Merhaba,
Gerçek oyuncularla çekilecek Masters of the Universe filminin geliştirilmesi için son 2 yılda 30 milyon dolar harcayan Netflix, abartılı maliyetinden dolayı projeden vazgeçince, masaya Amazon oturdu. Kyle Allen’ın He-Man’i canlandırmasının beklendiği film, Barbie başarısıyla iştahlanan oyuncak şirketi Mattel’in yeni büyük projesi. Öte yandan, son haftalarda birçok yöneticisini işten çıkaran Netflix, biraz daha garantili işlere para harcamayı tercih ediyor. Queer Eye’ın dokuzuncu sezonunu onaylayan şirket, Wednesday’in yeni sezonunuysa 2024 ilkbaharına yetiştirmeye çalışıyor.
Haftaya görüşmek dileğiyle.
Geçen Hafta Ne İzlendi?
Bu Hafta Ne İzlesem? okuyucuları 178. sayıda IMDb’nin iki video haberine büyük ilgi gösterdi. Onlardan sonraysa en çok MUBI’den iki filmle Netflix’in yeni stand-up komedisi ilgi çekti.
Netflix’in Bodies’ini sevenler bunlara da bakabilir.
David Fincher’ın The Killer’ı hakkında her şey.
Joyland – MUBI
Natural Selection – Netflix
Disney+
Dünyanın en uzun soluklu bilimkurgu dizisi 60 yaşında! Biz de bu vesileyle ilk kez Doctor Who’nun yeni bölümlerini dünyayla aynı anda bir akış platformunda izleyebileceğiz. Disney+, İngiltere ve İrlanda haricindeki ülkelerde Doctor Who’yu izleyiciyle buluşturacak. Daha önce 10. Doktor’u canlandıran David Tennant, 60. yıl özel bölümleri için 14. Doktor olarak role geri dönüyor, eski yol arkadaşlarından Donna Noble da (Catherine Tate) ona eşlik ediyor. Delişmen zaman ve uzay yolcumuzun başına bela olacak isimse The Toymaker rolünde Neil Patrick Harris’in ta kendisi!
Üç özel bölümün ilki “The Star Beast” 25 Kasım’da Disney+’ta yayında olacak. Tarihi henüz açıklanmayan yeni sezonda ise Sex Education’dan tanıdığımız Ncuti Gatwa, 15. Doktor olarak rolü devralacak. E o zaman bize “Allons-y!” demek düşer. (Ozancan Demirışık)
Disney+
173. sayımızın giriş yazısında bahsettiğimiz gün geldi. Sevdiğimiz yönetmenlerden Baz Luhrmann’ın en az sevdiğimiz filmi Avustralya / Australia, yeniden kurgulanarak altı bölümlük bir dizi oldu: Faraway Downs.
610 kilometre uzunluğundaki orijinal çekim filmlerinden epizodik anlatıma uygun şekilde yeniden inşa edilen materyal, iki gün önce SXSW Sydney Screen Festival’da prömiyer yaptı ve şimdi de ABD’deki Hulu yayınıyla aynı anda bizde de Disney+’a ekleniyor.
Nicole Kidman’ın “Bu filme baktığımda yaptığım şeyden gurur duyamıyorum” dediği yapımda Hugh Jackman diğer başroldü. Ben 2 saat 46 dakikalık film halini izlemek istiyorum diyorsanız da buyurun.
MUBI
Öneri programımız kapsamında bir arkadaşını bültenimize abone yapan herkese bir aylık MUBI üyeliği hediye ediyoruz. Bu bağlantıdan abone olduğuna emin olduktan sonra bilgilerini bize iletin ve üyelik kazanın.
24 Kasım: Türkiye prömiyerini 2022’de Antalya’da yapan ve o günden beri Adana Altın Koza hariç hemen her festivalde veya sinema etkinliğinde perdeye yansıyan Ayna Ayna, yerinde bir kararla vizyona girmek yerine doğrudan MUBI’ye geliyor çünkü bu filmi para vererek ya da davetli giderek perdede izleyecek hemen herkes zaten izledi diye düşünüyoruz. 57. yaşını süren Belmin Söylemez’in 2012 tarihli ilk filmi Şimdiki Zaman’dan tam 10 sene sonra sunduğu bu ikinci uzun metrajı, birbirine değen üç kadın hikâyesi anlatıyor. İstanbul’u mesken tutan ve şehri tüm gerçekliğiyle kullanışını sevdiğimiz Ayna Ayna’nın senaryosunda Söylemez’in eşi Haşmet Topaloğlu’nun da imzası var.
25 Kasım: Onlarca kötü film izleyip göz devirdikten sonra bir film izliyor ve sinemaya yeniden âşık oluyoruz ya, işte Bedenimi Kaybettim / J'ai perdu mon corps, öyle bir film. Müthiş bir yaratıcılık, dokunaklı bir aşk öyküsü ve tırnak kemirten bir gerilim. Mutlaka izleyin.
26 Kasım: Nesli Çölgeçen’in Şener Şen’li efsane filmi Züğürt Ağa, geleneksel televizyon yayıncılığıyla tanışmamış internet çocukları da izlesin diye “dijitale” geliyor.
29 Kasım: 18 dakikalık avangart belgesel Jill'in Adı Yok / Jill, Uncredited, spot ışıklarını bir kez olsun, 2000’den fazla film ve dizide rol almasına rağmen dikkat çekmeyen sinema emekçisi Jill Goldston’a çeviriyor.
30 Kasım: 2009 yılında, 54 yaşında hayata gözlerini yuman sinema sevdalısı Ahmet Uluçay’ın ilk uzun metrajı Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, kendisi gibi sinemaya aşık iki genci anlattığı bir masal.
TOD
Paramount+’ın Kuzey Kanada’yı mesken tutan medikal drama dizisi Skymed’in ikinci sezonu başladı.
Oscar adayı senarist Paul Schrader’ın yazıp yönettiği, Joel Edgerton’la Sigourney Weaver’ı bir araya getiren Usta Bahçıvan / Master Gardener, kendisini güzel bir mülkün topraklarıyla ilgilenip zengin işverenine dalkavukluk etmeye adamış titiz bir bahçıvanı anlatıyor.
Bir Parça Işık / A Bit of Light, kızlarının velayetini eski eşine kaptıran ve ayık kalmak için babasının yanına taşınan kırk yaşında bir kadını konu ediyor.
Netflix
Yayında: Kız arkadaşıyla birlikte edebiyat eğitimi için Barselona’ya taşınmak üzere olan bir Meksikalı, kuzeni yüzünden suç dünyasının içine çekilir ve burada başına gelenleri yeni romanı için kullanmaya başlar. Kimseden Bana İnanmasını Beklemiyorum / No voy a pedirle a nadie que me crea, karanlık bir komedi.
23 Kasım: Son aylarda yayınladığı animelerle hayranları mutlu eden Netflix, bu hafta da orijinal bir öykü anlatan My Daemon’ı ekranlara getiriyor. Konusu şöyle: Yaşanan bir nükleer patlama sonucu dünyamıza cehennemden varlıklar gelmiş ve bir insan çocukla iblis çocuk dost olmuştur.
24 Kasım: Çoksatan bir romandan uyarlanan İsveç yapımı mini dizi Neredeyse Sıradan Bir Aile / En helt vanlig familj, genç kızları sevgilisini öldürmekle suçlanınca birbirine kenetlenen bir aileyi ve kendilerini koruma çabalarını anlatıyor.
24 Kasım: Parkinson hastası yaşlı bir kadına kızının intihar ettiği söylenir ancak o inanmaz ve katili bulmak için son gücüyle sokakları arşınlamaya başlar. Arjantin yapımı Elena Biliyor / Elena sabe, atmosferiyle öne çıkan bir roman uyarlaması ve başkarakteri Alzheimer olmadığı için müteşekkiriz.
24 Kasım: “İstanbul’dan New York’a giderken havaalanında karşılaşan Serin ve Mehmet, New York’ta baştan çıkarıcı bir geceye sürüklenir ancak ikisi de evlidir,” diyor Netflix izlenme garantili yeni yerli filmi İstanbul İçin Son Çağrı’yı tanıtırken. Ülkemizde başka hiç oyuncu kalmadığı için, bir kez daha Kıvanç Tatlıtuğ ve Beren Saat başrollerde.
Le Cinéma Club
1999’da çektiği ilk uzun metrajı Masumiyetin İntiharı / The Virgin Suicides’tan bu yana ABD’nin önde gelen bağımsız sinemacılarından biri olarak anılan yazar ve yönetmen Sofia Coppola, büyük beğeni toplayan ve her daim hafızalarda taze kalan filmi Bir Konuşabilse / Lost in Translation ile Oscar, Başka Bir Yerde / Somewhere ile Altın Aslan kazanmıştı. Bugünlerde Priscilla Presley hakkında çektiği zarif biyografi Priscilla ile gündemde olan Coppola’nın en sevdiği altı filmi paylaştığı sayfa burada. Ufak bir tüyo verelim; hayır, babasının hiçbir filmi listede yok.
Vizyonda Ne İzlesem?
😱 Zina: Haftanın yerli korku filmi.
🐻 Maşa ile Koca Ayı: Sonsuz Eğlence / Masha and the Bear: Twice the Fun: IMDb’de sayfası olmayan nadir filmlerden biri, animasyon serisinin yeni halkası.
😔 Aybüke: Öğretmen Oldum Ben: Ortak yapımcısı olduğu filmlerle sektörü domine etmeye başlayan TRT, şimdi de Batman’da 2017 yılında teröristler tarafından şehit edilen 22 yaşındaki öğretmen Aybüke Yalçın’ın hayatını konu eden bir filmle karşımızda.
🇫🇷 Napolyon / Napoleon: Büyük yönetmenler 2023’e birer film bırakmaya yemin etmiş görünüyor ve sıra Ridley Scott’ta. Joaquin Phoenix’in döktürdüğü 2 saat 38 dakikalık biyografi, devasa ölçekteki aksiyon sahneleriyle perdede izlenmeyi hak etse de aslında bir Apple TV+ filmi. Evet, Martin Scorsese’den sonra Ridley Scott da son filmini Apple için çekti.
☄️ Kızıl Gökyüzü / Roter Himmel: Christian Petzold’un hayranlarını üzmediği yeni filmiyle ilgili detaylar hemen aşağıda.
Ali Ulvi’den Vizyon Notları
“Aklımda”
Kızıl Gökyüzü / Roter Himmel filminden önce, Wallners grubunun 2020 yılına ait Aklımda / In My Mind adlı şarkısının videosuna göz atmanızı öneririm. Yönetmen Christian Petzold, sanki bu videoyu izledikten sonra senaryoyu yazmış ve tema şarkısı olarak belirlemiş… Filmi, basitçe, biri oldukça değişik dört genç insanın tatil günleri olarak düşünebilirsiniz.
Ana karakter Leon, videodaki eski tiyatro binasının gece bekçisine benziyor: Gecenin sessizliği ve ıssızlığı sürerken sahnede dans eden üç genci seyreden bekçi, daha sonra görünmezliğinin içinden çıkarak sahnede kendi dansıyla var oluyor.
Leon, Baltık Denizi kıyısında ormanın içinde yer alan evde ikinci romanının son düzeltmelerini yaparken, çevresindeki üç akranı, kaygılardan azade biçimde etrafa hayatlarının enerjisini yaymaktadır: Sanat okulu öğrenci adayı Felix, cankurtaran Devid ve kızıl-kırmızı renkleriyle tanrıça kadar çekici, zeki, doğal Nadja. Leon, işte o gece bekçisinin eski binanın boş alanlarını kontrol etmesi gibi, asık suratla bir yandan oto kontrolünü sağlamaya çalışırken, diğer yandan da yanındakileri kendinden adeta nefret ettirmek için her şeyi yapmaktadır.
Leon, günlük hayatımızda karşımıza çıkan ve bize her şeyi zehredenlere benzeyen, dört başı mamur bir karakter çalışması. Kendini hapsettiği kabuğunun çatlama seslerini, giderek bölgeye yaklaşan büyük orman yangını gibi duyuruyor.
Mizahın gerginlikle yarıştığı günlük akışta, Leon’a nefretimiz frenleniyor. Bunu büyük oranda, aşkın, yumuşaklığın, anlayışın, inceliğin vücut bulmuş hali Nadja sağlıyor. Nadja, Leon’un yayıncısının geldiği gün, kristal narinliğiyle 19. yüzyıl şairi Heinrich Heine’nın Asri / der Asra adlı şiirinin hakkını veriyor: “Adım Muhammet ve Yemenliyim, köklerim asrilerden gelir, sevince ölenlerden”. Petzold, neredeyse öyküsünün kalp atışlarını duymamızı sağlayan bu şiirden bir bölümü iki kez okutuyor.
Gözde oyuncularından Paula Beer, büyülü gibi. Tabii Leon’un ruh durumunu algılamamızı ve tepkilerini anlamamızı sağlayan Thomas Schubert’ın performansını da vurgulayalım.
Petzold, su elementinin vurgulandığı Undine’den sonra, nasıl hareket edeceği asla tam olarak bilinemeyen ateşi, en belirsiz görünen Leon’un hikâyesini anlatmak için seçmiş. Genel hatlarıyla sade, romantik, esprili, acı sürprizleri olsa da kendinizi iyi hissettiren bir film. Şarkıdaki gibi: “Özgür yaşayacağız, vahşi yaşayacağız. Tam da gerektiği gibi bir hayat yaşayacağız…”
Geçmişte Ne İzledik? -6-
1960’larda ve 70’lerde, İstanbul Avrupa Yakası sinemaları içinde “Ana Kraliçe hangisi” diye sorsaydınız, cevabımız tereddütsüz Harbiye Konak Sineması olurdu. Başta Nişantaşı bölgesi olmak üzere, kalburüstü seyircilerin-sosyetenin gittiği sinemaydı. Özellikle suare denilen, günün daha pahalı son gösterimi tamamen dolu oynardı. Konak’a gitmek bir ayrıcalıktı. Bizim gibi bütçesi kısıtlı olanlar, sabah indirimli matineyi tercih ediyordu tabii.
Öncelikle, 1967 yapımı, Türkiye’de Beklenmeyen Misafir adıyla gösterime giren Guess Who’s Coming to Dinner yani “Bil Bakalım Yemeğe Kim Geliyor”, seyretmeyenlere önerimdir. Sanat galerisi sahibesi anne ile The Guardian gazetesinin editörü baba, kızlarının tatil dönüşü tanıştırmak için yemeğe getirdiği damat adayı karşısında, tüm yargılarını gözden geçirmek zorunda kalıyorlardı. Gelen, eğitimli dul bir doktor; bir Afro-Amerikalıydı. Deyim yerindeyse bu ‘bembeyaz’ aile zorlu bir sınava girecekti.
Oscar rekoru halen aşılamamış Katharine Hepburn, En İyi Kadın Oyuncu dalında ikinci ödülünü bu filmle kazandı (daha sonra aynı ödülü dörde tamamlayacaktı). Kocası rolündeki büyük aktör Spencer Tracy hastaydı ve çekimlerin bitmesinden 17 gün sonra öldü. Bir sahnede, Tracy ön planda konuşurken Hepburn gerçekten ağlıyordu; çünkü dokuz filmde birlikte çalıştığı ve yasak ilişki yaşadığı arkadaşının öleceğini biliyordu. Damat adayını Sidney Poitier’nin oynadığı ve Stanley Kramer’ın yönettiği bu komedi-dram, En iyi Senaryo Oscar'ını da kazandı.
Beklenmeyen Misafir, ırkçılığa karşı çekilmiş en zarif filmlerdendi. Konak’ta 1969 yılında gösterilirken, hafta sonu annemle gittik. Bilet alıp kapı kontrolüne geldiğimizde, görevli benim içeri alınamayacağımı söyledi. Ben 9 yaşının içindeydim. O dönemde bazı sinemalarda 11 yaşından küçükler yetişkin filmlerine giremiyordu. Bunun nereden kaynaklı bir kural olduğunu hala bilmiyorum. Annem beni bir umutla getirmişti. Fakat bilet kesen adam asla taviz vermemişti. Üzüntümü anlatamam. Geri döndük. Nereden bilsinler benim ses çıkarmadan büyülenmiş gibi perdeye odaklanan bir çocuk olduğumu?
Daha sonra aynı yılın bir yaz gecesi açık hava sinemasında seyrettim filmi. Sanırım kapısından döndürüldüğüm tek film Beklenmeyen Misafiroldu. (Ali Ulvi Uyanık)
Ayrıca…
Çocuk yaşta hapse giren Bekir’in çıkar çıkmaz günlük hayatın saçma sapan dertlerine boğulmasını anlatan Hayatı Beş Gece, biraz karikatürize edilmiş de olsa ortalama Türk ailelerini güzel özetliyor. 21 dakikalık siyah beyaz film, bir şansı hak ediyor.
Katkılarından dolayı Ali Ulvi Uyanık, Ozancan Demirışık, Zeynep Şima ve MUBI Türkiye’ye teşekkür ederiz.
Bağımsız yayıncılığa destek olmak isterseniz 10 TL, 25 TL, 50 TL, 75 TL, 100 TL ya da 500 TL karşılığında Dijital Teşekkür Kartları alabilir ve dilerseniz sevdiklerinize hediye olarak gönderebilirsiniz.