INFINITY POOL: Yapıbozuma Uğramış Bedenler

Babası David Cronenberg’in yolundan giderek korku janrasına atılan yönetmen Brandon Cronenberg’in üçüncü uzun metrajı Infinity Pool (2023) birçok açıdan Cronenberg soyadına yaraşır bir yapım olmuş. Öncelikle filmde dile getirilen pek çok sorunun hem bireye hem de topluma yönelik olduğunu belirtmek gerek. Dolayısıyla yapım psikanalitik bakış açısı ile incelenebileceği gibi, sosyolojik bir yaklaşım kullanmak da yanlış olmayacaktır.

Bireyin Sonsuz Benliği

Film daha ilk sahnesinde kamera ile yaptığı baş döndürücü hareketler ile bizi ve James’i (Alexander Skarsgård) yüzeye geri çıkmanın imkânsız olduğu sulara daldırıyor. Cronenberg sonsuzluk kavramını insan benliğinin kırılgan tahtası üzerinde adeta dans ettirmiş. Sonsuzluk, ebedi yaşam, bireyi yaptığı eylemlerden mesul kılan anıları mıdır, aynı anılara sahip başka bir beden onun yerine suçlarından yargılanabilir mi, şahsın kibri ile vicdan duygusu ters orantılı mıdır gibi onlarca konuyu James karakteri özelinde işliyor. Bu konuları masaya yatırırken kimi zaman dokuduğu ilmeklerin birbirleri ile kesiştiği olabiliyor fakat bunun kasıtlı bir hareket olduğunu söyleyebiliriz. Seyircisine sunduğu fikirleri sorgulaması için alan açan film, bunlar üzerine düşünürken daima çelişkiler, karşıtlıklar yaşayarak sorgulayışımızı daha derinlere götürmemizi talep ediyor.

Kazara işlediği cinayet sebebi ile idam cezasına çarptırılan James ona verilen haklar ile kendisi yerine onun hem bilinç düzeyinde hem de bedenen birebir kopyası olan bir klonunu ölüme gönderiyor. Film bizi bir noktada ya öldürülen gerçek James ise, ya klonlanan James ile yer değiştirildiyse diye sorgulatmaya başlıyor. Hemen arkasından bireyin anıları, bilinci ve bedeni aynı kaldıktan sonra hangisinin öldüğünün bir önemi var mı diye sorgulamaya başlıyoruz. İnsanın benlik kavramının anılarından oluştuğunu varsayarsak hangisinin klon hangisinin gerçek olduğunu göz ardı etmek seçeneklerden biri olabilir. Fakat insanın benliğini duygularına yorarsak bu durumda biraz durup düşünmek gerekiyor.

Alexander Skarsgård

İlk defa birisini yanlışlıkla öldüren James doğal olarak bu durumdan çok etkilenir. Hatta bedeni bu olaya kusma refleksi ile tepkiler vermeye başlar. Bu durumda James’de vicdan ve pişmanlık duygularının halen mevcut olduğunu ve günümüz toplumunda insan olmak tanımına daha yakın durduğunu savunabiliriz. Fakat ilerleyen süreçte 13 yaşında bir çocuk tarafından kendi idam edilişini izleyen James’in herhangi bir tepki vermediğine hatta bu durumu izlerken neredeyse mazoşist bir tavır takındığına şahitlik ediyoruz. Bununla beraber ilerleyen her sahnede James kendisini kaosun ve vahşetin kollarına bırakıyor. Gittikçe toplum normlarından daha çok uzaklaşıyor, insanlığını yitiriyor. Ta ki içindeki vahşeti benliğinin bir yansımasına, bir klonuna doğrultana kadar. Bu durumda, yitirilen bireyin varlığından söz edilebilir.

Mia Goth

Freud Ne Söyler

Karakterlerin ve hikâyenin yapısal düzlemde psyche modeline göre şekillendirildiğini görebiliriz. Gabi’nin (Mia Goth) daima haz peşinde oluşu, arzularını bekletmeden istediklerini anında elde etmek için çabalaması, James’in ilkel içgüdülerine saldırması ve onları harekete geçirmek için uğraşması, tüm bunlar id kavramını oldukça başarılı yansıtmış. Gabi ile arabanın arka koltuğunda uyuyan Em Foster (Cleopatra Coleman) hikayemizin süper egosu rolünü üstleniyor. Ne zaman James toplum tarafından yanlış karşılanabilecek bir eylemde bulunacak olsa ona engel olmaya çalışıyor hatta kendi idamına olan tepkisizliğini bile eleştiriyor. James ise Gabi ve Em yani süper ego ve id arasında dengeyi kurması gereken ego rolünde söz konusu şablonu tamamlıyor.

John Ralston, Mia Goth

James bu ikili arasında dengeyi kurmaya çalışsa da yavaş yavaş Gabi’nin yönlendirmelerine kapılıyor. O, Gabi’nin peşinden gittikçe Em ondan uzaklaşıyor ve en nihayetinde adadan ayrılıyor. Bu durum James’in büsbütün bir kopuş yaşadığına ve artık ahlaki değer yargılarını kaybedip kendisini Gabi’ye yani ilkel içgüdülerine teslim ettiğine işaret ediyor. Herşeyin bittiğini ve normale döndüğünü sandığımızda bile James, Em ile telefonda konuşup ilk uçakla yanına geleceğini söylerken yalnızca James’in sesini duyuyor, telefonun karşı tarafındaki Em’i duyamıyoruz. Çünkü artık geri dönüşü olmayan bir yıkım yaşanmıştır, ne id ne de süper ego üzerinden, aradaki dengeyi kurmak gibi bir durum söz konusu değildir.

Sınıflar Arası Şiddet Tabanlı İlişki

Infinity Pool burjuva sınıf ile “alt tabaka” arasındaki çatışmayı klasikleşen bayağı bir dram ile değil sinemadaki şiddetin ve türlü iğrençliğin çerçevesinden göstermek için elinden geleni ardına koymuyor. Burjuva sınıfı insanlar sınırsız özgürlükleri ve suçlarının daima cezasız kalışı ile kısmi bir ebedi yaşam elde etmişlerdir. Toplumun düzenini bozacak, norm kabul edilen eylemlerin en sert şekilde cezalandırılması her ne kadar suçun daima bir bedeli olduğu izlenimi uyandırıyor olsa da bu yasalar burjuva sınıfının elinde eğlence aracına dönüşen oyuncaklar olmaktan da öteye gidemiyor. Yakın dönemde gördüğümüz pek çok film burjuvayı eleştirmeye çalışırken bir anlamda onları sevimli gösterip acıları ile dramatize eden bir bakış açısı kazandırıyor.

Mia Goth, Alexander Skarsgård

Cronenberg ise bu gaflete düşmeyerek onların sorunlarını deşen bir anlatı sunmaktan uzak duruyor, hatta karakterlerin saldırdıkları evden çaldıkları madalyon üzerinden ufak bir alayla bu duruma göz dahi kırpıyor. İncir çekirdeğini doldurmayacak dertleri için etrafa terör saçan ve bunu haklı bir gerekçeye bağlamaya çalışan bir burjuva sınıfından daha da soğumamız için kurgulanmış güzel bir taşlama. Burjuva sınıfını eleştireyim derken şirinleştirmek bir yana dursun eşiyle olan evliliği sayesinde normalin dışında, dikey sınıf atlayışı sayesinde dahil olduğu bu sınıfın James’i nasıl bir arzu nesnesine çevirdiğini filmin elverdiği en rahatsız edici sahnelerle seyrediyoruz. Onu bir oyuncak gibi gören insanlar James’i besleyip, aralarına alıp ağzına bir parmak bal çaldıktan sonra yemek masasına meze olarak sürüyorlar.

Mia Goth

Atladığı sınıf onu kan revan içinde bırakıp pisliğe bulanmış halde kapı dışarı ediyor. Film bunu sıradan dramatize bir gösteriş ile değil şiddetin ve hedonizmin karanlık ışığı altında sergiliyor. Cronenberg son derece berrak bir hedonizm örneğini sinemanın şiddeti ile yoğurarak beslemiş anlatısını. Finalde yaralandıktan sonra sığındığı evde gördüğü sanrılarda vicdanı yerine geçen Em tarafından cezalandırıldıktan sonra geçmiş yaşamının günahlarından kurtulabilmek için eskiyi ellerini kana bulayarak yok etmesi gerekecektir. James yeni bir hayat arzuluyorsa öncelikle geçmişinden kurtulup büsbütün boş bir kabuk haline gelmelidir. Bunu ilk başta istemiyor olsa da en nihayetinde durumu kabullenir. İnsanlığını kaybedip büsbütün ilkel bir canlıya dönüşen, geçmişini öldürdükten sonra Gabi’nin kanlı göğsünden süt emişi ile yeniden doğuşunu ve ardından sahilde tek başına yağmur altında ıslanışını kirli bedeninin vaftiz edilişi, günahlarından arınması olarak yorumlayabiliriz.

Alexander Skarsgård

Burjuva sınıfı yaptıkları eylemlerden dolayı cezalandırılmak bir yana dursun artık kendi iç ceza mekanizmaları yani vicdanları tarafından bile rahatsız edilmiyor, bir anlamda günlük hayatlarına kaldıkları yerden devam edebiliyorlardır. James ise aslen o sınıfa dahil olmayan birisi olarak içi boşaltılmış bir kabuk gibi bir başına kalarak ne adadan ayrılabilir ne de kendi benliğinde oluşan değişimleri kabul edebilir. O zaten bu günahların yükünü taşıyamadığı için yeni bir benliğe ihtiyaç duyar. Öldüğü yerde yeniden doğmuş ve oradan ayrılamamıştır. Filmde pek çok sahnede sonsuzluk algısını güçlendirecek kaleydoskop efekt kullanımı oldukça doğru ve seyircisinin bakışını ekrana kilitleyen bir tutum olmuş.

Bunun yanı sıra genel olarak synthwave tarzına yakın müziklerin kullanımı da aynı amacın bir parçası olarak değerlendirilebilir. 80’lerde ortaya çıkan ve elektronik ses efektleri sayesinde ne zaman başlayıp ne zaman bittiği belirsiz, uzun vuruşlu sakin notlara sahip bu tarzın filmdeki temaya pekâlâ uyduğunu söyleyebiliriz. Özellikle besteci Tim Hecker, gerilimi arttıran canlı ve bir o kadar yavaş bestesi ile sahnelerdeki ahlaki yanlışları seyirciye aktarmaktan geri durmuyor. Parçayı filmden bağımsız olarak dinlediğinizde dahi zihninizde canlanan ilk duyguların pişmanlık, suçluluk, ümitsizlik olması hayli mümkün. Yetenekli bir kamera arkasına sahip olan Infinity Pool kamera önündeki oyuncuları ile de kalite bayrağını elinden düşürmüyor. Şayet body horror tarzında filmlere ilginiz var ve bu filmi de beğendiyseniz yönetmenin bir önceki uzun metrajı olan Possessor’u (2020) da izleme listenize ekleyebilirsiniz.

Ömer Faruk Orhan

Bir Cevap Yazın