Kontak Doğaçlama (CI : Contact Improvisation)
1970′lerin başında Steve Paxton’un hareket araştırmalarının sonucunda ortaya çıkmış ve Judson Dans Tiyatrosu katılımcılarıyla geliştirilmiş bir çağdaş dans tekniğidir. Bugün binlerce profesyonel ve amatör dansçı tarafından uygulanan Kontak Doğaçlama; minimum bir eşle, eğlenceli bir şekilde dans etmeyi önerir. Duyular ve duyumsamalar aracılığı ile yer, yer çekimi, momentum ve başka bedenleri algılayarak, onlarla kontakta kalarak; sağlam, dengeli duruş ve hareketler, ağırlık paylaşımları, sürprizli devinimler ve mekan farkındalığı ile neredeyse oyun oynamanın yollarını arar. Doğaçlama yapılan bu dansta, spor, estetik, hareket ve oyun felsefeleri bir arada işler. Dans, daha çok hareket eden bir bilmece gibidir. Kimsenin önceden ne olacağını bilemediği, her şeyin bir anda geliştiği bu dans, fiziksel bir sohbet niteliği taşır.
Meditatif ve sessiz olandan, yüksek enerjili ve akrobatik formasyonlara kadar geniş bir hareket alanına gebedir. Kişilerin rahat, esnek, beklenmedik durumlara açık ve hazır olmaları; meraklı, sabırlı yaklaşımlar geliştirmeleri gereken Kontakt Doğaçlama, hayata dair de pek çok ipucu taşır. Paylaşmak, güvenmek, birlikte yaratabilmek yani takım olabilmek; dinleyebilmek, hareketsizliğe, sessizliğe yer açabilmek yani sabretmek gibi hayatımızda da gerekli birçok niteliği kazanabilmek yolunda ışık tutar.
Türkiye’de kontak doğaçlama dans tekniği, ÇATI (Çağdaş Dans ve Dans Sanatçıları Derneği) bünyesinde hali hazırda atölyeler ve haftalık “Contact Jam” organizasyonlarıyla yaşatılmakta ve büyüyen bir topluluğa hitap etmektedir. 2006 yılından beri, kontak doğaçlama dans tekniğini ülkemizde yaymak için aktif olarak çalışan Defne Erdur öncülüğündeki ÇATI ekibi, düzenledikleri pek çok yerel organizasyon ve kurdukları uluslararası bağlarla Türkiye’deki dansçıların ve konuya ilgi duyan diğer herkesin bu paylaşıma dahil olmasını amaçlamaktadır.
Referans: http://ci-turkey.org/
Warsaw Flow 2014
Varşova Kontak Doğaçlama Dans Festivali bu sene beşinci kez gerçekleştirildi. 2010 yılından beri Avrupa ve ABD’den pek çok önemli kontak doğaçlama dans tekniğinin öncülerini ağırlayan festivalde bu sene çok iyi bilinen dansçılar Nancy Stark Smith, Ray Chung ve Andrew Harwood’a ek olarak doğaçlama müzisyen Mike Vargas, yoğun bir program dahilinde dersler verdiler. Ayrıca Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden daha genç eğitmenler herkese açık “Laboratuvar Çalışmaları” gerçekleştirdiler. Derslerin yanı sıra her günün sonunda, dansçıların bu tekniği çok yüksek katılımlı bir kalabalık içinde deneyimleyebilecekleri, “Contact Jam” adındaki organizasyonlar da gerçekleştirildi. Orta/başlangıç ile ileri seviye katılımcılar dersler dahilinde ayrılırken, laboratuvar çalışmaları ve her gece farklı bir tema ile gerçekleştirilen “Jam” oturumları kapsamında tüm katılımcılar ve festival dışından katılan yerel dansçılar tekrar bir araya geldi. Şehir ve yurt dışından gelen dansçılar için festival konumuna yürüme mesafesinde bir otel ve yine aynı bölgedeki bir bistroda çok lezzetli öğle ve akşam yemekleri organize edilmişti.
Her yıl yengeç dönencesinde yapılan küresel kontak doğaçlama etkinliği “Global Underscore” ise, yine festival bünyesinde Nancy Stark Smith yönetiminde Varşova merkezli olarak tüm dünya ile aynı anda, 22 Haziran Pazar günü 16:00-20:00 saatleri arasında gerçekleştirildi.
http://www.polandcontactfestival.com/
Polonya Güncesi
İlk Günler
Daha önce hiç görmediğim bu yabancı ülkeye festivalden üç gün önce vardım. Uçağımın inişinin akşam saatlerine denk gelmesine karşın daha önceden Varşova’lı bir arkadaşımla planladığımız üzere, Ujazdowskie Caddesi 45 numaradaki restorana attım kendimi. Burası her pazartesi “Milonga Una Emocion” isimli tango gecesine ev sahipliği yapıyor. Benim Arjantin tango geçmişim kontak doğaçlama geçmişimin çok öncesine dayanır; bu nedenle gittiğim her şehirde, ilk işim bir milonga gecesi bulmak olur. “Nüfuzlu” arkadaşımın da sayesinde milonga ortamındaki herkes, bana çok samimi bir konukseverlik gösterdi ve Varşova’daki ilk dört saatim bir dans şölenine dönüştü.
Ertesi sabah çok erken saatte, tren ile Kraków şehrine gideceğim için milongadan biraz erken ayrılıp hostelimin yolunu tuttum. Aldığım duşu veya uyuduğum uykuyu tam olarak anlayamadan, sabah 03:45 saatinde kendimi hostelin merkez odasında Hintli bir başka misafir ile kahvaltı ederken buldum. 04:30 Krakow trenine yetişmek için beraber merkez istasyona doğru yola çıktık. Çok sevmeme rağmen Türkiye’de uzun süredir tren yolculuğu yapmıyordum, dolayısıyla üç saat süren ve yemyeşil manzaralı bu yolculuk benim için rüya gibi geçti. Gecenin uykusuzluğu nedeniyle bir kısmı gerçekten rüya da olabilir tabii.
Polonya seyahatimin ikinci gününü, bu senenin Mart ayında İstanbul’da bir tango festivalinde tanıştığım arkadaşım Sylwia ile tarihi Kraków şehrini gezerek geçirdim. İkinci Dünya Savaşı’nı hasarsız atlatan bu şehrin özellikle merkez bölgesindeki hemen her bina, yüz yıldan daha eski. Varşova’dan aldığım ilk izlenime göre Kraków çok daha turistik bir şehir ve bu nedenle hem daha kalabalık, hem daha canlı. Her ne kadar yerel halk bu canlılıktan biraz rahatsız olsa da, bana kendi turistliğimi hissettirmediği için ben memnun kaldım.
Günün geri kalanını, çeşitli hoş kafelerde verdiğimiz serinleme molaları arasında yürüyerek ve yerel bazı atıştırmalıkları tadarak geçirdik. Tam mevsimi olduğu için mayhoş tatlı çileklerden bol bol yeme fırsatım oldu. Polonya mutfağının en bilinen yemeklerinden “pierogi” hakkında, ben de pek çok Türk ziyaretçi gibi mantı yakıştırmasını yaptım, ancak bu ufak haşlanmış hamur parçalarının içine konan ıspanak, domuz pastırması, peynir ve diğer sebzeler gerçekten çok lezzelti farklar yaratmış.
Önceki gecenin yorgunluğu, günü biraz erken bitirmemize sebep oldu. Ayrıca sabah 07:15 deki dönüş trenini yakalamak ve festivale dinç başlamak için de erken yatmak gerekli diye düşündüm. Kraków’daki son saatlerim, yine sevgili ev sahibemin hazırladığı kuru et ve peynir ağırlıklı kahvaltıya eşlik eden çileklerle tatlandı. Dönüş yolunda daha dinç olduğumdan, tren yolculuğu benim için çok daha keyifli geçti doğrusu.
Festival Başlıyor
Çarşamba öğlen, festivalin merkez üssü olan Modern Sanat Merkezi, diğer bir adıyla, tarihi Ujazdowski Kalesi bünyesindeydim. Buraya da yine erken vararak, festival kayıtları öncesinde biraz sağı-solu gezme fırsatı yakaladım. Kale, aynı isimli parkın içinde ve Ujazdowski Parkı gerçekten enfes güzellikte bir doğal park. Hepsini gezme fırsatını yakalayamadım ne yazık ki, ancak gördüğüm kadarına ne kadar imrendiğimi anlatamam.
Diğer katılımcılar ve nihayet organizatörümüz Paulina geldiğinde kayıtlar başladı. İstanbul’dan bildiğim kadarıyla bu dansa bulaşmış hemen herkes, çoğunlukla benim gibi aklı bir karış havada oluyorlar. Birdenbire, bu tanıma harfi harfine uyan, inanılmaz keyifli ve benim kadar heyecanlı, Avrupa’nın dört bir yanından gelmiş insanlarla kaynaşıverdik. Gelecek beş gün boyunca oda arkadaşım olacak İsveçli Johan ile de burada tanıştık ve akşam yemeğine yetişebilmek için hemen eşyalarımızı otele taşımaya karar verdik.
Daha yeni tanıştığım bir sürü dansçı ile acele bir akşam yemeğinin ardından açılış çemberinde yerimizi almak üzere laboratuvar binasının yolunu tuttuk. Dersleri verecek eğitmenler, organizatörler ve tüm katılımcıların sürekli kıpır kıpır halde oturmaya çalıştığı çember, neredeyse yetmiş-seksen kişiden oluşuyordu. Çember biter bitmez dans edeceğimiz stüdyo ise enfesti gerçekten. Dört saat süren açılış danslarının ardından pestil gibi otelimize vardık.
Daha bu ilk geceden, dört gün sonraki performans gecesine kadar tüm günlerimiz, erken saatte kahvaltı, akşam saatlerine kadar her biri ufuk açar cinsten bir sürü ders ve her akşam gece yarısına kadar muazzam stüdyolarda dans ile dolu olarak geçti. Program ve hislerimiz o kadar yoğundu ki, gün doğuşu ve batışı, yenen yemeklerin vakitleri, tamamen birbirine girdi diyebilirim.
Çok yakın bir zamanda başlamış olmama rağmen, her türlü algıma hitap etmesi sebebiyle, iyice içine düştüğüm bu en temel insani iletişim yöntemi, her gün yedi saat dersin ardından, son dakikasına kadar ayrılamadığım her gecede, hem algımın ve zihnimin, hem de bedenimin sınırlarını tekrar tekrar zorlamamı sağladı. Festivale katılan hemen herkesin, paralel ama kendine özgü bilgi birikimi ve bu konuya olan adanmışlıkları ise hepimiz için, “yaratıcılık” kavramını çok üst bir seviyede deneyimleme fırsatı sundu.
Festival derslerinin, konuya farklı açılardan bakan laboratuar çalışmalarının ve her gece farklı bir temayı öne süren “Contact Jam” oturumlarının çok ötesinde beni bu festivalde en çok geliştiren, kabımdan taşıran ve ufkumu çok öteye taşıyan olgu, ham insan teması olmuştur. Kendi vatanımda keşfedip içime koyduğum ve bu vesileyle tanışıp, çok kıymet verdiğim dostlarımla birlikte geliştirdiğim bu ruhani algı seviyesinin enfes yansımalarını, daha önce hiç tanışmadığım ve dünyanın pek çok farklı yerinden bir araya gelmiş türlü türlü insanda izlemek beni gerçekten çok etkiledi.
“Jam” oturumları arasında, özellikle gözler bağlanarak yapılan kör oturumda (“Blind Jam”) harika deneyimler yaşadım. Kaç gündür birlikte dans ettiğim bunca karakter tek tek kayboldu ve hiç durmadan, dinlenmeden, elimizde kalan her bir duyu organını sonuna kadar kullanarak oradaki varlığımıza anlam vermeye çalışan bir bütüne dönüştük adeta.
Ray Chung’ın “Derinin İçinde Yüzmek” temasıyla aktardığı bilgiyi deneyimlerken koluna dokunduğum kişiler, bir bedenin ötesinde, adeta kendi bilinci olan ama yine de bana ait bir uzva dönüşüyorlardı. Bu ortak yaratığı hareket ettiren benim bilincim miydi, yoksa benliğim de basitçe bir akışın parçası mı olmuştu, çoğunlukla ayıramıyordum. Andrew Harwood’un topluluk hareketi önermeleri, beni sürekli bulunduğum ortama başka gözle bakmaya davet ediyor, etrafımdaki canlı-cansız her cismin bir ilham kaynağına dönüşmesine sebep oluyordu.
Bu akışa kendimi o kadar kaptırdım ki, artık dans etmeyi durduramaz oldum. Yolda yürürken, yemeğe yetişmeye çalışırken, herhangi biriyle konuşurken sürekli dans etme dürtüsü beni çağırıyordu. Sanırım olabilecek en doğal halim buydu benim ve etrafımdaki hiçbir kural veya kişi bunu bastırmaya yeltenmiyordu bile. Böyle bir zihin durumu içerisinde dört gün, su gibi akıp geçti.
Global Underscore
Underscore terimi, Nancy Stark Smith tarafından 1990’lı yılların başında ortaya atılmış bir alt metin önerisi. Kontak doğaçlama dans tekniği hemen her anlamda özgür ve bağımsız ilhamlı olsa da, Nancy’e göre, doğal olarak belirli bir akışa sahip. Bu akış içinde katılımcıların mekana fiziksel ve zihinsel olarak varmaları, birbirlerini fark edip belki selamlamaları, çeşitli ısınma hareketleri veya farkındalık çalışmalarıyla bulundukları duruma adapte olmaları gibi önermeler mevcut.
Mekana varan ve dansa hazırlanmış olan herkes için çeşitli temas yöntemleri, buluşma ve ayrılma imkanları, empati yollu birliktelikler, bu alt metin tarafından oldukça sanatsal bir göz ile tanımlanmış. Elbette ki katılımcılar için bu alt metin en fazla bir önerme olabilir. Bunun dışında, içinde ve paralelinde her bir şahıs, hem kendi yaratıcılığını ve algılama yöntemini uygulamakta, hem de başkalarıyla paylaşmakta özgür.
Bu festivalde Nancy Stark Smith ile çalışma fırsatım olmadığı için, Global Undersocore’dan bir gece önce yaptığı sunuma katılırken çok heyecanlandım. Nancy için yapılan “dansı bir bilim adamı gibi ele alıyor” tanımı, bu konuşmada gerçekten ne kadar doğru olduğunu kanıtladı. Underscore alt metnini oluştururken yaşadığı sürüncemeler ve vardığı sonuçlara nasıl ulaştığını anlatırken, öylesine teknik ve bir o kadar da estetik bir dil kullandı ki, iki saatlik sunumun nasıl geçtiğini anlamadım bile.
“Global Underscore” ise, bu alt metnin, her yıl bir kez olmak üzere yengeç dönencesinde - yani yılın en uzun günü yakınlarında, dünyanın farklı bölgelerindeki “Jam” oturumlarında eş güdümlü bir şekilde gerçekleştirilmesinden oluşuyor. Genel olarak bir merkez olsa da - ki bu sene bizim katıldığımız konum merkezdi - amaç tüm dünyada zihnini bu algıya açan herkesi bir araya getirmek. Bu sene Avustralya’dan Rusya’ya kadar 49 farklı ülkede bu küresel etkinliğe katılım gerçekleşti. Açılış çemberinde ilk izlenimlerin paylaşılmasının ardından, Nancy’nin de önerdiği gibi, alt metnin o anda bize hitap eden bölümlerini uygulamaya başladık.
Underscore sırasında daha önceden konuşulan bir saatte tüm dünya ile aynı anda Steve Paxton’ın “Small Dance” olarak adlandırdığı, aslında hiçbir gönüllü hareket içermeyen ve bedenin kendi salınımlarını dinlemekten ibaret olan bir meditasyon halini aldık hep beraber. Bunu yaparken de yüzümüzü doğuda bir sonraki toplaşma noktası olan Ukrayna’nın Odesa şehrine döndük. Eş zamanlı olarak dünyadaki her bir noktada da yüzler, hep bir sonraki noktaya çevrildiği için, aynı açılış ve kapanışta da yaptığımız gibi, bir çember oluşturduğumuzu hayal ettik.
Bu noktadan sonra her hareket her yönelim o kadar doğal gelişti ki takip eden 3 saatlik süre boyunca, ayrı ayrı ne yaptığımı hatırlamam imkansız doğrusu. Sadece aynı saatlerde İstanbul’da da bir grup arkadaşımın - resmi olarak “Global Underscore” yönergelerini takip etmeseler de - dans ettiğini aklımda tuttum her an. Dinlenmek ve gözlemlemek için kenara çekildiğim bir anda Nancy “Son beş dakika” diye duyurunca tam bir silkelenme yaşadım. O anda tüm kalabalık, özgür doğaçlama halinin zirvesine ulaşıverdi. Bu “son beş dakikanın” ilk anlarını bir süre videoya çekebildim ve sonrasında ben de şölene katıldım.
“Global Underscore” bir kapanış çemberinde, o anda herkese çok lezzetli gelen limonlu naneli karpuz ve çikolata sunumu eşliğinde, hepimizin içinden geçenleri sırayla kelimeye dökmeye çalıştığı enfes bir paylaşım ortamı ile son buldu.
Festival Finali ve Sonrası
Festival, “Global Underscore” ardından son bir “Jam” oturumu ile yoğun akışını tamamladı. 23 Haziran akşamı ünlü eğitmenlerimizin performansına kadar serbest zamanımız vardı. İçimde birikmiş yorgunlukla tam bir zıtlık içinde öyle bir coşku vardı ki kesinlikle dans etmeye devam etmek istiyordum. Tam da bu anda katılımcılardan Varşova’nın yerlisi bir arkadaşımızın önerisi ilaç gibi geldi.
Benim de o anda öğrendiğime göre, festival katılımcılarının festival sonrasında şehir içinde bir yer seçip bu konuma özel zaman, mekan gibi sınırları belli ve bunun dışında ise tamamen doğaçlama bir açık hava performansı gerçekleştirmeleri adettenmiş. Bu nedenle performansın gerçekleştirileceği yeri seçmek üzere eğitmenlerin gösteri saatine kadar on iki kişilik bir kafile halinde mümkün olduğunca fazla bölgeyi yürüyerek gezdik. Ben yine yerimde duramıyor etrafımdakileri de dolduruşa getirerek hemen her fırsatta sağa sola bulaşıp dans ediyordum. Bu taşkınlıklarımız genelde yerel halkın ilgisi ve bazen de yerel güvenlik görevlilerinin nazik uyarılarıyla karşılandı. Günün sonunda Varşova’nın eski şehrinin girişinde bulunan Kolumna Zygmunta (Sigmund’un Stünu) anıtını kendimize performans mekânı seçtik.
Eğitmenlerimizin gösterisinden önce, “Yeni Başlayan Kadınlar” adında, kadının toplum tarafından “giydirildiği” kılığından sıyrılıp özgürleşmesini konu alan ve gerçekten çok ilgi çekici bir modern dans gösterisi izledik. Bu gösteride daha birkaç gün önce tanıştığım ve dansından inanılmaz keyif aldığım Paulina Jędrz’in üzerinden gözlerimi alamadım desem yalan olmaz.
Bu çok başarılı performansın ardından eğitmenlerimizin sahneye çıkmasıyla ortamın ruh hali tamamıyla değişti. İç dünyalarını çok rahat bir tarz ile hareketlerine yansıtabilen bu insanları izlemek o kadar keyifliydi ki, sanki her dokunuşlarında sadece olan biteni görmüyor, biz de onlara dokunuyor ve onlar tarafından dokunuluyorduk. Performansın diğer bir kilit öğesi de, kontak doğaçlamanın getirdiği, oyuncu ve hınzır tavırdı. En genci, dans hayatına kırk yıldan fazla zaman ayırmış bu duayenlerin, bir an içinde ana okulu bahçesindeymişler gibi bir his yaratmaları, hakikaten şaşılacak şey doğrusu!
Performanslardan sonra alanı boş bulan bizler, yine birlikteliklerimizin son anlarına doymak için kendimizi “kaçak olarak” sahneye attık. Ertesi günkü saha odaklı performansımıza katılamayacak olanları uğurlarken, yıllar geçmiş gibi hissettiren bu beş günde çok yakın tanıma fırsatı bulduğum pek çok güzel varlığa veda ettim.
Ertesi gün oda arkadaşım Johan ile son bir kahve keyfinin ardından, saha-spesifik performansımızı gerçekleştireceğimiz Sigmund Sütunu’na doğru yola çıktık. Belirlenen saati biraz geçe bir başlangıç çemberi oluşturabildik ve bazı sınırlamaları kararlaştırdık. Hatta, yirmi dakika geçtiğini kalabalığa duyurma görevi de bana düştü.
Doğaçlamanın keyfinde kendimizi kaybettiğimiz yirmi dakika boyunca etrafımıza toplananlar, arada dayanamayıp ne yaptığını bilmeden bize katılanlar ve bir sürü soru soranlar oldu. Kendi adıma, dansımda veya ruh halimde, bir performans sergiliyormuşum gibi hislere rastlamadım. Ancak, birlikte olmak ve beraber bir yaratım gerçekleştirmek, gerçekten şahane bir histi.
Gerçek benliğimi bulduğum halim ise bu performanstan sonra gerçekleşti doğrusu. Festivalin yarattığı devinimi ve sinerjiyi, benim gibi içinde taşıyanlar ile gezerken, baktığımız her yerde kendimizi ifade edebilecek bir kanal görüyorduk. Gözümüzle, elimizle algıladığımız her cisme gerçekten dokunmak ve kendimizi bulaştırmak peşindeydik sürekli olarak. O gün akşam, yatağımı bulana kadar hiç kesintisiz bu hissi yaşadım ve sürekli muazzam bir farkındalık halinde şehri dolaştım diyebilirim.
Son Sözler
Kelimelerle ne kadar ifade edebilirim bilmiyorum, ancak benim için bu Polonya seyahati, zaman, mekan ve etkinlik ile kurulan bağın çok ötesinde bir temas deneyimi getirdi. Kraków’u el ele gezdiğim dostum Sylwia, Hostel’de tanıştığım Hintli arkadaşım, günlerce aynı havayı soluduğum onca insan, gecenin üçünde gökkuşağı anıtının olduğu meydanda bir bardan çıkarken; “Nedir bu kontak doğaçlama?” diye sorduğuna pişman etmek için omzuma alıp “dans ettirdiğim” ağır abi ve şehrin sokaklarında dolaşırken, gözlerine bakıp en içten gülümsememi gösterdiğimde bana karşılık veren tüm varlıklar, gerçekten derimin altına nüfuz ettiler.
Global Underscore’un kapanış çemberinde de söyledim ve ne mutlu ki kayda geçti. Fark ettim ki, o çemberde oturan herkesi artık bir şekilde tanıyorum. Onlardan aldığım irili ufaklı pek çok parçayı artık üstümde taşıyorum ve bundan sonraki hayatımı şekillendirirken, bu insanlardan aldığım ilhamların etkisini kullanacağım.
Yazan: F. Ayberk Bağcı
Düzenleyen: E.M & Didem Bilgin