzında, Bir gıcığı geçiştirrnek istercesine öksürüyor.

cı- Başkaca bir şikayet yoksa, oyalamayın bizi. .. ıı

107

P:109

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\" /

Motosikletli memur böyle dedi. Tedirginlikle yolun

geliş yönüne baktı. Sizin yüzünüzden kaç araba burdan

kontrolsüz geçti şimdi. Kaç araba... Bizi mi bekleyecekler? .. Yok, bu ona takılmış da. Öf be, öff! Gel de kuş uçurtma. Basan geçti, basan geçti. .Gel de yetiş. Bu gidişe biz,

motosikletten zor iner de Şevrole steyşına bineriz, zor ...

u - Daha ne duruyorsunuz?\"

Ağzı sarmısak kokan memur, Bayram'a yanaşmış, böyle soruyor. Bunu soruyor ama, sesinin tınlamaları « Hadi

ordan, sonradan görme salak!n diyor.

Bayram, bütün bu çıkınaza niye daldığını ken.di kendine bile açıklayamıyor artık. Değil, memurları inandıracak ...

,,_ Kötü bir niyeti var sanmıştım da ... ıı

Düdük gibi bir ses boğazından yırtılarak çıkıyor. Yine üst üste, ince ince öksürüyor. Elini ağzına koyuyor.

Polisleri sevmeye, onlarla ortak olmaya, onlarla birlik

kamyonet sürücüsü delikanlının geri kalan yolculuğuna

el koymaya hazırlanmıştı değil mi? Nedir kafaını bozan?

Niyetimi çarçur eden? Beni, şunların değil de, bunun yanına sa vurtan? Aynı terazinin birer kefesindeyiz şimci

biz bununla. Lakin onun kefesi ağır basıyor, benimki havada. Nasil olur yahu?

Ağzı sarmısak kokan memur, Güldenhouse sürücüsünü

koruyucu kanatları altına alıyor. Onu, kamyonetine doğru

götürüyor. Eliyle, koluyla özür eliler gibi işaretler yapıyor

çocuk yüzlü ye. öteki memur, bunlara u basın» deyip geriden gelen arabaları durdurmaya gidiyor. Güldenhouse

sürücüsü, elini usulca omuzuna koyan memurun yanında, dönüp Bayram'a bakıyor. Gördün mü bak? Onlar beni

severler. Beni sayarlar. Benden çekintrler. Beni hoşgörürler. Önümde eğilirler. Senin Mercedes'inden onlara ne?

108

P:110

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Onlar senin değil, bizim memurlarımız. Biz

onları ve er şeyi kendimiz için düzenledik

«- .. mına koduğumun!..ıı

Bayr m artık bunu Güldenhouse sürücüsüne mi söy7

lüyor, on saygıyla kamyonetine bindirip Bayram'a doğru

gelmekte \\olan trafik polisine mi, kendisine mi, yoksa öylece, ortaİığa mı, pilinmez. Öteki memur, yüz metre ilerde, bir trı:ıktörü durdurmuştur. Traktöre bağlı taşıyıcı sıkıştırılmış, balyalanmış samanla yüklü. Traktör .sürücüsünün ardını görmesine olanak vermeyecek kerte yüklü.

Ağzı sarmısak kokan memur, arkadaşından yana bakıyor.

Traktörle işi uzun onun. Biz de şu işi sonuna bağlayalım.

«- Ortada şikayet edecek bir şey yokken elin adamını durdurtuyorsunuz bize. Pes doğrusu! n

«- Baktım, anlaşmak zor olacak şimdi memur bey.

Dilimizi bilmez. Yurdumuzu bilmez. El ellerinde ... İçim

el vermedi. .. N e bileyim . . . ıı

Bayram, bunları söylerken elini memurun omuzuna

koymaya, onunla bir olduğunu göstermeye, ona açılmaya

hazırlanıyordu. Memur, onun bu hevesini pıçak gibi kesti:

,,_ Maalesef atmış lira ödeyeceksiniz. Otuz lirası görev başında bizi oyaladığınız için. öteki otuz lirası, size,

yola devam, dendiği halde, yolu hala işgal etmekte olduğunuz için ... \"

Öndeki kamyonetin motoru boruidamaya başlamıştı.

Bayram'ın beyninde de bir vınlama ...

«- Evet, çabuk olalım lütfen! .. n

Memur, yan gözle traktör başındaki arkadaşına bakıyor.

«- Yapma allasen memur bey ... Olur mu? Ben .. . »

109

P:111

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

Memur, akı kirli gözleriyle iyice gaddarlaşı r:

ıı- Lütfen çabuk olalım. .. Lütfen meşgul

lim ... ıı

Bu ıı lütfenıılerdeki lütfensizlik, bu ıılütfenııl rdeki kırıp dökücülük Bayram'ı, bir daha belini hiç do rultamayacakmış gibisinden hırpalıyor, tüketiyor. Diya akır Cezaevi'nde ıılütfenııli her isteğin karşı konulması izin verilmeyen bir istek olduğunu, ıılütfenıı eşliğindek her başlangıcın ardından mutlak tekme, tokat, tükürük, kan, haykırma geldiğini, peşine bunlardan birini ya da hepsini

birden takmamış hiç bir ıılütfenııin ağızlarda harcanmadığını buluveriyor birden. Beyninin derinlerinde, hep ayrı ayrı yerlerde durup durmuş olan bu ıılütfenıılerle o tokatlar, tekmeler, o tükürükler, kanlar, o haykırmalar ancak şimdi, şurda, memurun akı kirli gözleri önünde birbirine ulanıyor; bir bütünlük kazanıyor: <<Lütfen bizi yormayın!n ııLütfen saklamayın! ıı .<<Lütfen konuşun, konuşun

lütfen! ıı ııLütfen bizi daha fazla meşgul etmeyin! ıı ııLütfen

uzatma it ! ıı ııLütfen boş yere oyalama orospu çocuğu! ıı

Eavsalı yedek subayı bir kez de, hücreden bir koğuşa geçirirlerken görmüştü. Ağzının kıyı sı köpük köpük ...

Bayram, altmış lirayı hemen verdi. Sonra, çok çabuk

kaçtı memurun yanından. Balkız'ını hırpalayacağını, rootorunu yaracağını hiç düşünmeden, cip hoplatıyor gibi birkaç kez hoplatarak kaldırıp sürdü yola. Yol dümdüz uzanıyor. Süslü kamyonet, taa ilerde, artık soluk bir leke olarak görünüyor. Karşıdan gelen bir yolcu otobüsü Bayram'ın başını döndürmeye yetiyor. Gözleri bulanıyor. Ne

oluyor bana kızım? Ne oluyor Balkız, ha? Uykumuz mu

var? Hap mı yuttuk? Esentepe benzin istasyonunu geçerken içinin sesini dışa vuruyor :

ıı- Niye makbuz istemedim ben o bulanık gözlüden?\"

1 10

P:112

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Ah ayram, ah Bayram ! .. İnekliğine doyma sen emi

Bayram?

Ara nın içinde iki karasinek durmadan alnına, burnuna, ağ ma konup kalkıyor. Bulut kaçkım iki sinek, kaçkınlıklar ı vızıldıyor. Ağdalı yapışkan. Sinekler ön camı

kirlettikç Bayram'ın yüreği hiç olmadığı denli sıkışıyor,

darlanıyo . O sinek pislikleri camdan hiç temizlenemeyecek sank· Yolun sağında, üç ineğin başında yaşlı, çok yaşlı bir ada , yüzünü kaldırıp Bayram'a el sallıyor. Bayram,

ona gülü�semek, selamma karşılık vermek, yaşlı bir köylüye böy\\e bir selam cömertliğinde bulunmak için en küçük bir istek duymuyor. En ufak bir kıvanç ıpıldaması dola'şmıyor gönlünde.

Sinekler büsbütün yapışkanlaşarak, vızıltılarını büsbütün büyüterek yağmurun yakın olduğunu haber veriyorlar. Yağ be ! Yağacaksan yağ! Doldun tıkıştın bulutların içine ... Siğemedin bi türlü, siğesice!

Mercedes, şimdi bir yokuşu çıkıyor. Tepede Şato Restoran'ı okuyor Bayram. Hala aç, hem çok aç olduğunu anlıyor. Ama, durup dururken atmış lirayı trafik polisine

kaptırdığını düşünüp açlığını gideriyor. iştahını bastırıyor. Arabanın saatine bakıyor: On bire beş var. Bu hem

iyi, hem kötü. Ballıhisar'a dilediği saatte varabilecek. İyi.

Fakat gün uzun daha. Henüz çok uzun. Kilometreler, kilometreler. Sürekli akan bir araba seli. Güldenhouse nerde? Güldenhouse yok. Ağzımıza sı çtı, gitti. Öyle mi? Pekii. .. Şim ci seni yakalama, yolu burnundan getirme sırası bende hokkabaz ! Sür Bayram. Yakalayalım şunu. Anasından doğduğuna pişman edelim ...

Evrensekiz Deresi'ni geçiyor. Evrensekiz köyüne ayrılan kavşaktan bu kez önüne mavi renkli bir minibüs kalll

P:113

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

tılıyor. Minibüs burnuna yine büyük bir t resmi

asmışlar. Ecevit bu resimde başı miğferli.

Bu Karaoğlan almış yürümüş buralarda yalı ! Diyorlardı ya, pek inanasım yoktu Balkız. Hoş, ina sam ne,

inanmasam ne? Gerçi evet, bizim Almanyalar gidebilmemizin, birer işle birer taksilerimizin olmasını müsebbibi bu. Sağ olsun, var olsun. Hem Kıbrıs işi içi de öyle

mıy mıy mıy edip durmadı. Bastı girdi. Hattı altında,

araba tecrübesi bölümündeki Yunanlı'yla nasıl güreştim

ama ben? N asıl sırtını yere getirdim? Sen daha (kuzu kuzu yatarken orda, acentada, bi güzel tuşa getir(iim bunu

ben ya, tıpkı öylesine Ecevit de. Öyle olmalı zaten. Basıp

geçeceksin Yunan'ın üstünden. İyi oldu. Bu Karaoğlan iyi

başlamasına iyi başladı ya, sonunu getiremedi. Bi götü

boklu Yunan'ı hala susturamadık Hala o koca papazın zart

zurtlarına kamp durmakta dünya alem. uıan seni dinleyenin de. Sen nesin artık be? Heim'daki televizyonda gördük işte. Cüppenin eteğini toplayıp kaçtın daha ta baştan.

Güzel. Ecevit de basıp girdi. İyi. E madem hükümetin yarı kuvveti elinde, niye tamam kılmazsın değil mi? Erbakan mı hayır diyecek sana? Demezdi. İster o. İster, baştan

kıça fetbedelim Kıbrıs'ı. Senden çok istemiş hem. Ben

diyorum, belki sen gene onun zoruyla . .. O da bir yiğit

adama benziyor ya, Hıdır'a kalsa, nh . . . Vatana zararı dokanır biri o. N esi varmış? N arnazında ni yazında. Millet

ahlaklı olsun istiyor. Senle de yan yana, kol kola gelmeye tamam demiş, pekala. O razı geldikten sonra, sen hiç

bozmayacaktın bu ortaklığı Bay Ecevit. Hiç. Bak, o ortaya çıktığından bu yana bizim Münih camimizin tadı tuzu

geldi. Sen gittiğinle kaldın.· Eh, ne yapalım? Biz bugüne

bakarız. Bakarız ya, şu trafik polislerine kim yüz veriyor

böyle, bi anlasarri. Ha Ecevit Bey? Bay Ecevit? Kardeşim

112

P:114

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Karaoğlan? Kıbrıs fatihi? Niye böyle ettiler bana? Ben

bu memleketin bir evladıyım. Düşman mıyım? Yunan mıyım? Evet, gerçi derdimi anlatamadım. Tutulup kaldım

orda. Sesim boğazıma düğümlendi. Elin garibine acıyıverdim. V atanın · memurlarını ağzı boşa işgal ettim. Ettim,

nolmuş? Bizim çalınan yıldızımızı da kimse ödemedi baksana. Kimse, hiç bir memur, hiç bir vatandaş, «Yahu, şunun gül gibi Mercedes'inin canım yıldızını içedivermişler.

Hırsızı bulalım. Yıldızı geri verdirtelimıı demedi. Ha Bay

Ecevit? Ha bey kardeşim? Hıdır'a kalsa, sen her şeyin en

iyisini bilmektesin. De bakalım, niye böyle olup �uruyor?

Bütün buralarda senin resimlerini fırt önlerine, fırt arkalarına asıyarlar asmasına ya, bizim yıldız da, bizim atmış

lira da gitti gider. Daha hismillah deyip, ayağınuzı vatan

toprağından içeri atar atmaz hem de. Bak, bizim Ballıhisar, ölsen Allah Menderes'inden kopmaz. Elbet şimdi de

Demirel'den. Niye, diye sor, sana söyliyeyim. Benim gözüm ilk taksiyi Menderes başa geçerkene gördü. İlk partici onunla bastı ayağını bizim oraya. Daha önceleri biz

büyük makamdan diye, bir kolcuyu bilirdik, bir tahsildarı. Öyleymiş yani. Bütün köy anlatır. Bir benim amcam.

Bir o, İnönü tepesi der, başka şey demez. Bak .

şimdi ölüp

gidecek, çulsuz gidecek bu yüzden. Köyde, ,.. tahsildardan

büyüğü kim mi diyeceksin makam olarak? iıkokul öğretmeni mi? Geç. Kilin çamurun içinde, biz ondan olmaya

heveslensek de, o bizden olamazdı. Hoş, bizden de heveslenen çıkmadı pek. Biz tarlaya, Düldüller'in çocukları Sivrihisar'a. Eskişehir'e. .. Mekteple kaynaşılmadı bir, şöyle

güzelcene. Niye kaynaşılsın? Neye faydası dokundu öğretmenin? Efendim, bu Menderes, Allah rahmet eylesin,

kökü olanı, toprağı geniş bulunanı daha büyük etti. Bunlar, Eskişehir'de evler mi almadılar, Ankara'da apartman8 113

P:115

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

lar mı kurmadılar ... Derken, hani o ilk taksi var ya, onunla kalmadı bizim köy. Bakmışın tozu dumana savurtarak

bir cip, bakmışın gırgır · gırgır ederekten bir traktör. Ben

böyle şey gördüm desem yalan. Biz, amcamgil gibiler yani, traktörü ne yapsın? N erde kullansın? Hangi arazide?

Menderes buna ne etsin, değil mi? Gene de ya bana atma.

Cipleri, traktörleri göre göre, ben taa o zamandan koydum aklıma ki, beni de kurtarsa kurtarsa bir taksi kurtarır. Bir bu hevesim oldu, başka hiç, Allah seni inandırsın. Kurbanlık koyun muyum? Silkelendim, doğruldum.

Eh işte, çok şükür. Çok şükür ya, Ballı'ya varana dek tüyü yolunmuş tavuğa dönmezsek iyidir. Erbakan haklı. Önce ahlak. Bilmem ama, şimdi biz bu Kıbrıs'ı .da bize çevirirsek işimiz var. Acımayacaksın bak. Barışmış, marışmış, laf hepsi. Ben şimci o ibneye acıdım da ne oldu ? Gitti

gider atmış liram. Yaptıkları da yanına kar. Dedim ya,

laf. Acımayacaksın! Bitti. İbneye bak sen. Şööyle bi bakıp

yüzüme, barış ilan ettirdi bana. Sonra da basıp gidiyor.

Paraları bol lakin, bu Avrupalılarda, ııh, iş yok. Sorarsan, bu hokkabaz gibisini de gördüm diyemem. Bu bir

alem. Buna kafam ermedi benim. Hani nerdesin len? Korktun, değil mi?

Yol boyu hemen hep kırmızı olan toprak, burda birden kararıyor. Bayram, kara, sürülmüş bir toprağı iki yanına alarak' Kırklareli İl Sınırı'ndan çıkıyor. Vakıfköyü'

nü geçip, hafif bir tümsek aşıyor. Bir kavak ormanını sıyırıyor ve önünde kil yüklü bir kırmızı kamyonla, bir süre, beyaz çizgileri özenle çekilmiş güzel bakımh bir asfalttan sarsılmasız tırmanarak, bir küçük dönemeçle Çorlu'ya doğru yaklaşıyor. Yeni bir yarım S ile Çorlu'ya yakın geliyor. Çorlu girişinin bunca az trafikle böylesi rahat olması yadırgatıyor Bayram'ı. Bu rahatlama sırasında

114

P:116

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Ecevit'le uzun bir konuşmaya dalmış olduğunu anımsıyor.

Mercedes'ini Er gene N ehri üstünden aşırtan güngörmüş

bir Osmanlı köprüsünü geçerken, sanki Ecevit Bayram'ın

yambaşında, o boş koltukta, şapkasımn durduğu yerde

oturmaktadır.

u- Yaaa ... ıı diyor Bayram yüksek sesle. İşte böyle

Ecevit kardeşim. İşte şurası Ulaş köyü imiş. İşte bura

Marmaracık Eh, işte bunlar da Çorlu'nun günebakanları.

Demek bunları böyle hep yağ için eki ekiveriyorlar? Onlar ektikçe de berikiler dikiyor fabrikaları, dikiyor fabrikaları, öyle mi? Pekii, ben şimci tut ki Istanbul'da bir

fabrikaya girmişim. Ne geçerdi elime? Üç yılda bir Mercedes taksi geçer miydi, yemem içmem çıktıktan sonra?

Nerden geçecek desene. Baksana, üç yıl oldu tama yakın.

O zaman bu Çorlu'yu şurdan, trenle sıyırtıp geçmişiz. Bir

gariplik trenin içinde. Bir sıkıntı. O öğrenci de habire

surat eder durur. Sorarsın, söylemez. Anlamak istersin,

anlatmaz. Yüzü kararmış. Bir kararmış ki, senden kara.

Kanatları da kırık sanırsın. Taa Edirne'de uSelimiyeıı diyene dek dili çözülmediydi bunun. Sonra çözüldü ya, bakma. Dediklerini sen bile anlarsan aşkolsun, derim. Bir yandan da ha babam veriştİriyor bize. Kendimiz ayarsak ayarmışız artık. Senden yana da değildi haa, haberin ola. Bunun gibiler, hazır içeri toplatılmışken, sen yufka yüreklilik edip çıkarttırmayacaktın bak. Bunu böyle dedim diye Nurnan üstüme yürüdüydü. Bildiklerim var ki öyle diyorum, değil mi ya? Sanki Nurnan senden yana mı? Yoo,

ne gezer. O da başka bi hava çalar. O öğrenci desen, pek

güzel işte. Binmiş trene. Tutmuş Avrupa yollarını. Ötekiler gibi, Havsalı gibi mesela deyim, kalsaydı dört duvar

arasında, hapiste, daha mı iyi? Sen dahil, herkese küfrediyor bu. Sınırı çıktıktan sonra, yere batırmadık hiç bir

115

P:117

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

büyüğümüzü bırakmıyor. Sen nasıl çıktın memleketten dışarı, desene? Nasıl aldın o pasaportunu? Bu konyağını? Ne

diyorum sana Bülent! Bu bizim millet çok nankör valla.

Hem çok. Geçen yıl, sen affı çıkarttınnca hani, Nurnan da

demez mi: ••Çıkmak zaten haklarıydı. Hakla değil, afla

kurtulmak, kendi bileğinle alarak değil, başkalarınca verilerek sahip olmaktırıı. Ne demek bu Bay Ecevit? Ne demektir bey kardeşim? Ha sen almışın, ha vermişler. Elinde kalan ne? Eline geçen ne? Sen ona bakacaksın, değil

mi? Biri altıma bir taksi veriverseydi, ben el ellerinde ne

diye ama, değil mi? Bak, işte şimdi altımda bir şu Balkız'ım. Elimin emeği. Hem nasıl emeği ... Başka da bir

şeyim varsa gözüm çıksın. Sen yarın, eşitlik diye diye bunu da elimden almaya kalkarsan, yoo bak, bak şimci ses

etmiyorum ya, o zaman bozuşuruz. Bir seferinde ben gene, sık dişini, sık dişini, yedi bin lira yapmışım. Askerden

önceydi. Yedi bin lira! Benim gibi biri yedi bin lirayı üst

üste koymak için nerelerini patiatmalı bir düşün! O yedi

bin lirayla tam Anadol'a yazılacakkene, hadi yüzümü yaktırmayayım mı kaynakta? Hadi bakılmasın, yara azıtsın

mı sana? Hastane kapılarında, iğne, ilaç, bilmem ne derken, uyy, bir de baktım, benim Anadal'un tek tekeri de

gitti gider ... Nah işte bak, şuram ... Yedi bini yatırıp da

sanki iş ... Aman Bayram, uyuma! Yavaş Yavaş, dedim ...

Çorlu'nun koyun sürüleri meleŞerek kestiler önünü.

Bayram da, Ecevit'le sohbetine ara vermek zorunda kaldı. Koruayı çaldı. Koyun sürüsü, tarlaların içindeki bir

köy evine doğru aktı. Köy evinin duvarına kömürle VEL

KAM yazmışlar. Sıvaları dökülmüş toprak duvarda harfler tek tek engebelere rastlıyor- ve o kaba biçimlerini de

dağıtıyor. Geniş bir yarma. Ardından geniş bir dönemeç.

München Restoran ... Derken Bayram kendini Çorlu'nun

116

P:118

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ana caddesi üstünde buluyor. Salim Muhtar Caddesi. Cadde, bütün yolcuları tek bir yöne, ilerdeki küçük alana, alanın böğründeki cami önüne doğru akıtıyor. -Çorlu girişi,

çok çocuklu yoksul bir ailenin kapı önünü andırıyor. Ya

da pasaklı bir kadının konuk odasını. Uyumsuz bir dağınıklık. Bir kargaşa. Bütün bu karışıklığı unutturacak derli topluluktaki küçük alana yaklaşılırken ise Orduevi, bütün öteki yapıları sanki bir mavzer dipçiğiyle sağa sola

itip kakalayarak, bu itip kakma sırasında bütün o ufak tefek yapıları eğriltip bozarak, bileği güçlü, çalımlı, bir güzel bahçenin ortasında en ön sırayı, Salim Muhtar Caddesi'nin en güzel köşesini kapmış oluyor. Ağaçlı, küçük alanın ürkek otelleri... Otelierin altında, bitişiğinde eline çabuk lokantalar.Vitrinlerine yerli yabancı her adda meyve suyu, gazoz şişelerini lunaparkların iyi atışlardan sağlanacak armağanlıkları gibi dizmişler. Ayvazoğlu otobüsünün sürücüsü Otel Ömür'ün kapısında görünür görünmez, alanı toza bulayan deli bir rüzgar patlak veriyor.

Uzaktan bir gökgürlemesi duyuluyor. Bayram'ın başında

yine deniz yeşili şapkası, Ayvazoğlu sürücüsünü kendine

güldürerek geçişi bu sıra oluyor. Ayvazoğlu sürücüsü, bütün gün Çorlu-Istanbul arası tam dört sefer yaptı. Sonra,

gece, kahvede bir arkadaşıyla tavla atıp karşısındakini

mars edince, o mars olmuş yüzde nasılsa birden Bayram'ın

suratını görüverdi. Hüzün, öfke, kıvanç, tutku, kuşku, merak, şaşkınlık, aptallık, kurnazlık, kendine acıma, başkasına acıma, böbürlenme, hiçlenme ve hiçlerneyle karışık

bir yüz. Bütün çığırtkan renklerin yan yana ve üst üste

geldiğinde birbirini öldürmesi, birbirini soldurması; uzaktan bakıldığında artık çarpıcılıktan çok, bir sızıntının bir

yüzeye yayılıp geriye soluk lekeler bırakması gibi. Böyle

dağınık, dalgalı, yine de beliekiere çakılıp kalan bir yüz.

1 17

P:119

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Tıpkı, bir Vedia Rıza sesinden duyulduğunda, sözcüklerdeki sıradanlığı örten, böylece artık çığırtkan olmayan, çığırtkan olmadığı için de unutulmayan bir şarkı.

Bayram, Çorlu'da attığı bu küçük çentikten habersiz,

içinin ufalanmışlığı yüzüne vurmuş, deli rüzgarın arabasına üfürdüğü toza bakıyor. <<Uyy, battık!>> Çorlu'dan çıkar

çıkmaz bir bankette çabucak duruyor. Çabucak tozunu alıyor arabanın. Sinek pisliklerine acele tükürüyor; camın iç

yüzeyini parlatıyor. Ama ne denli uğraşsa, sineklerden

birini dışarı çıkarmayı başaramıyor. Titiz bir ev kadınıri

çevresindekilerden gizli toz alması, yer silmesi gibi kaçamak bir temizlik ardından hemen yola koyuluyor yine.

Bu kaçamak temizlik, yüreğinin bununu dağıtmaya yetmiyor. Gök, iki yanı incir ve vişne bahçeleriyle süslü yolun üstünde gürlüyor. Bu gürleme, nerdeyse her şeyi unutarak gözleriyle durmadan yolun ilerisini tarayıp Güldenhouse'u arayan Bayram'ı tutup silkeliyor. Ve işte, bakış

açısına, alt yanı yeşil, üst yanı kara bir Ford Escort cesedi giriyor. ilerde, yolun solunda, bir hendeğin içinde tavanı tekerine geçmiş Ford Escort. Daha bu yanda, lastik

izleri asfaltta iyice belirgin, şarampola yan yatmış bir

kamyon. Bayram, kaza yerine toplanmış küçük bir kalabalığa uzak geçerken Mercedes'in kaportasına ağır-ılık

yağmur tanecikleri gürültüyle düşüyor. Her bir damla,

şimdi geride kalan, geride, hendeğin içinde kalan Ford cesedine iki heceli bir ad koyuyor. Sürekli koyuyor bu adı.

Sürekli bir: V eli, V eli, V eli. ..

Bu onun arabası. Bu onun, tıka basa doldurulmuş, insan ve eşya doldurulmuş Ford'u. Bir fazla televi?yonu nerde şimdi? Hesap makinesi? Şişesi azalmış aspirinler ya da

çocuklar? Kim yaralı, kim ölü? Durmalıydım ... Durabilmeli. .. Arkadan sıkıştırıyorlar ama ... Arkadan sıkıştırma1 18

P:120

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

salar ... Yana ... Olmadı. .. Bir karabasan, Bayram'ın soluk alıp vermesini güçleştiriyor. Derin bir uykudan uyanıp bu karabasandan sıyrılmaya çabalıyor. Yağmurun kaportada çıkardığı tıpırtıları açık seçik duyuyor. Açık seçik görüyor Ford'un bütün burun kısmını. Arabanın, ayak

altında kalmış, üstüne oturulmuş pla!>tik bir oyuncak gibi

ezik olduğunu. .. Bir timsah kuyruğu, bir camdan hala

sallanmakta. Belki de salt kuyruğu camın arasına sıkışmış, öylece kalmış. Üst bagajdan, naylon denkler içinden

görünen timsah bu. Her şeyini atıp, dağıtıp boşalmış bir

arabada, bir ezik arabada şimdi Veli oturuyor. Veli'nin

karısı oturuyor. Çocuklar Bayram'a dilini çıkarıyor. Veli'

nin karısı onların başına vuruyor. Bayram'a bakmalarını

engelliyor. Ardından kendisi dönüp yüzünü Bayram'a,

ııPis sen de! ıı diyor sanki. Veli, motor montaj hatında boncuk boncuk terliyor. Veli, bu kullanılmış Ford'u alırken.

Veli, Heim'da, Numan'ı dinliyor. Hıdır'la tartışıyor. Bayram'a « ŞU bizim televizyonu ... ıı diyor. Veli'nin büyük kızı, Kapıkule Gümrük binasından bir giriyor, bir çıkıyor.

Kucağında darmadağınık giysiler, kaplar, kacaklar, elektrikli, elektriksiz araçlar. Gözleri Bayram'a değiyor. Bayram gözlerini kaçırıyor. Hiç bir şeyin ucundan tutmuyor

Bayram. Balkız'ı ihmal ve ona

1 ihanet suçu işlemiyor. Mem urlara güçlük çıkarma suçu işlemiyor. Yasalarda yeri

olacak hiç bir suçu işlemiyor.

Suç bende değil. Ben söyledim ona. Yükleme bu kadar, dedim. Kaldırmaz bu araba. Arabaya yazık ...

Yine de içinde yerine oturmayan bir vida. Yine de

bir vıdıvıdı yüreğinde. Çok inceden başlayan, tanımadığı

bir köşede kımıldayan ... Arabasıyla kendini aşan ... Usuldan Havsalı delikaniıyı çağrıştıran. U sul dan, vurulan bir

atın bakışını geri getiren. Hat yürüdü. Bayram bir tekeri

1 19

P:121

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

tam yerine oturtmaya yetişemedi sanki ... Şimdi hattın alt

ucunda ışıklar yanacak. Şimdi düdükler ötecek. Sirenler

çalacak. Tedirginlik gittikçe büyüyor. Genişliyor. Gittikçe burup büküyor içinde bir yerleri. Bütün kann boşluğunu bir kıskaca alıyor. Öldüler mi? Hepsi mi? Ağır yaralıdırlar. Nereye kaldırdılar ki? Bilsem, dönerim. Bilmiyorum ... De ki, gidip baktın. Neye yarar? Çok da geride

kaldılar ... Dönsem ... Dönmesine dönerim de, ölü, yaralı ... Hepsi üstüme kalırsa? .. Kalırsa? ..

Seyrek yağmur tanecikleri ön camda hemen tozlu, dağınık lekeler bırakıyor. Bundan mı, uzağından vınlayıp

geçtiği Ford cesedi yüzünden mi, yoksa bir türlü tam boşamp rahatlatmayan bulutların sıkıntısından mı, derin

derin iç çekiyor Bayram. İçin için ağlamış da susmuş gibi, ağzından ürkek, suçlu bir « Uf, uffıı dökülüyor. Teypin

düğmesine basıyor. Belki yamldım.. . Belki benzettim ...

Durup bir baksaydım ... iyice anlasaydım ... Veli iyi adamdı. Direksiyonu tutan eli, gaz pedalındaki ayağı düşüncesine katılmıyor ama. Mercedes'in ortalama hızı ne azalıyor, ne artıyor. Değişmeyen, tekdüze bir hızla gidiyor.

Bayram, neden sonra, önündeki TIR sürücüsünün, kolunu dışarı uzatıp ugeç geçn işareti verdiğini farkediyor.

Derin bir isteksizlikle TIR'ın ardında kalmayı sürdürüyor.

Fakat, peşindeki As. İnz. pikabı, Bayram'ı azadareasma

üst üste korna çalıyor: Yürü!

Bayram, şu an asker korkusunu bile duyamıyor içinde. As. İnz. aracı, yeniden azarlıyor Bayram•ı. Veli'nin karısı eski bir Ford'un camım açıyor. uKedibokuuu! Hani

Solmaz'ın televizyonuu? .. n diye sesleniyor.

Keşke Münhen Restoran'ın önünde dursaydım... Bir

yüzümü yıkasaydım. Açılsay dım ...

120

P:122

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

As. İnz. pikabı arkadan iyice sıkıştırıyor Bayram'ı.

Kornasını sürekli öttürüyor. Bayram, bütün heveslerini

yitirmiş bir gelişigüzellikle sol kolunu dışarı sarkıtıyor.

As. İnz. hışımla solluyor Mercedes'i ileri atılıyor. Bayram'ın hala dışarı uzanmış duran sol eline sert damlalar

ardarda düşüyor şimdi. Her danılanın düşüşünde, önce

duyulur · duyulmaz bir fısıltı, arabanın üstünde tıptıplayan Veli, Veli, Veli'lerle yarışıyor: Bayram, Bayram, Bayram ...

Elinin üstüne düşen damlalar daha sıklaşıyor. Daha

baskınlaşıyor. Bayram, silkin. Bayram, diril. Hadi, Bayram. Balkız'ın Bayram'ı. Ballıhisar'ın Balkız'lı Bayram'ı. ..

Ey be! Ne güzel yağıyor. Ne güzel yağıyor!

Kaportanın üstündeki tıptıplar susmuştur. Delici, tırmalayıcı değil; dinlendirici bir çağlayan sesi. ..

Bayram, kolundaki ıslaklığı, yüzünden, alnından geçirdi. Hemen silecekleri çalıştırdı. Sileceklerin ön cam yüzeyindeki suyu ik� yana sıyırıp sıyırıp atması gibi, Bayram'ın da yüreğinde bir sıyrılıp açılma oluyor. Yolun iki

yanındaki akasyalardan gelen sası bir kokuyu soluk soluğa içine, o az önceki vıdıvıdılardan boşalan yere dolduruyor. Ayçiçekleri, yağmurun �üküyle başlarını toprağa

eğiyor; yüzlerini güneşle birlik hemen yukarı kaldırmak

üzere şimdilik uysal, sabırlı bekleşiyor. Asfalt, bir duman

mı saçıyor, yoksa aralıksız düşen yağmur, düştüğü yerden

geri, havaya mı fırlıyor, ayırması güç.

Gördün mü Balkız? Gördün mü bak? Güzelce yıkadı

Allah baba her şeyi. Senin gibi beni de, yolu da, her şeyi

yıkadı bak, gördün mü? Her sıkıntının sonu selamet işte.

Kınık Deresi köprü başında, Istanbul h Sınırı'ndan

içeri girdi. Tam orda, işte tam orda, Kınık Deresi başında,

Güldenhouse! Sürücüsü, kamyonetin yanına dikilmiş, çıp121

P:123

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

lak göğsünü yağınura vermiş. Başı geride. Yüzü 'yukarda.

Seyrek sakalları kikir kikir titremekte. Çocuk, belli ki gülmekte yine. Yine sevinmekte ... Len, ne kötü zamana rastIadı be! Şimci, bu yağmurun altında gel de dur. Gel de

atpıış liranın hesabını sor. Gel de ödet ibneye ...

Ardından gelen uzun araç o denli sıkıştırmakta ki,

Bayram, daha kafasından geçenler tamam olmadan, kendini Güİdenhouse'dan çok uzakta, bir rampayı tırmanırken

buluyor.

Deli bu be! Zırdeli! Nasıl gülüş o öyle, gökyüzüne

doğru? Hokkabaz işte. Herif güneşe de sevin.iyor, yağmura da. V alla, bilmem ama, şı:.. bizim V eli'nin arabasını gördüyse, ona bile sevinmiştir bu hissiz. Gülmüştür, değil mi

Balkız? Polislerimizin önünde nasıl ödü bokuna karıştıydı ama? Gördün sen de. Biz adamı böyle yaparız işte.

Trafik polislerinin kendisini nasıl gagaladıkları, nasıl

ondan yana çıkmadıkları unutulmalıdır. Güldenhouse sürücüsünü gerçekten korkutup )rıldırdığına inanıyor Bayram da. Kendisiyle barışıyor. Arkasına kaykılıyor. Teypi

susturup radyonun düğmesine basıyor. Nah, bendeki de

kafa. Memlekete geldik de, radyomuzu dinlemeyi bir akıl

edemedik. Edecek zaman mı kaldı, desene? ..

Düğmeyi karıştırıyor. Yorgun, bezgin bir kadın sesi.

Çocuklarına dur, otur demekten usanmış bir ananın sinirliliği ile, kısa haberleri okuyor: << . .. Rusya'ya tahıl ihraç

eden eyaletinde, işçiler, tahılları gemilere yüklemeyi durdurmuşlardır. Washington'da konuşan Tarım Bakanı, ilerde tahıl sıkıntısı çekecek bir ülkenin, dışarı tahıl �racının, daha önce alınmış yanlış bir karar olduğunu söylemiştir ... İngiltere'deki Astro-Martin Otomobil Şirketi, başka bir şirket tarafından satın alınmıştır. Astro-Martin Şirketi'nin yaptığı otomobiller, bilindiği gibi, 1960'larda Ja122

P:124

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

mes Bond filmlerinde çok kullanılmış, çok ün kazanmış,

bundan sonra da şirket iflas, etmiş bulunuyordu. AstroMartin'i satın alan şirket, şimdi haftada sekiz otomobil

yapmak üzere bu yıl üretime geçecektir ... ıı

Haftada sekiz otomobil! .. Püff ! .. Yakında yine topu

atarlar. Haftada sekiz otomobil nedir ki Balkız? Biz, haftada kaç binini hattın öbür ucundan çıkarıp dururken

BMW' de. Hele senin orda, Mercedes'te. .. Bir düşün, sen

kaç saniyede doğuverdin. Aptal bu İngilizler be. Sanki

Mercedes'lerle, Fordlarla, Fiat'larla, BMW'lerle yarışacaklar. İşte yazdım şuraya. Yeniden iflas bunun sonu. Yoksa, denizde, havada da yürüyen cinsinden mi bu Martin'

ler? Ne dersin? Kaça satılıyor? Başka türlü kurtarmaz.

Ben seni almadan önce, inan, çalmadığım kapı, tutmadığım hesap kalmadı. Birine yanaşıyorum, indirim yüzde şu

kadar. ötekine gidiyorum, yüzde bu kadar. Bize geliyorum, BMW'ye, evet, indirim hepsinden çok, ama çıplak.

Ne radyo, ne teyp ... Ama son model haa ... Son model ya,

onun da hattan sakat çıkanlarından. E ben, bizim hattan

sakat çıkanları bilirim. Güvenemem. Vardım gittim yeniden o acentaya. Seni sorunca, dediler, buna son şu kadar

indirim. Radyosuna para istemez. Teypine şu kadar. Özel

direksiyon kılıfı da armağanımız olsun. Peşin alacaksanız,

şu kadar daha indirim... Seni görünce tutuldum. Artık

neyi gösterseler, dönüp dönüp yine senin başına geliyorum. Cebimdeki paraya da yeter diyorsun. Geriye yol paramızı, tatil paramızı da bırakıyorsun. .. Bir ara yine cayacak gibi oldum. Bunu bu kadar ucuza veriyoruz diye

sakat seriden olduğunu sanmayın, dediler. Hoş bilirsin,

dışarı, satışa çıkarıldı mı, sakat seri diye bazı öylelerini

ayırıyorlar ki, gülrnekten kırılır insan. Neymiş? Jantlardan birinde, yarım milimlik bir eğrilik varmış. Şimdi şu

123

P:125

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ayağırndaki pantolon da sakat seriden sözde. Niye desene? Paçanın devriminde şu kadarcık bir sökük. Neresinden belli? Dikmedim bile. Öylece giyiyorum pek güzel.

Yarıdan çok indirim. Hele bir de mevsim sonu satı§larından oldu mu. .. Yani ben istesem, daha vardığım yıl bir

taksi edinebilirdim. Dört yüz markı saydın mı trak, eski

bir Ford. Yalan mı? Ne ki, aklıma koymuşum. Olursa adam

gibisi olur, olmazsa daha bir yıl,· iki yıl beklerim. Yirmi

beş yıl beklemişim nerdeyse, iki yıl mı bekleyemiycem?

Yine de bekledim ya, Kezhan bekliyor mu, kuşkuya düştüm. Fiyatlar desen, artıp duruyor. Her yıl da yeni yeni

modeller. İnsanın aklı karışıyor. En sonuncusuna yetişecem derken derken, baktım Ballıhisar'a hiç dönemeyeceğim. Arkarndan güleniere kendimi bir gösteremeyeceğim.

Diyemeyeceğim ki, bakın işte, meraının elinden bir şey

kurtulmaz. Evet, acentadaki satıcı çok namuslu davrandı

bana. Zaten adamların bu yanlarına laf yok canım. Her

şey açık. Bana dedi, bu Mercedes'in bir sakatı var. Çok

korktum. Çok önemli bir şey sandım Balkız senin noksanlığını. Meğer sol arka ayağının tırnağındaki ufacık bir sertlikmiş. Hani, bazı insanın tırnağının üstünde zararsız bir

beyazlık olur ya? De ki öyle. Bir yıl, iki yıl sürekli beton

yolda · gideceksin de, ancak o zaman amortisörlerden birinin acık sertlik ettiğini, öyle kauçuk minderdeymiş gibi

yaylanmadığını hissedeceksin. O da, hani ağır taşıtlar gide gele, gide gele beton blokların ortalarını usuldan göçertmiş bulunacaklar ve biz az biraz zorlanacağız. Onca şart

bir araya gelinceye, ohooo... Hangi araba olsa bir yerinden bir şey çıkarır, değil mi? Benim çalıştığım hattan bilirim. Bazı, öyle yanlışlar yaparız ki, artık hattın alt ucundan böyle çıkan arabalar toptan indirimle verilir acentalara ... Ah, ah! Bende değil suç. Ben Veli'ye söyledim. Al124

P:126

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ma o Ford'u, dedim. O Ford'lar yapıldığı yıl, fabrikadaki

işçilerin kafası hep olimpiyatlarda imiş. Sen git, hem de

pazartesi arabalarından al. Adam pazartesi arabası alırsa

böyle olur işte. Dinleternedim ki ... Yok, parası anca buna

yetiyormuş da; yok, bi getirsin, bi götürsün yetermiş de ...

Hep o cadı karısının yüzünden. İlle, üç gömlek, bir takım

çanak çö'mlek daha alacak. Derdi bu. İyi oldu işte. İyi getirdi, götürdü arabanız. Demesem neyse, gözünü açmasam neyse, değil mi ama? .. Nereymiş burası? Değirmenköy müymüş? Hadi be, böyle köy mü olurmuş? Gecekondu azması. Kent bozması. Yerden bitme bir şey. Evleri

mevleri konduru konduruvermişler, şuna bak. Esasta şu

dikkatimi çekti ki Balkız, ben giderkenki gecekondular

hepten apartınana kalbolmuş. Bu Değirmenköy de, belli,

gecekonmuş. Demek köyler şehirlere özenmekte şimdi de ...

Höst len! Ne sıçratıyorsun çamurunu bize? Geçelim şunu Balkız. Yağmur seni yıkıyor, bu dürzü çamurluyor ...

E be, biz de yağsın dedikse, böyle şarlasın dursun mu dedik? Ya bujilerimizi. ..

Ö \\

nündeki kamyonu birden salladı; iki ayçiçeği tarlası arasından ve bir yağmur perdesi gerisinden denizi gördü. Yol, koşa koşa denize yaklaştı. Derken Bayram, Tekirdağ'ın denize dalan koca bumunu sağında bıraktı. Denizden bir süre uzak düştü. Sonra, yeniden sağa kıvrılmak,

o koca burnun ardından yeniden denizi görebilmek üzere ... Denizin, biçilmiş, döğülmeye, savrulmaya hazır harman yığınları berisinden bir kez daha ve artık uzun süre, bata çıka görünür olmasıyla yol trafiği üç misli yoğunlaştı. Asfalt, yağmurun ilk düşüşüyle edindiği kayganlığını, iki yönlü bir akıcılığa bıraktı. Bir montaj hattı

sanki.

125

P:127

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Ülen, bu bizim parça naklinden beter! Katmerli bir

nakil hatı bu. Gebertiyor adamı. Bir varsak sağ salim şu

Istanbul şehrine. Sağol Allahım! Sağol. Yağdırdın, serinIettin ya, Mercedes'im· de sucuğa döndü. Altta bir sel, üstte bir sel. Adamın gözünü alıyor, şaşırtıyor yahu. Yeter

allasen ! O hastane, hani Lüleburgaz'ın? Yaralıları alır mı?

Hepsini? .. Hangi hepsini? Hep mi ezildiler? Edirne'de olabilirler mi? Vaay ... Vay anasını! Bak sen ... Şu kazaya

bak hele. Nasıl da iç içe geçivermişler ! Suç traktörde . . .

O bunları böyle ...

Bir kamyon, alnını irili ufaklı, yedi renk farlarla süslemiş olarak gösteride bulunuyor. Bütün ışıklarını yakmış,

karşıdan gelenlerin gözünü alıyor. Kamyonun güpegündüz giriştiği bu gösteri çabası, Bayram'ı delirtıneye yetiyor. Basıyor kornaya: Traray traray traray trarayy! ..

Kamyon, suyla kaplı asfaltta bulanık renkler bırakarak geçip gidiyor. Kamyonun, önünü deli dolu ışıklara

boğmuş olarak geçip gidişi bir çeşit uyarıdır. Sürücüleri,

daha da yoğunlaşacak bir akışa karşı ayık durmaya ça-:

ğıran bir dürtükleyiş. Yağmur, şimdi asfaltta, yere düşerdüşmez her renk fiberglas, sonra kromaj, saç, çelik, plastik, cam, ayna, çinko karışımı bir sele dönüşüyor. Bayram, su şarıltısından çok artık tekerlek şarıltısı duyuran

Tekirdağ-Topkapı arası yolda, üstüne biraz suçluluk, .pek

çok da tetiktelik eklenmiş yüz çizgileriyle gözünü kırpmadan önüne, ileri bakıyor. Yolun sağında ve solunda akıl

almaz bir curcunayla kaynaşan her şey birer çizgi, tek

çizgi biçiminde gözlerinin iki yanından akıp geçiyor.

Asfaltın kara yanına sıralanmış benzin istasyonları,

yem ve yağ fabrikaları, bir kereste fabrikası, bir yoğurt

fabrikası; ayçiçeklerini de, mısır tarlalarını da örten, boğan yeni yeni reklam panoları; ot-sap çatkısı mevsimlik

126

P:128

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

gazinolar, lokantalar, kıyı yanına bakarak yine de dinlendirici. Yine de burada bütün yenme çabalarına karşı bir

doğa direnci. Yolun peniz yanında ise kıyı, kıyılığında hiç

direnmemiş. Kumsallar, 'Sahil Siteleri' dizisine çarçabuk

boyun eğmiş.

Yağmur, ilkten bütün hızıyla koşup koşup da artık

tek adım ileri gitmek istemeyen bir katır inadıyla duruverdi. Kıyı boyu uzanan bütün o Yuva Deniz Evleri, kısa

bir yokuşu tırmanır tırmanmaz, bir burnun ucundaki et

beni gibi, böyle işte, parazit bir çıkıntı belirginliğiyle hemen göze değen Altınkum Sitesi; bütün o Nemlizade, İlkent, Semizkumlar, Altınorak Sahil Siteleri bulutları yere indirdikten sonra şimdi tepede yalnız kalan anaç güneş altında geriniyor; dişisinin önüne gerilen kıskanç kocalar gibi denizi yoldan gizliyorlar. Deniz, ancak kaçamak

aralıklardan, yolun usulca tırmanıp küçük tepe uçlarına

vardığı yerlerden parça parça seçilebiliyor. Bir saçının

ucu, bir çenesinin kıyısı, bir parmağının ucu ...

Silivri ayrımı geride kalıyor. Sonra yine, bir yokuşu

inişte tepeleme Başkent, Yalıkent, Sporkent tatil evleri.

Istanbul yönünden seğirtip gelen ve Istanbul yönüne seğirtip gelen Anadol'lar, Renault'lar, Murat'lar, Fiat'lar,

Chevrolet'ler, Ford'lar ... Bunların kamyonları, bunların

yük taşıyıcıları, bunların kamyonetleri, pikapları, motosikletleri. .. Ama, yol üstünde kayan bu araçlar değildir artık. Sanki yol, araçların altından kayıyor. Bir elektrikli

merdivenin, bir elektrikli kaldırırnın insanları durdukları yerde indirip çıkarması, durdukları yerde yürütmesi

gibi... Binek araçlarının üstünde zaman, zaman bir deniz

motoru, bir su ka yağı, bir sandal, iki bahçe koltuğu ...

Sahil Siteleri'nin halkonlarında havlular, mayolar,

masalar, sandalyeler, saksılar. Uzaktan, hep bir arada gö127

P:129

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

rüldüğünde yorucu bir karışıklıkta. Ancak, o balkonlarda

olmalar, o pencere önlerine çıkmalar, o kumlarda uzanmalar hep dinlendirici. Hep dinlendirici. Bıkmadan, usanmadan dinlendirici. Bütün o katlar, o katkatlar; bütün o deniz kıyısı köyleri, o köylerin serpme :nvalı, fırınlanmış

ağaç kaplamalı, venedik perdeli evleri; bütün o moteller,

gazinolar, Selimpaşa Belediye Plajı, Dururnan Tatil Köyü

sürekli yorucu bir dinlenme. Derken bir Fırat Sitesi,

bir Sadabad Blokları, bir Deutsche Camping, bir Hakan

Sitesi, Motel Marin, Ocak Motel, Dilek Deniz Sitesi, Kumyalı, Site Gonca; bir Özcan Pastanesi, bir Huzur Gıda Pazarı, bir Mavi Marmara Lokantası; Marmara'nın maviliğini iyice örtecek olan bütün bu toplu konut antlaşması; bir

gazinadan yükselen <<Ü ağacın altını şimdi anıyor musunııa bir pencereden uzanan Vivaldi'nin eşlik etmeye çabaladığı, bir pastaneden fışkıran <<Çilli Çilli>>yle bir yolcu

otobüsünden dökülen «Araya hasretlik girdi/Hazin hazin

ağlar gönülıı türküsünün çarpıştığı ; bir çardağın altında

dinlenen işçi ailenin teypindeki « Bir başkadır benim memleketimııe kumlardan bir «Delisin, delisin, delisinnin eşlik ettiği; bütün o pencerelerden, yol ağızlarından, kapı

önlerinden, balkon demirleri arasından bir <<Bye bye,>ın,

bir ııMerhabaıının, bir «Hinın, bir « Günaydınııın, bir «Afiyettesiniz inşallahııın, bir « canımıı ın, bir «eşşoğlueşşeknin,

bir «çav»ın, bir «sağol»un, bir «defol»un, bir «hello»nun,

bir «Şükür Allahnın, bir «bonjur şekerimnin, bir ıışerifler

hayır olsunııun, bir ııteşekkürler»in, bir «thanks»lerin ve

«mercinlerin hep bir arada kucaklaşıp tokalaştığı, sarılıp

dağıldığı, sonra yeniden kucak kucağa geldiği; en bakımlı gövdelerin, yamaçlardaki sığır güdücülerine iyice yakın

durduğu bir 'Toplu Konut' birlikteliği. Her an kopmaya

hazır ve kapınamasına her an, sevilmeyen bir görevi yap128

P:130

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

manın zorlama özeni gösterilen birliktelik. Bu birliktelik

aclına Kumburgaz, Savaş Sitesi'ni de içine, sağ başına almayı unutmamıştır. Tıpkı, az ilerde, tek dikili ağacı görünmeyen geniş bir kumsalda yüzlerce beyaz konik çadırdan oluşmuş J andarına Eğitim Kampı'nın, bu beton curcunası arasında bir yeri bulunmasına özen gösterilmesi

gibi.

Az önce bir sağanak hiç olmamış, güneş hiç ortadan

kaybolmamıştır. Hiç bir bulut kurnlara yükünü boşaltmamış. Kuroburgaz tatil sitelerinin, tatil evlerinin kapılarını

açıp clışarı salıverdiği alacalı bir kalabalık, hep birden, bir

anda bütün kumsalları, bütün blok önlerini, dar girişleri,

asfalt kıyılarını sarmıştır. Sabahın onundan bu yana güneş, kıyıların 'toplu konutları'nda oturanları yeni bir zorunlu birlikteliğe çağırıp durmaktaclır. Saat ondan başlayarak artık heskes mutlak kumlarda, mutlak denizde olmalıclır. Hak geÇmemeli. Her şey, günlük her çizelge mutlak birbirlerine bakılarak yapılmalı. Kimse atlamamalı.

Kimse denizden ve güneşten payını bir milim kaçırmamalı. Gazinoların, lokantaların beton yerlerini yıkayanlar,

arabalara horturola su püskürtenler, helaları, muslukları

ovanlar, çöpleri dökenler; onların denize girme saati olmamalı ya da ayrı olmalı. Böyle zorlanmış bir birlikteliğin acısı, hıncı böyle bazı ayrı tutmalatla giderilmeli.

Böyle bir birlikteliğin bu kadarcık bir hakkı olmalı ...

Bayram'ın gözleri bulanıyor, başı dönüyor. Bütün bu

toplu konutlardan birden yola çıkıveren bir araba, bir

bisiklet, mayolu bir yeniyetme onu büsbütün yoruyor. Çamurlandığı yetmiyor, frenlerinin de canına okuduk Balkız'ın. Bir kurtulsak şu lanet yerden. Istanbul'u da bir atlatsak. Bir düşsek tenha yollarımıza. Sabır, kızım. Tut

kendini.

9 129

P:131

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Her an gerçekleşebilecek bir çarpma, bir bindirme

korkusunun biriktirdiği gerginlik içinde. Şimdi, kendisiyle ilintis�, salt direksiyonu sımsıkı tutan ellerinin karıncalanmasında, öyle sürüyor Mercedes'i. Ne şaşırmak, ne düşünmek, ne denizi gördüğüne sevinmek. Hiç bir duyguya, hiç bir algıya fırsat yok şimdi. Şimdi salt trafiği görmek, salt onu düşünmek, onu hesabetmek var. Bilerek seçilebilen bir durum değil bu. Hızlı akan bir dere suyunun

içinde, artık o suyun akışına katılıp gitmekte olan küçük

bir dal Bayram da. Yolun akışı ondan ne istiyorsa o oluyor. Neyse, o oluyor. Önündekini geçmek gibi, geçmemek

de kendi istemi dışında. İki ya da üç kilometre ötede, en

öndeki araç ne yapıyorsa, neyi yapması gerekiyorsa ardındakilerce de o yapılıyor. Bu zorlu uyum, durmadan artan, durmadan sıklaşan sahil sitelerinin yol ayrımlarından, uzak _ burunlara yönelen kavşaklardan, motel ve gazino önlerinden fırlayı fırlayıveren arabalar, bisikletler,

toplar ve çocuklar nedeniyle sık sık bozuluyot. Her an

ayağı frende, ama her an da hep aynı hızda olmak. Her an

durmaya hazır bulunmak, ama asla durmamak. Hep akmak. Hep gitmek. Hiç hızdan düşmernek Bayram, montaj

hattından daha amansız, daha hoşgörüsüz bir yer ve durumda bulunabileceğini hiç aklına getirmemişti. Orda hep

makinesin. Herkes makine. Her şey makine. Burda hem

makine, hem insan olmak. ..

Denizi ilk gördüğünde ne duydu? Sevindi mi? Keyiflendi mi? Yüreği mi kabardı ?

Yolun, içeriere dalmak zorunda kaldığı burunlarla,

yarımadalada toplu konutlar arasından bir görünüp bir

yiten denizle Bayram'ın yakın bir taruşıklığı yok. Bayram'ın denizle taruşıklığı Almanya'ya giderkenden kalma. Salt bu. Bir İzmit Körfezi; bir Pendik, bir Karta! Mar130

P:132

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

marası ve Harem vapurunun, üstünde yüzdüğü su. Hepsi

bir otobüs penceresinden. Trene binrnek üzere Sirkeci'de

beklediği iki gün ve iki gecenin bütün o bitmez tükenmez

saatlerinde, Harem'e geçmek için kuyruk olmuş kamyon

sürücülerinin içine karışıp, arda, vapurların arasında yoğun bir suyun çalkalanıp durduğunu görmüştü. Denize

bunca yakın gelmişken de, deniz dendi mi, Van Gölü, gözlerinin önüne açılan tek mavilik, Akdamar adasında kaçamak göle girişi. Bir kezinde de Başçavuş'un, bütün bir

takımı, suya indirilen sürü örneği, gölde yayıltması. Orda

ise, Sirkeci'de, bin türlü ikircikle yoğrulmuş olarak, başını kaldırıp uzaklara bakmayı hiç akıl edemediğinden,

hep iskeleye vurup duran kıvamlı, karanlık su var belleğinde. Gözünü hemen oracığa, iskele tahtalarının dibine

çakar, her an, treni kaçırmanın, geride kalakalmanın tedirginliğiyle bütün sürücülere tek tek sorardı:

u- Bi yol daha gidip baksam mı ki?ıı

cc- Ne dedilerdi sana ahbap? Ne zaman bineceksin

dedilerdi? ıı

cc- Yarından sonra, akşamın altısında burda olacaksın, demişlerdi. Yani arda. Trenin kalkacağı yerde ... ıı

cc- Kaç gündür bekliyorsun peki? Yani, ne gün dediler bunu sana? ıı

Böyle bir soru Bayram'ı hemen şaşırtmaya, günlerde

bir yanlışlık yaptığını sanmasına yetiyordu. Kafasında, Istanbul'a inişinden başlayarak, o dakikaya dek geçen her

şeyi yeniden sıraya koyuyor: Şu gün İşçi Kurumu'na gittik. Şu saat şuraya yollandık Devresi gün bileti kestirdim. Dün oluyor bu. Dün de öyle dediler. Demek yarın akşam arda bulunacağız ...

«Yol Ver Fargo Mustafa'ya»

131

P:133

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Önündeki bir yük kamyonunun arka çamurluğuna

yaldızlı harflerle yazılmıştı bu yazı. Alçak bir burnu tırmanırken, tüm araçlar yavaşlıyor ve Bayram uzun süre

önündeki bu yaldızlı harfiere bakmak zorunda kalıyor.

\"Yol Ver Far go Mustafa'yaıı .

Öyle ya, Mustafa'ydı adı. Ben Sirkeci'de beklemiştim.

Tam iki gün! iki gece. Can, nah şurama gelmişti. Mustafa'ydı adı. Ne hinoğlu hindi ya! .. Bilsem hiç arkadaşlık etmezdim. Orda, şoförlerin arasına sığınmış, yol iz bilmez

garibin biri o da. Bu da benim gibi Alamanyacı ve Alaınanya trenini beklemekte. Biz bununla tabii ahbap oluverdik Balkız. Ee, ne diyeceksin? Denize düşen yılana sarılır. Biz de Istanbul denizine düşmüşüz artık. Denizin öz

kendisini gördüğümüz yok. Sarılmışım önüme ilk çıkan

dala. Aha, o kalasa işte. Ötekiler, orda bekleşen uzun yol

şoförleri ne, benimle bir olurlar mı? Benim derdimi dinleseler dinleseler ne kadar dinleyecekler? Onların çektiği

zulüm ayrı. Benim ki desen, iyice ayrı. Yani, biz bu Mustafa'yı buluverince, artık gazoz içiyoruz benden. Sirnit yiyoruz, benden. Tek ayrılmasın da yanımdan. Aman, bu

sonradan, memleketlisini buluverince beni bi yüz üstü

kosun ... Bi tanımamazlığa, bilmemezliğe ... İyi canım, solluyoruz işte. Patlama!.. Yani, istasyon mahşer .. Ben kaldım

mı bu mahşerin ortasında danışıksız, pusulasız ... İnsan

birbirine dayanak olur, değil mi? .. Öyle zamanlarda, insan yan yana ... Yan yana ... El ele insan ... Tabii, öyle . . .

Bu desen... Yürü ulan, sallanma!.. Sıçtığımın böceği!

Volkswagen misin nesin, geçeceksen geç hadi!.. Geçmeyecektİn de ne diye öttürüyorsun düdüğünü? ..

Büyükçekmece'ye girişte, bir çimento fabrikası, az ilerisindeki dört kemerli eski dere köprüsünü, köprünün eskittiği zamana denk, kalın, beyaz bir toz tabakasıyla örtü132

P:134

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yor. Yağmur buralara hiç uğramamış. O ağır, yüklü bulutlar, Batı Karadeniz'den çıkıp kızgın yaz güneşinin bir

ardında, bir önünde; düşe kalka güneye, Marmara üstünden Erdek Yarımadası'nı ıslatmaya inmiştir.

Devebağırtan'ın trafik seli, şimdi ipini koparmış, bir

baraj ın kapağını yıkmış; kudurgan; göl düzlüğüne doğru

akıyor. Göl düzlüğünden kopup gelenler ise, yolun bu en

uzun, en dik yokuşunu, artık deve bağırmaları yerine homurtuyla, inildeyerek, motorları zorlanarak tırmamyorhir.

Hepsi iniyorlar. Hepsi çıkıyorlar. Hepsi akıyorlar. Bir biçerdöver ağzından akan tahıl tanecikleri gibi.

Volkswagen, kendine bir aralık bulup üç arabayı birden geride bırakınca, yine Fargo Mustafa. Bayram'ın önünde deli dolu ve zirzop. Burnunu önce sola uzatıyor. Karşıdan. gelen tufandan kaçıp sağdan geçebilmeyi deniyor.

Bayram da, onun deli doluluğuna katılmak zorundaymış,

bir mıknatıs Mercedes'i kamyona sürekli bağımlı tutuyormuş gibi, biraz da cip kullandığı askerlik günlerini

anımsatan kural tanımazlıkla üst üste birkaç kez bankete çıkıyor. Banketten yeniden yolu buluşu, yıllar boyu bir

merkebe alışık olmanın izlerini taşıyor. Mercedes, nerdeyse bütün trafiği altüst edeceği sıra, Bayram ayılıyor. Arabasıhın dizginine bir atın dizgini gibi el koymayı akıl ediyor. Direksiyonu sıkıca kavrayıp büküyor. Alamanyacı

Bayram'ın yüzünü takınıyor. Deniz kendini bir an için

bu, yoluyla, kıyısı kumsalıyla baş döndürücü anafordan

koruyor. Küçük bir esin'

tiyle karadan üstüne doğru gelen

egzoz dumanı, denizin, mazot, ter, toz, çimento,, katran, çürük sebze, sıcak metal ve yanmış lastik kokusundan kaçırıyor. Geniş bir burnun ardına gizleniyor.

· Burnu çıkışta Bayram, savrulan bir şangırtı duyuyor.

İşkilleniyor. Sesin nerden geldiğini iyi ayırt edememiştir.

133

P:135

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Durarnıyer da. Yol şimdi, ortada bir tepecik bırakarak ikiye ayrılmaktadır. Bütün araçların da hemen ayrılması, hiç

beklemeden seçimlerini yapması gerekiyor. Bayram, şangırtı nedenini düşünmenin dalgınlığı ile kendini ağır araçlar için ayrılmış sol kanatta buluveriyor. Sağa ayrılan

yol gibi burası da şarampolların altında oldukça derin hendekler saklamaktadır. Hendekler, ayrımı zamanında seçememiş, sağa ya da sola kayışı son ana bırakmış dalgın,

umursamaz sürücüler için büyük aviarın büyük tuzakları.

Ortasına büyük bir peynir sıkıştırılmış dev bir fare kapanı. Bu kapan ağzını açmıŞ, çevresinde dolanan irili ufaklı her türlü aracı yutmak ve üstüne kapanmak için hazır

beklemektedir. İşte. Kapan, belki bir yarım saat önce on

tonluk bir patates kamyonunu içine almış. On ton patates, orda, yamaçta ve çukurda, eski zamanların yürüyen

kayalarını çağrıştırarak geniş bir alana yayılmış duruyor.

Ellerinde çuvallar, torbalada beş yüz kadar çingene, yamaçla hendeğin içine dağılmışlar. Tıpkı patatesler gibi saçılmışlar ortalığa. Her yirmi kiloya bir kişi düşmek üzere. Bir ürünün böyle derlenmesi, bir fırsatın böylesi bir

çabuklukla değerlendirilmesi Bayram'ın kafasında, bambaşka bir yerde, çok başka olması gereken, ama yine de

aynıymış izlenimini veren bir resmi çiziyor. Yıllar �orıra,

1968'lerde Ballıhisar'a yeniden, bir kez daha döndüğü gün.

Tepeden aşağı inerken köyü cinlerin bastığım sanmıştı.

Ballıhisar'ın toprak damları, kireçli tarlaları arasına yayılmış elleri kazmalı, başları şapkalı adamlar. Bazen bir

toprak dam, çok eskilerden çıkagelme bir sütunun ayakucunda. Bazen bir mermer baş, bir yarım gövde iki 1oprak

damın ayakucunda. Eski mezarlar ve küpler, küpler ... Çocuklar artık tarlalarda değil. Bu eski taşların, mermerlerin,

küplerin arasına saçılmışlar. Kıçları gökyüzünde çocuklar.

134

P:136

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

Kazıcılar onları ne denli kovalasalar, çocuklar büyük bir

serüven duygusunun getirdiği gözüpeklikle, kazılmış toprağın çevresindeler. Suya inmiş kuzucuklar gibi başları

toprakta. Eski süs eşyaları, bakır paralar. Kaçamak derlenmiş yeni ürünleri çocukların... Bekçileri, kazıcıları atla tarak, onlarla savaşarak. Kışkışlandıkları yerleri hemen

yeniden dolduruverdikleri sıra görmüştü Bayram onları ...

Şimdi, bu eski, soluk resim gözlerinin önünde acele çakıp

yitiyor. Nedir? Ne oluyor? Niye toplaşmışlar bunlar yine?

Yeniden trafik polisleri. Bilinen curcunaya ek, bir

bomba, bir zelzele, bir savaş sonrası kalıntısı. Ballıhisar'

ın toprak üstüne çıkarılmış kalıntılarından çok ayrı. Zamanın, yaşanan günün kalıntısı. Yol kıyısına bir dizi uzatılmış insan gövdeleri. Üstlerine çekilmiş gazete kağıtlarıyla. Denizden değil, burda artık karadan fışkıran, asfalttan tüten, hiç bir denizin duyuramayacağı keskinlikte duyulahilen bir iyod kokusu. Kanlı pencere camları.

Şarköy Şarap Festivali'nin grup otobüsü devrilirken cümbüşü birden durmuş. Türküler gırtlaklarda, dudak uçlarında ... Gülerken sönüvermenin, bu sönrneye hazırlıksız yakalanmamn sonucu, gülüşünü saklayan, hep saklayan bir

ölü yüzü bu otobüs. Gazeteler çekilip kaldırılsa, altındaki

ellerde yarım kalmış çırpmalar hemen başlayacak sanki.

Davul ve zurnalar, otobüsün ters duran koltukları arasında sanki hala, hızını alamadan çalıp vurmada.

Trafik polisleri, akıp gelen araçları önce yavaşlatıyorlar. Kaza yerinin çevresine sıralanmış konik trafik işaretlerini sollamaları için uyarıyorlar sürücüleri ve bu bir

solukluk zorunlu matem .duruşundan sonra, hemen geçmeye bırakıyorlar onları. Zaten araç sürücüleri de başka

şey istemiyorlar. Durmamak. Koşmak. Hep koşmak. Benzer bir sonuçtan bir an önce kurtulmak. Kaçmak. U zunlu135

P:137

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ğunu, yolu kaplayışım arka çamurluğunun üstüne göze

çarpıcı bir sanlıktaki \"Long Veh�cleıı yazısıyla belirtmiş

Angio-Turkish Freightlines kamyonu ise, birçoklan gibi

Bayram'ın da yol kıyısına diziimiş cesetlerle ilintisini kesmesine yardımcı oluyor. Düşünülecek tek şey var şimdi:

Bu uzun aracı geçmek. Karşıdan gelen hiç bir araçla toslaşmaksızın bu ustalığı bir an önce göstermek. Şarap Festivali'ne giden yolcuları, az önce bir hendeğe saçılmış patateslerle hemen aym düzeye inciirivermenin tek sorumlusudur artık bu uzun araç. Her an yeni bir Çizgi. Her an

yeni bir çentik. Her an yeni bir algılanmadan bir başkasına atlama. Hepsi; bir anlık duyarlıkları geri iterek birbiri üstüne düşüyor. Biri ötekini silmek, ikiJlcisi ilkini

unutturmak üzere üst üste düşüyor her şey. Yine düşüyor.

Platan Plastik. Yatsan Yatlı Yatak. Huzurcan Emlak.

Türksan Kağıt Kaplama. Çiçek Kolonya. Bronz Krem.

Nordmende. Şimdi de Seramik Satış. Küpler, testiler, babl

e süsleri, heykelleri, saksıları, çiçeklikleri... Güneşin altında her renkten haykırarak: Sahil sitelerinize, kıyı köylerinize, deniz evlerinize Florida tipi canlılık! Osmanlı tipi fontenlerimiz de var !

Ambarlı. �vcılar. İşte bu da emaye döküm tesisleri

imiş. Gördün ya Balkız? Istanbul'un kapısındayız. Ha bak,

sen sineklik nedir bilmezsin. Sineklerle tamştın ya maalesef, sineklik hiç görmedin daha. Şöyle, tavana asarlar. Gelen yapışır bu san kağıda, gelen yapışır. Bak bu asfalt da

öyle. Buralara enlemesine serilıniş bir sinek kağıdı billa!

Gelen iki yakasına konmuş kalmış, gelen konmuş kalmış . . .

Cafe Berlin'i bile var. Oto Berlin'i bile var. Halı, yüzün

güldü değil mi? Tanış çıktın Berlin kahvesiyle. Nasıl yazmışlar bak. Her harf ayrı bir düdük çalıyor. Aklıma getirmek istemiyorum. istemiyorum ya, boş. Sen şimci doğru

136

P:138

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

söyle bana. Biz o yokuşu çıkarken bir şey oldu mu bir yerine? Dinin hakkı için doğru söyle. Bir aralık bulamadım.

İnip bakamadım. Sanki bir şey savrulup gitti senden. Şangırtıyla gitti. Duydum. Saklama. Tabloya bakıyorum, bir

arızamız yok. Lastikler de savurtmadığına göre? Ama bilemem. Benim içime kötü bir kurt düştü. Artık Istanbul'umuza da geldik sayılır. Hadi, o cehenneme dalmadan, şu

ilerdeki Londra Rot Balans'ta bir duralım. önü açıklık.

Rahat. Çekip duralım bir yol. Bakalım bir eksiğimiz gediğimiz var mı? Üstümüzü başımızı bir yoklayalım. Kendimize bir çekidüzen verelim, olmaz mı ?

Küçükçekmece'de denize bir iyice bakabilir, denizi

iyice tanıyabilirdi. Onu gölden ayırt edebilirdi. Hazır, iki

örnek de yan yana dururken. Marmara kafasında ayrı bir

yere, Van Gölü ayrı bir yere otururdu. Kendi yerlerine.

Denize uzaktan bakmanın serinleticiliğini, dinlendiriciliğini bile öğrenebilirdi. Öğle güneşinin, durup arabadan

inerken başına oturttuğu parlak şapkasına aldırmadan, ucu

kızdırılmış bir demir çubuk gibi beynine saplandığını daha az duyabilirdi. Ama Bayram, geriye kalan bütün gücünü, artakalan bütün ilgisini salt arabasına yöneltebilecek durumda. Kendisiyle ilgilenmeye, çevreyle ilgilenmeye yetmiyor gücü şu sıra.

u- Uyyy! ıı

Londra Rot Balans'ın önüne çöktü kaldı.

Uy ben şimdi ne yapayım? Uy başıma gelenler!..

Rot Balans'tan bir adam, üstünde yağlı bir tulum, ellerini benzinli bir iplik yumağına silerek geldi:

tı- Baktıracaksanız şöyle çekin ... \"

Bayram, yara izinin seğirmesini eliyle tutarak adama

mel mel baktı. Çömeldiği yerde, arabanın arka stop lam137

P:139

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

balanndan birinin önünde yani, unutsuzluğun son kertesine varmış olarak:

ıc- Lambanın camı eksik . . . ll dedi.

ıc- Ne eksik?ll

Ben yanlış duydum. Rot bozuk, dedi galiba. Hay Allah! Almanya'ya ilk gittiğim yıl ben de göğsü ıcLove mell

yazılı bir gömlek almıştım. Bununki müzikli.

ıc- Stop lambarnın kırmızı camı eksik. Naha, şurada. .. Eksik. .. Gitmiş ... ll

Şimdi adam da mel mel bakıyor Bayram'ın yüzüne.

Şaşkınlığı uzun sürmedi ama. Omuz silkiverdi. Başını kaşıyarak gitti. Giderken, seslendi:

u- Daha kalacaksanız, arabayı biraz yana alıverin

bari . . . ll

Bir zamanlar Bremen Haven gemi tezgahlarında çalışmıştı. Yedi yıl sonra da kesin dönüş. Şimdi Istanbul'un

şurasında burasında üç oto tamir atelyesi. Buyruğunda atmış sekiz işçi. Kendini de say, atmış dokuz. u Grev yapacağız,, dediler bir seferinde. u Güzel, çok güzel. Ben de

katılıyorumıı . İlkten grevi ben yaptım. Onlar ardımdan

gelmediler ... En hoş sohbet zamanlarında, işi yolunda günler'inde hep bunu anlatır. Topkapı'nın orda, Almanya'ya

otobüsle gidecek işçilerle dostluğu koyultup akıllar verir.

Ona bağlanmayın, şuna bağlanın. Öyle yapmayın, böyle

yapın. Devlete de pek kanmayın. Postunuzu kurtarın. ııBu

aptalıı dedi içinden. uBok mu var da, elindekini avucundakini bir pahalı arabaya yatırıyorsun? Bu hep yer be. Her

gün de değerinden eksilir. Metresten farkı yoktur bu arabanın sana şimdi. Hem yer, hem yaşlanır. Bari, şu sigorta

konutlarında bir kat edinseydin. Ee, insan sermayesini

karşılıksız bir yere yatırdı mı, işte, bir küçük camını kay138

P:140

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

bedince etekleri tutuşur böyle. Lamba camı küçük, önemsiz bir kayıp, evet. A,ma sermayeden kayıp ... \"

Bayram, hemen hemen inleyerek ön camı temizledi.

Yağmur kirinden arıttı. Camı silerken, kapı kromajlarını pariatırken hiç bu kerte isteksiz olduğunu bilmiyor.

Arka kapılardan birine sıçramış, hemen de kurumuş çamuru boş verdi. Mercedes yıldızının kayboluşuna daha

çok üzülmüştü ama, stop lambasının camını düşürmesi

onu daha derinden yaraladı. İlk kayıptan sonraki ikinci

kayba bir alışmışlığı olacağı yerde, tam karşıtı. Şimdilik

Mercedes'ine en küçük bir zararı bulunmayan, ancak trafik kontrolde hesabı sorulacak bir cam eksikliği Bayram'ı

artan bir kederle sarsıyor. Yüreğindeki yanma neden bu

denli hırpalayıcı? Niye alışarnıyar renkli bir cam parçacığının düşmesine?

Küçükçekmece'den yukarı, iki yanı çamlıklı kısa yarroayı geçerken, arabanın parça sandığında duran projektörü anımsayıveriyor. İyi ki her şeyimizi takınmadık. İyi

ki onu arabanın burnuna oturtınayı ileriye sakladık. Çoktan uçmuştu yoksa o da. Aman televizyon antenimize gözkulak olalım. Onu kaptırmayalım. Armağan olsa yüreğim

yanmaz. Kendim para sayıp almışım. Balkız'a bir de televizyon konduramadık ya, antenlni aldık çok şükür.

Acenta armağan edebilirdi. Birçoklan ediyor. Lakin, bunu satan o adam var ya, o çenesine bereket herif? Eğer

bu üçkağıtçı beni aldatmadıysa, ben de bir şey bilmiyorum. Kız, yoksa sen Pazartesi doğumlu musun, orospu?

Yahut Cuma? Hattın ucundan Cumalan çıkanlardan mısın yoksa? Bilmez miyim? O Cuma arabaları, Pazartesi

arabalarından daha beterdir. Daha baştansavma. Biz Cumaları hiç bir vidayı doğru dürüst sıkıştırmayız. Hiç bir

somunu yeterince bükmeyiz. Hep baştansavma. Yeter ki

139

P:141

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

o şaşiler, o tekerler, o dingiller, direksiyonlar, lambalar

çabuk çabuk defalup gitsin önümüzden. Hafta sonu, adamın can şurasına gelir. Münih camisindeki namazı kaçırmak da var. Bizimkilerle tokalaşacağız. Sorgu, sual edeceğiz. Dertleşeceğiz. Kim takar tek eri, kim ipler şasiyi?

Hatta Cumaları kıyılan nikahlara, yani iŞte parçaları birbirleriyl€ başgöz etmeye fukara evlenmesi derdik biz. Boşuna mı derdik? Öyle, alelacele bir başgöz etme ... Duası

eksik, nasihatı kısa. Tanıklarsa, eh, tanıklıktan gel artık.

Hat ucunda araba denetimi yapanlar, bizden daha dayanıklı olacak değiller ya? Kızları süslenmiş, onları bekler

bir yandan... Artık, tam,am, der geçirirler. Tamam der,

geçirirler . .. Bi cam durup dururken niye fırlayıp gitsin

yoksa? Niye başını alıp gitsin? Kız orospu, sen bir Cuma

otosusun ve ben yandım!..

İki gelişle iki gidişi olan dört şeritli bir yolun getiriverdiği rahat bir soluk alma sırasında Bayram, ellerinin

altındaki direksiyana küçük küçük yumruklar atıyor. Gerdekte kız çıkmayan gelin kocası gibi onuru kırılmış, kötü bir kuşkunun kucağına . yuvarlanmış; bu Mercedes' i almadan önce, ordan oraya koşuşiarını tek tek yeniden yaşıyor. Kuşku, aldatılma korkusu, elindeki parayı en iyi

değerlendiremeine tedirginliği daha ilk adımda başladı. O

kuşku hep sürdü belki. Hiç geçmedi. Hep en iyi, en açıkgöz, en sağlam işi yaptığına kendini güçlükle inandırmadı mı? Bir başka Mercedes vardı. O da 230. Çağla yeşili.

Belki o daha iyiydi. Belki, hani Yaşar'la gittikleri, beş

kez gittikleri Ford acentasındaki 73 Model Taunus'u alsa

daha akıllılık edecekti. Bundan bin yedi yüz Mark daha

ucuzdu hem. Bir de o Opel vardı hani? Satıcı, üstelik bir

depo dolusu benzinle plaka harcı da bizden, demişti. Benim Mercedes'in neyi iskontolu? Bir satış vergisi. O da

140 1

P:142

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yabancı işçi olduğumuzdan. Bütün yabancılara yapılan bir

ikrarri. Yaşar der: «Bak Bayram, bu taksinin bi bokluğu

olmasa plaka harcını niye ödesinler adamlar kendileri,

değil mi?» Hadi bakalım, kurt düştü mü içimize ... Tam

ödüyordum parayı. .. Bütün gece uyumadım sonra. Hadi,

ertesi hafta sonu koş yeniden bu Mercedes'in başına. Dedim satıcıya, bakın o Opel'i şöyle şöyle veriyorlar. Siz

niye sanki? .. Ben pek diyemem ya, Yaşar aniatıveriyor

işte. İçim olmuş bi sıkım. Sordum Yaşar'a: «Ne diyor bu?

Niye çene yapıyor bunca, ha? Hiç susmadan böyle ... » Diyesiymiş ki, «Bir plaka vergisiyle bir depo benzin kaç

mark tutar tutsa? Bakın bakalım benim hesaba. Benimkinde acenta karı yok. Gidin onlara sorun, bize söylediğiniz fiyatın içine acenta karı dahil mi, diye ... Verecekleri karşılık, hayır olacaktır. Size şimdi üç bin iki yüze

bıraktıkları o Opel, birden çıkacak dört bin yüze. Bende

hesap açık. Fazladan radyosu. Özel direksiyon kılıfı.

Bir mark da acenta karı olmadan. Bunu niye yapıyorum, diye sorabilirsiniz. Yarın gelseniz yapamam,

derim ben de size. Çünkü yarın bütün malları yeniden etiketlernek ya da fabrikalarına iade etmek zorundayız. Söküm için. Söküme verdiğimiz bu Mercedes'lerden alacağımız, sizden alacağımızdan fazla olacaktır. Bundan emin bulunmanızı isterim. Hele bu Mercedes, hiç

arıza vermemiş, hiç bir sakatı olmadığı için, şu sırrı da

açıklayayım ki, 75 arabaları içinde, ufak değişikliklere

uğratılarak ve fiyatı da dört bin mark daha artarak satışa çıkarılacaktır. Siz, montaj hattında çalışanlar, bu tür

sırları bilmiyor olabilirsiniz. Ama söküm, yenileme bölümlerinde çalışan arkadaşlarımza sorabilirsiniz. Yine de

size bu sırrı vermek istemeyeceklerdir görevleri gereği,

ama, sen o Mercedes'i almakta acele et. diyeceklerdir.

141

P:143

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Dostluklarını esirgemezlerse tabii. .. » Cebimde üç fabrikanın indirim fişleri, yedi acentanın kartları. Bir de BMW'

nin kendi işçileri için özel tarifnamesi. Birinin mide bulandıran şusu var, ötekinin busu. Eh, bu olur. Buna aklım yattı, dersin; önüne bir hesap çıkar ki, akla hayale

gelmedik bir yekun. Elindeki para devede kulak kalır.

Eee, hani şu kadar demiştiniz bu araba için? Yine öyle

diyoruz. Arabanın çıplak fiyatıdır o. Evet, bir şa§i, bir

motor, bir karoser. İster kabul et, ister etme. Peki şunun

adını topluca koysanıza. Topluca söylesenize baştan. Bunaldım. Çok bunaldım. En sonunda seninle başgöz olduk

da iyi halt mı ettik, bilemem. Ben bir zamanlar, dört tekeri üstünde yürüyen bir taksim olsun da, ne olursa olsun derdim. Yıani, şimdi kıçına giyecek donun olmasa,

tutsalar sana birinin eski donunu verselet, güzel mi, çirkin mi diye düşünür müsün? Sağlammış, değilmiş; üstüne tam gelmişmi§, gelmemişmiş; aldırır mısın? Alır giyinirsin. Açık kıçını örter geçersin, değil mi? Lakin önüne

bin don koysalar da, içinden birini seç al, deseler, ama

yalnız birini; hangisini seçeceğini şaşırmaz mısın? Bu öyle bir iş ki, bininde birden aklı kalır insanın. Neyse, olan

oldu, geçen geçti. Sende karar kıldık. Sevdik, ısındık. Tam

ötekileri kafamdan silip sana baglanmışken, içime kurt

düşmesi çok kötü oldu. Ben senin bir Cuma arabası olup

olmadığını nasıl bileceğim şimci ha? Eh, bu yol, gelip gitmecesine, ne mal olduğunu koyar ortaya elbet. Dönünce

de boşarım. Defederim başımdan seni. Zaten o yeni çıkacak pembelerde aklım vardı. Sıkarım di§imi. Üç yıl daha . katlanırım. Ne olmuş? Sonunda şu otomobil mezarlıklarından birine düşecek bir araba değil benim bunca

yıl peşinden koştuğum, aniadın mı?

142

P:144

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Topkapı'ya yaklaşırken, sağda, tepenin yamacında bir

otomobil hurdalığının yanından geçiyordu Bayram. Birden, altındaki Mercedes'i orada, onca ezik, çarpık, paslanmış, ortada bazen salt yarım karoseri, ya da şaşisi kalmış hurdaların arasında görüverdi. Yüreği cızladı. Kendisini taa nerelerden alıp Istanbul'un göbeğine dek gık

etmeden getirmiş bulunan arabasına karşı nankörlük ettiğini anladı. Hiç bir terslik yapmamışken onu hemen gözden çıkarıvermesi, Balkız'ını kendi elleriyle hurdacıya

teslim etmişçesine utandırdı onu. Azarlanmakta, hırpalanmakta acele edilmiş, haksızlığa uğratılmış bir sevgili kendisini bırakıp da kaçıverecekmiş duygusuna kapıldı. Elleri, direksiyonu usul usul yeniden akşamaya başladı. Gözlerini Topkapı Surları'nda değil de, yeniden arabasının

siyah parlak ön takım tablosunda, çift anteninde, güneşin

altında hep öyle süzülmüş bal gibi pırıl pırıl pırıldayan ön

kaportasında gezdirdi. Mercedes'inden özür dilemek, onun

gönlünü almak isteyen bir sesle usulca mırıldandı :

«- Yoruldum be !»

Bütün trafik işaretlerini, akları, yazıları iyice kolluyor şimdi. İçine düşen her yeni damlayı kanalların boşluklarına akıtan, onları taşırtmadan bölüp dağıtmaya çabalayan bütun bu oklar, yazılar, kılcal damarların tıkanıp kalmamasında yine de becerikli alamıyor. Ana damarlardan akıp gelen kanı yan damarlara bölüştüren bu

parmak uçları, alanlarda, kavşaklard?, ana yol ağızlarında

durmadan ayırıyor: Siz burdan, siz burdan, sizler şurdan, sizler de .şurdan. Yan kanallarda, daha da içerlerdeki kılcal borularda kendinize bir yol açmak size kalmış

artık. Bunun için hepinize, her önüne gelene dirsek atabilen kati bir Istanbul yüreği; özü bencillik, özü salt kendini kurtarma olan bir Istanbul öğretisi gerek.

143

P:145

Yalova Vapuru

Vapur, burnu güneye dönük, haşırdayarak gidiyor.

Kotralar, başka yelkenliler, ince uzun tankerler, hatta balıkçı tekneleri araba vapurunun hantallığını durmaksızın

yüzüne vuruyor. Güneş de biraz daha yükselip Bayram'ın

üstüne vuruyor.

Bayram uyandı. Gözlerinde kara gözlük, deniz yeşili

şapkası karnının üstünde. Tuttu onu. Doğruldu. Başına

koydu. Yine de kendisini tamamlanmış .duymadı. Eksikliğin nerden geldiğini, nerede bulunduğunu anlamaya çalıştı. Bir vapurun üst katında, kıç güvertenin sağ yanında, güneşten kaçmayan yolcular arasındaydı. Ayakta kalanlar, onun epeydir bir sıraya uzanıp dört kişilik yer

kaplamasına öfkelenmiş olmalılar. Bayram, bir eziklik

duymaya hazır. Oysa kimsenin Bayram'la ilgilendiği yok.

Duruma çabucak alışmışlardır. Denizden gelen sıcak bir

nemle yumuşamış, gevşemiş bu insanların çoğu, gözlerini

uzaklara dikmiş, bir şeyler çiğniyorlar: Kurabiye, sakız,

şeftali ya da lakırdı.

Bayram, yarım saatlik bir uykunun getirdiği gevşeklikten tümüyle sıyrılamaınıştır. Oturduğu sıranın üstünde bir an öylece duruyor. İyi olmuş be. Uyumuşum. Dinlenekalmışıın. Ben o Istanbul-İzmit arasında katiyen süremezdim artık. Ölümüz çıkardı. Balkız da iyi yorulduydu haa . . .

Böylece, eksiklik duygusunun nerden geldiğini kavrıyor. İçini derin bir özlem bürüyor. Özlemle tedirginlik

birbirine karılıp karışıyar yüreğinde. Balkız'ı görmeli. İçi

144

P:146

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

çok sıcak, çok bunaltıcıydı. Biz de onu aşağıda bırakıp

çıktık. Bakalım ne yaptı tek başına. İt kopuk sataşmış olmasın da ...

Hemen kalkıyor. Yürüyor.

Istanbul'u geçerken çektiklerini Boğaziçi Köprüsü üstünde unutuvermiş olsa da, Kartal'daki bunalmasını hiç

unutamayacağını sanıyordu. Boğucu, yapışkan bir sıcak.

Uykusuzluk. Dört bir yandan beynini delen çığırtkan sesler ortasında, araba vapuru için sıraya girmiş. İlk kalkacak vapurda sıranın kendisine gelip gelmeyeceğini hiç

kestiremiyor. Hiç bir deneyi yok bu konuda. Dakikalar

durmadan geçiyor. Kapıkule'de tıpkı Nuran hanımla

Mercedes'i arasında kalışı gibi bir hocalama yüreğini didik didik ediyor. Len dürzü, basa geçeydin ya İzmit üstünden. Ne vardı sanki yolunu yardamını bilmediğin, huyuna suyuna yabancı olduğun· bj.r altı cıvık vapurun peşine düşecek? Sıkışığa bak sen. Bunlar nasıl yüklenecek

şimci teker teker? Nasıl geçireceğim ben şurdan Balkız'ımı

suya düşürmeden? Altını maltım vurdurmadan? Baksana

şu dingildek şeye ... Sen o Istanbul benzincisine kanmayacaktın Bayram. Onun aklıyla hareket etmeyecektin.

Adam Istanbullu sözüyle hareket eder mi hiç? Onlar bi

alem olmuşlar artık. Parçacı bulacağız, çalınan yıldızımızı, düşen camımızı taktıracağız derken sahil yolunu kaybetmeyelim mi? Nerden deler çıkarsın artık? Oraya kıvrılıyorsun, yasak. Buraya dönüyorsun, has geri. Hemşerim, Karaköy'e çıkacağım, nasıl çıkacağım? Sana bir tarifname ki, Istanbul'u iki kez dolan, burnunun dibindeki

yere öyle gel. Adamla dalga mı geçiyorlar, yoksa senden

cambazlık mı bekliyorlar; gel de anla. Zaten Hıdır demişti ya, Istanbullu değil mi, arkasına geç, Üsküdar'ı seyret,

diye. Nasıl atıatmışlar onu Topkapı'da bir ·seferinde? Hi10 145

P:147

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

kaye etmedi mi? Otobüse alacağız diye iki gün, iki gece

beklet, sonra da, otobüs gittiii. .. <<Rekabet bunlarda ar

namus komamış» demedi miydi sana Hıdır? İyi ya, benzincinin vapurla ne rekabeti olabilir? Bilmezsin ki. Bilemezsin. Herkes ba§ının derdine düşmüş. Her yan döküm

saçım. Her şey itiş kakış. Ekmek aslanın ağzındaymış bu

ıstanbul'da. Duyardık da, anlamazdık. Gördük, anladık.

Lokmayı kapabilen kapıp kaçıyor. Kimine de bakıyorsun,

sanki bu ölüm dirim pençeleşmesi burunlarının dibinde

olup geç'miyor. Sanki sinema oynuyor önlerinde. Alaman'­

ya'da pençeleşen az da, seyredenler çok gibiydi. Burda

tersi. Adama daha çok koyuyor lakin. Şimdi seni bu vapura da almazlarsa, mum yak derdine bak artık. Arabanın içinde bir saattir tutuştuğuna yan, ağla. Ne bok yersen ye; ben bilmem artık. Benden paso! Bittim. Balkız'ı

da bırakıp bir yerlere gidemezsin. Edirneli öyle yaparsa,

bu Istanbullu ne yapmaz kim bilir? Gel de yanından iki

dakka. ayrıl. Denize kakıverecektim bir ara. Bu canilik

bile geçti aklımdan valla. Gerisini düşün artık ...

Istanbul'u amınsamanın bulantısını içinde duyuyor.

Yalpalayarak yürüyor.

Sucuk gibi ısıanmış Franz Lehar'lı gömleğinden içeri

bir esinti dolandı. Sırtından a§ağı bir üfleme oldu. Üst üste

aksırdı. Vapur iyice sarstı, salladı onu. Sol kolunu kapıya

çarptı. Yine de duraksamıyor Bayram. Şapkasını başına

daha sıkı oturtuyor. SaHana, yalpalana güçlükle merdiven

başını buluyor. Ama, aşağıya, arabaların sırt sırta, yan

yana dizilclikleri yere inebilmesi için merdiven başına toplaşmış kalabalığı yarması gerekiyor. İki kişiyi omuzluyor.

O iki kişi de Bayram'ı dirsekleyip yeniden geri itiyorlar.

Kalabalığın ortasında kara ceketli, kara şapkalı, sipsivri

bir adam dikilmiş, balgamı bol bir sesle haykırıyor:

146

P:148

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Akıllara emanet, hepinize saadet! İşte sizlere beş

marifetli bir alet! Benim aziz huzurlarınızda şimdi yapacağım takdimse sadece bir hizmet. Sigara mı içeceksiniz? Çakmağınız mı yok? Kibrit mi bulamadınız? Buyrun

işte. Buyrun size bir çakmak. Gece, karanlıkta önünüzü

mü göremiyorsunuz? Yolunuzu mu şaşırıyorsunuz? Hiç

korkmayın. Telaşlanmayın. Basın çakmağınızın şu düğmesine; işte size el feneri. Yolda düğmeniz mi koptu? Bir

yeriniz mi söküldü? Ele güne malıcup olmayı kim ister,

değil mi efendim? Öyleyse, açın arkadaki §U küçük kapağı. Çıkarın içinden iğne ve ipliğinizi. Altı renk masıra

bir arada. Üç boy iğnesi yanında. Geçirin iğnenize istediğiniz renkte ipliği, dikin. Neymiş demek? Aynı zamanda bir iğnelik. Böylecene, bu küçücük, parmak kadar aletimizin üç mucizesini, üç marifetini bir arada görmüş bulunuyorsunuz baylar, bayanlar! Yanınızda ayrıca bir kalem taşımamza ise hiç bii lüzum yoktur. Evet, baylar bayanlar, çünkü gördüğünüz gibi, çakmağınızın bu ucu da

tükenmez kaleminizdir. Yazar mı, yazmaz mı? Şek şüpheniz olmasın. Bakın nasıl yazıyor. .. Bitmedi efendiler,

bitmedi hanımefendiler! Evde, yolculukta, denizde, deniz

kıyısında, şimdi gitmekte olduğunuz sayfiye yerlerinde, işinizde, gücünüzde, herkese her zaman meyve soymak, tırnak kesmek, zarf açmak, kalem yontmak vesaire gibi bilumum kesilecek, soyulacak, yontulacak her şey için i§te

burası da bıçak. Bıçağınız, kaleminiz, iğneliğiniz, feneriniz, çakmağınız, heps� budur baylar, bayanlar! Ve arzu

ederseniz sizlere altıncı bir müjdemiz : Bıçak kısmını şöylece bir çeviriverdiniz mi, çıktı ortaya tornavidanız. Yer

tutmaz, şişkinlik yapmaz, ceplerinizi doldurup bozmaz,

görüldüğü gibi de üstelik şıktır, kibardır ve istenirse şurasından, hakiki pirinç mandalından buranıza, mendil ce147

P:149

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

binize takabilirsiniz. Havanızı bozmaz bilakis. Göze daha

hoş görünürsünüz. Böylelikle, sallanmaz, düşmez, kaybolmaz. Emniyeitedir. Beş dedik, yedi marifeti çıktı. Hadi bu

kadarı da sizlere müessesemizin bir ikramı. .. >>

Adam sözlerini sürdürüyordu ya, Bayram:

<<- Kaçak Alman malı bu be!» deyiverdi.

Bayram'a bakıp, kıkır kıkır gülenler oluyor. Kalabalığın içinden iyice sarı yüzlü, göz altları tarbalaşmış biri :

«- Ne kaçak malıymış, hemşerim? Öyle bile olsa,

ucuz mu, işe yarıyar mu, ona bakarım ben ... » diye homurdanıyor. On beş lira verip hemen yedi marifetli çakmaktan bir tane satın alıyor. Onu başkaları izliyor.

Oysa · Bayram, çığırtkan sa tıcıyı kollarından yakalayıp, ipe bağlayıp, vapur durur durmaz da Yalova komiserine teslim edeceklerini ummuştu. O sarı yüzlünün homurtusu, kimsenin Bayram'dan yana çıkmayışı, k�

ra ceketli

satıcının da, gözlerini devirerek Bayram'a şöyle bir bakıverişi hemen ürküttü onu. Aman yahu, başıma bir iş

açacam şimci ... Sana , ne, desene? Yüz yüz kuyruğuna gel.

Sonra da elli feniklik bir mal için ...

Kalabalığı yarıp sıyrılmak, merdivenlerden ne olursa olsun inmek istiyor. Ama, yine kimse buna izin vermiyor.

«- Öte merdivenden in, öte merdivEmden ... » diye

akıl öğretiyar yaşlıca bir bey.

Bayram, hep dik tutmaya özen gösterdiği boynunu yine içine çekmiştir. Yenik ve tedirgin, dönüyor.

Kapalı salon yolcuyla dolu. Daha da sert bir esinti,

Bayram'ın kırmızı gömleğini iyice kurutuyor. Bayram,

kapalıda canları sıkılmış yolcuların ilgisini çekebildiğini

seziyor. Kemerini şöyle bir çekiştiriyor, göğsünü ileri çıkarıyor. Kalın kalın öksürüyor. Gene de herkes benim bu148

P:150

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

güne bugün Mercedes'li bir Bayram olduğumu anlıyor canım. Girişte de, yolda da onca kargaşa arasında kaynayıp

gitmiştik. İnsanların görecek hali olsa, niye görmesinler?

Niye anlamasınlar, inadın elinden bir şey kurtulmadığını? Burdakiler nasıl görüyor, nasıl anlıyorlar işte, pekala.

İyi de, altımda Balkız'ım yokken nasıl anlıyorlar peki?

«- Gömleği de pek şık» dedi ardından biri.

Bayram, fazla düzgün kesilmiş bıyıklarını sıvazladı.

Öteki güverteye çıktı. Küçük de olsa, bir mutluluk, bir iç

aydınlanması.

Bu yan öteki güverteden de kalabalık. Burda, gölgede

insanlar iyice içiçe. Satıcılar, tepsileriyle, şişeleriyle kalabalığa omuz vere vere dolanıyorlar. Ellerinden sürekli

bir şangırtı yayılıyor her yana. Birileri. bir yerde darbuka çalıyor. Bu, ·vapur haşırdamasının da bastıramadığı

şangırtılı uğultu ortasında Bayram'ın arabasına özlemi

iyice artıyor. Ya ben uyurken, bunların arasından bir soysuz, kıskanç herifin biri kalkıp da Balkız'a bir halt ettiyse? Ya televizyon antenimizi de çaldıysa biri?

Durup denize bakmayı bir kez daha erteliyor. Merdiveni güçlükle bulup, güçlükle iniyor.

Yönü belirlemeyen bir deniz ortasında, bir vapurda

olmanın getirdiği bulanıklıkla, daha merdivenleri iner�en

baktığı ilk yerde arabasını göremeyince sarsıldı.

Son basamakta iken vapur da bir kez daha sarsıldı.

Bayram, nerdeyse, yukarı çıkmakta olan bir kadının üstüne yıkılıyordu. Bir çay bardağı şangırtıyla düştü.

«- Ay, aman!» dedi kadın. <<Dikkat etsenize .. . »

Bayram, hemen yeşil parlak şapkasını çıkardı. Kadını selamladı. Durup özür dileyebilirdi. Ama önce Mercedes'i bulması gerek. Arabayı bulmadan, Ônu görmeden hiç

149

P:151

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bir şeyle ilgilenemez şimdi. Arabaların arasına dalarken

kadının ardından:

<<- Terbiyesiz, sende! ..» dediğini duydu.

Uç uca, sırt sırta diziimiş otolar, minibüsler, kamyonlitr, hatta bir atlı araba arasında hızla dolanıyor Bayram.

Gözleri bir anda birçok arabayı birden kavrayarak. Bir

anda her yeri birden tarayarak.

Oh, çok şükür! Çok şükür Allahıma! Bizimki orda işte. Kuzu kuzu beni bekliyor. Dinlenmiş. Dirilmiş. Oh, ye-\"

ri de gölgelik. Çok yorduk bunu. Çok hırpaladık Istanbul

yolunda. Dinlen kızım. İyi dinlen. Allah kısmet ederse beş

saate kalmaz Ballıhisar'dayız.

Arabasının hemen arkasında HH TP 780 plakalı, ama

75 model bir Mercedes daha duruyordu. Üstelik Mercedes

280 SL. Sütbeyaz. Camları dumanlı. Mercedes yıldızı önünde. Lamba camları eksiksiz. Hiç çiziksiz. Kusursuz.

Gördün mü? Biz, bizimkinin arka tamponunu da göçürttürdük. En çok canımı sıkan da yıldızın eksikliği. Yok,

stop lambası. . Bir lamba camı şangırt deyip nasıl uçar gider kendi kendine? Hale pak. Bi gözü patlamış, dışına uğramış gibi oldu be ... Kimmiş len bu babayiğit böyle, taa·

Hansastadt Hamburg'tan bu yana taksisini böyle hiç hasaratsız getiren? Hadi canım, trene yüklemiştir bu. Vapura yahut. Sürmemiştir bizim gibi. Yoksa, boru mu? Gelecek sefere ben de öyle yapacam zaten. Ölsem Allah, karayolundan gelmem artık, yoo ...

Arabasına yakın durdu. Her yanını elden geçirdi. Bagaj kapağının üstünde tükrük lekesine benzer bir leke görüverdi. Kartal'dan vapura yükler yüklemez Mercedes'i

iyice ovup pariatmıştı oysa. Güverteye çıkıp uyumadan

önce arabayı silmişti evet. İnsanlarımız saygısız. Çok saygısızlar. Tepeden biri tükürmüş belli . Niye tükürüyorlar

150

P:152

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

peki? Babasının malı mı? Sıkıysa onun da olsun. Mal düşmanları, servet düşmanları ... Bir de Ecevit'i tutacakmışım. Oyumu ona verecekmişim. Hıdır istediği kadar ötsün. Hıdır, istediği kadar dırdırlansın, vermem. Özgürlük,

özgürlük diye bağırıyor. Herkesin ahlakını bozuyor. Böyle böyle ipin ucu kaçmasaydı, haddine mi düşmüş biri hark

deyip elin arabasına tükürsün? Hep onun gibilerin, hep

Hıdır gibilerin ektiği tohumlar bunlar. Bir zamanlar gençIerimize acır gibi olmuştum. Onlar için üzülmüştüm nerdeyse. Numan'ın, aftan hoşlanmayıp da yan cebime koy

dernelere getirmesinden çok hoşlanmıştım salıverilmelerine. Uzaktayken anlayamıyor insan. Affa uğrarnaları hiç

iyi olmamış işte, belli. Yoksa, affetmek Allah'ın emridir.

Büyüklüğün şanındandır. Sevinmiştim ben de. Bir tükürmekle kalsalar, neyse. Ya Amerikalınınki gibi şimci benim Balkız'ı da yakıp yıkmaya kalkarlarsa? Diyelim, bir

yere park ettim. Tıraş olmaya, su dökmeye ne gittim. Nerden bilecekler bunun Türkoğlu Türk birinin Mercedes'i olduğunu? Gavur arabası sanıp, ister misin? ..

Kapaktaki lekeyi böyle bin türlü kuşku yüküyle silip

temizledi. Kuyruktaki televizyon anteninin yerinde sıkı

durup durmadığına baktı. Öne geçti. Radyo antenierini

yokladı. Sağlam. Ama biri azıcık eğilmiş. Kuşkusu arttı.

Eğriliği, onarıma alışık elleriyle düzeltti. İki araba arasından ön kapıyı özenle açtı. Karnını içine çekti. İçeri süzüldü. Ön tablodaki her düğmeyi tek tek yokladı. Teypi

geri sardırıp başa aldı. Arabanın içi çok bunaltıcıydı yine. Hemen terledi. Geri indi. Çok özenle indi. Tık ettirmedi kapıyı.

Kendini Boğaziçi Köprüsü üstünde buluverince duyduğu korkuyla karışık hayranlığı bir kez daha yaŞ.ıyor şimdi. Arkasını arabanın bumuna dayamış, açık denize ba151

P:153

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

kıyor. Bu da bir şey mi? Deniz dedin mi, Boğaz'ın köprüden görünüşüne derim ben. Ahdim olsun, Kezban'ı ordan

bir geçirtmezsem Balkız'ın içinde. Beyşehir'in balıkçısı.

man, Beyşehir balıkçısı ömründe böyle şey görmüş mü .

be ! Istanbul'a bir bakmış mı tepeden? Evet, evet. Güzeldi. Çok güzeldi köprüden Boğaz'ın, Istanbul'un görünüşü.

Kuşkusuz. Yırtıkları, sökükleri, ekieri uzaktan seçilemeyen bir balıkçı ağı denli güzeldi. O ağa takılan balıklar

için nasıl ürkütÜcü, çırpındırıcı ise, o ağa dıştan bakanlar aynı oranda güzel. Bütün o kargaşaya, bütün o çırpınmalara, bütün o can derdine düşmüşlüğe, bencilliklere;

gelmişle geçmişin kıyasıya vuruşmasına; soranla susanın,

duranla koşanın üst üste düşmesine; hem iç içeliğin hem

dışta kalmanın acı biber tadına uzak durma .

. Söz dinlemez, ipini koparmış bir kente çelik bir hat üstünden egemen olma. Bir değnek dokunduruşuyla her şeyi susturma.

Her şeyi sıraya koyma, düzene sokma. Yüksekte, dışta, havada durup da hiç bir şeye bulaşmadan geçip gitme. Bu

egemenliğin getirdiği doygunluk. Hırpalanll?-amışlık. Hırpalanmamışlığın kolay doğumu: Boşluk. Hiçlik. Tepeden

bakma. Zorlanmadan egemen olma. Zorlamadan, her şeyi, herkesi ayaklarının dibinde tutma. Öyle ya; o iki yakayı birleştiren çelik ayaklar berisinde, çok daha· içerlere,

derinlere uzanan daha ayrı girişlerle çıkışlar, ince hesap

çizgileri kurcalanmadığında gölgesiz bir güzellikteydi Istanbul Köprüsü. Gölgesini Boğaz'ın sularına bile düşürmeyen, kendi içinde gizleyen bir incelikte. Istanbul'u en

güzel kılacak ölçülü yükseklikte.

Ama neden her şey Bayram'ı Balkız'ın güzelliğinden,

o, sahip olmanın duygusuyla beslenmiş güzellikten kuşkuya düşürmeli? Neden bu tuzaklar? O köprü, bu 75 Mercedes, süt gibi? Çalınan yıldı�. Ezilen Ford. Veli'nin

152

P:154

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Ford'u? O fabrikalar, yol boyu gözünün önünden sıyrılıp

sıyrılıp geçeri? Kolonya, bisküvi, yağ, yaylı yatak. Beyşehir balıkçısı? Yok. Bu laf. Bu Yaşar'ın uydurması. Kezhan'ın kışkırtması. Ankara nere, Beyşehir nere? Gelip gelip de Kezban'a mı toslayacak? Laf işte. Sahi, biz de o badem gözlünün çayını döktük. Bardağını düşürdük. Göğsüne yığılıverdik boş bulunup. Dersin ki bu kadın Kezhan'ın

Istanbullusu yahu! Istanbullulaşmış bir Kezban. Bana vefalı gelmi§sen sen de olursun be Kezban. Niye olmayacakmışsın? Gözlerinin çakın solmuş mudur? Memelerin pörsümüş müdür? Kezban öfkelendiğinde, çenesinin kıyısında bir çukurlaşma beliriverirdi. Bayram'ı nerdeyse araba

tutkusundan caydıracak bir çukurlaşma. Yürek ılıtıcı. Baş

döndürücü. Öpmeliydim. Durma öpmeliydim o çukuru

ben. Sen en iyisi Bayram, Ballıhisarlı'larla bir tokalaştıktan sonra, doğru çek Ankara'ya. Git, çal kapısını. Çekinme. Kezban senden başkasına yar olmaz. İnanma.

Şu denizin ettiğine bak. Her adam, deniz gördü mü,

onunla diz dize geldi mi sevdalanırmış. Küller e§elenir,

korlar ortaya çıkarmış. Bizimki de o hesap. Şimdi tuzumuz kuru artık tabii; altımız tekeriekli ya, Kezban'a sevdamız alev alıyor. Eskisinden çok kafamıza düşüp duruyor Kezban'ımız. Yanlış mı etmişim? Ne demek? Bir araba hem istikbal, hem şan ve şeref. Şansız şerefsiz düğün

mü olurmuş? Olanlan gördük. Köylü benimle eğlenirdi.

Kim ki beni adam yerine koymadı, §imdi kendi çulsuzlukları yanlarına kar. Benimle eğlenmeleri yanlarına kar.

<<İncegül Bayram . .. », «Deloğlan . .. », <<Ayram yok içmeye .. . »,

öyle mi? Görün artık. Bozum olacaksınız, bozum!

Böylece, birçok soruyu geri itiynr Bayram. Yeni durumların getirdiği yeni kuşkular mı? Kov gitsin. Kovuyor

o da. Kezban'sa ... Hayır. O duruyor. Onu çabucak bir ya153

P:155

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

na itemiyor şimdi zihninden. Onun, son kez Kayaş söğütleri altında yakından duyduğu kadın kokusu, biraz tuzlu,

biraz ılık, çokca pırıltı, çokca yosun, bir dolu da kekik

kokusu olarak içine doluyor. Belli belirsiz bir sızlama yüreğinde. Uzak bir zil sesi. Belli belirsiz bir pişmanlık.

Temizel Oto Tamir'e üç kez gelmiŞti Kezban. Üçü de

gün gibi aydınlık şimdi. Vapurun ardındaki yayvan köpüklerin sürüyüp getirdiği apaçık resimler. İşte Kezban.

İlk gelişi. Ta, askere gittiği günden bu yana ilk görüşü

onu. Elinde bir plak: Fikrimin İnce Gülü. Ama önce Rıfat Usta. Naylon çekici uzatıyor: Al §U pistonu çak. Bayram, tel mengeneyi alıyor. Burda yine Kezban. Geniş kapının ağzında durup duruyor. Bayram, Rıfat Usta'dan söz

işitmemek, Kezhan'ın önünde tuz buz olmamak için tel

mengeneyi attığı gibi naylon çekice sarılıyor. Vur allah

vur. Kaportayı düzeltmek derken, gereğinden çok düzeltmek. Kendine verilen her işi ters anlamak. Hepsi o akşam üstüne özgü. Sonunda, iş günü biterken, Rıfat Usta'

nın şu sözleri:

<<- İki saattir ellerimi hiç boş koymadıms�. sana vurmamak içindi ha, · bilmiş ol!»

Ya yevmiyemi keserse? Keserse, gitti. bizim taksinin

bir vidası daha.

İşte bu da Bayram: Bir benzin tenekesi ba§ında yağından, pasından arınmaya çalışıyor. Allah senin . bin belanı versin gökgözlü! Allah senin belanı vermesin emi?

Beni bir gün işimden edeceksin de, sonra <<hadi efendim,

sen kalite bir işçi değilsin ki. Ne Alamanya'sı?» diyecekler.

Biz şimci İşçi Kurumu'nda sıraya girmişiz. Biz Şimei umudumuzu dışarı gitmeye başlamı§ız. Alamanya mi olur,

Hollanda mı olur, Fransa mı? Her hangisiyse. Bahtımıza.

154

P:156

'

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Bir yıl, iki yıl. Bir gün elbet bana da «Buyur» diyecekler.

Gidenler nasıl gidiyor? Geri bas, kız. Çekil git. Ben kendimi sana yedirir miyim? Gitti mi sahi? Beklemedi mi?

İyiydi. Sen şurda iki saattir kafaını karıştır, beni baştan

çıkar, ustamdan azar işittir, sonra da çek git. Kancıklık

değil mi bu şimci?

Dışarı çıktığında, yanıbaşında bitiveren bir gölge. Karanlıkta çekilmiş, bulanık bir resim bu. Ama sesli:

«- Hişt, Bayram?»

<<- Kız sen misin? Hayrola, bu saatta?»

<<- Sanki görmedin miydi beni?»

«- Görmedim. Niye görüym? Nasıl görüym yani?

İşim başımdan aşmış ... »

«- Öyle ya, iş daha mühim» .

«- Mühimdir».

«- Öyle olsun, madem ... »

Madem böyle, durmam ayıp artık. Her şeyin bir· haddi var. Ben de bundan yana umutluysam bile, utanmaz arlanmaz değilim ya? .. Dürzüye kinaye, bir de şarkısının

peşine düştük. Çal başına, geç git:

Kezban'ın, elindeki plağı uzatıp karanlıkta yok oluşu.

Bayram'ın ardından sesienişini duyup duymadığı belirsiz.

Burası da bir kahve. Kahvede, pikaba konmuş bir

plak: Fikrimin İnce Gülü. Neden bir türkü, bir halay değil

de bir Vedia Rıza?

Ben bir taksiye mi sevdalıydım? Bu şarkıya mı, bu

şarkıyı çağıran karının sesine mi? Kezban'a mı yoksa?

Nereye bölüneceğini şaşırmış bir Bayram. Kahvede

şarkıyı dinleyip dinleyip oflayan bir Bayram: Dört teker

be! Dört teker üstünde gidiym de ne bok olursa olsun, razıyım. Kahvedekiletin gölüşmesi. Bayram'ı gırgıra almaları: Yoksa bunu beşikte bir kıza değil de, bir motorluya

155

P:157

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

kerttiler? Ağlama oğlum, baban sana bir İmpala alıverir.

Nolmuş yani? Atla deve değil ya? ..

\\

<<0 gün ki gördüm seni 1 Yaktın ah yaktın beni! . . »

Yarın, arkası kuyruklu bir Plymouth çekiverelim şunun altına, olsun bitsin ha çocuklar? Susun lan. Adam

hasbayağı yanıyor, baksanıza. inanmayın siz onun taksi

maksi diye sayıkladığına. Bu işin içinde bi kan dalgası

yoksa, şu kolumu yarın bıçkının altına koymaya hazırım.

Var mısın? Varım. Yok musun? Yine varım.

Kahvedekiler, biten günün ağırlığını şakalarla, alaylarla hafifletmeyi deniyorlar. Şarkının, gülüşmelerin, radyonun, tavla pullarının, sandalye gıcırtılarının uğultusu ...

Bu uğultu ortasında yine, Ballıhisar'ın ağaçsız, ak kireç toprağına gökten bir Ford düşüvermiştir. !

.

çinden bir

adam çıkıyor. Biraz Ballıhisar adamını andırıyor, ama çok

değil. Belki el kol sallayışları. Dilinin azıcık Ballıhisarlı'ya

çalışı. Yoksa, kıranta biri. Bir bey. Altın dişleri de par par

parlıyor aydınlıkta. Öyle, böyle; bu da işte eninde sonun:

da iki bacaklı, iki kollu bir dünya insanı. Zerdali çekirdeklerini çoktan unutan Bayram, çitin arkasında adamdan

çok, ak toza bulanmış mavimtrak Ford'a bakıyor. Ford,

kahvenin önünde, bir anda çevresine toplamveren köy

kalabalığının ortasında derin derin soluyor. Raşit amcası nerde Bayram'ın? Orta işte, kahvedekilerin az dışına

itilmiş, ezik, başı yerde duruyor. Yoksa Bayram'ı kurban

etme günü bugün mü? Şim�h, bu kara şapkalı adamın

önünde mi kesilecek Bayram? Düldüllerin Osman şimdi

amcasını bu, soluya soluya kahvenin önünde durmakta

olan arırca bindirecek de Bayram'ı o aracın önünde mi

kestirecek yoksa?

156

P:158

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Ballıhisar'ın en yaşlısı, Rüstem Dede, koltuk değn€:ği

sarımtırak beyaz sakalının altında, çukura batmış gözlerini kırpıştıra kırpıştıra:

«- Şeytan arabası dedikleri bu olmasın ahali?» diye

ötüyor kuş sesiyle.

Bayram!ın titrernesi artmıştı. Neden sonra altını ıslattığını anladı. Kurunmak için, yok belki de hacakları

kendini taşımaz olduğundan toprağa oturuverdi. Gözlerini, toza bulanmış şeytan arabasından artık hiç ayırmadan ...

Böyle bir aracın, içinde taşıdığı insana ne büyük bir saygınlık verdiğini sezinledi. Şaşkınlıklarından silkinen herkes, gelip gelip adamın eline sarılıyor. Öpüyorlar o eli.

Bayram, Kandil, Ramazan falan değilse köyde kimsenin

elinin bu denli çok kişi tarafından öpüldüğünü bilmiyor.

Kahvede· oturan kim varsa ayağa fırlamıştır. Yerlerini

adama vermek için yarış ediyorlar. Rüstem Dede bile,

oturduğu peykeden titreyerek kalkmış, koltuk değneğine

yaslanıp kıyıya çekilmiştir. Çenesi, bir şey çiğniyormuş

gibi durmadan inip kalkıyor. Küçük küçük inip kalkıyor

çenesi. Gücü oranında. Düldüller'in Osman, eliyle açıp

aralıyor kalabalığı. Bayram, yine bir ara Raşit amcasını

çemberin içinde görüyor, ama Osman Efendi, onun ön halkaya geçmesine izin vermiyor. İtiyor onu, usulca. Bayram,

altındaki ıslaklığa iyice yapışıyor. Amcasının gözüne değrnekten kaçınıyor.

Kara şapkalı adam kahveye girince, dışarda kalan

gençlerle çocuklar önce çekine çekine yaklaşınışiardı arabaya. Bayram, ona ilk elini sürenin Remzi abisi olduğunu sanıyor. Ya da gece, çıra ışığında Remzi, gizemler yüklü bir sesle Bayram'a, kendinden sonra evin tek erkek

çocuğuna böyle anlattı da ondan: Çarpacak sandım essahtim. Çarpar, çarpar oğlum. Bilemezsin ki. Bakmışın, bi

157

P:159

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yerine başka bi alet takmışlar; sen de bilmediğin bi yerine sürüvermişin elini yağnışlıkla? .. Çarpıverseydi ya?

Ya yürüyüverseydi, hepinizi ezer geçerdi valla. Hadi ordan dümbük! Çarpacağından korkmamış. Çarpacağından

korkmamışsın da niye donunu ısıattın peki? Herkes çarpacağını sandı. Allahıma çarpmadı. Allahıma yürüyüvermedi de, milleti zerdali pestiline çevirmedi, sen ona bak.

Ezilip geçilmekten de o an kurtulmuş gibi geniş bir

soluk almıştı Bayram. Amcasının bıçağı altında önüne yatırılmamıştı; Remzi abisi dekunduğu halde yürüyüp kimseyi ezmemişti; demek, korkulası değil, sevilesi bir şeydi

bu araç. O şarkı neresinden taşıyordu ki? O şarkıyı söyleytlni bu aracın neresine saklaınıştı o adam? Artık, herkes tek tek gidip dekunuyor arabaya. Dokunınakla kül olmadıklarını, savrulup uçmadıklannı görüp seviniyorlar.

Gülüyor, haykınyor, sonra yeniden dokunuyorlar. Kimi

lastiklerine, kimi önüne, kimi ardına, kimi farlarına. Kimileri başını camiara dayıyor. Pencereden uzanıyor, içine b.akıyorlar.

Şarkı susmuştu. Yoksa o adam mı gelip susturmuştu

kadını? Öyle ya, bir ara yine arabanın yanında dikiliyerdu adam. Elini pat pat tozlu maviliğin üstüne vuruyordu:

«- Kıymetli hemşerilerim, az�� Ballıhisarlı'lar! Köylünün salalı yolu bu! Salalı yolu, Demokrat Partimizin, sizin partinizin başa geçmesi ! İşte o zaman isteyin bizden

su, isteyin bizden yol! Size kredi, size cami, size toprak! İş

mi, iş. Para mı, para. Bize oy vermek, kend'inize oy vermektir! Bize oy verene traktör, biz� oy verene kamyon,

bize oy verene işte bundan güzel bir araba! Sefalete paydos! Buğdayınız yüksek fiyatla satın alınacaktır. Baylar,

paşalardan ne gördünüz? Ölüm, zulüm! Artık hepsine paydos! Hepsi yeter olsun! Yeter, deyin! Yeter!»

158

P:160

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Eli havadaydı. Baş parmağını avcuna sıkıştırmıştı,

dört parmağı yukarda. «Yeter!» diye bağrıştılar köy erkekleri. «Yeter olsun!» Adamın altın dişleri parladı. Kösteğinden tutup saatine baktı. Yine koşup koşup eline sarıldılar adamın. Sırayla öptüler. Sonra gerilediler. Ortada bir açıklık bıraktılar. Bayram, fırlayıp kaçmak, kaybolmak istedi. Ancak kendi içine sinebildL Ötekiler, orda,

ortadaki açıklıkta bir koyunun kanını akıttılar, acele. Koyunun kanı fışkırdı; arabaya sıçradı. Bayram da sıçradı.

Kan, kendinden, kendi yüzüne fışkırmış gibi irkildi. Yüzü araba olmuştu Bayram'ın. Bayram, o araba olmuştu.

Donunun nemini toprağa emdirerek kalktı sonra. Mavi Ford, çevresindeki kalabalığı güçlükle yararak, kurbanın kanı üstünden geçip dönmüştü. Yine bir toz bulutu

kaldırarak, yine koroasım öttürerek uzaklaşıp gidiyordu.

Bayram ardından koşmak istedi. Birini devirdiğini, üstü

ne bastığım, o birinin sümüğünü çeke çeke, yapağılaşmış

kıvırcık Slirı saçlarını çitin dikenlerine sürte sürte, bilmeden yoldurarak o saçları ve çapaklı gözlerini oğuştura

oğuştura ağladığını o .an seçebilmiş değil. Sonra. Çok sonra. Bir eski zaman duvarı üstünde bulgur seren on üçündeki Kezban'ı bir erkek gözüyle seçiverince, zihni, toza bulanmış mavi Ford'un köye ilk girdiği o olağanüstü gün,

devirip koluna bastığı kimsenin, yürümeye henüz alışan

Kezban olduğunu da seçiveriyor.

«- Sen bili:rı misin benim seni çiğnediğimi ?»

«- Yoo, ben nerden bileyim? O kadarını bUemem. O

kadarına aklım ermezmiş herhal» .

Kezhan'ın Temizel kapısında ikinci görünüşü. Öğle

zamanıydı. Ama Rıfat Usta işi durdurmaya hiç niyetli

görünmüyor. Bir paftanın başına Bayram'ı dikmiş, demir

159

P:161

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

boru ucuna nasıl gedikler, tırnaklar açılabilir, onu gösteriyordu: Boruyu tam oturt. Dikine. Tam yerine gelmezse

açtığın gedik hiç bir hasura melhem olmaz. Elinle duyacaksın. Erdi mi kafan? İlk geldiğinde öğrendiklerini toptan unutmuşun sen be. Aniadın mı şimdi ha? Elin duyacak. Şöyle, borunun titremesinden, gerilmesinden, gerilmesindeki pırpırlanmasından, işte artık eline verdiği sesten bunun eğri mi, doğru mu bir ses olduğunu duyacaksm. Kulağı parmak; uçlarında, el ayalarında olmayan kimse hiç bulaşmasın bu işe.

Hava o sıra mı yağışlı idi, yoksa Kezban'ı, beklediği

duvar dibinden yanına katıp Ulus'a doğru yürürlerken mi

boşanıvermişti? Sonbahar, kirli yağmuruyla yine tamirhanenin bulunduğu karanlık sokağı cıvık, yağlı bir çamura

bulamıştı. Kezhan'ın ayaklarında, bir zamanlar başka bir

kadının giymiş olduğu iyice belli, ökçeleri iki yanına kayı kayıveren beyaz ayakkabılar. Daha doğrusu bir zamanlar beyazmış. Uçları da, arkası da açık. Çamur, pembeye

kaçan, toprak rengi kalın çorapların uçlarında. Arabalar

arasından sıyrılarak dar kaldırımı atlayıp anayola çıkabilmek için Bayram Kezban'ı önüne katmıştı. O zaman bu

kalın çorapların arkasının da benek benek, sıvama çamur

olduğunu görmüştü. Taa, Kezhan'ın üstüne çok bol gelen soluk yeşil bir · etekliğin uçlarına dek uzanmakta bu

çamur. Kendi pantolonunun paçaları da başka türlü değil ya, bu, Kezbim'ı hemen küçümseyiveımesine engel olmuyor. Şimdi yeniden, Bayram'ı yolundan edecek bir engel, baştan savılması, atlatılması ille· gerekli bir düşman

Kezban. Acıyorum, yoksa çoktan defetmiştim. Ne ana yüzü gördü bu, ne baba yüzü. Bir abisi. O da evlenmiş. Çoluğa çocuğa garkolmuş. Baksa baksa ne kadar bakar buna! Gel de acıma.

160

P:162

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

İşte o küçümsemenin bu acımayla geldiğini bilmiyor

Bayram. Bunları ayrı ayrı, bunları karşıt şeyler sanıyor.

Az önce paftanın başındayken hem Kezban'ın yanına bir

an önce gitmek isteği vardı, hem bu isteği geri atmak,

susturmak çabası. Tepelemeyi, altetmeyi başaramadığı o

istekle mengene kolunu çeviriyor. Bir bitse şu gedikleme

işi ... Bir bi tse!.. Kezban'ın çığırtkan renkli başörtüsü iyice körüklüyor özlemini. Yağmurun altında, onun ardından yürürken, çamurlu hacaklarına bakarken ise yeniden

bir pişmanlık. Adama böyle çok sürtünen karıdan hayır mı

gelirmiş? Hem şimci bu yağınurda nereye götüreyim bunu ben? Bir muhallebiciye soksan, para. Bir çaycıya otursak yine para. Yemek de yememiştir bu. Yok artık. Bir

de lokantaya götüreceğimi sanıyorsa nah alır. Alamanya'

yı kafama koydum. Öyle karı, kız ne gezdiremem ben.

Bilmiş olsun. Bugünden umudunu kırmazsak, bir daha zor

kırarız. İyisi mi...

Yalova vapurunda, arkasını güvenle Mercedes'ine dayamış, küçük dalgacıkların içinden çıkıp çıkıp gelen resimlere böylece bakıp dururken, o hiç sevmediği iç yanmalarından birine daha tutuluyor. İlk kez böyle bir yanınayı uzun süre kovaınıyar içinden. Veli'nin ezilmiş arabasını, Veligiller'i kafasından kovuvermekteki becerikiiliği bile gösteremiyor. Kendinden kaçabileceği hiç bir delik

bulamıyor. Bir önceki buluşmalarında Kezban'ın yeniden

gelmesini istememiş miydi? Onu kendisi çağırmamış mıydı peki? Kezban uzaklaşırken, onun verdiği plağı alınamazlık edernemenin tedirginliğiyle <<Bir gün öğlen tatlimde

gelsene! . .» diye seslenmemiş miydi ardından? Zaten: kimseye borçlu olmayacaksın. Seni zorla borçlu ederler, sonra

da kop kopabilirsen. Defet defedebilirsen başından. Daha

11 161

P:163

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ''

arabanın tek tekeri yokken ortada, şarkısına niye tamalı

ediyorsun desene... Geceleri dolmu§ta çalıştım ya o zamanlar? Bizim askerlik arkadaşı Adil'in hurdasında? Aydırtlık hattında, geceyanlarına dek gittim geldim. Evet,

Adil bana bir iyilik etti etmesine. Yoksa, Alamanya'ya işçi parasını ben başka türlü denkleştiremezdim. Burnumdan da geldi ama. Artık, dolmuşunun neresinde ne arıza,

hadi Bayram'ın başına. Temizel benim malıındı da sanki... Sanki ben oranın baş ustasıyım da ... Getirip getirip

dayıyor dolmuşunu tamirhanenin kapısına. Aldım mı başıma belayı? Baktım, olacak gibi değil. Bu durum i§imden

edecek beni. Böyledir zaten. Başkasının ettiği iyilik, dingiline taş. Dişimi sıkıyorum. Sıkıyorum ya, Rıfat Usta'da

da surat altı karış. <<Bura senin eşinin dostunun imarathanesi değil oğlum ... » Der ya adam. Haklı. O zaman ben

de Rıfat Usta'ya çıtlattım: «Aman usta, ben mumla çağırmıyorum bunu. Gelip gelip dayanıyor kapıya. Siz kovun.

Kovun, ben alınmam. Gönül de koymam ... » Adil'e de dert

yandım artık, ne yaparsın? «Bu adam böyle. Bedavaya

parmağını kımıldatmaz kimse için. Onaracak ben değil miyim hem, desene ... Ona ne? Ayıp etti doğrusu. Seni geri

çevirmekle çok ayıp etti...» falan dedim. Artık o yanı öyle, bu yanı böyle idare ettim. Geceleri dolmuşu kendim

bozduysam, idareten baktım. Gündüzleri o bozduysa, artık bana ne, tabii, aldırmadım. Başka türlü ben o beş on

bini nasıl bir araya getirirdim? Zaten, daha önce yedi bini

uçurmu§uz acemi çıraklığımızdan. Askere giderken dımdızlak kalmışız nerdeyse. Yüzümüzü yakıp kıç üstü oturmuşuz. Artık Anadol filan, bir rüya, bir hayal! Biz sırada bekleyeduralım, hiç ummadığım yerden Allah kısmetimi önüme getirmesin mi? Yeni bir umut kapısı açmasın mı? Bu kez başladık, şu kooperatiften sırası gelen

162

P:164

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

İbrahim'i nasıl geri çekeriz diye düşünmeye. İki gün, iki

gece. Ne uyku, ne durak. Hay bilmez olaydım şu mcse:..

leyi... Hay görmez olaydım İbrahim'i... içimi bir kurt

kemirir ki, iyice iğne üstünde oturur oldum. Dolmuşu

Çankırı Caddesi'nden aşağı bırakıverdim mi, şöyle diyorum, yakışık alır gibi görünmüyor; böyle diyorum, olacak

iş değil. Bu İbrahim ölse... Bunu bile düşündüm, Allah

günahlarımı affetsin. Öyle ya, sırarn gelecek diye ne kadar bekleyeceğim belli mi? Üç yıl da bekleyen var, beş

yıl da. İşini halleden, yolunu bulan gidiyor, bekleyen bekleyip duruyor. Benimse artık beş ay beklerneye takatim

yok. «Hadi oğlum Bayram, fazla kurcalama. Sen o Iaborant dedikleri adama yeniden gittiğinde, koy cebine biraz bi · şeyler, bas geç. Ondan sonra, sen yoksun buralarda gayrı...»

Kezhan'ın ardından yürürken de bu: Aman Bayram,

at kendini bir an önce Alamanya'lara. Yoksa her yan tuzak dolu. Şimdi gidemezsen, bir daha hiç gidemezsin. Beklerken beklerken bakmışın, bu Kezhan'ın çakır gözlerine

kanıvermişin! .. İşte o gün temelli boku yediğin gündür ..

Bu gerçekten böyle olmuştu sanki. Sanki Kezhan onu

gerçekten yolundan alıkoyuvermişti de, Bayram şimdi

elinden kurtulmaya debeleniyor. Şehir Çarşısı'nın kapısı

altına sığınmışlar, orda öyle dikilip duruyorlar. Bayram,

Kezban'ı ne çarşı içindeki salepçiye buyur ediyor, ne bir

muhallebiciye. Bir siriıitçi de yağmurdan kaçıp aynı yere

sığınmış. Yanlarında ıslık çalıp duruyor. İkimize birer simit alsarn kese m sarsılmaz sarsılmasına ya, boş geç şim ci.

Adet olmasın. Bugün bir sirnit alıverdiğin kimse, yarın

senden bakiava börek ister. Yeni yakınlıklar bekler. İyisi

mi. ..

O böyle, neyin ilerde kendine zararlı, neyin karlı ola163

P:165

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

cağını ince hesaplara vurup dururke·n, bu hesabını simite dek indirmişken Kezhan soruvermişti:

«- Sirnit yen mi Bayram?»

Ve karşılığını beklemeden, iki sirnit alıp birini Bayram'a uzattı.

«- Al allasen. Öğle vakti. Acıkmışındır ... Al işte, gönlüın çekti ... »

Bayram, simiti almamakta direndi:

« - Sen ye. Buyur ye. Biz yedik çoktan ... » dedi.

Çok ezildiğini, çok küçükletildiğini sezen Kezban, çabuk çabuk konuşur olmuştu. Abisi çoktan buraya göçınüştü ya, Bayram askerdeyken dayıları da ölüvermişti.

Bunun üstüne abisiyle yengesi onu da yanlarına almışlardı.

Hiç soluk almadan anlatıyor Kezban: Yengesinin çocuklarına nasıl baktığını, nerde nasıl gündelikçilik e ttiğini, böyle böyle ince işi de öğrendiğini, ütü yapmayı, yer

c ilalamayı, sofra kurmayı nasıl bir bir öğreniverdiğini,

derken gündelikçilikten aylıklı hizmetçiliğe nasıl terfi ettiğini, aylıklı hizmetçiyken eline altı yüz lira geçtiğini, ev

kirasında, bakkal borcunda abisigile nasıl destek olduğunu hep sayıp döktü. Gecekonduda dikiş kurslarına bile gitmiş de, etek nasıl bastırılır, dikiş makinesinde nasıl ilik

açılır, onları bile öğrenmiş.

«- Önceki günden bu yana konfeksiyona dikişçi aldılar beni. Hizmetçilik etmiycem artık ... »

Yüzünde öyle bir serinlik. Üst dudağ1 hafif yukarı

kalkık ağzında pekişip kalmaya hazır bir kendine güven.

Acındırmayı da, aşağılanmayı da önleyiveren bir bakış çakır gözlerinde ..

«- Ballıhisar'a, kazıya gelen bir hanım abla vardı.

Onlara yiyecek taşırdım da ben o zamanlar. Süt, yumur164

P:166

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ta götürüverirdim. Bu hanım abla, dayımızın da öldüğünü

duyuverince, adresini yazdıydı bana. Ankara'ya ilk geldiğimde aradık. Başka yere gitmiş o hanım abla. Bulamadık. Artık yengem acık iş öğretti bana. İlk bulduğumuz

kapıya giriverdiydim, biliyor musun? İşimi beğenmediler.

Çıkardılar. O hanım ablayı yine aradık biz. Kad�r işte. O

zaman da tatildeymiş. Kursa o ara biraz gittim. Ama elimiz pek dardı. Evin borcu vardı. Yeniden bir iş buluverdi yengem. Yeniden başladım. Derken, derken ... Bu konfeksiyon işi olmasın mı? Borçlanmızı ödemeden ayakkabı

almayım diyorum. Çok sürmez, alırım her halde. Elime

sekiz yüz lira geçecekmiş şimdi. .. »

Bütün bu anlattıkları Bayram'ı rahatlatmıyordu. Bütün bu anlatılanlarda kendisini kandırmak isteyen bir niyet yatmasın?

<<- İşin işmiş baksana. Beni niye arıyorsun öyleyse?>>

Kezban, Bayram'ın yüzüne indiriverecekmiş gibi elinin tersini bir kaldırdı. Sonra aynı eli, kendi başına koydu. Baş ağrılarını dindirrnek isteyen biri gibi ovdu alnını. Bu ikincisinde beni kendi çağırınadı mı? Beni sen

çağırınadın mı? Sus kız. Söyleme. Deme sakın! Yüzleme

köpeğin enciğini...

Neden sonra Kezban:

<<- Burda, ayakta dinelip duracaksak ben gidiyorum>>

demişti. <<Zaten tatil saatim de bitti...»

«- Nerde çalıştığın yer?>>

<<- Sana ne benim çalıştığım yerden? Sakın geliyın

deme!»

<�- Sen geliyorsun ya?>>

<<- Domuzluk etme Bayram!.. Neyse ... Geç ... İşime sevinirsin duyarsan, dediydim ... >>

165

P:167

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

<<- Ben de oto tamirde kalıcı değilim. Alamanya'ya

gidecem. Aklıma koydum ... »

Şehir Çarşısı kapısından içeri buz gibi bir rüzgar.

Yağmurun, rüzgarla birlik Kezhan'ın yüzüne çarpışı. Bir

titreme. Açıkta kalmış bir kedi yavrusu sinmişliği. Katlanılması uzun sürerneyecek bir suskunluk. Çırpınıp, ı;laklığını şöyle bir silkeleme :

«- Herkesler gidiyor. Sen de git bakalım nolacaksa ... »

«- Taksi alacam, kız. Başka türlü olmayacak baktım ... >>

«- Taksinden çıksın e mi? .. »

Simitçi onlara bakıp, bir bıçaklama olayına hazır tutuyor kendini. Kezhan'ın sesi öyle canından bezmiş.

Bayram, kırmızılığı hala belirli yanık izini eliyle tutup gülmüştü:

«- Beni taksiden kıskanıyorsun sen. Valla billa kıskanıyorsun. Lakin, ben bu taksiye kavuşmadan hayatta

hiç bir şeye Kavuşamam bak. O olmadan her şey bana

haram . . . »

«- Niyeymiş o?>>

Niyeymiş o? Niyeyınişi var mı? Dün köyde atlının itibarı neydiyse, bugüne bugün de dört teker bir motorlu

üstün'de olmanın itibarı o. Tarla mı, toprak mı? Geç. Bizde yok. Olacağı da. Hem üstünde traktör tekeri yürütmediğin tarla da, toprak da nafile artık, hey kızım! Bir taksi

seni hem kendinin efendisi yapar, hem efendi yapar. Kendinin efendisi olmayandan koca da olmaz gayrı, hiç bir

şey de ... Hem canım, bazı birine sevdalanırsın. Niye sevdalandığını bilir misin? Dünyada ondan güzeli yokmuş

gelir adama. Dünyada ondan iyi huylusu yokmuş sanırsın. Biz karasevdayı böyle bilmez miyiz? Altını, üstünü

düşünür müsün?

166

P:168

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Ben köyde ilk taksiyi görünce seni çiğnemiştim

ya?»

«- Ne zaman?>>

«- Hani o Menderes'in adamı geldiği zaman. Bi taksinin içinde gelmişti ya? Kurbanlar filan hani? .. Bilemedin mi sahi ?..»

«- Bilemedim... Demek ki...>>

Demek sen beni ta o zamandan biliyorsun? Taa o zamandan ezberindeyim. Ondan sonra da «Bana umutlanma>> demeye getir, öyle mi? Göz göre göre, gönül duya

duya inatlaşıyorsun. <<Fikrine taktığın ince gül ben miyim?» diyorum. Kara gözlerini ışıldata ışıldata benimkilere daldırıyorsun. Eh, bensem madem, ben de hazırım ...

Demeye kalmıyor, yok beni çiğnemiş geçmiş de görüverin­

·Ce o taksiyi, yok biİmem ne herzeler... Gine çiğner geçerim, demeye getiriyor aklınca ...

Birden yola, sık yağmurun altına inmişti Kezban. Yağmurdan ısıandıkça asker battaniyesi kokan, sarısı uçuk,

etekleri sünmüş hırkaya, onu kalçalarının üstünde gerdirerek sarınmıştı. Allah bin belanı vermeye Bayram? Niye

oyalıyorsun beni? Beni oyalayacaktın da askerden dönüşe ne diye ardıma düştün? Köyden buraya gelip gidene

ne diye yolumu izimi sordun? Ne diye köyün eskilerine

haber salıp beni istetıneye kalktın? J?unları bir bir duydum. «İki çıplak bir hamama yaraşır» deyip gezmişsin o

sıralar. Şimdi ne bu kancıklık? Bu kancıklıkları nerelerde öğrendin sen a Bayram? Sivrihisar'ın benzin pompasında mı? Lastik şişiricisinde mi? Polatlı'nın göbeğinde mi?

Yoksa, askeriyede mi? Ben, bu askerliğin bitmesini bekliyor, askerlik bitince işe girecek. Sonra da gelip beni isteyecek deyip dururken, küt diye Alamanya'yı çıkarıyor

karşıma. Seni bu hevesiere kaptıranların boyunları kopar

167

P:169

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

inşallah! Nolmuş sanki, sEm bu Temizel'de çalışıp dursan.

Ben konfeksiyonda çalışıp dursam. El el üstüne koysak,

ha? Yapanların canı yok mu? Herkes kosun gitsin, herkes

kosun gitsin ... Bu kancıklık değil de ne, Bayram? ..

«- Çok kancık adam olmuşun bak!» deyivermi§ti dönüp.

Çamurlu eteklerini sallayıp yürümüştü. Bayram, onu

hırkasının ucundan tutup çarnuriara devirmek, bu çarpmmanın altında kalmamak için Kezhan'ın peşini bırakmıyor. Haddine mi düşmüş mesnetsiz, desteksiz bir Kezban'

ın bana kancık demesi?

<<- Dur kız! Sözünü geri al!»

«- Almıyorum işte! Almıyorum, nolmuş?»

«- Hizmetçilik senin edebini bozmuş !»

«- Senin edebin baştan bozuk! Sıçtırma ağzına

§imdi! . . >>

Kaldırımdan ve kaldırım diplerinden akan seliere hata çıka, i tişe kakışa yürüyorlar.

«- Yapışma eteğime! Bas git, hadi!..»

Çakır gözlerinin başkal dırısında bir ıslaklık. Yağın ur

ıslaklığı mı? Kandırılmışlık, oyalanmışlık bozgunu mu?

Bir umarsızlığın narasıydı zaten bağınverişi de. Bir polis düdük 'öttürdü. Bayram'da ayrı bir bozgunluk. Asfalttan yukarı çık kız. Şimci çiğneneceksin. Sebep kim? Bu

işte, Bayram, diyecekler. Sicilimize bir kayıt; hadi sen

Alamanya'ya gidemezsin! Aldın mı? Aman çek şunu yukarı. Aman fazla dalaşma bununla. Aman, şikayetçi ne

olur da şimci senden, ondan sonra artık, ayıkla pirinci taşını. Bilinmez. Bakmışın, kızlık mızlık da yok... «Bayram

bozdu beni>> deyiverirse ne halt ederim? Geçmişimizi bilen

bütün köy halkı bundan yana çıkar alirriallah! Hele abi168

P:170

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ''

si, İsmail. .. Zaten bir yerlerde rastlaşmaya çekinip d uruyorum ...

« - Gel, bak sana ne diycem? .. »

<<- Bok diycen!»

«- Haftaya cumartesi Kayaş'a gidelim mi?»

«- Ne o? Haftaya dek altına bi taksi mi çekiyorsun

yoksa?»

<<- Çarpınma kız. Askerlikten bir arkadaşın dolmuşunu çalıştınyorum da geceleri. Cumartesi öğlenden istesem

verir. Gezdiririm seni. Ustadan izin alırım. Gezeriz ... »

Kezban, sırılsıklam olmuş, artık boyaları iyice birbirine geçmiş, gülleri karışmış başörtüsünü çenesinin altmda üst üste düğümlüyor. Sanki, salt bu işi yapmak için

bekliyor. Ben niye koparnıyorum şunun paçasından? Seni, on dördünde, kireçli tepenin üstünde koklayıvermişse

ne olmuş? Köyde <<Bayram'ın yavuklusu» diye adın çık ..

mışsa ne olmuş? Geç git. Unut bu deliyi. Gönlündeki öte.,

ki 'sevda bir karı sevdası olsa, şurda kafasını yarar da,

çekilir giderim. Beni, altında arabası olmayan bir Bayram'a layık mı görmüyor, beni bir lastik tekere denk mi

tutuyor, anlayamadım ki. Bir lastik teker7 denk tutmak

ne söz? Bu bir lastik tekeri bana üstün tutuyor işte. Bok

yiyecek. Dört tekerin üstüne kurulacak da, kuzularla kırpılıp koyunlarla yayılacak. Kuzularla kırpılırsın belki ya,

koyunlarla zor yayıltırlar seni! Şuna bak, ben de anasıyım

sanki bunun. Bir kuzucuğun anasayım da, yol iz belletecem. Geç git desene Kezban. Ne dikiliyorsun hala, şarpını bağlıyormuş gibi yapıp? Ver kararını, sıç ağzına, yürü

geç. Allah bin belarnı versin! Geçemiyorum. Bir türlü geçemiyorum şu domuzdan. Yüzünü yakalı, temelli aklımda. Hadi ordan haspa! Sen de, altı taksili bir kocan olsun

169

P:171

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

istiyorsun besbelli. Yüzünü yakmasıyla temelli aklındaymış da, bilmem ne ...

Araba vapurunun ardındaki dalgacıklar yeni bir resmi ağdırıp getiriyor: Kezhan'ın başında düz pembe, naylon bir eşarp. Pembesi yanaklarına vurmuş. İyice keselenip yıkanmış sanki Kezban. Orda, söğütlerin altında, Bayram'dan çok kendisine söylenip duruyor. Kendisine öfkesi arttıkça, yanağının pembesi de artıyor. Ondan hıncımı

alayım derken, baktım iyice tutuluyorum. Ökseye tutulmuş kuş misali. Baktım, kendini bir yana koyup benim

ağzıma sıçsa, elhamdülillah diyecek hallere geliyorum.

Beni yolurodan eder korkusuyla üstüne de çökemiyorum�

Çökemezdim de zati! Bu Kezban, Solmaz karısı gibi değil. «Dokun bana» dese, nikahına almadan dokunamayacağın cinsten. En fazlası, çene kıyısındaki çukurdan bir

nebze koklayabilirsin. Memeciklerini acık sıkabilirsin. Dizlerinden yukarıysa, hiç çıkamazsın. Ama bak, demin çay

bardağını düşürdüğün karı var ya, onu yatır düz işte.

Hakla, canını çıkar. Sonra da bas git. Şu Mercedes'imi de·

görse, hazır yatıverir altıma. Kezban'a taksiymiş, maksiymiş; sanırsın hepsi vızgeliyor. O bana cıbıldakkenden sevdalı. Şuram yanınça da ... Askere giderken boşuna kaçmışım yakınına varmaktan ... Beni, yanık izimle beğenmez

simmışım. Ardıcın altına çağırtıp da, orda bekletip de gitmemem, yanımdaki Remzi abiyi, hısım akrabayı bahane

etmem kendime, hepten lüzumsuzmuş. Temizel'in kapısına ilk geldiğinde asıl bunun için mi huysuzlandımdı yoksa ben? Bu namussuz yara izinin, Kezhan'ın önünde pırpırlanıp durmasından mı çekindim? Alamanya'ya gideceksen git pezevenk. Güzellikle konuşamaz mıydın? Kayaş'ta

nasıl konuştun sonra? Burana bakıyordu da kaçamak ha170

P:172

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ni? Hani, burana baktıkça daha mı sevdalaı:ımıştı ne?

«Nasıl oldu? Söyle hele. Canın yandı mı, de bana? Geçmiş,

geçmiş çok şükür ... » Kirpiklerini çırpı§tıra çırpıştıra, bir de

demez mi ki: <<İnan olsun yakışmış !» Demez mi ki: <<Yiğit

yüzüne yara gerek». Hemen oracıkta kucağına yatasım, başımı eteğine gömesim geldi. Bir ağlama tıkanmasın mı

gırtlağıma? Sanki o yedi bin liraını helal edeceğim bütün

herkese. Beni hastane kapılarında iniete ede, elimden çekip aldıkları kaç yılın servetini helal edip geçeceğim. Tee,

o pompa işinden sonra, gine kaç yıl kuruş kuruş, yeni baştan birikUrdiğim bütün para.m tükenivermi§ti. Geride bana miras kalan, işte şu, suratımdaki cenabet yanık izi. Bu

yanık izi her dakka, yapıp ettiğim her şeyi yüzüme vurur

.durur. Beni kendimden soğutur. O zamanlar bakıyorum,

yanıkiarım iyileştikçe , yanık izine düşmanlığım artıyor.

Öyle bunlu, öyle sıkkın günlerimdi canım ... Arkada5lar

kahvede, «Temizel seni sigorta etmemiş. Mahkemeye ver.

Dava et» diye zorlarlar bir yandan. Bana iş vermiş Rıfat

Usta. Bana ݧ öğretmiş. Dava etsem, nasıl yüzüne bakarım?

Nasıl işe gider gelirim artık? Öyle, iki arada bir derede

kaldığım günler. Atsa atardı adam. Tüpü patlatmışım. Kaç

bin liralık makinesini hurdaya çevirmişim aynı zamanda.

Beni atmayınca o, dava etmesi kolay mı? Gel bana sor

sen. Davayı kazanacağı,m garanti olsa, gene neyse ne. Kıç

üstü oturduğunu düşün bir de. Hem, avukat parasını nerden bulacağım artık? Bunu düşünen yok. Kuru kuru akıl

vermeler: Git, sendikaya yazı! salak. Yaa, sendikaya yazılıyın da, yevmiyemden kesilsin. Beş bini dürüp bıkmak

da beş yıl geri tepsin! Asker dönüşü yeniden işe alınazsa

almazdı hem Rıfat Usta. Sonumun ne olacağını da bildiğimden değil ya, o zamanlar i§te, elim ayağım bağlı. Yara benim düşmanım. Arkadaşlar da bana düşman. Sendi171

P:173

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

kaya yazılınıyorum diye hiç biri yüz vermez oldu. Böyle

günler_di, anasını sattığım! Nah şu kadar çalışma hevesi

kalmışsa içimde ... Düşünüyorum da, önüme her gün çeşit

çeşit atalar, çe§it çeşit taksiler gelmese, ben onları görüp

yeni baştan her gün bir parça, her gün bir parça kendi

taksime heveslenmesem, kaynak aletine tekmeyi vurup

çıkacağım dışarı. Asker dönüşü 'böyleydim ya, askere gitmeden, iyice böyle hallere düşmüştüm. Şimdi, de bakalım

hakçası. Temizel'in kapısında Kezban'ı ilk gördüğün dakka, koliarına yeniden güç gelmedi miydi? İyi bir düşün.

Yeniden, dört elle sarılınadın mı tel mengeneye? Yeniden

bir hevese gelmedin mi, iyi düşün eşşek kafalı ! Sonra da,

Kayaş'ın söğütleri altında, başını eteğine gömüp <<Seviyorum seni ben... Yanıyorum sana ben... Senden nasıl geçecem? . . » diye ağlayı ağlayıvermedin mi dürzü? Kezban

yumuşayınca baştan atmaya kalkıyorsun. Uzağına düştü

mü, sertlendi mi, Kezban, Kezban diye inildiyorsun. Bir.

taksi için iniemen üste çıkıyor, bir, Kezban için iniemen

baskın geliyor. Kayas'ta hangisi daha baskındı puşt? «Seni

alacağım. Gitsem de, seni almadan gitmiycem?>> deyip yeminler billahlar ettiğin yalan mı dürzünün Bayram'ı? Yalan mı, dört aya kalmadan yüz üstü koyup onu, habersiz

selamsız basıp gittiğin ha? De ha! De şimci. De ha!

Bir de baktı ki, ayağıyla küt küt Balkız'ın ön tamponuna vurup durmakta. Kendini döver gibi, geleni geçeni

bakıta bakıta Mercedes'i tekmelemekte.

Vay hayvan herif vaay! Şuna bak, canını çıkarmı§ın

ön çamurluğun. Oğluna kurşun sıkan gaddar babadan ne

farkın kaldı şimci senin? Boyun devrilsin Bayram! Kezban'ı bir daha hiç göremez ol, e mi?

172

P:174

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Eğilip eğilip ön tamponu iyice gözden geçırıyor. Kocaman, kalın Münihli ayakkabılarının ökçesiyle vura vura kromajın parlaklığını el büyüklüğünde aşındırdığını,

matlaştırdığını görüyor. Hele bunu kendi ayaklarıyla yapmış olması, hiç bağışlanamaz bir suç! Şapkasını eline alıyor. Alnını iki üç kez tampona vuruyor: Çek cezanı koca

kafa!

Kromajı Franz Lehar gömleğinin ucuyla sildi, ovdu.

Ama eskisi gibi parlaklaştıramadı. Bu kez öfkesi Kezban'a

yöneldi. Bir balıkçıya razı gelen Kezhan uğruna yediğimiz

naneye bak sen. Ardından denizin ağzının payını verdi:

Cıvık hergele! Oynak meret! Sana bakıp bakıp eskilere

dalanın hali budur işte!

Ulan Bayram, şunu kafana bi türlü sokamadın: İşin

yolunda gitsin istiyorsan, hiç dönüp ardına bakmayacaksın. Kendi adına bir yararı yok mu, tökezleyeni olduğu

yerde bırakacaksın. Atları niye vururlar, de bakalım?

Ayak bağı olmasın diye. Boşuna saman yemesin diye. Hem

artık Kezhan'dan sana hayır var mı bakalım da, takmışın

kafana? Geçmişe mazi, yenmişe kuzu. Daha ne? Al işte,

canım Mercedes'i de yaraladın. İyi bok yedin! Yok, ne

dese, ne etse Kezhan seni bunun içinde görünce dayanamazmış da ... Yok, gene konuşurmuş seninle de ... Gene

yüzüne bakarmış da ... Gene hoş tutar, gene severmiş yanık yerini de... Balıkçı lafını duyunca paçaların tutuştu,

malum ... Pekii? .. De ki, balıkçı malıkçı salıiden laf. Geleceğim seninle dese, götürecek misin Kezban'ı bu gidişte,

ha? ·

Bunu hiç düşünmek istemiyor Bayram. İçinde yatan

o gizli özlemi, uçverdiği yerden geri bastırıyor. Sıra, asıl bu

en olmasını istediği, şimdi kesin böyle sandığı şeye geldi

mi, kendini çıkmazların en çıkmazında görüyor. Artık ge173

P:175

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

lecek yılın pembe Mercedes'ine, ya da alev rengi bir BMW'

ye her zamankinden yakın. Vazgeçilemeyecek denli yakın.

Ama bu, Kezban'a da aynı oranda yaklaşması demek. Kavuşmadan. Çünkü 76'da, 77 icadı bir başka özlem yeniden Kezhan'ın yerini alacak. Bir süre için. Bir süre için

derken, 78 yılı, bir apartman katına falan bağlanmak demek olacak. Bunu da çabuklaştırmak gerekecek. Her §eyi

çabul,daştırıp Kezban'ı geciktirmek. Her şeyi öne alıp

Kezban'ı geri itmek. Yaşlanmış bir arabayı yenileme çabasına girişirken ise Kezban, yenilenemeyecek denli yaşlanmıŞ olacak. Kendisi de. İşte, bir kez daha Bayram, Kapıkule memuru Nuran hanımla arka tamponu ufacık göç.­

mü§ Mercedes'i arasında, sıkışıkta. İnsan dediğin şu dünyada her yana yetişebilmeli canım. Ya şu, ya şu dediler

mi, apışıp kalıyorsun. Şimci ben, altımda bu Balkı?, ya

da diyelim o alev renkli BMW varken, bir gecekonduda

oturabilir miyi:ıp.? Neresine sokar, neresinden geçiririm

arabaını o sidikli, kaygan sokakların değil mi? İyi bir mahallede bir kat almalı, kendi adına da bir iş kurmalısın ki,

alnın açık, sırtın pek olaraktan ve kimseye müdana etmeden ...

Uzaktan geçen bir tankerin gönderdiği dalgalar, gelip araba vapurunun bardasına vuruyor. Sular başıldayarak çarçabuk kabarıyor ve şimdi dirsekieri küpeşteye dayalı Bayram'ı ıslatıyor.

Bayram'ın yanında duran birkaç ki§i dalga yiyişlerine sevindiler. Umulmadık bir serinlerneydi bu onlar için.

Ama Bayram için, Franz Lehar'lı gömleğinin tuza bulanması. Tuzlu suyun Balkız'a da çarpıp çarpmadığı korkusu.

Bir çaycı, kaşığı bardakiara vurup şangırdatarak geçti. Bayram'a, merdiven dibinde kucağına düştüğü kadını

düşündürdü çabucak. Dikile dikile yorulduğunu da an174

P:176

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ladı. Yukarı çıkıp oturacak bir yer bulmalı. Güneş miineş,

o yattığımız yeri hiç bırakmayacaktık biz. Balkız'ı özleyivermişim işte. Merak da ettim. Ettim de iyi bok yedim

desene. Gelip, kendi ayağırola canını yaktım. Buna da şükür, diyeceğiz artık. Yıldıza dedikten, stop camına dedikten sonra ... Veligiller'in başına geleni bir düşünsene. Araba bi �miş ya, kendileri sağ çıktılar mı bakalım? Ama, dedim Veli'ye ben. Böyle bir Mercedes alsaydı, ne yüklerse

yüklesin, gene de rahatça getirirdi onları. Sanki bir televizyonlarını ben yükleseydim ne olacaktı? Devrilmeyecek miydi? Çarpışmayacak mıydı? Ya çocuklardan birini

alsaydım yumuşayıp? Gel de durma o zaman artık kaza

yerinde. Elinden gelirse bas geç. Takılır kalırdım ben de ...

Çok şükür ... isabet ki... Uyudum. İyi oldu. Gövdemi dinlendirdİm hiç değil. Şurda, önümüzde kalan da daha rahat

bir yol. Istanbul yolu gibi değildir artık ne olsa! Neydi o

öyle? İyi işte. Sevinsene Bayram! Ne düşünürsün hiHa, arpacı kurorusu gibi? Nedir bu, için bir kısım? Köye yaklaştıkça heyecanımız artıyor ya, ondandır. Yoksa, başka

ne, değil mi? Evet, gerçi Balkız'ı öyle, bütüncene götüreı:tıiyoruz. Aman canım, ne aniayacak Ballıhisar'lı bu kadarcık eksiğinden, gediğinden? ..

Tekıneleriyle soldurduğu ön tampona bakıp durmaktan kurtulmak için, yeniden yukarı çıkıyor. Kapalıda oturacak bir yer arıyor. Çay ocağının önünde iki adam; sırtları yolculara dönük, biri ta tepesine dek kızarmış, öteki

pul pul terlemiş, oturuyorlar. Yakınlarında herkesin rluyabileceği bir sesle konuşuyorlar. Şişmanı zayıfın omzuna vura vura:

«- Sen şu tesadüfe bak yahu!» diyor. «Sen şimdi benim bir kardeşimsin, değil mi? Şaşkın Bakkal'da sana

rastlayıp sırtma bir yumruk indirdiğim günü hatıriadın

175

P:177

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

mı? Ne saadetti o yahu! Neyse, şimdi bir işimiz var. Onu

konu§alım. Olur mu, olmaz mı, bir bakalım. Çünkü her

şey bir riyazi mantığa dayanır, değil mi? Ben şimdi marley kaplama, gömme dolap dahil, bir kata altı yüz elli bin

lira desem? Sen de dersin ki, hepsi peşin mi? Dersin, ni,

ye demeyeceksin? Her şey bir riyazi mantığa dayanır. Yemin sana, bu benim yapıp sattığım katların en derme

çatması bugüne bugün sekiz yüz bine, sekiz yüz elli bine

su gibi gidiyor. Millet bu parayı nerde buluyor, ben bile

şaşıyorum. Ama şimdi sen benim bir aziz karde§imsin değil mi? Sana açık konuşmasam olmaz, değil mi? Şimdi biz

şöyle yapsak bak. Üç yüz elli binini...»

Bu rakamlar, bu rakamların ne demeye geldiği Bayram'a yabancı. İyi bir Mercedes bugün iki yüz elli bin lira edecek de, bu iki yüz elli bin lira da bir eve bir oda

sayılmayacak, öyle mi? Yine de bu kat satışı ilgilendiriyor onu. Daha çok duymak, şişman adamı daha çok dinlemek istiyor. Bunun için yanlarında oturacak bir yer bulmalı. O da yok.

Dışarı, arka güverteye çıkıyor bu kez. Dizlerinin dibinde naylon torbalar, birinin kucağında plastik bir çanta, şişmiş ayaklarını ayakkabılarından azat etmiş iki kadının yanında oturacak dar bir yer var, ama kucağı çantah kadın, Bayram'ın niyetini sezip çantasını hemen oraya koyuveriyor. Bayram'sa geri dönüp gidemiyor. Hep,

kendisine bakıldığı duygusu içinde. Sanki herkes onun hareketlerini izliyor. Kadınların iki adım berisine yürüyüp,

kollarını küpeşteye dayıyor. Uzaktan, yoğun bir pusun ardından Gebze burnu seçiliyor. Gittikçe uzaklaşıyor bu kara parçası, ama yeni bir kara parçası görünüyor. Nerede

kaldı bu Yalova dedikleri yer? Karadan doğru küçük bir

1 76

P:178

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

esinti patlak veriyor. Esinti, kadınların konuşmalarını olduğu gib aktarıyor Bayram'a:

«- . . . Bakalım, Bursa'ya, kardeşime gidiyorum ya,

orası da burnumdan gelecek, bilip duruyorum. İsternem

böyle söylemek. Fakat karısı düpedüz orospu. Istanbul'da

da böyleydi bu. Düşüp kalktıkları hep erkek. Hem de ayak

takımı. İşçi takımı. Hep onlar. Gelip bir hatırıını sormaz

benim. Hani ne zamandı? Bir haziran ayındaydı. Yürüdüler ya işçiler? Başkaldırdılar pisler. Sen tut, kardeşimi de

ayart. Sok bunu da o ana, baba gününe. Aklı başında olan,

kardeşim gitmek bile istese, sen beri dur, karışma demez

mi? Hadi bakalım, tıktılar mı kardeşimi de içeri o zaman

derdest edip. Ama bu orospu o zaman eliyle bir börek

yapıp götürmedi kocasına. Böyle hain bu. Sonradan kardeşim bir iş buldu da Bursa'da ... Artık Istanbul'da mimlendi karının yüzünden tabii. Hep ondan. Kendi de Tofaş'

ta. İki çocukları var, sefil. İşte ben, bir iki giyecek yapıverdim çocuklara. Acıyorum, ne yapayım? İçim dayanmıyor. .. Ayaklarım da şişiyor. .. Bakalım, kaplıcalarda

belki. .. O haziran gününden bu yana zaten ... >>

Haziran'dı evet. Bayram, Tatvan'da. Bir kahveye oturmuş, trenden inecek Başçavuşunu J:ıekliyor. Başçavuşu

izinden dönüyor. Saatler geçmek bilmiyor. Tren gelmiyor,

daha ?a gecikeceği söyleniyor. Bayram, bir renkli gazozun başında, eli çenesinde, kahvedeki demiryolu işçilerinden biriyle olsun bir dostluk kurabilme umuduyla, çevresine gülümsemelerle bakınıp duruyor. Bu kahve, bu işçiler; yine hepsi yabancı ona. Üstelik akşam. Üstelik Van

Gölü, uzun bir gurbet türküsü fısıldamakta kulaklarına.

Bayram'ın yüreği bir kadın sıcaklığını deli gibi özlüyor.

Kezban, sürekli aklına düşüyor ... Derken, radyodan, Istan12 177

P:179

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bul'da i§çilerin binlerce yürüdüklerini; işyerierini bırakıp

bırakıp yürüdüklerini duyuverince, kahvedekilerden bir

grup ayağa fırlamış, oynamaya, halay çekmeye başlamıştı. Bayram, kendisini de birden bu halay çekenlerin arasında buluveriyor. Nedenini kesinlikle ayırt edemediği bir

coşku iliklerine dek yayılıvermiştir. Yıllardır içinde dolaştırdığı yalnızlık, gariplik duygusu ilk kez silinmiş; çok

kalabalık, çok şenlikli bir ailenin dört bir yanı sağlam bir

üyesi sanınıştı kendini. Öyle ya, hazirandı aylardan. Halay çekenler, yerli halktan değiller. Birden patlayan bu

CO§kuları neden? Bayram, düşünmüyor bile. Sadece katılıyor bu coşkuya. Halay birden, başladığı gibi duruvermişti sonra. İşçilerden birinin şöyle bağırdığını anımsıyor

Bayram:

«- Bu er niye oynuyor be?:ı>

Sekiz kadar vardılar. Teker teker dağıldılar, gittiler.

Çieride, öncekinden bin boğucu bir yalnızlığın, kimsesizliğin izini bırakarak Bayram'da. Bu er niye oynuyor be?

Bu sözü açık seçik §imdi anımsıyor Bayram. Öyle ya, hazirandı. ..

Güvertedeki kadınların sesi onu, o haziran gununun

bir çırpıda coşkudan sonsuz hüzne ağıveren bunundan sıyırıyor:

«- ... Affedin. Bir şey soracağım ... Bu üstünüzdekini

nerden aldınız?:ı>

«- Bunu ben Kadıköy'den aldım ... ı>

«- Af buyurun, pek hoşuma gitti de. Bunu ben perdelik olarak görmü§tüm ... Yanılıyor muyum acaba? .. »

178

«- Yok. Perdelik değil. Konfeksiyondan hazır aldım . . . »

«- Ben kumaşını perdelikçide görmüştüm. Fakat zi-

P:180

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

yanı yok. Hoşuma gitti. Af buyurun, dikilmiş vaziyette

bunu böylece kaça aldınız?»

«- Ben buna dikilmiş vaziyette böylece iki yüz on

beş lira vermiştim».

«- Yazık. Çok pahalı. Konfeksiyoncular çok kar koyuyorlar doğrusu ... >>

Kezban, konfeksiyonculukta durmamış. İşini beğenmemi§ler. Hadi ordan! İşini beğenmediklerinden mi? Atelye şefi, evine temizliğe çağırmış. Bu da gitmemiş. Öyle

anlattılar ya? Ben hizmetçi miyim, demiş. Dikişçiyim, demiş. Şef de kovdurmuş bunu. Dikbaşlıdır Kezban, bilmez

miyim? Banka haderneliğine girmiş sonra. İyi i§te. Banka hademeliği fena mı? Dursaydı ya orda, Beyşehir'in

balıkçısına gideceğine. Laf. Seven kimse durup bekler bir

defa. Beklesin, diye haber saidıktı bir de, boş bulunup.

Hadi canım, sevdiği mevdiği yokmuş bunun. Umutlandırdım diye geri çekilmek istemedi de ondan ... Ne güzel

yazmış adam kamyonunun ardına: Yol biter, sevda bitmez. Yaa, Kezban hanım. Yol biter, sevda bitmez. Bak biz

yolu bitireceğiz hayırlısıyla. Eli kulağında. Göreceğiz bakalım, senin bana sevdan da yol gibi biten cinsten miymiş, değil miymiş? .. Balkız'la bir olup göreceğiz. Sana yalvaramam. Mercedes'li bir Bayram'a ayıp düşer bu kadan

artık. Takdir edersin. Ee, peki dürzünün Bayram'ı? Yalvardın, yalvarmadın; kalktı sana he

.

dedi, diyelim. Ne halt

edeceksin o zaman? Kararın ne? Bunun cevabını vermedin. Katıp yanına götürecek misin? Atınızın terkisine, işte canım, taksinizin içine atıp kaçıracak mısın? Ondan sonra artık Heim'da kalmak yok ama. Bir ev tutacaksın. İki

boğaz olacaksınız. Ondan sonra da, gelecek yıla sen zor

alırsın o yeni çıkacak pembe Mercedes'lerden. Hele burda bir kat almayı tümden çıkar aklından. Niyeymi§ ca179

P:181

''FİKRİMİN ' İNCE GÜLÜ\"

nım? Kezhan da çalışır. Koyarız bir hazır elbise fabrikasına. Ne bileyim, bir oyuncak, bir bisküvi fabrikasına. Kadınlar için ne işler var. Onun da eline geçer şu kadar. Çocuklar da olacak tabii. Benden bir doğurmaya başladı mı,

durduramayız Kezban'ı. Eh işte, ona göre. Veligiller'e bak

da, ders al. Çocuk zammıymış filan, kar etti mf? Açıkgöz

karısı, yol masrafını çıkaracağım derken... Araba yı o kadar yüklemeselerdi, devrilmezdi bunlar. .. Boş ver. Sen

en iyisi, Kezhan düşüncesini sil at aklından. Hoş, silip

atmıştım çoktan. Eşşek gibi çalış ha çalış. Kezhan mı kalır akılda? Binde bir işte, ne biliym, şöyle çakar geçerdi.

Nehir kıyısında öpüşenleri, parklarda koklaşanları gördün

mü ... Bir de, uyku tutmadığı geceler, bazı bazı. Çakar geçerdi. Şimci ne diye aklında dolandırıp duruyorsun. Kezban'ı? Kezban ... Kezban ... Sı çarı m senin Kezhan'ına haa!

Ateş olmayan yerden duman çıkar mı? Beklememiş işte.

O haberi Yaşar'la, seni kızı.ştırmak için yollamadı ya bu?

Senden cayınca, gümüşten Kezban, altın mı oluverdi, pezevenk?

Yaşar'ı sıkıştırmıştı. Kezhan'ın salıiden mi o balıkçıya gittiğini iyice aniayıp dinlemek istemişti. Yaşar'ın derdi değil ya?

<<- Ne bileyim ben? Kendim görmedim ki. Halamın

kızıyla yollamış bu plağı da . . . » deyip çıkmıştı işin içinden.

· Almanların bir bayram günü. Bunlar Münih camisi

önünde bir gidip bir geliyorlar.

«- Sorsaydın halanın kızına?>>

«- Kezban'a hala niyetin olduğunu bilseydim sorardım. Senin karıya kıza bir merakını görmedik ki, ne bilelim ... �

180

P:182

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Yaa bak, Solmaz'ın anlattığı doğr.u demek? Dibi · burda yatıyor o sözlerin. Neyse, Solmaz karısına ispatladık

ya erkekliğimizi. Daha da ispatlarız Allah kısmet ederse ...

, Bayram, usuldan usuldan derken, bir de bakıyor, çoktan merdiven dibinde kucağına yıkıldığı kadının yanına

varmış. Kadının ona, taa ilerde, resimli roman okuduğu

yerde, ikide bir başını kaldırarak «Aman münasebetsiz sen

de ... » deyip duran bir yüzle baktığını neden sonra görmüştü. Oh, çok iyi. Yanında kendisinin de ilişebileceği bir

sandık var. Yolculukta ahbaplık şart. Hele vapurda. Denize bak dur. Eni sonu dipsiz bir su işte. Biriyle söyleşmedikçe bu yol biter mi? Yol biter, sevda bi�mez. Yol bitse

d� erkeklik ölmedi ya? Bağrı nasıl açık baksana. Memeleri üstündekileri delip geçecek bu kadının. Baksana şu

pantolun yakışıklılığına. Yumuşacık baldırlanm var, deyip durur. Bak, hele bak şu saçını eliyle düzelti düzeltiverişlerine. Hele bak; sözde öfkeli bize. Öfkeli de, bu bükülüp durmalar ne peki? Bak, hele bak şu yeşil küpelerine. Hele bak nasıl deği değiveriyor ayva sarısı yanaklarına. Bak, hele bak şu kaşlara. Vay kahpe, nasıl da yolu yoluvermiş be ! Nasıl da benzetmiş kendini Istanbul'un

süslü karılarına. O İmpala'lar, o Chrysler'ler içine kurulmuş giden artist gibi karılarına. Ne benzetmesi canım? Düpedüz Istanbul bağının üzümü bu. Bak, hele bak şu gözlere. Fıldır fıldır. Çakır ela. Çakır ela ne kelime? Çavuş

üzümü bunlar. Yemeli bunları Bayram. Dibine dek somurmalı, yutmalı.

Bayram, terden ıslak bıyıklarını düzleye düzleye,

şimdi resimli romanına eğilmiş kadının yanına

·

varıyor.

Öksürüyor. Sesini açıyor:

181

P:183

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Af buyurun, vapur salladı da ondan oldu hammefendi ... »

Kadın omzunu silkiyor. Yarım dönüyor sırtını.

<<- Yani aifedersiniz bayan ... Çayınızı döktümse ... »

«- Terbiyeli bir bey olsanız, zamanında özür dilerdiniz her şeyden önce . .. >>

Sırtını biraz daha dönüyor. Dudak uçlarında, Bayram'a göstermediği bir sevinme titremesi.

«- Bir mahzuru yoksa bayan, konuşabilir miyiz?�

Ses yok. Ne evet, ne hayır.

Bayram oturuyor. Yanık izindeki küçük pırpırlanmalann durmasını bekliyor. Geçti işte. Şimdi rahat.

«- Ben uyuyakalmışım ... Mercedes'ime bir bakıp geleyim dedim. Vapur da sallayınca, malum, yıkıldım. Siz

bana kızınca, ben de aifedersiniz demeye çekindim, malum. Bütün ondan ... Yoksa ... Mercedes'imi görmüşsünüzdür belki. Hani balrengi olan? Metalik boya. Alamanya

plakalı hani? .. �

«- Bana ne canım!»

Hadi . canım! Bana ne, olur mu? Sanki on taksisi var

da, ba.na ne, diyor.

«- Hususiniz var mı?�

«- Ay, üff! .. »

<<- Canım iki çift laf etsek ne olur genç bayan? Taa

Alamanya'lardan sürüp geliyorum da ben. .. Tek başıma

haa ... Bir ara bam, bir ben ... »

Kadın, resimli romanını büküp duruyor. Aldırmazmış

gibi duruyor ya, çevresindekilere karşı yine de üstten bir

bakış. Görün i�te, taa Avrupa'lardan kalkıp gelen, o kadar çok kadın tanımış bir Mercedes'li bey bile peşimde benim.

«- Ben sizin eğlenceniz değilim ... ı>

182

P:184

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Teessüf ederim, aşkolsun. Eğlence arasam Istanbul'da arardım, değil mi ya?»

Kadın, ne anlama geldiği belirsiz ik� küçük kahkaha

koyveriyor.

İkisi de susuyarlar şimdi. Bayram, biraz daha eğiliyor

kadına doğru:

«- Cevap vermediniz fakat? .. »

<<- Ne cevabı?>>

Bana evlenme teklif ediyor da ben mi anlamıyorum

yoksa? Aşağıda kucağıma bile bile düştü belki? Belki vapura bindiğimden beri gözlüyordu beni? Mercedes'i nefis

ama! Bayıldım. Gerçi bizim manikür dükkanı üstünde oturan Ercan'ın arabası daha dehşet. İns�n onun içine kurulup da, yanında Ercan'la şöyle bir Boğaz'a çekse gitse, herkes döner döner bakar valla.

İç geçirdi kadın.

«- Sizi üzdüm mü yoksa genç bayan? Küstünüz mü

yoksa? .. »

«- Allah allah! Kırk yıllık tanı§ık mıyız da küseceğim?�

Küpelerini sallayıverişini seveyim. Hemen yanaşsaydı bana, kanım böyle kaynamazdı doğrusu. Namuslu kız.

Ben de yol yardam bilmem yaa. Doğru. Önden şahsımı

bildirmeliydi�. Ben şuyum, diyeceksin. Yoksa, nerden anlasın kızcağız, serkeş misin, esrarkeş mi? İt misin, kopuk

musun, anarşist misin? Aklına bin türlü şey gelir tabii.

Kimse kimseye ha deyince güvenemiyor ki artık.

«- Ben şahsen biraz sıkılganımdır bayan. Af buyurun. Adım Bayram'dır. Münih'ten gelmekteyim. Bir de

Mercedes aldım i§ te ... »

«- Biliyoruz ... »

183

P:185

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Saf bir adam bu Bayram. Bana tutuldu. Kız sersem,

elin karılarının pis ayaklarını adam edeceğim diye karnburun çıktı. Parmakların nasır tuttu be. Sakız gibi araba

işte. Mercedes'li bir kısmet her zaman çıkmaz önüne. Üstelik bayağı yakışıklı adam. Giyinişi salakça, ama sen onu

çeker çevirirsin. Yol yordam öğretirsin. Avrupa'lara gidersin. Şimdi bunların hepsi kelleyi kulağı düzdü. Bir

araba, bir kat. Fabrikada hisse senedi. Bankada para. Sigortası da caba. Bak Melek'in sözlüsüne. Sinop'tan donsuz ·

çıkmış, şimdi İplik-Örme Tesisi'nde en büyük hisse onun.

Altında Opel. Melek'e inat, kurul sen de şunun Mercedes'ine. Git ondan önce Avrupa'lara. Melek pisinin çalımı da şurama geldi artık haa! .. Akşamları Sabri'nin Opel'

inde dört dönüyor İstanbul'u. Biz de, elimiz değecek, ninemizden izin çıkacak da Mudanya'nın boklu denizine

kaçamak gireceğiz. Ben böyle acık boyanıyorum, modaya

uyuyorum ya, memlekette adımı orospuya çıkardılar. Asıl

sebep hep o Harndi beyin oğlu Ziya Puştu yaa! .. Bendeki de akıl. Alır sandım. Bak bu öyle değil. Bunu ben, istesem, bumuna bir halka takar, dilediğim yere çeker götürürüm. Ben nasıldım bir zamanlar? Allah rahmet eylesin, abimin korkusundan şöyle yarım kollu bir şey giyemezdim. Şimdi bu, Avrupa görmüş. Beni sıkmaz. Evet,

bir bakışta vurulmadım. Ama bakarsın, ŞU bu derken aşık

da oluvermişim adama ...

Yeniden Bayram'a döndü ki, Bayram, gözleri kaymış,

yara izi tıp tıp atarak, göğüslerine bakıyor. Bu göğüslerin

kendisine sunulmaya hazır tutulduğuna inancı artık nerdeyse tam. «Biliyoruz» dedi ya? Demek bizi Balkız'ın içinde gördü. imanına yandı ği m. Boşuna mı peşine 'düştük biz

bir arabanın? Mercedes'li bir adamın sıkamayacağı meme

mi kalırmış?

·

184

P:186

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Pek beğendim sizi...»

Bunu dedi, arkasına kaykıldı.

«- Çok hoşsunuz doğrusu Bayram bey».

Bayram, kendini güç tutuyor. Kısık kısık öksürüyor.

«- Evet, şahsen çok beğendim sizi. Ben şahsen sizin

gibi ciddi hanımlardan hoşlanırım zaten. Bizi kader çarpıştırdı. Ben böyle ·diyorum. Kader beni sizin kucağınıza

attı. .. »

«- Demek kadere inanıyorsunuz?»

«- Kadere inanmasak olur mu? Her şey kader, her

şey kısmet. Bakın şimdi, ben diyorum ki, kısmetse sizin

adınız Kezban, hı?» Dilim kopsun. Nerden çıkardık bunu

şim ci? Şakanın tadını kaçırdık ...

<<- Rica ederim! Niye Kezban olsunmu§? Ayfer».

Aman Bayram, çabuk atla Kezhan'ın üstünden! Atla,

unuttur.

«- Bursa'ya mı kısmetse Ayfer hanım?»

«- Bursa'ya. Babaannemin yanına ... »

Ninesine babaanne demeyi Istanbul'da öğrendi. Annesiyle oturuyor. Ama annesinin adı, uyuz k.arı.

«- Bursalı'lar çok mazbut ailelerdir. Köklü ailelerdir ... »

Ayy, bu da soy sap düşkünü! Fırıncıydı benim dedem. Babamsa oğlancılıktan hapiste. Para götürüyoruz ona

işte. Yoksa, ben de arkadaşlarla Ayvalık kampına gidebilirdim pekala. Taksitle tatil şimdi her yerde var. Ama

biz, tırnak kesip, kaş yolup, ağda vurup kazandığıınızia

bir de oğlancı babamıza bakıyoruz. Sakın bu sonradan

görme de Bursalı olmasın?

«- Siz de mi Bursa'dansınız yoksa?>>

185

P:187

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Boşver Bayram. Atlat. Ballıhisar, desen, ne bilecek

şimci Ballıhisar'ın nere olduğunu? ..

«- Ben şimdi şöyle, Eski§ehir, ordan Ankara'ya doğru bir gidiyorum. Maksat tatil. Maksat eşi dostu ziyaret,

değil mi Ayfer hanım? .. >>

Pekii, ben bunu bindirecek miyim Balkız'ıma? Bursa'ya dek buyur edecek miyim? Bindir ülen. Ne olacak?

Kısacık yol. Acık tadına bakmaya yeter de artar bile ...

«- Bir mahzuru yoksa, Bursa'ya ben bıraksam sizi?

Salon gibi araba. Yer geniş ... Ne olur?» _

Hiç bir şey olmaz olmasına da, garajların orda yengem bekleyecek. Sümüklü oğlunu da elinden tutmuştur.

Üstünde yok, başında yok ...

<<- Hayır, hayır. Teşekkür ederim ... Söz olur şimdi>>.

İyi be, olsun! Ne derler? Ayfer hanım Bayram'ın Mercedes'inde ... Böyle söze can .kurban. Şimci, doğru konuşalım. Balkız'a yük olmasın diye, biz yanımıza kimseleri

almadık ya, onca yol da tek başına tükenmiyor canım.

Valla, o hakkabaz kamyonetin ibnesini bile arar oldum.

Herif kendini alıştırdı bize ... Bizim atmış lirayla birlik o

da yok oldu ortalardan. Bir saatçik bu Ayfer'le ben yan

yana ...

Bayram'ın bakışları gittikçe bulanıyor. Tükürük bezlerinde durmadan bir salgılanma. Üst üste yutkunmak zorunda kalıyor. Orasının acıdığım duyuyor. Otobüslerin sıcağından, sıkışıklığından söz ediyor Ayfer'e. Üsteliyor.

Nerdeyse yalvarıyor ona ve bilmeden onun resimli roman

özlemlerini körüklüyor: Bayram, Ayfer'i nikahlayıp Almanya'ya götürmüş mesela. Orda giydirmiş, kuşatmış. Ayfer, büyük mağazlardan birinden çıkıyor, ötekine giriyor.

Saçlarını boyatıyor. Ayfer, tırnaklarını yaptırıyor. Ayfer,

otomobil kullanıyor. ݧte Ayfer, yine büyük mağazalardan

· 186

P:188

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

birinde. Çanta alıyor, mayo alıyor, sutyen alıyor, çorap alıyor, don alıyor, eteklik alıyor, elbise alıyor, parlak bir yağmurluk alıyor, krem alıyor, ruj alıyor, takma kirpik alıyor, peruk alıyor kaküllü, bele kadar uzun, pantolon alıyor siyah, pantolon alıyor beyaz, bluz alıyor ... Ve işte

birden, kalabalığın arasında Ziya. Ziya, Ayfer'i görüyor.

Göz göze geliyorlar. Ayfer, hemen başını çeviriyor. Tezgahtar kıza, «Şunu alıyorum, sarın>> diyor. «Şunu da lütfen» diyor. Dönüşte çiçekçiye de uğrayacağım. Büfenin

üstüne çiçek koyacağım. Yemek masasına da iki şamdan

koysam. Şimdilik iki mum alsarn da ... O turuncular pek

hoşuma gitti... Ziya, şimdi onun omuz başında duruyor.

Ayfer, hiç görmemezliğe geliyor. «Sofra mumlarınız ne

taraftaydı?» diyor tezgahtar kıza. Ziya artık usulca fısıldıyor kulağına: «Ayfer! Ayfer bu ne güzellik! Seni hiç

unutmadım Ayfer. Unutamadım! .. » inim inim inleteceğim

onu. Elime iki bin liracık sıkıştır;p beni başından savarsm ha? Bak ben şimdi iki bin lirayı üç çula veriyorum.

Mutfağım fayans döşeli. Buzdolabım, fırınım hep bir sırada. Televizyonumuz renkli. Banyom baştan ayağa çiçekli seramik. Tabanı yeşil mermer ... Salonum duvardan duvara ...

Ayfer birden silkiniyor:

«- Ne iş yapıyorsunuz Bayram bey Almanya'da?»

<<- Almanya'da ben ... BMW'deyim ... »

BM;W. BMW neydi be? İyi bir şeydi ya ...

«- Şimdi Ayfer hanım, v·apurdan inince biz, benim

Mercedes'i sürdük mü, göz açıp kapayıncaya Bursa. Olur

mu?»

İşin ucunda Ziya'yı inietmek varsa, olur. Neden olmasın? Yengeme de bir yalan uyduruveririz. Aman be,

187

P:189

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

babama o bakmıyor ya, ben bakıyorum. Bıktım bunlardan zaten! Hepsinden bıktım!..

«- Mademki ısrar ediyorsunuz . .. »

Vay bee ! Ya Bursa'da sıyıramazsak yakayı? Ya iyice

tutulup kalırsak bu ökseye? Ülen Bayram, artık kızıyorum sana bak! Araba, araba ... Peki, oldu işte. Dönüş, dönüş. .. O da oldu. Daha ne puşt? Sanki Kezhan da seni

bekleyip duruyor. Sen bu Ayfer'i bir yokla. Vıcır vıcır

kız işte. Durumu da iyiyse, sana yükü olmaz. Köyden bir

paçası düşüğü alacak değilsin ya sonunda? Yakışır mı

artık yabanın karısı senin yanına? Mercedes'in içine? Mercedes'in koltuğuna bu Ayfer, Kezhan'dan da iyi yakışır.

Giyinmesi kuşanınası yerinde. Dili düzgün. Memeleri... İlle

bu memeleri şişip titreyip duruyor. Bana buyur dediği

gibi, herkesi çağırır bunlar yahu! Eh, sen de zaptı rapta

alırsın. Yok arkadaş, ben bu Ayfer'e dayanamıycam. Şu

vapur bir yanaşsa hayırlısıyla karaya. Kendimden korkar

oldum valla. Dizim dizim insan ortasında ısırıveresim geliyor şunun memelerini. ..

«- Bahtiyar ettiniz Ayfer hanım. Eşyalarınız varsa,

buyrun birlikte taşıyalım arabama>>.

Bu anlaşmayı çevreden izleyenierin bakışları, Ayfer'

de küçük de olsa bir tedirginlik yaratıyor. En iyisi bir

an önce inmek, uzaklaşmak burdan. Aşağıda, arabaların

durduğu yerde artık kim bilecek bizim az önce tanıştığımızı? ..

Vapur Yalova'ya yaklaşmak üzere. Bayram'la Ayfer,

arabanın önüne geçip oturuyorlar. Bayram, kapıları yine

çok özenle, yandaki arabalara çarptırmadan açıyor, kapıyar. Elleri aceleci. Ellerini bo� bırakmaktan korkuyor

sanki. Yanlarından geçen çaycıdan iki çay istiyor. Kez188

P:190

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ban'a bir sirnit almaınıştı ama, Ayfer'e çay ısınarlaması

gerektiğini düşünmüş olmalı.

Çay, Bayram'ın hiç bir açlığını bastırmamıştır. Kasıntısı, insanı sık sık rahatsız edici de olsa, Bayram az önce Ayfer'e sevimli, hatta güzel görünmüştü. Çay isterken

heyecanlanması, bardağı uzatırken ellerinin titrernesi bile anaç bir duyguyu getir�işti Ayfer'e. Yanındaki adamın

kendisine yaranmak istemesindeki evecenlikten güzel, doyurucu bir tad almıştı Ayfer. Ama şimdi, çaylar içildikten sonra, Bayram sürekli bir sırıtma durumunda. Ağzı,

di§leri, uyanmış bir beygirin ağzını, dişlerini andırıyor ve

bu elbette rahatlatıcı değil.

«- Evli misiniz Bayram bey?�

«- Yaa, evet ... Bununla evliyim bendeniz, canım.

Taksimle . . . »

Gülüyor. Gülüyor ...

Iyy! .. Hemen de canım, şekerim ... Kız Ayfer, yayıl- ··

ma. Ciddi ol. l'!e yapalım Bemvede çalışıyorsa? Şımarmasın ...

«- Son model mi bu?>>

«- Bir önceki. Son model gelecek yıla, Allah kısmet

ederse ... Aslında ben 75, 280 alacaktım ya, boş ver canım.

İnsan biraz da yaşamalı değil mi? Benimki bu seferlik bu

işte. Haa, dur bir de sesini dinleteyim sana şimdi. .. »

Fikrimin İnce Gülü'nü dinietmem buna. Bu anlamaz.

Teypin düğmesine basıyor. İleri alıyor. Yeniden bir

düğmeye basıyor. Emel Sayın, Bayram'ın ezbere başlattığı yerden, kışkırtıcı, baygın: « ... Beni bekliyorsan uyumamışsan 1 Kapında sevinçten ölebilirim ... » diye salıneaklı şarkısını sürdürüyor.

Bayram, altında bir kadın varmışçasına, oturduğu yerde kımıldanıp duruyor. « . .. Bir gece ansızın gelebilirim . .. »

189

P:191

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Ayfer, birdenbire Bayram'ın ağzını boynunda, kocaman, sert ellerini göğüslerinde buluverdi. Geriledi, gerildi. Daha bir adresimi sormamış. Daha neyin nesiyim,

evli miyim, serbest miyim sormamış. İstikbale ait tek laf

etmemiş. Ben de durmuş, buna memelerimi elletecekmişim. Kalkmış, bir de Bursa'ya gidecekmişim. Hoş geldin

Ziya'nın yabanı!

«- Çekin elinizi!»

<<- Kimse görmüyor, korkma kız. Kimseye gösterınem

ben ... »

«- Çekil be! Hırt!»

Bayram'ın eli Ayfer'in pantolon ağını buluvermişti.

Ayfer, hızla açıp itti kapıyı. Kapı, Mercedes'in sağındaki

bir otoya küt diye vurdu. Ayfer, kendini dışarı attı. Sıyrılıp çıktı. Bayram, daha küt sesini duyar duymaz ayılmıştı. Fakat Ayfer'in:

«- Çabuk bavulumu ver, çabuk! Irz düşmanı mısın

nesin?>> haşlamalarını duymuyor bile. Seğirtmiş, sağ kapının vuran yerine bakıyor. Ordakiler, bu küçük patırtıdan pek bir şey anlamıyorlar. Bayram, alı al, moru mor;

sağ ön kapının yanında, sıkışıkta çırpınıyor:

«- Uyy! Bok ettik işte ! Sıçtık batırdık. Yağ gibi,

dümdüz, cilalı kapım çizilmiş gitmiş ... »

«-Hepinizin canı cehenneme ! Hepiniz fırsatçısınız

zaten! Ayı gibi herifsin! Ayıdan beter!»

«- Ayı sensin, bayan! Olmasan, bir Mercedes'e nasıl girilir çıkılır, bilirdin. Çizdirmezdin bal gibi kapımı! .. »

Çaycı, koşup geliyor:

«- Ee, bak ama Alamanyacı, sen de kendini faşingte

sandın haa! .. En iyisi ... »

Elini ağzına koyup «suss>> diyor. «Uzatma» demeye

190

P:192

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

getiriyor. Bakışları, ikisini de yargılıyor. Kız zaten yırtık. Bu da dangalak ...

Bayram, çaresiz kaldı. Ne diyeceğini bilemedi. Bir

tehlike kokusu sezinledi. Uysallıkla, Ayfer'in bavulunu

önüne koydu. Ne onun, ne başkasının yüzüne baktı artık.

Artık, vapur Yalova iskelesi'ne bağlanana dek Mercedes'

in başından ayrılmadı. Ön kapıdaki çiziğe bakıp durdu.

Ballıhisarlılar'ın bu çiziği de seçip seçemeyeceklerini hesabetti. Bir ara, sanki Kezhan bu çiziği görmüş de «Kim

yaptı?>> diye sormuşçasına suçlandı, utandı. Çaycı aracılığıyla bir şeylerin vapura hemen yayılıverdiğİnden habersiz; birçok kimsenin gelip gelip tepeden Franz Lehar'lı

gömleğine, deniz yeşili şapkasına güldüklerini farketmedi.

Vapurdaki çoğu kişinin ana konusu şimdi «Almanya'

daki işçilerimiz». Tek tek her bir açıdan çabucak incelendi onlar. Herkes, her şeyi bir ucundan tuttu. Parmak ucuyla. Bir ı

i

sevdayı anlamaksızın, fikre takılan o ince gülü,

Bayram'ı sevmek gibi, hiç sevmemek de bu tartışmaları

bağlayan tek nokta artık. Tek ve kesin. O sıcak, o bunaltılı öğle üstü, Bayram ya tümüyle bağra basılmalı, ya tümüyle yadsınmalıdır. Beklemek, dü§ünmek; sevrneden önce de, sevmemeden önce de anlamayı yeğlemek için zaman

yok şimdi. Vapur, yayası, arabalısı; herkesi hep birden

aynı yere boşaltmalıdır. ı Karaya ayak basmak için en öridekiler acele ediyorlarsa, en geridekiler de aynı hızın peşine takılmalıdırlar. , Vapurda bir süre daha beklemekten,

bir süre için yalnız kalmaktan neden bu denli korkulur?

Aksayan trafik ışıklarında, tıkalı yol kavşaklarında nasıl

olsa beklenecek, otobüslerin kalkış saati nasıl olsa gecike-

. cekse? Bunlara ve benzeri başka aksama]ara sessizce boyun eğilecekse?.. ilerde, daha ilerde hız kesen her ei?-gele

hiç tepki gösterilmeyecekse?..

191

P:193

40 Numaralı Yol'dan Öteye

Saat on dört kırk beş. Tepede güneş, ıyıce acımasız.

Araba vapuru, bumunu karaya indiriyor. Suyla toprağın

bağlantısını kuruyor.

Bayram, arabasını Kartal'da vapura yüklerken gösterebileceği bütün hünerini göstermişti. O hangırtılı hungurtulu rampadan geçerken susturucuyu bile tık ettirme- .

di. Baktı, bütün arabalar yengeçler gibi yampiri yampiri

giriyorlar; o da aynı şeyi yapmaya çalıştı. Tekerleklerin

esnemesini duya duya, bir takıntıya uğratmadan onları ...

Şimdi de, karaya çıkarken aynı hüneri gösterme çabasında.

Arabanın kıçını kıvırtmazsan, usulca sağlayıp sollamazsan �ınk eder takılırsın. Altını da yırttırıverirsin. Belli

olmaz. Gelip gelip, karaya zorla yarnamveren bir vapurdan korkulur. Deniz ise, keyfine kahya mısın, sallanır durur bir yandan. Şu öküz kamyonların, vapur burnunu çatırda:ması öte yandan. Kartal'da yüklenirken, bu boyunduruksuz öküzlerin o eğreti köprüyü, denizle kara arasına vurulmuş bu güven vermez yamayı göçürteceklerini

bile sandık; düşünsene Balkız!

İki saat önce Kartal'da sıra olmuş bütün motorlu

araçlar Bayram'

.

� korna çalıyor, iskele memurları düdük

öttürüyorlar, onu çabuk olmaya, daha çabuk olmaya itiyorlardı ama, boşuna. Bayram, önündeki kamyon iyice girip yerine yerleşmeden, kendinden önce bir otonun da

sağ salim geçip girdiğini gözleriyle görmedikçe, davranmayacak. Ondan sonra da sakıntılı olmalı haa. .. Ağır ağır,

192

P:194

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Bayram. Ağır ağır, oğlum ... Acele etme. Yavaş. Kıvamına

gelince fırlarsın. Savurtup geçersin. Bırak çalsınlar kornalarını. Bırak öttürsünle.r düdüklerini. Aldırma. De ki

arızalandınız. Kim ne. diyebilir o zaman sana?

Bir Anadol, solda kalan daracık şeritten sıyrılıp geçmişti. Onu, hışımla iki araç daha izlemişti. Bayram, yine

de istifini bozmadı. İşte böyle, her yanından sel gibi ter

boşanarak, memurların düdüklerini, araçların aceleci, öfkeli kornalarını göğüsleyerek, ama arabasının altını tık

ettirmeden girmişti vapura. Ayfer'e yaklaşmasında, kendi adına sağladığı o zamanki başarısının da mı payı vardı

acaba? Kendinden hoşnutluğunu . biraz daha mı körüklemişti, böyle bir ilk deneyde, bu tür bir ilk sınavda Mercedes'i için sağladığı başarı? Başarısızlıkla sonuçlanan Ayfer deneyi ise, onu yeniden sindirmiş, ufalamış, ürkekleştirmişti. Şimdi, Yalova'ya çıkarken, girişte olduğu denli

hünerli değil Bayram. Arabasını, bu körolası vapurdan

karaya hiç çıkaramayacağını sanıyor. Orasında bir kopuk,

şurasında bir çizik, burasında bir eksik ... Fakat, itilip kakılma, gürültü patırtı, artık onun bütün bunları tek tek

düşünmesine, acısını tek tek duymasına olanak vermiyor.

Şimdi her şey hep aynı ağırlıkta. Ama, kurşun ağırlığında. Her şey Bayram'da, yüreğe çöküp oturmuş bir tortu

sıkıntısı. Eriyerek içine üst üste akıtılmış bir külçe kurşun. Bayram, çok ve kötü yemiş, seçmeden tıkmınıştı

sanki ...

Ardında, yanında yöresindeki insanlarla araçlar. artık Kartal binişindeki o pek az hoşgörüyü de esirgiyorlar Bayram'dan. Herkes, her şey Bayram'ı tüketmeye hazır; hep bunun için yarış ediliyor sanısında o şimdi. Balkız'a karşı duyduğu utanma, suçluluk karışımı bir tedirginlik de ayrı yük. Bayram, onunla yeniden baş başa kal13 193

P:195

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

maya, onun dostluğunu, güvenini yeniden kazanmaya can

atıyor. Bunun için sabırsızlanıyor.

Yalova iskelesi'nden gelen haykırıı�malar, korna sesleri ... 'Vapurdan yayılan korna sesleri, bağrışmalar ... Kim

kime öttürüyor, kim nereye sesleniyor, kim kime el sallıyor? Termal! Hadi Termal! Çınarcık iki! Bursa, Bursa!..

Karamürsel kalkıyor! Hemen gidiyor Gökçedere!.. Taze

mısır! Çörek, börek! Limon, vişne, kayısı, ayran! Çfn, çin,

çin!.. Çan, çan, çan! Bütün bunlara üşüşenler, bütün bunlara yan çizenler ... Gelenlerin gidenlere dolandığı, gidenlerin gelenlerden ayırt edilemez oluverdiği bir kocaman

düğüm. Kızarıp esmerleşmiş, esmerleşip yeniden kızarmış bütün o kollar ve hacakların ortalığa salıverdiği nem

almış tuz kokusu. Bir buhurdanlıktan yükselerek dağılan

bir nargileden fokurdayarak ortalığa yayılan o kekre, se.:.

def kiri, tutkalsı tütsü. Yaz denizinin kıyı tütsüsü.

Bayram, insanların bir deniz kıyısı için bunca zora

katlanmalarının birbirlerini bunca itip kakmalarının nedenini Kumburgaz'ı geçerken de anlayamamıştı. Memlekete gireli yedi saati geçti belki, ama o, kendini hala ve

sık sık Münih caddelerinin yabancısı, BMW .girişinde, fiş

deldirme makinesi önündeki auslander olarak duyuyor.

Deniz kıyılarında, Istanbul caddelerinde olup biten her

şeyin sürekli dışında kaldı Bayram. Daha çok da, deniz

kıyılarının yazı dışında ... Yaz, Ballıhisar'a hep, insanlan

birbirinden uzak kireçli tarlalara fırlatarak, dingin bir se.:

re serpelikte gelirdi. Koyun ' sürüsü iç içiçeliğinde olmalar; bu ancak kışlara özgü.

Yol gibi, bir başka sinek kağıdı da bu i§te Balkız. Bu,

deniz dedikleri. Gördün, tanıdın. Altı cıvık. Dört bir ya-·

nı da vıcık vıcık. Bir atsak kendimizi dağlarımıza, yaylalarımıza! .. Şöyle, uzamverdin mi toprağa sırt üstü, bilir194

P:196

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

.sin ki altın sağlam. İster ayıpla, ister ayıplama. Bak sana

açık gönülle bir söz: Ben, bu bizim köyde, onca yer dolandım, oncak boklara hatıp çıktım da, şu son bir aydır hasretlendiğim gibi hiç hasretlenmedim. Ona göre ... Takıl

bakalım artık şu namussuz 280 SL'nin ardına. Kendini

de kolla ha ... Haklısın inatlaşmakta. Nene gerek senin

altı cıvık şey desene ! Ne ettim de sürüp gelmedim seni

karadan? Dinlenirsin sandım. Serinlenirsin, dedim. Yürü,

Balkız. Hemurdanma şimci, gözünü seveyim. Sıyırt geç.

Önümüz toprak, bak. Az kaldı. Atlayalım, geçelim ...

Arabanın bir yerinde bir kanca, sanki vapurla iskele

arasına takılıp kalmıştır. Bayram, durmaksızın motoru

zorluyor. Egzozu tüttürüyor. Araba, olduğu yerde sarsılıyor, vınlıyor. Sonra, kıç üstü oturuyor. Susturucudan bir

çatlama sesi geliyor. Bayram'ın da içinde, sağlam kalmış

tellerden biri daha kopuyor. Sanki bir udun telleri, her

·mızrap vuruşta tmlayıp kopmakta, tmlayıp kopmaktadır.

Güzel olabilecek bir şarkı, kopa kopa eksiimiş tellerde,

kendi müziğinden gittikçe eksiiterek gittikçe tatsıziaşan

bir ezgiye dönüşmektedir. Bayram, bu yayvan ezgiye kulaklarını tıkamak için Mercedes'in kornasına sığınıyor.

Arabayı takıldığı yerden kurtarıp iskeleye sürerken, susturucunun çıkardığı patpatlamaları bastırma çabasıyla

dayanıyor kornaya: Traray traray traraayyy ... Bir şarkı,

bir türkü, bir sevinç, bir utku çığlığı d,eğil artık bu traray

traraylar. Acı bir haykırış. Canı kötü yanan bir adamın

hay kırışları. ..

İskelede toplaşmış herkes, dolmuş · ve kamyon sürücüleri dışında hemen herkes:

«- Sustur şunu be adam!>> diye homurdanıyor. «Amma kafa şişirdi be!..»

195

P:197

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Şımarık bir korna sesi için bu homurdanmalara sessizce eklenen ise: «Gökgörmedik. İzansız ... »

Bayram, Mercedes'in yağ gibi akıcılığına, sarsıntısız,

sessiz gidişine büyük ölçüde gölge düşüren küçük patpatlamalar arasında, bir köşeye sığınıyor. Duruyor. Yere a�­

layıp, artık onca dağdağa ve barbarlığa kör ve sağır; ellerini beline koyarak üç adım uzaktan, derin bir iç çekişle; ırzına geçilmiş karısına dosdoğru bakamayan kocalar

gibi, gözlerini bütün o eksikliklerden kaçıra kaçıra bakıyor arabaya.

Yedi saatin içinde şu başına gelenler!..

Ve birden, önünde duran Mercedes'i kendine yabancılayıveriyor.

Saflığının, el değmemişliğinin büyüsü bozulmuş, artık kendisinin olmaktan çıkmış bir yavuklu, bir eş, bir sevda şimdi bu Mercedes onun için. Onunla yeniden yan yana olması; bu balrengi gövdede yabancı diş izlerini, başkalarının bıraktığı morlukları, başkaları tarafından açılmış yarıkları, yırtıkları bile bile ona beslediği ilk gölgesiz sevgiyi duyması olanaksız artık. Geçenleri unutmak.

Olanları olmamış saymak. Buna çabalamak. Çabalıyor

Bayram da. Vazgeçmeyi düşünemeyeceği, başka seçeneği

olmadığı için çabalıyor. Balkız'la iki aydır kurmayı başardığı birl'ikteliği, hele son üç gündür hemen hemen hep

baş başa kaldığı, hemen hemen bir gerdek yalnızlığında

sevip okşayarak pekiştirdiği bir birlikteliği, Edirne-Yalova arasında kire batmış, zedelenmiş, yıpranmış bulsa da,

koruyup kurtarması gerekiyor. Bir ara, vapurdan boşalan

kalabalığın içinden Ayfer'in kırgınlıktan utanmaziaşan

sesini duyuyor:

«- Her şeyi sana vermezler, Bayram bey! Bilmiş oıı�·

196

P:198

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Bir Ayfer'e bir kapı çiziği, bir susturucu ezilmesi çok

değil mi Allahım? Bir orospuyu Balkız'ıma oturtmanın

cezasını fazlasıyla ödettin bana. Orasını doğru dürüst tutamadım bile ...

Alanın değnekçisi, Bayram'a arabayı durdurduğu yer­

'den çekmesini söylüyor: Burası kamyonların yeri.

Ne memleket bu memleket yahu! Kimsenin Mercedes

falan taktığı yok. Ama, kamyon dedin mi, baş üstüne taşınıyor. Hele askeriyeninkiler! Hele onlar! Kıbrıs'a çıkanlar bunlar mı bakalım? Kıbrıs'a uçaklarımız çıktı, gemilerimiz çıktı... Gene de, kamyonlada bunlara hayat hakkı

çok. Yollar onların. Vapurlar onların. Park yerleri onların. Niye bunca dalkavukluk, böyle el üstünde tutma bu

mazot ossurukluları be? Her yanı kokutuyorlar. Gürültüleri de caba. Yok Numan, sen istediğin kadar, Türkiye

adam olacak, de. Bizde bu kadir bilmezlikle bu köylü tıynetsizliği var mı, yok mu? Daha çok ossuruk kokusu çekeriz. Köylüler i§çiliğe ağmışlarmış da, işçilerinse ufku

geniş olurmuş da, gözü açılırmış da... Doğrudur, geniş

olur. Doğrudur, gözü açılır. Bak, ben nasıl açılıp genişledim. Lakin, sen gel de bu açılıp genişlemeyi Yalova İskelesi'ne sığdır bakalım. Bir, götü boklu düdükçü gelir; sıkış, Opel girecek ... Bir, çingene suratlı değnekçi dikilir;

çekil, ora kamyonların yeri. Vapura kuyruk olmaya kalkarsın; dur hemşerim, önce askeri ye ... Askeriye hep önde

olacaktıysa, benim cip şoförlüğümün suyu mu çıktıydı be?

Diyarbakır'da ben, bundan iyi el üstünde tutuluyordum.

Üstlerimi sayma. Onların öyle etmeleri vatanın emri. Bu

bir yana, geçtiğim yollarda, caddelerde herkesler kıyıya

çekilirlerdi. İstesem, o günler bütün ahaliyi selama durdururduiri kar§ımda. Şimdi, şuna bak. Sen bütün paranı bir

Mercedes'e yatırmışın. Kalkıp getirmişin şerefinle de, ona

197

P:199

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

yer yok. Kimse de sana, <<Aferin adama>> demiyor. İyiydi!

Böyle olacağını bilseydim, dört yüz marka o tosba Volkswagen'lerin eskisinden alırdım da, dara girmezdim. Volkswagen bile çok sizin o çük gibi yollarınıza, götiçi kadar

alanlarınıza, park yerlerinize, Ayfer gibi orospularımza . . .

Karıya bak. Dolmuş kapısı açar gibi, cart diye açıvermesin mi kapıyı? Hay görgüsüz kaltak haay! Her şeyi bana

verivermezlermiş! Vermezler ha? Alamanya'nın iş vermesi ne peki? Bak, bütün o elbisecilikte, plastikte, çiklette, .

pastada, pilde çalışanları defettiler de, beni defetmediler

işte. Bana; gene buyur gel. BMW sana açık, dediler. BMW'

de bile herkesi alakoydular mı sanıyorsun, kafasız? Sevdiklerini alakoyarlar. Sevmediklerini niye alakoysun

adamlar? Hıdır'ı defettiler pekala. İyi oldu. İkide bir ortalığı körüklüyordu. Bizi de işimizden edecekti uğursuz.

Adamlar, · sonunda, bu Türkler isyanka�dır, deyip damgayı basacaklar da iyi bok yiycez. Bunları bilmez Ayfer kaltağı, «Her şeyi sana vermezler>>miş !.. Sana mı kaldık? Kezhan'ın balıkçıdan artanı bile senden yenidir be ...

Arabanın altına yatmış, susturucuyu biraz onarmıştı.

Yine de Mercedes, o eski, sessiz süzülüşüne kavuşabilmiş

değil. Hem bu, hem değnekçinin uyarısı nedeniyle Bayram, artık başını denizden yana hiç çevirmeden, her şeye ve herkese küs ayrıldı Yalova İskelesi'nden. Susturucudan yükselen küçük patpatlamalar zihninde belli bir

düşünceyi, belli bir anıyı zincirlemesine engel oluyor. Yolun solunda deniz, kısa bir süre daha görünüyor. Sağdaki

kamyonlar garajı, karoyanlara yüklenip indirilen her sandık, her denk Bayram'ın içindeki öfkeyi çağaltarak şimdi

onu, kamyonlada ilgili yeni bir kavgaya sokuyor: Bunlar, bu yolda da rahat vermeyecekler bana.

Bursa'ya uzanan 40 Numaralı Devlet Yolu'na böyle

198

P:200

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bir kamyon düşmanlığı ile girdi. Aynı yol, az sonra İzmit'e ayrılan ve aynı sayıyı taşıyan yolla birleşince, yolun kamyon yükü daha da arttı. Bayram, yeni savaşının

tam içinde şimdi. Yavaşla. Geç. Hızlan. Karşıya dikkat.

Sağla. Şimdi solla.

Hafif eğimli bir dönemeci atlar atlamaz hız alıyor.

Önündeki asfalt, dümdüz uzanıp gidiyor. Ama bu rahatlama uzun sürmüyor. Yeni dönemeçler, yeni iniş ve çıkışlar Bayram'ı her an tetikte durmaya zorluyor. Sabah güneşi nasıl Edirne-Istanbul arasında gözünü oyup durduysa, öğle üstü güneşi de ardı arası kesilmeyen keskin kıvılcımlada gözlerine dalıp dalıp çıkıyor. Böyle dengesiz, böyle oynak bir aydınlık.

Sıcağa, güneşe dayanıklı küçük, yeşil tepeler. Sebze

ve meyve bahçeleriyle donanmış gölgeli vadiler. Vadilerin

küçük, güzel göçmen evleri. Bayram'ın arabasını Bursa'ya

doğru sürdüğü yol dar. Yüreği yoldan da dardı. Ama, çevrenin görünümü umulmaz biçimde onu iyimser kılmaya

yardımcı oluyor. Öyle ki, Bayram, kısa bir süre sonra, daha önceki bütün bir yol serüvenini; aşılan yolun bunaltıcı, hiçleyici gaddarlığını; kendisini de, arabasını da her

an dişlileri arasına alıp öğütmeye hazır barbarlığını ve

araba vapuru başarısızlıklarını nerdeyse güzel birer anı

olarak saklamaya hazır buluyor kendini.

Sen boş ver Balkız. Biz bu kavgayı kazanmış sayılırız.

Eksiklerimizi, yaralarımızı sarmak kolay değil elbet. Lakin, kim menzile yarasız, beresiz ulaşmış, de bana? İşte

gözümün altındaki yanık. Evet. Geçti geçmesine, ama izi

kaldı. Bir de seğirmese ... Duyurmasa kendini. .. Taa o günün mirası bu. Rıfat Usta'nın orda, kaynağı şaşırıp gaz

tüpünü patlattığım gün var ya? Hep o günün zayıflamış

siniri bu. Hadi bunu geçelim. Bak bakalım şu yüze. Otu199

P:201

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

zundayım, desem kimseler inanmaz. Nerde kaldı nüfus cüzdanıma inanacaklar. Kör topal, Ballıhisar'da bir ilkokulu

bitirip de kendimi Sivrihisar'ın benzin pompası başına attığımdan bu yana kaç yıl yaşadığımı ben bile unuttum.

Şu elierirnde tırnak var mı, bir bak ... Senden iyi kim bilir? Sıçan kemirmiş gibi, yaa. .. Sol elimin eksilen sırça

parmağı da üstüne üstlük. Biz bunu, Alamanyacılığımızın

ilk yılında, hani o parça yapımında kaptırdık Ee, tüfeği

ters teptiren acemi erdik o zamanlar. Solmaz karısının

lafı da büsbütün yalan değil haa ... Erkekliğimizi bi yana

koyduk nerdeyse. İşte o yüzden zahir, bir fırlak meme

gördük mü, bastığımız yeri tanıyamaz oluyoruz. Hani diyeceğim Balkız, adam kavgaya atıldı mı bir yol, kendine

de, yanına yöresine de hiç ziyan vermesin, olmazmış. Benim kavgam, seni kazanınaktı diyelim. Ee, yanmadan yıkılmadan hangi fukara erişmiş böyle bir menzile ki, ben

erişeyim? Onun için, say ki, bu kadarcık yara bere de bizim gaziliğimiz. Biz Ballıhisar'ın ilk hususi taksili fukarası

oluyoruz Balkız. Bu yolda şehit düşmedik ya, ona şükür.

Köyde bir gazi nasıl karşılanır, nasıl bağra basılır, nasıl

sarılıp sarmalanır, sen bilir misin? Rüstem Dede söylerdi.

Yunan gavuru ta köyün burnunun dibine gelmiş de, Sivrihisar'ın oralardan güm güm sesleri duyulurmuş.

Yeniden Rüstem Dedeyi anımsamak, o an, içinde yepyeni bir kuşkunun canlanıvermesini önleyemiyor. Bir zamanlar her yanda «Amerika defol! Amerika defol!>> diye

bağrışanlar, «ondan bize dost olmaz» diye bağrışanlar bu

Kıbrıs işinden sonra, <<Biz demedik mi?>> diye de bağrışmıyorlar mı acaba? Numan. Dırdırcı Numan. Kafaını bulandıran hep o.

Yeni kuşkusunun kaynağı pek de aydınlık değil. İJgilenmekten kaçındığı her şeyle sonuna dek ilgilenmemeye

200

P:202

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bırakılıp bırakılmayacağından da emin değil şimdi. Ya bu

bozuşmalar, ya bu dedim, demedimler; bu, bir türlü kurulamayan, kurulup kurulup bozulan hükümetler içinde

kaynar gidersek? Ya Balkız'ımı alıverirlerse elimden? Ya,

artık gidemezsin, deyiverirlerse? Ya, Almanya, artık istemez, gelme, derse?

Küçük, dağınık; bir yağmur serpintisi gibi üst üste

dü§en kararsız sorular ... Bir yanda diri incir ağaçları, dallarını eğmiş şeftaliler. Bir yanda kav, kereste, konserve

fabrikaları. Yukarı doğru tırmanan bir köy yolu ise, böğürtlenlere bulanmış, uzakta bir yerlerde yitip gidiyor.

Ardarda iki Murat, Bayram'ı hızla sallayıp geçiyor. Yolun sağında, çeşme başında o uzun araçlard�n biri daha.

Dinleniyor. Üstüne yüklediği iki sıra Renault ile. OYAK.

Herkesin ağzında bir OYAK'tır gidiyor. Yok, OYAK'ta

çalışsaymışız, yok TOFAŞ'a kapılansaymıc::ız bundan iyiy-

' ·

miş. Neresi iyi be? Günde üç-beş araba çıkacak da; bunlar taksitle maksitle satılacak da; aradan ithalat parçaları,

orduya yardım hissesi, burdan da birbirleriyle yardımlaşanların hissesi ayrılacak da dibinde kalan bulaşıktan bize de pay düşecek. Hadi ordan!

Yol, uyumlu, küçük dönemeçlerle rahat rahat tırmanıyor. Bir Anadol, Bayram'a korna öttürüyor. Bayram

hızlanıyor. Fakat uzun sürmüyor bu hızlanması. Bir toprak kayması yolu fare yeniği gibi koparıp almış. Yolun

sağı da, solu da sel artıklarıyla dolu. O, Tekirdağı'ndaki

yaramaz bulut mu bunu yapan? Eğer oysa, afacanlığına

diyecek yokmuş haa! .. Biz o hızla dalsaydık buraya, çoktan yuvarlanmıştık Balkız. Anadol da bizi kışkırttı. Geçecek sanki. Bak ulan, yine öttürüyor arkadan. Yolu görmüyor musun pezevenk! Bir yanı kaymış, bir yanı batak.

Zorlama bizi. Bekle. Çatlama. Bekle dedik, ulan! Uyy ...

201

P:203

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Gördün mü? Allah belanı versin e mi? Sıçratıp geçti çamuru be !

Bayram, hemen oracıkta duruvermek istiyor. Ama,

.önünden koşup giden Anadol'u yakalamak içgüdüsüyle mi,

arkadan gelen bir tomruk kamyonu kendisini durmadan

sıkıştırdığından mı, buna bir türlü olanak bulamıyor. Anadel, bir yol ayrımında Orhangazi'ye doğru sapıp gözden

yitiyor.

Karşıda dağlar, sıcağın pusu altında, dumanlı. Yol, bir

yeşilin göbeğine doğru koşuyor. Bir kibrit fabrikasını geçer geçmez Bayram, sağda yeniden denizi gördüğünü sanıyor. Bir dönemeçte yanıldığını anlıyor. Deniz meniz yok.

Hayal görüyoruz Balkız. Gözümüzü korkutmuş bu deniz meselesi bizim. Bak işte zeytinler. Bak işte kavaklada

selviler. Bak işte, bu da turşucumuz. Ah be, bizim köyün

turşusu. Koskoca küpler olur bilir misin? Eski zaman küpleriymiş. Öyle derlerdi. Artık İbraniler'den mi, Asurlar•·

dan mı, bilemem. Eskiler böyle derlerdi. Yeniler bunlara

Roma küpleri diyorlarmış. O İtalyan'ı bilmedin sen. Hatta,

direksiyon mili takardı. Şimdi şu bizim susturucu nasıi

patpatlıyorsa, o İtalyan arkadaş da öyle patpatlar dururdu işte. Çenesi kısılmazdı hiç. Kaç kez yevmiyesi_ kesildi

bu yüzden. Yine de ııh. Ağzını diksen kıçından konuşur.

Yani diyeceğim, sözde o İtalyan'ın R,oma'sının küpleriymiş o bizim tahıl, turşu küpleri. Biz, dört las�ik tekerin

üstünde seni bile sağlam getirernedik bu yollardan. Nasıl olmuş ki o küpler gelecek kırılıp yarılmadan? Bizim

köylü de nerden bulur çıkarırdı o küpleri, hiç aklım ermez. Kış sona ermeden küpler boş. ,Küpler boşaldı mı,

hadi bakalım bizler içine. Sıcacık olurdu. Hala da sirke

kokardı küplerin içi. Buğday kokardı. Tok gibi olur insan ... Anasını beliediğimin Ana d ol' u! N asıl pisledi her ya202

P:204

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

nımızı eş oğlu eşşek! Duracağım, merak etme. Hemen siler, paklarım seni ben.

Yolun solunda bir su akıyor. Karsak Suyu. Güzel, köpürerek akan bir su. Az sonra hemen yolun sağına geçiyor. Basamaklardan atlaya zıplaya, taşa kabara akıyor.

Bayram, özlemle bakıyor suya. Ona ulaşabileceği bir fırsat kolluyor. Ama daha göz açıp kapayıncaya dek suyun

yoldan iyice uzak dü§tüğünü anlıyor.

Bu suyun başında durabilmeliydik ki. .. Seni de, beni

de güzelcene bir aklayıp paklamalıydık. Şu çınariarın gölgesinde bir de kmm kestirmeliydik. Kendin pişir, kendin

ye. Ah be, ah be ! Şimci Bayram'a bu yakışmaz da ne yakışır? Ee, onun da zamanı var. Ona da sıra gelecek. Sık

dişini Bayram. Çoğu gitti, azı kaldı. Sık dişini oğlum. Ballıhisar'a vakitlice varalım da hele bir, daha n,e su başları

buluruz. Gerçi bizim oralarda kavaklık, meşeli k, çınarlık

hakgetire. Beyaz bir toprak. Ortasından da, şöyle parmağım kadarcık bir su akardı ya, diyorlar, sözümona

kanala alınmı§. Suyu toplamışlar. Toplasalar da bakma.

Biz bir gün, en iyisi, eşi dostu alır, Günyüzü'ne gideriz.

Bak, orda gör sen kuzu çevirmeyi. Yapacağım ulan! Bir

kuzu çevirtmezsem, bana da Bayram demesinlerı

hle, camın üstündeki çamur lekeleri. Bu lekeler o düşlerin Bayram'ına denk gelmiyor. Bayram, ardındaki iki

taş kamyonuna yol verip, arabasını yolun kıyısındaki bir

düzlüğe çekiyor. Duruyor orda ve birden denizi görüyor.

Az önce de düş görmemiş olduğunu anlıyor. Gemlik Körfezi, hemen ayaklarının altında. Tuğla fırınlarını, konserve fabrikalarını, yazlık blok konutları, Deniz Kuvvetleri

dinlenme yerlerini, tersanesini ve daha bir iki öteberisini

kendine çerçeve etmiş. Çok eski bir yağlı boyanın vernikli

dişhudakla çerçevelenmesi. 'Kimyevi gübre kokusunun

203

P:205

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\" /

kaplıca kokusuna kanşması. Bir zeytinliğin zakta bir

zırhlıyla tokalaşması. Bir boru fabrikasının bi reçel fabrikasına dil çıkarması. Bir tepenin bir ovayla avgaya tutuşması. Bir kavaklığın, üstüne yama vurulan asfalta üzülerek bakması. Yine de uzağında kalması. Bir martının bir

yakıt tankeri üstünde kanat çırpması. Ve güneşin, bütün

bunları kuşatıp aynı kaba tıkması. Parlak kapağı altında

türlüsünü pişirmesi.

Bayram, camları, camlardan sonra da terini silip doğruluyor. Gözü yine, sağ ön kapıdaki çiziğe takılıyor. Sanki, araba vapurunda dökülen boyayı geri getiriverecekmiş

gibi, bezi yeniden yeniden sürtüyor çiziğin üstünde. Derken eli, bir noktada duruveriyor. Bir Skoda, arkası tepeleme francala dolu, Kurşunlu yönüne doğru seğirtip gitmektedir. Skoda'nın, francalalarını hoplata hoplata alıp

götürmesiyle Bayram'ın da aklı bir an için, Sivrihisar'daki ilk günlerini dolanıp geliyor.

Şimdi on üç kilometre olan Ballıhisar-Sivrihisar yolunu, bir kağnının samanları arasına gizlenerek bütün bir

günde aldığı yolun sonu. Yaş on beş. Cebinde otuz iki lira. Birazı koyun gütmeden. Birazı, Düldüller'e hizmetkarlıktan. Birazı, Remzi. abisini ütmekten. Herhalde yine de

bir Remzi abisi söz etmez ardından. Başta amcası, evde

geri kalanların hepsi, ardından köylü, <<namkör çıktı» diyorlardır. �Şu çulsuz hallerinde ona babalık eden amucasını da, ona analık eden yengesini de yüz üstü bırakıp gitti deloğlan». Bayram'ın «Deloğlan»lığı o gün kesinlikle

onaylanmiş olmalı.

Köyden ilk çıkışı bu. Kaçışı yani. Düldüller'in oğlu

Sivrihisar'da ev almış ya? Yol kavşağında kurulan ilk

204

P:206

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

zin pompasını da kiralamış ya? Bayram, Dülğiuna baş vurmayacak da kime baş vuracak?

Sama arın arasından atlıyor, iniyor ki pompanın önüne, Düldül r'in oğlu yok. Eskişehir'e gitmiş. O akşama

dek hep hısı akraba sofralarında (işte artık sofra denirse) , çıkınına sarılıveren öteberiyle doyunmw� Bayram.

Çarşı, pazar, okanta denen şeyi bilmiyor. Ekmeğin satıldığını da hi görmemiş.

Akşamın a casında, Sivrihisar'ın sokaklarına gırıp

çıkıyor. Kaldırı taşlarında acemi ayak sesleri. Kapılar

örtük. Evlerin k ranlık pencerelerinden kadınlar, acemi

ayak seslerini tan maya çalışıyorlar. Çarşı olması gereken

yerde, camından aışarı sızan incecik bir ışık yüzünden

Bayram'a, koca bi kentin göbeğindeymiş duygusunu getiren bir aşevi. Buranın bir aşevi olduğunu, camın gerisinden seçilen lengerler, tuzlu suyla dolu bir peynir kavanozu ve cama dayatılmış bir sornun ekmek haber veriyor. Böyle anlıyor Bayram. Anlamak denemez yine de.

Seziyor. Bu koca Sivrihisar'da kim kime, dum duma be.

Öyle ya; ne ucu bucağı görünmez bir yer izlenimini vermişti bu köy irisi ona.

Yeniden dönüp benzin pompasının dibine çökmüştü

sonra. Gelip geçen bir kamyon, bir traktör, bir oto, onu

şaşkına çevirmişti. Sirkeci'de duyduğu, Münih garında

duyduğu, bu sabah Istanbul'u kulaçlarken tutulduğu kaybolmuşluktan öte bir kaybolmuşluk ... Cebindeki otuz iki

liranın tek lirasını bile nasıl kullanacağını bilmiyor. İki

gün daha da bilemedi. Hep· o benzin po m pası başında, pornpaya bakan oğlan yiyecek bir iki lokma daha versin diye,

beslendiği eve yapışıp kalan bir kedi örneği yapışıp kaldı oraya. İkinci günün akşamı oğlan:

205

P:207

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ''

«- Ben burdan ayrılamam. Git, ikimize ekmek

al gel çarşıdan» demişti en sonunda.

Ne yapsın o da? Git, desen gitmeyen, k nuşmazsan

konuşmayan, yatırmazsan yatmayan, doyurm san istemeyen Bayram, hep orda. Gözleri, gelen giden raçlara dikili. En çok sorduğu: <<Bu taksi mi abi?», «Bu un üstü niye

açık abi?», «Bunun adı ne abi?» «Bu boruy sokmasan sen,

yürümez mi abi?», «Bunu doldurmazsan y rümez mi şimci bu abi?», «Bunu doldurdun mu neresi e gidiyor şimci

abi? .. »

Yıllar sonra Bayram ona, Ankara' ın Maltepe'sinde

rastlamıştı. Pirelli lastikleri satan bir mağazası varmış.

Pompanın başına, ekmeği alamadan döndüğü akşamı andılar. B ir sornun ekmek için para sayma Bayram'a çok koymuştu. «Ekmeğe de para verilir mi be abi?»

Oğlan, eline bir taş alıp fırlatmıştı artık Bayram'ın

üstüne. Arsız bir köpeğe fırlatır giöi. Allahtan o akşam

dönüp geldi de Düldüller'in Kazım bey, koydu da beni

o lastik tamir işine ...

Bizim cenabet Almanlar, büsbütün rezilini çıkarmışlar ... Dirhemine servet saydırırlar ekmeğin. Mücevher gibi. Şöyle, bir kamyonet ekmeğin sereserpe ortalıkta dolaştmldığını nerde gördün sen Münih'te?

Yüzüne bakan, dirhem dirhem satılan bütün ekmeklerin öcünü şimdi alacağını sanır. Elindeki bezi çırpıştırarak ekmek kamyonetinin ardından bakıp durması, yüreğine birikip kalmış nice tortunun mayalandığı, mayalanı-p

bir ekmek hamuru gibi kabardığı, tekneden taşmaya hazır

olduğu izlenimini vermekte. Yeniden direksiyon başına

geçip el frenini indirirken salt şöyle mırıldanıyor ama:

«- Bu bizim memleket bollukta bokluk be !>>

206

P:208

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Kon ğı açıyor, gaza basıyor, vites değiştiriyor. Ba'§­

lıyor tırm nmaya.

Gemli Körfezi şimdi, açılmış bir nilüfer gibi seriliyor

önüne. Bir on anda, bütün yanlış çerçevesinden kopmuş

olarak, bir ·· çük süre için salt kendisi olarak yoldan geçenlere el sa ıyor. Derken, çerçevesine dönüp örtünüyor.

Gözden yitiyo .

Bir trafik areti, ilerde onarım olduğunu haber veriyor. Ne denli is ese Bayram, hızını altmıştan yukarı çıkaramıyor. Bursa önüne akan taşıtlarda bir seyrelıpe olsa

da, Bursa yönün n doğru büyük bir uğultu Bayram'ın üstüne üstüne geliy r. Onarım çalışmaları nedeniyle yavaşlatılıp sonra salıv rilmiş araçlar, ipini koparmış at sürüsü gibi iç içe fırlay geliyor.

Başlarına sarı pler geçirmiş beş on adamı yolun üstünde görünce iyice yavaşlıyor Bayram. Vites değiştiriyor. Asfaltçılar, yola taze asfalt seriyorlar. Biri, elindeki

bayraklı sopayı gelen sürücülere sallıyor. Önce yavaşlatıyor onları; sonra asfal serme makinesini kollayıp yol veriyor araçlara. Bayram, tekerleklerdeki fışırtının bir sakız çiğnenmesi cakcakliğına dönüştüğünü duyuyor. Şimdi

iyice olduk işte. Battı beyaz lastiklerimiz. Elin zifti. Gel

de çıkar. Belki kapılara bile sıçramıştır. Artık benden paso. Artık üstüne sıçsalar kılımı kıpırdatmayacağım. Bu ne

be? Biz memlekete araba ovmaya mı geldik? Neyine gerek bu yolların Mercedes, desene ...

Yolun ucundaki bir başka bayraklı çabuk çabuk salladı bayrağını. Geç, geç. Oyalanmal

Oyalanan ben miyim? Baksana önümdekine. Geç, geç.

Öyle ya. Ziftin pekini dökeceksiniz. Ulan, şurayı onaracaksınız madem, niye bize ayrı bir yol verip de öyle onarmazsınız? Biz tam, ayağımızı toprağa bastık derken, me207

P:209

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ğer asfalt denizine çıkmışız. İyi, iyi. Yürü

kamyonu musun, nesin? Götüne bir «Aşk S

Gidenin» yazısı taktın .diye, bu yollarda yayı

ni. Tüttürme, yürü! Öff ... Geç geçebilirsen.

Renault . taşıyıcılar da göz açtırmıyorlar ad a be! Vızır

vızır. Nereye taşıyorlar bunca Murat'ı, bun a Renault'yu?

Kim alıyor? Nasıl alıyor? Aman canım, salar ne olur?

Eni sonu yerli montaj bunların. Onlar ka , benim Balkız

kaça, bir düşün. Biz bu işi, üç beş yıl ö ce becerecektİk

ki, iyice tadı çıksın. Gerçi Ballıhisar'da msenin bir Anadol'u bile yoktur daha. Yoktur ama, gör göre gözleri alışmıştır. Biz bu işi beş yıl önce kıvırabi seydik ... Traak!

Bu sesle olduğu yerde sıçradı. Ö den giden tomruk

kamyonu, asfalta bu1aştırdığı lastik! inden bir taşı fırlatmış, Mercedes'in ön camını, yere t kürülen balgam biçiminde dağıtıp çatlatmıştı.

«- Uyyy, uy!>>

Artık salt bunu söyleyebiliyor ayram. İçinden, dışından hep bunu yineliyor.

Susturucunun patpatlamaları bile alışmıştı. Gözü

görmeyince kapıdaki çiziği, düşen stop lambası camını, arka tampondaki küçük göçüğü unutur gibi oluyordu. En

zor alıştığı, hayır, hiç alışamadığı ise arabanın önündeki

Mercedes yıldızının yokluğu idi. Orası hep gözünün önünde. Ama yine de uzak, yine de, başkalarının dikkatine

ille sunulmazsa, kimsenin farkında olmayabileceği bir eksiklikti o. Buysa? Ön cam. Tam Bayram'ın burnunun dibi.

Başkalarının da ilkin gözüne çarpacak bir çatlama. Örümcek ağı. Silmekle, sıyırmakla giderilemeyecek bir örümcek ağı. Giderek, bütün bir camın yarısını kaplayacak denli genişleyebilir bu çatlak ve birden çözülüp dökülebilir.

Bir cam bugün kaça?

208

P:210

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- n puşt! Ben de senin ananı ... »

Kornas ı sonuna dek bastırarak sollayıverdi kamyonu. Mercede 'in ayakları daha yüksek olsa, onu altına alıp

çiğneyecek. stilini çıkaracak kamyonun. «Aşk Sevenin ­

Yol Gidenin!» Sıçmışım senin aşkına da, yoluna da! Şu

başıma açtığın araya bak sen. Namussuzum ben de bunu sana ödetm sem. Uyy, uy! Uy, Balkız'ım. Uy benim

Balkız'ım ... Yüz mün tamamı yanaydı, kollarım dibinden

kopaydı, silindir! altında kalıp ezim. ezim ezileydim, katranlara bulanıp kaydım da seni aklıma takmıyaydım!

Remzi abimle, ku ük müçük, tarlamızı ekip biçeydim,

bunca terlemezdim. Nedir şu çektiğim? Nedir, canına yandığım, hep iğne üst \" nde, hep iğne üstünde? .. <<Aşk Sevenin, Yol Gidenin! .. » �rtık burama geldi. Artık sana ödetmezsem! Seni doğduğ na pişman etmezsem oduncu!..

Basıyor kornaya. IDur! Duracaksın. Durmadan koyvermeyeceğim yakanı! ..

Tomruk kamyonunun sürücüsü, önünü kesen, kornasını durmadan çalan Mercedes'e ayılarak baktı. Dişini karıştırıyor. Az önce yediği şeftalinin bütün lifleri gevşek

dişetlerine dolanmış kalmış. Dili hep dişetlerinde. Üç yüz,

gece seferlerinden, ek mesai. Yedi yüz, hakkım. İki yüz,

tomruğu indirmeye yardımdan. Bunu ev kirasına çık. Çık

üç yüzünü de bakkala. Çık ellisini oğlana. Çık yüz ellisini

televizyon taksidine. Alacak zamanı bulduk ... Üç yüz, sigaram ... İki yüz elektrik, tüp. Ne zaman kendi kamyonun

olur senin? Ne öttürüyorsun be? Bas, geç. Bizde kurtuluş

yok. Biz geç kaldık. Bilernedik biz. Gözünü önden açacaktın. Bir yolunu bulup kayacaktın dışarıya. Bir zamanlar,

on bin, yirmi bin; giden gidene ... Şimdi zor. Bin, bin beş

yüz, bu yıl ancak.

14 209

P:211

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

İlerde, yolun üstünde bir koyun sürüsü

kuzularını meleterek bir yakadan öteki yaka

«K uz u çevirmesinin de tadı kaçtı>> diy,

Bayram. Su başlarında. Ağaç altlarında. Ki beğenir bizi artık? Kim önümüzde elpençe divan d rur bu çatlak

camla? Göstereceğim sana kamyoncu! B a Bayram demişler ... Ben İbrahim'i bile kıyıya çeke k ... Bütün kör

talihimi yene yene ... Delik kovuklardan sıyrıla geçe ...

Traray, traraaayyy!

Dur. Eğlen. Bekle. Çek şuraya.

Tomruk kamyonu sürücüsü, önün n kesili kesilivermesinden usanmış, duruyor. Franz L ar yazısını sökmeye çalışıyor.

Ovacık Köyü ayrımında, bir ya ı Bursa, bir yanı geri kalan demek olan bir kavşakta, kisinin de artık nah

burasına gelmiş, durup bakışıyoda . Istanbul gibi, İzmir

gibi, Adana gibi, Bursa'ya yaklaşmakta da onları birbirine düşüren, sen yoksun, ben varım dedirten, bölen, parçalayan bir şey var ...

«- Mercedes'imin camını çatlattın!»

«- Çekil be !�

«- Öde !>>

«- Kaçık mısın, nesin?>>

«- Kaçık sensin! Ben senin gibi yayılınıyorum yollarda!»

«- Belli. Alamanyalarda yayılıyorsun!»

«- Alnıının teri !..»

«- Yok, bizirolü bilmem ne teri.,.»

«- Öde!»

«- Ee be ! Çekil başımdan!.. Bir· daha yolumu kesersen, alırım altıma bak!»

Bayram, neyin kavgasını ettiğini bile unutmuştur ar210

P:212

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

tık. Kavga etmesi gerek. Hepsi bu. Atlıyor kamyon sürücüsünün üs üne. Bir yumruk ondan, bir yumruk bundan.

Gözünde i morlukla, önündeki çatlakla, sağda Coca

Cola Fabrjkas�'nı, derken Renault Bakım Servisi İnşaatını, ardından da Balıklı Çayı'nı geçti Bayram. Geçer geçmez, Oto-Kauçuk-Profil. Renault Parça. Tofaş Servis. Ford

Parça. Ota§ Ser'l,{is. Oto Balans. Fiat. Oyak Servis. Chevrolet. 'Rot Makas. Ka porta. Fren. Debriyaj-Balata... Bir

zamanlar biz Bursa'yı ipek kenti bilirdik. Şimdi burası

Bursa. Eksilen yıldızın mı? Buyur. Delinen susturucun

mu? Hay hay. Çek şöyle. Camın mı kırıldı? Al bakalım

Otocam'dan yenisini. Geç şimdi kaportacıya. Çek şimdi

boyacıya. Ama önce macun. Önce macun çekilmeli. Üç

gün susturucu için bekler. Yedi gün boya macunu. Sekizinci gün boya. Civatalar gevşemiş. Motoru sökmeli. Ardından bir balans ayarı. Yirmi gün. Radyonun da bir bozukluğu varsa, sökelim. Burda bırakın. Dönüşünüze yapar, takarız biz. Sökmeden olmaz. Siz en iyisi bize bırakın gidin. Camını değiştiririz. Üç bin. Ötekiler için mi?

Toptan yedi bin. Boya için ayrı. Sıyrıklar, çizikler, göçükler, boya, macun; ayrıca üç bin. Radyo için sonra görüşürüz. Önemi yok. Yıldız? Yıldız, yetmiş be§ lira. Ucuz. Sürümü çok da ondan. Bir yıldız mı? Salt yıldız mı? Siz

bilirsin�z. Çok kötü. Durmadan yıldız çalınıyor. Günde

yüz elli yıldız satılıyor. Kalmış sanıyorduk. Yazık ki kalmamış. Yaz oğlum listeye bir parti daha Mercedes yıldızı.

Dönüşte uğrayın. Yıldız verelim size. Gömleğiniz çok şık.

Uzay Yolu, yazılısını ben geçen yıl Kapalıçarşı'dan almı§­

tım. Çabuk soldu. Sizinki müzikli. Maşallahı var. Franz

Lehar ne demek?

Bayram, Bursa girişinde onca parçacıya girip çıkıp

211

P:213

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\" j

1

da bir Mercedes yıldızı bile bulamadığım, tek 'derdini bile giderernediğini unutup, Franz Lehar'ın ne demek olduğunu düşünmeye koyulmasın mı? Düşü ü, düşündü;

hiç bir şey gelmedi aklına.

Ne bileyim ben? Yığmışlar Kaufhof'a. Dağ taş gömlek. U cuz. Renkler güzel. Yazılı da. ÖtekL belli. Mercedes

modelleri çizilmiş. Zaten önce onu aldım. Çift alırsak yüzde elli indirim. Bir yerine iki gömlek. Deliği yok, söküğü

yok. Yakalar iki milim daralmış da bu yıl, kollar iki milim genişlemiş de ... Solmaz karısı, tüylü tüylü bir manto

aldıydı. Üstüne giydi mi, kutup ayısı. Yepyeni ama. Pırıl

pırıl. Kürk bu, kürk! Çuval değil. Bunlar da ellişer fenik

işte. Hadi bakalım, bir ekmek parasından aza bir gömlek

al da göreyim seni. Franz Lehar ne demekmiş? Ebenin cebi demek! Senin burda bir Mercedes yıldızına istediğin

paraya ben orda bir buzdolabı alının be ! Hem, nerde yıldız hani? Hani, ön camım takıldı mı? Taksanız bile, onarsanız bile karşılığına Balkız'ımı bıraktıracaksıııız bana.

Vay insafsızları Vay namussuzlar! Yıldızınız da sizin olsun, camınız da! Sanki, buyur tak, desem şırıp diye hazır

olacak da ... Yirmi gün. Yirmi gün, ben buralarda Mercedes'siz dolaşacak olduktan sonra, hiç gitmezdim oralara.

Gittimse de, hiç dönüp gelmezdim. Bileydim ... Hiç dönüp

gelmezdim be ...

Bayram'ın yüzü artık acılı değil. Ağlamalı değil. Böbürlenmeli hiç değil. Ne bir şaşkınlık, ne bir ürkeklik, ne

bir suçluluk. Bayram'ın yüzü salt kin taşırıyor artık.

Deniz yeşili şapkasını kaptığı gibi başına oturttu. Koltuk yaylarını gevşetip gevşetmeyeceğine aldırmadan, bırsla attı kendini direksiyon başına. O, çıt çıkarttırmadan kapayıp açtığı kapıları gümbürtüyle örttü. Araba, olduğu

yerde sallandı.

212

P:214

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Salt bela okuyar Bayram. Her şeye, herkese durmadan bela okuyor. Ardından sıra kendine geliyor. Beter ol!

Sünepe köpek! .. Mercedes yıldızınız var mı beyim? Otonun camı kaça değişir efendim? Şulfa bir baksanız usta

bey. Kasılsaydın ya, dangalak! Ellerini şööyle beline dayayıp gümbür gümbür ötseydin ya. Takın şuna bir yıldız!

Bu memlekette herkes hırsız, huysuz, dikkatsiz! Hiç birinizde iş yok. Hadi, takın şuna bir yıldız. Çabuk olun hem.

Bekleyemem ... Böyle, tepeden konuşacaktın işte. Sinameki dürzü! Niye kaybediyorsun çalımını, kurumunu? Boyuunu hemen eğeceksen otursaydın Münih'inde. Kimden

davet aldın da koşup geliyorsun? Kal orda. Yağ gibi yollarda gez, dolaş. Tatilin bitti mi de işbaşı yap. Kıçına zift

sürülmüş at gibi ne koşup geliyorsun? Kaçıyordu sanki

TüJ\\kiye. Ballıhisar halkının köküne kıran girecekti de, seni gören olmayacaktı sanki on yıl sonra. Kezban'mış ...

Ne Kezban'ı kaçak. Lanet olası! .. Çek cezanı işte. Müstahak!..

Kentin ortasına doğru koşuyor. Hiç bir şeye aldırdığı yok. Yayalarmış, at arabalarıymış, Çekirge'den doğru

koşup gelen otolarmış, bisikletlilermiş, kırılan asfalta yerleştirilmek için yolun bir yanına yığılmış künklermiş, yeşil ışıkmış, kırmızı ışıkmış ... Hepsinin canı cehenneme!

Balkız'ın da, benim de canımız cehenneme be! Yetti artık. Burama geldi. Saati de boşu boşuna nerdeyse dört ettik. Ne diye sokarsın bumunu parçacılara, onarımcılara?

Paranı hesap etmeyeceksen, bir yanını yaparlarken öte

yanını bozmalarına aldırmayacaksan gider teslim olursun.

Ne paran bol, ne elinden iş gelmez işçilere eyvallah edecek haldesin ... Ee?.. Neymiş? Belki bir yıldız taktırabilirmiş de ... Nah takdırdın. Yıldızından da başlarım artık

haa!.. Yettin be! Titiz cenabet.

213

P:215

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Bursa'yı kuzeyinden sıyırtıp geçerken gözü, dikiz aynasında bir kez daha yüzüne takılıyor. Yanık izinin üstünde şiş bir morluk pır pır edip durmakta. Kamyon sürücüsü, yumruğu indirirken:

«- Çekil len! Sen· de yapışmayıver kuyruksokumuma!» diye bağırmıştı. «Camın öyle kıymetli madem ... »

Öyle ya? Ne işim vardı benim taa kuyruk kökünde

herifin? Tekerlekler zifte b atmış, belli. Taş sıçratır, sıçratmaz mı? Adamın elinde ne var ki, ben de üstüne üstüne gittim? Kıçımızda gözümüz olsa neyse. Ah Bayram,

ah Bayram ... Bütün suç sende. Ne diye sokuldun kamyona, o taze asfalt serilmiş yerden sonra? Nasıl yaptın bu

tedbirsizliği? De bakalım şimci. Ver hesabını bana. Niye?

Birden, alt kıyısı diş diş, kırmızı muşambayı anımsıyor Bayram. Kırmızı muşamba üstüne yaldızlı harflerle

yazılmış yazıyı: «Aşk Sevenin - Yol Gidenin». Bu yazının gösterişli pırıltısı mı hoşuna gitmişti, yazının kendisi

mi? Yazıyı okumak için önce sokulmak gerekti. Sokuldukça da, karanlık, asık suratlı kamyonu, şenlikli, umulmadık biçimde çekici kılan yaldızlı muşamba parçası Bay-:

ram'ın yürekten ilgisi dışında kalamaz. Balkız yeterince

şenlikli, yeterince çekici miydi bakalım?

İyi, peki. Herif ne yazmış kıçına diye,. yanaştın. Söktün, okudun. Öğrendin. Aşk seveninmiş ... Koyup geçsene. Geçernedin diyelim. Gerilesene. Açık dursana. Beygir

sineği gibi ne diye yapışıp kalıyorsun?

Kendini iyice suçüstü yakalayıp pıstı. Öfkesi gama

bulandı. Bu gamı dağıtmalı. Bir şeyler yapmalı. Yeni bir

karara varmalı belki. Şimdi, böylece Eskişehir üstünden

Ballıhisar'a devam mı? Yoksa, dönüp kendimizi Bursa'nın

bir kaplıcasına mı atalım bu gece? Siktir et Ballıhisar'ı.

Bütün bütün. Çıkar aklından gitsin. Yaşar anlattı. Ulu214

P:216

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

dağ'da bir Kendin Pişir - Kendin Ye lokantaları varmış.

Ağzıının suyunu akıtmıştı. Boş ver, dedim sana Ballıhisar'ı. İn edebinle Bursa'ya. Bir hafta mı olur, iki hafta

mı; artık paran ne karlarına yeterse ... Beyler gibi yaşa.

Harnarnlara gir. Yumuşa, gevşe. Soğuk sularından iç Uludağ'ın. Kendin pişir, kendin ye. Mis gibi kuzu eti. Kömür

ateşinde. Taze ekmek, bir de bira. Yat çarnların altına,

uyu. Açtır sen de akşamları bir küçük rakı. Neymiş bakalım kafayı çekmek, öğren. Bir altından delmişler seni,

bir üstünden, salıvermişler bu dünyaya. Gayret diye geldin, gayret diye gideceksin köpoğlu! Koyver ucunu. Yaşamana bak. Sonra da, dön git edebinle Almanya'na. Münih'ine. Tamam mı? Kalıyor muyuz Balkız? Çekelim mi

doğru kaplıcalara? Ne dersin? Ha ne dersin?

215 .

P:217

Daha Öteye

40 Numaralı Devlet Yolu bu tepelerden mi süzülmekte? Bu ovalarda toplanıp toplanıp bu vadilerde mi nehirleşmekte? :air uzun nehir olup Doğubeyazıt'ta, Ishakpaşa

Sarayı eteklerinde karaya dökülmekte? Yoksa bu yol, doğudan, Ishakpaşa Sarayı eteklerinden bir yeraltı suyu gibi çıkıp, başka yolları kendine kata ekieye Adapazarı, İzmit, Istanbul yöresine, Bursa Ovası'na mı akmaktadır? Yolun dellasına, o deltanın üst üste yığışmış zenginliğine

bakılırsa, Doğubeyazıt, 40 Numaralı Devlet Yolu'nun su

gözü olmalı. Yol burdan fışkırıyor; kuzeyden, hemen hemen hep kuzeyden inip çıkarak, bölünüp toplanarak geçtiği bütün ovaların, dağların, düzlüklerin neyi varsa getirip Marmara çevresine yığıyor. Böylece artık, bu yol deltasının dört bir yanı, gelişigüzel sürüklenmiş ürünlerin

yozluğu ile toplu konutlardır, otellerdir, TV, çamaşır makinesi, buzdolabı, otomontajdır. Konserve, kumaş, kablo,

kiremit, kav, kibrit. .. Bir deltada sürüklenip gelmiş neler

bulunmaz? Bir delta kendini nasıl kabartıp kendine eklemez? Boya, cila, tutkal, zımpara. Bisküvi, galeta, makarna. Sabuntozu, meyvetuzu, kolonya. Naylon torba, hazır

çorba, zil, pil, firkete, terlik, çatal, bıçak, sentetik, kozmetik, plastik, havlu, kese, bisiklet, çiklet ...

Doğubeyazıt, daha da doğurgan. Bir başka gözünden

2 Numaralı Devlet Yolu'nu Orta Anadolu'ya salıveriyor.

Bu yol da, geçtiği her yerden, kuzeyden, güneyden daha

pek çok kolu kend!ne ekleyerek, 40 Numaralı Devlet Yolu'ndan daha da büyüyüp hızlanarak gelip Bursa Ovası'nda

216

P:218

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yayılıyor. Batıdan, Lapseki yöresini de kendine ekliyor.

Her yol, her §eyini getirip Kocaeli ve Marmara havzasına

yığıyor.

Yılmaz yolcu otobüsü Bayram'ı Bursa çıkışında, 2 Numaralı yol üstünde, dengesiz bir hızda yakaladı.

Yaldızlanmış tütün rengi bir Mercedes, kah otuz kilometreye düşüyor, kah altmışa, yetmişe çıkıyor; sonra yeniden duracak denli yavaşlıyor; durup çabuk bir geri dönüş yapacak gibi oluyordu. Delta ise, henüz sürdürmekte

kendini. Henüz, yayılamadığı yörelerle sınırını kesin çizmemiş. Yol, iki gelişi, iki gidişi bulunan dört şerit üstünde uzanmakta. Eskişehir ve Ankara'ya doğru yönelişte bunaltıcı bir sıkışıklığı yok asfaltın. Birkaç yolcu otobüsü,

bir iki binek aracı, daha çok da yakıt kamyonları, üstlerine salt montaj hatlarının ürünlerini yüklemiş ağır araçlar, traktör taşıyıcıları. Şimdilik sağ şeritler, olabileceği

denli bunlarla yüklü. Ve ele geçen bu ilk hız yapma fırsatını kaçırtabilecek dengesizlikler. Salt bunu kollamak

gerek şimdi. Asıl kollanması gereken tek araç da işte şu

yaldızlı tütün rengi Mercedes. Yılmaz sürücüsünün gözü

hep önündeki Mercedes'te. Ne yapmak ister bu herif? Sinirlendi. Bunu yolculardan, yardımcısı Şevket oğlandan

bile gizlemek gerek. Sigarasını yaktı. Otobüsün pikabına

bir plak sürdü:

«Allah bile affederdi 1 Günahkar kullarını

Benim günahım yok ki 1 Aç kollarını! .. Aç kollarını!»

Yılmaz'ın sürücüsü, Hacivat Deresi'ni geçer geçmez

Mercedes'i sollamak istedi. Sallayıp geçmek. Ama Mercedes, ikinci şeride geçeceğini bildirdi. Sol lambasını yaktı. Camsız. Hızını biraz çoğalttı. Altmışa çıktı. Yılmaz'ın

217

P:219

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

sürücüsü geriledi. Hızını o da altmışa -düşürdü ve artık

kornasını örttürmeye başladı. Mercedes'in sağ şeride çekilmesini, kendisine yol vermesini istiyor. Ama Mercedes

oralı olmuyor. Hızını yetmişe çıkarınakla yetiniyor. Vay

hödük vaay!.. Vay arkadan pompaladığımın!.. Hava meydanı gibi yol be ! Burda da hız yapamazsak nerde yapacağız?

Şevket oğlan birden:

«- Duracak abi!>> deyiverdi.

Gerçekten de Mercedes hızını yeniden elliye, sonra

otuza düşürmüş, yolun sağ şeridine geçmeyi tümden unutarak stop lambalarının ikisini birden yakmıştı. Yılmaz'ın

sürücüsü, çabuk bir fren yaptı. Otobüs kökünden sarsıldı. Yolcularm başları üstündeki hırkalar, ceketler, paketler ve bir kesekağıdı elma üstlerine, yerlere döküldü. Çoğu, hemen hep bir ağızdan:

«- Am�n, aman, ayy ... » dediler. Soluklarını tuttular.

Sürücünün ardında oturan yaşlı bir bay:

«- Canımız size emanet, şoför bey ... » dedi, zorla gülümseyerek.

Sürücü, direksiyon başındayken yolculada konuşmama kuralına başkaldırıp:

«- Önce Allah'a ... » dedi. «Hem, benden yana ne korkacaksınız? Şunca yıllık şoförüm ben. Şimdi önümde bir

kağnı olsa, vallah billah bin kere iyi. Baksamza şu Mercedes'e ... »

Şevket oğlan kasılıp:

<<- Alamanyacı bu,» dedi.

Bunu duyan yakın yolcuların hemez:ı hepsi, artık ecelleri gelmiş gibi gözlerini öndeki Mercedes'e diktiler. Ne

yapacak bu? Duracak mı? Dönecek mi? Sağa mı geçecek?

Hep solda mı gidecek?

218

P:220

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

·Şevket oğlan, dibe dek bir gidip geldi. Düşen ve sarkan öteheriyi yeniden eski yerlerine tıkıştırmakta yardımcı oldu yolculara. Yolcular, sürücüyü öfkelendirmemek, şaşırtmamak, Mercedes'e karşı büsbütün kızıştırmamak için

çok uysal, çok anlayışlı duruyorlar. Sürücünün ardındaki

yaşlı bay, hemen onun gönlünü almaya çalışıyor:

«- Maşallahınız var şoför bey. Başkası olsa, çoktan iç

içe geçmiştik şimdi bununla ... »

Sürücüden, pikabm sesini biraz kısmasını rica edecekti kuru bir hanım. Vazgeçti. Susun. Susalım. Şaşırtmayalım şoför be yi. O ne biçim fren d� yoksa? Boynum

kopacak sandım.

Yılmaz'ın sürücüsü, bu kez sağ şeride geçip Mercedes'i sağlamayı denedi. Direksiyonu bükmeye kalmadı, hadi bakalım, Mercedes şimdi sağ şeritte. Şimdi de doksan

kilometre hız. Artık birden fırladı yolcu otobüsü. Kornası

sürekli çaldı. Yolcular, soluklarını tuttular iyice. Yaşlı bay

dikeldi. Elleriyle sıkıca yapıştı iki yanına. Bismillah ... Allahım sen koru. Mercedes'i geçene dek sürücü de tuttu soluğunu. Şevket oğlan da. Bir an. Mercedes'in yeniden niyet değiştirip sol şeride geçivermesi, yeniden hızını indirivermesi için bir an yeterdi de artardı bile. Ondan sonra, al başına belayı. Kamyoncu olsam, valialı da, billah da

çıkardım bu puştun üstüne ! Alırdım altıma. Bana ne olacak? Bana bir şey olmaz. Ondan sonra kendi düşünsün

artık. Susturucuyu delmiş. Bu gidişle yakında kalaycı körüğü gibi bastırılırsın arkadan. Allah bilmez, kul tanımaz

köpoğlu sen de !..

Sürücü, geçerken Bayram'ı çok az seçebildi. Parlak

bir yeşil şapka, karasarı, gergin bir yüz çabucak sıyrılıp

geçti gözlerinin önünden. Şevket oğlan, biraz daha iyi görebildi Mercedes'in sürücüsünü. Dudakları kımıldıyor, kaş219

P:221

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ları inip inip kalkıyordu. Yolcular, hepsi sağa meyillenip

geçerken de, dönüp, geçtikten sonra da bir süre baktılar

Mercedes'e ve sürücüsüne. Kuru kadın:

«- Boyun devrilsin,» deyip yumruk salladı hatta.

Yaşlı bay:

«- Ara b ası patırtı yapıyor da ondan d uymadı bizi ... '>

dedi.

Soluklarını gevşettiler. Çocukların gözü, iki büzgülü

saten yastık arasındaki, dili dışarda leoparda kaldı.

Bayram, Bursa'ya dönmekle yola devam etmek arasında yavaşlana hızlana, kendini bir dört yol ayrımında

buluverdi. Burada yol iki şeride inip kavaklar arasından

koşmaya başlıyor. 2 Numaralı ' Devlet Yolu, kırlarda oynamaya çıkmış küçük bir okul kaçağı gibi, asfaltı yer yer

dökülmüş, sık sık toz savurtarak bu kez de şeftali bahçeleri arasına dalıyor. Nerdeyse, ürünleri devşirenlerin selelerinden sepetlerinden kapıp kaçıyar şeftal\"ueri. Ceplerini doldurup seke seke bir tepeyi tırmanıyor. Gölbaşı dinlenme yerinde az eğlenip soluk alıyor. Yeniden tırmanıp

meşe ormanlarının içine dalıyor.

Ben Bursa'ya dönerdim dönmesine ya, gördün otobüs

nasıl sıkıştırdı. Nerden dönersin? Nasıl dönersin? Demeye kalmadan, kaç kilometre uzak düşüvermişiz Bursa'dan.

Hem, dönmediğimiz, Bursa'da keyfimize dalmadığımız iyi

oldu Balkız. Arncam bana nolsa babalık etti. Ona bir evlatlık borcumuz var. Çok hastaymış. Belli olmaz. Bir an

önce başına varmalıyız. Elini öpmeliyiz. Görsün bizi. Benden yana utanmasın artık. O küçük tarladaki hissemi satıp öfkelendirmiştim gerçi. <<Bölünmeyelim. Buncacık tarla da bölünürse, geri kalanı artık hiç işe yaramaz, hiç doyurmaz» demiş dikilmişti de, dinlememiştim. Ben köyde

oturmamayı aklıma koymuşum. İki dönümlük tarlanın ba220

P:222

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

na neyi olur? On sekizimi bulunca da temelden direttim.

Dargın olduk ya sonunda. Bir Remzi abi. Bir o darılınadı bana ya, içten içe kızar durur, bilirim. Gene de abiliğini esirgemedi, neme gerek. Köy Kalkındırma'daki Almanya'ya gitme işimi ardan o, Ankara'dan ben uçlayıverdik. Köye gidemedim. Temizel'den ayrılamazdım. Ayrıca ...

İbrahim'e karşı. .. Ne biliym ... Olmazdı işte ... Öyle yüz

yüze gelince ... Olmazdı canım!.. Köyde, ucundan tutulacak ne işim varsa Remzi abim tutuverdi. O zaten, bir tek

oğlan bizden kalan. Gerisi hep kız. Kocaları Eskişehir'e

göçenleri, Ankara'ya göçenleri, hadi bakalım ardlarından

hizme tçiliğe, kapıcılığa ... Remzi abim ayrılamazdı. Kocamış amcam, kocamış yengemle ne yapmıştır ki? Son kez

Ankara'ya kağıtlarımı getiriverdiğinde tanıyamayacaktım.

O da kocamış biri olup çıkmış. Tee, ben daha Polatlı'

dayken, am�am ilendiydi bana, biliyor musun? Korktumdu haa, Balkız. Bu yüzüro yanınca hani, dedim, amcaının

bedduası tuttu. Biz o bedduayı da, kör talihimizi de yendik çok şükür, Balkız. Şimdi istiyorum tabii, arncam görsün bizi. Desin, yanılmışız. Bayram, kendini kurtarmış .. .

Remzi abim nasıl çekti çevirdi acaba? .. Kamyonu geç .. .

Solla ...

Öteki soruları kurcalayıp da ne olacak? Remzi abisini de kendi kurtaramazdı ki. .. O tarladaki payını sattırmasa, o dört bin lirayı almasa eline, sanki kapağı Ankara'ya mı atabilirmiş Polatlı'dan?

Ankara'nın her bir yol ağzı, her bir köşesi benzin

pompası olmuş, demişlerdi. Kendi de görüp duruyor ya.

Minibüs sürücüsü yamaklığından benzin pompası başına

terfi etmeyi aklına koydu. Olursa öyle olur. Başka türlü,

ııh ... Biz bir taksiyi ömrümüzde hiç çekemeyiz altımıza ...

221

P:223

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Askerliğinden önceydi bu. Hissesini sattıracak, bir

benzin pompası kiralayacak. Ondan sonra, o dört bini çabucak on dört bin yapacağını, iki yıla kalmadan bir arabaya borçlanacak duruma geleceğini gözü kesiyor Bayram'

ın. Aklı yatıyor. Polatlı-Şıhali-Haymana minibüsünün sürücüsüne iyice baş ağrısı olmuştu. Adamın Afyon'lu bir

tanıdığı varmış da ... Sözü çok geçermiş her yerde. Çimentodan milyoner olmuş. 60'da, Menderes devrildiğinde daha yeni yeni palazlanmaktaymış bu. 60'dan sonra az biraz sarsılmış. Lakin, talihi iyi gitmiş işte. Şimdiki durumunda 60'larda olsaymış çoktan gidermiş okkanın altına.

Temelli hem ... Doğru kodese. Parasını saklay abiise de kendisini zor saklarmış. Ama zaten bu askerler ne yapmışlar?

Bir iki çırpındıktan sonra, bir de Anayasa çıkarttırdıktan

sonra ipin ucunu koyvermişler. Bir seçim. Hadi bakalım bu

sefer Demirel memleketin yarı başı. Sen Afyonlu'daki talihe bak yahu! Meğer yeni partinin başı bunun baş dostu değil miymiş? Tee, su müdürüyken bu, yolu Afyon'dan

geçti mi, doğru bizim Afyonlu'nun evine. Neyse, şimdiki

seçimler iyice işine yaradı bizim Afyonlu'nun. Milyoner

bugün, ne diyorum? Zamanında pısmasını, zamanmda su

yüzüne çıkmasını bilmeli insan. Helal olsun. Akıllı adam.

Menderes'e söylenir durur olmuştu. Bildiği varmış. Çok

zeki adam ...

Minibüsün sürücüsü, Afyonlu tanıdığıyla bu denli

övündüğüne sonradan çok pişman olmuştu. Bayram tutturuyor: Benim işi yaparsa o yapıverir abi. Aman abi ...

Kulun olayım. Otel parası, lokanta parası benden. Bir Afyon'a dek gidelim seninle. Sen beni bir tanıtıver bu beyağaya. Yetimin, öksüzün biriyim. Anlatıver. Bunlar sevap

işlemesini severler. Sevmezler nıi? Önüme düşsün. Bana

bir pompa kiralayalım. İster bu yol üstünde, ister Ankara

222

P:224

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ağzında bir yerlerde. Ankara ağzında olursa daha iyi tabii. Aman abi, olursa senden olur. Çalışmadığımiz günü

ödemesi de benden. Hadi abi. Canım abi. İşle bir sevap.

Ömrüm boyu kulunuz köleniz olurum. Senin de, o Afyonlu beyağanın da ... Boynumu bükük koyma. Oh abi.

Bayram'ın yüzündeki gerilmede bir yumuşama. Bütün o, yol boyu biriken kinler, öfkeler bulutunu dağıtıyor. Gözlerinin karanlığından solgun bir ışık sıyrılıp bir

an için yanaklarını, dudaklarını aydınlatıyor usulca. Sanki, minibüs sürücüsünün karşısındaki yüzü bu.

Soğan yüklü bir Ford Diesel'i geçer geçmez Shell benzin istasyonunu görüyor solda. Ama bu istasyon şimdi

Temelli'nin oralarda Pompanın başında 1965'lerin Bayram'ı dikiliyor. Yıllık kirasına cebindeki bütün o dört bin

lirayı yatırdıktan sonra Afyonlu çimento tüccarının elini

öpmeye gitmişti. Allah size de, hepimizin başındakilere de

zeval vermesin beyim. Yaşı m küçük çıkarılmış. Gerçi askere gitmekte geç kaldık. Lakin ben diyorum, hani biraz

para yapabilirsem pompadan, askerliğimde de bir dayanak olur. Amcamla iki tarlacığımızda hissem vardı da ...

Dedim bari bir işe yarasın. İşte size ant, işte size yemin.

Ben, beni elimden tutan kapıya nankör gelmem beyim.

Allah sizden razı olsun. Siz olmasanız, arka durmasanız

ben bu istasyonu kiralayamazdım. Bizim gibilerin arkasında sizin gibi babayiğitler olmadı mı, olmuyor ki beyim ... Verin elinizi öpüym ... Beni kulunuz belleyin ...

Boşuna sarılmışım ellerine ... Benim derdim ne, onun

derdi ne? Bu bizim Afyonlu Balkız, istasyonun önünü biraz süsleyeyim, oralara bir iki kavak, söğüt

' dikeyim, kına

çiçekleri ekeyim istedi. Her gelişte, her geçişte tembihler

durur. Sanki ben orda kalıcıydım d�. Sa:o.ki ağaçlar benim

223

P:225

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

olacaktı da ... Ben, bilemedin iki yıl. Sonra bir taksi altıma. .. Doğru Ankara'ya... Dolmuşçuluk ederim... Askere

giderken de kiraya veririm. Biraz biraz, birikir para. Sonra o külüstürü satar, yeni gelen Chevrolet'lerden birine

borçlanırım. Taksicilik ederim, temizinden. Benim hesahım

bu. Benzin pompası başında ilelebet durucu olsam iyi. Benim hesap iki, bilemedin üç yıllık. Hoş ben gene dikerdim

dikmesine iki kavak. Gönlünü alırdım Afyonlu'nun ya,

sen benim başıma gelenleri bir bilsen ...

Temelli'den benzin alan arabaların sayısı her gün biraz daha artıyordu. Her gün, adını bilmediği, yüzünü görmediği çeşit çeşit, renk renk otolar Bayram'ın hem araba

sevdasını körüklüyor, hem belli belirsiz bir umutsuzluğun

içine yuvarlıyor onu.

Yaa Balkız. Ben diyorum, yine de çıkarsa bu yol çıkar. Başka nerde elime bin liraya yakın

.

geçebilirdi ayda,

o zamanlar? Bir düşün. Yemiyor, içmiyor, bir yana kımıldamıyor; orda paramı birikÜriyorum. Dört binin iki

bin beş yüzünü hemen iki ayın içinde )'an yana koyduk

biz. Arncam da, Remzi abimi yollaınıştı bir gün. Artık

o mu yolladı, Remzi abim kendiliğinden mi geldi, bilemem. Sözde amcam: «Bize olanlar oldu. Tarlanın yarısına yabancıyı soktuk. Düldüller'e ekledik geçtik o bi kısım yeri de. Bize olan oldu ya, git bak bu deli kendini kurtarmış mı bari?>> diyesiymiş. Bal getirmiş Remzi abim.

Bizim oranın balı meşhurdur haa. Bulgur da, bir torba.

Bir hoş oldum. Bal petekliydi. Artık peteğinden mi, şurama tıkandı. Remzi abim de, baktı gördü ki işim tıkırında. Bilmem ama, o da bir hoş oldu. Acık kıskandı, günüledi gibime gelir. Günahı üstüne ... Çok bunaldı. Sanırsam hep bunalır durur. Everdiler de ... Çoluk, çocuk ... Veli o kazadan sağ çıkmıştır inşallah ... Dua edelim de sağ

224

P:226

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

çıkmış olsun. Yoksa babasına, kayınbabasıgile, kardeşine

kim para yollar artık. Kim bakar? Kaza yerinde bile anlamadım da ... Ben bu Veli'yi severmişim baksana ... Valla severmişim ...

Türk ailelerinin oturduğu mahallede, TV'lerden yükselen korkunç bağrışmalar ve çocuk ağiaşmaları arasında

Veligiller'in evini bulmuştu bir gece. Münih'in karanlık

sokaklarında epey bocalamış, Veli'nin bir süre önce yazıp

eline verdiği adres avucunda buruşmuştu. Geçen yıldı.

Veli'nin, «Bayram geceleri bazı bizde, bazı başka Türk

ailelerinde toplaşırız. Yer-içer, saz çalıp eğleniriz. Yalnız

kalma. Buyur gel» dediğini anımsamıştı.

Üç yıl içinde bunu diyen bir Veli. Yalnız o.

Bayram, çok yalnız, çok arkadaşsız. Şeker Bayramıydı. Gündüz topluca bayramlaştılar. Şurda, ya da burda.

Münih camisinde özellikle. İşçi bürosuna da gitti Bayram.

Herkesi görmek istedi. Akşama doğru kimse ona «gel sen

de bizimle şuraya» demediği için yine yalnızdı. Beni bekar buluyorlar. Aralarına almak istemiyorlar. Karılarından kıskanıyorlar. Bari Veli'ye rastlasaydık bir yerlerde.

Görünmedi. Hasta olmasın? Hoş, o da sözgelimi çağırdı.

Acıdığından işte. Esas ta hepsi kıskanır beni ...

Oysa, çoğu Türk işçisi Bayram'ı sevmiyordu. O, kokmaz bulaşmaz, küçük çıkarlarına hepsinden fazla düşkün

olan Bayram'ı. Bunun ötesinde, canları sıkılırdı Bayram'

la. Bir memleket meselesi konuşmaya kalkarsın, hık mık.

Bunda ses yok. Eğri, doğru bir laf etmez. Acık Demirel'i

sever 'görünür ya, o bile şöyle sıkı bir tartışmayı sürdürecek kadar değil. <<Hadi len, senin Demirel'ine de ... » diye biri karşı çıksa, <<Öyle ya canım. Bana ne? Neyim olur

Demirel benim?>> der, bitirir tartışmayı. Almanya'daki ya15 225

P:227

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

şamlarından, işverenin mızıkçılıklarından, işin insan tanımazlığından dem vuracak olsalar, hele bu konularda iyice çileden çıkarır Numan'ı, Hıdır'ı, Rıfkı'yı. Nerdeyse ustabaşının adamı. Toz kondurmaz fabrikaların yönetimine. Canavar montaj hattına ufak bir düşmanlık duyar salt. Tek

görünür düşman, bu yürüyen hat. O şasiler, civatalar, motorlar, direksiyon millerinin, tek başına ne zararı dakunabilir ki insana? Eee peki, bu Alman dürzülerinin bizi hem

çalıştırıp, hem küçük görmelerine ne diyelim? «Parasını

ödüyor ya. Sen ona bak. Ne yapsın başka?» Karşılığı budur Bayram'ın. Biri bir gün Almanların cimriliğinden falan söz açacak olmuştu. O zaman da Bayram'ın dediği şu:

«Valla kardeş, ben böyle olmasından memnunum. Bunlar,

böyle bir feniğin bile hesabını tutunca, bizim de içimiz

rahat. \"Aman, şunu edernedim bu adama, kibarlığına, cömertliğine bir karşılık veremedim\" demekten, içimizi yemekten kurtuluyoruz işte, kötü mü?»

Yaşar, senin de başına gelebilir, gibilerden:

«- Yolda biri hastalanıp düşse, başlarını çevirip bakmıyarlar bunlar. Basıp geçiyorlar» demişti. Bunu yaşamıştı da. Sırtında aynı ürpertiyi, aynı terkedilmiş, kaybolmuş

köpek hüznünü duymuştu konuşurken. Bayram'sa:

«- Onlar seni kor geçerse, sen de onları kor geçersin, daha iyi ya ... »

Numan, nerdeyse dövecekti Bayram'ı.

«- Siktir ol len! Yettin artık. Bir boktan anladığın

yok. Anlayacağın da. Onların bu konuda da sana ihtiyacı

olsa, tutar kaldırırlar elinden. Onlar bu konuda sana muhtaç değiller. Hepsi sigortalı. Hepsinin bakımı, düzeni yerinde. Doktoru, ila cı şırp ayağında ... Biz birbirimizin elinden tutmaya çalışıyorsak niye? Bir düşün ... »

«- Göreneğimiz öyle ... »

226

P:228

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Görenek dediğin hayatın şeklinden çıkar, aptal!»

Ne demekmiş, «görenek dediğin hayatın şeklinden çıkar!» Allah allah! Bıktım bu Nurnan'ın da zart zurtlarından. Profesör sanki. Bozguncu mudur nedir? ikide bir adamın karşısına çıkar. İşi gücü kafa karıştırmak. İş bozmak.

Hele o Rıfkı. Aklı erer ermez, lafa dalar. Ecevit geldiğinde, bunda bir hoplama, bir zıplama. Sanki, karşılayıcıları

daha kalabalık yapacak da başına kuş konacak. Hem sanki Ecevit buna muhtaç. Sanki Rıfkı o karşılama töreninde

öyle hoplayıp zıplamasa Türkiye batacak. Kıbrıs da yeniden elden gidecek. Ondan geçtim, sanki Ecevit bunu mebus yapacak da, bu Meclise kurulacak. Sana ne desene?

Sen bir garip işçisin ...

Gene de, bunların en efendi.si, bizim bu arkadaşların,

Veli idi. En sessizi o. Onun da karısı. Alimallah, çenesi bir

açıldı mı? .. Veli de buna çok yüz vermiş ya ... Aklı erer

ermez siyaset konuşur. Car car karı. Memleket sana kaldıydı sanki. Töbe, töbe. Ölmüş olmasın? Ölmüş olmasını

istemem. Çocukları var. Çocuklar kalakaldıysa geride?

Orada, o ezilmiş arabanın yanında duran Gülten miydi

yoksa? Küçük kız? Ağlıyor muydu? Şeker Bayramı gecesi

Gülten, çubuğa geçirilmiş renkli bir horoz şekerini yalayıp duruyordu. Salyası akıyordu. Bilir bilmez, televizyondaki müzikle oynamaya hevesleniyordu.

' O gece, yalnız, hep öteki Türklerin dışında kaldığını

sezdiği gece Veligiller, buyur etmişlerdi Bayram'ı işte. Kadayıf yapmışmış karısı. Türk bakkaliyesinden bulup, güzel

bir kadayıf yapmıştı. Su böreği bile. Çay demiediler Bayram'a. Börekten, kadayıftan koydular önüne. Sanki bir biber dolması da mı pişiyordu içerde ne? Odayı tüm yemek

kokusu sarmış. Tavla oynamışlardı Veli ile. Televizyona

bakmışlardı. Veli'nin karısı, Bayram'ın önüne konulacak227

P:229

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ları koyduktan sonra, sökük dikmeye oturmuştu. Sık sık

mutfağa girip çıkıyor. Sık sık çocuklardan birine çıkışıyor.

Sık sık büyük kıza:

«- Kalk kız. Şu çöpü indir de gel. Kalk kız, şu tahakları yıka. Bana bak, şovundan, müziğinden başlatma

şimdi! Bak, Gülten altını ısıatmış gene. Kalk, deği§tir ... »

diyor.

Tavla pullarının çatçatlarını böylelikle bastırmaya kalkıyor.

«- Eğin'e parayı yoUadın mı?>> dedi bir ara Veli'ye.

«Gene. unutmayaydın bari. Bayramda ellerinde olaydı. .. »

Veli, başını . sallamakla yetinmişti. Karısı:

«- Keşke o eski püskü arabayı da almasaydık daha ... » diye pul çatlamalarının arasına girdi yine. «Elimiz

iyice daraldı. İyice sıkıştık işte ... Masraf da çok oldu bu

ara ... »

«Bayram'dan borç iste» demeye mi getiriyordu acaba? Artık herkes Bayram'ın çok yeni, çok iyi bir araba

almak için epeyce para biriktirdiğini biliyor ya, Bayram,

biri borç isteyiverir korkusundan, böyle bir tehlikeyi sezinler sezinlemez:

<<- Ben de Ballıhisar'a yolladım elimdekini, avucumdakini>> deyiveriyor. <<Memlekette bakacak kimimiz kimsemiz olmasa, hepimiz daha rahat ederdik valla ... Beyler

gibi yaşardık ... »

Tavlayı kaparken, sözü punduna getirip:

«- Amcaının oğlu var, Remzi. Remzi abim, dükkan

açacakmış da EskiŞehir'de ... » dedi, kurtuldu.

Yatağında dönüp dururken Veli'nin kafasına üst üste

Bayram'lar üşüşüyor. Veli, ille haklı çıkaracak bu Bayram'ları. Karısı ne denli verip veriştirmiş de olsa Bayram'ın ardından, kendisi ille temize havale edecek onu.

228

P:230

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Ne demişler? «İyilik düşün, iyilik bulursun». Ne yapsın

o da? De ki, amcasının oğluna para yolladığı yalan. Ne yapalım? Korkuyor adam. Korkmasa, saklar mı parası olduğunu? Zaten bi parası iyice kıtlar, bi parası iyice çoklar saklar hesabını. ..

Gece yarısı, karanlık sokakları yürüyüp otobüs durağına çıkarken Bayram'ın da içinde ufak bir tedirginlik.

Adam senden para mı istedi ki, hemen atıyorsun yalanı? ..

Remzi abimin dükkanı için para yollamışım. Bunun lüzumu neydi şimdi? Yarın ben, o aklımdaki arabayı alınca,

bunlar demezler mi ki, hani parasını yollaınıştı? Hani iki

markı kalmamıştı? Ne yalan uyduracaksın o zaman? Hep

o karının yüzünden. Veli istemese de, o karı isterdi. Zaten, Eğin'i araya sokuşturuşu da bundan. Yolladın mı parayı Eğin'e Veli? Sanki benim yanımda niye soruyor? Soracak başka zaman mı bulamadı? Sorması bundan işte.

Bana duyursun da, borç istemeye kapı olsun. Taa bayramdan önce gönderilen bir paranın haberini insan erkeğine

bayram içinde mi sararmış? Sanırsın on gündür hiç yüz

yüze gelmedi bunlar. Sanki, hallerini haberlerini konuşacak hiç zamanları olmadı. Hadi be, o karının numaraları

bunlar. Ben anlamaz mıyım? İyi ki çabucak önleyiverdim

işte. ·

Böylece, Heim'a vardığında içi rahattı artık. Böreklerin, kadayıfların doygunluğu ile uyuya kalm1ştı.

Yol, inegöl'ün dışından dosdoğru Eskişehire uzanıyor.

Bayram'sa kendini, hep o soğan kamyonunun bir önünde,

bir ardında giderek, inegöl'ün içine giren dar yolda buldu. Veli, amcası, Remzi abisi, Veli'nin küçük kızı, Afyonlu çimento tüccarı; hepsi inegöl'ün taş döşeli yolları, dar,

eski sokakları arasında yitip yÜip gittiler. İnegöl'e girme229

P:231

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

sinin nedeni o soğan kamyonu mu? Açlığı mı? Yoksa, asfaltın tekdüzeliği ile kafasına üşüşenlerden bir süre için

kurtulmak mı? Bir süre için yine bir şeylerden kaçmak,

uzaklaşmak mı gerekiyordu? Remzi abisiyle bir kez mektuplaşmadı bile. Adresini, çeşit çeşit hesapların korkusuyla, özenle gizledi Ballıhisar'dan. Bu, amcasının hasta oluşu, geçende tatilden dönen Yaşar'ın haberi yine. Ona da

Kezhan'ın yengesi söylemiş. «Hayırsız çıktı Bayram».

«Nankör çıktı. .. »

Bir doludan bir saçak altına sığınıyormuşçasına, sarı

boyalı caminin önünde durdu.

·

Osmanlı'nın sadrgahlarındanım, diyen ahşap bir yapı

yüzünü camiye dönmüş. Büyük bir çınarın gölgesi, cami

avlusu gibi, bu eski evin duvarlarını da serinletiyor. Şimdi, Bayram'ın arabasını da.

,

Hem ben o gece, pek güzel, fazla saat de yapabilirdim.

Çoğu işçi tatile vurmuş kendini. Fazla saat yapar otuz

mark bile kazanabilirdim. Veligiller'in bir hatınnı sorayım, mübarek bayramlarını bir tebrik edeyim, dedim. İyi

niyetime bak ki, böyle düşündüm. O karı da, ille iki !okma kadayıfını burnumdan getirecek ... Eğin'e para yolladm mıymış? ..

Arabadan inmiş, karşısına geçmiş, yine Balkız'ına bakıyor. Sabahın ilk saatlerinde olduğu gibi, öğleye doğru

olduğu gibi tutkulu değil ama. Bu tutkudan epeyce eksilmiş, Mercedes'e bakıyor. Yollarda, onun yıldızını çalanla, arkasını göçürtenle, stop camını sıkı takmadıklannı

sandığı fabrikayla ya da camını çatlatanla, kapısını çizen

Ayfer'le de kavga etmiyor pek. Bu arabanın bir Cuma,

bir Pazartesi arabası olup olmadığında da değil aklı. Yeni asfalt dökülen yolda, tekerierin beyaz yanaklanna sıçramış birkaç katran lekesi de şöylece dokunup geçiyor

230

P:232

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

gözlerine. Boş ver. Ballıhisar aynınma dek batsın, çıksın.

Elimi sürem. Didin, didin hep o. Bir senin didinmenle

oluyor sanki. Dünyada elimi sürmem artık. Artık, anca

köye yaklaşırken. Benzinini doldurtur, parlatırım. İşte bu.

Arkasını döndü. Yürüdü. Bir köfteciye doğru yöneldi.

Yüzünde belli belirsiz bir hüznün dalgalanması. Beklemediği bir bezginlik, küçük de olsa gerçek bir bezginlik yüreğinde.

Amcama bir yün fanila olsaydı bari. .. Düşünernedim

·bak ... Köye elektrik gelmiş mi? Sormadım ki Yaşar'a. Hiç

değil bir pilli radyo Remzi abime ...

Sini sini yoğurtlar ... Yoğrulup hazır edilmiş köfteler.

Camın gerisinde. Camın gerisinde, gelinlik kız gibi karpuz

dilimleri. Piyaz. Ben bu piyazı akıl etseydim, dayanamaz,

bu işi Edirne'de bitirirdim. Şimdi artık dayanacak takat

da kalmadı haa. .. Şuna bak. Hala salianıyor garson olacak bu dürzü de. Biz koşup taa nerelerden gelmişiz, bu

müşterisiz iki masayı atlayıp bize geçemiyor. Fırlasana

be! Sen bu enezelikle köfteci garsonluklarında daha çok

sürünürsün ...

Kendini beğenisi yavaş yavaş geri geldi. Kendinden

hoşnutluğu arttıkça arttı. Kapıkule'den içeri giren çalım,

sanki hiç yara alıp örselenmemişçesine köfteci garsonunun

karşısına dikildi. Piyaza, köfteye ve yoğurda karşı duyulan

korkunç sabırsızlık bu çalımı iyice gaddarlaştırdı.

«- Baksana buraya! ..»

Garson, bu tepeden seslenişi duydu mu, duymadı mı;

hiç belli değil. Köftecide hemen hemen hiç kimse yok. Saat artık, uzun bir yaz gününün dört buçuğu mu ne. Kim

olur bu saatte ve bu sıcakta köftecide? Yine de, taa dipte,

karanlık bir köşede üç adam, piyazla rakı içiyorlar. Onlar tezgahlarını kuralı çok olmuş. Kannlan tok. Mızmız

231

P:233

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bir garsona dayanabilirler onlar. Her halleriyle de diyorlar ki: «Biz inegöl'ün yeriisi olsak, imkanı mı var, böyle

gün ortasında köfteciye oturup da rakı içelim?»

Bayram, garsona yeniden bağırmay;a hazırlanırken

onu, iri iri dilinmiş bir plastik sepet dolusu ekmekle omuz

başında buldu. Ekmek sepeti, çatal, bıçak dağınıkça serpiştirildi masanın üstüne.

<<- Köfte çok bekler mi? Çabuk yiyecem haa, çok çabuk. Ona göre ... >>

«- Bilmem ateş söndü mü, sönmedi mi» dedi garson

duyulur duyulmaz bir sesle.

«- Taa Alamanya'lardan geliyoruz birader. Bize de

ocak söndü, olur mu yani?»

«- Bir bakayım ... »

Götiçi yerde, bir garsonun da ocaktan haberi olmazsa

artık. Pes. Bunları BMW'ye, daha iyisi maden ocaklarına

filan sürmeliler ki, anlasınlar dünyanın kaç bucak olduğunu. Heves yok canım. Adamda heves yok.

<<- Dur, dur gitme ... Çabuk, .piyaz getir! Bolca olsun.

İki kişilik piyaz. Yoğurt sonra. Koştur hemen. Yolumuzdan kalmayalım. Sor bakalım içeri. Bey, köfte istiyor de.

İyi pişmiş, bol soğanlı, biberli. Çabuk istiyor, de. Ocak

sönmüş filan dinlemem!..»

Afyonlu çimento taciri... N erden düştü aklıma şimci? .. Nerden çıkardım Afyonlu abimizi? ..

Sandalyesini az geri çekip kaykıldı. Bacağını hacağının üstüne attı. Kolunu, geniş bir yay çizerek havaya kaldırdı, kıvınp saatine baktı:

«- Saat kaç olmuş baksana. Vakit dar. Bekletirsen

şimdi, karışınam haa! Fırla hadi. Önce piyaz. Fırla!..»

Afyonlu abim benimle böyle konuşsun, böyle acelelensin de ben fırlamayaydım ha? Yıka bakalım şu araba232

P:234

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

yı, çabuk. Ankara'ya geç kalmayalım. İlıale var. Baş üstüne! Cıva gibi fırlardım ben. Araba beş dakikada fabrikadan çıkmış gibi. Bir de şuna bak. Ayağının altında karınca ezmekten korkuyor sanki. Yürüsene ulan! Ulan siz

ne uyuşuk milletsiniz be ! Sizin yüzünüzden adam olmuyoruz zaten ...

Koca bir dilim ekmeği bir bardak suyla hemen yutuvermişti. Gözü hep garsonda. Bir piyazı tabağa doldurup da getiremedi. Şeytan diyor, al bir değnek eline, dürt.

«- Kaşık da getir! Ka§ık! Kaşık!»

Dipte rakı içen üç adam, can sıkıntısıyla dönüp baktılar. Ne kafa şişirir bu ibikli horoz? Kemancı mı nedir?

Şimdi gıy gıy çalmaya başlayacak. Yok canım, bizimkilerden işte. Alamanyacı. Kelleyi kulağı düzmüş, belli. Artık, kendinden bir altta olanı ezmeye heveslenir bu. Kıskanma, kıskanma. Bırak onlar bari kurtarsınlar kendilerini. Ne yapmışlar Belçika'da? Çok alkışlamışlar mı Demirel'i? Hadi canım, Demirel'in borusu öter mi artık?

Haltettin şimdi. Niye ötmesin? Bunlar ne gördülerse Menderes'ten, ne gördülerse Demirel'den gördüler. Onları btmlardan sökemezsin. Amma sökemezsin. Söküldüler bile.

Boş verin yalı� ... içelim hadi. .. O ölçürolerne işi var ya?

Bak bana, sen o ölçürolerne işini. .. Biliyorum canım. Gidip

bakacağız. Gidip bakacaksın tabii de, Haşim Bey diyor

ki ... Tapuya geçirtmek için orayı. .. Oğlum, bir soda versene ...

Garson, elindeki piyaz tabağını Bayram'a götürmeden

soda almaya döndü. Bayram onu suçüstü yakalamıştı artık. Çatalını şak şak vurdu fonnika masanın kıyısına:

«- Bana baksana! Bu nasıl hizmet etmek müşteriye?»

«- Getiriyorum işte>>.

Üç adamdan biri:

233

P:235

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Sen önce bak oraya. Biz bekleriz>> dedi, garsona'.

Garson da bu kez, sodayı eline almışken soğutucunun üstüne bırakıp Bayram'a yöneldi.

Bayram:

«- Bir şey değil, otomu öylece yol üstüne bırakıverdim. Gelip arabanın biri dingilini saplayıverirse şimdi? Buraları şakır şakır atlı araba dolu baksanıza>> dedi adamlardan yana. Onların kendisine hak vermelerini istedi ya, berikilerin kafa sallayışı da ortalama bir şey. Hak mı verdiler, Bayram'ı baştan mı savdılar, yoksa ona karşı duydukları bir önemserneyi mi belirttiler? Hangisi? Çıkaramadı

Bayram. Piyaz tabağı da önüne konmuştu artık. Kaşığı

beklemiyor. Çatalı daldırıp, dökülenlere aldırmadan üst

üste, tabakla ağzı ·arasında gidip geliyor. Damağı, öyle, bir

kavuşmanın şenliği içinde. Ama bunu pek belli edip şu

işbilmez, mıymıntı oğlanla yüz göz olmamak da gerek:

«- Fasulyeyi tarladan, bahçeden toplayıp geldin sanki. Bari dava� kesil.ip köftenin eti kıyıldı mı?»

Garson'a, müşteriye gülümsernesi

.

gerektiği öğretilmiş;

o da gülümsüyor. Takma bir gülümseme.

«- Kıyma hazırdı» diyor. Kendinden kuşkuya düşüvermiş de, söylediğinin doğru olup olmadığını denetlernek

istermiş gibi, mutfağa doğru yöneliyor. Hem bezgin, hem

bezginliğinin farkında değil.

Yoğurdu da unuttu mankafa. Hala yoğurt getirecek.

Bu piyaz değdi lakin. Yirmi dört saattir sabahın bir çorbasıyla duruyoruz. Neydi ya o yollar? Ecelin koynundan

sıyrılıp çıktık canım. Bittik. Ben de bittim, Balkız da.

Bundan böyle artık canımıza bakacağız. Yok çaresi. Sen

sakınıyorsun, elin oğlu gelip sakındığın her şeyi bozuyor,

elinden alıyor. Daha akıllıcası, biz o Bursa'da kalacaktık.

Amcaının hastalığını duymamış olurdum, ne var? Yaşar,

234

P:236

\\ \"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

�.ro ..... ·

İstiklalbağı'nın Yaşar'ı söylemese nerden bilecektim

aten? Benim bildiğimi nerden bilecek Remzi abim? Biz

u piyazla tıkanmadan şu köfteler gelse bari. Ne de güyapmışlar. Hiç böyle piyaz yernedim ben. Bir keresinİbrahim'i bir köfteciye götürmüştüm Ankara'dayken.

Daha ben Rıfat Usta'nın yanındayken hani? İbrahim köyden gelmiş. Başı dertte. Eh, hem eski tanışıklık var, hem

konuşacaklarımız. Bir abilik edip götürmüştüm köfteciye.

Ordaki piyazdan tatlı geldi bu. İbrahim de ... Bak işte, deminden beri ben bu hizmet edeni birine benzetiyorum de-

. rim derim ... Tabii ya. İşte aynı o. Onun gibi ölü bit kabuğu. İnsanlar çift yaratılır derler. Doğru valla. İbrahim'

in az biraz daha mızmızı bu. Az biraz daha kurusu. Ee,

bakalım bizim İbrahim ne oldu? Belki o da artık ...

Bayram, çatalı tabağın kıyısına öyle bir hışımla vurdu ki, kendi bile irkildi.

İlle bir ses, bir gürültü, bir konuşma, bir şeyle� girmeliydi Bayram'la İbrahim arasına.

Bırak kalsın gitiği yerde. Ne diye çağınrsın şu uyuzu? İyice asabımı oynatacak şimci.

((- Yoğurt noldu?»

«- Yoğurt demiş miydiniz?»

Bayram, dik dik bakıyor garsona. Gözlerine olanca küçümsemeyi, olanca azarı doldurarak ...

«- Git hadi, git allasen ... »

Garson da söz dinliyor. Geri gidiyor.

Bak şu gidişe ... Şu gidişe bak. İbrahim işte. İbrahim

bu enezeliğiyle Alamanya'da ne iş görebilirdi? Ne işe yarardı oralarda? İki günde geri döİıdürürlerdi alimallah

onu. Ondan sonra, büsbütün rezillik. Araya bir laborant

girse neyse. Kaç kişi giriyor araya. Elindeki avucundaki

püff, sen işyerini bulana dek. Bir de geri döndürdüler mi,

235

P:237

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yandın. İyi ki oturdu oturduğu �

erde. Yatsın kalksın bana

dua etsin. Oralarda yapamazdı Ibrahim. Bo§una, o bi kı

yı� düzenini de bozacaktı. Her şeyde bir hayır ... Alla

tan ben o klinikteki adamla konuştum da ... Konuşup � -

laştım ... Anlattım da, neyse ... Sonunda . .. Ben bunu ... brahim'i ben ... Yoksa niye durup dururken ben İbrahim'e ...

onu ben ... Yoğurt da güzele benziyor. Oo, bıçakla kes ye,

işte. Ne yoğurt! Kaymak. Bizim köyün yoğurdundan güzel. Ne yoğurdu bu? Koyun, koyun ... İyi ya işte, İbrahim

de pekala yoğurtçuluk yapabilirdi. Babasının kaç tane davan vardı onun. Benim davarım mı vardı? Benim bir yarım tarlam. Yarısı amcamgillerin. Bir yarım tariayla ne

olur bugün? Onun da parasını kaptırdık benzin istasyonuna ... Afyonlu çimentocunun çok iyiliğini gördüm ya,

çok da kötülüğünü gördüm. Madem o yol değişecekti, o

pompa içerde kalacaktı, işe yaramayacaktı da ne diye bütün paramı alıyorsunuz kira diye? Değil mi? Her yerde

adamın var. Herkesi tanıyorsun. Baştakilerle yiyip içtiğin

ayrı gitmiyor madem, bilmez misin o yolun deği§eceğini?

Beriye alınacağını, değil mi? İpullah, sivri külalı kahvermeyelim mi ortada? Beni yeni bir pompanın başına naklettirecekti. Oldu, olacak. Oldu, olacak ... Ne oldusu var,

ne olacağı. Yani İbrahim, şu hayatta benim çektiklerim ...

Sen bunları çekmedin birader. Sen hep köyünde, babanın

dizinin dibinde ... Dur dur da, tam ben Alamanya parasını

hazır ettim derken kooper:;ıtifte sıraya gir. Benden önce,

benim önümü tut. Ben senin yerinde olsam, açardım Sivrihisar'ın oraya bir süt-yağurt fabrikası... Hadi fabrika

neyse. Açardın bir süt-yağurt şeyi; işletmesi ... Bal kokar

bizim oraların yoğurdu. Kap ış kap ış giderdi valla ... Sanki

Alamanya'ya yazılıyorsun, . niye?

<<- Bir yoğurt daha!>> diye seslendi garsona.

236

P:238

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Bak, iyi bir yoğurdu nasıl seve seve yiyor insan. Eh,

klına bir araba, bir kamyon, ne bileyim bir kuluçka manesi, bir şey takmamış olduktan sonra, niye gidecektin

sa ki el ellerine? Hem sen, o evlendirme hattı var ya, o

dü zü hat, ona mümkünü yo

-

k dayanamazdın. Ölür kalırdm Hatta çalışınadın peki, nerde çalışacaktın? Madende?

Ya madende. O, benimkinden beter. Hatta zaten çalışamaz ın. Motor bilgin yok, somun, vida görmemişin. Kaport dan anlamazsın ... Yok, bu fabrikalarda çalışamazdın.

Alma lardı seni oralara. Madende hiç yapamazdın. Nereye gi eceksin? Radyo filan yapımında tel tutmaya, lambalı k lemle pil denetlerneye mi? Oraları kadınların yeri.

Öyle ·- el · işleri erkeklere veriverseler, ohoo ... Senin yapabile ğin bir yer olsa, ben aldırtmaz mıydım? Haber salıp, am n İbrahim koş, demez miydim? Yani ben senin

sağlık porunu şeyittirdiysem ... Çürük çıktıysan şayet ...

Senin ç · rük çıkman gene de ... Bence ... Çok şüküüür!..

Köftemi geldi. Mis. Canını sevdiğim. Nerde yersin sen

böyle bir eti? Böyle, aslını astarını bildiğin, böyle domuz

olup olmadığından kuşkuya düşmediğin bir eti, a İbrahim? Hem canım ... İş bilenin, kılıç kuşananın ... Ben gözümü açtım, sıranı kaptım. Sen de sağol, ne yapayım?

Garson'a:

«- Sağol, sağol. .. » dedi, gönlünü almak istercesine.

«Yoğurt da yoğurtmuş haa ... » dedi.

Bir Japon su·ratı. Hep öyle durgun ve renk vermez

garsonun suratı.

• «- B uraların yoğurdu meşhur . .. »

Boşalan tabakları aldı, gitti.

Ne diyor bu? Salak be! Madem yoğurdu meşhur buraların, sen niye bir köfteci dükkanında yani? .. Bari, yoğurtçuluk et. Bak İbrahim, bunu bile akıl edemedinse,

237

P:239

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

gazunu açıp babanın davarlarını işe yaratamadınsa suç

sende artık. Ben karışmam. Salt bir iş tutmaksa mera

iş çok memleketimizde de şükür. Taksi almayacaksan ..

Ki ben senin ağzını aradım o gün, köftecide hani? Se n

derdin başkaydı, baktım. Baktım sen, üç beş kuruş

maye toplayıp Eskişehir'de bakkaliye dükkanı dedin. .. a

da tuğla fırınına §ey ... Çocukları okutacak bir iş tutm k ...

Eh, taksi, traktör almayacak olduktan sonra, böyle b

yoğurtçuluk, tuğlacılık, ne bileyim, gitmesem de ol

Yoğurt, yağurttur işte. Her yıl model değiştirmiyo

Bir kurdun mu düzeni, olur gider ... Ne bileyim se , istesen ... Bilmem artık. Adam olmadınsa, bu eneze gar on gibi kaldınsa suç kendinde. Suç bende değil. .. Hem en, sıranı kapmayı o gün aklıma koymuş olsam, had· neyse.

İşte yemin sana. Aklımın ucundan şu kadarcık g tiyse ...

Kooperatif işini önceden bilernemiş olmaya bozul· um bozulmasına ... Gene de ben ... Neyin üstüne istersen emin ...

Bir köfte daha mı söylesem? Doydum be ... Aç açma Ballıhisar'a girecektik de, gözlerimizin feri sönmüş öyle, rezil rüsva olacaktık millete. Bu mızmız da hesabı doğru

yazsa bari. Bu salak, bah§işe bile sevinmez şimci.

Soğutucu vitrinin önünde, bir masaya başını koymuş

uyuklayan garsona:

«- Şu bizim hesabı!>> diye gürledi. ·

Aklından da çabuk çabuk kendi toplamasını yapıyor

Bayram. Bu yemeğin hesabını 'ne denli alttan tutsa, yine

de trafik polislerine kaptırdığı atmış lirayı ekliyor üstüne. Bu yemeği ona bedava da yedirseler Bayram, sabahtan bu yana hep soyulmuş, sağana çevrilmiş duygusu içinde. Plastik sepette kalan son lokma ekmeği de çiğneyip

yuttu. Bardakta kalan suyu içti. Batıp da işi hovardalığa

238

P:240

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

döküvermiş bir adamın boş vericiliğiyle ödediği yirmi yei lirayı içine sindirmeye çalıştı.

Daha önümüzde iki yüz kilometre yol var. Ballıhisar'

ı yolu ne durumda, onu da iyi bilmiyoruz. Bakarsın, yirm kilometreyle yarıp geçemeyiz. Biz ancak, gün kavu§urke varırsak oraya, iyidir. Tam zamanıdır. Günler uzun.

Bir helaya gidelim şurda. Durmuşken bir de tıraş olalım.

Gö lek de iyice tere bulandı. Gömleği artık Ballıhisar'a

en değiştiririz. Takımları çekeriz üstümüze. Sandıkrojektörü takarız. Balkız'ın alnına. .. Remzi ab im

· den ileriydi bana. Kolundaki saati sarıp sarmalayıp o mı versem? Biz, arabanın saatiyle idare ederiz artık. E eriz de, kolu saatsiz bir Bayram, ne bileyim, Ballıhisar'd nasıl olur? Çulsuz dönmüşüm gibi kıtrşılamasınlar da . . Gerçi Mercedes'le ben köyün ortasında krallar

gibi . .. h be, yıldızı çaldırdık, camı çatlattırdık yoksa. :.

Yine d düşün. Ballıhisar'ın göbeğinde balrengi bir Mercedes'le en ...

İlikl rine dek titredi Bayram. Ne denli başka hesaplara dal ış, ne denli sık sık geri dönüvermek isteklerine

kapılmı§ lsa da, köy yaklaştıkça sabırsızlığı artıyo� Köftecinin h lasında, kirli musluğun başında, kirli aynaya bakarken a ık asla geri bastırılamaz bir acelecilikle eli ayağına dolanıyor. Bir saat, bir buçuk saat sonra Eskişehir'

deyiz. Yol iyi, trafik de azsa, evelallah, altı demeden Eskişehir'deyiz. İbrahim Eskişehire göçtü mü yoksa? Biz

de durup durup Kezban'ı sorduk Yaşar'a. Başka kimseyi. ..

Kezban'ı da anlayabildik mi sanki? İnceden ineeye sorup

soruşturacak zaman değildi canım. Bir daha cebime iki

araba parası koymadan bir arabanın peşine dü§mek yok.

Durup dururken beş lira tosladım şu mum suratlıya. Hani hiç bahşiş vermeyecektim? Versem de, bir lira, iki lira ...

239

P:241

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Az önce, düşünmediği bir parayı kürdanların arasına

bırakırken, nedense içinde bir rahatlama duymuştu. Bii

borcu ödemenin, bir yük altından kurtulmanın rahatlığı.

Helal olsun be! Tıpkı İbrahim. Hınk demiş burnundan düşmüş. Bana teşekkür etti. Eh, edecek tabii.

Garsonda büyük bir canlanma olmasa da, usulca kıyıya çekilmişti. «Musluk bu yanda efendim» demişti. Evet,

gerçi işi için kendini paralamıyor. Lakin bir saygısızlığını da görmedim, 'nemelazım. Yazık. Biraz da atılgan olsa ...

Ben Rıfat Usta'nın yanındayken böyle miydim? Cıva gibiydim. İbrahim de geldi, gördü işte. Zifte, çamura, makine

yağma bulanmışım. Neydi o kir, neydi o pas? Tulumu geçip gövdeme bile nah iki santim kalınlığında yapışırdı,

desem yalan değil.

Köfteciden çıkarken, isteksiz de olsa, kapı önüne yanaşan garsona:

«- Arabaını yol üstüne bırakıvermiştim de, ondandı

acelem» dedi.

Yüksek sesle söyledi bunu. Karanlık köşedeki üç adam

da duydular. İyice anladılar Bayram'ın arabalı bir Bayram olduğunu.

Yemeğin getirdiği doygunluk. Sağlanan bu küçük becerilerin getirdiği doygunluk ... Yol boyu yitirdiği kendine güven, yavaş yavaş onarıyor kendini. Hücrelerin yeniden çoğalıp, bir yarayı zaman içinde onarması gibi. Balkız'sa ... Bak işte orda. O koca çınarın gölgesinde olduğu

gibi duruyor. Birdenbire yine güzel, yine acentadan aldığı günkü gibi pırıl pırıl görünüverdi Mercedes gözüne.

Koyu gölgelikte, küçük eksiklikleri göze çarpmıyor da ondan mı? İnegöl'ün, her şeyi sırtında eski olarak taşımasından, yeni olan her şeye bir On Dokuzuncu Yüzyıl kentinin çerçevelik etmesinden mi? Sabahtan bu yana geç240

P:242

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ'�

tiği hiç bir yolda, durduğu hiç bir durakta böylesi çarpıcı olmadı bu Mercedes. Bir de Ballıhisar'ı düşün!.. Bir

de oranın göbeğine oturt şunu ...

Bayram'ın yüreğinde daha güçlü bir ılınma. Bir ısınma. Kanında daha hızlı bir devinim ... Sivrihisar'ın orda

benzin alacağım. Katran lekelerini de o zaman silerim

artık ... İbrahim hep köyde mi yoksa? Acaba orda mı hala? .. Sağlık raporu çürük çıkınca artık. .. Ben o la boran ta

üç yüz lira ... O zamanlar, etim ne, budum ne? Benim için

üç yüz lira ... Ha bir kolumu koparıp almışın, ha açıktan

üç yüz lira yedirmişin ... O adam İbrahim'i çürük çıkardı ... Sırasını ben almasam, başkası alacak ... Yerine ben

girmiş oldum olmasına ya, İbrahim çürük çıktıysa ben

de eksildim ... Hem nasıl eksildim! Böyle olmasaydı, o Sirkeci'de ben ... Tren gününü beklerken ... Trene nasıl bindim sanki? Nah, altı karış sakal. .. Üç gece uykusuz ...

Şimdi önüne çıkan ilk berber dükkanı, caminin önünden içerilere uzanan gölgeli çarşının başındaydı.

Bir eski zaman çinko tası Bayram'ın çenesi altında.

Yıllarca aynı biçimde denenmiş, ilkelliğini hep saklamış

yöntemleri� olunan tıraş: Dondurma külalıını andıran bir

sabun. Pırasa başı bir fırça. Karataşta keskinleştirilen ustura. Kıyısına yağlıboyayla yeşilli sarılı yapraklar, çiçekler resimlendirilmiş bir çatlak ayna. Pembesi mora dönmüş bir havlu. Ağırlığını hiç bir olayın ·bozamayacağı dindar berber elleri. Salt usturanın cızırtısı. Salt, şıp şıp çinko tasa düşen kıllı sabunun pıtırtısı. Salt, usturanın bir

havlu ucunda sıyrılmasırrdan çıkan sessiz ses. Taa caminin

gerisinden, büyük yoldan gelen kamyon gürültüleri, atlı

arabalann şakırtıları, bir vincin gargarlanmaları, tornaların vızlamaları; bunlarsa buraya, üstüne yorgan çekilmiş, çuha serilmiş olarak ulaşıyor. Boğuklaştırılmış. Eski

16 241

P:243

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

zamana ait bir çar§ı başında yeni, eskiyi bastırmıyor. Eski, yeniyi örtüyor. Eski, minderinde; bunaltıcı bir öğle sonu yorgun olan her. şeyi kolayca ele geçirebilecek dinginlikte. Dinginlik, her bezgin anın tuzağı. Her umutsuz saati

minderine çekmeye, orada pışpışlamaya, gevşetmeye, daha çok gevşetmeye, uyuşturmaya hazır.

Kıyısı çiçekli, sırları dökülmüş aynanın içindeki sabunlu yüz, Bayram'ın gözlerinde bulandıkça bulanıyor.

Uyku, olanca ağırlığıyla ensesine abanıyor. Gözkapaklan,

taşıyıcı direği göçmüş }?ir çatı gibi kayıp dü§üyor. Bayram

direniyor. Düşen gözkapaklarına belveriyor. Ama gözkapakları Bayram'dan daha ağır.

<<- Çenenizi biraz . . . » dedi bir ses.

Tek bir tümceyi bile tamam kurmuyor yaşlı berber.

Çenenizi biraz ... Durgun bir gölün derinliklerinden duyulur duyulmaz yankılanan, sigara dumanı yencecikliğinde

bir ses. Ya da, o durgun gölün derinliklerine kayıp gitmiş

olan Bayram'ın kendisi. Eli düşüyor birden. İrkilip çinko

tasa sarılıyor ama, kıllı ve sabunlu su, çırpınıp dizlerine

akıyor. Silkinmesiyle bir acı duyuyor çenesinde Bayram.

«- Başınız düşüverince ... » .

Yine aynı duman ses. Bayram'ı bu ses uyandıramazdı.

Onu, bir gölün derinliklerinden çekip çıkaramazdı. Ancak,

çenesindeki yanınayla açabiliyor gözlerini. Aynada küçük

bir kırmızılık görüyor. Çenesinin sol üstünde. Yaşlı berber, elindeki kirli havluyu oraya bastırıveriyor.

«- Az bir §ey ... >>

Az bir kesik, evet. Suç da berberin değil. Uyuklayıp

düşürdük başımızı. Yine de aynada görebilirdi beni. Gözünü açabilirdi. Bir çırak da almamış yanına. Yanına bir

çırak almalı. Tıraş olurken herkesi uyku bastırır. Tası da

242

P:244

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bize tutturuyor. Kim bilir kaç işsiz çocuğu vardır bu İnegöl'ün. Kim bilir kaç çocuk, köyden kaçıp gelip de ...

«- Bir yardımcınız olsa ... » dedi Bayram, yaşlı herbere.

«- Eskiden olsaydı ... » dedi berber de.

Usturayı kirli havluya sildi. <<Sıhhatler olsun>>.

Bir lokma . pa m uğu da mı yok bu adamın? Biraz kolcmya? Her yan kolonya yapıyor işte.

«- Kolonya sürmüyor musunuz?»

Berber, bir yığın eski püskü arasından plastik bir kolonya şişesi buldu. Fırk fırk sıktırdı plastiği. Dibinden güçlükle üç beş damla kolonya dökebiidi avucuna. Getirip

Bayram'ın iki yanağını sıvazladı bununla. Kötü bir dindarm uyduruk abdest alışı gıbi.

�- Kolonyanız da yokmuş canım».

<< - Eskiden olsaydı ... >> dedi yeniden yaşlı berber.

<<- Aman beyamca, kolanya bu. Eskisi, yenisi, ne

yani?»

Havluyu çekip çenesine bastırdı. Şimci pamuk istesem, gene başlar: Eskiden olsaydı. ..

Ak, seyrek kaşları huysuzca çırpındı berberin:

«- Tee Evrepalardan geliyorsun madem, bir elektrikli de sen alaydın ya? Ne işin var berberlerde?»

Gelinine kinlenmiş kaynana sesinin tizliğiyle bir çırpıda söyleyiverdi bunu. On dakika içinde kurduğu tek

bütün türnce de bu oldu zaten.

Bayram, dükkandan çıkarken berber, huysuz kocakarı

sesiyle :

«- Saçlar desen, tee enseden aşağı. .. » diye homurdandı.

Beyamca haklı canım. Elektrikliler çıktı, fakir fukara

berberliği fosladı. Sen Almanya'da hiç, bir işçinin herbere

243

P:245

''FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

gittiğini gördün mü? Onlar bu işi kendileri hallediyorlar

çoktan. Ya saçı sakalı koyvereceksin, ya basacaksın elektriklinin' düğmesine vız vız. Berberler artık şıklık için.

Beyefendiler oturup kıvırtıyorlar ya uzun saçlarını, favorilerini biçimlendirtiyorlar ya? Ondan. Ben de o eletrikli

zırıltıyla bir türlü yapamadım. Alışamadım. Kendimi elektriğe çarptırının diye korkuyorum, bir. İkincisi, bizitn kıllar mı sert nedir, sürt sürt sanki hiç tıraş olmamışsın ...

Koyverelim ucunu dedik bir ara biz de, Yaşar'la. Millet

koyveriyor işte saçını da s�klını da. Rıfkı koyverdi. Önce, ticani dedi, bizimkiler. Sonra, komünist demeye başladılar. Rıfkı da böylece hiç bir yere yakışmadı. Sen Yaşar'ın Braun'unu? .. Tüh! Veremedik geri, yaa ... Zaman

olmadı. Unutup gitmişim ... Yani, unutup gitmek değil

de ... Yola çıkarken elime geliverdi. .. Bavula sokmuşum ...

Üstüne konmak istediğimden değil. .. Heim'de kaybolur

maybolur bakarsın ... O Braun'lar şimdi bizde bin liraya,

bin beş yüz liraya gidiyor ... Yok canım, satar mıyım elin

makinesini? .. Bakalım, Remzi abi isterse ona veririm. BU:

kol saatini de amcama veririm ... Hele sağ buluym da, kolay. Dönünce, ne olacak, dişimi sıkar, Yaşar'a yeni bir

Braun alı veririm. Şimdi sanacak, iç ettim. Hay allah ...

Nasıl unutmuşum? Unutmak değil de, ihmal işte. Yol telaşı. Yok bana, kimseyi düşünmemiş, bir canını düşünmüş,

bir kendine donanmış diyemezler. Nasıl derlermiş? Laf.

Ben ... Kaç günler düşündüm ben şey .için ...

Kimseye belli etmeden, hiç sorup danışmadan, Kezban'a getirecek bir şey aramıştı. Hele, onun Yaşar'la gönderdiği bu ikinci armağanından, plaktan sonra ... Kezban'a

mutlak bir şey götürmeli. Ne? Çok gizli yürütülen, Bayram'ı çok bunahan bir sorun olmuştu bu. Şimdi, bavulu244

P:246

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

nun ta dibinde duruyor. Kedibokuymuşum! Kokup bulaşmasam Kezban'a hediyelik mi ararım?

Aradı. Epey bunaldı, terledi. Getireceği şey hem salt

Kezhan için düşünülmüş olacak, hem Bayram tarafından

çok düşünüldüğünü belli etmeyecek. Hem bunu belli edecek, hem Kezhan'dan başkası anlamayacak. Hem Bayram,

bu tür bir Almanya hediyesi olarak yıkıma uğramış, varını yoğunu ortaya koymuş sayılacak, hem üç beş marktan

yukarı çıkmayacak. Hem açık, hem gizli yürütülmesi gerekecek bu işin.

Arabasının özel kılıflı direksiyonu başına geçince, bu

arabayla Kezban, bu arabayla her şey arasında nasıl ikiye

bölünmüşse, direksiyon kılıfıyla Kezhan armağanı a�asında da öyle ikiye bölünmüş olduğunu sezip, bu direksiyana

şimdi batan çıkan, gidip gelen düşmanlıklarından biriyle

bakıyor. İçine sindiremediği bir nokta var bu işte de. Ben

acentadaki adamın özel kılıf üstüne çektiği nutka kanmasaydım Kezban'a daha iyi bir şey alırdım. O halkanın

daha iyisini... Lakin acentanın adamı... Bu, direksiyonu

özel kılıflı Mercedes'lerden. Ne demek bu, biliyor musunuz? Çok parçası özel olarak yapılmıştır, demek. Biz bunun için salt on üç marklık bir fazlalık ekliyoruz fiyatına.

Sembolik. Bir çeşit onur payı. Bu türden direksiyon kılıfları, ancak Mercedes fabrikalarının en üst kadernede çalışanları için, onların yakınlarına vermek istedikleri özel

dikkatle yapılmış armağanlık otelara özgüdür. Tıpkı şarap fabrikalarının özel etiketli armağanlıkları gibi. Bu

Mercedes, bizim acentaya geldiyse, bakın neden? Belki

de fabrika üst kademelerindekilerden birinin, -şimdi size

açık bir söz,- karıları, dostları, metreslerinde o gün için

bir eksilme; ne bileyim, bir, bir ölüm, ayrılma, kopma olmuştur. Her zaman düşmeyen bir parça yani. Belki de,

245

P:247

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Bay Mercedes'lerden birinin bu arabayı sunduğu kişi, bir

nedenle öfkelenip bu armağanı elden çıkanvermiştir. Ama

kimse, bu tür fırsatların gerçek olabileceğine inanmak is�

temez. Kimseye anlatamazsınız özel yapım ne demek? Fakat, anladığım kadarıyla Bay Türk, siz araba alımında Ôldukça titizsin,iz. Size, bu fırsatı kaçırmamanızı söylemekse benim görevim. On üç marklık bir fark, aslında arabanın değerini vurgulamak için, bu özel kılıf adına konmuş

bir fark. Bu fark, nasıl desem, mahkemeye, haklı bulunulduğu yüzde yüz kesin, ama bu davanın para için açılmadığını anlatmak isteyenlerin, bir feniklik tazminat davası açmaları gibi bir şeydir.

Bayram'ın başı dönmüş, gözü kararmıştı. On üç marka burica şeyi satın almak. En üst kattakilerin bir arabasına on üç marklık farkla sahip olmak. Vazgeçilemez

bir öneriydi bu. Kezban'a bir şey götürmek. «Duydum ki

unutmuşun 1 Gözlerimin rengini. .. »ye anlamlı bir karşılık

vermek. Bayram için vazgeçilemez bir istek de bu. On üç

marklık bir fark kendisine nasıl bunun çok ötesinde, üst

düzeyde bir yarar sağlıyorsa, Bayram'ın Kezban'a vereceği armağan da ödediğinin çok üstünde bir değer taşımalı. Hesabını kaç kez kurmuş, bozmuş, Kezban'a alacağı

şey için on beş mark ayırabileceğinde karar kılmıştı. O

gün, on üç marklık, ama vazgeçilmesi güç bir öneri karşısında bütün tasarıları yine altüst oldu. İki gece de bunun için düşünmesi gerekti. Zaten, bir araba peşine düşüp Kezban'ı yarı yolda bıraktım. Gerçi, evet, öyle oldu.

Lakin Kezban'a ben, on beş mark sayıp kafesinde

pille öten kanaryalardan alacaktım. Yüzükle eşarbını da

kafesin içine koyacaktım. Bırak be! İki yakası bir araya

gelmernek bu �şte. Başka ne?

Sonunda pille öten kanaryadan vazgeçti. Özel kılıflı

246

P:248

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

direksiyonu olan Balkız'a kavruıtu .. Kendini, çok yalnız

duyduğu günlerden birinde satın alıverdiği güllü, çok

renkli bir eşarba, Alman gümüşünden beş marklık bir n.işan halkası eklemekle yetindi. Bavulunun dibinde duran

bunlar. Kafessiz gidiyorlar.

Başörtüsü çok alımlı lakin. Ben bu başörtüsünü görür

görmez, dedim <<Al şunu. Hiç düşünme». Bir yıl mı ne

oluyor. İyi ki alakoymuşum. Alınmış alınmıştır işte. Tıpkı tıpkısına Kezhan'ın başını ilk kez Temizel'in kapısından

uzattığı zamanki başörtüsü. Renkler aynı. Daha parlak

ama. Yeni. Kalite. O renkler nasıl da açmıştı Kezban'ı.

Gölgesi, çene yanındaki çukurlara düşüyordu. Mavili, pembeli, yeşilli ... Alman gümüşünden yüzüklerin de daha bir

iyisini alırdım almasına ben. Balkız'a ödediğim on üç

marklık fazlayı ne unutup alırdım almasına da ... Kör kuyuya taş atma benimkisi. Yaşar'dan o habeı:i duyunca . . .

Bakarsın, balıkçı laf, söz değil. Bakarsın gitmiş ona. Yüzük elimizde kalakalmış. Pekii, başörtüsünü verecek mi- .

sin, balıkçıya gitmiş olsa bile?

Teypin düğmesine bastı. Azıcık kurcaladı. Kezhan'ın

Yaşar'la gönderdiği plağın şarkısını bir yerinden yakaladı:

«Hani bendim yedi renk 1 Hani tende can idim? .. »

Öylesin ya Kezban! Öylesin, anasını sattığımın! ..

Bayram, bir bağazı geçiyor. Önünde MAN kamyonu.

Kum tlolu. Suyunu yere akıtıyor. Arka yazısı: Bitmeyen

Çilem. Asfaltta, sarsak ıslaklık çizgisi. Kafaını bulandırıyor bu kamyon. Mavi üstüne çiçekli başörtüsünü biz anca, yüzüğü de ... Bas. Geç şunu! Solla.

Yol, kısa bir süre bozuk gidiyor. Şonra, yamasız yırtıksız bir asfalt, Bayram'ın da bundan böyle on bir kez

247

P:249

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

üstünden a,acağı, dolanıp yeniden buluşacağı Mezit Suyu'nu kesiyor. Hiç zorlanmadan, hemen hemen tek bir keSkin dönemeçle burun buruna gelmeden, ancak yumuşak

eğimli sırtlard§ln dolanıp akarak, çoğu kez dümdüz kayarak Eskişehir'e her dakika biraz daha yaklaşıyor. Bir Ahı

Dağı geçeceksin, demişlerdi. Dön dön aynı yerdesin. Dön

dön, aynı yerde. Bunu, Polatlı'da minibüsçülük ederken

de kaç kez duymuştu. Bursa yolunda bir Ahı Dağı var ki,

inegöl'ün burnunun dibinde; canına okur adamın. Devrilmeyen kamyon mu kaldı orda? Burnu sürtülmeyen taksi mi kaldı? Kışın buzlu, kaygan. Yazın tozlu, bela. Bolu

Dağı'ndan beter. Toroslar'dan beter. Katil bir dağdır o

dağ. İnseler ya aşağı. Mezit Suyu ne güne duruyor? Sür

izinden, geç git.

Demek, kamyon sürücülerinin verdiği akıllar sonraları akıldan sayılmış. Bir dağın geçitlerinde ağıp dönmeden, tepelere çıkıp, sonra aşağılara inmeden Ahı aşılm1ş,

geride kalmıştı. Ama, yeni yolun bir bölümü yapımdaydı

henüz. Bir Galion, yolu silindirlemekte, asfalta hazır etmekte. Geniş tutulmuş uysal dönemeçler Galion'un işini

rahat yapmasına izin veriyor, araçları da bunaltmıyordu.

Yolun iki yanı, sık gürgen, meşe ormanlarıyla sürücülerin gönlünü şenlendiriyor. Yaz sıcağının bununu dağıtıyor. Mıcırı yeni dökülmüş, geniş bir yeni yol üstünde

usul usul tırmanıyor araçlar. Nazlı bir türküyü çağırır

gibi; sıçramasız, hoplamasız, yumuşak bir dansı sürdürür

gibi, yolla tam bir uyum sağlayarak tırmanmaktalar.

Mezit'i onuncu kez atlarken Bayram, sabahtan bu yana ilk kez bir gezi tadı alıyor bu yolculuktan.

Rahatça arkasına kaykıldı. Sol kolunu pencereye dayadı. Tek kolla direksiyonu usul usul döndürerek uzun bir

süre yüz yirmi kilometreyle sürdü Mercedes'i. Karşısın248

P:250

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

daki dikiz aynasında morarmış, gözaltını, tıraşta kanamış

çenesini gördü bir ara. Kan, yanın santim kadar sızmış ve

orda pıhtılaşmıştı. Kurumuş gitmiş canım. Bir fırsatta

temizleriz. Hiç bir şeycik kalmaz. O kolay da, şu canırta

yandığırnın morluğu ... Uykusuzluktan kapıya vurduk deriz artık. İki buçuk günlük yol. Dile kolay. Böyle sürebilirsek, düşündüğümüzden erken, hem de tam uygun saatte

Ballıhisar'ın göbeğindeyiz biz. Ne yapmalı o zaman?

. Doğru amcasıgilin önünde duracak elbet. Elbet de,

onların kapısına varmak için köy kahvesinin önünden geçmek gerek. Hem bakalım bu koskocaman, bu yayla gibi

Mercedes, amcasıgilin kapısı önüne girebilecek mi? Oraya sığabilecek mi? Kahvenin önüne dek geçeriz geçmesine de, ondan iki adım öteye nerden kıvrılır, nasıl sığarız?

Dur bakalım. Bakalım belki, kuru derenin yanındaki yol

izini biraz genişletip . düzledilerse. Ben askere giderken

bunlar derenin kıyısına üstü örtülü çamaşırlık kuruyerIardı ya? Onu kurdularsa? Geçemeyiz. Köye yabancılar

girince o kazı için, karılar tutturmuş, ille kapalı çamaşırlık isteriz ... Bir bakıma haklılar. Gördüm o kazıcıları ben

de o zamanlar. Çadır çatak, serilmişler köyün üst yamacına. Karı, kızan dere başına çıkamaz olmuşlarmış çamaşırlarını yumaya ... İyi de, biz şimdi nasıl vurup geçeceğiz

Balkız'la doğru amcamızın kapısı önüne? Elini öpmeye ...

Kezhan'ın yüzünü görmeyim yalanım varsa. Ölmeden yetişip elini öpüym istiyorum. istiyorum tabii, Mercedes'imi

de görsün. Balkız'ımdan oluym, eğer içimde şuncacık küslük varsa amcama ... Ah Kezban, ah. Ne diye sanki, bekleyip sabır etmeden hadi bakalım abinin ardından Ankara'ya? .. Şimdi, bin dereden su getireceğiz de köyde, ağız

arayacağız. Reva mı? Ne vardı oturup durmadın köyümüzde? A, gelirim elbet Ankara'ya? Niye gelrneyecekmi249

P:251

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

şim? Ankara bi senin malın mı? Ballıhisar'da bakanım,

erenim mi kaldı a Bayram? Sen mi sahap çıktın yoksam

bana? İyi, ben sahip çıkmayacağım da, Nevşehir'in balıkçısı mı sahip çıkacak? Hadi be ! Ne balıkçısıymış? Başkentin göbeğinde balıkçı mı olurmuş? İçim ·hep, yalandır, düzendir, diyor. Bekledi bekledi de tam döneceğim zamanı

mı buldu? Onu söyler, onu bilirim: Beni kışkırtmak için

bu haber ... Elimi çabuk tutuym diye ...

Şimdi Kezhan'ın içine doğmuş olsa. Doğar onun içine,

bilirim. Şimdi, koyup Ankara'yı Ballıhisar'a koşmuş olsa.

Abisinin İstikla.lbağı ile Ballıhisar arasında iki dönümlük

bir yeri vardı. Bunlar, şimdi mevsim yaz değil mi, biraz

bulgur etmek, biraz tarhana karmak iÇin Ballıhisar'a gelmiş olsalar mesela deyim. Mesela, Kezhan da ardıcın altında duruyor olsa. Uzaktan benim Balkız'ı tozutarak geldiğimi görüverse? İçinde ben olacağım mümkünü yok aklına düşmez ilkin. Daha iyi ya. Önden kestirememesi daha

iyi. Ben ardıcın yanından geçerken ... Üle beee ... Ne olur

kim bilir? Ne olurum kim bilir? ilkin biz ikimiz karşılaşmışız mesela ... Mesela biz öyle, ardıcın altında bakışakalmışız ...

Bu Mercedes'in artık iyice kendisinin olduğuna inandığı gün, içine ilk oturduğu gün de yüreğini böyle delice

bir çırpınmadır almıştı.

Sol pencereye dayadığı kolunu içeri çekip, elini yüreğinin üstüne bastırıyor Bayram. İyice bastınyor. Küt küt

küt ... Dur oğlum, kendine gel. Toparlan bakalım. Biz Ballıhisar'a gireceğiz. Kezhan balıkçıya gitmemiş olacak. Tam

saatinde gelip ardıcın altında duracak. Bizi herkesten önce o tanıyacak. Herkesten önce onun gözleri gözlerimize

değecek. Kezhan da, aynı eskisi gibi kara kirpikli çakır

gözlerini yüreğimizin köküne daldırıverecek ... Nerde gör250

P:252

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

dün sen böyle her bir şeyin üst üste denk düştüğünü? Haa,

bak nerde? Polatlı'nın açıkhava sinemasında. Hani minibüsçüyle gitmiştiniz? Seni götürmüştü? Kızla oğlan, sonunda, «Güllü! .. », «Ömeeer!» diye karşılıklı çığrışarak,

birbirlerine doğru koş babam koş. .. Fakat canım, or da

her şeyi üst üste düşürmek, karıyla oğlanı b}lluşturup

birleştirmek için yolu nasıl yokuşa sürmüşlerdi önden, düşün. Biz kendimiz, olacak gayreti bile göstermedik. Bir adres yollamadık Kezban'a. Kezban'a yollayamazdık ya, İsmail abisine, İstiklalbağı'ndaki teyzesigile, köye işte her

şeyden önce, kendi köyümüze ... Bir haberimizi iletseydik

ilk zamanlar ... O ona, bu buna derken, belki ... Şimdi de

kalkmışın, yok Kezban ardıcın altında duruyor olsaymış,

yok sen o dakka giriverseymişin Ballıhisar'dan içeri ... Tozutarak gelseymişin... Bakarsın olur. Niye olmasın? Hayatta insan, bakarsın hiç ummadığı sırada ... Hiç ummadığı sırada ayağına gelir adamın. Ben İbrahim'i görüvermeyeydim Hal'in oralarda. .. O curcunada rastlayıvermeyeydim ... Hani Rıfat Usta'nın pastırma aldırınaya gönderdiği akşamüstü? .. Orucunu açacaktı da hani? ..

Kış bastırmış. Günler kısa. Rıfat Usta, orucunu hep tamirhanesinde açmak zorunda. Ben bu Rıfat Usta'dan epey

azar işittim ya, yerin dibine asıl o akşam geçtim. İftar

topu patlamış, ben hala onun pastırmasını, zeytinini götüreceğim. Şuramdan itmesiyle, papağan ağzını kaptığı

gibi sırtıma fırlatması bir olduydu h aa ... Haklı olmasına

haklı. Lakin ben de haklıyım. İbrahim'i görüvermişim.

Hal'e giren sokağın ağzında. Millet itiş kakış. Yerler cıvık.

Seyyarlar, kulak zarını patıatmada adamın. Sulu da bir

kar serpiştirmede ...

�- Yahu İbrahim! Nerden çıktın? Ne gezersin sen

burlarda?»

251

P:253

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

İbrahim'in çökük yüzü, akşamın neon ışıklarında iyice sarı yeşile vurmuş. İbrahim'e sorsan, Bayram bitmiş.

Karayağlı bir ise bulanmış. Eski ceketinin yakasını bıçakla sıyırsan kalıp gibi kir toplanır bıçağın sırtına. Bunun bu hırsı yok mu, bu taksi hırsı, oğlanı göçertip gebertecek de haberinde değil. Nerde yatar kalkar, ne yer,

ne içer bu Bayram? Asker dönüşü köye gelmek istemiş

de, amcası istemedi bunu. Hayırsız, görünmesin gözüme ...

Köyde, bir tefe koyup çalmadıkları var bu Bayram'ı artık. Vah bee ! Parıl parıl oğlandı bu. Yüzünü de yaralamış.

O bir şey değil ya, bet beniz kalmamış bunda. Kezban'

ın da yeniden ardına düşesiymiş. Kezhan'ın ardına, sen

neyine güvenip düşüyorsun, desene?.. Bir göz odan mı

var gecekondularda? Bir kısım tarla mı bıraktın köyde?

Kezban da çulsuz, evet. İki çıplak bir hamamaymış ... Bunların kafasına, tee ne zamandan soktular bu işi, lakin geç.

Birinde bir şey yoksa, ötekinde az buçuk bir şeyler olmalı

ki, yere döşek serilsin. Üstüne yorgan aülsın. Bizim köyde üç beş davarımız, bir göz damımız olduğu halde, bak

bakalım eve tuz, çocuklara mintan yetirebiliyor muyum?

Döl döktük, döşedik. İyi bok yedik. Gideceğim Alamanya'

ya. Bizim karı beklesin çocukların başını.

Helvacının saçağı altına sığındılar. El sıvazlayıp tokalaştılar.

«- Hele bak,» dedi Bayram. «Hesaplasan bulamazsın

bu hayhuy ortasında birbirini. Kaybeder gidersin. Hele

bak ... Ustaya iftarlık götürecektim de ben ... »

«- Gene tamir işinde misin?»

«- Tamir işinde. Geceleri dolmuşçuluk da edeceğim ...

Burda bir askerlik arkadaşı var da ... Geceleri bana bırakacak dolmuş u. Ant içti. Bırakacak ... Ee, sen n ere böyle?»

252

P:254

\"FfKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Ben

.

bi işe bulaştım ki, hiç sorma. İyi mi ettim,

kötü mü ettim bilemem. Beş bini yatırıp Köy Kalkındırma'ya üye yazılan dışarı işçi gitmek için sıra kapıyor ya? .. >>

Bir kardeşin bir kardeşi günülernesi gibi bir kıskançlık dalayıp geçmişti Bayram'in içini. Sen bunca yıl katır

misali didin, Çalış; bir taksi tekerinin parasını bile yan yana getireme ... Tam, oldu olacak, derken elindekini avucundakini batır. Bunal. Çıldır da, şu kestirme yollan öğrenme. Şu kestirme yollardan haberin olmasın.

Yariak içini dişleyip kanatıvermişti Bayram. Yanık izi

seğirmişti.

«- Ballıhisar'da kooperatif var mı ki?>>

<<- Bizim orda yok da, İstiklalbağı kurdu. Yakın köyleri de idare ediveriyorlar. Babamın orda, hudutta dikenli, işe yaramaz bir yeri var; bilir misin? Elimiz ulaşmaz.

Uzak. Bir derde §ifa olmaz. Kıraç, kireç. Kim gidecek de,

kim ekip biçecek? Bunda işe yaradı ama. Bak, imdadıma çıkıp geldi. Sonra zati, baktılar; şu kadar kimse işçi olmaya yazılabilir. O kadar kişi de rabbime çıkmamış.

Şurdan şu, burdan bu derken, baktım son kalan yeri de

kaptıracam. Öyle ettik, böyle ettik, sonuncu monuncu, biz

de yerimizi kaptık orda. İlle o tapu işi çok uğraştırdı beni. Çok. Şu bizim, Düldüller'in oğlu Osman Bey var hani? Kazım Bey'in büyüğü. Mebustur şimdi. Ona ko§tum.

Tam olacak gibi oluyor, gene bir pürüz. Gene bir pürüz.

Tuttum, davarın birazını sattım. Allahıma babam ses etmedi. Beş bini denkleştirdik Ancak iki-üç koyun, üç-beş

keçi alakoydum. Olsun. Hele bir gidiym dışarı, çocuklara

para yoUarım ben. Babama yollarım. Bakarım hepsine ... »

Ağzı açık dinieyekalmıştı Bayram. Benim tarlam tapum yok İstiklalbağı'nda. Sanki Ballıhisar'da var da ... Hadi diyelim, altından girdin, üstünden çıktın, nüfusunu İs253

P:255

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

tiklalbağı'na aktarttın. Olur mu, olmaz mı bilemem ya, de

ki oldu. Sıra dolmuş baksana. Son sırayı da bu İbrahim

kapmış. Vay sümüklü İbrahim vaay! Sözde eşek koştururken seni geçerdik biz hep. Sen bu işleri beceriyarsun da,

ben hala kaportacılıkta taksi parası toparlayacağım diye ... Köyden çıkalı şu kadar olduk sözde. Sözde biz Ballıhisar'ın en gözü açılmışı kesilmeliyiz. Git len salak! Bayram'lığın batsın senin. Sen de adamsan ...

«- Ee, şimdi gidiyor musun artık? Oldu mu her bir

şey?»

<<- Olur biter mi a Bayram? Bir kumara girdik ki, hiç

sorma. Bir yerde bir kaat ters çıksa, zarın biri ters düşse,

ben sırtımı asla doğrultamam artık ... »

Hava hala bunaltıcı. Bayram, Mercedes'i bir yardan

aşağı koyuverince azıcık serinler gibi oluyor. Belli belirsiz bir ürperme bile duyuyor. O yardan aşağı iner inmez

ise, yeşil tepeler, meyve bahçeleri, ormanlı dağlar, akarsular hep birden tükeniverdi. Yolun iki yanı sararmış ekin

tarlaları. Biçiln'ıeye hazır. Killi bir Anadolu toprağı, Bozuyük'ten öteyi, iyice içerleri, artık hep tekdüze olacak

içerieri haber veriyor.

Bozuyük Sanayi Sitesi'ni bir mermer işletmesi izliyor. Doğanın yalınlığını buralarda artık salt kireç, mozaik

ocakları, tuğla harmanları, oto servis istasyonları, un, bisküvi, makarna fabrikaları bozacak. Yeni mülkler. Yeni

mülkierin yeni ağaları. Yeni ağaların yeni tür ırgatları:

Tornacılar, tesviyeciler, oksijenciler, paketçiler, kesmeciler, delmeciler, muhasebeciler, kontrolcular, odacılar, kapıcılar, bekçiler, denkçiler, balyacılar, etiketçiler ...

Ne iş be! Toprak sanki artık ardıç, meşe büyütmüyor

da fabrika, imalathane, tesis büyütüyor buralarda. Bir ka254

P:256

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

vak bile on yılda büyür yahu. Üç beş yılda amma çok baca bitmiş ... Sanki millet tarla, bağ sulamayı başlamış da,

temel-duvar sulamış. Çelik, beton bitirmiş yerden. Eğer

İbrahim gene de işsiz kaldıysa kendi akılsızlığı. İşte, her

yan iş. Köyden çıkmayı aklına koymuştu madem, işte sana tümenle fırsat. Gerisini ben bilmem. Eşeğini sağlam

kazığa bağlayacaksın. Kumara yatmakla olı.ir mu? Zar atmakla istikbal mi kurtarılırmış? Bir kaat ters çıkarsa?

Durmuş, böyle diyor. Çıkar, çıkar. Kaat bu.

Hal'in başında, helvacının çatısı altında dikkatlice

bakınıştı İbrahim'in yüzüne :

<<- Yok bee? .. Nasıl kumar bu? Niye ters kaat çıkacakmış? Madem her bir şeyi çekmişin, çevirmişin, gidersin artık ... >> Ve derin bir iç geçirmişti: «Keşke benim de

haberim olaydı. Keşke ben de girivereydim sıraya, takım

dolmadan ... Bize artık sıra, İşçi Kurumu'ndan, on yılda mı

gelir, yirmi yılda mı? .. »

Yüreği, taksiyi maksiyi unutup Kezhan'dan yana cızlamıştı o an. Onun için yanmıştı. Eninde sonunda bir taksinin üstüne bineceğim. Lakin, Kezban daha ne kadar bekler?

İbrahim'in sesi, duyulur duyulmaz bir biçimde gelmişti kulağına:

«- İyi olurdu ya. .. Nicedir d olanma dı ğın yer, girip

çıkmadığın iş kalmadı? N e kazandın ?»

Ne mi kazandım? Onu mu soruyor? İşte, kooperatife

kaydolacak param hazır ya? Gel gör ki, benim ne İstiklalbağı'na komşu tapulu tarlam var, ne bana sırada yer koymuşunuz siz.

<<- Be n· bu işe bulaşalı her girdisini, her çıktısını öğrendim bak ... » diye sürdürmüştü İbrahim. <<Bir dilekçe,

255

P:257

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

iki tanık. Oldun mu sen İstiklalbağı'ndan? Kom§U adamlar. İyi adamlar. Kooperatife de beşer binler aksın yeter

ki. Onlar başka şeye zorluk çıkarmazlardı. Kaç köyden,

kaç arkadaş gelip de daldurduk biz bu sırayı. Bundan sonra artık, bilemem kaç yılda ikinci bir sıra tutarlar ... »

Birdenbire çok öfkelenmişti İbrahim'e. Onu düşman

gibi görüvermişti. Ulan dürzü, sen pek güzel bilip dururdun, ben neyin peşindeyim! Köyde, önümden ardımdan

hepceğinizin beni alaya almanız kolaydı. Kolaydı adımı

<<İncegül»e, <<Deloğlan»a, <<Ayram yok içmeye ... »ye çıkarmak. Benim meramlarımı anıp anıp gülüşeceğinize, kaç

bi kez batıp çıktığıma, çıkıp battığıma sevineceğinize, her

önünüze gelene «Bizde bir Bayram vardı. . . >> diye ba§layacağınıza, haber etseniz, «Bak şurda şöyle bir yol açıldı»

deseniz olmaz mıydı? Yooo, olur mu? Biz taksisiziz madem,

Bayram da taksisiz kalsın. Biz anmadık madem, o da onmasın. Bana damlamayan kimseye damlamasın. Ah ulan,

bilmez miyim ben, bizim köyün adamım? Bilmez miyim

ne içten pazarlıklıdır bu bizim ahali?..

«- Ee, şimdi nicesin Ankara'da? Niye geldin? Hadi

geldin, adam bir arayıp sormaz mı memleketlisini? .. »

«- Biz ne bilelim sen nerdesin? Hem, kaç gündür

tabaniarım götümü dövüyor benim a Bayram. Yüzdüm

yüzdüm kuyruğuna geldim. Her bir şeyimi de tarumar ettim. Yoksa, nerdeyse cayacağım valla. Ne bitmez muamelatı varmış bu i§ in canım? Şim ci de bir sağlık raporu tanzim ettireceksin, dediler. Ordan sefarete ... Vize mize dediler. Hastaneler adam almaz. Bekle bekle sıra gelmez. Çalışma Bakanlığından izinli, Alamanlarca da kabulü şayan

muayene yerleri varmış. Dün anlatıverdiler, gittim. Sonunda muayenemi yaptırdım. Poliklinik derler. Parayı

bastırıyor, muayeneni oluyorsun. Filmlerimi çektiler. Ka256

P:258

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

nımı neyi aldılar. Gel gör ki raporumu daha üç gün sonra teslim edeceklermiş. Benim sayrılığım, sakatlığım ne

yok, bilirsin. Çürük çıkınarn çıkmasına evvelallah. Çürük

çıkınarn ya, tee eskiden bir satlıcan geçirdim. İzi bile kalmamıştır. Gene de içimde bir kuruntu. Şu, sağlam raporunu bir alsarn hayırlısıyla ... »

Bayram, kirpikleri çipil çipil ederek, böylece içinden

geçenleri değil İbrahim'e, kendine bile sezdirmekten kaçınarak sol dizini büküp açıyor, büküp açıyor. Sol ayağı

bir su birikintisinde cıp cıp edip duruyor.

<<- Demek üç gün sonra gideceksin raporunu almaya? .. »

<<- Öyle gün verdi ordaki adam ya, bakma. Gününde giderim, filmini okumadık daha derler; bakarsın bir

gün daha atar. Zaten ben bu üç günü buralarda gene nasıl geçireceğim diye kara kara düşünürüm. Bir sersefil olduk ki Ankara'da, hiç sorma ... »

«- Ben de tamirhanede yatıyorum. He:m bekçilik,

hem işçilik benimkisi. Hani, bir göz odam olsa buyur gel.

Başımın üstünde yerin var, lakin ... »

«- Bir gece İsmayıl'larda yattım. Bildin İsmayıl'ı tabi. Kezhan'ın ağası hani? .. >> Göz kırptı, takıldı: <<Ben bilmem de kim bilir, desene?»

Kezban, der demez İbrahim böyle, Bayram'ın yüreği

gürplemişti. Dur §imci. Kezban'a takma kafayı. Sırası değil şimci. ..

«- Burdaymışlar, duydum».

«- Gecekondularda bir göz odaya tıkışmışlar. Elektriği ne var, iyi de, bir göz odada, çoluk, çocuk, kadını, hacısı. Bi de ben. Ne olsa yabancı adamın teki. Baktım olmayacak. Önceki gün bir otele çıktım. Dokuz kişi bi sofada yatıyoruz. Gene de anasının nikahı. Hadi onu geç.

17 257

P:259

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Zati battık. Lakin, koca Ankara içinde dolan dur. İşçi

Kurumu'na git gel, bekle. Hastanelerde bekle. Bekle pasaport diye. Bekle rapor diye. Soğuk. Islak her yan. Sokaklarda dolanıp durmakla da olmuyor. Valla Bayram, can

tam burnumun ucuna geldi...>>

Ben bu İbrahim'i koyvermemeliyim. İyice aniayıp dinlemeliyim. Öğlen, Temizel'i uğradığında ben bu İbrahim'i

bir köfteciye ne davette bulunmalıyım. Ne bekleyeceksin

burada? Ne üzeceksin canını? Raporu almaya kaldıysa iş,

bir buysa derdin, bunalıp durma. Ben alır yollarım sana.

Tezelden ulaştırırım. Sen, var dön köyüne. Çeluğunun çocuğunun başına. Hazırlığını yap.

Bunları o zaman söylemedi. Bunları, geceleyin, tamirhanede sırt üstü uzanmış, çinko damdan şırp şırp damlayan sulu karı dinleyerek düşündü. Bir gözkapağı ötekine

bitişınedi saatlerce. İftara geç kalıp, Rıfat Usta'dan söz işitmişti, sırtına papağan ağzını yemişti ama, onu bile unuttu. Çarçabuk İbrahim'e yemek yedirecek Bunu kesin kararlaştırdı. Adamcağız sefil olmuş baksana. Daha niye sefil olsun? Versin adresi, versin numarasını, fişini, gidip

ben alıveriym. Onun da köyde derlenip toplanacak işleri

yardır. Şu raporu verecek her kimse, bulur alırım. Dar

gününden bir yardım memleketlime ...

Allah biliyor ya, ben hep İbrahim'in iyiliğini düşündüm. Allah şahidim ya, İbrahim'in bu Alamanya işinde aklım kalsa da, bir dümen, bir puştluk geçirdiysem zihnimden, Ballıhisar'a varmıyayım.

Bayram, sağda, bir tren yolundaki lokomotifle uzun

süre yarıştı. Lokomotif çabucak geride kaldı ama, o hep

sürdürüyor koşusunu. Tekerlekleri birden, bozuk bir düzeyde hoplayıp yalpalamaya başlayınca toparianmak zo258

P:260

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

runda kalıyor. Bak yine daldırdın. Tadını kaçırmasana oğlum. Dingilinin ucuna taze ot bağlanmış araba atma döndün haa . . .

Bir yokuş tırmanıyor Bayram. Önünde yine bir treyler. Kırmızı bir treyler. Üstü, iki sıra ve sütbeyaz Murat

214 yüklü. Bunu sallayıp geçmek istiyor. Fakat karşıdan,

bir rampanın ucundan beliriveren minibüs nedeniyle yavaşlamak, vites değiştirmek zorunda kalıyor. Sonra, bir

yerlerden bir merkep fırlıyor yolun üstüne. Murat Nakliyat'ın sürücüsü, direksiyonunu sola kırıyor. Bayram da

onu izliyor. Merkep, iki adım sola, iki adım öne fırlayıp

çifte attıktan sonra, motor uğultularının ürkütmesiyle geri dönüyor. Çıktığı yörie seğirtip, şarampoldan aşağı iniyar. Antalya plakalı bir steyşın, Bayram'ı da, Murat yüklü treyleri de sıyırtıp geçiyor. Açıkgöze bak! Biz yolu koruyoruz, eşekleri kaçırtıyoruz, o bize sığınıp öne geçiyor!

Eskişehir Çimento Fabrikası önünde Bayram da steyşını geride bıraktı.

İbrahim'in önünü tutmak, sırasını kapmak ... Hadi canım, hadi canım! Hiç bile ... Ben onu yemek yemeye çağırdıysam, götürdüysem Dışkapı'nın köftecisine, adam bunalmış, sıkılmış da ondan. Belki Kezban'ı da anlatır yeniden

dedim. Başka birine söz kesilmiş mi, kesilmemiş mi? .. Belki dedim, İbrahim köye dönmeden bir allahaısmarladığa

uğrarsa onlara, yerimi, işimi çıtlatıverir Kezhan'ın önünde, dedim ... Gerçi ben, bu Almanya işi üstünde açık bilgim olsun da istedim istemesine ... Madem kendi tek tek

geçmiş her bir deliğinden bu işin, tecrübesi var madem,

bir aniayıp dinleyelim. Bir gün İşçi Bulma'dan bize de

sıra gelirse, bize de lazım olacak, dedim ... Valla Balkız,

ölmüş babamı, yüzünü görmediğim anaını cennetten alıp

259

P:261

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

cehenneme tıksınlar, eğer ilkten bu rapor işinin dingi line

taş koymak aklımın ucundan geçtiyse ... Hem geçse ne olacak? Benim nerden aklım kessin o laborant denen dürıünün her herzeye yatkın olduğu? Ben, böyle böyle işler bir

askerlikte olur, dedim. Çürüğü sağlama, sağlaını çürüğe

çıkarmak bir oraya vergi sanırdım. N e bilirim, doktoru

moktoru, tam teçhizat bir yer, o yerin kaçıncı sıradan bir

adamı, eline üç yüz lirayı toslayınca ...

İbrahim, Bayram'ın yardımına çok sevinmişti. Hele

o piyazlı köfteler yedirişini , Ballıhisar'da anlata anlata

bitirememişti. Biz bu Bayram'la çok dalga geçtik. Hiç gözümüz tutmadı bizim bu Bayram'ı ama, neme gerek, adam

evladıymış. Aynı döl döşeğinden çıksak, bilmem bu kadar

olur mu? Bilmem adama kardeşi böyle arka durur mu?

Bunları böyle böyle İsmail'lerde de aniatmıştı aynı

gece. Köye dönmeden önce. Kezhan'ın yanağını al bastı.

Bayram zaten gönlünde. Şimdi de koca bir tahta kurulup

oturdu. Bunlar köftelerini yerlerken, habire anlatırmış:

Ahdettim, içinde «Fikrimin İrice Gülü>> çalacak bir taksi.

Bu taksiyi almadan Kezhan'ın kapısına varmıycam. «Bok

yiyor bu» diye homurdanmıştı abisi. «Bayram'ın keyfi olacak diye, tohuma duracak değil ya Kezban? Hem taksi

ne? Yarın bir ezdirdin mi, sıfıra sıfır elde var sıfır. Beyinsize bak. Gözlerini bir noktaya dikmiş, öz

canını bir arabayla kurtarırım sanıyor. Aklı havada bu oğlanın ... >> O, abisinin fikri. Kezban, Bayram'ı

bilmez mi? İki arada, bir derede kalmış Bayram'cık. Taksi, ' diye tutturduysa, yine benim için tutturuyor. Beni rahat ettirmek istiyor. Eskilerde bir adam sevdiğine yiğitliğini göstermek için ejder�a boynu vururmuş. Dağ devi260

P:262

\"FİKRİMİN İNCE GÜL Ü\"

-

rir, baş dikeltir, susuz yerde su bitirirmiş. Bı;ı zamanda

Bayram gibilere güç hedef ne? Bu işte. Altına taksi çekmek, önüne sinema dikmek. Şurda, çeşme başında su diye

kırılıp düşüyoruz da, çatal direkler damların üstünde eksik değil. Bizim gibilere, Bayram gibilere övünç belgesi,

yiğitlik belgesi bunlar oldu artık. Ben ona anlatırsam ki,

taksisiz bir Bayram da benim kabulüm ... Ben ona belli

€dersem ki, gözüm yukarlarda, aklım havalarda değil...

Taksiyi ben de isterim. Ama önce başımı sokacak bir ev

isterim. Buncacık şeyi düşünemez mi? Benim anladığım

·çok şaşırdı bu. Çok iki arada, bir derede kaldı. Bende de

bokluk çok. Bende de kaltaklık tümenle. Ne başkasına varıp umudunu kırabiliyorum, ne gidip, yakasına yapışıp

«Bir adamın fikrinde iki ince gül birden olmaz. Birinin

suyunu, öteki, ötekinin suyunu heriki çalar. Ne biri onar,

ne öteki. Sen de kararını ver. Ya ben, ya taksi>> diyebiliyorum. İyi işte, bir ustanın yanına girmişsin. Bir meslektir. Icığını, cıcığını öğrenirim ben olsam. Ben olsam, ustamı geçer, ustalığını elinden alırım. Eğer ben de, bu Bayram'ın kapısına varmazsam ... Ardıcın altında bana çığırı

�ığırıverdiği nağmeyi bulup buluşturup kafasına çaJmazsam! Adam olan anlar. Bu da, böylece ne demeye getirdiğimi aniarsa anlar ... Bunun derdi, İsmail ab im gibi milletin derdini kendine dert etmek değil ya? Bunun derdi

bir nişan halkası, bir kutu şeker. Nişanı takarsa taksinin

yolu uzar, diye düşünürü bu. Bu yetim büyüdü. Bu öksüz

büyüdü. Bunu ben anlarım. Başka kimse anlamaz. Bu, çok

itildi kakıldı. Bu, insandan korktu. İnsandan korkup bir

makineye sardırdı sevdayı. Bu, benden bile kaçar oldu. İnsan insandan geçer mi? İnsana ne var!ia insandan. Bak hele,

İsmail'in lafları bunlar. O böyle diye diye dilime dolandı

benim de. Kötü laf mı? Dosdoğru laf. Bu bizimki de laf

261

P:263

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

e besi oldu çıktı. Bir gün başına bir iş gelecek onun da ...

Göreceğiz iyice günümüzü. Lafın güzeli lafta kalacak olduktan sonra ... Yok, gideceğim Bayram'a. İnsan insandan

geçer miymiş, geçmez miymiş; görsünler. Ağamız çeker

bir yana, eski yavuklumuz çeker bir yana. Başka yolu yok.

İş başa düştü kız Kezban. Ona göre ...

İbrahim ge_lip gittikten sonra Kezban, kendi kendisiyle böyle uzayıp giden bir konu§ma tutturdu. Gece yatar,

böyle böyle. Sabah kalkar, yengesine su taşır, sergileri

çırpıştırıverir, sonra da Küçükesat'ın oralara doğru yollara düşer, böyle böyle. Çalıştığı evde parke ovar, böyle böyle. Cam siler, böyle böyle. Musluk ovar, çamaşır yıkar,

böyle böyle ... Her iş bitti sanır. Hava kararır. Tam çıkacak, önüne dağ gibi ıspanak yığarlar, ayıklayıversin diye. Suratı asılır. Yere çömelir. Tspanağın kökünü yaprağından ayırır. Hiç bitmeyecek sanır bu ıspanak işi ya,

içinden hep böyle böyle derken, bir de bakmış, ıspanak

tıımam. Her sabah, hanıma bir yalan uydurup Bayram'ı

aramaya çıkmaya niyetlenir. Her öğleye doğru niyetinden

cayar. Oynak bir Fidan var .. Şarkı, türkü; her ·şey onun

ağzında. Türkan Şoray, Tarık Akan, Cem Karaca, Barış

Manço ve hepsinin üstünde bir Yılmaz Güney dilinden

düşmüyor. Bilmediği yok. Fidan'a sık sık rastlar yollarda.

Kış sabahlarının, kış akşamlarının Ankara yollarını birlikte tüketirler. Fidan, bir radyo ses sanatçısının evinde

çalışıyor. Şarkı, türkü de de Fidan'ın haberi olmasın. Eskisi, yenisi... Çalıştığı yer, Fidan'ın bir eski şarkı peşine

düştüğünü bilse, ohooo ... Ne çok gurur duyulur Fidan'la.

Onun, sanata ilgisini ' sağladıklarına ne çok sevinirler. Ne

güzel yetiştirdik bu kızı, derler. Millete bir şey vermiş

olmanın, milleti kurtarmanın tadını duyarlar. Fidan, bunun farkında. Canını sıkma Kezhan abla. Ben bu şarkıyı

262

P:264

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

sana buldurturum. İki gün içinde getirip eline vermezsem,

bana da Fidan demesinler!..

Plağı Kezban'a verirken:

«- Bana bak Kezhan abla. Benimkiler bunu bana

yılbaşı hediyesi yaptılar. N asıl olsa bir şey a.lacaklarmış

da, bunu istedim madem, bu olsun, demişler. Sen de ona

göre haa ... » demişti.

Bu kız işini biliyor. Bu kız, Ankara gibi yerde, altından girer, üstünden çıkar, işini yürütür. Kezhan da ona

sordu:

«- Ne alıvereyim peki? Ne istersin? Gücünün yeteceği bir şey olsun da ... »

<<- Eh, bi çorap bari. Ama külotlularından bak ... »

Bayram'sa, İbrahim'i köye geri yolladıktan sonra Rıfat Usta'dan izin istemişti. Bizim köyden birinin işini kol- •

layıvereceğim de ... Yapmam, . diyemedim. Bilirsiniz usta, ·

kente göçen köylünün kamburu çok olur.

Sağlık raporunu sormak için, İbrahim'in caddesini-sakağını güzelce anlattığı yere gitti. Polikliniğin oraya varıyor ki, kapının önü ana-baba günü. Sulu sepken çoktan

durmuştu ya, keşke dur,maz olaydı. Her yan cam gibi buza kesmiş. Bekleşenler, daracık girişe sığışmak için birbirini itiyor, birbirlerine sokuluyorlar. Dışarı taşanlar,

erkenden sıra tutarnayıp da her yanıyla ay azda kalanlar ...

Hohlamalar, ohlamalar. Zamanı ve soğuğu yenmek için

girişilen her tür çaba. Kanı kızıştıracak sorgular, karşılıklar. Kanı devindiren kuşkular, tedirginlikler ... Bende

romatizma var. Yoksa sağlam çıkarmazlar mı? Romatizma var, demeyiver sen de. Ne bilecek romatizman olduğunu? Mevsim ıslak. Yaz olsa, ellerim şişmezdi. Satlıcan

geçirdin mi sen hiç? Satlıcan geçireni çürüğe çıkarıyor263

P:265

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

larmış ... Devletin tekmilli kurulundan geçtik ya? Bu daha nesi? Bu daha nesi, diyor. Alaman'dan icazetli doktor

raporu almadan olur mu? O da olacak, bu da olacak. Sen

burda muayeneden geçtin mi? Ben geçtim de, neticeyi

verecekler artık. Yarım mı soyuyorlar, tepeden aşağı mı?

Sen ne diyorsun arkadaş? Takım taklavatını bile elden

geçiriyorlar. <<Üçer beşer almayın içeri ! .. İkişer ikişer ...

Neticeyi alacaklar bu yana! Muayeneye gelenler şu yana! .. Çok gürültü ediyorsunuz! Sessiz dursanıza be! . . »

Gözleri hafif kanlı, üstüne kirlice bir beyaz gömlek

geçirmiş, kuzgun kara bıyıklı, kırmızı suratlı biriydi böyle seslenen. Bir kapının aralığından başını uzatıp, bütün

kalabalığa aşağılayıcı, nerdeyse düşman düşman bakarak

yineledi:

<<- Neticeyi alacaklar bu yana! .. »

Azarlayıcıydı sesi. Hoyrat. Diyarbakır Cezaevi'nin revir hadernesini amınsattı Bayram'a. Hem kırıcı dökücü,

hem içten pazarlıklı. Bir do�tor, iki hem�ire. Ben olmasam bu üçü zor başa çıkar bu öküz sürüsüyle. Akın akın

geliyorlar mübarekler. Gelsinler, gelsinler ... Ne kadar çok

gelirlerse, doktordan bana o kadar çoğu damlar. Ek kazançları olmasa bu işin, bir gün durur muyum acaba buralarda? Bu pislerin si dik şişelerini, kanlarını, balgamlarmı taşır durur muyum ordan oraya? Hadi be! · Yarın her

biri zengin bunların. Her biri kosulup duracaklar artık.

Adları zavallı. Adları namuslu. Nah namuslu! Burda ilk

laborantlığa başladığımdan, ben bunların ö� kardaşını sattığını gördüm be. Öz kardaşının sırasını kapmak için btmlar, cebime zorla ellilikler, yüzlükler ... Doktor nasıl para

kırıyor. O ceplerini doldururken, bana mı kaldı, almam,

demek?

Kapı içini dolduranların, kapı dışına dökülenlerin ço264

P:266

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ğu yeni muayeneye gelenler. Laborantın, «Neticeyi alacaklar bu yana» dedikleri beş kişiydi. Bayram, onlarla birlikte bir yana ayrılıverince, işin uzun sürmeyeceğini sandı. Sevindi. Sıra çabuk gelecek bize. Sıra çabuk gelecek

ya, bu ters he rif, «raporun sahibi gelsin. Sen olmazsın ... »

deyiverirse? İbrahim, «İster kendin gel,

ister birine aldır

neticeyi>> dediklerini söylemişti. Yoksa, nasıl bırakır gider? Ee, bezmiş. Şurasına gelmiş. Ha desen, cayacak.

Kara bıyıklı yeniden içeri girdi. Girerken, o beşl.ne:

«- Bekleyin hele ... » dedi.

Muayeneye gelenlerden ikisini yanına katıp götürdü.

Bayram, sağlık raporu doğrudan kendisiyle ilintili ·olmadığı için, öteki dört kişi gibi değil. Yüreğinin yağı katı. Ötekiler, sınav kapısına dikilmiş çocuklar sanki. Devletin hastanesinden sağlam çıktık. Burda da çıkarız evvelallah. Dün sağlam çıkan adam, bugün çürük çıkar m ıymış?

Kuşkulu gözlü biri, alışamadığı boyunbağıyla oynayıp

duruyor:

«- Belli olmaz ki. . .>> diyor. <<Benim hastanede kanımı almadılardı mesela. Çabuk çabuk şuraını buramı yoklayıp raporu yazıverdilerdi. Burda kanımı aldılar ... Belli

olmaz ... '>

Bodurca, kumral altın dişli biri, işkil.lenivermişti.

Kimsenin işi, kimsenin işini tutmuyor b illa. ..

«- Yoo, niyeymiş? Benim orda da kanımı aldılar. Her

bi şeyime baktılar. Burda ne yaptılarsa, ordçı da aynısını

yaptılar. Fazlasıynan. .. Seni niye öyle çabuk çabuk ge­

.çirdiler?»

Kurnaz, her şeyi ben bilirim halliydi üçüncü:

«- Sen bakma. Bu, sözü geçer birinin adıyla ne git265

P:267

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

miştir de ondan. Doğru söyle haa, öyle elini kolunu sallayarak mı gittin, yoksa bir arka buldun da? .. »

Kuşkulu gözlü, çok bozulmuştu. İşkillenmesi iyice

korkuya dönüşmüş, hem evet, hem hayır yerine:

«- Hadi len! . . · Kendin öyle yaptın belli. . .» demişti.

Doğru. Her şeyi bilirim halli, böyle bazı yollara baş

vurmuş tu. Torpilli öğrenci olduğunu bilmenin yarım rahatlığıyla, eli ardında, bir anahtarlıkla, şakır şakır oynayıp durmakta. Sabah erken laborantı da görmüş. Herkes,

her iş dektorun elinde sanıyor. Sanadursunlar. İş, en çok

kara bıyıkimm elinde. Usta öğretir, çırak yapar, hani?

O misal. Bizim bu yollardan kaçıncı geçişimiz hay oğluuum ... Ben kaç kişiye rapor alı verdim, kendimi muayeneden geçirtip ... Say bana iki yüz, sana da alıveri yın ...

«- Yolunu bilene helal olsun. Hiç kınamam ... »

Sonra, yüzü birden öfkeye bulanmıştı. Bayram'ı kolundan tutup bir köşeye çekti. Mosmordu. Eksik iki dişi

arasından fıs fıs tükrükler saçarak:

«- Ben istesem artık, aslan gibi delikaniıyı çürük çıkarttırır, kanserli, veremiiyi de

.

sağlam yazdırının bunlara!>> dedi.

Bayram'ı gözüne kestirmişti. Bayram da, hakkını yemedi: Doğru ya, bizi bu yollara dökenler utansınlar.

İki gündür, zorla bir köşelere tıkıp pıstırdığı şeytan o

dakika mı başkaldırmıştı? Yoksa hiç pıstıramamış mıydı

Bayram bu şeytanı?

Porsuk, Eskişehir'in orta yerinden durgun, sinsi akmakta. Bulanık, ağdalı. Varını yoğunu toprağa gömer,

sandıkta gizler. Ele vermez. Görenin, önüne sadaka kayacağı gelir. Bir silkinse altın dökülür her yanından. Bunu

bilir. Silkinmez. Bacaklarını karnma çeker; kendi üstüne

266

P:268

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

çörek enip bitini kırıyor, tonrasını ovuyormuş gibi yapar.

Kandı ır da. Onu Eskişehir'in ortasında gören, bir eli yağda, bir eli balda olduğunu asla akıl edemez. Hilekar Porsuk, ha ucunda Porsuk Barajı'nın, ense kökünde Sarıyar

Barajı'n�bulunduğunu bile unutturur. Şimdi, çirkin camilerine enk düşmekte blok apartmanları. Yeniyetmeler,

artık iyi bunamış cimri bir kocababa olan Porsuk'un

sandığını epetini deşip bilir bilmez savurmaktalar

.

eskimiş paralarını. Kirli kurdelelere dizili altınlarını. Inönij.

Caddesi'ne içeksiz Buket Apartmanları, Odun Pazarı'na

çimentodan parklar kurmadalar. Kendi giyinmeyen · Porsuk'a, artık ıne giydirirlerse öyle ... Varlıkta yokluğa-. boyun eğmiş. Zekatla geçinir. Pörsük karnında, kucağında

saten yorganların yorgancılarından artık-kırpıklar. Fatih

Sultan Mehmet İlkokulu, Yunus Emre Durağı, Atatürk

Lisesi, Şale Oteli; Cici Şekerlemeleri, Şebboy Kolonyaları,

bisküvi fabrikalarının taşra kolları; buzdolabı, çamaşır

makinesi, elektrik süpürgesi, televizyon alıcısı satan kuruluşların vergi barajları; tespih taşları, pipo başları, bilezik, küpe, kolye yığınları; yıkık evlere çalım atan gökdelen yavruları; ucuzlamış orospusu, heveslenmiş meyhanesi... Porsuk, hepsine boyun eğmek zorunda. Kötü. aile

reisidir Porsuk. Kötü yetiştirmiş çocuklarını. Yemeyenin

malını yerler. Arsalarını da tapulayıp satışa çıkarmışlar

işte. Bir bölümü Mermer-İş'e, bir bölümü Terziler Sitesi'

ne. Tekne kazıntısı, en küçük oğlan da Ballıhisar'lı Düldüller'den Osman Beyin adı yerine ad olup, payına düşen yerde Sanayi Bölgesi kurdurecek. Öteki arkada duracak. Bu önde görünecek.

Eskişehir bunca adamı besleyecekti de bizden niye

saklamış marifetini? Sinsi Porsuk! Eteğinin bir ucu da

bizim Ballı'ya değer. Bilmez miyim? Nekes bunak! Bak267

P:269

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

1 .

sana, oturduğu yerde tüccar kafasını işletmiş bu gene.

Koyun gelecek yerden büsbütün de esirgememiş t vuğunu. Hesabı doğru çıkmı§. Suyu kimin işine yaradı? Amcamm mı, Remzi abimin mi, benim mi? Ne geze ... Para

parayı çekermiş. Toprak da suyu çeker. Ben

amcamla hissemi ayırtırken, bir kıymık yerim'

ler'e veriverirken arncam kızdı, köpürdü. Küst · , yuzume

bakınadı sonradan. Oğlum, etme, eyleme. Ba , bir yan

Porsuk Barajı, öte yan Sarıyar Barajı oldu, o ada. Bölme şu toprağı. Gene de geçindirir bizi. Dedi o zaman:

Baraj dediğin büyük, çok büyük toprak seve amca. Yedi

dönüm tarlayı bölsen de o, bölmesen de o. Dlildüller dört

bin veriyor benim oraya şimci. Bakarsın, yarın onu da

verqıeyiverirler. Buna da mÜdanaları kalmaz, görürsün.

Gördü de zaten. Köyde elli, yüz adam mı lazımdı bunlara dün? Şimci iki adam ye �er. Biri traktörün başına, öte-

' ki biçerdöverin. Oldu, gitti...... Zaman, büyük iş zamanı

artık. O da makinesiz olmaz. Amcam, yengem, . Remzi

ahim, kız kardeşleri, bir de Hüsmen dayı derken -Allah

rahmet eylesin- dokuz kişiydik biz aile olaraktan. Ekmek.

parayla satışa çıkmış. Sen, parayla hazırma �ırp diye sa-·

tın alabileceğin bir şey için, geç Hüsmen dayıyı, sekiz kişiyi yedi dönüm yerde ha babam, de babam çalıştıracaksın. Karlı yol mu bu? Para kazanacaksın, para. Bunun için

de önce itibar gereklidir. ttibarın yoksa, bütün para kapıları örtülü yüzüne. Ben dün, bitimle hangi bankanın

önüne dikilsem kredi yerine hava alırdım. Bugün, altımda·

bu Mercedes'le gitsem, en aşağı yüz bin lira kredi alırım.

Gel de anlat amcama. Eski kafaydı o. Hep eski kafa. Zaman nereye doğru gitmekte, bir bakacaksın. Bakınadın

mı, sana da yazık, çoluk çocuğuna da. Remzi ahim ne oldu işte? Ne olacak? Kahve önünde pineklemektedir ar268

P:270

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ok, saati vereceğim ona. Dönüşte gömlekleri de bırakının olmazsa. Yaa, Balkız. Böyle oldu işte. Ben dedim,

ya he u, ya merru. Battığım zamanlar olmadı :rp.ı? Hem

nasıl! iyecek bir lokma ekmeğe muhtaç kaldığım günler çok. Köye dönüp, amcaının yüzüne bir daha bakamayacağım durumlara düştüm. Birazı da o yüzden, ille inatlaştım. · le peşini bırakmadım bir taksinin. Batmışın zaten. Bun an öte ne batacaksın? Neyinden olacaksın? Bas,

yürü ded . Bastım, yürüdüm. Önündeki yol değişecek

pompayı iralıyor bana çimento taeiri de. Bu'nda da mı

suç benim . Ben, trink saymışım dört bin liramı- bir yıllığına. Şu ş· le olursa, bu da böyle olursa diye hesaplar

kurup d uru k en, Allaaah ... Bir de bak tık, yol bizim önümüzden kal mış, öte yana gitmiş. Kim durur artık senin

alır senden benzini? Devret miyim ki, pornpadan yeni ola bir yol da ben uzatayım? Çimentocu bize yeni bir p mpa başı gösterecek diye, ha bekle, de bekle. Neyle be�eyeceksin? Ben, samanların altuıda köyden

kaçıp ilk Sivrihisar'ın önüne indiğim günler l.ıile böyle

sıkıntı çekmedim, Balkız. Böyle canımdan bezmedim. Varıp gittim Ankara'ya. Benim bir parklarda, sokakl:ırda yatışım vardı ki, görmek lazım. Neyse, Rıfat Usta'nın yanına ilk o zamanlar girdik işte. Daha işe bulaştık bulaşmadık, daha elimiz biraz para toplar oldu olmadı, hadi

bakalım tüpü patlattık. Yüzümüzü, boynumuzu yaktık

çıktık. O hastaneleri bir göreceksin sen. Aman, görmeyelim bir daha. Aman, aman. Çektiğfm bir yana, Anadol'a

yazıtaeağız diye biriktirmeye başladığımız üç beş kuruş da

kül oldu gitti. Hadi yeni baştan sıva kolları. Sıvadık. sıvamadık, bu sefer, yürü askere. Kaçsan kaçsan ne kadar

kaçarsın? Yürüdük biz de. Dedik, eninde sonunda olacak;

bari aradan bu çıksın. Geç be, geç! Ulan kaçıncı Zümrüt

269

P:271

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bu, böyle Eskişehir'den çıkan? Bir Zümrüt geçtik, dolu.

Bir Zümrüt daha geçtik, o da dolu. Bu bizi geçen esen,

o da öyle. Para kırıyor otobüsler desene. Nereye t ınıyor

bunca millet böyle? Biz günde iki sefer minibüs aldırırdık Polatlı'dan. Onu bile dolduramazdık. Hem d Polatlı,

askeriye memleketi olduğu halde. Bir de hapish e, şöyle

tepeleme. Hele hapishanenin bütün görücüleri y kın köylerden. Bunlar, eşeklerine razı, bizim minibüse razı değil

o zamanlar. Ne geçti ki aradan? Say ki on y . Hadi on

iki yıl. On iki yılda millet seferi oldu çıktı b

yerde Anadol, Murat, Renault. Her yana vızı

na yol mu yeter? Buna köprü mü yeter? K

benzin pompası önündeki yol dar gelip, kaç enzin pornpası höyük gibi kalakaldı ortada? Artık onl rı da ord an

kaldırıp buraya ko;ıduracaksın. Yok çaresi. Ona muadil,

hadi bakalım tamirhaneler, hadi bakalım evi r, köyler yeni yolun üstüne. Taşın babam taşın. Şimci, u böyle olunca ne oluyor? Al işte, bir Murat Nakliyat daha! Biz de

diyoruz, kim alacak? Kaç kişi taksi sahibi olabilecek? Bak

hiç düşünmedik. Hesap ortada. Bunlar çarpışacak. Bunlar ezilecek. Ordan oto tamirciler doyacak. Ordan yeniden yollar, köprüler, derken yolcular, köprücüler doyacak.

Bunlar yeniden ... Doğru be. İşte bunda haklısın Numan.

Buna aklım yattı işte. Tevekkeli bu Amerikanlar bir zamanlar diretmemişler; gelin size Ford satalım; bütün yapılmamış yollarınızı yapması bizden, diye ... Yok. Biz kendi yolumuzu kendimiz yapacağız. Yaa, öyle mi? Biz de yol

makineleri yapıp satarız. Hadi bakalım, sıkıysa almayın.

Sen bir yarım devletsin. Neyine güvenip de ... Ee, yürüsene dangalak! Maaşlı şoför değil mi, sallanır artık. Maksat

zaman geçsin, bu da fazla mesai alsın.

Kornasını öttürdü. Maaşlı sürücüyü göreve çağırdı.

270

P:272

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

gör işte. Benim alnı yarık Balkız'ım senin kaç

Mura 'ma bedel. Sen daha ıkın sıkın dur şuncacık yokuşun b ında. Bu da mı yoku§? Dümdüz yol. Bas geçsene ...

K disi basıp geçiyor. Zümrüt yolcu otobüsünü de,

iki dizi to taşıyan aracı da geride bırakıyor ama, birden,

yolu en mesine nerdeyse kaplayıp bölmüş bir biçerdöverle burun buruna geliyor. Afyon yol ayrımının epey gerisinde, ca avar bir biçerdöver, Bayram'ı iliklerine dek titretiyor.

Güneş çoktan tepeden ağıp batıya yönelmiş. Yine de,

bir cehenn m sıcaklığı Bayram'ın her yanını dalıyor. Ayağını fazla buk kaldırıyor gazdan. Çok sert ve fazla çabuk basıyo frene. Umulmadık bir anda, hiç hazırlıklı değilken biri <<pöh» deyivermişçesine, uçsuz bir derinliğe

kaymakta ol uğunu sanıyar Bayram. Biçerdöverle Mercedes'i arasınd belki salt yüz elli, iki yüz metre var. Her

elli metresini iki saniyede tüketiverecek. Bittik. Tam bulduk belamızı imci! .. Biçerdöver hiç istifini bozmuyor. Geli§ yönünü hi değiştirmiyor. istese de değiştiremiyor. paha baştan, ke di esnekliğine değil, kendinden gayrı bütün başka ara ların esnekliğine, kavraklığına güvenmektedir. Tarıldayarak, asfaltı yarıp çatıatarak geliyor. Bir

biçerdöverle toslaşmak için ... Bunca uzun bir yolu bir bunun için mi tepmiı;ı·olacaktın Bayram?

Yağma yok!

Altındaki tekerierin yerden koptuğunu, kendisinin de

çelik bir kasa içinde boşlukta uçtuğunu duydu. Gırtlağından karnma doğru bir boşalma. Ballıhisar'ın ortasında o

ilk, toza bulanmış Ford'u gördüğü zamanki gibi bir gerilme kasıklarında. Hiç uçağa binmemiŞti. Hiç paraşütle atlamamı§tı. Yine de, gırtlağından karnma doğru inen, tanıdık bir erime duygusu. Hayır. Pek de, çocukluk günlerin271

P:273

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

den tanıdık gelen bir duygu değil bu. Daha başka. Daha

yakın. Daha hovardaca. Bu duyguyu, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı emrindeki cip sürücüsü

yaşamış olmalıydı. Bu iç erimesi ona yakın bir şey. Cipini hendeklerden, su birikintilerinden aşırtırken, onu tarlaların üstünde, Dicle'nin kıyılarında bir merkep gibi hoplatıp zıplatırken... Ta d veren, kendisini bazen boşaltan,

rahatlatan bir çıkıp inişin yürek erimesiydi ama, o zamanlar da duyduğu. Çocukluğunda, bir direği yüksekçe

bir çıkıntıya dengeleyerek, köy çocuklarından biriyle iki

ucuna karşılıklı yerleştiklerinde; iş�e buna yakın bir benzerliği olan, bir kez de Polatlı'nın bir dönmedolabında tattığı, belki ondan sonra cip sürücülüğünde dadandığı. .. Yeniyetmelerin kendi kendilerine d�danmalarına benzer bir

utançla dadandığı; dadandığı şeyin hoşluğundan vazgeçemediği o erimelerle şu biçerdöver önünden havalanıp buğday tarlasına doğru estiği üç beş saniye süreli uçuşun iç

erimesi, son saniyesinde birbirine kesin yabancı. Birbirinden çok uzakta. Bayram'ın ardında kalan yıllardan da

daha uzakta artık. Eskilerdeki her gıcıklanış bir yeni gıcıklanışa başlangıçtı. Şimdiyse, Bayram'a her şeyin sonunu haber veriyor sanki.

Böylece, yolun sağındaki ekin tarlasına düştü. Altındaki Mercedes, önce uzun, yürek yırtan bir nara atmış,

kısa bir süre her yanı sarsılıp sallanmış ve birden, kesin

duruvermiştir. Güneş yanığı ekin kokusu, kızgın bir motor yağı kokusuyle el ele verip Bayram'ın üstünde, hora

tepiyor şimdi.

Biçerdöveri kullanan on altı yaşlarındaki oğlan, Bayram'dan, Bayram'ın ardından koşup gelen Murat Nakli:.

yat'tan, asfaltın bir yanından öte yanına akarak Beylikahır'a doğru yönelmeye hazır koyun s�rüsünden, karşı272

P:274

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

dan doğru hızla yaklaşarak bir Mercedes'i ekin tarlasına

uçmaya zorladığına tanık olabilecek bütün öteki araçlardan; her şeyden ve her şeyin getireceği her tür korkudan çarçabuk kaçıyor. Biçerdöverin burnunu, başka zaman olsa asla başaramayacağı bir ustalıkla hemen Beylikahır'a ayrılan toprak yola çeviriyor. Yolu tozutarak, bir

dirseğin ardında yitip gidiyor. Geride salt, sürülmüş kırmızı toprağı ağır ağır örten, toprağın kırmızılığını soldurup çevreyle iyice uyumlu kılan bir toz bulutu bırakıyor.

Murat Nakliyat sürücüsünün gözü, daha bir kilometre geriden biçerdöverin üst�ndeydi. Küçük bir yokuşu çıkıp indikten sonra, biçerdöveri hışımla sola, Beylikahır'a

saparkeıa görmüştü. Bayram'ın uçuşunu görememişti. Yolun dibinde, ekinierin kıyısında bir Mercedes'in bütün soluğunu boşaltıp susuverdiğini de göremedi. O, koyu saman rengi bir Mercedes'in, kendisini uyarıp .geçtikten sonra, çoktan Afyon yönüne saptığını, ya da biçerdöverden

çok önce Beylikahır'a doğru koşmakta olduğunu sanıyor.

Neden sonra, Sivrihisar'a çok yaklaştığı sıralarda, önünde DO MV 437 plakalı bej bir Mercedes daha görecek de,

birden Bayram'ın parlak yeşil şapkasını anımsayacak. O

şapkayı, sanki araba dışında da bir yerlerde görmüş olduğu düşüncesine kapılacak. Kelebek avına çıkmış bir Bavyeralı, bir televizyon ekranından kalkıp Beylikahır yol

ayrımının oralarda, ekin tarlaları kıyısında doksan kilometre hızla belirip yitecek. Murat Nakliyat sürücüsü yine

de, böyle bir şeyi görüp görmediğini asla, tam bir kesinlikle bilemeyecek.

Şapkasının başında durup durduğunu anlayınca Bayram'da küçük bir aydınlanma oluy�r. Balkız, ekin tarlasının kıyısına güm diye düşer düşmez yakalandığı o, her

18 273

P:275

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

şeyin sonu, her şey bitti düşüncesi, yerini başında i şapkanın bilincine bırakıyor. Eli, ilkin başına gitmi i. Sağ

eli direksiyonu hiç bırakmaınıştı ama. Sıkıca s rılmıştı

Bayram, özel kılıflı direksiyonuna. Şimdi, artık abilecek

en acıklı yüzüyle, usul usul çenesini, boynunu,

nı yokluyor. Takla atmış mıydı? Yok, atmarnı ı. Küçük

bir an boşluğa yükselmek, sonra düşmek. Merdi enden yuvarlanıp kıçüstü oturuvermek. Böyle bir şey Oturduğu

yerden çekinerek doğruldu. Kuyruk sokumu batar sanıyordu. Batmıyor. Omzunda, bir de sağ bileğ· de burkulmaya benzer bir sızı. Belki de sağ eliyle ço sıkı kpvramasından direksiyonu. Kan var mı bir y lerde? Yok.

Kan yok. Kasıklarımızda bir gerginlik. Bu da kendimizi

sıkmaktan belki. Direnmekten. Teslim olm maktan. Vazgeçmek mi? Vazgeçmek? Eğer ben de, bu b ş belasını sırtıma vurup öyle girmezsem Ballıhisar'dan i eri! Şayet bunu yapmazsam, bir daha araba yüzü görmiyeyim! Hiç bir

şeyin yüzünü göstermesin Allah bana:.! Kezhan dahil, hiç

bir şeyin ...

Böylece, fikrinin işlediğini anlıyor. Gerçi biraz delice.

Hırçın. Ama işliyor aklı. Ulan itoğlu it! Ulan, bilmem nerelerin patlayıp şurda zıbarsaydın bundan bin kez iyiydi

ya! Şimci işin yoksa, bu boku nasıl temizleyeceğini düşün!

Nasıl çıkaracaksın selamete Balkız'ı? Çıkarsan da, bakalım senin gibi diri mi o da? Ölü mü yoksa? Biz nasıl peki? .. Niye? ..

Biçerdöver o an bütünlüğüyle dikiliyar gözleri önüne.

Biçerdöveri amınsar anımsamaz, yanık izi hiç olmadığı

kerte, elektriğe tutulmuş bir gövde örneği şeğirip sarsılıyor. Durmamasıya sarsılıyor. Balkız'ını, Ballıhisar'ı, her

şeyi; olmuş ve olabilecek her şeyi unutuyor Bayram. Arabanın kapısını itip dışarı çık�yor. Kapının nasıl böyle ko274

P:276

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

açılabildiğine şaşamıyor. Bunun sırası değil. Buna za an yok. Seğiren yanık izi, delice çırpınan gözkapakları, birbirine geçen dişleri, düşmanlıkların en düşmEmeası � kıvrılan dudakları; hepsi, hep birden biçerdö­

.verin üst · ne saldırmak üzere ayaklanıyor. Şarampola tırmanıp yo a böyle bir saldırganlıkla bakıyor; biçerdöveri

bulmaya çalışıyor.

Murat Nakliyat o sıra geçmiş olmalı. Bayram da önce onu gördü. Derken, taşıyıcının ardı sıra seğirtip giden

bir Taunus'u. Belki bir de kamyon. Gözü, aradığını bulamadı. Buldukları ise, o an tümden ilgisinin dışında. Zihni, ilk ağızda iki şeye çalışabilmişti: Birincisi, şapkasının

başında durup durduğu. İkincisi de, zihninin yerli yerinde olduğu. Ötekiler ardından geldi. Sağlamlığı, sızıları,

Balkız, Kezban, amcasının ölmüş olabileceği düşüncesi, ne

tuhaf, Ballıhisar, hatta İbrahim'in ah ı... Sonra da biçerdöverin hepsini çabucak örtüverişi. Siliverişi. ..

Ama, biçerdöver yok işte. N e yol üstünde, ne çevrede. Uzakta, toprak yol ayrımında, sinmekte olan bir toz •

bulutu. Koyun sürüsü, yol üstünden içeriere doğru sürüklenip gidiyor. Akıyor ve biçerdöverin kaldırdığı tozun elevericiliğini, bu tek ipucunu da yok ediyor.

«- Çıldırmadım ya ben? Gözümün önünde hödük bir

biçerdöver icat edip kendimi şarampoldan aşağı atmadım

ya? .. >>

Bayram, sırtını şarampola dayıyor. Gözlerini, ekinierin kıyısına cansızca serilmiş Balkız·•ına çeviriyor. Bakışları onun üstünde, üç, beş, belki de on dakika kalıyor öylece. Derken boşanıyor. Hiç dinmeyecek sanılan öksüz bir

çocuk ağlamasıyla sarsıla sarsıla boşanıyor. Öfkeden çok

çaresizliği, çaresizlikten de öte bir yaralanınayı barındıran, bir ucu katılmaya varan; gören bulunsa onu, ağlaya

275

P:277

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ağlaya boğulmanın olanağına inandıtabilecek bir boşalış.

Ama, Sivrihisar'a ve Ankara'ya doğru k9şup gid�h araçlar, kamyon sürücüleri Bayram'ı görmüyorlar. O�lar yalnız, bir buğday tarlası kıyısında, batıya hızla yaklaşmak-

,

ta olan güneşin aşıboyası rengine daldırdığı b r Mercedes'i görüyorlar. Şarampoldan yuvarlandığı apaçık belli

bu Mercedes'i, olağan her şeye karşı duydukları bir kanıksamayla görüp geçiyorlar: Bir tane daha! ,

Ve basıp geçiyorlar. Ve basıp geçiyorlar. İşte yine.

İşte bir tane daha!

Ve basılıp geçiliyor. Ve basılıp geçiliyor.

1971 yılının yaz aylarında Bayram, cipine ilk kez ağzı yüzü şi�irilmiş, kasıkiarı tekmelenmiş bir delikaniıyı

bindirdiklerinde epey tedirgin olmuştu. Bazısı çocuk yaşında, bazısı babayiğitlik çağının tam ortasındaki bu insanların elleri kolları bağlıyken dipçiklenmelerinde bir

kancıklık bulmuştu. Kim insan, kim hayvan? Ben, bizim

inat katıra bile vuramazdım böyle. Kır at da, eni sonu

kocamış, hep yiyen bir atdı. Arncam onu vurduğundı:ı. sebebini bildiğim halde, kara göründü amcaının yüzü bana.

Kö�ü göründü. Taş yağmuruna tutmak bile istedim onu.

Yanından kaçtım. Şimdiyse ...

İkincisinde, üçüncüsünde tedirginliği azaldı. Kendi

kendisiyle kavgası duruldu. Açıklıkla bilemediği bir şeylerden utanıyordu. Öyle ya, arncam hiç değil, alnımdan bir

vuruşta kır atı. .. Acısını duyurmadan ... Gene de atın bakışına utanmadan dayanmaya ... Değil ki böyle ...

Giderek utancı da yatıstı. Sonra da kanıksadı. Sanki

cip sürücülüğü görevinin içindeydi artık sivillerin tekmelenmelerine seyirci olmak. Onların, bir hücreden ötekine

sille yumruk götürülmelerine tanık olmak. Tanıklığa alış276

P:278

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

tıkça bu çorbaya kendinden de biraz tuz katmak. Tatmak. Öğrenmek. Kanıksamak. Bu, ardından kanıksanmış

olana özlemi de getiriyor olsa gerek. Dadanmayı. Tiksinilen bir ilaç, sürekli yu�ulduğunda, bir gövdenin kanını,

hücrelerinf nasıl tutsak edebilirse, öyle. Gövdenin kendi

kendine yeterliğini hiçe indirgeyen, yapay bir gücün egemenliği. Alışmak denilen zehir. Acı çektirmeye acı çekmekten daha mı kolay ı:iJışılır? Kim sormuştu bunu? Bayram mı? Bilincinde değil. Hiç deneyi yok.

Bayram, amcasından ve Remzi abisinden gizli, ilk sigarayı içtiği zaman on üç yaşıpdaydı. Bir merkebin üstündeydi. Remzi abisinin ahırda, bir çömleğin dibinde sakladığı afyonlu sigaralarından çalmış, tarlaya giden yolun

üstünde de yakmıştı. Üst üste üç dört nefes çekti. Başı

döndü. Mektepten aşağı yuvarlandı. Şeytan çarptı sandı.

Bir daha da �imse sigara içiremedi ona. Kezhan'ın Bayram'a verdiği iyi notlar arasında, sigara içmeyişi de var.

Tarihi, coğrafyası, ari tmetiği kırık bir karnenin hal ve

gidişten tam not taşıması gibi bir şey bu. Hal ve gidişten

kırık almak yüzkarasıdır ama, tarih, coğrafya, aritmetikten kırık almak biraz tembell ik, biraz ahmaklık. daha çok

da haylazlıktan. Herkese böyle öğretiliyor. Kezban da,

kendi yaşam karnesinde bunu böyle biliyor.

Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyön.etim Komutanlığı'nın

cip sürücüsü Bayram, Kezhan'dan çok uzaklardaydı o sıralar. Hal ve gidişte yer verilmemiş çirkinliklerin en çirkinine kanıksamanın ardından, üst üste üç dingin gün.

Kimse kurşunlanmamış. Kimse, hayaları dipçiklenerek,

burularak cipe takılmamış. Bayram, ağzı burnu kanatılıp

şişirilmiş kimseyi bir yerden bir yere taşımamış; bir yerden bir yere taşındıklarını da görmemiş bu üç gün süresince. San�i görevinde bir eksiklik. Cip sürücülüğünde

277

P:279

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

bir, kızağa çekilmişlik. Hal ve gidiş kurallarını koyanlar,

kendi kurallarına ihanet içindeler sanki ... Derken, bir gece vakti, üsteğmeninden cipi hazır etme buyruğu alıyor.

B isınil'in oralardan ihbar vaki olmuş ...

Ay ışığında cipi deli gibi sürmüştü. Bi;r şenliğe gidercesine. Üsteğmeninin ve yanındaki iki çavuşun yeterince

silahlı olup olmadıkları iyice kurcalamıştı zihnini. Getire

getire kimi getirdiler Bismil'den? Bir sigara kaçakçısını.

Kanıksamanın zehirini yatıştırıcı değildi bu. Üsteğmenin

iki tokat atışı, çavuşlardan birinin, sırtından şöyle bir

itiverişi sigara kaçakçısını. Hepsi bu. Bu işin, bu kadarcıkla bi tirilmesi Bayram için artık büyük eksiklik.

«- Ben o garibin böğrüne niye vurdum?»

Şa-rampola yaslanmış, bir süre katıla katıla, boğulurcasına ağlarlıktan sonra, içten içe hıçkırıyor şimdi.

Elini alnına götürüyor. İki kaşının arasını ovuyor.

Beynime bir şey mi oldu? Saliandı mı yerinden? Hafızam

mı bozuldu? Ne oldum? Kimin böğrüne vurmak? Ben

kimsenin böğrüne vurmadım. Ben şimci, o dürzünün biçerdöveriyle çarpışmamak, iyice tuz buz olup kalmamak

için kendimi şurdan aşağı attım. Başka ne? Neden elin

Kürdünün böğrüne? .. Teğmenim, <<İndir şunu cipten» dedi. Ben de indirdim... İndirirken ...

Cipin gölgesi ay ışığını kesiyordu. İyice karaniıktı

adamın indirildiği yer. Bayram'ın da beyninde bir uğultu. Damarlarında kıvıl kıvıl bir akış. Ellerinde bir karıncalanma. Gözlerinde bir kararına ... Cipin gölgesini daha

da karanlıklaştıran ...

Sen burda böyle selsümük otur dur da, karanlığın ne olduğunu o zaman gör! Mını siktiğimin Bayram'ı.

Kalk, toparlan. Kancıklar gibi siğlim siğlim ağlamayla

278

P:280

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

neyi düzelteceksin sersem! Kalk silkin. Bu boku nasıl

kaldırıp çekeceksen çek yola. Artık dönüş yok. Artık, Sivrihisar'ın burnunun dihinde, arabanla sen, ekin tarlasına

otlamaya çıkmı§ inekler gibi yayılıp duramazsın. Seni böyle görmeleri, seni Baliıhisar'da yaralı bereli, Balkız'ı da

ezik büzük görmelerinden bin beter. Kahvede, keh keh

keh, iyice gülüşürler artık: Bizim İncegül Bayram var ya?

Hani şu deloğlan canım? O var ya, bildiniz mi? En sonunda bi taksi edinmiş Alamanya'larda; onu da ekin tarlasına tohumlamış ... Keh keh keh ... Aklına taktıysa, artık

başında bekler bıldıra dek; bir taksi bin taksi olsun, yeşerip yeşerip fırlasın topraktan deyi, bildiniz mi? Keh

keh keh ... Beklesin. Taksi tohumu bıldır bire otuz verecek kardaşlar, hah hah ha haaay ... Ülen bu Bayram yok

mu, bu fikrini tuzladığımın, valla bize eyi eğlence bee ...

Gidin görün, nasıl tüneyip durmakta ekin tarlasının kıyısında ...

Bayram, bütün bir Ballıhisar insanının, önlerinde İbrahim, artlarında Remzi abisi; çoluğuyla çocuğuyla, kireçli toprağı tozuta tozuta sel gibi üstüne dqğru aktığını

sanıyor. İşte Cemal. Benle en çok alay ettiğini duyduğum.

ݧte Adem. Ardımdan bir davul çalmadığı eksik. Hepsi

işte; karı, kız, kızan, hepsi katılasıya gülerek, Bayram üstüne türlü şakalar ederek, bir kıyamet; panayıra gelir gibi gelmedeler ... Ballıhisar halkı bu kadar mı çoktu? Bu

denli kalabalıklaştı mı bunlar? Hani Düldüller'den sonra

Sarıcalar da göçtüydü Eskişehir'e? Evler apartmanlar aldılardı hani? Hani İsmail'lerin ardından, Kezhan'ın ardından kulaksızın Adil de Ankara'ya, gecekondulara yollandıydı çoluk çocuk? Demek geride kalanlar bire bin vere

vere ... Kim? Ben mi tohumlamışım taksimi ekin tarlası279

P:281

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

na? Kaçılın bee ! Bayram daha ölmedi! Balkız'ı deseniz,

işte, bütüncene durmada tarlanın kıyısında.

Şarampoldan usul usul kayıyor Bayram. Arabasına

yalvarırcasına bakıyor. Yapma. Bir aksilik etme artık

bana.

Arabanın içine çekinerek giriyor. Nefesi duran motorun yeniden soluk alıp vereceğine inanmak istiyor. Kontağı yoklamayı geciktiriyor. Ne denli geciktirirse bunu,

o denli iyi, o denli umut var demektir. Kötü kesin sonucu almaktansa, yeniden inip arabayı dıştan, gözleriyle yoklamanın umudunu besleyeceğine inanıyor. Öyle yapıyor.

Balkız, sanki bir şarampoldan aşağı hiç uçmamış, bir kedi gibi dört ayağı üstüne düşmüş. Eli yüzü böyle derli

toplu durmakta. Pek değilse bile, umudun çok üstünde,

bütünlüğünü korumada. Evet. İşte, sağ ön tamponda derin bir göçük. Bir tümseğe rastlamış olmanın getirdiği,

bir küçük engele çarpmış bulunmanın verdiği eziklik. Başka zaman olsa, Bayram ön tampondaki bu eziğe dünyanın

sonu diye bakardı. Bütün gün geçirdiği deneyler, ilkin

Mercedes yıldizının çalınmasıyla başlayan eksiklikler, ne

denli dirense Bayram'ı, üstüne toz kondurmaktan sakındığı Balkız'ından yeterince soğutmuştur artık. Ha bir fazla, ha bir eksik. Buna da kanıksanıyor, baksana. Bunu kanıksayacağıma, başımı kesseler inanmazdım.

Yeniden giriyor arabanın içine. Motor sağlam mı?

Balkız'ın iç organlarında bir kopma, bir yara açılması var

mı? Eğer böyle ise, alçak bir banketten aşağı kayıvermekle Mercedes'in hayatı tükenivermişse, bu bir Cuma ya da

Pazartesi arabasıdır. Artık hiç kuşkun olmasın. Bunu kesinlikle anlamanın, bu kuşkuyu kafandan silip atmanın tam

zamanı değil mi? Ne duruyorsun öyleyse? Ömrünü nasıl

.bir şeye yatırdığını bilmek için, belki de asıl bunun için

280

P:282

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

attık biz kendimizi yoldan aşağı. Balkız'a güvenınesen bu

haltı yiyemezdin sen. Aldanmadığına güvenmesen, hırt

bir biçerdöverle çarpışmayı göze alırdın. Teslim olurdun.

Balkız'a güvenmeyi göze aldın madem, bük şu anahtarı.

Yokla geç.

Çok içten, her şeyiyle, ama her şeyiyle ağlamış olmanın getirdiği o, yeniden başlamanın sabırsız hevesiyle

kontak anahtarına dokundu. Bütün tablo ışıkları cansızca pırıldayıp söndü. Motorda bir iki vınlama oldu. Sonra

sustu. Yeniden çevirdi kontağı Bayram. Yeniden vınlattı

motoru. Gaza daha hızla bastı. Romurdanma daha uzun

sürdü. Teklerneden sürdü vınlama, ama çok geçmeden yeniden zayıf bir yürek atışma döndü motorun sesi. Tekerlekler, ekin tarlasının, önce sürülüp kabartılıp sonra yaz

içinde kurumuş, tarazlanmış toprağında hızla döndü. Bulunduldarı yerde küçük bir çukur açtı. Güçlü bir motorun gözüpek bir atılırola hemen üstesinden gelebileceği

çukurlar. Toprağın sertliği motorluların işine yaramakta.

Toprağı sürenlerin işine gelmese de.

Büsbüti,i.n durmuş değil yüreğimiz. Bir takıntımız var.

Bir yerlerde bir kopma. Belki aküde bir bokluk. Akü tükenmiş olamaz. Motor durdu. Biz bunu çalıştırabilirsek,

o da bütün gücünü yüklenebilirse, şu katı toprağı yarar

geçeriz. Yüz metre gidebilsek, yola tırmanıp çıkabiliriz.

Bütün iş kaptırıp çıkmakta ... Bunu beceremezsek, bir hoyrat kamyona el açmak zorunda kalacağız. Motor niye çalışmıyor? Niye tümden duruverdi? Hele ona bakalım.

Bayram, yeniden arabadan çıkıyor. Öne geçip motor

kapağını kaldırıyor. Başını içeri uzatıyor, fakat az önce

yaşadığının ilk habercisi olan yeşil parlak şapkası burda

artık can sıkıcı bir yük, bir baş belası. Fırlatıp yere atıyor onu. Yere çalıyor. Mercedes yıldızı nasıl Balkız'ın onu281

P:283

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ru idiyse, bu sentetik şapka da öyle onuruydu Bayram'ın.

Ama şimdi, onur belirleyici bu tür nesnelere yer yok. Bir

madalya ancak savaş sonrası avutucu olabilir. Artık yerine getirilmesi olanaksız geçici üstünlükleri hala sürüyormuş göstermeyi, bu aldatmacayı başarabilir. Ya savaş sırasında? Düşmana doğrudan yönelem eyecek her takı bir

yük. Bayram, bu sabah Kapıkule'den içeri girerken savaş

dönüşü, barış dinginliğinde madalyalarla bezenmiş bir generaldi sanki. Bugünün akşamında tersyüzü ve zorla savaşa itilmiş bir neferdir. Üstelik artık geçtiği yolları biliyor. Üstelik artık yaşlı ve yorgun. Franz Lehar'lı gömleğinin kırmızısı tere ve toza, sonra yeniden toza ve tere

bulana bulana parlaklığından çok şey eksiltmiştir. Franz

Lehar yazılarını çerçeveleyen notalarsa, kumaşın kırmızılıktan kararmaya dönüşümü sonucu, keskinlikle seçilebilirliklerini epeyce yitirmiştir.

Bir tuğla kamyonu sürücüsü, tarlaya uçmuş Mercedes'i görüyor. Başı motorun içinde duran Bayram'ı seçemese, o da <<İşte bir tane daha» deyip geçecek. Ama, Mermedes'in motoruna başını sokmuş bir sürücünün her ·an bir

kamyona gereksinmesi olabilir. Burdan, kamyon sürücülerine de yeni paylar çıkabilir. Hem, can kavgasına çıkılmış uzun yollarda, başka bir sürücünün dara düşmüş olabileceğini de hesaba ka tan e nder kimselerden biriydi tuğla kamyonunun sürücüsü. İşte yine. İşte bir daha... Bu

böyle olunca, kendisi de her an bir başkasına sığınmak zorunda kalabilirdi. Kamyonu yavaşlatıyor. Sağ pencereye

doğru uzanıp kornasını birkaç kez çalıyor. Bayrall!. onu

duymadı mı, yoksa duydu -da, bir kamyonun ardına bağlanarak çekilmeye boyun eğmek için henüz erken mi zaman?

Tuğla kamyonu, duracak denli yavaşlamıştı. Ama aşa282

P:284

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ğıda, Mercedes sahibinde hiç bir ilgi belirtisi yok. Kamyon sürücüsü:

«- Keyfin bilir>> deyip hızlandırdı kamyonu.

Bilgilerinin çokluğundan kuşkuya düşülüvereceği korkusuyla bilmedikleri bir adresi sokaktan geçeniere soramayan kişiler vardır. Sokak başlarına sokak adları okunaklı biçimde yazılmalı, evler, apartmanlar bir bakışta seçilebilecek biçimde numaralanmalı. Bazı dar, bazı sıkışık

anlarda, bunu dilernekle bilgilerinden kuşkuya düşülmesi

pahasına hastaya yetişrnek arasında, ikincisi adına bir seçim yapmak hemen hemen olanaksızdır bu tür bilgililer

için. Her şeyi bilmek zorundadır o. Her şeyi bilmek, ulaşılması gerekli adresi bulmamaya dek uzarrabilir onlar

için. Bayram için? Bilgilerinde eksiklik duymak istemeyenler için bilgi sahipliği neyse, Bayram için de araba sahibi olmak hemen hemen aynı şey. Kamyona yüz veremez. Önce, Balkız'ı sınavdan geçirecek. Hem Balkız'ı, hem

kendi işçiliğini. Boşuna mı geçirmiş olacağız onca yılı Rıfat Usta'nın yanında ve bir evlendirme hattında? Elinden

onca oto parçası aktı, geçti. Tek tek. Hadi bakalım. Ne

kadarını tanıdın? N e kadar öğrendin? Göster bilgini, marifetini.

Şarampoldan aşağı uçmanın sonucu akü tellerinin

bağlantılarından biri gevşemiş olamaz mı? Bagajdan onarım kutusunu çıkarıp içinden sornun anahtarını alırken

sınavın pek de terletici olmayacağını umuyor. Bir sornun

gevşemesi, bir telin motorla bağlantısını kesmesi. Mercedes'in bütünüyle elden çıkabileceği bir uçma sonucunda

salt bununla karşılaşmak. Onarılınası beş dakika bile sürmeyecek bir iş. Hiç bi:r araba, son yılın o canavar motorlu BMW'leri

. bile, bir biçerdöverin yardam bilmezliğiyle

göğüs göğüse gelmeyi böyle ucuz atlatamazdı.

283

P:285

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Nedir ulan? Nesin sen? Aklı sıra yollar onun. O yollan sana vermezler öküz. Herkes de benim gibi hem seni,

hem kendini kurtaramaz. Aptal herif. Varsam baksam,

Düldüller gibi kocaman topraklı Eskişehir beylerinin ekinini biçip savurmak için bu, altına verdikleri bir biçerdöverde kapı kulluğu etmede. Bir bey, biçerdöverini asfalttan asla kendisi sürmez. Asfaltta bir bey, anca özel taksisini sürer. Bu yanaşmadır. Başka şey değil. Başka şey de

olacağı yok bu dangalak suratla. Seçtim yüzünü.

Seçtiği yüz, aynı, Polatlı minibüsünde çalışan Bayram. Ama bu Bayram, o Bayram'ı hiç anımsamıyor şimdi.

Şimdi, bir an önce bu teli bağlamalı. Arabayı yürütmeye

bakmalı. Soırtunu iyice sıkıştırıyor. Başka tellerde kopma,

gevşeme olup olmadığına bakmayı düşünmüyor şimdilik.

Motorun yağı tamam duruyor. Ya bismillah.

Şapkayı fırlattığı yerden kaldırıyor. Arabaya girip

kon tağı yeniden çalıştırıyor. Bir gaz, biraz debriyaj. Bir

gaz, biraz debriyaj . Her şeyi üst üste, bir çırpıda deniyor. Tablonun motoru çalıştırmak için gerekli bütün ışıkları şimdi hemen hiÇ aksamadan göz kırpıyor Bayram'a. Saatin çıtçıtları bile duyu! uyor. Motor, uygun, tekiernesiz vınlamalarla çalışıyor. Mercedes, usulca bir sarsılıyor yerinden. Altındaki katı, tarazlanmış toprakla tekerleklerin boğuşması kısa sürüyor. Araba, ekin tarlası kıyısından hızla

fırlıyor ve ilerde, şarampolun yumuşak eğimle yola tırmandığı yere doğru yol alıyor. Kaptırıp kurtarmak Balkız'ı şimdi. Bayram, soldan, Sivrihisar-Ankara yönüne

doğru geçen araçlar arasında uzun bir boşluk kolluyor. O

arayı yakalar yakalamaz gaza bütünüyle dayanıyor. İşte

asfaltın üstünde. Sivrihisar'a sadece 39 kilometre uzaklıktaki bir noktada. Hiç kesmiyar hızını. Kudurgan bir sü284

P:286

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

rüşle, yoldaki iri bir ke;tplumbagayı iki tekerin arasına alıp

uçuyor. Bu kez yatay uçuyor artık.

Susturucunun aksaklığı biraz daha artmış, Balkız'ın

yaralarma berelerine şimdi en göze görüneni, ön tampondaki ve çamurluktaki ezik eklenmiş olsa da, kaybolmuş

eşeğini yeniden bulmanın kıvancı Bayram'ın iliklerinde

hızla deviniyor. Mercedes'in !ıızına eş bir oranda. Az önce şarampola yaslanıp da ağlayışıyla bile dalga· geçirtiyor

bu kıvanma ona.

Amma salıverdik kendimizi. Korktuk canırn. Bittik

sandık. Oysa Balkız sen, bal gibi Mercedes'lerin en Mercedes'i, en katıksızıymışın da ben boşuna işkillenmişim

senden. Ben boşuna, acentadaki satıcının da, senin de günahına girmişim. Bu gidişle sen bana bir ömür boyu yetersin gülüm. Sırtımı yere getirmez, Ballı halkı önünde beni malıcup çıkartmazsın. Gelinim, gülüm, sana baktırırım. Yırtıklarını yamarım. Sen bana vefalı geldikçe böyle, ben sana daha vefalı gelirim. Söz. Biz birbirimize denk

düşmeseydik sanki İbrahim'in ahı ne ...

İbrahim'in ahı olur mu be? İbrahim çürük çıktı. Çürük çıkmasaydı, ben ne yapayım? Raporu sağlam demeyince, adamlar işe almıyorlar. Benim suçum mu? Gittik,

geldik, uğraştık O laborant olacak dürzü üç yüz lira istedi. Almasaydı. İşini doğru yapsaydı. Benim aklımda mıydı sanki ? Bu yolları biz kafamızdan mı uyduruyoruz? Kendiliğimizden mi öğreniyoruz? Öğrenebilene helal olsun.

Ankara'daki polikliniğin önünde bekleşirlerken, her

şeyi bilirim halli biri, buna yakın bir şey söylememiş

miydi?

«- Yolunu bilene helal olsun. Hiç kınamam ... »

O gün, oracıkta çok şey öğrendi Bayram. O güne dek

285

P:287

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

öğrendiği her şeyi bir çırpıda önemsizleştiren, ona kestirmeden, Almanya'nın, yani bir araba edinmenin yollarını açan çok şey. Metrolarda istedikleri kadar yeni yöntemler uygulasınlar, yeni kurallar koysunlar. Kurallara

oranla dardaysan, metrolara biletsiz girmenin, içine parayı attı,n mı önüne sigara, şeker, sandviç düşüren makineleri su şişelerinin, gazoz şişelerinin eğelenmiş kapa&

larıyla çalıştırınanın yollarını öğrenirsin. Trenlere bedava

binmenin de. İbrahim'i atlatmanın, onu çürüğe çıkarttırıp

yerine kendini yazdırmanın yollarını öğrenmekse bunlardan güç değilmiş meğer ... Üç yü� laboranta, iki yüz, her

şeyi bilirim halliye, beş yüz de pasaport tacirine ... Bize

her yolu, her şey bilirim halli öğrettiği halde, gene de en

az ona yedirdik. Ya, o da başkalarından öğrendiğini sattığından, ya işinin sürümü çok, ondan. .. Sonradan anladık ki, İbrahim'i çürük çıkarmaya lüzum kalmadan da

basıp gidebilirmişiz biz ya, o kadar para bende yoktu artık. Ben ancak askerliğimde biriktirdiğimle, Bismil'de bir

iki kaçak maldan devşirdiğimle, Rıfat Usta'nın yanında, dolmuşçulukta yan yana. getirdiklerirole işte bu

kadar ... İşte anca bu yoldan ... Yok canım, nerden çıktı

şimdi? Kezhan buna ne karışsın? Hem nerden bilsin? Yok

canım, yok canım ... Adam mı öldürdüm, kasa mı soydum?

Niye kınasın? O bana darılın ış gibi yapsa da, ben ona Kayaş'ta, dönüp geleceğimi söylemedim mi? Bir taksi edinir

�dinmez kapısına varacağımı çıtlatmadım mı? Kezhan

beni bekler. Kezban, bilip duruyor, gönlümün yarısı onda.

Hepsi onda, hepsi. .. Şimcl bir taksimiz olduğuna, bu dağı

aştığımıza, bu hendeği atladığımıza göre? Sustuk, yolladığı şarkıya cevap salmadıysak kendimizi hazır etme telaşından. Çekip gittiğine değmemiş, dedirtmemek ... Kezhan

bunu böyle bilmese düne dek beklemezdi. Düne dek bek286

P:288

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ledi bekledi de, tam kapısını çalmaya kararlaştırdığım, hesap kitap, tam onu rahata kavuşturacağıma aklım yattığı sıra mı elin balıkçısına gidiyor? Kapısını çalacak mıydık? O yeni modeli alırsam, ikimize bakamam sanıyordum

da ... Düşündüm. Düşünmedim mi? Bakabilirim. Kezban

da çalışır. Kezban da çalışır. Olmazsa bunu değiştiririz.

Derken bir buzdolabı evimize, bir televizyon ... Fazla saat

yaparım. Kezban da fazla saat yapar. Şimdiye dek nasıl

kendim sıraya koyduysam şunu bunu, şimdiden sonra da

ikimiz sıraya koyarız. Daha iyi oluruz belki. Döl döker benden? Döksün. Feda olsun. Bakacağım ulan! Var mı ötesi? Yani, öyle para kıracağım ki bileğimin gücüyle, çoluk çocuk, hepsinin, daha hayata adım atarlarken şırp evleri, taksileri, televizyonları hazır. Bugünü başaran Bayram'a bundan sonra ne yaraşır? Bu işte. Yol ver Diesel!

Yol ver traktör bozuntusu! Yol verin dedik size!.. Bas gaza şimci. Karşıdan tanker ... Çabuk. Hah. Kaç sağa. Tamam ... Ah Kezban, eğer sen beni kızıştırmak için salmadm da bu haberi, eğer salıiden o balıkçı dürzüsüne gittiuse ne diyeyim? İki elim yakanda bak o zaman. Bak

ben, ölümle bile boğuşa boğuşa ...

Kaç şey var yetişmesi gereken ... Kaç şey. Amcasına

görünmek. O ölmeden yetişmek. Remzi abisine şu saati

armağan etmek. .. İbrahim'i kuzu çevirmeye götürmek;

Balkız'ın içinde istediği kadar dolaştırmak onu ve kahvede çenesi düşük herkesi susturmak. Herkese, önünde

kasket çıkarttırmak Herkesi, Cemal'i, Adem'i, hepsini

kendine karşı saygılı görmek ... Biz, ,bir külüstür, bir tozlu Ford'la kahve önüne dayanan fötür şapkalıdan aşağıda

mıyız len? Yoo, isteseler de, istemeseler de beni övmek

zorundalar artık. Artık «İncegül Bayram», artık <<kedibokuı>, «deloğlan» bitti. Yok. Tarihe gömüldü. Bu Bayram

287

P:289

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

var işte artık. Kezban'ı Balkız'ın önüne, kendi yanına attığı gibi yallah Almanya'ya dönecek. Veligiller mi? Havsalı öğrenci mi? Böğrüne iki sumsuk attığı Bi sm illi mi?

Onlar için de Allah taksiratımı affetsin. Suçlarımı bağışlasın. Tutamaksızlık ... İnsan havada dayanıksız uçarken

oraya da taslar, buraya da. Elinde mi? Savrulup gidiyorsun. Bak işte Balkız'a ... Yaa ... Elinde mi? Havsalı delikanlı, Havsa'nın hangi sokağında oturmuştur acaba? Önüne bak oğlum. tnekler yola çı. .. Yavaş . ., Yavaşla ... Bırak,

iyice geçsinler ...

Gün, utangaçlaşmış, başını eğmiş. Ya da bütün gün

soluk soluğa koşturmaktan pembeleşmiş yüzü. Bayram gibi. Tıpkı onun gibi koşmaktan, didinmekten; durmadan bir

şeylere toslayıp, bir şeylerden kaçmaktan ve bir şeyleri

yenıneye kalkmaktan. Alı alına, moru moruna bir güneş

şimdi, bezginlikle, uzak dağlar ardındaki döşeğine girmeye hazırlanıyor. Gömülüp o döşeğe, yorgunluk çıkarmaya.

Bir uzun yaz gününün akşamında bu çok çabuk olmayacak. Güneş, menziline ha deyince varamayacak. Her an

tükenir gibi olan yolu, her an biraz daha uzayacak. Bayram'a da, şimdi Sivrihisar'a dek önündeki on iki kilometre, ondan, dört yol ayrımından Ballıhisar'a on-on beş kilometre, hiç bitmeyecekmiş gibi görünüyor. ÖnündE!, içi çakıl

dolu

.

iki kamyon. Bir benzin pompasından Kerte k köyüne

ayrılan yol. Bir traktör yine. Bunlar hızla geride kalıyor.

Uzakta, Sivrihisar'ın kurşun rengi kayaları, inmekte olan

güneş ışınları arasında her dakika biraz daha koyulaşan

karadut moruna bulanmıştır. Daha dokuz kilometre uzaktan seçiliyor bu mor kayalıklar. Kireç ocakları. Mozaik

ocakları. Tuğla fırınları. Bir pompa. Bir pompa daha. Sakın, sakın bu pompa Bayram'ın köyden çıkıp dünyaya ilk

adım attığı yerin pompası olmasın? Tanıdık tepeler, tanı288

P:290

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

dık arı kovanları, tanıdık ardıçlar; tek tük. Bunlar dışında hiç bir şey tanıdık değil Bayram için. Havaalanı genişliğinde bir dörtyol ayrımı. Hi; tanıdık değil bu. Sivrihisar'ın göbeğine doğru serilmiş geniş, kara kılçan gibi uzanan o asfalt, asfaltın iki yanındaki büyük yapı benzetmesi dikdörtgenler, apartman yavruları, bir fabrikanın işçi barakalarını andıran ortaokul; hiç biri tanıdık değil

Bayram'a.

Sivrihisar'a girmeli, üstümüzü ba§ımızı düzlemeliyiz.

Nerde? Neresini bilebileceksin sen artık bu Sivrihisar'ın?

Mor kayalıklarından gayrı nesi bildik sana? Kimin kapısını vuracaksın? Sağını kolla. Karşı yı k olla. Sola bak. B as

şimci. Dur bakalım pompanın önünde. Önce benzinimizi

dolduralım ...

<<- Süper» diyor pompanın başındaki köy delikanlısına.

Benzin hortumunu arabanın arkasına dayarken:

«- Kötü ezdirmişiniz Mercedes'i abi,» diyor köy delikanlısı da.

Bayram'ın yarasını acıtıyor.

Çabuk kaçıyar pompanın önünden.

Havaalanı genişliğindeki dörtyol ayrımı Bayram'ı ürkütüyor. Bir an önce Ballıhisar yoluna sapıp, bir an önce

bir çeşme başı bulmayı özlüyor. Bu özlem başka özlemleri getiriyor, sabırsızlığını körüklüyor. Evecenliği artıyor

ama, sağda bir levhada «Pessinnus'a Gider» yazısını okuyunca yavaşlıyor. Köyün yolunu unuttuk mu? Bu Pessinnus nerden çıktı? Biz tam doğduğumuz yerlere ula§tık

derken, bu sarı yazı bizimle alay mı ediyor şimci? Hele

bakalım, sür biraz. İşte canım, doğru yoldayız. Tabii. Bak

sen de Balkız. Gördün mü? Okudun mu şu yazıyı da? Bak

19 289

P:291

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ne yazıyor: Ballıhisar 13 Km. Yaa işte, bura bizim köyün

yolu. Daha da açıp genişletmişler ha? Eh evet, asfalt değil. Sen gene de buna şükür de. Eskiden olsa canın yanardı. Şimdi az biraz tozlanacaksın. Alışık değilsin, lakin ne

yapalım, artık dişini sıkacaksın be§ on dakikacık. Nasıl?

Akşama burayı tutarım dememiş miydim bu sabah? Başımıza gelmedik halt kalmadı da, biz gene tuttuk sözümüzü. Sen ona bak.

Eski bir kağnı yolundan, belli ki bir dozer geçirilmiş.

Dozer, iki gidip gelmiş. Yolu biraz düzleyip, biraz genişletmiş. Beş yüz kamyon kum çakıl yerine, iki yüz kamyonluk kum çakıl bu yola yeter görülmü§ ve bir makine,

isteksizce serip gitmiş kumla çakılı. Merc�des, çevrenin ak

toprağına yabancı esmer bir tozu savurtarak bodur, yaşlı,

kuru tepeler arasından yol alıyor. Kocamış yaylaların eski bağ evleri. Seyrek. Yine de bir zamanların yöredeki

bağcılığını söylüyor bu evler. Ballıhisar'ın altında bulunup yavaş yavaş gün yüzüne çıkartılan eski kent Pessinnus'

un küpleri bir zamanların şarapçılığını nasıl haber vermişse, öyle. Pessinnus'dan miras kalan şarapçılık, adı günahkara çıkarılana dek yaşamış buralarda. Şimdi, çevredeki mozaik, mermer, kireç ocaklarının, tuğla harmanlarının sıklığı bu eski bağ evlerini hemen silikleştiriyor.

Dikkatsiz gözlerden kolaylıkla gizliyor. Sütçülük mü? Yoğurtçuluk mu? Balcılık mı? Niye uğraşacaksın? Baksana

Afyon'da, Eskişehir'de, Sivrihisar'da herkes apartmanlar

oturtmak sevdasında artık. Hem sütçülük, yoğurtçuluk,

balcılık demek de artık fabrika, depo duvar, baraka demek. Çok tuğla, çok kireç, çok mozaik, çok mermer demek.

Bilmem ama Balkız, köy halkı hoş geldin niyetine bizim önümüze bir tabak bal kayacağı yerde, bir lenger

290

P:292

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

mozaik koyarsa hiç şaşma. Bura insanı oldum olası uydum

akıllıdır ya, iyice şaşırmışlar bence. Tuğlacıhk neyinize

desene? Mermercilik neyinize desene? Geçin bir balcılık

işinin başına, memleketin de kendine has bir itibarı olsun, değil mi? Yoo, olmaz ! Olur mu? Hadi onu geç. İbrahim davarcılığı bilen adamdı. Davarcılığı bilen adam çakılla mı uğraşırmış? Mozaik mi kırarmış? Dur hele, İbrahim davarını satınadı mıydı hani şey için? .. Şişt, çukur.

Dikkat et. Tam buralarda çakılır kalırsak, artık boşuna

ara teselliyi. .. Bu yolu böyle yayla gibi açmışlar da niye

bir de asfalt çekivermemişler sanki? Tamam, tamam. Hani 69 seçimlerinden önce Demirel'in adamları iki makine

gönderivermişler ya? Ardından ha geldik, ha geliyoruz;

ha asfaltladık, ha asfaltlıyoruz derken bunlar hükümet olaraktan, bu yılı öteki yıla atıp dururlarken, şrak tokadı yemesin mi bu bizim Demirel? Artık istese de yapamazdı

tabii. Kumandanlar ittiler bunu ellerinin tersiyle bir yana. Geçtiler başa. Bizim erlik tam bu işlerin içine düştü

işte. Çifte disiplin. O Bismilli'de şuncacık akıl olsa, çifte

disiplinli bir zamanda ... Uzak dur. Yavaşla. Adam kağnıya amma saman yüklemiş haa. Altında kalmış. Önünü

gördüğü yok. Allah belanı vermesin e mi? Gıcırdanma, çekil. Geç. Traray, traraayyy ...

Bu sesle Bayram'ın yüreğindeki çırpıntı artıyor. Geldik geliyoruz, vardık varıyoruz; gerisi neyine gerek?

Traray, traaayyy!..

·

İşte artık tamam Bayram bey. İşte on dakikaya kalmaz köy kahvesinin önündesin. Yol düzgün olsa, beş dakka bile sürmez artık. Şimci durmalı. Kendimize iyi

bir çekidüzen vermeliyiz. Millet çoktan toplanmıştır söğüdün altında. Millet çoktan tarlasından, çiftinden, çubuğundan dönüp gelip ... Kim bu traktörün üstündeki? Hele bak,

291

P:293

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\" '

İstikliHbağı'na doğru gitmekte. İstiklalbağı'nda kim var

traktör sahibi olacak? Bir traktör bugüne bugün, acık sıksan bir Mercedes parası. Kimmiş bu babayiğit?

Demin, saman yüklü öküz arabası üstündeki adam tanıdık gelmişti Bayram'a. Şimdi bu. İstiklalbağı'na sapan

traktörün üstündeki delikanlı da tanıdık gelmiyor. Tek

tük ahlat, palamut ağaçları. Sayıları daha da azalmış. Bodurluklarıyla, damarlarında özsu dolaşmıyormuş gibi beyaza çalar yeşilimtırak, kuru kabuk yapraklarıyla bu ardıç, bu ahlat, bu palamut tanıdık ama. İşte arpa ekili kırçı! topraklar. İşte kurutepeler. İşte çoğu eğri, şimdi daha

da eğriimiş telefon direkleri. Uzaklarda, Bayram'ın henüz

seçemediği elektrik direkleri ise yeni.

Bayram, anayol ayrımından yedi kilometre içerde,

sert bir dönemeçle karşılaşıyor. Direksiyonu güçlükle toparlıyor. Bir derenin yamacına doğru hızla iniyor. Vites

değiştiriyor. Karşıdan bir atlı araba, onu süren yaşlı bir

adamı, bi.r kadını ve dört çocuğu yüklenmiş, tırmanıyor.

Akşamm alacalı renkleri kadınla çocuklarm çiçekli mintanlarmdaki renklere baskın çıkıyor. O renkleri solduruyor ama, çocuk emzirmekte olan kadının beyaz başörtüsünü de mor bir pembeye boyuyor.

Arabadakilerin ·hepsi de, atları huysuzlatan motor sesine döndüler. Yanlarmdan çalımla geçen Mercedes'e baktılar. Başörtüsünün beyazı, dönemeci kıvrılır kıvrılmaz iyice mora batan kadın:

« - A deliii! Gece vaktı ne müzesi görecek ki bu?»

dedi.

Arabayı süren yaşlı köylü, ağzında dibine ermiş sigarayı tükürdü:

«- Önüne baksana sen! Sana ne elin herifinden?»

dedi.

292

P:294

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

Atları kırbaçladı.

Kadın, onun arkasında, burun kıvırdı. Memesini çocuğun ağzından çekti. Yanındaki kız:

<<- Aman be dede, sen de konuşturmazsın insanı!» diye çemkirdi.

Anası dürttü onu:

«- Sus kız !»

Beş altı yaşlarında bir oğlan, gogsune Ecevit resmi

basılmış fanilasıyla dikelip doğruldu arabanın üstünde.

Yeni bir dönemeçte Mercedes'i bir kez. daha görebileceğini

um du:

<<- Emme patpatlıyor. Uçak gibi. .. »

«- Fiyakası. .. >> dedi yaşlı adam, gözü hep iki atın

arasındaki dingil ucunda olarak.

Fenerbahçe'nin sarı-lacivert formasını andıran bir fanilayla, dedesinin hemen yanında oturan on iki yaşlarındaki oğlansa, geri dönüp anasıyla kardeşlerine ters ters

baktı. Ne onları, ne dedesini onayladı.

<<- Ne müzesi be ! Alamanyacı bu,>> dedi. <<Patırtısı

da egzozdan bi kere. Susturucu yu deldirmi§ ... Fiyaka için

olan başka ... :ı>

1 Arabasını inişten aşağı koyveren Bayram'a, az

önce yanından geçtiği atlı arabanın yaşlı adamı birazcık

tanıdık geliyor. Yok canım. Bunlar İbrahim'inkiler değil.

Öyle olsa, dizginlerin başında İbrahim'in kendisi otururdu. Kocamış babasını akşam karanlığı salıvermez o, yollara. Titizdir. Enezedir. Bunlar belki Ertuğrul'dan. Bizim

b uraların insanı hep birbirine benzer zaten ... İbrahim olacak da, kadınını damalı örtüden çıkaracak? Bunlar açılmış saçılmış bir aile ... Ke§ke bunlar İbrahim'inkiler olsalar ... Keşke temelli çıkıp gitmiş olsalar bugün ... Keşke

293

P:295

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Ballı'da İbrahim'in kendine hiç rastgelmesem ... Niye len?

N eyinden kaçıyersen Bayram bey? Bir gocunman mı var?

Çürüğe çıktı işte, allah allah be ... Bana bak, helecana gelip beyliğinden eksiltirsen, sıçarım ağzına haa! .. Biz bunca sıkıntıyı niye çektik? Niye Bursa'nın sıcak sularına yan

gelip yatmadık da, koşa koşa böyle?.. Memleketimize tek

tek ispatlamaya kendimizi. .. Arncam da, durup durup tam

ben elini öpeceğim sıra göçecek değil ya?.. Çoktan kalkmıştır ayağa. Dokuz canlıdır o. Ben son gördüğümde kapı gibi adamdı. .. Sen de, bahane edip, ecel kapısına dayanını§ sandın. Neyin bahanesi? Yaşar'a bakma. Huyudur.

Pireyi deve yapar. Kulağına bir şey değmesin, artık kendine göre evirir çevirir. Yok Ankara'da Kezhan'ın yengesi bununkilere şöyle şöyle demiş de ... Yok bununkiler de

Yaşar'a böyle böyle anlatmışlar da ... Yaşar bizim köyün

içinden olsa neyse. Kulaktan kulağa ağmış laflar, söyledikleri. Hoş benim telaşıma, helecanıma geldi. Biz düşmüşüz tam, araba peşine; o acenta senin, bu acenta be-­

nim ... Başka şeyi düşünecek zaman hiç olmadı be e . .. «Kezhan sana şunları yollamış bizimkiler le . .. » deyiverince zaten, bi hoş oldum. İçime yumulup kalmı§ım. Nutkum tutuldu bir yandan ... Hesap kitap tam ortaya çıkmamış öte

yandan... U yy!.. Koca taşmış. .. Altımızı vurdurduk işte.

Karteri deldireyazdık. Asfaltta mı gidiyorsun, desene?

Beyni vınlıyor. Kulakları uğulduyor. Köye yaklaştıkça Bayram'ın üstüne yol yorgunluğunun ötesinde bir dirençsizlik çökmeye başlıyor. Sık sık soluk alıp veriyor.

Hacaklarında bir titreme. Mercedes, kısacık bir yokuşu

zorlanarak tırmanıyor. Bir düzlüğe çıkıyor. Her yan ıssız. Her yan cansız. Ayın yüzeyini anımsatan bir görünüm. Yaa Balkız. Bak bakalım senin Bayram nerelerde,

294

P:296

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

nasıl topraklar üstünde doğmuş. Bak, tanı da şaşakal. Ben

bile şaşıyorum düşün. Nasıl delip çıktım o köyün yolunu ...

Samanların arasına saklanıp kaçtığım gün var ya, o gün? ..

Bumuna yoğun bir saman kokusu doluyor. Çevresine

bakınıyor. Buralarda ne ekin tarlası, ne savrulmuş saman.

Buraları tümden bırakılmış .. Batan gün, kıraç toprağa,

yaşlı tepelere yalınkat bir toz boya serpiyor, hepsi bu.

Taa uzakta, kel bir tepenin yamacındaki tuğla fırınından

pişmiş kil kokusu yayılıyor. Kötü, keskin bir koku. Bu

koku, Bayram'ın duyduğunu sandığı taze saman kokusunu bastırıyor. Buralarda bir pınar olacaktı. Nerde o? Temizlenip paklanmak, canlanıp dirilmek için biz hep o suya güvenip dururken, ister misin bu da tarihe karışmış

·Olsun?

Ballıhisar'a üç kilometre kala aradığı suyu buldu. Orada, bir düzlükte, düzlüğün göbeğine çakılmış bir odun par­

·çasınm oyuğundan incecik akardı bu su bir zamanlar. Şu

ağıl. .. Bu ağıl aynı ağıl. Ama su? Vay babam vay! Saray

bu yahu! .. Saray gibi bir çeşme olmuş. Bir abide. Aferin

adamlara. Gördün mü Balkız? Suyu İstiklalbağı'na ayrılan yol düzlüğüne çekmişler. Önünü de iyice geniş tutmuşlar ki, davarlar, insanlar rahatça serinlensinler ... Bak

hele. Koskoca bir de mermer levha alnında.

Direksiyonu usulca sola kıvırdı. Çeşmenin başına yanaşıp gazı kesti. Kontağı çevirdi. İndi. Artık menzile ulaştık sayılır. Ulaşmadık mı?

«- Bunaldım ... » dedi yüksek sesle.

Solmuş, pörsümüş bir gül gibi düştü çeşmenin önüne.

295

P:297

Gayret Çeşmesi

Sebebi: Hacı Ömer

Ustası: İsmail Usta

1971

Kavşak

Başını çeşmeden akan suyun altında bir süre tutan

Bayram, ördek gibi silkinerek doğruluyor. Levhayı okuyar. Serin su, şakaklarından, boynundan süzülüp bağrını

ıslatıyor. Lan bu Sarıcalar'ın Hacı Ömer değil mi? Bravo

adama. Bak unutmamı§ bakunu sıçtığı yerleri. Bak tutmuş, şehitlik gibi bir çeşme yaptırmış.

Kova kova su boşaltıyer arabanın üstüne. Camlarını,

çamurluklarını iyice yıkıyor, parlatıyor. Eziklerini, eksiklerini elinden geldiğince görmemeye, yok saymaya çalışarak ... Hacı Ömer, o Hacı Ömer de, bu İsmail Usta kim? Bu

bizim Kezhan'ın İsmail'i değil ya? Benim bildiğim İsmail,

dönüp de Sarıcalar'a çeşme ustalığı etmez. O çoktaaan

Ankara'da. O, bunlara düşman. Burnunun dikine bir adamdı İsmail. İyice eğilip bükülmez olmuş. Sendikalıydı zaten.

Şimdi derler, iyice kırmızı. Varıp kapısına, Kezban'ı isteyemedimse, biraz da onun yüzünden. Kaşlar hep çatık

bunda. Hep sert. Hep, kapıdan beni kovacak sanırdım.

Artık zor kovar. Dikildim mi karşısına Mercedes'le, zor

küçük görür beni. Benim bildiğim İsmail gelip de Sarıcalar'ın adına çeşme mi örer? Evet, eli yakışırdı yakışmasına. Daha tee çocukken, iyi duvar örerdi bu. Asıl onun dedesi, Balkız, dedesi Ballıhisar'ın baş ustasıymış. Bir duvar

örermiş ki, valla bilmem ama, makineden çıkmış gibi örer296

P:298

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

miş duvarlarını köy damlarının. Küçükken ben, efsane

ediverirlerdi. Ballıhisar'ın o, Roma'dan mı ne kalma duvarlarını, bazı bu bizim Kezhan'ın dedesinin ördüğü duvarlarla karıştırırlarmış. İlk kazıya geldiklerinde hani

Ballıhisar'a, sormuş kazıcılar köylüye : «Bakın,» demişler,

<<kazdıkça ne duvarlar, ne temeller çıkıyor sizin köyün altından. Sizce bu, kimlerin işi?» Bütün köy halkı, ağız birliği etmişlermiş gibi: «İsmail Ustanın işi>> diyesilermiş. Benim Kezhan'ın burnu acık büyüktür ya, dik başlıdır ya,

dedesinin böyle böyle efsanelerini çok dinlediğinden. Benim gibi o da babasını hiç bilmez yoksa. Babasını Porsuk

yutmuş bir zamanlar. Öyle derlerdi. Babası gibi dillere

destan değilse bile, o da iyi bir ustaymış ya, artık duvarlar kerpiçten yapıldığından ... Peki, bu çeşmeyi ören usta

hangi İsmail Usta? Hortlamadı ya Kezhan'ın dedesi? Abisi de gelip Hacı Ömer'e sıvanmayacağına göre? ..

Bayram için şu an sanki en önemli sorun bu çeşmeyi

kimin ördüğü? Mermerini böyle usturuplu kimin oturttuğu? Bu tür gereksiz sorularla ne denli oyalamaya kalksa

yüreğini, o yürek göğsünü delip dışarı fırlayacakmış gibi

güpgüplemektedir.

Arabayı pariattıktan sonra Franz Lehar gömleğini çekip çıkarıyor. Boynunu, kollarını yeniden, içine sindire

sindire yıkıyor. Başını yine suyun altına sokuyor. Bir türlü yatışmıyor yüreğinin atışı.

Çok geçmeden köye girmiş olacak. Bu girişin en son

ve kesin hazırlığı, geciktirilmesi, ağırdan alınması gereken bir iş şimdi. Kirlenmiş, alı karasına bulanmış Franz

Lehar gömleğiyle kurulanırken, damarlarında korkuyu

andırır bir ürperme dolanıyor. Hiç umulmadık bir zamanda, hiç beklemediği bir ürküntü. Efsane olmuş bir ustanın adını yepyeni bir çeşmenin taşında görüvermekten

297

P:299

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

canım. Başka ne? Ne diye takıyorsun kafanı ? Bizim buraları bilmez misin? Eskilerde kim ki bir işi iyi yapmış, artık o işi iyi kötü yapan herkes aynı adı takınır. Kezhan'ın

abisi yeniden dönüp gelip köyde duvar ustalığına başlamadı ya? Keşke, o zaman Kezban ...

Ne yapsa, kafasını neyle oyalamaya kalkışsa ürküntüsü yatışmıyor. Tam karşıtı. Kaynağı belirsiz bir biçimde artıyor bu ürküntü. Derken, tedirginliğine akşamın sessizliğini bölün bir horultu ekleniyor. '

Dönüp yola bakıyor. Bir kamyon. Pırıl pırıl bir Diesel

kamyon; ardına bir taşıyıcı bağlamış olarak geçiyor. Onun

da ardında bir karavan. Şu, motorlu evlerden.

Bayram haykırayazdı. Güldenhouse !

Her şey hortluyor sanki. Her şey, Bayram'ın çoktan

tasarlanmış tören heyecanına korkuyu ekliyor. Ürkmeyi.

Şaşmayı. Sıraya koymaya, düzenini kurmaya onca zaman

harcadığı her Şeyi bir anda alabura etmeyi. Karışhrmayır

Bozmayı. Yol boyu üstesinden geldiği, yana atmayı becerdiği ne varsa, hepsini topariayıp çağaltarak önüne yığınayı. Üste, hep en üste çıkarmayı başardığı; nerdeyse gerçek,

nerdeyse elle tutulabHir olan bütün düşlerini örtmeyi, bulandırmayı. .. Güldenhouse!

Vay orospu çocuğu! Vay casus! Vay katil!.. Vay dinini...

Taşıyıcısı renkli çadırlar, çadır direkleri, buzluklar,

kazmalar, kürekler, gece fenerleri ve daha akla geldik gelmedik öteberiyle dolu Diesel kamyon, ağır ağır geçiyor

Bayram'ın önünden. Karavansa, üstü «Güldenhouseı> yazılmış olarak değil, Bayram'ın nece olduğunu hiç bir zaman çözemeyeceği çapkın, uçarı harfler zinciriyle TE

KOTİTİ KE yazılmış olarak, kamyonu usul usul izliyor.

DÜNYAYI KEŞFEDİYORUZ. Dört sarı oğlan başı, kara298

P:300

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

vanın pencerelerinden uzanmış, gülüyor. Dördü de çılgınca el sallıyorlar Bayram'a. Bayram, karşılık veremeyecek

kerte sarsılmıştır. Neden sonra derin bir soluk alıyor.

Uf bee ! Hakkabazın arabası sandım. Kendimi cehennemde o ibne suratlıyla yan yana düşmüşüro sandım. Bunlar kim? Bak nasıl sırıtıyorlar. Bak nasıl sımaşık hepsi

de.

Bir çıp�aklık duygusuyla bavulunu açıyor. İçinden,

Mercedes'in çeşitli yıllara ait modelleriyle resimlendirilmiş gömleğini çıkarıyor. Önce onu giyiyor üstüne. Sonra, çeşmeyi kendine siper ederek, askıda duran takım elbisesinin pantolonunu üstündekiyle değişiyor. Hemen hepsi şile bezi giyinmiş, Te kotiti Ke'nin delikanlılarına bakarak, bu gömlek, bu takım elbise Bayram'da bir aykırılık

duygusu yaratıyor. Ballıhisar'lı gözünde zenginin, beyin

giyimi şile beziyse ya? Ya öyle olduysa ve bizim bu takım

bundan böyle onlar için ... Boş ver sen. Takım elbise, takım

elbisedir. Ballıhisar'lı nerde görmüş böyle buruşmaz bir

kumaşı? Bu parlaklığı dokumadaki? Bu ...

Gömlek yakasım ceketin üstüne mi · devirse? Yaz günü en iyisi bu ya, olmaz. Takımın şanına uymaz. Saygıyı

azaltır.

Parlak renkli, büyük desenli üç kravatından en gösterişlisini seçiyor bavuldan. Arabanın içine girip dikiz aynasında özenle bağlıyor kravatını. Büyük, gereğinden büyük bir düğüm atıyor. Yüzü? Yıkanmış, temizlenmiştir

evet. İnegöl tıraşı, yıkanmanın ardından şimdi daha bir

parlaklık kazanmıştır. Ancak, gözünün altında usul usul

sarıya dönüşmekte olan bir morluk. Gemlik önlerinde, canı bumuna gelmiş kamyon sürücüsünden yediği yumruğun belgesi. Çenesinin altında, yanmış kibrit biçimi kırmızı çizik. İnegöl herberinin umuts� öfkesinden artaka299

P:301

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

lan. O eski yanık izi ise hiç seğirmiyor şimdi. Bayram, aynada yanık izine bir kez daha ve iyice bakıyor. Bakıp durmasına qa gerek yok. Belli işte. Duymuyor. Seğirmemekte yara izi. Oysa, yüreği hep güm güm. Neden seğirmiyor

bu yara peki? Len eşşek, anladım. Sen saat gibi kuruyorsun kendini şimci. Kurup köy içine hazırlıyorsun. Kahvenin önüne. Ben seni bilmez miyim? Orda hiç değil ilk karşılaşmada, seğirmeyeceksin! Tutacaksın kendini, anlaşıldı

mı? Şimci nasıl pusuya yatmışsan, aynı böyle tutup bekleyeceksin titreşmeni. Kendine hakim olacaksın. Yorgunluğumuzu ele vermek yok. Hiç bir şeyimizi ele vermek ...

Aynayı birden çeviriverdi. Yüzüne pakmak istemedi.

Taa ekin tarlasına uçtuğundan bu yana başına koymaya çekindiği sentetik hasır şapka elinde, arabadan indi.

Bunu giymesek olmaz mı? Olmaz. Cayma. Cınıma.

Nerde görmüş bura halkı böyle bir şapkayı? Geçir başına.

Dik dur. Aniadın mı? Tıpkı bir mebus gibi... Oylarını sana verecekler. Vermeliler. Unutma. <<Her şeyi sana verivermezler Bayram bey!» Boyun devrilsin Ayfer kaltağıf

Hala mı alay bizimle? Hala mı horlama? ..

Şapkayı başına oturttu.

Bavulunu kapadı. Bezlerini, kovasını yerlerine yerleştirdi. Hava büsbütün kararmadan Balkız'ı bir kez daha,

tepeden tırnağa gözden geçirdi. El değmiş, hırpalanmış, örselenmiş yerlerini görmemezliğe gelerek. Onu acentadan

alırken, Kapıkule'den içeri sokarken nasıl beğenmişse, ona

nasıl güvenmişse yine öyle beğenip güvenıneye zorlayarak

kendini. Bunun artık bir zorlama beğeni olduğu, bir çeşit katianma olduğu belli belirsiz bir acılıkla d uyarak ...

Hadi bakalım. Gir içine. Bas gaza! Ne bekliyorsun? Televizyon antenimiz bile var baksana. Döner dönmez televizyonu da koyduracağız demektir bu. Ee, neden duruyor300

P:302

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

sun? Yatışamadın bir türlü. Rahatlayamadın ... Yok, ondan değil de ...

Bir şey. olmalıydı. Biri çıkmalıydı. Onu arkasından itmeliydi. «Hadi, çekinın e. B as gir köye>> demeliydi sanki...

<<- Hoşt, gel, gel, gel!.. Brı, .brı, brı. .. Hoşt, gel, gel,

gel... Brı, brı, brı. .. »

Bir köpek havlaması. Yakın çan sesleri. Bu havlamaları, bu çan seslerini ılık ılık bastıran aynı «Brı, brı, brı. .. »

lar.

Bayram'ın aradığı dayanak bu muydu?

Bir koyun sürüsü, çeşrnenin başını dolduruvermi§tir.

Birbirlerini i te kaka, tıslaya soluya, yine de birbirlerinden

hiç kopmayarak, birbirlerinin kuyruğundan hiç ayrılmayarak ...

Bu sürünün birden, hangi yönden geliverdiğini kavrayamıyor Bayram. Bu itişip kakışma, bir an için zihnini

Edirne-Istanbul arası 1 Numaralı Devlet Yolu'na götürüp

getiriyor. Bitkinliğini, kafa bulanıklığını, gövde yerine tepeden tırnağa bir hurda taşımakta olduğunu en çok bu

koyun sürüsünün orta yerinde duyuyor. Montaj hattının

akşamlarında bile tatmadığı bir tükenmişlik, kaybolmuşluk duygusu. .

Başı döndüğü için mı sırtını Balkız'ına dayadı. Balkız'ı güdüldüğü yöne körü körüne giden bir koyun sürüsünün fren tanımazlığından korumak için mi, yoksa, iri

çoban köpeğini dikenli tasmasından yakalamış tüysüz,

kaygısız, hemen nerdeyse yarın erkekleşecek sürü çobanına BAYRAM VE M HU 617 MERCEDES 230'u resmini

sunmak, bu tablo önünde onu hayranlıkla şaşırtmak için

mi?

Saman ve kıtık yerine böbürlenme ve kasılınayla doldurulmuş bir korkuluk gibi duruyor Bayram. Bu korku301

P:303

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

luk, durduğu yerden mavi gözlü, güneş yanığı yüzlü, tepesine allı morlu hercai bir yün bere oturtmuş sürü çobanına «Yaklaşmak Yasaktır» diyor. «Uzak dur. Saygıyla bak. Hizaya gel». Onca buyruğa karşın umursamaz bir

gülüşü var çocuğun. İnce göğüs kaburgaları, soluk pembe

bir gömleğin altında keyifli bir türküyü çağırıyor. Oynak

kemikler. Serin bir yüz. Yumuşak eller. Bütün bunlar. iri

çoban köpeğinin geniş solumalarına şaşılacak bir güçle

egemen. Bir zayıflık, bir incelik, bir güleçlik; bir kalınlığı, bir zorbalığı, bir abusluğu nasıl bastırır denirse, bu gencecik sürü çobanının sık rastlanmayan, genele uymayan ince nağmeli, biraz şair göğüs kaburgaları akılda tutulabilir.

Bazen, hiç umulmadık bir yerde, hiç umulmadık şenlikteki açıkrenk gözler de ... Mavi bile olsalar ... Yumuşak da

baksalar ... Brı, brı, brı ... Gel, gel, ge, ge ... Bir sürüye dilini anlatmak, bir sürünün dilinden anlamak, demir dikenli tasmasıyla o sürünün zorba bekçiliğini eden köpeklere

de egemen olmayı, içi kasılınayla doldurulmuş bir korkuluktan ürkmemeyi sağlayabiliyor. Egemen olmadan önce

tanımaya, sahip çıkmadan önce anlamaya merak sardırdığından belki. Belki, çevresinde durmadan değişen bir

şeyler, doğduğundan bu yana onun merakını zorladığından, sorular sormaya alıştırdığından. Bir traktör şöyle mi

çalışır? Şu biçerdöver bir günde kaç adamın işini görür?

Yolu açan o kocaman makine var ya? Adı neydi? Dozer.

Kimin o dozer? Kamyoncular grev yaptı. Yolun malzemesi eksik kaldı. Kcımyoncular neden grev yaptı'? Grevi hep

fabrikalarda yapıyorlar. Siz niye yolda yapıyorsunuz amca? Onlar işi durdurup gittiler. Kazıda çalışan,lar durdurmadılar ama. Niye? Onların renkli çadırları vardı. Bezden

evler. Giderken söküp götürecek misiniz? Boşuna sormuşuz. Giderken söküp götürdüler.

302

P:304

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Önce radyo, ardından bunlar, ardından köye bir baskın tomsonlu ve §imdi köy kahvesinde bir televizyon, bir

bir gelip tanıttılar kendilerini. Nerdeyse üçer beşer ay

arayla. Tanışıldı. Ama anlamak? Bu çok çabuk olmaz.

Motorluların, elektriklilerin, makinelilerin dilinden anlamak yeni bir iş, yeni bir uğraş. Al işte. Adamın sırtını

dayadığı şu güneş rengi oto. Acaba neden yapılmıştır boyası? Kim, kaç kişi kurup çatmı§tır? Nasıl ezdirmiş burnunu? Bir Mercedes bu. Yıldızını çaldırmış. Gene de bildin. Peki kaça? Kaç yıl dayanır? Kaç yıl barındırır bir

adamı? Hacı Ömer, çeşmeyi yaptınrken kara bir otoyla

gelmişti. On yaşımda mıydım, on ikimde mi ne? O güne

dek minibüsler görmüştüm. Cırlak kına rengi pikaplar da

görmüştüm. Hacı Ömer'in otosu gibisini, anca yol açıldıktan sonra ilk Hacı Ömer'de görmüştüm de <<Kaç para bu?»

diye sormuştum. «Ne o? Satın mı alacaksın?» diye terslemi§ti o da beni. «Niye satın alayım? Sorduk». Önce bir tanıyalım bakalım, değil mi ya? Sarmak parayla mı? «Siktir

ol len ... » diye bir taş savurdu bacaklarıma. O zamana dek

hiç bir motorlu böylesi yakırnma gelmemişti benim. Tekerleri demir gibi sert. Gene de demirden değil. Neden

peki? Hacı Ömer, tuğlacı ustasıyla taş seçmeye gidince

şu yana, bunun tekerlerini bir yoklayayım dedim. Çakımı

tekerin birine daldırdım ki, poff ... İşte, bunun da canı bu

kada:rcıkmış. Lastiği benim yardığım hiç aklına gelmedi

Hacı Ömer'in. N erden gelsin? Ben bile, çakıyı bir sokuşta koca lastiğin göçtüğüne inanamadım ...

ıı:- Çek ulan şu hayvanları burdan!»

«- Niye? Su içiyorlar. Susadılar ... »

Ne yüzsüz şey bu! Yırtık. Saygısız. Ben buna şimci

303

P:305

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

haddini bildiririm ya, derınamın yok. Hasta gibiyim. Helecandan ...

«- Kazı başlayacak mı gene? Çalışacak mısınız?>>

İte bak. Kör müsün? Bende arnele kılığı var mı?

«- N e kazısı şimdi ulan ?»

«- Pessinnus'taki işte. Ballıhisar'ın tarih adıymış.

Onu yerin altından çıkarmaya gelmişlerdi eskiden. Çoğu

yabancı ... Kazma işinde çalışanlara da iyi para verilir di. ..

Şimdi kazı durdu. Ekip dağıldı. .. »

Senin kazma da, ekibine de. Çek §U köpeği Balkız'ın

yanından ...

«- Sen ordan mısın?>>

«- Benim bir yanım ordan, bir yanım İstiklalbağı'ndan . .. »

«- Ballıhisar'da kimlerdensin?»

«- Orda kimselerden değilim. Orda bir İsmail dayım

vardı eskiden. Karısı, çocukları, kız kardeşi ne hepsi Ankara'dalar çoktan. Beni de istedi. Güze gidecekmişim. İş

öğrenecekmişim ... »

Bayram, karnının ağrıdığını sandı. Dayandığı yerden

usulca kımıldadı. Şakakları incecik terledi. Bu tüysüz, olsa olsa Kezhan'ın İstiklalbağı'na kocaya kaçan teyzesinin ... Ya tanırsa beni? Ya bilirse? Yeniden dik durmaya

çalıştı. Tanırsa tanır. Daha iyi ya. Çekinecek bir yanın mı

var? Az sonra bütün Ballı halkının önünde krallar gibi

duracak değil misin zaten?

Sürü çobanı Bayram'dan çok arabaya bakarak soruyor:

«- Buralardan mısın yoksa?>>

Söyle bakalım. Buralardan mısın, değil misin? Hangi

si doğru kaçar? B uralardan olmam mı, olmamam mı?

«- Yok ... Afyon'dan ... »

304

P:306

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

' Niye yalan atıyorum? Neyinden çekiniyorum bu saygısız oğlanın?

«- Mercedes'in çok güzelmiş. Ezdirmişin yoksa . .. >>

Yahu bu eninde sonunda bir bozkır çobanı. Nerden

anladı bizim Balkız'ın Mercedes olduğunu? Gözü açık baksana. Cin gibi bir şey.

«- Güzeldir .. Uzun sürdü�, hırpalattık, yorduk da ... »

Çocuk, Bayram'ın «Yaklaşılmaz» der gibi önüne gerilmesine aldırmadan, arabaya dokunuyor. Elini, alışık,

yaldız sarısı kaportanın üstünden geçiriyor.

«- Kaça patladı bu böylece sana?»

«- Ne o? Satın mı alacaksın?»

Oğlan keyifli keyifli gülüyor. Sarışın yüzü budalalaştırmayan dalgacı bir gülüş ... Sanki Kezban ... Ardıcın altında hani? «Fikrimin İnce Gülü>>nü çağınverince ben

ona ... Bakışıp kalınca biz öyle hani. Dur, dur ... Gürpletme yüreğini çabucak. Şunun ağzını iyice bir ara hele. Köye büsbütün cahil girmemiş olursun. Herkes sana şaşsın,

sen hiç bir şeye şaşma. Bayram'lığından eksilmesin. Her

şeyi bil. Önden ...

«- Ne güldün?ı>

«- Herkes de, satın mı alacan, diye sorar. Niye satın alayım? Şimdi ne işime yarar? Sürüyü içine doldurup

bunu tarlalarda \"9ayırlarda öttürerek dalanacak değilim

ya? Sıra buna gelene deeek ... Sordum işte».

Köpeğin demir dikenli tasmasını burup duruyor. İlk

kez durgunlaşıyor. Usuldan bir sıkılganlık yüzünde:

«- Ben her şeyi sorarım da ... Huyum ... » diye ekliyor.

Bu huyundan ötürü, her şeyi, aklına esen her şeyi sora sora İstiklalbağı'nda itilip kakılır oldu. Ya kimse yanına uğratmıyor onu, ya «Gitlen işine» deyip baştan sa20 305

P:307

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

vıyorlar. Hakim misin ulan karşımızda? Hükümet memur

mu dikti seni bu köye yoksa? Yoksa sen de babanın he-

'

sap ...

Bayram, arabasına daha sıkı yaslanıyor. Gözünün altındaki yanık izinin iki kez tıp tıp ettiğini duyuyor. Dur

da anlat şimci bu görmemişe, bir Mercedes kaça patlar

adama?.. Neye patlar? Buna sahip olmak için. nelerden,

ne imtihanlardan geçmek gerek. .. Kolay sanıyor. Cahil.

Bunun bir Mercedes olduğunu atıp tuttu ya, artık bilecek Mercedes 230 nedir, onun 3'ü, 4'ü, 6'sı, a'sı, b'si nedir?

280 nasıldır, 280 SL nasıldır? Aralarında ne fark var? Gel

de anlat. Aniasa ne olacak sanki? Ben asıl o 280 SEL'lerden alabilecektim ki...

<<- Bu benimki son modeh dedi kısaca.

«- Kazıya gelen adamın Fiat'ı da son modeldi�.

Laf. Şimdi o en azından üç yıl eskidir, aptal.

«- Demek buralardan kazmacı topladılar?»

«- Topladılar ya. Bütün köylerden sıraya girdiler.

Gene de yetmedi adam».

«- Nasıl kazıymış bu böyle, adam yetmeyecek?•

Çocuk, burnunu kıvırıyor:

«- Adam yetmeyeceğinden değil de, adam kıt, ondan ... »

«- Köylük yerde adam kıt mı olurmuş?»

«- Ee, şimdi kıt. Bizim İstiklalbağı'ndan yine bir iki

bulundu da, Ballı'dan hemen hiç. İsmail dayımdan sonra,

Cemal'ler vardı, gittiler. Adeıngiller de. .. Daha gidenler

oldu. Kimi Ankara, kimi Afyon, Istanbul... Ballı'da kocamışlar kaldı, üç beş. Topla topla, ancak on bir adam toplayabiidi kazı işi için. Yevmiye fazla olduğu halde. Ertuğrul'dan geldi bir iki kimse. Ancak o kadar. Ben de gittim ... Adam ölmüş». ·

306

P:308

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

«- Hangi adam?»

c- Kazının başındaki işte. Avusturyalı. O ölmüş. İnsan da kıt. Durdu İş ... »

Ben de, arncam öldü sandım. Aklıma ilk o düştü. İçim

hop etti. Cemal'lerle Adem'lerin köyde olmayışma ne diyelim? Kendimizi ispat ederneyecek miyiz onlara? Sen de

tadını kaçınyarsun Bayram, haa. Tadını kaçırınaya bahane arıyorsun. Köy bir onlardan ibaret değil ya? Arncan

var, önce. Önce ona göster kendini. Elini öp. Remzi abini

kucakla. Köyün adamları seni İbrahim'le kuzu çevirirken

görsünler ... İbrahim'i gezdir hele bir. Remzi abimizi de ...

Bizim Ballı adam olmaz. Kazıya da iş diyorlar baksana.

Oğlan da bunu ݧ sanıyor. Geçici bir işten iş mi olur?

Sanki kazı durmasa ne olacak? Toprağı kazıp küp çıkaracaklar, kırık çanak çömlek çıkaracaklar da üç beş ay,

ellerine üç beş kuruş geçecek.

Oğlana tepeden, alaylı bakıyor:

«- Demek kazı bitince sen de geri, sürü çobanlığına

şimdi gene desene? .. »

c- Ehh ... »

Askerlerin, jandarmaların vızır vızır dolandığı günlerde babamı niye vurduklarını öldür allah söylemem buna. Elin herifi. Huylu mu; huysuz mu, nerden bilirsin?

Ben buna, «babamı siyasi diye vurdular» diyecem, <<ondan

böyle ... :. diyecem, bu da kalkacak, gidip benim Ankara'

daki işimi bozacak. Bozar mı bozar ... İbrahim dayınınkini nasıl bozmuşlar? ..

Bayram, çocuktaki girişkenliğin yerini bir kuşkuya,

içine kapanmaya bıraktığını seziyor. Parmağıyla dişini karıştırarak, hiç oralı değilmiş gibi soruyor:

«- Ney,se, sen de Ankara'ya gidip iş sahibi olacakmış307

P:309

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

sın işte. Seni yanına çığaran, İsmail dayın mıydı, o n

yapar Ankara'da?»

<<- İş yapar ... »

Hadi be ! İçten pazarlıklı bu da. Sanki elinden k pacağız da İsmail'in üç paralık işini. Benim BMW'deki işimin getirdiği kazanç yanında, bunlara iş mi diyeceği sanıyor? Kezban'ı beklettin, almadın. Şimdi sana_ Kez an'ı

vermiyorum, deyip dikilmese bari. Sert herifin biridir.

Bir Kezban'a yumuşak, benim de güvenim bu yandan ya.

Belli olmaz. Sana verecek kardeşim yok, deyiverir. İsmail'i

bilirim. Arabaını falan takmaz. Dikbaşlı. O takmazsa, takanlar takar. Kezhan «istiyorum» dedi mi, karşı duramaz.

Ben de anlatırım, niye bunca beklettim. Serttir merttir ya,

anlayışlıdır. Bakar görür ki, kardeşi rahat edecek ahir

ömründe ... Ee, ben de, hesap kitap, işte yeni yeni alabiliyorum kararımı. Derim İsmail'e, <<Senin kardeşine çulsuz

bir Bayram yakışmazdı ... » Baktım gördüm, salıiden diretmekte, ona da bir iş söz veririm BMW'de. Pek kolay değil. Adamlar vızır vızır işçi çıkarıyorlar. Eh, uğra�ınm

artık. Elimden geleni yaparım. Eniştesi olacağım şunun

şurasında. Benim ilk çalıştığım işe, parça yapıroma belki ... İyi kötü, gene de burda kazandığından fazla kazanır.

Çoluğuna çocuğuna istikbal. .. Dışarda bir iş, bugüne bugün ...

«- Ne işi?:o diye sorduğunu duydu oğlana. Kendi sesini yadırgadı.

«- İşçi işi ... :o

Salak bu be. Tıpkı anası. Eğer Kezhan'ın teyzesinden

olmaysa bu, aynı anası ... Ne isteyenler olmuştu bunun

anasını Ballıhisar'da. Sarıcalar'ın yeğeni bile. Gene de

akılsız, bohçasını kaptığı gibi, doğru İstiklalbağı'na, kocaya. Dansuzun birine ... Bildiğim kadarı, kaç yıl yüzü tu308

P:310

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

t p da dönemediydi Ballıhisar'a. Anasının, babasının elin öpmeye ... Ee, kolay mı? Erkek halimle ben bile ... Kaçdiye köyden ... Yüzüm tutup da ... Kaç yıl, düşün ...

, tarla hissemi sattırmak için döndüğümde ... Kolay olmuyor canım? Adam, kaçtığı yere, böyle, ancak, kuyruğu

dikelmiş dönmeli ki ...

<<- Ben Alamanyacıyım. Şimdi orda çalışırı m ... »

Ne hesap veriyorsun bu tüysüze? Mecbur musun?

«- Çoktan mı?»

. \\

«- Çoktan ... Ilkin Istanbul'a gittim. Ordan Alamanya'ya ... »

Çocuk, köpeği şöyle, gerisine doğru usulca itiyor. Bacakları üstünde yaylanıyor. Başını batan güne çeviriyor.

<<- Bizden de gidenler oldu bir iki. .. »

Oldu. Biliyoruz. Lakin, bizim köyden bir ben ... Bunu

da sen bilse n. Bir ben kurtardım canımı... Sanki, Cemal'

le Adem ne olacaklar? Ne geçecek ki ellerine şehre göçüyorlar? İsmail göçtü de zengin mi oldu? Ben bilmem

de kim bilir, bizim şehirlerde canımızın kurtulmayacağını? Şimci köyde bana sorsalar, derim, göçecekseniz doğru dışarı göçün. Memleket dışına. Boşuna sürünıneyin Ankara'larda, Afyon'larda, Istanbul'larda. .. Evet, dışarda da

iş kolay değil, zorluklar çok. Ama bakın bana işte. Kim

verir buralarda üç yılda bal gibi, gıcır gıcır bir araba size? Ne ötüyor bu oğlan? İbrahim mi? Ne İbrahim'i?

«- Ballıhisar'da bir İbrahim dayı vardı. O da gitmek

istemiş bir zamanlar ya, gidememiş .. :»

Bayram'ın midesinde yeniden bir sancı. O biber yanması. Bağırsaklarında ince ince bir sızı. Gidememiş mi?

Niye gidememiş? Sor be. Diklen, sor. Ne varmış çekinecek? Ürküp pısacak?

<<- Niye gidememiş? İsteyen herkes gitti ... ı>

309

P:311

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Yaa, isteyen herkes gitti! .. İbrahim dayıya olanlan

sen bilsen ... İnanacağın gelmez. Kendi bile inanmamış ilkin. Bak, sana anlatayım. Sen de bana de ki, yalan. De ki,

uydurma işler bunlar. Ankara'ya gitmekten, büyük yere

bulaşmaktan korkma, de.

«- O da gidecekmiş gitmesine. Herkes anlatır durur.

Parasını yatırmış, işini ayarlamış, tam doktora çıkmışken,

Ankara'da kardeş bildiği biri bunun sırasını alıvermemiş

mi? Buna dirsek atıvermemiş mi? İbrahim dayı, kaç yıl

bilmiyor olanı biteni. Hiç farkında değil. O sanıyor, raporu çürük çıktı. Boynunu büküyor. Meğer sağlammış. Anca bu yıl öğreniyor sağlam olduğunu ... Gene de ayrılmazdı köyden belki. Lakin, dünyasına küsmüş Çok küsmüş.

Şimdi göçtüler. Kendi önden gitmiş, ben göremedim . . . »

Bayram, usul usul bütün dikliğini yitiriyor. Az önceki çalımlı korkuluk bükülüp buruşuyor. Takım elbise, bu

korkuluğa nerdeyse bol geliyor. Oğlan, elini yeniden, ama

bu kez çabuk çabuk arabanın yaldızlı kaportası üstünde

gezdiriyor. Kezban abiasının çenesindeki gü.

leç çukuru

anımsıyor birden. Bunun, Alamanyacı· tarafından sezileceğinden çekiniyar sanki. Eli, hep kaportanın yaldızlı boyası

üstünde:

«- Yaa, ne işler oluyor şu dünyada ... » diyor� <<Hoş,

Kezban ablam bile, İbrahim dayının kardeş bhdiği o ciğersiz yüzünden kovulmuş bankadan ... Kovulunca tabii, lanet olsun, deyip kocaya gitti o da ... Bak kaç kişi birden ... �

Bak kaç kişi birden ... Gitti. Gitti demek? Nereye gitti? Beyşehir'e mi? Beyşehir'in balıkçısına mı? Beklemediği doğru ha? Hadi be! Ciğersiz sensin!.. Eniğin boku,

sen de! .. Rapor, çürük yazdı. Kezban ... Yapılır mı bu?

Bir İbrahim'in lafına ... Her, çürük. .. Çürük yazdılar, ne

yapalım? Nerden bilsin İbrahim hem ... Bırak canım ... Atı310

P:312

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

yor. Uyduruyor bu her gele. Uğursuz ... Şom ağızlı. .. Dağda, bayırda d olana d olana büyücü kesilmiş bu oğla'n ... Kazı yerlerinde dü§e kalka buna olanlar olmuş ... Yedi köyün

habercisi misin desene?.. Dur. Almanya'da Yaşar böyle

diyecek, bu burda böyle diyecek de, aslı olmayacak ... Kezb an, ne diyeyim ben sana şim ci? Sen beni dinlemeden, anlamadan ... Ben burdan doğru, varıp gelecektim Ankara'

ya ... Abinle bile yüzleşmeyi göze alıp ... Ben neleri göze

almadım, bil. .. Kolaydı sanki? Şarampoldan bile yuvarlandım da ben ... Uçtum da yoldan ... Ben niye göstermeye gidiyorum kendimi köye? Bir düşün ...

«- B rı, b rı, b rı. .. Ge, ge, gel, gel. . .»

Çocuk, suya iyice doyup yalak başından ayrılan koyunları üç brı, brı, iki gel gel'le yeniden toparladı. Gidecek mi? N asıl gider? Kafaını bulandırdı. Arkasını getirmeden, nasıl çekip gidermiş ... Dur bakalım. Hesap ver.

Vererne de, güleyim ben sana .. .

«- Alamanya'daki bir adamın bankadakiyle takıntısı

neymiş ki, onun yüzünden kovulmuş olsun işinden? Güldürme insanı ... �

Zorla gülüyor Bayram. Bozuk plak teklernesi bir gülü§.

«- Kezhan ablam, aklını öyle bir ciğersize takmasaymış iyi olurmuş ya, gönül derler ... Takmış bir kez. Beklemiş ... Yavuklu gibiymişler ... »

Yüzünde artan bir kızıllık, sesinde utangaç tınlamalarla ekliyor:

«- Bizim buraların kızları öyle olur zaten. Gözü kimle açılırsa, artık hep o ... �

·

Elbet. Biz böyleyiz. Anan da öyleydi. İyi bildin. Öyle

de, Kezhan nasıl cayar benden? İbrahim ne demiş ki Kezban'a?

311

P:313

\"FİKRİMİN İNCE G ÜLÜ\"

Bayram, bağırsaklarındaki sızıyla birlikte titrediğini

1 duyuyor. Sanki hiç varamayacak Ballıhisar'a. Varıp da

ne olacak?

Fikrine taktığı bir ince gül, tek tek kopup dağılıyor

yapraklarından. Yol boyu düştü. Şimdi son kalan yaprakları ... Tek tek düşüyor. Düştükçe, çılgın bir titreme alıyor

Bayram'ı.

Çek git Bayram. Üsteleme. Sorma artık. Açtırma. Öğrenme. Biz burda, bu çe§me başında neye durduk? Kendimize çeki düzen vermeye, Balkız'ı parlatmaya ... Biz burda, dikilip dinlemeye durmadık. Bir soluk almaya. Helecanımızı yatıştırmaya ... Çek git. Sorma ... Ne sorup duruyorsun? Gün boyu sordun. Gün boyu yanıtladın. .. Ye tti.

Açtırma. Söyletme.

4- Ben burda arabayı yıkamak için eğlendim, sen beni merakta koydun. ·şu efsanseyi tamam et bari, hadi. .. »

Bana bak, Bayram dürzüsü! Sen inadına oyalanıyorsun. Köye girmekten kaçıyorsun. .. Girip ne olacak? Kime? ..

«- Efsane olur muymuş? Gazeteler Kezhan abiamın

resmini hasalı daha iki ay dolmadı bile ... Daha bizim köyün dilinde bile eskimedi olanlar ... Eskiden, B allı'nın yetimi bir Bayram'mış ... İbrahim d ayı, Kezhan abiamın bekleyip durduğu o deyyusun ettiğini öğrenince ... >>

İbrahim, ayıp değil mi sana? Yakışır mı bana taktığın

bu ad? Sen mi takdın, yoksa buralılar mı? Kezban'a öyle mi dedin yoksa? «Senin Bayram deyyustur» mu dedin?

«- Öğrenince, işte tabii, doğruca varıyor bankaya.

Kezhan ablama. Kendi kendine diyesiymiş: O Bayram olacak deyyus beni yaktı, bari Kezban'ı yakmasın daha çok.

Onun de hesabı bu. Doğruca gidiyor bankaya. Kezhan ab312

P:314

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

lam orda yeri siler, küllükleri dökerdi. Kocaya gitmeseydi, bu yaz da gelirdi. Her yaz gelir bize. Anlatır, güldürür ... Tatlı konuşurdu çok . . . »

Koyunları anlamayı, şimdiye dek bütünüyle salt bunu anlamayı öğrenebilmiş bir sürü çobanı için, kafasında beliren Bayram adındaki deyyusluğu, o tek kişiden sıyırarak, yayarak, daha çok yayarak, bu kalleşliği her yana doğru çekip çağaltarak anlamak güç. Şimdilik hemen

hemen olanaksız bu. Şimdilik Bayram adı, onun dünyasında, Kezban ablasını kendinden bütünüyle koparıp alan kötülüğün adı en çok. Tıpkı babasını ondan ayıran tomson

gibi. ..

Sürüsünü alıp gidecek. Ama gidemiyor. Kezban ablasından, hem ona, hem kendisine yabancı birine söz etmekten hoşlanıyor. Köyde kime ansa, gizini aniayıverirler diye korkuyor. Burda, çeşme başında rastladığı bu yeşil şapkalıya anlatamaz mı? Kezban sözünü sürdüremez

mi?

Bankanın ortasında, bütün o 'mudi'lerin, bütün o küçük ve büyük hesapların, bütün o ikramiye kuyruklarına girenlerin, bütün o 'cari' ve 'cari' olmayan hesap sahiplerinin; bu 'mudi'lere, bu 'cari' ve 'cari' olmayan hesap

sahiplerine, bankanın daha çok faiz toplamasına hizmet

için yarışan müdürlerin, şeflerin, veznecilerin, reklamcıların orta yerinde Kezhan'ın avaz avaz çınlatıverdiği o

küfür ... Bunun böyle olduğu o gün bugündür ağızdan

ağıza dolaşmakta. Ballıhisar'da da, İstiklalbağı'nda da ...

Geride kalan yaşlı ve işsizierin çoktan sürdürdükleri Kıbrıs üstüne yiğitlenmelerini gölgeye düşüren bir konuydu

bu. Gazeteler bile yazmış. Kezhan'ın resmini basmıı;ılar.

Bu köylerden çıkıp da resmi gazetelerde basılan kim var

şimciye dek? Resmini bastıracak, bari şerefli bir iş için,

313

P:315

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

hayırlı bir iş için bastırsa ... Ne gezeer. Rabbimize şükürler olsun ki, dediğini aynen yazmamışlar. Herkes üstüne yürümüş pankada, herkes ... Para çekenler, para yatıranlar, hesaplara bakanlar, hepsi... Hepsi çok yırtık, çok

edepsiz bulmuşlar kör olmayası Kezban'ı. ..

İki köyde kim varsa, hepsi de çok yırtık, çok edepsiz

buluvermişti Kezban'ı. Koskoca bir şeher yerinde, koskoca bir pankanın ortasında böyle bok mu yenirmiş? Sen

Bayram'ın delinin teki olduğunu, hayırsızın biri olduğunu yeni mi öğrendin, desene? Köyün çamaşırlığında mı

sandın kendini? Yediği naneye bak. Büyük lafına kulak

tıkayan, siyasi işlere burnunu sokan, eniştesinin de

kafasını bozup vurulmasına sebep bir İsmail'in yetiştirmesi işte, ne olacak? Bu Kezban, köydeyken de böyleydi

canım. Hanım hanımcık durur durur, derken birden, hiç

yoktan ortalığı sıçar sıvardı. Unuttunuz mu?

Oysa, sürü çobanının için için çok güzel, çok güzel

bulduğu; bütün dikenlere, çalılara, kireçli toprağa, derelere, tepelere karşı gizlice· yinelemekten büyük tad aldığı

bir söz etmiş Kezban. Kim göze alabilir Kezhan'ın göze

aldığını? Kim hiçe sayabilir koca bir banka halkını?

İbrahim bankaya vardığında Kezban, şefin odasından

boş iki çay bardağını almış çıkıyordu. Yaşar, «Duydum

ki unutmuşun ... » plağını verdi mi ki Bayram'a? Bu sefer de dönüp gelmezse, balıkçıya gideceğim. Çıtlattım

da zaten. Gider miyim? Üstüme çok düştü diye, yapar mıı

yım bunu? Mert adam. Uyanık adam, ama yapamam. Baksana, daha geçende Bayram'a Münih'te bir bardak bira

içirmişler, «Kezban» diye ağlamaya başlamış. Az, çok, ekmeğimi kazanıyorum. ' Abime yük olmuyorum. Çocuklarına da bakıyorum. Olmuyor ama. Tohuma kaçtın. Daha

314

P:316

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

ne zaman kocaya varacaksın Kezban? Varmayacağım.

Var mı başka diyeceğiniz? Bayram üstüne yanılmadığıını

göstereceğim. Balıkçı uyanık. Balıkçı bir bana sevdasından

ölmez, bunalmaz. Bayram ...

Biri kolunu dürtmüştü. Döndü, baktı ki, İbrahim. İbrahim bunca mı yaşlanmış ay ol? İnsan üç yılda bunca büker mi belini? Ne olmuş buna böyle? Çürükmüş. Hastalıklıymış. ݧsiz kalmış. Gel kardeşim, gel buyur. Bir çay iç

benden ...

Hemen oracıkta, hesap yatırmak ve hesap çekmek

için bekleşerrlerin arasında, vinleks kaplı bir koltuğa

oturtmuştu İbrahim'i. Hemen de bakarlar dik dik. Ne olmu§? Hepinizin geliyor eşiniz dostunuz. Benim de bir hemşerim gelemez mi? Ona bir çay içirtemez miyim? Aman

be, bakın durun ...

«- Ben yıkıldım be Kezban. Şurdan, alnımdan bir

kardaşım vurmuş gibi yıkıldım ... »

Sonra, usul usul anlatıyor İbrahim. Usul usul. ..

«- ... Ben çürük değilmişim ya §ükür, keşke çürük

olaydım da Bayram'ın bana bunu ettiğini bilmeyeydim . .. »

Bankanın içi o saniye çın çın ötüyor. Önce herkes Kezhan'ın İbrahim'e bağırdığını, küfrettiğini sanıyor. Oysa

Kezhan orta yere bağırıyor.

Herkesi Bayram yerine koyup, dört bir yandan biriktirdiği nice öfke varsa, hepsini dört ağdalı sözcükle döktü ortaya. Kusup boşaldı. Hademeler, vezneciler, şefler

üstüne üşüştü.

İşte bu kadar. İstersen artık balıkçıya gitme. İstersen

sıyrılma ince duygundan ...

Kezban'a iyi hal kağıdı verilmedi.

«- Verme.sinler ... Bankalarını başlarına çalsınlar, diyormuş Kezhan abla. Balıkçı kafama denk . . . »

315

P:317

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Bayram, Mercedes'inin önünde, kendi kılıfını doldurmaya artık boşuna çabalıyor.

«- Amma i§ ! Böyle ha?)}

Yeniden, gülmeye çalışıyor. Olmuyor. Hiç bir şey kendi yerini doldurmuyor. Zorlama bir gülüş, bozgunluğunu

örtbas edemiyor. Balıkçı kafa dengiymiş! .. Kafa dengi

olunca ne oluyor? Bir sevdanın, bir Balkız'ın yerini tutuyor mu?

Köpek homurdanıyor:

<<- Hoşt!.. Hoşt ... Eyy, tabii, ben gene iyi anlatamadım. Sen bir de İbrahim dayıdan dinleseydin. Sen bir de

İbrahim dayıdan dinleyenlere sorsaydın ... Müze bekçisi

Remzi var ya? Babasını gömdüler geçende? .. O Remzi işte. Ona sor bakalım. Aniatıversin sana. Şimdi bulamazsın

ama. Geç oldu. Çoktan kapamıştır müzeyi. Sen de müzeye gidiyorsan, hiç gitme. Sabaha gel. . .>>

Defol ulan! Defol başımdan! .. Lanet!..

«- Kahve açık mıdır?>> Bayram'ın sesi hep kendine

yabancı.

<<- Belki olmaz. Düldüller'in traktörcüleri ordaysa,

açıktır belki. .. »

Çe§me başında ne konuşulduysa hepsi bir uğultu Bayram'ın kulaklarında. Bir düş. Karabasan. Bu sürü hiç inmedi çeşme başına. Bu çakır mavi gö�lü sürü çobanını

hiç görmedi. Burda yıkandı. Burda Balkız'ı· parlattı. Burda giyindi, süslendi. Burda duyduğu hiç bir şeyi duymadı. Bizi bizden alan ne peki? Üstüroüze çöken bungunluk

neyin bungunluğu? İşte, şurayı aştın mı, tepenin dibinde

B allı. Sen oraya varmadan hiç bir şeye inanma. Boşuna ...

N eymi§ boşuna?.. Hiç bir şey boşuna olmaz. Bir montaj

hattının kalın boşuna çekilmez. Boşuna parasını batırmaz

bir adam pompa başında. Parmağını boşuna koparttırmaz

3 16

P:318

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

parça yapımında. Boşuna tokatlatmaz Havsa'lı delikanlıyı, boşuna Bismilli'nin böğrüne vurmaz. Yüzünü boşuna

yakmaz bir adam ...

İki dakikadır sürekli seğiren yanık izine elini bastırıp

arabasına giriyor. Ona sığınıyor. Acı acı öttürüyor kornayı. Koyunları ürkütüyor. Tozu toprağa katarak vınlatıyor motoru. Batan günün son kızıltılarını ardına alıyor ve

çılgınca sürüyor Ballıhisar'a doğru.

«- Brı, brı, b rı... Gel, gel, gel. .. »

Koyunlar yeniden bir araya toplanıyor. Sürü, arabadan. boşalan yeri hemen dolduruyor.

Sürü çobanı, bir toz bulutu içinde iri bir sonbahar

yaprağı gibi uzaklaşan Mercedes'in ardından bakıyor. Üle,

kim ola bu herif? Her yanı yara bere. Kim dövmüş bunu

böyle?

Çocuk, arabanın bıraktığı ince toz tabakası arasından,

iki parlak yastık ortasındaki dili dışarda leoparı seçer gibi olmuştu. O da dilini çıkardı.

Hep kaçmak. İnanmak ve görmek istemediği her şeyden kaçmak. Buna alışkın Bayram. En çok buna alışkın.

Bu alışmaya taa, köyün içinde ilk Ford'u gördüğü zaman

başlamadı mı? Gözünü tek o noktaya dikip bastığı yeri

şaşırmadı mı? Bütün köylü, Ford'un içinden çıkan adamın eline sarılmıştı. Önünde kurbanlar kesmişti. O Ford'u,

o Ford'un adamını baş tacı etmişti. Onunla birlik, ellerini havaya kaldırıp «Yeter!» demişti. Bayram beş yaşında.

Her zamandan daha ufalanmış, parçalanmış bir toz. Her

zamandan daha unutulmuş çitin yanında. Ta o yaşından

bu yana kulağına değen her söz, her köşede, her adım başında altı arabalı bir adamı muştulayıp durmadı mı? Bunun kolaylıklarını sayıp dökmedi mi? Heveslendirildiği

317

P:319

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

.

denli kolay olmadı evet. Güç oldu, evet. Geç oldu, evet.

Herkese de kısmet olmadı, evet. Bize de kısmet olduysa,

gözümüzü diktiğimiz noktadan ayırmadığımızdan. Sevdamız uğruna nice dağlar devirdik. İyi ya işte, değerimiz

bilinmeli! Bilinsin!.. Ah Kezban. Dişini sıkarnadın iki ay

daha. Ben, sıka sıka dişlerimi söktüm dı;! sen ...

Hendeklere, çukurlara deli gibi dalıp çıkıyor .

.. . Sen Mercedes'li bir Bayram'ın olacaktın. Sen bunu

görmeycek olduktan sonra, Balkiz'ı, ben ...

Bir çalıyı sıyırtıyor.

Çok hırpalandı. Doğru. Lakin onarması güç değil...

Mercedes, bir taşın üstünden atlıyor, sarsılıyor.

İşte Ballıhisar. Göründü bak. Kimse kalmamış köyde,

öyle mi? Koca köy. Kimse kalmamış olur mu?

Daha derin bir çukura dalıyer araba. Altı gümlüyor.

Veligiller'in başına gelen, benim başıma da gelebilirdi.

O katil yollardan sıyrılıp geçtimse ... Geçemez olaydım ...

Böyle gelecek olduktan sonra ... Töbe de. Günaha girme.

Daha bunun dönüşü de var. Dönüşü mü?

Camdaki çatıağa büyük bir hüzünle bakıyor.

İn cin yok çevrede. Kimse tarlalardan dönmüyor.

Numan'a kanabilirdim. Bunu alacağıma, paramı küçük bir işletmeye yatırmalıymışım ... Bakarsın bu, bir kazada tuzla buz olabilirmiş. İşletme ha? Gördük yolda. Her

yan fabrika. Bizim küçük işletmeyi yutar gider bunlar be.

Aksi gibi, en kötü Sflat. Ne gündüz, ne gece. Önümüzü gördüğümüz yok. İşletmeymiş ... Benzin pompasını unutmadım ... Dayan Balkız. Vardık. Varıyoruz. Kime varıyoruz?

Remzi abim ... Ne olmuş? Ona ne yaptım? Gider ellerinden öperim. Sarılır kucaklarım. İbrahim'in lafıyla bana

yüz çevirecek değil ya? Kezhan çevirdikten sonra . ..

3 18

P:320

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Yeniden bir çalılığı sıyırtıyor araba .

... Demiş işte. Hem de bankanın orta yerinde ... Batırmış çıkarmış bizi. .. Bizse ...

Bir tümseği yalpalayarak atlıyor.

Bunu bana yapmayacaktın Kezban. Ben yüzlerce kilometreyi uçup geleyim de. ..

'

Yine bir tümsekte yalpalıyor. Devrileceğini sanıyor.

Yavaşlıyor.

Keltepe'nin üstünde şimdi. Ama orada, o bildik ardıç

yok. Ardıcı yol götürmüş. Çarpık, kötü bir yol hem de.

Sanki orda o ardıç duruyor olsa, Kezhan'la ilk uyanışiarına tanık olan, Bayram'dan kaç kez <<Fikrimin İnce Gülü>> şarkısını dinlemiş olan o ardıç, Bayram yeniden Kapıkule'den bu sabah giren Bayram oluverecek. Ne Mercedes'i örselenmiş, ne kendisi, ne düşle!i... Fakat ard ıç yok.

Farları deniyor. Bu aydınlıkta, bu bulanık ışıkta yararsız henüz.

Bayram o an, tepenin ucunda. neden durduğunu bilmiyor.

Alaca karanlıkta, farlardan sızıp sönen zayıf ışıkla

birlikte içindeki son istek kırıntısı da sönüvermiştir.

Aşağıda, en çok üç yüz metre ilerde köy, topraktan

çıkarılmış sütun başları, mermer basamaklar, mermer mezar taşlarıyla karmaşmış; kireçli toprağından daha beyaz

bir matlıkla sessiz serilmiş duruyor. Köy, kendisi de bir

kalıntı sanki. Hitit'lerden, Frigler'den, Romalılar'dan, Selçuklular'dan, Osmanlılar'dan, sonra da Cumhuriyet'ten artakalmış; kalıntılarını böylece üst üste yığıp Porsuk'un bir

dalına abanarak suskunluğa dalmış. Sayıları hemen hemen hiç artmamış külrengi evleri eski mezar kalıntılarından ayırmak çok güç. Evlerin kapılarında tek kımıltı yok.

319

P:321

\"FİKRİMİN İNCE GÜL Ü\"

Şurası amcasının evi mi, bir Frigli'nin dükkanı mı?

Kezhan'ların evi nere? İsmail Usta'nın yani? Dilden dile

söylenen o eski duvarcının? Onun damı Roma tiyatrosunun dibinde kalmış. Yeni olan tek yapının üstünde ise bir

bayrak sallanıyor. Yapının yanını yöresini doldurmuş heykeller, sütunlar, sütun başları, çeşme taşları, küpler, küpler. .. Ve yapının alnında, taa tepeden bile seçilebilen MÜZE yazısı. Remzi ahim burda bekçi demek? Kahveye çıkmaz mı? Kahve nerde?

Bayram'ın gözleri, köy kahvesini bildiği yerinde çabucak seçiyor. Kazıdan sonra, belki biraz tümsekte kalmış

da ondan. Bildik söğüt yaşlı dallarını kurutmuş. Kahvenin önü kıpırtısız. Ordan kimse, tozu dumana katarak son

hızla köye doğru gelen ve kurutepenin üstünde duruveren bir otomobile başını kaldırıp bakmıyor. Tarlalardan,

tümsekierden kimse fırlayıp bu arabanın ardına düşmediği gibi. Motor horultusuna derin bir kanıksamışlık.

Bayram'ın zihninden, yol boyu gördüğü ezik arabalar

ardarda geçti. Kimi bir hendeğin içinde, kimi bir bankette, kimi bir dere uçurumunda, kimi yolun üstünde ... Çoğuna bakmaınıştı bile ...

«- 71-73 arası memlekette eceli gelmeden ölenlerin

sayısı kaç, biliyor musun?» diye soruyor biri.

Heim'da. Nurnan'ın sesi.

<<- Çok olunca akılda tutulamıyor>> diye yakınıyor

Rıfkı.

Birbiri ardına adlar saymaya başlıyorlar. Sayılan adlara kanıksıyor Bayram. Sanki eceli gelmeden ölenler değil bunlar ...

Batan günden artakalan son kıvılcımlar söndü.

320

P:322

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Köyün üstüne külünü serpti akşam.

Geniş iri ahırla bir depo arasında duran iki traktör,

bir biçerdöver bütün bu külrengini örtüp iyice belirginleşti. Bayram'ın gözüne daldı. Şimdi artık, bunların dışında hemen hiç bir şey seçilemiyar aşağıda. Artık MÜZE

yazısı bile okunamıyor.

Bayram, derin sessizlikten ürküyor. Kravatını gevşetiyor. Teypin düğmesine basıyor. Hemen «Fikrimin İnce

Gülü 1 Kalbimin Şen Bülbülü ... » diye başlayacağını umuyor bir kadın sesinin. Bu sesin, kendisini üç yüz metre

daha ileri gitmekten alakoyan çekingenliğinden, caymışlığmdan sıyıracağını umuyor. Ama tepyte şarkı yerine

uzun bir cızırtı duyuluyor. Ağır ağır sönmekte olan ses,

bir ara <<Ü gün ki gördüm seni 1 Yaktın ... » deyip temelli

susuyor. Teypte yine uzun bir cızırtı. Bayram, boncuk

bon�uk terleyerek teypin cilhlı kapağını yumrukluyor.

Düğmesini kurcalıyor. Bir ara, iyimser bir delikanlı sesi

<<Yarınlar biziim!» diye bağırır gibi oluyor. Sonra yine

bir cızırtı.

Ne teyp, ne radyo çalışıyor. Bayram, onları çalıştırmak için derin bir istek duymadığını anlıyor. Cızırtıyı dinleyip kalıyor. Terliyor. Durmadan terliyor Bayram.

Arabayı şarampoldan aşağı uçurduktan sonra salt

onu yürütebilmeyi düşünmüştü. Bütün gücünü buna vermişti. Bir an önce buraya gelmek. İstediği saatte şurdan

aşağı inmek. Köy kahvesinin önünde durmak. Radyosunda, teypinde bir bozukluk var mı, bir gevşeme, bir tükenme, bir silinme? .. Kafasına o denli çok düşünce üst üste

düşmüştü ki, bunu düşünmeye sıra gelmemişti. <<Fikrimin

İnce GülÜ>>nÜ çalamayacağını da hiç ummamıştı zaten.

Şimdi bir gerçek bu. «Fikrimin İnce Gülü» yok. Çalmıyor.

21 321

P:323

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

Ses vermiyor şarkısı. Ve bu onu hiç etkilemiyor. Artık, o

şarkılar, türkülerle hangi köye gireceğini, sesini kime duyurup, arabasını ve kendini kime göstereceğini, kişiliğini

herkesten çok da Kezhan'ın gözünde yüceltmeye yarayacak bir «Aferin»i kimden, kimin için alacağını bilmiyor.

Eli direksiyonda, aşağıdaki müzenin heykelleri gibi kaskatı duruyor.

Bir tapınağın arkasında kalmış ilkokulun bahçesinde

Bayram'ın kirli yüzlü arkadaşları halka olmuş bağrışıyorlar:

«- İncegül Bayram! İncegül Bayram! >>

Biri, bir taş atıyor sırtına. Bir kız, çakır gözlerini oğuşturarak ağlıyor. Kezban. Taşı kendi sırtına yemişçesine

ağlıyor. Bayram, kaçıyor ordan. «Ben gösteririm size !>>

Dokuz yaşında.

Arkadaşlarına kendini göstermek. Onları yenmek,

Kezhan'ın önünde sırtına yediği taşın acısını çıkarmak için

uzun ve ağır çalışıyor Bayram. Başını kaldırmadan. Sağında solunda nelerin olup bittiğine bakmadan. Ford'la gelen

adama nasıl .elpençe durdularsa bana da öyle duracaklar.

Görür onlar! Beni koyun ·sandılar. Kanımı akıtacaklar

sözde. Sözde, kurbanlık sayıp. .. Görürler onlar! Koşuyor.

Yeniden okulda ... Yazık ki ders saati çoktan bitmiş. Okul

kapanmış.

Böyle bir şey olmuş muydu? Anımsamıyor. Ancak şimdi, durduğu yerde irkiliyor, sıçrıyor. Yüzünü kime gösterecek? Remzi abisine? Ayıp kaçmaz mı? O hiç eğlenmedi

benimle ...

Müze olmuş bir köye bekçilik eden Remzi abisinin

önünde Balkız'ıyla duramayacağını, kendini ona da göste322

P:324

''FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

remeyeceğini anlıyor. Bunu anlamasıyla korkunç evecenleşiyor.

Ya beni bir gören olursa şimci buralarda?

Yeniden, ama bu kez yepyeni bir şeyden kaçmaya hazırlanıyor. Ulaşmak istediği yerden. Ya biri tanıyıverirse

şuralarda beni? Teypte cızırtı sürüyor. Bayram, kaseti yuvasından çekiyor, fırlatıp atıyor camdan. Bu arabadan kimselere duyuramayacağı, tekil özlemlerle dolu şarkılar zinciri, bir şerit halinde dağılıyor; yayılıp gidiyor kireçli

toprak üstünde.

Alacakaranlıkta, iki üç köy damı üstünde televizyon

antenierini görüyor bu ara. Çok şaşırıyor. Gırtlağına kötü, boğuk, ağlamaya yakın· bir gülme düğümleniyor. Şarampola sırtını dayadığında ağlayabileceği denli ağlamıştı. Burda, gerisini getiremiyor.

Mermer kalıntılar arasında çıt çıt birkaç elektrik larnhası çakıyor. Kireç damlar yitiyor. Bu birkaç ampul kimler için yanıyor? Bayram, bulamıyor.

Yaşlılar, ölümü bekleyenler, çocukları kendilerini bırakıp bırakıp giden en eskiler minderlerinde usulca kımıldananları da bekliyor. Onlara, televizyonda reklamların başladığını haber veriyor bazen. Ölüleri de kaldırmak

gerek.

Bekçiliğinin ödülü, kazıya gelenlerden birinin iki yıl

önce kendisine bıraktığı küçük televizyon alıcısı.

Ekranda bir adam, bir otobüsün içinde giderken birden bağırıveriyor:

«- Ben de bir Murat alacağım!»

Bunu yüksek sesle söylemiş olmaktan biraz sıkılmış,

biraz da kararından mutlu, öteki yolcuların karmaşık bakışları altında öylece kalıyor. Resim, donup duruyor bir

323

P:325

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

süre. Remzi, benzer hiç bir yanı olmadığı halde, ekrandaki yüzü Bayram'a benzetiyor.

Deyyus Bayram, nerelerde kim bilir?

Bayram Mercedes'ini keltepenin üstünden usul usul

döndürüyor. Bumunu geriye, geldiği yöne çeviriyor. Ama

şimdi sanki bu araba onu taşımıyor. Bayram, bu arabayı omuzlarında taşıyor. Bir fikrin ince gülü olmaktan çıkmış, güzelliğini ve anlamını yitirmiş, nerdeyse bir buçuk

ton ağırlığında çelik, demir, kromaj, lastik, yay, tel, civata karması ağır bir yük. Bu yükle, a§ınmamış, karşılıklı,

güzel, sıcak bir ilgi nasıl kurulabilir? Özellikle o ilgiye

en çok gereksinme duyulan bu tür akşamlarda?

Yarasa yarasa, bizi ancak geri götürmeye yarar bu

h urda. Geri, Münih. O da, götürebilirse ...

Oralardaki yabancılığından bin beter bir yabancılık

korkusu ansızın en çok ürkütüyor Bayram'ı. Sivrihisar

önündeki o geniş dört yol ağzına geldiğinde, kendisini Münih'in Bahnof'una indiği ilk akşamkinden daha da bitkin,

daha da korkular, tedirginlikler içinde buluyor. Köyünün

dibinde yalnız ve yabancı. Kendisini bu Mercedes içinde

bu Bayram olarak görmekten kıvanç duyacak tek kişi düşünemiyor.

Şimdi ne yana sapmalı?

Yarın ne yapacağım? .

Yarın, ondan sonraki yarın, ondan sonraki yarın? ..

Kamyonlar, Murat Nakliyat'lar, Renault Nakliyat'lar;

bisküvi, toz sabun, krem sabun, sıvı sabun, renkli gazozlar, meyve suları, şekerleme, kağıt mendil, kağıt peçete,

buzdolabı, �amaşır makinesi, kolonya, marley, karolüks,

fayans taşıyıcıları, farlarını kısmadan, göz delereesine Ankara yönüne doğru gaddar bir hızla akıp duruyorlar. Ara324

P:326

\"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ\"

da bir, bir sebze kamyonu güneyden geliyor; sola ya da

sağa sapıp gözden yitiyor. Arada bir, bir gezgin otobüsü,

Ankara yönünden belirip güney yolunu tutuyor.

1 Bayram, hangi yönü seçeceğini bilmeden, dörtyol ayrımında bekliyor. Hiç bir yöne sapınayı gözü tutmuyor,

canı çekmiyor.

Hiç bir yolun ucunda, kimse Bayram'ı beklemiyor.

Ankara

Kasım, 1975

325

Create a Flipbook Now
Explore more