Abone Ol

Aşkın Bir İnsan Eylemi Olarak Şiir

Aşkın Bir İnsan Eylemi Olarak Şiir
Giriş

Düşünme ve buna bağlı olarak şuurla eyleme, tercih etme gibi özellikleriyle “ayrıcalıklı” ve aynı zamanda yine aynı özellikleri dolayısıyla ve belki de bunların bir bedeli olarak yaratıcısına karşı sorumlu olan insan yine duyma (duygu manasında) özelliğiyle de diğer canlıların mahrum olduğu başka bir imtiyaza sahiptir. İşte bu düşünce ve duygu temelinde insanoğlu felsefeyi, düşünceyi, bilgiyi, bilimi, sanatı sürekli olarak işlemiştir. Fakat şu noktayı unutmamamız gerekir: İnsanoğlu her noktada olduğu gibi bu yaratımlarını yaparken de vahyin kaynağı ve “yaratanların en güzeli” Allah (c.) karşısında sorumludur ki kendini, başka bir insanı, bir düşünce sahibini, bir müessiri yoktan yaratanın yerine koyamaz; bir düşünceyi, bir görüşü, bir eseri de yoktan yaratılanların yerine koyamaz.

Buradan hareketle, insan bilgiyle eşyaya Allah’ın koyduğu sınırlar ve sebepler dairesinde biçim verebiliyorsa düşünüş ve duyuşundaki bireysel tekâmül tecrübeleriyle de soyut olana dair içsel üretimlerini yapabilir diyebiliriz. Ve bu duygu/düşünce temelli üretimini de -bilerek veya bilmeyerek-“mutlak güzele” olana seyrinde “nisbî güzeli” yaratma şeklinde yapabiliyor insan ve bu noktada sanattan bahsedebilir hâle geliyoruz.

 

Söz, İnsan ve Şiir

Biz bu yazımızda çok fazla başlığa sahip olan sanatın en yaygın dalı olan edebiyatın, kadim zamanlardan beri en geniş muhatap kitleye sahip olan “şiir” türüne nasıl yaklaşmamız gerektiğine dair mülahazalarımızı paylaşacağız. Zira şiir öyle bir tür ki tabiatla baş başa bir çobanın “âfâkî” tefekkürüne eşlik edebildiği gibi bir hükümdarın “enfüsî” tetkiklerinde de azık olabilmekte. Yani “insan” ve “insan dışı” âyetlere nazar sarf etme eşiğine ulaşmış her fert bu alana girme tasarrufuna sahip olabilmekte. Peki, bu nazarı sarf eden her insan şair ya da şiir okuyucusu olur mu? Tabi ki hayır ve böyle bir zorunluluğu da yoktur. Ancak her insanın bir âlem olması, seyirlerinde kendi hususi tarz ve eğilimlerine dair -meşru çerçevede- tasarruf hakkını ona sunmaktadır.

İnsanın söz/isim ile tanışmasını Hz. Adem’e (a.s.) Allah (c.) tarafından eşyanın isimlerinin öğretilmesinde görüyoruz. Böylece insana verilen dil kabiliyetinin geliştirilmesi imkânı da doğmuş oluyor. İnsanın duygu sahibi bir varlık oluşunun onun duyuş ve düşünüş eylemlerinde takındığı tavırlarını, konumlanışını ve bu hâllerini ifade ediş tarzını etkilemesi olağandır. İşte bu noktada, ruhî tekâmülde aşkın durumlara erişen insan eğer bu hayret makamında müşahede ettiklerini kabzedemeyecek iç dolgunluğa/ doygunluğa ererse ve bu yine bu hâlini beyan etme zorunluluğu hissederse elbette tercih edebileceği bir araç söz olacaktır ve eriştiği aşkın hâlin inceliğine yakışacak yöntem de şiir olabilecektir.

 

Metafizik Ürperti

Söz konusu, sanatçı olunca iki hususa dikkat vermek gerekmektedir: Bunlardan birisi sanatçının sıradanı aşan bir görüş kabiliyetiyle diğer insanlardan ayrılıyor olması diğeri de sanatçının artık maddeden, eşyadan, fizik alandan soyuta, fizik ötesine geçiyor olmasıdır. Din ve şiir ilişkisi eskiden beri ele alınmış, değerlendirilmiş, tartışılagelmiş bir ilişkidir. Biz bu konuda bir tez ve antitez üretmek gayesinde olmadan şunu ifade edelim ki bizim dikkatimizi çeken nokta şiirin ve şairin aslında metafizik bir arka plana sahip oluşudur. Asıl mesele, bu alana girdikten sonra şairin tavrının, insana dair diğer haslet ve imkânlarının da katkısı ve desteğiyle bir hakikat ışımasına dönüşüp dönüşememesidir. Fakat bu aydınlanma onun kendi dünyasında ister gerçekleşmiş olsun isterse gerçekleşmemiş olsun, bu metafizik alanın imkânlarına erişip de onu dışa vurmuş olan her şairin şiir tecrübeleri, şiir muhataplarına sunulmuş bir imkân olarak değerlendirilebilir.  Zira bir şairin hayret makamının tecrübeleri, aşkın duygularla donanan bir şiir okuyucusunun algılayıp da ifade edemediği aşkın durumlarının tercümanı olabilir. Okuyucu da kendi iç doygunluğunun lirik ifadelerle taşmasında uzak yardımını gördüğü şairin sesine eşlik edebilir. Yeter ki o ses “her vadide şaşkın şaşkın dolaşan” şairlerin batıl çağrısı olmasın… (Bkz. K. Kerim 26/225-226).

 

Makam ve Hakikat

Yukarıda tırnak içinde işaret edilen Kur’anî vasıflandırma ve ayrıntıları için Kitab’a ve tefsirlere başvurulabilir. Zira şairler hakkındaki ilahî hükümlerin kimleri işaret ettiği, işaret edilenlerin şiirlerinin fonksiyonlarının neler olduğu Kur’an’da ifade edilmiş ve müfessirlerce de tefsir kitaplarında ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Ayrıca hadis kaynaklarında da şiire ilişkin hadislerin olduğu düşünülürse şiir konusunda Kur’an ve sünnette sınırların belirlenmiş olduğunu görürüz. Bu sınırlar ele alınırken sınırın dışında olanları beri çekmek gibi lüksümüz olmadığı gibi sınırın içinde olanları öteye atmak gibi bir tasarruf hakkımızın da olmadığını hatırlamamız gerekir.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) müşriklerce neden bir şair olarak nitelendirildiği, akla gelen bir diğer konudur. Müşriklerin bu yaklaşımlarının çok kötü bir itham oluşu şairliğin hakaret edilecek bir makam oluşundan mıdır yoksa Efendimiz’in (s.a.v.) yüce makamının kıyasa tabi tutulamayacak bir yücelikte oluşundan mıdır? İslamî ilimlere dair alanlara girme cüretini kendimizde görmemekle birlikte Mesaj’ın muhatabı her insan gibi tefekkür etme zorunluluğumuz bize bu soruyu kendi cevabını çağrıştıracak biçimde sordurmuştur. Yine dikkat çeken bir nokta müşriklerin Resulullah’ın (s.a.v.)  ilettiği vahiy dolayısıyla ona şair demeleridir. Acaba bu durum yüksek söz söyleme sanatına aşina olan müşriklerin karşılaşabilecekleri en güzel şiire bile çok çok üstün gelecek Allah Kelamı’nın azameti karşısındaki şaşkınlıklarının, acziyetlerinin bir tezahürü müdür? Elbette Allah Kelamı bizim açımızdan şiirle kıyas bile edilemez ancak imanca “cahil” olan kişi, vahye ancak “şiir” demek suretiyle şaşkınlığını ortaya koyabilir.

 

Sonuç

Buraya kadar ifade etmeye çalıştığımız gibi şiir aslında özünde insanî ve meşru bir yüksek ifade biçimidir. Fakat bu ifade biçiminin kendine has imkânları ve sınırları da vardır. Şiire yaklaşımlarımızda sorun olarak karşımıza çıkan durumlar şiirin sınırlarının içine ve dışına dair malumatlarımızın eksikliğinden kaynaklanabildiği gibi şiiri kendi düzleminin dışında bir düzlemde yargılamamızdan da kaynaklanabilmektedir. Şiirde aslolan şiirin dinî veya ladinî olması değil, bize hayret makamlarından, latif sözlerle aşkın insan hallerini sunabilmesidir. En doğrusunu mutlak sözün sahibi Allah (c.) bilir!

ÖNCEKİ YAZI ŞAİRLER SURESİ
YAZAR HAKKINDA
Mikail Taşçı
Mikail Taşçı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN